Vermeliyiz - Tasavvuf Dergisi

advertisement
"İslam'a Hakettiği Değeri Vermeliyiz"
-Adelbert REIF'in Annemane Schimmel ile
Mülakatı-
Çevirenler: Doç. Dr. Recai DOGAN/ Ar. Gör. İhsan ÇAPCIOGLU
Ankara ü. i lahiyat Fakültesi
Bugün Avrupa'da 8 milyonu Balkanlarda ve 12 milyonu Batı Avrupa ülkelerinde olmak üzere toplam 20 milyon Müslüman yaşıyor. Sadece Fransa'da vatandaşların% 7.3'ü Müslüınan 'du·. Müslümanlar, Kataliklerden sonra en büyük dini
cemaati oluştumıaktadır. Alınanya'da ise, 1.5 milyonu Türk kökenli 2 milyon
Müslüman yaşamaktadır. Yaklaşık 600.000 çocuk ve genç, iki farklı dünya ve dil
arasında yetişme ktedir. Bütün bunlara rağmen , halk arasında İslam'ın dini ve
kültürel boyurları ile ilgili derin bir bilgisizlik vardır.
Aşağıdaki mühkarta, ünlü doğu araştırmalan uzmanı Prof. Dr. Annemarie
Schiınmel, İslam'a karşı Batılıların bazı spesifik ön yargı larını düzeltıneye çalışıyor.
-Prqfesör Scbirnmel, Avn~pa medyası İslam 'ı genellikle bit· tebdit olarak lanse ediyor. Sizce bu '1slami tehdit" gerçek midir? Kurgu mudur? veya bu, yeni
bir düşman yaratma girişimi olabilir mi?
Schim mel: Medyanın tanımlad ığı ve yaydığı "İslami tehdit" onların gösterdiği
şekilde değild i r. İslam'ın yeni bir düşman fonksiyonu icra etmesi mümkün olabilir, ancak bu tehdidi salt bir fantezi olarak ele a lmıyorum.
Orta çağla rdan beri, İslam'ın daima Bau Hıristiyanlığının düşmanı olarak algılandığını unutma malıyız. O zamanlar, çok kısa bir süre içinde Müslümanlar tar.ıfından istila edilen sözde birieşık Hı ristiyan dünyasının büyük bölümü hayal
kırıklığı içindeydi. Üstelik, Hıristiyanlıktan sonra gelen ve Hıristiyan teolojisine
göre varolmaması gereken ya da en iyimser ifadeyle zararlı bir öğretiden söz ediyonız . Bu tutumun izlerine, orta çağlardanromantizmeve hatta 20. yüzyılın baş­
Ianna gelinceye kadar rastlamamız mümkündür. Nihayet, 1529'da Viyana'nın
Türkler tarafından işgal edilmesinin şoku yaşandı. Bu dönem Avrupa'sında İ.s­
lam, "Türk dini" olarak görüldü. 1683 yılına kadar bir buçuk asır boyunca Alman
554
tasawuf
Edebiyarında
''Tw·kenlieder" ('fürkler hakkında şarkılar) adı verilen şarkılar bestelenciL Aynca, Türklerden bahsedildiğinde bugün bile hala hissedilebilen ve
Avrupalıların zihninele '·islam karşıtı bir etkiye" yol açan ve bu yargıyı pekiştiren
risaleler ve oyunlar yazıldı.
-Gerçekte ''İ<:Iam" hakkında konuşarak, onun kapalı hir sistem olduğunu
varsaymak doğru mudur?
Schimmel: İsbın, o kadar çok yüzyıl yayıldı ve o kadar çok insana ulaştı ki,
çok sayıda farklı yorumu olmasaydı gerçekten şaşırtıcı olurdu. Örneğin, CHfford
Geertz, "Islam Observed'' adlı eserinde, Fas ve Endonezya arasındaki farklılıkla ­
n göstermiş ve Müslüman halkların kültürleri ~ır.ısında görülen bu farklıl.ık l arın,
giderek daha da belirginleştiğin i söylemiştir. Ayrıca, çeşitli ilahiyat ekolleri tarafından geliştirilen birbirinden çok farklı Kur'an yoıunıları vardır. Bir taraftan bütünüyle "Sünni" bir ekol, diğer ta ratian yine çok çeşitli ifade şekillerini bünyesinde barındıran mistik gelenek vardu·. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, isbm'ı monolitik bir y<tpı obrak ele almak oldukça güçtür.
Bununla birlikte, gerçek temellere inilirse, Allah'ın birliğinin ve Peygamber
Muhammed'in O'nun en son elçisi olduğunun ikran, sadece İslam'da vardır. Her
kim "Allalı'tan başka tanrı olmadığını ve Muhammed'in O'nun peygamberi olduğunu " aleni olarak ilan ederse, o Müslüman'dır. Bu bilinç, islam'm en temel isteğidir. "İslaın'ın beş şartı" adı verilen esasların diğer dördü ise, günde beş vakit namaz, zekat, ramazan ayı boyunca oruç ve en az hayatta bir defa yapılması gereken Mekke'ye kutsal yolculuktur. Gerçekte, bütün bu görevler her iki taraf için
de geçerlidir. Ancak, İslam , Hıristiyanlıkt::ıki gibi bir "onodoksi"ye sahip olmadı·
ğı, mesela Papa gibi bir dini otorite tarafından sınırlandırılmadığı için, bağlayıcı
olarak bu kuralları kabul etmek yeterlidir. Fakat, bir JV!üslüman hangi şan altında
olursa olsun Kur'an'ın bağbyıcı otoritesini sorgulayamaz. Harv:ırd Üniversitesi'nden Harry Wo lfson inlibration (ınerinleştirıne) diye hoş bir kavram uydurdu.
Hıristiyanlar Allah'ın kelimesinin isa'da vücut bulduğuna inanırken, Müslümanlar
Allah 'ın kendi sözlerinin Kur'an'da kimplaştığına inanmakradır. Böylece, Allah'ın
sözleri metin haline getirilmiş olmaktadır. Bu. kelimenin klasik anlamıyla bütün
Müslümanhın ''funda ınentalist" olarak gören bir anlayıştır. Yani, onlar sözlü valı­
ye, Kur'an'daki her bir kelimenin ilahi kaynaklı olduğuna inanmaktadır.
-Son bMeaç _y·üzyılda Hıristiyanlık, çeşitli derin krizlerle sarsılmıştır. - Fmnsız ihtilali ve sekt'Uerleşme süreci htmlardan sadece ikisidb·. -İslanı 'z gelecekte
bu tür krizter bekliyor mu?
Schimmel: Bu zor bir soru. Müslümanlarca Allah yeryüzündeki yegane gerçek
otorite olarak görül düğü ve O'nun sözleri ve iradesi Kur'an'da yazıld1ğı şekliyle
dünyarun kaderini belirlediği sürece, Fransız ihtilalinde olduğu gibi bir takım yapay görüşlerin, İslam açısından uygul anması zor olacakrır. Lord Cromer }rüzyılı aş-
adelbert reif/armemarie schimmel ile müliikat
555
kın bir süre önce şunları söylemişti: "Reforme edilmiş İslam, artık İslam olmaktan
çı kmıştır." San ırım,
Müslümanlar, peygamber zamarnndan gelen her şeyi ve her bir
geleneği körü körüne taklit etmeye çalışmamalı, aksine Pakistanlı alim Fazlurrahman ' ın "yaşayan sünnet" adını verdiği kavramın izinelen gitmelidirler. Bu kavram
ile, günümüz Müslümanının yaşadığı çağı yorumlayabilınesi için, peygamberin yaşadığı toplumu ve ondan kısa süre sonra, onun sözlerinin ve örnekliğinin nasıl yorumlanclığının anlaşılınasını amaçlayan canlı bir gelenek kastedilmektedir.
-Bazen, islam. refonnu ya da islam.i yenilenmenin Avrupa veya Amerika 'da
baş/atılabileceği tezleri geliştirilmektedir.
Schimmel: Bunun İslam dünyasında kabul görüp görmeyeceği konusunda
kuşkularım var. Bununla birlikte, Amerikan üniversitelerindeki birçok Müslüman öğrenci ve profesörün sayısı, sadece İslam araştırma l arı alanında değil, aynı zamanda diğer bütün alanlarda da her geçen gün artmaktadır. Avrupa üniversitelerinde de dunım bundan farklı değildir. Buralarda bir araya gelen akademik
güçler, biraz gecikmeyle de olsa, bir bütün olarak İslam hakkında yaptıkları çalışmalar sayesinde bir tür islami canlarımanın yolunu açabilmişlerdir. Ayrıca ,
uwn vadede bir kültürel ve dini anlayış geliştirmeyi başamıışlardı r. Fakat, bu yeni gelişmedeki asıl önemli nokta, bu başarıla rın Amerika ya da Avrupa'da hem
iyi bir Müslüman ve hem de başarılı bir bilim adamı olunabil eceğini kanıtlamış
ve hala kanıtlamaya devam eden kişiler ta rafından gerçekleştiritmiş olmasıdır.
-Şayet, beşeri ideolojiler -ve diğer siyasi hedefler- islam'ın dinsel temellerinin bir parçası değilse, İslam'da din-s~yaset ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?
Schimmel: İslam'da din ve devielin her zaman nuıdeni paranın iki yüzü gibi
olduğu söylenir. Peygamberin 622 yılında Mekke'den Medine'ye göç etmesinin
ardından, artık o, sadece dinler tarihinden aşi na olduğumuz bir peygamber olarak kalmamış, aynı zamanda kendisine gönderilen vahiyle rdeki esaslar üzerine
bir devle t kurmaya çalışan başarılı bir siyaset adamı haline gelmiştir. Bununla
birlikte, pek çok Müslüman , İslam ' ın kesinlikle
devlet kurmak gibi bir
görevinin olmadığına
inanır. Peygamber tarafından Mekke'de ve d:ı­
ha sonraki dönemlerde
geliştirilen "saf İslam"
anlayışı, bütünüyle insan ve Allah arasındaki
ilişkiye dayanır ve mümkün olduğunca çok sa-
556
rasawuf
yıda
insana kuıtuluşa giden yolu gösterıneyi amaçlar. Kurtuluşun en iyi şekilde
bir inananlar topluluğu içinde gerçekleştirilebileceği iddia edilebilir. Ancak,
böyle bir toplumun nasıl ol uşturu lacağı, dini hukukta tartışılmamıştır.
-lslanı 'ın egemen. olduğu bir devlet, Batı tarzı bir tür demokratik çoğulculu­
ğa istekli olabilir ve bunu gerçekleştirebilir nıi?
Schimm el: Evet, diyebilirim. Müslümanların çoğu, demokrasinin açık b ir ilke
olduğunu düşünmektedir. Çünkü, Kur'an'da "şura " (konsil)'dan söz edilmektedir. İslam ve demokrasi üzerine yapılan her taıtışma, genellikle Kur'an'ın bu ayetine dayanmaktadır.
-Peki, İslam, Müslüman bir devlet ve toplum içinde yaşayan Gayr-i Müslimlerin statüsü hakkında neler söylemektedir?
Schim m el: Müslüman olmayanların statüsü, Kur'an ve İslam hukukunda ayrınrılarıyla açıklanmıştır. İki büyük dini topluluğun üyeleri olan Yahudiler ve Hı­
ristiyanların özel bir statüye sahip oldukları düşünülür. Çünkü onlar, "Ehli Kitaptır". Yani, onların elinde ilahi vahye dayalı kutsal bir metin vardır. Daha sonra aynı statü Zerdüştler, Hindular ve Budistler için de tanınıp tespit edilmiştir. Bu dinlerin mensupları, özel bir vergi ödemek zorundadırlar. Bununla birlikte, askerlikle yükümlü değillerdir ve kendilerine özgü mahkemeleri vardır. Bu açıklama­
lar, bu rür bir uygulamarun batı tarzı bir demokrasi ile uyuşup uyuşmayacağı sorusunun kapısını aralamaktadır. Batılı anlamda "çoğulculuğun korunması" sorununa gelince, burada bir tanı ın problemiyle karşı karşıyayız. Ancak, her halükarda Müslüman olmayanların hakları güvence altına alınmıştır.
-Fakat bu, tüm dinlerin eşit haklara sahip olması konusunda, hata boşg6rülü olma anlamına gelmiyor, değil nıi?
Schimmel: Hayır, şeriat, Allah' ın kanunu , titizlikle uygulanırsa, böyle bir beklenti içinde olamayız.
-islam 'm batılı eleştirmen/eri genellikle, kadınm düşük statüsü üzerinde
durmaktadır/ar.
Schimmel: İslam'la ilgili herhangi bir konuda , medyada ve hatta oıyamalist­
ler arasında biJe yanlış anlarnalara yol açan ifadeler, çoğu zaman eksik bilgi veya bilgisizlikten kaynaklanmakradır. Bu tespit, özellikle İslam'da kadının durumu konusunda geçerlidir.
Bir kadının bir İslam ülkesinde devlet başkanı olabilmesi, bazılarının düşün ­
düğü kadar şaşırtıcı değildir . Pakistan'da Benazir Butto ve Bangladeş'te Halide
Ziya hükümetin başındadır. Oıtaçağın başlarında pek çok bağımsız kadın yönetici vardı. Bunun örnekleri, 13. ve 19. yüzyıllar arasında Hint İsl am Tarihinde kolaylıkla görü lebilir. Dolayısıyla, daha karı bir hukuk yorumu yaygın olduğu halde, bir kadının devlet başkanı olması, İslam hukukuyla tezat teşkil etmez. Bir kadının yapamayacağı tek görev, namazda ve savaşta halkın gerçek liderliği olan
adelbert reif/annemarie scb-immel ile mü/akat
557
halifeliktir. Başka bir ifadeyle, İslam 'da kadının siyasi fonksiyonu idari dununuy1a .sınırlıdır. Diğer diniere karşı nntımda olduğu gibi, buradaki temel sorun,
Kur'an hükümlerinjn nasıl yorumlanacağıdır.
Yüzyılla r boyunca birçok kadının; şair, bilim adamı, sanatçı ve öze1likle hattat o larak çalıştığını ve çeşitli şekillerde mistisizmi etkilediğini vurgulamak isterim Burada -son derece önemli bulduğunı şey- kadınJara, 7. yüzyılın başları gibi erken bir dönemde, evienirken getirdikleri ve evienelikten sonra kazandıkları
serveti kontrol etme hakkının, Kur'an tarafından verilmiş olmasıdır. Kocanın karısının servetinde hiçbir hakkı yoktur. Bu durum, Avrupa'daki kadıniann bütünüyle erkeklere bağımlı olmaya zorlandığı bir dönemde, İsl am'ın nasıl ilerici olduğunu göstermektedir. Peçe takma ve kadının tecrit edilmesi ile ilgi kurallar,
ancak daha sonraları ortaya çıkmıştır.
-Profesör Schimmel, son birkaç yıldır İslam sanatı ve kültürüne ve dolayısz.y­
lcı İsia·m dinine ilgiyi arttımıayı amaçlayan, ''Avrupa 'da Araplar" veyt;t "İslam.
sanatı" gibi konulard.cı, çeşitli etkinlikler düzenlerımektedir. Bunlar, mütevazi
çabafar olarak tanımlanabilir. Ayrıca, Gerbard Konzelmann, Peter Scboll-Latout· ve diğerleri gibi yazarlar tarajindan günümüz Arapları ve İslami m.eselelerle ilgili olarak yazılanlar, Batılı okuyucuyu,, İslam. ve Arap dünyası bakkın­
da aydınlatmaktan çok şaşır'tıyor görünmektedir.
Schimmel: Aslında, bu eserler sadece bir dereceye kadar aydınlatıcı oluyor.
Yazarların çoğunun iddialan kısmen yanlış ya da müphem ve bazen gazeteci üslubuyla verilen bilgiler tarihsel birikimi yetersiz olan okuyucunun kafasını karıştı­
rıyor. Fakat, genellikle, İslami konu ve gerçekler hakkında, uzmanlar arasmda bile, şaşırtıc ı bir bilgisizlik olduğunu görüyoruz. İslam'dan bahsedild i ğind e yapılan
en büyük hatalardan birisi, onu neredeyse bütünüyle Arap·ve hatta İran kültür ve
siyasetiyle sınırlandırmaktır. Bu tutum, her zaman ve özellikle bu bölgelerele drammik bir olayın meydana geldiği her dunımda aşikar hale gelmektedir. Hint-Pakistan alt kırasında ve Endonezya'daki Müslümaniann sayısının Arap Müslümanlardan çok daha fazla olduğunu kaç kişi biliyor? Muhtemel gelişıneler üzerine tartışmaktan çok, bu tür temel bilgiler veıilseydi, daha iyi ve daha yararlı olabilirdi.
-Arap İslam Dünyasının problemleri konusunda uzmanlarm bile bir dereceye kadar bilgisizliğini gözler önüne seren yomnıunuz, şu sorunun mutlaktı
:soı-ulm.asını gerektiriyor: Almanya 'da, islam ve Amp araştırmalarının dutumu
nedir' Genel olarak Arap dünyası ve özelde, Islam bakkındaki yaygın bilgisizlik, bu alaniardcık i ilmi standan/ın çok fazla yüksek olmamasının bir sonucu
olabilir mi?
Schimmel: Hayır, bu varsayım doğru değil. Almanya, her zaman İslam'ın sadece bilimsel kaygılarla incelendiği ve sıkı filolojik-tarihsel metodun gelişip yaygınlaştığı bir ülke olmuştu r. İkinci Dünya Savaşı gibi zo r bir dönemin ardından,
558
ICISCJVVı!f
İslam araştırmalarında
yeni bir dönem başlamıştır. Kendileri için başarı ve resmi
makamlardan elestek teınennisinde bulunduğum çok sayıda yetenekli bilim adamı vardır. Beyn.ıt'taki Doğu Enstitüsü (Oriental Institute) ve onun İstanbul'daki
kolları, sadece Alman bilim adamlarına yönelik merkezler değildir. Ancak, bu
enstitüler tarafından yapılan araştırmalar yeterince takdir edilememiştir. Üzüldüğüm tek şey, benim zamanunda yaygın olan akademik konolardaki kombinasyonun, Arapça, Farsça, Türkçe, Urcluca hariç, bu günlerde pek göıi.ilmeınesidir.
Diğer bir nokta ise, modern siyasete yapılan vurgulardır. Öyle inanıyorum ki, şa­
yet klasik kaynaklar bilinseydi, bu gün İslam Dünyasınd::ı yaşanan pek çok olay
çok daha iyi anlaşılabilir ve böylece teoloji ya da felsefenin temel konuları , en
:ızından kategorize edilebilirdi. Ayrıca, başlangıçta en ünlü bilim adaml a rı arasında Friedrich Sarreve Ernst Kühnel gibi Almanların da yer aldığı bir alan olmasına rağmen, İslam Sanat Tarihinin neredeyse hiç okutulmamasını üzüntü verici
buluyorum . Bütün zenginliğiyle sanatı anlamak, İslam dünyasının daha iyi tanmmasına ve dolayısıyla biraz daha iyi anlaşılınasına katkıda bulunur.
-İslam 'ın kültıü·el imajını düze/tmekı için Alman klasiklerinin yeniden keş­
fedilmesi gerekmez miydi? Her şeyden önce, İstam şiiri, edebiyatı, bilimi ve maneviyatının Almanlara daha yakından tanılılmaya çalışıldığı dönemler vardı .
Schimmel: Müslüman Doğu'ya karşı olumlu tavır, Alınan klasikleri açısından
son derece önemlidir. Batı üzerindeki İslami etkilerin tarihini bütünüyle okunabilir bir forma dönüştürmek, çok zevkli bir görev olurdu. Zaten, hemen hemen
her konuda mükemmel monografiler vardır.
Sadi'nin (ö.1292) klasik eseri Gülistan ' ın (Gül Bahçesi) Adam Olearius tarafından I653'de yapılan Almanca tercümesi, sadece birkaç tercüme üzerinde çalışmasına rağmen, Arap ve Fars şiiri hakkında şaşırtıcı derecede doğn.ı tespitleri
olan Herder açısından bir Truva hazinesi gibiydi. Herder, son araştırmalanndan
birinde, tarih ve edebiyat tarihi konularında yaptığı sayısız araştırmaların yanı sı­
ra, Hafız'ın (ö.l389) "Divan"ının 1812/13 tercümesiyle Gothe'nin "Doğu-Batı Divanı"nı yazmasına ilham kaynağı olan ve ayrıca üç İslam dili Arapça, Farsça ve
Türkçe'den tercümeleriyle tanınan Avusturyalı Joseph Von Haınmer (Purgstall)'den söz eder. Bu gün , Gothe'nin "Noten und Abhandlungen''ini okuyan
herkes, onun İslam kültür ve eclebiyatııu nasıl doğru bir ~ekilde tanıdığını ve tanımladığını hayranlıkla görecektir. Gothe'nin şu sözlerini sık sık hatırlamalıyız:
Şayet islam, Taıırı'nın
iradesine kayıtsız şartsız teslim olmaksa;
O zammı hepimiz islam olarak yaşıyor ve ölüyoruz.
Ayrıca, Arapça, Farsça, Sanskritçe gibi sayısız dilden hankulade tercümeleri
olan şair ve doğu bilimci Friedrich Rückeıt (ö.1866> vardır. Rückert'e, eksik kalan
bölümleri daha sonra tamamlanan mükemmel Kur'an tercümesi için şükran borç-
adelhert reif/aımemaı"ie schimmet ile mıUiikat
559
luyuz. Maalesef, Gothe' nin hayal ettiği dünya literatürünün gerçek bir örneğini
oluşturan Friedrich Ri.ickert'in çalışmasıAlmanya 'da yeterince iyi tanınmıyor.
-Profesör Schimmel, şimdi de islam 'ın salt dini yönüneyeniden dönmek isti:yon-tm. Bir süredir Batılı dini Lider/er, tealoglar ve entelektüeller, Müslümanlada yapıcı bi1· di:yaloga istekli görünüyor/ar. Acaba, siz, Müslümantarla Hıris­
tiyanlar cırasında diyalog açısından somutjirsatlar görz:iyO?· musı muz?
Schimmel: Evet, bu "somut fırsatlar" kesinlikle mevcuttur. Fakat, şimdiye kadar bu diyalogların sonuçları, genellikle teolojik tanımlar, temel meseleler ve
inancın pratik boyutunun dışarıda tutulduğu, üç, döıt veya beş büyük dinin teorik temellerinjn tartışılmasından ibaretti.
-Bıt bağlamda, Batıda etkisi giderek dahafazla hissedilen islam mislisizminin ne derece önemli olduğuna inanıyorsunuz? Gerçekte durum nedir?
Schimmel: Bu, sadece Batı açısından doğn.ı değildir. Çeşitli ülkelerde giderek
artan sayıda Müslüman, İslam'daki mistik akmılara katılmaktaclır. Onları (özellikle daha popüler kollarını), genellikle eleştirel açıdan inceleyen norınatif teologbra rağmen , bu akımlar İslam dünyasının bir köşesinde her zaman varlığını s i.irdüımüştür. Mistisizm olmaksızın Hindistan veya Pakistan İsiarnı düşünülemezdi.
Bu bölgelerde İslamı yayan mistikler, bunu ateşle ve kılıçla yapmadılar. Aksine,
onların metodu; sevgi ve merhametti. Yaklaş;k yüz yı l önce, 1896 yılınd;:ı , Sir
Thomas Arnold tarafından "The Preaching of Islam" adlı harika bir eser neşredil­
di. Ru kitapta yazar, mjstiklerin Allah, Peygamber ve İnsan sevgisini ve İslam'ın
özünü nasıl anlattıklarını göstermektedir. Dogmatik ya da normarif olarak kılı
kırk yarına anlayışı , onlara yabancı idi. Misrisizınin ve takipçilerinin bu görevi,
bu gi.ın daha fazla vurgulunmalıdır.
Günümüz Avrupa'sında sufi grupların sayılarının gittikçe artması , H ı ristiyan­
lık veya genel olarak modern bir dünya görüşünden dohıyı hayal kırıklığına uğ­
ramış pek çok insanın, sufizın adı altında İslam'a sığınmanın yollarını aradığını
göstennektedir. Elbette, bu " grupların" bazıları aşırı derecede batılılaşmış ve manevi içerikleri sulandırılmıştır.
Asıl tehlike, bir çok gn.ıbun İsbın'ı bilmediği halde, kendilerini "sufiler'' olarak nitdendirmesi ve mistik şiirler okuyarak sufi törenler vs. icra etmesiclir. Onlar, örneğin "Sufizm" kelimesinin, sadece İslam için kullanılınası gerektiğini ve
bu kavramla kesinlikle İslam'a dayalı bir mistik akımın kastedildiğini bilmemektedir. Fakat bütün bunlardan önemlisi, onlar, asıl sufizınin tamamen gönül işi olduğundan ve ritüel kurallarına yakından bağlı olmayı gerektiren zühdi bir yaşam
tarzı anlamına geldiğinden haberdar değillerdir. Bunlar, ''öylesine" yapılabilecek
şeyler değildir. Kişi kendini bütünüyle sufizme ait hissetmelidir. Ne var ki, Batı­
lıların bazı sutl pratiklerinin sorgulanabilir olması, Batılı bireylerin iç çatışma l a­
rından kurtulabilme yollarını aradı klannın bir göstergesidir.
-Profesör Schimmel, Avrupa 'da, göç yoluyla gelen Müslüman nüfusun 2000
560
rasawuf
yılına
kadar birkaç milyon artması bekleniyor. Müslümanların sayısındaki bu
Avrupa ülkeleri açısından muhtemel sonuçları neler olabilir?
Schimmel : Bütün bunlar, Müslümanların belirli kültürel çevretere entegrasyonlarının nasıl olacağına bağlıdır. Örneğin, Almanya'da şu an çeşitli mevkileri işgal
eden Müslüman Türklerin sayısı şaşııtıcıdır. Onlar sadece düşük veya orta d(izey
işlerde çalışan sıradan işçiler değildir. Aralarında sanatçı, doktor, müzisyen vs.
olanlar da vardlf. Eğer dış görünüş aldatıcı değilse, o zaman bu insanlar kısmen iyi
entegre olmuş görünüyorlar. Fakat, Müslümanlar kendi kabukianna çekilerek bir
tür gerrolaşma eğilimi sergilerlerse, işte o zaman gelecekte büyük problemler yaşanabil ir. Özellikle, sıradan bir geçmişe sahip ve daha önce farklı bir din ve kültür
ortamında yaşaınanuş genç Müslüman anne-babalann, çocuklannı modern geliş­
melere kapalı bir hayata yönlendirip yönlendirmeyeceğini henüz bilerniyonız.
Ancak, entegrasyonun gerçekleşeceği konusunda oldukça iyimserim. Türklerin
ve Müslümanların ne dinietine ve ne de kültürlerine karşı olınadığımızı gösteren
küçük bireysel jestler yapılabilir . Bu tür hareketler, karşılıklı anlayışın ilk adımla­
ndır. Ayrıca, onların da buna karşılık vereceğinden kesinlikle emin olabilirsiniz.
Diğer taraftan, Almanya , Fransa, H.ollanda veya her hangi bir bölgede yaşa­
yan çok iyi eği tim almış Türkler içinde bile, hala iki farklı dünya arasında yaşa­
dığını düşünenler vardır. Ancak, hepimiz karşılıklı ön yargıların, yanlış anlamaların ve parçalanmışlıkların azaltılması için bir şeyler yapabiliriz.
hızlı artışın Batı
Pof. Dr. Annemarie
ScWınmel'in
Biyografisi
Pof. Dr. Annemarie Schiınmel, İslam Araştırmaları alanında Almanya'nın en önemli
uzm:ınıd ır.
Schimmel, 1922'cle doğdu . 15 yaşında Arapça öğrenmeye başladı. 19 yaşında
Berlin'de İslam Araştırmaları ve 1951'de M:ırburg'cla Dini Araştırmalar doktoru oldu.
1954'den 1959 yılına kadar Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi'nde Dinler Tarihi dersleri oku mı. 1961 'de profesör oldu ve Bonn Üniversitesi Arap-İslam Araştırmaları Bölümü'ne bilim danışmanı olarak arandı. 1970 yılında Harward Üniversitesi H indu-Müslüman Kültürü Bölümünün ilk hocası olarak ödüllendirildi. Londra İsınaili Araştırmalar Enstitüsü dahil,
çeşitli
üniversitelerde konferanslar verdi.
Annemarie Schiınınel, 1980'clen 1990'a kadar Uluslararası Dinler Tarihi Derneği'nin
başkanlığın ı yaptı.
Kendisine Pakistan'daki üç üniversiteden ve diğer pek çok yabancı
üniversitelerelen "fahri doktora" derecesi verilmiştir. Ayrıca , 1980'de Bundesverdienstkreuz Erster Klasseve 1989'da ise, GroBe Bundesverdienstkreuz ünvan ını almışur.
Schiınmel 'irı
en önemli eserleri arasında, "Mystische Diınensionen des Islam" ve ilk
kez 1985'cle basılan "Die Geschichre des Stıfizın" sayılabilir.
Download