İÇİNDEKİLER / CONTENTS MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE KİLİS Kilis In The National Struggle Period Erdinç GÜLCÜ………………………………..…..……………….. 1-37 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN EKONOMİK BÜYÜME ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ Effects Of The Global Financial Crisis On Economic Growth Sample Of Turkey Sadettin PAKSOY, Erdal ALANCIOĞLU………..……………. 38-57 GÜRCİSTAN BÖLGESİNDE OSMANLI-RUS NÜFUZ MÜCADELESİ (1774-1792) Ottoman-Russia Power Struggle Over Georgıa (1774-1792) Serhat KUZUCU………………………………………………….. 58-71 KİLİS ASKERLİK ŞUBESİ REİSİ SAKALLI AHZ-I ASKER BİNBAŞISIMAHMUT BEY’İN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (GAZZE CEPHESİ)’NA GİDEN ASKERLERE YAPTIĞI KONUŞMA VE KİLİS ASKERLİK ŞUBESİ’NİN KİLİS KUVA-YI MİLLİYESİNE KATKILARI The Speech Given By Kilis Recruiting Office Chief Major Mahmut Bey (Bearded) To The Soldiers On The Way To Gaza Frontier In The World War I And The Support Of Kilis Recruiting Office To Kilis National Forces Mustafa ŞAHİN, Cemile ŞAHİN…………………………...…..... 72-82 OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI’NDAKİ AMAÇ VE KAZANIMLARIN ÇOKLU ZEKÂ KURAMINA DAYALI ZEKÂ ALANLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Assessing Preschool Education Program’s Aims And Achievements In Terms Of Intelligence Fields Based On Multiple Intelligence Theory Gülay EKİCİ, Hülya GÜLAY OGELMAN, Feyza UÇAR….... 83-105 AKTARMALAR / TRANSCRIPTIONS FUÂD KÖPRÜLÜ’NÜN İZLENİMLERİYLE OXFORD’DA TOPLANAN XVII. BEYNE’L-MİLEL MÜSTEŞRİKLER KONGRESİ Muammer BAYRAKTUTAR…….…………………………… 106-113 Erdinç GÜLCÜ /1 MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE KİLİS Yrd. Doç. Dr. Erdinç GÜLCÜ Özet I. Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri ile Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. İtilaf Devletleri antlaşma uyarınca, Osmanlı askerinin silahlarını alarak terhis ettiği gibi, gerek gördüğü yerleri de işgale başladı. Savaşın sonlarına doğru Halep’e kadar olan Suriye topraklarını işgal etmiş olan İngiltere, ateşkesin yapılmasından kısa bir süre sonra Urfa, Maraş, Antep ve Kilis’i işgal etti. Aralık ayının son günlerinde Kilis’e giren İngiliz askeri, yaklaşık bir yıla yakın bir süre Kilis’te kaldı. Bu süre zarfında İngilizlerin halkın üzerine gitmemesi sebebiyle bir silahlı çatışma yaşanmadı. Bununla beraber halk arasında ilk millî örgütlenmeler bu dönemde başladı. Bu millî cemiyetler, yapılan haksızlıklara karşı çeşitli eylem ve protestolarla kendilerini gösterdiler. İngiltere ve Fransa arasında yapılan Suriye İtilafnamesi sonucu İngiltere işgal ettiği Güney Anadolu topraklarını Fransa’ya bıraktı. 29 Ekim 1919’da Ermeni unsurlarla birlikte Kilis’e giren Fransızlara karşı halk tepki gösterdi. Fransız İşgal Komutanlığı’nın sert tedbirler alması karşısında, şehirde kalmanın mümkün olmadığını gören vatanseverler, şehir dışında Kuva-yı Milliye örgütlenmesini sağlayarak mücadeleye başladılar. Kilis Kuva-yı Milliye’si şehirde ve Kilis çevresinde Fransızlarla mücadele etti. Bununla beraber Antep’e gidecek Fransız askeri yardımları önlemek için Antep yolunda ve yine Fransız kuvvetlerinin geçişini önlemek için Katmaİslahiye demiryolu hattında verdikleri mücadeleler, Kilis Kuva-yı Milliyesi’nin önemli başarılarıdır. Nihayet TBMM Hükümeti ile Fransa arasında 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Anlaşması sonucunda, 7 Aralık 1921’de Kilis işgalden kurtuldu. Anahtar Kelimeler: Kilis, Milli Mücadele, Kuva-yı Milliye, İngilizler, Fransızlar. Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Muallim Rıfat Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü [email protected] 2 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 KILIS IN THE NATIONAL STRUGGLE PERIOD Abstract The Ottoman Empire defeated in World War I, signed the Mondros Armistice Agreement with the Allies on 30 October 1918. In accordance with the treaty Allies, demobilized the soldiers of the Ottoman Empire taking their weapons and invaded places deems necessary to them. Towards the end of the war Great Britain which had occupied the land of Aleppo in Syria, occupied Urfa, Marash, Antep and Kilis shortly after the armistice. British soldiers who entered Kilis in the final days of December stayed in Kilis approximately for a year. During this time, an armed conflict did not occurre due to the British soldiers did not offend against the Kilis people. However first national organizations was formed during this period. These national communities showed themselves in the various actions and protests against the injustices. As a result of Syria Agreement between Britain and France, Britain left France the southern Anatolian lands which were occupied by her formerly. The people of Kilis showed reaction to the French army which entered Kilis on 29 October 1919 containing Armenian soldiers. In relation to strict measures of French army the city patriots decided that it was impossible to stay in the city and because of that they leaved the city and organized the Nationalist Forces and started to struggle against the French. Nationalist Forces of Kilis resisted against French. However, fights in order to prevent French military aid to Antep French forces and struggles on Katma-İslahiye railway line major are significant successes of Nationalist Forces of Kilis. Finally, Kilis liberated from the occupation on 7 December 1921 as a result of the agreement concluded between France and government of Grand National Assembly of Turkey on 20 October 1921. Keywords: Kilis, National Struggle, Natoinal Forces, The British, The French. 1. XX. Yüzyıl Başlarında Kilis’in İdarî Yapısı ve Nüfusu Mercidabık zaferiyle 1516 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçen Kilis, XIX. yüzyılın sonuna kadar Halep Eyaletine bağlı olarak zaman içerisinde kaza, sancak, nahiye gibi idari statülerde yer aldığı görülmüştür. Erdinç GÜLCÜ /3 1889-90 yılına ait Halep Vilayet Salnamesi’ne göre Kilis, Halep Sancağı’na bağlı bir kaza birimiydi. Bu tarihlerde Kilis Kazası’nın İzziye ve Com adında iki nahiyesi ve 473 köyü bulunmaktaydı1. 1899 yılında ise kazaya bağlı nahiye sayısı yediye yükselmiş, ancak bu tarihlerde köy sayısında bir değişiklik meydana gelmemiştir2. 1903 yılında kazaya bağlı olarak; Kilis, Türkman, Fellah, Menbüç, Musabeğli, Şikağî, Amikî, Okçu İzzeddin ve Com nahiyeleri olmak üzere toplam dokuz nahiye bulunmaktaydı. Nahiye sayısında artış bu tarihte devam ederken, köy sayısında az bir azalma meydana gelerek 469’a gerilemiştir3. 1904 yılında kaza içerisinde Şeyhler adında yeni bir nahiye daha kurulmuş olup, nahiye sayısı ona yükselmiştir4. 1908 yılına ait Halep Vilâyeti Sâlnâmesinde mevcut durumun muhafaza edildiği görülmektedir5. 1912 yılında Kilis Kazası, idari yönden Halep Sancağı yerine Ayntab(Antep) Sancağı’na bağlandı6. XX. yüzyıl başlarında Kilis’in nüfusuna gelince; bu hususta Halep Vilâyet Sâlnâmeleri’nde yer alan bilgiler bizim için önemli bir veri oluşturmaktadır. Ancak bu bilgiler daha çok kazayı ihtiva eden bilgiler olduğu görülmektedir. Şehre ait bilgiler ise sınırlıdır. Mevcut sâlnâmeler içerisinde sadece birinde şehir nüfusu hakkında ayrıntılı bilgi yer almaktadır. Bu sâlnâmeye göre; 1886-87 yıllarında Kilis şehrinin nüfusu toplam 19.037 kişi olup, bu nüfusun 14.840’ı Müslüman, 4.197’si ise gayrimüslimdir7. Şehirdeki Müslüman nüfusun oranı % 78, gayrimüslim nüfusun oranı ise %22’dir. Gayrimüslim nüfusu oluşturan etnik unsurlar Rum, Ermeni ve Yahudi’dir. Hristiyan nüfusu, Ortodoks, Katolik ve Protestan mezhebine mensup olanlar oluşturmaktaydı. Ancak bu etnik ve dinî nüfusun oranlarına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bu arada, bu bilgilerden 1 1307 Tarihli Halep Vilâyet Sâlnâmesi, s.139. Ancak istifade ettiğimiz Halep Vilâyeti Sâlnâmesi’nde, mevcut nahiye sayısı verilmesine rağmen, kazaya eklenmiş olan bu yeni nahiyelerin adları yazılmamış olduğundan, bu sırada hangi nahiyelerin eklendiğini bilmemekteyiz. Bkz. 1317 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi,s.211. 3 1321 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi,s.252-256. 4 1322 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi,s.280-281 5 Bkz. 1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 262. 6 Orhan Sakin, Osmanlı’da Etnik Yapı ve 1914 Nüfusu, İstanbul, 2008, s. 205; Şinasi Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, Ankara, 1991, s. 148. 7 1304 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.166. 2 4 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 gayrimüslim nüfusun büyük çoğunluğunun şehirde yaşamakta olduğu da anlaşılmaktadır8. Şehirdeki Müslüman nüfusun etnik ve mezhep durumunu gösteren bir kayıt yoktur. Ancak sâlnâmelerde verilen bilgilerden, şehirde konuşulan dilin Türkçe olduğu sürekli kaydedilmektedir. Günümüzde de Kilis şehrinde halk arasında Türkçe dışında başka bir dilin veya bazı mahallî dillerin dahi konuşulmaması kayıtlardaki bu bilgileri teyit etmektedir. Dolayısıyla bu bilgiden hareketle şehirdeki Müslüman nüfusun büyük bir çoğunluğunun Türk nüfusu olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Ayrıca bu bilgiden gayrimüslim nüfusun da Türkçe konuştuğu anlaşılmaktadır. 1889-90 yılında şehirdeki nüfus, toplam 4.100 hanede oturmaktaydı. Müslüman nüfusa ait 37 cami, 14 mescit, 8 medrese, 4 tekke ve 2 mektep bulunmaktaydı. Gayrimüslimler ise 4 kilise ve 2 havraya sahipti. Bu kiliselerden her biri ayrı bir mezhep ve etnik guruba ait olup şehirde Rum, Ermeni, Katolik ve Protestan kiliseleri mevcuttu9. Bu tarihten sonraki yıllara ait verilere göre Kilis şehrinde; 1892-93 yılında 34 mahallede toplam 4.335 hane10, 1898-99’da 4.500 hane11, 1903-04’de 35 mahallede 4.710 hane12 ve 1908’de ise 33 mahallede 4.731 hane tespit edilmektedir 13. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi; XX. yüzyıl başlarında Kilis şehrinin nüfusunda ve hane sayısında sürekli bir artış seyrinin var olduğudur. Ancak bu döneme ait sâlnâmelerde, meydana gelen bu nüfus artışı hakkında aydınlatıcı bir bilgi bulunmamaktadır. Tahminimizce bu hızlı şehirleşmenin başta gelen sebeplerinden biri, Kilis ve çevresinde göçebe yaşayan çeşitli aşiret ve cemaatlerin, artık yerleşik hayata geçmeye başlamasıdır. Kilis Kazası’nın bu tarihlerdeki nüfus seyri şu şekildeydi: 1890 yılında kazanın toplam nüfusu 72.066 kişi idi. Bu nüfusun 67.817’si Müslüman, 2630’u Ermeni-Ortodoks, 362’si Ermeni Katolik, 333’ü Protestan, 302’si Rum ve 622’si ise Yahudi idi 14. Müslüman nüfus kaza 8 Erdinç Gülcü, “Halep Vilâyeti Sâlnâmelerine göre Kilis (idari ve sosyal durumu)”, VI. Hatay Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Antakya, 2004, s. 160-168. 9 1307 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.139. 10 1313 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.191. 11 1316 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.207. 12 1321 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.249. 13 1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.254. 14 1308 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 170. Erdinç GÜLCÜ /5 içerisinde en büyük kitle olup oranı %94, ikinci büyük kitleyi Ermeniler oluşturmakta olup, Ortodoks ve Katolik mezhebine mensup olanların toplam oranı %4, Yahudi nüfusun oranı ise %1 idi. 1908 yılında kazanın toplam nüfusu 72.803 kişi idi. Bu toplam nüfusun 65.766’sı Müslüman, 3729’u Ermeni Ortodoks, 385’i Rum, 342’si Protestan, 327’si Ermeni Katolik, 565’i Yahudi ve 1689’u da yabancı uyrukluydu15. Ancak yabancı olarak kaydedilen nüfusun mensubiyeti hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Bu tarihte Müslümanların toplam nüfus içerisindeki oranı %90, Ermenilerin %6, yabancıların %2, Yahudilerin % 1 idi. Osmanlı Devleti’nde 1914 yılında yapılan son nüfus sayımında Kilis Kazası’nın toplam nüfusu 84.814 kişi idi. Nüfusun din ve mezheplere göre dağılımı şu şekildeydi: 78.905’i Müslüman, 3.934’ü Ermeni Ortodoks, 376’sı Ermeni Katolik, 434’ü Rum, 775’i Musevi ve 390’ı Protestan idi16. Bu toplam nüfus içerisinde Müslümanların oranı % 93, Ermenilerin oranı % 5, diğer Hristiyan nüfusun oranı %1 ve Yahudilerin % 1 idi. Bu verilere göre; 1908 yılına nispetle altı yıl içerisinde kazanın nüfusu 11.011 kişi artmıştır. Nüfus artışı en fazla Müslüman nüfusta görülmekte olup, bu artışın sebebini tahminimizce bölgede yapılan aşiret iskânları, Kafkaslarda ve Balkanlarda yaşanan felaketler nedeniyle Anadolu’ya gelen muhacirlerin yerleştirilmesidir. Müslüman nüfusta görülen bu büyük artışa karşın, başta Ermeniler olmak üzere, gayrimüslim nüfusta olağanüstü bir gelişme görülmemektedir. 2. Suriye Cephesinin Düşmesi ve M. Kemal Paşanın Kilis’e Gelmesi I. Dünya Savaşının başlamasından bir süre sonra, Osmanlı Devleti de, İttifak devletleri yanında savaşa girdi. Osmanlı Devleti’nin katılmasıyla birlikte, savaş alanı daha da genişleyerek, İtilaf devletlerine karşı yeni cepheler açıldı. Yeni cephelerden biri de Sina-Filistin cephesi17 olup, bu cephenin açılmasını özellikle Almanya istemişti. Sina-Filistin cephesinde, Osmanlı Devleti’nin IV. Ordusu bulunmaktaydı ve komutanlığına da Cemal Paşa getirilmişti. İngilizlere 15 1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 262. Orhan Sakin, a.g.e., s. 205. 17 Bu cepheyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Genelkurmay Başkanlığı, I. Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina- Filistin Cephesi, C.IV, Kısım 2, Ankara, 1986. 16 6 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 karşı açılan bu cepheyle, Süveyş kanalından İngilizlerin uzaklaştırılması hedeflenmekteydi. Ancak çeşitli askeri harekâtlar düzenlendiyse de, istenilen başarı sağlanamadı ve ciddi kayıplar verilmesine neden oldu. Bu askeri harekâtları başarıyla bertaraf eden İngilizler, Filistin ve Suriye topraklarını ele geçirmek amacıyla karşı saldırıya geçti. Bu arada 1916’da İngilizlerin destek ve tahrikiyle, Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile oğlu Faysal bir Arap krallığı kurmak hayaliyle isyan başlattılar. Bu isyan hareketi; Arapların, Osmanlılara karşı topyekûn isyan etmelerini sağlamamışsa da, İngiliz harekâtına önemli bir destek sağladı18. Filistin ve Suriye’de İngiliz ilerleyişinin durdurulamaması üzerine Enver Paşa, Halep’te ordu komutanlarıyla bir toplantı yaptı. Toplantı sonrasında, bu cephede yeni düzenlemelere gidilerek Yıldırım Ordular Grubu kuruldu(15 Temmuz 1917). Bu grup içerisinde yeni bir ordu yani 7. Ordu teşkil edildi ve bu ordunun komutanlığına da M. Kemal Paşa getirildi 19. İlk safhada İngiliz ilerleyişi, ısrarlı Osmanlı direnişi karşısında yavaş şekilde devam etmekteydi. Fakat savaşın sonlarına doğru ve bilhassa Eylül 1918’den itibaren İngiliz ilerleyişi hareketli bir safhaya girdi. Bu ilerleyiş karşısında Suriye topraklarında tutunamayan Osmanlı kuvvetleri önce Halep’e çekildi ise de, 26 Ekimde İngiliz ve Arap isyancı kuvvetlerinin Halep’i işgal etmesi üzerine, 7. Ordu Halep’in kuzeyine doğru geri çekilmek zorunda kaldı. İngiliz ve Arap kuvvetleri Halep’in kuzeyine doğru ilerleyişe devam etmek istedilerse de, 7. Ordunun şiddetli direniş karşısında pek fazla ilerleme kaydedemediler. Böylece Osmanlı kuvvetleri Halep’in kuzeyinde, İskenderun–Beylan–Der el-Cemal–Tel elRıfat ve doğuya uzanan yeni bir savunma hattı oluşturdu. Bu savunma hattı, Mondros Mütarekesinin imzalandığı sırada Osmanlı kuvvetlerinin bulunduğu hat olup, daha sonra bu hat içerisine Antakya’da dâhil edilerek Misâk-ı Millî’nin güney sınırlarını oluşturmuştur20. Suriye cephesinde Osmanlı kuvvetlerinin yenilgiye uğrayarak geriye çekilmesi hadisesi yaşanırken, Kilis havalisinde yaşayan bazı Arap kökenli vatandaşlar, bu durumu fırsat bilerek Suriye’deki Arap hareketini 18 Ömer Osman Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri (1918-1940), Elazığ, 2003, s.89. 19 Genelkurmay Başkanlığı, Sina-Filistin Cephesi, s.69-70; Ö. Osman Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938), Ankara, 2004, s.273-274. 20 Genelkurmay Başkanlığı, Sina- Filistin Cephesi, s. 682-727; Ö.O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s. 314-320. Erdinç GÜLCÜ /7 desteklemeye karar vererek harekete geçtiler. Bu maksatla Fellah nahiyesinin ileri gelenleri ile nahiyeye bağlı köylerin muhtarları bir araya gelerek, “Kilis Havalisi Arap Cemiyeti” adında bir cemiyet kurdular. Cemiyet faal olduğu yerlerde; 14 Ekim 1918’de duvarlara ilanlar asarak, Emir Faysal yönetiminde bağımsız bir Arap hükümetinin kurulacağını ve hatta Kilis ve çevresinin de bu hükümete bağlanacağı yönünde propagandaya başladılar. Cemiyetin bir diğer faaliyeti ise; Türk tahakkümünden kurtulduklarında yakın bir zamanda bağımsızlığını kazanacak olan Arap hükümetine katılacaklarını ve Emir Faysal’ın emir ve iradesine gireceklerini bildiren 80 imzalı bir mazbata hazırlamak oldu. Bu mazbatayı Şerif Hüseyin’e ulaştırmak üzere bir heyeti, 16 Ekimde yola çıkardılar. Ancak bu heyet Halep’e varmadan Osmanlı zabitleri tarafından yakalandı ve yargılanmak üzere Halep Harp Divanına sevk edildi21. Fakat Arap milliyetçilerinin faaliyetleri bununla da bitmediği, hatta Halep’in İngiliz ve Arap isyancı kuvvetleri tarafından ele geçirilmesinden sonra, bu hareketin daha da bir ivme kazandığı görülmektedir. Nitekim Faysal’ın, Kilis Belediyesine bir karar sureti göndererek, Arap topraklarının bir parçası olduğu iddiası ile Kilis’i, Arap hükümetine teslim etmelerini istedi. Bunun üzerine Kilis Belediye Başkanı Osman Fazlıağaoğlu, Belediye Meclisini topladı. Meclis üyeleri bu talebi büyük öfkeyle karşıladılar ve toplantı sonucunda Kilis halkının hissiyatına rehber olacak şekilde, Kilis’in teslim edilmeyeceğini ve hatta gerekirse silahla karşı konulacağını bildiren bir karar aldılar22. Bununla beraber, Kilis açısından tehlike bu şekliyle kalmadığı da aşikârdı. Nitekim bazı Arap aşiretlerinin, Türk kuvvetlerinin Halep’ten çekilmelerinden sonra, Kilis’in köylerine baskınlar vermeye başlamaları ve çapulculuklarda bulunmaları, Kilis için tehlikenin kapıda olduğunu göstermekteydi. Bu maksatla Kilis’i bu saldırılardan korumak ve emniyetini sağlamak amacıyla, Kilis Kaymakamı İbrahim Bey başkanlığında, Hacı Tahir-zâde Mehmet Efendi (Müslüman Bey) ve Hacı Şerif-zâde Mehmet Celaleddin (İslam Bey)’in sevk ve idaresinde 40 kişiden oluşan bir milis kuvveti oluşturuldu. Bu milisler merkez kuvvet olarak görev yapacaktı. Bunlar dışında, daha önce mahallelerin emniyet 21 Şinasi Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 15-16; Halil İbrahim İnce, Milli Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2004, s. 13-15. 22 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 15-19; H. İ. İnce, a.g.t., s. 13-15. 8 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 ve asayişini sağlamak amacıyla kurulan mahalle milis teşkilatı ve süvari milisler bulunmaktaydı. Süvariler, şehir içerisinde devriye olarak gezecekler, ayrıca dışarıdan gelecek Arap çetelerin düzenleyecekleri saldırıları önlemek ve çeteleri takip ederek tenkil eylemekle görevliydiler23. Şehrin etrafında gerekli olan yerlerde kontrol noktaları ve siperler oluşturularak, şehir geceli gündüzlü silahlı milisler tarafından korunmaya başlandı24. Kilis’te bu hareketlilikler yaşandığı sırada, 7. Ordu Halep’ten kuzeye doğru çekilmiş ve ordu karargâhı da Katma’ya taşınmıştı. Arap isyancı grupların, Müslimiye’den Antep istikâmetini tutmuş oldukları ve onları takiben İngiliz kuvvetlerinin de bu tarafa doğru gelmekte olduğu haberi, 7. Ordu komutanı M. Kemal Paşa’ya ulaştı. Bu haberi alır almaz M. Kemal Paşa, İngiliz tehdidine karşı gerekli tedbirleri almak amacıyla Kilis’e gitmeye karar verdi. Bu maksatla Kilis Kaymakam İbrahim Süreyya Bey’e Kilis’e geleceğine dair bir telgraf dahi çekti. Ancak bu telgraf Kilis’e ulaşmadığı için M. Kemal Paşa’nın Kilis’e geleceğine dair bir bilgi bulunmamaktaydı. M. Kemal Paşa’nın aracı 28 Ekim akşamı Kilis’e gelmek üzere yola çıktı. Araç şehre yaklaştığında, şehri korumakta olan silahlı milisler tarafından yolu kesildi. Ancak milisler arasında bulunan Saraç Mehmet, Çanakkale savaşı sırasında paşanın emir çavuşluğunu yapmış olduğundan paşayı tanımış ve paşayı alarak doğruca şehir merkezinde bulunan Mevlevihane’ye getirmiştir. Bu sırada Kaymakam İbrahim Süreyya Bey ve ilgililere Mevlevihane’de yapılacak olan toplantı için haber verildi. Toplantıda, Kilis’in boşaltılarak, Poyraz’daki Resul Otman dağlarında cephe oluşturulması hususunu M. Kemal Paşa teklif etti. Fakat Kilis’in ileri gelenleri, şehrin harap edilmesini istemediklerinden, bu teklife karşı çıktılar. Paşa da bu teklifinde pek ısrarcı olmayarak Kilis’e silah ve cephane yardımında bulunacağına dair söz verdi. Ayrıca Kilis halkının almış olduğu bu tedbirlerden de yeterince memnun kaldığını ifade ederek, yaklaşık altı saat kaldığı Kilis’ten ayrıldı25. M. Kemal Paşa’nın Kilis’e gelişinden iki gün sonra, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Mütareke uyarınca, Osmanlı 23 Mehmet İslam, “Kilis Kuvvayı Millîye Harekâtı”, Genç Kilis Gazetesi, 25 Eylül 1960, s.1-2. 24 Kilisli Kadri, Kilis Tarihi, Neşr. Osman Vehbi, Burhaneddin Matbaası, İstanbul, 1932, s.29-30. 25 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 22-27; H. İ. İnce, a.g.t., s. 23-24. Erdinç GÜLCÜ /9 orduları terhis ve silahları da teslim edilecekti. Katma’da bulunan 7. Ordunun ambarlarında bulunan silah, eşya ve yiyecek maddelerinin Kilis’e nakledilmesini, M. Kemal Paşa emretmişti. Ancak nakil işi tamamlanmadan İngilizlerin, Katma’yı bombalamaları ve ambarlarda bulunan bütün malları ele geçirmeleri, bu önemli sevkiyatın gerçekleşmesini önlemiştir26. M. Kemal Paşa da ordusunun lağvedilmesi sebebiyle, 13 Kasımda İstanbul’a dönmek zorunda kaldı 27. 3. İngiliz İşgal Dönemi I. Dünya savaşının cephelerde en şiddetiyle devam ettiği sıralarda, bu savaştan galip çıkacak tarafın kendileri olduğuna inanan İtilaf devletleri, savaş sonrasının planlarını da hazırlamaya başlamıştı. Bu bağlamda, itilaf devletlerin arasında yoğun bir diplomatik trafik yaşanmaktaydı. Taraflar arasında sürdürülen bu müzakerelerde tartışılan sorunların ilk sırasını, Osmanlı topraklarını nasıl paylaşacakları konusu teşkil etmekteydi. İtilaf devletleri arasında çeşitli zamanlarda yapılan bu görüşmelerde, aralarında sağladıkları mutabakatlar doğrultusunda, bazı gizli anlaşmalar dahi imzalamışlardı. İşte bu antlaşmalardan biri de 16 Mayıs 1916’da, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan SykesPicot Antlaşması’dır. Bu antlaşmaya göre; Adana’dan Sivas’a kadar olan Anadolu’nun bir kısmı, Suriye toprakları ile Musul, Fransa’ya; Musul hariç Irak topraklarıyla, Fransız mıntıkasıyla Hicaz ve Necid arasındaki, İran hududundan Akaba’ya ve Filistin’in güneyine kadar uzanan topraklar İngiltere’ye bırakılacaktı28. Mütarekenin imzalanmasından sonra, İtilaf devletleri savaş sırasında hazırladıkları paylaşma projelerini hayata geçirmeye başladılar. Ancak İngiltere, Fransa ile imzaladığı Sykes-Picot antlaşmasına rağmen, önemli petrol kaynaklarına sahip Musul’u elde etmeyi düşünmekteydi. Bu hedefini gerçekleştirmek amacıyla mütarekeden hemen sonra, 7. maddeye dayanarak bir oldubitti ile Musul’a girdi. Bununla da kalmayan İngiltere, Anadolu’nun güney kısımlarında bulunan Urfa, Antep, Maraş ve Kilis’i de işgal etti29. Böylece İngiltere, Fransa’ya karşı önemli bir koz 26 H. İ. İnce, a.g.t., s. 17. Kâmuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1986, s. 220. 28 K. Gürün, a.g.e., s.69; Salâhi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. I, Ankara, 1987, s. 2; Hikmet Bayur , “Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin paylaşılması hakkında yapılan anlaşmalar”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Ankara, 1975, s. 42-43. 29 K. Gürün, a.g.e., s. 263-264. 27 10 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 elde etmiş oldu. Çünkü Anadolu’nun güneyinde yer alan bu topraklar, Fransa’nın gelecekteki hedefleri açısından önemi büyüktü ve o artık bir tercih yapmak zorundaydı30. Nitekim daha sonra İngiltere’nin düşündüğü gibi, Fransa bu yerleri geri alabilmek için, Musul’u İngiltere’ye bırakmayı kabul etmiştir. İngilizler ilk olarak keşif amacıyla; 13 Aralık 1918 günü, bir İngiliz kaymakamının komutasında 20 civarında nefer ve zabitin yer aldığı, ikisinde mitralyöz bulunan dört otomobille, Halep’ten Kilis’e geldiler. Hükümet binasında kaymakamla bir görüşme yaparak, ambarların mevcudu, ot ve samanın bulunup bulunmadığı, jandarma kadrosunun miktarı, Kilis’te ikâmet edecek olan bir general için uygun bir yerin olup olmadığı gibi hususlarda bilgiler aldıktan ve gerekli tetkikleri yaptıktan sonra, Halep’e geri döndüler31. İngilizlerin bu tetkikleri, Kilis’i işgal niyetinde olduklarını göstermekteydi. Nitekim yapılan bu ilk keşiften kısa bir süre sonra, sözde zahire bahanesiyle gelen İngiliz subayların, daha sonra bu kışı Kilis’te geçirmek için kaymakamlıktan izin almaları ve akabinde şartların uygun olduğuna kanaat getirilmesiyle birlikte, Hintli askerlerden oluşan bir İngiliz süvari taburunu yola çıkardılar. Böylece İngilizler, Aralık 1918’in sonlarına doğru Kilis’i tamamen işgal etti32. İngilizler, kurnazca bir yöntemle Kilis’i ele geçirdikten sonra; bu seferde Suriye’de kendi güdümlerinde kurmayı amaçladıkları Arap hükümetine, burayı da dâhil etmek için çeşitli entrikalar çevirmeye başladılar. Bu maksatla bir kısım Arap aşiretlerini silahlandırarak, Kilis’in köylerini işgal etmeleri için tahriklerde bulundular. 12 Mart 1919 tarihli bir belgede, Kilis’e bağlı Azaz ve Com nahiyesi taraflarında 190 köyün Araplar tarafından işgal edildiğinden bahsedilmektedir ki33, bu tahriklerin hangi aşamaya ulaştığını gözler önüne sermektedir. Yine 22 Şubat 1919’da Halep’te meydana gelen olayların Kilislilerin tahrikleri sonucu çıktığını bahane eden İngilizler, kısa bir süre sonra Kilisli aydın ve ileri gelenlerinden 16 kişiyi tutukladılar. Bununla 30 Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Ankara, 1999, s.105. 31 ATASE. Arşivi, Kutu No: 68, Gömlek No: 67, Belge No: 67-1. 32 Kilisli Kadri, age., s. 30-31; H. İ. İnce, agt., s. 31. Ancak Genç Kilis Gazetesine hatıralarını anlatan Mehmet İslam, İngilizlerin işgal tarihini Ocak 1919 olarak vermektedir. İşgale katılan İngilizlerin askeri kuvvetinin 200 kişi olduğunu söylemektedir. Bkz. Mehmet İslam, a.g.m , 25 Eylül 1960, s.2. 33 ATASE. Arşivi, Kutu No: 78, Gömlek No: 127, Belge No: 127-1. Erdinç GÜLCÜ / 11 da yetinmeyen İngilizler, bölgedeki bütün yiyecek maddelerine çok azı dışında el koyarak34, Kilis halkını cezalandırmak ve hatta onların gözlerini korkutmak istemişlerdir. İngiliz işgali ile ortaya çıkan meselelerinden biri de, Kilis’in idarî açıdan nereye bağlanacağı konusuydu. Kilis’in bir kısım ileri gelenleri ile özellikle de güneyde köyleri ve toprakları kalan bazı zenginler, Kilis’in Halep’e bağlanmasını yani Suriye’de kurulmaya çalışılan Arap hükümetine dâhil olmasını istemekteydiler. Ancak Kaymakam İbrahim Süreyya Bey ile Heveskârani Maarif Cemiyeti’ne mensup vatansever insanlar Kilis’in, Antep Mutasarrıflığına bağlı olmasını arzu etmekteydiler. Hatta bu sırada Amerikan Kızılhaç Örgütüne mensup olduklarını söyleyen birkaç yabancı uyruklu kişiler gelerek Neşet Efendi Hanına yerleşirler. Bunlar halkla ve özellikle de Suriye’ye bağlanmayı isteyen kişilerle görüştüler 35. Bir takım etkili insanların, bu şekilde bir temayül içerisine girmeleri ve faaliyet göstermelerine tahammül edemeyen Kaymakam İbrahim Süreyya Bey, görevinden istifa etti36. Bu arada İngilizlerin, Kilis’i işgal etmeleri, Ermeniler arasında da büyük sevinçle karşılanmıştı. Fakat Ermeniler, İngilizleri tahrik etmeye çalışmalarına rağmen, onlar bu tahriklere kapılmadıkları gibi, halkın üzerine çok fazla da gitmemişlerdir. Ancak bununla beraber, tehcir sırasında Türklerin sözde el koydukları Ermeni mallarının geri verilmesi için kurulan komisyonlarda, Ermenilerin bir kısım yanıltıcı bilgilerine alet olan İngilizler, Türklere ait bazı mallara haksızca el konulmasını sağlamışlardır37. İngiliz işgali döneminde; Kilis’te, İngilizlere karşı silahlı bir mücadele hareketi görülmedi. Ancak bu dönemde, daha sonra teşkil edilecek olan Kuva-yı Milliye hareketinin ilk nüvesi bu devrede oluşmuştur. Kilis’i Suriye’ye bağlama girişimleri, Ermeni tahrikleri gibi hadiseler, Kilisli vatanseverlerin bir araya gelerek örgütlenmelerini sağlamıştır. Böylece gizliden gizliye örgütlenmeye başlayan 34 Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi I, s. 106. Maalesef bu talepler, daha sonra Londra Konferansı sırasında Fransızlar ve İngilizler tarafından, TBMM. Hükümetinin temsilcisi Bekir Sami Beyin önüne konularak, sözde bu gibi isteklerin var olduğu ispat edilmeye çalışılmıştır. Bkz. Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 57-58. 36 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 58; Ş. Çolakoğlu, Kilis Tarihi Üzerine Denemeler, Ankara, 1995, s.112. 37 Kilisli Kadri, a.g.e., s. 31. 35 12 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 vatanseverler, bir kısım hadiselere tepki vermek maksadıyla protesto, miting ve çeşitli eylemler düzenlemişlerdir 38. Bu hususta Kilis’te rastlanılan ilk organizeli hareket Cemiyet-i İslamiye çatısı altında gerçekleşmiştir. Cemiyet-i İslamiye teşkilatı ilk olarak, İslam dünyasının önde gelen şahsiyetleri tarafından Berlin’de kurulduktan sonra, Mısır, Suriye vb. gibi ülkeler yanında, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde de faaliyet göstermiştir39. Kilis’te de bu cemiyetin bir şubesi, eski mebuslardan ve ulemadan Hacı Mustafa Efendi başkanlığında kurulmuştur. Cemiyetin üyeleri arasında; Salih-zâde Hacı İsmet, Neci oğlu Burhan, Topal oğlu Neşet, Yavaşça Muhtar, Salih oğlu Abdülkadir, Mehmet Cemalettin (İslam Bey), Mehmet Fehmi (Molla Recep), Canbolat-zâde Ali Fuat vs. şahıslar bulunmaktaydı. Cemiyetin görünürdeki amacı, Anadolu’da felakete uğrayanlara yardım etmekti. Fakat 200 kadar faal üyesi bulunan bu cemiyete baskın verilerek defterlerine el konulması üzerine40, cemiyet yeraltına çekildi ve faaliyetlerini gizli şekilde yürütmeye başladı. Bu cemiyetin yerine daha çok Heveskârân-ı Maârif Cemiyeti (Eğitim Gönüllüleri Cemiyeti) ön plana çıktığı görülmektedir. Cemiyet, görünürde bilime ve kültüre ilgi duyanların oluşturdukları bir kültür derneğiydi41. Ancak bununla beraber, İngiliz işgali döneminde cemiyet fırsat buldukça düzenlediği miting ve protesto eylemleri ile sesini duyurmaktaydı. Cemiyetin başlıca üyeleri arasında; Ahmet Rami (Atan), Asaf (Sarıca), Sait (Baytaz), Mahir (Canbolat), Mahir (Atabenli), Hüseyin Fevzi (Sansal), Hasan Kâmil (Demirbaş), İslam Bey, Müslüman Bey, Mücahit Bey vs. yer almaktaydı42. Kilis, İngiliz işgali altında yaklaşık 11 ay kaldı. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi; Fransa, İngiltere’nin Anadolu’nun güneyinde yaptığı bu işgalleri, Sykes-Picot Antlaşması uyarınca kendi hesabına düşen yerler olduğunu savunmakta ve mevcut bu duruma itiraz etmekteydi. Aynı şekilde İngiltere de, Sykes Picot Antlaşmasıyla Fransa’ya kaptırmış olduğu Musul’u geri almak istemekteydi. Bu sebeple, İngiltere ile Fransa arasında uzun süren sıkı pazarlıklar neticesinde, Eylül 1919’da iki taraf arasında Suriye İtilafnamesi olarak tanınan antlaşma imzalandı. Bu 38 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 58-61. Ö. O. Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri, s. 39-40; Abdülkerim Rafık, “TürkiyeSuriye ilişkileri (1918-1926)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Çev. Sabahattin Samur, S. 88, İstanbul, 1994, s.52-53. 40 Sahir Üzel, Gaziantep Savaşının İç Yüzü, Ankara, 1952, s.10. 41 H. İ. İnce, a.g.t., s. 45. 42 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 76-77. 39 Erdinç GÜLCÜ / 13 antlaşma ile Musul, İngiliz hâkimiyetinde kalırken; karşılığında işgal ettiği Suriye ve Anadolu’nun güneyindeki yani Urfa, Maraş, Antep ve Kilis’in de içinde yer aldığı topraklardan, 1 Kasım 1919 tarihinden itibaren askerlerini çekmeye başlayacaktı43. Böylece Kilis’te İngiliz işgali dönemi sona ererken, yeni bir işgal dönemi de başlamaktaydı. Suriye İtilafnamesinden sonra, Antep’e gelen Fransız komutan ile Antep’te bulunan İngiliz işgal kuvvetleri komutanı arasında yapılan görüşme sonucunda Antep, Kilis ve Maraş’la ilgili bir bildiri hazırlandı. Bildiride; İngiliz işgali altında bulunan bu yerlere Fransız kuvvetinin geleceği, Fransız kuvvetinin de İngiliz kuvveti gibi itilaf kuvvetlerinin cümlesinin vekili olduğu, salahiyet ve vazifelerinin tamamen aynı olduğu ifade edilmekteydi 44. Nihayet İngiliz işgal kuvvetleri, itilafnamede sözü edilen 1 Kasım tarihini dahi beklemeden, bu yerlerden çekilmeye başladı. 4. Fransız İşgali Dönemi İngilizlerin çekilmeye başlamasıyla birlikte, Fransız işgal kuvvetleri bölgeyi işgale giriştiler. 29 Ekim 1919 tarihinde Ermeni unsurlarının da yer aldığı bir Fransız öncü birliği Kilis’e girdi. Önce şehrin muhtelif yerlerine yerleşen Fransız askerleri, daha sonra Askerlik Şubesine baskın düzenlediler ve ele geçirdikleri bütün belge ve defterleri yaktılar45. Bu sırada, Kilis kaymakamlığına bir nota veren Fransız komutan; Ermenilerin yerleştikleri kışla, Belediye Hanı ve Askerlik Şubesinin çevresindeki bütün hanelerin, tahliye edilmesini istedi46. Kilis halkı ise, Fransızların bölgeyi işgal edeceğinden haberleri olmasından itibaren infialdeydiler. Fransızların, Ermenilerle birlikte Çukurova bölgesinde Türk halkına karşı işledikleri cinayet ve fecaatlerden haberdar olduklarından, burada da aynı felaketlerin yaşanacağından korkmaktaydılar. Bu maksatla, Fransızların şehri işgal etmesi karşısında, Heveskârân-ı Maârif Cemiyetinin ileri gelenlerinin öncülüğünde, işgalin yapıldığı gün öğlen namazından sonra Canpolat (Tekye) Camii avlusunda, büyük bir protesto mitingi düzenlendi. Mitinge 43 Ö. O. Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri, s. 21-22; Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s. 376-378. 44 ATASE. Arşivi, Kutu No: 105, Gömlek No: 101, Belge No: 101-4. 45 H. İ. İnce, a.g.t., s. 61. 46 ATASE. Arşivi, Kutu No: 119, Gömlek No: 76, Belge No: 76-2. 14 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 yaklaşık on bin kişi katılmıştı47. Bu mitingde Hacı Ahmet Efendi-zâde Galip (Salihoğlu) çok coşkulu ve etkili bir hitapta bulundu. “Kalkın ey gaflet içinde olanlar” diyerek başladığı konuşmasında; “Dedelerimizin, ölülerimizin gömülü olduğu bu kutsal topraklarımıza düşman giriyor. Siz, ey en büyük dinin sancağını açanlar. Siz, ey tarihe destanlar yazanlar. Şimdi istiklâl günü hamiyet günüdür. Hür doğduk, hür yaşadık, hür ölmeliyiz. Düşman bu topraklara adım atarsa hep beraber savaşalım, hep beraber ölelim” sözleriyle, halkı duygulandırmış ve ağlatmıştır 48. Bu arada aynı gün, kaza halkı adına Kilis Belediye Reisi Osman Fazlı Bey, Sivas’ta bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesine bir telgraf çekerek, işgali bildirdi ve yapılması gerekenleri sorarak yardım istedi49. Bu telgrafa Sivas’tan cevap gecikmemiş ve hemen iki gün sonra Heyet-i Temsiliye Başkanı M. Kemal Paşadan, Osman Fazlı Beye bir telgraf ulaşmıştır. 31.10.1919 tarihli olan bu telgrafta; hür yaşama azminde olan Kilislilerin, ikinci defa haksızca bir işgale uğradıklarına dair gönderilen telgrafı aldığını ifade eden M. Kemal Paşa, millî haklarımızı azim ve kararlılıkla kesin olarak korumaya devam için, millî bir teşkilatlanmaya özen gösterilmesi gerektiğini ve bu hususta gerekli yardımların da yapılacağını bildirdi50. Kilis halkının bu heyecan ve galeyanına rağmen Fransızlar, şehri işgal ettikten sonra, şehirde baskı ve zulüm siyasetlerini olanca şiddeti ile halk üzerinde uygulamaya başladılar. Halkın can, mal ve namus güvenliği kalmamıştı51. Ancak bu baskı ve zulme karşı, halkın sessiz kalması da düşünülemezdi. Nitekim Fransız askerlerinin bu zulmüne karşı ilk eylem, Kasım 1919’da Sakıp Bey tarafından gerçekleştirildi. Fransız askerlerinin, sözde kadın kılığına girmiş militaristlerin etrafta dolaştığı iddiasıyla, yer yer örtülü kadınları rahatsız etmeleri, halkın tepkisini çekmekteydi. Sakıp Beyin eylemi de, Cumhuriyet caddesinde meydana gelen böyle bir hadiseden kaynaklanmıştı. Sarhoş bir Fransız askerinin, caddeden geçmekte olan bir kadına tacizde bulunduğunu gören Sakıp Bey, olaya neden olan Fransız askerini öldüresiye dövdü. Bu olay, halk arasında büyük bir infiale ve tepkiye yol açtı. Bu arada halkın bazı ileri 47 ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2; Kilisli Kadri, a.g.e., s. 31. 48 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 60-61. 49 ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2. 50 ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-1. 51 Kilisli Kadri, a.g.e., s. 33-34. Erdinç GÜLCÜ / 15 gelenleri, durumun ciddiyetini anlatmak üzere Jandarma Komutanı Yusuf Ziya Bey’e şikâyette dahi bulundular52. Olayların gittikçe büyüdüğünü gören Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanlığı, olayları yatıştırmak yerine halkı tehditle susturmak istedi. Bu maksatla, Fransız komutan bir ilan hazırlatarak şehrin çeşitli yerlerine kaymakamlık vasıtasıyla astırdı. İlanda baştan sona çok vahim ifadeler yer almaktaydı. Ancak bu ilanda en dikkat çeken ve ürperten husus; “Kargaşalık çıkması halinde telef olacak veyahut yaralanacak bir Fransız askerine karşılık yerliden iki adamın kurşuna dizileceği ve bunların da kur’a ile tespit olunacağı”53 şeklinde yer alan bu ifadelerdi. Bu sözler, Fransız işgal kuvvetlerinin ne kadar insaniyetten ve hukuktan uzak olduklarının da açık itirafıydı. Kilis’teki bu hadiselerden, Sivas’ta bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi Başkanı Mustafa Kemal Paşa da haberdar edildi. Hatta Sivas’ta kurulmuş olan Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti üyeleri de hemen harekete geçerek, Dahiliye Nezaretine ve İstanbul’da bulunan yabancı temsilciliklerine, bu olayları kınayan ve şikayette bulunan telgraflar çektiler54. 4.1. Kilis’te Kuva-yı Milliye Teşkilatının Kuruluşu Fransızlar, Güney Anadolu’da işgal ettikleri yerlerde Ermeni çetelerinin Türk halkının üzerine saldırmalarına göz yummaları yanında, Diyarbakır taraflarında ve Suriye bölgelerindeki Ermenileri, bu bölgeye göç etmeleri için çaba sarf etmekteydiler. Buna karşılık, bölgede yaşayan Türkleri de başka yerlere göçe zorlayarak bölgede Ermeni nüfusun çoğunluğu teşkil etmesini planlamaktaydılar55. Fransızların güneyde oynadıkları bu oyun, bölgede yaşayan Türk halkının güvenliğini ve varlığını tehlikeye sokmaktaydı. Bu nedenle, bölgede bir an önce halkın güvenliğinin sağlanması için, millî teşkilatlanmaya gidilmesi elzem hale gelmişti. Nitekim Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, güney cephesi ile ilgili bir kısım yeni düzenlemelere gitti. Bu düzenlemeye göre cephe üç kısma ayrılmakta 52 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 78-80; Mehmet İslam, a.g.m., 27 Eylül 1960, s.1. 53 ATASE. Arşivi, Kutu No: 104, Gömlek No: 11, Belge No: 11 (1-2); Kutu No: 109, Gömlek No: 128, Belge No: 128 (1-2); H. İ. İnce, a.g.t., s. 65-67. 54 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 81. 55 Yaşar Akbıyık, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Ankara, 1999, s.156. 16 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 olup, Maraş, Antep ve Kilis ikinci bölgede yer almaktaydı. Bu bölgenin sınırları; birinci bölgenin Bahçecik-Kozan-Osmaniye hattının doğusu ile üçüncü bölgenin Adıyaman, Samsat, Birecik hattının batısında kalan bölgeydi. Bu bölgenin güvenliği ve sorumluluğu, Sivas’ta bulunan 3. Kolorduya ve bölge içinde bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine verildi56. İkinci bölgenin organize edilmesi ve kurtarılması faaliyetini yürütmek amacıyla, bir Heyet-i Merkeziye teşkil edilmek suretiyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. İşgal altında olmayan Elbistan ise, cemiyetin merkezi olarak seçildi57. Bölgede cemiyetin teşkilatlanışı, işgal altında olmayan yerlerde açıktan, işgal altında olan yerlerde ise Cemiyet-i İslamiye adıyla gizli şekilde yapılacaktı58. Bölgede millî teşkilatlanmanın başladığı sıralarda, esaretten kurtularak Kilis’e gelen Mehmet Sait(Şahin Bey), Yemen’den arkadaşı olan Mehmet Fehmi (Molla Recep) ile görüşmüş ve ondan Kilis’te millî direniş için örgütlenme içerisinde olduklarını öğrenmişti59. Bu duygularla Kilis’ten ayrılarak Antep’e gelen Mehmet Sait, burada yakın arkadaşı olan Heyet-i Merkeziye üyesi Muhtar Bey vasıtasıyla cemiyet üyeleriyle tanıştı. Mehmet Sait, Antep’te yaptığı görüşmeler sonunda “Kilis Yolu Kuva-yı Milliye Kumandanlığı” vazifesini kabul etti60. Mehmet Sait, bu görevi üstlenmesinden sonra artık kod adı olarak Şahin ismini kullanır ve herkes onu artık Şahin Bey olarak tanıyacaktır. Şahin Bey ilk iş olarak, Kilis-Antep yolunu Fransız kuvvetlerine kapalı tutmak amacıyla, Kilis çevresinde bulunan köylerden topladığı 100 kişilik gönüllü milis kuvvetiyle, Kızılburun-Kertil mevkilerini tutmaya başlar. Bu sırada Kilis’ten Antep’e gitmek üzere, 3 Şubat 1920 tarihinde 150 arabadan oluşan bir erzak kolu ile iki piyade bölüğü ve bir süvari 56 ATASE. Arşivi, Kutu No: 350, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1; H. İ. İnce, a.g.t., s. 74-75. 57 Daha sonra cemiyet merkezini Kılıç Ali Bey, Maraş ve Antep Havalisi Kuvayı Milliye Kumandanı olarak, Antep-Maraş arasında önemli bir mevkiye sahip olan Pazarcık’a taşıdı. Bkz. Y. Akbıyık, a.g.e., s. 162-165. 58 Nitekim bu karar doğrultusunda Kilis’te de, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı yerine, zaman zaman Cemiyet-i İslamiye adı ön planda tutulmuştur. Bkz. Y. Akbıyık, a.g.e., s. 161. 59 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 84-86; Mehmet İslam, a.g.m., 27 Eylül 1960, s.1. 60 Lohanlızade Mustafa Nureddin, İstiklal Sevgisinin Abidesi Gaziantep Müdafaası, Gaziantep, 1974, s. 31-33; S. Üzel, a.g.e., s. 17; Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 86-88. Erdinç GÜLCÜ / 17 takımının desteğinde, bir Fransız kuvveti yola çıktı. Bu durumu haber alan Şahin Bey, Kızılburun-Dazburun tepelerinde yolu keserek konvoyu beklemeye başladı. Fransızlar bu durumdan habersiz bu mevkie ulaşmalarıyla birlikte, milisler şiddetli ateşle Fransızların ilerleyişini durdurur ve iki taraf arasında şiddetli çatışma meydana gelir. Ancak bu beklenmedik saldırı karşısında şaşkına dönmüş olan Fransız kuvveti, bazı askeri kayıplar vermeleri üzerine yola devam edemeyeceklerini anlayarak geri çekilerek Kilis’e döndü61. Kilis-Antep yolu üzerinde, Fransızlarla ikinci sıcak çatışma 18 Şubat 1920 tarihinde gerçekleşti. Bu sırada Antep’te bulunan Fransız kuvvetleri, silah ve cephane bakımından sıkışık durumda olduklarından, Kilis’ten yardım istemişlerdi. Bu talep üzerine bir Fransız erzak kolu, bir süvari takımı ile iki dağ topuyla takviyeli bir piyade taburunun korumasında, Kilis’ten hareket etti. Ancak Şahin Bey’e bağlı milislerin yoğun ateşiyle karşılaşan bu Fransız konvoyu da, Kilis’e geri dönmek zorunda kaldı62. Şahin Bey’in kazandığı bu başarılar, bölgedeki halkın Kuva-yı Milliye’ye daha fazla güven duymasına ve dolayısıyla örgütlenmenin hız kazanmasına da önemli katkı sağladı63. Şahin Bey, Antep-Kilis yolu üzerinde mücadeleye başladığı sıralarda, daha önce Cemiyet-i İslamiye ve Heveskârân-ı Maârif Cemiyeti’nde yer alan vatanseverler, Kilis’te Kuva-yı Milliye’yi örgütleme çabası içerisine girdiler. İslam, Sakıp ve Müslüman Beyler, şehir ile köyler arasında bağlantı kurmaya ve örgütleme faaliyeti yürütürlerken; Molla Recep’te Maarif Kahvehanesi’ne giden Kilisli gençleri, davaya kazandırmaya çalışmaktaydı64. Ancak bu faaliyetler yürütülmesine karşın, bu örgütlenmenin tek elden organizesini sağlayacak ve bu sorumluluğu en iyi üstlenecek bir kumandana ihtiyaç vardı. Fakat kumandanlık konusunda, Kuva-yı Milliye’yi örgütlemeye çalışanlar, kendi aralarında bir ihtilafın çıkmasından korkmaktaydılar. Bunun için, aralarında yaptıkları müzakereler sonucunda, Kilis dışından bir kişinin kumandan olarak başlarına geçmesinin, daha uygun olacağına karar verdiler. Kilisli vatanseverlerin kendi aralarında aldıkları bu kararı bildirmek üzere İslam Bey ile Çapar Abdo’yu, Antep’in Sakçagözü 61 ATASE. Arşivi, Kutu No: 329, Gömlek No: 148, Belge No: 148-1; Kutu No: 330, Gömlek No: 47, Belge No: 47-2; Lohanlızade M. Nureddin, a.g.e.,s.3233. 62 Lohanlızade M. Nureddin, a.g.e.,s.33-34; Ş. Çolakoğlu, Kilis DirenişKurtuluş ve Sonrası, s. 34. 63 H. İ. İnce, a.g.t., s. 82-83. 64 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 76, 86. 18 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Nahiyesi’ne gönderdiler. Şubat 1920’de Maraş’ın işgalden kurtulmasından sonra kumandanlar, Hurşit Ağa ile görüşmek üzere Sakçagözü’ne gelmişlerdi. Bölgedeki Kuva-yı Milliye’nin önde gelen kumandanları, Hurşit Ağa’nın evinde bir araya geldikleri sırada, İslam Bey ile Çapar Abdo bu toplantıya katılarak Kilis’te alınan kararı bizzat burada bulunanlara bildirdiler. Yapılan toplantı sonucunda; Antep cephesine Yüzbaşı Kılıç Ali, İslâhiye cephesine Yüzbaşı Yörük Selim ve Kilis cephesine de Yüzbaşı Kâmil Polat’ın kumanda etmesine karar verildi65. Sakçagözü’ndeki toplantı sonucunda Kilis Kuva-yı Milliye Kumandanlığına getirilen Polat Bey ile Kilis’ten gelen temsilciler arasında yapılan görüşmede, millî kuvvetlerin Kürt Dağı bölgesinde bulunan Meydanki’de toplanmasına karar verildi. Bu görüşmeden sonra Polat Bey, gerekli hazırlıklarını tamamladıktan sonra, beraberinde bulunan birkaç adamıyla birlikte Mart ayının başlarında Meydanki’ye geldi66. Polat Bey Meydanki’ye geldikten sonra ilk iş olarak, 3 Mart 1920 tarihinde bir emir yayınladı. Bu emirde genel olarak; Kilis’teki milis kuvvetlerin yeniden teşkilatlandırılması, iaşe ihtiyacının karşılanması ve organizeli halde faaliyetlerin yürütülmesi hususları yer almaktaydı67. Milis kuvvetleri Mart ayı başlarında (tahminimizce Polat Beyin Meydanki’ye geldiği sıralarda) Kurt Kulağı ve Raco istasyonlarında bulunan Fransız karakollarına saldırılar düzenlendi68. Bu saldırıları 65 Mehmet İslam, a.g.m., 28 Eylül 1960, s.1. Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 74, 96, 100; Mehmet İslam, a.g.m., 28 Eylül 1960, s.1. Polat Beyin Meydanki’ye geldiği tarihi, Ş. Çolakoğlu Şubat ayının sonları olarak vermektedir. Ancak Polat Bey’in Meydanki’de yayınladığı ilk genel emri 3 Mart 1920 tarihindedir. Bu nedenle Polat Bey’in Meydanki’ye Mart ayının ilk günlerinde gelmiş olması daha muhtemeldir. 67 Ayrıntılı bilgi için bkz. Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 100; H. İ. İnce, a.g.t., s. 87-88. 68 Suriye ve Anadolu’nun güney kısımlarını Fransa adına işgal etmekle görevlendirilmiş subaylardan Yüzbaşı Andrea’nın kaleme aldığı ve Erkân-ı Harbiye Miralayı Kadri’nin tercüme ettiği günlükte bu hattın Kuva-yı Milliye tarafından sürekli saldırıya uğradığı hususunda şunları söylemektedir: “Çeteler nakliyâtımızı sektedâr etmek için Kemalîlerden emir alıyorlar ve bunu pek güzel ifâ ediyorlardı. Ekseriyetle Meydanı Ekbez ile ve Raco arasındaki demiryolu katʿ olunuyordu ve hatta birkaç defa Katma’nın hemen takriben on kilometre kadar uzağındaki Kurtkulağı istasyonuna doğru olan hattı kesilmişti. Bir Tabur hatta bir Bölük ile geçer geçmez hemen tamir husûsâtında kullanılan 66 Erdinç GÜLCÜ / 19 düzenleyenler arasında; Kilis’teki Fransız askerini dövme hadisesinden sonra şehirden ayrılarak Meydanki ve Çamlıca taraflarında örgütlenme faaliyetlerini sürdüren Sakıp Bey, Ahmet Ruto Ağa, Abdullah İslam, Seydo Diko Ağa ve Şeyh Abdi (Gelen) de bulunmaktaydı. Hatta bu baskında; Sakıp Bey ve arkadaşlarının Kilis Hükümet Konağı’ndan kaçırdıkları bir Ramazan topu da kullanıldı.69. Çatışma sırasında birkaç Fransız askeri öldürüldü, 35 civarında Cezayir kökenli Fransız askeri ise esir alındı. Sakıp Bey esir alınan bu Fransız askerlerini işgalden kurtulmuş olan Maraş’taki Kolordu merkezine götürerek teslim etti70. Bu sırada Antep’teki savunmayı kırmaya çalışan Fransızlar, askeri yardıma ihtiyaç duymaktaydılar. Bu maksatla bir kez daha Şahin Bey’in tuttuğu Kilis-Antep yolunu açmayı zorlamak amacıyla yeni bir Fransız birliğini 17 Mart 1920 tarihinde Kilis’ten yola çıktı. Bu durumun haber alınması üzerine Fransız birliğinin geçmesini önlemek amacıyla Şahin, İslam ve Sakıp Beyler Kuva-yı Milliye müfrezeleriyle Seve boğazını tuttular. Fransız askerlerinin Seve boğazına ulaşmasıyla birlikte iki saat süren bir sıcak çatışma yaşandı. Ancak düşman birliği çok güçlü olmasından dolayı Kuva-yı Milliye müfrezeleri geri çekilmek zorunda kaldılar. Fransız birliği de yolun güvenli olmadığını görerek Kilis’e dönmek zorunda kaldı71. Polat Bey Meydanki’ye geldikten sonra bölgede yaşayan başta Okçu İzzeddinli aşireti72 olmak üzere çeşitli aşiretleri ve aşiret beylerini Kuva-yı Milliye’ye kazandırmak için büyük çaba sarf etmiştir. Bu hususta önemli ölçüde başarı sağlandığı da görülmektedir. Nitekim aşiretlerden alınan yardımlarla Katma-İslahiye demiryoluna yapılan saldırı ve Darmık Savaşı buna en iyi örnek teşkil etmektedir. Fransızların asker ve silah sevkiyatında kullandıkları Katmaİslahiye demiryolu hattını kullanılamaz hale getirmek için plan yaptı. Hedef, Akbez - Raco arasında bulunan ve Mesekanlı Köyü’ne yakın iki ameleyi himaye için gönderiliyor ve fakat hat tamir edilib de bir veya birkaç tren geçtikten iki üç gün sonra başka bir yerden yine hattın katʿ edildiği haberi alınıyordu”. Bkz. Erkân-ı Harbiye Miralayı Kadri, Fransızlara Nazaran Suriye ve Kilikya Muharebatı, Yayına Haz. Erdal Açıkses, Elazığ, 2010, s. 6. 69 Mehmet İslam, a.g.m., 28 Eylül 1960, s.1. 70 H. İ. İnce, a.g.t., s. 85-86. 71 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 107-108; Mehmet İslam, a.g.m., 28 ve 29 Eylül 1960, s.1. 72 Bkz. Mustafa Öztürk, “İzziye Kazasının Kuruluşu ve Milli Mücadeledeki Yeri”, Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi (Prof. Dr. Yücel Özkaya’ya Armağan), Ankara, 2005, s.29-45. 20 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 sırt arasına kurulmuş olan 30 m. yüksekliğinde ve 50 m. uzunluğunda olan demiryolu köprüsüne ve köprüyü korumakta olan Fransız karakoluna saldırmaktı. Polat Bey’in yönlendirdiği Ahmet Ruto, Şeyh Abdi ve Amik Beylerinden Mursal oğlu Ahmet Bey’e bağlı kuvvetler 24 Mart 1920 tarihinde köprü kuşatıldı ve köprüyü korumakta olan Fransız karakolu yaylım ateşine tutuldu. Açılan ateş sonucunda bir Fransız subayı ve köprüden atlayan bir Ermeni kökenli çavuş öldü, 40 Fransız askeri de esir alındı. Köprü ise tahrip edilerek kullanılmaz hale getirildi. Ertesi günü Maraş’ a gitmek üzere Kilis’ten hareket eden 600 kişilik bir Fransız taburunun gelmekte olduğunu haber alan Polat Bey hemen harekete geçerek plan yaptı. Bu plana göre; bölgede bulunan aşiret ağalarına bağlı milis kuvvetleri ile Seve boğazında yapılan çatışmadan sonra bu tarafa gelmiş olan İslam ve Sakıp Beyler, Fransız taburunun yolunu kesmek üzere Darmık Dağı eteklerinde ve Bekobası’nda tedbir alacaklardı. Kendisi de Bülbül Nahiyesi ve civarında yer alan köylerden kuvvet toplayarak yardımlarına gidecekti. Nihayet 26 Mart günü Fransız taburu dağın eteğinde yer alan dar vadiden tek sıra halinde geçmeye başladı. İlk ateşi Sakıp Bey açtı ve böylece iki taraf arasında yaklaşık iki saat devam eden büyük bir çatışma yaşandı. Bu mücadele sonunda Fransız taburunun tamamının imha edildiği, buna karşılık milis kuvvetlerinin aralarında Sakıp Bey’in de bulunduğu on şehit ve on kadar da yaralı olduğu ifade edilmektedir73. Milislerin, demiryolu köprüsünü tahrip ve bir tabur askeri de imha etmeleri, Kuva-yı Milliye’nin bölgede elde ettiği en önemli başarılardan biridir. Kilis’te bulunan Fransız İşgal Kuvveti, 25 Mart günü Kilis’ten sadece Maraş’a değil, ondan daha büyükçe bir kuvveti74 Antep’e gitmesi için yola çıkardı. Fransızlar bu büyük kuvvetle Kilis-Antep yolunu açmayı ve Antep’teki kuvvetlerine yardım ulaştırmayı umuyorlardı. 73 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 74-75, 101-106; Mehmet İslam, a.g.m., 29 Eylül 1960 s. 1-2, 30 Eylül 1960, s.1; H. İ. İnce, a.g.t., s. 88-91. Hatta Darmık Dağı (Hisar) Savaşı sırasında Bulamac Köyü’nden Fat-i Rendi (Güzel Fatma’dan kısaltmadır) adında dul bir kadının ateşin ortasına atılarak yüksek bir kayaya çıkması ve savaşanları teşvik etmek üzere sözler söyleyip zılgıt çalması, diğer taraftan aşiretin mensubu birçok kadın ve çocuğun mevzilere cephane ve su taşıması da bir kahramanlık örneğidir. Bkz. M. Öztürk, a.g.m., s. 41-42. 74 1 Cezayir Avcı Taburu, 1 Senegal Avcı Taburu, 1 Müstemleke Taburu, 2 Süvari Bölüğü (1’i atlı piyade), ½ İstihkâm Takımı, 65’lik 1 adet cebel bataryası, 1 seyyar hastane olmak üzere toplam 2500 kişi, 1400 hayvan ve 400 arabadan oluşmaktaydı. Bkz. Miralay Kadri, a.g.e., s. 8-9. Erdinç GÜLCÜ / 21 Şahin Bey ise Kilis’ten bir Fransız kuvvetinin hareket ettiği haberini alır almaz, ne pahasına olursa olsun yolu tutmak amacıyla hemen hazırlıklara başlayarak hem çevre köylere haberler göndererek milis toplamaya çalıştı, hem de Antep Kuva-yı Milliyesi’nden yardım istedi. Bu arada Fransızları durdurmak amacıyla da Kızılburun–Dazburun–Kantara üzerinde bir savunma hattı oluşturdu. 26 Mart günü sabahında Fransız kuvvetleri Kızılburun–Dazburun–Kantara hattına ulaşmaları üzerine, Kuva-yı Milliye müfrezeleri ateşe başladılar. Bunun üzerine Fransız top bataryası, müfrezelerin bulunduğu tepeleri yoğun bir top ateşine tuttu. Top ateşi ve bazı Fransız birliklerinin saldırıya geçmesi karşısında, müfrezeler geriye çekilmeye başladılar. Fransız kuvveti bunun üzerine tekrar yürüyüşe geçerek gün içerisinde Sinnep Köprüsü’ne vardılar. 27 Mart günü Kuva-yı Milliye müfrezeleri ile Fransız kuvvetleri arasında önce Kazıklı tepelerinde sıcak çatışma yaşandı. Top ateşi karşısında müfrezeler geri çekilmek zorunda kaldılar. Gün içerisinde ikinci çatışma, Beşgöz Hanı’na doğru yerleşmiş olan müfrezelerin Fransız ilerleyişini durdurmak istemeleri sebebiyle yaşandı. Ancak buraya da Fransız kuvvetlerinin yoğun ateş açması üzerine Kuva-yı Milliye müfrezeleri bu defa Elmalı tepelerinde yeni bir savunma hattı oluşturdular. 28 Mart günü sabahında iki taraf arasında Bostancık kayalıkları ve Elmalı Köprüsü çevresinde şiddetli çatışmalar yaşandı. Fransızların asker ve silah üstünlüğü karşısında müfrezeler çatışmaya uzun süre dayanamayarak geri çekilmek zorunda kaldılar75. Bu şiddetli çatışmada Şahin Bey, Fransızların Elmalı Köprüsü’nü geçmemesi için insanüstü bir gayretle savaşmasına rağmen, sonunda maiyetindeki on sekiz kişiyle beraber köprü üzerinde şehit düştü76. Kilis-Antep yolunun Kuva-yı Milliye milisleri tarafından tutulmuş olmasından dolayı yaklaşık üç aydan beri Antep ile herhangi bir irtibat sağlayabilme ve yardım gönderebilme imkânı bulamayan Fransızlar, ancak yola çıkardıkları büyük bir askeri kuvvet ve üstün silahlar ile yoğun bir çatışma sonunda dördüncü günde Antep ile yeniden bağlantı sağlayabildiler. Bu üç günlük savaşta Türk milislerin kaybı yaklaşık olarak 100 şehit ve 300 yaralı, buna karşılık Fransızların ise ikisi subay olmak üzere 4 ölü ve biri subay olmak üzere 25 yaralı bulunmaktaydı77. 75 Miralay Kadri, a.g.e., s. 8-14; Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 112-113. 76 Lohanlızade M. Nureddin, a.g.e., s.34-35. 77 Miralay Kadri, a.g.e., s. 14-15. 22 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Şahin Bey’in şehit olmasından sonra Kilis-Antep yolunun tutulması görevi Alaattin Bey’e verildi. Fakat bir süre sonra maiyetindeki milislerin dağılması sebebiyle Polat Bey bölgeye gelerek yeniden kuvvet topladı ve yolun tutulmasını sağladı. Nisan ve Mayıs aylarında Fransızların Antep’e yardım göndermesini önlemek amacıyla Kuva-yı Milliye’nin cansiperane şekilde çaba sarf ettiğini ve yol üzerinde bu yüzden zaman zaman çatışmalar yaşandığını görmekteyiz. Bu çatışmalardan biri; 7 Nisan 1920 tarihinde Antep’ten dönmekte olan Fransız kuvveti ile Kuva-yı Milliye milisleri arasında meydana geldi. Bu çatışmada milislerin Fransız kuvvetine verdirdiği kayıp 80 ölü ve yaklaşık bir o kadar da yaralı idi78. 9 Mayıs’ta Antep’e gitmek üzere Kilis’ten hareket eden Fransız birliği ile Kızılburun’da meydana gelen şiddetli çatışma neticesinde, Fransız kuvveti geri dönmek zorunda kaldı. Yine 21 Mayıs’ta Kilis’ten hareket eden dört tabur piyade ve iki bölük süvariden oluşan Fransız kuvvetine Geneyik’te kurulan pusu neticesinde yaklaşık 200 Fransız askeri öldürüldü79. Bu arada Polat Bey Kilis–Antep yoluna daha yakın olmak düşüncesiyle karargâhını Cercik Köyü’ne taşıdı. Bu karargâh aynı zamanda 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışından sonra kurulan Ankara Hükümeti’ni temsil eden yerel yönetimin merkezi olacaktı. Bu maksatla Kilis Heyet-i Merkeziyesi adı altında başkanlığını Kâmil Polat Bey’in yaptığı, Molla Recep (Mehmet Fehmi), İslam Bey, Müslüman Bey ve Ahmet Remzi (Güres) Bey’in üye bulunduğu bir yönetim oluşturuldu. Yerel yönetim işlerinden başkanlığını Molla Recep’in başkanlığında bir heyet sorumlu olacaktı. Bu heyetin ilk işi Kuva-yı Milliye’ye bir an önce iaşe temin etmekti. Bölgede dirlik ve düzenin sağlanması yani asayişten sorumlu kolluk görevini İslam ve Müslüman Bey’ler yapacaklardı. Bu sırada Kilis Askerlik Şubesi’nin defter ve kayıtları çalınarak Cercik’e getirildi80. 4.2. Ateşkes İlanı İtilaf Devletlerinin San Remo’da Osmanlı Devleti ile yapılacak barış anlaşmasının esaslarını belirleyerek Osmanlı Hükümeti’ne sundukları bir dönemde, Fransa ile TBMM Hükümeti arasında ilk ilişkiler başladı. İki taraf arasında yapılan çeşitli görüşmeler neticesinde, 78 ATASE. Arşivi, Kutu No: 819, Gömlek No: 188, Belge No: 188-1. H. İ. İnce, a.g.t., s. 106-112. 80 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 166-167. 79 Erdinç GÜLCÜ / 23 iki tarafında istekli olması üzerine bir ateşkes anlaşmasının yapılmasına karar verildi. İki tarafta ateşkes anlaşmasından kendilerince faydalanmayı düşünmekteydiler. Fransa, I. Dünya Savaşı’ndan ağır bir mali yükle çıkmıştı. Bu yüzden 1919 yılından itibaren Fransa’da istikrarlı hükümetler kurulamamakta ve bir siyasi bunalım yaşanmaktaydı81. İçte bu siyasi bunalım yaşanırken, Güney Anadolu’da Fransız kuvvetleri ise sıkışmış durumdaydı. Bu bölgede Kuva-yı Milliye’nin başarılı çete savaşları vermesi ve irtibatta olduğu Suriye Arapları vasıtasıyla da Anadolu’ya gelen askeri yardımın engellenmesi, Fransa’nın durumunu kötüleştirmeye başlamıştı. İşte bu sebeple Fransa zaman kazanmak ve bu arada bölgedeki kuvvetlerine asker ve silah tedarikinde bulunmayı düşünmekteydi. M. Kemal Paşa ise; bu anlaşma vesilesiyle İtilaf Devletleri tarafından tanınmayan TBMM Hükümeti’nin tanınması sağlanabilir, bu anlaşma Fransa ile İngiltere’nin arası açabilir ve belki de Fransa, TBMM ile bir barış anlaşması imzalamaya ikna olabilir, diye düşünmekteydi. İşte bu düşüncelerle iki taraf arasında yirmi günlük bir ateşkes kabul edildi82. Bu ateşkes antlaşmasına göre; 29/30 Mayıs gece yarısı başlayacak ateşkes yirmi gün sürecek, Fransızlar on gün içinde Pozantı, Sis (Kozan) ve Antep’i boşaltacaklar ve iki tarafta ellerinde bulundurdukları tutsakları karşılıklı olarak geri vereceklerdi83. Ancak ateşkes yapılmasına rağmen, Fransızların sözleşmeye uygun hareket etmemeleri üzerine M. Kemal Paşa çeşitli komutanlıklara ve Fransız Tümen Komutanı General De Lamaut ile ateşkesin ayrıntılarını görüşmek üzere Kilis’te bulunan Kaymakam (Yarbay) İrfan Bey’e84 şifreli bir telgraf çekti. M. Kemal Paşa telgrafında özetle; Fransızların kendi tutsaklarını kurtarmak ve yapacakları saldırı hazırlığı için zaman kazanmaya çalıştıkları, masum Müslüman halkı tutuklamaya devam ettikleri, Ermeniler vasıtasıyla Müslüman halkı kırdıkları, geri verilen tutsaklara karşı aynı sayıda tutsağı salıvermedikleri gerekçeleriyle 18/19 81 K. Gürün, a.g.e., s. 123-124. Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. II, Ankara, 1991, s. 69-72. 83 Mustafa Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları-II, Ankara, 1995, s. 145-146; S. R. Sonyel, a.g.e., C. II, s.71-72 84 ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-1, 54-18. 82 24 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Haziran gece yarısı bütün Fransız cephesinde ateşe başlayacaklarını85 bildirmekteydi. Görüldüğü gibi ateşkesten elde edilmesi beklenen gelişmeler gerçekleşmemişti. Bununla beraber ateşkes ile Kilis’te bazı olumlu gelişmelerde oldu. Bu gelişmelerden birincisi; Fransızlardan çok şeyler bekleyen Kilisli Ermeniler, yapılan bu ateşkes karşısında büyük hayal kırıklığına uğramış olmalılar ki, tutumlarında beklenmedik bir tavır değişikliği görülmeye başlandı. Hatta Ermeni cemaatinin ileri gelenleri, Kilisli Ermeniler adına TBMM Başkanı M. Kemal Paşaya çektikleri telgrafta özetle; şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Türk vatandaşlarımızla Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak yaşamaya azmettiklerini86 bildirmekteydiler. Kilisli Ermenilerin bu sözleri, tavır değişikliğinin hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından çok dikkat çekicidir. İkinci önemli gelişme ise; daha önce Kuva-yı Milliye’ye aleyhtarı olan Kilis eşrafından bazı kimseler, 14 Haziran 1920 tarihinde Kefergani Köyü’nde Polat Bey ile bir araya gelerek Kuva-yı Milliye’ye ve TBMM’nin her emrine uyacaklarına dair yemin etmeleridir87. Ayrıca eşraf ile yapılan müzakereler sonucunda; süvari bölüğünün noksanlarının tamamlanması, piyadenin elbise ve iaşe ihtiyacının temin edilmesi, Fransızlara erzak satışının önlenmesi, Kuva-yı Milliye’nin iaşe ve diğer ihtiyaçlarının sağlanması için vergi konulması, Londra’da devam eden barış görüşmelerine telgraflar çekerek İstanbul Hükümeti’nin görüşlerinin geçerli olmayacağının duyurulması, vb. gibi esasları içeren on üç maddelik bir anlaşma yapıldı88. Bu arada ateşkes arifesinde başlayan ve ateşkes döneminde hareketlenmenin olduğu bir başka gelişme ise; bu sıralarda Suriye’de bir devlet kurmayı uman ve önceleri Fransa ile iyi ilişkilere sahip Emir Faysal, Fransa ile ihtilafa düşünce TBMM ile ilişki kurma çabası içerisine girmesidir. Bu maksatla bizzat kendisi M. Kemal Paşa ile yazışma yaptığı gibi, bölgede bulunan bazı yöneticiler ile görüşmeler yapmaları için gönderdiği temsilciler vasıtasıyla bir işbirliği sağlamaya 85 M. Onar, a.g.e., s. 155. S. Üzel, a.g.e., s. 90-91. 87 ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-63, 54-64. 88 Ayrıntılı bilgi için bkz. Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 189-191;. H. İ. İnce, a.g.t., s. 141-144. 86 Erdinç GÜLCÜ / 25 arzuladı89. Nitekim bu görüşmeler sonucunda iki taraf arasında birincisi 2-3 Haziran 192090, ikincisi de 2 Temmuz 1920 tarihinde91 iki anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaların her ikisinde de Türk tarafına başkanlık eden Polat Bey olup, bu görüşmeler Kilis’in Kefergani Köyü’nde oldu. Hatta ikinci görüşmede Irak’tan da temsilciler de bulunmaktaydı ve onlarda anlaşmaya katıldılar. Bu yapılan anlaşmalarda dikkati çeken en önemli hususlar; düşmanı kovmak için işbirliği yapılması, askeri yardımda bulunulması, bilgi paylaşımı, suçluların yakalanarak karşı tarafa teslimi vb. gibi konular yer almaktaydı. Ancak Türkiye-Suriye arasında bu yakınlaşmalar yaşandıysa da, Emir Faysal’ın kendi krallığında bağımsız bir Suriye kurma çabalarına karşın Fransa’nın Suriye’ye kendi mandasını kabul ettirme gayreti, Fransa ile Emir Faysal ilişkilerinin gerginleşmesine sebep oldu. Bunun üzerine Fransa Suriye’de askeri harekâta karar verdi. Halep’i işgal etmek amacıyla General Gobo ’nun kuvvetlerine katılmak üzere Kilis’ten General De Lamaut komutasında 3 Piyade Taburu, 2 Süvari Bölüğü ve 5 Bataryadan oluşan bir kuvvet Halep’e gitti. General Gobo komutasında Fransız kuvveti hiçbir direnme ile karşılaşmadan 23 Temmuz 1920’de Halep’i işgal etti92. Fransız kuvvetleri, 25 Temmuz 1920’de Şam’a girerek Emir Faysal yönetimine son verdiler93. Böylece bu girişimden beklenen bir sonuç alınamadı. 4.3. Savaşın Yeniden Başlaması Yirmi günlük ateşkesin sona ermesiyle birlikte iki taraf arasında yeniden çatışmalar başladı. Bu sırada Kilis ve Havalisi Kuva-yı Milliye Kumandanı Polat Bey’in tayini 21 Haziran 1920’de Maraş’a çıktı. Ancak Kilis Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Recep Bey 23 Haziranda M. Kemal Paşa’ya telgraf çekerek durumun hassasiyetinden dolayı Polat Bey’in bir müddet daha Kilis’te kalmasını rica etti 94. Bu rica üzerine Polat Bey’in bir süre daha Kilis’te kaldığını görmekteyiz. Hatta 7 89 Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s. 439-442. A. Rafık, a.g.m., s.38-40. 90 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 192. 91 Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s. 442-443; Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 192-194. 92 Miralay Kadri, a.g.e., s. 62-63. 93 Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s. 446-449. 94 ATASE. Arşivi, Kutu No: 766, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1. 26 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Ağustos 1920 tarihli bir yazıda Polat Bey’in yerine Mahmut Bey’in tayini hususu ifade edilmekte ise de95, Polat Bey’in bir süre daha Kilis’te görevine devam etmiştir. Ateşkesin bitmesi ile yeniden savaş başlarken TBMM Hükümeti, Güney Cephesinde yeni bir düzenlemeye gitti. 27 Haziran 1920 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile yeni kurulan Adana Cephesi Komutanlığına kolordu komutanı yetkisi ile Albay Selahattin Adil Bey atandı. Adana Cephesi, Mersin’den başlayarak Fırat ırmağınca uzanan Fransızlarla olan cepheyi içine almaktaydı. Bu cephe içerisinde bulunan sancak ve kazaların lojistik ve askerlik şubeleri de Adana Cephesi Komutanlığına verildi. Yine cephe içerisinde yer alan bölgelerde bulunan askeri birlikler ve millî kuvvetler Adana Cephesi buyruğuna gireceklerdi96. Bu karar ile birlikte Kilis Kuva-yı Milliyesi de Adana Cephesi Komutanlığına yani 2. Kolordu’ya bağlandı. Artık bu cephede Fransızlarla yürütülecek mücadele tek elden ve bölgede bulunan gerek düzenli askeri birlikler ve gerekse milis kuvvetler bir koordine içerisinde hareket edeceklerdi. Savaşın tekrar başlamasından sonra yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Fransızların Emir Faysal yönetimine karşı askeri harekâta katılmak amacıyla Kilis’ten ayrılan General De Lamaut komutasındaki askeri kuvvet Halep’e gitmişti. Fransızların Kilis’te bıraktıkları askeri gücü 200 piyade, 50 süvari, 2 top ve birkaç tüfekten ibaretti97. Bu büyük bir fırsat olmasına rağmen, yine de bu şartlar altında Fransızları Kilis’ten şu anda söküp atmak kolay görünmemekteydi. Evet Kuva-yı Milliye’nin ateşkesten istifade ederek şehirde ve köylerde güven kazandığı ve askere alınanların sayısı hayli arttığı doğruydu. Fakat askere alınanların iaşe ve silah temini konusunda hala sıkıntılar çekilmekteydi98. Bu sebeple şimdilik Kuva-yı Milliye fırsat buldukça, şehir ve çevresinde çatışmalara girmekte, zaman zamanda sınırlı imkânlar ölçüsünde Fransızları rahatsız edecek şekilde şehre karşı taciz ateşler açılmaktaydı99. Bu arada Polat Bey gönderilen bir emir üzerine, Kilis’te geçici bir hükümet kurmak amacıyla harekete geçmiş ve oluşturulan geçici hükümet hakkında Antep Mutasarrıflığını ve 11Eylül 1920 tarihli bir yazıyla da Adana Cephesi Kumandanlığını bilgilendirmiştir. Bu düzenlemeye göre geçici hükümet; kaymakam, hâkim, mal müdürü, 95 ATASE. Arşivi, Kutu No: 791, Gömlek No: 96, Belge No: 96-1. M. Onar, a.g.e., s. 160-161. 97 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 196-197. 98 ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1. 99 H. İ. İnce, a.g.t., s. 150-154. 96 Erdinç GÜLCÜ / 27 jandarma zabiti ve komiserden oluşmaktaydı. Bu görevlilerden hâlihazırda kaymakam, hâkim ve jandarma zabitinin mevcut olduğu, mal müdürü vekâletine Kuva-yı Milliye’den bir efendi, komiser vekâletine (asaleti de istenmektedir) de Polis Eyüp Sabri Efendi tayin edilmiştir. Ayrıca kaza altı nahiyeye ayrılarak her nahiyeye de vekâleten müdür tayin edildiği ve her nahiyenin ise 60 küsur karyeden oluştuğu bildirilmektedir100. Bu düzenlemeyle bölgedeki idari boşluğun ve belirsizliğin tamamen ortadan kaldırılmaya yönelik bir adım olduğunu görmekteyiz. Artık Kilis Kazası, TBMM Hükümeti’ne bağlı bir yönetime kavuşmuş oluyordu. Buna karşılık Fransızlarda boş durmuyor, gerek şehirde düzeni sağlamaya çalışırken, gerekse de çevre köylere karşı askeri harekâtlar düzenlemekteydiler. Bu harekâtlardan en dikkati çekenlerden biri; 26 Eylül 1920 tarihinde şafakla beraber 300 piyade ve 100 süvariden oluşan, beraberlerinde iki Kilisli şahıs Mülazım Nazmi Efendi ve Hasan Cüneydan ile beraberlerindeki çeteleri, ayrıca Halep’ten gelen süvari ve piyade ile Telhabeş Nahiyesi’ni baskın vermeleridir. Baskın karşısında Kuva-yı Milliye müfrezesi şiddetle mukavemet etmiş ve saldırıyı geri püskürttü. Fransız kuvveti kaçarken birkaç ölü ve yaralı ile bir esir kayıp vermişti. Hatta süvariler kaçan Fransız askerini Kilis’e kadar kovaladılar101. Aynı gün içerisinde Fransızlar, Hasan Cüneydan çeteleri ile birlikte Kefergani ve Telamisin’de bulunan Kuva-yı Milliye müfrezelerine saldırdı. Ancak bu baskında da başarılı olamayarak geri kaçmak zorunda kaldılar102 Ancak dünkü saldırılarda başarılı olamayan Fransızlar, bu başarısızlığın intikamını almak için, 27 Eylül sabahı 500 piyade ve süvari ile birlikte 2 top, 4 mitralyöz ve 20 araba ile yeniden Telhabeş’i bastılar. Kuva-yı Milliye bu baskın karşısında bir süre mukavemet gösterdiyse de köyün kuzey ve güneyine çekilerek savunma hattı oluşturdular. Bugünkü çatışmada Fransızların kaybı 10 ölü 30’un üzerinde yaralı idi. Ayrıca Fransız askerleri çevre köylere de baskınlar vererek, masum insanları soyarak zahirelerine ve büyükbaş hayvanlarına da el koydular103. Bu baskınlarda dikkati çeken bir hususta; Fransızların bazı yerli kişileri elde ederek onların çete kurmalarına ve halka zulüm etmelerine 100 ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 72, Belge No: 72-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-4, 133-11. 102 ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-3. 103 ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-2. 101 28 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 göz yumarak halkı yıldırmaya çalışmalarıdır. Böylece halkın Kuva-yı Milliye’ye yönelmesinin önüne geçilecek ve başarı kazanması bu yolla engellenilmeye çalışıldı. Fransızlarla işbirliğinde bulanan Hasan Cüneydan, Kör Reşit, Katma Şeyhi Ahmet Ağa, Seydo, Diko, Tevfik oğlu Nazmi, Mülklü Hacı, Raco obasından Hamadioğlu Mehmet 104 vb. gibi elebaşları etraflarına çeteler toplayarak kurtuluşa kadar geçen bu süre içerisinde Kilis ve çevresinde halka büyük zulümlerde bulundular ve Fransız işgalinin devam etmesi için hizmette bulundular. Fransızlarla işbirliği hususunda bir diğer konuda; Kuva-yı Milliye hakkında Fransızlara casusluk hizmeti verenlerin bulunmasıydı. Nitekim 4 Eylül 1920 tarihinde Kilis ve çevresinde dolaşan Kilis Tahrirat Kâtibi Nuri Efendi ve oğlu Antep Topçu Mülazımı Emin Efendi ile beraberlerinde iki kişi yakalanarak Antep’e sevk edildiler105. Antep’te Divan-ı Harp’te yapılan yargılama sonucunda idama mahkûm oldular. Ancak idama mahkûm olanlardan Mazmahorlu İbo, son kez Özdemir Bey tarafından sorguya alınmış ve bu baba ile oğula iftira attığını ve bu şekilde ifade vermesi için ikna edenlerin, Kilis’te Fransızlara erzak müteahhitliği yapan Müteahhit Ökkeş ve babası olduğunu söylemesi üzerine Nuri Efendi ve oğlu Mülazım Emin Efendi beraat ettiler106. 28 Ekim 1920 tarihinde Kilis-Katma yolu üzerinde bulunan Armutça Köyü civarından geçecek olan bir Fransız nakliye koluna İslam ve Müslüman Beylerin kumandasındaki müfreze pusu kurdu. Nakliye kolu 50 asker ve 15 eşya yüklü arabadan oluşmaktaydı. Yaklaşık iki saat devam eden çatışmaya Kilis’ten yardım gelmesi üzerine müfreze geri çekilmek zorunda kaldı107. 30/31 Ekim 1920 gecesi Kilis’te bulunan düşman karargâhına otuz kişilik bir müfreze, beraberlerinde getirdikleri top ile baskında bulundu. Birkaç saat süren çatışma sırasında karargâha 25 top mermisi atıldı. Zayiat hakkında bir bilgi bulunmamakla beraber, açık karargâha yapılan baskında Fransızlara pek çok kayıp verdirildiği tahmin edilmekteydi 108. Fransız askeri Telhabeş’te kalmaya devam ettiği için 31 Ekim günü bir süvari müfrezesi köyün arkasına gönderilmiş ve Hacılı civarında 104 ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1; Kutu No: 1071, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1; Kutu No: 1030, Gömlek No: 20, Belge No: 20-2; Kutu No: 1329, Gömlek No: 25, Belge No: 25-1. 105 ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 61, Belge No: 61-1. 106 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 202-203. 107 S. Üzel, a.g.e., s. 179-180. 108 ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 114-2. Erdinç GÜLCÜ / 29 Fransız süvarileri ile çatıştı ve ellerinde bulunan köylülerden aldıkları develeri geri aldılar109. Fransızlar bu saldırı sonucunda önceden boşaltılan Telhabeş’i tamamen ateşe verdiler110. 1 Kasım 1920 tarihli bir belgeden, tayini çıkmasına rağmen yaklaşık dört aydan beri görevine devam eden Polat Bey’in yerine, Cephe Topçu Kumandanı Kaymakam (Yarbay) Recep Bey’in tayin edildiği ve Recep Bey’in Cengin’e gelmek üzere hareket ettiğini öğrenmekteyiz. Recep Bey’e verilen emre göre Kilis ve Havalisi Kuva-yı Milliye Kumandanlığı şark (doğu), garp (batı) ve cenup (güney) akıncı müfrezelerinden oluşacaktı. Şark ve garp müfrezeleri Kilis–Katma hattının şark ve garp mıntıkalarında, cenup müfrezesi Harim civarında bulunacak ve bu müfreze İbrahim Hanano Bey’in kumandasında olacaktı111. Recep Bey’in Kilis’te kumandanlığı çok fazla sürmedi. Antep harekâtı sebebiyle Fırka Kumandanlığı tarafından göreve çağrılınca, Antep’e gitmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Recep Bey’in yerine 24 Aralık 1920 tarihinde Yüzbaşı Abdüllatif Bey vekâleten Kilis ve Havalisi Kuva-yı Milliye Kumandanlığına atandı112. Ancak Abdüllatif Bey, Kilis Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Merkeziyyesi’yle ve Kuva-yı Milliye mensubu bazı kimseler ile ters düştü. Bu tartışmalar üzerine Abdüllatif Bey 8 Ocak 1921 tarihinde Fırka Kumandanlığına durumu özetleyen bir rapor yazdı. Raporda; Kilis Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin şimdiye kadar kontrolsüz vazife ifa ettiğini, alınan kararların ve faaliyetlerin şahsi çıkarlar doğrultusunda olduğunu, Kilis müfrezesinin de başıboş gezen serkeş kimselerden oluştuğunu ve imtiyaz sahibi bir hukuka sahiplermiş gibi davrandıkları113 vb. hususlar yer almaktaydı.. Bunun üzerine 2. Kolordu Kumandanlığından gönderilen Yüzbaşı Faik Bey ilk başta İslam ve Müslüman Beylerin de aralarında olduğu 5 kişiyi ve daha sonra da 45 kişiyi Maraş’taki Kolordu Merkezine götürdü ve bu kişiler tahkikat için15 gün süre ile Maraş’ta kaldılar 114. Bu hadise karşısında Polat Bey de 14 Şubat 1921 tarihinde Fırka Kumandanlığına bir yazı gönderdi. Polat Bey yazısında; Maraş’a gönderilen bu 50 kişinin sevk ve idaredeki hata yüzünden ufak tefek kabahatleri olmakla beraber, 109 ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 114-2. H. İ. İnce, a.g.t., s. 157-158. 111 ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 131, Belge No: 131-1, 131-2; Kutu No: 796, Gömlek No: 132, Belge No: 132-1, 132-2. 112 H. İ. İnce, a.g.t., s. 164-165. 113 ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 80, Belge No: 80-6. 114 H. İ. İnce, a.g.t., s. 166-167. 110 30 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 şimdiye kadar elde edilen başarıların arkasında bu kişilerin önemli katkısı bulunmakta olup, memleketlerine istek ve vicdanla hizmet etmekte oldukları hususlarına işaret etmekteydi. Hatta bu hassas dönemde durumun bu şekilde devam etmesi halinde, önemli hizmetlerde bulunan akıncı müfrezelerinin dağılmasına sebebiyet olacağı115 hususunu da hatırlatmaktaydı. 2. Kolordu Kumandanlığı Polat Bey’in bu yazısını dikkate almış olmalı ki, bu yazıdan bir hafta geçmeden 21 Şubat 1921 tarihinde Polat Bey yeniden Kilis ve Havalisi Kuva-yı Milliye Kumandanlığına atadı116 . Elbette ki Kilis Kuva-yı Milliyesi’nde yaşanan bu tartışmalar, bölgede Fransızlarla yürütülen mücadeleyi olumsuz etkilemiştir. Nitekim bu dönemde Kuva-yı Milliye’nin Fransız kuvvetlerine karşı düzenlediği eylemlerde bir yavaşlamanın olduğu gözlemlenmektedir. 2. Kolordu Kumandanlığından Fırka Kumandanlığına 3 Şubat 1921 tarihli bir yazıda, Kilis ve Havalisi Kumandanlığı emrine 25. Alaya bağlı 3. Taburun 9. Bölüğü Kilis’e verildiği bildirilmektedir. Ayrıca 4. Atlı Süvari Bölüğünün yarısı Süvari Nısf (Yarım) Bölüğü olarak Kilis’e gönderilecekti117. Bu düzenlemeler, artık bölgede düzenli ordunun oluşturulmasına yönelik atılan önemli adımlar olarak görebiliriz. Polat Bey’in Kilis’teki bu ikinci Kuva-yı Milliye Kumandanlığı görevi çok fazla sürmedi. 27 Mart 1921 tarihinde Polat Bey’in yerine, daha önce Kilis Asker Şubesi Reisliğinde bulunmuş olan ve hâlihazırda Antep Alay Kumandanı olan Binbaşı Mahmut Bey tayin edildi. Ayrıca Mahmut Bey, Kilis Kaymakamı Cemal Bey’in rahatsızlığı sebebiyle gitmesi uygun görüldüğünden, onun yerine Kaymakamlık görevine de vekâlet edecekti118. Kilis’te bu gelişmeler olurken; İtilaf Devletlerinin düzenlediği ve 21 Şubat 1921tarihinde başlayan Londra Konferansı’na TBMM Hükümetini temsilen ve başkanlığını Bekir Sami Bey’in yaptığı bir heyet katıldı. 11 Mart 1921 tarihinde TBMM Hükümeti’ni temsil eden Bekir 115 ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 89, Belge No: 89-6. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 12, Belge No: 12-1, 12-2. 117 ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-1. Ancak bu düzenleme Polat Bey göreve başladığı sırada hala yapılmadığını 3Mart 1921 tarihli yazıdan anlamaktayız. Bu tarihte Kolordu Komutanlığı yapılan bu düzenlemeyi yeniden bildirmektedir. Bu düzenlemeler bölgede düzenli ordu oluşturmaya doğru atılan önemli adımlardı. Bkz. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-2. 118 ATASE. Arşivi, Kutu No: 808, Gömlek No: 187, Belge No: 187-1. 116 Erdinç GÜLCÜ / 31 Sami Bey ile Fransız Başbakanı A. Briand arasında bir görüşme oldu ve neticede bir anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre; iki taraf arasındaki savaşa son verilmesi ve Fransız askerinin bölgeden çekilmesi öngörülüyor, buna karşılık Fransızlara birçok imtiyazlar tanınmaktaydı. Bekir Sami Bey’in imza attığı bu anlaşma, Ankara’ya danışılmadan kendi inancına göre yaptığı bir anlaşma olup, esasında Sevr Anlaşması’nda bir değişiklik yapmayan sadece bir-iki küçük değişiklikle yetinen bir anlaşmadan ibaretti. Nitekim bu anlaşmaya karşı başta M. Kemal Paşa olmak üzere TBMM üyeleri büyük tepki gösterdi119. Böylece Bekir Sami Bey’in imza attığı anlaşma bir geçerlilik kazanmadı. Bununla beraber Fransa’nın bu şekilde TBMM ile temas kurması ve bir anlaşmaya yanaşması, Güney Cephesinde işlerin iyi gitmediğini ve Anadolu’dan ayrılmayı düşündüğünü göstermekteydi. Ancak yine de Fransa, Batı Cephesindeki gelişmelerinin neticelerini beklemeyi kendi çıkarlarına uygun gördü. Her ne kadar TBMM-Fransa ilişkileri bir neticeye varmadıysa da, Londra Konferansı ile başlayan diplomatik ilişkiler bundan sonra da devam edecekti. Fakat şu bir gerçekti ki, diplomatik alandaki ilişkilerin seyrini, cephedeki başarılar belirleyecekti. Fransa ile diplomatik alanda bu ilişkiler devam ederken Kilis’te bu dönemde daha çok iki taraf arasında, halk üzerinde bir otorite kurma hususunda bir mücadele verildiği ve bunun göstergesi olarak da vergi toplama konusunda ciddi bir rekabetin yaşandığını görmekteyiz. Bu maksatla Fransız askerleri, yerli çete elebaşları olan Kör Reşit, Katma Şeyhi Ahmet Ağa, Seydo ve Diko vb. gibi şahıslarla işbirliği yaparak köylerden aşar vergisini toplamaya çalışmaktaydılar 120. Diğer taraftan asayişi sağlamak ve köylerden vergi toplanılmasına yardımcı olması için Müslüman ve Ermenilerden jandarma yazmayı da ihmal etmiyorlardı. Nitekim Fransızlar, 30 Haziran 1921 tarihine kadar yaklaşık 300 jandarma yazmışlardı 121. İşte Fransızlar bu takviye kuvvetlerle köyleri tehdit etmekte ve halktan zorla vergi toplamaktaydılar. Bu hususta 7 Eylül 1921 tarihli bir belgede; Kilis’in takriben 25 km. doğusunda olan Taşlıyakar civarına Fransız Yarbay Herbuyo kumandasındaki bir Fransız kuvveti, beraberlerinde Müslüman ve Ermeni jandarmalar ile Mülklü 119 S. R. Sonyel, a.g.e., C.II, s.126-136. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1173, Gömlek No: 129, Belge No: 129-2; Kutu No: 1071, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1; Kutu No: 1030, Gömlek No: 20, Belge No: 20-1; Kutu No: 1321, Gömlek No: 128, Belge No: 128-1; Kutu No: 1321, Gömlek No: 86, Belge No: 86-1. 121 ATASE. Arşivi, Kutu No: 1322, Gömlek No: 87, Belge No: 87-1. 120 32 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Hacı çetesi de olmak üzere geldiğini, TBMM Hükümeti’ne aşar veren ve Fransızlara taraf olmayan eşrafın çiftliklerini tahrip ederek yaktıklarını ve o zamana kadar 60.000 altın akçe tahsil ettiklerini122 yazmaktadır. Bu belgeden de anlaşılacağı üzere, durum oldukça feci ve vahimdi. Fransızların bütün bu tehdit ve baskılarına rağmen, Binbaşı Mahmut Bey’in Kilis’e bağlı köylerde hem otoriteyi sağlamaya yönelik faaliyetler yürüttüğü ve hem de TBMM Hükümeti adına aşar vergisini köylerden toplamaya çalışmaktaydı123. Bu hususta 8 Mayıs 1921 tarihli bir belgede; Fransızların bütün baskılarına rağmen Yazıbağı, Salikan ve Katma köyleri ağnam vergisini arzu ve sadakatle Kuva-yı Milliye’ye verdikleri124 ifade edilmektedir. Bu arada TBMM Hükümeti ile Fransa arasında diplomatik ilişkiler Haziran 1921’de yeniden başladı. Ancak TBMM’nin talepleri konusunda Fransa yine de tereddüt yaşamaktaydı. Fransa’nın bu tereddüdü Sakarya Savaşı’nın kazanılmasına kadar devam etti. Sakarya’da Yunanlılara karşı büyük bir zafer kazanılması karşısında Fransa’nın TBMM’nin gücü hakkındaki tereddüdü ortadan kalkmış, artık bir barış anlaşması imzalamaya daha sıcak bakmaya başlamıştı. Nihayet TBMM ile Fransa arasındaki görüşmeler 20 Ekim 1921’de bir neticeye ulaştı ve iki taraf arasında Ankara Anlaşması imzalandı125. Ankara Anlaşması’na göre; TBMM Hükümeti ile Fransa arasındaki savaş hali resmen sona ermekte, Türkiye-Suriye sınırı çizilmekte ve Güney Anadolu topraklarından Fransa resmen çekilmeyi kabul etmekteydi. Ayrıca anlaşmanın imzasından itibaren en çok iki ay içerisinde Fransız kıtaları anlaşmada belirtilen çizginin güneyine ve Türk kıtaları da bu çizginin kuzeyine çekilecekti. Anlaşmanın 8. Maddesine göre Türkiye-Suriye sınırı ise; Sınır çizgisi İskenderun Körfezi üzerinde Payas mevkiinin hemen güneyinde olmak üzere seçilecek bir noktadan başlayacak ve yaklaşık olarak Meydan-ı Ekbez’e doğru gidecek, sınır çizgisi oradan Marsuva mevkiini Suriye ve Karnebi mevkii ile Kilis kentini Türkiye’ye bırakmak üzere güneydoğuya doğru kayacaktı. Oradan Çobanbey İstasyonunda demiryoluyla birleşecekti. Daha sonra 122 ATASE. Arşivi, Kutu No: 1169, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 92, Belge No: 92-1. 124 ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 157, Belge No: 157-1. 125 S. R. Sonyel, a.g.e., C.II, s.198-201. 123 Erdinç GÜLCÜ / 33 Bağdat demiryolunu izleyecek ve demiryolunun platformu Nusaybin’e kadar Türk toprakları üzerinde kalacaktı126 . Bu arada Fransa ile anlaşma yapılmasından sonra Maraş’tan Kilis ve Havalisi Kumandanlığı Vekâletine gönderilen emirle; İslam Bey ve emsali muvazzaf olmayan süvari ve piyade gönüllülerinin evvelce Mahmut Bey tarafından kendilerine verilen elbiselerin tamamıyla kıtaya teslimi ve terhisleri istenmekteydi127. Artık savaş bittiğine göre muvazzaf olmayan milislerin görevi de bitmiş oluyordu. Böylece bundan sonra Kilis ve havalisinde asayişi sağlayacak unsurlar muvazzaf birliklerdi. Ankara Anlaşması’na göre, Fransız kuvvetleri en çok iki ay içerisinde işgal ettikleri yerlerden geri çekileceklerdi. Kuva-yı Milliye ile Fransız Garnizon Kumandanı arasında yapılan görüşme sonucunda Kilis’in 7 Aralık 1921 Çarşamba günü teslimi kararlaştırıldı. Yani Fransızlar iki aylık süre dolmadan şehri teslim etmeyi kabul ettiler. Kilis müfrezesi de zaten Kurtaran’dan, Zamhalı’ya doğru harekete geçmişti. Zamhalı da bulunan öncüler burada asıl birliğe katılarak 7 Aralık 1921 günü şimdiki Öğretmen Okulunun bulunduğu sırtlardan Kilis’e girdiler128. Böylece Kilis’in üç yıllık esareti sona ermiş ve düşman işgalinden bu şekilde kurtulmuş oldu. Sonuç Mondros Ateşkes Anlaşması ile başlayan yaklaşık üç yıllık esaret Ankara Anlaşması ile sona ermiş ve artık Kilis düşman işgalinden kurtulmuştu. Ancak sınır hemen şehrin bir kilometre güneyinden geçmiş ve Kilis’e bağlı onlarca köy sınırın güney tarafında kalmıştır. Bu durum Kilis için büyük bir kayıp demekti. Çünkü birçok Kilisli vatandaşın aile efradı, akrabası, malı, arazisi ve köyü orada kalmıştı. Bundan sonra kaybedilenleri kurtarmak için çaba sarf etmek gerekmekteydi. Bunun için çeşitli zamanlarda yapılan müracaatlar üzerine, iki ülke arasında birkaç defa komisyonlar oluşturuldu. Nihayet bazı sınır düzeltmeleri gerçekleştikten sonra, sınırın bugünkü hatta kadar güneye çekilmesi sağlandı. Ancak çok şeyler kaybedilmişti ve artık Kilis’in kaderinde bir sınır şehri olmak vardı. 126 İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), C. I, Ankara, 2000, s. 50-51. 127 ATASE. Arşivi, Kutu No: 1071, Gömlek No: 160, Belge No: 160-1. 128 Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 257-260. 34 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Diğer taraftan, bir savaş içerisinde nizami olmayan unsurlarla bir savaş yürütülmüştü. Bu olağanüstü durumdan sonra tekrar normal hayata geçiş, hukukun ve düzenin sağlanması kolay değildi. Nitekim kurtuluştan sonra eski alışkanlıklar keyfilikler, Kilis’te çeşitli sorunlara ve tartışmalara sebep oldu. Erdinç GÜLCÜ / 35 BİBLİYOGRAFYA 1. Arşiv Belgeleri ATASE. Arşivi, Kutu No: 68, Gömlek No: 67, Belge No: 67-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 78, Gömlek No: 127, Belge No: 127-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 105, Gömlek No: 101, Belge No: 101-4. ATASE. Arşivi, Kutu No: 119, Gömlek No: 76, Belge No: 76-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2 ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 104, Gömlek No: 11, Belge No: 11- 1, 11-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 109, Gömlek No: 128, Belge No: 128 -1, 1282. ATASE. Arşivi, Kutu No: 350, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 329, Gömlek No: 148, Belge No: 148-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 330, Gömlek No: 47, Belge No: 47-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 819, Gömlek No: 188, Belge No: 188-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-1, 54-18. ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-63, 54-64. ATASE. Arşivi, Kutu No: 766, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 791, Gömlek No: 96, Belge No: 96-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 72, Belge No: 72-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-4, 13311. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-3. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1071, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1030, Gömlek No: 20, Belge No: 20-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 25, Belge No: 25-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 61, Belge No: 61-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 1142. ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 80, Belge No: 80-6. ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 89, Belge No: 89-6. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 12, Belge No: 12-1, 12-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 808, Gömlek No: 187, Belge No: 187-1. 36 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 ATASE. Arşivi, Kutu No: 1173, Gömlek No: 129, Belge No: 129-2. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1030, Gömlek No: 20, Belge No: 20-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 128, Belge No: 128-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 86, Belge No: 86-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1322, Gömlek No: 87, Belge No: 87-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1169, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 92, Belge No: 92-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 157, Belge No: 157-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 1071, Gömlek No: 160, Belge No: 160-1. ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 1142. ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 131, Belge No: 131-1, 131-2; ATASE. Arşivi Kutu No: 796, Gömlek No: 132, Belge No: 132-1, 132-2. 2. Sâlnâmeler 1304 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi. 1307 Tarihli Halep Vilâyet Sâlnâmesi. 1308 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi. 1313 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi. 1316 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi. 1317 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi. 1321 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi. 1322 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi. 1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi 3. Araştırma ve İncelemeler Akbıyık, Yaşar, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Ankara, 1999. Bayur, Hikmet, “Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin paylaşılması hakkında yapılan anlaşmalar”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Ankara, 1975, s. 31-47. Çolakoğlu, Şinasi, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, Ankara, 1991. Çolakoğlu, Şinasi, Kilis Tarihi Üzerine Denemeler, Ankara, 1995, s.112. Erkân-ı Harbiye Miralayı Kadri, Fransızlara Nazaran Suriye ve Kilikya Muharebatı, Yayına Haz. Erdal Açıkses, Elazığ, 2010. Genelkurmay Başkanlığı, I. Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina- Filistin Cephesi, C.IV, Kısım 2, Ankara, 1986. Erdinç GÜLCÜ / 37 Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Ankara, 1999. Gülcü, Erdinç, “Halep Vilâyeti Sâlnâmelerine göre Kilis (idari ve sosyal durumu)”, VI. Hatay Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Antakya, 2004, s. 157-168. Gürün, Kâmuran, Savaşan Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1986. İnce, Halil İbrahim, Milli Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2004. Kilisli Kadri, Kilis Tarihi, Neşr. Osman Vehbi, Burhaneddin Matbaası, İstanbul, 1932, s.29-30. Lohanlızade Mustafa Nureddin, İstiklal Sevgisinin Abidesi Gaziantep Müdafaası, Gaziantep, 1974. Mehmet İslam, “Kilis Kuvvayı Millîye Harekâtı”, Genç Kilis Gazetesi, 24 Eylül-1 Ekim 1960. Onar, Mustafa, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları-II, Ankara, 1995, s. 145-146. Öztürk, Mustafa, “İzziye Kazasının Kuruluşu ve Milli Mücadeledeki Yeri”, Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi (Prof. Dr. Yücel Özkaya’ya Armağan), Ankara, 2005, s.29-45. Rafık, Abdülkerim, “Türkiye-Suriye ilişkileri (1918-1926)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Çev. Sabahattin Samur, S. 88, İstanbul, 1994, s.31-72. Sakin, Orhan, Osmanlı’da Etnik Yapı ve 1914 Nüfusu, İstanbul, 2008. Sonyel, Salahi R., Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. I- II, Ankara, 1987-1991. Soysal, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), C. I, Ankara, 2000. Umar, Ömer Osman, Türkiye-Suriye İlişkileri (1918-1940), Elazığ, 2003. Umar, Ömer Osman, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938), Ankara, 2004. Uzel, Sahir, Gaziantep Savaşının İç Yüzü, Ankara, 1952. Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 38 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN EKONOMİK BÜYÜME ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ Doç. Dr. Sadettin PAKSOY Öğr. Gör. Erdal ALANCIOĞLU Özet Finansal piyasalar, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ndan sonraki en geniş ve en derin kredi krizini yaşamıştır. 2007 yılında başlayan ve sonrasında da küresel bir krize dönüşen finansal dalgalanmanın kaynağı ABD mortgage piyasadır. Son yıllarda yaşanan hızlı küreselleşme süreci ile birlikte, dünya ekonomisinde yoğun bir entegrasyon meydana gelmiştir. Küreselleşmenin sonucu olarak, bu krizin ülkeler ve ülke grupları üzerindeki etkisi farklı genişlikte ve derinlikte olmuştur. Bu çalışmada, küresel finans krizinin Türkiye ekonomisine yaptığı makro ekonomik etkilere dikkat çekilmektedir. Çalışmada özellikle küreselleşme ve küreselleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan küresel krizin nedenleri ve ortaya çıkış süreci üzerinde durulmuş ve son yaşanan küresel krizin, Türkiye’de büyümeye olan etkisi analiz edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Ekonomik Kriz, Büyüme. EFFECTS OF THE GLOBAL FINANCIAL CRISIS ON ECONOMIC GROWTH SAMPLE OF TURKEY Abstract Financial markets in the world after the World Economic Depression of 1929 escaped the credit crunch in the most comprehensive and depth so far. Starting in 2007 and after transformed into a global financial crisis, a source of fluctuations in the U.S. is mortgage market. To enter the world's economies in recent years, with a rapid process of globalization, the globalization process has caused the integration of the world economy than in a big way. As a result of globalization, countries and groups of countries on the impact of this crisis has been different in width and depth. In this study, the global financial crisis, Turkey's economy draws attention to the macro-economic effects. The study of globalization and especially the causes of the global crisis caused by globalization and the emergence of concentrate mainly on the process and the recent global financial crisis, the impact of growth in Turkey have been analyzed. Keywords: Globalization, Economic Crisis, Growth Kilis 7 Aralık Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü [email protected] Harran Üniversitesi, Bozova Meslek Yüksek Okulu, [email protected] 39 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 1.GİRİŞ Küreselleşmeye bağlı olarak ülkeler arasındaki ticari sınırların kalkmasıyla birlikte, herhangi bir ülkede ortaya çıkan ekonomik kriz kolaylıkla diğer ülkeleri de etkileyebilmektedir. Ülke ekonomilerini bu yolla olumsuz olarak etkileyen küresel krizler ülkelerin ulaşmak istediği makro ekonomik hedefleri gerçekleştirmesini güçleştirmektedir. Ülkelerin üretim yapısı, büyüme oranları, fiyat istikrarı, istihdam yapısı, ödemeler dengesi gibi değişkenler küresel krizden etkilenerek ülkelerin ekonomik performanslarını düşürmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, bu krizlerden daha çok etkilenmektedirler. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılı ortalarında bankacılık sektöründe ortaya çıkan ve daha sonra da küresel bir boyut kazanarak tüm dünyayı etkilemeye başlayan finansal kriz, etkisini artırarak devam etmektedir. Dünyada baş gösteren kriz mali kriz değil küresel ekonomik krizdir. Çünkü özellikle finansal sektörde başlayan krizler oradan reel sektöre geçmektedir. Günümüz ekonomileri entegre duruma geldiği için bir ulusal ekonomide ortaya çıkan kriz bütün dünya ekonomilerine sıçramakta, etkilerini oralarda da göstermektedir. Finans sektöründen başlamış olsa da, ekonominin her alanında etkisini gösteren bu kriz, ekonomilerin küçülmesi sonucu özellikle istihdamı olumsuz etkilemiştir. Dış ticaretin daralması, iç talebin kısılması üretimi de azaltmış ve işyerleri kapasitelerini düşürmek durumunda kalmış, hatta işyeri kapanmaları yaşanmaya başlamıştır. Bu gelişmelerden en fazla etkilenen kesim de çalışanlar olmuş ve işsizlik tüm dünyayı etkilemiştir. Bu küresel etkiler, kırılgan bir yapıda olan ülkemizin sosyoekonomik yapısını da olumsuz olarak etkilemiştir. Zaten yüksek olan işsizlik oranının daha da artması, hükümeti bu olumsuz durumu düzeltme yolunda çeşitli önlemler aramaya yöneltmiştir. Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinin, küresel ölçekli finansal krizden ne ölçüde etkilendiği incelenmektedir. Ayrıca öncellikle küresel krizlerin sınıflandırılması yapılmış, ABD mortgate piyasası ele alınarak krizin ortaya çıkış nedenleri ve gelişimi irdelenmiştir. Daha sonra ise 2008 küresel krizin Türkiye ekonomisine genel etkilerinin yanında özellikle büyüme üzerinde etkisi analiz edilmiştir. 2. KÜRESELLEŞME VE EKONOMİK KRİZLER 2.1. Küreselleşme Tanımları Küreselleşme son yıllarda yeryüzünün “her alanında yaşanan gelişmeleri” tanımlamak için kullanılan sihirli bir sözcük haline gelmiştir (Bozkurt, 2000:1). Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 40 Bu gelişmelerin politik, ekonomik, kültürel, toplumsal ve teknolojik boyutları olduğu için de küreselleşmenin tanımı kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir. Kimilerine göre küreselleşme çok uluslu şirketlerin kullandığı bir propaganda sloganı, kimilerine göre ise dünyanın çehresini değiştiren, ulusal sınırları ortadan kaldıran bir süreçtir (Eroğlu ve Albeni, 2002: 19). Küreselleşme ile dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olayın yansımaları, diğer ülkelerde de görülmekte ve sadece olayın ortaya çıktığı ülkeyi değil, binlerce kilometre uzaklıktaki başka ülkeleri de etkilemektedir. Yaşanan bu küreselleşme süreci nedeni ile ekonomik olaylar da birbiri ile iç içe girmiş ve ekonomik olayların yansımaları da bu ilişki nedeni ile daha önemli hale gelmiştir (Yaprak, 2009:2). Küreşelleşme kavramıyla ifade edilen sürecin iki bileşeni bulunmaktadır. Bir tanesi sermaye birikimi süreci ile ilgilidir. Burada esas olan sermaye dolaşımının serbestleşmesi, hacminin artması, hızlanması, yaygınlaşması ve yeni yatırım araçlarının devreye girmesidir. Küreselleşmenin esas itici gücü budur ve son on yıl boyunca finansal piyasalar ufuklarını daha evvel hiç görülmemiş derecede genişletmişlerdir (Freeman, 1998: 55). Küreselleşmenin ekonomik tanımı ise, “Ülke ekonomilerinin dünya ekonomileriyle entegrasyonu; diğer bir ifadeyle, dünyanın tek bir pazarda bütünleşmesi” olarak veya “malların, hizmetlerin, sermayenin, enformasyonun ve emeğin dünya çapında dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması veya azaltılması” şeklinde yapılabilir (Kutlu, 1998:366). Ekonomik anlamdaki küreselleşme kavramıyla ifade edilen sürecin iki bileşeni bulunmaktadır: Bunlardan birincisi üretim, diğeri ise sermaye birikimi süreci ile ilgilidir. Üretimin küreselleşmesi maliyet, üretim faktörlerinin elverişliliği ve fırsat maliyetleri dikkate alınarak üretimin belirli aşamalarının değişik bölgelerde gerçekleştirilmesi biçiminde ortaya çıkan sistemdir. Sermayenin küreselleşmesinde, esas olan sermaye dolaşımının serbestleşmesi, hacminin artması, hızlanması, yaygınlaşması ve yeni yatırım araçlarının devreye girmesidir. Küreselleşmenin esas itici gücü de budur ve son 30 yıl içinde finansal piyasalar ufuklarını daha evvel hiç görülmemiş derecede genişletmişlerdir. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan hızlı gelişim ve dönüşüm ile birlikte sermayenin mekândan kurtulmuş olduğunu söylemek mümkündür. Böylece, paranın ve bilginin özgür hareketi önünde herhangi bir sınırlama kalmamıştır (Bauman, 1998: 70‐90). Küreselleşmenin temel mantığı; sermayenin karlılığının arttırılmasıdır. Dolayısıyla ekonomi politikalarının da etkin kaynak dağılımının sağlanmasının ve buna bağlı olarak ekonomik refahın arttırılması için kullanılması bu mantığın birincil koşuludur. Bu koşulun sağlanması ise serbestleştirilmiş bir piyasa ekonomisinin oluşmasına bağlıdır. Bu açıdan dünya ekonomilerini tek bir pazara dönüştürerek 41 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 karını maksimize etmeyi amaçlayan sermaye için iki temel hedef bulunmaktadır. Bunlardan biri ulusal devletin denetim gücünün sınırlandırılması, diğeri ise emek faktörünün kazanımlarının sınırlandırılmasıdır (Yeldan, 2002: 24-25). Özellikle 1980'li yıllardan itibaren dünya artık yeni bir döneme girmiş bulunmaktadır. Bu dönemin çeşitli belirleyicileri bulunmaktadır. Buna bağlı olarak ortaya çıkan süreç; “yenidünya düzeni”, “büyük dönüm noktası”, “bilgi çağı” ve “küreselleşme” gibi kavramlarla anılmaktadır (Afşar,2004: 61). 2.2. Ekonomik Kriz Tanımları Ekonomik kriz, ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmasıdır (Karacan, 1996: 31). Ekonomik kriz genel olarak; piyasada bulunan mallarda, hizmetlerde, bu mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan üretim faktörleri ile farklı piyasalarda oluşan fiyatlarda meydana gelen ekonomik faaliyetlere göre normal olmayan aşırı dalgalamaları ifade eder (Kibritçioğlu, 2001: 175). Kriz kavramı, 1990’lardan sonra yaşantımızın içine çok daha fazla girmiştir. 1990’lı yıllarda, dünyada finansal piyasalardaki küreselleşme ve şeffaflaşma süreci ile birlikte bilgi teknolojisinde yaşanan buluş ve yeniliklerin finansal tekniklerde ve araçlarda sağladığı gelişim, yaşanan krizlere farklı boyutlar katmıştır. Özellikle bilgisayar ve bilgi teknolojisindeki yeniliklerin finansal araçlar ve finansal hizmetler üzerindeki etkisi ve yeni finansal araçların olağanüstü boyutta artması, sermaye akımlarının hızlanmasını kolaylaştırmış fakat aynı zamanda krizleri yaygınlaştırmada ve algılamada da hızlandırıcı bir rol üstlenmiştir (Öztürk ve Gövdere, 2010: 380). Günümüzde de kriz kavramı, genellikle boyutlarının dünya ölçekli olması nedeniyle “küresel kriz”ler olarak adlandırılmaktadır. Çünkü küreleşmenin olumsuz bir etkisi olarak dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen kriz, birbirine sıkı sıkıya bağlı bütünleşmiş mali piyasalar yoluyla diğer ülkelere yayılabilmektedir (Eroğlu ve Albeni, 2002: 19). 1980’li yılların sonunda liberal politikalar daha aşırı bir şekilde uygulanmaya konmuştur. Globalleşme adını taşıyan bu model, sermayenin en yüksek getiriyi elde edeceği alana serbestçe girip çıkmasını temel alan bir modeldir. Gerçekleşebilmesi için de devletin müdahaleci ve koruyucu kimliğinden çıkmasını ve ekonomik düzenlemeleri piyasaya bırakması gerekmektedir. Ancak, 1990 ve onu takip eden yıllar beklentilerin tersine dünya genelinde ekonomik Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 42 gelişmenin yavaşladığı yıllar olmuştur. Gelişmiş ülkelerde üretim ve verimliliğin artış hızının düşmesi toplam üretimi geriletirken; bu gelişmeye ek olarak yatırımlarda önemli oranlarda düşüşler gözlenmiştir. Bu durum, Türkiye gibi sanayileşmiş ülke ekonomileriyle bütünleşme sürecine giren gelişmekte olan ülkeleri derinden etkilemiştir. Zira ekonomik durgunluğun etkisiyle tasarruf oranlarının düşmeye başlaması hem gelişmiş ülke ekonomilerinden, hem de dünya ticaret ve sermaye piyasalarından az gelişmiş ülkelerin aldıkları payın azalmasına neden olmuştur. Böylece finansal küreselleşme sorun üretmeye başlamıştır. Finansal serbestleşmenin ortaya çıkardığı en önemli zarar küresel finansal krizlerdir (Kar ve Günay, 2003: 20). 2.2.1.Finansal Krizler Gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) siyasi sistemlerini demokratik hale getirmeye çalışmakta olup, bu sistemle uyumlu olarak çalışan serbest piyasa ekonomisini benimsemektedirler. 1990’larla birlikte piyasa ekonomisine geçilirken hem büyük zorluklar, hem de büyük fırsatlar doğmuştur. Daha önce sadece bir ülke, devletin hemen hemen ekonominin tüm yönlerini kontrol altına almış olduğu bir durumdan, tercihlere yönelik kararların piyasalar yolu ile oluştuğu bir duruma geçmek için planlı bir girişimde bulunmuştur (Stiglitz, 2002: 160). Finansal serbestleşme ile ilgili yapılan tanımlar içerisinde aşağıda belirtilen tanım bu hareketlerin teknik anlamdaki tüm yönlerini ifade etmektedir: “Gelişmekte olan ülkeler, mali sistemlerini serbestleştirmek amacıyla bir dizi reformlar yapmışlardır. Bunların en önemlileri, faiz oranlarının serbest bırakılarak kredi tavanlarının kaldırılması, bankaların merkez bankalarında tutmak zorunda oldukları mevduat munzam karşılık oranlarının indirilmesi ya da tamamen kaldırılması, bankacılık sektörünün hem yabancı hem de yerleşiklere açılması, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesidir” (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002: 3). Finansal kriz, finansal piyasaların kendilerinden beklenen fonksiyonları yerine getirememesi halidir. Ülkedeki tasarrufların reel ekonomiye kazandırılmasında aracı olan bankacılık sisteminin yükümlülüklerini yerine getiremez hale gelmesi, menkul kıymet borsalarında hisse fiyatlarının çok hızlı düşüşleri, merkez bankalarının mali piyasaları yönlendirici fonksiyonun yetersiz ya da etkinsiz kalması gibi bir çok neden finansal kaynaklı ekonomik krizlere neden olmaktadır (Eroğlu ve Albeni, 2002: 98). Başka bir ifade ile finansal krizler, reel ekonomi üzerinde büyük yıkıcı etkiler oluşturabilen ve piyasaların etkin işleyiş gücünü bozan finansal piyasalardaki çöküşlerdir (Taylor, 2009). 43 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 3. 2008 Küresel Finansal Krizin Nedenleri Finansal krizler, finansal piyasaların etkin bir şekilde fonksiyon görememesi ile sonuçlanırlar. Bu da ekonomik faaliyet hacminde şiddetli daralmalara yol açar. Mishkin (2001: 3), finansal krizlere kapı aralayan dört önemli faktör üzerinde durmaktadır. Bunlar: 1- Finansal sektör bilançolarındaki bozulma, 2- Faiz oranlarındaki artışlar, 3- Belirsizlikteki artışlar, 4- Varlık fiyatlarındaki değişmeler nedeniyle finansal olmayan şirket bilançolarının (nonfinancial balance sheets) bozulması, şeklinde sıralanabilir. Son yirmi yılda finansal piyasalar çok büyük değişim geçirmiştir. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte bilgiye daha kolay ve ucuz ulaşılabilmesi, bilginin daha etkin kullanılabilmesini sağlamış, sayısal tekniklerle birlikte risk ve getiri beklentilerine göre birçok finansal ürün geliştirilmiştir. Ayrıca, finansal ürünlerdeki çeşitlilik risk tercihlerinin genişlemesine, katılımcı sayısının artmasına ve piyasaların büyümesine neden olmuştur. Özellikle banka odaklı finansal piyasalardan piyasa odaklı finansal piyasalara geçiş yapısal anlamda finans sektörünü değişime uğratmıştır. Her bilginin dikkatle ele alındığı, 24 saat sürekli işleyen ve coğrafi sınırları olmayan, odağında ise ABD piyasalarının olduğu bir piyasalar sistemi ortaya çıkmıştır. ABD’de yaşanan bir sıkıntı küresel sistem içerisindeki tüm piyasalara yansımakta, belli bir ülkeye has olayın etkisi aynen yaşanılan krizde olduğu gibi, düşünüldüğünden çok daha büyük olabilmektedir (BDDK, 2008: 11). Mortgage sistemide, günümüzdeki finansal piyasalar açısından son derece önemli bir role sahiptir. Kira öder gibi konut sahibi olmayı amaçlayan mortgage, belirli bir gayrimenkulün ipotek gösterilmesi suretiyle kredi alınması yöntemidir. Mortgage, konut sahibi olmak isteyenlerin uzun vadeli ve düşük faiz oranları ile konut sahibi olmasını amaçlayan bir sistemdir. Mortgage sisteminde, gayrimenkulüne ipotek konulmak suretiyle borçlanan taraf borcunu önceden belirlenen vadelerde ödemeyi taahhüt etmektedir. Borçlu borcunu belirlenen vadelerde ödemez ise, kredi veren taraf ipotek konulan gayrimenkulü satma ve alacağını bu tutardan tahsil etme hakkına sahip olmaktadır (Ateş, 2005: 50). Dünyada 2007-2008 döneminde ortaya çıkan küresel finansal dalgalanmanın kaynağı, ABD’de 2007 yılı Ağustos ayında başlayan mortgage krizidir. Piyasa yapısı, denetim eksiklikleri ve bu süreçte Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 44 izlenen politikalar sonuçta öngörülemeyen olumsuzluklara yol açmıştır (Tong ve Shang, 2008). Krizi ortaya çıkaran nedenler arasında, son dönemlerde ABD’nin gayrimenkul piyasasında ortaya çıkan aşırı fiyat artışları, konut kredisi alan riskli kişilerin bu kredileri geri ödememesi ve bunları önlemek amacıyla kullanılan finansal araçların etkin bir şekilde işletilememesi sonucu piyasaya sürülen milyar dolarlar sayılmaktadır (Ünal ve Kaya, 2009: 4). 2008 Mortgage krizinin başlıca nedenleri arasında mortgage kredilerinin yapısının bozulması, faiz yapısının uyumsuzlaşması, konut fiyatlarındaki şişmeler, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan sıkışıklık, kredi türev piyasaları alanının büyümesi ve kredi derecelendirme sürecindeki sorunlar yer almaktadır (Coşkun ve Balatan, 2009: 16). Küresel ekonomik krizin, ABD’de ortaya çıkışı ve gelişimi, dramatik bir olaylar zinciri neticesinde olmuştur. Bu süreci şöyle sıralamak mümkündür: Düşük faiz oranları, konut piyasasında oluşan balon, bu balonun patlaması, bankacılık sisteminin çökmesi, sistemi yeniden işler hale getirmek için harcanan çabalar, üretim hacminde ciddi düşüş, işsizlik oranlarında artış, durgunluk belirtileri, ekonominin düzelmesi amacıyla oluşturulan program ve bu programın finansmanı için kamu borcunda meydana gelen büyük artış (Öztürk ve Özdemir, 2010: 12). 2001 sonrası dönemde ABD ekonomisinin artan cari açıkları uluslararası likiditenin temel kaynağı haline gelmiştir. Mekanizmanın şu biçimde işlediği söylenebilir: ABD, cari açığı arttığında dünyaya daha fazla dolar ihraç etmeye başlamakta, ABD’nin dünya ekonomisine ihraç ettiği dolarlar gelişmekte olan ülkelerde döviz rezervi olarak biriktirilmektedir. Döviz rezervi biriktirme davranışı ABD tahvillerine olan talebi artırmakta, ABD tahvillerine yönelik talebin artması ABD’de iç faiz oranlarının düşmesine hizmet etmekte ve ABD’de iç faiz oranları düştüğünde Türkiye ekonomisi gibi ülkelere yönelik sermaye akımları artmaktadır. Bu açıdan ilginç olan nokta ABD ekonomisi cari açık vererek bütçe açığını da finanse etmekte ve bu süreçte temel olarak kur riski üstlenmekte yani ABD’nin dış kaynak kullanımı mali piyasalardaki dalgalanmalardan temel olarak etkilenmemekteydi. Bu çerçevede ele alındığında 2008 yılında ortaya çıkan kriz sürecinin arka planında ABD ekonomisinin yüksek cari açık verme davranışı bulunmaktadır ( Togay ve Köse, 2010: 19). Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, bu süreçte ABD Merkez Bankası FED, bir yandan Amerikan ekonomisini canlı tutmak, diğer yandan ise devlet borçlarını arttırmamak için düşük faiz 45 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 politikası izlemiştir. Bu politikanın aynı zamanda yüksek düzeyde seyreden cari açığın nisbi olarak daralmasına olumlu katkıda bulunacağı beklentisi de dikkate alınmıştır. Fakat genişletici para politikasının gereğinden fazla uzun sürdürülmesi sonucunda yaşanmakta olan krize giden sürecin piminin çekildiği yolundaki görüşler artan oranda kabul görmektedir ( MÜSİAD, 2009;28). Ancak bu krizi diğerlerinden ayıran çok temel farklılıklar da bulunmaktadır. İlk olarak, son kriz gerçek anlamda 'küresel' bir krizdir; zira dünyanın hemen hiçbir ülkesi krizden korunabilmeyi başaramamış, değişik kanallardan da olsa bir şekilde krizin yıkıcı etkilerine muhatap olmuştur. İkinci olarak, son finansal kriz 1929'daki Büyük Depresyon'dan bu yana dünyanın karşı karşıya kaldığı “en derin” ekonomik krizdir. Uluslararası Para Fonu (IMF), Ekim 2008 tarihli raporunda " dünya ekonomisi, gelişmiş finansal piyasaların 1930'lardan bu yana yüz yüze geldiği en tehlikeli şokla beraber büyük bir çöküşe girmiş bulunmaktadır" tespitiyle krizin vahametini ortaya koymuş bulunmaktadır (Aktaran: Kutlay, 2009: 58). 3.1. 2008 Küresel Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri Öte yandan, telekomünikasyonda yaşanan baş döndürücü gelişmeler küreselleşmeye ivme kazandırmıştır. Küreselleşme ile birlikte ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler de hızlanmıştır. Bu gelişmeler, ticarette ülkeler arası sınırların kalkmasına ve ekonomik ilişkilerin ilerlemesine yol açmıştır. Ancak, küreselleşme ile birlikte dünya ekonomilerini tehdit eden yeni durumlar ortaya çıkmıştır. Küresel ekonomik krizler bunlardan birisidir. 2007 yılının ortalarında ABD’de mortgage piyasasında başlayan finansal kriz, dünya ekonomileri üzerinde büyük etkiler yapmaktadır. Doğal olarak bu krizden Türkiye de etkilenmiş ve bazı makro ve mikro ekonomik göstergelerde olumsuzluklar yaşanmıştır. Türkiye ekonomisi son on yıl içerisinde 1999, 2000 ve 2001 olmak üzere üç önemli kriz geçirmiş, 2008 Ekonomik krizinin etkileri kısmen de hala devam etmektedir. Bu krizlerin üç tanesinde de ekonomiyi normalleştirmek için IMF ile stand-by anlaşmaları çerçevesinde istikrar programları uygulanmıştır. Fakat uygulanan istikrar programları başarılı olamamıştır. Bunun en önemli nedeni istikrar programlarının kalıcı ve bir bütün olarak uygulanmaması ve programların gerekli kredibiliteyi oluşturamamasıdır (Yıldırım, 2010: 49). Ekonomik krizin Türkiye ekonomisine etkileri hem finansal piyasalar hem de reel ekonomi üzerinde kendini göstermektedir. Türkiye Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 46 ekonomisi Cumhuriyetin kuruluş yıllarından günümüze kadar değişik boyutta ve özellikte krizlerle karşılaşmıştır. Bunlardan bir kısmı ekonominin iyi yönetilememesinden dolayı kendimizden kaynaklanmış, bir kısmı da dış ülkelerde oluşan krizlerden kaynaklanmıştır. Kendimizden kaynaklanan krizlere 2000 ve 2001 krizlerini, dışarıdan kaynaklanan krizlere de 1929 ve 1999 krizleri örnek verilebilinir. Ekonomik krizler genel olarak finansal piyasalarda başlamakta daha sonra reel ekonomiyi de etkisi altına alarak tüm ekonomiyi kapsamaktadır (Yıldırım, 2010: 49). 2000 sonrası, Türkiye ekonomisi ucuz kredi imkânları, ucuz ithalat ve düşük döviz kuru politikaları ile reel sektörü canlandırırken hedeflediği büyüme oranlarına da ulaşmış ancak bunun karşılığında önemli tutarlarda dış borçların artması ve cari açık sorunlarıyla karşılaşmıştır. Böyle bir ortamda dünya konjonktüründe yaşanan finansal kriz ve sonrası daralma hiç kuşkusuz Türkiye ekonomisini önemli ölçüde etkilemiştir (Susam ve Bakkal, 2008: 73). Hükümetin 2002 yılından itibaren kararlılıkla uyguladığı ekonomik ve mali politikaların sonucunda gelir ve giderler arasında uyumun gerçekleşmiş olması, bütçede etkinlik ve tasarruf artışı sağlamış, vergi gelirlerinde ise yüksek performans sayesinde bütçe gelirlerinde olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Bu çerçevede merkezi yönetim bütçe giderlerinin GSYH’ye oranı ile faiz giderlerinin bütçe içindeki GSYH içindeki oranı azaltılmıştır. Bütçe açığının belirgin şekilde düşürülmesiyle ve her yıl istikrarlı bir şekilde elde edilen faiz dışı fazla neticesinde kamu kesimi borçlanma gereğinde (KKBG) ve kamu borç stokunun GSYH’ye oranında önemli oranda düşüşler sağlanmıştır. Tablo 1’den görüleceği üzere, 2002 yılında %11,5 olan bütçe açığının GSYH içindeki payı 2007 yılı sonunda %1,6’ya gerilemiştir. Bu gerilemeye paralel olarak KKBG’nin GSYH içindeki paylarında da düşüşler kaydedilmiş, 2002 yılında %9,8 olan KKBG’nin GSYH içindeki payı 2007 yılında %0,07’ye gerilemiştir (Taban, 2011:6). 47 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Tablo 1. Temel Ekonomik Göstergeler(2002-2007) 2002 2003 2004 2005 2006 2007 GSYH(Cari Milyon TL) 350.476 454.781 559.033 648.932 758.391 843.178 Büyüme Hızı(%) 6,2 5,3 9,4 8,4 6,9 4,7 TÜFE(%) Bütçe Açığı/GSYH(%) 29,7 18,4 9,3 7,7 9,7 8,4 11,5 8,8 5,2 1,1 0,6 1,62 İşsizlik Oranı(%) 10,3 10,5 10,8 10,6 10,2 10,3 KKBG/GSYH(%) Kamu Net Borç Stoku/GSYH(%) Kamu Net Dış Borç Stoku/GSYH(%) Kamu Net İç Borç Stoku/GSYH(%) Cari Açık/GSYH(%) 9,98 7,32 3,63 -0,07 -1,88 0,07 61,4 55,1 49 41,6 34 29,5 25,2 17,2 13,4 6,5 4 1,3 36,2 37,9 35,7 35,2 30 28,1 0,3 2,5 3,7 4,6 6,1 5,9 Kaynak: Maliye Bakanlığı,2011. Borcun sürdürülebilirliği, borç yükünün makul seviyelere düşürülmesi ve bu düzeylerde tutulması, makroekonomik istikrarın sağlanması açısından en temel unsurlardır. Brüt borç stokunun dikkate alınması, bir ülkenin borç yükünün değerlendirilmesinde çoğu zaman yeterli olmamaktadır. Kamunun taşıdığı borç yükünün daha doğru bir şekilde ölçülebilmesi için kamu sektörünün mali yükümlülüklerinin yanı sıra sahip olduğu finansal varlıklarının da hesaba katılması gerekir. Diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de borçluluk düzeyinin analizlerinde en çok kullanılan göstergeler arasında kamu net borç stoku rakamları ile bunların GSYH’ye oranları yer almaktadır. 2002 yılında %61,4 olan kamu net borç stokunun GSYH’ye oranı, 2007 yılında %29,5 seviyesine gerilemiştir. Özellikle kamunun net dış borcunun GSYH’ye oranındaki azalış dikkat çekicidir. Bu oran 2002 yılında %25’in üzerinde iken 2007 yılının sonuna gelindiğinde %1,3’e gerilemiştir. Fiyat hareketlerine bakıldığında, 2002 yılı sonu itibariyle yaklaşık %30 olan TÜFE enflasyonu 2004 yılı ile birlikte tek haneli rakamlara düşmüştür. 2004 yılında %9,3 olan enflasyon oranı 2005 yılında %7,7’ye Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 48 gerilemiştir. 2006 sonu itibariyle de %9,7 gerçekleşen enflasyon oranı, 2007 yılında %8,4 olmuştur. 2002-2007 yılları arasında Türkiye ekonomisinde yaşanan iki olumsuz gelişme; yüksek büyümeye rağmen işsizlik oranlarının azaltılamaması ve cari işlemler bilançosunda sürekli ve büyük oranda açık vermesidir. 2002 yılında %10,3 olan işsizlik oranı, 2007 yılında da değişmemiştir. Cari açık yönünden ise, 2002 yılında %0,3 olan cari açığın GSYH’ye oranı, artan girdi ihtiyacı ve enerji fiyatları nedeniyle 2006 yılında %6,1’e yükselmiştir. 2007 yılında ise, ihracat artışının ithalat artışından hızlı gerçekleşmesi, bu oranı %5,9’a gerilemiştir (Taban, 2011:6). Kürsel boyutta yaşanan finansal kriz, ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerin yanı sıra özellikle bu ülkelerle ticari faaliyetleri olan ülkeler başta olmak üzere bütün ülkelerin makroekonomik değişkenlerini etkilemiştir. Bu etkileşimin boyutlarının ülke ekonomilerinin dışa açıklığı veya dışa bağımlılığı ile paralel olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye gibi gelişmekte olan ülke kategorisinde yer alan ülkelerin hem finansal piyasalarının hem de reel ekonomilerinin yaşanılan bu krizden etkilenmesi olağan bir gelişmedir. Çünkü Türkiye dış ticaret faaliyetlerinin önemli bir bölümünü krizin en yoğun yaşandığı Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle yapmaktadır. Bu nedenle, AB ülkelerinde yaşanan bir talep daralması, ihracatının büyük bir bölümü bu ülkelere olan Türkiye gibi ülke ekonomilerinin makro değişkenlerini olumsuz etkilemektedir. Türkiye’deki finansal piyasalar krizden beklendiği kadar olumsuz etkilenmemiştir. 2001 kriziyle finansal sistemini yeniden organize eden ve güçlendiren Türkiye, finansal krizden kolay sıyrılmış, ancak asıl etki reel piyasalarda hissedilmiştir (Macovei, 2009: 1). Ülkemiz reel kesimi, küresel krizden nasibini fazlasıyla almıştır. Küresel kredi musluklarının kısılması, kredi maliyetlerinin yükselmesi, yurtdışı pazarların daralması gibi daha birçok nedenden dolayı reel sektör büyük kayıplar yaşamıştır. Bu kayıplar, ülkemiz makro ekonomik göstergelerine de yansımıştır. Büyüme, işsizlik ve enflasyon rakamları, ülkemizin büyük çapta bir daralmayla karşı karşıya olduğunu göstermektedir. 3.1.1. Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi Finansal krizin reel ekonomik aktivite üzerindeki olumsuz etkileri; küresel ölçekte büyüme, ticaret hacmi ve sermaye hareketleri üzerinde daraltıcı etkisiyle birlikte derinleşmiştir (BDDK,2008:1-6). Gelişmiş ülkelerde başlayarak daha sonra gelişmekte olan ülkeler de dâhil tüm dünyayı şiddetli bir şekilde sarsan bu kriz sonucunda pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke resesyona girmiş ve ekonomik yavaşlama küresel 49 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 ölçekte daha da belirginlik kazanmaya başlamıştır (Berkmen vd. 2009:3). Gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkeler tarafından krize yönelik olarak alınan tüm tedbirlere rağmen, küresel finansal krizinin neden olduğu güven kaybı, ekonomik aktiviteyi küresel ölçekte yavaşlatarak büyüme oranlarının belirgin bir şekilde azalmasına neden olmuştur (Yılmaz, 2009:4). Küresel finansal krizinin Türkiye ekonomisine etkileri ekonomik büyümede gerileme ve işsizlikte artış ile reel sektörde kendini göstermiştir. Ekonomik büyümedeki gerilemenin en önemli nedeni ise yurtiçi ve yurtdışı talep yetersizliğidir (Togay ve Köse, 2010: 71). Tablo 2. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Yıl 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011Ç-1 2011Ç-2 2011Ç-3 Sabit Fiyatlarla (Milyon TL) 72,519 76,338 83,485 90,499 96,738 101,254 101,921 97,003 105,68 26,112 27,910 31,029 Gelişme Hızı (%) 6,2 5,3 9,4 8,4 6,9 4,7 0,7 -4,8 8,9 11,6 8,8 8,2 Cari Fiyatlarla (Milyon TL) 350,476 454,780 559,033 648,931 758,390 843,178 950,534 952,538 105,739 288,390 318,404 348,802 Gelişme Hızı (%) 45,9 29,8 22,9 16,1 16,9 11,2 12,7 0,20 16,0 19,2 19,2 17,4 Kaynak: TÜİK Tablo 2’ye göre 2002 den küresel finansal krizin etkisini gösterdiği 2008’e kadar Türkiye ekonomisi bir büyüme trendi yakalamıştır. 2002 yılında büyüme hızı %6,2 iken, krizin etkisini gösterdiği 2009 yılında % -4,8’ye kadar düşmüştür. 2010 yılında ekonomik büyüme %8,9 gibi beklenilmeyen bir büyüme oranı gerçekleşmiştir. Bu büyüme oranları Türkiye ekonomisinin krizden hızlı bir çıkışının göstergesi olmuştur. Aynı zamanda büyümede yakalana ivme 2011 yılı 1.çeyreğinde %11,6, 2. çeyreğinde %8,8 ve 3. çeyreğinde de %8,2 büyüme oranları gerçekleşmiştir. Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 50 15.268 10.067 14.188 8.559 14.959 10.438 13.905 9.240 12.891 7.586 11.394 7.022 10.168 5.764 8.790 4.559 3.492 18.000 16.000 14.000 12.000 10.000 8.000 6.000 4.000 2.000 0 8.667 Grafik 1. Kişi Başına GSYH($ Bin TL) 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Cari Fiyatlarla Satın Alma Gücü Paritesine Göre Kaynak: TÜİK 2001 yılının ikinci çeyreğinde büyümede sağlanan artışlar, ülkede kişi başına düşen GSYH miktarında da artışı beraberinde getirmiştir. TÜİK verilerine göre 2010 yılında kişi başına düşen GSYH değeri cari fiyatlarla 10.067 ABD Doları olarak hesaplanmış iken, bu değer 2002 yılında 3.492 ABD Doları olarak hesaplanmıştır (Grafik 1). Son 10 yılda kişi başına düşen gelirde gerçekleşen yaklaşık 3 kat artış, hem vatandaşların yaşam standardında olumlu değişiklikler meydana getirmiş hem de gelir dağılımı üzerinde pozitif etki yapmıştır. 2002 yılından buyana Türkiye, gelir düzeyindeki farklılıkta kaydettiği ilerlemeler ile AB ile arasındaki kalkınmışlık farkını kapatma sürecine girmiştir. 2002 yılındaki satın alma gücü paritesine göre, kişi başına milli gelir düzeyi ile AB ortalamasının %37’si seviyesinde bulunan Türkiye, 2010 yılı itibarıyla AB’nin %48 seviyesini yakalamış ve anlamlı düzeyde bir yakınsama sağlamıştır (Maliye Bakanlığı, 2011: 36). GSYH verilerindeki düzelmelerin, 2010 yılında piyasalardaki beklentilerin iyileşmiş olmasının ve kararlı politikalarla sürdürülen istikrarın oluşturduğu güven ortamının, ekonomiyi canlandırdığını söylemek mümkündür. Sermaye girişiyle beraber güçlü biçimde finanse edilen yatırımlar, büyümenin güçlü olmasını sağlamıştır. Harcamalar yönünden büyümenin kompozisyonu, iç ve dış talepteki ayrışmanın belirginleştiğini göstermektedir. İç talebe dayalı bir büyüme yaşanırken dış talep büyümeyi olumsuz yönde etkilemeye devam etmiştir. Özel 51 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 sektörün tüketim ve yatırım harcamalarındaki istikrarlı artışı, talep yönlü canlanmanın itici gücü olmuş ve büyümeyi önemli ölçüde tetiklemiştir. 2009 yılında harcamalar yönünden, krizin etkisiyle özel sektör yatırım ve tüketim harcamalarındaki düşüşler, GSYH’nin daralmasında etkili olurken; kamu sektörü tüketim harcamaları, iç ve dış talepteki daralmanın ekonomik faaliyetler üzerindeki olumsuz etkisinin azaltılmasında etkin bir rol üstlenmiştir. Kriz dönemlerinde GSYH’ye olumsuz katkıda bulunan stok değişimleri de 2009 yılında yaşanan daralmada önemli rol oynamıştır. Net ihracat ise bu dönemde büyümeye pozitif katkıda bulunmuştur. Bu durum, ithalatın ihracattan daha hızlı düşmesinden kaynaklanmıştır (Maliye Bakanlığı.2010: 31). Tablo: 2. Sektörel Büyüme Hızları 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 1.Ç 2.Ç 3.Ç 4.Ç 2009 1.Ç 2.Ç 3.Ç 4.Ç 2010 1.Ç 2.Ç 3.Ç 4.Ç Tarım 8.8 -2.0 2.8 7.2 1.4 -6.7 4.3 6.3 0.1 6.4 2.9 3.6 -1.2 6.2 4.4 2.1 1.6 0.8 1.7 0.0 5.1 Sanayi 4.6 7.8 11.8 8.7 10.2 5.8 -1.3 6.2 2.4 -2.0 -11.3 -8.6 -20.7 -13.0 -6.9 7.9 13.6 17.5 15.9 9.9 11.7 Hizmetler 4.8 4.1 9.7 8.6 7.1 6.4 2.3 7.3 4.6 1.5 -3.4 -1.8 -8.4 -4.7 -0.3 6.1 7.7 9.1 8.2 4.9 8.7 GSYH 6.2 5.3 9.4 8.4 6.9 4.7 0.7 6.9 3.5 1.1 -5.5 -4.8 -12.4 -6.9 -1.6 6.3 8.9 11.4 10.2 5.5 9.3 Kaynak: TÜİK verilerinden derlenmiştir. 2009 yılında büyümenin yaşandığı tek sektör tarım olmuştur. Ancak tarımın GSYH içindeki payı düşük olduğu için büyümeye katkısı sınırlı kalmıştır. GSYH içinde en büyük ağırlığa sahip olan ve büyümenin lokomotifi sayılan sanayi ve hizmetler sektörlerinde ise, 2009 yılında Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 52 daralmalar meydana gelmiştir. 2010 yılında tüm sektörlerde bir büyüme gözlenmiştir. Ekonomide gerçekleşen büyümenin altında yatan faktörlerden belki de en önemlisi, uygulanmakta olan ekonomi politikalarına piyasa aktörleri tarafından verilen güvenin devam etmesidir. Bu yüzden, küresel krizin devam ettiği dönemlerde özel sektör ve uluslararası yatırımcılar yatırım yapmaya devam etmiştir. Özel sektör ve uluslararası yatırımcılar tarafından gerçekleştirilen bu yatırımlar bir yandan ekonomide üretim kapasitesini artırırken, diğer yandan talep yoluyla ekonomik büyümeyi de hızlandırmıştır (Karagöl, 2011:2). Ekonomik büyümede ortaya çıkan bu tabloya göre, 2001 ekonomik krizinden sonra uygulanan mali tedbirlerin ve bankacılık sektöründe gerçekleştirilen reformların katkısı çok büyük olmuştur. Aynı zamanda, kriz sonrası dönemde makroekonomik dengelerin korunması, finansal istikrarın sağlanması ve enflasyonla mücadeleye devam edilebilmesi için uygulanan politikalar da gerçekleşen bu büyüme rakamlarına önemli bir katkı sağlamıştır. Bununla beraber, ekonomi yönetimi tarafından zamanında ve gerekli olduğu durumlarda uygulamaya koyulan politikaların küresel ekonomik kriz süresince gerçekleşen kesintisiz büyümeye katkısı yadsınamaz (Karagöl, 2011:2). 4. SONUÇ Türkiye’de bugüne kadar farklı zamanlarda ve etkileri farklı olan krizler yaşanmıştır. Ancak yaşanan bu 2008 küresel kriz diğerlerine pek benzememektedir. 2001 krizinin etkisinin ortadan kalkmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkan bu yeni kriz, Türkiye ekonomisini de diğer ülkelerin etkilendiği gibi etkilemiştir. Türkiye ekonomisi güncel küresel krizden ciddi biçimde etkilenmiştir. Krizden, çok hızlı girildiği gibi yine çok hızlı çıkılmış veya çıkılmakta oluşu bu gerçeği değiştirmemektedir. Türkiye ekonomisinin küresel krizden hızlı ve güçlü bir şekilde çıkmasında kamu maliyesi ve para politikasının kriz sürecinde zamanlı, hedef odaklı ve genel makro ekonomik dengeleri gözeten bir anlayışla uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır. 2002 sonrasında sağlanan istikrar ve yapısal dönüşüm sonucu elde edilen makroekonomik ve finansal yapının, küresel krizin etkilerine karşı ekonominin önemli bir dayanıklılık göstermesine katkıda bulunmuştur. Türkiye 2009 yılı son çeyreğinde başlayan güçlü büyüme eğilimi beş çeyrektir aralıksız devam etmektedir. Küresel kriz sonrası elde edilen büyümede ki bu başarının temelinde istikrarlı politikalardır. Türkiye ekonomisi, krizden diğer ülkelere göre daha hızlı ve güçlü bir şekilde çıkmıştır. Ekonomideki toparlanma, 2009 yılının ikinci çeyreğinden itibaren kendini hissettirmeye başlamış, yılın son çeyreğinde 53 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 GSYH yüzde 6 oranında büyüyerek hızlı bir toparlanma sürecine girildiğini göstermiştir. Nitekim 2010 yılının ilk çeyreğinde ve ikinci çeyreğinde çift haneli büyüme ile toparlanma süreci devam etmiştir. 2010 yılının ilk yarısında ulaşılan yüzde 11’lik büyüme performansıyla Türkiye ekonomisi kriz öncesi büyüklüğüne ulaşmış ve ikinci çeyreğe ait son verilere göre krizden çıkış sürecinde AB ve OECD ülkeleri arasında en hızlı ve güçlü büyüyen ülke olmuştur. Türkiye ekonomisinde de alınan tedbirler ve uygulamaya konulan ekonomik ve mali politikalar sonucunda, özellikle 2009 yılının ikinci yarısından itibaren küresel krizin olumsuz etkileri azalmaya başlamıştır. Yurt içi piyasalardaki belirsizliklerin azaltılarak ekonomide güven ortamının büyük ölçüde sağlanması ve ekonomideki talebin canlı tutulmasına yönelik tedbirler, kredi hacminin genişlemesi krizin etkilerinin giderilmesinde önemli rol oynamıştır. 2008 yılında tüm dünyada yaşanan küresel ekonomik krizin; 2009 yılında belirsizliklerin yoğun olarak yaşanmasına ve ekonomik faaliyetlerde önemli bir daralmaya neden olmasının ardından, 2010 yılı başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere, dünya ekonomisinin genelinde canlanma eğiliminin görüldüğü bir yıl olmuştur. 2010 yılında dünya ekonomisinde beklenen ekonomik faaliyetlerin canlanması; hükümetlerin mali canlandırma paketleri, merkez bankalarının para politikalarıyla destekleri ve tükenen stokların yenilenmesi gibi geçici ve kısa vadeli politikalarla sağlanabilmiştir. Ancak bu canlanmanın sürdürülebilir olması için bozulan mali yapının düzeltilmesine yönelik ve yapısal reformlarla da desteklenecek orta vadeli politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. 2008’de başlayan ve 2009’da bütün dünyayı etkisi altına alan küresel krizde yaşanan küçülmeden bu yana Türkiye, çok hızlı bir büyüme ivmesi yakalamış durumda. 2009’un son çeyreğinden bu yana büyümeye devam eden ekonomi, son iki yıldır beklentilerin ve tahminlerin üzerinde bir seyir izliyor. Birçok gelişmiş ülke krizden çıkmakta zorlanırken, Türkiye küresel krizin etkilerinden en hızlı kurtulan ülkelerin başında geliyor. TÜİK verilerine göre üretim yöntemiyle hazırlanan gayri safi yurtiçi hâsıla tahmininde, 2011 üçüncü çeyreğinde, bir önceki yılın aynı dönemine göre, cari fiyatlarla gayri safi yurtiçi hâsıla yüzde 17,4’lük artışla 348 milyar 802 milyon liraya çıktı. Sabit fiyatlarla ise bu dönemde ekonomi, yüzde 8,2’lik büyümeyle 31 milyar 29 milyon lira oldu. Türkiye bu rakamlarla gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri temsil eden OECD, AB ve G20 ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranına ulaştı. Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 54 Sıkı bir mali disiplin çerçevesinde uygulanan kararlı politikalar Türkiye’nin ekonomik programının temel unsurları olup, enflasyonun düşmesine bağlı olarak ekonomide hızla büyüme kaydedilmesinde önemli rol oynamaktadır. Türkiye, güvenilir makroekonomik politikaların yanı sıra, geniş kapsamlı ve uzun vadeli bir yapısal dönüşüm programını da uygulamaya devam etmektedir. Diğer ülkelerdeki uygulamalarla karşılaştırıldığında, Türkiye’nin özellikle yapısal ve kurumsal değişiklikleri hızla ve büyük bir başarıyla hayata geçirdiği görülmektedir. Finans sektörünü yeniden yapılandırarak, kamu sektöründe yönetim anlayışını iyileştiren ve iş ortamını geliştiren Türkiye, bu alanlarda büyük mesafe kaydetmiştir. Kapsamlı ekonomik reformlarla birlikte uygulanan isabetli ekonomi politikaları neticesinde Türkiye ekonomisi, geçtiğimiz sekiz yıl boyunca istikrarlı bir büyüme sergilemiştir. Kararlı bir şekilde uygulanan yapısal reformlar ve başarılı makroekonomik politikalar, Türkiye’nin bölgesinde en hızlı büyüyen ekonomiler arasına girmesini sağlamıştır. Türkiye ekonomisinin küresel krizden hızlı ve güçlü bir şekilde çıkmasında kamu maliyesi ve para politikasının kriz sürecinde zamanlı, hedef odaklı ve genel makro ekonomik dengeleri gözeten bir anlayışla uygulanması sonucu önemli rol almıştır. Türkiye’nin büyümedeki yüksek performansını sürdürebilmesi için özel sektör yatırımlarındaki artışın devamlılığını sağlayacak ve ihracatta artışı gözetecek tedbirler alması gerekmektedir. İhracatımızda kalıcı bir artışın sağlanabilmesi ve yatırım ortamının iyileştirilebilmesi için de stratejik bir yaklaşımın geliştirilmesi son derece önemli olacaktır. 55 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 KAYNAKÇA Afşar M., (2004), Finansal Küreselleşme ve Türk Bankacılık Krizleri Üzerine Etkisi, T.C. Anadolu Ünv yayınları, No:1558, Eskişehir. Ateş, K. (2005), Amerika Birleşik Devletlerinde Mortgage Uygulamasında Vergi, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı:285, 50-53. Bauman Z., (1998), Küreselleşme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. BDDK . (2008), Finansal Piyasalar Raporu, Sayı: 12, Aralık 2008 BBDK, 2008, ABD Mortgage Krizi http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Rapo rlari/5176ABDMORTGAGE05082008x.pdf.Erişim Tarihi: 11.04.2011. Berkmen, Pelin Gaston Gelos, Robert Renhack and James P. Walsh (2009), The Global Financial Crisis: Explaining Cross-Country Differences in the Output Impact, IMF Working Paper, WP/09/280, http://www.imf.org.15.03.2012. Bozkurt, V. (2000). Küreselleşme: Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar, İş Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, 2(1), 1-12. Coşkun, Y.S. ve Balatan, Z. (2009), Küresel Mali Krizin Bankacılık Sektörüne Etkileri ve Türk Bankacılık Sektörünün Veri Zarflama Yöntemi İle Bilânçoya Dayalı Mali Etkinlik Analizi, 12. İktisat Öğrencileri Kongresi, 7-8 Mayıs 2009 İzmir Eroğlu, Ö. ve Albeni, M. (2002), Küreselleşme, Ekonomik Krizler ve Türkiye, Bilim Kitabevi Isparta Freeman, A, (1998), “Dünyanın Sonunun Sonu mu?”, Çev:Sungur Savran, İktisat Dergisi, Sayı:385, (Aralık), s.54-65. Güloğlu, B. Ve Altunoğlu E. (2002), Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri, İstanbul Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı:27. Kar, M. Ve Günay, E. (2003). Küreselleşme, Bölgeselleşme ve Entegrasyon Teorisine Giriş, (Ed: Muhsin Kar ve Harun Arıkan), Avrupa Birliği Ortak Politikalar ve Türkiye, İştanbul: Beta Basım A.Ş, s.3-27. Karacan, A. Ġ. (1996), Bankacılık ve Kriz, Finans Dünyası Yayınları, İstanbul. Karagöl, E.T.(2011), GSYİH 2011-II. Çeyrek( Nisan, Mayıs Haziran) Değerlendirmesi, www.setav.org.(12.12.2011) Kibritçioğlu, A. (2001), Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Cilt 1, Sayı 41, 174-182. Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 56 Kutlay, M. (2009), “Küresel Finansal Krizin Türk Ekonomisine Etkileri: Türkiye’nin Kalkınması Önünde Engel mi, Fırsat mı?”, USAK, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 12 Eylül 2009, http://www.usak.org.tr/haber.asp?id=210(25.2.2010) Kutlu, E. (1998), Küreselleşme ve Etkileri, Anadolu Üniversitesi, İ.İ.B.F Dergisi, 14(1- 2)Yayın No:1068,0363-386. Macovei, M., (2009). Growth and Economic Crises in Turkey: Leaving Behind A Turbulent Past, European Commission, Economic and Financial Affairs, Belgium. Maliye Bakanlığı, (2010),Yıllık Ekonomik Rapor, http://www.sgb.gov.tr/Sayfalar/YillikEkonomikRapor.aspx (12.6.2011) Maliye Bakanlığı, (2011),Yıllık Ekonomik Rapor, http://www.maliye.gov.tr/Sayfalar/YillikEkonomikRapor.aspx(17 .2.2012) Mishkin, F.S . (2001), Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emerging Market Countries, NBER Working Paper Series, 8087, January. MÜSİAD, 2009, Yine Kriz, Yeni Dersler, Türkiye Ekonomisi Araştırma Raporları Öztürk, S. ve Özdemir, A. (2010), Küresel Krizin Ekonomik Etkileri: Küreselleşmenin Krizi, www.ozal.congress.inonu.edu.tr/pdf/131.pdf (Erişim Tarihi:11.02.2011). Öztürk, S. ve Gövdere, B. (2010), Küresel Finans Kriz ve Türkiye Ekonomisine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2010, C.15, S.1 s.377-397. Stiglitz, E.J., 2002. Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Çev.: A. Taşçıoğlu, D. Vural, Plan B Yayınları, İstanbul. 298 s. Susam, N ve Bakkal, U. (2008), Kriz Süreci Makro Değişkenleri ve 2009 Bütçe Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek? Maliye Dergisi, Sayı 155, Temmuz- Aralık 2008 Taban, S. (2011), Küresel Finans Krizi Öncesi ve Sonrası Dönemde Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Dinamikleri www.setav.org. ( Erişim Tarihi:10.04.2011). Taylor, J.B. (2009), The Financial Crisis and The Policy Responses: An Emprical Analysis of What Went Wrong, NBER Working Paper 14631, January, http://www.nber.org ( Erişim Tarihi:12.02.2011). TÜİK. (2009), Türkiye İstatistik Yıllığı, 176 57 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Togay, S. ve Köse, N. (2010), Küresel Ekonomik Krizin Türkiye’de Reel Sektöre Yansımaları, Milli Prodüktive Merkezi Verimlilik Raporu, Ankara Tong, H and Shang-J. W. (2008), Real Effects of Subprime Mortgage Crisis: Is It a Demand or a Finance Shock? NBER Working Paper 14205 http://www.nber.org ( Erişim Tarihi:12.02.2011). Ünal, A. ve Kaya, H. (2009), Küresel Kriz ve Türkiye, Ekonomi ve Politika Araştırmaları Merkezi, İstanbul. Yaprak, Ş. (2009), “Ekonomik Krizlerin İstihdama Yansıması”, Ekonomi Bilimleri Dergisi, Cilt 1, Sayı2. Yeldan, E. (2002), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları, İstanbul. Yıldırım, S. (2010), 2008 Yılı Küresel Ekonomi Krizinin Dünya ve Türkiye Ekonomisine Etkileri, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi Cilt:12, sayı:18, 47-55, Yılmaz, D. (2009), 77.Olağan Genel Kurul Toplantısı Açış Konuşması, TCMB, 14 Nisan 2009, Ankara, http://www.tcmb.gov.tr ( Erişim Tarihi:09.02.2011). . Serhat KUZUCU / 58 GÜRCİSTAN BÖLGESİNDE OSMANLI-RUS NÜFUZ MÜCADELESİ (1774-1792) Dr. Serhat KUZUCU Özet Bu çalışmada Osmanlı Devleti ile Rusya’nın Kafkaslarda önemli bir konuma sahip olan Gürcistan bölgesindeki hâkimiyet mücadelesi değerlendirilmiştir. İki devlet arasındaki XVIII. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan siyasi mücadelelere yer verilerek, bu sürecin Gürcistan’a yansımaları ve Rusların Gürcistan’ı nasıl himaye altına aldığı incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Gürcistan, Osmanlı Devleti, Rusya OTTOMAN-RUSSIA POWER STRUGGLE OVER GEORGIA (1774-1792) Abstract In this study, the struggle for dominance between Ottoman Empire and Russia over Georgia region which has an important position in the Caucasus iss evaluated. The political struggles between two states in the last quarter of 18th century are mentioned; and reflections of the process on Georgia and how the Russians domineered Georgia are examined in detail. Key Words: Georgia, Russia, The Ottoman Empire Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Tarih Bölümü [email protected] 59 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Giriş Gürcistan bugünkü Kafkasya bölgesinin orta kısmında Kür Nehri havzasında yer almaktadır. Gürcistan’ın batısında Eger dağları, kuzeyinde Kafkasya sıra dağlarının orta bölümü, güneyinde Ermenistan ve doğusunda ise bugünkü Azerbaycan yer almaktadır129. Kafkaslarda oldukça önemli bir konuma sahip olan Gürcistan, tarih boyunca, Bizans, İran, Hazar gibi birçok devletin hâkimiyeti altında kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin Anadolu’nun kuzey-doğusunda bulunan Gürcistan bölgesiyle ilgilenmesi XV. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u fethettikten sonra Gürcistan’ın güneybatısına akınlar düzenleyerek, Batum ve çevresini 1479 yılında ele geçirmiştir. I.Selim’in Trabzon valiliği döneminde Gürcü krallıklarından Güryel ve İmeret krallıkları itaat altına alınarak haraca bağlanmıştı. Böylece Osmanlı hâkimiyeti Gürcistan içlerine kadar ulaşmıştı. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’nı kazanması ile Kartli ve Kahet (Kahetya) krallıklarının da yer aldığı Doğu Gürcistan Osmanlı hâkimiyetine girdi. Ancak Yavuz Sultan Selim’in vefatından sonra, bu bölge Safevi Devleti’nin eline geçti130. 1. Gürcistan’ın Rus Hâkimiyetine Geçmesi XVIII. yüzyılın başlarında Kafkaslarda üçüncü bir güç olarak Rusya ortaya çıkmıştı. Çar I. Petro takip ettiği sıcak denizlere inme politikası gereği Kafkaslardaki gelişmeleri yakından takip etmekte ve fırsat kollamaktaydı. İşte bu sırada Safevi Devleti’nde başlayan siyasi istikrarsızlık I. Petro için bulunmaz bir fırsat oldu. Rus kuvvetlerinin Hazar Denizi’nin batı kıyılarını ele geçirmek üzere harekete geçmesi karşısında, Osmanlı Devleti de hemen hazırlıklara girişti. Rusya, bölgeye düzenlediği askeri harekât ile Derbend ve Bakü kıyılarını zapt ederken, Osmanlı kuvvetleri de harekete geçerek Kartli ve buraya bağlı olan Tiflis ve Gori gibi büyük şehirleri zapt etti. Bölgede başlayan karşılıklı askeri harekâtların iki devlet arasında muhtemel bir savaşa dönüşmesi, Fransa’nın çabaları ile önlendi. Fransa iki taraf arasında arabulmak için sarf ettiği gayretler sonucunda, iki taraf 1724 yılında İstanbul’da bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşma sonucunda, Gürcistan’ın Kartli ve Kahet bölgeleri Osmanlı Devleti’nin idaresine girdi ise de, bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti fazla sürmedi. Nitekim 1732 yılında Safevi Devleti’nin başına geçen Nadir Şah, gerek Osmanlılara gerekse Ruslara karşı başlattığı 129 130 Mirza Bala, “Gürcistan”, İA, IV, s. 837. Hüsamettin M. Karamanlı, “Gürcistan”, DİA, XIV, s. 314. Serhat KUZUCU / 60 seferler sonunda bu bölgedeki birçok şehri geri aldı. Tiflis ve civarındaki birçok kale de savaşsız olarak Safevi Devleti’nin hâkimiyetini tanıdı. Böylelikle Nadir Şah, Osmanlı Devleti’ne ve Rusya’ya kaptırılan Gürcistan’daki topraklarını geri almış oldu. Nadir Şah hiç vakit kaybetmeden bu bölgede yeni bir yapılanma içerisine girerek, Tiflis, Şirvan, Gence-Karabağ, Tebriz ve Revan bölgelerini Azerbaycan Vilayeti olarak birleştirdi. Fakat 1735–1744 yılları arasında Kartli ve Kahet’te art arda çıkan isyanlar sonucunda Nadir Şah, Tiflis bölgesini Azerbaycan Vilayeti’nden ayırmak zorunda kaldığı gibi, II. Teymuraz’ı Kartli’nin oğlu İrakli’yi (Heraclius) de Kahet’in kralı olarak tanıdı. II. Teymuraz’ın ölümünün hemen akabinde 1762 yılında İrakli, Kartli ve Kahet bölgesini de kendi idaresi altına alarak bütün Doğu Gürcistan’ın kralı oldu131. Öte taraftan Rusya’da II. Katerina’nın tahta çıkması ile birlikte Petersburg’un emperyalist emelleri daha bir hız kazandı. Bu dönemde özellikle Rusya’nın Karadeniz, Kafkasya ve Asya bölgesine yönelik istila politikası yeniden başladı. II. Katerina ilk olarak Mozdok şehrini inşa ederek, Terek üzerindeki savunma hattını tahkim etmekle işe başladı. 1769 yılında tahkim edilmiş olan Mozdok şehri civarına “Mozdok Kazakları Alayı” denilen Kazaklar için Meken, Naura, İçsara ve Kaluçay gibi köyleri kurdurdu. Tüm bu imar ve tahkim çalışmalarının yanı sıra bu dönemde Kafkas bölgesinden sorumlu olan General Von Medem’e bölgenin işgalini kolaylaştırmak için, burada yaşayan milletler arasına nifak sokması ve kargaşa çıkarması için emirler gönderdi132. 1768 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1768–1774 Savaşı patlak verdi. II. Katerina bu savaşı kendi lehine çevirmek için, 1769 yılında Gürcistan’la ittifak kurdu. Böylece Gürcü Devleti’nin potansiyel askeri gücünden faydalanma imkânı sağladı133. İttifakın kurulması ile birlikte, II. Katerina, General Todleben idaresinde bir Rus ordusunu Kafkas Dağları silsilesinin orta taraflarına gönderdi. Bu orduya Gürcü Kralı İrakli’nin askerleri de dâhil oldu. General Todleben ve emrindeki birlikler Daryal Boğazı’nı izleyerek Kafkas Dağları’nı aşmayı başardılar134. 131 Mirza Bala, “Gürcistan”, İA, IV, s. 843; H. M. Karamanlı, “Gürcistan”, DİA, XIV, s. 315. 132 W. Giray Cabağı, Kafkas-Rus Mücadelesi, İstanbul, 1967, s. 30–31; A. M. Ataç, Rusya Tarihi Türkler ve Komşularıyla Münasebetleri, Ankara, 1953, s. 94. 133 BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 5/170 (H. 08 Şaban 1183). 134 N. Luxembourg, Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz Politikası ve İmam Şamil, (çev. Sedat Özden) , İstanbul, 1998, s. 26; W. G. Cabağı, Kafkas-Rus Mücadelesi, s. 31. 61 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Neticede, 1774 yılında Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaşı sonlandıran Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı135. Bu antlaşmayla birlikte Rusya çok önemli kazançlar elde ederken, Gürcistan Rusya’yla yaptığı ittifaktan hiçbir fayda görmedi. Sadece Kartli ve Kahet Kralı II. İrakli Han bir süre de olsa Osmanlı Devleti’nden gelecek saldırılardan kurtulmuş oldu. Ancak, Osmanlı yönetimi bundan sonra da II. İrakli’ye karşı bölgede yaşayan Müslüman dağlı halkları desteklemeyi sürdürdü. II. İrakli Han, tüm bu problemlerle uğraşırken bu dönemde yeniden İran tehlikesi ortaya çıktı. İran tahtını ele geçiren Ali Murat, selefi Kerim Han’ın politikasını değiştirerek, Gürcistan’a yönelik istilacı bir siyaset izledi. II. İrakli Han tüm bu sebeplerden dolayı çaresiz bir şekilde yeniden kuzey komşusu ve dindaşı Rusya’dan yardım istemek zorunda kaldı. Çariçe II. Katerina bu yardım talebine hiç tereddüt etmeden olumlu yanıt verdi ve bu hususta Kafkas orduları başkumandanı General Potemkin’e gerekli talimatları iletti. Bu sırada yoğun bir şekilde Kırım’da Rus hâkimiyetini sağlamlaştırmakla meşgul olan Potemkin, yeğeni komutasında bir orduyu Gürcistan bölgesine gönderdi. Onun emri ile harekete geçen yeğeni, kendisine sunulan bu fırsatı iyi değerlendirmek için gerekli hazırlıkları yapmaya başladı. Fakat bu dönemde birkaç dağ patikası dışında Kafkas Dağ silsilesini aşan yol henüz mevcut değildi. Daryal bölgesinden geçerek Kazbek ve Kobi yönünde devam eden yol da kaya ve buz yuvarlanması gibi tehlikelerden dolayı pek güvenli değildi136. Bu yüzden olacak ki, General Potemkin, dağı aşan patikayı bir yol haline getirmek ve genişletmek için çalışmalar yapmaya başladı137. Gürcistan Kralı II. İrakli, 24 Haziran 1783 tarihinde Gori şehrinde topladığı meclisin fikrini ve onayını aldıktan sonra Rusya’dan yardım talebinde bulunmuştu. Çariçe II. Katerina’nın da bu teklife olumlu cevap vermesiyle birlikte, 24 Temmuz 1783 tarihinde Geogievsk (Gheorgoievsk) şehrinde iki devlet arasında on üç maddeden oluşan bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmayla Gürcistan Rusya’nın koruması ve 135 Bu antlaşmanın tüm maddeleri için bkz. BOA, A.DVN. DVE. D.83/1, s. 144–152; Muâhedât Mecmûası, III, s. 254–273; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Ankara, 1953, s. 121–135. 136 John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, İstanbul, 1989, s. 49– 50. 137 BOA, Hatt-ı Hümayun, DN:12/445 (H. 19 Ramazan 1197). Serhat KUZUCU / 62 himayesi altına girdiğini beyan etmekteydi 138. İki devlet arasında varılan antlaşmanın maddeleri ise şunlardı139: 1) Kartli ve Kahet memleketlerine hâkim olan Tahmuras oğlu II. İrakli gerek İran gerekse başka bir devlete tabiiyetinden vazgeçerek, Rusya’nın himayesine girecek, gerektiğinde Rusya’ya yardımcı olacaktır. 2) Rusya da II. İrakli’nin taahhüdünü kabul edecek, onun sahip olduğu ve bundan sonra sahip olacağı mülkünü korumaya zaman ayıracaktır. 3) Bundan sonra veraset yoluyla Gürcistan kralı olacak kişi önce Rusya’ya durumu bildirecek, Rusya da bunu kabul ettiğine dair kendisine senet, sancak, kılıç, asa, kalkan ve kablı elbise göndererek krallığını onaylayacaktı. Bununla beraber atanan kral, artık Rusya’nın himayesinde ve kontrolü altında olduğuna dair yemin edecekti. 4) Gerek Gürcistan hududunda bulunan Rus kumandanının gerekse Rus elçisinin haberi olmadan Gürcistan kralı etraftaki devletlerle muharebe etmeyeceğini taahhüt etmektedir. Şayet muharebe yapmak gerekirse hudut kumandanı ve Rus elçisinin onayı ve yardımı olmadan hareket etmeyecektir. 5) İki devlet elçileri karşılıklı olarak birbirlerinin memleketlerinde ikamet edebilecek, Rusya Çarı bunlara kıdemlerine göre rütbe verecektir. 6) Gürcistan kralının hükmü altındaki halkı Rusya kendisine müttefik sayacak, bu halka düşman olan devlet veya milleti Rusya da düşman bilecektir. Osmanlı Devleti veya başka büyük bir devlet ile yapılacak antlaşmada mülki idare yetkisini, salyane ve sair işlerini Rusya kralının onayına verecektir. 138 Alexandre Grigoriantz, Kafkasya Halkları, Tarihi ve Etnografik Bir Sentez; Çerkezler, Abhazalar, Svanlar, Osetler, Çeçenler, İnguşlar, Gürcüler, Dağıstanlılar, (çev. Doğan Yurdakul) İstanbul, 1998, s. 30; İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958, s. 373; N. Luxembourg, Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz Politikası ve İmam Şamil, s. 35; W. G. Cabağı, Kafkas-Rus Mücadelesi, s. 33; Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 36. 139 Ahmet Vâsıf Efendi, Mehâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (haz. Mücteba İlgürel) Ankara, 1994, s. 76–78; Ahmed Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi- Ahmed Câvid Bey’in Müntehabâtı, (haz. Adnan Baycar), İstanbul, 2004, s. 536–537; Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti, İstanbul, 1979, s. 75–77. 63 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 7) Gürcistan kralı şunu taahhüt eder ki, askerleriyle bundan sonra devamlı olarak Rusya’nın hizmetine amade olup, emektarlarını, yani Rusyalı olup Gürcistan’da vazife görenleri uygun bir şekilde kıdem sırasıyla memur ve rütbelerinden üstün tutacaktır. 8) Rusya’nın onayıyla Kartli ve Kahet memleketlerinin başpiskoposu Rusya kralının sekizinci dereceden olan metropolitleriyle aynı kıdemde olup bunların yaptıklarını yapmaya gerekli yetkiye sahip olacaktır. 9) Gürcistan asilzadeleri, Rusyalı asilzadelerin imtiyazlardan aynen istifade edeceklerdir. sahip oldukları 10) İki taraf da karşılıklı olarak birbirlerinin memleketlerini vatan edinebileceklerdi. Bunlardan biri tekrar eski memleketine dönmek isterse buna engel olunmayacaktı. Rusya’nın aracılığıyla harp veya antlaşmayla serbest bırakılan elçilerin ücretleri ve yol masrafları verilerek ülkelerine gönderilecektir. Gürcistan kralı da aynı şekilde davranacaktır. 11) İki devlet karşılıklı olarak birbirlerinin ülkesinde ticaret yapmakta serbest olacak ve tüccarlara gerekli imtiyazlar verilecektir. 12) Bu antlaşma ebedi olarak yürürlükte kalacaktır. 13) Antlaşma tasdiknameleri altı ay içerisinde veya daha evvel mübadele edilecektir. Bu antlaşma uyarınca Tiflis önlerine gelen Rus birlikleri, 3 Kasım 1783 tarihinde şehre girdiler. Bu durum karşısında Gürcü halkı ciddi bir tepki göstermedi. Sadece Gürcü ordusunda görev alan bazı birlikler ile birkaç Gürcü prensi ve dağlık alanlarda oturan ve durumu kabullenemeyen birkaç kabile, neticesi olmayan bazı muhalif hareketlerde bulundular140. 2. Kafkaslarda Osmanlı-Rus Mücadelesi Rusların, Kırım Hanlığı’ndan sonra Gürcistan’ı da bu şekilde kontrolü altına alması, Osmanlı Devleti’nde ciddi bir endişe yarattı. Bu durum üzerine Osmanlı yönetimi Azerbaycan ve Dağıstan hanlarına mektuplar yazarak onların Gürcistan ve Rusya üzerine akınlar yapmalarını istedi. Aynı şekilde Tebriz hanı da Rus ilerleyişinden endişe ederek, Gürcistan’la ittifak eden Rusların amacının İslâm hanlıklarını 140 J. F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, s. 50; İ. Berkok, Tarihte Kafkasya, s. 373–374. Serhat KUZUCU / 64 ortadan kaldırmak olduğunun altını çizerek, civar İslâm hanlarının “yek dil ve yek cihet” olması gerektiğini belirterek141, Osmanlı Devleti’nin endişelerini paylaşmaktaydı. Aynı kaygıları taşıyan Hoy Hanı Ahmet Ali Han da bu doğrultuda İslâm hanlarının Rusya’ya karşı birleşmesi hususunda hemfikirdi 142. Rusya’nın, Kafkas bölgesindeki bu istilacı politikasına karşı bir an önce mücadele başlatılmasını isteyen, başta Tebriz ve Hoy hanları olmak üzere, Dağıstan Akuşa Kadısı, Dağıstan Kumuk Valisi Muhammed Han, Öşem hanı ve Erdebil hâkimi, Çıldır Valisi Süleyman Paşa’ya gönderdikleri mektuplarda Osmanlı Devleti’nin yanında harbe hazır olduklarını açıkladılar143. II. Katerina bir yandan Tiflis bölgesine asker sevk ederken diğer taraftan da İran ve Dağıstan hanlarına elçiler ve hediyeler göndererek onları kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Fakat bölge hanlıkları Rusya’nın istilacı politikalarından bıkmış olsalar gerek, genel olarak onlarla ittifaka yanaşmak istemiyorlardı144. Artık Rusya ve Osmanlı Devleti yavaş yavaş bir harbin eşiğine gelmekte olduğu gayet açıktı. Nihayet iki devlet arasında 1787 yılında yeni bir savaş patlak verdi145. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan ve 1787 yılının Ağustos ayına kadar yaklaşık on üç buçuk yıl süren barış ortamı bu şekilde son bulmuş oldu. Savaş ilanıyla birlikte, Osmanlı ordusunun başına Serdar-ı Ekrem olarak Sadrazam Koca Yusuf Paşa getirildi146. Osmanlı Devleti savaş için hazırlık yaptığı esnada Avusturya elçisi Herbert Ratkal, tercümanı ile Bâb-ı Âli’ye gönderdiği mektupta ülkesinin Rusya’nın müttefiki olarak Osmanlı Devleti’ne harp ilan edeceğini açıkladı ve bu açıklamasının akabinde de İstanbul’u terk etti147. Avusturya’nın almış olduğu savaş kararı ile birlikte Osmanlı Devleti gerek ekonomik gerekse askeri açıdan hiç de hazır olmadığı bir savaşta bu sefer Rusya ile birlikte Avusturya gibi güçlü bir devlete karşı 141 BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-F (H. 29 Zilhicce 1197). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-G (H. 29 Zilhicce 1197). 143 BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 3/79 (H. 29 Zilhicce 1198); BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 2/35 (H. 29 Zilhicce 1200); BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 2/35-A (H. 29 Zilhicce 1200). 144 BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 28/1338 (H. 09 Muharrem 1200). 145 BOA, Cevdet Hariciye, DN: 136/6759 (H. 10 Zilkade 1201). 146 BOA, Cevdet Hariciye, DN: 136/6759 (H. 10 Zilkade 1201). 147 BOA, Cevdet Hariciye, DN: 83/4133 (H. 29 Cemaziyelevvel 1202). 142 65 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 karşıya kaldı. Bu savaşın ilk sıcak çatışması 1788 yılında Avusturya ile Tuna Nehri civarında yaşandı. Daha sonra Rus birlikleri ile de Osmanlı ordusu arasında da cephede mücadele başladı. İki devlete karşı yürütülen bu savaş ağrılıklı olarak Belgrat, Özi, İsmail ve Maçin bölgelerinde yani Karadeniz’in kuzey ve kuzeybatı kısımlarında da geçmesine karşın Kafkasya bölgesinde de Ruslarla mücadele yaşandı148. Ruslar savaşın başlamasını (1787) müteakip geneli Kazaklardan oluşan 15 bin kişilik bir birlikle Kuban’ı geçirdiler. Amaçları Anapa-Tsemez’i ele geçirip Kafkasya’daki Osmanlı varlığını sonlandırmaktı. Fakat Rus birlikleri Kuban’ı geçer geçmez özellikle Çerkez kabilelerinin yoğun direnişiyle karşılaştılar. Yaklaşık kırk gün kadar süren mücadele sonunda Ruslar net bir sonuç elde edemediler. Bu gelişme sonrası General Potemkin’in General Tekeli’yi Anapa Kalesi’ni ele geçirmesi için görevlendirdiği haberi alındı. Bunun üzerine Koca Yusuf Paşa, Anapa seraskerliğine Battal Hüseyin Paşa’yı atayarak 10 bin asker tedarik edip hemen Anapa Kalesi’ne yardıma gitmesini emretti149. Fakat bu esnada Samsun’da bulunan Battal Hüseyin Paşa çeşitli bahaneler ileri sürerek Anapa’ya gitmedi. General Tekeli komutasındaki Rus birlikleri ise bu fırsatı iyi değerlendirmek adına Anapa Kalesi’ni kuşatma altına aldı. Ancak General Tekeli bu bölgede bulunan kabilelerin yoğun direnişi karşısında daha fazla zayiat vermemek için kuşatmadan vazgeçerek, birliklerini Kuban tarafına çekmek zorunda kaldı. Bu mücadele esnasında ciddi kayıplar veren kabile beyleri Rusların yeni bir saldırısından çekinerek Battal Hüseyin Paşa’nın bir an önce gelmesi yönünde isteklerini içeren mektupla beraber elçi olarak Mehmet Bey’i İstanbul’a yolladılar150. Mehmet Bey İstanbul’a ulaştığında Osmanlı Devleti’nde saltanat değişikliği olmuş ve III. Selim (1789) tahta çıkmıştı. Mehmet Bey Kafkasya’da yaşananları ve Battal Hüseyin Paşa’nın tutumunu arz etmesi üzerine III. Selim oldukça sert bir ferman ile Battal Hüseyin Paşa’nın derhal Anapa’ya gitmesini emretti. Anapa ve Soğucak taraflarına gönderilmek üzere ise Canik, Karahisar-i Şarki ve Amasya gibi 148 Bu savaş hakkında daha geniş bilgi için bkz. Serhat Kuzucu, Osmanlı-Rus Savaşı, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), Elazığ, 2012. 149 Özcan Tatar, “1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Trabzon ve Çevresinin Yeri ve Önemi”, Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu, (3-5 Mayıs), Trabzon, 2001, s. 224; A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi, s. 698–699. 150 A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi, s. 699. Serhat KUZUCU / 66 sancaklardan toplam 17 bin nefer askerin de hazırlanması talimatını verdi151. Battal Hüseyin Paşa, bu sefer Anapa’ya gitmek zorunda kaldı. Anapa Kalesi’ne ulaştığı esnada Rus birliklerinin Anapa Kalesi’ni kuşatmak için Mahuşi köyüne taarruz ederek, Kuban Nehri kenarında oturan kabilelere saldırdıkları haberi ulaştı. Battal Hüseyin Paşa hemen kale muhafızı Mustafa Paşa’yı başbuğ olarak atayarak yeteri kadar asker ve mühimmatla Rus birliklerinin üzerine gönderdi. Ancak Mustafa Paşa Rus birliklerine mağlup olup Anapa Kalesi’ne geri dönmek zorunda kaldı. Bu başarılarından sonra Rus birlikleri 7 Mart 1790 tarihinde Anapa üzerine saldırdı. Fakat Ruslar bu taarruzdan da bir sonuç alamadı. Bu saldırı sonrası Mustafa Paşa(,) aniden harekete geçerek Şayka köyünde bulunan Rus birliklerinin üzerine yürüdü. İki taraf arasında başlayan mücadele üç dört saat sürdüyse de, Osmanlı askerleri mağlup olarak Anapa Kalesi’ne geri çekildiler. Rus kuvvetleri, Osmanlı askerini takip ederek Anapa’nın üzerine yürüdüyse de başarısız oldu ve geri çekilmek zorunda kaldı. Mustafa Paşa, Rusları takip ederek bu kez Cana Boğazı’nda onlara yetişti ve orada altı saat devam eden savaşta Rusları mağlup etmeyi başardı. Bu mağlubiyet sonrası Ruslar Kuban tarafına çekilmek zorunda kaldı152. Sultan III. Selim kesin olarak Osmanlı birliklerinin Kabartaylar içine girmesini istemekteydi153. Onun bu isteği mübaşir olarak atanan Mahmut Bey tarafından Anapa’daki Battal Hüseyin Paşa’ya iletildi154. Battal Hüseyin Paşa, 8 Ağustos 1790 tarihinde gerekli hazırlıkları yaparak 32 adet top ve yaklaşık 30 bin askerle Kabartay tarafına harekete geçti. Bu birliğe ek olarak bölge kabilelerinin de orduya katılmalarıyla bu sayı her gün biraz daha arttı. Lakin isteksiz bir şekilde çıktığı bu seferde Battal Hüseyin Paşa sürekli problem çıkarıp, molalar vermekteydi. Bu şekilde ordu, Kuban Nehri’ne kadar olan 12 günlük mesafeyi ancak bir aydan fazla bir sürede kat edebildi. 14 Eylül 1790 tarihinde de Kuban Nehri’nin öbür tarafına geçildi. Her şeye rağmen Osmanlı ordusunun Kuban Nehri’nin öbür tarafına geçmesi, bölgedeki kabileler arasında 151 BOA, Cevdet Askeriye, DN: 693/29081 (H. 28 Cemaziyelevvel 1204). Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, V, Matbaa-i Osmaniye, İstanbul, 1309, s. 142– 143. 153 Anapa Muhafızı Mustafa Paşa’ya gönderilen bir fermanda da aynı doğrultuda Kabartay taraflarına gidilmesi emredilmekteydi. Bkz. BOA, Cevdet Askeriye, DN: 924/39954 (H. 29 Zilhicce 1204). 154 Mustafa Nuri Paşa, Netâyic’ül- Vukuât, IV, Ahvet Matbaası, İstanbul, 1327, s. 30. 152 67 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 sevinçle karşılandı. Bu esnada dört-beş bin Rus askerinin civarda bulunduğu haberi alınınca Battal Hüseyin Paşa o tarafa küçük bir birlik sevk etti155. Fakat bunların Ruslara karşı bir şey yapamayacağı gayet açıktı. Nitekim bozguna uğrayan bu birlikler geri çekildiler. Rus askerlerinin takip etmesi üzerine Kuban tarafında bulunan askerler de telaşa kapılıp dağılmaya başladılar. Fakat asıl dağılma Battal Hüseyin Paşa’nın emrindeki birkaç adamla Ruslara teslim olmasıyla başladı. Bu durum gerek Osmanlı askerlerinde gerekse kabileler arasında şok etkisi yarattı. Her şeye rağmen ordu Ruslarla mücadele ederek, büyük bir bozguna uğramadan 7 Kasım 1790 tarihinde Anapa Kalesi’ne çekilmeyi başardı156. Battal Hüseyin Paşa’nın Ruslara teslim olduğu haberi İstanbul’a ulaşınca Erzurum ve Trabzon valisi olan Hacı Abdullah Paşa Anapa seraskerliğine atandı ve hiç vakit kaybetmeden Anapa’ya hareket etmesi emredildi157. Ayrıca kabile beylerine bir mektup gönderilerek Hacı Abdullah Paşa’nın Anapa seraskerliğine atandığı, paşanın Ruslardan intikam almak için yola çıkmak üzere olduğu bu sebeple bütün Çerkezlerin de Paşa ile birlikte bu harbe iştirak etmeleri istendi158. Rusya ise Osmanlı Devleti’nde yaşanan bu otorite boşluğunu çok iyi değerlendirdi. Tuna Ordusu Komutanı General Gudoviç komutasında büyük bir ordu oluşturularak hemen Anapa Kalesi üzerine sevk edildi. 1791 yılının Haziran ayında yola çıkan bu birlik bir ay sonra Anapa Kalesi’ni kuşatma altına aldı. Kafkas kabileleri kuşatma öncesinde ve kuşatma sırasında Kalgay Mehmet Giray önderliğinde Ruslara karşı mücadele ettilerse de bir sonuç elde edemediler. Abdullah Paşa’nın da emrindeki birliklerle bir türlü bölgeye intikal etmemesi üzerine, kalede 155 A. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, V, s. 143–144. Battal Hüseyin Paşa’nın beklenmedik bir şekilde Ruslara teslim olmasının nedeni olarak; Sultan III. Selim’in kendisini görevden alarak idam ettireceği yönünde edindiği izlenimler gösterilmektedir. Bu çerçevede Battal Hüseyin Paşa, evvela kendi üzerinde bulunan Trabzon bölgesinin Erzurum Valisi Abdullah Paşa’ya verilmesinden kuşku duymuştur. Daha sonra Anapa’ya gelerek kendisine Kabartay taraflarına sefere çıkması yönündeki emir yazısını getiren Haseki Mahmut Paşa’nın soğuk davranışlarından da endişe etmiş ve onun yanında kendisinin idamı için bir hatt-ı hümayunun olduğu inancına kapılmıştır. Bkz. M. Nuri Paşa, Netâyic’ül- Vukuât, IV, s. 30–31; A. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, V, s. 145. 157 BOA, Cevdet Askeriye, DN: 29/1326 (H. 20 Rebiülahir 1205). 158 BOA, Cevdet Hariciye, DN: 33/1621 (H. 29 Ramazan 1205). 156 Serhat KUZUCU / 68 bulunan on bin kadar Osmanlı askerinin tüm çabalarına rağmen, kuşatmanın on dördüncü günü Anapa Kalesi Rus işgaline uğradı159. Rusya bu işgalle, Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’daki en önemli kalesini ele geçirmekle kalmayıp, bölge kabilelerini Ruslara karşı bir çatı altında toplamaya çalışan Osmanlı Devleti’nin planına da büyük bir darbe indirmiş oldu. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kafkas cephesinde yaşanan bu mücadeleler esnasında, Gürcistan Kralı II. İrakli doğrudan bu savaşa müdahil olmadı. Zira Rusya ile yaptığı antlaşma sonrası Osmanlı Devleti, İran ve Kafkasya kabileleri ile yaptığı ticaret ve gümrük gelirleri biten II. İrakli Rusya’dan gerekli para yardımı alamamıştı. Ayrıca bu savaşa müdahil olması halinde Dağıstan hanlarının olası akınlarından da korkmuştu160. Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki savaş 3 Ağustos 1791 yılında imzalanan Ziştovi Anlaşması161 ile son bulmasından sonra Osmanlı ve Rus heyetleri arasında da barış görüşmeleri başladı. İki taraf arasında yaklaşık iki buçuk ay süren müzakereler sonunda da 10 Ocak 1792 tarihinde on üç maddeden oluşan Yaş Antlaşması imzalandı162. Antlaşmanın beşinci maddesinde doğrudan Gürcistan bölgesi ile ilgili hükümlere yer verildi. Bu maddeyle Osmanlı Devleti hiçbir bahane ile Tiflis Hanı’na ve idarisindeki memleketlere ve oralarda oturan halka müdahale etmeyeceğini taahhüt etmekteydi. 159 A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi, s. 699; İ. Berkok, Tarihte Kafkasya, s. 396– 397; C. Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti, s. 166. 160 M. Sadık Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, İstanbul, 2005, s.154. 161 Bu antlaşmanın maddeleri için bkz. BOA, A.DVN. DVE. D.59/3,(Nemçe Ahitname Defteri), s. 31–34; BOA, A.DVNS. NMH. D.9, s. 272-274; BOA, Hatt-ı Hümayun, DN:1432/58619 (H. 29 Zilhicce 1205); Muâhedât Mecmûası, III, s. 156–163; N. Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, s. 168–174. 162 Bu antlaşmanın maddeleri için bkz. BOA, A.DVN. DVE. D.83/1, s. 190–193; BOA, A.DVNS. NMH. D.9, s. 284–286; Muâhedât Mecmûası, IV, Ankara, 2008, s. 4–13; Ahmed Vâsıf Efendi, Mehâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (H. 1203–1209), Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Kısmı, Nr. 608 s. 94–95; A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi, s. 704–705; G. Noradounghian, Receuil d’Actes Internationaux de I’Empire Ottoman (1789–1856), II, Paris, 1900, s. 16–21; N. Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, s. 187–194. 69 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Sonuç Osmanlı Devleti ile Rusya XVIII. yüzyılın başlarından itibaren birçok cephede savaşmış olmalarına rağmen II. Katerina’nın Rus tahtına çıkmasına kadar Kafkaslarda iki devlet arasında ciddi bir mücadele yaşanmamıştı. II. Katerina’nın (1762-1796) Rus imparatoriçesi olması ile birlikte Kafkaslarda izlediği yayılmacı siyaset iki devleti 1768-1774 savaşında karşı karşıya getirmişti. Osmanlı Devleti bu savaşa her ne kadar Lehistan meselesinden dolayı girmişse de Rusların Kafkaslarda izlediği emperyalist politikada etkili olmuştu. Özellikle bu dönemde Rusların Gürcistan bölgesinde bulunan Gürcü krallıklarıyla ilişkileri sıkı ilişki içerisindeydi. Hatta Osmanlı Devleti’nin pek varlık göstermeği bu savaşta Gürcü krallıkları Rus birliklerinin yanında yer almıştı. Fakat bu savaş sonrası Ruslar çok önemli kazançlar elde ederken, Gürcistan Rusya’yla yaptığı ittifaktan hiçbir fayda görmemişti. Sadece Kartli ve Kahet Kralı II. İrakli Han bir süre de olsa Osmanlı Devleti’nden gelecek saldırılardan kurtulmuş oldu. Fakat Osmanlı Devleti’ne bağlı olan civar Müslüman kabilelerin ciddi düşmanlığını kazanarak Kafkas bölgesinde yalnızlığa itildi. Bir de buna İran tahtını ele geçiren Ali Murat’ın, selefi Kerim Han’ın politikasını değiştirerek, Gürcistan’a yönelik istilacı bir siyaset izlemeye başlaması II. İrakli Han’ı iyice zor durumda bıraktı. Tüm bu sebeplerden dolayı II. İrakli Han çaresiz bir şekilde yeniden kuzey komşusu ve dindaşı Rusya’dan yardım istemek zorunda kaldı. Bu talebi iyi bir fırsat olarak gören Rusya, Gürcistan ile 24 Temmuz 1783 arasında on üç maddeden oluşan bir ittifak antlaşması imzaladı. Rusya bu şekilde bu bölgenin kontrolünü tamamen eline geçirmiş oldu. Bu ittifak sonrası 1787 yılında Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yeni bir savaş patlak vermesi Gürcistan kralı II. İrakli Han’ı yeni bir çaresizliğin içine itti. Fakat II. İrakli Han bu sefer 1768 yılındaki ilk savaşta yaptığı hataya düşmeyerek Kafkasya cephesinde iki devlet arasında yaşanan mücadelelere doğrudan müdahil olmadı. Fakat buna karşın, bu savaş sonrası imzalanan Yaş Antlaşması’na sınırlarını Osmanlı Devleti’nin olası akınlarına karşı güvence altına alan bir maddenin yerleştirilmesini sağladı. Serhat KUZUCU / 70 KAYNAKÇA 1.ARŞİV VESİKALARI BOA, A.DVN. DVE. D.59/3,(Nemçe Ahitname Defteri) BOA, A.DVN. DVE. D.83/1, (Rusya Ahitname Defteri) BOA, A.DVNS. NMH. D.9, (Name-i Hümayun Defteri) BOA, Hatt-ı Hümayun, DN:12/445 (H. 19 Ramazan 1197). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 5/170 (H. 08 Şaban 1183). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-F (H. 29 Zilhicce 1197). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-G (H. 29 Zilhicce 1197). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 3/79 (H. 29 Zilhicce 1198). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 2/35 (H. 29 Zilhicce 1200). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 2/35-A (H. 29 Zilhicce 1200). BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 28/1338 (H. 09 Muharrem 1200). BOA, Cevdet Hariciye, DN: 136/6759 (H. 10 Zilkade 1201). BOA, Cevdet Hariciye, DN: 83/4133 (H. 29 Cemaziyelevvel 1202). BOA, Cevdet Askeriye, DN: 29/1326 (H. 20 Rebiülahir 1205). BOA, Cevdet Hariciye, DN: 33/1621 (H. 29 Ramazan 1205). BOA, Cevdet Askeriye, DN: 924/39954 (H. 29 Zilhicce 1204). BOA, Cevdet Askeriye, DN: 693/29081 (H. 28 Cemaziyelevvel 1204). 2.KAYNAK VE ARAŞTIRMA ESERLER Ahmet Vâsıf Efendi, Mühâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (H. 12031209 ), Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Kısmı, Nr. 608. Ahmet Vâsıf Efendi, Mühâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (haz. Mücteba İlgürel) Ankara, 1994. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, V, Matbaa-i Osmaniye, İstanbul, 1309. 71 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Ahmed Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi (Müntehabâtı), (haz. Adnan Baycar), İstanbul, 2004. Muahedat Mecmuası, IV, Ankara, 2008. Mustafa Nuri Paşa, Netâyic’ül- Vukuât, IV, Ahvet Matbaası, İstanbul, 1327. ATAÇ, A. M., Rusya Tarihi Türkler ve Komşularıyla Münasebetleri, Ankara, 1953. BALA, Mirza, “Gürcistan”, İA, IV, s. 837–845. BADDELEY, John F., Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, İstanbul, 1989. BERKOK, İsmail, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958. BİLGE, M. Sadık, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, İstanbul, 2005. ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Ankara, 1953. GÖKÇE, Cemal, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti, İstanbul, 1979. GRİGORİANTZ, Alexandre, Kafkasya Halkları, Tarihi ve Etnografik Bir Sentez; Çerkezler, Abhazalar, Svanlar, Osetler, Çeçenler, İnguşlar, Gürcüler, Dağıstanlılar, (çev. Doğan Yurdakul), İstanbul, 1998. KARAMANLI, H. M., “Gürcistan”, DİA, XIV, s. 314-316. KUZUCU, Serhat, Osmanlı-Rus Savaşı, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), Elazığ, 2012. LUXEMBOURG, N., Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz Politikası ve İmam Şamil, (çev. Sedat Özden) , İstanbul, 1998. NORADOUGHİAN, Gabriel, Receuil d’Actes Internationaux I’Empire Ottoman (1789–1856), II, Paris, 1900. de TATAR, Özcan, “1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Trabzon ve Çevresinin Yeri ve Önemi”, Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu, (3-5 Mayıs), Trabzon, 2001, s. 201-232. Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 72 KİLİS ASKERLİK ŞUBESİ REİSİ SAKALLI AHZ-I ASKER BİNBAŞISI MAHMUT BEY’İN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (GAZZE CEPHESİ)’NA GİDEN ASKERLERE YAPTIĞI KONUŞMA VE KİLİS ASKERLİK ŞUBESİ’NİN KİLİS KUVAY-I MİLLİYESİNE KATKILARI Dr. Mustafa ŞAHİN Dr. Cemile ŞAHİN Özet Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın her bir köşesi için kötü sonuçlar doğurduğu gibi Anadolu evlatları için tam bir kıyım olmuştur. Vatanın birçok köşesinden kınalı kuzular adeta ekin biçilir gibi biçilmişlerdir. Yeni evli, nişanlı ve sözlü kızlar ellerinde kınaları ile boynu bükük kalmışlardır. Cepheye gitmek üzere sevk edilecek Mehmetçikler, ülkenin her yerinde Askerlik şubelerinin önlerinde sıra olmuşlardır. Hiçbir zorlamaya meydan vermeden vatan hizmeti için adeta yarış etmişlerdir. Askerlik şubeleri, işte bu genç askerlerle kıt’alar arasında köprü görevi görmüşlerdir. Askere sevk olmak üzere, Askerlik şubelerine gelen gençlere, askerlikle ilgili ilk bilgiler ile sevk edilecekleri kıtalar ve harbin genel seyri, yapacakları görevler ile ilgili intibaklar, buralarda verilmiştir. Kilis Askerlik Şubesi de bu görevini layıkıyla yerine getirmiş, Askerlik Şubesi Başkanları vatan evlatlarını ölüme gönderirken; onlara her türlü bilgiyi burada aktarmışlardır. Mehmetçik; bir emriyle ölüme gidecekleri komutanlarını ilk olarak askerlik şubelerinde tanıma fırsatı bulmuşlardır. Askerlik Şubesi Başkanları, bu ulvi görevlerini ifa ederken, şube başkanlarının fedakâr eşleri de Mehmetçiğin anaları, eşleri ve nişanlıları ile askerlik şubesi başkanı arasında elçi görevi yapmışlardır. Askerlikte devamlılık ve geleneklerin gereği olarak askerlik şubeleri görevlerini ifa etmeye devam etmekte; bu nöbet sürdükçe de Mehmetçik-kıtalaraileler arasında köprü olmaya devam edeceklerdir. Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Kilis, Askerlik Şubesi, Gazze Cephesi, İşgal. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dr., Per.Bnb., Kilis As.Ş.Bşk.lığı, 79000 Kilis, [email protected] Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dr., MEB. Uzman Öğretmen, Kilis Mehmet Uluğ Can İlköğretim Okulu, 79000 Kilis, [email protected] 73 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 THE SPEECH GIVEN BY KILIS RECRUITING OFFICE CHIEF MAJOR MAHMUT BEY (BEARDED) TO THE SOLDIERS ON THE WAY TO GAZA FRONTIER IN THE WORLD WAR I AND THE SUPPORT OF KILIS RECRUITING OFFICE TO KILIS NATIONAL FORCES Abstract The World War I, yielded devastating result for the Ottoman’s which was seen in every corner of Anatolia. Motherland lost sons of soil fight for their motherland and had seen a worst massacre of history, when families have lost valuable lives of all youth, old children alike. War left behind nothing but the gloomy Picture of war, leaving behind widows with small children on the mercy of no one. Nonetheless during the aforementuned war, the nation displayed extremly high level of national character, morale and coruage under extremely diffucult circumstances. Hundreds and thousands people volunteered themselves for war recruitment in competition with each other. Men were found queued up the Gates of recruiting offices all over the country. At the recruiting offices, the officers served as a bridge between the recruits and actual figthing tpoops. Recruits were instructed sequsite level training about the war situation and duties they were expected to perform. Like any other recruitment office, Kilis Recruitment Office did its best in training the recruits fort he war. Besides impartig battle oriented training, the recruits were also given the knowledge of their future future commanders on whose orders they would fight and die. Recruit training was not only confined to battle harden or mission oriented training but chief of recruitment Office also gave due importance to the wellfare of the troops. The wife of the chief helped the left behind families as an ambassador and acted like a biridge between the families and chief of recruitment office. As a requirement of the military customs recruitment offiices continue to perform these missions and as this duty continues , they will be the bidge between the units and their families. Keywords: World War I, Kilis, Recruit Office, Gaza Frontier, Occupy. Giriş Askerlik şubelerinin gerek Birinci Dünya Savaşı’nda gerekse de Kurtuluş Savaşı’nda askeralma ve seferberlik uygulamalarında çok önemli işlekler yerine getirmişlerdir. Bu kapsamda Kilis Askerlik Şubesi de üzerine düşen görevleri yerine getirdiği gibi Kuvay-ı Milliye’ye gereken destek verilmiştir. Bu konulara ilişkin bir hatıra ve bu hatırayı destekleyen belgeden yola çıkılarak; Kilis Askerlik Şubesi’nin askeralma Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 74 ve icra ettiği diğer diğer görevlere teferruatı ile bu çalışmada değinilmiştir. Tanzimat’tan sonra mecburi askerliğin başlaması ile askeralma kanunları çıkarılmış, askerlik işlemlerinin yapılabilmesi için askerlik şubeleri açılmıştır163. Askerlik şubeleri, 25 Kasım 1886 tarihinden sonra kurulmaya başlanmıştır. İhtiyaca göre sayıları değişmekle birlikte; bütün vatan toprağı Ordular bölgelerine ayrılmış, ordu bölgeleri kolordu bölgelerine ayrılmıştır. Her kolordu bölgesi bir askeralma dairesi/bölgesi kabul edilmiştir. Askeralma dairesi/bölgesi başkanlıklarına bağlı; her kaza için Ahz-ı Asker Kalemi/Şubesi Riyaseti (Başkanlığı) açılmıştır164. Günümüzde askeralma bölgeleri ve askerlik şubelerinin sayıları ve yerleri ihtiyaca göre belirlenmekle birlikte, her kaza/ilçe için bir askerlik şubesi tüzel kişiliğinin varlığı kabul edilmiştir. Askerlik şubelerinin kendi ilçelerinde görevini sürdürmesine gerek görülmüyorsa, tüzel kişiliğinin devam etmesi şartıyla bir başka askerlik şubesi çatısı altında görevinin sürdürülmesi esas alınmıştır165. Kilis’in 1995 yılında il olması ile birlikte; Kilis Askerlik Şubesi Elbeyli, Musabeyli ve Polateli Askerlik şubelerini de bünyesine alarak, aynı binada dört askerlik şubesinin hukuki kimliği ile faaliyetlerini sürdürmektedir. 1. Birinci Dünya Savaşı Seferberliği ve Kilis’te Seferberlik Uygulaması Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan sonra askeralmayı düzenleyen; 1846, 1870, 1886 ve 1914 tarihlerinde olmak üzere, dört kanun yürürlüğe girmiştir. Bunların birincisi olan 1846 tarihli Kura Kanununun 7’nci maddesi gereği “kazaların yer ve durumu göz önünde tutularak her kazada bir askerlik şubesi kurulmuştur. 29 Nisan 1330 (Miladi: 12 Mayıs 1914) tarihli Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u Muvakkati ile yeni askeralma kanunu yürürlüğe girmiş, daha sonra 163 Faruk Ayın, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan Sonra Askeralma Kanunları (1839-1914), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yay., Ankara, 1994, s.11, 13, 50. 164 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Şahin, Dr., Hasan Tahsin Uzer’in Mülki İdareciliği ve Siyasetçiliği, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2010, s.9. 165 18.06.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu. 75 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Birinci Dünya Savaşı’nın ihtiyaçları doğrultusunda seferberlik ilan edilmiştir166. Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda değişiklik yapılarak Sultan V. Mehmed Reşad tarafından 14 Mayıs 1331’de (Miladi: 27 Mayıs 1915) bir irade (emir) yayınlayarak seferberliğin ilanına karar verilmiştir. Seferberliğin ilanını müteakip Sultan V. Mehmed Reşad’ın iradesinden sonra Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayınlayarak, 1314 (1896) doğumluların (yani 19 yaşındakilerin) henüz askerlik hizmetine çağrılmamışları ile 1315 (1897) doğumluların, bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların da kıtalara sevk edilmek üzere askerlik şubelerine teslim olmaları emredilmiştir. Ekseriyeti 15 ila 19 yaşında olan bu genç bahadırların cepheye katılımları anısına Anadolu’da yakılan meşhur “Hey Onbeşli Onbeşli” adlı türküde de söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille anlatılmıştır. Burada sözü edilen “15’liler” 1315 doğumlulardır. Yani 1 Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdir167. Kilis’te seferberlik ilanı haberi, 1915 Ramazan Bayramı’na birkaç gün kala öğrenilmiştir. Haberin duyulmasını müteakip bütün iş yerleri kapatılmıştır. Askerlik Şubesi önünde kalabalık kuyruklar oluşmuştur. Sevk evrakını alanlar yaya olarak birliklerine gönderilmektedir. Aradan uzun zaman geçmeden Askerlik Şubesi’ne şehitlerin künyeleri168 tek tek gelmeye başlayacaktır169. Kilisli Şahmaranoğlu Mehmet de yukarıda anlatılan emsalleri gibi 1315 doğumludur170. Kemik yaşına göre askere alınır. Kilis Askerlik Şubesi Riyasetince iki defa askere yollanmış, en son sevk edildiği Adana’dan yaya olarak bir arkadaşı ile Kilis’e kadar yaya olarak kaçarlar. Yeniden yakalanır ve Kilis Askerlik Şubesi Reisi Sakallı Ahz-ı Asker Binbaşısı Mahmut Bey’in karşısına çıkarılır. Yeniden kaçacağını söyleyen Mehmet’e “seni öyle bir yere göndereyim de kaç” der ve bakaya kontenjanından 4’ncü Ordu’nun Gazze’de konuşlu 7’nci Kolordusu’na 166 Ayın, a.g.e., s.11, 13, 50. Ömer Faruk Erol, Hür Işık Gazetesi, Manisa, 19 Nisan 2011. 168 Askeri teamüllere göre; şehit olanların iki adet olan künye levhalarından birisi alt ve üst dişleri arasına çenesine basınç yapılarak çakılır. İkincisi ise zinciri ile birlikte ailesine gönderilir. Künye levhalarında; adı-soyadı, kimlik nu.sı, kan grubu, memleketinin yanı sıra dini bilgisi (Müslüman ise M harfi) bulunur. Şehidin dininin gereklerine göre Askeri Şehit Cenaze Töreni düzenlenir. 169 Ahmet Barutçu, Kilis’in Kurtuluşu Şafakta Savaşanlar, Kent Ofset, Kilis, 2008, s.2. 170 MSB Arşiv Md.lüğünün 03.07.2006 Tarihli ve 3214-705-06 (3915) sayılı Künye Kayıt Belgesi. Belge Ek-1’de sunulmuştur. 167 Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 76 tertip edilir. Bu sırada Güney Cephesine giden “milis Mevlevi Taburu’na”171 teslim edilerek trenle Halep’e gönderilir. Kilisli Mehmet gibi Halep’e Güney Cephesi’ne sevk edilen erata Mahmut Bey şu konuşmayı yapar: “Evlatlarım vatan sizden hizmet bekliyor. Canınızı dişinize takın ve şu İngiliz gâvuruna haddini bildirin. Geride bıraktıklarınız bize emanet, onları merak etmeyin. Türk Milletinin dini, ahlaki bütün varlığı siz vatan evlatlarına emanettir. Bu devlet bir bina ise siz sahip olmazsanız bu bina çökecektir ve milletimiz bu binanın enkazı altında kalacaktır. Vatanın savunmasında asker-sivil, büyük-küçük ayırımı olmaz. Sizlerin yaşları belki küçük olabilir, ama bizim gönlümüzde ve gözümüzde çok büyüksünüz. Haydi, evlatlarım; ölürseniz şehit, kalırsanız gazi olacaksınız. Ne mutlu sizlere bu değerli payelerin sahipleri olacaksınız. Hepinizin birer birer alınlarından öpüyorum. Gazanız mübarek olsun”. Mehmet, Gazze’de 7’nci Kolordu Karargâhı’nda Posta Eri olarak görevlendirilmiştir. Posta Mehmet’in bir eşeği vardır, bu eşeğe yüklenen iki sandıkla keçi (sıçan) yollarından cepheye evrak ve malzeme götürüpgetirir. Subaylar Mehmet’i çok severler. Ancak savaş kaybedilir ve ricat başlar. Mehmet çok çeşitli ve tehlikeli yollardan tekrar Kilis’e gelir. Bu defa Kilis önce İngilizler daha sonra da Fransızlar tarafından işgal edilir. Mehmet bu defa Kuvayı Milliye’ye katılır. Omzuna mavzeri alarak Fransızlara karşı savaşır172. 2. Kilis Askerlik Şubesi’nin Kilis Kuvay-ı Milliyesi’ne Katkıları Kilis, 6 Aralık 1918’de İngilizler tarafından bir yıl sonra 29 Ekim 1919’da da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Doğuda Neşet Efendi Hanı’na, batıda liseye, güneyde Nakşibendî Tekkesi’ne, kuzeyde Karataş Tepesine, şehir içinde de Debboy ve Abdi Ağa Hanı’na yerleştiler. Kilis Askerlik Şubesini de basan Fransız askerleri, bütün belge ve defterleri yaktılar. Fransız Kumandanlığı, Kaymakamlığa bir nota vererek, Ermenilerin bulunduğu kışla ile Belediye Hanı, Askerlik Şubesi civarındaki bütün hanelerin tahliyesini istemiş ve tamamen tahliye edilen bu mahaldeki mevcut eşyayı da camilere nakletmişlerdir. Nakil sırasında 171 Milis Fırkaları, Abdulhakim Arvasi, Seyyid Taha, Seyyid Hacı Baba Şeyh, Van ve Gevaş Müftüleri gibi din adamları tarafından kurulmuştur. Bektaşi ve Mevleviler de ayrı bir milis teşkilatı kurmuşlar, Erzincan ve Dersim’liler de mücahit alayı kurmuşlardır. Bunların kuruluşunda hep ön planda olan Teşkilat-ı Mahsusa’dır. Şahin, a.g.e., s.94. 172 Bu hatırat, Gazze Cephesi’nde 7’nci Kor.K.lığında Posta Neferliği yapan Kilisli Şahmaranoğlu Mehmet’in oğlu Hasan Şahmaranoğlu’ndan nakledilmiştir. 77 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 eşyadan bir çoğu zâyi olmuştur173. Fransız birliğindeki Ermeni Taburu’nun Müslüman halkı kışkırtmalarından dolayı Cezayir Avcı Taburu ile değiştirilmiştir174. Bu dönemde yerel direnişi başlatmak isteyen vatansever subaylar Kilis ve Antep’te görünürde sabit bir göreve atanmak için talepte bulunmuşlardır. Bu şekilde Şahin Bey (Üsteğmen Mehmet Sait) Nizip Askerlik Şubesi Başkanlığına175 atanmış, fakat asli görevi Kilis ve Havalisi Kuvay-ı Milliyesi Kumandanlığı olmuştur. Kilis’te Kuvay-ı Milliyeyi teşkilatlandıran Şahin Bey’dir. Şahin Bey, Kilis yol güzergâhının emniyetini, yani Kilis üzerinden Antep’in Fransızlarca ikmalini engelleme görevini icra etmiştir176. Şahin Bey, karargâhını Kilis’in Acar köyünde kurmuş, Kilis-Antep yolundaki Elmalı Köprüsü üzerinde Fransızlarla savaşırken 29 Mart 1920’de şehit düşmüştür. Cenazesi 30 Mart 1920’de Kilis’e bağlı Mülk köyüne defnedilmiş, 15 yıl sonra Gaziantep’teki Şehitler Abidesi’ne, bilahare Elmalı Köprüsü civarındaki (Zeytinli köyü yanı) Şahin Bey Şehitliğine nakledilmiştir177. Şahin Bey’in şahadeti sonrasında178 Kilis ve Havalisi Kuvay-ı Milliyesi Kumandanlığına tayin edilen Yüzbaşı Polat Bey179, Kilis Askerlik Şubesi Başkanlığına atanmayı istemiş, bu görev üzerinden milli direnişi yönetmeyi planlamıştır. Ancak kendisine bu kadronun münhal olmadığı cevabı verilmiştir. Sivas Kongresi’nden sonra Müdafa-i Hukuk 173 Halil İbrahim İnce, Mili Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2004, s.61. 174 Barutçu, a.g.e., s. 13. 175 Kilisli araştırmacı Hasan Şahmaranoğlu, Nizip’in 1926 yılında kaza olduğunu, dolayısıyla Askerlik Şubesi teşkilatının Nizip’te bu tarihten sonra kurulduğunu ifade etmiştir. Aslında Şahin Bey’in atandığı askerlik şubesi Birecik Askerlik Şubesi’dir. Hasan Şahmaranoğlu, Kilis Kuva-yı Milliye Kumandanı Şahin Bey ve Gerçekler, Kilis, 2009, s.3. Muğla’dan gelen 5’inci Fırka’nın Birecik’e gelmesi ile Birecik Kuvay-ı Milliyesi Tabur’a dönüştürülmüş, Tabur Komutanlığına Kilis’li Yüzbaşı Salih Bey atanmıştır. Cemil Cahit Güzelbey, “Birecik Kurtuluş Savaşları ve İsmail Hakkı Bilgin”, Gaziantep Sabah Gazetesi, 30 Ocak 1984. 176 Barutçu, a.g.e., s. 19. 177 Şahmaranoğlu, a.g.e., s. 6,7. 178 Bu atama Şahin Bey’in şahadeti öncesinde de yapılmış olabilir. 179 Yüzbaşı Kamil Polat 1889’da Niksar’da doğmuştur. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından Kilis ve Havalisi Kuvay-ı Milliyesi Kumandanı olarak tayin edilmiştir. Yüzbaşı Kamil Bey, Milli Mücadele’de “Polat” mahlasını kullanmıştır. Kahramanlıklarından dolayı Kilisliler tarafından “Polat Paşa” diye anılmıştır. Soyadı kanunundan sonra “Polat” soyadını almıştır. Barutçu, a.g.e., s. 13. Kilis’in 1995 yılında il olması ile birlikte yeni teşkil edilen bir ilçesine Polat Bey’in hatırasına hürmeten “Polateli” adı verilmiştir. Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 78 Cemiyeti adını alan Cemiyet-i İslamiye tarafından Kilis’te Kuvay-ı Milliye teşkilatı kurulması kararlaştırılmış, bu bağlamda Polat Bey, Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından doğrudan Kilis ve Havalisi Kuvay-ı Milliye Kumandanlığına tayin edilmiştir180. Polat Bey; bu atamayı müteakip yerel kaynakları değerlendirmek üzere bir çalışma başlatmıştır. Yüzbaşı Polat Bey; Nisan 1920’de Karnebi181 Karargâhı’ndan Maraş Havalisi Kuvay-ı Milliye Kumandanı Nusret Bey’e çektiği 3 nu.lı telgrafta ; “Kilis Askerlik Şubesi’nden 33 ihtiyat zabiti (subayı)nin182 kayıtlı olduğunun rapor edildiği” bildirilmiştir183. Heyet-i Temsiliye kararıyla Askerlik Şubelerine, milli mücadeleye katılmak üzere her kaza için bir piyade taburu kurma emri verilmiştir. Bu taburların komutanları Askerlik Şubesi Başkanı olacak, bölük komutanları ise Askerlik Şubesi emrindeki subaylardan ve ihtiyat zabitlerinden oluşacaktır. Bu esasa göre cami veya mescidi olan her köy ve mahalle bir piyade takımı olarak sayılarak bu takımın idaresi, mescidin imamı ve müezzini veya köyün hocası gibi din adamları tarafından yürütülecektir. Sayısı fazla olacak takımlara komutan tedariki mümkün olmazsa terhis edilmiş kudretli çavuş veya başçavuşlardan faydalanılacaktır. Silah ve mühimmat Cami ve mescitlere veya buraya yakın ve gizli yerlere veyahut da kontrol altında olmayan askerlik şubesi depolarına gizlenmiştir. Taburları oluşturmak üzere, yeterli sayıda gönüllü toplanamazsa askerlik şube başkanlıklarının emri ile bu köy ve kasabalardaki millî ordu takımları gizli bir suretle silâhaltına alınabilmesi yetkisi verilmiştir. Heyet-i Temsiliye’nin verdiği direktiflere göre, Müdafaa-i Hukuk teşkilâtı, işgal altında bulunmayan yerlerde serbest yapılacak, işgal altındaki yerlerde ise Cemiyet-i İslâmiye teşkilâtı namı ile ve gizli surette yapılacaktır. Askerlik Şubesi Başkanı, bulunduğu kazanın Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin çalışmalarını takip edecek ve idareye yardımda bulunacaktır. Askerlik Şubesinde görevli subaylar, muayene bahanesi ile şube dairelerinde millî bir orduyu oluşturacak erlerin ve silahların mevcudunu tespit edecektir. Her yerde, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin öncülüğünde, mahallin ileri gelenlerinin şahsî yardımı ve askerlik şubelerinin nezaretinde olarak, millî taburlar 180 Barutçu, a.g.e., s. 13. Karnebi köyü Kilis’in merkezine bağlıdır ve yeni Duruca köyüdür. 182 Maalesef bu subaylardan sadece üçünün Kuvay-ı Milliye’ye katıldığı, Polat Bey’in mesajından anlaşılmaktadır. 183 Barutçu, a.g.e., ss. 82–83.; İnce, a.g.e., s. 113. 181 79 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 hazırlanacak, asker ve silah mevcudu ile ihtiyaç derecesi tespit edilip 3’üncü Kolordu’ya bildirilecektir. Bu taburun idare ve iaşeleri kendi mahallerince sağlanacaktır. Kilis’te de bu maksatla bir tabur oluşturulmuş, taburun komutanlığını da Kilis Askerlik Şubesi Başkanı yapmıştır. Milli taburun teşkil edildiği, Kilis’in müdafaasından sorumlu bulunan Sivas’ta konuşlu 3’üncü Kolordu Komutanlığına bildirilmiştir184. Bu arada Kilis Askerlik Şubesi185 Başkanlığı görevinde yukarıda sözü edilen sakallı Ahzı Asker Binbaşısı Mahmut Bey bulunmaktadır186. Kilis’in işgali sonrası Fransız Karargâhı’ndan Albay Molterya, Kilis Askerlik Şubesi’ni işgal ederek tüm defter ve evrakı Halep’e göndermek üzere kamyonlara yüklemişlerdir. Kilis’in Ermeni ve Rumlarından oluşan muhafızlar, Katma yolunda Kilis Kuvay-ı Milliyesi’nin taarruzu sonucu durdurulabilmiştir. Askerlik Şubesinden gasp edilen evrak kurtarılarak Kilis Kaymakamlığı’nın da taşındığı187 Cengin köyündeki Kuvay-ı Milliye Karargâhı’na götürülmüştür188. Bu durum karşısında çılgına dönen Fransız işgal kuvvetleri, Askerlik Şubesi’ndeki diğer kayıtları ve evrakı ateşe vermişlerdir. Bunun üzerine Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Mahmut Bey, Belan köyüne giderek Ahmet Ruto’nun birliğine katılmıştır. Kendisine, Kürt Dağı 189 Kuvay-ı Milliye Kumandanlığı görevi verilmiştir190. Kilis Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Mahmut Bey, 27 Mart 1921 tarihinde Kilis Havali Kumandanlığı görevine getirilmiş ve ayrıca Kilis Kaymakamı Cemal Beyin rahatsızlığı sebebiyle Kaymakamlığa da vekâlet etmesi de istenmiştir. Ancak 29 Ekim 1921’de Mahmut Bey Kilis ve Havâlisi Kumandanlığı görevinden alınmış yerine Süvari Yüzbaşı Halim Bey tayin edilmiştir191. 184 İnce, a.g.e., ss. 77-78. Kilis Askerlik Şubesi tarihçesine göre; Kilis As.Ş.Bşk.lığı 1801 yılında kurulmuştur. O dönemde Cumhuriyet Meydanı karşısında yer alan eski Hükümet Binası ve Adliye’nin yanında yer alan bir yolcu hanında hizmet vermektedir. Söz konusu yolcu hanı yıkılmış, günümüzde hanın izleri yok olmuştur. 186 Binbaşı Mahmut Bey, Soyadı Kanunundan sonra “Bener” soyadını almıştır. İbrahim Beşe, İşgalden Kurtuluşa Kilis, Başak Matbaası, Ankara, 2009, s. 157. 187 İnce, a.g.e., ss. 117-118. 188 Barutçu, a.g.e., s. 39. 189 Kürt Dağı, Kilis’te bulunmaktadır. 190 Barutçu, a.g.e., s. 74. 191 İnce, a.g.e., s.173–174. 185 Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 80 Sonuç Vatan emanetine tevdi edilen fedakâr evlatları sayesinde kurtarılmış, “vatan” olabilmiştir. Vatan evlatları bu görevlerini yaparken her türlü tedbiri almışlar, her türlü kaynağı kullanmayı vazife edinmişlerdir. Kutsal vatanın düşman işgalinden kurtarılmasında, rütbe, makam, yaş, cinsiyet ve zenginlik farkı gözetmemiştir. Her bir fert kendi seviyesinde, kutsal vatana hizmeti bir borç bilmiştir. Vatan yolunda hizmet eden fedakâr evlatlarının yanı sıra kurumlar ve kuruluşlar ile onların idarecileri de bu yolda üzerine düşeni yapmaktan geri durmamışlardır. Günümüz ölçüleri ile çok pasif bir konumda değerlendirilebilecek askerlik şubeleri de kendilerinden beklenin fevkinde görev ifa etmişlerdir. Düşmanla mücadelede askerlik şubelerinin değerli komutanları, tanımlanmış görevlerini bir yana bırakarak görünen güçlerinin çok üzerinde işler yaparak vatanı bizlere yurt yapmışlardır. 81 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 KAYNAKÇA 1.Arşiv Belgesi MSB Arşiv Md.lüğünün 03.07.2006 Tarihli ve 3214-705-06 (3915) sayılı Künye Kayıt Belgesi. 2. Diğer Kaynaklar AYIN, Faruk, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan Sonra Askeralma Kanunları (1839-1914), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yay., Ankara, 1994. BARUTÇU, Ahmet, Kilis’in Kurtuluşu Şafakta Savaşanlar, Kent Ofset, Kilis, 2008. BEŞE, İbrahim, İşgalden Kurtuluşa Kilis, Başak Matbaası, Ankara, 2009. EROL, Ömer Faruk, Hür Işık Gazetesi, Manisa, 19 Nisan 2011. GÜZELBEY, Cemil Cahit, “Birecik Kurtuluş Savaşları ve İsmail Hakkı Bilgin”, Gaziantep Sabah Gazetesi, 30 Ocak 1984. İNCE, Halil İbrahim, Mili Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2004. ŞAHİN, Mustafa, Dr., Hasan Tahsin Uzer’in Mülki İdareciliği ve Siyasetçiliği, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2010. ŞAHMARANOĞLU, Hasan, Kilis Kuva-yı Milliye Kumandanı Şahin Bey ve Gerçekler, Kilis, 2009. Kilis Askerlik Şubesi Tarihçesi. 18.06.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu. Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 82 EK–1 Kilisli Şahmaranoğlu Mehmet’in Askerlik Safahatını Gösterir Belge192 192 MSB Arşiv Md.lüğünün 03.07.2006 Tarihli ve 3214-705-06 (3915) sayılı Künye Kayıt Belgesi. Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 83 OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI’NDAKİ AMAÇ VE KAZANIMLARIN ÇOKLU ZEKÂ KURAMINA DAYALI ZEKÂ ALANLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Doç. Dr. Gülay EKİCİ Yrd. Doç. Dr. Hülya GÜLAY OGELMAN Arş. Gör. Feyza UÇAR Özet Bu araştırmanın amacı, 60-72 aylık çocuklar için hazırlanan okul öncesi eğitim programının Çoklu Zeka Kuramına dayalı zeka alanları açısından öğretmen görüşlerine göre değerlendirilmesidir. Araştırmada okul öncesi eğitim programında yer alan amaç ve kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanlarına göre dağılımları ortaya konulmuştur. Bu amaçla araştırmacılar tarafından, okul öncesi eğitim programında gelişim alanlarına göre yer alan amaç ve kazanımlar esas alınarak “Okul Öncesi Eğitim Programında Yer Alan Amaç ve Kazanımların Çoklu Zeka Kuramına Yönelik Analizine Ait Görüş Formu” oluşturulmuştur. Bu form araştırmanın çalışma grubunu oluşturan 60 anaokulu öğretmenine uygulanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 13.0 paket programında analiz edilmiştir. Verilerin analizinde her bir amaç ve kazanımın çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanlarına göre dağılımına ilişkin frekans ve yüzdeleri hesaplanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; psikomotor alanda amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı bedensel-kinestetik zeka alanı, sosyal-duygusal alanda amaçların en çok kapsadığı zeka alanı sözel-dilsel, kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı ise sosyal-kişilerarası zeka alanlarıdır. Dil ve bilişsel alanlarda yer alan amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı sözel-dilsel zeka, özbakım becerilerinde amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı, bedensel-kinestetik zeka olmuştur. Anahtar kelimeler: Çoklu zeka alanları, okul öncesi eğitim, eğitim programı, okul öncesi eğitim programı. Gazi Üniversitesi, Eğitim Programları ve Öğretimi Ana Bilim Dalı, [email protected] Pamukkale Üniversitesi, Okul Öncesi Ana Bilim Dalı, [email protected] Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Okul Öncesi Ana Bilim Dalı, [email protected] 84 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 ASSESSING PRESCHOOL EDUCATION PROGRAM’S AIMS AND ACHIEVEMENTS IN TERMS OF INTELLIGENCE FIELDS BASED ON MULTIPLE INTELLIGENCE THEORY Abstract The purpose of this study is to assess the preschool education program prepared for 60-72 month-old children, in terms of intelligence fields based on Multiple Intelligence Theory, according to the views of teachers. The study revealed distributions of goals and acquisitions in the preschool education program according to intelligence fields based on multiple intelligence theory. In order to achieve this purpose, “The Feedback Form for the Analysis of Goals and Acquisitions in Preschool Education Program in Terms of Multiple Intelligence Theory” was formed by researchers, based on goals and acquisitions in the preschool education program according to the development fields. This form was applied to 60 kindergarten teachers, who constitute the sample group of the study. The SPSS 13.0 software package was used to analyse the data. During the analysis of the data, the frequency and percentages related to distribution of each goal and acquisition according to intelligence fields, which are based on multiple intelligence theory, were calculated. The results of the study concluded that the intelligence field that is covered by goals and acquisitions in the psychomotor field at the most is the bodily- kinaesthetic intelligence field, the intelligence field that is covered by goals in the socialemotional field at the most is the verbal-linguistic intelligence field and the intelligence field that is covered by acquisitions at the most is the socialinterpersonal intelligence field. While the intelligence field that is covered by goals and acquisitions in linguistic and cognitive fields at the most is the verballinguistic intelligence, the intelligence field that is covered by goals and acquisitions in self-care skills at the most is the physical-kinaesthetic intelligence field. Keywords: Multiple intelligence fields, preschool education, education program, preschool education program. 1.GİRİŞ Uzun yıllar boyunca insanların zekâları matematik becerileriyle ve akademik başarılarıyla ilişkili olarak düşünülmüştür. Ancak 1980’lerden sonra yapılan çalışmalar sonucunda zekânın farklı boyutlar üzerinde olduğu kabul edilmektedir. Bu çalışmalardan birisi de Howard Gardner’a ait olan Çoklu Zekâ Kuramıdır. Gardner beyni hasar görmüş hastalar üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda hastaların mantıksal düşünme gücünü yitirmelerine karşın şarkı söyleme, ıslık çalma gibi alanlarda bir sorun olmadığını gözlemiştir. Bundan yola çıkarak zekânın birden fazla boyutunun olduğunu düşünmüştür. Örneğin, müziksel Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 85 zekanın beynin sağ yarı küresi ile, dilsel zekanın ise beynin sol yarı küresi ile ilişkili olduğu görülmektedir (Armstrong, 2000). Böyle bir ayrımın olması Gardner’in farklı zekâ alanları üzerinde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Gadner 1993’e kadar yedi farklı zekâ türünden bahsetmiştir. Bunlar 1. Sözel-dilsel zekâ 2. Mantıksal-matematiksel zekâ 3. Görsel-uzamsal zekâ 4. Müziksel-ritmik zekâ 5. Bedensel-kinestetik zekâ 6. Özedönük-İçsel zekâ 7. Kişilerarası-Sosyal zekâ. Daha sonra sekizinci zekâ alanı olan doğa zekâsı eklenmiştir (Saban, 2002). Gardner’ın sözünü ettiği sekiz tür zekâ alanı aşağıda açıklanmıştır (Checkly, 1997; Gardner, 1999; Demirel, 2000; Hoerr, 2002; Açıkgöz, 2003; Erman 2003; Tuğrul ve Duran, 2003; Baykal, 2005; Uysal, 2006). 1. Sözel-Dilsel Zekâ: Bireyin kendisini iyi ifade etmesi ve karşı tarafı iyi anlayabilmesidir. Sözel-dilsel zekâsı gelişmiş kişiler güzel konuşurlar, kendilerini iyi ve etkili bir şekilde karşı tarafa ifade edebilirler. Şair, yazar, sunucu gibi mesleklerdeki kişiler bu alanda yer alır (Demirel, 2000; Tuğrul ve Duran, 2003). 2. Mantıksal-Matematiksel Zekâ: Problem çözme, neden sonuç ilişkisi kurma, sayı ve semboller, hesaplama, örüntüler bu alan içerisinde yer alır. Bu alandaki bireyler çok yönlü düşünme özelliğine sahip oldukları için olaylar arasında ilişki kurmada başarılıdırlar (Açıkgöz, 2003; Baykal, 2005). 3. Görsel-Uzamsal Zeka: Resimlere, şekillere, imgelere ve üç boyutlu nesnelere ilgi duyarlar. Bu alana sahip bireyler; resim yapmaktan, şekil yapmaktan, hayal kurmaktan hoşlanırlar. Harita, tablo ve diyagramları daha kolay anlarlar. Görsel sunumlardan hoşlanırlar (Checkley, 1997; Gardner, 1999). 4. Müziksel-Ritmik Zeka: Bu alana sahip bireyler seslere, tonlara, notalara karşı hassastırlar. Müziğe ilgi duyarlar. Ritim tutmaktan, müzikle çalışmaktan, şarkı söylemekten ve mırıldanmaktan hoşlanırlar. Şarkıları kolayca öğrenirler ve besteci, müzisyen olmaya yatkındırlar (Tuğrul ve Duran, 2003; Uysal, 2006). 5. Bedensel-Kinestetik Zekâ: Bu zekâ alanına sahip bireyler vücutlarını kontrol etmede daha başarılıdırlar. Vücutlarını kullanarak öğrenmekten zevk alırlar. Hareket ederek ve hareketleri gözlemleyerek öğrenmeye yatkındırlar. Uzun süre yerlerinde oturamazlar. Bu alana sahip olan bireylerin aktör, dansçı, pandomim sanatçısı gibi mesleklere yatkınlığı vardır (Checkley,1997; Yavuz, 2001). 6. Özedönük-İçsel Zeka: Kişinin kendisini, yeteneklerini, ilgi alanlarını iyi bilmesi ve tanımasıdır. Yeteneklerinin, hobilerinin, isteklerinin ve ulaşamayacağı amaçlarının farkındadırlar. Bu alana sahip 86 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 bireyler, yüksek düzeyde düşünme becerisine sahiptirler. Kendilerini dinlemekten hoşlanırlar, içe kapanıktırlar (Erman, 2003; Uysal, 2006). 7. Kişilerarası-Sosyal Zekâ: Bireylerle iletişim kurmaktan, onları dinlemekten zevk alırlar. Bireylerin mimiklerini, duygularını anlamaktan hoşlanırlar. Yüksek düzeyde empati kurma becerisine sahiptirler. İşbirliğiyle hareket etmede ve liderlik rolünü üstlenmede başarılıdırlar (Checkley, 1997; Hoerr, 2002). 8. Doğa Zekâsı: Çevreye olan farkındalıkları yüksek düzeydedir. Tabiatla ilgilenmekten, doğayı incelemekten ve çevreyi araştırmaktan hoşlanırlar. Taşa, toprağa, bitkilere ve hayvanlara karşı ilgilidirler (Checkley, 1997; Uysal, 2006). Okul Öncesi Dönem Açısından Çoklu Zekâ Kuramının Önemi Okul öncesi dönem çocukların bilgi, beceri ve alışkanlıklarının oluştuğu önemli bir süreçtir. Bu dönemde çocuklar kendilerini daha iyi tanımaya, anlamaya ve problemleri fark etmeye başlarlar. Okul öncesi dönemde çocuğun bu farkındalığından faydalanarak bu sürecin en etkili şekilde kullanılması önem taşımaktadır (Tuğrul ve Duran, 2003). Çoklu zekâ kuramı; eğitimde bireyselliğe yer vermesi ve çocuklara farklı alternatifler sunarak ilgilerini çekmesi bakımından okul öncesi dönemde önem taşımaktadır (Uysal, 2006). Ayrıca bu dönemdeki çocuğun kendine has zekâ alanının keşfedilmesi ve bu alana uygun öğrenme stilinin oluşturulması açısından da ayrı bir öneme sahiptir. Zekâ alanına yönelik yapılan uygulamalar, çocuğun daha çok ilgisini çekerek bilgisinin kalıcılığını arttırmaktadır. Geleneksel öğretimin dışına çıkarak, sözel-dilsel zekâ alanı dışında farklı öğretim yöntemleri kullanılmasını sağlaması açısından da öğretmenlere farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır. Öğretmen ve öğrencilerin güdülenmesinde, başarılarının artmasında destek olmaktadır. Çeşitli alanlarda yapılan bazı çalışmalar da; çoklu zekâ ile uygulanan eğitimin geleneksel eğitimden çok daha kalıcı ve etkili olduğunu göstermiştir (Saban, 2002; Tuğrul ve Duran, 2003; Uysal, 2006). Okul öncesi dönemde yapılan uygulamalar, çocuğun ileriki yılları için temel kabul edilmektedir. Çocuğun bu dönemdeki merakı ve öğrenme isteği zeka alanına yönelik çalışmalarla birleştiğinde geleceği için faydalı yatırımlar sağlayacaktır. Bu dönemde çocuğun ilgi alanına yönelik çalışmalar yapılarak en üst düzeyde gelişme olanağı yaratılabilir (Karadağ, 2009). Çoklu zeka kuramının uygulandığı programlar mevcut olmakla birlikte, birebir tamamen çoklu zeka kuramının uygulandığı programlara Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 87 ulaşmak mümkün değildir. Yapılan çalışmaların genelinde çoklu zekanın temelinde programlar uygulanarak etkisi araştırılmıştır (Elibol, 2000; Kolb ve Weede, 2001; Lowe, Nelson, O’donnell ve Walker, 2001; Temur, 2001; Bayhan, 2003; Köroğlu ve Yeşildere, 2004; Ulutaş, 2005; Uysal, 2006; Bulut-Pedük, 2007; Kutluca, Çatlıoğlu, Birgin, Aydın, ve Butakın, 2009; Ekşi, 2009; Müftüler, 2009). Genel olarak yapılan çalışmalara bakıldığında, çoklu zeka ile uygulanan programların daha etkili ve öğrenciler tarafından daha zevkli bulunduğu belirlenmiştir (Baldes, Cahil ve Moretto, 2000; Janes, Koutsopanagos, Mason ve Villaranda, 2000). Ancak yapılan çalışmalar arasında okul öncesi dönemin eğitim programının çoklu zeka kuramına dayalı olarak incelenmesi noktasında herhangi bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle araştırma verilerinin alana nitelikli veriler kazandırması açısından oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bu çalışmanın temel amacı, 60-72 aylık çocuklar için hazırlanan okul öncesi eğitim programının çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından öğretmen görüşlerine göre değerlendirmektir. 2.YÖNTEM Betimsel bir çalışma olan bu araştırmada tarama modeli kullanılmıştır. Tarama modeli geçmişte ve halen var olan durumu, mevcut olayları, grupları, objeyi ve özellikleri olduğu gibi betimlemeyiresmetmeyi-açıklamayı amaçlayan bir araştırma yaklaşımıdır (Karasar, 1998; Ekiz, 2003). 2.1. Çalışma Grubu Araştırmanın çalışma grubunu, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Denizli ilindeki, ilköğretim okullarının anasınıflarında görev yapan 60 okul öncesi eğitimi öğretmeni oluşturmaktadır. Öğretmenlerin tamamı okul öncesi eğitim lisans programlarından mezundur. Öğretmenlerin 47’si (% 78.3 bayan, 13’ü (% 21.7) erkektir. Öğretmenlerin 52’si (% 86.7) 7-10 yıl arasında öğretmenlik deneyimine sahiplerken, 8’i (% 13.3) ise 5-6 yıl arasında öğretmenlik deneyimine sahiptirler. 2.2. Veri Toplama Aracı Okul Öncesi Eğitim Programında Yer Alan Amaç ve Kazanımların Çoklu Zeka Kuramına Yönelik Analizine Ait Görüş Formu: Veri toplamada kullanılan form, Milli Eğitim Bakanlığı 60-72 aylık çocuklar için hazırlanan Okul Öncesi Eğitim Programı’nda yer alan amaç ve kazanımlar esas alınarak oluşturulmuştur. Dolayısıyla bu kapsamda Görüş Formu, gelişim alanlarına göre belirlenmiş amaç 88 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 kazanımlardan oluşmaktadır. Her amaç, kazanımın maddeleştirilmesiyle oluşturulan Görüş Formunda toplam 318 madde yer almaktadır. Her bir amaç ve kazanım, bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal, sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal-kişilerarası, müziksel-ritmik, içsel-öze dönük ve doğacı zeka alanları olmak üzere toplam sekiz zeka alanında değerlendirilmektedir. Ölçme aracı olarak kullanılan bu görüş formu, Türkiye’de kullanılan ulusal bir programda yer alan amaç ve kazanımlardan oluştuğu için ve doğrudan programı yansıttığı için herhangi bir uzman görüşüne başvurulmamıştır Tablo 1. Okul öncesi eğitim programında yer alan amaç ve kazanımların çoklu zeka kuramına yönelik analizine ait görüş formuna ilişkin tanımlayıcı bilgiler ve cronbach alpha iç tutarlılık katsayıları Alanlar Cronbach Alpha Psikomotor Alan (5 amaç + 46 kazanım) .99 Sosyal Duygusal Alan (15 amaç + 58 kazanım) .98 Dil Alanı (8 amaç + 37 kazanım) .98 Bilişsel Alan (21 amaç + 97 kazanım) .99 Öz Bakım Becerileri (5 amaç + 26 kazanım) .94 Tablo 1 incelendiğinde, Görüş Formunun tüm alt boyutlarının ve tamamının Cronbach Alpha iç tutarlılık katsayılarının yeterli düzeyde olduğu görülmektedir (p < .001). Tabloda, en fazla amaç ve kazanımın bulunduğu alanın bilişsel alan olduğu belirlenirken, en az amacın psikomotor ve özbakım becerileri alanlarında, en az kazanımın ise özbakım becerileri alanında olduğu görülmektedir. 2.2. Uygulama Araştırmada, veri toplama işleminden önce random yöntemiyle Denizli il merkezinde yer alan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 23 ilköğretim okulu belirlenmiştir. Okullarla ilgili Denizli İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden gerekli izinler alındıktan sonra, ilköğretim okullarının anasınıflarında görev yapan öğretmenlere ulaşılmıştır. Ulaşılan 80 öğretmenden 60’ı gönüllü olarak araştırmaya katılmayı kabul etmiştir. Araştırmaya katılan öğretmenlerle araştırmacılar tarafından çoklu zeka kuramıyla ilgili görüşmeler yapıldıktan sonra görüş formunu nasıl dolduracakları hakkında bilgi verilmiştir. Veri toplama sürecinde, Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 89 öğretmenlerin ihtiyaç duydukları noktalarda öğretmenlere rehberlik yapılmıştır. 2.3. Verilerin Analizi Verilerin analizi SPSS 13.0 paket programıyla yapılmıştır. Verilerin analizinde, Görüş Formunda yer alan maddelerin frekans ve yüzde dağılımları gibi betimsel istatistiklerden yararlanılmıştır. 3.BULGULAR Bu bölümde öğretmenlerin okul öncesi eğitim programında yer alan amaç ve kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik görüşleri yer almaktadır. Tablo 2. Okul öncesi eğitim programında psikomotor alanda yer alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka alanlarına göre psikomotor alandaki f % amaçlar Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal, mantıksal 58 30,37 matematiksel ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Bedensel-kinestetik ve sözel-dilsel zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) 54 28,27 Bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka alanlarında yer alan amaçlar (2 amaç) 48 25,13 Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve mantıksal31 16,23 matematiksel zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Genel toplam (5 amaç) 19 100,0 Tablo 2’de görüldüğü gibi, çalışma grubundaki okul öncesi öğretmenlerine göre psikomotor alandaki 5 amacın tamamı birden fazla zeka alanını içermektedir. Amaçlar en az iki, en çok da dört zeka alanında değerlendirilmişlerdir. Amaçların 1’i (% 30.37) bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal, mantıksal matematiksel ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 28.27) bedensel-kinestetik ve sözel-dilsel zeka alanlarında; 2’si (% 25.13) bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 1’i (% 16.23) ise bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve 90 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 mantıksal-matematiksel zeka alanlarında yer almaktadır. Okul öncesi eğitimi öğretmenleri, psikomotor alandaki tüm amaçların bedenselkinestetik zeka alanını temsil ettiğini düşünmektedirler. Tabloda, amaçların en çok kapsadığı diğer zeka alanlarının ise görsel-uzamsal ve mantıksal-matematiksel zeka alanları olduğu görülmektedir. Ayrıca psikomotor alandaki amaçlar arasında tek bir zeka alanında yer alan amaç bulunmamaktadır. Öğretmen görüşlerine göre psikomotor alandaki hiçbir amaç, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük, müzisel-ritmik ve doğacı zeka alanlarında yer almamaktadır. Tablo 3. Okul öncesi eğitim programında psikomotor alanda yer alan kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka alanlarına göre psikomotor f % alandaki kazanımlar Bedensel-kinestetik zeka alanında yer alan 60 kazanımlar (1 kazanım) 14,89 Bedensel-kinestetik ve sözel-dilsel zeka alanlarında yer alan kazanımlar (4 kazanım) 56 13,90 Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve içsel52 12,90 özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (3 kazanım) Bedensel-kinestetik ve müziksel-ritmik zeka 51 12,66 alanlarında yer alan kazanımlar (2 kazanım) Bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka alanlarında yer alan kazanımlar (14 kazanım) 50 12,41 Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve mantıksalmatematiksel zeka alanlarında yer alan kazanımlar (18 kazanım) Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve sözeldilsel zeka alanlarında yer alan kazanımlar (3 kazanım) Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal, sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında yer alan kazanımlar (1 kazanım) Genel toplam (46 kazanım) 50 49 35 12,41 12,16 8,68 403 100,0 Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 91 Tablo 3’te, çalışma grubunda yer alan okul öncesi eğitimi öğretmenlerine göre psikomotor alandaki 46 kazanımdan, 1’i (%14.89) tek bir zeka alanında (bedensel-kinestetik), kalan 45’i ise birden fazla zeka alanında yer almaktadır. Kazanımlardan 4’ü (% 13.90) bedenselkinestetik ve sözel-dilsel zeka alanlarını, 3’ü (% 12.90) bedenselkinestetik, görsel-uzamsal ve içsel-özedönük zeka alanlarını; 2’si (% 12.66) bedensel-kinestetik ve müziksel-ritmik zeka alanlarında; 14’ü (% 12.41) bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 18’i (% 12.41) bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında; 3’ü (% 12.16) bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve sözel-dilsel zeka alanlarında; 1’i (% 8.68) ise bedensel-kinestetik, görseluzamsal, sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en fazla dört zeka alanını kapsayabildiği yönünde görüş belirtildiği görülmektedir. Görüldüğü gibi, amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve sözeldilsel zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, sosyalkişilerarası ve doğacı zeka alanlarında yer almamaktadır. Tablo 4. Okul öncesi eğitim programında sosyal duygusal alanda yer alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka alanlarına göre sosyal-duygusal alandaki amaçlar f % Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 30 15.46 kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (2 amaç) Sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka 28 14.43 alanlarında yer alan amaçlar (6 amaç) Sözel-dilsel, müziksel-ritmik, bedensel-kinestetik, sosyal- 26 kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer 25 alan amaçlar (1 amaç) Sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve içsel- özedönük zeka 19 alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal kişilerarası ve 18 içsel zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Sözel-dilsel ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar 17 (2 amaç) 13.40 12.89 9.79 9.28 8.76 92 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, sosyal- 16 kişilerarası ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve bedensel-kinestetik zeka 15 alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Genel toplam (15 amaç) 8.25 7.73 194 100.0 Tablo 4’te görüldüğü gibi, okul öncesi eğitim öğretmenlerine göre sosyal-duygusal alanda yer alan 15 amacın tamamı birden fazla zeka alanı içinde değerlendirilmektedir. Amaçların en fazla beş, en az ise iki zeka alanında değerlendirilmiştir. Amaçlardan 2’si (% 15.46) sözel-dilsel, görsel uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 6’sı (% 14.43) sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içselözedönük zeka alanlarında; 1’i (% 13.40) sözel-dilsel, müziksel-ritmik, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 12.89) sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 9.79) sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 9.28) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 2’si (% 8.76) sözel-dilsel ve doğacı zeka alanlarında; 1’i (% 8. 25) mantıksalmatematiksel, görsel-uzamsal, sosyal-kişilerarası ve doğacı zeka alanlarında; 1’i (% 7.73) de sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve bedenselkinestetik zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre kazanımların tamamında yer almayan çoklu zeka alanı bulunmamaktadır. Tablo 5. Okul öncesi eğitim programında sosyal duygusal alanda yer alan kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka alanlarına göre sosyal-duygusal alanındaki f % kazanımlar Mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel- 60 22.14 kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında yer alan kazanımlar (2 kazanım) Sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka 55 20.30 alanlarında yer alan kazanımlar (29 kazanım) Sözel-dilsel, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içselözedönük ve doğacı zeka alanlarında yer alan kazanımlar 46 6.97 Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR (4 kazanım) Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 35 kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (6 kazanım) Bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve 29 doğacı zeka alanlarında yer alan kazanımlar (2 kazanım) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, bedensel-kinestetik, 24 sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (10 kazanım) Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, müziksel-ritmik, bedensel- 22 kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında yer alan kazanımlar (5 kazanım) Genel toplam (58 kazanım) 271 / 93 2.92 10.70 8.86 8.12 100.0 Tablo 5 incelendiğinde, öğretmenlerin görüşlerine göre sosyalduygusal alanda yer alan 58 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer almaktadır. Kazanımlar en az üç, en çok da altı zeka alanında yer almaktadır. Kazanımlardan 2’si (% 22.14) mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında; 29’u (% 20.30) sözel-dilsel, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 4’ü (% 16.97) sözeldilsel, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında; 6’sı (% 12.92) sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 2’si (% 10.70) bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında; 10’u (% 8.86) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 5’i (% 8.12) de sözel-dilsel, görsel-uzamsal, müziksel-ritmik, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, sosyal-kişilerarası, içsel ve bedensel-kinestetik zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, müziksel-ritmik zeka alanında yer almamaktadır. Tablo 6. Okul öncesi eğitim programında dil alanında yer alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı 94 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Zeka alanlarına göre dil alanındaki amaçlar f Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve 55 içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (2 amaç) % 27.64 Sözel-dilsel zeka alanında yer alan kazanımlar (3 amaç) 51 Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve müziksel-ritmik 48 zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) 25.63 24.12 Sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında 45 yer alan amaçlar (2 amaç) 22.61 Genel toplam (8 amaç) 199 100.0 Tablo 6 incelendiğinde, çalışma grubunda yer alan okul öncesi eğitimi öğretmenlerine göre dil alanındaki 8 amaçtan 3’ü tek bir zeka alanında (sözel-dilsel) yer almaktadır. Diğer amaçların de en çok 4 zeka alanında yer aldığı görülmektedir. Amaçlardan 2’si (% 27.64) sözeldilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 3’ü (% 25.63) sözel-dilsel zeka alanında; 1’i (% 24.12) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve müziksel-ritmik zeka alanlarında; 2’si (% 22.61) sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında yer almaktadır. Öğretmenler amaçların en fazla dört zeka alanını kapsadığına yönelik görüş belirtmişlerdir. Görüldüğü gibi amaçlarn en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve müziksel-ritmik zeka alanlarıdır. Öğretmenlerin görüşlerine göre, dil alanındaki hiçbir amaç, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında yer almamaktadır. Tablo 7. Okul öncesi eğitim programında dil alanındaki yer alan kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka alanlarına göre dil alanındaki kazanımlar f % Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve 60 27.91 sosyal-kişilerarası zeka alanlarında yer alan kazanımlar (7 kazanım) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, 55 25.58 müziksel-ritmik ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (13 kazanım) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve 35 16.28 sosyal-kişilerarası zeka alanlarında yer alan kazanımlar (3 kazanım) Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 95 Sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında 33 yer alan kazanımlar (2 kazanım) 15.35 Sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve bedensel-kinestetik zeka 21 alanlarında yer alan kazanımlar (5 kazanım) 9.77 Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 11 5.12 kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (7 kazanım) Genel toplam (37 kazanım) 215 100.0 Tablo 7’de görüldüğü gibi, öğretmenlerin görüşlerine göre dil alanında yer alan 37 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer almaktadır. Kazanımlar en az iki, en çok da beş zeka alanında yer almaktadır. Kazanımlardan 7’si (% 27.91) sözel-dilsel, mantıksalmatematiksel, görsel-uzamsal ve sosyal-kişilerarası zeka alanlarında; 13’ü (% 25.58) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, müziksel-ritmik ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 3’ü (% 16.28) sözeldilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve sosyal-kişilerarası zeka alanlarında; 2’si (% 15.35) sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında; 5’i (% 9.77) sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve bedenselkinestetik zeka alanlarında; 7’si (% 5.12) sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve sosyalkişilerarası zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, doğacı zeka alanında yer almamıştır. Tablo 8. Okul öncesi eğitim programında bilişsel alanda yer alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka türlerine göre bilişsel alandaki amaçlar f % Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal 60 31.58 zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç) Mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal zeka 57 alanlarında yer alan amaçlar (10 amaç) Sözel-dilsel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında yer alan 33 amaçlar (3 amaç) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve 25 içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç) 30.00 17.37 13.16 96 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka 15 7.89 alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Genel toplam (21 amaç) 190 100.0 Tablo 8 incelendiğinde, bilişsel alandaki 21 amacın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer almaktadır. Amaçlar en az iki, en çok ise dört zeka alanında yer almaktadır. Amaçlardan 4’ü (% 31.58) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 10’u (% 30.00) mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 3’ü (% 17.37) sözel-dilsel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 4’ü (% 13.16) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 7.89) sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içselözedönük zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal zeka alanlarıdır. Öğretmenlerin görüşlerine göre, bilişsel alanındaki hiçbir amaç bedensel-kinestetik, müziksel-ritmik ve doğacı zeka alanlarında yer almamaktadır. Tablo 9. Okul öncesi eğitim programında bilişsel alanda yer alan kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka alanlarına göre bilişsel alandaki kazanımlar f % Mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel- 60 20.07 kinestetik ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (20 kazanım) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve 55 18.39 içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (37 kazanım) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, 50 16.72 sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (2 kazanım) Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 49 16.39 kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (16 kazanım) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal 47 15.72 zeka alanlarında yer alan kazanımlar (17 kazanım) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal-kişilerarası ve 38 12.71 içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (5 kazanım) Genel toplam (97 kazanım) 29 100.0 Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 97 Tablo 9 incelendiğinde, öğretmenlerin görüşlerine göre bilişsel alanda yer alan 97 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer almaktadır. Kazanımlar en az üç, en çok beş zeka alanında yer almaktadır. Kazanımlardan 20’si (% 20.07) mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik ve içsel zeka alanlarında; 37’si (% 18.39) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve içsel zeka alanlarında; 2’si (% 16.72) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görseluzamsal, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 16’sı (% 16.39) sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 17’si (% 15.72) sözel-dilsel, mantıksalmatematiksel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 5’i (% 12.71) Sözeldilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve içsel-özedönük zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, müziksel-ritmik ve doğacı zeka alanında yer almamıştır. Tablo 10. Okul öncesi eğitim programında özbakım becerileri alanında yer alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka alanlarına göre özbakım becerileri alanındaki amaçlar Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (3 amaç) Mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Genel toplam (5 amaç) f % 46 56.79 20 24.69 15 81 18.52 100.0 Tablo 10 incelendiğinde, öğretmenlere göre özbakım becerileri alanındaki 5 amacın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer almaktadır. Amaçlar en az dört, en çok ise beş zeka alanında yer almaktadır. Amaçlardan 3’ü (% 56.79) sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 24.69) mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, 98 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 18.52) bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarıdır. Öğretmenlerin görüşlerine göre, özbakım becerileri alanındaki hiçbir amaç müziksel-ritmik zeka alanında yer almamaktadır. Tablo 11. Okul öncesi eğitim programında özbakım becerilerine ilişkin kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı Zeka türlerine göre özbakım becerileri alanındaki kazanımlar Sözel-dilsel, müziksel-ritmik, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç) Mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (6 amaç) Bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç) Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (9 amaç) Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (2 amaç) Görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç) Genel toplam (26 kazanım) f % 60 24.19 55 22.18 51 20.56 38 15.32 23 9.27 21 8.47 24 100.0 Tablo 11’de, öğretmenlerin görüşlerine göre özbakım becerileri alanında yer alan 26 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer almaktadır. Kazanımlar en az dört, en çok da altı zeka alanında yer almaktadır. Kazanımlardan 1’i (% 24.19) mantıksal-matematiksel, görseluzamsal, bedensel-kinestetik ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 6’sı (% 22.18) mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 4’ü (% 20.56) bedensel- Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 99 kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel ve doğacı zeka alanlarında; 9’u (% 15.32) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 2’si (% 9.27) sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 4’ü (% 8.47) görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel ve doğacı zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, müziksel-ritmik zeka alanında yer almamıştır. 4.TARTIŞMA Çalışmanın sonuçlarına bakıldığında, psikomotor alanda amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı, bedensel-kinestetik zeka alanı olurken, öğretmen görüşlerine göre bu alandaki hiçbir amaç ve kazanım sosyal-kişilerarası ve doğacı zekada yer almamıştır. Sosyal-duygusal alanda amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı, sözel-dilsel; kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı ise, sosyal-kişilerarası zeka alanlarıdır. Dil ve bilişsel alanlarda yer alan amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı, sözel-dilsel zeka olmuştur. Öz bakım becerilerinde amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı, bedensel-kinestetik zeka alanı olurken; öğretmenlerin görüşlerine göre, öz bakım becerileri alanındaki hiçbir amaç müzikselritmik alanında yer almamaktadır. Genel olarak bakıldığında, sözel-dilsel zeka alanının üç gelişim alanındaki amaç ve kazanımlarda, bedenselkinestetik zeka alanının ise psikomotor ve öz-bakım alanlarındaki amaç ve kazanımlarda en çok yer alan zeka alanı olduğu görülmektedir. Sosyalkişilerarası, doğacı ve müziksel-ritmik alanlarının bazı gelişim alanlarındaki amaç ve kazanımlarda hiç yer almadığı bir diğer çarpıcı sonuçtur. MEB Okul Öncesi Eğitim Programı’ndaki amaç ve kazanımların, öğretmen görüşlerine dayalı olarak çoklu zeka alanlarına göre değerlendirildiği bu çalışmanın bulguları, okul öncesi eğitim programındaki tüm gelişim alanlarında, çoklu zeka alanlarının yeteri ölçüde temsil edilmediğini ortaya çıkarmıştır. Başbay’ın (2000) yaptığı benzer bir çalışmada sınıf öğretmenliği programının çoklu zeka kuramının özelliklerini tam olarak yansıtmadığı, daha çok sözel ve mantıksal matematiksel zeka üzerinde yoğunlaşıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Oysa çoklu zeka kuramı ile yapılan etkinlikler, 100 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 öğrencilerin okula ve kendilerine karşı olumlu tutum geliştirmesini desteklemekte, öğrencilerin başarısını ve yaratıcılıklarını attırmaktadır (Janes ve diğ., 2000; Çetin ve Yükselen, 2005). Ayrıca çoklu zeka uygulamaları, çocukların işbirliği içinde hareket etmelerini ve sosyal becerilerinin gelişimini desteklemektedir (Kolb ve Weede, 2001). Anaokulunda ve birinci sınıflarda yapılan bir çalışmada çocuklara çoklu zeka uygulamaları ile etkinlikler uygulandığında okuma, yazma ve dinleme becerilerinde artış görülmektedir (Lowe ve diğ., 2001). Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, çoklu zeka uygulamaları çocukların bir çok becerisinin gelişimiyle birlikte var olan gelişim alanlarını da desteklemektedir (Janes ve diğ., 2000; Kolb ve Weede, 2001; Bayhan, 2003; Ulutaş, 2005). Bu nedenle uygulanmakta olan okul öncesi eğitim programının amaç ve kazanımlarını tekrar ele almakta yarar vardır. Araştırmada bazı sınırlılıklar da yer almaktadır. Çalışma altmış okul öncesi öğretmeni ile sınırlıdır. Sonraki çalışmalarda öğretmen sayısı arttırılabilir. Ayrıca öğretmen görüşlerinin yanı sıra araştırmacıların görüşlerine de yer verilebilir. Öğretmenlerin ve araştırmacıların görüşleri karşılaştırılabilir. Çalışma, çoklu zeka alanlarının okul öncesi eğitim programında yer alan amaç ve kazanımları içinde temsil edilmesine dayalıdır. Konu ile ilgili sonraki çalışmalarda, okul öncesi eğitim programı farklı değişkenler açısından ele alınabilir. Okul öncesi öğretmenlerinin görüşleri ile çoklu zeka alanlarına yönelik etkinlik uygulamaları arasındaki ilişkiler gibi farklı konularda araştırmalar yapılabilir. Bunların yanı sıra konuyla ilgili aşağıdaki öneriler belirtilebilir; 1. Okul Öncesi Eğitim Programı’nda yer alan amaç ve kazanımlar, doğacı zekâ, müziksel-ritmik zeka, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanları açısından zenginleştirilmelidir. 2. Eğitim kurumlarında çoklu zeka uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır. 3. Eğitimcilere çoklu zekâ kuramının eğitim sistemi için önemini anlatan hizmet içi eğitimler verilmelidir. Verilecek eğitimlerde kuramın tanıtılmasının yanı sıra kurama eğitim uygulamalarında nasıl yer verileceği etkinlik örnekleri ile belirtilmelidir. 4. Okul öncesi dönemde çoklu zekâya yönelik araştırmalar arttırılmalıdır. 5. Ailelerle işbirliği içerisinde her çocuğun ilgi ve yeteneğinin farklı olduğu düşünülerek, çocuğa yönelik ortamlar hazırlanmalı ve çocuğun ilgisine giren alanlarda etkinlikler geliştirilmelidir. Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 101 6. Çoklu zeka kuramı gibi okul öncesi eğitimi de kapsayan yeni yaklaşımlar, modellerle ilgili araştırmalar arttırılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. 7. Okul öncesi dönem çocuklarının çoklu zeka alanlarını desteklemeye yönelik proje çalışmaları uygulanmalıdır. 102 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 KAYNAKÇA Açıkgöz, M.(2003). Çoklu Zeka Kuramı’na Uygun Hazırlanmış Alıştırma Yazılımlarının İlköğretim 5. Sınıf Öğrencilerinin Başarısına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Aral, N.(1993). Çocuklarda Ve Ergenlerde İlgilerin Gelişimi, 9. Ya-Pa Okulöncesi Eğitimi ve Yaygınlaştırılması Semineri, 2628, Ankara. Armstrong, T. (2000). In Their Own Way, Penguin Putman Inc, New York. Baldes, D., Cahil, C. ve Moretto, F. (2000). Motivating student to learn through multiple intelligences, cooperative learning,and positive discipline. Master of Arts Action Research Project, Saint Xavier University and Skylight Professional Development Field- Based Master’s Program, http./www.eric.org./ED 442 574 (Erişim Tarihi:15.05 .2012) Başbay, A. (2000). Çoklu zeka kuramına göre eğitim programları ve sınıf içi etkinliklerin incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Bayhan, D. (2003). Çoklu zeka kuramına dayanan okuma-yazmaya hazırlık programının, altı yaş çocuklarının okula hazır bulunuşluk düzeylerine etkilerinin incelenmesi. Yüksek lisans tezi . Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Baykal, İ. A. (2005). Sosyal Bilgiler Dersinde Uygulanan Çoklu Zeka Kuramının Öğrencilerin Akademik Başarılarına Etkileri, Yüksek Lisans Tezi (basılmamış), Gazi Üniversitesi. Bulut-Pedük Ş. (2007). Altı Yaş Grubundaki Çocuklara Çoklu Zeka Kuramına Dayalı Olarak Verilen Matematik Eğitiminin Matematik Yeteneğine Etkisinin İncelenmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Checkley, K. (1997). The first seven...the eight, Educational Leadership, 55(1), 8–13. Çelebi-Öncü, E. (2010). Erken çocukluk döneminde yaratıcılık ve geliştirilmesi, Pegema Yayınları, Ankara. Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 103 Çetin, Z. ve Yükselen, A. (2005). Çoklu zeka eğitim programlarının çocukların yaratıcılıkları üzerinde etkisi. Yaşadıkça Eğitim, 87, 38-40. Darıca, N.(2009). Çoklu zeka kuramına uygun gelişimsel etkinlikler, Morpa Yayınları, İstanbul. Demirel, Ö., Akınoğlu, O., Acat, M.B., Avanoğlu, Y., Bağcıoğlu, G., Özkan, B., Sayan, H., Sıvacı, S.Y., Şahinel, S. ve Talu, N.(1998). İlköğretimde çoklu zeka kuramının uygulanması. VII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Cilt I, 531–546. Demirel, Ö. (2000). Kuramdan uygulamaya eğitimde program geliştirme, Pegem Yayıncılık, Ankara. Ekiz. D. (2003). Eğitimde araştırma yöntem ve metotlarına giriş, Anı Yayıncılık, Ankara. Ekşi, G. (2009).Multıple short story actıvıtıes for very young learners wıth multıple tastes, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 13, Sayı: 40. Elibol, O. F. (2000). Anasınıfına Devam Eden Altı Yaş Grubu Çocukların Çoklu Zeka Teorisine Göre Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi , Hacettepe Üniversitesi, Ankara. Erman, A. (2003). İlköğretim 4. Sınıf Öğrencilerinin Çoklu Zeka Türlerindeki Dağılım Ve Düzey Ölçümlerinin Müziksel Zeka Düzeyleriyle Karşılaştırmalı İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, , Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Gardner, H. (1999). Intelligence Reframed, Basic Books, New York. Hoerr T. R. (2002). More about multiple intelligences, Early Childhood Today, 16(4), 43. Janes, L. M., Koutsopanagos, C. L., Mason, D. S., and Villaranda, I.(2000) Improving student motivation through the use of engaged learning, cooperative learning and multiple intelligences. . Master of arts action research project, Saint Xavier University and Skylight Professional Development Field- Based Master’s Program. 80 p., http./www.eric.org. (Erişim Tarihi:08.05.2012) Karadağ, A. (2009). Okul Öncesinde Çoklu Zeka, Kök yayıncılık, Ankara. 104 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Karasar, N. (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemi, 8. Basım, Nobel Yayıncılık, Ankara. Kolb, K. ve Weede, S.(2001). Teaching prosocial skills to young children to increase emotionally intelligent behavior. http./www.eric.org.(ErişimTarihi: 10.06.2012) Köksal, M.S. (2006). Kavram öğretimi ve çoklu zeka teorisi, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt:14, No:2, 473-480. Köroğlu, H. ve Yeşildere, S.(2004). İlköğretim Yedinci Sınıf Matematik Dersi Tamsayılar Ünitesinde Çoklu Zeka Teorisi Tabanlı Öğretimin Öğrenci Başarısına Etkisi, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 24, Sayı:2, 25-41. Kutluca, T.; Çatlıoğlu, T.; Birgin, O.; Aydın, M. ve Butakın, V. (2009). Çoklu Zekâ Kuramına Göre Geliştirilen Etkinliklere Dayalı Öğretime İlişkin Öğretmen Ve Öğrenci Görüşleri, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 12, 1-16. Lowe, K., Nelson, A., O’donnell, K. and Walker, M. C. (2001) Improving reading skills. Master of arts action research Project, Saint Xavier University and Skylight Professional Development Field- Based Master’s Program.91p., http./www.eric.org. (Erişim Tarihi:12 .06.2012) Müftüler, M. (2009). Üniversite Öğrencilerinin Çoklu Zeka Alanlarına Göre Serbest Zaman Tercihlerinin Belirlenmesi, Türkiye Kick Boks Federasyonu Spor Bilimleri Dergisi, Cilt:1, Sayı:2, Ocak, 2009. Özdemir, P. (2002). The Effects Of İnstructional Strategies Based On The Principles Of Multiple İntelligence Theory On Understanding Of “Diversity Of Livings Things”, Yüksek Lisans Tezi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Middle East Technical University, Ankara. Saban, A. (2002). Çoklu Zeka Teorisi Ve Eğitim, 2. Basım, Nobel Yayınları, Ankara. Silver, H., Strong, R. and Perini, M. (1997). Intergrating Learning Styles And Multiple İntelligence, Educational Leadership, 41, 22-27. Temur, Ö. D. (2001). Çoklu Zeka Kuramına Göre Hazırlanan Öğretim Etkinliklerinin 4.Sınıf Öğrencilerinin Matematik Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR / 105 Erişilerine Ve Öğrenilen Bilgilerin Kalıcılığına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi , Gazi Üniversitesi, Ankara. Tuğrul, B. ve Elibol, F. (2001). Altı Yaş Çocuklarının Güçlü Oldukları Çoklu Zeka Türlerinin Belirlenmesi Ve Çocukların Tercihi İle Ailelerinin Görüşlerinin Karşılaştırılması, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Dergisi, 1, 4-5. Tuğrul, B. ve Duran, E. (2003). Her Çocuk Başarılı Olmak İçin Bir Şansa Sahiptir: Zekanın Çok Boyutluluğu Çoklu Zeka Kuramı, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 24, 224-333. Türkuzan, R. (2004). Çoklu Zeka Kuramının Lise 1. Sınıf Öğrencilerinin Öz Kütle Konusunu Anlamalarına Ve Öğrendikleri Bilgilerin Kalıcılığına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi (basılmamış), Gazi Üniversitesi, Ankara. Ulutaş, İ. (2005).Anasınıflarına devam eden altı yaş çocuklarının duygusal zekalarına duygusal zeka eğitiminin etkisinin incelenmesi. Doktora Tezi (basılmamış). Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Uysal, E. (2006). Farklı Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden Altı Yaş Grubundaki Çocukların Çoklu Zeka Kuramına Göre İncelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Yavuz K. E.(2001). Çoklu zeka teorisi ve uygulamaları, Özel Ceceli Okulları Yayınları, Ankara. Yenilmez, K. ve Bozkurt, E. (2006). Matematik eğitiminde çoklu zekâ kuramına yönelik öğretmen düşünceleri, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Aralık. Muammer Bayraktutar / 106 FUÂD KÖPRÜLÜ’NÜN İZLENİMLERİYLE OXFORD’DA TOPLANAN XVII. BEYNE’L-MİLEL MÜSTEŞRİKLER KONGRESİ (*) Yazan: Müderris Köprülü-zâde Mehmed Fuad ** Çev: Yrd. Doç. Dr. Muammer Bayraktutar *** Oxford İctimâ‘î Beyne’l-Milel Müsteşrikler Kongresi’nin on yedinci toplanışıydı. İlk def‘a 1873 senesinde Paris’de toplanan kongre sırasıyla Londra, Ptersbrug, Floransa, Berlin, Leiden, Viyana, Stockholm, Londra, Cenova, Paris, Roma, Hamburg, Cezayir, Kopenhang, Atina şehirlerinde toplanmış ve 1912’deki son Atina Kongresi’nde gelecek ictimâ‘nın 1915’de Oxford’da olması kararlaşmıştı. Araya Cihân Harbi’nin girmesi ve harb bittikten sonra da milletler arasındaki münâsebâtın tanzîmi içün uzun zamanlar geçmesi kongrenin on üç sene te’hîrle toplanmasına sebep oldu. Bunlardan Stockholm Kongresi’ne merhûm Ahmed Mithad Efendi, son Atina Kongresine de merhûm Ahmet Hikmet Bey Osmanlı Hükûmeti mümessili olarak iştirâk etmişlerdi. Diğer kongrelere hükümetin resmen iştirâk edip etmediğini ma‘a’l-esef bilmiyorum. Son kongrenin tertîbi işlerini Oxford Dâru’l-funûnuna mensûb “Hind Tedkîkâtı Enstitüsü” der-‘uhde etmişdi. Ekseriyesi Oxford’un Şark tedkîkâtıyla tevaggul eden profesörlerden mürekkeb olmak üzere bir ‘umûm-i kavmiyete bir de daha mahdûd a‘zâdan mürekkeb bir fa‘âl hey’et teşkîl etti. Usûlden olduğu vechile bütün hükûmetlere, dâru’lfunûnlara, akademilere, ‘ilmî cem‘iyetlere da‘vetnâmeler gönderildi. Ayrıca bu işlerle ‘alâka-dâr bütün mütehassısların iştirâkı ricâ edildi. Türkiye Cumhûriyeti ve İstanbul Dâru’l-funûnu da ayrı ayrı da‘vetnâmeler aldılar ve kongreye resmî sûrette iştirâkı kabûl ettiler. Kongre tertîb hey’etinin mesâ‘isi parlâk sûrette neticelendi: Belçika, İngiltere, Danimarka, Mısır, Fransa, Almanya, Macaristan, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, İran, Polonya, Portekiz, İsveç, Türkiye, Amerika devletleriyle Papalık, resmî murahhaslar göndermek sûretiyle iştirâk ettiler. Dâru’l-funûnlar arasında, İngiltere’nin birçok dâru’l-funûnları, Almanyanın oniki dâru’l-funûnu bi’l-hassa göze * Daru’l-Funûn Edebiyat Fakültesi Mecmû‘ası, c. IV, sy. 4, Teşrîn-i Evvel, 1928, s. 678-686. ** İstanbul Dâru’l-Funûn Edebiyat Fakültesi Reîsi. *** Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. [email protected] 107/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 çarpıyordu. Avrupa, Amerika ve Asya’nın altmış bir dâru’l-fünûnu, on üç akademisi, elli iki ilmî müessesesi ayrı ayrı mümessiller yollamışlardı. Husûsî sûrette iştirâk edenlerle birlikte kongre a‘zâsının yekûnu altıyüzden aşağı değildi. Bütün bu cins kongrelerde mu‘tâd olduğu üzere kongre daha evvelce dokuz şu‘beye ayrılmıştı: I. Umûmî Kısım (Antropoloji, Etnografya, Kable’t-Târîh Arkeolojisi, Mukâyeseli Esâtîr, Halkiyyât). II. Asuriyyât ve ona müte‘allik sâ’ir sahalar; Eski el-Cezire ve Eski Anadolu. III. Mısır ve Afrika. IV. Merkezî ve Şimâlî Asya, Tibet. V. Aksâ-yı Şark, Hind Çin’i, Malezya, Polinezya. VI. Eski Hind, Yeni Hind, Seylan, İran, Ermenî, Kafkasya sahaları Tedkîkâtı. VII. Ahd-i Atîk, İbrânî ve Âramî Tedkîkâtı VIII. İslâm ve Türk Târîhi, Lisân ve Edebiyât vb. IX. Şark San‘atı. Kongreye iştirâk edenlerin adedi ilk tahmînden pek fazla olduğu gibi, kongrede okunmak üzere hazırlanan tedkîknâmelerin mikdârı da pek çok olduğundan hey’et-i tertîbiyye esâsen çok geniş olan altıncı şu‘beyi üçe ayırdı ve böylece şu‘belerin adedi on bire iblâğ edildi. Bu şu‘belerde okunan tedkîkâtnâmelerin adedi bi’l-hassa dikkâte şâyândır: Birinci şu‘bede 27, ikinci şu‘bede 22, üçüncü şu‘bede 20, dördüncü şu‘bede 7, beşinci şu‘bede 22, altıncı şu‘bede 34, altıncı şu‘benin ikinci kısmında 24, üçüncü kısmında 26, yedinci şu‘bede 20, sekizinci şu‘bede 33, dokuzuncu şu‘bede 27 rapor okunup münâkaşa edildi. Bu sûretle kongrede hemen hemen 250 kadar tedkîknâme mevzû‘ bahs oldu. Kongrenin zabıtnâmeleri intişâr ettiği zaman XVII. Oxford Müsteşrikler Kongresi’nin ne büyük bir fa‘aliyet gösterdiği pek iyi anlaşılacaktır. Kongre 27 Ağustos Pazartesi günü saat 21:00’de resmî sûrette açıldı. ‘Ale’l-usûl nutuklar okundu ve resmî mümessillerin takdîm merâsimi icrâ edildi. Merâsimden sonra gece yarısına kadar devâm eden çay ziyâfetinde kongre a‘zâsı birbiriyle tanışıb görüştüler. Orada uzun senelerden beri şahsen tanışmakta olduğumuz dostlara rast geldiğim gibi gıyâben tanışıb mektûblaşmakta olduğumuz halde şahsen görüşmemiş olduğumuz meslekdâşlarla da tanıştım. Kongrenin sâf ve samîmi ‘ilmî havâsı içinde, dostluklar pek çabuk te’sîs ediverdi. Esâsen bu gibi Muammer Bayraktutar / 108 kongrelerin en büyük faydası da, şüphesiz bu şahsi mu‘ârefelerdir. Salı sabahından itibâren şu‘belerin ictimâ‘ı başladı. Dinlenecek raporlar pek çok ve zaman darlığından günde üç ictimâ‘ yapılıyordu. Sabahtan öğleye kadar öğleden sonra ve gece. Sabah ictimâ‘ları 3-4 sâ‘at, diğer ictimâ‘lar ise 2 sâ‘at kadar sürüyordu. Sâ‘at üçle beş arasında ekseriyâ muhtelif çay ziyâfetleri vardı. Oxford’un tıbkı bizim eski medrese binâlarını hatırlatan kurûn-u vustâî binâları arasındaki ferâhlı, geniş ve güzel bahçelerde verilen bu ziyâfetler pek samîmi oluyordu. Öğle yemeklerinden sonra, kütübhâneleri, müzeleri, Oxford’un tarihi binâlarını gezmek içün ba‘zı tenezzühler tertîb edilmişti. Çarşamba günü Büyük Britanya Hükûmeti nâmına kongredeki resmî mümessiller şerefine büyük bir ziyâfet verildi. Böylece kuvvetli ve devâmlı bir sûrette çalışan kongre, Cum‘a akşamı mesâ‘isini bitirdi ve ertesi gün 11’de ‘umûmî ictimâ‘ akdedilerek nihâî kararlar verildi. Nutuklar te‘âtî edildi ve üç sene sonra Leiden’de toplanmak üzere kongrenin hitâmı i‘lân olundu. Oxford Kongresi’nde beni alâkadâr eden mevzû‘lara aid mühîm raporları dinlemek üzere, vakit buldukça muhtelif şu‘belere gidib istifâde ediverdim. Meselâ Fransa arkeoloji âlimlerinden meşhûr Focha’nın Belh Şehri Âsâr-ı Atîkası hakkındaki konferansını, Nikitin’in Urumiye havalisindeki Afşarlar hakkında tedkîkâtını dinleyebildim. Lâkin mesâ‘isine doğrudan doğruya iştirâk ettiğim sekizinci İslâm- Türk Tedkîkâtı Şu‘besi ictimâ‘ları o kadar çoktu ki, bütün arzûma rağmen sâ’ir şu‘belerde dinlemek istediğim bir tâkım konferanslarda bulunmak ma‘a’lesef kâbil olmadı. Meselâ programda Vadala isminde bir zâtın “Samsun Şehrinin Mazîsi, Hâli, İstikbâli” adlı bir raporu ve yine Profesör Focha’nın “Afganistan’da Son Âsâr-ı Atîka Taharriyâtı” hakkında konferansı ve daha bu gibi yine alâka-dâr iden şeyler i‘lân edilmişti. Ma‘a’l-esef bunlara gitmek için vakit bulamadım. Türk-İslâm tedkîkâtı şu‘besinin re’isi Oxford Dâru’l-funûnunda Arab Lisânı ve Edebiyâtı müderrisi Profesör Margolius’du. Arab Lisânı ve Edebiyâtına ait birçok eski metinler neşretmiş ve muhtelif tedkîkâtta bulunmuş olan bu fâzıl zât, şu‘benin mesâ‘îsini cidden büyük bir mahâret ve nezâketle idâre etmiştir. Bizim şu‘bede Fransa’nın, İngiltere’nin, İtalya’nın, Hollanda’nın ve bi’l-hassa Almanya’nın ve daha birçok memleketlerin ma‘rûf İslâmiyât mütehassısları göze çarpıyordu. Herhâlde gerek iştirâk eden âlimlerin şahsî kıymet ve şöhreti, gerek ictimâ‘larda okunan raporların kıymet ve keyfiyyeti i‘tibâriyle, sekizinci şu‘be, bütün kongrenin en kuvvetli şu‘belerinden birini teşkîl ediyordu. Umûmî alakayı celbeden raporlar okunduğu zamânlar, salonda elli kişiden fazla sâmiîn kitlesine tesadüf ediliyordu. 109/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Yalnız şurasını esefle söylemek lâzımdır ki şu‘bemizde okunan raporlar arasında Türk tedkîkâtına aid olanlar fevka’l-âde mahdûd idi. Acem ve bi’l-hassa Arab tedkîkâtına nisbetle Türkoloji’nin bu kadar mahdûd bir dâirede kalması, bu husûsda bütün medeniyyet dünyası karşısında bize terettüb eden ‘ilmî vazîfenin ehemmiyetini ve ağırlığını gösteriyor. “Anadolu Lehçeleri Tedkîkâtı Mes’elesinin Bugünkü Hâli”nden bahis bir rapor okuyacağı programda ‘i’lân edilen Polonyalı Profesör Kovalski kongreye iştirâk edemediği gibi, Osmanlı Târîhi’ne ait bir rapor okuyacak olan Alman müsteşriki Profesör Babinger de Oxford’a gelmemişti. Vatikan’dan gelen Papalık mümessillerinin reîsi Molla adlı ihtiyâr bir rahipti. Bu rahibin esâsen Türk olup sonradan Katolik dinini kabûl ettiğini İngiliz gazeteleri yazdılar. Bu zâtın Nâmık Kemâl’in meşhur Renan Müdâfaanâmesi hakkında bir rapor okuyacağı evvelce programda ‘i’lân edilmişti. Fakat bilmem neden, Molla bu raporunu kongrede okuyamadı. Öyle sanıyorum ki ‘ilmî bir mahiyette olmaktan ziyâde sırf Katolikliğin nokta-i nazarından dinî bir tenkîd mahiyetinde olan bu raporun okunmasına, kongre hey’eti râzı olmadı. Çünkü bu gibi ‘ilmî kongrelerde, böyle dinî ve i‘tikâdî mahiyette münâkaşalar tamâmen memnû‘dur. İşte bu i‘tibarla kongrede, Türkoloji’ye aid mevzû‘ bahsedilen hemen yegâne mes’ele, benim “Harzemşahlar Devrinde Bir Türk Lisâncısı” adlı raporum oldu. Evvelce Türkiyât Mecmû‘ası’nın ikinci cildinde bundan bahsetmiştim. Burada rapor mevzû‘unu hulâsaten arz edeyim: Rus Türkiyâtçılarından Melioransky 1900’da Türk Lisânına ait eski eserler hakkında gayet mühim bir tedkîk neşretmişti. Bu tedkîknâmede, İslâmiyetten sonra Türk Lisânına aid yazılan en eski eser olmak üzere Muhammed b. Kays isminde bir müellifin “Son Harzem Hikmetdârı Celâleddîn Namına Te’lîf Etmiş Olduğu Kitâb” zikrolunuyordu. Melioransky’den sonra da Türk Lisânına aid eski eserlerden bahseden bir tâkım Macar ve Rus âlimleri ne Muhammed b. Kays hakkında ne de onun bu mühim eseri hakkında hiçbir ma‘lûmâta mâlik olmadığımızdan müteessifâne bahsettiler. İbn Muhanna adlı İlhanlılar devrinde yaşamış bir Arap lugatcisi üç beş sene evvel İstanbul’da tab‘ edilen Hilyetu’l-Lisân adlı eserinin iki yerinde bu Muhammed b. Kays’ın eserinden bahsetmiş ve Melioransky bunun mevcûdiyetini ondan öğrenmişti. Halbuki Türk Lisânına aid bu yedi asırlık eserin mahiyetini ve muahhar müellifler tarafından ondan istifade edilib edilmediğini öğrenmek Türk filolojisi itibariyle çok büyük bir ehemmiyeti hâizdir. Muammer Bayraktutar / 110 İşte Oxford’da okuduğum raporlarımın birinde, bu eski eser ve muharriri hakkında yeni bir takım ma‘lûmât vermeğe muvaffak oldum. Muhammed b. Kays’ın te’lîf ettiği lugat kitâbının yalnız İbn Muhanna’ya değil, sâir bir takım muahhar İran müelliflerine de ma‘lûm olduğunu, bir takım İran lugat kitâblarında ondan doğrudan doğruya veya bi’l-vâsıta alınmış ma‘lûmâta tesâdüf edildiğini îzâh ettim. Sonra bu kitâbın isminin “Tıbyânu'l-Lugati't-Türkî ‘alâ Lisâni'l-Kanklı” olduğunu yani Harzem’de büyük bir ekseriyet teşkîl eden Kanklı Türklerinin lehçesini ihtivâ ettiğini de gösterdim. Ondan sonra da Muhammed b. Kays’ın şimdiye kadar zannedildiği gibi mechûl bir adam değil, bi’l-akis o devrin çok ma‘rûf bir âlimi olduğunu meydana koydum. Fi’l-hakîka bu adamın şahsı ve bir takım eserleri İran Filolojisi’yle iştigâl edenler arasında pek ma‘rûf olduğu gibi, İran Sınâyi-i Edebiyesine ait pek mühim bir eseri de mukaddimen Avrupa’da tab‘ edilmişti. Öyle olduğu halde bu adamla Türkçe lugat yazmış olan Muhammed b. Kays’ın aynı adam olduğu şimdiye kadar anlaşılamamıştı. İşte bu sûretle Türk Filolojisi’ne ait mechûl çok mühim mes’elelerden biri, birden bire iyice tenevvür etmiş oldu. Bu husûsda serdettiğim mulâhazaların kongrece hiçbir i‘tirâza uğramadığını da ayrıca ilâve etmek isterim. Bu Fransızca raporum kongre zabıtnâmelerinde aynen intişâr edecektir. Kongrede İran tedkîkatı ikiye ayrılmıştı: İslâmiyyetten evvelki İran tedkîkatıyla uğraşan şu‘be ayrıydı. Bizim şu‘bemizde yalnız İslâmiyyetten sonraki İran’a aid tarîhî ve lisânî mes’eleler mevzû‘ bahs oluyordu. Bu tedkîkât Türklüğe ait tedkîklere nisbetle epeyce çoktu. Fakat Arab tedkîkâtıyla mukâyese edilince, bunun da pek mahdûd kaldığı göze çarpıyordu. ‘Umûmî bir fikir vermek için bunlardan da kısaca bahsetmek isterim: Hollanda’nın genç ve kıymetli müsteşriklerinden Dr. Kramers “Eski İslâm Coğrafya Eserlerinde İran An’anesi” nâmında cidden mühim bir rapor okuyarak ilk İslâm coğrafyacılarında mevcûd olan bir takım ma‘lûmâtın Sâsânî Devri an’anelerinden kalmış olduğunu gösterdi. Eski İslâm coğrafyası hakkındaki tedkîkâtıyla tanınmış olan Mösyö Gabriel Ferran da bunu te’yîd etti. Sonra İran Devleti nâmına kongreye iştirâk eden Mirza Muhammed Han Kazvînî eski İran şâ‘irlerinden Bedr Câcermî’nin oğlu tarafından yazılmış pek mühim eski bir şi‘îr mecmuası hakkında ma‘lûmât verdi. Kıymetli neşriyyâtıyla Avrupa ilim âlemince öteden beri tanınmış olan bu fâzıl zâtın raporu bir nokta-i nazardan mühimdi. Hicri 141’de yazılan “Mûnisu’l-Ahrâr” nâmındaki bu şi‘îr mecmû‘ası, birçok eski İran şâ‘irlerinin Fârisî şi‘îrlerini ihtivâ ediyordu ki bunlar arasında Türk oldukları isimlerinden derhal anlaşılan ve şimdiye kadar isimleri işitilmemiş olan muhtelif Türk şâ‘irleride mevcûttur. 111/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 Bunlardan Hasanoğlu adlı bir Türk şâ‘iri hakkında vaktiyle ben de tedkîkât da bulunmuş ve ona ait bir takım makâleler neşretmiştim. Bu makâlelerde Hasanoğlu’nun Hicrî sekizinci asır başlarında yaşadığını mevcûd vesîkalardan istidlâlen tahmîn ediyordum. İşte Mûnisu’l-Ahrâr’ın meydana çıkması bu tahmînde hiç aldanmadığımı kat’iyyetle meydâna koydu. Yine bu mecmû‘ada Ömer Hayyâm’ın on iki rubâ‘isi de mevcûddur ki şimdiye kadar bilinen rubâ‘îlerin en eskileri bunlardır. Alman müsteşriki Baron Rozen 1928’de Berlin’de Kavyani matba‘asında basılan “Rubâ‘îyyât-ı Hakîm Ömer Hayyâm” adlı eserinin zeylinde bunları derc etmiş olduğu gibi, ma‘rûf İngiliz müsteşriki Sir Denisen Ross da bunları İngilizce tercümesini Londra Şark Lisânları Mektebi Mecmû‘ası’nda neşretmişti. Genç İngiliz müsteşriklerinden Mösyö Levy, Abdullah Ensârî’ye nisbet edilen eski bir Yusuf ve Zuleyha nüshası hakkındaki tedkîkâtından bahsetti ve bunun ona aid olamayacağını pek müdellil bir sûrette gösterdi. Bu sûretle eski bir hata ortadan kalkmış oldu. İran tedkîkâtı sahasında bunlara ilâve olarak bir de benim Ömer Hayyâm hakkında okuduğum rapor vardı. Fransızca metni kongrenin zabıtnâmelerinde tab‘ edilecek olan bu raporumda Hayyâm’a aid pek mühim yeni bir vesîkadan bahsettim. Tebrîzli Yar Ahmed adlı bir müellif Hicrî 867 senesinde Hayyâm’ın 487 rubâ‘îsini toplamış ve buna Hayyâm’ın hayatına aid mühim ma‘lûmâtı muhtevî bir de tercüme-i hâli ilâve etmiş, eski Osmanlı müelliflerinden muerrih Âlî ve son zamanlarda Hoca Fehîm bundan istifâde etmişler. Hüseyin Daniş Mirza, Rubâ‘iyyât-ı Ömer Hayyâm adlı eserinin ikinci tab‘ına ilâve ettiği bir zeylde bu eserden bazı nakillerde bulunmuş, lâkin ya eserin lisânî ve tarîhî ehemmiyetini lâyıkıyla takdîr edemediğinden yahut eseri lâyıkıyla tedkîke vakti olmadığından ondan hiç istifâde edememiş. Hatta en garîbi bu nüshayı nerede gördüğünü bile söylememiş. İşte ben raporumda bu eserden bahsettim. Hayyâm’a ait şimdiye kadar bilinen şeylerle bu eserin verdiği ma‘lûmâtı tenkidî bir sûrette karşılaştırdım. Hatta kendi gördüğüm nüsha ile Âlî’nin ve Hoca Fehîm’in gördükleri nüshalar arasındaki farkları da gösterdim. Hayyâm’a ait tedkîkâtın Avrupa’da bi’l-hassa Anglosakson âleminde nasıl büyük bir alâka ile ta‘kîb olunduğu ma‘lûmdur. Bu i‘tibârla benim verdiğim ma‘lûmât da yalnız kongrede değil İngiliz yevmî matbûâtında da epeyce bir alâka uyandırdı. Kongrede de bu mes’ele etrafında bir takım suâller sordular. Hayyâm hakkında mühim tedkîkâtta bulunan Danimarkalı müsteşrik Mösyö Christensen’in ahîran neşrettiği eserinde serdettiği mütâla‘alar hakkında, sonra Hayyâm’a isnâd edilen rubâ‘îlerin vusûki hakkında nokta-i nazarlarımı bi’l-hassa öğrenmek istediler. Lâzım gelen Muammer Bayraktutar / 112 cevâbları verdim. Berlin Umûmî Kütübhânesi Şark Yazmaları Şu‘besi Müdürü Dr. Vail de bu munâsebetle Hayyâm’a ait bir risâleden bahsetti. Okuduğum rapor böyle büyük kongrelerde okunması mu‘tâd bütün bu cins raporlar gibi muhtasar olduğundan bu mühim mes’eleye dair Londra Şark Lisânları Mektebi Mecmû‘ası’na ayrıca bir makâle yazmamı, bu mektebin fâzıl müdürü Sir Denisen Ross büyük bir nezâketle iltimâs etti. Ben de bu arzûyu ma‘a’l-memnûniyetle is’âfa çalışacağımı söyledim. Hayyâm’ın rubâ‘îlerini ihtivâ eden en eski nüsha Oxford’da Bodleian Kütübhânesi’nde bulunan nüshadır ki Hicrî 865’de yazılmıştır. Yalnız 185 rubâ‘îyi muhtevîdir. Halbuki benim kongrede bahsettiğim nüsha, bundan ancak iki sene sonra yazıldığı halde 487 rubâ‘îyi ihtivâ etmektedir. İşte bu îzâhtan sonra Hayyâm merâklılarının bu yeni vesikaya karşı neden bu kadar kuvvetle alâkadâr oldukları çok kolaylıkla anlaşılır ümidindeyim. İşte bu muhtıralar istisnâ edilince, bizim şu‘bede okunan sâir raporlar hemen kâmilen Arap tedkîkâtına aitti. Beyrut Cizvit Mektebine mensûb Mösyö Boyij (?) Arab skolastiklerinin eserlerini Arabca tenkîdli metni ve Fransızca tercümesiyle birlikte ihtivâ edecek bir külliyyât hazırlamakta olduklarından bahsetti. Kurûn-u Vustâ Felsefe Tarîhi i‘tibâriyle pek mühim olan bu teşebbüsü kongre büyük takdîr ile karşıladı. Berlin Şark Lisânları Mektebi’nin fâzıl müdürü Profesör Mitovich tıbba aid bi’l-‘umûm eski İslâm metinlerini ihtivâ edecek diğer yeni bir külliyyât programından bahsetti ve Almanya’da Tıb Tarîhi tedkîkâtıyla mütevaggıl muesseselerin bu teşebbüsle şiddetle alâkadâr olduklarını söyledi. Kongrede bu teşebbüsün büyük bir ehemmiyeti hâiz olduğunu muttefikan tasvîb etti. Şu‘bemizde Arab tedkîkâtına dâir okunan raporların sadece mevzû‘larından bahsetmek bile uzun sürer. Yalnız şunu kaydedeyim ki meşhûr İtalyan müsteşriki Profesör Nallino’nun raporu İslâm Hukuku Tarîhi i‘tibâriyle pek mühimdi. ‘Umûmî Hukuk Tarîhiyle uğraşan bütün âlimler şimdiye kadar eski bir Süryanî Hukuku mevcûd olduğunu ve İslâm Hukuku üzerinde bunun büyük te’sîrâtı bulunduğunu kabûl ediyorlardı. Halbuki Profesör Nallino, Süryanî Hukuku diye bilinen şeyin eski ve orijinal bir şey olmayıp İslâm eserlerinin tercümesinden ibâret olduğunu müdellelen isbât ederek bu iddi‘ânın tamâmen esassız olduğunu meydâna çıkardı. Kongrede cereyân eden bir hâdiseye, memleketimizi alâkadâr etmesi dolayısıyla bi’l-hassa zikretmek isterim. Genç ve kıymetli Alman müsteşriklerinden Dr. Schacht İstanbul kütübhânelerindeki pek nâdir bazı yazmalar hakkında mühim îzâhât vererek kongrede büyük bir alâka 113/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012 uyandırdı. Fi’l-hakîka İstanbul eski kütübhânelerinin ihtivâ ettiği yüz bine yakın yazma Arab, Acem, Türk eserleri sayesinde İslâm tedkîkâtı için hâlen en mühim merkez mâhiyyetini muhâfaza etmektedir. Ne Avrupa’da ne de İslâm dünyasının diğer sahalarında İstanbul kütübhâneleriyle mukâyese edilecek bir ma‘lûmât hazînesi mevcûd değildir. Türklerin eski asırlarda da İslâm dünyasının ilmen en müterakkî bir unsuru olduğu bununla sâbittir. Türkiye’de Cumhûriyet idâresinden evvel bu kütübhânelerden lâyıkıyla istifâde etmek, hele Avrupa ilim adamları için pek müşküldü. İşte kütübhânelerimizin o zaman ki fecî hâlini bilen ve o zaman uğradıkları büyük müşkilâtı hatırlayan bâzı müsteşrikler, Dr. Schacht’ın beyânâtından sonra söz alarak bu eski vaz’iyetten şikâyet ettiler. Ben buna karşı Cumhûriyet idâresinin kuruluşundan sonra, kütübhânelerimizin bütün ilim erbâbı için açık olduğunu, beyne’l-milel ilmî te‘âmullere bütün Avrupa memleketleri gibi Türkiye Cumhûriyeti’nin de tamamen ri‘âyetkâr bulunduğunu, gerek Ma‘ârif Vekâletimizin gerek İstanbul Dâru’l-funûn’unun bu husûsda ilim adamlarına a‘zamî muzâhirâtta bulunduklarını söyledim ve sözlerime delîl olmak üzere de son senelerde İstanbul’u ziyâret etmiş yahut Türkiyât Enstitüsü vâsıtasıyla kütübhânelerimizden istifâdeye muvaffak olmuş muhtelif müsteşrikleri gösterdim. Esasen Dr. Schacht da raporunda bu teshîlâttan kemâl-i şükrânla bahsetmişti. Bu sözlerim kongre a‘zâsı tarafından çok harâretle alkışlarla karşılandı. Cumhûriyetimizin ilmî mesâ‘iye karşı gösterdiği bu samîmî alâka ve muzâhirâttan pek memnûn ve mütehassis oldular. Mütâla‘ama son verirken, böyle mühim bir kongrede Türkiye Cumhûriyeti’ni ve İstanbul Dâru’l-Funûnunu temsîl gibi şeref-i nisbetinde mes’ûliyetli ilmî bir vazîfeyi uhdeme tevdî sûretiyle hakkımda çok büyük bir i‘timâd gösteren Hükûmet-i Cumhûriye’ye ve İstanbul Dâru’l-Funûnuna şükrân ve minnetlerimi tekrâr etmek mecbûriyetindeyim. . Sosyal Bilimler Dergisi Kilis 7 Aralık Ünivrsitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nde yayınlanmak üzere gönderilen akademik yazılar, biçimsel olarak dergimizin yazım kurallarına uygun hazırlanmalıdır. Başlık sayfasında Türkçe ve İngilizce başlık, yazar ad(lar)ı, unvan(lar)ı, kurum ad(lar)ı, Türkçe ve İngilizce özet ve anahtar kelimeler yer almalıdır. Başlık, en fazla 12 kelimeden oluşmalı, 12 puntoyla, tamamı büyük ve koyu harflerle, satıra ortalanarak yazılmalıdır. Başlığın yazının içeriğini en iyi şekilde yansıtması gerekir. Başlıkta kısaltmalar kullanılmamalıdır. Yazarların ad ve soyadları başlık satırının altında, ortalı biçimde, koyu (bold) karakterde olmalı. Adın ilk harfi büyük, diğer harfleri küçük; soyadın tamamı büyük harfle yazılmalıdır. Yazarların çalıştığı kurum, adlarının altına yazılmalıdır. Türkçe ve İngilizce özet ve anahtar kelimeler, 10 punto ve italik harflerle, tek satır aralığıyla yazılmalıdır. Özet 150-200 kelime uzunluğunda olmalıdır. Özette çalışmanın kapsamı, amacı, yöntemi ve sonucu kısaca verilmelidir. Özetten sonra 3-5 anahtar kelime yazılmalıdır. Yazılar, Microsoft Word 6.0 ve üstü programlarda, Times News Roman yazı karakterinde, 11 punto ve tek satır aralığı ile yazılmış olmalıdır. Paragraf girintileri 1 cm., kenar boşlukları üst 5.5, alt, 5.5, sol, 5 ve sağ 4.5 cm. olmalıdır. Atıflarda ise dipnot yöntemi tercih edildiği gibi metin içinde gönderme de kabul edilmektedir. Ayrıca kaynakçanın hazırlanmasında dipnot ve/veya APA yöntemi kullanılmalıdır. Yazılar hızlı iletişim amacıyla elektronik ortamda kabul ve takip edilmektedir ([email protected]). Ayrıntılı bilgi için lütfen http://sbe.kilis.edu.tr/bolum/SESE13/dergi adresini ziyaret ediniz.