barış, demokrasi, kardeşlik ve egemenlik için

advertisement
ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!
İSCİ
KARDESLİĞİ
. .
.
Sayı 34 • Ağustos - Eylül 2008 • 1 YTL
İşçi Kardeşliği Partisi
merkezi gazetesidir
mazluma dini, milliyeti sorulmaz!
barış, demokrasi, kardeşlik ve egemenlik için
AKP Anayasası’na
İşçi Kardeşliği Partisi
Merkez Yürütme Kurulu
İ
şçi Kardeşliği Partisi kurulduğu
günden bu yana iki temel meseleye ısrarla parmak basıyor. Bunlardan birincisi; işçi sınıfının ve
toplumun ezilenlerinin parababalarından ve onların devletlerinden
bağımsız örgütlenmesi, yani bir
başka ifadeyle yerli veya yabancı
hiçbir patrondan veya patron kuruluşundan para almaması ve tabii
kendisininki de dahil hiçbir büyük
patron devletinden mali yardım
görmemesi. Bunun nedeni açık:
Kendi gücünün dışında güçlerden
mali destek alan bir parti, ister
istemez parayı verenin düdüğü
çalacağı bir parti haline geleceği
gibi yürüteceği politikalarda da
onlara bağımlı hale gelir. “Ben
hem parayı alırım hem bildiğimi
okurum!” anlayışı hayatta karşılığını bulmaz. Parayı verenler sana
bunun faturasını bugün değilse
yarın mutlaka çıkarırlar. Avrupa
Birliği fonlarından para alan partiler böyle partilerdir. İkinci mesele;
Türkiye’nin emperyalist bir ülke
olmayıp, tam tersine emperyalizme
bağımlı bir ülke olduğudur. Türkiye, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının büyük çokuluslu şirketler ve
onların yerli işbirlikçileri tarafından talan edildiği bir ülkedir. İşte
böyle bir ülkede ulusal bağımsızlık
meselesi de demokrasi meselesi de hayati bir önem kazanır.
Bugün Türkiye’de geniş halk
kitlelerini şaşkına çevirip aptallaştıran da işte tam bu durumdur.
İşçilerin ve ezilen kitlelerin ülkenin maddi zenginliklerini yabancı
ve yerli parababalarına altın tepsi
içinde hediye etmeme isteği haklı
bir taleptir; ama bu taleplerin
liderliğine soyunanlar “biz kaç
kişiyiz?” gibi parayı görünce emperyalistlerle al gülüm ver gülüm
olanlardır ya da uluslararası uyuşturucu trafiğinden nemalanan,
bu yolda kanlı cinayetler işleyen,
Türklerle Kürtleri, Alevilerle Sünnileri, laiklerle anti-laikleri birbirine kırdırmaya çalışan, eğitimlerini
Hayır!
Amerikan istihbarat örgütlerinin
kanatları altında tamamlamış Gladio uzantısı “Ergenekon” çeteleridir. Bunlar gayrı milli milliciler
ya da kendi tabirleriyle “ulusalcı”
önderliklerdir. İnsanların haklı
özlemleri, geçmişte Amerikan
istihbarat örgütü CIA tarafından
devşirilmiş ama şimdi gene o örgüt
tarafından artık görevini fazlasıyla
yerine getirmiş oldukları için dürülüp çöp sepetine atılmakta olanlar tarafından istismar edilemez.
İşçi Kardeşliği Partisi bu eski ABD
beslemelerinin peşinden sürüklenen bütün kitlelere, onlardan derhal kopmaları için elini uzatıyor.
Gene bugün Türkiye’de geniş
halk kitlelerinin çok önemli bir
özlemi olan demokrasi meselesi de
bir başka önderlik tarafından fazlasıyla istismar ediliyor. Bu önderlik AKP önderliği ve ona ideolojik
hammadde sevkiyatı sağlayan sağ
ve sol liberallerdir. Dünyanın her
yerinde demokrasinin üç temel
ayağı vardır. Bunlar sırasıyla din
ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve tabii işçilerin örgütlenme
özgürlüğüdür. Bunlardan biri bile
yoksa demokrasiden söz etmek
mümkün değildir. Türkiye’de
din ve vicdan özgürlüğüyle ifade
özgürlüğünün ne durumda olduğu
hepimizin malumu; ama esas içler
acısı olan milyonlarca işçi ve yoksul köylünün örgütlenme özgürlüğü, yani kendi sendikasını sebestçe
seçme, greve çıkabilme, patronlarla
kendi sendikaları aracılığıyla toplu
pazarlık yapabilme özgürlüğüdür. Amerikan ve Avrupa emperyalizmlerinin mutlak desteğini
almış bulunan AKP hükümeti, bu
özgürlüğe temelden karşı olduğu
için işçi düşmanı ve dolayısıyla
demokrasi düşmanı bir önderliktir. Türkiye’de asker veya sivil bazı
bürokratlar tarafından yapılan
dayatmalar nedeniyle AKP’nin
peşinden giden emekçilerin demokrasi talepleri haklıdır. Bu talep
İşçi Kardeşliği Partisi tarafından
sonuna kadar desteklenmektedir.
Ama AKP adresi yanlıştır. Çünkü
o, işçilerin ve tüm yoksul halkın
bağımsız olarak devamı 2. sayfada
GÜNCEL
Laiklik ve egemenlik mücadelesi “ulusalcı”lara, demokrasi mücadelesi ise AKP ve havarisi
liberallere terk edilemez!
kapaktan devam örgütlenme ve hak
alma mücadelesine karşı bir patron
partisidir ve bizzat ABD tarafından yönlendirilmektedir. İnanıyoruz ki AKP’ye veya başka patron
partilerine oy veren tüm işçiler ve
yoksul köylüler kendi sınıf kardeşlerinin yanına katılacaklardır!
Kısacası, gerek kendine “ulusalcıyım” diyen gayrı milli önderliklerle
“demokratım” diyen AKP önderliklerinin ipleri Washington ve Brüksel’in
elindedir. Ülkemizin bu mevcut
krizden tek çıkış yolu AKP’nin
başımıza öreceği ve bütün egemenliği ABD ile AB’ye devredecek yeni
anayasaya öncelikle “Hayır” demek
ve bunun yerine nispi temsil usulüne dayalı, herkesin eşit propaganda
hakkına sahip olacağı, barajların
Bizim
Taraf
Zeki Kılıçaslan
İkisi de Tek Tarafta
Türkiye AKP’nin kapatılma ve Ergenekon davaları tartışması ile çalkalanıyor.
“Darbe” ve “demokrasi” en çok kullanılan kelimeler. Bu çatışma, Türkiye’nin
önümüzdeki döneminin belirlenmesi
açısından çok önemli. İşçiler, emekçiler
ve tüm yoksul halk kitleleri için çatışan
güçlerin gerçekte kimler olduklarını
bilmek ve “demokrasi”, “darbe”, “ulusalcılık” gibi kavramlar etrafında yaratılan kafa karışıklığına karşı mücadele
etmek hayati bir öneme sahiptir.
Çatışanlar kimlerdir?
Öncelikle açık olarak bilinmesi gerekli
şey, çatışan bu kesimlerin esasta aynı tarafta olduklarıdır. Bu iki kesim de egemen sermaye kesiminin siyasetleridir ve
bizim tarafın yani işçilerin, emekçilerin,
yoksul halk katmanlarının gerçek düşmanlarından başka bir şey değillerdir.
Çatışma AKP’nin Temmuz 2007
seçimlerini büyük bir oyla kazanması
ve A. GÜL’ün cumhurbaşkanı olması ile
hızlandı. Bu mücadelenin bir tarafında
kendilerine ulusalcılar-milliyetçiler
denen kesim, diğer tarafında ise AKP
hükümetini destekleyenler var. Uzun
süredir devam eden çatışma ortamı,
sol hareketleri de böldü. Bir kısmı
cumhuriyeti ve laikliği savunmak
düşüncesiyle ulusalcı-milliyetçi kesimle
birleşirken bir kısmı ise demokrasi ve
“darbe” karşıtı olma kavramı etrafında
hükümete destek tarafında yer aldı.
Kendine liberal diyenler ise zaten vahşi
kapitalizmin en hızlı uygulayıcısı olan
AKP’nin baştan beri destekleyicisidirler.
Bu çatışma neyin kavgası?
Bu sorunun en temel cevabı; Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeniden
yapılanmasındaki paylaşım ve iktidar
kavgasıdır. T.Cumhuriyeti devleti 1947
yılından sonra Amerika-Sovyet çatışmasına dayanan soğuk savaş döne-
2 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
olmadığı bir kurucu meclis seçimine yönelmektir. Bu Kurucu Meclis;
muhtemel bir parçalanmayı önlemek
için Türklerle Kürtleri eşit haklara
sahip kılmalı, işçilere ve köylülere
örgütlenme hakkı tanımalı, ABD ve
AB ile bağları koparmalı, NATO ve
İMF ilişkilerine son vermeli ve dolayısıyla tam bir siyasal demokrasiye
yol açmalıdır. İşçi Kardeşliği Partisi
bu yolda üzerine düşen her görevi
elinden geldiğince yerine getirmeye
hazır olduğunu ilan eder. Karşımızda
tek bir cephe vardır: Bu cephe emperyalistler ve onların işbirlikçilerinin cephesidir. İKP, bu cepheye karşı
bir anti-emperyalist cepheyi oluşturma çabasında olup, onun içinde de
işçilerin ve bütün ezilenlerin birleşik
mücadelesini yükseltmeyi hedefler.
minde ABD’nin tam dümen suyunda
şekillenmişti. Sovyetler Birliği çöktükten sonra dünya düzeni ABD’nin
egemenliğinde küresel emperyalistkapitalist sistem olarak yeniden kurulurken T.Cumhuriyeti devletinin de
yeniden yapılanması gündeme geldi.
Sermayenin ve asker-sivil büyük bürokrat kesimlerin bir kısmı laiklik ve ulusal
devlet, diğer kesimi ise Müslümanlık ve
demokrasi söylemleri ile halkı yanına
almaya ve iktidar olmaya çalışıyor. Ama
aslında söyledikleri ile ilgileri yok. Müslümanlık üzerine siyaset yapan AKP’nin
bir milyonu aşkın Irak’lı Müslüman’ın
katledilmesine karşı ses çıkarmadığını ve Irak’taki yağmadan pay almaya
çalıştığını görüyoruz. Güya ulusal
çıkarları savunanların ise NATO’nun
ABD’nin IMF’nin ve Dünya Bankası’nın
direktiflerinin dışına çıktığını hiç görmedik. Her iki kesim de ABD ve İsrail
ile tam müttefiklik anlayışına sahip.
Darbe ve Ergenekon
tartışmalarının anlamı nedir?
Bu çatışmada ABD nerede?
Bu çatışan her iki kesimin demokrasi
ile de bir ilişkisi yok. Güya demokrasiyi
savunan AKP sadece kendine demokrat. Kendini eleştiren bütün güçleri
ortadan kaldırmak, bütün işçi örgütlerini dağıtmak ya da kendine bağlı kukla
sendikalar oluşturmak, bütün medyayı
ele geçirmek, tüm toplumu tele kulakla
dinlemek, kontrol etmek derdinde. Ulusalcı kesimdeki bazı güçler ise sandıkta
yenilince askeri muhtıra, hatta darbe
hayalleri beslemeye başladı. Bu girişimlerin ciddiyetini mahkeme süreci
belki ortaya koyacaktır ama Türkiye’de
ABD’nin desteklemediği hiçbir darbe
girişiminin başarılı olmadığını biliyoruz. ABD ise şu anda her iki tarafa da
oynarken daha çok AKP’ye yakın duruyor. Her iki kesimi de karşı tarafla tehdit
ederek tam olarak teslim almak istiyor.
“Derin devlet”
mi tasfiye ediliyor?
Soğuk Savaş döneminde hemen bütün
İşçi Kardeşliği
Sayı: 34 • Ağustos-Eylül 2008
Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin Bodur
Yönetim Yeri:
İKP Genel Merkezi
Tuzluçayır Mh. 9. Sokak 21/D Mamak/Ankara
İnternet:
http://www.ikp.org.tr
http://www.iscikardesligi.org
Hayat TV’ye yapılan
karartma girişimini
kınıyoruz, sorumluların
yargılanmasını
istiyoruz.
NATO ülkelerinde devlet içinde Gladyo
diye adlandırılan veya kontrgerilla
denen ve işçi sınıfı ve demokratlara
saldıran yapılar örgütlenmişti. Türkiye
dışındaki NATO ülkelerinde devletler
daha önce kullandıkları bu pis maşaları temizlediler. Türkiye de ise bu tür
yapılar 12 Eylül rejiminin de etkisiyle
güçlenerek devam etti. Faili meçhul
cinayetler, aydınların öldürülmesi,
Gazi olayları hep bu yapıların eseridir.
Şimdi Ergeneokon davası ile yapılmak
istenen bir tür temiz görünme operasyonudur. ABD’nin teşviki sayesinde
AKP ve onunla görüş birliği içinde
olan Genelkurmay, geçmiş dönemde
güya komünizmle ve PKK ile savaşta,
kirli işlerde, faili meçhul cinayetlerde
kullandıkları ve fazla açığa çıkan bazı
asker sivil kişileri devre dışına çıkarıyor. Artık daha demokratik bir devlet
görüntüsü yaymaya çalışıyorlar.
Aslında bu Ergenekon davasının
Gladyo gibi yapıların gerçek tasfiyesi olmadığı gibi ortada demokrasiye
giden bir devlet yapılanması da yok.
İşçilerin, emekçilerin bütün demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına
alındığı, sendikal örgütlenmenin en
hafifinden işsizlik, gerçeğinde kanla
cezalandırıldığı, dünyada görülmemiş
demokrasi dışı parti ve seçim kanunlarının hüküm sürdüğü, eşitsizlik ve
adaletsizliğin temel düzen olduğu
ortamın demokrasi ile ilgisi olmadığı
ortada. Onların demokrasi ve insan
hakları anlayışını iyi tanımalıyız.
Onlara göre Irak’ta bir milyona yakın
insanın ölümüne yol açmak demokrasi
ve özgürlük mücadelesidir. İşgalci bir
ABD askerini bıçaklamak ise cinayet
ve terör. Onlara göre dünyada her yıl
milyonlarca binlerce çocuğun bir bardak süt bulamadığı için açlıktan ölmesi
de bir insan hakları sorunu değildir.
Bu çatışma bizi
ilgilendirmez mi?
Sermayenin kesimleri arasındaki
kavga bizi çok ilgilendiriyor. Çünkü
bu çatışma Türkiye toplumunu bir
felakete doğru sürüklüyor. Muhtemel
[email protected]
Hesap No:
PTT Posta Çeki: 1051319
Akbank: 462 0000908-4
Baskı:
Selin Ofset
Güven Sanayi Sitesi B Blok No:345
Topkapı/İstanbul • Tel: (212) 577 63 48
ekonomik kriz ve ABD-İsrail’in İran’a
saldırı hazırlıkları da göz önüne alınırsa bu çatışmanın sonunda en büyük
zararı işsizlik, yoksulluk ve hatta savaş
yoluyla işçilerin emekçilerin yoksul
halk kesiminin çekeceği açıktır. Sonunda birbirine kırdırılacak alanlar
bizleriz çünkü. Çatışan bir taraf kendi çıkarlarını güya ulusalcılık olarak
ortaya koyarken emperyalizme karşı
olan samimi milyonlarca emekçiyi,
diğer taraf ise güya Müslümanlığı ve
demokrasiyi savunuyorum diye yine
başka milyonlarca emekçiyi kendi
yanına çekiyor. Bu kesimlerin birbiriyle
çatıştırılması an meselesi haline geliyor.
Ne yapmalıyız?
Öncelikli görev ortadadır; sermayenin
bütün kesimlerinden bağımsız olarak
kendi siyasi tarafımızı, yani işçilerin,
emekçilerin ve yoksul halk kesimlerinin
siyasi tarafını oluşturmak. Bunun için
ise işçi sınıfını bölen değil mücadele
temek isteyen bütün kesimlerini birleştiren, DEMOKRATİK, BAĞIMSIZ,
KİTLESEL BİR İŞÇİ PARTİSİ anlayışını savunmalıyız. İKP böylesi bir partinin oluşturulması için mücadele etmektedir. Diğer bir görevimiz ise Türkiye’yi
bekleyen felakete karşı acil olarak yeni
demokratik bir anayasayı yapacak, tam
demokratik koşullarda gerçekleştirilecek seçimlerle oluşacak bir KURUCU
MECLİS için mücadele etmek olmalıdır. Bunun için Türkiye’nin ABD ve
AB sermaye güçleri tarafından yönetilmesine karşı olan gerçek bir demokratik devleti savunan tüm kesimlerinin
biraraya gelmesi gereklidir. Türkiye’yi
Türklerin, Kürtlerin, Sünniler’in,
Alevilerin kardeşliği, eşitliği ve tüm
sosyal, sendikal hak ve özgürlüklerin
sağlanması temelinde yeniden ayağa
kaldırmak görevi ile karşı karşıyayız.
Bizler ABD-AB emperyalizmine karşı mücadeleyi “ulusalcılara”,
demokrasi mücadelesini de AKP’ye
havale edemeyiz. Çünkü emperyalizme karşı mücadele ve gerçek demokrasi ancak işçi sınıfının bağımsız
siyasi mücadelesi ile kazanılır.
GÜNCEL
Hükümet, sendikalarımızdan elini çek!
AKP’nin Çaykur’daki sendikal
örgütlülüğe saldırısı geri püskürtüldü
Hak-İş’e bağlı Öz Gida-İş Sendikası’nın Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş Sendikası’nın Çaykur’daki örgütlülüğüne yönelik sekiz aydır
süren saldırısı geri püskürtüldü.
D
oğu Karadeniz bölgesindeki
Çaykur’a ait çay fabrikalarında
çalışan işçiler, az sayıda sürekli çalışan
işçi dışında mevsimlik işçi statüsünde
genelde yılda 4 ay çalışmaktadırlar.
Yaklaşık 14277 işçi Türk-İş’e bağlı Tek
Gıda-İş Sendikası’nda örgütlü idi.
Sekiz ay önce Öz Gıda-İş Sendikası,
bu işçiler içinde örgütlenmeye başladı
ve uzun süren bir savaş (?!) başlatıldı.
Hükümet ve AKP bunu hep
yapıyor.
Öz Gıda-İş Sendikası’nın bu girişimi,
tıpkı orman ve belediye işkolunda
Hak-İş’e bağlı sendikaların yaptığı gibi
hükümet, ilgili kurumların yöneticileri
ve AKP’nin merkezi ve yerel örgütlerinin desteği ile yürütüldü. Fabrikalarda
çalışanların verdikleri bilgilere göre,
Çaykur genel müdürü ve fabrika
müdürleri her türlü ilişki, ikna, baskı,
sürgün yöntemiyle işçileri Tek Gıdaİş’ten istifa ettirip Öz Gıda-İş’e üye
olmaya zorladılar. Tek Gıda-İş’in verdiği
bilgilere göre 29.08. 2008 tarihine kadar
14.277 işçiden 5.915’i sendikadan istifa
etmiştir. Fakat daha sonra bu işçilerden
2.375’i üye oldukları Öz Gıda-İş’ten
istifa ederek tekrar Tek-Gıda-İş’e üye
olmuşlardır. Bu durumda yetki başvurusu için Öz Gıda-İş gerekli olan 7.139
sayısına çok uzak kalmış durumdadır.
Çaykur’un özelleştirilmesinin
önü mü açılmak isteniyor?
Çaykur, 2006 yılında özelleştirme
kapsamına alınmış durumdadır.
Sendikal baskılara karşı Rize’de 9
gün süreyle oturma eylemi yapan
Tek Gıda- İş Genel Başkanı Mustafa
Türkel, yaptığı basın açıklamasında
2009 yılında Çaykur’da özelleştirme çalışmalarının başlatılacağını ve
hükümetin yaptığı sendikal saldırının
da bu nedenle olduğunu açıkladı.
Türkel’in basın açıklamasına Petrolİş, Kristal-İş, Basın-İş, Tümtis ve Deriİş genel başkanları da destek verdiler.
Çaykur’daki sendikal
örgütlülüğün önemi
Doğu Karadeniz’deki en önemli işçi
örgütlülüğü olan Çaykur işçilerinin
örgütlülüğü, bu saldırılarla bitirilmek istenmektedir. Şuanda bölgedeki
hiçbir özel sektöre ait çay fabrikasında
sendikal örgütlülük yoktur. Belediye
işkolundaki örgütlülükler bir kenara
bırakılırsa bölgede diğer işkollarında da
önemli bir sendikal örgütlülük bulunmamaktadır. Hâlbuki Çaykur işçilerinin
örgütlülüğü, doğru politikalar yürütülürse çay üreticilerinin örgütlülüğünü
geliştirebilir; bu süreç de bölgedeki
toplumsal muhalefeti güçlendirebilir.
Tek-Gıda-İş’in hatası yok mu?
Birçok Çaykur çalışanı bu son gelişmelerde Tek Gıda-İş yerel yöneticilerinin
eksikliklerinin önemli bir etken olduğunu söylemektedir. Sendikal demokrasi, katılımcılık eksikliği ve çeşitli
kayırmacılık politikaları Öz Gıda-İş’in
önünün açılmasında bir etken olmuş-
Mevsimlik fındık işçileri insanlık
dışı koşullarla boğuşuyor
H
er yıl olduğu gibi bu sene de fındık toplamak için Güneydoğu’dan
Karadeniz Bölgesi’ne çok sayıda mevsimlik fındık işçisi akın etti. Ama ne
yazık ki geçen yıllarda olduğu gibi bu
sene de işçilerin hem bölgeye ulaşımları
hem bölgedeki konaklama şartları insanlık dışı. Bölgeye gelen işçiler, sadece
Güneydoğu’dan gelen işçiler değil. Gürcistan gibi komşu ülkelerden de kaçak
olarak getirilen ve çalıştırılan işçiler var.
Böyle geliyorlar
İşçilerin bir kısmı tıka basa dolu
minibüslerle yolculuk ederken bazıları
ise oganizatörler tarafından daha ucuz
olduğu için kamyonlara doldurulup
bölgeye gönderiliyor. Bu durumda
kazalar, yaralanmalar ve çok görüldüğü gibi ölümler kaçınılmaz. Bölgedeki
konaklama koşulları ise aynı şekilde
rezalet. Çok sayıda işçi, yerel yöneticiler
tarafından kendilerine yer gösterilmediği için günlerce açık havada yol
kenarlarında, şanslı olanlar ise deniz
kenarlarındaki derme çatma çadırlarda
konaklamaktadır. Buralardaki hijyen
koşulları anlatılamayacak düzeyde.
Öte yandan Ordu valisinin yaptığı
gibi bir çok yerde işçiler kentlere de
sokulmamakta, çeşitli şekilde baskı
altına alınmaktadırlar.Olayın diğer bir
bölümü de verilen ücretler. Zonguldak,
Düzce , Sakarya gibi illerde günlük
yevmiye 20 YTL olarak açıklandı;
yemek ve konaklama masrafları işçiye
ait. Bu ücretlerinin önemli bir kısmına
ise aracılar tarafından el konulmakta.
Oysa ki zaten çok kısa süren bu
Böyle konaklıyorlar
sürecin insanlığa yaraşır biçimde
düzenlenmesi ne çok zor ne de pahalı.
İşçilerin taşınması ve 2-3 hafta bölgede
konaklamaları yaz koşulları da dikkate alınırsa merkezi ve yerel idareler
tarafından çok kolaylıkla organize
edilebilir. Ama bunun için bu ülkede
bir şeylerin değişmesigerekiyor; işçilerin, emekçilerin yani adaletin ve
insanlığın hüküm sürmesi gerekiyor.
“Barış için, egemenlik için, demokrasi için,
Türkiye’yi meydana getiren halkların hakları için
bir Kurucu Meclis çağrısı”nı destekliyorum...
İsim, Soyisim:
Örgüt, Görev:
Telefon:
E-Posta:
.............................................................................................................
.............................................................................................................
.............................................................................................................
.............................................................................................................
Çağrı metnini www.ikp.org.tr adresinde ve bir önceki sayımızda bulabilirsiniz
[email protected]
tur. Bölgedeki beklenti, bu son gelişmelerden sonra Tek Gıda-İş Sendikası’nın
daha katılımcı ve mücadeleci bir
yöne doğru gelişme göstermesidir.
Petrol fiyatları
neden yükseliyor?
S
on aylarda petrolün varil fiyatı
50 dolardan 140 dolara kadar
yükseldi, görünen o ki daha da
yükselmeye devam edecek. Bu
yükselmeden sadece büyük petrol
şirketleri değil, büyük mali kuruluşlar da muazzam karlar elde
ediyorlar. Ne oldu da böyle oldu?
Dünyanın petrol rezervleri mi
tükendi? Petrol işçilerine çok yüksek ücretler verildiği için üretim
maliyetleri mi yükseldi? Tahmin
edebileceğiniz gibi bunların
hiçbiri değil. Mesele aslında gayet
basit: Petrol fiyatları büyük spekülatörler tarafından bizim adına
“kumarhane” dediğimiz uluslararası borsalarda belirleniyor da
ondan. Büyük spekülatörler, yani
büyük uluslararası finans kuruluşları, petrolün fiyatıyla diledikleri
gibi oynuyorlar. Ayrıca bu hepimizin bildiği gibi sadece petrol
üzerinden değil her ürün üzerinden yapılıyor. Nitekim tahıl ve
gübre fiyatları da anormal yükselmeye başladı. Şimdi tabii şu soru
hemen akla geliyor: Borsa hep
var, niye eskiden bu kadar yükselmiyordu da şimdi yükseliyor?
Şimdi yükselmesinin birinci nedeni, çürüyen kapitalizm dediğimiz emperyalizmin çürümesinin
had safhaya vardığı bu dönemde
üretimden çok paradan para
kazanma ihtiyacı; bir diğer nedeni
de bazı liberallerce (Baskın Oran
gibi) artık bitti denilen emperyalizmin tabiatından kaynaklanıyor
olması, yani dünya çapında elinde
petrol rezervlerini daha fazla
bulunduran emperyalist ülkenin, bu rezervlere sahip olmayan
diğer emperyalist ülkeleri rekabet
yoluyla ezmek istemesi. Tabii
Dünya Ticaret Örgütü aracılığyla
tarım alanları hızla yok edilen az
gelişmiş ülkelerin tarımının tümden yok edlmesi de işin cabası!
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
3
PARTİMİZ
Patronların üye olamadığı parti!
Eskişehir İKP kuruluş pikniği
İ
şçi Kardeşliği Partisi Eskişehir İl
Örgütü olarak 22 Haziran’da bir
piknik düzenledik. Bu yıl üçüncüsünü
düzenlemiş olduğumuz pikniğe katılım
beklenenin altında oldu (yaklaşık bir
otobüs). Özellikle partimizin kuruluş yıldönümüne denk getirmek için
Haziran ayı içerisinde yapmaya çalışıyoruz; ama Haziran ayı her hafta sonu
Türkiye genelinde sınavların olduğu bir
ay. Bu nedenle de katılım düşüyor. Bir
sonraki sene pikniği Mayıs ayı içerisinde gerçekleştirmeyi planlıyoruz.
İstanbul’dan gelerek piknikte bizleri
yalnız bırakmayan Engin ve Nevzat
arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz.
Engin arkadaşımızın kene vakasından
başlayarak işçi sınıfının kurtuluşunu
yalın ve etkili bir dille anlatan konuşması için de ayrıca teşekkür ediyoruz.
G
4 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
Ankara
Genel Merkez: Öncebeci Mh. İncesu Cd.
Doğan Apt. 7/B Çankaya/Ankara Tel: (312)
369 65 49
İstanbul
İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa
Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih/
İstanbul (Aksaray Metro karşısı) Tel: (212)
635 88 52 Faks: (212) 635 88 90
Anadolu Yakası: Rasimpaşa Mh. Nüzhet
Efen­di Sk. No: 36/5 Kadıköy/İstan­bul Tel/
Faks: (216) 330 95 67
Bahçelievler: Yunus Köroğlu Tel: (534)
672 00 00
Bayrampaşa: Salih Aşkın Tel: (534) 366
54 69
Esenler: Hüseyin Yüksel Tel: (535) 787
10 75
Tuzla’da iş cinayetleri bitmiyor!
isan Tersanesi’nde yer alan bir gemideki filikanın halatının kopması
sonucu içindeki işçiler filikayla birlikte
denize düştü. Olayda hayatını kaybeden işçilerin adlarının Emrah Varoğlu
(mühendis), Ramazan Çetinkaya ve
Ramazan Ergün olduğu belirtildi.
Gemi İnşaa Sanayi ve Ticaret A.Ş.
(GİSAN) Tersanesi’nde yer alan ve
“Galata” adlı bir firmaya ait olan tankerin filikasının kontrolü, kum torbaları yerine işçilerle yapılınca 3 işçinin
ölümüne yol açıldı. Filikanın denize
doğru indirilip kaldırılmasıyla yapıldığı
belirtilen deneme sırasında filikanın
denize sert bir biçimde düşmesi sonucu, içinde bulunan ve çoğunluğu
işçilerden oluşan 19 kişiden Emrah
Varoğlu (19), Ramazan Ergün (36) ve
Ramazan Çetinkaya (25), boğulma ya
da ezilme sonucu yaşamlarını yitirdiler.
İşçilerden sorumlu bir mühendisin
de aralarında bulunduğu 16 yaralıdan
kimilerinin, yakındaki GİSPİR Tıp Merkezi ile Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırılarak
tedavi altına alındıkları, bir kısmının da
olay yerine gelen ambülânstaki sağlık
İKP irtibat:
görevlilerince
ayakta tedavi
edildikleri
öğrenildi.
Limter-İş
Genel Başkanı
Cem Dinç,
deneme sırasında filikanın
ters dönmesi
sonucu işçilerin denize
düştüklerini
belirterek, “Filika düşerken
camları da kırılıyor. Düşme
sırasında işçiler birbirlerini eziyorlar, o anda
içeriye su doluyor” dedi.
Dinç, işçilerin bu sırada öldüklerini bildirdi ve olayda insanların
Parti Okulu
düzenlendi
İ
şçi Kardeşliği Partisi MYK’sının
aldığı karar doğrultusunda,
merkezi eğitim çalışması 8–10
Ağustos tarihleri arasında İstanbul
il binasında yapıldı. Cuma günü
gençlik ve sendikalar konulu, Cumartesi parti inşası ve gazete, son
gün ise anti-emperyalist cephe ve
üretici güçler meselesi olmak üzere
6 başlıkta tartışma yürütüldü. Konu
başlıklarının sunumundan sonra
yapılan tartışmalar yapıldı. Yapılan
eğitim çalışmasının katılımcılar
tarafından verimli geçtiği vurgulandı. Bir sonraki yaz böyle bir eğitim
çalışmasının kamp olarak planlanmasının daha iyi olacağı konuşuldu.
adeta kobay olarak kullanıldıklarını
öne sürerek, olaya tepki gösterdi.
Kazanın ardından fabrika önünde toplanan bir grup işçi de sloganlar atarak olaya tepki gösterdiler.
Küçükçekmece:
Osman
Tel: (535) 484 96 68
Gaziosmanpaşa: Salih Paşa Caddesi,
Adalı Han, No: 5, Kat: 5, Bereç Yolu,
Gaziosmanpaşa/İstanbul Tel: (532) 724 03
79, (537) 284 38 81
Sarıyer: Yaşar Avcı (533) 443 90 43
Zeytinburnu: Murat Ünal (532) 642 08
85
Eskişehir’de
“15-16 Haziran
Direnişi” paneli
Antalya
skişehir Eğitim-Sen şubesinin
düzenlemiş olduğu panel, 21
Haziran’da KESK salonunda gerçekleştirildi. Oldukça yoğun bir
katılımın olduğu görülen panele işçi
sendikalarından beklenen katılımın
olmaması düşündürücüydü. Panele
konuşmacı olarak Eğitim-Sen Uzmanı Erkan Aydoğanoğlu ve partimizin genel başkanı Zeki Kılıçaslan
katıldı. Aydoğanoğlu 15-16 Haziran
eylemlerinin Türkiye işçi sınıfı tarihi
içindeki yerini ve önemini vurguladığı konuşmasında, bu eylemlerde
başarıyı getiren arka planı anlattı.
Özellikle işyeri örgütlülüğünün ve
işçilere sendikaların vermiş olduğu
eğitimin öneminin altını çizdi.
Kılıçaslan ise 1970’lerdeki işçi
sınıfı profili ile günümüz işçi sınıfı
profili arasındaki diyalektik ilişkiyi
çarpıcı örneklerle açıkladı. 70’lerdeki sol içi tartışmaların büyümesi
ile sol ile sınıf arasındaki kopmanın
giderek arttığını söyledi. Sol-sağ
ayrışmasının sınıfsal bir ayrım
olmadığı, işçi sınıfının yapay ayrımlardan uzaklaşıp kendi ortak
çıkarları temelinde sınıf kimliğini
öne çıkarmasının tek çare olduğunu
belirtti. Panelin ikinci bölümünde
salondan soru ve katkılar alındı.
Bursa
E
Zorba
Hasan San Tel: (532) 363 13 49
Balıkesir
İl ve Merkez İlçe Mrk.:Karaoğlan Mh.
Çarşı Sk. No: 7 (Paşa Camii karşısı)
Balıkesir
Fuat Gündüz Tel: (534) 527 27 08
Edirne
Tel: (535) 762 18 43 • (538) 728 08 97
Eskişehir
İl
Merkezi:
Cumhuriye
Mh.
Porsuk
Bulvarı,
Dilem
Sk.
Çağlayan İş Merkezi, Kat 5, No: 47/d Tel:
(222) 233 55 46
Gaziantep
Mustafa Yanılmaz Tel: (536) 812 83 04
Lüleburgaz / Kırklareli
Mustafa Çebi Tel: (537) 230 89 70
Malatya
Nazire Sarıkaya Tel: (536) 517 27 15
Mersin
İ. Halil Çakırlı Tel: (537) 431 51 46
Çorlu / Tekirdağ
Saffet Bilgi Tel: (535) 943 08 13
Yalova
Enver Karagünli Tel: (505) 424 35 77
İnternet
E-posta: [email protected]
İnternet: www.ikp.org.tr
GÜNCEL
Kamu kurumlarında hükümet baskısına ve kadrolaşmaya son!
Bahadır Kaptan görevinin başına!
THY’deki toplu sözleşme sürecinde aktif rol oynayan işyeri temsilcisi, pilot Bahadır Altan, uçağa erken binen VIP yolcularını
kuralları uygulayarak uçaktan indirdiği için işten çıkarıldı. Kendisiyle bu olayın iç yüzünü konuştuk. Hava-İş’i ve Bahadır Kaptan’ı
haklı mücadelelerinde destekliyor ve kendisini tekrar görevinin başında görmek istiyoruz.
2007 TİS ve grev oylamasını ve işten çıkarılma sürecinizi anlatabilir misiniz?
maddeleri topluma
Bahadır Kaptan’dan
en iyi bir uçucukurtulma yoluyla
nun
anlatacağını
toplumu da sindirTHY’de 2006 yılında yapılan büyüdüşünerek sendikameyi amaçladılar.
me plansız, altyapısı hazırlanmadan
nın
verdiği
görevle
Ama tersi oldu.
yapılan bir büyümeydi. Havacılıkta da
kamuoyuna, “Biz
Bundan sonraki
bu çok ciddi tehlikeler yaratır. Çünkü
süreçte çalışanlar
“Ben uçak alayım sonra pilot bulurum” İngiliz pilot kadar
yüksek
ücret
almak
bana ve meslek
diyemezsiniz. Uzun vadeli planlar
onurlarına daha
yapılmalıydı. Personel sıkıntısı yaşanın- istemiyoruz; ama
onun
kadar
uyufazla sahip çıkarak
ca bunu çözmek için çalışma süreleri
mamız
gerekiyor.
olaya tepki gösterdi.
arttırıldı. Çalışanları fazladan uçuşa
Ben eksik uykuyla
Çünkü çok açıkça,
zorladılar. Türkiye’de 14 saat olan günuçuşa
gidersem
hiçbir kusurum oldüz mesaisi (Avrupa’da 12 saat) 16 saate
bu
yolcuların
da
çıkarıldı. Bizim çalışma ve dinlenme
Bahadır Altan’ın işten çıkarılması toplu sözleşmenin madığı bir zemingüvenliğini
tehlikeardından THY’de başlayan sindirme politikalarının bir de, sadece sendika
sürelerini belirleyen bir yönergemiz var.
sonucu
temsilcisini işten
Avrupa normlarının çok altında olan bu ye sokar”diye demeç
verdim.
Bu
hem
çıkartmak değil,
yönergeye dahi uymayan planlamalar
çalışanlar
arasında
hem
de
kamuoyunöteki kuralları uygulayan kaptanlar üzeyaptılar. Ancak biz de buna karşı çok
da yankı buldu. Konaklama meydanın- rinde de çok yoğun baskı yaratacak etik
güzel bir şey örgütledik. Hiç olmazsa
dışı bir davranıştı bu. Uçucular çok yokendi yönergesine uymasını sağlayacak da dinlenme süresi bizde 8, Avrupa’da
12
saat.
Biz
bu
8
saatin
ancak
4
saatinde
ğun tepki gösterdiler. Bu duyarlılık sençok haklı bir zemindi bu. Bir gün viziteuyuyabiliyoruz. 4 saatlik uykuyla ben
dikayı 1 gün uçuşa çıkmama haklarını
ye çıkacağımızı, uçuşa hazır hissetme14
saat
çalışmak
zorunda
kalıyorum.
toplu olarak kullanma kararına götürdü.
me hakkımızı kullanacağımızı, kamuBu
da
yolcu
güvenliğini
etkiliyordu.
oyuna duyurduk. Eyleme geçeceğimiz
Son gün, bu kararın uygulamaya
Bu talebimiz de karşılandı ve dinsırada işveren haksız olduğunu kabul
konulacağı sırada sendikada değerlenlenme süresi asgari 10 saate çıktı.
edip çalışanların haklarını geri verdi
dirme yaptık. THY yönetiminin çağdışı
TİS ve grev oylamasını biz kazanınca uygulamalarının topluma iyi bir şekilde
ve eylemden vazgeçtik doğal olarak.
THY yönetimi, onları göreve getiren
anlatıldığı ve yaklaşan TİS sürecinde
Ancak THY kuralsız uygulamalahükümet
nezdinde
mahcup
oldu.
Kendi
bu eylemi kötü niyetle kullanabileceği
rına devam etti. Toplu iş sözleşmesi
koltukları, itibarları sarsıldı ve bunu bir riski vardı. Bu örgütlülüğü TİS süreci(TİS) döneminde daha da sertleşti
yenilgi olarak kabul etti. Bu süreçte aktif ne taşımamızın daha yararlı olacağını
mücadele. TİS sürecinde görüşmeler
olanları bertaraf etmek ve kuralsızlığı
düşündüm. Çünkü aslında toplumun
çıkmaza girince işveren, seçimlerde de
gösterdiği duyarlılık amacına ulaşmıştı
AKP’nin aldığı başarıyı arkasına alarak, topluma kural diye göstermek istedi.
Bir
sürü
kaptana,
ikinci
pilota,
kabin
ve ben sendikama eylemden vazgeçmepersonele yoğun baskı uygulayarak ve
memuruna
ceza
verdiler.
Bu
şekilde
leri çağrısında bulundum. Bunu da bir
sendikanın arkasında duran kitleyi de
sindirmeye
çalıştılar.
İşten
atmak
için
basın açıklamasıyla kamuoyuna duyursindirerek sendikayı yalnız bırakmak istedi. Grev oylaması için imzalar topladı. fırsat kolluyorlardı. Aslında hiçbir fırsat dum. Bu süreçte inanılmaz destekler
yakalayamadı. Benim işten atılmama
aldım TALPA ve TASSA gibi meslek
Ancak uçuş işletmenin temsilcileri çok
sebep
gösterilen
olay
aslında
son
derece
örgütleri, DİSK başta olmak üzere seniyi örgütlendiler. Ben de bunların içinde
rutin kuralları uygulamamdan ibaret
dikalardan, Tuzla tersane işçilerinden,
aktif yer alıyordum. Tabii özellikle bir
olan
bir
olay.
Kaptanın
onayı
olmadan
meslektaşlarımdan beni destekleyip
kaptanın bu baskılara karşı çıkması,
hiçbir
şekilde
yolcu
alınamaz.
Bu
kuralyönetimin bu çağdışı tavrını kınadılar.
yüksek sesle bunu ifade etmesi, çalışandır. Benim onayım olmadan uçağa, hem
ları direnişe davet etmesi çok rahatsız
Şuna inandım ki toplumsal müde uygulanması gereken usule aykırı
etmişti onları. Bizim mücadelemiz kacadelede sarf edilen emek kesinlikle
olarak önce VİP yolcuları alınmış. Bu
muoyu tarafından da
boşa gitmiyor. Eğer toplum adına
sırada da çok kısa süren bir
destek gördü ve grev
dürüstçe bir şeyler yaparsanız onlar
yemek arası vermiştik kabin
oylamasını kazandık.
da sizi destekliyor. Sendikam Hava-İş,
THY
görevlileri için. Üstelik uçaAslında açık farkla
iş yerlerinde temsilci ve yöneticileçalışanlarının ğın havalandırma sistemi de
kazandık. Bu kamutaleplerinden arızalıydı. Ankara’da 32 derece riyle seferber oldular. İşçilerle 10 gün
oyuna az bir farkla
süren toplantılar yaptılar. Çok güzel
biri de güvenli
öğlen sıcağında uçağa alsam
kazanılmış gibi gösduyarlılıklar yaşadık birlikte. Şimdi
uçuş için
uçakta bekletmek durumunterildi. İşverenin uzdinlenme
daha güçlüyüz. Artık uçuş ekibinde
daydım. Daha konforlu olan
sürelerinin
man kadrosunda işe
çalışanlar da haklarına kayıtsız değiller.
arttırılması klimalı araca davet ettim. Bu
aldığı ve kadrolaştığı
Benim açımdan da mücadele devam
Esenboğa istasyon müdürlüyaklaşık 1000 kişilik
edecek. Yargıya başvurdum. Hem işe
ğünün bir hatasıydı ben de o
kapsam dışı personel
iade hem de çıkarılmamın sendikal
yüzden şirketim adına defalarhayır oyu verdi. Dolayısıyla 1000 sıfır
nedenlerle olduğuna ilişkin davalar
yenik başladık. Yönetimde görev verdiği ca özür dileyerek durumu açıkladım. Bu açtık. Bu tutum THY yönetimine
söylediklerimi VİP yolcularının arakesimler de hayır oyu verdi. THY yötahminlerinden pahalıya mal olacak..
sında bulunan Karaelmas Üniversitesi
netimi, bizi çok yüksek ücretler alan ve
Kuralsızlık öyle bir şey ki bir vibir türlü memnun edilemeyen bir kesim Rektörü Bektaş AÇIKGÖZ, daha sonra
rüs gibi ülkemizde bütün iş kollarına
gazete ve televizyonlara tanıklık ederek
olarak kamuoyuna lanse etmeye çalıştı.
yayılıyor. Biz Tuzla’daki işçilere destek
doğruladı. Bu tanığın ortaya çıkması
Medyada hep onların sesleri çıkıyordu.
verdiğimiz zaman bazı arkadaşlar,
haklı olduğumu ve THY yönetiminin
TİS’te özellikle uçucuların hakları üzeonlar bizim işkolumuza çok uzak niye
art niyetini göstermiştir.Bu ön yargı
rinde anlaşmazlık maddeleri vardı. Bu
destekliyorsunuz dediler. Bence nereile daha hiçbir araştırma yapmadan
de kuralsızlık
varsa ucunun
kendilerine de
dokunacağını
düşünerek karşı
çıkmak gerekiyor. Tuzla’da
başlıyor kuralsızlık, Atatürk Hava
Limanı’na kadar farklı boyutlarda
geliyor. Türkiye iş kazalarında dünyanın üçüncü, Avrupa’nın da birinci
ülkesiyse bu bir tesadüf değildir. İşçi
haklarını yok sayarsanız tek tek ölümler
olur. Bizde de çalışanların haklarını ve
mesleki kuralları yok sayarsanız sadece onlar değil yolcular da zarar görür.
THY, kuralları hiçe sayarak baskı ve
cezaya dayalı yönetim anlayışıyla uçuş
güvenliğini tehlikeye attığını bilmelidir.
Örnek verecek olursak yıllar önce bir
kaptana pas geçip yedek meydana indiği
için 6 ay ceza verildi. Kaptan hatalı olabilir ama sonuçta hiçbir kaza olmamış
sefer gecikmeli olarak uygulanmıştı. Bu
ağır ceza toplumun belleğine kazındı.
Daha sonra Van ve Diyarbakır kazaları,
kaptanların pas geçip yedek meydana
gitmesi gerekirken inmeye çalışmaları sonucunda oluştu. Pas geçmedeki
yaşanan tereddütlerde bilinçaltı bu
cezanın etkileri vardır. Benim olayımda
da benzer bir etki beklemek mümkün.
Örneğin uçakta bir arıza olabilir, bu
arızaya müdahale etmiştir kaptan ve
yolcu onayı vermemiştir. Yanlışlıkla
VİP yolcuları uçağa gönderilirse kaptan
ikilem içinde kalmaz mı? Reddetse,
Bahadır Kaptan gibi işten atılabilir. Ya
da ikinci seçenek arızaya müdahaleyi
durdurup, arızalı uçakla seferi yaptıracaktır. Topluma verilen mesaj budur.
THY’de özelleştirme süreci ne durumda?
THY toptan değil parçalara ayrılarak özelleştiriliyor. Bakım bölümü ayrı
bir şirket oldu, Ankara merkezli ayrı
bir bölüm kurdular şimdi onu elden
çıkaracaklarını açıkladılar. Sırada diğer
birimler var, küçük lokmalara ayırıp
yutulmak isteniyor. Oysa THY, bu ülke
insanlarının vergileriyle ve çalışanlarının emeğiyle yaratılmış dünya çapında
bayrak taşıyıcı bir markadır. THY’nin
yüzde 10’una şimdi bir Alman sahip
durumda malesef. Bir de açık gökler anlaşması var. Aynı kabotaj hakkı gibi bu
alanda da kapitulasyonlar dayatılıyor.
Bu anlaşma yabancı firmalara imtiyazlar
tanıyor. Ulusal pazarın tümüyle büyük
tekellerin eline geçme riski var. Ama
buna karşı sadece ulusal pencereden bakarak çözüm üretmek olası değil. Emek
eksenli bir birlik ve mücadele gerekiyor.
Ben bunu “Ulusalcılık” değil “Ulusolculuk” gerekiyor diye özetliyorum.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
5
SENDİKALARIMIZ
İşçi sınıfının mavi yaka, beyaz yaka tüm kesimlerinin örgütlenmesi için ileri
Bilişim işçileri engellere
rağmen sendikalaşıyor
IBM Türk çalışanları Tez Koop-İş’te örgütlendi
G
ünümüzde ısrarla beyaz yakalı
işçilerin sayısının giderek arttığı, mavi yakalı işçilere olan ihtiyacın
ise giderek azaldığı, bu durumda da
sendikaların artık işlevlerini kaybettiği iddia ediliyor. Ancak eğitim
seviyeleri yüksek, gelirleri diğer çalışanlara oranla daha fazla olan; ama
hayatlarını geçindirmek için tüm işçi
sınıfı gibi emeklerini satmaktan başka yapacağı bir şey bulunmayan IBM
Türk şirketindeki bilişim işçileri;
Artan hayat pahalılığına rağmen IBM
çalışanlarının son 5 yıldır ücret artışı
almadan çalışması,
Tüfe verilerine göre son 5 yıllık kümülatif enflasyonun yüzde 56 olmasından dolayı çalışanın yarı yarıya
fakirleşmesi,
Ücret dağılımında oluşan adaletsizlikler: Aynı sorumlulukları taşıyan çalışanlar arasında dört kata varan ücret
uçurumlarının oluşması ve buna
bağlı çalışma barışının zedelenmesi,
Çalışanları fakirleştirme üzerine kurulu
yeni istihdam politikaları,
Haksız işten çıkarmalar, tehdit ve işine
gelirse tarzındaki yaklaşımı nedeniyle iş güvenliğinin yok olması,
Şirketine sadık, şirketine yıllarca para
kazandırmış çalışanlar için planlanan/uygulanan vefasızlık,
Sürekli törpülenerek eriyen haklar,
İş yaparken, çalışanla ilgili kararlar
alırken çalışanı yok sayan yönetim
modeli,
70 yıllık Türkiye mazisine yakışmayan
bir davranışla, yanlış politikaların
uygulanmasına karşı çıkan değerli
yöneticilerimizin yerine yurtdışından yabancı yöneticiler atanması,
IBM, Türkiye’nin uygar Avrupa organizasyonundan (İspanya, Yunanistan,
Portekiz,vb.) Orta Doğu/Doğu
Avrupa ülkelerinin yer aldığı üçüncü
dünya ülkeleri arasına katılımının
önlenememesi nedeniyle sendikalaştılar.
1968 yılında yine IBM şirketinde bu alanda yapılan ilk ve tek toplu
sözleşmeye imza atan Bilgi-İşlem
İşçileri Sendikası’nda (Bil-İş) örgütlenen IBM Türk’ün 400 çalışanından
209’u (bugün bu rakam 300 civarına
yükselmiştir) bu bağımsız sendikanın
sektörde toplu sözleşme yapma yetkisi olmaması nedeniyle Tez-Koop-İş
Sendikası’na üye oldu. Sendika vakit
kaybetmeden Çalışma Bakanlığı’na
yetki tespiti başvurusunda bulundu ve
Bakanlık yaptığı incelemede, Tez-Koopİş Sendikası’nın yasada aranan gerekli
çoğunluğu sağlayarak işyerinde yetkili
olduğunu IBM Türk şirketine bildirdi.
İş, çalışanların en demokratik hak ve
taleplerine gelince belediyedeki hizmet işçileri, Tuzla’daki tersane işçileri,
THY’deki hava işçileri, kot taşlama atölyelerinde canlarını veren tekstil işçileri
gibi sosyo-ekonomik koşulları ne olursa
olsun bilişim işçilerinin de karşısına
maddelerine dayanarak bu süretüm hukuksuzluklarıyla
cin peşini bırakmamaktadırlar.
birlikte patronlar çıktı.
Tez-Koop-İş Sendikası’nın
30 Temmuz 2008 tarihinde başlayan
IBM Türk şirketinde yetkiyi
mahkeme süreci, sonraki davanın üye
kazanması ile birlikte IBM
sayısı ve işkolu tespitinin yapılması için
Türk patronları, derhal mah- Eylül ayına ertelenmesiyle halen devam
kemeye başvurarak bu duetmektedir. Ancak IBM patronlarının
ruma itiraz etti. Onlara göre bu tavrı onların sektörleri ne olursa
Tez-Koop-İş Sendikası’nın
olsun hepsinin sendika düşmanı oldubilişim sektöründe yetki
ğunu göstermektedir. Onlara göre beyaz
almaya hakkı yoktu ve işyeyakalı bilişim işçileri diğerlerine kıyasla
rinde yetki alabilmek
yüksek olan maaşlarını
için gerekli üye sayısı
alıp oturmalı, işlerine
sağlanmamıştı. IBM
bakmalıdırlar. Bugüne
Türk işçileri ise aynı iş
kadar bilişim sektörü
kolunda faaliyet gösteçalışanları patronların
ren Bil-İş Sendikası’nın
bu tavrına ayak uydura1968 yılında yine
rak sınıf olma bilincinIBM şirketinde toplu
den ve örgütlenme arsözleşme yaptığını ve
zusundan uzak durmuş
400 işçinin çalıştığı
olsalar da söz konusu
işyerinde 209 işçinin
olan insanca yaşamak
sendika üyesi olarak
IBM Türk işçileri, sanal ortamda yaptıkları ve en demokratik
gerekli olan yüzde 51’lik
gösteride IBM şirketi protesto ettiler. Yazı: haklardan faydalanmak
oranın sağlandığını öne
olunca IBM Türk örIBM Çalışanlarının taleplerine sağır
sürerek haklı itirazlarını
neğinde olduğu gibi bu
dile getirdiler. Bir süre önce özellikle in- sınıfsal çelişkinin farkına varmışlardır.
ternet üzerindeki tartışma gruplarında
IBM Türk işçileri bu mücadelenin
ve kurdukları internet sitesinde (www.
sadece IBM Türk bünyesinde kazanılbilisimsendikasi.org) seslerini duyuması amaçlanan bir mücadele olmadırarak mücadelelerini tüm Türkiye’ye
ğını ifade etmektedirler. Onlara göre
yaymaya çalışan IBM Türk işçileri, İntüm bilişim sektöründe, hatta bütün
san Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
işçi sınıfı içinde bu örgütlenme bilinHerkesin çıkarını korumak için
cine ulaşılmadan, tüm işçiler sendisendika kurma veya sendikakalarında örgütlenerek patronların
ya üye olma hakkı vardır.
karşısına birlik olarak çıkmadan hiçbir
ve Türkiye Cumhuriyeti anayasasının
şey kazanılmaz. Bu nedenler IBM Türk
Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin
işçileri hem Eylül ayında yapılacak ikinçalışma ilişkilerinde, ekonomik ve
ci duruşmada lehlerine bir kamuoyu
sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve yaratmak, hem de mücadelelerinin tüm
geliştirmek için önceden izin almaksıişçi sınıfı içine yayılmasını sağlamak
zın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma,
için seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten
Biz de İşçi Kardeşliği Partisi olarak
serbestçe çekilme haklarına sahiptir.
haklı mücadelelerinde yanlarında
Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya
olduğumuzu ve elimizden gelen desteği
da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.
kendilerine vereceğimizi bildiriyoruz.
Eylemdeki sendikalardan birlik çağrısı
G
rev ve direnişleri devam eden
Unilever, Desa Deri ve E-Kart
işletmelerinde örgütlü TÜMTİS
İstanbul Şubesi, Deri-İş Tuzla Şubesi
ve Basın-İş İstanbul Şubesi birlikte 6
Ağustos’ta Türk-İş 1. Bölge Temsilciliğinde basın toplantısı düzenledi.
Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu
Dönem Yürütmesi’nin de desteklediği
basın toplantısında Desa Deri direnişi
hakkında Deri İş Tuzla Şube Başkanı
Binali Tay söz alarak bilgi verdi. Tay
konuşmasında Desa Deri’de direnişlerinin sendikaya üye olduklarından
dolayı işten atılan 41 işçi ile 100 günü
geride bıraktığını söyleyerek, “Desa
Deri işverenine ait olan İstanbul Sefaköy
ve Çorlu’daki işyerlerinde de örgütlenme
çalışmalarının” devam ettiğini söyledi.
Şimdiye kadar birçok sendika genel
merkezi ile Şubeler Platformu’nun
desteğini gördüklerini fakat direnişlerin
başarıya ulaşması için başta Türk-İş Genel Merkezi olmak üzere daha ileri bir
6 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
nı söydüzeyde
leyen
bir daDinçer,
yanışma
“bizim
tutumunun
grevimiz,
örülişletmemesi
de toplu
gereksöztiğini
leşme
belirtti.
Ec- Eczacıbaşı ve Giesecke Devrient ortaklığı olan E-Kart işletmesinin, Basın-İş’te örgütlenen imzalaişçileri 16 Haziran’dan beri grevde. İşçiler grevlerini “sendikalaşma ve toplu pazarlık maktan
zacıziyade
hakkına saygı grevi” olarak tanımlıyor.
başı ve
senGiesecdikalaşmak
ve
işyerinde
sendikayı
ke Devrient ortaklığı olan E-Kart’taki
örgütleme amacı”nı taşıyor dedi.
grev hakkında bilgi veren Basın-İş
İşyerlerinde tek tek kazanımların
İstanbul Şube Başkanı Levent Dinçer,
bu dönemde oldukça zor olduğunu
Eczacıbaşı’na ait olan fabrikada kredi
söyleyen Dinçer, “sınıfın kazanmasını
kartı üretimi yapıldığını belirterek,
istiyorsak bütün direnişleri tek bir mü2006 yılından bu yana örgütlenme
çalışması yürüttükleri fabrikada grevin cadele olarak görmemiz gerekir” dedi.
52. gününe girdiğini, 20 kişiyle başlaTÜMTİS İstanbul Şube Başkanı
dıkları grevde oldukça mesafe aldıkları- Çayan Dursun dünyanın 54 ülkesinde
fabrikaları olan Unilever firmasının
ülkemizde de fabrikaları olduğunu
belirterek, “bu fabrikalarda Tek Gıdaİş ve Petrol-İş sendikalarımız örgütlü.
Yalnızca depolama ve taşıma işini yapan
yerler sendikasız” dedi. Sendikaya üye
olan işçilerle başlatılan direnişin devam
ettiğini belirten Dursun, “Sınıfın ve
işçilerin kazanımı için direniş ve mücadeleleri birleştirmek gerekiyor” dedi.
Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu sözcüsü ise 27 Ağustos Çarşamba günü, saat 14.00’te, Gebze’de
Unilever’in direniş yerinde, direniş ve
grevlerle dayanışma amacıyla kitlesel
ziyaret ve basın açıklaması gerçekleştirme kararı aldıklarını açıkladı. Ayrıca,
Platform sözcüsü SSGSS sürecinde
olduğu gibi, tüm emek örgütlerini
işçi ve emekçilere yönelik her alanda
artarak devam eden yoğun saldırılar
karşısında birleşik mücadeleyi örgütlemeye çağırdıklarını beyan etti.
GÜNCEL
Özelleştirme sadece şeker fabrikalarını değil şeker pancarı tarımı yapan köylüyü de tehdit ediyor
Şeker Fabrikaları
Özelleştirme Kıskacında
Muhabirimiz durumu Şeker-İş Eskişehir Şube Başkanı Davut Köroğlu ile görüştü.
Sayın başkanım, Eskişehir Şeker
Fabrikası hakkında ve Şeker-İş örgütlenmesi hakkında, fabrikadaki
işçi sayısıyla sendikalı işçi sayısı
hakkında bilgi verir misiniz?
Eskişehir Kazım Taşkent Şeker Fabrikası 1933 yılında kurulmuştur. Toplam
kapasitesi 7500 ton/gün’dür. Fabrikamızda Makine Fabrikası dahil 1053 işçi, 200
memur, toplam 1253 kişi çalışmaktadır.
İşçilerin tamamı Şeker-İş Sendikası’na
üyedir. Türkiye Şeker Fabrikaları 2000
yılında özelleştirme kapsamına alınmış,
2003 yılında özelleştirme yol haritası belirlenmiş, 2004 yılında Amasya ve Kütahya Şeker Fabrikaları’ndaki kamu hisseleri
satılarak özelleştirilmiştir. 6 Aralık 2005
tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan
Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile
üretim maliyetleri düşük kârlılığı yüksek
olan Bor, Ilgın ve Ereğli şeker fabrikalarımız özelleştirme programına alınmıştır.
Sizin de bildiğiniz gibi, Kemal Unakıtan “durmak yok fabrikaları satmaya devam” dedi Eskişehir’de.
Başkanım, gelinen süreçte Şeker-İş
Sendikası olarak özelleştirmeye karşı nasıl bir süreç işleteceksiniz?
Türkiye şeker sanayi uzun yıllardan
beri çok büyük hataların, olağanüstü ihmallerin ve geri dönüşü mümkün olmayan yanlış politikaların kurbanı olmuştur.
Şubelerimizde son derece başarılı eylemler gerçekleştirilirken, hükümet temsilcileri ve bürokratlarla kurulan komisyonlar
ve çalışma gruplarında özelleştirme ve
sonuçları enine boyuna tartışılmıştır.
Sonuçta tüm çevrelerce sendikamızın
haklılığı kabul edilmiş ve üç fabrikamızın
ihalesi önce iki kez ertelenmiş, ardından
tamamen iptal edilmiştir. Bu arada üç
fabrikamızın özelleştirme programına
alınmasına ilişkin karara karşı Danıştay
nezdinde açtığımız davada da yürütmenin durdurulması yönünde karar
alınması üzerine, hukuken ve siyaseten
alınan ve sendikamızın görüşleriyle bire
bir örtüşen tüm bu kararlar gereğince
Bor, Ereğli, Ilgın Şeker fabrikalarımızın
yeniden Türk Şeker bünyesine devredilmeleri sağlanmıştır. Ne yazık ki 9 Ekim
2007 tarihinde ve Resmi Gazete’de yayınlanan 8 Ekim 2007 tarih ve 2007/57 sayılı
ÖYK Kararı ile Türk Şeker’deki kamu
hisselerinin tamamının özelleştirme
programına alınmasına karar verilmiştir.
Ayrıca en son ÖYK’nin başvurusu
üzerine Rekabet Kurulu tarafından
12 Haziran 2008 tarihinde yapılan
Yörsan işçileri işe iade davasını kazandı
T
ek Gıda-İş Sendikası’na üye oldukları için Aralık 2007’de işten atılan 402
Yörsan işçisi açtıkları işe iade davasını kazandı. Mahkeme işten çıkarılan
işçilere 16 aydan 24 aya varan oranlarda sendikal tazminat ödenmesine ve
aynı zamanda taşeron işçilerin ve çırak statüsünde, sigortasız çalıştırılanların
da Yörsan’ın asıl işçisi olduğuna karar verdi. Böylece mahkemenin iade ettiği
tüm haklardan taşeron işçiler ve çırak statüsünde olanlar da yaralanabilecekler. Ayrıca, patronun işçileri işe alırken imzalattığı ve işten atılma halinde
dava açamayacakları, sorunun özel hakem atanarak çözüleceği maddelerinin
yer aldığı iş akdi sendikanın açtığı davada, Yargıtay tarafından geçersiz kabul edildi. Yörsan işçilerinin mücadelesinin etkili olduğu bu kararlar diğer
benzer davalarda da emsal olacak. Yörsan’da mücadele mahkeme kararlarının uygulatılması ve işçilerin sendikalı olarak işbaşı yapması için sürüyor.
toplantıda alınan kararla, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş Genel
Müdürlüğü’ne ait fabrikaların üç
paket halinde ve varlık satışı yöntemiyle
özelleştirilmesi onaylanmıştır. Buna göre
Erciş, Kars, Ağrı, Muş ve Erzurum fabrikalarımızın A portföyü; Elazığ, Malatya,
Erzincan ve Elbistan, B portföyü; Kastomanu, Çorum, Çarşamba, Kırşehir, Turhal ve Yozgat fabrikalarımızın ise C Portföyü dahilinde satışı öngörülmektedir.
dayanağının olamayacağını defalarca
açıklamış, bu hususta önemli adımlar atmıştır. Bu doğrultuda özelleştirme yerine
özerkleştirme yapılmalı. Bu yapılamazsa
mülkiyet devri yerine işletme hakkının
devri yöntemi benimsenmeli. Sektörde
devlet-işçi-çiftçi (kooperatif) üçlüsünün
birlikte rol alacağı yeni bir şablon ve yeni
bir organizasyon şekli oluşturulmalıdır.
Yahudi veya Ermeni asıllı kişi ve firmaŞeker fabrikaları özelleştirmesine
ların Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimize
niye karşı çıktığınızı ve özelleştiryatırım yapabilmek için fırsat kolladıkmenin işçilere ve ülkemize olan
ları, hatta yıllar öncesinden bazı şeker
zararlarını aktarır mısınız?
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesiy- fabrikalarımıza talip oldukları unutulmamalı, bu fabrikaların özelleştirilmesi mili
le birlikte yerli ve yabancı özel sermayegüvenlik sorunu olarak ele alınmalıdır.
nin, rantiyelerin kâr hırsına terk edileDolayısıyla şeker fabrikalarının sadece
ceği, kotası veya arazisi için satın
kâr amacı ile çalıştırabilecek
alınacak 15 ile 18 arasında
kurumlar olmadığı, kâr
Özelleştirmeye
fabrikanın kapanaamacıyla hareket
cağı, sektörel
karşı ikircikli olmayalım
edildiğinde
istihdamın
Özelleştirme ne zaman kamu kuruluşlakarşılaşıladaralacağı,
rımızdan birini hedefine alsa, aynı sırada “bari
cak sosyal
köyden
işçilere satılsın”, “sendikaya devredilsin”, “halka
maliyetin
kentlere
açılsın”, “özerkleştirilsin”, “yerli patrona satılsın” vb. bir
altından
olan
sürü güya orta yollu çözüm önerisi de peydah oluyor.
kalkıgöçün
Patronlar ve onların basını böyle düşünceler yardımıyla
lamayaygınhem özelleştirmeye karşı cepheyi bölüyor, hem de kendisi için yacağı
laşaböylesi ara çözümlerin daha kârlı olduğu durumlarda fayda
bilincağı ve
sağlayabiliyor. Bu oyun Kardemir’de, Erdemir’de oynanmıştı. melidir.
büyük
Bu oyunlara karşı işçilere satışın da sendikaya devrin
Önükentlerde
özelleştirme olduğunu, hem de işçileri birer küçük
müzdeki
de güvenpatron haline getirdiğini görmemiz ve işletmelesüreçte
lik sorimizin
tüm
millete
ait
olmasını
garantileyen
Şeker-İş
runlarının,
tek biçim olan kamu mülkiyetini ikirolarak eykırsalda terör
ciksiz savunmamız gerekiyor.
lem takviminiz
olaylarının artaİşçi
Kardeşliği
var mı veya acil
cağının unutulduğu,
kararlar aldınız mı?
en önemlisi de Türkiye’nin
şekerde ve yan ürünlerde dışa bağımlı ve
Türk Şeker’in özelleştirme prograpazar haline gelmiş bir ülke olacağı germına alınmasına ilişkin idare kararına
çeğinin göz önünde bulundurulmadığı
karşı sendikamızca Danıştay’da yürütaçık bir şekilde anlaşılmaktadır. Fabrika- menin durdurulması ve kararın iptali
larımız şu anki mevcut durumu itibariyle istemiyle dava açılmış olup, halen yasal
bile yurtiçi talebin tamamını yurtdışı
süreç devam etmektedir. Ayrıca senditalebin ise büyük bir kısmını karşılayakamızın girişimleri ve görüşmeleri de
bilme, kendi kendine yeterlilik ilkesini
hiç ara verilmeksizin sürdürülmektedir.
sürdürebilme potansiyeline sahiptir.
Sendikamız, özelleştirme ve örgütlenme
Ayrıca özelleştirmeye ilişkin dünyakonusundaki stratejilerine son yıllarda
daki gelişmeler ışığında; AB’de şeker fab- önem ve ağırlık vererek sektörümürikalarında kooperatiflerin payının yüzde zün sorunlarını masaya yatırmış, neler
60’lara, Fransa’da yüzde 65’lere yükseldi- yapılabileceği, neler yapılması gerektiği
ği, hatta ABD’de bile yüzde 100’lere çıktı- konusunda temel rotasını belirlemiştir.
ğı görülmekteyken, Türkiye’nin kamuya
Son olarak biz de İşçi Kardeşliği
ait bütün fabrikalarını üstelik de varlık
Partisi olarak, Şeker Fabrikalarısatışı yoluyla özelleştirmenin mantıki
nın özelleştirmesine karşı, tüm şebir izahı bulunmamaktadır. Sendikamız
ker işçilerinin yanındayız ve olası
Şeker-İş en başından beri özelleştirmeye
eylem-grev kararlarında Şeker-İş’i
karşı çıkmış ve özelleştirmenin ülkemidestekliyoruz. Teşekkür ederiz.
zin milli çıkarlarıyla örtüşmediğini; hiç27 Temmuz 2008
bir ekonomik, sosyal, hukuki ya da siyasi
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
7
Sıhhi tedbirleri almadan kot taşlatan işveren ve onun müşterisi büyük kot firmaları yargılansın
Kot Taşlam
Dayanışma
Leyleğin
Atılmış Yavruları
Abdülhalim DEMİR,
KTİD Komitesi üyesi
Leyleklerin yuvada besleyebileceğinden çok yavrusu olunca, yetiştirebileceği kadar yavruyu yuvada
bırakıp fazla olanları yuvadan atar.
Bizler Bingöl’ün Karlıova ilçesi,
Taşlıçay Köyü’nde doğduk. 1990’lı
yıllara kadar hayvancılıkla olan
geçimimiz iyi durumdaydı. Köyümüzün toplam 32 bin küçükbaş hayvanı
vardı. Herkesin hayatı güllük gülistan
iken köyümüze koruculuk getirildi.
Köyümüz için pek de hayırlı olmayan
günler de böylece başlamış oldu.
Köyden 86 kişi korucu seçildi.
2.100 nüfuslu bir köyde 86 kişinin,
bu kişilerin ailelerini de 10 kişiden
sayarsak, yalnızca 860 kişinin istihdamı sağlandı. Herkes yaylaya çıkamadığı için hayvanlarını satmak
zorunda kaldı. Geri kalanların göç
etmekten, gençlerin gurbete çıkıp
çalışmaktan başka çareleri kalmadı.
Gurbete gelenlerden biri de bendim. Maddi imkânsızlıklar yüzünden
okulu bırakıp İstanbul’a geldim. Çocuk
yaşta olduğum için iş bulmakta zorlandım epey. Önceleri bulduğum işyerlerinde yatma yeri vermedikleri için
çalışamadım. Sonra İstanbul’a daha
önce gelmiş arkadaşlarımızın çalıştığı
kumlama atölyelerinde çalışmaya başladım. Bu atölyelerde yatma yeri veriyorlardı. Diğer işyerlerinde çalışan kişilerle maaşlarımız aynıydı. Bize cazip
gelişi sadece yatacak yer vermeleriydi.
Kumlama, Türkiye’ye yeni geldiği için
fazla gelişmemişti. Karanlık bir odada
deniz kumuyla kot beyazlatılıyordu.
Kum fazla harcanmasın diye de odalara ufak fan takılıyordu. Bu işlerde
çalışanlar ya bizim gibi yatma yeri
sıkıntısı çekenler ya da yabancı uyruklu işçilerdi. 1999 yılında rodeo (kumlama) çok aşırı parladı. Neredeyse
piyasaya sürülen bütün kotlara beyazlatma yapılıyordu. Bir anda aldığımız
maaşlar piyasanın iki-üç katına çıktı.
Herkes köydeki veya çevredeki eşine
dostuna bu işi tavsiye etti. Burada
başka işlerde çalışan arkadaşlar dahi
işlerini bırakıp kumlama işine girdiler.
İstanbul’da iki elin parmaklarıyla
sayılacak kadar kumlama atölyesi var-
yardımlarınız için:
Yardımlarınızı İnsan Sağlığı ve Eğitimi Vakfı’nın aşağıda bilgileri bulunan
hesabına gerçekleştirebilirsiniz.
Hesap Bilgileri:
Türkiye İş Bankası İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Şubesi
1200 - 3146645
Lütfen yapacağınız yardımlarda,
dekontun açıklama bölümüne “kot
işçileri ile dayanışma için” yazınız.
8 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
KAMP
ken bu sayı yüzlere çıktı. Hiç kumlama nedir bilmeyen sermayedarlar bir
kumlama ustasına 3 kuruş fazla verip
himayesinde rodeo kurdular. Rodeo
açmak için bir kompresör, bir hava
tankı, birkaç püskürtme tabancasından
başka bir şey gerekmiyordu. Unutmadan, kelepir bir bodrum bir de çalışacak işçi gerekliydi. Bizler İstanbul’a
gelip 1 sene 10 ay çalışıp, köyümüze
15 gün dinlenmeye giderdik. Sigorta
nedir duymuştuk ama ne için gerekli
olduğunu anlatmamışlardı. Bizim gözümüzde sigorta, 20 yıl aynı işyerinde
çalışanı emekli etmekti. Oysa sigorta
hayatı garanti etmekmiş. Hadi bizler
bilmiyorduk peki devlet neredeydi; çalışan işyerleri vergiye tabiydi. Elektrik
faturası ödüyorlardı, vergi ödüyorlardı. Peki, merak etmiyorlar mıydı bu işyerinde ne üretiliyor, kimler çalışıyor.
Sonuç itibariyle; senin belli iş yasaların ve bunun denetimi için kurumların
var. Sen buraya elektrik, su verip vergi
alıyorsan merak edip denetleyeceksin; şartlara uygun, koyduğun yasaya
uygunsa çalışma ruhsatı vereceksin.
Ve şu an hepimiz hastayız,
hem de tedavisi olmayan bir hastalık. Sadece köyümüzde resmi
olan hasta sayısı 187, doktora gitmeyenlerle beraber 300 kişi hasta ve çaresiz ölümü bekliyoruz.
Türkiye’nin birçok bölgesinde bu işten hastalanan işçiler
var. Bizim hikâyemiz böyleydi, onlarınki kim bilir nasıl?
Şimdiye kadar 3 arkadaşımızı
kaybettik ve yatağa mahkûm 4 arkadaşımız var, yaşamları oksijen tüpüne bağlı. Aslında hepimiz perişanız
çünkü çalışamıyoruz, yürümekte bile
zorluk çekiyoruz. Geçimi bize bağlı
ailelerimiz var, onlara bakamıyoruz.
Bu bize hastalıktan da çok koyuyor.
Bizi bu hallere düşüren iş sahipleri
kadar devlet de suçludur. Bize sahip
çıkmalıdır, en azından bizi iyileştiremezse bile bundan sonraki yaşamımızı garanti altına almalıdır.
Şimdi merak ediyorum yazımı okuyup bize sahip çıkacaklar
mı? Yoksa bu leylek hikayesine
gerçekten inanacağım... Acaba
atılmış yavrular biz miyiz?
G
sizi desteğe
azetemizin geçen sayısında kot
taşlama (kotların beyazlatılması, eskitilmiş görünüm verilmesi için,
kumun kuru hava kompresörleriyle
kotların yüzeyine tutularak aşındırılması işlemine verilen ad) işlemi sırasında
soludukları tozların akciğerinde silikozis hastalığına yol açtığı işçilerle bir
kampanya başlattığımızı duyurmuştuk.
Bu sosyal felaketin sorumlularından
hesap sormak için; 9 Haziran günü bir
basın açıklaması ile taleplerimizi ve bu
mücadeleyi örgütleyecek “Kot Taşlama
İşçileri Dayanışma Komitesi”nin kurulduğunu basına ve kamuoyuna ilan
etmiş, işçi sınıfından yana olan tüm
güçleri yanımızda olmaya çağırmıştık.
O zamandan bu zamana neler yaptığımıza bakarsak;
Mehmet Bekir Başak
KTİD Komitesi üyesi
1971 doğumlu. Bitlis’in Çeltikli
Köyü’nden. 1993 yılında memleketinden
Bursa’ya göçmüş. İki yıl sonra eşinin
ailesi burada olduğu için İstanbul’a
gelmiş. Geldiğinde birçok değişik
işte çalışmış: nalburda, plastik
fabrikasında, vb. Kendisi gibi
silikozis hastası olan Erhan
Kaya aracılığıyla 2000 yılında
tekstil firması Merteks’te işe
başlamış. 2007 yılının Nisan
ayına kadar çalışmış. Arena
programında kot taşlamanın silikozise
yol açtığını seyredince işi bırakmış.
1,5 yıldır çalışmıyor. 7 çocuğu
var. İki oğlunu
okuldan alıp çalışmaya göndermiş. Bir
de kızı çalışıyor. Diğer iki çocuğunu
okula gönderebiliyor. Çocuklarının eve
getirdiğinden başka bir geliri yok.
Bu çalışma başladığından beri
moralimiz düzeldi. Misal ben 1–2
kilo almışım. Herkes birbiriyle görüşür oldu. Dertlerimizle ilgilenilmesi
bizim için çok iyi oldu. Birçok arkadaşı dava açmaya ikna edemiyorduk,
şimdi toplu dava sürecine katılıyorlar.
Komite, üyelerinden Abdülhalim
Demir’i memleketi Bingöl, Taşlıçay’a
giderek kampanyayı anlatması ve oradaki
hasta işçilerin sürece katılımını örgütlemesi için görevlendirmişti. Abdülhalim,
Temmuz ayı boyunca oradaki hastalarla
görüştü, Komite hakkında bilgi verdi.
Yatalak durumdaki hastaları ziyaret
etti. Komite aracılığıyla davasının takip
edilmesini isteyen hastaların, Komitenin
gönüllü avukatlarına ulaştırılmak üzere,
vekalet çıkartmalarına yardımcı oldu.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi’ne ve Erzurum Araştırma Hastanesi’ne başvurmuş
hastaların bilgilerini topladı. Bingöl’den
Erzurum Araştırma Hastanesi’ne giden
resmi hasta sayısının 187 olduğunu,
hastaneye başvurmamış da 150’den
fazla hasta olduğunu tespit etti. Ayrıca,
Babam bu işe hiç inanmıyordu. “Bu davayı kaybedersin. Sen bir
avukat tutarsın, Merteks 50 avukat
tutar” diyordu. Ben hep inandım.
Adalet zengin fakir ayrımı yapmaz
diye düşündüm. Ama müfettiş geliyor, bu işin üzerine gitmeyin diyor.
Ama şimdi yalnız değiliz.
Davayı kazanırsak ben
sigortası olmayanların davalarında kullanılsın diye kazandığımın bir kısmını harcayacağım. Ben bu işin olacağına
inanıyorum. Bu davayı açtığımda tek kişiydim,
şimdi çoğaldık.
Bugüne kadar
hep oyumu sağ
partilere vermiştim. Ama şimdi
benim için olay
değişti. Bana
bugüne kadar sahip
çıktılar mı? Yok! Neden o zaman o partilere oy vermeye devam edeyim? Bu iş
için her yeri aradım, Meclise, Bakanlar
Kuruluna fax yolladım. Kim sahip çıktı?
Evde tartıştık. ‘AKP’ye oy veriyordun, ne oldu şimdi’ dediler. Menfaatçi misin, dediler. Ben de: ‘yok
menfaatçi değilim, hakkıma sahip
çıkıyorum’ dedim. Ben de Gazi gibi
hakkımıza sahip çıkan İşçi Kardeşliği Partisi’ne üye olacağım.
PANYA
Kot taşlama sonucu silikoziz hastalığına yakalanmış herkes için malulen emeklilik
ma İşçileri
a Komitesi
e çağırıyor!
Diyarbakır’ın Kocaköy ilçesinde de 50
reçteki harç masraflarını karşılayamayan
yakın hasta işçi bulunduğunu bildirdi.
işçilerin bir kısmının harç masraflarını
karşılayacağını beyan etti ve bu beyanını
Bu süre zarfında İnsan Sağlığı ve
yerine getirdi. Ancak halen gerek maddi
Eğitimi Vakfı, Sosyal Hizmet Uzmangücü olmayan işçilerin dava masraflaları Derneği, Toraks Derneği ve Teksif
Sendikası temsilcilerinin, silikozis hastası rının karşılanması için maddi desteğe,
gerek kampanyanın daha geniş kitlelere
işçilerin davalarını takip eden avukatladuyurulması, bu sayede hastalıkla ilgili
rın ve olayla yakından ilgili doktorların
sorumluların teşhir edilmesi ve cezalankatıldığı toplantılar gerçekleştirildi. 13
dırılması için gönüllü desteğine
Temmuz’da kampanyaihtiyacımız var.
ya katılmak
İrtibat
Bundan
isteyen
İnternet:
www.kotiscileri.org
sonraki
gönüllü
süreçE-Posta: [email protected]
kişi ve
te ilk
kuTel: (212) 635 88 90 • (533) 623 00 94
adımırumlarla
mız sorumbir toplantı
lular
hakkında
ceza
örgütlendi ve Komite bu
şikayetinde bulunmak ve hasta iştoplantı sonunda kendini genişletti.
çilerin sağlık hizmetlerinden yararBir kampanya gönüllüsü güncel
landırılmasını sağlamaya yönelik
kampanya bilgilerinin kamuoyugirişimlerimize hız vermek olacak.
na duyurulması için internet sitesi
Kampanya hakkında bilgi almak,
oluşturdu. İnternet adresimizden
kampanya
örgütlenmesine katılKomiteye ilişkin bilgilerine ulaşmak
mak,
gönüllü
olarak destek vermek
mümkün: www.kotiscileri.org
isterseniz sayfada yer alan e-posta
Bu süreç içerisinde irtibata geçtiğimiz
adresinden ve telefon numaralaTürk-İş’e bağlı Teksif Sendikası yasal sürından bizlere ulaşabilirsiniz.
Hasan Gerçel
KTİD Komitesi üyesi
1984 doğumlu. Bu işi
2002–2004 arasında, 1,5
yıl yaptı. Gaziosmanpaşa,
Küçükköy’de Miraç Rodeo’da
çalıştı. İkiz kardeşi Osman da
silikozis hastası. İkisi de
çalışamıyor. Yedi kişilik
ailelerinin tek geçimi
babasının aldığı
emekli maaşı.
Vasıfsız işçi
aranıyor diye
bir arkadaş
haber verdi.
Bu işin cazip
tarafı, mesela
bir torna ustası
olmak için kaç
yıl çalışman gerekiyor, bunda öyle değildi. İşin sakıncasını kimse söylemedi. İşi
yaptıktan 4–5 yıl sonra ani bir zayıflama
oldu, öksürük, terleme. Hastaneye git-
tim. Bana bir KOAH dediler, bir kanser
dediler, bir verem dediler, bir miliyer
tüberküloz dediler. Sonra parça
aldılar. O şekilde teşhis kondu.
Sahipsiz kaldık. Bana büyük
bir ilaç şirketi geldi. Biz bu hastalığın ilacını bulduk, sende deneyelim dediler, kabul etmedim.
Bu yılın Nisan ayında
Yedikule’de yaklaşık 20
gün yattım. Aradan
10 gün geçmişti,
aradınız toplantıyı haber
verdiniz. O
toplantıda hem
hastalıkla hem
de yasal süreçle
ilgili bilgi
verildi bize.
Zeki Hoca:
“bu işi yaptım diyen herkes gelsin” dedi.
Kardeşimi yönlendirdim. Onda da
hastalık çıktı. Çalıştığım yer kapandı.
Ama bizim işyerinden hasta arkadaş-
Eşi Bilge, Gazi Polat’ın mücadelesini sonuna kadar desteklediğini belirtiyor
Gazi Polat
KTİD Komitesi üyesi
Tunceli doğumlu. 38 yaşında. Ailesi burada olduğu için geçim derdiyle
İstanbul’a gelmiş. 2001’de Gaziosmanpaşa Su Deposu’nda işe giriyor. Mehmet
Bekir Başak ile birlikte çalışıyor. Hastalığı Arena programından öğreniyor
ve işten ayrılıyor. İki çocuğu var. Ufağı
okuyor. Büyüğü tekstilde çalışıyor, 15
yaşında. Eşi çalışmıyor. İşten ayrılırken aldığı kıdem tazminatı bitmiş,
şimdi tek geliri oğlunun eve getirdiği.
Erhan Kaya ağırlaştı ama önce yanlış
teşhis konuldu, verem dendi. Ayrıca,
Erhan hastalığı yüzünden son 3 ay yanımızda çalışmadığı için haberimiz olmadı, şirket de bize söylemedi. Ama sonra
Bekir doktora gidince olayın boyutunu
öğrendik, biz de gittik. Önce kanser dediler, sonra biyopsi ile teşhis koydular.
Bir Azeri işçi arkadaşımız vardı,
öldüğünü duyduk. Manisalı bir arkadaş
vardı, onun da öldüğünü öğrendik.
4–5 kişiyi duyduk öyle. Askere giden
4 kişi de çürük aldı. Yaklaşık 40 kişi
çalışıyorduk Merteks’te. Müfettişler de
geliyordu uyarmadılar. Omuz sisteminin zararlı olmadığı söyleniyor. Oradan
hasta olan arkadaşlarımız da var.
İlk toplantı haber verildiğinde
hiç umudum yoktu. Avukata vekâlet
vermiyordum. Bu hastalık az kişide
var sanıyorduk, toplantıda boyutunu
öğrendik, haklarımızı öğrendik. Bize
avukat desteğini sağlamanız çok iyi.
Ben toplantıdan sonra avukata verdim
davayı, ücret talep etmedi. Ama çok kişi
gidemiyordu avukata. Şimdi Komite’nin
avukatları yürütüyor işlerini.
Çok şey değişti hayatımızda. Bu
larım var. Patronun oğlu da hasta.
Ben hastane kapısından girene kadar bu hastalığın adını duymamıştım,
birçoğumuz böyleydi. O toplantıda bilgi
sahibi olduk. Ne yapabiliriz, nasıl bir
yol çizebiliriz, hakkımızı nasıl ararız?
Hastaneden çıktığımda ben o kötü sağlık
koşullarıyla hayatıma devam ediyordum.
işte çalışmış tüm arkadaşları, ulaşabildiklerimizi hastaneye, avukatlara
yönlendiriyoruz. Onlar da hakları
olduğunu bilsinler. Ayrıca, birbirimizle
ailecek görüşür olduk. Bu bizim için
önemli. Hasta arkadaşlarımızı ziyaret ediyoruz. Televizyona, gazetelere
çıkıp derdimizi anlattık. Çalışırken
öğrenseydik bu hastalığı başka olurdu,
o zaman toplu davalar açılırdı. Şimdi
biraz yavaş gidiyor. Tabii pek çok kişi
işi bıraktığı için ulaşmak zorlaşıyor.
Bu kampanya mahkeme sürecini
etkilesin istiyoruz. Sahipsiz değiliz,
hakkımıza sahip çıkıyoruz görsünler
istiyoruz. Ve tabii hakkımız olanı versinler. Beklentilerimiz var tabii. İşsiziz,
bu sağlık durumumuza uygun bir iş
olsa çalışmak istiyoruz. İlaç alamayan
arkadaşlarımız var. Sendikalar mücadelemize destek versin istiyoruz.
İki çocuğum var, biri 15, biri
11 yaşında. 38 yaşındayım. Hepimiz öleceğiz ama en fazla insana
acı veren, çocuklarının ufak olması
ve onlara hiçbir şey bırakamaması.
Ama şimdi umudum var, en azından onlara bir hakkımız geçecek.
Ben İKP’ye üyeyim. Bence kot
kumlama işinde çalışan tüm kişilerin artık bu partiyle gönül bağı
var. Daha önce başka kişilere de
derdimizi anlattık ama takipçisi olmadılar. Şimdi ev ev geziyoruz.
Şimdiye kadar bir kere oy kullandım. Kalbimde bir parti yoktu. AKP
hükümetine karşı hayatımda ilk kez
oy kullandım. Ama şimdi İKP’ye üye
oldum. Benim, tüm işçilerin hakkına
sahip çıkıyor, tabii üye olurum. Burada
partimizi tanıyan az ama anlatacağız. Ben herkese diyorum, üye olun
diyorum. Hakkımıza sahip çıkalım.
Ama toplantıdan sonra bilinçlendik. Bir
de bir topluluk oluştu, bir araya geldik.
Birbirimizi tanıdık, karşılıklı ilişkiler
oldu. Açabileceğimiz davalar, emeklilik
durumumuz, sigorta durumumuz hepsi
konuşuldu. Bu da bize bir ışık oldu,
yarına dair bir umut oldu. Ölenlerin
ardında kalanlara da bir umut oldu.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
9
POLİTİKA
Örgütlerimizin bağımsızlığını tehdit eden oluşumlara karşı tetikte olalım
Ortak Akıl Hareketi işçi sınıfının bağımsız siyasetini tehdit ediyor
Ortak Akıl Hareketi: Kimle ortak?
O
rtak Akıl Hareketi, Hak-İş ve
Memur-Sen konfederasyonlarımızın liderliğinde Haziran ayında
kuruldu. Manifestosu’nu 23 Haziran’da
basına duyuran hareket, 28 Haziran’da
Malatya’da ilk mitingini gerçekleştirdi.
Ardından 5 Temmuz’da Samsun’da,
19 Temmuz’da da Bursa’da müteakip mitingler gerçekleştirildi.
Hareket’in bileşenlerine baktığımız zaman, öncülük eden Hak-İş
ve Memur-Sen’in yanı sıra MÜSİAD, MARSİAD (Marmara Sanayici
ve İşadamları Derneği), ASKON
(Anadolu Aslanları İşadamları Derneği), Filistin Dayanışma Derneği
ve Mazlum-Der göze çarpıyor.
İşçi Kardeşliği Partisi olarak
sendikalarımızın rol aldığı ve belli
bir kitle hareketine seslenen Ortak Akıl Hareketi’ni ayrıntılı olarak ele almayı gerekli gördük.
Ortadoğu yeniden mi
şekilleniyor?
Kan gölüne mi dönüyor?
Ortak Akıl Hareketi’nin Manifestosu şu
cümleyle açılıyor: “Dünyanın ve özellikle Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bu
günlerde, Türkiye’nin de yeni bir bakışa
ihtiyacı olduğu açıktır.” Ortadoğu’nun
yeniden şekillenmesinden Hareket’in
kurucuları ne anlıyor, bilmiyoruz. Ancak bizim gördüğümüz; Ortadoğu’nun
Filistin’den Irak’a ve Lübnan’a kadar
kan gölüne döndüğü. Bunu yapan da
İsrail ve onun destekçisi emperyalizm.
Bu sebeple Türkiye’nin ihtiyaç
duyduğu yeni bakışın ne olduğunu
da anlayamıyoruz. Ortak Akıl Hareketi acaba bu vahşi operasyonlarda,
Yalansız
Dolansız
Şadi Ozansü
Ergenekon ve AKP Davaları
E
rgenekon Davası’nı iyi okumak
lazım. Bir olayın sonuçlarıyla
ilgilenip nedenine bakmamak herhalde bizim işimiz olmasa gerek. İşin
aslı hepimizin bildiği gibi nam-ı diğer
“kontrgerilla”! Bu davayı incelerken
Sovyetler Birliği’ni tahlil dışı tutmak
son derece anlamsız olur. Dolayısıyla
kontrgerillayı 2. Dünya Savaşı sonrası
Sovyetler Birliği dönemi ve sonrası
olarak değerlendirmek, işin başlangıç
noktası olarak alınmalı. Daha eskilere uzanmadan, işi 12 Mart sonrasıyla
sınırlı tutarsak (ki tutmalıyız, yoksa
İttihat Terakki modası devreye girer)
önemli ipuçları yakalayabiliriz. Bilindiği
gibi, 12 Mart ile 12 Eylül arası kontrge-
10 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
örneğin İran savaşında, ülkemizin
de mi yer almasını istiyor? Acaba
Hareket’in içinde yer alan ve geçmişte
Filistin halkının mücadelesini savunmuş Filistin Dayanışma Derneği
ve Mazlum-Der bunlara ne diyor?
Grevsiz demokrasi
Hareket, Türkiye’nin temel sorunu olarak darbelerle oluşturulmuş bir hukuk
zemini üzerindeki bürokratların halk
iradesine itibar etmemesini gösteriyor
ve çözüm olarak özgürlüklerin demokrasiyle genişletilmesini ve bunun için
yeni bir anayasa yapılmasını öngörüyor.
Ortak Akıl Hareketi milli egemenlik vurgusu yapıyor ancak emperyalizmin uluslararası kurumlarından, NATO’dan,
Evet, bizim için demokrasi, seAB’den, IMF’den ve Dünya Ticaret Örgütü’nden kopmayı dile getirmiyor
çim sandığının iktidarı belirlemeBu durum sadece Hak-İş ve
İşçi sınıfının bağımsız
sidir. Ama bunun için işçi sınıfını
Memur-Sen’in bağımsız politikasına
politikası esastır
temsil edilecek partilerin kurulması
engel oluşturmuyor, aynı zamanda işçi
İşçi Kardeşliği’nin vazgeçemeyeceği
gerekir. 70 milyonluk ülkenin 22
sınıfı örgütleri içinde bir ayrılık yaraiki ilkesi vardır: işçi sınıfının birlimilyonu işçi iken, parlamentoda işçi
tıyor ve TÜSİAD’ın DİSK’e ve KESK’e
ği ve patronlardan ve hükümetten
kökenli tek bir milletvekilinin bumüdahalesine zemin hazırlıyor.
bağımsızlığı. Ve bu ilkeler birbirlelunmasının neresi milli iradedir?
Sendikalarımız bağımsız olmazlarBizim için demokrasi aynı zamanda riyle sıkı sıkı bağlıdır: birinden vazsa
varolamazlar,
Ortak Akıl Hareketi,
işçi sınıfının toplu haklarının, başta ör- geçersek diğerini de kaybederiz.
Hak-İş başta olmak üzere sendikaAncak
gütlenme ve
larımıza kurulmuş bir tuzaktır.
Hak-İş
ve
grev hakkıHak-İş tarihinde Emek
Memur-Sen
nın özgürce
Platformu’nun kuruluşunda aktif rol
konfederaskullanılması
almış bir örgüttür. O günlerde de 28
yonları ve
demektir. İşçi
Şubat muhtıracıları ile Refah Partisi
Hareket’teki
Kardeşliği’nin
arasında bir gerilim yaşanıyordu. O
diğer sendiyayın hayatıgün işçi sınıfının birleşik ve bağımkalar, Türkinın başından
sız politikasını gündeme getirebilmiş
ye tarihinde
beri dediği
Hak-İş bugün de geçmişine yakışır
üzere: grevsiz Mazlum-Der hem Filistin davasını desteklediğini söylüyor hem de ABD’nin görülmedik
şekilde davranmak durumundadır.
Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmesine ayak uydurmayı öneren Ortak Akıl ölçüde siyademokrasi
Hareketi’nde yer alıyor
Ancak bu yolla demokrasi baysete angaje
olmaz!
rağını
AKP ve destekçisi emperyaolmuş haldedir ve bunu başta MÜSİAD
Ancak Manifesto, özgürlükler
lizme,
laiklik bayrağını da CHP ve
olmak üzere birçok patron örgütüyle
üzerine konuşurken, işçi haklarını
destekçisi milliyetçilere bırakmadan
beraber yapmaktadırlar. Bu patron
unutuyor. Başındaki iki öncü örgüt iki
mücadelemize devam edebiliriz.
örgütlerinin
hükümeti
doğrudan
sendika konfederasyonu olduğu halde!
desteklediği de herkesin malumudur.
rilla faaliyetinin esas amacı, Sovyetler
Birliği’ne karşı güçlü bir Türk devletinin varlığını hedeflemesidir. 1977’den
itibaren adım adım gerçekleştirilen
bütün cinayet ve katliamların amacı,
24 Ocak kararlarının uygulanması için
işçi örgütlerini dağıtacak 12 Eylül askeri
darbesinin meşru gösterilmesidir. 12
Eylül aynı zamanda hem Sovyetler
Birliği’ne karşıdır hem de yeni İran
devletine. Tümüyle ABD’nin istekleri
doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Ama
aynı zamanda bugünden farklı olarak
Türkiye’nin zayıflatılmasına da karşıdır.
O dönemin kontrgerilla cinayetlerini
bu merkezde görmek gerekir. Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra ise,
yani 91’den sonra, artık ABD’nin “güçlü” bir Türk devletine ihtiyacı, dünyada
herhangi bir “güçlü” devlete de ihtiyacı
kalmamıştır. Niye ve kime karşı olsun
ki? Ergenekoncular, dünyadaki bu
büyük değişikliği kavrayabilecek çapta
değillerdi. Sovyetler Birliği’nin çökü-
şünün hemen ertesinde, henüz daha
ABD tarafından desteklenmeye devam
ediliyorlardı (Olağanüstü Hal Bölge
Valilerini unutmayalım). Cinayetlerini
bu çerçevede sürdürdüler. Kendilerini
besleyen, dünya eroin yollarından onlara pay sunan ABD’nin desteğinin her
daim süreceğini sandılar. Hele de radikal İslam’a karşı daha da desteklenmeliydiler. ABD’nin kontrgerillaya desteği
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim
edilmesiyle son buldu. ABD, artık Kuzey Irak’taki Kürt hareketini de önemli
bir müttefik olarak görmeye başlamıştı.
Artık yeni bir dönem açılmıştı. Bunun
şaşkınlığını yaşayan kontrgerilla serseri
mayına döndü. ABD’den hem nefret
ediyor hem çekiniyordu. Cumhuriyet
mitinglerini kışkırttı; ama iş ABD’ye,
AB’ye ve NATO’ya karşı taleplere dönüştüğünde, “artık bu kadar yeter!”dedi.
Ergenekon operasyonu ABD’nin kendi
üzerinden bir safrayı atmasıydı. Safra
atıldı. Kendisi bir emperyalizm besle-
mesi olan Ergenekon, kurum olarak
emperyalizme karşı olamazdı. Ama
yürüyen kitlelerin anti-emperyalist özlemleri vardı. Bu özlemler hala var, hem
sadece laik kesimlerde değil İslamcı
kesimlerde de var. İşçi Kardeşliği Partisi
bu özlemleri buluşturmanın partisidir.
Anti-kapitalist olunmadan antiemperyalist olunmaz tartışmasına
hiç girmeyelim, tabii ki işçi sınıfı
dışında tutarlı anti-emperyalist bir
güç olamaz; ama bağımlı ülkelerde
ezilen kitlelerin yaşayarak ve görerek anti-emperyalizmden antikapitalizme varacaklarını da unutmayalım. İşte bunun için egemen bir
kurucu meclis çağrısı yapıyoruz.
AKP davasına gelince. Ana dava
Ergenekon’dur. AKP davası Ergenekon
Davası için açılmıştır ve onun diğer
yüzüdür. Sonuçta bu iki dava birbiriyle
çarpıştırılmıştır ve tabii ki kazananın
kim olacağı önceden biline biline.
POLİTİKA
Emperyalizme karşı sadece işçi sınıfını temel alan bir hareket tutarlı bir politika izleyebilir
Bizkaçkişiyiz’den
niye ayrıldık?
İsmail İşcan ve Yusuf Çebi Bizkaçkişiyiz Platformu’nu izledikten sonra ayrılmaya karar vermiş iki
İKP üyesi. Kendileriyle bu kararı vermelerinin nedenlerini konuştuk.
Bizkaçkişiyiz’e neden katılmıştınız?
İşcan: İnanmıştık, yani bir şeyler
olacağına inanmıştık. Fakat ondan
sonra gördük ki Tuncay Özkan’ın
söylemlerinden, yaptığı işlerden ve dedik ki bu bize uymaz.
Katılma ve ayrılma kararlarınızı ne etkiledi?
İşcan: En çok söylemleri etkiledi
beni. Sonra televizyonu tam bizim karşıtımız bir gruba sattı. Mesela Avrupa
B i r l i ğ i ’n e
karşı değil.
Emperyalizme
karşıyım
diyor,
“ t a m
bağımsız
Tü r k i ye” diyor,
a m a
Avrupa
Birliği’ne
karşıyım
Yusuf Çebi: bağımsızlık ancak işçi sınıfı hareketiyle
mümkün
demiyor. NATO’yu göz ardı ediyor.
Söylemleri çok tutarsız. Televizyonunda Mine Kırıkkanat’a AB’yi destekleyen programlar yaptırıyor.
Çebi: Bunlar biz partileşeceğiz,
Bizkaçkişiyiz derken bir umut doğmuştu. Hakikaten, çok ulusalcı düşüncelere biraz da karşıyım ama bir
bağımsız duruş hissetmiştim ben orada.
Gerçekten bunlar bağımsız bir duruş
sergileyecekler mi, öyle bir umutla
bunları takibe aldım. Hatta sitelerine
girip bunlara üye oldum. Bilgilendirmeler yeni başlamışken
bir baktık bunlar üye olanları
e-posta yollarıyla kişilerin kendilerine bile sormadan örgütlenme oluşturmuşlar. Yani ilçelerini
kurmuşlar, gıyabında biz partileşeceğiz düşüncesiyle çıktılar.
Birdenbire bir baktık
ki, bir CHP kongresi oldu,
Tuncay Özkan CHP
kongresinde dolaşıyor.
Televizyonu da almış,
kongreden naklen
yayın yapıyor. Sonradan duyumlar aldık, CHP’ye gitmiş.
Beni Parti Meclisi’ne alın diye teklif
etmiş. Hâlâ beklentisi vardı. Kongrede zaten Baykal eski kafalı bir şekilde
kuran kursun partiyi, giden gitsin diye
lılığını,
mesajı verince Özkan bu sefer 90 derece hüküdönüş yaptı. Ondan sonra sermaye
mete
oyunları, kirli oyunlar tek tek ortaya
karşı
döküldü. Sonuçta sermaye ilişkileri,
tepkisini
para kazanma ilişkileri. Başka duyumlar protesto
da aldık: rüşvet yemeler, kanalı başkası
etmek
alacakken başkasına satmalar, açıktan
amapara istemeler gibi duyumlar aldık.
Sonra buranın içine girip gözlemlediğimizde gördük ki bu ne ulusalcı, ne
bağımsız bir duruş sağlayabiliyor. Yani
sen bağımsızlıktan söz ediyorsun ama İsmail İşcan Bizkaçkişiyiz’e üye olmuş ancak sonra ayrılmış
ekonomide bağımlısın, bir alternatifin
cıyla insanlar toplanıyordu. Bizkaçyok. Bugün NATO’ya, AB’ye, şuna buna kişiyiz Platformu salt Bizkaçkişiyiz’in
karşı çıkabiliyor musun? Tam bağımorganize ettiği bir şey değildi ki.
sız Türkiye’den söz edebiliyor musun?
Profesörlerin, aydınların, türbana
İşte Atatürk’ün ilkelerini savunarak,
karşı gelenlerin katıldığı bir platformonlara sığınarak bir şeyler yapıyorsun
du. Tuncay Özkan kendi örgütlemiş
ama onun yolundan da gitmiyorgibi kandırdı insanları. Oysa oraya
sun. Atatürk çok daha bağımsızdı.
katılan bir sürü siyaset vardı, başKullanıldığımı hissettim, zaten tam
ka dernekler vardı, gruplar vardı.
içine girmemiştik, gözlemciydim, hatta
İşcan: Tabii canım, o zamanlar biz
biz kendi aramızda toplantıyı yaparken Bizkaçkişiyiz’e üye falan değildik ki.
arkadaşlarla toplantı örgütleyeceğiz,
Çebi: Yani bunlar, o televizyonu
Bayrampaşa şubesini kuracağız derkullanarak bence kapitalist sistem neyi
ken aramızda tartışma çıktı, yani yeni
gerektiriyorsa onu yaptılar. Bunlar
bir parti mi yoksa CHP’de politika mı
diye. Ben CHP’ye bu kadar göbeğinden zenginleştiler, yani insanları sömürdübağlıyken yeni bir parti oluşamayacağı- ler, insanları kullandılar. Örneğin ben
hakikaten gönülden bu işe katıldım,
nın mesajını verdim. Hem bağımsızlık
duruşun yok hem CHP ile dirsek teması yıllardan beri politikanın içinde olmam,
halindesin hem de partileşeceksin. Kit- sendikacılık yapmam dolayısıyla emek
leni kandırıyorsun. Bizkaçkişiyiz kitlesi ve sermaye çelişkisini çok iyi bilen bir
insan olarak, bunların söylemlerine,
CHP ile dirsek temasını gördüğü anda
duruşlarına
inandım biraz. İnanzaten paramparça oldu, dağıldı. İnsanm a k
istedim aslında.
lar kandırıldı. Ben şahsen kandırıldığıAma
sonuçta baktım
mı hissettim. Allah’tan çok fazla içine
ki
hepsi
birer
kapitalist
girmemekle beraber ama bütün konuşoyundu,
sermayenin
tuğum arkadaşlar, biz kandırıldık,
oyunuydu. İşte bizim
algısına kapıldılar. Kandırıldıklatoplumumuz
da genelde
rını anladılar. Şu anda
apolitik
bir
toplum
olduğu
Bizkaçkişiyiz
için, vatan, millet, Sakarya
Platformu
anlayışı hüküm sürüyor. sonuçta
sermayenin dini, imanı, vatanı, hiçbir
şeyi yok. Parası var. Sermayeye kimse
pasaport falan sormuyor. Ben bir insan
olarak buradan başka bir memlekete
belgideceğim, pasaport çıkaramıyorum.
ki kâğıt
Ama sermaye elini kolunu sallaya
üzerinde
sallaya gelip yatırımını yapıyor. Paranın
devam
hareketi bağımsız, her tarafa hareket
ediyordur
edebiliyor. Ama emeğin böyle bir gücü
ama inan
yok, emek sömürülmeye mahkum.
30 kişi
Onun için de biz diyoruz. Biz
topyıllardan
beri zaten bunu söylüyolayamazlar bunlar.
ruz, İşçi Kardeşliği Partisi olarak
Bunlar insanları toplasalar bile başka
biz örgütlenmeliyiz. Türkiye’nin
bir gündemde toplayıp kendi hareketlekurtuluşu, hatta dünyanın kurrine yamamaya çalışıyorlar. Türkiye’nin
tuluşu böyle bir partiye bağlı.
başka bir sorununu, Türkiye’nin bağım-
İşçiler ve
İşçi Örgütleri
Engin Bodur
Güngören’de Bombalar
Ü
lkemizin neresinde bir toplu ölüm
olsa bakın, ölenler biz işçiler ve
yoksullardır. Tuzla’da 101. işçi kardeşimiz katledildi. Konya’da kaçak kuran
kursunda ölenler bizim kızlarımızdı.
Savaşlarda ölen biziz. Kot taşlarken
ölürüz, kazan patlar, keneden, inşaattan
düşüp, depremde hep biz ölürüz. Ölüme
yazgılı tesadüfen yaşıyoruz da denilebilir.
Nedenini herkes bilir de susar. Çalışma
ve yaşama koşullarımızı gözü dönmüş
kâr hırsından başka birşey görmeyen
patronlar belirler. Maddi koşullarımızdan dolayı hep ölüme yakın yaşarız.
Bütün bunların bombayla ilgisine
gelince, Güngören bir işçi mahallesi ve
her kökten, dilden, dinden-mezhepten
kalabalıkların yaşadığı bir sokağa
bomba atılıyor. Canımız yanıyor.
Bombayı koyan kim olursa olsun
bilmeliyiz ki o da kot taşlama atölyesi
patronu gibi taşerondur. Vicdansız,
para için insan öldürmek dahil herşeyi
yapabilecek bir satılmış. Esas patron tabii
ki CIA. Eski defterlerini aklarken (onlar
yalandan yargılıyor) görüyoruz ki pis
işlerini farklı taşeronlara yaptırmışlar.
Dikkat edin faillerini bulduk diyorlar.
Bakan açıklıyor; bölücü terör örgütü
üyeleri bomba koyarken Mobese kameralarınca görüntülenmiş, tanıklar teşhis
edilmiş, suçlarını itiraf etmişler. Mahkemeye çıkınca bakıyoruz ki tutuklanma
nedenleri terör örgütüne üyelik, yardım
ve yataklık. Olmadı bakan bey, gözümüzün içine baka baka yalan söyleme.
Bombalama suçu ne, tutuklama nedeni
ne? Biz çok gördük olayı örtmek için
birilerini yakalayıp yargılıyorsunuz sonunda ya beraat ediyorlar ya da uyduruk
suçlardan cezalar alıp dosya kapatılıyor.
ABD dünyanın neresini karıştırmak
istiyorsa CIA eliyle taşeronlar tutup terör
estiriyor. Bizler bu filmi seyretmekten
bıktık ve artık bu oyunlarınızı bozacağız. Türkiye’mizde ajanlar fink atarken,
CIA-MOSSAD ajanları kimliklerini
bile saklamadan babalarının tarlasında dolaşır gibi gezebilirken tetikçi kim
olmuş ne farkeder. Tetikçi bir yoksul,
yetim, sahipsiz çocuklarımızdan biridir. Ver parayı mafya için veya derin
faaliyetleriniz için ölmeye- öldürmeye
hazır işsiz bilinçsiz bir kitle hazır.
Katillerle aynı koroya girmeyiz.
1 Mayıs’ta, bayramımızda üstümüze
tonlarca bomba atan, bizlere mezarda
emekliliği reva gören AKP ve onun
efendilerinin oyununa gelmeyiz. Biz
dostu da düşmanı da biliriz. ABD, AB,
İsrail ve onların istihbarat örgütleri ve
işbirlikçileri bizim düşmanımız; Zencisi,
Hispaniği, Beyazı, Müslümanı, Hıristiyanı, Yahudisi işçi sınıfı dostumuzdur.
Bizi birbirimize düşman edip böl,
parçala, yönet oyununuzu bozacağız. Birlikte mücadeleyle bu gidişi durduracağız.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
11
SENDİKALARIMIZ
İşçiler anayasal sendika haklarını dişleri tırnaklarıyla zorla elde ederken hükümet ne yapıyor?
Taşeron işçileri örgütlenmede
yeni engellerle mücadele ediyor
İstanbul Üniversitesi fakültelerinde Belediye-İş’e örgütlenen taşeron işçileri firmanın yeni
baskılarıyla karşı karşıya. Durumu İşyeri Baştemsilcisi Erhan Taş ile konuştuk.
İ
stanbul Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Tıp (Çapa), Cerrahpaşa Tıp, Diş
Hekimliği Fakültesi, Onkoloji Enstitüsü
ve Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde
taşeron firma elamanı olarak çalışan
700’den fazla temizlik işçisi geçen yıl
tüm baskılara rağmen Belediye-İş
Sendikası’nda örgütlenmeyi başardılar.
Çağ Müşavirlik İnşaat Sanayi Ticaret Limited şirketinin ihaleyi kazandığı
1 Temmuz tarihi, işçiler için yeni ve
zorlu bir mücadelenin başlangıcı oldu.
Çünkü ihaleyi kazanan yeni şirket,
55 yaşın üstünde olanları ve ilkokul
diploması olmayan yaklaşık 40 işçiyi
işten çıkardı. İşten çıkarılanlar arasında 15 yıldır aynı işyerinde çalışan
ve emekliliğine bir sene kalmış işçiler
de vardı. Bunun yanı sıra, sendika
örgütlenmesinde aktif olarak çalışan
ve “Hizmet Akdi” adı altında düzenlemiş oldukları, kölelik koşullarını
dayatan iş sözleşmesini imzalamayan 45 işçinin de işine son verildi.
İş Kanunu’nun 12. maddesine
aykırı olan “hizmet akdinin süresi 18
aylık olup süre bitiminde herhangi
bir ihbara gerek olmaksızın iş akdi
fesih olunur. İşçi süre bitiminde ihbar
ve kıdem tazminatı talep edemez”
maddesiyle başlayan sözleşmenin
diğer birçok maddesi de İş Kanunu’na
aykırıdır. Örneğin, yine aynı sözleşmede “çalışma süresi haftalık en çok
45 saattir” deniliyor; ama işçiler 48
saat çalıştırılıyor, bu da İş Kanunu’na
İyi ve Kötü
Recai Karakaş
Gelecek Korkusu
S
iz her akşam işsiz kalma korkusu ile
başınızı yastığa koydunuz mu? Hergün ölmek korkusu ile yaşadınız mı?
Tabi ki hayır… Siz o korkuları bizlere
yaşatan projenin Türkiye temsilcilerisiniz. Siz hiç bu korku ile çocuğunuzun
servis ücretini, evininizin kirasını,
kredi kartı borcunuzu nasıl ödeyeceğim diye düşündünüz mü? Bu korku
bile (işsiz kalma) adama cehennem
hayatı yaşatmaya yeter. Düşünün bir
12 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
aykırı bir durumdur (Madde 63).
17 madde ve 32 alt maddeden
oluşan bu akde “hayır” diyen 40’a
yakın işçi, 1 Temmuz’dan itibaren
her sabah mesai başladıktan sonra
üniversitenin bahçesinde toplanarak
onurlu mücadelelerine devam ediyor.
Zaman zaman çeşitli siyasi gruplar
ve sendikalar eyleme destek veriyor.
Belediye-İş sendikası işten çıkarılan işçiler için işe iade davası açtı.
Sendikal faaliyetleri nedeniyle
işten çıkartılan Belediye-İş Sendikası Çapa İşyeri Baştemsilcisi Erhan TAŞ ile bu süreci konuştuk.
Siz de işten çıkarılan 85 kişinin
arasındasınız ve aynı zamanda sendika temsilcisisiniz. Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hastane yönetimini sorumlu tutu-
şirketin çok fazla baskısı olmadı, öyle
eleman alımını engelleyecektik hem de
bir gücü de yoktu. Ama hastane yönetoplu sözleşmenin uygulanması için
timi başhemşireleri, birim amirlerini,
eyleme devam edecektik. Biz içeri geçip
şefleri kullanarak,
çalışmaya başladıHastane yönetimini ğımızda hastane
işçilere baskı altında
bireysel sözleşmesorumlu tutuyorum. Şu yönetimi bunu fırsat
ye imza attırdılar.
bilip insanlara teker
ana kadar yaptıkları teker baskıyla bireyBunu yaparken her
kişiye birim amiri
tek şey sendikayı yok sel sözleşmeyi imbaskı yaptı. “Ya bu
zalatmaya başladı.
etmek.
bireysel sözleşmeyi
Tüm bu örgütimzalayacaksın ya
lenme sürecinda işten ayrılacaksınız” dediler. Bana da de sendikanın tavrı ne oldu?
aynı şeyi söylediler. Ben; “Bu sözleşmeBaşlangıçta çalışmayı şube başkanı
de Türkiye’nin herhangi bir ilinde çaSaadettin
Yıldırım ve Engin arkadaş
lışma koşulu var. Bunu kabul edemem”
yürüttü.
Fakat
yetki alındıktan sondedim. Bireysel sözleşmeyi dayattıkları
ra sendika içi nedenlerle Saadettin
noktada, “Bana resmi elden çıkışımı
Başkan şube başkanlığından alındı
verin, resmi haklarımı verin gideyim”
ve toplu sözleşme sürecini sendika
dedim. Resmi olarak çalışmadığın için
genel merkezi üstlendi. Daha sonra,
sana çıkış belgesi veremeyiz, dediler.
toplu sözleşme görüşmeleri başladığında sorumluluk Belediye-İş 5 No’lu
Şube Başkanı Nihat Altaş’a verildi.
Sendika içi bu sorunlar işçiler arasında kısmen güvensizlik yarattı.
Şu an durum nedir? Nasıl başarılı olacağınızı düşünüyorsunuz?
yorum. Şu ana kadar yaptıkları tek şey
sendikayı yok etmek. 55 yaş ve ilkokul
diploması koşulu diğer şirket şartnamelerinde de vardı ama uygulanmıyordu.
Ne zaman ki işçiler örgütlenmeye kalktı, sendikalı oldu, yetkisini aldı, toplu
sözleşme süreci geldi, artık bunun dönüşü olmadığı görüldü ve işten çıkarmalar başladı. 1 Temmuz itibariyle yeni
Biz ertesi gün iş bıraktığımızda, şirket
müdürü “Suç işliyorsunuz, geçin işinizin başına çalışın” dedi. Ben de şu cevabı verdim: “Madem biz burada resmi
olarak çalışmıyoruz, o halde nasıl suç
işliyoruz?” Cevap alamadım. Eyleme
devam ettik. Öğleden sonra sendika bir
karar aldı. Bu kararla, içeride çalışacak
böylece hem yerimizi koruyacak, yeni
fabrikada çalışıyorsunuz, özelleştirme (kapatılma) söylentileri başladı.
Yaklaşık 10–15 yıl fısıltılar devam etti.
15 yıl gelecek korkusu ile yaşamak, gerçekleştirmek istediğiniz hayallerinizi,
çocuklarınız hakkındaki projelerinizi
ertelemek demektir. Çünkü işsiz kalma
korkusu hayatı, yaşamı ertelemektir.
Sizler bizlerin ensesinde boza
pişirirken çıkardığınız kanunlarla, kapatılma kapsamında bulunan
kuruluşların baş sorumlularını milletvekili, müsteşar ya da bakan (Kemal
UNAKATIN) yaparak ödüllendirirken
bu işte hiçbir suçu olmayan emekçileri süründürmektesiniz. Emeği ile
geçinenlere hiçbir yaşam hakkı bırakmayarak, ailesine bakamayan, çocuklarına istediği geleceği sağlayamayan,
zavallılar haline getirmektesiniz. Ezik
ve biçare babaların çocuklarından, ezik
ve biçare nesiller yetiştirerek, ezik ve
biçare Türkiye yaratmaktasınız. Yazıklar olsun bize bunları layık görenlere,
yazıklar olsun bu olup bitenlere kör
kuyular gibi duyarsız kalanlara.
Gecelerinde aç yatılmayan, gündüzlerinde sömürülmeyen aydınlık
yarınlar için; tatil köylerinde yüzüğü
nikâh masasına helikopterle getiren,
onlarca aileye bir yıl rahatlıkla bakabilecek pırlantaları parmaklarına geçirip
Şu anda Çapa ve Cerrahpaşa hastanelerindeki işçilerin büyük çoğunluğu çalışmakta ve sendika üyelikleri
devam etmekte. İşten atılan 85 kişiden
bir kısmı çalışmaya başladı, bir kısmı
tamamen işten ayrıldı. 40 civarında işçi Çapa Hastanesi bahçesinde
oturma eylemine devam etmekte.
Bizler tüm atılan işçilerin geri
alınması ve bize dayatılan bireysel
iş sözleşmesinin İş Kanunu’na uygun hale getirilmesi talebiyle, diğer
işçi örgütleriyle birlikte mücadelemizi sürdürüyoruz. Çözüm diğer
sendikalar, Tabipler Odası ve tüm
çalışanlarla birlik, beraberlik içinde
üniversite yönetimi ve taşeron firmaya baskıda bulunmaktan geçecektir.
caka satanlar, gömlek değiştirir gibi
araba değiştirip insanlara dünyayı ben
yarattım edasıyla bakanlar, sizin anlayacağınız “hem malına hem mıhına
vuran.” sistemin babalarından kurtulmak için din, dil, ırk ayrımı yapmadan
gelin bu hoyratça gidişe dur diyelim.
Eğer inançlarınızda samimi iseniz,
“komşun açken sen tok yatma. ” sözünü şiar edinmiş dinin mensubu olarak
beş vakit namazımı kılar işime bakarım; “Bana dokunmayan yılan bin yıl
yaşasın.” felsefesini bırakın. Bir gün
size sıra geldiğinde sesinizi duyacak
kimse kalmayacak. Sağlıcakla kalın.
SENDİKALARIMIZ
Hükümetten ve patronlardan bağımsız, birlik içinde sendikalar istiyoruz
Eğitim-Sen Kongresi’ni düzenledi ancak sorunlar hâlâ çözüm bekliyor...
Yeni dönemde Eğitim-Sen
Yasin Kaya, EğitimSen İstanbul 6 No’lu
Şube, Boğaziçi
Üniversitesi Temsilcisi
si, eğitim emekçilerinin ücretlerinin
düşüklüğü, iş güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan eğitim emekçilerinin sorunları, ilk ve orta öğretimdeki
eğitim kalitesinin düşmesi vs. vs. vs.
9
Sorun nerede?
-10-11 Mayıs tarihlerinde
Ankara’da gerçekleşen kongre sonrasında yeni yönetim kurulu
oluştu. Zübeyde Kılıç’ın başkanlığında
Genel Sekreter Mehmet Bozgeyik,
Mali Sekreter Sayım Gültekin, Örgütlenme Sekreteri Mustafa Ecevit,
Eğitim Sekreteri Ünsal Yıldız, Kadın
Sekreterliği’ni Gülçin İsbert, Basın Yayın Sekreteri ise Serpil Açıl Özer oldu. Yönetimdeki yedi kişiden üç kişinin
kadın olması ve Eğitim-Sen tarihinde ilk kez bir kadının genel başkan
seçilmesi çok olumlu gelişmeler. Fakat
kongrede yaşanan liste yarışında
sendikal politikaların konuşulmaya
fırsat bulunamadığı, birçok kongre
katılımcısının yorumu. Kongre sonrasında bu konuları tartışmak zorundayız. Sendikalar bizim öz örgütlerimiz.
Onları eleştirirken daha iyi örgütler
haline getirmeye çalışmalıyız.
Kongrelerde böyle hesaplarla iş
görüledursun, Eğitim-Sen ülke genelinde güç kaybediyor. Üye sayısı 200
binlerden 120 binin altına düşmüş
durumda. Diğer sendikalar hükümetin
de desteğiyle üye sayılarını arttırırken
rin birliği için çok önemli bir sendika.
Diyarbakır’daki bir kamu emekçisiyle
İzmir’deki kamu emekçisinin aynı
çatı altında emek ekseninde birlikte
çalışması çok önemli. Yoksa Kürtlere
ayrı, Türklere ayrı sendikayı savunur
olursunuz. Bu da emekçileri böler.
Eğitim-Sen’in üyelerinin büyük kısmı
öğretmenler. Biliyoruz ki öğretmenler
saygı duyulan, sözleri dinlenen emekçilerdir. Bu açıdan da Eğitim-Sen’in
toplumda önemli bir yeri vardır. Çok
büyük fedakârlıkla, büyük mücadele-
Sol ve
Kamu Emekçileri Sendikaları
Türkiye’deki sosyalistler açısından
kamu emekçileri sendikalarının ayrı
bir önemi var. Bu, sosyalistlerin kitle
desteğinin sınırlı olmasıyla bağlantılı.
Kitle desteği az olan (ya da olmayan)
sosyalist siyasetler, kamu emekçileri
sendikalarının yönetimlerinde görev
alabiliyorlar. Sosyalistlerle birlikte
Kürt ulusal hareketinin ve sosyal demokratların da KESK’te etkin olduklarını görmekteyiz. KESK’in bu özerk
durumu maalesef sendika kongrelerinde bazı temel sendikacılık ilkelerinin unutulmasına zemin olabiliyor.
Yönetimde söz sahibi olmak isteyen
siyasi gruplar, kelle hesabı yapar gibi
delege hesabı yaparak çeşitli faydacı
işbirliklerine girebiliyorlar. Sonuçta
bazen sendikalarda bile destekçileri
sınırlı olan siyasi yönelimler, girdikleri
işbirlikleri sayesinde yönetimde söz
sahibi olabiliyorlar. Arkasında kitle
desteği çok az olan bir grup, büyük bir
kitle örgütünün gidişatında söz sahibi
olabiliyor. Tüm bunları maalesef son
Eğitim-Sen kongresinde de yaşadık.
Yönetimin, kurulması planlanan
çatı partisinin olası içeriğiyle paralel
şekilde oluşturulduğunu gördük. Oysa
tek siyasi hat, işçi sınıfının siyaseti; tek
gözetilmesi gereken çıkar işçi sınıfının çıkarı olmalıydı. Tartışmamız,
çözüm üretmemiz gereken sorunların
listesi kabarık: Eğitimin metalaşması,
hükümetin üniversitelere müdahale-
9-11 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen Kongre’de bir dizi olumlu gelişme yaşandı ancak Kongre’nin ardından çözülmesi
gereken önemli sorunlar varlıklarını koruyorlar
Eğitim-Sen üye kazanmakta yetersiz
kalıyor. Sendikaya büyük emekler
vermiş aktivist kamu emekçileri de
emekli oluyorlar, sendikayla bağlantılarını kesmek zorunda kalıyorlar.
Yani Eğitim-Sen güç kaybediyor.
Üye kayıplarının nedenini sadece
dışarıda aramamak lazım. “EğitimSen neden genç kamu emekçilerine
cazip gelmiyor” diye sormak şart.
“Toplumun muhafazakarlaşması
bunun nedenidir” demeden önce
“Eğitim-Sen topluma ne sunuyor?”
diye sormak lazım. Bir yanda elbette
ki neo-liberalizm siyasetin ufkunu
daraltıyor, kısıtlıyor ama kadroların
sendikacılık hatalarında diretmekte olduklarını da görmek lazım.
Eğitim-Sen sendikaların temel işlevini bazen ikinci plana atabiliyor. Üyelerinin maddi çıkarlarının takipçisi ve
mücadelecisi olma yolunda bazen aksıyor. Maddi kazanımlardan ziyade bazı
siyasi tartışmalarda taraf olarak üyesinin güvenini almadan siyasi konumları sahiplenebiliyor. Oysa dediğimiz
gibi diğer sendikalar hükümetin de
desteğini kullanarak üyelerine maddi
kazanımlar sağlayabiliyorlar. EğitimSen bu konularda marjinalleşiyor.
Eğitim-Sen Neden Önemli?
Eğitim-Sen tüm sendikalar gibi işçile-
lerle kurulmuş Eğitim-Sen, bu mücadelesine devam etmek zorundadır.
Eğitim-Sen’in genellikle ihmal
edilen başka bir önemi var: üniversite
çalışanları da Eğitim-Sen’in örgütleyebileceği işkoluna dâhiller. Ülkemizde
akademisyenler genel olarak maalesef
kendilerini emekçi gibi hissetmiyorlar,
kendilerini aydın olarak görüyorlar.
Ama Eğitim-Sen’in içinde akademik
bilgi üreten emekçilerle diğer emekçilerin bir arada mücadele etmeleri
mümkün. Bu şekilde herkesin sınıfını bilmesi, sınıf çıkarının doğrultusunda mücadele etmesi mümkün.
Bu sayede Eğitim-Sen’de patronların
aydınlarına karşın emekçilerin aydınlarının yetiştirilmesi mümkün.
Ne yapmalı?
Üç temel sendikal ilkeyi unutmamak
lazım. Bu ilkeler etrafında sendikal politikaların şekillendirilmesi,
örgütlenmenin yapılması şart.
1.Sendikal bağımsızlık: Sendikalar
yalnız işçi sınıfı çıkarlarını gözetmeli, sermayeden ve devletten
bağımsız olmalıdır. Uluslararası
sınıf dayanışması önemlidir. Fakat
işçi iradesindense patron iradesine
dayanan ETUC gibi yapılardan ve
onların dayatmalarından bağımsız
olmak gereklidir. Sendikalar işçi-
lerin öz örgütleridir. Bu bağlamda,
ideolojik görüşü ne olursa olsun
siyasi oluşumlar sınıf çıkarını bir
yana bırakıp oluşumlarının siyasi
gücü için sendikaları “kullanamazlar.”
2.Sendikal Demokrasi: Sendika
yönetimleri işçilerin talepleri doğrultusunda hareket etmeli, sendika
içi hiyerarşiyi yok edecek demokratik araçlar geliştirmeli, sendikal
bürokratikleşmeye mahal vermemelidir. Sendikalar için üyelerinin
haklarını savunmak ve geliştirmek
esastır. Ancak bu yolla işçiler sendikalarını sahiplenir, sendikalarla işçi
sınıfının mücadelesinde yer alabilirler.
3.Sınıf Sendikacılığı: Sendikalar sınıf
örgütleridir. Sendika sınıf çıkarı etrafında faaliyetlerini örgütlemelidirler. Bu bağlamda, işçilerin
sahiplendiği sendikalar, Türkiye işçi
sınıfının kazanımlarını korumalı
ve geliştirmeli, sınıf dayanışmasını
kuvvetlendirmek adına diğer işçi
örgütleriyle ya da örgütsüz işçilerle birlikte hareket etmelidirler.
Eğitim-Sen işkolundaki diğer sendikalar şu halleriyle birlikte çalışmaya uygun gözükmese de, onlarla
birlikte çalışabilmenin yollarını aramalı. Birlikte mücadele içerisinde
sınıf ekseninde siyaseti yapmanın
mümkün olacağı unutulmamalı.
Bu ilkeler eşliğinde Eğitim-Sen’in
yeni dönemde ne yapması gerektiğini
düşünmeliyiz. Tabanda örgütlenme
yapmalıyız; karar alma mercii işyeri
olmalı. İşyerinden başlamak üzere tüm
kamu emekçileri diğer emekçilerle ve
onların örgütleriyle ortak mücadele
yollarını aramalı. Örneğin üniversitedeki Eğitim-Sen temsilcilikleri
üniversitede temizlik gibi ağır işler
yapan ve güvencesiz çalışan emekçileriyle bütünleşmeli. Sözleşmeli öğretmenlerin örgütlenmesi konusunda,
onların sorunlarına çözüm üretme
konusunda Eğitim-Sen aktif olmalı.
Eğitim-Sen’in yeni döneminde
patronların her türlüsüne karşı işçilerin birliğini sağlayacak adımlar atmak
elzem. Buna başlamak içinse artık
herkesin sınıf çıkarı doğrultusunda
düşünmesi, iş yapması gerekmekte.
Yoksa Eğitim-Sen’in güneşi karanlıkları aydınlatamaz.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
13
ULUSLARARASI
Meksika: petrol tüm milletin malıdır
Bolivya: ulusların kendi kaderini tayin hakkıyla ulusların parçalanması oyununu bozalım
ulusunu fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak parçalamayı hedefliyor.
Meksika işçi sınıfının ulusal egemenliklerini ve haklarını savunmak için
Meksikalılar kamuya ait petrol şirketi Pemex’in özelleştirmesine karşı 27 Temmuz’da sandık başına gitti. politik bir örgütlenmeye ihtiyacı var.
Bize göre böyle bir örgütazalacağı,
995’te yüzde 49’u özelleştirilen
yerli ve yabancı özel şirketlere devrelenmenin her şeyden önce kır7.Petrol fiyatlarında genel bir artışa
kamuya ait en büyük petrol şirdilmesinin anayasaya aykırı olduğunun
mızı çizgileri olmalıdır.
neden olacağı,
keti Pemex’in geri kalan yüzde 51’lik
kararını halkın vermesi gerektiğini söyÖzelleştirmenin hiçbir biçimini
8.Bütçe açıklarının işçinin kazancına
kısmının da özel şirketlere devredilmesi ledi. PAN ise halk oylamasını reddetti.
kabul
etmemeliyiz. Pemex’in özelleştigetirilen vergilerle kapatılacağı,
planı, kamuoyunda büyük tepki yarattı.
“Pemex’in özelleştirilmesine
9.Pemex’in satılmasıyla Meksika’nın rilmesine karşı olmak yetmez, bugüne
İktidardaki Ulusal Hareket Partisi
karşı çıkmak için 9 neden”
Amerikan sömürgesi olacağı belirti- kadar özeleştirilmiş bütün kurumların
(PAN), muhalefetteki Kurumsal DevCephenin bileşenlerinden Ulusal
liyor ve halka 27 Temmuz’da özelleş- yeniden millileştirilmesi talebimiz de
rimci Parti (PRI) ile beraber yürüttüğü
tirmeye hayır oyu verilmesi çağrısı olmalı: Özelleştirilmiş elektrik, petrol
saldırılara karşı siyasi partiler, sendika- Petrolü Savunma Komitesi, petrolün
ve demir yollarının yeniden millileşneden özelleştirilmemesi gerektiğine
yapılıyor.
lar, toplumsal ve siyasi örgütler Hatirilmesi; emeklilik sistemindeki
ilişkin bir bildiri yayınladı. “Pemex’in
Açık
mektup
karşı reformların iptal edilmeözelleştirilmesine karşı çıkmak için
Öte
yandan
Demokratik
Bağımsi; bütçemizin emperyalist
9 neden” başlığını taşıyan bildiride;
sız işçi Partisi, ulusal kaynakların
bankalar tarafından belirlen1.Petrolün özelleştirilmesiyle birlikte
özel şirketlere devredilmesinin
mesine
son verilmesi gibi.
kamu okullarının ve hastanelerinin
ülkeyi daha önce
Topraksız köylüiflas edeceği, emeklilik maaşlarının
görülmemiş ekonolere toprak verilmesi,
azalacağı,
mik ve sosyal çöküşe
çiftçilere ucuz kredi
2.Hidrokarbonların, ham ve rafine petsürükleyebileceği
sağlanması
ve göçMeksika başkanı General Lazoro Cardenas
rolün taşımacılık ve depolama gibi
uyarısında bulunan,
menlerin haklarının
tarafından 1938’de kamulaştırılan Pemex,
işlemlerinin özele devredilmesiyle
PRD üye ve yönetibu gün 140 bin kişiyi istihdam ediyor,
korunması gibi talep1938’de Anayasa’ya giren kamulaştırcilerine işçi sınıfıAmerika’nın
en
büyük,
dünyanın
3,
büyük
lerimiz, NAFTA’nın
ma hükümlerinin tasfiye edileceği,
nın nasıl bir politik
ham petrol üreticisi konumunda
iptali talebi olmak3.Meksika kanunlarının uygulanmadıörgütlenmeye ihtiyacı
sızın gerçekleşemez.
ğı bölgelerin ortaya çıkacağı,
olduğunu sorarak, tartışmaya davet
Obrador özelleştirmelere karşı ülke çapında
Onun
için
bu
talep
çok önemlidir.
4.Ulusun parçalanmasının önünün
eden bir açık mektup yayınladı.
kampanya yürütüyor
açılacağı,
Bunların yanında işçi sınıfının
Mektupta şu ifadelere yer verildi:
5.Parasız eğitim ve öğretim olanağıihtiyacı olan politik bir örgütlenziran ayında bir araya gelerek özeleşUlus yol ayrımında. Mütecaviz
nın yok olacağı, işsiz kalan gençleme; demokratik, egemen, özgür ve
tirme karşıtı bir cephe oluşturdular.
rin uyuşturucu kullanımı ve satışına Calderon hükümeti, 18 aydır işçi
laik bir cumhuriyeti kuracak kuCephenin bileşenlerinden ana
sınıfının kazanılmış haklarına saldıyöneleceği,
rucu kongreyi örgütlemeyi de hemuhalefet partisi Demokratik Devrimci 6.Sanayi yatırımları yapacak, istihdam rıyor. Hükümetin “reformları” ulusal
def olarak önüne koymalıdır.
Parti’nin (PRD) eski başkan adayı, şu an
yaratacak ve iç pazarı kuvvetlendire- kaynakları daha fazla özerkleştiriyor.
İlk işimiz tartışmayı sağlaUlusal Petrolün Savunulması İçin Halk
cek bütçenin azalacağı, gaz elektrik Oysa bütçemizin yüzde 40’ını petrolyacak bir bülten ve bağlantı koHareketi’nin başkanlığını yürüten Andve benzinin zamlanacağı, kamusal den elde ettiğimiz gelirler oluşturuyor.
mitesi oluşturmak olmalıdır.
res Manuel Lopez Obrador, petrolün
sağlık harcamalarına ayrılacak payın Bize göre hükümet bu yasayla Meksika
Meksika Halkı kendi kaderini oyluyor
1
Bolivya’da özerklik referandumu süreci
Bolivya Yugoslavya olmayacak!
Santa Cruz, Pando ve Beni’den sonra Tarija eyaletinin da merkezi yönetimden ayrılması üzerine
Evo Morales’in düzenlediği geri çağırma referandumunda ülkeyi parçalamak isteyenler yenildi.
B
olivya’da gerçekleşen ilk ayrılıkçı referandum (darbe) doğalgaz
zengini Santa Cruz’un
ayrılmasıyla
sonuçlanmıştı.
Bunun üzerine
ABD öncülüğündeki uluslararası sermayenin
sözde özerklik
adına gerçekleştirilen
referandumlar aracılığıyla
merkezi hükümeti atlayarak ülkenin
zengin bölgeleriyle doğrudan
ittifak yapmayı
amaçladığını ve
sırada üç eyaletin
olduğunu yazmıştık.
14 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
23 Haziran’da gerçekleştirilen
oylamada bir zengin bölge daha
merkezi yönetimden koptu:
Tarija, sahip olduğu zengin enerji
kaynaklarından elde ettiği geliri, hükümet reformları doğrultusunda diğer
eyaletlerle paylaşmayı reddetti.
Tarija eyalet valisi “Özerklik
burada bitmiyor şimdi
dört olduk yarın dokuz olacağız” diyerek
parçalanmanın
devam edeceğine işaret etti.
Hükümet
tarafından
yapılan
açıklamada
referandumun anayasaya aykırı ve yasadışı olduğu belirtildi. Yaşanan
gelişmeler üzerine Morales, 10
Ağustos’ta kendisi ve bölge valileri
için “görevden alma referandumu”
düzenleyeceğini açıkladı ve yapılan referandum sonucunda Morales
yüzde 60 ile Bolivya’lı işçilerin, gençlerin ve halkın güvenoyunu aldı.
ABD destekli bu ayrılıkçı darbelerin
altında Latin Amerika’da yaşanan devrimci süreci durdurma amacı yatıyor.
Chavez, Petrol, Telekomünikasyon,
çimento alanında başlattığı millileştirmelerin ardından çelik şirketinin
millileştirilmesi talebiyle yükselen
işçi hareketinin talebine yanıt vermek zorunda kaldı ve çelik şirketini
milleştirdi. Bu günlerde bir İspanyol
bankasını devletleştireceğini duyurdu.
Egemen sınıf ise “Kapitalizm yoksulun
umududur” yazılı ayrılıkçılık bayrağını
sallayarak karşı devrimi örgütlüyor.
Ekvador halkı, hala çok uluslu
şirketlerin ellerinde bulunan doğal
kaynakların topyekûn millileştirilmesini istiyor. Ekvator yönetimi halkın
Morales’in doğal kaynakları millileştirmesine
emperyalizm ülkeyi parçalayarak karşılık veriyor
bu isteğine kayıtsız kalamayacak.
Fakat karşı cephede Guayaquil eyaletinin ABD destekli valileri, millileştirmeleri engellemek için merkezi
yönetimden kopma planları yapıyor.
Bolivya, Ekvador, Venezüella işçi
sınıfı, sendikaları, köylü örgütleri
Amerika’nın işgal karşıtı halkını da
yanına alarak en geniş anti emperyalist
cepheyi inşaa etmek zorunda. Aksi taktirde ayrılıkçı bölge valilerinin “Bolivya
için yeni yol” olarak adlandırdıkları
bu süreç, ulusların zengin ve yoksul
olarak parçalanmasıyla sonuçlanacak.
Emperyalizmin parçalama politikalarına karşı Morales’e destek verelim
Morales değil ayrılıkçı valiler görevden alınsın!
ULUSLARARASI
Sendikal faaliyetleri nedeniyle sendikacıların tutuklanmasına son!
Avrupa Birliği komiserleri, İrlanda halkının iradesine saygı gösterin!
Kore İşçi Sendikaları Konfederasyonu
dünya işçilerinden destek istiyor!
Daniel Gluckstein,
ILC Koordinatörü
G
üney Kore’de deli dana hastalığından sonra büyük ölçüde yasaklanan ABD’den et ithalatının, geçtiğimiz
Nisan ayında tekrar başlayacağının
açıklanmasının ardından Koreli işçiler
ve halk karara tepkilerini sokaklara
çıkarak ve grevler yaparak gösterdi.
Protesto gösterileri Haziran ayı sonunda ivme kazandı. 26 Haziran’da
Kore İşçi Sendikaları Konfederasyonu
(KCTU) bir açıklama yaparak ABD’den
yeniden ithal edilmeye başlanan sığır
etine karşı ülke çapında bir boykot
kararı alarak, dağıtımın ve tüketimin
engelleneceğini bildirdi. 30 Haziran’da,
Güney Kore çapında ABD sığır eti
dağıtımının boykotu için gerçekleşen
bir gösteri sonrasında KCTU Başkan
Yardımcısı Kim Eun-ju birkaç sendika
üyesi ile beraber tutuklandı. Et ithala-
tına karşı halkın sağlık hakkını savunmayı amaçlayan eylemlerin talepleri
ve katılımcıları giderek genişledi.
Kore İşçi Sendikaları Konfederasyonu (KCTU), ABD’den sığır eti
ithaline ilişkin 18 Nisan Protokolü’nün
yeniden müzakere edilmesine, kamu
hizmetlerinin özelleştirmesine, Büyük
Kore Kanalı’nın inşaatına ve rayından çıkmış fiyat artışlarına karsı 2
Temmuz’da gerçekleşecek bir genel
grev çağrısında bulundu. Grev çağrısında Kore Metal İşçileri Federasyonu
(KMWU) ulusal çapta toplu pazarlık
talebiyle merkezi bir rol oynadı.
Çalışma Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı bu grevi yasadışı ilan etti ve
Ceza Yasası’nın 314. maddesi uyarınca, çalışma özgürlüğüne engel oluşturdukları gerekçesiyle KCTU’nun
ve KMWU’nun yöneticileri hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.
Şuan KCTU’nun Birinci Başkan
Yardımcısı
Jin Yeong-ok
ve muhalefet
temsilcileri
Ahn Jingeol, Yoon
Hui-suk,
Hwang Sunwon tutuklu.
Hakkında
tutuklama kararı
çıkartılanlar
ise şöyle: Lee
Suk-haeng,
KCTU Başkanı; Lee Yong-shik, KCTU
Genel Sekreteri; Jung Gab-deuk, KMWU
Başkanı; Nam Taek-gyu, KMWU Birinci
Başkan Yardımcısı; Yoon Hae-mo, Hyundai
Motor Şube Başkanı; Kim Tae-gon, Hyundai Motor Şube Birinci Başkan Yardımcısı;
Kim Jong-il, Hyundai Motor Şube Başkan
Yardımcısı; Jung Chang-bong, Hyundai
Motor Şube Başkan Yardımcısı; Joo In-koo,
Hyundai Motor Şube Başkan Yardımcısı; Jo
Chang-min, Hyundai Motor Şube Sekreteri; Bak Won-suk, Koalisyonun Saha Ofisi
Eş-Başkanı; Han Yong-jin, Koalisyonun
Saha Ofisi Eş-Başkanı; Kim Dongkyu, Organizasyonel Ekip Başkanı;
Kim Kwang-il, Yürüyüş Ekibi Başkanı, Hep Birlikte İzleme Komitesi üyesi; Baek Eun-jong, Anti-Lee MyungJin Young-ok, KCTU’nun Birinci Başkan Yardımcısı,tutuklu
bak Internet Kafe Yardımcı Temsilcisi;
sendikal örgütlenmeler çerçevesindeki
Baek Seong-gyun, MichinCow.net Temsil87 ve 98 No’lu sözleşmelerinin uycisi; Kwon Hae-jin, Genç Koreliler Akagulanması haklarını kullanmışlardır.
demisi Eğitim Hareketi Merkezi Başkanı.
KCTU, dünya emekçilerini,
Güney Kore hükümetinin derhal KCTU ve KMWU liderlerine
karşı baskıyı durdurması, tutuklananların serbest bırakması taleplerine sahip çıkmaya çağırıyor.
Bu durumu protesto etmek için
Kore Devlet Başkanı Lee Myung-bak’a
ve ek olarak polis komiseri Eo Cheongsoo’ya mektup gönderebilirsiniz.
İşçi Kardeşliği Partisi’nin de üyesi
olduğu İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi’nin (ILC)
uluslararası işçi hareketine çağrısıdır:
Kore İşçi Sendikaları Konfederasyonu (KCTU) ve ona bağlı
Kore Metal İşçileri Federasyonu
(KMWU) ILO sözleşmelerinin
Hayır! dediler
İrlanda halkı, 12 Haziran’da Lizbon Antlaşması’nın kabulünü yüzde 53’lük bir çoğunlukla reddetti.
Ezici bir sayıyla, ülkenin kilit bölgelerinde Hayır oyu kazandı.
İ
rlanda hükümeti ve Avrupa Birliği kurumları manevralar, şantajlar yaparak; gözdağı vererek Lizbon
Antlaşması’nın kabulünü sağlamaya
çalıştı. Daha önce görülmemiş bir
şekilde, üç büyük parti lideri 9 Haziran Çarşamba günü Evet oyu için
kurumsal bir çağrıya imza attı. Papa da
duruma müdahale etti. İrlanda halkı
ise haklarını geri almayı hedefleyen
başka bir yolu takip etmeyi tercih etti.
Sonuçlar ortada, Avrupa Anayasası’nın
Fransa ve Hollanda halkları tarafından
reddedilmesinden iki yıl sonraki bu
sonuç, işçilerin ve gençlerin seçimidir.
İrlanda halkı Hayır oyu vererek
sadece Lizbon Antlaşması’nı ve onu
kapsayan tüm antlaşmaları reddetmiş
olmakla kalmadı, aynı zamanda bu
antlaşmaları İrlanda halkına dayatmaya çalışan koalisyonu da reddetmiş
oldu. Bu zafer, kendini doğrudan ifade
etme hakkından mahrum bırakılmaya
çalışılan Avrupa halklarının zaferidir.
Halk, Brüksel gerçeğinin bilinciyle Hayır oyu kullandı.
Üç büyük partinin liderleri, Evet
oyu için kampanyalarına “Avrupa’dan
fayda gören yurtsever halkın ilerlemesi
ihtiyacı” vurgusu yapan bir deklarasyonla çağrı yaptı. Bernard Kouchner,
İrlanda gazetesinde ülkedeki üç büyük
parti ve Brüksel kurumlarınca dayatılan Evet oyu için seçmenleri, karara
katılmamaları halinde önemli mali
misillemeler yapmakla tehdit etti.
Avrupa Birliği’nin bölgesel yapılan-
dırma bütçesinden 1 milyar avronun
İrlanda’ya ödendiği doğru. Ama hangi
hizmeti vermek için? Bu bütçeyi kim
aldı? Ülkenin sosyal durumu nedir?
Dublin’de bir otobüsün şoförlüğünü
yapan profesörün ikinci bir iş yapmak zorunda bırakılması bu sorulara
verilebilecek cevabın sadece bir kısmı.
İnsanları sıklıkla iki-üç iş yaparken
görmek mümkün. Birinci adım olarak,
Avrupa Birliği tarafından dağıtılan
yapılandırma bütçesindeki milyarlarca avro, İrlanda’yı Avrupa’daki ABD
yatırım merkezi haline getirdi. Bunu
yapmak için bu hükümetlerin antlaşmaları yasaklayan yasal engelleri aşması
gerekiyordu. Milyonlarca riskli iş yaratmalı ve bu işleri yeniden düzenlemeli,
iş yasasını getiren bazı liderlerle suç
Bu sözleşmeler örgütlenme, temsil
ve grev hakkını güvence altına alır.
ILC hapse atılmış bulunan bütün
sendikacıların derhal serbest bırakılmasını, haklarında ileri sürülen bütün
suçlamaların kaldırılmasını ve gene bu
sendikacılarla ilgili bütün tutuklama
kararlarının kaldırılmasını talep eder.
Grev hakkına saygı!
Sendikalaşma hakkına saygı!
87 ve 98 no’lu ILO
sözleşmelerine saygı!
Tutuklu bütün sendikacılara
özgürlük!
Bütün sendikacılar üzerindeki
suçlamalar ve haklarındaki bütün
tutuklama kararları kaldırılsın!
5 Ağustos 2008
ortaklığı yapan birlikleri susturmalıydı.
AB ve onun işçi hareketi içindeki
kurumu ETUC’ta (Avrupa Sendikaları
Konfederasyonu) ifadesini bulan “sosyal ortaklığın” rolü, işte tam da budur.
Tam da bu metni yazdığımız dönemde, İrlanda’nın sosyal gerçekliği
şudur: Mayıs ayında yüzde 31’e ulaşan
işsizlik oranı, 4 milyon nüfuslu bir
ülkede ayda ortalama 1000 kişinin
işten çıkarılması. Sadece 1 ay içinde
Dublin’de işsizlik oranı yüzde 22’ye
yükseldi, İrlanda’nın güney batısında
kalan County Wexford’da kayıtlara
göre işsizlik oranı yüzde 40’a ulaştı.
Binlerce küçük toprak sahibi, genel
tarım politikasıyla yerle bir oldu. Bir
yıl içinde gıda fiyatları yüzde 8, benzin
fiyatları yüzde 23, ısınmak için kullanılan yağ fiyatları yüzde 47 yükseldi.
AB’nin politikalarının ve hedeflerinin hayata geçtiği bir ülke varsa
o İrlanda’dır ve işte bu politika İrlanda işçileri, gençleri ve köylülerince kitlesel olarak reddedildi.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
15
Kafkaslar’daki savaş
bir petrol savaşı mı?
Gürcistan, halen özerk bir cumhuriyet olan fakat bağımsızlık için mücadele eden Güney Osetya Özerk Cumhuriyetine karşı kendi
deyimi ile “anayasal düzeni sağlamak” için operasyon başlattı. Bunun üzerine Osteya’yı destekleyen Rusya da Gürcü güçlerine
yönelik uçaklarla bombalama ile karşı saldırıda bulundu. Gerek asker gerekse sivil olarak çok sayıda kişinin ölümüne yol açan
çatışmalar halen devam ediyor.
Çatışmaların kökeni
Çatışmaların kökeni yaklaşık 20 yıla
uzanıyor. Sovyetler yıkıldıktan sonra
Kuzey Osetya bölgesi Rusya içinde
özerk bir bölge olarak kalırken Güney
Osetya bölgesi Gürcistan devleti içinde kaldı. Güney Osetyalılar bağımsızlık talebi ile mücadeleye başlayınca
1990–1992 arasında çatışmalar yaşandı daha sonraki gelişmelerle Gürcistan
Güney Osetya’nın özerk bir cumhuriyet olmasını kabul etti ve 2005
yılında barış anlaşması yapıldı. Fakat
Kasım 2006 tarihinde Osetyalılar
yaptıkları referandumla tam bağımsızlıktan yana oy kullandılar. Bunun
üzerine gerginlik yine arttı. Gürcistan
NATO ittifakına girmeye çalışırken
Rusya Gürcistan’a bağlı Osetya’nın ve
Abhazya bölgesinin bağımsızlığını
destekleyen karar aldı. Batı ülkelerinin Kosava’nın bağımsızlığını
desteklemelerinin ardından Osetyalıların ve onları destekleyen Rusya’nın
Osetya için bağımsızlık talebi arttı.
ABD/NATO ve Rusya
Karşılaşması
Çatışmalar başlayınca ABD,
Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü desteklediğini ve Rusya’nın saldırıyı durdurmasını isterken NATO da benzeri
bir açıklama yaptı. Bu süreç bir açıdan
etnik/ulusal bir sorun gibi dururken
diğer yandan Batı/NATO ile Rusya’nın
bir çatışması gibi görünmekte. Olaya
ABD ve Rusya açısından bakarsak bu
güçler işlerine geldikleri zaman küçük
etnik/ulusal toplulukların bağımsızlık
haklarını savunurken (Örneğin Amerika Sirbistan’a karşı Kosava’nın, Rusya Gürcistan’a Karşı Osetya’nın) bazı
durumlarda da tersini (Örneğin ABD
Osetya’nın bağımsızlık mücadelesine
karşı, Rusya ise bağımsızlık isteyen
Çeçenistan’ı yıkıp dağıttı) savunmaktadırlar. ABD/NATO için de Rusya
için de genel geçer bir ilke yok. İşlerine geldiğinde ulusların kendi kaderini
tayin hakkı (!?) işlerine geldiğinde ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı (!?)
Çatışmanın arka
planı petrol mü?
Kafkasya, petrol kaynaklarının büyük
çoğunluğunun bulunduğu Avrasya
–Ortadoğu bölgesinin göbeğinde
bir yerde. Zengin Azeri ve Türkmen
petrollerinin petrol açığı olan batı
ülkelerine naklinde halen kullanılan
ve yeni yapılacak petrol boru hatları
bu bölgeden geçiyor. Yeni petrol boru
hatlarının batıya Rusya üzerinden mi
yoksa Gürcistan-Türkiye yoluyla mı
ulaşacağı iki tarafı da çok ilgilendiren bir tartışma konusu. Gürcistan’ın
NATO’ ya girme başvurusu göz önüne
alınınca ABD/NATO bloğu ile Rusya
arasındaki bu çatışmanın önemi anlaşılabilir. Bu arada İsrail’in ciddi derecede devrede olduğu biliniyor. İsrail,
Kafkas petrol hatlarının GürcistanCeyhan üzerinden İsrail’e ve oradan
Kızıldeniz’deki terminalden tankerlerle Uzakdoğu ülkelerine (Başta Çin
olmak üzere bu ülkelerin petrol talebi
çok artmıştır) taşınmasını istemektedir. Bu nedenle İsrail Gürcistan’a eğitim ve silah olarak önemli yardımda
bulunmaktadır. Bu arada Türkiye de
Gürcistan’a askeri eğitim desteği vermekte ve silah satmaktadır. Bu gerçekler ise savaşın taraflarının petrol çıkarları ile ilgisini ortaya koymaktadır
Çözüm var mı?
Ya da Ulusların Kendi
Kaderini Tayin Hakkı Nedir?
Bu olay da göstermektedir ki uluslararası emperyalist güçler hep bazı
(ulusların kendi kaderini tayin hakkı,
demokrasi, insan hakları, terörle
savaş gibi) ulvi kavramları kullansalar
da gerçekte her zaman çıkarlarının
ABD ve AB’nin desteğine güvenerek savaşı tetikleyen Gürcistan Devlet Başkanı Sakaşvili’nin
AKP hükümetiyle ilişkileri de gayet iyi
gerektiği şekilde davranırlar. Bilindiği gibi dünya yüzeyinde etnik/ulusal
olarak saf olan hiçbir ülke bulunmamaktadır. Ulusal topluluklar dil, ırk,
kültür gibi ortaklıklara sahip olsa da
bir topluluğun “uluslaşması” özünde
tarihsel-siyasal bir olgudur. Bu süreç
ise uluslararası ve ulusal düzeyde
sınıflar savaşının bir ürünüdür. Bir insan topluluğunun ne zaman etnik/ulu-
sal bir topluluk sayılacağı, ne zaman
“ulusların kendi kaderinin tayin etme”
hakkına sahip olacağı tümüyle göreceli bir durum teşkil eder. İşçi sınıfının ve ezilenlerin her somut olayda
şimdiki ve gelecekteki kendi bağımsız
çıkarları ve eşitlik, kardeşlik adalet
arayışları temelinde özgün politikalar
üretme dışında bir seçenekleri yoktur.
Abone Formu
[ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL
İsim, Soyisim:
.............................................................................................................
Görev:
.............................................................................................................
Adres:
.............................................................................................................
.............................................................................................................
Posta Kodu:
.............................................................................................................
İlçe, İl:
.............................................................................................................
Telefon, Faks:
.............................................................................................................
E-Posta:
.............................................................................................................
462 0000908-4 no’lu Akbank hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla
beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)
Download