AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Ashton

advertisement
Paradigma
Haziran 2011
Yıl:1 Sayı:4
Aylık süreli yayın
Fiyatı: 1.5 €
AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi
Ashton Kosovalılarla Buluştu
Neval Konuk’un kaleme
aldığı ve Sultan Murad
Hüdavendigar Türbesi’nin
konu edildiği makale
20’inci sayfada.
Yaklaşık 10.000 adet
fotoğrafın çekildiği ve
1 yıl süren görsel proje
sonlandırıldı. Prizren – Bir
Kültür Başkenti kataloğunun
tanıtımı 41’inci sayfada.
2
paradigma/haziran 2011
İçindekiler
Atifete Jahjaga’nın katıldığı Pol“ Cumhurbaşkanı
onya Zirvesi ve Sırbistan’ın boykotu 8’inci sayfada
analiz ediliyor.
”
Heyet Başkanı Stefanoviç’in Kosova ziyareti ve
“ Sırbistan
Vetvendosje protestolarına 11’inci sayfada yer veriliyor.
”
Kosova Hükümeti’ne verdiği rest 14’üncü sayfada
“ IMF’nin
inceleniyor.
”
Sulçevtsi Kosova’da Coğrafi adların Türkçe’ye
“ İsayanısımasını
25’inci sayfada ele alıyor.
”
Karo’nun analiz ettiği ve Balkanlı kadınların
“Emina
çalışma koşullarını ele alan çalışma 32’nci sayfada.
“ 9’uncu Sanatla Uyanmak Festivali 36’ncı sayfada. ”
”
Sunu
paradigma/haziran 2011
Paradigma
Bengi Muzbeg
[email protected]
Merhabalar.
Paradigma Dergisi Haziran ayında 4’üncü sayısını
yayınlama mutluğunu yaşıyor. Amacımız doğrultusunda
yavaş; ama ağır adımlarla istikrarlı bir yayın politikası
belirleme konusunda her geçen gün daha fazla mesafe
kat ettiğimizi düşünüyoruz.
Zamanla hem yayın ekibi genişliyor, hem de okuyucu
kitlemiz sabitlenmeye başlıyor. Paradigma dergisi
olarak ilkeli bir tutumla Kosova’da yaşanan olguları
değerlendirip, haber-analiz formatında sunmaya
gayret gösteriyoruz. Dergi yayını istikrar kazandıkça
yeni projeleri geliştirme arzusu beliriyor, bunların
uygulanabilirliği konusunda kafa yoruyoruz.
Dergimizin Haziran sayısında Kosova’nın Avrupa
Birliği ile ilişkileri çerçevesinde AB Güvenlik ve Dışişleri
Politikaları’ndan Sorumlu Yüksek Temsilcisi Catherine
Ashton’un Kosova ziyareti, IMF’nin Kosova hükümetine
resti, Sırbistan Müzakere Heyet Şefi Borislav Stefanoviç’in
Kosova temasları ve ilgili konulara eğildik.
adlı makalesini bizlerle paylaştı. Balkanlı kadınların
çalışma yaşamında yaşadığı zorlukları ele alan Emina
Karo Balkan ülkelerini karşılaştırmalı bir analize tabi tuttu.
Dr. Erhan Türbedar ise geçtiğimiz günlerde yakalanıp
Lahey Uluslararası savaş Suçları Mahkemesi’ne teslim
edilen Ratko Mladiç’i inceledi.
Kültür Sanat sayfalarında geçtiğimiz günlerde tanıtımı
yapılan, 1 yıllık bir çalışmanın eseri olan Prizren
kataloğuna ve bu projenin mimarları Nafis Lokviça
ve Edis Potori ile yapılan röportaja yer veriliyor. Aynı
şekilde bu sene 9’uncusu düzenlenen Uluslarararası
Sanatla Uyanmak Festivali değerlendiriliyor.
Beğeneceğiniz ümidi ile iyi okumalar dilerim.
Balkan mimarisi ve sanat tarihi konusunda engin
bilgilere sahip Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Neval Konuk dergimize bir makale ile konuk oluyor.
Neval Konuk “Balkanların Fethinden Bugüne Sultan
Murad Hüdavendigar Türbesi” adlı makalesi yer alıyor.
Priştine Üniversitesi Öğretim Görevlisi İsa Sulçevtsi ise
Kosova’da Coğrafi Adların Türkçe Yazılışları Hakkında
Paradigma
Paradigma Research Center’ın süreli yayınıdır.
Ayda bir yayınlanır. Yayın hakları Paradigma RC’ya aittir.
Kültür & Sanat:
Lucida VAS tarafından hazırlanmaktadır
Genel Yayın Yönetmeni:
Bengi Muzbeg
Mizanpaj:
Davut Şala
Editörler:
Dr. Erhan Türbedar
Esin Muzbeg
Baskı: Siprint Basımevi
Fiyatı: 1.5 € Abonelik yıllık 18 €
Hesap no: BKT Pejton Şubesi 1901447372031126
Yıl 1 Sayı 4; Haziran 2011 Her ayın ilk haftası yayınlanır.
Adres: Shpend Berisha 11 Prizren/Kosova
Tel: +377 44 893 122 Faks: +381 29 623 112
[email protected]
www.paradigmarc.org
Haber & Röpörtaj:
Mediha Yarımhoroz
Enis Tabak
Elif Tokmak
Asim Vetim
Ela Kasap
Fjolla Hoxha
Yazılarda ileri sürülen görüşler Paradigma’nın resmi görüşü
değildir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Paradigma © 2011
3
4
paradigma/haziran 2011
Haber Analiz
Barroso ve Ashton Ziyaretlerinin Kosova’nın AB Yoluna Getirdikleri
Paradigma
özellikle İlerleme Raporuyla ilgili olarak daha somut gelişmelerde bulunması
“ Kosovalıların
gerektiğini ileri süren Barroso ve Kosova ile Sırbistan arasında herhangi bir anlaşmanın ancak
her iki tarafın uzlaşmaya varmasıyla mümkün olabileceğini ifade eden Ashton’a karşı, Kosova üst
düzey yetkilileri Kosova’nın Avrupa entegrasyonu gerekliliğinin altını çizdi.
”
Bir hafta aralıklarla Kosova’ya Avrupa üst düzey
yetkililerinin düzenledikleri ziyaretlerde, ortak çizgi
üzerinden konuşmalarını sürdürmüş ve Kosova ve
hatta Sırbistan’ın üzerinde durması gerektiği konular
vurgulanmıştır. Önce Sırbistan ziyaretinde bulunup
ardından da 20 Mayıs’ta Kosova’ya gelen Avrupa
Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, ilk olarak
Sırbistan Hükümetine yaptığı göndermelerde adli
reformlar, rüşvet ve organize suçlarla savaşmak, Lahey
mahkemesiyle işbirliği ve ekonomik reformları öncelik
olarak belirlemiştir. Buna karşın, Sırbistan’ın AB’nin
doğru yolunda ilerlediğini ancak bu reformlara hız
kazandırılması gerektiğini ifade etmiştir. Görüşmeler
sonrasında Sırbistan Başkanı Boris Tadić’in verdiği
ifadelerde, Sırbistan’ın Avrupa Birliği bütünleşmesinin
Kosova bağımsızlığının tanınmasıyla bağdaştırılmadığı
ve Sırbistan’ın herkes için kazançlı olabilecek uzlaşmacı
yaklaşımlara açık olduğunu belirtmiştir.
Diğer taraftan Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun
Kosovalılara iletmiş olduğu temel mesajlar, Kosova’nın
vizesiz serbest dolaşım, ticari ve sözleşmeli ilişkiler gibi
konularında kendileri için de yardımcı olacak reformları
Kosova’nın gerçekleştirmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Ancak, İlerleme Raporlarında da ifade edildiği gibi,
bu reformları gerçekleştirmek için Kosova Hükümetinin
reform taahhütlerini kanıtlaması gerektiği ifade
edilmektedir.
Barroso’nun yapmış olduğu görüşmelerde üzerinde
durduğu konulardan bir diğeri, AB’nin Kosova
yetkililerinden beklentisinin AB Kosova Hukuk Misyonu
EULEX’le daha sıkı bir işbirliği içerisinde olması gerektiği
ve mevcut işbirliği gidişatının kabul edilemez olduğudur.
Dolayısıyla, Kosova’nın bu zorlu yoldan geçerken EULEX
ile olan ilişkilerin önemli olduğu ve hukuk üstünlüğünün
güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizmiştir.
Kosova geleceğinin Kosova halkına bağlı olduğunu ve
gerekli reformların yapılmasının, demokrasinin tesis
edilmesinin, rüşvet ve organize suçlarla savaşmanın,
iyi komşu ilişkilerinin kendilerine bağlı olduğunu ifade
Haber Analiz
eden Barroso, AB yapılanmalarının
ancak bu konularda yardımcı
olmak için hazır olduğu belirtmiştir.
Neredeyse
aynı
konuların
Sırbistan’a da iletildiği göz önünde
bulundurulunca, bölgeye aslında
ilgili konularda Avrupa gözüyle bir
bütün olarak bakıldığı görülmektedir.
Dolayısıyla, hem Sırbistan hem
de Kosova tarafının reformları
gerçekleştirdiği ve uzlaşmalara açık
olduklarını her fırsatta dile getiriyor
olmasına rağmen aynı konuların
yıllarca gündemde kalarak ilerleme
kaydetmemesi,
Balkanlardaki
krizlerin AB ile ABD arasında
kullanılıp kendi yapılanmalarını
güçlendirdiğinin
bir
kanıtını
oluşturmaktadır.
Bu
konuya,
Kosova’daki uluslararası bir kuruluş
eski çalışanı olan bir uzmanın,
finansal açıdan internet ortamında
İngiliz Guardian haber sitesinde
değerlendirmede bulunurken de
değinilmiştir.
Kosova’nın
Avrupa
yolunda
gerekli önderliğe sahip olduğunu
kanıtlaması
istenirken,
Kosova
Başbakanı
Hashim
Thaqi,
Kosova’nın Avrupa entegrasyonunu
hak ettiği ve AB ile ilişkilerinin
resmileştirilmesini, vize konusunun
somutlandırılması ile ticari ve diğer
anlamda entegrasyon alanlarının
geliştirilmesini
beklediğini
vurgulamıştır. Reform çağrılarının
yapıldığı demokratik ve çok etnikli bir
Kosova’nın inşa edilmesi yönünde iyi
yönetim, hukuk üstünlüğü, rüşvetle
ve organize suçlarla savaşmaya
devam edeceklerini de ifade etmiştir.
Diğer
taraftan
ziyaretinin
sonunda
AB’nin
Kosova’daki
ademi merkeziyetçilik sürecine
taahhüdünün
altını
çizerek,
Kosova’ya
Avrupa
yolunda
Komisyonun yardımcı olacağını
belirtmiştir. Buna ek olarak tavsiye
ve teknik ve finansal yardım
sunmaya devam edecekleri de ifade
edilmiştir. Ancak, tüm bunların
devam edebilmesi ve Kosova’nın
ekonomik, mali ve siyasi anlamda
daha sürdürülebilir bir gidişata
sahip olabilmesi için, sağlam ve
kalıcı makroekonomik politikalar
üretmesinin
altı
çizilmiştir.
Yardımların bu şekilde dolaylı
yönden şartlandırılması, bugün
paradigma/haziran 2011
kişi başına AB yardımından en
fazla faydalanan dünya ülkesi
olan Kosova’nın gelecek dönemde
yürüteceği mali politikalarının AB
yardımını etki edip etmeyeceği ve
ekonomik şartların hangi düzeyde
olacağı tespit etmek, yakın takibe
alınması gereken ve ciddiyetle
çalışılması
gereken
unsurlar
olduğuna işaret etmektedir.
Her ne kadar, yeri tespit edildiği
anda
Mladić
yakalanmıştır
açıklamaları yapıldıysa, kamuoyunu
tatmin eden bir yaklaşım olmamış,
bundan
ziyade
uluslararası
camianın taleplerini karşılamak ve
Sırbistan’ın zaten zedelenmiş olan
itibarını, elindeki bu kozu kullanarak
düzeltmesi için attığı adım olarak
algılanmıştır.
Ziyaretin bir takipçisi olarak ve aynı
mesaj ve tavsiyeler vermek amacıyla,
Avrupa Birliği üst düzey görevlilerinin
Balkan ülkelerinin birkaçına yapmış
oldukları kaçınılmaz reformların
hızlandırılması çabalarının bir
parçası olarak, Barroso’nun ziyareti
ardından önce Sırbistan sonra
da Kosova’ya bir diğer ziyaret
AB Dış Politika yüksek Temsilcisi
Sayın Catherine Ashton tarafından
gerçekleşmiştir.
Ashton’un Sırbistan ve Kosova
ziyaretinin, iki ülke arasında
devam etmekte olan müzakereler
üzerinde odaklanması beklenirken,
Mladić’in tutuklanması asıl konuyu
ikinci bir plana itmiştir. Dolayısıyla,
beklendiğinin aksine Yüksek Temsilci
Ashton’un
planlamış
olduğu,
müzakereler kapsamında üzerinde
mutabık kalınan konular hakkında
herhangi bir anlaşma üzerinde
sonuca varılamamıştır. Gelişmelerin
bu yöne doğru ilerlemesi, müzakere
konusunun beklendiği düzeyde
masaya yatırılmadığı ve ziyaret
kapsamında odaklanılan taraf
Kosova ile Sırbistan’ın Avrupa
geleceği üzerinde olmuştur.
AB’nin bölge ülkelerine yönelik olan
taahhütlerini yinelemek ve tarafların
mutabık
kaldıkları
reformları
yerine getirilmelerini temin etmek
amacıyla düzenlenen ziyaretlerin
verimli geçtiği, yapılan genel
değerlendirmeler arasında. Ancak,
verilen beyanatların ve ortaya atılan
uzun süre beklenen adımların,
duruma daha temkinli yaklaşmak
gerektiğinin bir işaretçisi olduğu
da ortaya atılan iddialardır. Zira,
Ashton’un Sırbistan’a yapacağı
ziyaret gününde on altı yıl kaçak
olarak aranan Bosnalı Sırp Kasabı
Ratko Mladić’in yakalanması bir
tesadüfü çağrıştırmamaktadır.
Cumhurbaşkanı Jahjaga, Başbakan
Thaqi, Dışişleri Bakanı Hoxhaj ve
Kosova-Sırbistan Müzakere Heyeti
Başkanı Tahiri, Yüksek Temsilciyle
yapmış oldukları görüşmelerde,
hızlandırılmış süreç ve çalışmalarla
Kosova’nın AB adaylığına doğru
yolunda ilerlemesi için taleplerde
bulunarak, Kosova makamlarının
odağında olan konunun AB
entegrasyonu olduğu belirtmişlerdir.
Sırbistan’la yapılan müzakereler
5
6
paradigma/haziran 2011
de, bu çabaların bir parçası olarak vurgulanmıştır.
Bu müzakerelerin öneminin altını çizen Ashton,
konunun pragmatik meseleleri içerdiğini belirtmiştir.
Dolayısıyla, insanların hayatını kolaylaştıracak olan
bu meseleler hakkında AB’nin yardım sunmaya
devam edeceğini belirterek, en kısa zaman içerisinde
anlaşmaya varılması gerektiğini tavsiye etmiştir.
Diğer birçok fırsatta olduğu gibi, Avrupa yetkililerinin
ifade ettikleri konuları da ele alan Ashton, Kosova’nın
Sırbistan’la iyi komşu ilişkilerinin olması gerekliliğine
işaret ederek, AB entegrasyon sürecinde ve Birliğe
dahil edilmesi açısından Kosova için gerekli çözümler
üzerinde de çalışıldığını ifade etmiştir.
Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun da ziyareti
esnasında olduğu gibi, Ashton ziyaretinde de EULEX
Misyonuna ziyaret gerçekleştirilmiş ve Misyonun
sorumluluk alanının çok önemli olduğunun altı
çizilmiştir. Adalet ve düzenin tesis etmenin vatandaş
geleceği için önem arz etmesi sebebinden, EULEX
çalışmaları ile Avrupa Birliğinin geliştiği gibi, Misyonun
da ilerleme kaydetmesi gerekliliğinin vurgulanmıştır.
Dolayısıyla, Ashton’un EULEX ve Kosova makamlarıyla
ilgili olarak verdiği kesin ve sert mesajlarda, iki taraf
arasında yakın işbirliklerin devam etmesi gerekliliğine
işaret etmekteydi.
Her iki üst düzey görevlinin EULEX üzerinde yaptıkları
değerlendirmeler ve Sırbistan ile Kosova taraflarını
ilgili konularda Misyonla işbirliğinde bulunmaları
çağrıları, hukuk üstünlüğü, yargı sistemi, gümrük
alanlarında beklendiği başarıyı ortaya koyamamış
olan EULEX’in zedelenen itibarını düzeltme çabaları
olarak değerlendirilebilir. Bunun bir diğer göstergesi
de, EULEX Misyon Şefi Xavier De Marnac’ın bu
ziyaretler ardından Sırbistan’a gerçekleştirdiği
ziyarette ortaya çıkmaktadır. De Marnac, AB Yüksek
Temsilcisi Ashton’u referans alarak, Misyonun
tüm AB üye ülkeleri tarafından desteklendiğini
ve Kuzey Kosova’da organize suçlarla mücadele
etmekte Sırbistan’la birlikte daha fazla çalışmaların
yapılabileceğinin ifade etmiştir.
Genel itibariyle, kamuya yansıtılan ziyaret
amaçlarının tam olarak gerçekleşemediği de söylemek
mümkündür. Bir taraftan Mladić’in yakalanması
gündemin sapmasına neden olmuş ve odağı Kosova
– Sırbistan müzakerelerinden Sırbistan’ın attığı
adımlara yönlendirmiştir. Diğer taraftan, Kosova’nın
IMF’nin ortaya koyduğu şartlara uymaması nedeniyle,
IMF’nin vereceği fonları askıya alması ve düzeltmeye
gitmemesi halinde bu fonların iptal edilebileceği
sinyallini vermesi ve Avrupa Komisyonu tarafından
Kosova’nın eleştirilmesi, AB yolunda ilerlemekte
adımların yerinde atıldığı gözükmektedir
Haber Analiz
9 Mayıs Avrupa Günü ve
Kosova’nın Avrupa Yolu
Paradigma
Mayıs Avrupa
“ 9ülkeleri
ile AB
Günü Avrupa Birliği üye
yapılanması kapsamında
yer alma sürecinde olan ülkelerde farklı
biçimlerde
kutlanmaktadır.
Avrupa’daki
yıllık yapılan kutlamalar barış ve birlik
unsurlarına odaklanılırken, Kosova’da Avrupa
algılamasının farklılık göstermesi nedeniyle,
Avrupa Günü de değişik siyasi odak ve
yorumlara neden olmaktadır.
”
Avrupa Birliği adı altında siyasi bir yapılanmanın ortaya
çıkmasına neden olan ve 1950 yılının 9 Mayıs gününde
dönemin Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schumanın’ın,
iki dünya savaşı tecrübelerinden yola çıkarak adaletin tek
bir devlet tertibatı ile sağlanamayacağını ve milletlerüstü
bir teşkilatın kurulmasına yönelik beyanatını yaptığı
gün, Avrupa Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Günün siyasi içerikli olması nedeniyle, insanları Avrupa
Birliği hakkında bilgilendirmek ve Avrupa entegrasyonu
hakkında konuşmaların yapılma teşebbüslerini ortaya
koymaktadır.
9 Mayıs Avrupa Günü münasebetiyle, temel kutlamalara
Kosova’daki Avrupa Komisyonu Eşgüdüm Ofisi öncülük
ederken, Avrupa entegrasyonuna destek olmak açısından
bireysel anlamda birçok belediye, devlet kurumu
ve STK’lar da yürüyüş, fuar, çocuk kutlamaları gibi
faaliyetler düzenlemişlerdir. Ancak, Kosova’daki Avrupa
Günü ve entegrasyonunun yankıları, Kosova’nın aslında
Avrupa’ya ne kadar yakın olduğunun ve Birlik tarafından
hangi ölçüde itibar edildiğinin bir göstergesini ortaya
koymaktadır. Zira, Avrupa’ya bütünleşmeye yönelik
yapılanlardan ziyade, son yıllarda yapılacaklar üzerinde
durulmuş olması ve bunun halen devam etmesi, konunun
çok daha geniş alanlara uzandığına işaret etmektedir.
Kosova’da Avrupa Gününün resmi tatil olarak kutlanması
ve değişik faaliyetlerin gerçekleşmesine rağmen,
günün amacının siyasi itham ve çağrılara daha fazla
yatkın kaldığına işaret etmektedir. Avrupa Birliğinin
kuruluş amaçlarına ve gerektirdiği yapılanmalara
odaklanmaktan ziyade, yapılan faaliyetler kapsamında
ortaya konan mesajlar Kosova’nın halen Avrupa’dan
soyutlanmış bir vaziyette mahkum edildiği ifade
etmektedir.
Diğer taraftan Kosova’nın çözüme ulaştırılmasını talep
ettiği ve 2010 seçimlerinde de ağırlığını ortaya koyan
vizesiz serbest dolaşım konusu, kısa vadeli bir mesele
olarak görülmektedir. Buna rağmen, her fırsatta dile
getirilmesi ve hakkında çözüm üretilmemesi, büyük
Haber Analiz
güçlerin çıkar elde etme çabaları altında Kosova’nın
küçük kalıp kalmadığı sorusunu akla getirmektedir.
Farklı yorum ve analizlere konu olan serbest dolaşım
ve Kosova’nın Avrupa konusunda yetersiz kaldığı
meseleleri, Kosova’nın Avrupa’dan hem soyutlandırıldığı
hem de bir Avrupa geleceğinin olduğu empoze edildiği
yaygın olan görüşlerdir.
Kosova’nın Avrupa ile gelişmelerini inceleyen
analistlerden bazıları, Kosova ile Sırbistan arasındaki
müzakerelerin orkestra edildiğini ve tüm bu gelişmelerin
bilerek yapılıp Sırbistan’ın Avrupa’ya doğru giden
yolunda ilerleme kaydetmesi için Kosova’nın kullanıldığını
yorumlamaktalar. Bunu destekleyecek unsurlardan
bir diğeri de Kosova’da mevcut olan çok sayıdaki
uluslararası kuruluşlar ve yaptıkları çalışmalardır. İlgili
kuruluşların Kosova mevcudiyetleri belirli misyon ve
çalışma alanlarının olması ve siyasi anlamda Kosova’nın
bu konulara bağlı kalacağı yönündeki taahhütlerine
rağmen, bugüne kadar kamuoyunu tatmin etmeyecek
düzeyde ilerlemeler kaydedildiği değerlendirilmektedir.
Avrupa Birliği kriterlerinin temelini oluşturan siyasi,
ekonomik, kurumsal ve yasama alanlarındaki reformların,
özellikle Kosova’nın yeniden yapılanma geçirdiği son
on yıl içerisinde tam anlamıyla gerçekleşememiş veya
uygulanamamış olması, Birliğe olan genel güveni
tam anlamıyla yerine oturtamamıştır. Çünkü, Avrupa
yapılanmalarının Kosova’da bu gerekliliklerin fazla
üzerinde durmadığı yönündeki görüşler de yaygındır.
Bunları dikkate alarak, kısa vadeli çözümlerden ziyade
Avrupa Birliği Kosova’nın Avrupa entegrasyonunu
ilerletmesi için, Kosova’nın yapması gereken ve kalıcı
paradigma/haziran 2011
refah sağlayacak olan reformlar üzerinde daha çok
durması gereklidir.
Avrupa yolunda ilerlemenin bu reformlardan geçtiği
ifade edilirken, Kosova’daki devlet yönetiminin Avrupa
perspektifi açısından uzun vadeli çözümleri ciddiyetle
değerlendirmesi gerektiği ve Avrupa merkezli karar
mercilerinin Kosova’yı bu yöne doğru daha fazla teşvik
etmesi ve Sırbistan’la ilişkilendirmemesi gerektiği,
9 Mayıs Avrupa Günü’nün Kosova’daki kutlama
ve yorumlarından ortaya çıkan mesajlar olmuştur.
Sonuçta, bu günden geriye kalan, ulaşılan amaçların
kutlanmasından ziyade amaca ulaşma arzularının
ortaya konması olmuştur.
Avrupa Günü
Mayıs ayının ilk 10 günü Avrupa’da önemli günler
olarak kabul edilmiştir. Avrupa Günü olarak
Avrupa’da kutlanan gün aslında 5 Mayıs’tır.
5 Mayıs 1949’da Avrupa Konseyi kurulmuş ve
bu tarih II. Dünya Savaşı’ndan çıkış için en
önemli ümitlerden biri sayılmıştır. 5 Mayıs tarihi
1964 yılından bu yana Avrupa Günü olarak
kutlanmaktadır.
AB ise henüz AET iken planın açıklandığı 9 Mayıs’ı
Avrupa Günü ilan etmiştir. Ancak Avrupa’da
bazı kesimler hala Avrupa Günü olarak 5 Mayıs
kutlamaktadırlar.
7
8
paradigma/haziran 2011
Haber Analiz
Varşova Zirvesi ve Sirbistan’ın Boykotu
Barış Goriça
[email protected]
27-28 Mayıs 2011’de Polonya’nın başkenti Varşova’da
düzenlenen 17. Orta Avrupa Ülkeleri Zirvesi’ne Amerika
Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Barack Obama
dahil 20 ülke lideri katıldı. Kosova Cumhurbaşkanı
Atifete Jahjaga’nın Polonya Cumhurbaşkanı Bronislaw
Komorowski tarafından davet edilmesi Sırbistan
Cumhurbaşkanı Boris Tadiç’in zirveye katılmamasına
sebep oldu. Romanya ve Slovakya tarafından yapılan
ilk resmi açıklamalara göre bu iki Avrupa Birliği (AB)
ülkesi de toplantıyı boykot edeceklerini açıklamıştı.
Ancak, Slovakya Cumhurbaşkanı İvan Gasparoviç
toplantıda Kosova Cumhuriyeti’nin adının, bayrağının,
ambleminin ve herhangi bir sembolünün yer almaması
şartıyla toplantıya katılacağını bildirdi. Nitekim,
Gasparoviç zirvede yer aldı. Zirve’de yapılan çeşitli
görüşmelerde Kosova bayrağının yer alması ise çekilen
fotoğraflarda gözden kaçmadı. Katılımcı ülkeler son 20
yılda yapılan demokratik reformları ve son zamanlarda
Arap dünyasında yaşanan gelişmeleri ele aldı. Zirve’nin
açılış konuşmasını yapan ev sahibi Komorowski bir
sonraki toplantının Kiev’de yapılacağını duyurdu.
Varşova Zirvesi’nde Atifete Jahjaga’nın gerçekleştirdiği
ikili görüşmeler verimli geçti. Bazı liderler, Kosova’nın
tanınması için lobi yapacaklarına dair sözler verdi.
Zirve, Jahjaga’nın Cumhurbaşkanı sıfatıyla yurtdışına
yaptığı ilk resmi ziyaret olma özelliğini taşıyor. Ayrıca,
Kosova bağımsız bir ülke olarak ilk defa bu denli üst
düzey bir toplantıda yer aldı.
Zirve’nin birinci günü ülke liderlerine seslenen
Jahjaga, Kosova’nın AB ve NATO’ya üye olması için
tüm reformların hızla gerçekleştirileceğini belirtti.
Hukukun üstünlüğünün sağlanması ve iktisadi kalkınma
çalışmalarının hızla devam ettiğine değinen Jahjaga,
multi-etnik devlet kurumlarının kurulduğuna, Kosova’da
barış, demokrasi ve özgürlüğe verilen öneme, insan
hakları ve azınlık haklarına duyulan saygıya dikkat
çekti. Komşularla iyi ilişkiler, Sırbistan ile dost olma
isteği ve tüm Batı Balkan ülkelerinin AB’de yer almasıyla
Avrupa’nın tam anlamıyla birleşeceğine dair mesajlar
Jahjaga’nın konuşmasında yer aldı.
İkili Görüşmeler
Cumhurbaşkanı
Jahjaga
Varşova
Zirvesi’nde
Hırvatistan, Arnavutluk, Letonya, Macaristan, Slovenya
ve Makedonya liderleri ile ikili görüşmelerde bulundu.
Hırvatistan Cumhurbaşkanı İvo Josipoviç ile yapılan
görüşmede Jahjaga ilişkilerin yoğunlaştırılıması ve
genişletilmesi gereğine değindi. Josipoviç de Avrupa
ile bütünleşme konusunda kendi tecrübelerinden
yararlanarak Kosova’ya yardım edebileceğini söyledi.
Haber Analiz
Arnavutluk Cumhurbaşkanı Bamir
Topi ile görüşen Jahjaga eğitim,
kültür, yatırım ve enerji alanında
işbirliğine gidilmesi gereğini dile
getirdi. Letonya Cumhurbaşkanı
Valdiz
Zalters
ile
yapılan
görüşmenin gündeminde de iki
ülke arasında varolan işbirliğinin
gelişmesi yer aldı. Jahjaga’nın
Macaristan Cumhurbaşkanı Pal
Schmitt ile görüşmesinde Avrupa ile
bütünleşme sürecinde Macaristan’ın
Kosova’ya
desteğinin
devam
edeceği ve artacağı konuşuldu.
Slovenya Cumhurbaşkanı Danilo
Turk ile görüşen Jahjaga Kosova’nın
Avrupa ile bütünleşmesi ve vize
liberalleşmesindeki
istekliliğine,
iki ülke arasında varolan ticaret
ilişkilerinin önemine vurgu yaptı.
Turk da iki ülke arasındaki
işbirliğinin
önemine
değindi.
Makedonya Cumhurbaşkanı İvanov
ile Jahjaga arasında yapılan
görüşmede ise iki ülke arasındaki
ilişkilerin sürekli genişlemesinin
son derece önemli olduğuna dikkat
çekilerek, Balkanlarda varolan
sınırların korunmasının ne denli
önemli olduğunun üzerinde duruldu.
Bu görüşmede özellikle enerji
alanında işbirliğinin gelişmesine
vurgu yapıldı. Hırvatistan, Slovenya,
Almanya, Macaristan ve Litvanya
Cumhurbaşkanları Jahjaga’yı resmi
ziyaret yapmak üzere ülkelerine
davet etti.
Jahjaga, verilen öğle yemeğinde
Almanya Cumhurbaşkanı Christian
Wulf, Avusturya Cumhurbaşkanı
Heinz
Fischer
ve
İtalya
Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano
ile görüştü. ABD Başkanı Barack
Obama’nın başkanlık ettiği iş
yemeğinde ise bir konuşma yapan
Jahjaga ABD’nin Balkanlardaki
rolünün barış ve istikrar unsuru
olduğuna dikkat çekti. Jahjaga bu
konuşmada Kosova’nın 75 ülke
tarafından
tanındığını,
önceki
yıllarda Kosova’da yapılan yerel ve
parlamento seçimlerinin uluslararası
standartlarda gerçekleştiğini, azınlık
haklarının Anayasa ile koruma
altına alındığını söyledi. AB’nin
arabuluculuğuyla
Sırbistan
ile
ilişkilerin normalleşmesi için teknik
görüşmelerin yapıldığına dikkat
çeken Jahjaga bu görüşmelerin
Avrupa bütünleşmesi adına her
paradigma/haziran 2011
iki ülkenin çıkarına olduğunu
vurguladı. Jahjaga, Kosova’nın ve
tüm Balkan ülkelerinin geleceğinin
AB’de olduğunu ve başka bir
alternatifin sözkonusu olmayacağını
da sözlerine ekledi.
Sırbistan’ın Boykotları
20 ülke liderinin katıldığı Varşova
Zirvesi’ni
Kosova’nın
katılımı
sebebiyle Sırbistan boykot etti.
Buna benzer bir açıklama yapan
Romanya da Sırbistan ile birlikte aynı
tutumu sergiledi. Zirveye Kosova’nın
resmen davet edilmesi Kosova
da memnuniyetle karşılanırken,
Sırbistan bu toplantıda Kosova
ile aynı statüde yer almayacağını
bildirdi.
Sırbistan’ın bu çeşit toplantılara
Kosova’nın davet edilmesi söz
konusu
olduğunda
katılmama
yönünde kesin tutumlar benimsediği
biliniyor. 20 Mart 2010 tarihinde
Slovenya’nın Krany kenti yakınındaki
Brdo’da düzenlenen Batı Balkan
Konferansı’na Kosova’nın davet
edilmesi üzerine Sırbistan toplantıyı
protesto ederek katılmamıştı. 8 Mart
2010’da Sırbistan devlet televizyonu
RTS’e
açıklamalarda
bulunan
Sırbistan Dışişleri bakanı Vuk
Jeremiç Kosova’yı dolaylı yoldan
tanıma
durumuna
düşmemek
için Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne karşı
izlediği politikaları benimsediklerini
dile getirmişti. Sözde “Gymnich”
modelinin benimsendiği konferansta
ülke isimlerinin, bayraklarının,
sembollerinin
yer
almamasına
rağmen Sırbistan Slovenya’daki
zirveyi boykot etmişti. Aynı şekilde,
23-24 Mart 2011’de Amerika’nın
Maryland eyaleti Baltimore şehrinde
düzenlenen ABD-Balkanlar Ticaret
Zirvesi’ne Kosova’nın bağımsız
bir cumhuriyet olarak yer almasını
protesto eden Sırbistan katılmamıştı.
Son olarak, Cumhurbaşkanı Jahjaga
İtalyan
Birliği’nin
kuruluşunun
150. yılı münasebetiyle 1 Haziran
2011’de İtalya’daki kutlamalara
katıldı. Sırbistan Cumhurbaşkanı
Tadiç ise Kosova’yı yine boykot
ederek
İtalya’nın
bağımsızlık
kutlamalarına katılmadı. 2 Haziran
2010 tarihinde Saraybosna’da
düzenlenen
AB-Batı
Balkanlar
zirvesine ise sözde “Gymnich”
formatında bir çözüm bulunarak
her iki ülkenin katılımı sağlandı.
Uluslararası Hukukta Devletleri
Tanıma ve Sırbistan’ın Tutumunun
Değerlendirilmesi
Siyasi birimlerin devlet olarak
tanınmasıyla
birlikte
tanıyan
devlet tanınan devletle ilişkilerini
egemen eşitliği ilkesi çerçevesinde
sürdürmekle
yükümlüdür.
Tanıma işleminin geriye alınması
(withdrawal of recognition) çok
9
10
paradigma/haziran 2011
geniş sonuçları olduğu için fiilen
mümkün değildir.
Devletleri tanıma yolları de jure
ve de facto olmak üzere ikiye
ayrılır. De jure tanıma bir devletin
kesin olarak ve bütün sonuçlarıyla
tanıması anlamına gelir. De facto
tanıma ise geçici ve sınırlı bir
tanımayı belirtmektedir. Yani, bu
tanıma biçiminde tanıyan devlet
yaptığı tanıma işlemini her zaman
geri alma hakkına sahiptir.
Tanıma iradesinin açıklanış şekline
baktığımızda ise açıkça (express
recognition) ve üstü kapalı (implied
or tacid recognition) tanıma ortaya
çıkmaktadır.
Üstü kapalı (zımnî) tanımada irade
kuşkuya yer bırakmayacak kadar
açıktır. Zımnî tanıma denmesinin
sebebi açıklanış şekliyle ilgilidir.
“Hiçbir çekince konmadan yeni
devletle ikili andlaşma yapılması,
diplomasi
ilişkileri
kurulması,
bağımsızlık
törenlerine
resmi
temsilciyle
katılma,
sadece
devletlerin üye oldukları uluslararası
örgüte yeni devletin üyeliği için oy
kullanmaˮgibi işlemler ile zımnî
tanıma işlemi gerçekleşmiş olur.
Buna karşılık “aynı konferansta
yer almak, çok taraflı andlaşmaya
taraf olmak, tanınma konusunda
görüşmeler yapmak, diplomasi
temsilcileri dışındaki temsilcilerle
temas kurmak, ticari ilişkiler
kurmakˮ zımnî tanıma anlamına
gelmemektedir.
Uluslararası
hukuk
açısından
değerlendirildiğinde bir devletin
tanınmadığı
bir
devlet
ile
aynı konferansta yer alması
tanıma
işleminin
(recognition)
gerçekleşmediğini
ortaya
çıkarmaktadır. Yani Sırbistan’ın,
Kosova’nın bağımsız bir ülke olarak
katılmış
olduğu
konferanslara
katılması Kosova’yı tanıyacağı
anlamına gelmemektedir. Kaldı ki,
Varşova’da düzenlenen 17. Orta
Avrupa Ülkeleri Zirvesi’ne Kosova’yı
tanımayan Bosna-Hersek, Moldova,
Ukrayna ve Slovakya da katılmıştır.
Bu ülkelerin Kosova ile aynı
konferansta yer alması Kosova’yı
tanıdıkları anlamına gelmemektedir.
Bundan
başka,
2
Haziran
2010 tarihinde Saraybosna’da
Uluslararası
hukuk
açısındanbir
devletin
tanımadığı bir devlet ile
aynı konferansta yer alması
tanıma işlemini sağlamaz.
Sırbistan’ın
Kosova’yla
beraber aynı toplantılara
katılması Kosova’yı tanıdığı
anlamına gelmez.
düzenlenen, Kosova’nın da yer
aldığı AB-Batı Balkanlar zirvesine
Sırbistan’ın katılmasıyla Kosova
Sırbistan
tarafından
tanınmış
olmadı. Aynı şekilde, 20 Mart 2010
tarihinde Slovenya’nın Krany kenti
yakınındaki Brdo’da düzenlenen
Batı Balkan Konferansı ve 2324 Mart 2011’de Amerika’nın
Maryland eyaleti Baltimore şehrinde
düzenlenen ABD-Balkanlar Ticaret
Zirvesi’ne Bosna-Hersek katılmıştı.
Bu durum Bosna-Hersek’in Kosova’yı
tanıdığı anlamına gelmedi. 1
Haziran 2011’de İtalyan Birliği’nin
150.yıldönümüğ
kutlamalarına
Jahjaga katıldı. Tadiç bunu da
protesto
ederek
kutlamalarda
yer almadı. Sözkonusu törenlere
başta Rusya olmak üzere Kosovayı
tanımayan bir çok ülke katılıyor.
Ancak, ülkelerin törende Kosova
ile birlikte aynı statüde yer
alması Kosova’yı dolaylı yoldan
tanıyacakları anlamına gelmiyor.
Sırbistan’ın Kosova’ya Karşı Tutumu
ve Tepkiler
Belgrad’ın bu tür toplantıları
protesto ederek katılmamasının
Sırbistan’a birşey katmadığını,
aksine Batılı devletler tarafından
eleştirildiğini söylemek mümkündür.
Sırbistan Kosova ile ilgili genel
tutumunda hem bölgesel hemde
uluslararası
düzeyde
kendine
sorun yaratmaktadır. AB’ye tam
üyelik konusunda her fırsatta
istekli olduğunu söyleyen Belgrad,
Kosova konusunda hiçbir şekilde
taviz vermeyeceğini sürekli dile
getirmektedir.
Sırbistan’ın bu tutumundan ABD
de rahatsızlık duyuyor. Nitekim,
23-24
Mart
2011’de
ABD-
Haber Analiz
Balkanlar Ticaret Zirvesi’ni de
boykot eden Sırbistan’ın toplantıya
katılmamasını
eleştiren
ABD
Dışişleri Bakanı yardımcısı Thomas
Countryman, bu boykotun Sırbistan
ile ABD arasındaki ekonomik
ilişkilere zarar vereceğini belirtmişti.
Son olarak Varşova Zirvesi’nin
boykot edilmesiyle ilgili ABD’nin
Belgrad Büyükelçiliği tarafından
yapılan açıklamada Sırbistan’ın
bu kararıyla Vaşington’un hayal
kırıklığına uğradığı dile getirildi.
Açıklamada AB’ye katılım sürecinde
olan Sırbistan’ın komşularla ve
Avrupa ülkeleriyle bir araya gelmesi
için tarihi bir fırsatın kaçırıldığı
bildirilirken, Sırbistan’ın bu kararının
komşu ülkelerle, AB ve ABD ile
ilişkilerini güçlendirme isteğiyle
uyum sağlamadığına değinildi.
Sırbistan’ın
dış
politikasındaki
önceliklere
baktığımız
zaman
Kosova ve AB’ye tam üyelik ön
plana çıkmaktadır. Fakat, Kosova
konusunda Sırbistan bu katı
tutumunu yumuşatmadığı sürece AB
ile üyelik müzakerelerinin başlaması
konusunda
başı
ağıracaktır.
Brüksel, Sırbistan’ın AB’ye üyelik
için Kosova’nın tanınmasını şart
koşmazken, Kosova dahil tüm Balkan
ülkeleriyle bölgesel işbirliği içinde
olması gerektiğini savunmaktadır.
Nitekim, 17 Mayıs 2011’de Avrupa
Komisyonu sözcüsü Natasha Butler
Brüksel’de yaptığı açıklamada
Sırbistan’ın AB’ye üye olması için
Kosova ile ilişkilerini düzeltmesi
gerektiğini söylemiştir.
Bosna savaşında binlerce sivil
insanın ölümünden sorumlu olan
Ratko Mladiç’in 26 Mayıs 2011’de
yakalanmasıyla birlikle Sırbistan’ın
AB yolunda önemli bir adım attığı
biliniyor. Ancak, Sırbistan komşu
ülkelerle ilişkilerini düzeltmediği
takdirde AB ile üyelik müzakerelerin
başlamasının
gecikebileceğini
söylemek mümkün. Öte yandan,
Priştine - Belgrad diyaloğundan
“sonuç” alındığı takdirde Kosova ile
Sırbistan arasındaki ilişkiler olumlu
yönde
etkilenecektir.
İlişkilerin
düzeltilmesi, başta bölgesel işbirliği
ve AB ile bütünleşme sürecinde her
iki tarafın yararına olacaktır.
Haber Analiz
paradigma/haziran 2011
Stefanoviç Priştine’ye Geldi
Sırp Radikaller ve Vetvendosje Ayaklandı
Mediha Yarımhoroz
Kosova ile Sırbistan arasında müzekerelerin devam
ettiği bu önemli süreçte tarihi ziyaret gerçekleşti. 2008
yılında Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve 1999
yılında yaşanan savaşın ardından ilk kez Kosova ile
Sırbistan uluslararası bir arabulucu olmadan doğrudan
görüşmede bulundu.
Sırbistan Dışişleri Bakanlığı Siyasi Müdürü ve Priştine
ile Belgrat müzakerelerinde Sırbistan heyet başkanı
Borislav Stefanoviç, Kosova ekibi yöneticisi Edita Tahiri
ile Brüksel’de görüşülen konulara olası çözümün
bulunmasını tartışmak üzere 12 Mayıs’ta Kosova’yı
ziyaret etti.
Belgrat’ın baş müzakerecisi Borko Stefanoviç, sıkı
güvenlik tedbirleri altında Priştine’ye geldi. Stefanoviç’in
Priştine ziyareti olaylı geçti. Kosova ile Sırbistan
arasındaki müzakerelere karşı çıkan muhalefetteki
Vetëvendosje Hareketi gösteriler düzenleyip hükümet
binalarını ablukaya alarak, binalara ve Stefanoviç’in
eskortuna taş atarak tepkilerini gösterdi.
Vetëvendosje Hareketi’nin örgütlediği protestolarda 21
kişi yaralandı, Hükümet Binası ve makam araçları zarar
gördü. Ancak, Kosova kurumlarını ziyaret eden ilk Sırp
yetkili, daha önce belirlenen gündeme göre, hükümet
temsilcileri ve uluslararası diplomatlarla görüşmelerini
gerçekleştirdi.
Polis eskortuyla Kosova’ya giriş yapan Stefanoviç’in
ilk durağı ABD elçiliği oldu. Amerikan’ın Priştine
Büyükelçisi Christopher Dell ile görüşmesinin ardından,
Lapjeselo’da yaşayan Sırplarla buluşan Stefanoviç daha
sonra Kosova başbakan yardım cısı ve Adalet Bakanı
Hajredin Kuçi ile bir görüşme gerçekleştirdi. Başbakan
Yardımcısı Hajredin Kuçi ile Borko Stefanoviç’in
görüşmesi yeni Hükümet binasında gerçekleşti. Daha
sonra Sırbistan ile müzakereleri yürüten Priştine heyet
başkanı Edita Tahiri ile görüşen Stefanoviç hiçbir basın
toplantısı düzenlemedi.
Protesto Gösterisinde 21 Kişi Yaralandı
Sırbistan Başmüzakerecisi Borko Stefanoviç’in Kosova
ziyareti sırasında Vetëvendosje Hareketi üyeleri
protesto düzenledi. Stefanoviç, Başbakan Yardımcısı
Hajredin Kuçi ile yeni Hükümet binasında görüşmelerde
bulunduğu sırada göstericiler, görüşmelerin Kosova
Hükümeti’nin eski binasında gerçkeleştiğini sanıp binayı
ablukaya aldı. Kosova Polisi Özel Birimi, Vetvendosje
aktivistleri ve milletvekillerinin Hükümet binası avlusuna
girmesini engelleme çabasında bulunurken olaylar
11
12
paradigma/haziran 2011
Haber Analiz
ve
protestoların
Kosova’daki
kamuoyunun görüşmelerden yana
olmadığının göstergesi olduğunu ve
müzakerelere katılmak için kamuoyu
ve hatta hükümetin kendisinin
hazırlanmadan
başlandığını,
bunun da halkta, müzakerelerin
Sırbistan’ın AB üyelik sürecini
kolaylaştırabileceği gibi Kosova’nın
bu diyalogla neyi elde edeceği
veya ülke kuzeyinin bölünebileceği
kaygısının ortaya çıktığını yazdı.
çıktı. Taşkınlık yaratan göstericiler
hükümet binası camlarını kırdı ve
boya saldırısında bulundu. Şiddete
dönüşen protestolarda göstericiler
hükümet binası önünde bulunan
makam araçlarına da zarar verdi.
Çıkan olaylarda 15 polis ve 6
Vetëvendosje
üyesi
yaralanıp
hastaneye kaldırıldı. Gösterilere
Vetvendosje lideri Albin Kurti ve
bu hareketin Kosova Meclisindeki
tüm milletvekilleri eyleme katıldı.
Gösterilerde yaralananlar arasında
Vetëvendosje milletvekilleri Albin
Kurti ve Glauk Konjufca da yer
alıyordu.
Kosova Cumhurbaşkanı Atifete
Jahjaga, çıkan olaylar sonrasında,
sorunlara çözümün sokakta değil
kurumlarda bulunması gerektiğini,
siyasi amaçlı veya herhangi bir talep
ya da kaygıyı dile getirmek isteyen
Kosovalı gençlerin sokaklarda gösteri
düzenlemelerinden Cumhurbaşkanı
olarak üzüntü duyduğunu belirten
açıklamalarda bulundu.
Kosova Hükümeti yazılı bir açıklama
ile Sırbistan’ın teknik diyalog heyet
şefi Borislav Stefanoviç’in ziyaretini
protesto
eden
Vetvendosje’nin
Kosova Cumhuriyeti kurumlarına
şiddet olaylarını sert bir dille kınadı.
Açıklamada,
ziyaretin
Kosova
Cumhuriyeti Hükümeti izni ile
gerçekleştiği belirtildi.
Hükümet
açıklamasında
“
Memnuniyetsizliğin ifade edilmesi
ve
barışçıl
protesto
Kosova
vatandaşlarının
anayasal
ve
demokratik hakkıdır. Ancak, Kosova
Cumhuriyeti güvenlik organlarına
şiddet uygulamaları ve Kosova
kurumlarına
barbar
saldırılar
düzenlemeleri kabul edilmez. Bu
tür davranışlar, bu siyasi grubun,
eskilerde olduğu gibi dar siyasi
amaçlarına ulaşmak için şiddetten
vazgeçmediğini göstermektedir “
sözlerine yer verildi.
Vetvendosje üyeleri hükümet
binasını taş ve boya
yağmuruna tutarken, polis
sert müdahelede bulundu.
Olaylarda 15’i polis memuru,
6’sı protestocu toplam 21 kişi
yaralandı.
Kosova vatandaşlarını sağduyuya
davet eden Kosova Hükümeti,
Kosova ile Sırbistan arasındaki
diyalog sürecinin iki ülke arasında
karşılıklı tanıma ve AB ile NATO
bütünleşmesiyle
sona
ereceği
inancını ifade etti.
Kosova İnsan Hak ve Özgürlükleri
Koruma
Kurulu-KMDLNJ
de,
protestoların
değerlendirmesini
yaptığı açıklamada, Kosova polisinin
durumu kontrol etmekte ve durumun
tırmanmasını engellemekte hazırlıklı
olmadığını bu sebepten de durumun
patlak verdiğini değerlendirdi.
Zeri gazetesi analisti ve yazı işleri
müdürü Astrit Gashi, tepkilerin
Sırp
heyeti
şefi
Stefanoviç,
görüşmelerin
olaylar
ve
şiddet
protestoları
gölgesinde
gerçekleşmesinden ve Sırp heyetinin
iki aracına saldırılmasından üzüntü
duyduğunu belirterek, bunun ilk
sırada Kosova siyasi yelpazesinde
büyük ayrımın olduğunu gösterdiğini
vurguladı.
Ziyaretin Ardından
Adalet
Bakanı
Hajridin
Kuçi’nin
ofisinden
yapılan
yazılı
açıklamada,Stefanoviç
ile gerçekleştirilen görüşmede,
Brüksel’de
devam
eden
müzakerelerdeki konular üstünde
durulduğu ve her iki tarafın da
görüşmelerin olumlu yönde ilerlemesi
için istek gösterdiği belirtiliyor. Aynı
bildiride Stefanoviç’in de, kendisini
kabul eden Kuçi’ye teşekkür ettiği
ve görüşmelerin olumlu yönde
ilerlemesi için tarafların irade
gösterdiğini söylediği belirtiliyor.
Başbakan
Yardımcısı
Edita
Tahiri’nin ofisinden de görüşmeyle
ilgili yapılan yazılı bir açıklamada,
Sırbistan’ın Kosova ile müzakere
heyeti başkanı Borko Stefanoviç’in
ziyareti
sırasında
gerçekleşen
görüşmede iyi komşuluk ilişkileri,
Avrupa entegrasyonu ve pratik
çözümlerin bulunması konuları ele
alındığı, açıklamanın devamında,
Borislav Stefanoviç’in Edita Tahiri’ye
teşekkür ettiği bildirilirken “Sırbistan
Hükümeti’nin teknik diyaloğun
ilerlemesinde hazırlığını” da ifade
ettiğinin altı çiziliyor.
Ne
var
ki,
Priştine-Belgrat
müzakereleri Kosova heyeti Şefi
Edita Tahiri ziyaretin ardından
yaptığı açıklamalarda
Belgrat
Haber Analiz
paradigma/haziran 2011
Stefanoviç’in
ziyareti
öncesi
yaptığı
açıklamada,
ziyaretin
müzakerelerde Sırbistan’ın tutumunu
somutlaştıracağı ve ortak sorunlar
için ortak zeminler bulmaya hizmet
edeceğini söylemişti.
Sırbistan meclisindeki “Avrupa
Sırbistan’ı” grup başkanı Nada
Kolundžija ziyaretin, Sırbistan’ın
Kosovada’ki Sırp halkın günlük
yaşamlarının kolaylaşmasına hizmet
etmesi gerektiğini ancak Kosova’nın
tanınmaması konusuna hassasiyet
gösterilmesi gerektiğini belirtti.
temsilcisi
Borko
Stefanoviç’in
Kosova ziyaretine karşı olduğunu,
ancak Stefanoviç’in Kosova ziyareti
talebinin, uluslararası dostların
talimat vermesiyle gerçekleştiği
yönünde açıklamalarda bulundu.
Ama yine de
Tahiri, ziyaretin
gerçekleşmesiyle,
Sırbistan’ın
sadece Kosova değil, Balkanlardaki
değişim gerçeğini kabul etmesine
doğru bir adımı oluşturduğunu,
yapılan soykırımının hiçbir zaman
unutulmayacağını ancak siyasi
alanda Kosova ve Sırbistan arasında
ilişkilerin düzeleceğine inandığını
vurguladı.
arasında iletişimin kurulmasına
katkıda bulunduğunu belirtti. Feith,
demecinde Kosova’nın bölünmesiyle
ilgili İCO ve Uluslararası Yönetici
Grubu üyesi ülkelerin Kosova’nın
toprak bütünlüğü için çalışmalarını
sürdüğünü belirtti.
Stefanoviç’in ziyareti sırasında
Kosova’da bulunan ve kendi de
görüşmelere katılan AB Kosova
özel Temsilcisi Fernando Gentilini,
müzakerelerin sorunları çözmek
için bir yol olduğunu değerlendirip
Priştine’nin müzakerelere sadık
olduğunu söyledi.
Muhalefet, Sırp yetkilinin Kosova
ziyaretinden
dolayı
hükümeti
eleştirdi. LDK’dan İsmet Beqiri,
yapılan görüşmelerin, Sırbistan’ın
hazırlamış olduğu bir siyasi reklam
olduğunu ve Kosova hükümeti ile
yetkililerin bu tuzağa düştüğünü
iddia etti.
Sırp tarafı Borko Stefanoviç’in
Kosova ziyaretinin iki taraf arasında
diyaloğun kolaylaştırılmasına hizmet
edeceği
değerlendirmelerinde
bulundu.
Priştine tarafından
yapılan
açıklamalarda
ziyaret
Kosova bağımsızlığının tanınmasına
doğru
atılan bir adım olarak
değerlendirilse de Sırp müzakere
delegasyonunun başında bulunan
Borko Stefanoviç, bu açıklamaları
yalanladı. Stefanoviç konu hakkında
Sırbistan’ın B92 Radyosuna verdiği
demecinde
kendi
görüşlerini
aktarmak ve sorunların çözümü
için bu ziyaretin bir fırsat olduğunu
ancak Kosova statüsü konusunda
tutumlarından vazgeçmediklerinin
altını çiziyordu.
Belgrat’ın
“Danas”
gazetesine
verdiği bir demecinde, Uluslararası
Sivil Ofisi (İCO) Yöneticisi Pieter
Feith, Sırp müzakere delegasyonu
başkanı
Stefanoviç’in
Kosova
ziyaretini olumlu bir gelişme
olduğunu ve Priştine ile Belgrat
Sırbistan’da
da
demokratlar,
liberaler ve Sırbista’ın güneyindeki
Arnavutlar ziyareti iki taraf için
sorun teşkil eden konuların çözümü
içi gerekli bir yol olarak görürken
radikaller
aynı
düşünmüyor.
Sırbistan Başkanı Boris Tadiç,
Başbakan Hashim Thaçi konuyla
ilgili olarak yaptığı açıklamasında,
ziyareti Sırbistan ile ilişkilerin
düzelmesi ve Kosova’nın Sırbistan
tarafından tanınması yönünde
atılmış bir adım olduğunu söyledi
ve Kosovalı yetkililerin de bir gün
Belgrat’ı ziyaret etme olasılığını
dışlamadı.
Sırbistan meclisindeki demokrat,
liberal ve Arnavut partileri de genel
olarak ziyareti gerekli bir adım
olarak değerlendiriken radikallerden
(SRS) Dragan Todorović, ziyareti,
Kosova’nın tanınması yönünde
atılan adımlardan biri olarak
değerlendirip bu görüşmenin de
Avrupa Birliği ve Amerika’nın
talimatıyla
yapıldığı
yönünde
açıklamalarda bulundu. Radikaller
ayrıca müzakerelerin kestirilmesi
ve bu yönde protesto gösterilerinin
düzenlenmesi
gerektiğini
vurguladılar.
Basına kapalı kapılar ardında
gerçekleşen görüşmeler sonrasında
da
ortak
basın
toplantısı
düzenlenmedi.
Olaylı
geçen
görüşmelerin ardından da 17
ila 18 Mayıs tarihleri arasında
iki taraf arasında gerçekleştirilen
müzakerelerin
dördüncü
turu
tamamlandı. Dördüncü turdan
sonra da somut bir takım adımların
atılması
beklendiği
yönünde
açıklamalarda bulunuldu.
13
14
paradigma/haziran 2011
Haber Analiz
Ya Batacağız, Ya Çıkacağız!
Paradigma
hükümeti kendi ekonomik politikalarını kendi belirlemek zorunda. Uluslar arası Para Fonu
“ Kosova
IMF ile uzlaşmaya varılamayınca daha önce öngörülen mali destek ve kredilerin de elden gitmesi
gündeme geldi. Kosova IMF’nin telkinleri ile ya kendi kendine sıkı bir kemer sıkma politikası
uygulayacak ya da mevcut olan rezervlerinin nerdeyse tamamını harcayacak. Rezervlerin
harcanması durumunda ise uluslar arası finans kuruluşlarıyla uzlaşma ihtimali azalırken, bir
sonraki yıl için ekonomik kriz sinyalleri artıyor. Hükümet bir yandan ekonomik kalkınma planı
üzerinde dururken öte yandan imajını düzeltmek zorunda. Şimdilik Kosova ‘sorumsuzlar’ listesine
alındı.
”
IMF ile İşbirliği En Az Düzeye İndirildi
Uluslar arası Para Fonu IMF uzmanları, Mayıs ayında
Kosova’nın bütçe tablolarında yaptıkları incelemeler
sonucu Kosova makamları ile uzlaşmaya varamadıklarını
açıkladılar. IMF ile Temmuz 2010’da yapılan stand-by
anlaşması da böylece askıya alındı. Söz konusu 18
aylık anlaşma ile Kosova’nın mali istikrar kazanması ve
rezervlerini artırması öngörülüyordu.
IMF uzmanları yaptıkları incelemeler sonucu, Kosova
hükümetinin açık vererek tutarsızca harcama yaptığı
sonucuna vardı. 1 Haziran 2011 tarihinde açıkladıkları
karar ile IMF, Kosova, ilişkilerini gözlemci durumuna
çekti. “Staff Monitoring Program” olarak adlandırılan
gözlemci misyonun görevi sadece tasarruf tedbirleri
konusunda danışmanlık yapmak olarak tanımlanıyor.
Kosova’nın IMF danışmanlığında kendi üreteceği kemer
sıkma politikalarının başarılı olması durumunda 2012
yılında IMF ile yeniden müzakere etme imkanı olacak.
IMF, Kosova’ya ilişkin kararında, hükümetin 2008
yılından itibaren yüksek açık vermekte olduğuna, kamu
varlıklarını satmakta ve açığı dış yardımlarla gelen hazır
para ile kapatmaya çalışmakta olduğuna dikkat çekti.
Anlaşmanın askıya alınmasıyla Kosova için IMF ve
Dünya Bankasından 150 Milyon €’ya yakın öngörülen
finansman desteğinin gelmeyeceği kesinleşti. Öte
yandan Kosova bu uygulamalar ile sorumsuz ülkeler
listesine girmiş oldu. Kosova’nın 2011 bütçesinde
öngörülen toplam 226 Milyon €’luk açığın, IMF, Dünya
Bankası ve diğer donörlerden giderilmesi planlanıyordu.
IMF ile uzlaşmaya varılamamasının etkisi diğer uluslar
arası donör veya finans kuruluşları tarafından da dikkate
alınıp verilen taahhütler yerine getirilmezse Avrupa
Komisyonu gibi çeşitli kurumlardan gelecek 70 milyon
€’luk desteğin de gelmemesi durumunu doğuracak.
Bu durumda Kosova’nın 2010 yılı itibariyle bulunan 244
Milyon €’luk rezervlerinin kullanılmasına sıra gelecek.
Oysa IMF uzmanları, Kosova’nın Merkez Bankasında en
az 300 Milyon €’luk bir rezervin daim olması gerektiğini
ileri sürüyor ve 2012’de olası bir anlaşma yapmak
için de rezervlere dokunulmamasını şart koşuyor.
Haber Analiz
paradigma/haziran 2011
ekonomik kalkınma planı, hükümetin
ilk toplantısında kabul edildi.
Kalkınma Planı ne öngörüyor;
Uzmanlar ne diyor?
Rezervlerin harcanması durumunda
IMF ile anlaşma yapılamayacak.
Bu durumda Kosova’nın 2012’de
ekonomik
kriz
ilan
etmesi
beklenecek.
Krizre Karşı Plan: Bansko Planı
Kosova, sinyalleri alınan ekonomik
krizden korunmak için ekonomiyi ve
yatırımları canlandırma strateji ve
politikaları üretmeye çalışıyor.
Amerika Birleşik Devletleri Priştine
Büyükelçiliğinin
inisiyatifi
ile
hükümetin ekonomik konularla
ilgili 6 Bakanı Bulgaristan’ın
Bansko tatil kasabasında ekonomik
kalkınma
planı
ve
stratejisi
hazırlamak üzere toplandı. Devlet
bütçesi, altyapı, tarımcılık, enerji,
madenler, özelleştirme, iş ortamının
iyileştirilmesi ve yap işlet devret
modelleri ile yabancı yatırımcının
çekilmesi gibi konuların görüşüldüğü
toplantı, ABD elçiliğinin yanı sıra
Dünya Bankası, Avrupa Komisyonu
ve USAID tarafından da desteklendi.
Toplantıya daha sonra Başbakan
Hashim Thaçi de katıldı. Stratejiyi
hazırlayan bakanlar arasında ise
Sanayi ve Ticaret Bakanı Mimoza
Kusari-Lila, Maliye Bakanı Bedri
Hamza, Ekonomik Kalkınma Bakanı
Besim Beqaj, Tarım Bakanı Blerand
Stavileci, AB Entegrasyonları Bakanı
Vlora Çitaku ve Altyapı Bakanı
Fehmi Mujota yer aldı.
Başbakan Yardımcısı, Sanayi ve
Ticaret Bakanı Mimoza Kusari –
Lila, toplantıda bakanların kendi
sahaları hakkında gelişmeleri ve
mevcut durumu somut göstergelerle
anlattıklarını
ve
4-5
yıllık
öngörülerini ortaya koyduklarını
söyledi. Somut plan ve projeler
üzerinde durulduğu 2011-2014
Kosova hükümeti 2011 – 2014 yılı
ekonomik kalkınma önceliklerinin
özel sektöre dayalı ekonomik
kalkınmaya dayandığını açıkladı.
Başbakan Hashim Thaçi, planın
hazırlanmasında
katkı
sunan
Amerikan hükümeti, USAID, Avrupa
Komisyonu ve Dünya Bankası gibi
kurumlara teşekkür etti. Kosova’nın
krizi atlattığını söyleyen Başbakan
Thaçi, ekonominin iyi analiz
edildiğini ve büyümenin %7-8,
işsizlik oranındaki düşüşün ise %810 arasında beklendiğini iddia etti.
Öte yandan hükümetin kabul ettiği
plan, ekonomi uzmanları tarafından
olumlu olarak değerlendirilmekle
birlikte,
gerçekçi
bulunmadı.
Ekonomik kalkınma uzmanı İbrahim
Hoxha, her yıl %7-8 büyüme ve
işsizlikte %8-10 oranında düşüş
öngören planın somut projelerle
desteklenmesi gerektiğini söyledi.
Ekonomi fakültesi hocası Musa
Limani ise planın uygulanabilirliği
konusunda kuşkulu olduğunu dile
getirdi.
Kosova Ekonomi Odası (OEK)
Genel Sekreteri Berat Rukiqi ise,
ekonomik
kalkınma
planının
öngörülen
isteklere
değil,
realiteye dayanması gerektiğini
söyledi. Rukiçi “Realite kalkınma
vizyonunun olmadığı yönünde…
Planın bunu da öngörmesi gerekir.
Hükümet, desteklenecek öncelikleri
belirleyebilmiş değil” diye konuştu.
Ekonomi uzmanlarından gelen
uyarılar
arasında
reformların
yapılması ve teşvik politikalarının
geliştirilmesi, bu düzenlemeler için
yasa taslaklarının hazırlanması ve
kamuoyu ile paylaşılması gerektiği
yer aldı.
Muhalefet Hükümeti Plansızlıkla
Suçladı
Mecliste en sert muhalefeti yapan
Vetëvendosje hareketi, hükümetin şu
ana kadar bir planının olmadığının
en iyi kanıtı olarak Bulgaristan’da
IMF, Kosova ile anlaşmayı
askıya aldı. 200 Milyon Avroluk
bir destekten Kosova’nın
yararlanamayacağı kesinleşti.
2012’de Kosova’da ekonomik
kriz bekleniyor.
yapmaya çalıştıkları planı gösterdi.
Vetëvendosje’nin
açıklamasında
“Bulgaristan’da böyle bir toplantı ile
bir ekonomik kalkınma programının
hazırlanmaya
çalışılması
her
şeyden önce Thaçi hükümetinin, bir
planı ve programı olmadan Meclis
tarafından
seçildiğini
gösterir.
Hükümetin ayrıca net bir ekonomik
ajandasının olmadığının kanıtıdır”
dendi. Vetëvendosje Hareketinin
lideri Albin
Kurti “30 aydır ekonomi için hiçbir
şey yapamayanların 4 günde
kayak merkezinde plan yapması
mümkün değildir” diye konuştu.
Vetëvendosje ayrıca hükümetin
ekonomi politikalarının planlı bir
politika olarak değil, rast gele
kararlar olarak alındığını ve
isabetli olmadığını ileri sürerek, PTK
özelleştirilmesi, otoyol inşaatı ve
bütçe kalemlerinin hep gelişigüzel
olarak gündem geldiğini iddia etti.
Hükümet Gelişmeleri
Olarak Lanse Ediyor
‘Başarı’
Hükümetin 2011’in ikinci yarısında
kemer sıkma politikalarında ve
yabancı yatırımcıyı çekme ile özel
sektöre dayalı büyüme öngörülerinde
başarılı olup olmayacağını zaman
gösterecek.
Ancak
ekonomik
göstergeler, beklenen başarının
gerisinde kalınacağı yönünde. Thaçi
hükümeti ise, IMF açıklamaları ile her
ne kadar çelişse de gelişmeleri bir
başarı olarak lanse etmeye devam
ediyor. Aşağı yukarı aynı saatlerde
yapılan
açıklamalarda,
IMF
olumsuz eleştiriler sarf edip, standby anlaşmasının yükümlülüklerinin
yerine getirilmeyip askıya alındığını
ve Kosova ile ilişkilerin an az
seviyeye çekildiğini bildirirken,
Başbakan Hashim Thaçi, IMF ile
işbirliğine devam kararı aldıklarını
ve kararlı – istikrarlı mali politikalar
uygulamaya devam edeceklerini
ileri sürdü.
15
16
paradigma/haziran 2011
Haber Analiz
Kosova BM Konferansında Temsil Edildi
Paradigma
9 – 11 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen
4’üncü En Az Kalkınmış Ülkeler Konferansı’na Kosova
Başbakanı Hashim Thaçi de katıldı.Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı ve Başbakanının daveti üzerine
konferansa katılan Thaçi, konferans süresince BM
Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Türkiye Cumhurbaşkanı
ve Başbakanı Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan’la
görüşme gerçekleştirdi. Thaçi ayrıca Kosova’yı henüz
tanımamış ülke temsilcileriyle bir araya gelerek tanınma
talep etti.
kişi varken, uluslararası toplumun geri kalanı bu kişilerin
acılarına gözlerini kapatamaz, bunları ihmal edemez.
Bu çok alarm verici bir durumdur. Sadece ahlaki açıdan
değil, aynı zamanda siyasi açıdan da alarm verici bir
durumdur. İletişim çağındayken herkes, dünyanın diğer
köşelerindeki yaşam koşullarını takip edebilmekte ve
görebilmekte. En az gelişmiş ülkelerin dünyanın geri
kalanından her gün uzaklaştığı gerçektir. Aslında bu
kısır döngüyü kırmanın zamanının geldiğini ifade etmek
lazım” dedi.
10 yılda bir yapılan ve bu yıl dördüncüsü düzenlenen
konferansa, devlet ve hükümet başkanları, bakanlar,
parlamenterler, özel sektör temsilcileri, akademisyenler
ile sivil toplum örgütü temsilcilerinden oluşan, yaklaşık
10 bin kişi katıldı.
“Türkiye’nin Kalkınma Konusunda Sağladiği Yardım
Yılda 2 Milyar Dolara Yaklaştı”
İstanbul Lutfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılan
konferans BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un konuşması
ile başladı. Moon konuşmasında dünyada fakir-zengin
ayrımının giderek arttığını belirtti ve çözüm için birlikte
çalışılması gerektiğini vurguladı.
Konferans başkanı olarak Abdullah Gül yaptığı
konuşmada “1971 yılında 25 en az gelişmiş ülke
varken bugün rakam 48’e çıkmıştır. Sadece 3 ülke
bu kapsamın dışına çıkmayı başarmıştır. Bu durum,
bu şekilde devam edemez ve sürdürülemez. Günde 1
dolardan daha az gelirle yaşayan 1 milyardan fazla
Konuşmasında güney-kuzey arasındaki iş birliği üzerinde
de duran Cumhurbaşkanı Gül, “Yıllar içinde bu iş
birliği, teknik bir iş birliği programından daha çok etkin
bir kalkınma stratejisi haline gelmiş durumda. Bugün
uluslararası kalkınma gündeminde gerçekten çok önemli
bir rol oynuyor ve gelişmekte olan ülkeler arasında tam
ortaklığın gelişmesini öngörüyor. Türkiye, güney-güney
iş birliğinin çok önemli bir destekçisi. G-20’nin bir üyesi
olarak, Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini sürdüren
bir ülke olarak Türkiye, gerçekten en az gelişmiş ülkelerde
fakirlikle mücadele konusundaki çalışmalarda, elinden
geleni yapmaktadır. En az gelişmiş ülkelere vermiş
olduğumuz sözü yerine getirebilmek amacıyla bizler,
resmî kalkınma yardımımızı arttırdık son yıllarda. Türk
sivil toplum örgütlerinin desteğiyle, kalkınma konusunda
Haber Analiz
paradigma/haziran 2011
sağladığımız yardım yılda 2 milyar
dolara yaklaşmış durumda” diye
konuştu.
Thaçi’nin Temasları
Kosova başbakanı Hashim Thaçi ise
BM’nin örgütlediği bu konferansa
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül ve Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın özel daveti üzerine
katıldı. Thaçi bu konferansta özellikle
Kosova’yı henüz tanımamış olan
devlet yetkilileri ile bir araya gelme
fırsatı buldu. Thaçi temaslarında
Kosova’nın bağımsızlığının bölge
istikrarına
katkı
sunduğunu
vurguladı ve tanınma talep etti.
Thaçi temasları çerçevesinde BM
Genel Sekreteri ban Ki Moon ile
bir araya geldi. Görüşmeden sonra
Moon açıklama yapmazken Thaçi
BM Genel Sekreteri’ne Kosova’da
yaşanan gelişmeler hakkında bilgi
verdiğini vurguladı. Thaçi ayrıca
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül ve Başbakanı Recep Tayyip
erdoğan’la bir araya geldi. Taraflar
görüşmede
işbirliğini
artırma
niyetlerini belirttiler. Thaçi Türkiye’ye
her alanda Kosova’ya sunduğu
katkılardan dolayı teşekkür ederken
Türk işadamlarını Kosova’ya davet
etti.
Türkiye başbakanı erdoğan ise
Kosova’ya desteklerinin devam
edeceğini ve Kosova’nın bölgede
hızlı kalkınması için ellerinden
geleni yapacaklarını vurguladı.
Thaçi daha sonra Nepal Başbakanı
Jhala Nath Khanal, Çad Başbakanı
Emanuel
Nedingar,
Tanzanya
Başkan Yardımcısı Muhamed Khaba
Gharb Bilal, Etiyopya ve saire
ülke temsilcileri ile bir araya geldi.
Thaçi görüşmelerde Kosova’nın
tanınmasını
talep
ederken
yetkililerden konuyla ilgilenecekleri
sözünü aldığını belirtti.
Kosova basını özel davetle de olsa
Kosova’nın BM’nin düzenlediği bir
toplantıya katılmasının çnemine
dikkat çekerken Türkiye’nin her
alanda Kosova’yı uluslararası camia
ile temasa getirme çabası güttüğünü
vurguladı.
Kosova ve Türkiye Adalet Alanında
İşbirliğini Geliştiriyor
Paradigma
Kosova ziyaretini gerçekleştiren
Türkiye Adalet bakanı Ahmet
Kahraman, Kosova Adalet Bakanı
Hajredin Kuçi ile 3 anlaşma
imzaladı. Anlaşmalar mahkemeler
arası işbirliği, cezalıların iadesi
gibi konuları içeriyor.
Meslektaşı Hajredin Kuçi ile
3 ayrı anlaşmayı imzalayan
Türkiye adalet Bakanı Kahraman
imza töreninden sonar yaptığı
açıklamada bu anlaşmaların
Kosova ve Türk vatandaşlarının
daha huzurlu bir ortamda
yaşamasına fırsat tanıyacağını
vurguladı. Kahraman “Her iki
ülke halkının hem Kosova’da
hem Türkiye’de yaşamaları daha
güvenceli daha kaliteli daha
hukuki hale getirilmiştir” dedi.
Kosova
Adalet
Bakanı
ve
Başbakan Yardımcısı Hajredin
Kuçi ise yaptığı açıklamada,
iki ülke hükümetlerinin karşılıklı
olarak bu yönde irade göstermesi
akabinde uzun süreli hazırlıkların
ardından, iki ülke arasında adli
alanındaki işbirliğini ilerletecek
anlaşmaların imzaladığını belirtti.
Bakan Kuçi, insan, mal, sermaye ve
fikir dolaşımının yoğun olduğu iki
ülke arasında hukuki işbirliğinin
önemine değindi.
2 günlük Kosova
ziyaretini
tamamlayan Türkiye
Adalet
Bakanı
Ahmet
Kahraman,
Kosova temasları çerçevesinde,
Kosova Meclis Başkanı Jakup
Krasniqi ve Başbakan Hashim
Thaçi tarafından da kabul edildi.
Türkiye’nin Priştine Büyükelçisi
Songül Ozan’ın da katıldığı
görüşmelerde Kahraman Kosova
Kamu Yönetimi Bakanı Mahir
Yağcılar ile de biraraya geldi.
17
18
paradigma/haziran 2011
Haber Analiz
Balkanlar Daha Fazla Bölünebilir Mi?
Paradigma
tarafı Kosova’nın bölünmesini gündeme getirdi. Kosova sert tepki verdi. Kosova kökenli
“ Sırbistan
Sırp İçişleri Bakanı İvica Daçiç, Kosova’nın Sırbistan ile Arnavutluk arasında paylaşılması
gerektiğini ileri sürdü. Kosova Başbakan Yardımcısı ve müzakereci Edita Tahiri ise, konuyu eski
Sırp hegemonyasının bir düşünce ürünü olarak değerlendirdi.
”
Kosova’nın bölünme fikri veya Arnavutluk’la birleşme fikri
zaman zaman çeşitli çevrelerce işlense bile, doğuracağı
sonuçlar dikkate alınınca sert tepkiler ile karşılaşıyor.
Eski Yugoslavya’nın dağılım sürecinde ortaya atılan
ve bugüne kadar ihlal edilmeyen ilkelerden biri olan
sınırların değişmezliği konusu ihlal edilirse bir domino
etkisi yaratmasından korkuluyor. Öte yandan tek etnikli
homojen devletler kurma hayali devam ediyor.
Kosova ile diyalog sürecinde Sırbistan tarafının
müzakerecisi Borko Stefanoviç, Kosova’nın ortaya
koyduğu tek taraflı bağımsızlık ilanının, Belgrat tarafından
kabul edilmesini beklemesinin Sırbistan açısından çok
geçerli olmadığını ifade ederek, karşı tarafın da çözüm
odaklı düşünmesi gerektiğini ve Sırp tarafı olarak
Kosova’nın bölünmesi dahil her konuyu müzakere
etmeye hazır olduklarını dile getirdi. Stefanoviç’in bu
açıklaması, aynı zamanda Kosova kökenli olan Sırbistan
İçişleri Bakanı İvica Daçiç tarafından daha da ileri
boyuta götürülerek, Kosova’nın Arnavutluk ile Sırbistan
arasında paylaşılmasının mantıklı olduğu iddia edildi.
Kosova Defteri Kapanmıştır
Sırbistan tarafından yapılan bu açıklamalara Kosova’dan
tepkiler geldi. Başbakan Hashim Thaçi, Sırp üst düzey
liderleri tarafından gündeme getirilen Kosova’nın
bölünmesi ve Arnavutluk’la paylaşılması fikrine sert
tepki gösterdi. Thaçi, 1 Haziranda düzenlenen hükümet
toplantısında son günlerde gündemde tutulmaya çalışılan
Kosova’yı bölme konusuna son noktayı koymak üzere
sert ve net açıklamalar yaptı. Başbakan Thaçi, “Tekrar
vurgulamak gerekir ki Kosova hiçbir durum ve hiçbir
bedel karşılığında bölünemez; toprak değiş tokuşu veya
paylaşımı yapılamaz; sınır değişikliği olamaz” diye
konuştu.
Mitroviça’nın kuzey bölgesine bir özerkliğin verilmesinin
söz konusu olamayacağını ifade eden Thaçi, mümkün
olan tek şeyin tüm etnik toplulukları kapsayacak
entegrasyon olduğunu dile getirdi. Kosova’nın
bağımsızlığı, elde edilebilecek minimum bir değer
olduğuna dikkat çeken Thaçi, Belgrat yönetiminin, kuzey
Haber Analiz
paradigma/haziran 2011
Sırp Hükümeti Bölme Politikaları
Olmadığını Duyurdu!
Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga Polonya’da düzenlenen Orta Avrupa Liderleri
Zirvesi’ne giderken açıklama yaptı.
Jahjaga: “Kosova bu duruma
kendi halkının iradesi ve
uluslararası toplumun desteği
ile gelmiştir. Sınırlarda
değişiklik asla olmayacak”.
Mitroviça’daki Sırplara, Kosova
vatandaşı olduklarını anlatması ve
başkentlerinin Priştine olduğunu
bilmesi gerektiğini belirtti.
Thaçi ancak Kosova’nın özellikle
kuzeyinde
yaşayan
Sırpların,
bağımsızlıktan bu yana 3 yılın
geçmesine rağmen bölge ile
entegre olmayı reddedip, Sırbistan
anayasasına göre yapılanmalar
içine girmekte, paralel kurumlar
oluşturmakta ve Kosova’nın hukuki
yapısını tanımamakta direndiklerine
dikkat çekti.
Bölünme
Sırplar
Gündeme Getirildi
Tarafından
İlk olarak Sırp müzakereci Borko
Stefanoviç, bölünme iddiasını dile
getirmişti. Sırbistan İçişleri Bakanı
İvica Daçiç, konuyu genişletti
ve realitenin bölünme olduğunu
söyledi. Daçiç, bunu Priştine’nin de
talep etmesi gerektiğini ifade ederek,
savaş sırasında bu bölünmeyi
gerçekleştirmek istediklerini ama
başarılı olunamadığını ileri sürdü.
Kosova’nın Sırbistan ve Arnavutluk
arasında bölünmesinin en uygun
çözüm olacağını dile getiren
Daciç, Bosna Sırp Cumhuriyetinin
de Sırbistan’a bağlanmasını istedi.
Daçiç, “Bosna Sırp Cumhuriyeti
yarın bir referandum ile Bosna
Hersek’ten kopma kararı alırsa
ne olacak? Bunlar aynı milletin
insanları…” diye konuştu. Daçiç’e
göre Sırbistan’ın en büyük hatası,
Kosova’nın paylaşılması konusunun
baştan beri Arnavutluk ile müzakere
edilmiş olmaması…
Bölünme Asla Olmayacak!
Öte yandan Kosova Cumhurbaşkanı
Atifete
Jahjaga,
Kosova’nın
bugün geldiği durumun ve elde
ettiği konumun, Kosova halkının
iradesi ve uluslar arası toplumun
desteği ile oluştuğuna dikkat
çekerek bu yapının hiçbir şekilde
bozulmayacağını söyledi. İtalya’nın
başkenti Roma’da “çok etnikli şehir”
adı altında düzenlenen uluslar arası
bir konferansa katılan Jahjaga,
Kosova’yı
oluşturan
iradenin
demokratikleşme yolunda gittiğini,
tüm etnik, bireysel ve kolektif hakları
içerdiğini dile getirerek bölünmeye
karşı net olarak hayır mesajını verdi.
Sırbistan ile yapılan diyalogun
müzakerecisi Başbakan Yardımcısı
Edita
Tahiri
ise
“Bölünme,
müzakerelerin konusu değil ve asla
olmayacak” diyerek Sırp tarafının
dile getirmeye çalıştığı bu görüşü
eski Sırp hegemonyacı görüş olarak
niteledi.
Kamuoyunda yapılan tartışmaların
ardından
Sırbistan
hükümeti,
Kosova’nın bölünmesi konusunda
bir açıklama yaptı. Sırp hükümeti,
Kosova’nın bölünmesi konusunu
hiçbir zaman gündeme almadıklarını
ve
görüşmediklerini
açıkladı.
Politikacıların kişisel görüşlerini
açıklamalarını engellemeyecekleri
ifade edilen açıklamada, Belgrat’ın
gündeminde bölünmenin olmadığı
duyuruldu.
Sırp
hükümeti,
Kosova’yı kendi anayasal düzenleri
çerçevesinde korumaya yönelik
politika yürüttüklerini ileri sürdü.
Balkanlar daha fazla bölünebilir
mi?
Altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden
oluşan eski Yugoslavya’nın içinden
7 ülke çıktı. Hala bölünme riski
olan bölgeler mevcut. Sadece
ülkelerin değil, milletlerin de iç içe
geçtiği Balkanlarda her bölünmenin
ardından yeni kutuplar oluşuyor. Bu
yüzden Balkanlarda etnik temelli bir
bölünmenin sonuç getirmeyeceği
üzerinde duruluyor. Ancak zaman
zaman etnik temelli bölünme
tezlerini ortaya atan kurum veya
bilim adamları da mevcut.
Kosova’nın tek taraflı olarak
bağımsızlık ilanı ve ardından
uluslararası
toplumca
kabul
edilişlerinde her daim Kosova’nın
kendine münhasır bir uygulama
olduğu ve başka ülkeler için emsal
teşkil etmeyeceği dile getirildi.
Ancak Kosova’yı örnek gösterip
bölünme eğilimleri gösteren bölgeler
veya hareketler de yok deği
19
20
paradigma/haziran 2011
Makale
Balkanların Fethinden Bugüne Kosova
Sultan Murad Hüdâvendigâr Türbesi
Neval Konuk
Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesi, makam türbesi olarak
Priştine-Vıçıtırn yolunun sağ tarafında, Priştine’den
6km. uzaklıkta, Sultan Murat Hüdâvendigâr’ın Kosova
Ovasında şehit olduğu yerde inşa edilmiştir. Türbenin,
ilk olarak Yıldırım Beyazıt döneminde inşa edildiği
tahmin edilmektedir.
Osmanlıların Balkanlardaki durumunu tayin edecek
Kosova Savaşı, Sırp kaynaklarına göre 20 Haziran
1389’da, bizim kaynaklarımızda ise 10 Ağustos 1389
Salı günü (hicrî 16 Şaban 791) yapılmıştır. Hoca
Sa’deddin ve Hayrullah Efendi bu tarihi 27 Ağustos
olarak vermektedirler.
Ordunun sağ kolunda Kütahya ve Hamid Sancak
Beyi Bâyezid kumandasında Rumeli Beylerbeyisi
Kara Timurtaş Paşa, Evrenos Bey ile diğer tecrübeli
kumandanlar, sol kolda ise Karesi Sancak Beyi Yakub
Çelebi kumandasında Anadolu Beylerbeyisi Saruca
Paşa ile Germiyan, Hamid, Teke, Menteşe ve Aydın
kuvvetleri yer almakta idi. Merkezde ise padişah
bulunuyordu. Ayrıca ordunun sağ ve sol kanatları
önüne biner okçu konulmuştu. Veziriazam Ali Paşa,
Pâdişah’ın yanında yer almıştı.
Savaşa katılan tarafların kuvvetlerinin sayısı hakkında
kaynaklarda kesin ve ittifakla kaydedilen bir rakama
rastlanmamaktadır . Ancak, Osmanlı kaynakları
düşman ordusunun çok kalabalık olduğunu ifade
ederler. Hoca Sa’deddin, Bosna, Macar, Eflâk,
Arnavud, Boğdan, Slav kavimlerinin, Sırplarla
anlaşarak iki yüz bin kişilik bir ehl-i salib ordusu
olduklarını belirtir . Neşrî’de daha mübalağlı rakam
olarak düşman ordusunun üç yüz bin kişi olduğunu
kaydeder .Müneccimbaşı ise, her iki ordunun asker
sayısını değişik bir benzetmeyle şöyle ifade eder:
“Küffâr ordusu bu büyük kalabalıkla savaş yerine
vardı. Müslümanlar bu orduya karşı siyah bir sığırın
vücudundaki nokta kadar olan beyaz bir benek misali
idiler”.
Hammer de düşman ordusunun Osmanlı ordusundan
kat kat fazla olduğunu belirterek Sultan’ın bundan
dolayı endişeye kapıldığını kaydeder . Neşrî ve
Müneccimbaşı da bu endişeden söz ederler .
Oruç Bey’in Osmanlı ordusunun (60.000) altmış
bin kişiden ibaret olduğunu kaydetmesi, Hoca
Makale
paradigma/haziran 2011
bıçaklandığı
yerde
şehid
olduğunu, devlet erkânı tarafından
çadıra çağrılan Bayezıd’ın tahta
çıkarıldığını yazmaktadır .
Sultan Murad Hüdâvendigâr’ın
Sırp Miloş Obiliç tarafından şehid
edilmesi üzerine cesedi tahnid
(ölüyü bozulmaması için belirli
formül dahilinde ilaçlama) edilerek,
Bursa
Çekirge’de
yaptırmış
olduğu türbesine defnedilmiştir .
İç organları ise, vefat ettiği yerde,
oğlu Yıldırım Bayezıd tarafından
inşa edilen ilk türbeye gömülmüştür.
Sa’deddin’in düşmanın sayısı için
verdiği 200.000 rakamını doğrular
niteliktedir. Solak-zâde de düşman
ordusunun İslâm ordusunun beş
misli olduğunu belirtir ve bu
konuda bir rakam vermez .
Sultan Murad’ın savaştan önce
Allah’a yakarışı ve ettiği dua,
Mehmed Neşrî Efendi’nin Kitab-ı
Cihan-Numâ’sında
şöyle dile
getirilmiştir:
“Murad Hân Gazi, herkes yattıktan
sonra abdest aldı. İki rek’at hâcet
namazı kıldı. Yüzünü toprak
üzerine koydu. O karanlık gecede
cân ve gönülden Hak Taâlâ
Hazreti’ne yakardı:
-İlâhi, dedi; bunca kerre hazretine
duâmı kabûl eyle. Bir yağmur verip
bu karanlığı ve tozu def’et. Âlemi
nûrânî kıl. Tâ ki kâfir leşkerini iyice
görüp yüz yüze cenk edebileyim.
Mülk ve kul senindir. Sen kime
istersen verirsin. Ben dahi bir
nâçiz kulunum. Benim fikrimi ve
sırlarımı sen bilirsin. Mülk ve mal
benim maksûdum değildir. Buraya
mülk ve kul için gelmedim. Hemen
hâlis ve muhlis senin rızânı isterim.
Yârab! Beni bu Müslümanlar’a
kurbân eyle. Tek bu mü’minleri
küffâr elinde mağlûb edip helâk
eyleme. Yâ İlâhî, bunca nüfûsun
katline beni sebeb eyleme. Bunları
mansûr ve muzaffer eyle. Onlar için
ben cânımı kurbân ederim. Tek sen
kabûl eyle. Askerim için teslîm-i rûh
etmiye râzıyım. Tek bu mü’minlerin
ölümünü bana gösterme. İlâhî, beni
civarında mihmân edip, mü’minler
uğruna beni fedâ kıl. Evvvelce beni
gazi kıldın, şimdi şehâdet nasîb et!
Çünkü Sultan Murad Gazi bu
resmile baş açıp yüz yere koyup
duâ kıldı, Hak Sübhânehu Taâlâ
duasın müstecâb kıldı. Hemân
gökyüzünü bir bulut çevirdi.
Yağmur,
gökyüzünü
rahmete
boğdu . ”
Türk
ordusunun
gösterdiği
kahramanlık ve savaş planın
mükemmelliği sayesinde üstün
düşman kuvvetleri bozuldu . Sekiz
saat süren savaştan sonra, düşman
tam bir bozguna uğradı.
Savaş sonrasında Sultan Murad
galibiyet şükranesi olarak, savaş
meydanını
dolaşıp
otağına
gelirken, bazı kaynaklarda yaralı
bir Sırp asilzadesi olan Miloş Obiliç
(Kabiloviç), bazı kaynaklarda
ise Miloş adlı bir Sırp asilzâdesi
tarafından, henüz savaş bitmeden
Müslüman olduğu bahanesiyle,
padişaha yaklaşıp at üzerinde iken
zehirli bir bıçakla hançerlendiği
kayıtlıdır . Miloş, hükümdarın
çevresindeki askerlerce o esnada
yakalanarak parçalanmıştır. Buna
karşılık Sultan Murad ağır yaralı
olmasına rağmen savaşı sonuna
kadar idare etmiş, öleceğini
anlayınca da büyük oğlu Şehzâde
Bayezıd’ı çağırıp, devlet erkânının
da tasvibiyle hükümdarlığı ona
bırakmıştır.
Neşrî,
padişahın
Meşhed-i
Hüdâvendigâr
Türbesi’nin
orijinal
hâlini
bilmiyoruz. Rumeli’nin bir çok
yerinde görülen fetih-şehidlerinin
türbeleri gibi dört paye üzerine
atılmış dört kemerden ve bunlara
oturan bir kubbeden ibaret açık
bir türbe olması pekala ihtimal
dahilindedir . Dört payeye oturan,
dört kemer tarafından taşınan bir
kubbenin örttüğü bu açık türbe,
sonraları kemerlerin aralarının
doldurulması suretiyle dört köşe bir
türbe hâline getirilmiştir.
Ancak
farklı
dönemlerde,
yapının değişik onarımlardan
geçtiği bilinmektedir. Türbe, ilk
olarak Melek Ahmet Paşa’nın
Rumeli Beylerbeyliği döneminde,
17.yüzyılın ikinci yarısında geniş
çaplı bir onarımdan geçmiştir.
1660 yılına doğru Evliya Çelebi,
Sadrazam Melek Ahmed Paşa’nın
yanında olarak türbeyi ziyaret
ettiklerinde, türbenin bakımsız ve
harabe durumunu görürler . Evliya
Çelebi’nin tavsiyesi üzerine Melek
Ahmed Paşa civardaki Müslüman
halkına iki kese kuruş (1000 akçe)
vermiş ve türbenin temizlenmesi
için getirttiği reâyaya, bir hafta
içinde, yüksek bir duvarla büyük bir
kapı yaptırtmış ve yüzlerce çeşitli
meyve fidanı diktirtmiştir. Ayrıca
bir kuyu açılmış, türbeye bakmak
için ailesiyle burada oturacak olan
bir türbedar ve yeni kurulan vakfı
denetlemek için civardaki yerlerde
bulunan ileri gelen kişilerde nâzır
olarak atanmışlardır. Bu tarihten
sonra türbe, birkaç kez yine
ihmale uğramışsa da, zaman
21
22
paradigma/haziran 2011
Makale
zaman küçüklü büyüklü onarımlar
görmüştür .
1848 yılında türbe esaslı bir şekilde
onarılmış ve Sultan Abdülmecid
(1839-1861)’in bir beratı ile
aslen Buharalı olan Hacı Ali 300
kuruş maaşla türbedar olarak
atanmıştır . Bugünkü türbedar,
Fahri Türbedar’da bu soydan
gelmektedir.
Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesi’ni
ziyaret edenlerin dinlenme ve
barınmalarını sağlamak amacıyla
Sultan II.Abdülhamid’in vermiş
olduğu emir üzerine ‘Selamlık
Binası’ olarak anılan iki katlı yapı,
1896 yılında tamamlanmıştır.
Ayrıca türbenin bitişiğinde bir camii
yapılması için Priştine sancağı
mutasarrıfı Mustafa Rükneddin
Bey’in, II.Abdülhamid’in iradesini
elde etmek için yetkili mercilere
başvurmuşsa
da
müsaade
alamadığı
anlaşılmaktadır
. 1906 yılında ise I.Murad
türbesiyle bitişiğinde bulunan
‘Selamlık Binası’nın 28.065 kuruş
sarfiyle onarımı yapılmış
ve
II.Abdülhamid’in tahta çıktığı 1
Eylül tarihinde törenle açılmıştır.
Türbe daha sonra, 1909 tarihli
tamir kitabesinden de anlaşıldığı
üzere, Sultan Reşad’ın 16 Haziran
1911’deki
Kosova’yı
ziyareti
sırasında onarımdan geçmiştir .
Türbede top atışları ile karşılanan
Sultan, Balkanların Kâbe’si sayılan
Meşhed-i Hüdâvendigâr’ı ziyaret
eder . Ziyaretten önce Kosova
Ovası’nda 20 bin veya 100bin
kişi olarak tahmin edilen kalabalık
bir toplulukla namaz kılınmış, özel
olarak yapılan minberde Manastırlı
İsmail Hakkı Efendi vaaz vermiş ve
padişah beyannamesi okunmuştur .
Ziyaret dolayısıyla türbe onarılmış,
avlusu kesme taşla döşenmiş, yeni
bir çeşme yaptırılmış, türbenin
bugünkü tamir kitabesi konulmuş
ve avluya Reşadiye Medresesi’nin
temeli atılmıştır.
Türbenin onarımına başlanıldığı
1911 yılında Kosova bölgesinin
ileri gelenleri, Sultan Murad’ın
şehid edildiği günün, millî gün
olarak ilan edilmesi ve her yıl
bütün
Osmanlılar
tarafından
bu
tarihte
türbenin
ziyaret
edilmesini sağlamak için girişimde
bulunmuşlardı . Ancak, bir yıl sonra
çıkan Balkan Savaşı, bu girişimin
gerçekleşmesini engellemiştir.
1912 yılında meydana gelen
Balkan Savaşı’ndan sonra türbenin
bakımını
Sırbistan
Hükümeti
üzerine alır. 14 Mart 1914
tarihinde İstanbul’da Türkiye ve
Sırbistan arasında imzalanan
barış antlaşmasının 10.maddesi
gereğince, türbenin bakımı ve
onunla ilgili masraflar, Türk
Hükümeti tarafından karşılanacaktı
. Ancak, kısa bir süre sonra
1.Dünya Savaşı patlak verince,
İstanbul Antlaşması da yürürlükten
kaldırılır. 1.Dünya Savaşı sırasında
olduğu gibi, 2.Dünya Savaşı
sırasında da işgal kuvvetleri
tarafından türbede bulunan bütün
eşyalar yağmalanır . Türbe,
2.Dünya
Savaşı’ndan
sonra
Yugoslavya Devleti tarafından
himaye altına alınmış ve 196061 yıllarında esaslı bir şekilde
onarılmıştır.
Türbe, dört sütuna oturan üstü
kubbeli sundurması olan; kare
planlı, kubbe ile örtülü bir yapıdır.
Tamamen kesme taştan inşa
edilen türbede; biri pencerelerin
alt sövesinin altında, diğeri çatı
hizasında olmak üzere iki silme
çepeçevre yapıyı çevirmektedir.
Türbenin, kübik kütlesinin üzerinde,
kesme taştan sekiz köşeli bir
kasnak yer almaktadır. Kurşunla
kaplı kubbenin üzerinde, hilalli
bir alem bulunmaktadır. Yuvarlak
kemerli kapı sundurması, kemerler
ve sütun başlıkları Meşrutiyet devri
üslûbundadır. Bununla birlikte
Sultan Reşad’ın türbeyi ziyareti
esnasında çekilen fotoğraflarda
(Resim-1), sundurmada ki kemer
aralarının camekanlarla kaplı
olduğu ve kemer köşelikleri
üzerinde kalemişi süslemelerin
olduğu açıkça görülmektedir.
Türbenin iç duvarları beyaz
renkle badanalıdır. Kubbe içi ve
kasnağında kalemişi süslemeler
yer almaktadır. Düz yeşil renkli
pûşîdeyle
örtülü
sanduka,
kalebodurdan yapılmış bir platform
üzerinde yükselmektedir. Türbenin
zemininin döşemesinde ise; çeşitli
halılar kullanılmıştır.
1990’lı yıllarda T.C. Kültür
Bakanlığı
tarafından
yapılan
onarımda: türbe duvarlarına rast
gele asılmış bulunan tablo, pano
ve halı parçaları kaldırılmış;
yanık türbe sanduka örtüleri;
baş kısmındaki Arnavut fesi
alınmış; sanduka civarındaki kilise
şamdanları kaldırılmış; harap
vaziyetteki avize sökülmüş; türbe
başucundaki bağış köşesi dip
köşeye taşınmış; yaklaşık yirmi beş
yıldır boya-badana yapılmamış,
türbenin iç duvar yüzeyleri (kubbe
kasnağına kadar olan kısımların)
Makale
sıva tamirleri yapılmak suretiyle
Horasan harcı rengine boyatılmış;
Türkiye’den getirilen kumaş ve
örtülerle
sanduka
kaplanmış;
Arnavut fesi yerine, Konya’da
yaptırılan, dönemin Osmanlı Sultan
kavuğu konulmuş; sandukanın
dört köşesine Osmanlı üslubunda
yapılmış yüksek boylu şamdanlar
yerleştirilmiş; sandukanın güney
ve kuzeyine ahşap oymalı rahleler,
Kur’an’ı Kerim’ler ve tesbihler
konulmuş; türbe ziyaretçi defteri
ve bu amaçla kullanılan ahşap
kürsü sandukanın ayak ucuna
alınmış; türbedeki otantik havayı
bozan tül ve kumaş perdelerle,
kornişler, yerlerdeki koyun postları
kaldırılarak tekke görünümüne son
verilmiş; türbe, bekçi kulübesi ve
türbedar evinin tüm kırık camları
değiştirilmiştir.
Türbenin giriş kapısı üzerinde
yer alan kitabe, talik hatla üç
satır olarak ve iki sütun hâlinde
yazılmıştır. Kitabe, türbede 1909
yılında yapılan tamire aittir.
120x20cm.ölçülerinde
olan
kitabenin manzum tarihinin şairi
Şefket’tir. Kitabede ebced hesabıyla
verilen tamir yılı, ‘ta’zim eyleriz’
cümlesiyle verilmektedir. Ebced
hesabıyla, bu cümle hicrî 1327/
milâdî 1909 yılını göstermektedir.
Kitabeden türbenin Sultan Reşad’ın
türbeyi ziyaretinden iki sene önce
tamir geçirdiği anlaşılmaktadır.
Tamir kitabesinin transkripsiyonu
şu şekildedir:
“Pek harap olmuş idi türbe-i Şah-i
Murad
Emrü ferman eyledi tamirini Sultan
Reşad
Bir zafer tarihini yad ettiren millete
Ruh-i pâk-i şad eden âlî himmete
Arz edüp bu cevher-i tarihi ta’zim
eyleriz
Meşhedin ihyasını (Şevkat) sa’adet
bekleriz . ”
(Hicrî 1329 / Milâdî 1909)
Türbenin
haziresinde
Hafız
Mehmed Paşa ile Rifat Paşa’nın
mezarları
bulunmaktadır.
Avlunun içinde giriş kapısının
tam karşısındaki duvar da Sultan
Reşad’ın bir çeşmesi, bir de dış
paradigma/haziran 2011
üstlerinde başlık taklidi süslemeler
bulunmaktadır.
duvar yüzeyinde Ali Hacı (Selamlık)
çeşmesi yer almaktadır.
Sultan Murad Selamlık Binası,
Sultan Murat Hüdâvendigâr’ın
türbesi avlusunda 1896 yılında inşa
edilmiştir. Yaptığımız incelemede
Türbede, Sultan Abdülaziz’in
beratıyla maaş karşılığı türbedarlık
vazifesi verilen Buharalı Hacı Ali
ailesi, günümüzde de bu görevini
devam ettirmektedir ve selamlık
binasında kalmaktadırlar. Yapının
günümüzde acil onarıma ihtiyacı
bulunmaktadır. Selamlık Binası
üzerinde herhangi bir kitabe yer
almamaktadır.
Sultan Murad Türbesi haziresin
de Hafız Mehmed Paşa ile Rifat
Paşa’nın lahit şeklinde mezarları
yer almaktadır. Mezar taşları,
oldukça bakımlı durumdadır. Hafız
Mehmed Paşa Mezarı, Sultan
Murat Hüdâvendigâr’ın Kosova
Ovasındaki makam türbesi haziresi
batı köşesinde yer almaktadır.
Mermerden ve lahit şeklinde olan
Hafız Mehmed Paşa mezarı, taban
mermeri ile 15cm. yükseklikteki
bir kaide üzerinde bulunmaktadır
. Mermer lahtin her yüzeyinde,
taş işçiliği süslemeler mevcuttur.
Mezarın üstü, yatay mermer taşıyla
örtülüdür. Mezarın dörtgen kaide
üzerinde yükselen baş ve ayak
taşları silindir şeklindedir. Her
iki taşın üst bölümlerinde güzel
işlenmiş, çiçek motifleri yer alırken,
Mezar taşının kitabesi, mermer
üzerine sülüs ile yazılıdır. 16
satırdan oluşan kitabe, 103x33cm.
ölçülerindedir. Manzum tarihin
şairi Muhtar’dır. Hafız Mehmed
Paşa
Mezarı’nın
kitabesinin
transkripsiyonu şu şekildedir:
“Allah –Bâkî
Hafız-ı lafz-ı dilârâ-yı kelam-i ezelî
Kosova vali vâlâsı Mehmed Paşa
Dinine devletine padişah-ı zîşana
Sıdk ile hizmete say’eyler idi subh
ü meşâ
Nûr-i iffet mütecelli idi dîdârından
Pertev-i sıdk ü salâh idi yüzünden
peyda
Hangi bir memlekette olmuş idiyse
me’mur
Ol yeri eyler idi adi ile ma’mure
sera
Namını hayr ile ibka ederek
âlemde
Akibet eyledi gülzâ-ı na’îmi me’va
Geçme, bir Fatiha kıl ruhuna yahu
ihda
Rahmetullahi aleyhi ve ala ehl-i
beka
Sevdiğim zât idi Muhtar dedim
tarihin
“Azim-i bezm-i bihişt oldu Mehmed
Paşa
Sene 1321”
(Milâdî 1903 ).
Rifat
Paşa
Mezarı,
Sultan
Murat Hüdâvendigâr’ın Kosova
Ovasındaki
makam
türbesi
haziresi güneybatı köşesinde yer
almaktadır. Lahit şeklinde olan Rifat
Paşa mezarı, 50cm. yükseklikteki
kesme taştan bir kaide üzerinde
bulunmaktadır. Mezarın üstü,
yatay mermer taşıyla örtülüdür.
Mezarın baş ve ayak taşları silindir
şeklindedir. Taş işçiliğiyle, güzel
işlenmiş bir vazo içinden yükselen
bu taşlar, alt kısımlarda dar
olurken, yukarıya doğru gittikçe
genişlemektedir.
Mezar taşının kitabesi, mermer
üzerine
sülüs
ile
yazılıdır.
10 satırdan oluşan kitabe,
130x35cm. ölçülerindedir. Rifat
Paşa
Mezarı’nın
kitabesinin
transkripsiyonu şu şekildedir:
“Lâ ilâhe illallâh
Muhammeden Resulallah
23
24
paradigma/haziran 2011
Mukaddema Silistre baş
Kumandanı olup muahharen
Sofya
Ordu-yu
Hümâyunu
kumandanı
İken Priştine’de irtihal-i
dar-i bekâ eden efahim-i müşiran-ı
kirâm-ı maal-i ittisamdan
Rifat Paşa’nın ruhuna Fatiha
Fî 22 Cemaziye’l-ahir Sene 1276”
(Milâdî 1859 ).
Sultan Murad (Ali Hacı) Selamlık
Çeşmesi, türbenin arkasında yer
alan Selamlık binası avlusunda
yer almaktadır. Çeşme, Yakovalı
Ali Hacı tarafından Hicrî 1316 /
Milâdî 1898’de inşa ettirilmiştir.
Çeşmenin, ön yüzü mermerden inşa
edilmiştir. Tek lülesi olan çeşmenin,
kurnası betondur. Lüle, kitabe
üzerinde bulunmaktadır. Kitabe
üzerinde bulunan niş üzerinde,
saksı içerisinden uzanan dallar yer
almaktadır. Kitabe ortasında da
bitkisel bir süsleme bulunmaktadır.
Türbeyi ziyaretimizde, çeşmenin
gayet bakımsız durumda olduğunu
gördük.
Çeşmenin kitabesi, mermer üzerine
sülüs ile yazılıdır. Kitabe, 40x28cm.
ölçülerindedir
.
Çeşmenin
kitabesinin transkripsiyonu şu
şekildedir:
“İhtiyacata muvaffak âsâr-ı hayriye
vücuda getirmekle
temeyyüz eden Priştine’de Yakovalı
tüccar Ali Hacı bu mevki-i
mukaddeste susuzluktan çekilen
müşkülatı
ref ile meslek ve ordu-yu celi-i
hilafet penahiye
muvaffak harekette bulunmuş ve
Hüdâvendigâr Gazi
hazretlerinin ruhuna şad etmiş
olduğundan dolayı
“Hayr” ile yad olunsa sezadır
sene 1316”
(Milâdî 1898).
Sultan Reşad Çeşmesi, türbe avlu
girişinin hemen arkasında, duvara
bitişik olarak. Hicrî 1329/Milâdî
1911’de Sultan Reşad tarafından
inşa ettirilmiştir. Çeşmenin, tamamı
mermerden inşa edilmiştir. Tek
lülesi olan çeşmenin, kurnası
mermerdendir. Lüle, kitabenin
altında bulunmaktadır. Çeşme,
duvara dayalı bir ayna taşından
oluşmaktadır. Ayna taşının her iki
tarafında dörtgen şeklinde birer
sütunu ve üstünde de yarım dairevi
şeklinde bir üst nişi vardır. Türbeyi
ziyaretimizde, çeşmenin çalıştığı
gözlemlenmiştir.
Çeşmenin kitabesi, mermer üzerine
sülüs ile yazılıdır. Kitabe, 38x20cm.
ölçülerindedir . Kitabenin manzum
şairi Şefket’tir. Kitabedeki son
satırdan ebced hesabıyla çeşmenin
inşa tarihinin Hicrî 1329/Milâdî
1911 olduğu anlaşılmaktadır.
Bundan da çeşmenin Sultan
Reşad’ın Rumeli’yi ziyaretinden
iki yıl sonra inşa edildiği ortaya
çıkmaktadır.
Çeşmenin
kitabesinin
transkripsiyonu şu şekildedir:
“Şehriyar-ı zihimen şahin şah-ı âlî
nejat
Teşnigân-ı meşhed-i ab-ı keremle
kıldı şad
Eyledi ihya bu rana çeşmeyi Sultan
Reşad
Çıktı bir tarih-i Şevkat “feyzgah-ı
ittihâd”
sene 1329
(Milâdî 1911).
Sultan Murad Türbesi’nin son
restorasyonu ise, 26 Ağustos 2004
tarihinde Priştine’de imzalanan
“Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici
Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova
Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı)
Temsil Eden Kosova’daki BM
Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında
Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşması”
çerçevesinde
gerçekleştirildi.
Kosova’nın
başkenti
Priştine
yakınında 1389 yılında Osmanlı
ile Balkan milletleri koalisyonu
ordularının
çarpıştığı
Birinci
Kosova Meydan Muharebesi’nin
yapıldığı Kosova Ovasındaki Sultan
Murad Hüdâvendigâr Türbesi,
çeşmeleri ile Selamlık binasının
1 Mayıs 2005 - 31 Aralık 2005
tarihleri arasında Türkiye Diyanet
Vakfınca restorasyonu sırasında
gerçekleştirilen inşaat çalışmaları
bünyesinde ziyaretçiler için modern
tuvaletler ve türbeyi koruyan
türbedar ailesine ev yapıldı. Sultan
Murad Türbesi’nin aslına uygun
olarak onarılması için restorasyon
Makale
çalışmalarında 2 mimar, 1 inşaat
mühendisi ve 20 kadar usta ve
işçi görev yaptı. Türkiye Diyanet
Vakfı Genel Müdürlü¤ü tarafından
finanse
edilen
restorasyon
çalışmalarını, Mostar Köprüsü’nün
restorasyonunu gerçekleştiren Erbu
inşaat şirketi üstlendi. Restorasyon
çalışmaları sonunda Sultan Murad
Türbesi hak ettiği güzelliği ve tarihi
önemini yeniden kazanmıştır .
Yüzyıllar boyunca çeşitli bilginler ve
araştırmacılar tarafından incelenen
türbe, günümüzde Balkanlar’da
Türk varlığının önemli, tarihî
ve dinî bir sembolü hâlindedir.
Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesi,
Kosova dışında yaşayan Türkler ve
Müslümanlar tarafından da önemli
bir
ziyaretgâhtır.
Balkanların
kapısını 1389 yılında yapılan
Kosova Savaşı’nda iman ve bilek
gücüyle açan, Osmanlı ordusu
ile Sultan Murad’ın adaleti ve
kahramanlığı daha sonra diğer
milletler arasında destanlaşmıştır.
Tarihçilerin
çoğu,
O’nun
kumandanlığını yaptığı savaşları
ve karakteri üzerinde uzun uzadıya
durmuşlardır. Ünlü Osmanlı tarihi
yazarı Hammer’in Sultan Murad’la
ilgili sözleriyle yazımıza son
veriyoruz: “Murat’ın hayatı, takma
adları olan ‘Hüdâvendigâr’ve
‘Gazi’nin derin bir ifadesinden
ibarettir.
Cihad
yolunda
yorulmayan bir savaşçı, adaletli bir
hükümdardır”.
Makale
paradigma/haziran 2011
Kosova’da Coğrafi Adların Türkçe Yazılışları Hakkında
İsa Sülçevsi
PÜ Filoloji Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
[email protected]
Coğrafi ad, resmi ve özel kullanım için, yeryüzünde,
denizde, deniz altında ve yerküre dışında bir yeri,
detay ya da alanı yanılmaya mahal vermeden gösteren
adlara denir. Yazının başlığı ve bu tanımdan hareketle
Kosova’daki yerleşim yerleri, akarsular, dağlar, ovalar
ve diğer coğrafi yapıların Türkçe adlandırmaları üzerine
durulmaya çalışılacaktır.
Burada meselenin dil boyutu ön plana çıkarılıp özellikle
yer adlarının (toponimlerin) belli bir kıstasa uydurulması
yönünde bazı önerilere yer verilecektir.
Günümüz Kosova’sında soydaşlarımızın önemli bir
kısmı şehirlerde yaşamakta olup çağımızın getirdiği
kitle iletişim imkânlarından yararlanabilmektedir. Başka
dili konuşan insanlarla sosyal, ekonomik, idari ve siyasi
gereksinimlerden dolayı sürekli bir temas halindedir.
Bu olgu da ister istemez kültürel, sosyal, ideolojik ve
dilsel etkileşimi beraberinde getirmektedir. Bu etkileşim
sonucunda bazen farkında olmadan, bazen iletişimde
pratiklik sağlamak kaygısından, başka dili konuşanlarla
ortak iletişim kodlarını kullanmak isteyişinden
insanlarımızın dilinde bir standartsızlık görülmektedir.
Standartsızlık derken aynı olgu veya kavram için farklı
adlandırmaların kullanılması düşünülmektedir.
Sosyal varlık olan insanoğlu içinde yaşadığı insan kitlesi
tarafından kabul edilmeyi, itibar görmeyi, iletişim ve
ilişkide olmayı arzu etmektedir. Çok etnikli toplumlarda
bunu sağlamak amacıyla kendine ait bazı değerleri, en
azından kamusal alanda, ikinci plana itip ayrımcılıktan
etkilenmemeye gayret etmektedir. Bunu her bireyin aynı
ölçüde veya aynı şekilde yaptığını söylemek mümkün
değil; ancak bu olgunun varlığı aşikârdır. Kamusal
alandaki faaliyetler arttıkça bu alanda geçirilen sürenin
yanı sıra iletişim sıklığı da artmaktadır. Dolayısıyla bu
alanda daha çok vakit geçiren bir birey kendi özel
hayatında daha çok dinlenme ihtiyacı duyuyor. Bunun
sonucunda aile ortamında geçirdiği vakit azalırken
kendine ait değerlere eğilmeye, onlarla ilgilenmeye,
onları korumaya ve geliştirmeye vakti ve gücü azalıyor.
Bir başka deyişle Kosova’da yaşayan Türk topluluğu
mensupları Kosova toplumuna entegre olmaya gayret
ettiği kadar, anadilini koruma ve zenginleştirme yolunda
gayret sarf edemiyor (bu değerlendirmeyi entegrasyon
karşıtı tutum olarak ele almamak gerekir).
Türk toplumu Kosova’da uzun bir geçmişe sahiptir.
Bu uzun geçmişi süresince kamusal yaşamı paylaştığı
diğer millet ve dinlere mensup insanlarla kader ortaklığı
yapmış, Anadolu’dan getirdiği kültür zenginliği ile
günümüz Kosova kültürünün oluşmasına önemli katkılar
sunmuştur. Osmanlı idaresi zamanında Kosova’nın çeşitli
yerlerine yerleşen Türkler, kendi kültürlerini olduğu kadar
burada bulup beraber yaşadıkları insanların dillerini,
inançlarını, kültürlerini korumaya çalışmışlardır. Öyle ki
konumuz olan coğrafi adlara herhangi bir müdahalede
bulunulmamıştır. Bu olgu sade Kosova ile sınırlı değil,
Osmanlı Devletinin hüküm sürdüğü her yerde eski
coğrafi adların korunmasına özen gösterilmiştir.
25
26
paradigma/haziran 2011
Bunun
en
çarpıcı
örneği
Osmanlı Devletine başkent olmuş
İstanbul adının Kostantinopolis
> Stinpolis’ten gelmesidir. Tarih
kaynaklarından herkesçe bilindiği
üzere Kostantinopolis Kostantin
Şehri anlamına geliyordu. Balkan
ülkelerinde
yaşayan
milletlerin
çoğunda kişi adlarını kısaltarak
söyleme geleneği vardır. Dilbilim
literatüründe kısaltılmış ve samimiyet
ifade eden bu adlara hipokoristik
denmektedir. Örneğin Aleksandır
adının Sırpçadaki hipokoristiği Atso
(Aco), Saşa gibi söyleyişleri olup
Arnavutçada bu ad Lekë olarak
kısaltılmıştır. Bazı Avrupa dillerinde
de aynı ad Alex şeklini almıştır.
Kostantinopolis’teki
Kostantin
adının da hipokoristiği Stin şeklinde
olup Stinpolis zamanla bazı ses
değişimlerine uğrayarak İstanbul
şeklini almıştır.
Osmanlı Devleti tarafından kurulan,
geliştirilen yerleşim yerleri dışında
kalanların adları genel olarak
değiştirilmemiştir. Ancak Türkçenin
ses düzenine uygun söyleyiş şekilleri
benimsendiğinden bazen coğrafi
adlar önemli ölçüde değişikliğe
uğramışlardır.
uydurulmuş coğrafi adların son
veya son iki hecesinde belli kalıplar
oluşturmuştur. Öyle ki bu kalıplara
Türkçe karşılıklar uydurulmuştur.
Örneğin, Karlovats > Karlofça,
Ristovats > Ristofça örneklerinde
olduğu gibi son kısmı -ovats olan
yer adları Türkçeye -ofça uzantısıyla
geçmiştir. Benzer şekilde Slavca
-evo/-avo/-ovo uzantısıyla söylenen
yer adları Türkçede -ova uzantısıyla
söylenmiş
ve
yazılmışlardır.
Örneğin,
Soyevo>Soyova,
Yanyevo>Yanova, Radovo>Radova
gibi. Bundan başka -evats / -evtse
uzantısıyla biten yer adları Türkçede
-efçe uzantısıyla söylenmiştir. -(i)tsa
uzantısı da -(i)çe ile karşılanmıştır.
Kayıtlara bu şekilleriyle geçen
coğrafi adların buradaki Osmanlı
idaresi süresince anadili Türkçe
olanların arasında söyleyişinin
de aynı şekilde olması kuvvetle
muhtemel. Balkan Savaşlarından
sonra Osmanlı idaresinin son bulup
Türkçenin baskın dil konumundan
etkilenen dil konumuna düşmesinden
sonra coğrafi adların Slavca
söyleyişlerine bir yönelme olduğunu
biliyoruz. Bu olayın bazen bir dil
politikası çerçevesinde de kontrol
edildiği olmuştur. Geçen yüzyılın
80’li yıllarında Makedonya’da
Üsküp şehrine zorunlu olarak Skopje
dendiğini, hatta ünlü Makedonya
Türk şairi Necati Zekeriya’nın bir
şiirinin başlığı “Sana Ne Desek
Üsküp” iken “Sana Ne Desek
Skopje” şeklinde değiştirildiği bile
olmuştur.
Balkanlarda
ve
daha
dar
çerçevede Kosova’da Türkçenin ses
düzenini zorlayan coğrafi adlara
sıkça rastlanır. Osmanlı idaresi
çoğunlukla yerli halkın söyleyişini
esas alarak yer adlarını kayda
geçirmiştir. Arap alfabesiyle tutulan
bu kayıtlarda fonetik kurallara uygun
bir ünlü sistemi oturtulamamıştır.
Bunun dışında Türkçede karşılığı
olmayan kimi ünsüzlerin yerine
söyleyiş açısından yakın olanları
kullanılmıştır (ts>ç/sç). Ama çoğu
örneklerde kısmi bir ünlü uyumu
düzeni oturtulmaya çalışılmıştır. Bu
uyum Türkçenin ses düzeninden
kaynaklandığından kendiliğinden
ortaya çıkmıştır.
Etimolojisi Slavca olan veya son
söyleyiş şekli Slavca ses düzenine
Kosova’da
Türkçe
eğitim
yaygınlaşmaya ve Türkçe resmiyet
kazanmaya başladığı dönmelerde
yetişen aydınların önemli bir
kısmı bilim dili olarak Sırpçayı
benimsemişler bu dilden çeşitli
terimler aktarmaya başlamışlardır.
Bu etki coğrafi adların yazılış ve
söyleyişlerine de yansımıştır. Söz
gelimi Saraybosna şehrinin adı,
Sırpça Sarayevo olan şeklinden
Sarayova olarak uyarlanmıştı. Fakat
Makedonya’daki Ohri şehrinin
ismini ünlü uyumuna uydurma
kaygısıyla Ohru şeklinde yazıp
söyleyenler de az değildi.
1999 savaşı sonrası Kosova’da yer
adları konusunda ciddi bir keşmekeş
hâkim.
Arnavut
topluluğuna
mensup Kosovalı vatandaşlar aynı
Yer adlarının Osmanlı Devletinde
ve Türk kültüründe korunduğu ile
ilgili örnekleri çoğaltmak mümkün.
Kosova’daki yerleşim yerlerinin ve
diğer coğrafi adların korunduğunu
çeşitli
Osmanlı
kaynaklarında
görüyoruz.
Makale
şehir, kasaba veya köy için farklı
adları
kullanmaya
başladılar.
Hatta kullandıkları yer adlarına
göre vatandaşların siyasi parti
tercihini bile tespit etmek mümkün
oldu. Yerleşim yerlerine ad vermek
keyfi bir uygulama oldu. Bu olgu
basın organlarına da yansıdı.
Dahası resmi kurumlarda bile farklı
belgelerde yer adlarının farklı
şekilleri kullanılmaya başladı.
Slavca ses düzenine uydurulmuş
coğrafi
adların
Arnavutça
söyleyişlerinde de belli farklılıklar
vardır. Örneğin Vitina kasabası
Arnavutça
Viti
şeklinde
gösterilmektedir.
Tabi
coğrafi
adların kökeni ile ilgili herhangi
bir şey söylemek niyetinde değiliz.
Çünkü bu çalışmada durum tespiti
yapıp kimi verilere dayanarak öneri
sunmayı amaçlıyoruz.
Bu dönemlerde Kosova’da Türkçe
kitle iletişim araçlarının azlığına
karşın bu kurumlarda üretilen
haberlerde yer adlarıyla ilgili bir
çeşitliliğin olduğunu görüyoruz.
Arnavutçanın etkisinin hâkim olduğu
bu zamanlarda yer adlarıyla ilgili
sıkıntılar sadece Kosova’da yaşayan
Türklere has değildir.
Kosova’da
yer
adlarının
standardizasyonu
ile
ilgilenen
bir kurum olmadığından aynı
yerleşim yeri için iki farklı adın
kullanılmasının dışında, tek olarak
kullanılan adların yazılış ve
söyleyişlerinde de ciddi sıkıntılar
bulunmaktadır. Hâlbuki Kosova’nın
çok etnikli yapısı dikkate alınarak
bu meseleleri çözecek bir kurumun
bulunması gerekmektedir. Gerçi
Kosova’da 10 yıl süreyle Birlemiş
Milletler Geçici Yönetim Misyonu
UNMIK buradaki yerleşim yerlerinin
Arnavutça ve Sırpça adlarının
olduğu bir liste yayımlamıştı
ama bu listenin işin erbabı kişiler
tarafından hazırlanmadığı barizdir.
Nitekim Sırpça uzantısı -ovtse olan
yerleşim yerlerinin adları Arnavutça
ses düzenine uydurularak -oc (ots)
şeklinde gösterilirken köken olarak
aynı olan bir adın iki farklı şekilde
yazıldığını tespit ettik: Vërbicë e
Kmetovcit ve Kmetoc.
Öte yandan bu adların Türkçe
söyleyiş ve yazılışlarını belirleyen
Makale
paradigma/haziran 2011
herhangi bir kıstas belirlenmemiştir.
Coğrafi adlar meselesinin önemli
olduğu şüphesizdir. Bunun da
kurumsal bir şekilde çözülmesi
gerekir. Bu meselenin önemli
olduğunu gösteren en güçlü
argüman
Birleşmiş Milletler
Coğrafî Adlar Uzman Grubu
(UNGEGN)’nun varlığıdır. Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri tarafından
23
Nisan
1959’da
kurulan
UNGEGN, iki yılda bir, ayrıca
yaklaşık beş yılda bir gerçekleşen
BM coğrafi isimler standardizasyon
konferansından hemen önce veya
hemen sonra toplanır.
Bu mesele önemli olduğu kadar
yasal bir sorumluluktur da. Kosova
Cumhuriyeti
Anayasası
59.
Maddesi (5), (6), (8) ve (9) Fıkraları
gereğince
Kosova’da
yaşayan
topluluklar kamusal alanda kendi
dillerini, alfabelerini kullanabilir ve
topografya adlarının da Kosova’nın
çok etnikli yapısına uygun şekilde
gösterilmesi gerekmektedir. Bu
anayasal hükümler coğrafi adların
yazılış ve söyleyiş şekillerinin
önemli husus olduğunu göstermekte
olup, Kosova Devleti kurumları için
bağlayıcıdır.
Bu mesenlin kurumsal anlamda
çözüme kavuşturulmasını beklemek
Kosova Cumhuriyeti vatandaşı
olarak
anayasal
hakkımızdır.
Fakat bunu birilerinin gündeme
getirmesi gerekmektedir. Fakat
bu işler kurumsal anlamda bir
çözüme kavuşana dek topluluk
olarak ortak bir uzlaşma ile yer
adlarının yazılış ve söyleyişinde
bir standardizasyona gidebiliriz.
Her ne kadar Kosova’da yaşayan
Türk topluluğu Arnavutça ve Sırpça
biliyor olmasından söyleyişte zorluk
yaşamasa bile, yazılışta bu adların
Türkçenin ses düzenine uygun bir
şekilde gösterilmesi uygundur. Bu
konuda yukarıda sayılan örneklerle
ilgili
Osmanlı
kaynaklarında
benimsenen uzantı değişiklikleri
dikkate değerdir.
Sonuç olarak Kosova’da yer
adlarının yazılış ve söyleyişleriyle
ilgili
izlenecek
yollar
şöyle
sıralanabilir:
1.
Türk halkı içerisinde yazılışı
ve söyleyişi gelenekselleşmiş şekilleri
kullanmak;
2.
Çok yaygın olmayan yer
adlarını
Osmanlı
kayıtlarında
benimsenen
ses
düzenine
uyarlamak;
3.
Osmanlı
kayıtlarında
bulunmayan
yer
adları
için
Kosova Yerel Hükümetleri Yönetme
Bakanlığı, AGİT Kosova Misyonu,
Merkez Seçim Komisyonu (KQZ),
UNMIK kayıtları gibi kaynaklara
dayanarak Türkçenin ses düzenine
göre uyarlamak;
4.
Bir
önceki
maddede
Arnavutça ve Sırpça şekilleri
farklı olup Osmanlı kayıtlarında
bulunmayan ve halkımızca söyleyiş
ve yazılışı gelenek halini almamış
olan yer adlarından halkımızın
benimseyeceği şekli Türkçenin ses
düzenine göre uyarlamak.
Yer adlarıyla ilgili bu mesenlin
ele alınıp çözüme kavuşturulması
Kosova’da Türkçeye sahip çıkan
tüm şahıs, kurum ve kuruluşlar
için Standart Türkiye Türkçesine
yapılacak hizmetin yanı sıra,
Kosova Türklüğüne de önemli katkı
sunacaktır.
KAYNAKÇA:
1.
Başkan, Özcan, Bildirişim
– İnsan Dili ve Ötesi, Multilingual,
2003 İstanbul
2.
http://tr.wikipedia.org/
wiki/Birle%C5%9Fmi%C5%9F_
Milletler_Co%C4%9Frafi_
Adlar_i%C3%A7in_Uzmanlar_
Grubu (Erişim: 13.02.2011)
3.
ht tp://unstats.un.org/
unsd/geoinfo/geog%20names%20
final.pdf (Erişim: 13.02.2011)
4.
http://www.illeridaresi.
gov.tr/default_B0.aspx?id=95
(Erişim: 13.02.2011)
5.
h t t p : / / w w w .
unmikonline.org/regulations/
unmikgazet te/03albanian/
A2004ads/ADA2004_23_annex.
pdf (Erişim: 13.02.2011)
6.
Kosova
Cumhuriyeti
Anayasası
7.
Kosova Vilayeti Salnamesi
1896, Rumeli Türkleri Kültür ve
Dayanışma Derneği Yayınları, 2000
İstanbul
8.
Osmanlı Arşiv Belgelerinde
Kosova Vilayeti, T.C. Başbakanlık
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,
2007 İstanbul
9.
Sezen, Tahir, Osmanlı
Yer Adları (alfabetik sırayla), T.C.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü Yayın Nu:21, 2006
Ankara
27
28
paradigma/haziran 2011
Makale
Ratko Mladiç’in Yakalanması: Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı
Dr. Erhan Türbedar
TEPAV Dış Politika Analisti
[email protected]
Sırp savaş suçlusu Ratko Mladiç’in tutuklandığına dair
haber eski Yugoslavya coğrafyasındaki bütün dürüst
insanları sevindirmiş olsa gerek. 1990’ların ilk yarısında
Hırvatistan ve Bosna-Hersek’te Sırbistan için savaşan
ve Sırplık uğruna binlerce insanın ölümüne neden olan
Mladiç, yaklaşık 16 yıllık bir aradan sonra Sırbistan’da
yakalandı. Mladiç Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza
Mahkemesinde (ICTY) soykırım, insanlığa karşı suçlar ve
savaş yasalarını ihlal etme suçlamalarıyla yargılanacak.
Mladiç’in yakalanması gecikmeli de olsa, adaletin
sağlanması bakımından önemlidir. Ancak Belgrad,
Mladiç’in geçmiş yıllarda nerelerde gizlendiğini, ayrıca
kimler tarafından desteklendiğini de aydınlatmalıdır.
Mladiç’in Yakalanması Neden Gecikti?
1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna savaşının
ilk ciddi sinyalleri, 14 Ekim 1991’de, Bosna-Hersek
meclisinde
yankılanmıştı.
Meclis
kürsüsünden
seslenen Bosnalı Sırpların lideri Radovan Karaciç,
“Bosna’yı cehenneme, Boşnakları ise yok olmaya
gönderebilecekleri” tehdidinde bulunmuştu. 11 Temmuz
1995’te ise, Bosnalı Sırpların generali Ratko Mladiç
kamera karşısında, “Türklerden intikam almanın zamanı
geldiğini” duyurmuştu. Aşağı yukarı bu iki açıklamanın
yapıldığı zaman aralığında Bosna’da yaşananlar,
insanlık tarihinin en karanlık sayfaları arasında yer
alıyor. Srebrenica soykırımı ise, 1992’nin ilkbaharında
Boşnaklar üzerinde başlayan kıyımın trajik finali oldu.
2008 yılında yakalanan Radovan Karaciç şu anda
ICTY’de yargılanıyor. Karaciç vakasına benzer bir
şekilde Sırp yetkililer, Ratko Mladiç’in Sırbistan’da
olduğuna dair suçlamaları yıllarca reddettikten sonra,
bu savaş suçlusunu ülkelerinde yakaladıklarını duyurdu.
Böylece, Mladiç’in hiçbir zaman tutuklanmayacağına,
kendisine adaletin önünde hiçbir zaman hesabın
sorulamayacağına dair efsane yıkıldı.
Geçmiş yıllarda Balkan medyasında, Mladiç’in Belgrad
sokaklarında serbest gezdiği, futbol maçlarında
göründüğü, hastaneye tedavi için gittiği ve buna benzer
haberlere rastlamak mümkündü. Haziran 2003’te
ise, Sırbistan silahlı kuvvetlerine ait bazı mensupların
Mladiç’i desteklediği ve Mladiç’le bilinen en son temasın
15 Mayıs 2002 tarihinde gerçekleştiği itiraf edilmiştir.
Ardından, Sırbistan ordusunun Kasım 2005’e kadar
Mladiç’e emeklilik maaşını düzenli yatırıldığı anlaşıldı.
26 Mayıs 2011’de akrabasının evinde yakalanmasının
ardından ise, Sırbistan yetkilileri, Mladiç’in 2005’in
sonlarına kadar başkent Belgrad’da yaşadığını itiraf etti.
Mladiç’in 2006’dan önce gerçekçi bir şekilde gizlenmeye
ihtiyaç duymadığı ortadadır. 2006’da ise Sırbistan
hükümeti Brüksel’in baskılarıyla Ratko Mladiç’in
yakalanması üzerine bir eylem planı geliştirip, 17 Temmuz
2006’da AB yetkililerine takdim etti. Bu tarihten sonra,
tutuklanabileceğinin ciddiyetini anladığı için, Mladiç’in
gerçekten gizlenmeye başladığı söylenebilir. Bu arada,
Bosna-Hersek’te yayımlanan “Slobodna Bosna” isimli
dergi Nisan 2010’da Mladiç’in Sırbistan’nın Zrenjanin
kenti yakınlarında gizlendiğini yazmıştı. O sıralarda bu
iddianın doğru olmadığını belirten Sırp yetkililerinin,
tam da bu bölgede Mladiç’i yakalamış olmaları dikkat
çekici oldu. Bazı analistlere göre, Ratko Mladiç Bosna’da
işlenen suçlar ile Belgrad arasındaki bağlantıyı
Makale
doğrudan kurduğu için, uzun süre
yakalanması için üzerine gidilmedi.
Günümüzde, geçirdiği hastalıklar
nedeniyle Mladiç’in güçsüz ve
yıpranmış hale geldiği, bu yüzden
artık ne kendine, ne de başka birine
zarar veremez durumda olduğu
belirtilmelidir.
Mladiç’in
yakalanmasının
zamanlamasına gelince, Sırbistan’ın
son üç yılın en ciddi siyasi krizini
yaşadığı belirtilmelidir. Ekonomik
iyileşmenin sağlanamamış olması
yüzünden halkta memnuniyetsizlik
arttı, ayrıca koalisyon hükümetinde
çatlaklar oluştu. Mevcut durumdan
istifade etmeye çalışan muhalefet
ise erken seçim yoluyla iktidar
olma çabasına girdi. Kamuoyu
yoklamaları, halkın beklentilerine
cevap veremeyen iktidar partilerinin
popülaritesinin gittikçe gerilediğine
işaret ediyor. Gelinen noktada
muhalefet
partilerinin
halktaki
desteği, iktidar partilerinden yaklaşık
10 puan önde gözüküyor. Sırbistan
Cumhurbaşkanı Boris Tadiç, AB
tarafından Sırbistan’a aday ülke
statüsü tanınmadan erken seçime
yanaşmayacağı yönünde mesajlar
veriyor.
Sırbistan
hükümetinin
başını çeken Demokratik Parti’nin
kurucusu olan Tadiç, AB’ye aday
ülke statüsünün kazanılmasıyla,
partisinin popülaritesinin yeniden
artabileceğine
inanıyor.
Oysa
Hollanda gibi bazı AB üyesi ülkeler,
Sırbistan’ın aday ülke statüsünün
desteklenmesini Ratko Mladiç’in
yakalaması koşuluna bağlamıştı. Bu
yöndeki tablo ise, Mladiç’in nerede
olduğunu önceden bilmediğini iddia
eden Sırp yetkilileri pek inandırıcı
kılmıyor.
Mladiç’in Yakalanmasına
Sırbistan’da Verilen İlk Tepkiler
Mladiç meselesinin Sırbistan’a
gölge düşüren başka bir boyutu,
bu zalim generalin Sırpların
önemli bir kısmı tarafından milli
kahraman
olarak
algılanıyor
olmasıdır. Yapılan bir kamuoyu
yoklaması, halkın yüzde 51’nin
Mladiç’in ICTY’ye teslim edilmesine
karşı çıktığını ortaya koydu. Diğer
taraftan,
1995’te
Srebrenica
soykırımı gerçekleştiğinde henüz
paradigma/haziran 2011
doğmamış olan bazı gençler bile
Mladiç’in tutuklanmasını protesto
etmek için sokaklara döküldü.
Bu durum, Sırp gençlerin bir
kısmının Mladiç’i kahramanlaştıran
öykülerle
büyümeye
devam
ettiklerine işaret ediyor. Mladiç’in
yakalandığını
anons
ederken,
Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris
Tadiç,
Srebrenica
soykırımını
gerçekleştiren biri olarak Mladiç’in
ulusal kahraman olamayacağını
söylemeyi ihmal etti. Mladiç’in
yakalandığı gün özel yayına geçen
Sırbistan devlet televizyonu RTS
ise, Mladiç’in katil olduğuna dair
yeterince net mesajlar vermedi.
Mladiç’in yakalanmasından sonra
Sırbistan Cumhurbaşkanı Tadiç
görevlerini yerine getirdiklerini,
şimdi de ülkesinin AB’ye üyelik
sürecinin hızlandırılması için adım
atma sırasının Brüksel’de olduğu
yönünde açıklama yaptı. Oysa
Mladiç siyasi beklentiler yüzünden
değil, adaletin sağlanması için
yakalanmış olmalıydı.
Sırbistan Geçmişiyle Yüzleşemiyor
1990’lı
yıllarda
Balkanlar’da
yaşanan savaşlar üzerine farklı
tarafların
“farklı
gerçekleri”
vardır. ICTY’deki duruşmalardan
Balkanlar’daki savaşlar üzerine
gerçekler henüz ortaya çıkarılmadan,
bölge ülkelerinin yöneticileri kendi
çıkarlarının gerektirdiği “gerçekleri”
üretmiş ve bunu halklarına “kesin
gerçek” olarak kabul ettirmiştir.
Bu yüzden, karara bağlanan ICTY
davaları sıklıkla “siyasi davalar”
olarak algılanabiliyor. Özellikle
Sırplar arasında ICTY’de Sırpların
adil bir şekilde yargılanmadığı ve
ICTY’nin siyasi bir mahkeme olduğu
düşüncesi yaygındır. Bu çerçevede
sıklıkla ileri sürülen argümanlardan
birisi, ICTY’de yargılananların
büyük kısmının Sırp olmasıdır.
Kuruluşundan bu yana ICTY 161
şahsa karşı suç duyurusunda
bulundu. Bunların içinden 128 suç
duyurusu Bosna-Hersek’te işlenen
suçlara ilişkindir. 128 dosyanın
içinden 20’si geri çekilmiş, 10 adedi
ise Bosna-Hersek Mahkemesine
devredilmiştir. Dolayısıyla ICTY’de
Bosna-Hersek’e ilişkin görülen dava
sayısı 98’dir. Savaş suçu işlemiş
olmakla itham edilen bu 98 kişi
içinden 9’u Boşnak, 23’ü Hırvat
ve 66’sı ise Sırp asıllıdır. Burada
sunulan rakamlardan hareketle
bir Sırp ICTY’nin Sırplara karşı
çalıştığını savunabilirken, bir Boşnak
muhtemelen, söz konusu rakamların
Sırpların en çok suç işlediklerini
kanıtladığını söyler.
Farklı tarafların farklı gerçekleri
bulunduğu için, Tito Yugoslavyası’nın
neden dağıldığı hususunda bile
Balkanlar’da görüş birliği yoktur.
Ancak,
Tito
Yugoslavyası’nın
dağılma sürecinde, bu ülkenin
federal birimlerinden herhangi
birinin
Sırbistan’a
saldırmakla
tehdit bile etmediği bilinmektedir.
Tam tersine, Slobodan Miloşeviç
rejiminin Hırvatistan ve BosnaHersek’in toprak bütünlüklerine
ciddi bir zarar vermeye kalkıştığı
gerçeğini hiç kimse inkar edemez.
Ne var ki, Mladiç’in tutuklanmasıyla
ilgili habere Sırbistan’da verilen
tepki, Sırp halkının bazı gerçeklerle
henüz yüzleşmediğini gösteriyor.
Sırpların çoğu hem Hırvatistan
hem de Bosna-Hersek’teki savaşta
Sırpların özgürlükleri için mücadele
ettiklerine, bir çeşit kurtuluş savaşı
yürüttüklerine inanıyor. Bu yüzden,
çocuk ve kadınları bile öldüren
Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç
gibi şahıslar Sırplar tarafından “milli
kahraman” olarak algılanabiliyor.
Balkanlar’daki suçlar bireylerin
bağımsız eylemleri sonucunda
işlenmedi. Tam tersine, işlenen
suçların altında bir ideoloji, bu
ideolojiye hizmet etmek üzere tahsis
edilen değişik silahlı güçler yer
aldı. Sırpların örneğinde, suçların
işlenmesini teşvik eden ideolojinin
adı “Büyük Sırbistan”dır. Mladiç’in
uğruna savaştığı bu ideoloji ise
Belgrad’da geliştirildi. Bir başka
ifadeyle,
Mladiç,
Sırbistan’da
geliştirilen bir ideolojinin hükümlerini
uygulamakla görevlendirilen bir
generaldi.
Bilindiği gibi, Belgrad, Yugoslavya
adı
altında
önce
bölgedeki
Slavları tek bayrak altına topladı.
Yugoslavya’nın
dağılmasıyla
birlikte Slavların birleşmesi fikri
başarısızlıkla
sonuçlanınca,
29
30
paradigma/haziran 2011
Yugoslavya adı altında bütün
Sırpların
aynı
devlet
çatısı
altında toplanmasına çalışıldı. Bu
çerçevede, 1990’ların ilk yarısında
“Birleştirilmiş Sırp toprakları” deyimi
Sırplar tarafından sıklıkla kullanıldı.
Sırp topraklarının birleştirilmesi
fikrini yöneten ve koordine eden ise,
Sırbistan’daki Slobodan Miloşeviç
rejimiydi.
Miloşeviç hem Hırvatistan Sırpları,
hem de Bosna-Hersek Sırpları
içinden istediği kişiyi lider olarak
ön plana çıkarabiliyor, istediğinin
de kariyerine son verebiliyordu.
Dahası Belgrad bölgedeki Sırplarla
düzenli bir iletişim sürdürdü, onlara
silah, finans ve diğer lojistik desteği
sundu. Belgrad, örneğin Bosna’da
savaşmak
üzere
“gönüllüler
birliklerinin” oluşturulmasını da
örgütledi ve bu örgütleri finans
etti. Ancak, Sırbistan yetkilileri bu
birlikleri “milis örgütler” olarak
göstermeye çalışıyor ve Sırbistan
kurumlarının bunlarla herhangi
bir
bağlantısının
olmadığını
savunuyor. Oysa, sözde gönüllü
birliklerini
kurduran
Belgrad,
bununla Sırbistan’ın Hırvatistan
ve Bosna’daki savaşa karışmadığı
görünümünü
vermeye
çalıştı,
böylece “savaşa girmeden savaştı”.
Sırp halkına dayatılan bazı görüşler
yüzünden, Sırplar 1990’lı yılların
gerçeklerini algılamada zorluklar
çekmeye devam ediyor. Nitekim
Sırplar merhum Boşnak lider Aliya
İzetbegoviç’in
Bosna
savaşını
başlattığına inanıyor. Mladiç ve
Karaciç gibi katillerin işlediği suçlar
ise adeta anlayışla karşılanıyor.
İşte bu sebepten dolayı Mladiç
ve Karaciç’in yargılanması, bazı
Sırpların geçmişte işlenen hatalarla
yüzleşmesini sağlaması açısından
önemlidir. 1990’ların ilk yarısında
Balkanlar’da yaşanan savaşların
iç yüzünü özellikle yeni yetişmekte
olan Sırp nesillere göstermek
açısından önemlidir. Yeni Sırp
nesli “Boşnakların kendi kendilerini
öldürdükleri”
ve
“Boşnakların
kendi kendilerini esir kamplarına
topladıkları” yönündeki yalanlarla
yetiştirildi. Sırp milletinin gerçeğe
hakkı olmalıdır. Bu gerçeklere,
Miloşeviç gibi şahısları yıllarca
iktidara tutan toplumsal zihniyetin
ve kültür yapısının değişmesi,
dolayısıyla
Sırbistan’da
yeni
bir düşünce tarzının gelişmesi,
demokratikleşmenin tamamlanması
açısından ihtiyaç vardır.
Mladiç’in Yargılanması: Karaciç
ve Miloşeviç’in Davalarından
Çıkartılabilecek Dersler
ICTY’ye
teslim
edilmesiyle
birlikte, Mahkeme Ratko Mladiç
ile ilgili iddianameyi geliştirip
tamamlanması gerekebilir. Mladiç’e
karşı hazırlanan iddianamenin
mevcut halinde iki soykırım suçu,
insanlığa karşı suçlar ve savaş
yasalarının ihlali gibi suçlamalar
yer alıyor. Soykırım suçlamasının
birinci kısmı, savaş yıllarında BosnaHersek’in değişik belediylelerinde
yaşanan olaylarla ilgilidir. İkinci
kısmı ise, 1995 yılında gerçekleşen
Srebrenica soykırımıyla ilgili yapılan
suçlamadır. Muhtemelen Mladiç
ICTY’de suçsuz olduğunu ve bu
mahkemeyi tanımadığını söyleyecek
ve kendine tanınan hakları kötüye
kullanmak suretiyle, mahkemenin
çalışmasını
sabote
edecektir.
Nitekim aynı mahkemede hem
Miloşeviç, hem de Karaciç benzer
strateji izledi.
Spot: Ratko Mladiç hakkında
hazırlanan iddianamede iki
soykırım suçu, insanlığa karşı
suçlar ve savaş kurallarının
ihlali gibi ithamlar yer alıyor.
Hatırlatmak gerekirse, Radovan
Karaciç’in ICTY’deki yargılanma
süreci 26 Ekim 2009 tarihinde
resmen başladı. Duruşmalarının
başlamasından yaklaşık bir ay
önce Karaciç kendi kendini savuna
hakkından yararlanmayı istedi ve
bu konuda hazırlığını yapabilmek
için 10 aylık bir süre talebinde
bulundu.
Ancak
Mahkeme
duruşmaları Karaciç’in gıyabında
başladı. 5 Kasım 2009’da ise ICTY
Karaciç’e bir avukatın atanmasını
kararlaştırıp, söz konusu avukatın
hazırlığını
yapabilmesi
için
duruşmaları 1 Mart 2010 tarihine
kadar erteledi.
Makale
Normal koşullarda ICTY’nin 2010
yılına kadar kapatılması gerekiyordu.
Bu mahkemede Sırpların adil
olarak yargılanmadığını ileri süren
ve BM Güvenlik Konseyi’nde veto
hakkına sahip Rusya Federasyonu
uzun süre ICTY’nin görev süresinin
uzatılmasına karşı çıktı. Karaciç’in
tutuklanması ardından ise Moskova,
Karaciç bir Rusya vatandaşı veya
Sırbistan bir Rusya eyaletiymiş gibi
davranarak, bu Balkan katilinin
objektif yargılanmasını talep etti.
Moskova’nın bu yöndeki tutumu
yüzünden Karaciç hüküm giymeden
mahkemenin kapatılabileceğini ümit
ederek, yaklaşık 20 hukukçudan
aldığı
danışmanlık
hizmetiyle
yargılanma
sürecini
elinden
geldiğince boykot etmeye çalıştı.
Ancak, Güvenlik Konseyi 16 Aralık
2009 tarihli kararıyla, ICTY’nin
çalışma süresini 2012 yılının sonuna
kadar uzatmayı başardı.
Radovan Karaciç’e karşı hazırlanan
iddianame,
Mladiç’inki
gibi
oldukça hacimlidir ve soykırım
suçu, insanlığa karşı suçlar ve
savaş suçları gibi değişik suçları
içeriyor. Nitekim Karaciç’e karşı
1,1 milyon üzerinde yazılı sayfa,
45 bin üzerinde doküman ve birkaç
bin ses ile görüntü kaydı delil olarak
kullanılıyor. Aynı zamanda 400
üzerinde kişi Karaciç’e karşı tanıklık
yapıyor.
Karaciç’e karşı hazırlanan hacimli
iddianame bu yönüyle, aynı
mahkemede
yargılanan
eski
Sırp lider Slobodan Miloşeviç’in
iddianamesine
benziyor.
Hatırlatmak gerekirse, birkaç yıl
yargılandıktan sonra hücresinde
ölü bulunduğu için, Miloşeviç
davasında boşuna yüzlerce tanık
dinlenmiş, on binlerce evrak gözden
geçirilmiş ve boşuna milyonlarca
dolar harcanmıştır. Miloşeviç’e
kendi
kendisinin
savunmasını
yapmasına izin verilmişti. Böylece
Miloşeviç, ICTY’de adeta şov yapmış
ve yargılama sürecinin uzamasına
sebebiyet vermiştir. Diğer taraftan,
Miloşeviç davasında Hırvatistan,
Bosna-Hersek ile Kosova hakkındaki
suçlamaların toplu hale getirilmiş
olması, temel bir hata olduğu
söylenebilir. Söz konusu davalar ayrı
ayrı görülseydi, Miloşeviç ölmeden
Makale
en azından bitmiş
hüküm giyebilecekti.
olanlardan
Miloşeviç ve Karaciç davalarından
çıkartılan bu yöndeki derslerden
hareketle, teorik olarak Mladiç’in
kendi kendini savunmasına izin
verilmemesi gerektiği düşünülebilir.
Diğer taraftan, Mladiç’in davasında
en önemli suçlamalar üzerinde
durulması, ayrıca yeterince delilin
bulunduğu vakalara yoğunlaşılması
önerilebilir. Ancak, ICTY, her
mahkeme gibi, sanıkların adil
yargılanma hakkına tam olarak
saygı gösterilmesini önemsiyor.
Nitekim
ICTY’nin
Statüsünün
21. maddesinin 4/b fıkrasında,
sanığa savunmasını hazırlaması
için yeterince sürenin tanınması
gerektiğine
ilişkin
güvence
veriliyor. Diğer taraftan, ICTY’deki
duruşmalar süresince çok sayıda
tanık sözlü olarak delil sunuyor,
yargılanan taraf ise tanığı çapraz
sorgulayabiliyor. Dahası, sanık
kendi kendini savunma hakkından
istifade etmeyi de talep edebiliyor,
bu hakkın tanınması durumunda
ise sanığa savunmasını hazırlamak
üzere belli bir müddet veriliyor.
Bunlara ilave olarak, bir mahkeme
kararının yeniden incelenmesi için
temyiz dilekçesi verilirse, ICTY’deki
davalar uzayıp duruyor. Bir örnek
vermek gerekirse, ICTY’de 10 yıl
içinde görülen dava sayısı, Nazi
savaş suçlularının yargılandığı
Nüremberg Uluslararası Askeri
Mahkemesinde bir yıldan daha az
sürede görülmüştür.
Yukarıda belirtilen sıkıntılarla birlikte,
ICTY pratiğinde, Mladiç’in davasını
hızlandırabilecek uygulamalar da
vardır. Şöyle ki dava daireleri, daha
önce ICTY’de görülmüş davalarda
hükme
bağlanmış
olayları,
Mladiç’in davasında delil olarak
kabul edebiliyor. Savunma, daha
önce hükme bağlanmış davaları
çürütme hakkına sahipken, davacı
tarafın bu davalardaki delilleri
yeniden ispatlama zorunluluğu
yoktur. Neticede, savunma ciddi
bir çürütücü delil sunmadığı sürece,
ICTY’de görülmüş davalarda hükme
bağlanmış
olaylar
sayesinde,
tekrarlamalar azaltılarak, kritik
konuya
odaklanılabiliniyor
ve
yargılama süreci hızlandırılabiliyor.
paradigma/haziran 2011
2012 yılının sonunda Karaciç
ve Mladiç’in yargılanması sona
ermeden ICTY kapatılırsa, eski
Yugoslavya coğrafyasında suç
işlemekle itham edilenler Sırbistan,
Bosna-Hersek ve Hırvatistan’da
kurdurulan yerel mahkemelerde
yargılanmak zorunda kalacak.
Ancak,
yerel
mahkemelerdeki
yargılamalardan adaletin sağlanıp
sağlanamayacağı
tartışılabilir.
Örneğin, Srebrenitsa soykırımına
iştirak eden “Akrepler” örgütünün
Sırbistan İçişleri Bakanlığı’na bağlı
olduğunu gösteren bir takım belge
ve itiraflar bulunuyor. Buna rağmen,
Akrepler örgütünün beş mensubunu
yargılayan
Belgrad’daki
yerel
mahkeme
bünyesinde
kurulu
bulunan Savaş Suçları Konseyi, 10
Nisan 2007’de açıkladığı kararda,
Akrepler
örgütünü
Sırbistan
devlet kurumlarıyla herhangi bir
kurumsal
ilişkisi
bulunmayan
milis bir örgüt olarak göstermiştir.
Neticede,
Akrepler
dosyasıyla
görevlendirilen yargıçlar adaletin
koruyucusu olacaklarına, Slobodan
Miloşeviç rejiminin kurumlarının
yanlışlarını örtbas etmeyi milli bir
çıkar olarak algılayarak, soykırımı
gerçekleştirenlerin
koruyucusu
olmuştur.
Yerel mahkemelerdeki yargılamanın
diğer bir sakıncası ise, tanıklık
edenlerin güvenliğine ilişkindir.
ICTY’deki
davalarda
tanıklık
edenlerin yaklaşık yüzde 40’ının
kimliği güvenlik sebeplerinden
dolayı gizli tutuldu. Buna rağmen,
ICTY tanıkları büyük tehditlerle
karşı karşıya kalabiliyor. Böyle
olunca,
yerel
mahkemelerde
tanıklık edenlerin çok daha büyük
baskı ve tehditlerle karşı karşıya
kalabileceklerini söylemek yanlış
olmayacaktır.
Sonuç
İlk defa 1995 yılında ICTY tarafından
savaş suçu işlemekle itham edilen
Ratko Mladiç, Sırbistan’da 16 yıl
serbest gezdikten sonra 26 Mayıs
2011’de yakalandı. Medyada
yayımlanan ilk görüntülerinde af
dilercesine masum bir insan imajını
sergilemeye çalıştığı gözlerden
kaçmadı. Ancak Karaciç’i gibi,
Mladiç’i de tarih her zaman çocukları
öldüren, okul ve kütüphaneleri yok
eden bir katil olarak hatırlayacaktır.
Herhangi bir tanık olmadan
Mladiç’in yakalanmış olması, Sırp
istihbarat teşkilatının baştan beri
bu savaş suçlusunu kontrol ettiğini
düşündürüyor. Bu yüzden Mladiç’in
“yakalandığı”
kelimesi
yerine,
“tutuklandığı” kelimesini kullanmak
daha yerinde olacaktır. Mladiç’i
yakalatan,
Sırbistan’ın
mevcut
hükümetinin ülkeye AB’ye aday
ülke statüsü kazandırma arzusu
oldu. Bir başka ifadeyle, Mladiç
ahlaki
sorumluluktan
ziyade,
AB’ye katılımın bir önkoşulu olarak
algılandığı için yakalandı. Bu olay
da Sırbistan’ın ICTY ile işbirliğine
“ahlaki ilişki” gözüyle değil, “ticari
ilişki” gözüyle baktığını gösterdi.
Elbette, Mladiç’in tutuklanması tek
başına yeterli değildir. Günümüzde
Mladiç gibi şahısların talimatlarını
uygulayan eli kanlı yüzlerce savaş
suçlusu Balkanlar’da halen serbestçe
gezebiliyor. Bunların da adaletin
önünde hesap vermesi önem arz
ediyor.
Mladiç’in yargılanması, bir nebze
dahi olsa adaletin sağlanması
açısından
önemlidir.
Adalet,
sadece kurbanlar açısından değil,
gelecekteki soykırımların, insanlığa
karşı suçların tekrarlanmaması
açısından da önemlidir. Mladiç’in
yargılanması ayrıca Bosna savaşı ile
ilgili ilave gerçeklerin ortaya çıkması
ve Sırpların Sırbistan devletinin
geçmişteki hatalarıyla yüzleşmesi
açısından da önemlidir. Söz
konusu yüzleşmeye ise, Sırbistan’da
demokratikleşmenin tamamlanması
açısından da ihtiyaç vardır. Belgrad
Ratko
Mladiç’in
tutuklanması
doğrultusunda siyasi iradeyi birkaç
yıl önce koyabilseydi, belki Sırbistan
daha fazla demokratikleşmiş ve
uluslararası toplum tarafından daha
çok itibar gören devlet olabilirdi.
31
32
paradigma/haziran 2011
Makale
Balkan Ülkelerinde Kadınların
Çalışma Sorunlarının Değerlendirmesi
Emina Karo
Bu çalışmada Balkanlarda kadın hareketlerinin geçmişi
ve bugünkü durumu değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Balkanlarda kadın hareketinin önemini anlamak için
öncelikle İkinci Dünya Savaşı döneminde Yugoslavyada
kadın hareketlerinin rolü ve fonksiyonuna değinilmelidir.
1942 yılında eski Yugoslavyada kadınların sosyal politik
organizasyonu olan antifaşist kadın cephesi kuruldu.
Eski Yugoslavya’nın başbakanı Josip Broz Tito bu
kurumun açılışında kadınlara verdiği değeri şu şekilde
ifade etmiştir.
‘’ Ben komutan olarak çok sayıda askerimin kadın
olmasından gurur duyuyorum. Şunu vurgulamak
istiyorum ki, Yugoslavya da yaşayan bütün milletlerden
olan kadınlar gösterdikleri kahramanlıklardan ve
dayanaklık bakımdan dolayı birinci sıradalar.
Bu beni çok onurlandırıyor ve mutlu ediyor”.
Antifaşist kadın cephesi yaratılmasının amacı, savaş
bölgesinde hem erkeklerle beraber savaşa katılmak hem
de hemşire olarak onlara yardımda bulunmaktı.
Yugsolavyada İkinci Dünya Savaşı döneminde 600.000
kadının hayatını kaybettiği ifade edilir. Bu denli bir kıyıma
rağmen Antifaşist Kadın Cephesi savaştan sonrada
varlığını ve işlerliğinmi sürdürdü. Cephe savaştan sonra
daha çok sağlık, eğitim ve kültür konularıyla ilgilendi.
Cephe yetim .ocukların eğitiminden, yaralı askerlerin
tedavisine, kadınların okuma-yazma öğreniminde hijyen
eğitimine kadar bir çok alanda faaliyet gösterdi.
Siyasi hayatta çok güçlü bir yere sahip olan antifaşist
kadın cephesi, bu nedenle sürekli baskılara uğramış ve
1953 yılında kapatılmıştır.
Cephenin politik açıdan güçlü olması hükümet için
bir problem teşkil etmeye başlamış ve bu sorunun
çözümü konusunda kapatmanın en kolay yol olduğu
düşünülmüştür.
Cephe kapatıldıktan sonra kadın dernekleri kurulmuş
ancak bu dernek hiçbir zaman Cephe kadar etkili
olamamıştır.
Aynı zamanda şunu da vurgulamak gerekir ki günümüze
kadar o denli güce ve tkiye sahip her hangi bir kadın
hareketi lortaya çıkamamıştır.
Erkek egemen yapıya sahip Balkanlar’da kadın
Makale
hareketlerine
karşı
gelinmesi
doğaldır. Ataerkil bir yapıya sahip
olan toplumlarda kadınlara biçilen
rol maalesef düşük seviyededir.
Bir Karadağ atasözü bu yapıyı
anlamamıza yardımcı olacaktır
sanıyorum:
“Kadınların kaderine erkek olmak
yazılmadığı için onlar hayata,
hizmet etmek ve bir erkek çocuğu
doğurmak için geliyorlar’’.
Balkanlarda günümüzde kadın
hareketlerine göz attığımızda ise
kadınları sosyal, siyasi ve ekonomik
hayatta geri planda kaldığı
görülmektedir.
Çoğu
kültürde
kadınlar ev işleri ile uğrtaşmaktan
eğitim alamaz ve sosyal hayatta
kocası onu temsil eder.
Yaptığım
çalışmalarda
Balkan
ülkelerinde ortaya çıkan duruma
kısaca bakacak olursak şöyle bir
tabloyla karşılaşacağız.
Arnavutluk:
1990’ da Arnavutluk toplumunun
öncelikli problemlerinden biri kırsal
bölgelerden genç kadınların farklı
sebeplerden dolayı okulları terk
etmeseydi. Bu sebepler arasında
kadınların evde ailelerine yardım
etmesi ve evliğe hazırlığın olduğunu
biliyoruz.
Yeni
dönemde
bu
durumun
değiştiğini görüyoruz, şöyle ki
kadınların çalışması ve kazanç
elde etmesi onları daha özgür
hale
getirmiştir.
Arnavutlukta
erkeklerin batılı ülkelere çalışmak
için göç etmeleri, kadınların
eğitim almalarına ve sermaye
biriktirmelerini sağlamıştır.
Arnavutlukta
ayrıca
eğitim
alanında son dönemde kadınların
erkeklerden daha başarılı olduğunu
görüyoruz. Buna rağmen iş buloma
konusunda sorunlar yaşanmaktadır.
Arnavutlukta bir kadının iş bulma
olanağı çok düşüktür, çünkü iş
bulma konusunda kadınlar açık
ayrımcılığa uğramaktadır.
Son dönemlerde yapılmış sosyal bir
araştırmaya göre işverenler % 60
oranında erkek işçileri tercih ediyor
ve kadınlar erkeklerden %30 daha
paradigma/haziran 2011
az ücret alıyorlar.
Sendikalarda yapılan araştırmalara
göre işsiz kadın sayısı işsiz erkek
sayısından daha fazladır. Örneğin
100 kadından 53’ü işsizken 100
erkekten ise 31’i işsizdir.
Bosna-Hersek
Bosna Hersekte eğitim görmüş
kadınların %20 isi daha düşük ücret
almaktadırlar.
Kadınların
%37
si
ticaretle
uğraşmaktadır daha doğru bir ifade
ile Bosna’da kadınlar genelde küçük
market işletmeciliği yapmaktadır.
Kadınların
bu
marketleri
işletebilmelerinin nedeni ise savaşta
çok sayıda erkeğin öldürülmesi ve
bir çoğunun batılı devletlere gidip
geri dönmemesidir.
Bosna
Hersekte
kadınların
karşılaştığı en büyük problemlerden
biri onların kayıt dışı çalışmaya
zorlanmalarıdır.
Bu
problem
aslında
bütün
Balkanlarda vardır. Caddelerde
satıcı olarak çalışan 100 kadın
arasında yapılmış olan bir araştırma
sonucuna göre bu kadınlardan
sadece altısının sağlık ve emekli
sigortasının olduğu tespit edilmiştir.
Kadınların iş bulma konusundaki
sorunlarının
dışında
ayrıca
iş bulan kadınların işyerinde
cinsiyet
ayrımına
uğramaları
oluşturmaktadır.
Balkanlar’a
genelleyebileceğimiz
ama özellikle uygulamasını BosnaHersek’te gördüğümüz bir durumda
kadın hakları konusunda Bosna_
hersek’in AB uyum süreci için çok
sayıda yasayı çıkarttığını ancak
uygulamadığını
vurgulamamız
gerek.
Bosna Hersekte genellikle 15
-24 yaş arası kadınların işsizlik
oranı %52.5’tir. Çalışan kadınlar
toplumun 37% isini kapsıyor. Ayrıca
kadınlara kısa süreli sözleşmeler
yapılması cinsiyet ayrımcılığının
bir göstergesidir. Örneğin doğum
izini konusunda kadınlar bir
takım sorunlarla karşılaşıyorlar.
Doğum izininde olan kadınların
çoğu ücretini alamıyor bazen de
izinden döndükten sonra daha
düşük maaşla çalışmaya mecbur
ediliyorlar.
Devlet yetkililerinin yaptığı bir
araştırmaya göre ticaret ve hizmet
alanında çalışan kadın ve erkek
ücretleri arasında keskin bir fark
vardır. Şöyle ki bir ayda erkeklerin
kazandığı
ücret
kadınların
ücretinden 5.6 milyon euro fazladır.
Hırvatistan:
Hırvatistan’da kadınlar genelikle
tekstil
ve
deri
sektörunde
çalışmaktadırlar. Tekstil sektörü
çalışanlarının %68’ini kadınlar
oluştururken deri sektöründe bu
rakam %78’e çıkıyor. Sanayide ise
%41 oranına ulaşan kadınlar bunun
dışında sağlık, eğitim ve hizmet
sektöründe çalışıyor.
Hırvatistan’da kadınların işsizlik
oranı %21, erkeklerin %13 tür.
Hırvatistan ve bütün Balkan
ülkelerinde 40 yaş üzeri bir kadın
işini kaybederse ikinci bir iş bulma
şansı çok düşüktür. Hırvatistanda’da
kadınların karşılaştığı problemler
arasında kayıt dışı çalıştırılma
ve
sigortasız
.alıştırılma
bu8lunmaktadır.
Hırvatistan’da
işverenler
daha
uzun mesai saatlerine göz yuman
ve seyahat edebilen genç kadınları
daha kolay işe alırken yasadışı
olmasına rağmen hamilelik testi,
hamile kalmama şartları gibi şartları
uyguluyorlar.
Yunanistan:
Yunanistanda
1980
lerden
itibaren kadınlar erkek işlerinde de
çalışmaya başlamışlardır. Örneğin
1970li yıllarda hukuk sisteminde
çalışanların hepsi erkekti. Daha
sonra bu durumun değiştiğini
görebiliyoruz. Bugün Yunanistan’da
bir çok kadın hakim mevcut.
Yunanistan’da
kadınların
karşılaştığı problemler kayıt dışı
işlerde düşük maaşlı, yarı zamanlı
ve aile şirketlerinde maaşsız olarak
çalışmalarıdır.
33
34
paradigma/haziran 2011
AB ülkeleri arasında Yunanistan
en az sayıda yarı zamanlı
çalışanın olduğu yerdir. Bu yarı
zamanlı çalışanların çoğunluğunu
kadınlardan oluşmaktadır.
Diğer Balkan ülkelerinde olduğu
gibi maaş farkı Yunanistanda
da yüksektir. Örneğin kadınlar
erkelerden %32 oranında daha az
ücret almaktalar. Cinsiyet ayrımcılığı
ve 40 yaş üzeri iş bulamama
sorunları da görulmektedir.
Romanya:
Bütün Balkanlarda olduğu gibi
Romanya’da da kadın problemleri
bulunmaktadır.
Romanya’da eğitim almış kadınların
sayısı her geçen gün yükselmektedir.
Kadınlar genellikle eğitim sisteminde
çalışmaktadır. Örneğin ilk okularda
çalışanların
%99’u,
liselerde
çalışanların %75 i kadınlardır.
Bazı araştırmalarda Romanya’nın
farklı bir sorunu olduğunu ortaya
koymaktadır. Romanya’da kadının
işe alınması için güzel olması, bekâr
olması ve yaşı çok önemlidir ve bu
açıkça ifade edilmektedir.
Sırbistan:
Sırbistan’da yetmişli yıllarda
iş
hayatı ile aile hayatı birlikte
götürülüyordu. 1980’ li yıllarda
kadınların hayatında kariyer öncelik
taşımaya başlamıştır. Kariyerin
öncelik alması kadınların ekonomik
bağımsızlıklarının
artmasını
sağlamıştır.
Sırbistan’da kadınların
90’lı
yılların neo – liberalizimiyle birlikte
ekonomik bağımsızlığı ve iş sahibi
olması önemli oranda artmıştır.
Daha önceden kalma çalışma
yetkinliği olan kadınlar bu liberal
dalgayı iyi değerlendirmişlerdir.
Ayrıca nesiller geçtikte kadınlar
daha çok eğitim almaya başlamıştır.
Çalışanların %43 kadınlardan
oluşmaktadır. Eğitim konusunda da
kadınlar erkekleri geride bırakmıştır.
Sırbistan’da
son
dönemde
kadınların
çoğunluğunun
özel
sektörde çalıştığını görebiliyoruz.
Bütün bu olumlu değerlendirmelere
rağmen Sırp kadınların da çalışma
sorunları vardır. Cinsiyet ayrımcılığı
ve düşük maaş ilk akla gelenlerdir.
Ataerkil bir aile yapısı mevcut
olan balkan ülkelerinde
kadınların emeği hak ettiği
değeri bulamamaktadır.
Kosova:
Kosovada hem nüfusun hem de bu
nüfus içerisinde kadınlar işsizlik
oranı çok yüksektir.
Kosova’da
kadınlar genel olarak sağlık ve
eğitim sektöründe çalışmaktadır.
Ticaret sektöründe ise çalışan
kadınların az olması gerçeği
mevcutken her geçen gün girişimci
kadınların oranının artması olumlu
bir gelişmedir.
Balkanlardaki problemlerın aynısı
Kosova’da
dayaşanmaktadır.
Fakirlik oranı yüksektir, savaş
sonrası yaşanan sosyal politik
zorunluluklar kadınların hayatını
etkilemektedir.
Bütün
bunlara
rağmen kadınlar eğitim almaya ve
iş hayatına atılmaya çalışmaktalar.
Kayıt dışı çalışmak, düşük maaş
cinsiyet
ayrımcılığı
Kosova’da
dagörülmektedir. Katı bir ataerkil
topluma sahip Kosova toplumunda
günümüzde
kadınların
eğitim
seviyesi ciddi şekilde artarken her
geçen gün kadınlar iş hayatına
daha fazla atılmaktalar. Kosova
Parlamentosu’nda her 3 kadından
1’inin kadın olması zorunluluğu
olumlu bir pozitif ayrımcılıktır.
Burada ayrıca Balkan ülkelerinde
ilk kadın Cumhurbaşkanının bir
kaç ay önce Kosova’da seçildiğni
vurgulamak gerekmetedir.
Karadağ:
Balkanlardaki
ülkeler içinde
kadınların en güçlü olduğu ülkenin
Karadağ
olduğunu
söylemek
mümkündür.
1919 New York Times’ta Karadağlı
kadınlar için özgürlüğün ve gücün
simgesi oldukları yazılmıştır. Bu
ifade kadınların açık sözlü oldukları
için söylenmiştir. Avrupanın en çok
Makale
sesi çıkan
kadındır.
kadınlar
Karadağ’ın
İkinci dünya savaşında sonra
bölgede kadınların çalışma oranı
en yüksek olduğu yer Karadağ’dır.
Şu anda da kadınların 44%
çalışmaktadır.
Kadınların genellikle çalıştıkları
alanlar eğitim ve sağlık alanlardır.
Yüksek pozisyonda
çalışan
kadınların
çokluğu
dikkat
çekmektedir. Kendi işini kurmuş
kadınların sayısı azdır ve Balkanlarda
genel olan cinsiyet ayrımcılığı ve
düşük maaş sorunlarına burada da
rastlanmaktadır.
Balkanlarda kadın politikalari ve
sendikalar
Balkanlarda kadın politikalarına
bakarken sadece Bosna Hersek
ve Kosova’da kadınların mecliste
daha çok olduğunu ve yaklaşık %
30 oranına vardığını görebiliyoruz.
Diğer ülkelerde bu rakam %20
ve onun altındadır. Bölgelerdeki
yönetime baktığımızda genellikle
erkeklerin çoğunlukta olduğunu
görmekteyiz.
Kadınlar en yüksek pozisyon
olarak bakan yardımcılığına kadar
yükselebiliyorlar.
Sırbistan örneğinde kadınlar bakan
olarak %10 bakan yardımcısı
olarak %18 olduğunu görüyoruz.
Bulgaristan’da bu rakam bakanlık
için %18 bakan yardımcığı için %
23 tür.
Karadağ’da meclisin 81 üyesinden
sadece 9 dokuzu kadındır.
Bütün bu örneklerden kadınların
politikada
yeterince
temsil
edilmediğini
görüyoruz.
Son
dönemler bu durumun iyileşmesine
rağmen
yine
de
kadınların
politikada etkisi çok azdır.
Rapora göre sendikalarda durum
pek istediğimiz gibi değildir.
Son dönemlerde gerçekleştirilen
özelleştirmeler bütün dünyada
olduğu gibi Balkanlar’da en çok
kadınları etkilemiştir.
Şöyle
ki
özelleştirme
sürecinde
Kültür - Sanat
paradigma/haziran 2011
birçok işçilerin işlerini kaybetiğini
görebiliyoruz.
Bu iş kaybı yaşayanların çoğunluğu
kadınlardır. Özelleştirme sürecinde
işlerini kaybeden kadınların en
büyük korkuları yeni iş bulamamaları
ve emeklilik sigortası problemidir.
Çoğu kadın kayıt dışı çalıştığından
dolayı
sigorta
imkânlarından
yararlanamamaktadır.
Özeleştirme sürecinde kadınların
en çok iş kaybı yaşadıkları sektörler
ketering, turizm ve ticarettir.
Sağlanabilecek İmkanlar:
İlk olarak kadınların çalıştıkları
alanlarda problemlerini yansıtacak
istatistiksel ve teorik araştırmaların
yapılması gerekledir, bu nedenle
devletin bu imkanları kadınlara
sunması gerekmektedir.
Çalışan kadınların işyerlerinde
kendi haklarını savunabilmeleri,
kendilerini
özgürce
ifade
edebilmeleri için daha iyi eğitim
almaları sağlanmalı.
Devletler iş kurmak isteyen kadınlara
daha uygun şartlarda kredi
imkanları ve teşvikler sağlamalıdır.
Devlet kadınlara daha fazla iş imkanı
salayabilmek ve iş yeteneklerinin
piyasaya
uyumlaşması
için
uygulanabilecek geniş kapsamlı
programlar hazırlayabilir.
Şiddete maruz kalan kadınlara
ekonomik
bağımsızlığı
kazandirabilecek
programlar
hazırlamalıdır.
Kadınlar gelişme politikalarında ve
kanunların yaratılması sürecinde
aktif rol verilmelidir.
Budim Berisha’nın Kişisel Resim Sergisi
GAK’ta Açıldı
Paradigma
Kosova’nın ünlü ressamlarından
Budim Berisha, Kosova Sanatlar
Galerisi’nde (GAK) kişisel resim
sergisini açtı. 26 Mayıs Perşembe
günü açılan serge 2 hafta açık
kalacak.
68 yaşındaki Budim Berisha
18 yıl sonar tekrar Priştine’li
sanatseverlerin karşısına GAK’taki
sergisiyle çıktı. Değişik bir resim
stili olan Berisha bu sergiye 151
eserle çıktı.
90’lı yılların zor şartlarında
yaptığı resimlerin de yer aldığı
sergide ayrıca kum, demir, tahta,
cam gibi değişik malzemelerin
kullanıldığı eserler dikkat çekti.
Prizren’li
ressam
törenden
sonar
yaptığı
açıklamada
savaş döneminde Türkiye’ye
mülteci olarak gittiklerini ve
Bodrum’dayken çok sayıda güzel
eserin ortaya çıktığını söyledi.
Uzun süre sanatseverlerden uzak
kalan Berisha’nın bu dönüşü sanat
çevresinde de heycan yarattı.
Berisha’yı bundan sonar daha
sık görmek istediklerini belirten
sabatçı dostları GAK’taki serge
açılışına yoğun ilgi gösterdi.
Koha Ditore’nin gerçekleştirdiği
röportajda Berisha Prizren’in
sanatçılar için çok verimli bir
şehir olduğunu belirttikten sonar
kendisinin İpek’e gidince oradaki
değerlere dikkat edip çalıştığını,
orayı sevdiğini ve sanatçının
her yerin özünü bulabildiğini
vurguladı.
35
36
paradigma/haziran 2011
Kültür - Sanat
Sanatla Uyanmak Festivali’ne Yoğun İlgi
Enis Tabak / Asım Vetim
Uyanmak Şöleni çok sayıda üst düzey davetlinin katılımıyla başladı. 1 hafta süren şölende
“ Sanatla
sergiden panele, konserden diğnletiye çeşitli etkinlikler düzenlendi.
”
2002 yılından bu yana Kosova Türk Sanatçılar
Derneği’nin girişimiyle ve Prizren Belediyesi himayesinde
gerçekleşen uluslar arası Sanatla Uyanmak Şöleni çok
sayıda üst düzey davetlinin katılımıyla gerçekleşti. Bu
yıl 9’uncusu düzenlenen festivalde Balkan ve Türkiye
Cumhuriyeti’nden sanatçılar bir araya geldi. 5 - 11
Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen festival, Prizren,
Priştine ve Mamuşa’da düzenlenen değişik etkinliklerle
gerçekleştirildi.
Kosova Türk Sanatçıları Derneğine teşekkür etti. Ozan,
bu festivale birçok ülkeden sanatçının katıldığını ve
bu tür faaliyetlerin ülkeler arasındaki kaynaşmayı
güçlendirdiğini belirtti. Kosova Kamu Yönetimi Bakanı
Mahir Yağcılar da, bu tür festivallerin Kosova’da Türklüğü
yaşatacağının altını çizdi. Konuşmaların ardından
Zübeyde Hanım Kosova Türk Kadınları Derneği, Ata
Korosu bir konser verdi.
Bir hafta süren şölen çerçevesinde; Türkiye Cumhuriyeti
Dışişleri Bakanlığı Türk Halk Müziği Korosu da Prizren ve
Priştine’de birer temsil gerçekleştirdi. Şölen çerçevesinde,
Aşık Çelebi Paneli, Türkiye ve Balkan ülkelerinden gelen
ressamların karma resim sergisi, Türkiye’den gölge
oyunu, Karagöz ve Hacivat, yanı sıra bir çok faaliyet
daha gerçekleşti. Uluslararası Sanatla Uyanmak
Şöleninin açılışı, çok sayıda davetlinin katılımıyla Gazi
Mehmet Paşa Hamamında gerçekleşti. Açılış konuşmasını
yapan Kosova Türk Sanatçılar Derneği Başkanı Ethem
Baymak, bu etkinliği düzenlemelerindeki sebebin savaş
sonrası Türklüğün Kosova’da ayakta durması olduğunu
vurguladı.
T. C Dışişleri Korosu Kosova’da Büyük Beğeni Topladı
Türkiye Cumhuriyeti Kosova Büyükelçisi Songül Ozan,
böyle bir organizasyon gerçekleştirmelerinden dolayı
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı personelinden
oluşan Türk Halk Müziği Korosu’nun ilk yurt dışı konseri
Kosova’da gerçekleşti.
Dışişleri Bakanlığı personeli tarafından 2007 yılında
kurulan ve tamamı Dışişleri Bakanlığı personelinden
oluşan koro 20 kişiden oluşuyor. Bakanlıkta görevli
personelin kurduğu koro, Türk Halk Müziği’nden
seçmeler seslendirdi. Prizren’in Xhemajli Berisha Kültür
Evi Salonu’nda gerçekleşen konsere; Kosova Kamu
Yönetimi Bakanı Mahir Yağcılar, Türkiye Cumhuriyeti
Kosova Büyükelçisi Songül Ozan, KFOR Türk Temsil
heyeti yetkilileri katıldı.
Kültür - Sanat
paradigma/haziran 2011
Konserin açılış konuşmasını yapan
Türkiye
Cumhuriyetinin Priştine
Büyükelçisi Songül Ozan, T.C
Dışişleri Bakanlığı olarak Sanatla
Uyanmak Festivaline böyle bir
koro ile katkıda bulundukları için
çok memnun olduklarını ifade etti.
“Türkler, Arnavutlar ve Boşnaklar
Kosova’da çok güzel bir kültürel
zenginlik oluşturmuşlar, biz de
Anadolu ve Rumeli sesiyle bakanlık
olarak bu güzel manzaraya ufak da
olsa bir katkıda bulunmak istedik”
diyen Ozan, bu konserle korunun
ilk yurtdışı konserini gerçekleşmiş
olduğunu ve bu nedenle de çok
heyecanlı olduklarını belirtti.
Şenol Çelik’in koro şefliğini yaptığı
konser yaklaşık 2 saat sürdü.
Ağırlıklı olarak Rumeli Türkülerinin
yer aldığı repertuara seyirciler ve
protokol eşlik etti.
Koronun
kurucularından
ve
solistlerinden olan Dışişleri Bakanlığı
memuru Cemal Yücel
bugüne
kadar Türkiye’de bir çok yerde
konser verdiklerini ve büyük destek
gördüklerini söyledi.
Aşık Çelebi Paneli Düzenlendi
Etkinlikler çerçevesinde Kosova
asıllı olan Türk Edebiyatının önemli
yazarlarından Aşık Çelebi, doğduğu
şehirde düzenlenen panelle anıldı.
Açılışa Türkiye’den yanı sıra
Prizren’den de çok sayıda edebiyat
meraklısı katıldı. Prizren Belediyesi
Meclisi salonunda düzenlenen
panelde, Aşık Çelebi’nin kişiliği
ve eserleri hakkında sunumlar
paylaşıldı.
Prof.
Dr.
İrfan
Morina
moderatörlüğünde
gerçekleşen
panelin açılış konuşmasını Türkiye
Cumhuriyeti Kosova Büyükelçisi
Songül Ozan yaptı. Festival
çerçevesinde bir sürü etkinliğin
gerçekleştiğini vurgulayan Büyükelçi
Ozan, şölen çerçevesinde Âşık
Çelebi Paneli’nin çok önemli bir
konuma sahip olduğunu vurguladı.
Ozan’ın konuşmasının ardından,
yüksek lisans ve doktora tezini Âşık
Çelebi’nin hayatı ve eserleri üzerine
gerçekleştiren ve Âşık Çelebi ile
ilgili oalark 3 ciltlik bir eseri Türk
edebiyatına kazandıran Nevşehir
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Filiz
Kılıç bir sunumda bulundu.
Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof.
Dr. Ali Fuat Bilkan’da Âşık Çelebi’nın
eserleri ve edebi kişiliği ile ilgili bir
konuşma yaptı. Panelde sırasıyla;
Prof. Dr. Muhsin Macit, Dr. Tuncay
Bülbül ve Kosovalı Türkolog Prof. Dr.
İrfan Morina da Çelebi’yle ilgili birer
konuşma yaptılar. Yaklaşık 3 saat
süren panele çok sayıda davetli yanı
sıra Kosova’da görevli Türk askeri
de katıldı. Geleneksel hale gelen
“Uluslar arası Sanatla Uyanmak
Şöleni” etkinlikleri çerçevesinde
başta Prizren olmak üzere Priştine
ve Mamuşa’da da değişik etkinlikler
düzenlendi.
Çocukların Hacivat ve Karagöz
Heyecanı
“Uluslararası Sanatla Uyanmak
Şöleni” çerçevesinde Türkiye’den
gelen Hasan Hüseyin Karabağ’ın
oynattığı gölge oyunu Karagöz
ve Hacivat, Kosovalı çocuklar
tarafından ilgiyle izlendi. Kosova’da
bu yıl 9’uncusu düzenlenmekte olan
“Uluslararası Sanatla Uyanmak
Şöleni” çerçevesinde Türkiye’den
gelen Hasan Hüseyin Karabağ’ın
oynattığı gölge oyunu Karagöz
ve Hacivat, Kosovalı çocuklar
tarafından ilgiyle izlendi.
Prizren Xhemajli Berisha Kültür Evi
salonunda düzenlenen Karagöz
ve Hacivat oyununa, Kosovalı
öğrenciler katıldı. İlk defa Karagöz
ve Hacivat oyununu izleyen Kosovalı
çocukların heyecanları gözlerinden
okunuyordu. Yaklaşık bir saat süren
gösteride çocuklar bolca gülüp
eğlendi.
Sanatla Uyanmak Festivali Sona
Erdi
9. Uluslararası Sanatla Uyanmak
Festivali sona erdi. Kosova Türk
Sanatçılar
Derneği
(KTSD)
tarafından düzenlenen festival,
Prizren
Gazi
Mehmetpaşa
Hamamı’nda TRT sanatçısı Rüstem
Avcı ve Prizren “Doğru Yol” Kültür
Sanat Derneği sanatçısı Nevzat
Şundo’nun verdiği konserle sona
erdi. Konsere Kosova Meclis Başkan
Yardımcısı Enis Kervan, KDTP
milletvekilleri Müffera Şinik ve
Fikrim Damka, Kosova Türk Taburu
temsilcileri, Kosova ve Türkiye’den
sanatseverler
katıldı.
Konser
sonunda festivalin düzenlenmesinde
katkısı geçenlere plaketleri sunuldu.
37
38
paradigma/haziran 2011
Kültür - Sanat
Bir Kofer, Bir Sandık…
Gülen Türker – Bülent Fidan
[email protected]
[email protected]
Sıfır noktasındaki Rumeli Göçmenleri…
Binlerce yıllık bir öyküdür göç. Biraz umudun, biraz
tedirginliğin, biraz heyecanın ama en çokta hüznün
öyküsüdür. İnsanlar doğdukları toprakları daha iyi bir
yaşam umuduyla geride bırakır, yepyeni topraklara
doğru yola çıkarlar.
Zor şartlarda yapılan bu yolculukların simgesiyse trendir.
Trenler, garlar, vagonları ve düdükleriyle tüm göç, ayrılık
ve kavuşma sahnelerinin vazgeçilmez sembolleridir.
Ailesi Rumelinin ve Balkanların dört bir yanından
anavatana gelenler için ise daha da önemlidir trenler
ve garlar.
Çıkılan yer farklı olsa da herkesin vardığı aynı yer olan
Sirkeci Garı, Rumeli’den Türkiye’ye göçenlerin yeni
hayatlarının ilk adımı, ortak tarihlerinin ilk sayfasıdır.
Yani bir anlamda sıfır noktasıdır.
İstanbul’da 1967 yılından bu yana kesintisiz olarak
faaliyet göstermekte olan Kosova Prizrenliler Kültür ve
Yardımlaşma Derneği geçmişi selamlamak ve bugünü
kutlamak amacıyla tüm Rumeli göçmenlerini her yıl bu
mekanda bir araya getiriyor. Bu yıl 8 Mayıs tarihinde
üçüncüsü gerçekleşen anlamlı buluşmaya Türkiye’nin ve
Balkanların dört bir yanından 2500’ü aşkın davetlinin
yanısıra, çok sayıda devlet adamı ve politikacı da katıldı.
Büyük buluşma Eyüp Belediyesi Mehter Takımı’nın
gösterisi ile başladı. Genel Sanat Yönetmenliğini
Devlet Tiyatroları Sanatçısı Orhan Kurtuldu’nun yaptığı
ve Rumeli’den göç etmek zorunda kalan göçmenlerin
Türkiye’ye gelişini anlatan canlandırma, bir anda Sirkeci
Garını dolduran binlerce Rumeli göçmenini hüzne
boğdu. Rumeli türküleri ve göç üzerine yazılmış şiirler
eşliğinde gerçekleştirilen canlandırmanın ardından
Kosova Prizrenliler Kültür ve Yardımlaşma Derneği
Başkanı İsa Kayım katılımcıları selamlayarak, kendi göç
hikayesini kısaca anlattı.
Dernek Yönetim Kurulu üyesi ve eski Başkanı Nezih
Liman’da yaptığı konuşmada, etkinliğe katılan misafirleri
selamlayarak “Tam 50 yıl oldu, tam 60 yıl oldu… O
yıllarda insanlarımız yine burada toplanıp trenlerle
Rumeli’den gelenlerin yolunu gözlerlermiş, acaba gelen
bu trenden kim inecek, onlara nasıl yardım edebilirim,
onlara nasıl kucak açarım diyerekten. İşte tam burada sıfır
noktasında bunlar yaşanırmış… Bizler büyüklerimizin
hak etmediği ve uğradığı bu büyük zulmü hatırlamak için
Sirkeci garında toplanıyoruz, bundan sonrada geçmişte
Kültür - Sanat
paradigma/haziran 2011
Damka, Bayrampaşa Belediye
Başkanı Atilla Aydıner, MHP
MYK Üyesi ve Kocaeli Milletvekili
adayı Lütfü Türkkan, MHP İstanbul
Milletvekili Adayı Sayit Yusuf, AK
Parti İstanbul Milletvekili adayı
Hüseyin Bürge, Eyüp Belediye
Başkanı İsmail Kavuncu, Rumeli ve
Balkan Sivil toplum kuruluşlarının
yöneticileri de katıldı.
yaşananları
unutmamak
için,
unutturmamak için burada her yıl
toplanacağız. Rumeli coğrafyasında
geçmişte yaşanan zulmü, o günleri
yaşamayan genç nesillere aktarmak
zorundayız.” Diyerek etkinliğin
düzenlenme sebebini ve önemini
kısaca dile getirdi.
Liman ayrıca “Biz Arnavut’uz,
Biz Boşnağız, bir Türk’üz, Biz
Rumeliyiz… Ailelerinden koparılan,
topraklarından ayrılan, hayatlarını,
doğdukları yeri terk ederek, burada
sıfır noktasında Anavatana ayak
basan
büyüklerimizi
bağrına
basan güzel Türkiye’mize ve yüce
Türk milletimize bir kere daha
minnettarlığımızı ifade ediyoruz.
Buranın, burada düzenlediğimiz
bu etkinliğin sadece bir konser
olduğunu düşünenler yanılıyorlar,
burada bir duygu seli var, burada
geleneksel hale getirmek istediğimiz
canlı bir etkinliğimiz var. Burada
festival
havasında
yaşatmak
istediğimiz bir etkinliğimiz var ve bu
etkinliğin sahibi hepimiz olmalıyız.
Biz Dernek olarak bunu istiyoruz,
burada adı Rumeli ile başlayan tüm
derneklerimizi görmek istiyoruz,
burada tüm vakıflarımızı görmek
istiyoruz, burada adı Rumeli ile
başlayan federasyonlarımızı görmek
istiyoruz, işte gerçek Rumeli burada.”
Diyerek tüm Rumeli camiasını bu
etkinliğe sahip çıkmaya ve etkinliği
festivale dönüştürmeye davet ederek
sözlerini tamamladı.
Kosova Kamu Yönetimi Bakanı
Mahir Yağcılar göçün hasret ve
hüzün demek olduğunu anlatarak,
yıllar önce Sirkeci Garı’na gelen
her kofer ve her sandıkta bir hikâye
bulunduğunu dile getirdi. Yağcılar,
geçmişte yaşananların, aileleri
parçalayan, dostları birbirinden
uzak bırakan bir süreç olduğunu
belirterek, “Allah’a şükürler olsun,
arada mesafeler olmasına rağmen
yine beraberiz. Çünkü Türkiye
Cumhuriyeti sizlere bu olanağı
sunmuştur. Dolayısıyla, Türkiye
Cumhuriyeti’ne
teşekkürlerimi
sunmak istiyorum” dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı Kemal Fahir Genç’
de Rumeli’de geçmişte yaşanan
acıların, dünyanın hiçbir yerinde
yaşanmamasını dilediğini anlatarak,
bu tür uygulamaları yapanların,
yaptıklarının hesaplarını verdiklerini
dile getirdi.
AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet
Müezzinoğlu’da 41 yıl önce 14
yaşındayken elinde bir koferle
Sirkeci Garı’na geldiğini anlatarak,
Edirne Milletvekili adayı olarak
Edirne’de son 25 gündür dolaştığını,
Edirne’nin tarihi misyonunu yeniden
üstlenmesi gerektiğini dile getirdi.
Bayrampaşa Belediye Başkanı
Atilla Aydıner ise burada 55 yıl
öncesini yaşatan herkese çok
teşekkür ettiğini belirterek, bu örf ve
adetlerin mutlaka çocuklara emanet
bırakılması gerektiğini vurguladı.
Etkinliğe, Kosova Meclis Başkan
Vekili
Enis
Kervan,
Kosova
Milletvekilleri Müfera Şinik ve Fikrim
Yapılan konuşmaların ardından
Kosova, Prizren’den etkinliğe katılan
Doğru Yol Türk Kültür Sanat Derneği
sanatçıları muhteşem bir Rumeli
Türküleri konseri verdi. Konsere
ayrıca Rumeli Müziğinin sevilen
sesleri Arif Şentürk, Soner Özbilen,
Rüstem Avcı, Faruk Yılmaz, İmran
Salkan, Cüneyt Şentürk’de konuk
olarak katılarak, sevilen eserleri
“Bir Kofer Bir Sandık” etkinliğini
izlemeye gelen Rumeli sevdalılarına
sundular.
Öte yandan, Devlet Bakanı Selma
Aliye Kavaf, Devlet Bakanı ve
Başmüzakereci Egemen Bağış,
İstanbul
Valisi Hüseyin Avni
Mutlu, CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu, Ulaştırma Bakanı
Mehmet Habib Soluk, Milli Eğitim
Bakanı Nimet Çubukçu, Devlet
Bakanı Faruk Çelik, Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş da etkinliğe birer kutlama
mesajı gönderdiler.
Yaklaşık 4 saat süren etkinlik öncesi
ve sonrasında “Göç ve Eski Aile
Fotoğrafları” sergisi ve “Rumeli
Stantları”
katılımcıların
yoğun
ilgisini topladı.
Katılanlara Rumeli lezzetlerinin
ikram edildiği etkinliğin tamamı Tek
Rumeli TV ve TRT AVAZ tarafından
canlı olarak yayınlandı.
Ortak geçmişimiz değerlerimizin ve
kültürümüzün anıldığı bu değerli
etkinliğin geleneksel hale geldiğini
vurgulayan dernek yetkilileri, tüm
Rumeli Göçmenlerini ve Rumeli
sevdalılarını bugünden önümüzdeki
yılki etkinliğe davet ettiklerini
belirtiyorlar.
39
40
paradigma/haziran 2011
Kültür - Sanat
Dokufest 10’uncu Yılını Kutlamaya Hazırlanıyor
Paradigma
Bu sene 10’uncusu düzenlenecek olan Dokufest
Kısafilm ve Belgesel Festivali hazırlıkları tüm hızıyla
sürüyor. 30 Nisan tarihinde kapanan başvuru
tarihine kadar 1800’ün üzerinde kısafilm, belgesel ve
animasyon başvurdu. Seçici kurul gösterilecek filmleri
seçmekte oldukça zorlanıyor.
konuğu olan İsviçre’den gelen film seçkisi festivalin
gözdelerinden.
23 – 31 Temmuz 2011 tarihleri arasında düzenlenecek
olan festivalin hazırlıkları uzun süredir devam ediyor.
Dokufest Kısafilm ve Belgesel Festivali artık sadece
bir kısafilm-belgesel festivali olmaktan çıkıp bütün
Kosova’ya yayılan bir karnaval halini aldı.
Balkan Belgeselleri dalında ise bölge ülkelerine eğilen,
sorunları anlatan sağlam konular işlenmekte.
Festival süresince binlerce turist Kosova’yı ziyaret
ederken, Dokuphoto, Dokunights, Dokucamp,
Dokukids ve saire etkinliklerle Kosovalılara sanatın
her alanından yararlanma fırsatı sunuluyor.
Belgesel atölyelerinin de kurulduğu festivalde ayrıca
İnsan Hakları, çocuk hakları, kadın hakları, çevrenin
korunması gibi evrensel değeri olan konularda panel
ve açık oturumlar gerçekleşiyor.
Uluslararası yarışma, en iyi Balşkan belgeseli,
Kısafilm, animasyon dalında yarışan eserlerin yanısıra
festivalin her sen bir konuk ülkesi oluyor. Bu senenin
Uluslararası yarışma bölümünde yer alan uzun
belgeseller ise dünyaca ünlü festivallerde yarışıp
Dokufest’e geldiler.
Balkanların en iyi 5 festivalinden biri olan Dokufest
Kısafilm ve Belgesel Festivali Haziran ayının
sonlarına doğru kesin programını ve etkinlik şemasını
açıklayacak.
Prizren kale duvarlarını perdeye dönüştüren, dere
üzerine platform kurup film seyrettiren Dokufest,
10’uncu yılında değişik sürprizlere hazırlanıyor.
Röportaj paradigma/haziran 2011
Prizren – Bir Kültür Başkenti
Röportaj: Bengi Muzbeg
Fotoğrafçı Edis Potori ve Nafis Lokviça yaklaşık 1
yıl süren Prizren – Bir Kültür Başkenti adlı kataloğu
yayınladı. Prizren’de yaşayan zanatlardan, yemeklere,
düğünlerden, adetlere kadar her şeyi kapsamayı
amaçlayan ikiliye kendi kataloglarını kendilerinin
anlatmalarını rica ettik.
Fotoğrafçıların bolca beslendiği mekanlardan biri olan
Şadırvan Meydanındaki bir kafede daldık sohbete. Ben
öncelikle fikri merak ettim ve kimden çıktığını sordum.
Nafis Lokviça böyle bir fikri uzun zamandır düşündüğünü
ancak defalarca belediyedeki yetkililere başvurmasına
rağmen destek göremediğini söyleyerek devam etti “İyi
ki destek görmemiş, çünkü hem aceleye gelirdi, bu kadar
kaliteli olmazdı; hem de bizim tek başımıza yapmamız
daha büyük bir şeref. Ayrıca o dönemde Edis’le beraber
bu projeyi gerçekleştirmemiş olurduk, o bakımdan da
eksik kalırdı” dedi.
Yine Nafis bey devam etti. “Ama fikirde uzlaştıktan sonra
içerik hakkında her kararı beraber verdik. Edis istemedi
ben ikna etmeye çalıştım. Ben istemedim o ikna etmeye
çalıştı. Her konuda istişarede bulunduk, tartıştık; ama
ortak fikir “Bu şehre yakışır bir ürünü nasıl hazırlarız”
idi. Dolayısıyla, bu amaçta anlaşınca gerisi boş kalıyor”
diyor.
Sohbete Edis katılıyor ve son yıllarda Kosova’da
inanılmaz kaliteli beyinlerin yetiştiğini vurguladıktan
sonra şöyle diyor “Herkes Kosova’da bir katalog, bir
eser yaratma ister. Fikir herkeste var. Hepsi de değerlidir,
önemlidir. Ama önemli olan işin bu dakikadan sonra
başlaması gerçeğidir. Çünkü iş burada başlıyor. Bu
fikirden sonra inandığın amaç uğruna çalışma, bu işe
katlanma, çilesini çekme, sorunları aşma, köstekleri
engelleme işte iş burada başladı. Biz buna dayandık, inat
ettik, sorunlar, gözdağı vermeler her şeyi gördük ama
biz çalıştık ve yayınladık. Nafis abiyle fikir konusunda
uzlaştıktan sonra Nafis abi yıllara dayanan tecrübesini
ve bağlantıları bana aktardı. Ben son 10 sene Kosova’da
yaşamıyorum nerdeyse, ben bunlardan faydalandım.
Öte yandan Nafis abiye bu işin İstanbul’da Avrupa’da
profesyonelce nasıl yapıldığını anlattım. Anlaşmaya
vardığımızda çalışmaya başladık. Yani biz birbirimize
hem katlandık hem de birbirimizi tamamladık”.
Söze ben de karışıyorum ve kataloğun ilk geribeslemelerini
kataloğun yaratıcıları ile paylaşıyorum. “Ben kataloğu
kime göstersem – Vay be ben burada mı yaşıyorum?
diyor” bu size bir geribesleme olsun. Katalog neye
hizmet ediyor.
Biz eğitim gördüğümüz kurumlarda stereotiplerin nasıl
kolay yaratıldığını ve öyle kaldığını öğrendik diyen
Edis devam ediyor. “Yabancılar, turistler, ziyaretçiler
Prizren’e geldiklerinde ellerinde fotoğraf makinesi ile
gezip herkes aşağı yukarı aynı Prizren karesi çekiyor.
Çünkü kafalarında bir Prizren stereotipi yaratmışlar ve
onu 5 dakikada bulup rahatlıyorlar. Biz bu insanların
memleketlerine dönerken yanlarına alabilecekleri ve bu
41
42
paradigma/haziran 2011
Röportaj
şehri gerçekten özümseyebilecekleri
bir eser yaratmak istedik. Kendisi
fotoğraf çeksin, ama Prizren’e bir
de bu taraftan baksın”.
Edis’den biraz da bu projenin
istatistiklerini,
kimlerin
emek
verdiğini, nasıl çaba gösterdiklerini
anlatmasını istiyorum.
Edis, projenin sahibinin FotoVideo Arşivleme Derneği olduğunu
belirttikten sonra kendisinin de
kurucu üyesi olduğu Lucida Görsel
Sanatlar Topluluğu’nun projenin
Görsel Sponsorluğu’nu üstlendiğini
ve her türlü imkanı tanıdığını
belirtiyor. Set ekibinde kendisinin
teorik
fotoğraf
dersi
verdiği
öğrencilerin yer aldığını ve müthiş
bir pratik deneyim yaşadıklarını
vurguluyor. Edis sonuç olarak ekipte
20 kişinin olduğunu belirtiyor ve
“3 ay içinde Prizren etrafındaki
her yere defalarca gittik, yaklaşık 3
bin km yol yaptık. Yaklaşık 10 bin
fotoğraf çektik ve konsepte uyan 245
fotoğrafı kataloğumuza dahil ettik.
3 ay çekim aşaması sürdü, 2 ayda
da tasarım ve metinleri hazırladık.
Toplam 5 ayda işimiz bitti. Ama
katalogun yayınlanması 1 yılı buldu.
Aradaki 7 ay ise hiç hak etmediğimiz
ayak oyunlarıyla uğraşmakla geçti.
Kataloğu tamamen başka konsepte
uydurmaya veya başka anlamlara
çekmeye çalıştılar. Ama ben sonuca
bakarım ve sonunda elimizde
kendimizin
bağımsız
olarak
yayınladığımız böyle bir eser var.
Bu bize yeter”.
Peki finansmanı nasıl sağladınız.
Bu işlerin vebalini çeken Nafis
bey başlıyor konuşmaya. “Şu
anda katalogdaki hotel, restoran
reklamlarını göreceksiniz. Bunların
tamamı beni veya Edis’i tanıdığı için
bize destek oldu. Ama profesyonel
anlamda
destek
istediğimiz
sözümona işadamları bize dilenci
muamelesi
yaptı.
Gerçekten
şunu belirtmek isterim, katalog
yayınlandıktan sonra kaç kişi biz de
orada yer alsaydık, veya biz bunları
satabilir miyiz diye telefon açtı...”
Edis tamamlıyor Nafis beyi “Ben
sanata bu kadar aç ve aynı
zamanda bu kadar düşman çift
karakterli bir toplum görmedim.
Herkes istiyor seviyor ama bir
gurupta engellemek için her şeyi
yapıyor. Şu an katalog basımının
3’üncü günündeyiz, bu kataloğun
kopyası olabilecek bir katalog için
seferber olan çok insan var. Ama
biz 1 yıl süre zarfında danıştığımız
çok değerli insanlara ve kendimize
güvenerek işi yaptık. Bundan sonra
isteyen istediği yollarla istediği şeyi
basabilir”
Yani bir projeye başlayacaksanız,
bu bir kısafilm veya belgesel olsun
veya bir fotoğraf çekim projesi
olsun ilk önce kendinize inanıp bazı
şeyleri feda edeceksiniz mi demek
istiyorsun?
Edis daha gür bir sesle “Kesinlikle
doğru. Mesela siz bu dergiyi
çıkartıyorsunuz. Bunun cefasını siz
bilirsiniz. Ama bu dergiyi eline alan
herkesten farklı bir ses çıkar. Bunun
için ben bu röportajı okuyacak olan
genç arkadaşlara sesleniyorum.
Sanat çevresinden arkadaş edinin.
Onlarla arkadaşlık kurun. Çünkü bu
işler gönül istiyor. Biliyorsun seninle
kısafilmi çektiğimizde ekipte 15 kişi
vardı, sabahın 5’inde -8 derecede
çekime başlıyor, akşam bitiriyorduk.
Onlar bütün gün bize yardımcı
oldular. Tamamen gönüllü olarak.
Böyle çevre yaratın, çünkü şu an
onlar da bizden bir şey istese bütün
gücümüzle onlar için çalışırız, ki
çalışıyoruz da”.
Son olarak peki bu katalog her şeyi
mi kapsıyor yoksa bir sınırı var mı
bunu açıklar mısınız?
Nafis
abi
hemen
dalıyor
muhabbete. “Tabi ki var. Çoğu
Röportaj konuda istişare ettik. Ben mesela
Şar peynirinin, dolmanın, sarmanın
olması gerektiğini, bazı şairlerin yer
almasını istedim, ama bir konsept
var ve bu katalog bir konsept
sonucu bu hale geldi. İlerde başka
şeyler çıkar katılır, bazı festivaller ve
saire son bulur katalogdan çıkar, bu
yaşayan bir tanıklık mekanizması
olacak”.
Biraz da klasik röportaj şekline
dönelim.
“Teşekkür
etmek
istedikleriniz birileri var mı?”
sorusunu klasik röportaja saygı
duyarak sormak istiyorum.
Nafis: Ben, katalogda yer alan
şirketlerin
sahiplerine
teşekkür
ederim, çünkü ben gidip bir
finansman
istediğimde
ne
yapacağımı
sormadan
destek
oldular. Yakinen tanımadığımız
ve ne yapacağımızı anlattığımız
şirketler ise destek olmadı. Şimdi
sponsor olmak istiyorlar. Ben
hepsine teşekkür ederim.
Edis: Ben de başta çekim öncesi,
çekim süreci ve sonrasında bize
yardımcı olan takım arkadaşlarım
danışmanlarımız,
dostlarımıza
teşekkür ederim.
Nafis Lokviça: Nafis Lokviça
1957’de
doğdu.
Belgrat
Üniversitesi’nde
Teknoloji
bölümünde eğitim aldı. Fotoğraf
ve video çalışmaları yürüten
Lokviça’nın
çeşitli
karma
sergileri açıldı. 10 yıllık bir
sürede Prizren Teknik Okulunda
öğretmenlik yapan Lokviça hala
hem fotoğraf hem de video
alanında çekimler yapmakta,
Kosova’nın
görsel
tarihini
arşivlemektedir.
Edis Potori: 1982 yılında
Prizren’de doğdu. İlk ve ortaokulu
Prizren’de tamamlayan Potori
fotoğraf
eğitimine
İstanbul
Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Fakültesi’nde devam etti. 2007
yılında bu fakülteden mezun
olan Potori aynı üniversitede
master eğitimini sürdürüyor.
Potori’nin çok sayıda karma
sergisi açılmıştır. Çalışmaları
hakkında daha geniş bilgiye
ulaşmak için www.edispotori.
com adresi ziyaret edilebilir.
paradigma/haziran 2011
43
Download