davetçiye notlar - Guraba-Der

advertisement
Şeyh Abdullah Yolcu
DAVETÇİYE NOTLAR
Allah‟a Davette Selef-i Salihînin Metodu
Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’adır. Salât ve selâm; Rasûlullah’ın, ehlinin, sahabesinin ve kıyamete
kadar onları dost edinen herkesin üzerine olsun.
Gerçek İslam‟ı tebliğ etmek, insanlara hak dini öğretmek ve saf tevhidi yaymak; işte bu,
Allah Teâlâ‟ya davet demektir. Allah‟a davet, amellerin en değerlilerinden ve ibâdetlerin en
üstünlerinden biridir. O, nebi ve rasûllerin en büyük ve en seçkin özelliklerinden, Allah‟ın salih
ve muttaki dostlarının ve seçkin kullarının en bariz görevlerinden biridir. Nitekim Allah Teâlâ,
onlardan söz ederken şöyle buyurmaktadır:
﴾ ‫اا إِمنَّمنِمي ِم َو ْنال ُن ْن لِم ِم ي َو‬
‫صالِمحًالا َو﴿ َو َو‬
‫ِم َو﴿ َوع ِم َو َو‬
‫َو﴿ َو ْن َو ْن َو ُن َو ْن ًال ِم َّم ْن َود َوعا إِملَوى‬
“Allah‟a davet eden, salih amel işleyen ve: „Şüphesiz ben, Müslümanlardanım.‟ diyen
kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” [Fussilet, 33]
Allah‟a davet görevini üstlenenlerin yükü çok ağır ve sorumlulukları çok büyüktür. Çünkü
onlar, çok değerli ve çok ulvî bir konumda bulunmaktadırlar. Zira onlar, peygamberlerin
vazifelerini yerine getirmektedirler ki o, vazifelerin en üstünü ve en şereflisidir. Hatta o, bu
hayattaki en yüce ve en ulvî gayedir. Nasıl olmasın ki? Zira o, yalnızca Allah‟a ibadete ve O‟na
hiçbir şeyi ortak koşmamaya davettir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴾‫﴿ن‬
‫َو﴿ َو ا َورْن َوس ْنلنَوا ِم ْن َو ْنلِم َو ِم ْن َور ُنس ٍلا إِم َّم نُن ِم ي إِملَو ْني ِم َونَّم ُن َو إِملَو َو إِم َّم َونَوا فَوا ْنع ُن ُند ِم‬
“Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: „Benden başka hak ilâh yoktur,
öyleyse yalnız Bana ibâdet edin!‟ diye vahyetmiş olmayalım.” [Enbiya, 25]
Allah yolunun davetçileri, ümmetin en seçkin zümresidir. Çünkü üstlendikleri davet görevi;
onların, insanların izinden yürüyeceği üstün ve örnek birer şahsiyet olmalarını ve insanlara her
konuda önderlik etmelerini gerektirmektedir. Nitekim Allah Teâlâ, davetçilerin önderi ve
efendisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hakkında şöyle buyurmuştur:
‫َو‬
‫ااآل َور َو﴿ َو َو َور‬
‫ِم‬
‫َو َو﴿ ْناليَو ْن َو‬
‫ان يَورْن ُنج‬
‫ِم ُن ْنس َو ٌة َو َو نَو ٌة لِم َو ْن َو َو‬
‫ان لَو ُن ْن فِمي َور ُنس ِما‬
‫لَو َو ْند َو َو‬
﴾‫َو ثِميرًالا‬
“Andolsun ki Rasûlullah, sizin için, Allah‟a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve
Allah‟ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” [Ahzâb, 21]
Dolayısıyla da davetçilerin, sorumlulukları kadar görevleri de çoktur ve büyüktür. Onlar,
ahlak ve erdem bekçileridirler. İnsanların hal, hareket ve gidişatları üzerinde kontrol vazifesi
üstlenirler. Onlar, toplumun aynasıdırlar ki Müslümanlar, bu aynada kendilerini görürler. Bu
sebeble davetçiler, toplumları için güzel birer örnek olmalıdırlar. Davet ettikleri ilkeleri kendi
hayatlarında uygulamalı ve onların izleri attıkları her adımda görülmelidir. Çünkü davetçinin
dini dosdoğru yaşaması, Rabbiyle olan bağının kuvvetli olması ve güzel ahlakı, İslamî kimliğin
özünü yansıtır ve kalpleri cezbeder. Böylece o, insanların iman etmesi ve davetçiyi örnek
almasında belirleyici bir faktör olur. Mü‟minlerin annesi Âişe radıyallahu anha‟nın, kendisine,
davetçilerin önderi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‟in ahlakı sorulduğunda verdiği cevap ne
kadar güzeldir:
“Onun ahlakı, Kur‟ân idi.” [Müslim]
Sanki o, bu cevabıyla Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‟in şahsını, Kur‟ân-ı Kerim‟in
çağırdığı ve insanî ilişkilerde uyulmasını istediği üstün ahlakın ve yüce erdemlerin somut bir
örneği olarak vasfetmiştir. O halde İslam davetinin yayılması için, bakışları üstüne çekecek ve
kalpleri cezbedecek örnek şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Bu sayede insanlar, onlardan gerçek
İslam‟ı öğrenir ve benimserler. Nitekim salih selefimizin, tüm insanlığa İslam davetini duyurma
vazifesini üstlendikleri zaman yaptıkları da buydu.
Kendini Allah‟a davet görevine adayan örnek şahsiyet, bütün işlerinde İslam ahlakını
kendine prensip edinmelidir. Her türlü işinde ve sözünde ihtiyatlı davranmalıdır. Çünkü onun
etrafında bulunanlar, ona daima açık arayan bir eleştirmen gözüyle bakarlar. Her hareketini
onun aleyhinde değerlendirirler. Çünkü onların gözünde o, örnek alınacak bir modeldir.
Allah Teâlâ, bu ümmete, içlerinden hak dine davet vazifesini yerine getirecek bir grup
hazırlayıp oluşturmalarını farz kılmıştır. Bu hazırlık, basit bir iş değildir. Aksine yoğun
çalışmalara ve uzun süreli fedakârlıklara ihtiyaç duyar. Bu nedenle bu önemli vazifeyi yerine
getirecek kimselerin özenle seçilmesi, eğitim ve öğretimden geçirilmesi şarttır. Çünkü
davetçinin, sadece âlim olması ya da sadece güzel bir konuşmacı olması tek başına yeterli
değildir. Aynı şekilde sadece ince, kibar ve sevilen biri olması da yeterli değildir. Aksine onda
bütün bu özelliklerin bir arada bulunması şarttır. Hatta o, vazifesini en mükemmel şekilde
yerine getirebilmesini sağlayacak olan nebevî hasletlerin hepsine birden sahip olmalıdır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, daveti insanlara nasıl ulaştıracağımızı ve dini nasıl tebliğ
edeceğimizi bize öğretmiştir. Bunu öğrenmek isteyenler için onun hayatında pek çok ders ve
ibret vardır. Dolayısıyla da selef akîdesine davet eden kimselerin, Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem’in davet metoduna uymaları, onu esas almaları ve ondan ayrılmamaları gerekir. Şüphe
yok ki onun metodunda Allah‟a davet üslubunun nasıl olacağı konusunda yeterli ve tatmin edici
bilgiler vardır. Ki bu bilgiler sayesinde davetçiler, insanların sonradan uydurdukları ve
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‟in yöntem ve uygulamalarına aykırı olan metotlara
başvurmaya ihtiyaç duymazlar.
Bugün bütün dünya, davet konusunda peygamberlerin metodunu kavramış, Allah
Rasulünün izinden giden, İslam‟ı ve onun eşsiz öğretilerini yaymaya gayret gösteren ve bunu
hayatlarının temel gayesi edinen, bu yüce vazifeyi Allah Teâlâ‟ya yakınlaşma vesilesi sayan, hak
dine ve saf tevhide davetle yeryüzünü aydınlatmayı amaçlayan samimi davetçilere ve hakiki
âlimlere muhtaçtır. Nitekim selef-i salihîn de böyle yapmış, hak dine davetle yeryüzünü
aydınlatmış, insanları karanlıklardan çıkarıp aydınlığa kavuşturmuş, dünyayı adalet, medeniyet
ve ilimle doldurmuşlardır. Onlar, Allah Teâlâ‟nın da buyurduğu gibi, insanların yararına
çıkarılmış en hayırlı ümmet olmuşlardır. Saadet, hakimiyet ve önderlik onların olmuştur.
İmanları, ihlasları ve hakka uymaları sayesinde İranlılara ve Bizanslılara galip gelmişler,
Kisraların ve Kayserlerin tahtlarını sallamışlardır.
İşte bundan dolayıdır ki hak davetçilerinin, Allah‟a davette salih selefimizin yolunu
izlemeleri, bununla birlikte zaman ve mekân farkını da göz ardı etmemeleri gerekir.
Davetçi; bazen vaaz, nasihat ve telkinleriyle elde edemediği neticeyi hal ve hareketleriyle,
davranışlarıyla elde ederek insanları kazanır. Allah’a davet sorumluluğunu üstlenmiş bir örnek olma
yolundaki davetçinin, her şeyinde İslam’ın ahlakıyla ahlaklanması, davranışlarına dikkat etmesi ve
ihtiyatlı olması bir zorunluluktur. Diğerlerinin gözünde ittiba mercii (takib edilen kişi) olacağından tüm
hal ve hareketlerinin gözlem altında olacağını düşünmelidir. Allah’a davette en güzel yollardan biri,
insanlara örnek olarak onları etkilemektir. İnsanların çoğu duydukları her şeyi kabul etmemekte,
karşılarında buldukları canlı örneklere tâbi olmaktadırlar. Nasıl olmasın ki Allah Teâla, Rasûlüne,
önceki peygamberlere uymasını emretmiştir, “İşte o (Peygamber)ler, Allah‟ın hidayet ettiği
kimselerdir. Sen de onların yoluna uy...” (En’âm, 90)
Peygamberlerin görevi nedir?
Kimler bu görevi üstlenebilir?
Görevlerin en şereflisi ve en üstünü rasûllerin görevidir. Çünkü onların görevi eşi ve benzeri
olmayan Allah’a davet etme görevidir.
“Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona, „Benden başka ilah yoktur; şu halde bana
kulluk edin.‟ diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiyâ, 25) Bütün peygamberler Allah’a davet etmede
birdirler. Ve gelen her peygamber kavmini şu sözlerle davete başlıyordu: “...Ey kavmim! Allah‟a
ibadet edin, sizin O‟ndan başka ilâhınız yoktur...” (A’râf, 59)
Peygamberlerin gelmesi Rasûlümüz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile son buldu. O’ndan başka
bir peygamber de gelmeyecek. Bu yüzden bu büyük görevi (Allah’a davet görevini), O’na tâbi olanlar
üstlenecek ve basiretli bir şekilde, (saplantıya düşmeden) ilim ve şuurla hareket ederek Allah’a davet
etmeye devam edeceklerdir: “De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben ve bana uyanlarla bir basiret
üzere Allah‟a çağırıyorum. Allah‟ı (ortaklardan) tenzih ederim. Ve ben, ortak koşanlardan
değilim.” (Yûsuf, 108)
Peygamberlerinin görevleriyle kaim olanlar davetçilerdir; iyiliği emreder, kötülükten menederler
(Emr-i bi’l-mâruf Nehy-i ani’l-münker). Onlar peygamberlerin mirasçılarıdırlar: “(İnsanları) Allah‟a
çağıran, iyi iş yapan ve „Şüphesiz ben müslümanlardanım.‟ diyenden daha güzel sözlü kim
vardır?” (Fussilet, 33)
Bu dinî esastan ve anlayıştan hareket eden ve hedeflenen ıslahı gerçekleştirmede faydalı
olacak olan bu kadar önemli ve büyük bir görevi üzerine alan davetçilerin, birtakım sıfatlarla
(özelliklerle) donanmış olmaları gerekir.
Davetçide bulunması gereken bu özellikler şunlardır:
 İhlaslı olmak, gösterişten kaçınmak
“Ameller niyetlere göredir, herkes niyetinin karşılığını alacaktır...” (Buhârî, Müslim) hadis-i şerîfi
doğrultusunda her davetçinin niyetini iyileştirmesi gerekir. Çünkü niyet, amellerin başıdır ve onlara
nitelik kazandıran yegâne unsurdur. Davetçi, karşılığını dünyada alacağı hiçbir gaye gütmeden insanları
samimiyetle davet etmeli ve niyetini temiz (halis) tutmalıdır: “(Halbuki onlar) dini yalnız Allah‟a
halis kılarak (ihlasla) kulluk etmekten başkasıyla emrolunmadılar.” (Beyyine, 5) Salih âlimlerimiz “İlim
amelle, amel de ihlasla değer kazanır. Allah’a karşı ihlas, kişinin anlayış sahibi olmasına vesiledir.” diye
ne güzel söylemişler.
İhlas; amel, söz, fiil ve kavlinde sırf Allah rızasını gözetmektir. Bu sebeble ihlaslı bir davetçi;
yağcılık, göz boyama (gösterişten/riya), boş laf söyleme vb. gibi Allah’ın rızası gözetilmeyen
davranışlardan kesinlikle sakınmalı, uzak durmalıdır. Çünkü bu davranışlar ameli boşa çıkarmaktadır.
Yüce Allah da sadece halis amelleri kabul eder.
Davetçi, Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği ve Cehenneme girecek üç sınıfı anlatan şu
hadisi her zaman hatırlamalıdır:
“...İlim öğrenen, öğreten ve Kur’an okuyan biri -Allah’ın huzuruna- getirilir. Kendisine verilen bu
nimet bildirilir, o da bilir. (Allah Teâlâ) ona, “Ne amel ettin?” (diye sorar). O da “İlim öğrendim ve
öğrettim. Senin için Kur’ân okudum.” der. (Allah azze ve celle:) “Yalan söyledin, bu âlimdir denilsin diye
ilim öğrendin ve denildi, kurrâdır denilsin diye Kur’ân okudun ve denildi.” buyurur ve yüzükoyun
Cehenneme atılmasını emreder...” (Müslim)
Bu hadisi özellikle Allah davetçileri iyi düşünmelidir. Bu adamın akibetine uğrama korkusu insanın
kalbini ürpertiyor! Ebû Hureyre radıyallahu anh bu hadisi rivayet ettiğinde şiddetle irkilir, korkudan
dehşete kapılır, ancak bir süre sonra kendine gelirdi. Muâviye radıyallahu anh da bu hadis kendisine
anlatıldığında, helak olacağı zannedilecek kadar ağladı.
 Kitap ve Sünnet’ten ilim edinmek
Peygamberlerin yolunu takip eden davetçilerin Kitap ve Sünnet’ten sahih ilim edinmeleri gerekir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Şüphesiz peygamberler,
(miras olarak) ne dinar ne de dirhem bırakmışlardır. Onlar ancak gerilerinde ilim bırakmışlardır. Kim
ondan alırsa gerçekten yeterince nasibini almış olur.” (Tirmizi) Diğer bir hadislerinde de “İlim edinmek
her müslüman üzerine farzdır.” (Beyhaki) buyurmuştur. Bu hadisteki emre tüm müslümanlar muhatab
olduğuna göre, insanları sahih çizgiye yönlendirmeye çalışan kimseler için ilim öğrenmenin daha
öncelikli farz olduğunda şüphe yoktur. İnsan, bilmediği bir yola nasıl davette bulunur ki? Bunun için
eskiler, “Zâyidar, ne versin ki?” demişlerdir. Aksi takdirde Kitap ve Sünnet gibi sahih kaynaklara
dayanmayan, kulaktan dolma bilgilerle insanları Allah’a davet edenler; bilerek veya bilmeyerek Allah’a
iftira atma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
 İlimle amel etmek
Bu, sahih ilmin tabiî bir ürünüdür. Amelsiz ilim, meyvesiz ağaç gibidir, işe yaramaz. Allah Teâlâ
mü’minleri bundan sakındırmıştır: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız bir şeyi niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur.” (Saff, 2-3) Yine bir
ayette Allah azze ve celle ilim edinip de amel etmeyenlerin durumunu, kitap taşıyan bir merkebe
benzetmiştir: “Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap
taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne
kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Cumâ, 5) Kur’ân’da, yahudiler bildikleri
halde amel etmediklerinden dolayı “Mağdûb/gazaba uğrayanlar;” hıristiyanlar ise ilimsiz amel
ettiklerinden dolayı “Dâ’llîn/sapıklar” olarak yer alırlar.
Müslüman olarak amellerimizde ve namazlarımızın bir rek’atında bile olsa onların yoluna uymaktan
Allah’a sığınır; bizi dosdoğru yoluna, -Kur’anî ifadeyle- “Sırât-ı Mustakîm”e iletmesini niyaz ederiz: “...
Bizi (Sırât-ı Mustakîm‟e) dosdoğru yola ilet. Kendilerine nimetler verdiğin kimselerin yoluna,
gazaba uğramış ve sapmışların yoluna değil!” (Âmin) (Fatiha, 6-7)
Müslümanlar, yanlış amellerde bulunmaktan her zaman sakınmalı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in
şu hadisini daima hatırında tutmalıdır: “Kıyamet günü bir adam getirilir, ateşe atılır ve
bağırsakları dışarı fırlar. O haliyle merkebin değirmeni döndürmesi gibi döner. Bu arada cehennem halkı
etrafında toplanarak “Ey falanca! Halin ne? Sen dünyadayken iyiliği emredip kötülükleri menetmiyor
muydun?” diye sorarlar. O da şöyle cevab verir: “Sizlere iyilikleri emrederdim ama kendim bunlara
yanaşmazdım, size fenalıklardan uzak durmanızı söylerdim ama onları ben yapardım.” (Münzirî)
 Davette Peygamberlerin yolunu takip etmek
Peygamberler insanları davet ederken Allah’ın kulları üzerine hakkı olan tevhidi açıklamayı
öncelikli bir esas kabul etmişlerdir. Onların davet ettikleri bu gerçekler nasıl vahye dayanıyorsa, davet
metodları da vahye dayanmaktadır. O halde davetçinin de bu yolu izlemesi gerekmektedir. Bu metod
insanları öncelikle tevhide davettir. O’ndan başka kulluk yapılacak tüm ilahları peşinen reddedip yalnız
Allah’a kul olmak, yani gerçek bir iman... İşte bu, Muaz b. Cebel hadisinde belirtilen Allah’ın kulları
üzerindeki hakkıdır.
Bu konu Kur’ân’da da özellikle işlenen ve çok önemli bir konudur. Çünkü bunun gerçekleşmesi
Cenneti, gerçekleşmemesi ise Cehennemi ifade etmektedir. Yani imtihanı kazanmanın tek anahtarı...
Ancak bu gerçekleştikten sonra ameller bir nitelik kazanır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gerçek
için Mekke’de 13 yıl acılara göğüs gerdi. Bütün kabileleri, aşiretleri ve hac zamanı Kâbe’de toplanan
insan kitlelerini, sadece Allah’ı bir ve üstün tanımaya ve O’ndan başka ibadet etmekte oldukları her şeyi
terk etmeye çağırıyordu. “Allah’tan başka hiçbir hak ilah yoktur / Lâ ilahe ill’allah” kelimesinin kalplere
işlenmesi ve beyinlere yazılması için hiç durmadan ve adeta kendini helak edercesine davet ediyordu.
İşte bu nokta, tüm Peygamberlerin davetinin merkezini teşkil etmektedir.
Acaba neden, Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem’in Mekke’de sahabesini eğitmesinin temel ve hatta
tek noktası bu oldu? Çünkü mükelleflerin yapmakla sorumlu oldukları emir ve yasakların (tekâlifin)
uygulanabilmesi ve halklar bazında kabul edilebilmesi için egemen bir güce, bir devlete ihtiyaç
duyulmaktaydı. Böylesi bir şeyi gerçekleştirmek ise köklü bir yapıyla mümkündü. O halde tüm
sıkıntılara göğüs gerebilecek sağlam bir yapının oluşması gerekiyordu. Böyle bir yapının oluşabilmesinin
ilk şartı ise güçlü bir akideydi. İşte bedeli ödenmiş 13 yıllık bu tevhid eğitimi, müstakbel İslam
devletinin temellerini oluşturacak, böylece tekâlif (mükellefiyet) hükümlerinin uygulanabilmesine zemin
hazırlanmış olacaktı. Bu, İslam toplumunun neş’eti (yayılması/genişlemesi) için bir ortam hazırlığıdır.
İslam ordusunun yaptığı fetihlerde ve İslam’ın yayılmasında, Mekke’de Dâru’l-Erkâm’da almış oldukları
tevhidî terbiyenin büyük payı ve bereketi vardı.
Davetçi, Müslümanların tağut karşısında direnebilmeleri için, işe önce tevhid ilminden başlayıp
kalplerde kuvvetle yerleşmesine gayret etmelidir. Ancak, ilmî hiçbir dayanağı olmayan, coşkuyla ve
ateşle galeyâna gelen grup ve grupçukların Nebevî davet metoduyla bağdaşır yanı yoktur.
 Allah’a davette hikmet yolunu tutmak
“(Ey Muhammed) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel
şekilde mücadele et...” (Nahl, 125)
“De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben, bana uyanlarla birlikte bir basiret üzere Allah‟a
çağırıyorum...” (Yûsuf, 108)
Bu vazife adına ortaya çıkacak herkesin, hikmetle ve güzel öğütle davet etmeleri ve rasûllerin,
kavimlerini Allah’a çağırırken kullandıkları metoda bağlı kalmaları -yukarıda belirttiğimiz gibi- bir
zorunluluktur. İnsanlara, nezaketle muamelede bulunmalı, onlara güzel sözler söylemeli, şefkat
kanatlarını açmalı ki kalpler ona dönsün ve onun davasını sevsin.
Allah’a isyanın artması, O’nun sınırlarının tanınmaması ve günahlarıyla övünen kimselerin varlığı;
dini üzerine titreyen kişiyi endişelendirir, acı içinde bırakır. Fakat yine de hikmetle muamele esasını terk
etmemeli ve fenalıkların giderilmesinde tatlı dille güzel bir tavır sergilemelidir.
Davetçi; “... Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır ve üstünlük verilmiştir...” (Bakara, 269)
ayetine çok itina göstermelidir.
 Sabırla kuşanmak
Hak, zorlukları ne kadar olursa olsun, yolundan gitmekle elde edilir. Hak yolu çileli ve zordur; hiç
kimse güllerle bezenmiş olduğunu düşünmemelidir. Bu yolda aşağılanma, alaya alınma, çile ve tehlike
vardır. Hiçbir şey bedelsiz değildir, bedel arttıkça mükâfat da artar. Kur’ân, peygamberlerin, kavimlerini
Allah’a davet etmede karşılaştıkları türlü zorlukları anlatan örneklerle doludur.
Ahirette peygamberler, tâbileriyle birlikte Allah’ın huzuruna geldiklerinde beraberlerinde pek az
insan olur. Hatta bazılarının yanında onlara iman eden bir iki kişi ya da kimse bulunmaz. Ama bu onların
gayretlerini asla eksiltmemiştir. Bilakis, görevlerini yerine getirmek için var güçleriyle ve yılmadan
mücadele etmişlerdir. Toplumlarına nasihat etmişler ve onların kafa tutmalarına, inatlarına ve
eziyetlerine sabretmişlerdir.
Allah‟a davet adına ortaya çıkan herkes muhakkak “zafere erişecektir” diye bir kural yoktur.
Başarı Allah‟ın elindedir. Ne zaman vermeyi dilerse o anda gerçekleştirir. Davetçilerden istenen
gayret etmeleridir.
“... Sana düşen ancak ulaştırmandır...” (Şûra, 48)
“... Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah‟ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey
değildir...” (Yâsin, 17)
Çalışmalarının güzel sonuçlarını görmede davetçinin acele etmemesi gerekir. Onun bu tavrı,
sabırlılık disiplinini bozar. Daha fazla gayret etmeli, Allah’a güvenmeli ve özellikle bilmelidir ki İslam
adına yapılan bir çalışma Allah’ın izniyle sonuç verir. Davetçi; sabrı, güzel ahlakı ve ölçülü davranmayı
asla bırakmayacaktır:
“Onların söylediklerine katlan ve onları güzel bir şekilde terk et.” (Müzzemmil, 10)
Sabır, kuvvetli bir imanın meyvasıdır:
“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla
doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.” (Secde, 24)
Davetçi; herkese örnek olmalı, şüpheli şeylere dalmamalı ve lâkayt yerlerden uzak durmalıdır.
Dünyayı ayaklarının altına alıp hizmet etmelidir. Dünyaya asla meyletmemeli ve boyun eğmemeli ki
insanlar onun makam mevkii ve şöhret peşinde olmadığını anlasınlar. Sözleri ve davranışları arasında da
asla çelişki bulunmamalıdır.
Yüce Allah hepimizi sapan ve saptıranlardan değil doğru yola çağıran ve doğru yolda bulunanlardan
eylesin, yalnızca iyiliklere çağıran nebî ve rasûllerin takipçisi kılsın. (Amin)
Download