SÜRGÜNDE SADAKAT: OSMANLI HANEDANI VE ERMENİ MIGIR EFENDİ Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ* Özet Osmanlı toplumunda yaşayan diğer milletler gibi Ermeniler de reaya olarak merkezî otoritenin hükmü altında hayat sürmüşlerdir. Hukuken diğer milletlerle aynı haklara sahip olmuşlar, baskı ve haksız muameleye hiçbir surette maruz kalmamışlardır. Hatta birçok noktada Müslümanlardan çok daha iyi konumlara sahip olmuşlardır. Türk-Ermeni ilişkileri karşılıklı güven ve saygı üzerine kurulmuş ve asırlarca devam etmiştir. Ermeni toplumu Osmanlı idaresinden her zaman yardım görmüş ve koruyuculuğuna muhatap olmuşlardır. Osmanlı idaresindeki Türk-Ermeni ilişkilerinin Osmanlı idaresine gösterdikleri saygı, güven ve sadakat ve bu hususiyetlerinin asırlarca devam etmiş olması Osmanlı Ermenilerine idarî ve toplumsal açıdan teb’a-i sâdık a-i Şahane veya millet-i sâdıka sıfatı izafe edilmesini sağlamıştır. Türk-Ermeni ilişkileri belli bir dönemden sonra ihtilaf dönemine şahit olmuşsa da bu durum Ermeni toplumunun genelinin benimsediği bir gelişme olmaktan ziyade Batılı devletlerin maşası durumundaki belli bir siyasal azınlığın tercihi olmakla sınırlı kalmıştır. Ermeni toplumunun ekseriyeti yine millet-i sâdıka vasfını sürdürmede kararlı olmuştur. İmparatorluğun yıkılmasına, hanedanın bütün siyasî ve malî gücünü kaybetmesine rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun temsilcilerine geçmişte gösterdikleri saygı ve sadakati devam ettirmeye her zaman için hazır olmuşlardır. Bu tebliğde Mığır Efendi’nin sürgündeki hanedan üyeleri ile olan ilişkileri ve onlara olan eski sadakatinin nasıl devam ettiği izah edilmeye çalışılacaktır. I. Türkler ile Ermenilerin Tanışmaları Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi Selçuklu Türklerinin Doğu Anadolu’ya doğru başlattığı akınların tarihi kadar eskidir. Bu akınlar neticesinde Selçuklu Türkleri, Milattan önce altıncı asırda İllyrianların zulmünden kaçıp Doğu Anadolu’ya gelen Hıristiyanlığın Gregorian mezhebine tâbi bir halk kütlesi ile tanışmışlardır 1 . II. Osmanlı Egemenliğinde Ermeniler Osmanlı Devleti’nin kurulduğu tarihlerde Ermeni nüfusunun büyük bir bölümü, küçük krallıklar veya prenslikler halinde, yabancı idareler altında Çukurova, Doğu Anadolu, Kafkasya dolaylarında, dağınık bir şekilde İran’da, Bizans topraklarında, Gürcistan taraflarında, Selçuklu hakimiyetinde veya tabiiyetinde yaşamaktaydı. Ermeniler bağımsız bir siyasî veya sosyal örgüte sahip değillerdi. Osman Gazi Ermenilerin Anadolu’da ayrı bir topluluk olarak örgütlenmelerine ilk izin veren kimse oldu. İlk Ermeni dinî merkezi bu vesile ile Kütahya’da kuruldu. Bursa başkent yapılınca, Çukurova’daki Ermeni Krallığı’nın dağılması sonucu Kütahya’ya yerleşmiş olan Ermenilerin ekseriyeti ve onlarla birlikte dinî merkezleri de Bursa’ya intikal etti. Sultan I. Selim ve Sultan Süleyman’ın iktidarları * Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ; E-mail : [email protected]; Tel : 0 352 437 49 01 – 33303 1 Salahi R. Sonyel, Minorities and the Destruction of the Ottoman Empire, Ankara 1993, s.38. zamanında Ermenilerin meskûn bulunduğu topraklar Osmanlı sınırlarına dahil edildi. Sultan Selim Çaldıran Seferi’nden (1514) döndüğünde beraberinde Tebriz’den bir hayli Ermeni zanaatkâr getirerek İstanbul’un değişik semtlerine yerleştirdi2 . Sultan II. Mehmet döneminde 1461’de yapılan düzenlemeler neticesinde Bursa piskoposu Hovakim imparatorluk dahilindeki Ermenilerin patriği statüsüne yükseltildi. Kendisine yargılamaktan hapsetmeye varıncaya kadar son derece geniş yetkiler veren bir fermanla Ermenilerin dinî ve sivil, tüm işlerinden Patrik olarak Hovakim Efendi sorumlu tutuldu3 . III. Ermenilerin Osmanlı Toplumundaki Sosyal Statüleri Osmanlı toplumunda yaşayan diğer milletler gibi Ermeniler de reaya olarak merkezi otoritenin hükmü altında hayat sürmüşlerdir. Hukuken diğer milletlerle aynı haklara sahip olmuşlar, hiçbir şekilde baskı ve haksız muameleye maruz kalmamışlardır. Hatta birçok noktada Müslümanlardan daha iyi konumlara sahip olmuşlardır. Osmanlı coğrafyasında yaşayan Ermenileri sosyal statüleri bakımından beş guruba ayırmak mümkündür: Birinci grup özel veya tüzel kurumlarda görev yapan ve on dokuzuncu asırda daha bir önem kazanan servet ve nüfuz sahibi Ermenilerden oluşmaktaydı. İkinci gurubu ise başta İstanbul olmak üzere Anadolu şehir ve kasabalarında tüccar, yatırımcı ve sanayici sıfatı ile iş görenler oluşturmaktaydı. Üçüncü ve en geniş sınıf ise imparatorluğun hemen her tarafına yayılmış bulunan köylü kesimini oluşturmaktaydı. Dördüncü kesim, Sasun ve Zeytun gibi ücra sarp dağlık yerlerde hayatlarını yarı bağımsız ve haşin bir surette sürdüren, dağlı ve serkeş Ermenilerden oluşmaktaydı. Beşinci ve son tabakayı ise papazlar ve daha üst ruhban sınıfı oluşturmaktaydı4 . IV. Ermenilerin Osmanlı Toplumundaki Ekonomik Statüleri Ermeniler ekonomik açıdan imparatorluğun en müreffeh kesimlerinden birisini oluşturmaktaydılar. İmparatorluğun ekonomik ve ticarî hayatında önemli bir yere sahip olmuşlar ve hatırı sayılır miktarda sermaye edinmişlerdi. Askerî vazifeden muafiyetleri ve savaş riskinden uzak bulunmaları dolayısıyla ekonomik açıdan belli seviyeye yükselmişler ve imtiyazlı bir konuma gelmişlerdi5 . Yukarıda sözü edilen ilk iki sınıf, özellikle de ikinci tabaka, ayrı ve imtiyazlı bir statüye sahip bulunan ve Arapça emir kelimesinden türemiş olup prens ve komutan anlamlarına gelen amira sınıfını meydana getirmekteydi. Bu terim Ermeniler tarafından, Osmanlı hükümetinin de çeşitli yollarla tasvibini alan, Ermeni cemiyetinin servet sahibi liderleri için kullanılmıştır6 . Amiraların ekserisi sermayelerini İstanbul’da yatırıma dönüştürme gereği hissetmişlerdir. Neticede bu sınıfta yer alan insanların bir kısmı kendi mesleklerinde dikkat çeken birer sarraf, kuyumcu, yatırımcı yahut banker olmuşlardır. Hatırı sayılır bir rakam oluşturan Ermeni bankerleri Galata, Hasköy ve Osmanlı başkentinde ticarî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunlar Osmanlı toplumuna ve piyasasına hitap ve hükmetmenin yanında 2 Sonyel, a.g.e., s.43-44. Sonyel, a.g.e., s.44. 4 Sonyel, a.g.e., s.119. 5 Sonyel, a.g.e., s.120. 6 Sonyel, a.g.e., s.120. 3 Osmanlı Sarayı tarafından da aranan isimler olmuşlardır. Kuyumcubaşı ve sarraflar Ermenilerden seçilmiş, hanedan üyeleri bunların işlediği mücevherlerle süslenmişlerdir7 . V. Osmanlı Hizmetinde Ermeniler Türk-Ermeni ilişkileri karşılıklı güven ve saygı üzerine kurulmuş ve asırlarca devam etmiştir. Ermeni toplumu Osmanlı idaresinden her zaman yardım görmüş ve koruyuculuğuna muhatap olmuştur. Örneğin Sultan II. Mehmet döneminde Bizans tarafından sürgün edildikleri Kırım’dan gelen 70 000 Ermeniye Osmanlı Devleti kucak açmış, kendilerini Marmara sahilinde yer ve yurt sahibi yapmıştır. Osmanlı sultanlarının ve Müslüman toplumun haklarına, hürriyetlerine ve inançlarına karşı göstermiş oldukları bu hoş görü ve saygı imparatorluğun yıkılışına kadar devam etmiştir. Osmanlı sultanları Ermeni nüfusunu sadece korumak ve kollamakla kalmamışlar özel hizmetlerinde veya devletin çeşitli idarî kademelerinde değişik meslekten birçok Ermeni vatandaşının görev almalarına da imkân tanımışlardır. Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne hizmet etmedeki isteklilikleri, Türk kültürünü benimsemeye hazır oluşları, zekî ve çalışkanlıkları ve istiklâl düşüncesinden uzak bulunmaları, değişik kademelerde çalışarak devletin en üst makamlarına kadar yükselme imkânına kavuşmuşlarını sağlamıştır. Hoca Ruhican Sultan IV. Murat’ın kürkçübaşısı olurken Hoca Astuacatur ise saray mimarı olmuştur. 1644’te Abro Çelebi, Osmanlı ordusunun iaşe tedarikinden sorumlu tutulmuştur. Sarkis Çelebi Efendi Dışişleri Bakanlığı’nda tercümanlık göreviyle istihtam edilmiştir. On sekizinci asrın ilk çeyreğinde Selbos Amira sadrazamın Başbezirganı olmuştur. 1757 yılından itibaren meşhur Düziyan ailesinin üyelerinden birisi Darphane Nazırı olmuştur. Hagop Düziyan yahut hükümet çevresinde bilinen aile adıyla Düzoğlu, akrabası ve halefi Mihran Bey Düziyan Osmanlı Devleti’nde modern darphanenin kurucuları olmuşlardır. Düziyan ailesinin darphaneyi murakabeleri, 1819–1832 arası istisna edilirse, adeta bir hanedan imtiyazıyla, 1880 yılına kadar kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. 1780 ve 1790’lı yıllar boyunca Garabed Amira Manougian, İstanbul ile Rus limanları arasındaki gemiciliğin tek hakimi olmuş, bu iş kendisine yüklü bir servet kazandırmıştır. 1750’lerde Hovsep (Yusuf) Çelebi İngiltere’den saat ithalini tekeline almış, imparatorluk içerisindeki dağıtım ve satışını da kendi kontrolünde tutmuştur. Diğer taraftan Balyan ailesi mimarîde büyük bir şöhret kazanmıştır. Meldon Arabian yahut Araboğlu, Sultan II. Ahmet’in mimarbaşısı olmuştur. Bu vazife daha sonraki tarihlerde yine bir başka Ermeni, Sarkis Kalfa tarafından sürdürülmüştür. Bu vazife 1750 yılından on dokuzuncu asrın son çeyreğine kadar adeta Balyan ailesinin tekelinde kalmıştır. Bu gayet uzun dönem içersinde Balyan ailesi birçok saray, cami, kamu binası ve garnizonlar inşa etmişlerdir. Balyan ailesi icra ettikleri siyasî ve hayırseverlik faaliyetlerinden dolayı Ermeni cemaati arasında büyük bir şöhrete ulaşmıştır8 . Osmanlı toplumunda öne çıkan bir diğer Ermeni ailesi ise Tatean ailesidir. Balyan ailesi gibi Tatean ailesi de yetmiş beş yıl süreyle barut işlerinden sorumlu olmuştur. Cezeyirliyan ailesi ise gümrüklerden sorumlu tutulan bir diğer Ermeni ailesini oluşturmuştur. Noradounghiyan ailesi Osmanlı ordusunun ekmek ihtiyacının tedarikinden sorumlu tutulmuştur. Arpiaryan ailesi ise Gümüş Madenleri müdürlüğünü yürütmüştür9 . Osmanlı idaresinde Ermenilerin sıradan memuriyetlerin ötesinde vali, müfettiş ve hatta vezirlik makamlarına kadar yükseldikleri görülür. 1850–1876 yılları arasında görev yapan her 7 Sonyel, aynı eser, s.120, 123. Sonyel, aynı eser, s.121, 123. 9 Sonyel, aynı eser, s.121. 8 sadrazamın ve Dışişleri Bakanı’nın bir Ermeni danışmanı olmuştur. Hamamcean ve Seferan adlı Ermeniler Âli Paşa’nın; Sahak Abro Fuad Paşa’nın; Vardan Paşa diye bilinen Yovsep Vardanean önce Damat Mehmet Ali Paşa’nın, daha sonra ise Cevdet Paşa’nın, Grigor Otean (Krikor Odian) ise Mithat Paşa’nın danışmanı olmuştur10 . Ermeniler diplomasi alanında da öne çıkmışlardır. Diğer azınlıklara nispetle bu vazifede bir hayli de mesafe kat ettikleri görülür. 1848 yılında Berlin’deki Osmanlı Maslahatgüzarlığı makamına Ermeni asıllı Garabet Artin Davutoğlu; 1857’deki Bürüksel Maslahatgüzarlığı makamına Diran Bey ve 1859’da Paris Maslahatgüzarlığı makamına Hagop Efendi getirilmiştir. 1876’da Odian Efendi özel bir görevle Paris’e gönderilirken, Sarkis Efendi ise 1872’de Roma’da Ortaelçilik göreviyle vazifelendirilmiştir. Osmanlı Ermenileri yukarıda kısaca belirtilmeye çalışılan görevlerle sınırlı kalmamışlar daha birçok alanda hizmet görmüşlerdir. Örneğin sağlık ve eğitim de Ermenilerin istihtam edildiği alanlardan olmuştur. Başta Padişahın bizzat kendisi olmak üzere Saray ahalisinin sağlığından sorumlu olanlar yine ağırlıklı olarak Ermeni asıllı hekimlerden seçilmiştir. Sultan II. Mehmet Sarayında Amirtovlat adlı Ermeni doktoru istihtam etmekten hiçbir şekilde endişe duymamıştır. Hemen her Padişah döneminde Ermeni asıllı doktorlar sarayda görev yapmışlardır. Örneğin Manuel Shashian, Pavlaki Shasian, Servichen ve Kasoar Sirapian Saray hekimliği görevinde bulunan Ermenilerden bazıları olmuştur 11 . Osmanlı Sarayı’nda, tıbbiyesinde ve askerî teşkilâtlarında görev yapan Ermeniler arasında Şaşyan Manuel’i (1775-1858), Şaşyan Pavlaki’yi (1806-1887), Serviçen Efendi’yi (1815-1897), Doktor Sinapyan Kaspar Bey’i (1814-1872), Doktor Kapriyel Paşa Sevyan’ı (1822-1900), Doktor Hagop Davutyan’ı (1813-1878), Doktor Parunak (Feruhan) Bey’i (18241868), Doktor Istepan Paşa Aslanyan’ı (1822-1902), Doktor Mıgırdiç Parladi’yi (1822-1873), Doktor Agop Ohannesyan Bey’i (1825-1860), Doktor Dikran Peştimalcıyan Paşa’yı (18401894), Doktor Hovsep Beyran’ı (1825) ve Doktor Antranik Gırcikyan’ı (18191894) saymak mümkündür. Başta Padişah olmak üzere Osmanlı devlet ricali, devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermenilere güven duymamak bir tarafa, devletin idarî kademelerini ve Saray’ın kapılarını her zaman için kendilerine açık tutmuşlardır. Ermeni toplumunun önde gelen isimlerinden birisi olan Gümüş Gerdan ailesi, bu ailenin Sarayla olan yakın ilişkisi, Saray kapılarının her zaman için Gümüş Gerdan ailesi üyelerine açık tutulması, Sultan Abdülmecit her hafta akşam yemeğini bu ailenin sofrasında yemesi, Ermenilere duyulan güvenin en açık örnekleri olmuştur12 . VI. Teb’a-i Sâdıka-i Şahane veya Millet-i Sâdıka Türkler ve Ermeniler yaklaşık dokuz asır bir arada yaşamışlar, bu uzun tarih dilimi içerisinde hiçbir sorunla karşılaşmamışlardır. Osmanlı idaresindeki Türk-Ermeni ilişkilerinin karşılıklı saygı, güven ve sadakat üzerine kurulup asırlarca devam etmiş olması Osmanlı Ermenileri için idarî ve toplumsal açıdan kendileri için Teb’a-i Sâdıka-i Şahane veya millet-i sâdıka sıfatının kullanılmasıyla özel statü sağlamıştır. Sıradan bir Ermeni vatandaşı gayet sakin bir hayat sürmüşken 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos olarak Osmanlı Devleti’nde yüksek görevlerde bulunmuştur. 10 Sonyel, a.g.e., s.211. Sonyel, a.g.e., s.212. 12 Sonyel, a.g.e., s.212. 11 VII. Hanedanın Sınırdışı Edilmesi ve Mıgır Efendi Osmanlı Padişahlarının ve devlet ricalinin Ermeni tebaaya karşı duyduğu güven ve itimat, Ermeniler tarafından da fazlasıyla Osmanlı sultanlarına, Osmanlı idaresine ve Müslüman tebaaya karşı her vesile ile ispat edilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda hanedanın 1924 yılında sınır dışı edilmesi sonrasında Mıgır Efendi ile Ali Vâsıb Efendi ve babası Ahmet Nihad Efendi arasındaki münasebet Türk-Ermeni ilişkilerinin ne denli köklü ve Ermenilere Millet-i Sâdıka sıfatının verilmesinin ne denli isabetli olduğunu göstermesi bakımından önemli olsa gerektir. VIII. Ali Vâsıb Efendi Ali Vâsıb Efendi 1903’te İstanbul’da doğdu. Sultan V. Murat’ın torunu Ahmet Nihad Efendi’nin oğludur. Mekteb-i Sultanî yani Galatasaray Lisesi’nde ve Mekteb-i Askerî, bugünkü ismiyle Harp Okulu’nda okudu. Saltanatın kaldırılması ve hanedan üyelerinin 1924’te sınır dışı edilmeleri üzerine ailesiyle birlikte Avrupa’ya gitti. On yıl kadar Fransa’da yaşadı. 1983’te İskenderiye’de vefat etti. Ali Vâsıb Efendi’nin hayatının Fransa bölümünde Mıgır Efendi ile olan ilişkisi tebliğimizin asıl konusunu teşkil etmektedir. IX. Ali Vâsıb Efendi’nin Mıgır Efendi ile Tanışmaları Ali Vâsıb Efendi ile Mıgır Efendi’nin ilk tanışmaları Ali Vâsıb Efendi’nin Mekteb-i Harbiye’de tahsile başlamasından daha öncelere dayanır. O tarihlerde Ali Vâsıb Efendi’nin tahsili için iki muallim seçilmiştir. Kur’an-ı Kerim ve Ulûm-ı Diniye ve Türkçe dersleri için Kılıç Ali Camii’nin imamı Hayri Efendi görevlendirilmişken, Fransızca ve diğer ulûm için ise Mıgır Efendi tercih edilmiştir. X. Mıgır Efendi Mıgır Efendi Mekteb-i Sultanî’den mezun Ermeni Katoliklerindendir. Saray tarafından Ali Vâsıb Efendi’ye özel ders vermekle görevlendirildiği sırada Bursa’da komiserlik yapmaktaydı. Şâir Tevfik Fikret’in talebelerinden olup bizzat şâirin kendisi tarafından Ali Vâsıb Efendi’nin terbiye ve tahsili için Ali Vâsıb Efendi’nin pederine tavsiye edilmiştir13 . Ali Vâsıb Efendi’nin gözü ile Mıgır Efendi çok kibar, terbiyeli, filozof ve gayet iyi bir insandır. Ali Vâsıb Efendi’nin ahlâkı, tahsil ve terbiyesi noktasında oldukça etkili olmuştur. Kendisine hiçbir vakit sert davranmamış, sabır ve nezaket ile her şeyi anlatıp öğretmeğe, icabında uzun münakaşalar etmeğe hazır bir tavır sergilemiştir. Ali Vâsıb Efendi Mıgır Efendi’den 1912 yılından 1917 yılının sonuna kadar Fransızca Lisanı ve Edebiyatı, Matematik, Ulum-i Tıbbiye, Kimya, Hikmet, Tarih ve Coğrafya dersleri almıştır. Bilâhare Mekteb-i Harbiye’de ve Ihlamur’da Şehzadegan Mektebi’nde ve daha sonraları Mekteb-i Sultanî’de bulunduğu sıralarda Mıgır Efendi haftada iki veya üç kere Ali Vâsıb Efendi’ye gitmiş ve derslerin müzakeresini beraberce yapmışlardır. Ali Vâsıb Efendi’nin Mıgır Efendi ile münasebeti sadece derslerinin birlikte müzakere edilmesi ile sınırlı kalmamış, özellikle 13 Ali Vâsıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı, Vatan ve Menfada Gördüklerim ve İşittiklerim, Hazırlayan Osman Selaheddin Osmanoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s.38. 1912 yılında olmak üzere bazen birlikte gezmelere, sinemaya ve hatta Tepebaşı’nda bulunan Petit Champ’a birlikte gitmeye kadar varmıştır14 . Mıgır Efendi sonraki yıllarda meydana gelecek olan bütün olumsuzluklara rağmen Ali Vâsıb Efendi’ye hocalık etmekten ve kendisine özel ders vermekten vazgeçmemiştir. O günler, bütün ülke ve millet için olduğu gibi Ali Vâsıb ve Mıgır Efendi açısından da gayet sıkıntılı günler olmuştur. İstanbul’un İngiliz ve Fransızlar tarafından işgali ve bilâhare Yunanlıların İzmir’e çıkmaları ve nihayet Sevr Antlaşması gibi bir memleketin idam kararı sayılan bir muahedenin imzalanması yolunda İstanbul hükümeti üzerinde oluşturulan baskılar; Osmanlı Devleti’ni parçalama girişimleri ve Türk milletinin izzet-i nefsini rencide edecek davranışlar olanca hızı ve ağırlığı ile sürüp gitmiştir. Osmanlı hükümeti, içinde bulunulan şartlar gereği eğitim öğretim faaliyetleri ile ilgilenemez hale gelmiştir. Hocaların maaşlarını ödemek bile imkânsız bir hal almıştır. Ancak Mıgır Efendi, bu hamiyet sahibi hoca, kışın bütün şiddetine, kar ve yağmuruna rağmen, sırf Osmanlı idaresine ve hanedan üyelerine olan bağlılık ve muhabbetinden dolayı, bin bir müşkülatla Beşiktaş’tan da Ihlamur’a kadar yaya gelip gelme özverisini göstermiştir. Böyle olmakla birlikte Ali Vâsıb Efendi’nin Ihlamur’daki iki senelik tahsilinin devamına maddeten imkân kalmamıştır. Ihlamur Şehzadegân Mektebi hükümetin ilgisizliğinden, hocalara maaş ödeyememesinden büsbütün kapanmıştır. Bütün öğrenciler gibi Ali Vâsıb Efendi de evine çekilmek zorunda kalmıştır. Fakat Mıgır Efendi, feragat ve fedakârlık göstererek Ali Vâsıb Efendi ile zaman zaman Ali Vâsıb Efendi’nin evinde dersler ve müzakereler yapmaya devam etmiştir15 . XI. Mıgır Efendi’nin Manastıra Çekilip Papaz Olması Ali Vâsıb Efendi ile Mıgır Efendi arasındaki bu yakınlık sonraki yıllarda Mıgır Efendi’nin, çoktan beri karar verdiği manastıra çekilip papaz olmak üzere İstanbul’u terk etmesi ile son bulmuştur. Mıgır Efendi kıymetli kütüphanesini kiliseye, eşyalarını dostlarına ve muhtaç insanlara hediye ederek üçüncü mevkiden bir bilet alarak İtalyan Triyatino vapuruyla 1922 yılında İstanbul’u terk ederek Venedik’e gitmiştir. Ali Vâsıb Efendi kendisini o zaman vapura teşyi ettiğinde, Mıgır Efendi, yanında birkaç kuruştan başka bir nakit para bırakmamış, hayattan çekilmeye, nefsini her şeyden mahrum ederek dua ve senaya hasretmiş bir kararlılıkla İstanbul’dan ayrılmıştır16 . Mıgır Efendi 1922’de İstanbul’dan ayrılmasının ardından Venedik’e gelmiş, bir şubesi de Milano’da bulunan adadaki manastıra çekilmiştir. Manastırda hayata yeni bir sayfa açarak başladığı gibi, geçmişinden kopmak, mazi ile ilgisini kesmek üzere ismini de değiştirmiş, Frère Jean Battiste adını almıştır17 . Ali Vâsıb Efendi terbiyesi ve eğitimi konusunda kendisine karşı minnettarlık duyduğu hocası Mıgır Efendi ile hanedan üyelerinin sınır dışı edildikleri 1924 yılına kadar bir daha ne görüşebilmiş ne de haberleşebilmiştir18 . Hanedan üyelerinin TBMM tarafından 1924 yılında sınır dışı edilmeleri Mıgır Efendi’yle görüşebilmesi noktasında Ali Vâsıb Efendi için adeta bir fırsat olmuştur. Avrupa’da bulunduğu günlerde, pek sevgili ve muhterem olarak yâd ettiği hocası Mıgır Efendi’yi görebilmek maksadıyla Milano’ya gitmiştir19 . 14 Ali Ali 16 Ali 17 Ali 18 Ali 19 Ali 15 Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, a.g.e., s.39. a.g.e., s.91. a.g.e., s.129, 181. a.g.e., s.181. a.g.e., s.130. s.181. Milano’ya varınca Ali Vâsıb Efendi’nin ilk işi söz konusu manastıra gidip Mıgır Efendi’yi arayıp bulmak olmuştur. Manastırın bütün Ermeni papazları Ali Vâsıb Efendi’yi ikram ve ihtiramlarla karşılamışlar ve kendilerine has likörlerinden ikram etmişlerdir. Ali Vâsıb Efendi üç gün kaldığı Milâno’da bulunduğu müddetçe, Mıgır Efendi ile beraber olmak için manastır idaresinden izinlerini rica etmiş ve bu rica Ermeni papazlar tarafından derhal kabul edilmiştir. Ali Vâsıb ve Mıgır Efendi gündüzleri başta Duomo Katedrali olmak üzere Milano’da gezilecek yerleri dolaşmışlar, galerideki restoranlarda yemek yiyerek hasbıhal etmişlerdir. Bu iki eski dost Milâno gecelerini de birbirinden ayrılmadan dolaşıp eğlenerek beraber geçirmişlerdir20 . Mıgır Efendi, Ali Vâsıb Efendi’nin muhabbetiyle, girmek için onca fedakârlıkta bulunduğu ve girdikten sonra da bütün hayatını vakfettiği manastır hayatından bir çırpıda kopmuş, üzerindeki papaz elbisesini çıkartıp Ali Vâsıb Efendi’nin elbiselerinden birisini giymiş ve birlikte gece dansinglerine giderek oldukça neşeli vakitler geçirmişlerdir21 . Ali Vâsıb Efendi ile Mıgır Efendi arasındaki muhabbet Milâno’da geçirdikleri üç günlük görüşme ile bitmemiş, onun bir dostu olarak Ali Vâsıb Efendi’ye olan kalbî ve ruhî bağlığı sonraki günlerde de sürmüştür. Mıgır Efendi’nin İtalya’dan Ali Vâsıb Efendi’nin ikâmet ettiği Nice’e yazdığı mektuplar ve bilâhare Nice’den İskenderiye’ye gönderdiği kıymetli, kalbî ve felsefî mektupları aralarındaki dostluğun birer maddî vasıtası olmuştur 22 . Ali Vâsıb Efendi 1925 yazında ziyaret ettiği Mıgır Efendi’yi 1928 senesinde ziyaret etmek üzere pederi ile birlikte Milâno ve Venedik’e birkaç günlüğüne seyahat yapmıştır. Bu seyahatten maksat Mıgır Efendi’yi Venedik’te manastırında ziyaret edip, rahiplik silkini bırakıp kendileri ile birlikte Nice’e gelmesini rica ve ikna etmektir23 . Ali Vâsıb Efendi babasıyla birlikte adada bulunan Katolik Ermeni manastırına gitmiş, Mıgır Efendi’yi, yeni ismi ile Frere Jean Battiste’i görmek istediklerini söylemişlerdir. Yanlarına gelen Mıgır Efendi kendilerini kucaklayarak karşılamış, pederi ve Ali Vâsıb Efendi’nin kendisini ziyaretinden dolayı pek büyük bir mutluluk duymuştur. Ermeni papazları kendilerine meşhur likörlerinden ikram etmişler ve Türkçe’ye vakıf olduklarından Türkçe sohbet etmişlerdir24 . Osmanlı Hanedanı’na büyük hürmeti olan başrahipten, Venedik’te bulundukları müddetçe, Mıgır Efendi’nin kendileriyle beraber bulunması müsaadelerini rica etmişler, bu rica başrahip tarafından derhal kabul görmüştür25 . Bu üç günlük ziyaret esnasında, Ali Vâsıb Efendi’nin pederi Ahmet Nihad Efendi, mümkün ise manastırı terk edip Nice’e yanlarına gelmesini Mıgır Efendi’den rica etmiştir. Hanedana hizmet edebilmeyi bir vazife addeden ve hanedana kalben ve hissen son derece bağlı olan Mıgır Efendi’nin gözleri dolmuş, her şeyini İstanbul’da bırakarak meslek ve maddîyattan elini eteğini çeken, dünya hayatını din ve manevîyat uğruna feda etmeye karar veren bu zat hiç tereddüt etmeksizin kendisine yapılan bu teklife müspet cevap vermiştir26 . 20 Ali Ali 22 Ali 23 Ali 24 Ali 25 Ali 26 Ali 21 Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, a.g.e., a.g.e., a.g.e., a.g.e., a.g.e., a.g.e., a.g.e., s.181-182. s.182. s.182. s.208. s.208. s.209. s.209. Ali Vâsıb Efendi’nin verdiği bilgilere göre Ahmet Nihad Efendi’nin Mıgır Efendi’den beklediği şey, kendisinin her zaman refakatinde bulunması ve evin vekil-i harçlığını kendisine tevdiden ibarettir27 . Mıgır Efendi 1929 ilkbaharında rahiplikten vazgeçerek Paris yoluyla Nice’e gelmiş, Ali Vâsıb Efendi ve pederi kendisini istasyonda karşılamışlardır. Ahmet Nihad Efendi’nin Boulevard Carton’daki villasında bir oda kendisine tahsis olunmuştur. Mıgır Efendi diyar-ı gurbette hanedan üyelerine hizmet etmek gayesiyle pek de hazzetmediği manastırı böylece tamamıyla terk etmiştir28 . Esasen filozof, hür ruhlu, serbest görüşleri olan Mıgır Efendi’nin sabahtan akşama kadar Ahmet Nihad Efendi’nin her arzusuna amade olarak kalması ve her söylediğini ve düşündüğünü tastik etmesi imkânsızdı. Zira her ikisinin de ahlâkları birbirine taban tabana zıttı. Bunu yapmadığı taktirde Ahmet Nihad Efendi’nin pek az zamanda inkisar-ı hayale uğrayarak Mıgır Efendi’den sıkılacağı da muhakkaktı. Vekil-i harçlık, yani evin idaresine bakmak, pazara alışverişe gitmek Mıgır Efendi’nin yapabileceği türden bir iş değildi. Ali Vâsıb Efendi pederini Mıgır Efendi’nin vekil-i harçlık yapamayacağı konusunda uyarmışsa da Ahmet Nihad Efendi onun bu yöndeki sözlerini hiddetle karşılamıştır. Ancak kısa bir süre sonra Ali Vâsıb Efendi’nin söyledikleri doğru çıkmış, Mıgır Efendi, Ahmet Nihad Efendi’nin yanından ayrılmak zorunda kalmıştır29 . Manastırından ayrılan Mıgır Efendi Ahmet Nihad Efendi’nin yanından da ayrıldıktan sonra Osmanlı Hanedanı’na karşı beslemiş olduğu samimiyetinden ve muhabbetinden hiçbir şey eksilmeksizin bu sefer Halife Abdülmecid’e tavsiye edilmiştir. Pek nazik ve hassas ruhlu bir zat olan Mıgır Efendi, Ahmet Nihad Efendi’nin müsaadesini alarak vekil-i harç sıfatıyla ve birkaç yüz frank aylıkla Villa Karabasel’de Halife Abdülmecid’in hizmetine girmiş, villanın alt katında büyük bir oda ve büroya yerleşmiştir. Ancak daha evvelce Ahmet Nihad Efendi ile olduğu gibi bu defa da Halife Abdulmecid ile mizaç bakımından pek anlaşamamış, ihtarlar karşısında cevap vermeyerek vaziyeti idare etmeye çalışmıştır30 . Ancak bu durum çok fazla uzun ömürlü olmamış, Mıgır Efendi kendi hayatını kendi başına idame ettirmek zorunda kalmıştır. Netice İstanbul’dan ayrılmasının ardından onca yıl geçmiş olmasına, Osmanlı Hanedanı’nın iktidardan uzaklaştırılarak üyelerinin sınır dışı edilmeleri ve gurbet hayatında maddî olumsuzluklar deryasında yüzmelerine rağmen Mıgır Efendi’nin, Osmanlı Hanedanı adına hiçbir değişiklik yaşanmamışçasına kendilerine muhabbet duymakta devam etmesi, muhabbetten öte onca emekle oluşturmuş olduğu yeni hayat biçiminden bir çırpıda vazgeçmesi millet-i sâdıka tavsifinin ne kadar yerinde bir niteleme olduğunu göstermesi bakımından önem arz eder. Ayrıca Osamnlı Hanedanı’na duyulan sevginin ve gösterilen samimiyetin sadece Mıgır Efendi ile sınırlı kalmayıp, söz konusu manastır başrahibi ve Ermeni Katolikleri tarafından da izhar edilmiş olması oldukça önemlidir. Mıgır Efendi ile hanedan üyeleri arasında yaşanan bu münasebetin 1918 tarihinden sonra gerçekleşmiş olması ise hiç şüphesiz çok daha büyük bir öneme haizdir. 27 Ali Ali 29 Ali 30 Ali 28 Vâsıb Vâsıb Vâsıb Vâsıb Efendi, Efendi, Efendi, Efendi, a.g.e., a.g.e., a.g.e., a.g.e., s.209. s.213. s.209. s.215.