Kitap Eleştiri ve Tanıtımları Kör Alan ve Dekadrajlar - Pascal Bonitzer İnceleyen: Murat Aytaş Kör Alan ve Dekadrajlar Pascal Bonitzer: Kitabın Özgün Adı: Le Champaveugle, Decadrages Çev. İzzet Yaşar Metis Yayınları, İstanbul 2011, 206 s. ISBN 13: 97B-975-342-584-1 Gerçekle ilişkileri içinde görüntülerin üretimi sorununa odaklanan Kör Alan ve Dekadrajlar, perspektif, alan derinliği, plan, sahne, çerçeveleme seçimleri ve sinemanın diğer sanat alanlarıyla ilişkisi ekseninde anlamın kurgulanışını kavramak üzere okuyucuyu tarihsel bir yolculuğa çıkartıyor. Eser, görüntünün görünürdeki gerçekliğini yaratan birimlerini hem izleyici hem de yönetmenlerin bakış açısından sorgulayarak, kör alan, alan-dışı ve dekadrajların, sinemasal anlatı açısından önemini vurgulamaktadır. Yakın plan, sinema anlatısı içerisinde diğer planlara göre çok daha özel ve psikolojik anlamların yüklenebildiği bir çekim türüdür. Eserde filmin hareketinin her zaman manzaradan lekeye, genel plandan yakın plana doğru olduğu ifade edilmekte ve yakın planın suspense, thriller gibi türlerle ilişkisi ortaya koyulmaktadır. Kitap, sinema ekranının bir tablonun çerçevesi gibi değil, 'olayın sadece bir parçasını gösteren bir kaş' gibi iş gördüğünü ifade etmektedir. Tablonun uzayı merkezcil, ekranın uzayı ise merkezkaçtır. Görsel alana her zaman kör bir alan eklenir ve görme her zaman taraf tutucu olmasa bile her zaman kısmidir. Eser, sinemada görsel alanın yanında bulunan kör alanı, ekrana dair ortaya koyduğu kaş metaforuyla nitelemektedir. Ancak, kör alan, off-uzay, ya da alan-dışı olarak ifade edilen bu alan yazarın savunduğu orandaki etkisini ancak belirli türler çerçevesinde kurabilmektedir. Dolayısıyla söz konusu bu alanların tüm türler açısından ifade edilmesi kısmi bir bakış açısını içermektedir. Sinema, romanın tersine kendi nedenlerini açıklayabilecek araçlara sahip değildir. Sinemanın farkı, 'alandışı'nın kesintisizliği içinde olup bitenlerin, dramatik açıdan, çerçevenin içinde olup bitenler kadar -hatta bazen daha çok- önem taşımasıdır. Bu noktada dramlaştırılan, görsel alanın tümüdür. Görmenin kısmi olarak kaydedilmesinin işlevi budur. Kısmi görme filmin uzayını sorguya çeker, ama aynı şeyi seyirciye de yapar. Sinemada yanılsama, tiyatrodaki gibi, izleyiciler tarafından sessizce kabul edilen uzlaşmalara değil, tam tersine, izleyicilere gösterilenin zaman aşımına uğramayan gerçekçiliğine dayanır. Eser, temelde görüntü kompozisyonuna odaklanarak, sinemanın çeşitli sanatlarla başından beri kurduğu ilişki çerçevesinde çeşitli açı ve ölçeklerle yarattığı temsili gerçekliği 133 ele almaktadır. Kompozisyonu insanoğlunun mağara resimlerine çizdiği resimlerden başlayarak, fotoğraf sanatına, sinemaya ve televizyon ekranına uzanan bir teknik görme biçimi olarak ele alabiliriz. Görsel bir kompozisyonda amaç, çerçeve içerisinde yer alan öğeleri istenen psikolojik ya da estetik etkiyi oluşturacak şekilde oranlayarak düzenlemektir. Ekran dünyaya açılan bir pencere değil, üzerine kayıt yapılan bir yüzey olarak ele alınmaktadır. Alan derinliği açık bir ufuk değil, planların bir düzenlenişidir. Bu noktada yazar sinema seyircisini, Platon'un mağara alegorisindeki esirden çok bir koltuğa zincirlenmiş olarak karşısındaki sinema perdesine yansıtılan korkunç ve tiksindirici sahneleri gözlerini kapamadan seyretmek zorunda olan kahramanına benzetmektedir. Sinemanın gerçeklikle ilişkisi bu yönüyle sağlıksızdır. Bu, iki yönde böyledir: ekrandan izleyiciye doğru ve kameradan 'konu'lara doğru. Sinema, izleyiciye sunduğu gerçekliğe müdahale eder; bir diğer deyişle onu tekrar yaratır. Kör Alan ve Dekadrajlar, planların, çekim açı ve ölçeklerinin ortaya çıkışından modern sinemaya uzanan süreçte ortaya çıkan yeni ilişkilere, duyguların bu yeni ilişkilerle yeniden icat edilmesi serüvenine özellikle estetik boyutunda odaklanmaktadır. Yazar, Andre Bazin'e atıf yaparak sinemacıları, gerçekliğe inananlar ve görüntüye inananlar olarak ikiye ayırır. Hollywood sinemacılarını, Amerikanvari birhiperrealizmle ilişkili olarak görüntünün gerçekliğine inananlar olduklarını söyler. Bu noktada yapılan ayrımın iki farklı tez üzerinden hareket ettiğini söyler. İlk tez şu şekildedir: Sinematografik aygıt bütünüyle ideolojik bir aygıttır. Doğrudan doğruya 14.yüzyıl İtalyan erken Rönesans'ını ifade eden Quattrocento'nun bilimsel perspektifinin mirasçısı olan ve bu perspektif model alınarak inşa edilmiş bir perspektif kodu üretir. Özet olarak kameranın gerçek'le herhangi bir nesnel ilişki kurması imkânsızdır. İkinci tez ise sinematografik aygıtın ideolojik olarak tarafsız bir aygıt olduğundan bahseder. Burada sinema alıcısı doğal göz algısını mekanik olarak yeniden üretmektedir. Özet olarak kamera hedeflenen gerçeği nesnel olarak aktarmaktadır. Kitap bu noktada, normal göz algısının şartlarını yeniden üretmenin, 'görme'mizin yakaladığı haliyle uzayı yeniden üretmenin aynı zamanda uzaya bir çeşit öznelliğin sokulması demek olduğunu savunmakta ve bu öznelliğin bir tuzak olduğunu vurgulamaktadır. Sinema, aslında dünyayı algılıyor ve sadece algımıza sunuyormuş gibi yaparken, onu değiştirmektedir. İzleyici sinema aracılığıyla gerçekliği, dünyayı algıladığını sanır; oysa gördüğü sadece belirsiz olay parçalarıdır. Sinemanın, görüntünün nesnel gerçekliğini sunduğunu iddia ettiği tüm durumlarda montaj vardır. Sinema, kameranın konumu ve alandaki yeri neticesinde görsel uzayın bir parçasını taraf tutucu biçimde kesip ayırdığı için, daha baştan montajdır. Bu anlamda, alan derinliği de montaj olarak düşünülmelidir; çünkü planların görüntü kaydı sırasında düzenlenmesini içerir. Bütün modern düşünce, öznenin ve bilincin boşaltılmasından, tersyüz edilmesinden yola çıkarak, onların yeni bir modelini üretmeye çaba harcamıştır. Boşluğun bu gücü temsilde, fotoğrafta, sinemada, resimde farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Fotoğrafın açtığı yeni temsil çağıyla birlikte Walter Benjamin'in dediği gibi, artık insanın içinde bilinçsizce hareket ettiği bir uzayı fotoğraf yaratmıştır. Bunun biçime dair sonuçlan olmuştur. Sinema ile resmetme süreci, fotoğraftan farklı bir sergileme yüzeyine sahiptir. Bu yüzey beyaz perdedir. Sinema 134 teknolojisi gereği, fotoğraf ve resimden farklı olarak bu yüzeyin sınırları içinde resmeder. Beyaz perde ayrıca sinemanın alımlama biçimini de değiştirmiştir. Dünyayı algılama, artık fotoğraf ve sinema aracılığıyla ve algının yeniden yorumlanarak dönüştürülmesiyle mümkün hale gelmiştir. Bu durum herhangi bir gerçekliğin, her türlü içi dolu anlamdan arınmış bir gerçekliğin keyfi ve göçebe bir anlayışla çerçevelenmesi ya da dekadrajı'nı beraberinde getirmiştir. Kitaba göre dekadraj sanatı, açının yer değiştirmesi, görüş açısının radikal tuhaflığı, bedenleri parçalayıp çerçevenin dışına kusması ve dekorun ölü, boş, kısır bölgelerine odaklanması bakımından, 'hayalet bir bakış'ı içermektedir. Dekadraj bu anlamda bölücü, parçalayıcı değil tersine çoğaltıcı, yeni düzenlemeler üreticidir. Kitap, görüntü üretimi noktasında ortaya koyduğu fikirleri, yönetmenlerin filmleri ve sinema üzerine çalışan pek çok yazar, düşünür ve felsefecinin yanı sıra edebiyat, resim ve tiyatro gibi alanda çalışan sanatçının görüşleriyle desteklemektedir. Yakın plan ve diğer çekim ölçeklerini sinemanın tarihi ve oluşumu açısından, anlam üretimine sundukları katkı açısından bir dönüm noktası olarak ele almaktadır. Sinemada yer alan perspektif, alan derinliği, kompozisyon ve görüntü düzenlemesi öğelerine seyirci açısından duygu üretimi ekseninde anatomik bir bakış açısıyla yaklaşılmaktadır. Kitap, sinema evreninde, gerçekliği yeniden üretme araçlarını parçalarına ayırıp yapısöküme uğratarak, anlamın ayrıcalıklı olarak kurulduğu özel konumları araştırmaktadır. Filmozofi: Sinemayı Yepyeni Bir Tarzda Anlamak İçin Manifesto İnceleyen: Burak Medin Filmozofi: Sinemayı Yepyeni Bir Tarzda Anlamak İçin Manifesto Daniel Frampton Kitabın Özgün Adı: Filmosophy: A Manifesto for a Radically New Way Çev. Cem Soydemir Metis Yayınları, İstanbul 2012, 341 s. ISBN-13: 978-975-342-852-1 Daniel Frampton’un Filmozofi adlı çalışmasındaki yitik nesnesi çok açık: Sinemayı yepyeni bir bakış açısıyla anlamak. Bu bakış açısının temelinde ise ne yapısalcılık ne de psikanalitik kökenli film incelemeleri yer almakta. Felsefe ve felsefe kökenli kavramlar, sinemayı anlamak bağlamında yazarın metin boyunca üzerinde durduğu önemli bir konumlanma noktası. Yazar okuyucusuna felsefe gözlüğünü taktırarak bir nevi manifesto niteliği taşıyan çalışmasını çeşitli sorular eşliğinde zihinlere sunmakta. Yazar çalışmasına iki örnekle başlar. İlk örnekte Maksim Gorki’nin Lumiere sinematografının bir gösterimiyle olan karşılaşmasındaki izlenimleri anlatılır. Gorki’ye göre 135