17 ŞUBAT 2016 HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU ANA BAŞLIKLAR ÜLKEYİ YÖNETENLER, SURİYE POLİTİKASI KONUSUNDA “DAĞILMIŞ” VAZİYETTELER. CUMHURBAŞKANLIĞI, BAŞBAKANLIK, DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI VE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI, HER BİRİSİNİN AYRI BAKIŞI, AYRI STRATEJİSİ, AYRI SURİYE ANALİZİ VAR. BU DURUM TAM BİR FELÂKET TABLOSUNU İŞARET EDİYOR. İSMİ AÇIKLANMAYAN, ÜSTÜ DÜZEY GENELKURMAY YETKİLİSİ HÜKÜMETE, CUMHURBAŞKANLIĞINA VE ULUSLARARASI KAMUOYUNA DİYOR Kİ: “TSK MİLLETİN ORDUSUDUR. VATAN VE MİLLET TEHDİT ALTINDAYSA, GÖZÜMÜZÜ KIRPMAYIZ. BUNUN DIŞINDA MEHMETÇİK SURİYE TOPRAĞINA AYAK BASMAYACAK, BUNU HERKES BİLSİN” SON DÖNEMDE 3. DÜNYA SAVAŞI YORUMLARI SIKÇA YAPILMAYA BAŞLANDI. MÜNİH GÜVENLİK KONFERANSI’NDA BU OLASILIK, DEVLET VE HÜKÜMET BAŞKANLARINCA DA DİLE GETİRİLDİ. DEĞERLENDİRMELERİN ORTAK NOKTASI: 3. DÜNYA SAVAŞI OLASILIĞININ CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN POLİTİKALARI VE TÜRKİYE’NİN OLASI MÜDAHALESİ İLE GÜNDEME GELECEĞİ YÖNÜNDE. ERDOĞAN-DAVUTOĞLU İKİLİSİ SÜREÇLERİ ANALİZ EDEMEDİKLERİ, DIŞ POLİTİKAYI HAMASET VE İÇ SİYASET MALZEMESİ OLARAK GÖRMEKTEN ÖTEYE BİR ÖNGÖRÜ VİZYONU ORTAYA KOYAMADIKLARI İÇİN, “SUÇU BİRBİRLERİNİN ÜZERİNE ATARCASINA” FARKLI KONUMLARDA, ÇELİŞKİLER İÇİNDE BİR SURİYE ÇATLAĞININ TARAFLARI HALİNE GELMİŞLERDİR. TÜRKİYE, ÜÇLÜ-DÖRTLÜ KOALİSYON HÜKÜMETLERİ, EN DERİN SİYASİ KRİZLER DÖNEMİNDE BİLE, BÖYLESİNE GAYRI CİDDİ, LAUBALİ, DEVLET GELENEKLERİNİ VE TEAMÜLLERİNİ YOK SAYAN, SABAHTAN AKŞAMA GÜN İÇİNDE İKİ-ÜÇ KEZ SÖYLEM VE POLİTİKA DEĞİŞTİREN YÖNETİCİLERE TANIK OLMADI, EMANET EDİLMEDİ! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 1 GİDEREK “KONTROLSÜZ GÜCE” DÖNÜŞEN, 24 SAAT ÖNCE SÖYLEDİĞİNİN FARKINDA BİLE OLMAYAN, KENDİSİNİ HER KONUDA BİLGE VE BİLGİLİ SANAN, DÜNYANIN MERKEZİNE KENDİSİNİ OTURTAN BİR CUMHURBAŞKANI, ŞİMDİ TÜM DÜNYA KAMUOYUNA “ OLASI 3. DÜNYA SAVAŞI’NIN MÜSTAKBEL MÜSEBBİBİ” OLARAK TAKDİM EDİLMEKTE, İTHAM EDİLMEKTEDİR. AKP HÜKÜMETİ TBMM UZLAŞMA KOMİSYONUNUN 3. TOPLANTISINDA, DİĞER ÜÇ PARTİ İLE ÖNCEDEN UZLAŞILAN 60’I AŞKIN MADDEYE, YENİ UZLAŞI MADDELERİ İLAVE ETMEK YERİNE, BAŞKANLIK SİSTEMİ DAYATMASINI KOMİSYON GÜNDEMİNE GETİREREK MUHALEFET PARTİLERİNİ “UZLAŞMAZ” KONUMA SÜRÜKLEME SENARYOSUNU DEVREYE SOKTULAR. TÜRKİYE’NİN PYD-YPG İLE İLGİLİ TEZLERİNE, EN YAKIN MÜTTEFİK, İNCİRLİK ÜSSÜNÜ AÇTIĞIMIZ ABD, TAM TERSİNİ SÖYLÜYOR. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN “TARAFINI BELLİ ET EY ABD, BİZ Mİ PYD Mİ” ÇAĞRISINA, “PYD MÜTTEFİKİMİZ” DİYE KARŞILIK VERİYOR. ERDOĞAN, SÖZLERİNİN ABD VE DÜNYA DÜZEYİNDE BİR HÜKMÜNÜN OLMADIĞINI, KALMADIĞINI GÖRÜYOR. KATOLİK VE ORTODOKS AYRIŞMASININ, SONLANDIRILMASI DOĞRULTUSUNDA KRİTİK ÖNEMDE BİR ADIM ATILDI. KATOLİK VE ORTODOKSLARIN DİNİ LİDERLERİNİN 962 YIL SONRA BULUŞMASI İLE KAMUOYUNA AÇIKLANAN 30 MADDELİK DEKLARASYON, YAKIN DÖNEMDE YENİ SÜREÇLERİN GELİŞECEĞİNİ HABER VERİYOR. TÜRKİYE İLE AB ARASINDAKİ MÜLTECİ ANLAŞMASININ HAYATA GEÇİRİLMESİ ÇALIŞMALARINA HIZ VERİLİRKEN, MERKEL’İN ANKARA ZİYARETİNDEN SONRA AB İÇİNDE ANLAŞMAYA TEPKİLER ARTIYOR. DOĞU AVRUPA ÜLKELERİ, BİR ARAYA GELEREK, MERKEL’İN POLİTİKALARINA KARŞI ÇIKILMASI, AB’NİN DOĞU SINIRLARININ KAPATILMASI KONUSUNDA MUTABAKATA VARDILAR. CUMHURBAŞKANININ 31 MART’TA NÜKLEER GÜVENLİK ZİRVESİ’NDE OBAMA İLE BİR ARAYA GELMESİ PLANLARI YAPILIRKEN, İKİ ÜLKE ARASINDA ORTAYA ÇIKAN PYD-YPG GERİLİMİNDE TÜRKİYE YALNIZ KALMIŞ DURUMDA. ERDOĞAN-DAVUTOĞLU İKİLİSİ İZLEDİKLERİ POLİTİKANIN KÜRT DEVLETİ’NİN KURULUŞ YOLUNU AÇTIĞININ, PANİĞİNİ VE VEBALİNİ YAŞAMAKTADIR. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 2 KIBRIS MÜZAKERELERİNDE HIZLA İLERLEME KAYDEDİLİRKEN, TÜRKİYE SAVAŞ GÜNDEMİYLE MEŞGUL OLDUĞUNDAN, GARANTÖRLÜĞÜNÜ ÜSTLENDİĞİ BİR SORUNDAKİ GELİŞMELERE YETERİ KADAR YOĞUNLAŞAMIYOR. SON OLARAK, MÜZAKERELERDE KIBRIS FEDERASYONU’NUN PARASININ “EURO” OLMASI KONUSUNDA MUTABAKATA VARILDIĞI AÇIKLANDI. YANLIŞ VE ÖNGÖRÜSÜZ DIŞ POLİTİKANIN, ÜLKEMİZİ DÜNYADA VE BÖLGEDE YALNIZLAŞTIRIRKEN, EKONOMİK KAYIPLARIN BOYUTLARINI DA EN ÜST DÜZEYE ÇIKARTTI. SON AÇIKLANAN 2015 DIŞ TİCARET VERİLERİ, 10 YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GÜREN TÜRKİYE-İRAN TERCİHLİ TİCARET ANLAŞMASIYLA (TTA) 35 MİLYAR DOLAR OLARAK HEDEFLENEN TİCARET HACMİNİN HÜSRAN OLDUĞUNU GÖZLER ÖNÜNE SERDİ. TÜRKİYE EKONOMİSİNİN KANAYAN YARASI İŞSİZLİK, ÇİFT HANEDE KALMAYA DEVAM EDİYOR. SON AÇIKLANAN KASIM AYI İŞSİZLİK VERİLERİ DE RESMİ İŞSİZLİK ORANININ YÜZDE 10,5 OLDUĞUNU GÖSTERİRKEN, ASIL ÇARPICI OLAN GELİŞME KAMU İSTİHDAMINDAKİ ARTIŞ. 1 KASIM SEÇİMLERİNE GİDİLİRKEN, HÜKÜMETİN KAMUDA YAKLAŞIK 100 BİN DOLAYINDA YENİ İŞE ALIM YAPTIĞI ORTAYA ÇIKIYOR. ÖZEL İSTİHDAM BÜROLARINA (ÖİB) YÖNELİK DÜZENLEME İLE BAKAN ŞİMŞEK’İN İFADE ETTİĞİ ESNEK İŞGÜCÜ PİYASASININ VE İŞSİZLİĞİ AZALTMA FORMÜLÜNÜN NE OLDUĞU NET BİÇİMDE ANLAŞILIYOR. KISA SÜRELİ İŞ GÖREMEZ HALE GELEN ÇALIŞANLARIN YERİNE ÖİB’DAN “İŞÇİ KİRALAMA” OLANAĞI GETİRİLİYOR. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 3 HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU DETAYLAR ÜLKEYİ YÖNETENLER, SURİYE POLİTİKASI KONUSUNDA “DAĞILMIŞ” VAZİYETTELER. CUMHURBAŞKANLIĞI, BAŞBAKANLIK, DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI VE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI, HER BİRİSİNİN AYRI BAKIŞI, AYRI STRATEJİSİ, AYRI SURİYE ANALİZİ VAR. BU DURUM TAM BİR FELÂKET TABLOSUNU İŞARET EDİYOR. Cumhurbaşkanı Erdoğan Güney Amerika ziyareti dönüşünde, uçak sohbeti sırasında yaptığı açıklamalarda, Irak’ta 2003’teki 1 Mart tezkeresini gündeme getirerek, “tezkere kabul edilseydi, bugün Irak’ta durum çok farklı olurdu, Suriye’de aynı hatayı yapmamamız lâzım” diyerek, Suriye’ye müdahale ve Suriye için TBMM’den tezkere çıkartılmasını işaret ediyor. Ardından da Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanının “haftalık olağan görüşme” sırasında çekilmiş fotoğrafı, Cumhurbaşkanına yakın medyaya servis edilerek “Suriye’ye kara harekâtı masada” haberleri ve yorumları yapılıyor. Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suudi Arabistan ile birlikte Suriye’ye karadan müdahale olasılığının gündemde olduğunu, bunun düşünülebileceğini ve hazırlıkların bu yönde olduğunu dile getirerek, Suudi Hava Kuvvetlerine ait savaş uçaklarının İncirlik’te konuşlanacağını bildiriyor. Münih’te Cumhurbaşkanı ile “paralel” açıklamalar yapan Çavuşoğlu’nun, üyesi olduğu hükümetin Başbakanı konumundaki Ahmet Davutoğlu ise hemen karşı açıklamaya yöneliyor. Başbakan, Ukrayna ziyareti sırasında yaptığı açıklamalarda, Suriye’ye bir kara müdahalesinin söz konusu olmadığını, bunu dile getirmenin bile Türkiye’nin savaşa sokulması anlamına geleceğini belirterek “bu tür söylemlerin kullanılmasında dikkatli olunması gerektiğini” ifade ediyor. Kuzey Suriye’de, YPG güçlerinin ağırlıkta olduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) mevzilerine yapılan topçu atışlarının “Angajman kuralları” çerçevesinde gerçekleştirildiğini yani “Türkiye’ye saldırı ve ihlal olduğu için, cevaben meşru müdafaada bulunulduğunu” dile getiriyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 4 Bunun hemen akabinde AKP sözcüsü Ömer Çelik, Suriye’ye kara müdahalesinin “savaş” anlamına geldiğini, böyle bir şeyin, hükümet için ve Türkiye’nin Suriye politikası için söz konusu olmadığını ivedi olarak ilan ediyor. Bu arada asıl dikkat çekici olan TSK’nın, Genelkurmay’ın suskunluğunun sürüyor olması. Genelkurmay Başkanının, Başbakanın Suudi Arabistan ziyareti sırasında resmi heyette yer alması ve “Savaş Üniforması ve postallarıyla” Kral Salman’ın Sarayındaki protokolde fotoğraf vermesinin önemli bir mesaj olduğu değerlendirmemi iki hafta önce gündeme getirmiştim. Suudi Arabistan önderliğindeki İslam İttifakı’nın en hevesli en istekli üyesi görünümündeki Türkiye, Genelkurmay Başkanı’nın savaş üniformalarıyla Suudi Sarayı’nda fotoğraf vermesi, TSK’nın Suudi Kralı Salman’ın “EMRİNE AMADE” olduğu sinyaliydi. Birinci Dünya Savaşı’nda, Türk Ordusunu Yemen’de, Trablus’ta, Arabistan çöllerinde, Şam’da, Bağdat’ta “sırtından hançerleyen” Suudların ve diğer Arap ülkelerinin emrine, şimdi TSK’yı hangi bilinmez sözler, menfaatler karşılığı teslim eden AKP iktidarının, Suudların liderliğinde, Suudlarla ortak kara harekâtını diline dolaması, en hafifinden TSK’nın muzaffer geçmişine yönelik büyük bir ayıptır. Genelkurmay’ın suskunluğuna karşın, geçen hafta, “İsmi açıklanmayan TSK üst düzey yetkililerine” atfen medyada yer alan şu sözler, askerin Cumhurbaşkanının ve Hükümetin muhtemel Suriye’ye müdahalesine karşı medya aracılığıyla “direncini ve konumunu” kamuoyu ile paylaşma ihtiyacı hissettiğini göstermektedir: “Uluslararası toplumun Suriye’ye Genelkurmay’ın iki önemli kararı var: asker göndermesi konusunda, Bir: ABD, Rusya’nın tavrı nedeniyle BM’den Suriye’ye karadan uluslararası bir askeri müdahale ve operasyon karar çıkarılamayacağının farkında ve dolayısıyla böyle bir müdahale hazırlığı yapmıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 5 İki: TSK, BM Güvenlik Konseyi’nden bir karar alınmadıkça, Suriye topraklarına ayak basmayacak.” Yani ismi açıklanmayan, üstü düzey Genelkurmay yetkilisi hükümete, Cumhurbaşkanlığına ve uluslararası kamuoyuna diyor ki, “Biz kimsenin işgal ordusu, macera heveslerinin gerçekleştiricisi, siyasi hayal ve hamasetlerinin destekçisi olmayız. Mevcut durumda, Mehmetçiği Suriye çöllerine sürme, anaların-babaların yüreklerini, çöllerden gelecek şehit cenazeleri ile dağlama niyetimiz yok. Yeni ‘Yemen Türküleri’, yeni ‘Hey Onbeşli’ ağıtları yazma heveslisi değiliz. Dahil olduğumuz uluslararası ittifaklar, kurumlar, kurallar var. Kıbrıs’a uluslararası hukuk ve çok taraflı anlaşmaların, garantörlüğümüzün, bize tanıdığı hakkaniyet çerçevesinde gittik. TSK kimsenin şahsi ordusu, silahlı gücü değildir. Milletin ordusudur. Vatan ve Millet tehdit altındaysa, gözümüzü kırpmayız. Meşru zeminde, Uluslararası kurallar ve hukuk temelinde, müşterek bir harekât kararı çıkarsa, buna dahil olabiliriz. Bunun dışında Mehmetçik Suriye toprağına ayak basmayacak, bunu herkes bilsin” Şimdi “isimsiz” Genelkurmay ve TSK “üst düzey” yetkilisinin, öncelikle “TSK adına konuşma mertebesinde” bir asker olduğu, bu açıklamanın TSK “komuta kademesinin birebir görüşünü yansıttığı”, yapılan açıklamadan, bu açıklamanın medyanın manşetlerinde yer almasından ve Genelkurmay tarafından, bu manşetlere yönelik herhangi bir tekzip yapılmamasından anlaşılıyor. TSK’nın konumunu ve tutumunu bu şekilde saptayınca Cumhurbaşkanına yakın medyada “yaptırılan” haftalık olağan görüşmeye ilişkin “resimli haber ve yorumlarda” dile getirilen “Suriye operasyonu masada” haberlerinin, “perde arkası kulislerin” bir hükmü kalmıyor. Masadaki Plan’ın, “Halep’te bozguna uğrayan, desteklediği Cihatçılarla ve Türkmen Tugaylarıyla” bağlantı yolları, son saldırılar sonrası kesilen, Türkiye’yi, bugünkü konuma sürükleyen Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın, “Siyaseten kuyudan çıkmak için ip arayışları” olduğu anlaşılıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 6 Kaldı ki, mevcut reel politik görüntü; Türkiye’yi yöneten kadroların, Cumhurbaşkanlığı - Başbakanlık-Dışişleri Bakanlığı - Genelkurmay kanatlarının, Suriye politikası, müdahale, operasyon, ittifaklar, müttefiklerle diyalog, bölgesel ittifak arayışları vb. tüm konularda, “kafalarının karışık olduğunu, her birisinin ayrı telden çaldığını” açıkça ortaya koyuyor. Böylesine hayati ve kritik bir konuda, devleti yönetenlerin bir ortak politika üretememeleri, çelişkiler içinde olmaları, birbirleriyle çatışma halinde bulunmaları, olası bir savaş halinde ülkenin yönetsel anlamda bir kaosun içine gömüleceğini işaret ediyor. SON DÖNEMDE 3. DÜNYA SAVAŞI YORUMLARI SIKÇA YAPILMAYA BAŞLANDI. MÜNİH GÜVENLİK KONFERANSI’NDA BU OLASILIK, DEVLET VE HÜKÜMET BAŞKANLARINCA DA DİLE GETİRİLDİ. DEĞERLENDİRMELERİN ORTAK NOKTASI: 3. DÜNYA SAVAŞI OLASILIĞININ CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN POLİTİKALARI VE TÜRKİYE’NİN OLASI MÜDAHALESİ İLE GÜNDEME GELECEĞİ YÖNÜNDE. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM’yi ve “uyumlu çalışacağını” öne sürerek, Başkanlık Sistemi tezinin temeline oturttuğu “aynı siyasi görüşten gelen” AKP hükümetini de devre dışına iterek, Beşar Esad’la “kişisel kavgaya” dönüştürdüğü, Suriye politikası, tüm dünyada 3. Dünya Savaşı’nın “fitilini ateşleyecek” bir RİSKLER YIĞINI olarak değerlendirilmeye başlandı. Münih’te düzenlenen Uluslararası Güvenlik Konferansı’nın temel konu başlığı Suriye ve Türkiye’nin Suriye politikasının bölge ve dünya için taşıdığı “RİSKLER” idi. Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev, Avrupa ve ABD’nin Rusya’ya yönelik politikaları, yaptırım ve ambargolarıyla dünyayı yeniden bir “Soğuk savaş” sürecine sürüklediklerini ifade ederek, ekonomik yaptırımların kendilerini zorlamadığını, ancak teröre karşı işbirliği konusundaki zeminin güçlenmesini engellediğini öne sürdü. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 7 Medvedev’in açıklamaları, bir yanıyla Münih Konferansı’nın da gündemini oluşturdu. Suriye konusunda varılan ateşkes mutabakatı, Rusya’nın, bölgede artan ağırlığı ve etkinliği, ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları’nın ortaklaşa hareket etme yaklaşımları, Suriye sürecini olumlu yöne taşıyacak gelişmelerdi. Uluslararası siyaset ve diplomasi ile gündemdeki çözüm önerileri için ortaya atılan önemli handikapların başında ise sürekli Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’nin durumu dillendirildi. Birinci Dünya Savaşının bir Sırp Suikastçının Avusturya Macaristan Arşidük’ü ve eşine düzenlediği silahlı saldırı bahane edilerek çıktığı ve Osmanlı’nın da, Almanya’nın emrivakisi sonucu, Osmanlı bayrağı çekerek, “Yavuz” ismini yazdığı bir Alman savaş gemisi ile Rusya Limanlarında Rus donanmasına saldırması ardından savaşa dahil olduğu hatırlandığında, bir savaşa dahil olmak için çok büyük nedenler aramaya gerek olmadığı ortaya çıkıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nu, tarih sahnesinden silen bir dünya savaşının benzeri için, şimdi gerekçe olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’nin Suriye politikası öne sürülüyor. 2011’den bu yana hep vurguladığımız gibi, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Mısır, İsrail, Libya, Irak politikaları gibi Suriye politikaları da yanlış ve baştan sona Türkiye’nin çıkarları aleyhine gelişen bir süreçler birikimi, fiyaskolar yığınıdır. Şimdi ise gelinen aşamada, tüm dünyanın gözünde, Suriye’deki iç savaşın bugüne kadarki nedenleri, gerekçeleri, bir kenara bırakılmış, sözü edilen olası bir yeni dünya savaşının “sorumluluğu” etiketinin Türkiye’ye yapıştırılması çabalarının yoğunlaştığı bir aşamaya gelinmiştir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 8 ERDOĞAN-DAVUTOĞLU İKİLİSİ SÜREÇLERİ ANALİZ EDEMEDİKLERİ, DIŞ POLİTİKAYI HAMASET VE İÇ SİYASET MALZEMESİ OLARAK GÖRMEKTEN ÖTEYE BİR ÖNGÖRÜ VİZYONU ORTAYA KOYAMADIKLARI İÇİN, “SUÇU BİRBİRLERİNİN ÜZERİNE ATARCASINA” FARKLI KONUMLARDA, ÇELİŞKİLER İÇİNDE BİR SURİYE ÇATLAĞININ TARAFLARI HALİNE GELMİŞLERDİR. Rusya Savunma Bakanlığı sözcüsü İgor Konaşenkov, Türkiye’nin Suriye’yi işgal için hazırlık yaptığını, bu konuda somut tespitleri olduğunu, Türk Ordusu’nun Suriye’ye doğrudan müdahale için gizli hazırlıklar içinde bulunduğunu iddia etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’nın bu iddialarını “gülerek karşıladığını” söyledikten bir hafta sonra, kendi kendisiyle çelişip, “Suriye’de durum böyle gitmez, 1 Mart tezkeresindeki hatayı yapmamamız lazım” diyerek, Suudi Arabistan ile kara harekâtını gündeme taşıdı. Bu da Türkiye’yi yönetenlerin, altyapısı hazırlanmış, olasılıkları ve seçenekleri hesap edilmiş bir Suriye politikası olmadığını, kalıcı bir stratejiyi dizayn edemediklerini, Cumhurbaşkanının günlük mesaisi içinde, aklına estikçe kendisine göre politika belirleyip, ilan ettiğini göstermektedir. Genelkurmay, Başbakanlık ve Dışişleri’nin, bu bilmedikleri “sürpriz” çıkışları, Cumhurbaşkanının ya dış seyahatlerindeki açıklamalarından, ya da Başbakan, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ile bugüne kadar bilinen resmi-geleneksel “Haftalık Olağan Görüşme” Programına ilave olan, “Muhtarlarla Salı Buluşması” konuşmalarından öğrenerek, yetişmeye çalıştıklarını görmekteyiz. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 9 TÜRKİYE, ÜÇLÜ-DÖRTLÜ KOALİSYON HÜKÜMETLERİ, EN DERİN SİYASİ KRİZLER DÖNEMİNDE BİLE, BÖYLESİNE GAYRI CİDDİ, LAUBALİ, DEVLET GELENEKLERİNİ VE TEAMÜLLERİNİ YOK SAYAN, SABAHTAN AKŞAMA GÜN İÇİNDE İKİ-ÜÇ KEZ SÖYLEM VE POLİTİKA DEĞİŞTİREN YÖNETİCİLERE TANIK OLMADI, EMANET EDİLMEDİ! Cumhurbaşkanının “güçler ayrılığı, idarenin yargısal-anayasal denetimi, söylem ve eylemlerin anayasaya uygunluğu, hukuk devleti” gibi demokrasi prensiplerinden sıkıntısı, rahatsızlığının nedeni de bu demokratik-anayasal sınırlama ve denetimlerden kaynaklanıyor. Giderek “kontrolsüz güce” dönüşen, 24 saat önce söylediğinin tam zıddını 24 saat sonra söylediğinin farkında bile olmayan, kendisini her konuda bilge ve bilgili sanan, dünyanın merkezine kendisini oturtan bir Cumhurbaşkanı, şimdi tüm dünya kamuoyuna “ olası 3. Dünya Savaşı’nın müstakbel müsebbibi” olarak takdim edilmekte, itham edilmektedir. Türkiye bunu hak etmemektedir, böyle bir ithamı reddetmelidir. Dış politika, kişilerin menfaatlerinin, ikballerinin aracı olamaz, buna alet edilemez. Ülkenin çıkarlarını gözetmeyen, ülkenin geleceğini feda etmekte sakınca görmeyen, ülkeyi acınası konumlara düşüren bir dış politikayı oluşturanların, uygulayanların ve bundan menfaat sağlayanların varacağı menzil Yüce Divan’dır. Artık Suriye’de hiçbir şekilde “ciddiye alınmadığını”, desteklediklerinin iplerinin de elinden kaçtığını gören, Cumhurbaşkanı Erdoğan son Halep fiyaskosu ile Esad rejiminin kalıcılığının tescil edilmesi ardından, savaşı gündemine aldı. Erdoğan, hiç değilse Suriye’nin geleceğinde, masanın kenarına bir “tabure” ile de olsa ilişebilmek için Suriye’ye kara operasyonu ve TSK müdahalesine yandaş bulmaya çalışıyor. Bu şekilde yanlışlarını örtbas etmeyi, Türkiye’yi feda edip, kendisini kurtarmayı amaçlıyor. TSK’nın olası bir müdahalesinde karşısında bulacağı güçler, söyledikleri gibi sadece YPG ağırlıklı DSG olmayacaktır. Rusya, olası müdahalede TSK ile çatışabileceğini açıkladı. ABD en üst düzeyden iki kez Türkiye’yi YPG mevzilerine bombardımanı kesme konusunda uyardı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 10 Fransa benzer açıklamayı daha sert bir dile Türkiye’ye yaptı. Esad yönetimi, Türkiye-Suudi Arabistan müdahalesinin gerçekleşmesi halinde anında “yanıt verileceğini” açıkladı. PYD Eş Başkanı Salih Müslim, ABD ve Rusya’nın, dolaylı olarak da Esad’ın desteğinden aldığı güçle, Erdoğan ve Davutoğlu’na meydan okuyarak, TSK’nın müdahalesine sonuna kadar direneceklerini, böyle bir durumda TSK’nın karşısında “Topraklarını savunan Suriye Halkını bulacağını” ilan etti. Son olarak, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD Başkanı Barack Obama arasında yapılan telefon diplomasisi ile iki lider, “Suriye’de stratejik işbirliğini genişletme, geliştirme ve derinleştirme” kararı aldıklarını ilan ettiler. Tüm bu sıralanan tablodaki aktörlere, olası bir TSK müdahalesinde, bölgedeki bazı radikal İslamcı grupları, IŞİD’i de ilave etmek gerekir. Türkiye’yi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında “3. Dünya Savaşı’nın olağan sorumlusu” kimliğiyle tanımlamaya başlayan uluslararası kamuoyu, kurumlar, medyada dahil olmak üzere, oluşan tabloda; neredeyse 2011’de Suriye’de başlayan sürecin tüm suçlusu ve faili olarak Türkiye işaret edilmektedir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının yeni “Çılgın Projesi” olduğu anlaşılan, Suriye’ye karadan girme ve kısmi işgalle, Halep-Azez-Cerablus Sünni Kuşağını oluşturup, güvenceye alma yönündeki senaryo hazırlığı İngiliz Times gazetesinin manşetinde “Türkiye, Cehennem’in kapısından girmeye hazırlanıyor” cümlesiyle yer aldı. Böyle bir girişimin en iyimser değerlendirmeyle, muhtemel sonucu; Türkiye’nin karadan Suriye topraklarına girmesi halinde TSK; a) Öncelikle, PYD-YPG-YPJ güçlerinin ağırlıkla yer aldığı, Arap, Hristiyan, Süryani güçleri de bünyesinde barındıran, ABD destekli DSG güçleriyle çatışmak zorunda kalacaktır. b) TSK böyle bir operasyonda, aynı zamanda, Rusya destekli Suriye Ordusu ve Esad güçleri yanında, Suriye Ordusu’na destek veren İran Devrim Muhafızları, Şii Lübnan Hizbullah militanları ile de çatışmak durumunda kalacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 11 c) ABD’nin PYD-YPG’yi “terör örgütü olarak değil, Suriye’deki müttefiklerimiz olarak görüyoruz” açıklamaları bağlamında, Cumhurbaşkanının muhtarlar toplantısındaki; “Ey Amerika, sen teröristlerle mi ittifak yapıyorsun..” çıkışına, anında “PYD-YPG ile ilgili tavrımız net ve bir değişiklik yok!” yanıtı vererek, aynı görüşü yineleyen ABD ile de bir aşamada TSK’nın karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olacaktır. d) Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanının Suudlarla ortak kara harekatı açıklamaları sonrasında, ABD’den gelen tepkiler ve uyarılar üzerine, Suudi Arabistan askeri sözcüsü Tuğgeneral Ahmet Assari, Suudi Arabistan’ın ancak ABD öncülüğündeki bir uluslar arası koalisyon olması durumunda, burada yer alarak Suriye’de kara operasyonuna katılacağını açıklayıp, Cumhurbaşkanını ve Türkiye’yi “açığa” düşürdü. e) Bu açıklamanın hemen ardından bu kez Erdoğan’ın 18 ayda 7 kez buluştuğu müttefiki Katar Emiri’nin Dışişleri Bakanı, Şeyh Muhammed bin Abdurrahman el Sani Münih Konferansı’nda yaptığı açıklamada, ‘Suriye’ye kara operasyonunun ABD’nin Planı olduğunu, böyle bir durumda, Katar’ın da askeri destek vereceğini” açıkladı. SONUÇ; Erdoğan ve Türkiye, ABD’nin bir kaş-göz işaretiyle, orta yerde en güvendiği müttefikleri, Suudi Kralı ve Katar Şeyhi tarafından yapayalnız bırakıldı! f) Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi durumunda, TSK en az 3-4 cephede birden, farklı silahlı milis gruplarla, Kürtler, Araplar, Şiiler, Esad ordusu, Rusya, ABD, IŞİD, El Kaide, El Nusra ve daha başka gruplarla karşı karşıya gelecektir. g) Bu müdahalede, Türkiye talep etse ve çağrıda bulunsa da NATO Anlaşması’nın işlemesi söz konusu olmayacaktır. Çünkü söz konusu anlaşmanın Müttefik bir ülke toprağına saldırı durumunda ortak savunmanın devreye girmesini öngören 4 ve 5’inci maddeleri, saldırıya uğrayan “Türkiye toprağı değil, Türkiye’nin saldırdığı Suriye toprağı” olması nedeniyle geçerli değildir. Türkiye, NATO’dan Patriot Savunma Sistemlerini isterken, gerekçesi Suriye’den gelebilecek olası bir hava ya da füze saldırısıydı. Bu çağrı öncesinde, Suriye bir savaş uçağımızı düşürmüş, iki pilotumuzu şehit etmişti. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 12 NATO bu talebi haklı buldu ve Almanya, Hollanda, ispanya, ABD, TürkiyeSınırına yakın bölgelere patriotları yerleştirdi. Şimdi ise aksine patriotları çekiyorlar. Çünkü Suriye’den Türkiye’ye bir saldırı olasılığı mevcut durumda zayıf ihtimal… Kaldı ki, Doğu Akdeniz’e ABD ve Rusya başta olmak üzere, Almanya, Fransa, İngiltere donanmaları, Güney Kıbrıs ve İncirlik’e savaş uçakları konuşlandı. Esad’ın saldırı ihtimali yok. Türkiye Suriye’ye saldırırsa, bunun için de NATO’nun TSK’ya destek vermesinin hukuki gerekçesi yok. Böyle bir durumda, birkaç cephede birden savaşmak zorunda kalacak olan TSK, yalnız başına başının çaresine bakmak durumunda kalacaktır. AKP HÜKÜMETİ TBMM UZLAŞMA KOMİSYONUNUN 3. TOPLANTISINDA, DİĞER ÜÇ PARTİ İLE ÖNCEDEN UZLAŞILAN 60’I AŞKIN MADDEYE, YENİ UZLAŞI MADDELERİ İLAVE ETMEK YERİNE, BAŞKANLIK SİSTEMİ DAYATMASINI KOMİSYON GÜNDEMİNE GETİREREK MUHALEFET PARTİLERİNİ “UZLAŞMAZ” KONUMA SÜRÜKLEME SENARYOSUNU DEVREYE SOKTULAR. AKP’nin TBMM Anayasa uzlaşma komisyonu girişimlerinde, yeni özgürlükçü demokratik anayasa söyleminde samimiyetsiz olduğunu hep vurguladık. Asıl hedefin, Güneydoğu’da terörü tırmandırıp, savaş tamtamları çalarak, bu yıl sonbaharda yeni bir seçime gitmek için bahane aramak olduğunu söyledik. Bunun için de üç muhalefet partisinin de karşı olduğunu beyan ettiği Başkanlık sistemini müzakerelerin, uzlaşma komisyonunun önüne getirmelerinin sürpriz olmayacağını belirttim. İçerde ve dışarıda, Suriye’de, Dünyada köşeye sıkışan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkeyi ve insanları tehdit ederek seçime götürüp zoraki başkanlığını kabul ettirmek istiyor. AKP bu nedenle şimdi 330 milletvekili bulmak için “ahlaksız arayışlara” yönelecektir ve Erdoğan’ın talimatı doğrultusunda, ülkeyi ya ara seçime, ya referanduma, ya da erken seçime götürmeyi zorlayarak, anayasa değiştirecek çoğunluğu yakalama peşine düşecektir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 13 TÜRKİYE’NİN PYD-YPG İLE İLGİLİ TEZLERİNE, EN YAKIN MÜTTEFİK, İNCİRLİK ÜSSÜNÜ AÇTIĞIMIZ ABD, TAM TERSİNİ SÖYLÜYOR. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN “TARAFINI BELLİ ET EY ABD, BİZ Mİ PYD Mİ” ÇAĞRISINA, “PYD MÜTTEFİKİMİZ” DİYE KARŞILIK VERİYOR. ERDOĞAN, SÖZLERİNİN ABD VE DÜNYA DÜZEYİNDE BİR HÜKMÜNÜN OLMADIĞINI, KALMADIĞINI GÖRÜYOR. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iç kamuoyuna dönük bir siyaset oyunu oynuyor. ABD’nin PYD’ye desteğine karşılık adım atamıyor. AKP hükümeti, Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde de, şimdi de pek çok “kırmızı çizgi” ilan etti. Hepsi de çiğnendi. Pek çok kez “güç testi” uyarısı yaptı, her seferinde güç test edildi, onaylandı, olduğu yerde kaldı. İsrail’in Mavi Marmara baskınında, Suriye’nin savaş uçağımızı düşürmesinde, Rusya’nın hava sahası ihlallerinde (Sadece Suriye’de değil, Karadeniz’de de defalarca ihlal yaşandı), Ukrayna krizinde, Kırım’ın ilhakında, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs hükümetinin Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek, doğal gaz rezervlerini işletmeye almasında vb… Artık, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bu çıkışları, test çağrıları, kırmızı çizgi ilanları tüm dünyada tebessümle izleniyor. Herkes, bu söylemlerin sadece iç kamuoyuna yönelik olduğunu biliyor. O nedenle de artık kimse ciddiye almıyor ki bu acı bir durum ve Türkiye açısından onur kırıcı. Saygın ve güçlü bir devlet olmanın gereğini yerine getiremeyen bir ülke yönetimi iş başında. İki yıl öncesine kadar PYD ile içli dışlı olan, Salih Müslim’i İstanbul ve Ankara’da, PYD’nin diğer Eşbaşkanı Asya Abdullah’ı Diyarbakır’da ağırlayan bu hükümetti. Üstelik en sıkı yakın koruma tahsis edilen Asya Abdullah, 1 Eylül 2014’teki Dünya Barış Günü kutlamaları konferansında konuştu ve bir de ödül aldı. Şimdi Cumhurbaşkanı çıkıp “Ey ABD tercihini yap, teröristler mi, müttefik Türkiye mi” dediğinde, gülmezler mi? “Sen zaten tercihini iki yıl önce PYD’lilere üst düzey protokol uygulayarak yapmamış mıydın? Ödüller vermemiş miydin? Ne oldu da şimdi çıkıp muhtarlara haykırıyorsun?” demezler mi? ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 14 Öngörüsüzlükten, politikasızlıktan, gün bulup gün konuşmaktan, bu hale geldiler. Dün “Kardeşim Esad” idi, şimdi “Halk düşmanı, diktatör, Nusayri Esed” oldu! Dün “Alo dostum Putin” idi, bugün “Düşman Putin” oldu! Dün “Yüksek Yahudi Dostu ve Nişan sahibi” idi, bugün “One minute, terörist devlet, Siyonistler” oldu! Dün “Alevi, Sünni kardeştir” idi, bugün “Ali’siz Aleviler” oldu! Dün “Kardeşim Kaddafi” idi, Barış Ödülü alırken el ele idi bugün “Kanlı diktatör Kaddafiye linç” oldu! Dün “Dostum, Barack uzun süre oldu, sesini özlemişim” idi, bugün “Eyyy Obama PYD’li teröristler mi, biz mi senin dostunuz?” oldu! “Dün Bülent Abi” idi, bugün “O zat!” oldu! Dün “Muhterem Hocaefendi, Dünya Alimi, Dinler arası diyalogun mimarı” idi, bugün “Darbeci, terörist, Kırmızı bültenli İnterpollük kumpasçı” oldu! Dün “Bir şiir okudum, hapse attılar” idi, bugün “Kitaplar, köşe yazıları, bombalardan da tehlikelidir” oldu! Dün “Şehitler, 3-5 kelle, analar ağlamasın, Sayın Öcalan,” idi, bugün “Şehitlerin en büyük hamisi” oldu! Dün “Milliyetçiliğin her türlüsü ayaklar altında” idi, bugün “Milliyetçi, mukaddesatçı, yerlici ve millici” oldu! Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün… Siyaset ilkedir, çizgidir, duruştur, düşüncedir, bir felsefe ve özgün bir yaklaşım tarzıdır. Siyasetçi, doğru konuştukça, dürüst oldukça, vefalı oldukça, şefkatli oldukça, kendisini o makama getirenlere, güvenip, inananlara yanlış yapmayıp, yalan söylemedikçe muteberdir. Sadece çok küçük bir bölümünü sergilediğim, şu kısacık anekdotlardan nasıl bir siyaset ve siyasetçi tablosu, kimliği ve karakteri çıkabilir? İşte son dönemde alışkanlık haline getirdiği “Ey” çıkışlarının, artık sadece tebessümle karşılanması, gülünüp geçilmesi, muhataplarınca ciddiye ve kale alınmaması bu yüzdendir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 15 Şimdi, PYD-YPG ile ilgili çıkışlarının dış dünyadan destek bulmaması, yalnız başına kalması, tehditler savurması bu yüzdendir. Cumhurbaşkanı ABD’ye her “tercihini yap” diye çağrıda bulunduğunda, ABD sözcüleri aynı yanıtı vermektedir; “PYD-YPG müttefikimizdir. Bize göre terörist değildir. Terörist olarak görmüyoruz. Sizin görüşünüz size ama bombalamayın! Daha fazla ileri gitmeyin!” Cumhurbaşkanına sözcü John Kirby yanıt veriyor. Joe Biden, aynı şeyleri Türkiye ziyaretinde gözlerinin içine bakarak, hem Cumhurbaşkanına hem Başbakana söylüyor. Gazetecilerin de önünde söylemesin diye Cumhurbaşkanı ile Joe Biden’in ortak basın toplantısı iptal ediliyor. Aynı Joe Biden, YPG mevzileri bombalanınca, Başbakanı arayıp, “Bombardımanı derhal durdurun” diyor. Çünkü ABD artık, Türkiye’yi yönetenlerin, bölgede inisiyatifinin kalmadığını, manevra alanlarının daraldığını, kara harekâtı çıkışlarının da laftan ibaret olduğunu biliyor. PYD-YPG güçlerinin, hükümetin ilan ettiği “Kırmızı çizgileri” aşmasına, Fırat’ın batısına geçmesine bizzat ve doğrudan destek veriyor. Biliyorlar ki, Erdoğan bunların karşısında Salı günleri muhtarlara nutuk atıp “Ey” diye bağırmaktan başka bir şey yapamaz. O gücü de, takati de, inandırıcılığı da kalmadı. Her gücü test edilip, sınandığında sustu, susup kaldı. Hele bir de şimdi sınırlarının dibinde bir Rusya tehdidi altındayken, ABD’yle bağları hiçbir şekilde kopartamaz. Aksine ABD, Rusya ile birlikte PYD’ye destek verip, Putin ve Obama işbirliğini güçlendirme kararı alırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti için “ABD’ye daha fazla yakınlaşmaktan başka seçenek” kalmıyor. Bu çıkışların, sadece “sözde” kalacağını bildikleri için de “Hem ağlarım hem giderim” misali, Erdoğan’ın bu çıkışlarını, artık iyice sıkıştığı köşede, hiç değilse bir “içini dökme” olarak görüp, göz yumuyorlar. Onlar da artık şunu biliyor ki; Şimdi en yakınındakilerle bile ters düşmeye, kavga etmeye başladı. Hızla yalnızlaşıyor, yok oluşa gidiyor. Kendisini tüketiyor. Kendisini tüketirken, ülkeyi de zavallı konuma sürüklüyor. Bu ise ABD’nin derdi hiç değil. Onların işine geliyor ve işlerine bakıyorlar. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 16 KATOLİK VE ORTODOKS AYRIŞMASININ, SONLANDIRILMASI DOĞRULTUSUNDA KRİTİK ÖNEMDE BİR ADIM ATILDI. KATOLİK VE ORTODOKSLARIN DİNİ LİDERLERİNİN 962 YIL SONRA BULUŞMASI İLE KAMUOYUNA AÇIKLANAN 30 MADDELİK DEKLARASYON, YAKIN DÖNEMDE YENİ SÜREÇLERİN GELİŞECEĞİNİ HABER VERİYOR. Geçen hafta, Fidel Castro’nun ülkesi, Kardeşi Raul Castro’nun Başkanlığı devraldığı, Küba’nın başkenti Havana’da Hristiyan aleminin iki büyük mezhebi ve kilisesinin dini liderleri 962 yıl sonra bir araya geldiler. İslam dünyasının, mezhep ve etnik temelli çatışmalarla, birbirlerini katlettiği, kardeş kanı akıttıkları bir dönemde, Hristiyan dünyasındaki bu buluşma, “tarihi” olarak nitelendirildi. Vatikan Devlet Başkanı ve Katolik Kilisesi Lideri Papa Francesco ile Rus Ortodoks Kilisesi Lideri Kirill, Havana’da buluşarak, 2 saat süren bir görüşme yaptı. Papa Francesco’nun Patrik Kirill ile kucaklaşırken “Kardeşim! Sonunda!” diye haykırdığı, Patrik Kirill’in de, “Artık her şey daha kolay olacak” dediği görüşmeler sonunda ortak bir deklarasyon açıklandı. Avrupa, Amerika, Afrika’nın pek çok ülkesini, Avustralya’dan, Kutuplara kadar dünyanın dört bir yanına yayılmış Hristiyan dünyasını ve iki kiliseye bağlı milyarlarca insanı yakından ilgilendiren bu buluşmada, alındığı açıklanan kararlar ise sadece “inanç” düzeyinde değil, dünya coğrafyasını da yeniden şekillendirip, etkileyebilecek unsurlar içeriyor. Doğu ve Batı Bizans’ın ayrılmasından, Doğu Bizans’ın Başkenti İstanbul’un Osmanlılar tarafından ele geçirilmesinden bu yana, ayrık durumdaki iki büyük kilise arasındaki bu barışma süreci, Ortodoksların dini merkezi olduğunu savunan ve Ekümenik olmayı talep eden Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi vesilesiyle, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Roma-Vatikan Katolik Kilisesi Lideri papa Francis ve Rus Ortodoks Kilisesi Patrik’i Krill’in birlikte açıkladıkları 30 maddelik ortak bildiride Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Hristiyanların maruz kaldıkları baskılar, dinler arası diyalog ve inanç özgürlüğü, göç krizi, aile ve evlilik gibi konularda mesajlar verilirken, Hristiyanlığın doğduğu Ortadoğu’daki gelişmeler ve bu bölgede Hristiyanlığın korunması yönünde de önemli ifadeler yer aldı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 17 Ortak bildirideki en önemli ifadelerden birisinde, “Hristiyanlığın doğduğu topraklarda, bugün Hristiyanların ve diğer bazı dini cemaatlerin yerlerinden edildiği, kiliselerin barbarca tahrip edilip yağmalandığı” belirtilerek, “Uluslararası toplumu, Hristiyanların Orta Doğu’dan atılmasını önlemek için acilen harekete geçmeye çağırıyoruz” denildi. Suriye başta olmak üzere, Ortadoğu’da terörü bitirmek için ortak hareket edilmesi çağrısı yapılan bildiride, “Çatışmalara dâhil olan tüm taraflar, müzakere masasında yer almalı” ifadesine yer verilerek, Suriye barış müzakerelerine inanç toplulukları olarak, Hristiyanların, Süryanilerin, Keldani’lerin Kıptilerin, Dürzi’lerin, Hrsitiyan, Müslüman ve Musevi Kürtlerin, Yezidilerin, Zerdüştlerin çağrılması mesajı verildi. İki büyük Kilise’nin dini liderleri, Dinler arası diyalogun zorunluluğuna dikkat çekerek, “Dini liderlerin, inananlarını, diğer dini geleneklere saygı yönünde eğitme sorumluluğu bulunuyor. Suç eylemlerini dini sloganlarla haklı göstermeye çalışmak kabul edilemez” açıklamasını yaptılar. Mülteci krizi nedeniyle, AB’nin eleştirildiği ortak bildiride, “Zengin ülkelerin kapısını çalan milyonlarca göçmen ve sığınmacının kaderine karşı kayıtsız kalamayız. Maddi varlıkların dağılımındaki gittikçe artan eşitsizlik, uluslararası düzenin adaletsiz olduğu hissini güçlendiriyor” ifadesine yer verildi. Avrupa başta olmak üzere, Müslüman ülkelerden batılı ülkelere yönelik göç konusunda “Hristiyan köklere bağlı kalınması” vurgusu yapılan ortak bildiride, “Diğer dinlerin bizim medeniyetimize katkı sağlamasına açık olmakla birlikte, Avrupa’nın Hristiyan köklerine bağlı kalması gerektiğine inanıyoruz” denildi. Son dönemde gelişmiş ülkelerde giderek artan eşcinsel evliliklerin yasallaştırılması girişimlerine tepki gösteren iki dini lider, doğum kontrolü, kürtaj, ötenazi gibi uygulamaların yasal hale getirilmesine de karşı çıkarak “Evlilik, bir erkek ile bir kadın arasında gerçekleşen bir eylemdir. Başka türden birlikte yaşama şekillerinin, bu birlikle aynı seviyeye getirilmesinden üzüntü duyuyoruz” dediler. Kürtaj ve ötenazi içinse “yaşam hakkına saygı” çağrısı yaptılar. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 18 Papa Francesco ile Patrik Kirill’in görüşmesi, 962 yıl sonra iki kilisenin ve cemaatlerinin birbirlerine yakınlaşmasının da yolunu açacak. Bin yıllık sorunların 2 saatlik bir görüşme ile çözümlenmesini kimse beklemiyor. Özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Hristiyanların yaşadığı baskılar karşısında birlikte hareket edilmesini kararlaştıran iki dini lider, iki kilise arasındaki sorunlar arasında başta gelen Ukrayna’daki Katolik Kilisesi’nin durumu ve Vatikan’ın Rusya’da Katolikliği yayma çabalarıyla ilgili iddialar konusunda bir uzlaşmaya varamadı. Bundan 962 yıl önce, İncil’in yorumlanmasındaki farklılıklar ve Cemaatlerin çatışmasıyla 1054 yılında Doğu ve Batı kiliseleri ayrıldı. Bizans’ın o dönemde başkenti olan İstanbul’a karşı, Rus Ortodoks Kilisesi İstanbul’dan bağımsızlığını ilan etmişti. İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi, Ortodoks dünyasında en köklü ve en eski kilise olarak lider ve “eşitler içinde birinci” olarak kabul edilse de, Rus Ortodoks Kilisesi en büyük cemaate sahip. Sovyetler Birliği döneminde etkinliği engellenen ve çalışmaları kısıtlanan Rus Ortodoks Kilisesi’nin, 150-200 milyon arasındaki Cemaatiyle, Katolik Kilisesi’yle yakınlaşması, Hristiyan alemindeki keskin bölünmenin telafisi açısından özel önemde görülüyor. İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ile Vatikan papalığı, iki kilise dini liderlerinin 1964’teki Kudüs buluşmasından bu yana Rus Ortodoks kilisesine kıyasla daha yakın ilişki içindeler. Hatırlanacağı gibi, Patrik Bartholomeos, 2013’te Papa Francesco’nun göreve başlama törenine katılan ilk Ortodoks lider oldu. Papa Francesco da Kasım 2014’te Patrik Bartholomeos’un daveti üzerine Türkiye’yi ziyaret etti. Ankara’ya da gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de görüştü. Hristiyan dünyasının en büyük iki kilisesinin, dini liderlerinin bu buluşması ve buluşmanın Sosyalist Devrimin simge ülkelerinden Küba’da gerçekleşmesi, ilginç olduğu kadar, buluşma sonrasında yayınlanan 30 maddelik ortak deklarasyondaki tespitler ve yapılan çağrılar, bölgemizdeki çatışmalar, Suriye savaşı, Lübnan, Suriye, Irak ve Mısır’daki önemli sayıdaki Hristiyan nüfus dikkate alındığında yeni sonuçlar doğurabilecektir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 19 TÜRKİYE İLE AB ARASINDAKİ MÜLTECİ ANLAŞMASININ HAYATA GEÇİRİLMESİ ÇALIŞMALARINA HIZ VERİLİRKEN, MERKEL’İN ANKARA ZİYARETİNDEN SONRA AB İÇİNDE ANLAŞMAYA TEPKİLER ARTIYOR. DOĞU AVRUPA ÜLKELERİ, BİR ARAYA GELEREK, MERKEL’İN POLİTİKALARINA KARŞI ÇIKILMASI, AB’NİN DOĞU SINIRLARININ KAPATILMASI KONUSUNDA MUTABAKATA VARDILAR. İtalya ve Yunanistan’ın, Türkiye ile yapılan Mülteci anlaşmasına ve sağlanacak 3 milyar euroluk fona karşı çıkmalar ardından, iki ülke Almanya tarafından ikna edilerek, muhalefetlerini geri çekerken, daha ciddi bir muhalefet, Doğu Avrupa’lı AB üyelerinden geldi. AB içinde kendilerini “Visegrad” olarak adlandıran, eski Varşova Paktı ve Comecon üyesi, sosyalist ülkeler, Berlin duvarının yıkılması sonrasında, hızla batı ile bütünleşmişlerdi. Almanya’nın da desteğiyle, kısa sürede AB üyeliğine alınan Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in öncülüğünü yaptığı mülteci politikasına, Türkiye ile anlaşmaya ve tüm AB üyelerinin belirlenecek kotalar dahilinde, Türkiye’den mülteci kabul etmelerine karşı tepkililer. Kendi aralarında toplanan dört ülkenin Başbakanları ve Dışişleri Bakanları, AB sınırlarının korunması, mültecilerin Avrupa’ya sokulmaması, bunun için de öncelikle Doğu Avrupa sınırlarının kapatılması konusunda anlaştıklarını açıkladılar. Visegrad Grubu’nun sözcülüğünü üstlenen Slovakya Dışişleri Bakanı Miroslav Lajcak, Alman medyasının saygın yayın organlarından Der Spiegel'e yaptığı açıklamada, aldıkları ortak kararı dile getirirken, Almanya’nın gündeme getirdiği politika üzerinde üyeler arasında tam bir görüş birliği oluşmadığını öne sürerek, Avrupa'da ortak bir strateji geliştirilmediği müddetçe, Balkan güzergahı üzerinde bulunan ülkelerin sınırlarını korumaları, kapatmalarının yasal hakları olduğunu dile getirdi. Visegrad ülkeleri olarak bu çerçevede, Bulgaristan, Romanya, Makedonya ve diğer Balkan ülkelerine yardımcı olmayı kararlaştırdıklarını ifade eden Slovakya Dışişleri Bakanı, bu çerçevede, sınırların kapatılması konusunda, Balkan ülkelerine sağlanabilecek destekleri ele alacaklarını kaydetti. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 20 Slovakyalı Bakan, Merkel'i karşılarına almak gibi bir düşünceleri olmadığını, ancak “Avrupa'nın sorunlarını Türkiye'nin çözmesini beklemenin de yanlış olacağını” savunuyor. Başbakan Merkel'in koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti'nin de, sınırların kapatılması önerisini hükümet gündemine getirmeye hazırlandığı dile getiriliyor. Sosyal Demokrat Parti’nin bu konudaki tezi “AB içinde sınırların açık kalması isteniyorsa, Avrupa dışındaki sınırların kapanması gerekir” şeklinde ifade ediliyor. Merkel’in, Türkiye’yi yanına alarak oluşturmaya çalıştığı Mülteci politikasına hem AB içinden hem de kendi başında bulunduğu koalisyon hükümetinden gelen muhalefetin giderek yükselmesi, anlaşmanın hayata geçmesi konusunda, daha önce de değindiğimiz şekilde, sıkıntıların büyüyeceğini gösteriyor. Doğu Avrupa sınırlarının kapanması, giderek Makedonya-Yunanistan sınırının kapanması, NATO’nun Ege’de mülteci avına çıkması, yakalanacak mültecilerin Türkiye’ye iade edilecek olması, sorunun asıl Türkiye açısından daha da büyüyeceğini gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G-20 zirvesinde AB Komisyonu Başkanı ve üyeleriyle yaptığı mülteci pazarlığının tutanaklarının Avrupa medyasına sızmasından sonra, Cumhurbaşkanının, mültecileri otobüslere doldurup, Avrupa’ya gönderecekleri tehdidini savurması da, pazarlıkta Türkiye’nin taleplerinin tam olarak karşılanmasını ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanının 3 milyar euronun hâlâ verilmediğinden yakınması ise, bu büyük insani soruna bakış açısını yansıtıyor. 2011’de henüz mülteci akını bu boyutlara ulaşmamışken, Hollywood yıldızı Angelina Jolie’yi davet edip, Hatay’da hazırlanan kampları gezdirerek, tüm dünyaya şov yapan dönemin Başbakanı Erdoğan ve AKP hükümetinin gerçekten, sorunun birkaç ay içinde biteceğine, Esad’ın üç ayda devrileceğine, kendisinin de “Muzaffer” şekilde, Şam’da Emevi Camiinde Cuma namazı kılacağına inandığı ya da “inandırıldığı” anlaşılıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 21 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, şimdi sayılarının 3 milyona dayandığını, yapılan harcamaların 10 milyar dolara ulaştığını söylediği mülteciler konusunda gösterdiği tepkinin ve henüz 3 milyar euroyu ödemeyen AB’ye yönelik “otobüslere doldurup göndeririz” tehdidinin, ardında bu büyük yanlışın ve yanılgının yarattığı öfkenin yattığını söylemek yanlış olmaz. Bir kez daha öngörüsüzlük, politikasızlık, günü kurtarma temeline dayalı diplomasiyle yürütülmeye çalışılan Suriye politikasında gelinen noktanın, artık tüm bu hataların “baş mimarı” konumundaki Cumhurbaşkanının da tahammül sınırlarını zorlamaya başladığı görülüyor. CUMHURBAŞKANININ 31 MART’TA NÜKLEER GÜVENLİK ZİRVESİ’NDE OBAMA İLE BİR ARAYA GELMESİ PLANLARI YAPILIRKEN, İKİ ÜLKE ARASINDA ORTAYA ÇIKAN PYD-YPG GERİLİMİNDE TÜRKİYE YALNIZ KALMIŞ DURUMDA. ERDOĞAN-DAVUTOĞLU İKİLİSİ İZLEDİKLERİ POLİTİKANIN KÜRT DEVLETİ’NİN KURULUŞ YOLUNU AÇTIĞININ, PANİĞİNİ VE VEBALİNİ YAŞAMAKTADIR. ABD ve ABD’den ayrı hareket etmesi söz konusu olmayan AB, Rusya ve Çin de dahil olmak üzere, neredeyse dünya, Suriye’deki Kürt güçlerini destekliyor. Türkiye’nin bu konudaki tavrı ve PKK’nın uzantısı olduğu gerekçesiyle, PYD’yi terör örgütü olarak nitelendirmesi maalesef, Çözüm Süreci sırasında, PYD ile geliştirilen ilişkiler nedeniyle fazla taraftar ve yankı bulamıyor. Kürtlerin Kobani direnişi ve IŞİD’i buradan çıkartmalarıyla başlayan süreçte, dünyada Kürtlere sempati artarken, Kobani’ye silah ve mühimmat desteğine izin vermeyen, Peşmerge güçlerinin Kobani’ye geçişine olanak sağlamayan Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, büyük uluslararası baskı altında kalmıştı. Gaziantep’te Suriyeli mültecilere yaptığı Bayram Konuşmasında “Kobani düştü düşecek” sözleri tüm dünyada büyük tepki gören Erdoğan, daha sonra sınırları açmak, Kobani’den Kürtlerin geçişine ve Peşmerge güçlerinin de Türkiye üzerinden Kobani’ye gidişlerine izin vermek zorunda kaldı. Şimdi de daha farklı olmakla birlikte, Kürtlerin etkinliğini ve uluslararası desteğini daha da güçlendiren, ön plana çıkartan bir reel politik süreçte, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan’ın tutumları ne yazık ki, geçmişteki yanlışlar nedeniyle daha da büyük tepki görüyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 22 İçeride PKK terörünü gerekçe göstererek, PYD-PKK özdeşliğini dünyaya anlatmaya çalışan Türkiye’yi en yakın müttefiki ABD bile dinlemiyor. Aksine son dönemde ABD medyasında sıklıkla PKK’nın “terör listesinden çıkartılması” çağrıları gündeme geliyor. Çünkü ABD’nin önceliği IŞİD, PKK ya da PYD değil. Türkiye’nin içeride yaşadığı güvenlik ve terör sorunu da şu aşamada ABD’nin ilgisini çekmiyor. Suriye’de gelinen bu noktada ve IŞİD terörünün dünyayı tehdit ettiği bir ortamda, IŞİD’e karşı ABD’nin müttefiki konumuna gelen, Rusya’nın PKK-PYD yakınlaşmasıyla ön plana çıkan Kürtlere karşı, dünyanın bakışını değiştirmek artık, zamanı geçmiş bir politika olarak görülüyor. AB şu anda mülteci krizi nedeniyle, Türkiye ile yakınlaşıyor gibi görünse de, nihai aşamada, mülteci akınını kaynağında durdurmanın yolu, IŞİD’i bitirmekten geçiyor. Bu noktada da Kürtler bir kez daha Almanya ve Fransa, İngiltere gibi AB’nin lokomotif ülkelerinin de desteğini arkasına alıyor. AB’nin, PYD-YPG konusunda, ABD’den farklı bir tutum takınması, Türkiye’yi desteklemesi ancak, “suskun kalmak, Türkiye’nin tepkisini çekmemek” şeklinde olabilir. Kaldı ki, Merkel’in Çözüm Süreci’nin yeniden başlatılması, Fransa’nın YPG mevzilerinin bombalanmasına son verilmesi çağrıları, AB’nin de Kürtler konusunda, ABD ve Rusya’dan farklı düşünmediğini gösteriyor. Asıl görülmesi gereken kritik görüntü, tüm bu tablo ışığında Türkiye’nin “terörterörist” iddialarıyla dışlamaya çalıştığı olasılığın, giderek daha fazla gerçekleşme yoluna girmiş olması; O da, Kürt devletinin tohumlarının ekilmeye başlanması! Kuzey Irak’ta Barzani’nin referanduma sunmaya hazırlandığı bağımsızlık sürecine, her ne kadar Almanya Başbakanı Merkel “Henüz zamanı değil” karşılığını verse de, PYD’nin Kuzey Suriye’de elde ettiği kazanımlar, etkinlik alanını genişletmesi ve bunu ABD-Rusya destekli olarak yapıyor olması, nihai aşamada Kuzey Irak-Kuzey Suriye birleşmesiyle bir Kürt Devleti kuruluşunu gündeme taşıyacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 23 Güçten düşmüş Esad’ın, ülkesinin kuzeyinde, kendisine dikte edilecek böyle bir oluşuma “Hayır” diyebilecek durumu yoktur. İlginç olan, bugüne kadar gerek Irak’ta gerekse Suriye’de her iki komşu ülke için; “toprak bütünlüğünden yanayız” diyerek, izledikleri dış politika ile her iki ülkenin de bölünüp parçalanmasına hizmet eden, bu konuda ABD ve batının izlediği politikaların yolunu açan Erdoğan ve Davutoğlu’nun, bunun yeni farkına varmış olmaları ya da öyle görünmeye çalışmalarıdır!!! Ukrayna’ya giderken de yine “Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yanayız” diyen Başbakan Davutoğlu, dünyayı kendisine tebessüm ettirmiştir. Şu anda, Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisi, yanlış dış politikalarının, iflas etmiş Suriye politikalarının bu sonucu hazırladığını görmenin paniğini yaşamaktadırlar. Sorumluluk, 14 yıl boyunca ülkenin dış politikasını yöneten, tüm bu zeminlerin oluşmasına olanak sağlayan, göz yuman, Erdoğan-Davutoğlu dış politikasıdır. Tarih bunu böyle yazacaktır. Irak ve Suriye’de Kürt Devleti’nin kuruluş yolunu açanlar, buna payanda olanlar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu olarak, tarihin sayfalarında tescil edilecektir. Bütün bunların ışığında, Erdoğan’ın 31 Mart’ta ABD’ye gitmesi, “teröristlerle, müttefik Türkiye arasında tercih yapmasını” istediği Obama ile buluşup, aile fotoğrafına girmesi ise, tam anlamıyla bir zafiyet görüntüsü oluşturacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 24 KIBRIS MÜZAKERELERİNDE HIZLA İLERLEME KAYDEDİLİRKEN, TÜRKİYE SAVAŞ GÜNDEMİYLE MEŞGUL OLDUĞUNDAN, GARANTÖRLÜĞÜNÜ ÜSTLENDİĞİ BİR SORUNDAKİ GELİŞMELERE YETERİ KADAR YOĞUNLAŞAMIYOR. SON OLARAK, MÜZAKERELERDE KIBRIS FEDERASYONU’NUN PARASININ “EURO” OLMASI KONUSUNDA MUTABAKATA VARILDIĞI AÇIKLANDI. Bu da Kuzey Kıbrıs’ın, kısa sürede AB’ye entegre olacağı, Türkiye’nin KKTC’yi uzaktan izlemekle yetineceği şeklinde yorumlanabilir. Birleşmiş Milletler gözetiminde, yürütülen Kıbrıs’ta Çözüm müzakerelerinde yeni bir aşamaya gelinmiş durumda. Son liderler buluşmasında önemli bir karar konusunda Rum ve Türk taraflarının uzlaştığı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) lideri Nikos Anastasiyades tarafından açıklandı: Euro, Birleşik Kıbrıs Federasyonu'nun para birimi olacak. GKRY Başkanı Anastasiades, Rum Temsilciler Meclisi'nde yaptığı açıklamada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Kıbrıs'ın federatif yapısının esasları üzerinde mutabakat sağladıklarını söyledi. Buna göre, Türk ve Rum toplumlarının 20'şer üyeyle temsil edileceği bir üst meclis kurulacak. Bu meclis halk grupları arasındaki siyasi dengenin korunmasını sağlayacak. Birleşik Kıbrıs Federasyonunun, yönetim yapısında bir merkezi federal hükümet ile iki kesimli devletlerin kendi hükümetleri olacak. Birleşik Kıbrıs Federasyonu ulusal para olarak da AB üyesi ülkelerin büyük bölümünce kullanılan ortak para birimi Euro'yu kullanacak. Kıbrıs’ta oldukça önemli siyasi ve ekonomik gelişmelere olanak sağlayan müzakerelerde atılan adımlar, 1974’ten bu yana Kıbrıs’taki sonuçsuz müzakere süreçlerinden farklı bir şekilde gelişiyor. Mayıs ayına kadar, müzakerelerin tamamlanması ve referanduma gidilmesi yönündeki takvim, bu çerçevede hızla ilerliyor. Bugüne kadar Kuzey’in en büyük destekçisi konumundaki Türkiye, bu müzakere sürecinde KKTC yönetiminin tavrı üzerinde fazla inisiyatif sahibi olamadı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 25 Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın seçimi kazanmasıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilk anda yaşanan “Yavru vatan” krizi daha baştan ilişkileri mesafeli olmaya zorladı. 1 Kasım seçimleri öncesinde açılışı yapılan Asrın Suyu Projesi’nde yaşanan sıkıntıların çözülememesi, AKP hükümetinin kendi koşullarını KKTC yönetimine dikte etmesine karşı direnen KKTC hükümetinin direnci karşısında su akışını durduran, AKP yönetimi, Kuzey Kıbrıslıları cezalandırma yoluna giderek istediği noktaya getirmeye çalıştı. Hâlâ çözülemeyen su krizi, Türkiye ile KKTC arasında sürerken, Kıbrıslı Türklerle, Rumların anlaşma görüşmeleri ise tam tersine hızla ilerliyor. Euro’ya geçişle, Kuzey Kıbrıs’ta fiyatlarda olağanüstü artışlar, ücret ve maaşlarda düşüşlerin meydana gelecek olması, muhtemelen ekonomik ve sosyal huzursuzlukları artırabilir. Buna karşılık su krizi sırasında, “mali Protokolü” uzatmayarak, “KKTC’yi parasız bırakma, memur ve emeklileri 13’üncü maaştan yoksun kılma” yoluna giden AKP hükümeti, ikide bir Kıbrıs Türklerinin başına kaktığı “Size yılda 1 milyar veriyoruz” kozunu da kaybetmiş olacak. Anastasiades’in Rum temsilciler Meclisindeki kritik açıklamalarının, Türkiye’de gündeme gelmemesi, Türkiye’nin bu çözüm modeline yaklaşımının ne olduğu, Kıbrıslı Türklerin yanında nasıl yer alınacağı konuları maalesef, Başkanlık tartışmaları, Suriye’ye operasyon iddiaları arasında, öneminin hak etmediği şekilde gündemde yer bulamıyor. CHP olarak, tüm gündem yoğunluğuna rağmen Kıbrıs’taki Çözüm müzakerelerini varılan mutabakatları yakinen takip etmek, halkın ve TBMM’nin gündemine taşımak, Kıbrıs politikamızın ve Kıbrıs Türklerinin yanında olduğunun sergilenerek, KKTC’nin yalnız bırakılmaması önemli sorumluluklarımızdan birisidir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 26 YANLIŞ VE ÖNGÖRÜSÜZ DIŞ POLİTİKANIN, ÜLKEMİZİ DÜNYADA VE BÖLGEDE YALNIZLAŞTIRIRKEN, EKONOMİK KAYIPLARIN BOYUTLARINI DA EN ÜST DÜZEYE ÇIKARTTI. SON AÇIKLANAN 2015 DIŞ TİCARET VERİLERİ, 10 YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİREN TÜRKİYE-İRAN TERCİHLİ TİCARET ANLAŞMASIYLA (TTA) 35 MİLYAR DOLAR OLARAK HEDEFLENEN TİCARET HACMİNİN HÜSRAN OLDUĞUNU GÖZLER ÖNÜNE SERDİ. İran’a yönelik yaptırım ve ambargoların kalkması sonrasında, ABD ve AB dahil olmak üzere, neredeyse tüm dünyanın kapısında kuyruğa girdiği İran ile Türkiye, İran’ın zor yıllarında ekonomide yakın işbirliği yaptılar. Türkiye, kendisi de uyarı alma, yaptırıma uğrama ihtimallerine rağmen, İran’ın bu zor günlerinde yanında oldu. Bu arada komşu İran ile ekonomik ilişkilerin, ihracat, yatırım ve ticaretin daha da ileri boyuta taşınması için 10 yıldan bu yana sürdürülen ikili tercihli Ticaret Anlaşması görüşmeleri 2014 yılında sonuçlanmıştı. 1 Ocak 2015’te yürürlüğe giren anlaşma ile geçen yıl Türkiye-İran ticaret hacminin 35 milyar dolara çıkartılması, bu yıldan itibaren de her yıl en az 10 milyar dolar daha artması ve 8-10 yıl içinde 100 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşılması hedefi ortaya konuldu. Geçen yıl anlaşma yürürlüğe girdiğinde dönemin Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, anlaşmanın tarihi bir belge olduğunu, 2015’te 35, 2016’da 45 milyar dolarlık ticaret hacminin hedeflendiğini, her yıl anlaşma kapsamının genişletilerek hedef büyütüleceğini açıklamıştı. Bu açıklamalar yapıldığında, İran henüz ambargo ve yaptırım altındaydı. Şimdi İran ekonomisi atılıma kalkmaya hazırlanıyor. Türkiye, bu anlaşma ile kapıda bekleyen pek çok ülkeye göre çok avantajlı konumdaydı. Ancak izlenen dış politika, Suriye, Irak ve Yemen’de İran ile karşı kaşıya gelinmesi, bölgemizdeki Sünni-Şii kamplaşmasında taraf olunması, Suudi-İran rekabetinde, Suud’ların yanında yer alınması, Yemen’de Suudilere destek çıkılması, Rusya-İran-Suriye-Irak ittifakına karşı, Suudi-Katar cephesinde taraf olunması ve daha pek çok etken, iki ülke ekonomik ilişkilerinin TTA’na rağmen gelişimini engelledi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 27 Öyle ki anlaşmaya rağmen, ikili ticaret hacmi üç-dört yıl öncesinin düzeyine gerilemiş durumda. Geçen yıl yürürlüğe giren anlaşmayla, Türkiye’den 140, İran’dan 125 üründe gümrük vergileri aşağı çekildi, bazı kalemlerde tümüyle sıfırlandı. Türkiye’nin otomotiv yan sanayi, elektronik, beyaz eşya, tekstil konfeksiyon, inşaat malzemeleri satışında gümrükler düşerken, İran’dan gıda maddeleri, hammaddeler için aynı indirimler söz konusu olacaktı. Türkiye’nin makine teçhizat ihracatında patlama bekleniyordu. Ama açıklanan rakamlar tam anlamıyla bir düş kırıklığından ibaret. 2014 yılında 13,7 milyar dolar olan Türkiye-İran dış ticaret hacmi, açıklanan rakamlarla, 2015 yılı sonunda 35 milyar dolarlık hedefe karşılık, 9,7 milyar dolara geriledi. 2014 yılının 4 milyar dolar altına inen ticaret hacmi, eski Bakan Zeybek’in açıkladığı 35 milyar dolarlık hedefin de 25 milyar dolar altında. 2015 yılında Türkiye’nin İran’dan ithalatı, 2014 yılına göre yüzde 38 gerilemiş ve 9 milyar 833 milyon dolardan 6 milyar 096 milyon dolara inmiş. İhracat ise 3 milyar 886 milyon dolardan 3 milyar 665 milyon dolara düşmüş. İran ile yıllık 10 milyar metreküp doğal gaz alımı anlaşmasına rağmen, ithalatın düşmüş olması, Türkiye’nin İran’dan doğal gaz dışında fazla bir alım yapmadığını, gümrüğü düşürülen ya da sıfırlanan 125 kalemde herhangi bir hareket görülmediğini gösteriyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi, 2012 yılında ambargoya rağmen 21 milyar 886 milyon dolar düzeyindeydi. 2013 yılında 14,5 milyar dolara geriledi. 2014’te ve 1 Ocak 2015’te yürürlüğe giren TTA’ya rağmen düşüş artarak devam etmiş. En büyük şok ise yürürlüğe giren TTA’ya rağmen, son dört yılın en düşük ticaret hacminin 9,7 milyar dolarla 2015’te gerçekleşmiş olması. Bu tablo, tüm dünyanın 140 milyar dolarlık nakit para blokajının çözüldüğü, petrol üretim ve satışında kısıtlamaların kalktığı İran’ın yapacağı büyük yatırımlar, gerçekleştireceği on milyarlarca dolarlık ithalatta dış politika darbesiyle, Türkiye’nin şansının fazla olmadığını, İran’ın batılı ülkeler ve Rusya’yı, Türkiye’ye tercih edeceğini işaret ediyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 28 TÜRKİYE EKONOMİSİNİN KANAYAN YARASI İŞSİZLİK, ÇİFT HANEDE KALMAYA DEVAM EDİYOR. SON AÇIKLANAN KASIM AYI İŞSİZLİK VERİLERİ DE RESMİ İŞSİZLİK ORANININ YÜZDE 10,5 OLDUĞUNU GÖSTERİRKEN, ASIL ÇARPICI OLAN GELİŞME KAMU İSTİHDAMINDAKİ ARTIŞ! İşsizlikte gerileme olmadığı gözlenirken, İran örneğinde görüldüğü gibi, ihracat pazarlarını kaybeden Türkiye’nin bu konuda ciddi bir ekonomi politikası oluşturması, dış politikasını köklü bir şekilde gözden geçirmesi gerekiyor. TÜİK’in pazartesi günü açıkladığı verilerle, Kasım ayında işsizlik oranı yüzde 10,5, tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 12,4 oldu. İşsiz sayısında ise bir ayda 29 bin kişi artış görüldü ve işsizler 3 milyon 125 bin kişiye yükseldi. 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı yüzde 19,1 oldu. Kasım 2015’te kayıt dışı istihdam oranı yüzde 32,6 olarak gerçekleşirken en büyük artış kamu istihdamında gözleniyor. 7 Haziran sonrası kamu istihdamına hız veren hükümetin 1 Kasım seçimlerine giderken de bu kozu ciddi biçimde kullandığı açıklanan verilerden anlaşılıyor. Maliye Bakanlığı’nın TÜİK’e aktardığı veriler çerçevesinde Kasım 2015’te kamu istihdamı 2014 yılının aynı dönemine göre yüzde 2,6 oranında artarak 3 milyon 528 bin kişiye yükselmiş. Bu da hükümetin 1 Kasım seçimlerine giderken, yaklaşık 100 bin kişiyi kamuda işe başlattığını gösteriyor. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bile işsizliğin azalmasından umudunu kesmiş durumda ve işgücü piyasası esnekleşmeden işsizliğin yüzde 10’un altına inmesinin zor olduğunu söylüyor. Bakan Şimşek’in reform olarak gündeme getirdiği esnekleştirme, işgücünün daha fazla sömürülmesine olanak sağlanması, insanların daha düşük ücretlere ve sosyal güvencesiz olarak yarım gün ya da daha kısa sürelerle, mevsimlik ya da dönemlik olarak çalıştırılmasını içeriyor. Zaten örgütsüzleştirilen, sendikasızlaştırılan ve esnek çalışma adı altında, işçi kiralanmasına olanak sağlayan düzenlemelerle kâğıt üzerinde işsizliği düşürmeye çalışan AKP iktidarının istihdam politikalarının Türkiye’deki işgücü piyasasını getirdiği nokta, böylece bizzat Bakan Şimşek tarafından itiraf edilmiş oluyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 29 ÖİB’YE YÖNELİK DÜZENLEME İLE BAKAN ŞİMŞEK’İN İFADE ETTİĞİ ESNEK İŞGÜCÜ PİYASASININ VE İŞSİZLİĞİ AZALTMA FORMÜLÜNÜN NE OLDUĞU NET BİÇİMDE ANLAŞILIYOR. KISA SÜRELİ İŞ GÖREMEZ HALE GELEN ÇALIŞANLARIN YERİNE ÖİB’DAN “İŞÇİ KİRALAMA” OLANAĞI GETİRİLİYOR. İş Kanunu ve Türkiye İş Kurumu Kanunu’nda (İş-Kur) yapılması teklif edilen değişikliklerle, işverenlere, hamile olan, doğum iznine ayrılan, askere giden, hastalanan ve daha pek çok nedenle kısa süreli iş göremez hale gelen çalışanların yerine ÖZEL İSTİHDAM BÜROLARI’NDAN (ÖİB) “işçi kiralama” olanağı getiriliyor. Bu emeğin alınıp, satılabilen, gerektiğinde kiralanabilen bir meta haline getirilmesinin, sendikaların karşı çıktığı gibi “kölelik düzenini” tesis etmenin ilk adımıdır. Arkası daha ağır ve farklı şekillerde gelecektir. Doğum yapan annelere yarım altın, çeyrek altın vaat eden hükümet, onlara aynı zamanda ücretli doğum izni süresini uzatma sözü verirken, bir yandan da yerlerine “kiralık işçi” istihdam edilmesinin yolunu açıyor. Kiralanan işçiler, mevcut taşeron işçilerden de daha kötü, sosyal ve ekonomik koşullarda, kiralık olarak, kiralayan işverenler tarafından çalıştırılacak, ancak sosyal güvenlik primleri ÖİB’ler tarafından ödenecek. ÖİB ile İşveren arasında yapılacak “kiralama sözleşmesi” karşılığında ise, işçiyi işverene kiralayan ÖİB komisyon alarak, kiralık işçinin sırtından para kazanacak. Bakan Şimşek’e göre de bunun adı “İstihdam Reformu, esnek çalışma” olacak. Bu yolla işsizlik, yüzde 10’un altına düşürülecek. Böylesine insan onurunu, emeğini aşağılayan, alın terini ayaklar altına alan, insanları kiralık mal-araç konumuna getiren, bir anlayışı TBMM önüne koyan iktidar partisinin adında, “Adalet” sözcüğünün yer alması bile, insanlarımıza, sözcüğün kendisine, işçilerimize en ağır hakarettir. Bu yasa değişikliği teklifi, AKP’nin adalet anlayışının, kul hakkı anlayışının, “çalışanın emeğinin karşılığını alın teri kurumadan ödeyiniz” diyen bir inancı, savunur görünüp, acımasızca ayaklar altına alışının en somut ifadesidir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 17 ŞUBAT 2016 30