100. yılında balkan savaşları

advertisement
> DÜBAM
YUVARLAK MASA TOPLANTILARI
100. YILINDA
BALKAN SAVAŞLARI
Moderatör: Aynur ERDOĞAN
> 2012 HAZİRAN
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
DÜBAM
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
Genel Yayın Yönetmeni
Akif EMRE
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Giriş
5
> 2012 HAZİRAN
Selanik, Manastır, Üsküp, Bosna-Hersek ve hatta Belgrat, Viyana, Sırbistan,
Karadağ… bizim neyimiz olur? Biz, Edirne’den, Hakkâri’den, Kars’tan sonrasına
yabancılaşmış bir nesiliz. Hâlbuki çok değil, yüz yıl önce bugünün sınırlarının ötesi
olan bu memleketler için ölüm-kalım mücadelesi veriyorduk. Dedemizin dedesinin ya
da babasının gözünde bu şehirler İzmir’den, Diyarbakır’dan, Ankara’dan farksızdı belki
de. Ve hatta dedemizin kendisinin bu şehirlerden birinde doğmuş olması da hiç uzak bir
ihtimal değil. Zira yüz yıl öncesinde on üç buçuk milyon olan imparatorluk nüfusunun
beş buçuk milyonu içe doğru göç etmişti.
Yüzüncü yılı olması vesilesiyle bu ayki Yuvarlak Masa Toplantısı’nda Balkan
Savaşları’nı konuştuk. Konuklarımız, Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Doç.
Dr. Mehmet Hacısalihoğlu, Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel ve Dünya Bülteni Tarih
Dosyası Editörü İbrahim Tığlı.
Balkan Savaşlarıyla, Osmanlı’nın Avrupa’daki varlığına son verilirken
Avrupa’da yaşayan Müslüman nüfusu katliam, sürgün ve sosyal, siyasal baskıları içeren bir
belirsizlik bekliyordu. Diğer taraftan bu savaşların ardından Osmanlı yönetiminde köklü
değişikler meydana gelmiş, İttihat ve Terakki Fırkası devlete tam olarak hükümet etmeye
başlamıştı. Peki, Osmanlı Devleti, kendi bünyesinden kopan küçük devletler karşısında
neden yenilmişti? Bu devletleri, Osmanlı Devleti’nin karşısına dikilmeye götüren süreçte
hangi siyasal ve ideolojik gelişmeler yaşanmıştı? Savaş sonrasında Osmanlı tarafında ve
Osmanlı bakiyesi Balkan devletlerinde meydana gelen siyasal, sosyal gelişmeleri nasıl
anlamalıyız? Bugün Balkanlar’daki Müslüman toplumların durumlarının iyileşmesi için
hangi adımlar atılmalıdır?
Bunlar ve bunlar gibi diğer soruları yönelttiğimiz toplantıya Nedim Emin,
Ömer Aymalı ve Nazif Koca da sorularıyla katkıda bulundular. Konuşmacılarımızın
her biri meselenin farklı boyutlarına ışık tutan kapsamlı açıklamalarda bulundular. Bu
toplantının, toplumları kendi tarihinden, özünden, kimliğinden koparan süreçlerin açtığı
yaraların tamiri için atılacak adımlar bağlamında bir katkı olması hepimizin ortak dileği.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
6
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
TOPLANTI METNİ
Aynur Erdoğan: Balkanlar hem Avrupa için hem Osmanlı için ontolojik bir anlam taşıyor. Avrupa kendini var eden sacayaklarından birini Helen ilim ve kültür
mirasına koyarken Osmanlı’nın siyasal bir organizasyon olarak büyük devlet haline gelmesinde tarihçiler bu bölgenin etkisine işaret ediyor. Yine tarihçiler Doğu
fetihleriyle karşılaştırdıklarında Balkanlarda görece daha kısa sürede yol alındığı
tespitinde bulunuyorlar. Balkanlar zaman içinde Osmanlının kalbi ve belki saraya
gönderdiği insan değerleriyle Osmanlının beyni oluyor. Ancak elden çıkışı da bir o
kadar hızlı ve dramatik oluyor.
Biz misak-ı milli sınırlarını kanıksamış bir nesiliz. Edirne’den ötesiyle tarihi bağın ötesinde bir irtibat kuramıyoruz. Mehmet Bey, bundan 100 yıl önce bu coğrafyada Balkanlar ne ifade ediyordu?
Mehmet Hacısalihoğlu: Balkanlar Osmanlı’nın ana, merkezi coğrafyasını oluşturuyordu, en azından 1908 öncesinde. Şehirler bazında ele alacak olursak örneğin Selanik
Osmanlı’nın bir çeşit kültürel başkenti olarak görülüyordu. Mesela siyasal akımların, kültürel etkileşimin ve ticaretin merkezi Selanik’ti. Mesela şimdiki Türkiye’nin şehirleri ile
bir kıyaslama yapacak olursak Selanik, İzmir’den de veya Ankara gibi diğer birçok şehirden de daha önemli konumdaydı. Selanik yanında Manastır, yine Selanik’e yakın Üsküp,
diğer tarafta Yanya var... Bunlar hepsi Osmanlı’nın merkezi şehirleriydi. Anadolu’daki
şehirlerden daha merkeziydi. Anadolu bu dönemde daha çok taşra olarak algılanıyor.
Anadolu’da şimdi merkezi diye bildiğimiz şehirler o dönemde sürgün yerleri olarak görülüyorlar. Dolayısıyla nüfusu itibariyle de Balkan Savaşlarıyla kaybedilen topraklar ana
topraklardı. Bugün bizim için Bursa, İzmir ne ise Edirne, Selanik, Manastır da böyleydi
o dönemde.
Erdoğan: Bu kadar merkezi konumdaki toprak parçasının kaybedilmiş olması,
Balkan Savaşlarının hezimetini, dramatikliğini daha arttırıyor…
Erdoğan: Bu savaşta Osmanlı’nın hezimete uğratılmasını neye bağlıyorsunuz?
7
> 2012 HAZİRAN
Hacısalihoğlu: Kesinlikle.
Hacısalihoğlu: Çok görüşler, tezler, iddialar, suçlamalar var bu konuda. Genel olarak
İttihat Terakkinin beceriksizliğine bağlanır bu…
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Erdoğan: O dönemde hükümette İttihat Terakki mi vardı?
Hacısalihoğlu: Aslında savaşın bizzat yaşandığı dönemde İttihat Terakki yoktu. Tam
1912 ortasında, Ağustosunda İttihat Terakki hükümeti bir çeşit darbeyle düşürülüyor. İttihat Terakki’nin muhaliflerinin etkin olduğu bir hükümet vardı, savaşın tam başladığı
dönemde. İttihat Terakki 1913’ün Ocak ayında tekrar bir darbe yapacaktır; bu meşhur
Bab-ı Ali baskını. Tekrar iktidarı ele alacaktır. Gerekçesi de mevcut hükümetin savaşın
kaybına sebep olmasıdır aslında. Kayıpları önlemek için, kuşatma altındaki Edirne’yi
kurtarmak için darbe yapmıştır İttihat Terakki tekrar. Ama İttihat Terakki’nin daha önceki
politikaları nedeniyle, mesul olduğu söylenir bu kayıplarda. Tabii bu konuda çok görüş
var. Mesela İttihat Terakki artık muhalefette olduğu için savaş başladığında Osmanlı orduları yenilsin ki hükümet başarısız görünsün, biz tekrar iktidara gelelim diye, bu hırsla
ihanet ettiklerine dair bir takım görüşler söyleniyor. Bunlar çok marjinal düşünceler. Yani
gerçeği yansıttığını da ben açıkçası düşünmüyorum.
Erdoğan: Siz neye bağlıyorsunuz asıl sebebini, savaştaki hezimetin?
Hacısalihoğlu: İngiliz arşivlerinde İngiltere konsoloslarının veya diplomatlarının hazırladığı yıllık bir Türkiye raporlarında şöyle bir şey hatırlıyorum: 1906 yılına ait Osmanlı
raporu çok ilgimi çekmişti; Osmanlı ordusu veya savaş durumuyla ilgili bir değerlendirme yapılan kısımda, şu anda Osmanlı ile Bulgaristan arasında bir savaş çıkacak olursa şu
anda mevcut askeri durumda Bulgar orduları üç haftada Çatalca’ya kadar gelebilir diyor.
8
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Bu da Abdülhamit dönemidir yani. 1906’dan bahsediyoruz. Demek ki, 1878’den, kurulduğu tarihten itibaren, savaşa hazırlanan bir Bulgaristan var. Ordusunu Rus yardımıyla,
daha sonra oraya gelen işte Alman krallar yardımıyla teçhiz etmiş. Diğer taraftan Yunan
ordusu hazırlanıyor... Bunların hepsi en azından otuz kırk yıllık bir hazırlığın neticesi.
Osmanlı’ya karşı Bulgaristan var, Yunanistan var, Sırbistan var, Karadağ var. Karadağ
küçük diyoruz ama yine onun da otuz, kırk binden fazla askeri olduğunu düşünelim.
Osmanlı bunlarla baş edememiştir, o zamanki şartlarda. Benim kanaatimce çok doğal
bir şekilde savaşı kaybetmiş. Daha iyi yönetilemez miydi savaş? Tabii yönetilebilirdi.
O dönemde, Troçki (Trotsky) sosyalist bir gazete (Kievska Misıl) için muhabir olarak
Balkanlara geliyor…
Erdoğan: Rus gazetesi değil mi?
Hacısalihoğlu: Evet, Rus gazetesi. Balkanlarda bir takım röportajlar yapıyor,
Bulgaristan’da veya işte değişik yerlerde kalan Osmanlı savaş esirleriyle konuşuyor.
Onun bir takım tespitleri var… Ana tespiti; Osmanlı ordusu siyasete çok fazla karıştığı
için, bir ordu disiplinini, emir kumanda disiplinini kaybetmiş ve savaşta iyi organize olamayarak bu kadar kolay yenilmiştir. Yani o dönemdeki en azından ana görüş böyle. Daha
sonra Türkiye’de bunun üzerine pek gidilmiyor. Ordu, siyasete karışırken ordunun içinde
bir takım fraksiyonlar ortaya çıkıyor. İttihat Terakki’ye bağlı genç bir subay kitlesi var ve
onların da üstlerinde yer alan, general konumunda olan subaylar da bu genç subay kitlesinin etkisi altında kalıyor bir şekilde. Mesela Enver Bey genç bir insan, o zaman yirmi
sekiz yirmi dokuz yaşında veya Balkan Savaşları’nda otuzlu yaşlarında ama generalden
daha belirleyici. Ordudaki hiyerarşi alt üst olmuş. Bir de bunlara muhalif olan gruplar var.
Mesela Halaskar Zabıtan gurubu, İttihat Terakki hükümetini devirenler de ordu içinde bir
grup. Hani bir çeşit darbe yapmış oluyor, muhtıra vermiş oluyorlar. İttihat Terakki hükümetini deviriyor bu şekilde. Dolayısıyla öyle bir grup da var. Ayrıca İttihat Terakki’ye
yakın olup da bir takım şahsi nedenlerle küsmüş olan subaylar kesimi de var. Dolayısıyla
Osmanlı ordusunda subaylar arasında fraksiyonlar var ve bunların aralarındaki bu rekabet
ordunun performansını zayıflatıyor. Birinin başarısızlığı diğerinin işine de gelebilir, tabii
ki bu tür durumlarda. Bu da bir takım spekülasyonlara zemin hazırlıyor. Yani Osmanlı
ordusunun her halükarda bir problem içinde olduğu kesin, bunu söyleyebiliriz. Askeri
tarihçi değilim ama benim kanaatim, Osmanlı ordusu hazır da olsaydı, daha iyi organize
olmuş da olsaydı bu savaşı kaybederdi.
Hacısalihoğlu: Çünkü karşısındaki Bulgar ordusu genç dinamik, motive olmuş, silahı, teçhizatıyla iyi hazırlanmış bir ordu. Sırbistan, Yunanistan var…
9
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Neden?
Erdoğan: Ama onlar da Osmanlı’dan ayrılan ülkeler, devletçikler...
Mehmet Hacısalihoğlu: Aslında o zaman da devletçik diyorlar ama onlar aslında o
kadar devletçik değil. Büyük bir ordu çıkarabiliyorlar.
Erdoğan: Hangi ara bu kadar örgütlendiler, büyük bir ordu kurdular hocam?
Yani yeni kurulan devletler değil mi sonuçta bunlar?
Hacısalihoğlu: Evet, Bulgaristan mesela 1878’de kuruluyor. 1878’de kuruluyor nasıl
oldu da bu kadar hızlı gelişti?
Erdoğan: Evet, Osmanlı’nın karşısına dikilebilecek bir güç haline gelebildi?
Hacısalihoğlu: Evet. Rusya’dan çok yararlanıyor Bulgaristan başlangıçta, üç sene
boyunca Rus ordusunun doğrudan yardımıyla teşkilatlanıyor. Daha sonra Bulgaristan’a
gelen prensler var, biliyorsunuz, bunlar subay kökenli insanlar aynı zamanda. Onların bir
maiyeti, onlarla birlikte gelen insanlar var. Yunanistan’da aynı şekilde oldu. Mesela Yunanistan 1830’da kurulduğunda 1833’de oraya Bavyera kralının oğlu Otto geliyor, ama
tek başına gelmiyor. Şimdi rakam yanlış olabilir ama yaklaşık bir beş bin kişiye yakın
büyük bir ekiple geliyor. Yani tam bir devlet teşkilatı oluşturmak amacıyla geliyor oraya
o kişiler. Bulgaristan da bu şekilde örgütlenmiş. Hemen kurulduktan sonra bir anayasa
ilan etmiş, meclis açmış, seçimler yapmış, çok gelişmiş bir basın yayın hayatına başlamış. Hatta Jön Türkler muhalefette olduğu dönemdeki basın yayınında Bulgaristan’ı hep
örnek gösteriyor.
İbrahim Tığlı: Jön Türklerin, Bulgar milliyetçiliğinden etkilendikleri çok açıktır.
Hacısalihoğlu: Evet, şüphesiz o da var. Aynı zamanda imrenerek de bakıyor. Bak
Bulgaristan daha yeni bir devlet olmasına, Osmanlı’dan koparak kurulmuş olmasına rağmen bu kadar yol kat edebilmiş diye.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Aynur Erdoğan: Buradan şu sonucu çıkarabilir miyiz; aslında Osmanlı, Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ, Sırbistan’a karşı değil, Rusya’ya, İngiltere’ye karşı
savaştı Balkanlarda?
Hacısalihoğlu: Şöyle; Osmanlı’dan kopan bu devletler iyi örgütlendiler. Bu örgütlenmeleri de şüphesiz büyük devletlerin desteğiyle oldu. Mesela Yunanistan’ın örgütlenmesi
doğrudan Bavyera krallığının, Alman prensinin, Avrupa ülkelerinin desteğiyle olmuştur.
Bulgaristan Rusya’nın desteğiyle ve daha sonra Avusturya desteğiyle gelişti. Şüphesiz,
yeni örgütlenmiş, kurulmuş olan bu ülkeler devlet teşkilatını oluşturmada, vesairede çok
etkileşim içindeler Batı ile. Okumuş yazmış bir aydın kesimi zaten vardı, o daha da hızla
gelişiyor. Osmanlı da aynı şekilde, Alman subayları ile kendi ordusunu teşkilatlandırmaya çalışıyor.
10
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Aynur Erdoğan: Ta Abdülhamit döneminden beri…
Hacısalihoğlu: Abdülhamit döneminde başlıyor. Bu, hızlanıyor 1880’lerden itibaren.
Hatta bir paşa Osmanlı savaş planlarını Bulgar subaylara vermiş gibi bir takım söylentiler
var. Hani günümüzde tartışılan şeyler bunlar. Hiç kimse, evet biz savaşı kaybettik çünkü
diğer taraf daha güçlü idi veya daha iyi bir savaş taktiği vardı diyemediği için bir takım
bahaneler arıyoruz. Bunlardan bir tanesi de işte Alman subayların bizim savaş planlarımızı da Bulgar ordusuyla paylaştığı yönünde. Bu olabilir, tabii böyle bir şeyin olmadığını da
kesinlikle ispat edemeyiz ama çok görüş var bu konuda.
Erdoğan: İbrahim Bey, Balkan devletlerinin çok
da ciddi bir direnişle karşılaşmadığı iddiası hakkında siz ne diyorsunuz? İttihat Terakki’nin bu yenilgide rolü oldu mu? “Kilise kanunu” diye bir gelişme
var; İttihat Terakki’nin o kanunla aslında Balkan
devletlerinin Osmanlı’ya karşı birleşmesini sağlayan
bir zemin oluşturduğu söyleniyor, sizin fikriniz nedir?
İttihat Terakki 1913’ün Ocak
ayında tekrar bir darbe yapacaktır; bu meşhur Bab-ı Ali
baskını. Tekrar iktidarı ele alacaktır. Gerekçesi de mevcut
hükümetin savaşın kaybına
İbrahim Tığlı: Balkan milletlerinin Osmanlıya sebep olmasıdır aslında.
başkaldırışları tek yönlü olarak açıklanamaz. Balkan
Savaşları siyasi anlamda bu isyanların bir sonucu olarak görmek daha doğru bir yaklaşım olur. Örneğin Balkan milletlerinin, milliyetçilikten
etkilenmeleri ilk zamanlarda siyasi olmayıp kültürel anlamda etkilenmişlerdir. İlk siyasi
Balkan isyanı olarak 1804-6 tarihli Sırp isyanı gösterilir. Fakat Sırp isyanının kodlarına baktığımız zaman bu dönemlerde Macaristan’da, Polonya’da, hatta İngiltere’de de
benzer isyanlar görüyoruz. İlk ayaklanmanın geleneksel köylü ayaklanmalarını andıran
bir yönü var. Bu ayaklanmayı başlatan, köylü bir aileden gelen birisidir ve talepler daha
ziyade kültürel ve ekonomik niteliklidir. Vergilerin fazlalığından, sipahilerin ve yöneticilerin halka zulmetmesi, Osmanlı-Rus savaşlarının yerli halkın üretimini etkilemesi gibi
nedenlerdir. Ancak 1827’den sonra Yunan isyanı ile birlikte diğer balkan topluluklarının da isyanında milliyetçiliğin siyasi alana kaydığını görüyoruz. Özellikle 1856 Islahat
Fermanı’ndan sonra daha da etkin hale dönüştüğünü, daha fazla siyasi amacın ön planda
olduğunu görüyoruz. Şimdi çok önemli bir tarih aslında 1815 tarihi: Viyana Kongresi.
Viyana Kongresi’nde Avusturya başbakanı Metternich’in bir önerisi var…
Tığlı: Osmanlı Devleti bu kongreye çağrılmamış, fakat Osmanlı devleti hakkında Avrupalı devletler ilk kez birlikte karar almışlardı. Kongrede Mitternich Fransız İhtilalinin
11
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Osmanlı yok değil mi, Viyana Kongresi’nde?
Avrupa’daki yıkıcı etkilerinden söz ederken milliyetçiliği Osmanlı Devleti’ne bir koz olarak kullanılmasını da ifade ediyor ve diyor ki; “Fransız İhtilali milliyetçiliği Osmanlı’nın
millet sistemine alternatiftir.” Bu çok ilginç bir tespit aslında. Avrupalılar milliyetçiliğin,
Osmanlı millet sistemini parçalamaya yönelik olduğunu keşfetmesinin ardından bilinçli
olarak 1820’lerde Yunan isyanına destek vermelerine yol açıyor. Avrupalıların artık Osmanlı devletine karşı bir milliyetçi ayaklanmalarının finansörü olarak çıkmaları Yunan
ayaklanmasıyla başlıyor. Şimdi bu ayaklanmalar tek tek değerlendirmeden önce Balkan
milletlerinin ayaklanmalarının birbirinden oldukça farklı nitelikte olduğuna vurgu yapmak gereklidir. Örneğin Bulgar ayaklanmaları farklı bir nitelikte, 1890’larda başlayan
Arnavut ayaklanmaları…
Erdoğan: Geçmeden önce, ben buradan şunu anlayabilir miyim; aslında Avrupa
milliyetçiliği Osmanlı aleyhine kullanılabilecek bir alet, bir araç olarak keşfedilmiş
durumda? Yani Osmanlı’yı bir arada tutan millet sisteminin altına dinamiti koyabilecek bir araç olarak keşfedilmiş durumda ve o araç kullanılıyor burada?
Tığlı: Evet, bunu söyleyebiliriz tam olarak. İşte buna karşı Tanzimatçıların bir politikası var; Osmanlı ulus politikası. Fakat bu politikanın da bu milliyetçiliğe karşı alternatif
bir politika olmadığını söyleyebiliriz, daha ziyade pratikte Abdülhamit’in politikasının
milliyetçiliğe biraz daha alternatif nitelikte olduğunu söylemek daha doğrudur. Abdülhamit, Kilise Kanunu da eleştirmiştir o yüzden. Kanunun çıktığını duyduğunda “eyvah”,
demiştir. Kilise kanunu çıkarılıyor 10 Temmuz’da.
Erdoğan: Kilise Kanunu, kaba hatlarıyla, nedir?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Tığlı: Evet, bunu söyleyebiliriz tam olarak. İşte buna karşı Tanzimatçıların bir politikası var; Osmanlı ulus politikası. Fakat bu politikanın da bu milliyetçiliğe karşı alternatif
bir politika olmadığını söyleyebiliriz, daha ziyade pratikte Abdülhamit’in politikasının
milliyetçiliğe biraz daha alternatif nitelikte olduğunu söylemek daha doğrudur. Abdülhamit, Kilise Kanunu da eleştirmiştir o yüzden. Kanunun çıktığını duyduğunda “eyvah”,
demiştir. Kilise kanunu çıkarılıyor 10 Temmuz’da.
Erdoğan: Oradaki dinamiği çözümleyebiliyor muyuz? Yani mesela Rusya etkisi
mi, oradaki Osmanlı entelektüel birikimi mi zemin oluşturuyor?
Tığlı: Bulgarlarda şöyle bir kimlik algılayışı var; Osmanlı, onları Fener Rum
Patrikhanesi’ne mahkûm etmiştir. Yani onların milliyetçiliği bir anlamda Fener Rum
Patrikhanesi’ne karşıdır aslında. Biraz Osmanlı Devleti’ne karşı değil daha ziyade
Yunan’a karşıdır. Hatta ayaklanmayı başlatanlar da ilk olarak Bulgar papazlarıdır. Özerklik ve bağımsızlık sonrasında Bulgar kralının aldığı unvan ilginçtir. Bulgar Kralı “Çar”
unvanını alıyor. Çar unvanı, Rusların kullandığı bir unvan… Fakat Sırplarınki çok ilginç,
12
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Sırpların da Knez unvanını alıyor. Hatta knezler de çarlıktan önce Rusların genel olarak
kullandığı bir unvandır. Yani aslında Slavların milliyetçiliğe biraz daha global bir anlam
kattığını görebiliyoruz.
Erdoğan: Bu panslavist politika mı?
Tığlı: Panslavist politika tabii. Balkan Savaşları’nda milliyetçilik hareketlerinde fazlasıyla etkili olmuştur. Fakat bu görüldüğü gibi çok da Rusların istediği doğrultuda da
devam etmemiş. Mesela çok ilginç bir şey; Ruslar Edirne’nin Bulgaristan’a bırakılmasına
karşı çıkıyorlar.
Tığlı: Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’yle arada bir
tampon, daha güçlü bir devlet olmasını istemiyor Ruslar.
İtalya’dan daha çok Arnavutluk Devleti’nin kurulmasına
Avusturya sıcak bakıyor. Bu tür devletlerin güçlü devletler değil, zayıf devletler, tampon devletler olması için.
Orada bir de ilginç olan, Eflak ve Boğdan… Osmanlı
Devleti 1861’e kadar Eflak ve Boğdan’ı ayrı yönetiyor.
İlk defa 1861 yılında Eflak ve Boğdan birleşiyor. Bu
birleşme Romen milliyetçiliğini ortaya çıkarıyor. Sanki
Osmanlı geleneksel sistemi Tanzimat’tan sonra sarsılınca o dengeler de bozuluyor. Kısmi olarak Ruslar, kısmi
olarak İngilizler, kısmi olarak Avusturya İmparatorluğu
ve kısmi olarak yerel halklar tarafından çok iyi değerlendiriliyor; bu dengeler. Yani Balkan Savaşları’nın en
temel nedeninde bunu görmek gerekiyor.
İlk siyasi Balkan isyanı olarak 1804-6 tarihli Sırp isyanı
gösterilir. Fakat Sırp isyanının
kodlarına baktığımız zaman
bu dönemlerde Macaristan’da
da, Polonya’da da hatta
İngiltere’de de benzer isyanlar
görüyoruz. İlk ayaklanmanın
geleneksel köylü ayaklanmalarını andıran bir yönü var. Bu
ayaklanmayı başlatan köylü
Şimdi, İttihat ve Terakki meselesine gelirsek; bir aileden gelen birisidir ve
Abdülhamit’in politikası genellikle Balkan milletleri- talepler daha ziyade kültürel
nin birleşmesini engellemeye yönelik bir politika. Fakat özellikle İttihatçıların politikası Balkan milletlerini ve ekonomik niteliklidir.
birleştirmeye yönelik bir politikaolduğunu görüyoruz.
Yeniçeri Ocağının kaldırılmasıyla Yunan isyanı başarıya ulaşmış ve Yunanistan bağımsızlığını kazanmışsa, Abdülhamit’in kurmuş olduğu istihbarat teşkilatının İttihatçılar tarafından kaldırılmasıyla da Balkan Savaşları’nın yenilgisinin yaşanmasına neden olmuştur.
Çünkü Osmanlı Devleti, İttihatçılar döneminde Balkanlardaki hareketleri izleyememiştir. Biraz önce hocam da söyledi, bazı sefirler yoluyla telkinler geliyor. Hatta Fransa ve
Avusturya’dan balkan milletlerinin büyük bir savaşa hazırlandıkları uyarıları geliyor. Bu
13
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Neden?
tür uyarılar yapılıyor fakat İttihatçıların Balkan Savaşı öncesi Balkan milletini topyekun
kendisine karşı bu kadar savaşa çağırdığı üç hafta öncesine kadar çok iyi bildiğini söyleyemeyiz. İttihatçılar, Balkan Savaşları’nda siyasete iyi adapte olamamış, yönetimle erken
tanışmışlardır. Genç insanların yönetimde etkili olması, İttihatçı ve İtilafçı çatışmanın ta
o sıralarda başlaması gibi nedenler İttihatçıların bir zafiyetini ortaya çıkarmış ve Balkan
Savaşları’nda büyük bir mağlubiyetin yaşanmasına neden olmuş. Kiliseler kanununa ilişkin, Ermenilerin ayrı kilisesi var, Hıristiyan olmalarına rağmen Romenlerin ayrı kiliseleri
var fakat Bulgarlar Fener Rum Kilisesi’ne bağlı. Fakat kiliseler kanunu çıkarılması biraz
Bulgarların milli oluşumlarını, milli birliklerinin sağlanmasında yapıcı bir rol oynamış.
Erdoğan: Peki, bu sonucu doğuracağını görememişler mi?
Tığlı: İttihatçıların savunduğu görüşler var: Özgürlük, herkese eşitlik gibi. Mesele ilk
defa 1906 veya 1907 kongresinde, gündeme geliyor. İttihatçıların içerisinde Bulgarlar da
var. Yani bu izledikleri siyasetle alakalı bir şey. O izledikleri siyaset uyarınca, böyle bir
kanunu özgürlükler anlamında, vaat ettikleri için çıkarıyorlar.
Erdoğan: Dürüst ve özgür bir devlet olalım derken parçalanmaya doğru mu gitmişler?
Tığlı: Gerçi bir de şu var; İttihatçıların Balkan milletlerindeki hâkimiyetimiz devam etsin şeklinde çok da samimi oldukları kanaatinde değilim. Artık sanki Osmanlı
Devleti’nin yavaş yavaş Balkanlardan kurtularak milli devlet olmasını istiyor gibiler. Belki gözle görülmese de fakat hissiyat olarak böyle duygular olduğunu da görüyoruz. Bunu
çok bariz bir şekilde Arnavut olaylarında görüyoruz. Arnavut olayları daha önce çıktı ama
İttihatçılar döneminde ve Balkan Savaşları döneminde alevlenmesinin en büyük nedeni
İttihatçıların izlediği o parçalayıcı siyasettir. Arnavutları bütünleyici bir anlayışla kabul
etmemişlerdir. Aslında 1890’larda Arnavutların istedikleri diğer Balkan milletlerinden
çok da farklı şeyler değil.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Erdoğan: İttihatçılar, Türkçülük yaparak mı buna sebep oldular?
Tığlı: Türkçülük yaparak tabii. Devleti, Türkçü ulus devlet zihniyetine getirerek bunu
yapmak istediler. Bir imparatorluk devletinden ziyade, devleti daha küçültülmüş, daha
böyle biraz daha modern anlamda merkeziyetçi bir ulus devletin öncüsü yapmak istediler.
Erdoğan: Hocam siz ne diyorsunuz bu Balkanlardaki milliyetçiliğin karakteri
konusunda?
Hacısalihoğlu: Ne derece farklı fikirleri savunabiliriz hocamdan, muhalefet edebilir
miyim biraz? Birçok şeyi farklı düşünüyorum, yorumlar en azından farklı olabilir. Ama
bu konu o kadar kapsamlı bir şey ki, neyi ön plana çıkarsam pek emin değilim. Belki kili14
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Arnavut olayları
daha önce çıktı
ama İttihatçılar
döneminde ve
seler kanunu meselesini alabiliriz, nasıl bir şey, onu biraz değerlendirebiliriz. Abdülhamit
çok büyük bir siyasetçi, devlet adamı, bunu söylemek lazım. Her ne kadar ona muhalefet
etmişlerse de 1908’e kadar, daha sonra İttihat Terakki’nin de takdirini kazanmıştır Abdülhamit. 1908 sonrasında Abdülhamit’in aslında çok büyük bir siyasetçi olduğunu onlar
da takdir etti. Hatta Ahmet Rıza Bey gibi mesela bu işin önderi olan insanlar… biliyorsunuz Ahmet Rıza Bey Paris’te İttihat Terakki’nin liderliğini yaptı. Aralarında en yaşlı
olanlardan birisiydi. Daha sonra Abdülhamit’le bizzat yüz yüze görüştü meclis başkanı
olarak vesaire. Bunu kendisi de gördü. Tarih yazımımızda da Abdülhamit’in çok büyük
bir siyasetçi olduğu, dengeyi çok iyi gözettiği söylenir. Hocama bu konuda tamamı ile katılıyorum. Abdülhamit gerçekten çok başarılı bir siyaset takip etti. Fakat İttihat Terakki ile
ilgili olan yorumlar konusunda biraz itirazım var. Yani İttihat Terakki yüzünden I. Dünya
Savaşı çıkmadı tabii. Öncelikle bunu söylememiz lazım. Konjonktür var…
Erdoğan: Balkan Savaşı mı, I. Dünya Savaşı mı?
Hacısalihoğlu: I. Dünya Savaşı İttihat Terakki yüzünden çıkmadı. Biliyorsunuz bu
Alman, İngiliz, Fransız arasındaki kolonyalizm, emperyalizm savaşı...
Balkan Savaşları döneminde
alevlenmesinin
en büyük nedeni İttihatçıların
izlediği o parçalayıcı siyasettir. Arnavutları
bütünleyici bir
anlayışla kabul
etmemişlerdir.
Hacısalihoğlu: Dünya Savaşı çıktığına göre bu bir yerde olmalıydı, bir. İkincisi
bu Balkan Devletlerinin irredantist, yayılmacı politikaları da İttihat Terakki’nin veya
Abdülhamit’in ürünü değil. Bu, hocamın da bahsetmiş olduğu, daha önceki milliyetçi
hareketlerin doğasında olan bir şey. Mesela Bulgaristan, Edirne, Selanik de dahil olmak
üzere Osmanlı topraklarını, Bulgar ulus devletinin doğal bir parçası olarak görüyor. Bü15
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Ama bizim savaşa girmemizde etkili değiller mi?
tün hedefi bunu ele geçirmek; buna yönelik politikalar takip ediyor. Dolayısıyla burada
ne Abdülhamit ne de İttihat Terakki’nin o arzuları, istekleri sonlandırmak için yapabileceği çok fazla bir şey yok. Demek ki İttihat Terakki ve Abdülhamit dışında faktörler var.
Tek belirleyici olan bunlar değiller. Şimdi mesela kiliseler meselesi çok vurgulandı. İşte
kiliseler kanunuyla daha önce birbirine düşman olan Bulgar ve Yunan tarafı birleşmiştir,
denir. Uzun yıllar bu şekilde savunuldu. Fakat bu da tek belirleyici parametre değil. Bu
bir parametre olabilir ama tek belirleyici değil. Benim o konudaki açıklamam, şahsi yorumum şöyle; Abdülhamit döneminde Berlin Antlaşması’nın 23. maddesine dayanarak
Osmanlı hükümeti, yani Abdülhamit hükümeti Doğudaki vilayetlerde olduğu gibi Balkanlardaki bazı vilayetlerde de Hıristiyanlar lehine reformlar yapmayı taahhüt etmiş, imzalamış. Bu taahhütlerini yerine getirmemiş Abdülhamit. 1878’de taahhüt etmiş, 1902’ye
kadar gelmiş. Bu reformları uygulama konusunda Abdülhamit tabii haklı olarak, akıllı bir
siyaset takip ederek, “yarın yaparız öbür gün yaparız” şeklinde bunu ertelemiş.
Erdoğan: Bu reformlar Osmanlı aleyhine mi o zaman?
Hacısalihoğlu: Tabii ki aleyhine olacak. Şöyle ki Osmanlı’nın egemenlik haklarını
kendi toprakları üzerinde sınırlandıracak bir takım önlemler alacaklar. Fakat bu Bulgar
Makedon örgütlerin ortaya çıkması, -daha sonra Yunan ve Sırp örgütleri de buna katılıyor- ve isyanların başlaması üzerine Batılı devletler, özellikle Rusya ve AvusturyaMacaristan İmparatorluğu artık bu reformları yapmak zorundasınız diyor ve ültimatomlar
veriyor. 1902 yılında ve daha sonra 1903 yılında çok daha büyük bir isyan çıkıyor. Bu
isyanlar kanlı bir şekilde bastırılmak zorunda kalınıyor. Artık daha kaçarı yok, mecbur
reform yapmak zorundasınız diyor ve bir notayla, Osmanlı Sultanına atfen de bu reform
talepleri iletiliyor. Buna göre o üç vilayet denilen, vilayat-i selâse; Selanik, Manastır ve
Kosova vilayetlerinden…
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Erdoğan: Üsküp yok mu?
Hacısalihoğlu: Üsküp Kosova vilayetinin başkenti o zaman. Burada reform yapmayı
Osmanlı kabul ediyor. Bu reformlara göre bir genel vali, bir müfettiş-i umumi olacak. Hüseyin Hilmi Paşa’yı görevlendiriyor Abdülhamit. O da akıllıca bir karar tabii ki. Artı onun
yanında baş müşavirleri alt bölgeleri alacak. Ayrıca bu reformların gerçekten nasıl yaptığını denetlemek ve bizzat reformları uygulamak için Avrupa ülkelerinden kırkın üzerinde
subay geliyor Osmanlı’ya. Fiilen Balkan coğrafyasındaki bu vilayetler, Osmanlı’nın doğrudan, merkezden yönettiği merkezlerden ayrı bir statü kazanıyor. Özerklik demeyelim
biz buna ama bir çeşit özerklik yolunda büyük adımlar atılmış oluyor. Bir genel, özel bir
valilik statüsü var orada; müfettiş-i umumi var. Ayrıca Manastır, Kosova ve Selanik’in
valileri zaten var. İttihat Terakki ne yapıyor? Biz, diyor, imparatorluk içinde özel statüde
16
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
veya böyle bir özerkliğe doğru giden bir statüde bir durumu kabul etmiyoruz. Hükümete
geldiği, ihtilalın olduğu veya darbenin olduğu günden bir hafta sonra bunu Enver Bey bir
konuşmasıyla Selanik’teki bir meydanda -Hürriyet Meydanı deniyor bu meydana- artık
büyük güçlerin doğrudan müdahalesine ihtiyacımız yok, onlara bizim söylememize gerek
yok, onlar işlerini bilirler, onlar subaylarını veya bu müfettişlerini geri çekerler, diyor. Bu
şekilde İttihat Terakkinin en büyük darbesi nedir orada veya en büyük yaptığı değişim nedir? Balkan ülkelerinin ümitleri ortadan kaldırılıyor. Yani Osmanlı içinde özerkliğe doğru
gidenlerin ve Bulgaristan’ın hayal ettiği şeyi İttihat Terakki iktidara geldiği gün bitiriyor.
Dolayısıyla kiliseler kanununu beklemeye gerek yok, bu tarihte İttihat Terakki burayı
tamamen merkeze bağlayacak, bizim burada şimdiye kadar otuz yıldır, kırk yıldır elde
etmiş olduğumuz imtiyazları ve hakları ortadan kaldıracak korkusu bu tarihte başlıyor
ve ilk görüşmeler Bulgarlar ve Yunanlılar arasında ilk bu tür mesajlaşmalar bu dönemde
gerçekleşiyor.
Tığlı: Daha sonra Yunan başbakanlığı yapmış olan Venizelos özellikle yetkilidir burada hocam. Özellikle Yunanlıları Bulgarlarla dediğimiz manada birleştirme konusunda
önemli bir yetkisi vardır. “Artık ortak hedefler üzerinde yoğunlaşalım. İttihatçıların böyle
bir tasarrufları var, buna karşı çıkalım” diyorlar.
Hacısalihoğlu: Hırslandırıyor ama şöyle hırslandırıyor. İttihat Terakki ne yapıyor?
Abdülhamit’in vermiş olduğu ayrıcalıkları kaldırıyor. Yani Osmanlı toprağını daha Osmanlı yapmak için bu önlemi alıyor İttihat Terakki. Kiliseler kanununa gelince; Bulgar
kilisesi zaten var, 1870’te kurulmuş, patrikhaneden ayrılmış. Ama köy nüfusu Bulgar
ve Bulgar eksarhlığı kurulduktan sonra, yani Bulgarlar Rum Ortodoks Patrikhanesinden
ayrıldıktan sonra, Rum patrikhanesi adına kurulmuş olan mevcut kiliseler ve okullar, Bulgar eksarhanesine bağlanmak istiyor. Dolayısıyla aralarında o kilise ve okul binaları için
kavga ediliyor. Tabii ki kilise ve okul binası hangi tarafta görünürse o köyün veya o kasabanın da o tarafın nüfusuna ait olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla Makedonya Bulgar’dır
veya Yunan’dır, deniyor kilise aidiyetine bakılarak. Yani orada bir paylaşma mücadelesi
var. Şimdi İttihat Terakki’nin orada yaptığı şu; Abdülhamit döneminde uygulamaya başlanmış, Hüseyin Hilmi Paşa tarafından uygulanmış olan bir kriter var. Eğer bir köyün
nüfusunun üçte ikisi patrikhaneden ayrılmak istiyorsa o zaman o kilisenin mülkiyetini
değiştirebiliriz, diyor. Bunu kanunlaştırıyor İttihat Terakki. Aslında çok radikal bir şey
değil bu. İki taraf da memnun kalmıyor bu sonuçtan. Yani Bulgar tarafı diyor ki yani bir
yüz kişiden yetmişten fazlası ben Bulgar’ım dediğinde kilise el değiştirebiliyorsa bundan
ne kârımız var. Yüzde elli bir diyorsa bu yeterli olmalı, diyor Bulgar tarafı. Patrikhane de
17
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Daha çok mu hırslandırdı?
memnun değil. Çünkü patrikhane, bizim patrikhanemiz adına kurulmuş bir binayı “doğru
yoldan sapmış” “şismatik” olmuş Bulgarlara veriyorsunuz diye itiraz ediyor.
Erdoğan: Şizmatik, ayrılıkçı mı?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Hacısalihoğlu: Evet. Ayrılıkçı olmuş Bulgarlara kiliseler veriliyor diye kızıyor. Dolayısıyla iki taraf da protesto ediyor. İki taraf da burada memnun kalmıyor. Bulgar-Rum
ittifakı için görüşmeler Osmanlı meclisinde bulunan Bulgar ve Rum milletvekilleri arasında tesadüfen bu kilise kanunundan sonraki dönemde başlıyor. Şimdi o zaman kiliseler
kanununun etkisini şöyle izah edebiliriz; kiliseler kanununa kadar Bulgar ve Rum tarafının şöyle bir beklentisi vardı; İttihat Terakki bizim taleplerimizi kabul eder, diğer tarafın
taleplerini kabul etmez, dolayısıyla biz İttihat Terakki’ye ve hükümete karşı doğrudan bir
şeye kalkışmayalım, hala şansımız var. Bu kanunlaşınca, artık kimin ne alabileceği belli
olunca, daha büyük bir kazanç beklentisi ortadan kalkınca, İttihat Terakki’nin de gün
geçtikçe bu bölgeye Osmanlı merkezi hakimiyetini yerleştirdiği görülünce; bütün haklarımızı, bütün beklentilerimizi kaybetmektense birleşip alabildiğimizi alalım psikolojisi
oluşuyor. Ama eğer Balkan Savaşları bu şekilde olmasaydı en geç Dünya Savaşı esnasında aynı paylaşım savaşı verilecekti ve ben şunu da size söyleyebilirim: Dünya Savaşı esnasında bu gerçekleşmiş olsa idi, bugün Edirne’nin Osmanlı elinde kalabileceğine dair de
elimizde hiçbir delil olmazdı. Dolayısıyla savaş olduktan sonra bir şeyler söylemek çok
kolay tabii. O döneme bakıldığında Bulgarların hedefine Edirne, Kırklareli’nin de dahil
olduğunu görüyoruz. I. Balkan Savaşı’nda bunu da elde ettiler. Dolayısıyla hani şuanda
Edirne’nin Osmanlı elinde kalması ve İttihat Terakki’nin Edirne’deki Bulgar nüfusunu
zorunlu göçe tabi tutması, sonra Rumları buradan göndermeye kalkışması vs; bunlar tabii ki 1913’ten sonra Edirne’yi elde tutma stratejileridir. Dolayısıyla ben tabii bu İttihat
Terakki ile ilgili bu suçlama niteliğinde olan şeylere şahsen katılmıyorum ama herkesin
düşüncesine saygım var.
Tığlı: Bu noktada yalnız benim bir itirazım var. Burada çok önemli bir şey, dikkatten kaçabiliyor. I. Balkan Savaşı sonrasında Enver Paşa’yla karşı tarafın görüşmelerinde
Rumeli’nin toptan bırakılması diye bir bahis var. Daha sonra Edirne kurtarılınca bu görüşmeler anlamsızlaşıyor. Bir de İttihatçıları ön plana çıkartan, Enver Paşa’yı halk nazarında o kadar güçlü kılan, İttihatçı yapıyı sağlamlaştıran zaten Edirne’nin kazanılmasıdır.
Yani altı senenin içerisinde tek galibiyetleri bir Edirne zaferidir. Bunun neticesinde diğer
kazanımları elde etmişlerdir.
Erdoğan: Merkezde güçlenmeleri bağlamında?
Tığlı: Tabii, Edirne’nin alınması çok önemli. Edirne’nin alınması daha ziyade İttihatçılara yaramıştır. Bu önemli bir ayrıntı bence. Bir diğer nokta da şu; kiliseler kanununda,
18
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Bulgarların öteden beri şöyle bir isteklerin var; dini yazışmalarda, devletle olan ilişkilerde doğrudan doğruya Fener Rum Patrikhanesi’nin devreye girmesini istemiyorlar. En
azından şöyle bir şey var; bir Bulgar papazı diyor ki, en azından resmi yazışmalarımızda
Bulgarcayı esas alalım. Bu çok önemli bir ayrıntı mesela, Osmanlı Devleti tarafından
görülen, belki de dikkate alınmak istenmeyen bir şey.
Hacısalihoğlu: 1870’den itibaren bir Bulgar Eksarhlığı var. Dolayısıyla Bulgar eksarhı da burada, İstanbul’da oturuyor. Orada en az Rum Ortodoks Kilisesi patriği kadar etkili.
Okulları, okul müfettişleri var. Rumlar protesto yürüyüşleri yapıyor: Eksarhhane buradan
defolsun Sofya’ya gitsin diye. Öteki ötekine karşı protesto yürüyüşleri yapıyor. Milli, dini
bayramlarında birbirlerine karşı hakaretler yapıyorlar. Tabii o çok kültürlülüğün, millet
sisteminin getirmiş olduğu ve millet sisteminin milliyetçileşme sürecinde yaşanan bir takım sıkıntılar var. Homojen bir toplum yok, mecliste de çok farklı unsurlar var.
Erdoğan: Peki hocam, Balkan Savaşları’nın sonucu için Osmanlı’nın Avrupa’dan
sürülmesi diyebiliriz herhalde. Balkanlar açısından baktığımızda bu neye mal oldu?
Hacısalihoğlu: Balkan Savaşları için etnik temizlik denilebilir. Bir çeşit etnik temizliğin yaşandığı ve hatta hükümetler arası müzakereler yoluyla nüfus sürgünlerinin, değişimlerin yaşandığı ilk savaş olarak bu dikkate alınır.
Erdoğan: Dünya tarihinde mi hocam?
Hacısalihoğlu: Avrupa’da böyle kabul ediliyor. Fakat benim bir takım çekincelerim
var bunu bu şekilde almak konusunda. Çünkü daha önceden de olduğunu ben düşünüyorum. Mesela Yunanistan kurulurken de 1926 yılında St. Petersburg’da yapılan İngiliz Rus
görüşmelerinde kurulacak olan bir özerk Yunanistan’ın Müslüman nüfustan arındırılması
gerekir denir. Çünkü Müslüman nüfus orada kalırsa Rumlar onlara saldırır, etnik çatışmalar önlenemez diye bir madde var. Daha sonra 1827 yılında Londra Protokolü’nde bu teyit ediliyor. Dolayısıyla 1833’e kadar uygulanıyor. Kurulan Yunanistan Müslümanlardan
arındırılıyor. Bu konuda Ali Fuat Örenç’in Mora Türkleri diye güzel bir kitabı var, orada
ayrıntısını da okumak mümkün.
Hacısalihoğlu: Balkan Savaşları döneminde bu Hıristiyanlar için de uygulanıyor. Bu
nedenle Avrupa tarih yazımı bunu başlangıç tarihi olarak almış. Fakat Müslümanlar söz
konusu olduğunda bu Yunan ihtilalından beri olmuş bir uygulama. Müslüman nüfusa yönelik çok büyük katliam olmuş. Özellikle Bulgar ordularının işgal ettiği bölgelerde çok
büyük kıyımlar olmuş.
19
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Ama Balkan Savaşları’nda artık daha kitlesel bir etnik temizlikten
bahsediyoruz?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Erdoğan: Sizin kitabınızda verdiğiniz bir bilgiye göre Hüseyin Hilmi Paşa
1904’te bir nüfus sayımı yaptırıyor. Buna göre: Müslümanlar 1.508.507, Eksarhlık taraftarları (Bulgarlar) 896.497, Patriklik taraftarları (Rumlar) 307.000, Sırplar
100.717, Ulahlar 99.000. Bu nüfus oranının sonra çok değiştiğini biliyoruz. Bunun
somut sebepleri neydi?
Hacısalihoğlu: Müslüman nüfusa, Arnavutlar da dâhil tabii. Türkler, Arnavutlar ve
Slav dilini konuşan Müslümanlar... Şimdi, Balkan Savaşları’na tekrar dönecek olursak,
Bulgar ordularının yaptığı çok katliam var. Özellikle Rodoplarda yaşayan Müslümanlara
karşı zorla Hıristiyanlaştırma politikası bile uygulanıyor. Çetelerin de yaptığı bir takım
katliamlar var. Bunun da sebebi şu, yani bunları buradan
Balkan Devletleri kendi gönderelim bir daha da geri dönemesinler. Burası bizim
vatanımız olsun. Bir de Osmanlı’nın intikamını alıyor
aralarında da etnik temizliğe bir şekilde. Osmanlı yönetimini Türk boyunduruğu diye
başlıyorlar ve bu etnik temiz- tanımlıyor çünkü. İntikam duygularıyla kundaklıyor.
Fakat aynı şeye Bulgaristan ve Yunanistan, II. Balkan
likler bir yandan yapılırken
Savaşları döneminde hatta daha öncesinden başlıyorlar.
ve sınırlar çizilirken mesela Mesela Yunan ordusu işgal bölgesinde Bulgarları te1913 yılında Osmanlı hükü- mizlemeye çalışıyor. Bulgar ordusu da işgal bölgesinde
Rumları temizlemeye başlıyor. Yani Balkan Devletleri
metiyle Bulgaristan arasında kendi aralarında da etnik temizliğe başlıyorlar ve bu
bir nüfus değişim, mübadele etnik temizlikler bir yandan yapılırken ve sınırlar çizilirken mesela 1913 yılında Osmanlı hükümetiyle Bulgaanlaşması yapılıyor. ristan arasında bir nüfus değişim, mübadele anlaşması
yapılıyor. Türkiye-Bulgaristan arasındaki yeni sınıra
yirmi kilometre uzaklıkta olan Müslüman ve Bulgar nüfusu karşılıklı olarak değiştirilsin
diye kararlaştırılıyor. Yaklaşık ellişer binlik bir nüfus değişimi yapılıyor bu antlaşmaya dayanarak. Aynı şey Bulgaristan ile Yunanistan arasında 1918-19 yıllarında Neuilly
Antlaşması’na bağlı olarak yapılıp bir gönüllü nüfus mübadelesi yapılıyor. 1914 yılında,
hatta Dünya Savaşı başlamadan hemen önce Yunanistan ile Türkiye arasında bir mübadele antlaşması, görüşmesi başladı. Dolayısıyla artık bir nüfus arındırma, sürgün, etnik
temizlik politikası uygulamaları var. Bu yalnızca sürgün yoluyla olmak zorunda değil.
Asimilasyon baskıları olabiliyor, başka bir sürü şey olabiliyor. Mesela Yunanistan’ın ele
geçirdiği bölgelerdeki Bulgar okullarından bahsetmiştik, biraz önce hocamız da bahsetti.
Sayılarının o kadar büyük olup olmadığından emin değilim ama buradaki okulları kapatıyor ve bunları yasaklıyor vesaire. Sırbistan, ele geçirmiş olduğu Bulgar okullarının
bulunduğu topraklarda, Bulgar okullarını hemen yasaklıyor. Burası Güney Sırbistan’dır
20
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
diyor mesela. Şimdiki Üsküp’ün bulunduğu Makedonya Cumhuriyeti’nin bulunduğu topraklardan bahsediyoruz. Buraları biliyorsunuz Sırbistan ele geçirmişti. Dolayısıyla Balkan Savaşları, Balkan uluslarının birbirlerini katlettiği ilk büyük savaştır.
Erdoğan: Ulus devletler haline geldiler, yüz yıl geçti bu kadar sürgün, bu kadar
göç politikasından sonra bölge hala durulmadı. Bunun sebebini nasıl açıklıyorsunuz?
Hacısalihoğlu: Yüz yıl geçti, bu yüz yıl içinde bayağı etnik temizlik sonuçlandı gibi
bir şey. Yunanistan’daki Makedonlar nüfusu çok etkin değil artık, yani yok gibi bir şey.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi sonrasında yaklaşık bir beş yüz, altı
yüz bin insan Kuzey Yunanistan’a yerleştiriliyor. Hani bir yandan Bulgaristan’a Bulgar
diye oradaki Slav nüfus gönderilirken diğer taraftan oraya yeni Rumlar yerleştiriliyor.
Dolayısıyla tam bir Yunanlaştırma gerçekleştirilmiş ve neredeyse tamamlanmış diyebiliriz, Bulgaristan’da aynı şey söz konusu. Bulgaristan’da şuanda Yunan Rum nüfusu yok
gibi bir şey. Oysa birçok sahil kasabası nüfusu Rum’du. Bulgaristan’da Rumlar tamamı
ile temizlenmiş durumda. Kala kala bir kısım Türkler kalmış. Şuanda nüfusları beş yüz
binlere düşmüş. Bir milyon civarındaydı önce. Üsküp’te vs, kala kala Osmanlı eserleri
kalmış. Birçoğu tahrip edilmiş, yok edilmiş ama bugün yine Üsküp’e gittiğinizde taş
köprüyü, camileri görüyorsunuz. Manastır’a gittiğinizde aynı şekilde. Abdülhamit döneminde yapılan birçok eser var biliyorsunuz, saat kuleleri var, onları görüyorsunuz birçoğunda. Bunlar yıkılmamış. Veya Abdülhamit döneminde yapılan kışlalar var, onları
görüyorsunuz. Osmanlı coğrafyasındaki çoğu Osmanlı eseri Abdülhamit döneminden
kalmadır. Kışlalar, okul binaları, idari, askeri veya askeri olmayan binalar vardır. Bir de
klasik Osmanlı döneminden camiler, medreselerimiz var.
Erdoğan: Hanlar, Hamamlar, medreseler, çeşmeler…
Hacısalihoğlu: Bunarın bir kısmını gidip orada görebiliyorsunuz ve kendinizi bir Osmanlı coğrafyasında hissedebiliyorsunuz hala. Tabii çok büyük kayıplar var ama ben yine
oraya gidince buna da şükür diyorum. Makedonya’da Arnavutlar var bugün, nüfusun en
büyük kısmını oluşturuyorlar. Onlar Müslüman oldukları için bunlara sahip çıkıyorlar.
Erdoğan: İbrahim Bey, Balkan Savaşlarının sonuçlarına Osmanlı açısından
baktığımızda ideolojik olarak veya Osmanlı’nın devamlılığı açısından ne tür değişimler yaşandı?
Erdoğan: Zemini yok muydu yani Türkçülük birden bire Balkan Savaşlarıyla
mı ortaya çıktı?
21
> 2012 HAZİRAN
Tığlı: Mesela Osmanlıcılık politikası artık terk edilmiştir. İttihatçıların genel olarak
izleyecekleri politika Türkçülük politikasıdır bundan sonra.
Tığlı: Var. 1870’ten beri var ama siyasi olarak çok da görünür değil. Siyasi olarak
görünür olması Balkan Savaşları sonrasında başlayan süreçte. Hocam da söyledi, Balkan
Savaşlarında İttihatçıların siyasi düzen olarak bir İslamcı formatı da var. Fakat Balkan
Savaşlarından sonra bundan tamamı ile vazgeçildiğini, Türkçülük politikasının ağırlık
kazandığını görüyoruz. Yeni Türkiye süreci bence Balkan Savaşlarıyla yani Balkan Savaşlarının kaybıyla başlamıştır. Artık ulus devlet yolu, hatta siyasal anlamda cumhuriyet
yönetimi bu Balkan Savaşlarıyla atılmıştır diyorum. I. Dünya Savaşındaki yenilginin,
yenilgiden ziyade Balkan Savaşlarının etkisinin daha sonraki siyasi oluşumda daha etkili
olduğunu düşünüyorum ben. Çünkü zaten I. Dünya Savaşı sırasında İttihatçıların böyle
yaklaşımlarına baktığınızda cumhuriyet sonrası yapılacakların ta o sıralarda düşünüldüğü,
planlandığı, yapılmak istendiği fakat I. Dünya Savaşıyla yapılamadığı anlaşılıyor. I. Dünya Savaşı bunu ertelemiştir. Belki şu manada bir eleştiri getirilebilir; Balkanların kaybıyla
artık Osmanlı Devleti Avrupa’yla ilişiğini kesmiştir. Yani Avrupa Devleti formatından
çıkmıştır. Artık ulus devlet sürecini kabul etmiş, adı konmasa bile. Arap isyanları belki
biraz I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkması ile birlikte biraz akımı pekiştirmiş, fakat
özellikle ulus devlet sürecinin de o zaman atıldığını görüyoruz. Balkan Savaşları’nda genel olarak siyasi, askeri gidişatta etkili olanların da I. Dünya Savaşı sonrasında çok etkili
kimseler olduklarını görüyoruz ve bu etkilerin 1926’ya kadar da ciddi bir şekilde devam
ettiğini görüyoruz. Yani Balkan Savaşları İttihatçıların güçlenmesinin, ülkeyi yönetebilir
hale gelmelerinin yolunu açmıştır.
Erdoğan: İttihat Terakki üyeleri köken olarak da daha çok Balkanlılar değil mi?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Tığlı: Tabii, zaten İttihat ve Terakki’nin kurulduğu yer bir anlamda Selanik’tir. Bir
anlamda Balkan siyaseti Anadolu’ya taşınmıştır ve Anadolu’da modern, laik anlamda
Balkan anlayışı Türkiye Cumhuriyeti’nde devam etmiştir.
Erdoğan: İttihat Terakki’nin o dönemin yöneticilerinin Balkanlarla olan bu güçlü bağına rağmen oradaki iddialarından vazgeçebiliyor olmaları büyük bir travma
oluşturmuş olmalı. Ulus devlete gitme sürecinde bunun sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tığlı: Aslında bu, Mustafa Kemal’in demeçlerinde de var. Kendi yaşadığı toprakların
kaybedilmiş olmasının onda yarattığı travmayı görebiliyoruz. Fakat, artık biz yeni bir
döneme girdik. Eskiyi unutmamız gerekiyor. Eskiyi unutmak derken Osmanlı’yı unutmak… Yani Balkanlar bir şekilde Osmanlı’yı hatırlatan tarihsel bir anlamı var. Balkanların kaybedilmesi demek, Osmanlı bilincinden sıyrılmak demek.
Hacısalihoğlu: Doğru, ben de katılıyorum. Yani Osmanlı deyince Balkanları çağrıştırıyor. Osmanlıcılık deyince yine Balkanlar çağrışıyor. Anadoluculuk akımı başlıyor
22
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
ondan sonra daha çok. Daha önce bir sürgün yeri olarak görülen Anadolu, daha kutsal bir
ülke olarak görülmeye başlanıyor.
Erdoğan: Özellikle Cumhuriyet ideolojisinde…
Hacısalihoğlu: Cumhuriyete gelmeden önce başlıyor bu köycülük akımı. Daha
1912’lerde başlıyor. Anadolu’ya bir kutsiyet atfedilmeye ve Anadolu önemsenmeye başlıyor, çünkü elde o kalmış. Fakat hocamızın da söylediği gibi Balkanlar Osmanlı’yı çağrıştırıyor. Şimdi gittiğinizde yine Balkanlara Osmanlı’yı hep görürsünüz orada. Dışarıdan
gelen insanlar da hep Osmanlı’yı görürler Balkanlarda. Avrupa’dan giden turistler de
Osmanlı’yı görürler orada. Atatürk’ün öyle bir travması var… Şunu eklemek isterim tabii hocamızın söylediklerine; İttihat Terakki öyle hemen
Balkanlardan vazgeçmiş değil. 1913’ten itibaren eğitim Mustafa Kemal Cumhuriyet’in
sisteminde çok koyu bir şekilde, yoğun bir şekilde irre- kuruluş dönemlerinde, Batı
dantist bir politika, yani kaybedilmiş bu toprakları tekrar
Trakya konusunda biraz pasif
geri alma politikası takip ediliyor. Bu konuda da çalışan bir takım isimler var onları anmak isterim; bir tanesi durmak istiyor. Ama neden
Mehmet Alkan, diğeri Cevat Kara. İkincisi Almanya’da
pasif duruyorsun diye baskı
doktorasını bu konuda yazıyor. Bir “esir vatan” var düşüncesi var, İttihat Terakki eğitim sisteminde bu çok gelince diyor ki; “eğer Batı
belirgin. Esir vatan kaybedilmiş olan Balkan toprakları. Trakya’ya biz müdahil olmaya
Bir de özgür hür vatan var, o şuan elimizde olan topraklar diye. Bu esir vatanı kurtarma propagandası yayın- çalışırsak Doğuyu da kaybelarda, okul ders kitaplarında vs. çok yoğun bir şekilde deriz.” Doğru Trakya’yı da
işlenmiş. Bundan ne zaman vazgeçilmiş? Bundan ancak
kaybederiz korkusu var.
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Mustafa Kemal’in
politikalarıyla bilinçli olarak vazgeçilmiş.
Hacısalihoğlu: Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girerken çok güçlü bir motivasyon olarak bu vardı. Bunu kesin söyleyebiliriz. Giriş nedeni olarak bunu söylemek pek
sağlıklı olmayabilir. Fakat I. Dünya Savaşı’na giriş döneminde öyle bir durum ortaya
çıkıyor ki hep Bulgarlar hedef gösteriliyor. Bulgarların katliamlar yaptığı söyleniyor.
Bunlar çok büyük bir malzeme olarak İttihat Terakki eğitim sisteminde ve basılı yayında
var. Bu sefer birden Bulgaristan’la müttefik olmanız gerekiyor. Hani bu kadar şeytanlaştırdığınız, katliamcı olarak anlattığınız, topraklarınızı işgal eden, insanlarınızı öldüren,
tecavüz eden, yakan yıkan bir ülkeyle müttefik olmanız gerekiyor. Bu sefer bu noktada da
bir tezat yaşanıyor. Nasıl değiştireceksiniz politikayı? Bu tür problemler ortaya çıkıyor;
23
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: I. Dünya Savaşı’na giriş nedeni bu esir vatanı kurtarmak olabilir mi?
İttihat Terakki Balkanların kaybını hemen kabullenebilmiş değil. Hatta Mustafa Kemal
için şu söylenir; Mustafa Kemal Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde, Batı Trakya konusunda biraz pasif durmak istiyor. Ama neden pasif duruyorsun diye baskı gelince diyor
ki; “eğer Batı Trakya’ya biz müdahil olmaya çalışırsak Doğuyu da kaybederiz.” Doğru
Trakya’yı da kaybederiz korkusu var. Mustafa Kemal, benim kanaatimce, Balkanlarda
mevcut sınırları koruyabilmek için irredantist, yani esir vatan düşüncesini tekrarlamıyor.
Pirince giderken bulgurdan olmayalım hesabı.
Tığlı: Hocam, siyasi anlamda ben de kabul ediyorum ama mesela 1913’ten sonra, o
dönemde yazılmış şiirlere bakıyoruz, sanki artık Balkanlar unutulmuş gibi. Biraz daha
yön Doğu’ya, Anadolu’ya çevrilmiş gibi. Mehmet Emin Yurdakul gibi o dönemin şairlerine baktığımızda bunu çok bariz bir şekilde görüyoruz.
Hacısalihoğlu: Şöyle söyleyeyim, belki daha çarpıcı olur. Mustafa Kemal bu kaybedilmiş Balkan Osmanlısı’nı Anadolu’da yaratmaya çalışıyor.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Tığlı: Evet, güzel bir tespit...
Hacısalihoğlu: Seküler, modern bir Selanik’i, Manastır’ı, Üsküp’ü Anadolu’da yaratmaya çalışıyor. Mesela Ankara, başkent seçilmiş... Ama kendisinin özel hayatında çok
dertli bir şekilde Balkan türküleri söylediği, dinlediği, özlem duyduğu biliniyor. Siyasi
olarak asla ve asla dile getirmediğini de biliyoruz tabii. Mesela biz Trabzonlular için de
Trabzon önemlidir. Şimdi oradan gelip koparılmış olsa idik, biz de bunu hemen kabullenemezdik. Aynı şey Giritliler için geçerlidir. Girit Müslümanları buraya gönderiliyor
mübadeleyle. Onlar da Girit’in kaybını kolay kolay kabul edemiyorlar. Ama büyük bir
devlet kurmuş olmakla, bunu ayakta tutabilme, bunu yaşatabilme sorumluluğu, korkusuyla bunu siyasi olarak dile getirmemiştir, Mustafa Kemal. Günümüzde de Balkanlarla
24
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
ilgili en ufak bir toplantı yapıldığında; aman Yunanistan, Bulgaristan yanlış anlamasın
diye biz oraya siyasal olarak ilgi duymuyoruz bizim bütün ilgimiz kültüreldir, deme ihtiyacı hisseder siyasetçilerimiz dikkat ederseniz.
Hacısalihoğlu: Rusya açısından bakıldığında, Bulgaristan kurulduğunda, Hıristiyan kardeşlerimize yar- Dengeyi sağlamak bakımındım ediyoruz gerekçesiyle -bu argümanla meşrulaştırıl- dan Bulgaristan’ın değil de
mış olsa da- amaç Rusya’nın Bulgaristan üzerinden Ege
Yunanistan’ın oraya hâkim
Denizine inmesiydi. Bu nedenle Kavala’yı alıyor, liman
çünkü. Fakat Berlin Kongresiyle o bağ koparılıyor ve olması isteniyor. Selanik‘in
Bulgaristan Ege Denizinden uzaklaştırılıyor. Oraya
Bulgaristan’ın değil de
bir koridor konuluyor, Osmanlı’ya bırakılıyor vesaire.
Rusya’nın istediği gibi de hareket etmedi Bulgaristan. Yunanistan’ın elinde olmaOsmanlı’yla Bulgaristan arasında kurulmuş Doğu Ru- sı Osmanlı’nın menfaatine
meli vilayeti var. 1885 yılında burayı ilhak ettiğinde
Rusya’nın hoşuna gitmiyor bu. Rusya Sırbistan’ı destek- idi. Dolayısıyla günümüz
liyor. Çünkü bu sefer de Bulgaristan Avusturya’yla flört Türkiye’sinin de menfaatine
etmeye başlıyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
olarak görülüyor.
ise Rusya’nın rakibi. Dolayısıyla burada büyük güç politikalarında Bulgaristan, Rusya için bir piyon olmaktan
çıkıyor. Tekrar Rusya’nın güvenini kazanmak için Ferdinand, uzun süre uğraşıyor. Tabii
ki Rusya orada kendisine bağlı sadık bir hükümetin olmasını tercih eder. Yunanistan’da
da aynı şekilde, aynı dönemde bir İngiliz yanlısı, Fransız yanlısı, bir de Rus yanlısı siyasi akımlar var. Rus Ortodoks olduğu için hami olarak görülüyor. Osmanlı’nın da böyle
bir siyaseti var. Mesela Selanik’in kesinlikle Bulgarların eline geçmesini istemiyor Osmanlı. Yunanistan’ın eline geçmesini tercih ediyor. Mahmut Şevket Paşa’nın günlüklerinde bunu açıkça yazar. Eğer burası kaybedilirse kesinlikle Bulgarların eline geçmesin
bu sefer İstanbul’u tehdit edebilecek büyük bir devlet olarak ortaya çıkabilir Bulgaristan
diyor. Mesela Batı Trakya’nın Yunanistan’ın elinde olması Türkiye açısından son derece
önemli. Yani dengeyi sağlamak bakımından Bulgaristan’ın değil de Yunanistan’ın oraya
25
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Biraz önce İbrahim Bey Rusya politikaları bağlamında “orada güçlü
bir Bulgaristan istenmiyor, küçük tampon devletler, devletçikler kurulması öngörüldü” demişti. Bugün hala o politika mı devam ettiriliyor? Mesela Arnavut nüfusu
açısından çok ilginç bir durum var, nüfus devletlerin arasında parçalanmış durumda. Devletlerin kimliğini tanımlarken bazen etnik, bazen dini kimlik öne çıkarılıyor… Hala bu siyaset güdülüyor gibi bir izlenim var. Siz ne diyorsunuz?
hâkim olması isteniyor. Selanik‘in Bulgaristan’ın değil de Yunanistan’ın elinde olması
Osmanlı’nın menfaatine idi. Dolayısıyla günümüz Türkiye’sinin de menfaatine olarak
görülüyor.
Erdoğan: Osmanlı’nın Balkanlardan sürülme fikri ile Bosna’nın cezalandırılması arasında tarihsel bir devamlılık söz konusu mu? Avrupa’nın Sırplara destek
vermesinde tarihsel hafıza devreye giriyor mu?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Hacısalihoğlu: Sırpları desteklediklerini söyleyemem. O dönemde Almanya’daydım.
Kesinlikle Almanların Sırpları desteklemediğini biliOsmanlıların Balkanlardaki, yoruz. Hırvatları desteklediler Sırplara karşı. Sırpları
Rumeli’deki yükselişi, orada- destekleyen iki ülke vardı belli başlı; bir tanesi Rusya,
diğeri de Yunanistan’dı. Hatta Yunanistan’da, ezilen
ki ilerleyişindeki Arnavutların kardeşlerimize yardım edelim diye kiliselerde para da
rolü önemli. Osmanlı’nın toplanmış o dönemde. Ama şunu söyleyebiliriz, yeteaskeri, seyfiye sınıfını, bü- rince hızlı müdahale etmediler. Bunun gerekçelerinden
bir tanesi de, sizin sorunuzda gelmek istediğiniz nokta
rokrasiyi büyük oranda teşkil açısından bunu söyleyeyim; Avrupa’nın ortasında bir
eden Arnavutlar. Osmanlı Müslüman devlet ortaya çıkar, biz bunu istemiyoruz
korkusu vardı. Bir Osmanlı antipatisi var Avrupa’da,
bürokrasisinin en güçlü top- bir islamofobi var. Dolayısıyla bu Avrupalı devletlerin
luluğu Arnavutlar. erken müdahale etmesini geciktiren bir faktör olarak rol
oynadı. Daha sonra Arnavut meselelerinde daha erken
müdahale ettiler dikkat ederseniz. Arnavutlar da Müslüman, Kosova da… Arnavutlar konusunda daha hızlı hareket eden bir Avrupa vardı. Gerçi
yine Amerika olmasa biliyorsunuz bunlar olmazdı. Yanlış anlaşılacak ama, Amerika’nın
sayesinde Balkanlardaki müdahaleler yapılabildi.
Erdoğan: Müfid Bey, biz Balkan Savaşları’nı, İttihat Terakki’nin rolünü, biraz
milliyetçiliği konuştuk. Siz Arnavut meselesini çalıştınız. Bildiğimiz kadarıyla Arnavutların birleşmesi projesi var. Bu projenin gerçekleşebilirliğini nasıl görüyorsunuz?
Müfid Yüksel: Rumeli meselesini Türkiyesiz konuşmak zor… Türkiye açısından da
en hayati mesele Arnavut meselesi. Bütün tarihi sürece baktığımız zaman Arnavut ilişkileri tarihte Osmanlı’nın Rumeli’deki konumunu belirledi. Temel belirleyen OsmanlıArnavut ilişkisi oldu. Bu çok gözden kaçırılan bir olgu. Yani Osmanlıların Balkanlardaki,
Rumeli’deki yükselişi, oradaki ilerleyişindeki Arnavutların rolü önemli. Osmanlı’nın askeri, seyfiye sınıfını, bürokrasiyi büyük oranda teşkil eden Arnavutlar. Osmanlı bürokra26
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
sisinin en güçlü topluluğu Arnavutlar. Otuz üç sadrazam var sadece. Tabii ki 1911-12’de
orada silah toplanması olayı, Arnavutların ayrılmasını, Arnavut milliyetçiliğinin gelişmesini tetikledi. Arnavutlar, hainler ayrılmak istedi deniliyor. Tabii oraya gittiğimiz zaman
da Türkler bizi sömürdü denir. Hatta I. Murat’ı biz öldürdük derler. Arnavutlar, Osmanlılardan kopunca Osmanlı bütün Rumeli’yi kaybetti. Osmanlı’nın Rumeli’deki devamının
teminatı özellikle 19. Yüzyılda kesinlikle Arnavut unsuruydu. Şöyle bugünden de baktığımızda böyle bir durum söz konusu. Gerçekleşme şansı var mı, yok mu? Arnavutların
hem avantajları hem de dezavantajları var. En büyük avantajları en kalabalık Müslüman
nüfus olmaları. Bir de Arnavut dehlizi diyebileceğimiz kocaman bir bölge var…
Erdoğan: Makedonya’nın bir kısmını içeriyor, Kosova...
Yüksel: Karadağ’ın doğusu dâhil olmak üzere, Yunanistan’ın içine, Yanya’ya kadar
giden bir bölge. Öbür tarafta da kuzeyde Sırbistan’ın içinden, Bravya bölgesi de Arnavutlara ait… Balkanlar şartlarında çok büyük bir coğrafyayı kapsıyor ve yekpare yaşıyorlar.
İkincisi denize açılan tek Müslüman topluluk. Bu açıdan bakıldığı zaman Boşnakların
böyle bir şansı yok. Boşnakların hem nüfus açısından az olmaları, hem Sırplarla, Hırvatlarla çok karışık yaşıyor olmaları ve denize açılmamaları bu bakımdan dezavantaj. Ama
Boşnakların avantajı neydi; Aliya İzzetbegoviç kadrosu gibi bir lider ve kadrosu vardı.
Arnavutlarda bu eksik; liderleri ve kadroları yok. Begoviç gibi güçlü, karizmatik, toparlayıcı, onları sürükleyebilecek bir lider ve böyle bir kadro maalesef Arnavutlarda eksik. Arnavutlar çok büyük travmalar geçirdiler. Enver Hoca tek başına yeter, baktığımız zaman.
Sadece Arnavutluk bazında baktığınız zaman Enver Hoca’nın burada tahribatı çok çok
büyük. Yaklaşık olarak 1943’ten başlayıp, 1967’de Mao’nun kültür devriminden etkilenerek yapmaya çalıştığı kültür devrimi çok korkunç, insafsızca. Hala daha Arnavutluk’ta
komünizm, sosyalizm vekâlet dönemi yaşıyor. Bu birleşme Türkiye’nin hayrına olur.
Büyük Arnavutluk Devleti Türkiye’nin hayrına olur. Benim gördüğüm, Türkiye için tek
çıkış yolu Balkanlarda yeniden Büyük Arnavutluğun kurulması.
Erdoğan: Peki, genel olarak Balkan Müslümanları açısından böyle bir birleşme
hayırlı mıdır?
Yüksel: Tabii ki. Eskiden de, şimdi de bütün Güney Balkanlarda Müslümanlığın ölçüsü Arnavutlardı.
Yüksel: Arnavutların ulus devleti, Türkiye’yi tehdit eden bir ulus devlet olamaz. Bu
toprakları tehdit etmiyor. Stratejik açıdan baktığımızda orada Sırplara, Yunanlara karşı
bir güç ve bu da Türkiye’nin işine gelir. Artı çok büyük bir çoğunluğu Müslüman ve
27
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Bu, aslında etnik bir mesele haline getirmez mi sorunu? Yani Arnavutların birleşmesi aslında yeni bir ulus devletin inşası olmaz mı?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
bunun yanı sıra Türkiye’de kaç milyon Arnavut nüfus var. Bazıları üç milyon diyor; dört,
beş milyon ve daha fazla diyenler de var. Tahmini rakamları söylenebilir ama milyonlarla ifade edilen bir Arnavut nüfus var; bu çok önemli. En önemli sacayaklarından bir
tanesi Türkiye’deki Arnavutların konuya ne kadar ilgi gösterecekleri, ne kadar bu denklemin içine dahil olacakları meselesidir. Bu da önemli, Türkiye’nin elinde çok büyük bir
kart var bu anlamda. Bu anlamda Türkiye’nin elinde en büyük kart aslında Arnavut kartı
Türkiye’nin elinde. Arnavutluğun nüfusu üç buçuk-dört milyon. Türkiye’den giden başbakan ya da cumhurbaşkanı diyor ki, ben de bir bu kadar Arnavut’un cumhurbaşkanıyım
ya da başbakanıyım. Bu tür espriler de yapılıyor. Dolayısıyla baktığımız zaman patron
burada. Üçüncü husus da bugün Avrupa Birliği’nin geldiği nokta… Yunanistan, İspanya, İtalya’daki krizler… Avrupa Birliği önce Avrupa ekonomik topluluğu olarak başladı.
Ekonomik temelli olarak başlayan bir şey sonra siyasala dönüştü. Bunun geçirdiği krizler,
kendi içinde bulunduğu bu bunalımlardan dolayı artık Balkanlardaki ülkeler için Avrupa
Birliği çok fazla cazip gelmemeye başladı. Avrupa Birliği de bunları kendi içine böyle
hemen almadı. Onlar için de çok fazla matah bir şey değil. Yük olarak değerlendirebilir.
Yani bir, kaç milyonluk bir Sırbistan’ı almak, şu kadar milyon Arnavut’u almak… Yani
bir on iki milyon Yunanistan’ın altından kalkamıyor. Böyle bir durumda, böyle bir boşlukta Türk, patronaj Türkiye’nin elinde aslında. Bir taraftan Amerika Birleşik Devletleri
var. Amerika Birleşik Devletleri’ni göz ardı edemeyiz. Rusya faktörü de çok önemli.
Hele ikinci Putin döneminde nasıl böyle bir durum söz konusu olabilir? Çünkü Rusya
tekrar Güneye -avam bir dille- sarkmak isteyecek. Eskiden de öyleydi, 93 harbi buna
yönelikti. 93 harbinde Ayastefanos’a, yani Yeşilköy’e kadar Rus orduları gelmiştir. Bütün
dertleri sıcak denizlere inmek, Balkanlarda Slav hâkimiyeti kurmak. Daha sonra bunu
İngiltere engelledi. İngilizler Osmanlı topraklarını geri iade etti Berlin Konferansı’yla.
Dolayısıyla bu açıdan bakıldığı zaman, bugün gene Rusya’nın böyle bir amacı var ama
dengeler açısından bakıldığı zaman Rusya’nın Balkanlara ve güneylere sarkma politikasına karşı olarak Türkiye’nin bir şansı var. Türkiye’nin bu şansı kullanması lazım. Ha
denecek ki oradaki diğer Müslümanlar ne olacak? Bu önemli elbette fakat şöyle bir problem var; Türk nüfus çok azaldı. Yani Makedonya’da yüzde dört civarında. Kosova’da
çok az, Arnavutluk’ta neredeyse yok, Bulgaristan’da Türk nüfusunun gayet az kaldığını
görüyoruz. İkincisi Türk nüfusla ilgili olarak Batı Avrupalılarda, Türklere yönelik, işgalci
Türklerin torunları tarzında bir imaj var. Ama Arnavutlar, Boşnaklar Avrupa’nın yerli
Müslüman halkaları, bu çok önemli. Bu Avrupalılara karşı savunma hattında önemli bir
koz oluyor. Yoksa değerler açısından bakıldığı zaman oradaki Müslüman Türklerle Müslüman Arnavutlar arasında ayrım yapmak için değil. Artı zaten zamanında evlenmelerle
vesaire birbirine çok karışmış. Yani Türkleşmiş Arnavutlar var. Osmanlı’nın özellikle son
28
dönemlerine doğru birçok şehir içlerinde Türkçe konuşulur. Türkçe şehirli dili olmaya
başladı. Bunun iki önemli ucunu söyleyeyim; biri Kerkük’tür, biri de Prizren’dir. Bu şehirde Arnavut da olsa, Boşnak da olsa Türkçe konuşuyor. Kerkük de öyle; mesela Kürt
de olsa Arap da olsa Türkçe konuşuyor. Birçok Arap aşireti Kerkük’te Türkçe konuşuyor,
öbür taraftaki Arapça konuşuyor, bir taraftaki de Kürtçe konuşuyor. Aynı aşiretten üç
tane dil var. Belli bölgelere yayılmış bir bölgedeki aynı aşiret mensupları Kürtçe konuşuyor, diğer bölgedeki Türkçe konuşuyor; bu bölgedeki Salya aşireti örnek veriyorum,
o da Arapça konuşuyor. Mesela Bitlis’in içine baktığımızda nüfusun ekseriyeti Zaza ve
Komanç topluluklarından oluşmasına rağmen, hiçbirinin kökeni Türkmenlere falan gitmemesine rağmen şehir dili, yani Bazari, Türkçedir, Kürtçe bilmezler. Kendi ana dillerini unuturlar. Şimdi bu Osmanlı’nın birçok şehirleri için geçerliydi. Bu, Balkanlarda da
böyleydi, bu şekilde Türkleşenler de vardı. Bu normal bir imparatorluk diliydi sonuçta. Saray diliydi ve imparatorluk diliydi. Bu normal bir süreç, bugünkü gibi milliyetçi
ve ulusal bir dayatma sonucu oluşmuş bir şey değildi. Batı Avrupa’da, Müslümanlıkla
Türklük bağdaştır. Yani Müslüman dendiği zaman Türk anlaşılıyor. Çünkü Osmanlı’da,
padişah Türk’tü, Türk’ün tahtıydı, dolayısıyla bütün Osmanlı coğrafyasındaki insanlara Türk deniyordu. Hatta çok örnekleri var elimizde. 1950’lerde yazılmış seyahatname
var; Müslümanlık yerine Türk kavramı kullanılır. Osmanlı Türk adını bile kullanmazdı
çoğu zaman. Bazı yerlerde “haşa ki padişah Türk ola” gibi sözler kullanılıyor. Çünkü
aristokrasi böyledir. Bütün aristokratik yapılarda kendilerini o genel kitleden soyutlarlar
aristokratik aileler. Mesela doğuda ve güneydoğuda, Kürt topluluklarının bir kısmı biz
Abbasi’yiz derler. Benim rahmetli annem de öyle derdi. Bu taraftan o taraftaki herkese
Frenk diyordu. Hepsi Frenk miydi? Hayır. Franklardan mı geliyordu, bütün Batı Avrupa?
29
<
> 2012 HAZİRAN
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
Hayır. Ama bunu alıp içselleştirip ideolojik hale getirdiğiniz zaman işte burada bir travma
doğuyor. Türkiye’nin Rumeli’ye ilişkin travması da burada başlıyor. Osmanlı zamanında
hiçbir zaman kalkıp da Arnavutlara siz Türk olun demedi. İttihatçılara kadar böyle bir
şey denmedi. Zaten o dönemde Kanun-i Esasi’nin on sekizinci maddesi ciddi bir problem
teşkil etti. Arnavutlarla Osmanlı’nın arasının ayrılmasına neden olan çok önemli faktörlerden bir tanesi on sekizinci madde. Neydi? Osmanlı devlet hizmetinde istihdam edilecek memurların, devletin irsali resmisi olarak, Türkçeyi bilmeleri mecburidir diye bir şart
kondu. Bu kırılmayı oluşturdu.
Erdoğan: 1878 Kanunu?
Balkanlar kaybedilme-
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Yüksel: Evet. Bu 76 sonunda yürürlüğe kondu. Bir
yebilirdi. Mesela Mora buçuk-iki seneye varmadan kaldırıldı. Sultan Abdülhamit bunu askıya aldı. 1908’de tekrar uygulandı. Asıl
Yarımadası’nda Müslüman ondan sonra ciddi bir şey başladı. Çünkü o döneme kanüfusunun ekseriyeti Toska dar kimse Arnavutlara Türkçe konuş dememişti. Ama
zaten Arnavut’un yazı dili Türkçeydi, Boşnak’ın yazı
Arnavutlarıydı. Fakat 1790’li dili Türkçeydi. Osmanlı Türkçesi bütün belli bölgelerin
yıllarda orada Fransa, Rus- lingua francasıydı. Buna kimsenin itirazı yoktu. Mezar
kitabeleri de Türkçedir. Arnavutluk’ta, Tiran’da, Eter
ya, ve daha önce Venedik
Bey Cami’nin önünde bir tane mezar kalmıştır, kadın
çok büyük tahribatlar yaptı. mezarı okudum; Türkçe bir kitabe. Dolayısıyla kimsenin böyle bir kompleksi yok. Saraya arizalarını, dilekçelerini de Türkçe gönderiyorlardı. Örnek veriyorum;
Siirt’te Şirvan ilçesinin Bey’i II. Mahmut zamanında ariza gönderiyor, arizasını Arapça
yazıyor. Adam Arapça biliyor çünkü. Yazı dili olarak Arapça kullanıyor. Sarayda Bab-ı ali
tercüme odasında Türkçeye tercüme ediliyor. Hepsi birlikte ilişikte padişaha sunuluyor.
O dönemdeki yapı buydu. Zaten Osmanlı bu anlamda bir lingua francaydı. Çok yakın
tarihimizde, 1997 yılında, babamın medrese arkadaşı bir molla bana mektup gönderdi;
mektup Osmanlıcaydı.
Erdoğan: Toparlayacak olursak, Kanun-i Esasi’den dolayı Arnavutlar da bu sefer Arnavut milliyetçiliğini mi savundular?
Yüksel: 1878 Prizren birliği çok önemli. Bir medrese teşkilatlanıyor, Prizren’de. Ulema var daha çok içinde. Prizren birliğini Sultan II. Abdülhamit Ayastefanos antlaşması
üzerine arkaladı. Daha doğrusu teşvik eden aslında İstanbul. Neden? Çünkü zaten kaybetmiş, Arnavutları o işgalcilere karşı bir Arnavut gücü oluşturmak için bu birliği savunuyor. Sonra Berlin Konferansı’yla tekrar İngilizler tarafından o topraklar iade edilince
30
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Prizren birliği kaldırıldı. Ama bunu yerine bir şey ikame edilmedi. Sultan II. Abdülhamit döneminde en büyük şans orada Şemsi Paşa gibi dirayetli bir komutanın olmasıydı.
Osmanlı’nın karargâhı o zaman Nitovitza’daydı. Nitovitza bu anlamda hala o stratejik
önemini koruyan bir yer. O zaman da en büyük askeri karargâhdı. Onun başında da Boşnak asıllı Şemsi Paşa vardı. Şemsi Paşa’nın Arnavutlarla iyi geçinmesi ve Arnavutlarla
ilişkilerinde son derece dikkatli davranması sorunsuz olarak 1908’lere kadar getirdi süreci. Meşrutiyetin ilanında Niyazi Bey gibi İttihatçılar ciddi olarak Arnavut gönüllüleri
kullanmaya çalıştı. Gerçi 1913’te Arnavutlar onu hain diye öldürdüler…
Tığlı: Benim bir itirazım var yalnız. Şimdi 1896’da yayınladıkları bir bildiri var Arnavutların. Özellikle kendi dillerinde eğitim istiyorlar…
Yüksel: Var, evet, ona geleceğim. Prizren birliğinin getirdiği bir durum. Ama en azından ayrılalım kopalım anlamında değildi. Fakat daha sonra İttihatçıların silah toplaması, bardağı taşıran son damla oldu. Yoksa 1910’da gene Arnavutlar kalkıp Manastır’dan
Selanik’e yürüyeceklerdi. Bir yürüyüş tertip ettiler Abdülhamit’i tekrar Selanik’te, Alaaddin köşkünden çıkarıp tahta çıkaracaklardı.
Erdoğan: Kaçtı hocam, 1910 mu?
Yüksel: Evet, 10’un başları.
Erdoğan: Yani, İttihat-Terakki daha iyi bir siyaset gütseydi ve Arnavutları yanında tutsaydı Balkan Savaşları’nda bu hezimet yaşanmayabilirdi diyebilir miyiz?
Yüksel: Balkanlar kaybedilmeyebilirdi. Mesela Mora Yarımadası’nda Müslüman
nüfusunun ekseriyeti Toska Arnavutlarıydı. Fakat 1790’li yıllarda orada Fransa, Rusya,
ve daha önce Venedik çok büyük tahribatlar yaptı. Mesela Atina’yı topa tutuyorlardı.
Atina’da Parthenon cami yapılmıştı, caminin minaresini top ateşiyle yıktılar. Şimdi bunların baskıları sonucu Osmanlı zaten zayıflamış, baskılar sonucu Osmanlılar Toksa Arnavutlarını Mora Yarımadası’na çıkarmak zorunda kaldı, 1792’de. Çıkarınca da Müslüman
nüfus azınlığa düştü ve Rum isyanları durdurulamadı. Ama ona rağmen bu Rum isyanlarını daha sonra durduran, daha sonra sürekli bunları bastıran iki kişi vardı. Biri Ali Paşa,
biri de o sırada Girit’te olan Mehmet Ali Paşa. İkisinin müdahaleleriyle sürekli o Mora
Yarımadası’ndaki ayaklanmalar bastırılabiliyordu ve başlarını kaldıramıyorlardı.
Yüksel: O zaman da, o zaman da mesela şöyle bir problem oldu; Osmanlı Arnavut gücüne dayandığını fark edemedi belki. Ondan sonra işte Yunanistan bağımsız oldu. Mora
Yarımadası’na bağımsız bir devlet, Yunan devleti kuruldu. Mehmet Ali Paşa Arnavuttu.
Mısır’a gittikten sonra sürekli Selanik iskelesinden Arnavut askeri yükletiyor. Hatta onun
31
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Bu politika devam ettirilebilirdi demek mi lazım?
belgeleri var elimde, sayılarına kadar. Bu belgeler Selanik iskelesinden gemilerle Mısır’a
Arnavut götürdüğünü gösteriyor; Mısır ordusunu bu şekilde kurdu. Daha sonra Hicaz’da
Vahhabilere karşı bunlar savaştı. Kütahya’ya kadar ilerledi, Kavalalı’nın oğlu İbrahim
Paşa’nın ordusu. Orada Osmanlı ordusunu Hizip’te yenenler gene Osmanlı’nın Arnavut
askerleriydi. Yoksa Mısır’dan gelmiş Arap askerleri değildi. Bugün de eğer Rumeli’de
Türkiye açılım yapmak istiyorsa bunun en basit yolu, merkeze Arnavut unsurunu oturtmalı diyorum. Yani merkeze Arnavut unsurunun oturduğu bir politika takip edilmeli.
Çünkü nüfus yapısından, tarihten, tarihteki rollerinden, Osmanlı’dan kopmalarından dair
çok değişik bir durum var. Son bir şey de göstereyim; mesela bir Arnavut Arnavutların
ayrılma arifesinde Arnavutlar için yazdığı bir risale. Aman kopmayın diye yazdığı nasihatname. Beşiktaş cami kebiri Buhari Şerif mukarribi, Buhari Şerif yazmış.
Erdoğan: Kendisi Arnavut mu?
Yüksel:: Evet, Bekir Sıtkı diye bir Arnavut. 1330 tarihinde yazmış bu nasihatnameyi.
Erdoğan: Ama Osmanlı Arnavutları tutabilecek güçte değildi belki de o zaman?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Yüksel: Yani İttihatçıların zaten böyle bir şeyi de yoktu. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren merkeziyetçileşmeye, ulus devlete doğru ciddi bir evrimle oldu.
Kanun-i Esasi’nin birinci maddesi merkeziyetçi bir yapıyı adeta öngörüyor.
Nedim Emin: Ben Mehmet Bey’e bir soru sormak istiyordum. Sanırım sizin bir
projeniz var, tarih yazımı ile alakalı. Muhtemelen gözlemleriniz olmuştur, o konuyla ilgileniyorsunuz. Balkan Savaşları, ulus devletlerin oluşumu, yeni devletçiklerin kurulması, tarih yazımı ile farklı bir şekilde şekilleniyor. Mesela benim şöyle bir gözlemim
oldu; Dritan Egro isimli bir tarihçi var Arnavutluk’ta. İnalcık’la doktora yapmış. Şu anda
Arnavutluk’ta genç tarihçiler arasında önemli bir adam. Onun Arnavutluk tarihi yazımı
üzerine yazdığı bir kitapta Arnavut dilindeki ilk Osmanlı tarihi kitaplarının papazlar tarafından yazıldığı söyleniyor. Ondan sonra bütün tarih yazımında sürekli bir şekilde bunun
kaynak olarak kullanıldığı, dolayısıyla Arnavut tarih yazımının belgesel nitelikten uzak
bir nevi bir gazetecilik olduğuna dair tespitleri var. Bu konuda sizin düşüncenizi merak
ediyorum.
Hacısalihoğlu: Papazlar tarafından yazılan tarih kitabını da, o tarihçiyi de tanımıyorum. Hocamız zannediyorum daha vakıftır belki buna. Ama Arnavut tarih yazımının
genel olarak iki aşaması olduğunu söyleyebiliriz. Bir tanesi, Osmanlı aydını olarak Fraşeri ailesinden Şemsettin Sami. Büyük bir tarihçimiz, büyük bir alimimiz, büyük bir tarih
yazarıdır. Onun meşhur bir kitabı var “Arnavutluk, ne idi, nedir, ne olacak?” Arnavutluk
tarihi ile ilgili bir örnek bu. Buradaki temsil edilen görüşler günümüz tarih yazımında var
mı, yok mu, ne derece var? Şemsettin Sami de Arnavutları eski Balkanların bir kavmine
32
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
dayandırıyor. Farkı şu, Arnavutların tarihini anlatırken daha pozitif bir Osmanlı imajı
çiziyor. Hocamızın bahsetmiş olduğu otuz üç Arnavut sadrazamdan, Arnavutların büyük
katkılarından vesaire bahsediyor. Dolayısıyla Arnavutlar için Osmanlı’yı negatif bir şey
olarak anlatmıyor. Bir de sosyalizmle, Enver Hocayla birlikte başlayan yeni bir dönem
var. Şimdi bu dönemdeki öne çıkmış tarihçilerden bir tanesi Hıristo Fraşeri. Arnavutluğun
Halil İnalcık’ı gibi. Bir diğer Arnavut kökenli tarihçi Stavro Skendi. Şimdi isimlerinden
de anlaşılacağı üzere bunlar Ortodoks. Şemsettin Sami de bir patrikhane okulunda eğitim
almıştır. Ortodoks olan Arnavutluğun güneyinde yoğun olarak yaşayan, Ortodoks Arnavutlar Müslümanlara göre daha erken modern düşüncelerle tanışmış olabilir.
Yüksel: Özellikle sahildeki Gayrimüslim topluluklar, Selanik, Yanya, İzmir vesaire
hatta Beyrut olmak üzere 19. Yüzyılın başı, 18. Yüzyılın sonlarında Batıya açılmaya başladılar.
Hacısalihoğlu: Batı düşüncesine daha erken entegre oluyorlar. Günümüz Arnavutluğunda da zannediyorum Ortodoksların etkinliği hala yüksektir. Böyle bir durum var.
Yüksel: Bu arada söyleyeyim Enver hoca aslen, Arnavut değil...
Erdoğan: Nereli hocam?
Yüksel: Trabzonlu. Ama çok dindar bir aileden geliyor. Akrabaları arasında hala ciddi
olarak namaz kılanlar var, onu da söyleyeyim.
Hacısalihoğlu: Yani o bir siyasi tercihti. Şimdi Arnavutları ben de çok gözlemledim
son dönemlerde, şu eğilim de var mesela Kosova Arnavutlarında; biz Katolik de olabiliriz diyenler olmuş bazı müzakerelerde. Yani bize sahip çıkılması için, bizim burada
ayakta kalmamız için veya haklarımızın daha iyi savunulabilmesi için Müslüman olmak
bir engel oluşturmuş, değil mi? Balkanlarda bu böyle bir şey, Arnavutlar için Müslüman
olmak, Boşnaklar için Müslüman olmak sürekli bir engel oluşturmuş. Sanki düşman bölgesinde bir ada gibi görülmüşler bunlar. Dolayısıyla bir Arnavut milliyetçiliği, seküler bir
milliyetçiliktir. Çünkü Arnavutlarda Müslümanlar yüzde altmış-yetmiş ama Ortodoks ve
Katolikler var.
Hacısalihoğlu: Orası şüphesiz ama bugünkü Arnavut seküler bir yol alıyor. Büyük
tahribatlar yapıyor Osmanlı izlerini silmek için. Osmanlı-Türk düşmanı bir tarih yazımı
hakim olmuş. Okul ders kitaplarına da bu sirayet etmiş. Günümüzde de Osmanlı bir diktatör, boyunduruk olarak hala ders kitaplarında anlatılıyor. Yani bir Yunan tarih ders kita33
> 2012 HAZİRAN
Yüksel: Arnavutluk Devleti yüzde otuza yakın Ortodoks ve Katolik toplam olarak.
Ama genel olarak Makedonya, Kosova ve diğer bölgeleri baz aldığımızda genel Arnavut
nüfusu içinde yüzde on bile değil.
bıyla, bir Sırp tarih ders kitabıyla Arnavutların yazmış olduğu tarih eşitlenmiş. Osmanlı
karşıtı bir hal almış. Dolayısıyla Şemsettin Sami’nin ortaya koymuş olduğu Arnavut tarih
algısı değişmiş, sosyalist dönemde. Arnavutlukla ilgili, Arnavut milliyetçi hareketini anlatan en kapsamlı kitapların yazarlarından bir tanesi Senkeviç diye birisi. Rusça olarak
yazmış, kocaman bir kitap. Diğeri benim hocalarımdan bir tanesiydi Almanya’da, Peter
Bartl. Şimdi Arnavut filoloji çalışmaları, Arnavut dili ile ilgili çalışan insanlardan bir
tanesi Fiedler diye yine Almanya’da meşhur bir uzman. Türkiye’de Arnavutluğun tarihine, kültürüne, diline yönelik böyle bir uzman yetiştirilmemiş. Dolayısıyla beslenememiş Türkiye’de tarih yazımı. Osmanlı olsun, Cumhuriyet olsun bizim tarih yazımımız
sürekli olarak Batının tarih yazımından beslenir. Mesela bizde Klaus Kreiser, Eric Jan
Zürcher, Bernard Lewis referans alınır. Amerikalı, Hollandalı, Alman vardır. İspanyol
ve İtalyan azdır. Arnavutlukta da onlar yine esas alınıBalkanlarla Doğu kültürleri yor; Amerikalı, Sovyet Rus, Alman, İngiliz tarihçiler.
birbirine çok yakın olduğu için Niye Türk yok idi bunlar arasında? Halil İnalcık’a kaayrıcı, ayrıştırıcı faktörleri arı- dar Osmanlı tarihi ile ilgili de referans alınan tarihçi çok
nadirdi. Yani Türkiye’ye bence olayın bu yönüyle de
yor tarih yazımları. Sırplarla, bakabiliriz. Şu anda biraz daha iyi bir durum var, işte
Hırvatlarla, Boşnaklar arasında hocamız var, İzmir’de Bilgin Çelik adlı yine bu konuda
çalışan bir insan var. Bülent Bilmez diye başka bir kişi
ayrıma gitmek istiyorsanız, dini var, Bilgi Üniversitesi’nde. Arnavutluk üzerine Nuray
buluyorsunuz bir anlamda. Bozbora’nın bir tezi var. Ama tabi oranın tarih yazımını
da takip ederek bunu yapmak çok önemli. Şu anda bir
iyiye doğru gidiş var.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Emin: Diğer Balkan ülkelerine bakma fırsatınız oldu mu?
Hacısalihoğlu: Tabii, ben aslında Makedonya’ya baktım. Orada da Arnavut tarihi,
Arnavut tarihçileri tarafından yazılıyor. Makedon tarih ders kitaplarında Makedonların
2001 Ohri Antlaşmasıyla elde ettikleri haklar çerçevesinde bir çeşit, bir Arnavutluk var
Makedonya’da. Şu anda Makedonya’da kendi kültürünü özerk bir şekilde geliştirebilen
bir Arnavutluk var, diyebiliriz bir şekilde. Aynı ders kitapları kullanılıyor fakat Arnavutluk tarihi ile ilgili kısım ile Makedon tarihi ile ilgili kısım eşit sayfa sayısına sahip
neredeyse. O kısmın yazarı da Arnavut kökenli oluyor. Dolayısıyla aynı ders kitabında
bazen tezatlar da bulabiliyorsunuz. Bir bakıyorsunuz birisi Makedonları mağdur olarak
anlatıyor, diğer tarafta Arnavutları mağdur olarak anlatıyor.
Emin: Ben bir ara Yugoslavya’daki tarih yazımıyla biraz ilgilenmiştim, dönem ödevi
vesilesiyle. Arnavutlukta neredeyse Osmanlıca bilen eleman yok. Tarih kitapları yazı34
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
lıyor, Osmanlı tarihi yazılıyor ve hiç belgelere bakılmıyor. Çünkü Enver Hoca dönemi
hakikaten çok ciddi bir kopuş yaşanmış. Fakat Yugoslavya’da öyle değil. Mesela Glişa
Elezoviç, Mujezinoviç, Popoviç vs. gibi çok önemli isimler var. Yine Saray Bosna Üniversitesi, Şarkiyat bölümünde yetişen önemli hocalar var.
Yüksel: İlyas Reca gibi.
Emin: Evet. Dolayısıyla bir geleneğin devamı var ve enteresan bir şekilde Belgrad
üniversitesi bunu çok destekliyor. Hasımane bir dil var fakat çok daha belgesel bir nitelik
var tarih yazımında.
Hacısalihoğlu: Orada hayatta olan, çalışan Alexander Fotiç var. Belgrad’da bir Osmanlı tarihçiliği geleneği var.
Yüksel: Ama mesela Batagovic gibileri adeta saldırgan bir dil kullanır, Osmanlı tarihi
üzerine çalışmalarında.
Hacısalihoğlu: Bulgaristan’da da var mesela. Mesela Mutafçiev, Todorov gibi çok
büyük Osmanlı tarihçileri de yetişmiş Sofya’da. Tabii genel olarak okullara bunu yansıttığınız zaman çocuklarımız nasıl yetişsin diye düşünüyorsunuz. Hani bir dost, bir düşman
öğretmek gerekiyor diye düşünüyorsunuz çocuklara. En kolay düşman da Türkler oluyor.
Balkanlarla Doğu kültürleri birbirine çok yakın olduğu için ayrıcı, ayrıştırıcı faktörleri
arıyor tarih yazımları. Sırplarla, Hırvatlarla, Boşnaklar arasında ayrıma gitmek istiyorsanız, dini buluyorsunuz bir anlamda. Şimdi bu ayrıştırıcı faktörler aranırken de çok da
kolay olmuyor iş. Bu sefer Osmanlı dönemi Türk boyunduruğu adıyla çok rahat bir şekilde ötekileştirilebiliyor. Bu da bu modern ulus kimliğini kurarken iyi bir fonksiyona da
sahip oluyor diye düşünülüyor. Günümüzde bunu aşabilmek için de Avrupa Birliği veya
UNESCO’nun desteklediği bir takım projeler var. Söylemleri değiştirmeye çalışıyorlar.
Fakat özü henüz değiştirilebilmiş değil benim görebildiğim kadarıyla. Yine Osmanlı karşıtı veya birbirini ötekileştiren bir dil...
Hacısalihoğlu: Kutlamayı, şahsen tarih yazımında çok net görmüyorum. Çünkü Balkan Savaşlarının en büyük yıkım olduğunu kendi tarihleri açısından söylüyor, Makedon
tarih yazımı mesela. Aynı şeyi Arnavutlar söylüyor. Her ne kadar bağımsızlığını kazan35
> 2012 HAZİRAN
Emin: Mesela şey yüzüncü yıl anmaları çerçevesinde sürekli sempozyumlar yapılıyor. Az çok takip ediyorum, bu tarafta yüzüncü yılda ne kaybettik tartışması var. Hakikaten bir çift kutuplu bir şey ortaya çıkıyor. Diğer taraftan da ne kazandık, diyorlar.
Yani daha doğrusu kurtuluş yılı olarak görüyorlar. Özellikle Arnavut, Makedon okulların
yaptığı ve bunu bir kutlama olarak algıladıkları sempozyumlar genelde Avrupa Birliği
kurumları tarafından destekleniyor. Bu çok dikkatimi çeken bir unsur yani.
mışsa da Büyük Arnavutluğun ya da Arnavut nüfusunun biraya getirilememesi nedeniyle
en büyük yıkım olarak algılıyorlar bunu. Bulgar tarih yazımı da öyle, o da en büyük
yıkım olarak bunu alıyor. Yunan ve Sırp tarih yazımları belki burada biraz ayrışabilir ama
mesela Yunan tarih yazımında da Balkan Savaşları yerine asıl vurgu Küçük Asya yıkımı,
felaketi diye adlandırılan bu mübadele olayında. Balkan Savaşları onun gölgesinde kalıyor. Dolayısıyla o da o süreci, yıkım süreci olarak alıyor.
Yüksel: 24 mübadelesini mi diyorsunuz?
Hacısalihoğlu: 23-24’te Lozan’la yapılan mübadele. Ama öncesi de var tabii ki.
1912’de başlayıp 1923’te biten süreci tek bir dönem gibi anlatıyor ve bunu bir yıkım
olarak anlatıyor Yunan tarihinde. Çünkü Megali İdea denilen şeyin yıkıldığı süreçtir bu.
Dolayısıyla burada Balkan ülkelerinde, Balkan Savaşlarını olumlayan ve bunu kutlayan
pek fazla şey dikkatimi çekmedi.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Emin: Tarih yazımından değil de, mevcut siyasal mevcut bakış açısı bu…
Tığlı: Bakın şöyle bir şey olmuş; 1878 Ayastefanos antlaşmasının değiştirilmesinin en
büyük nedenlerinden birisi Arnavutlar olmuş. Yani Ayastefanos antlaşmasına karşı Balkanlarda müthiş bir isyan hareketi başlatmışlar. Bu Ayastefanos antlaşmasının daha önce
geride Berlin Antlaşmasının ikamet edilmesiyle…
Yüksel: O II. Abdülhamit’in, orada Arnavutlara ciddi bir desteği de var…
Tığlı: Arnavutlar pek Abdülhamit’i sevmezler. Belki Mehmet Akif’in düşmanlığından dolayı...
Hacısalihoğlu: Bununla ilgili hakikaten İttihat-Terakki, Jön Türk atmosferi vardı.
Yüksel: Bu atmosfer, Bediüzzaman’da da var mesela.
36
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Hacısalihoğlu: Bediüzzaman öyle, Sait Halim Paşa öyle…
Yüksel: Ciddi bir Abdülhamit karşıtlığı atmosferi oluşturulmuş…
Tığlı: 1896’da Arnavutlar, resmi dillerinin Arnavutça yapılması için bir dilekçe veriyorlar. Abdülhamit tarafından bu İstanbul hükümetini parçalayacağı gerekçesiyle kabul
edilmiyor. Bu bir dönüm noktası, Arnavutlar açısından.
Yüksel: Ama bununla birlikte II. Abdülhamit’in muhafız alayı Arnavutlardan oluşur.
Ömer Aymalı: Hocama bir sorum var. Balkan Savaşlarının tarihimizde gerçekten çok
önemli bir yeri var. Hocam da aynı şekilde söyledi; Balkan toprakları, elden çıktığı zaman
Osmanlı da bir anlamda bitmiş oldu. Osmanlıcılık düşüncesi bitti, yeni bir dönemin kapısı açılmış oldu, bu açıdan oldukça önemli Balkan Savaşları. Bu savaş sırasında, benzetme
olur mu bilmiyorum, size bunu soracağım zaten… Hani bizim tarihimizde Çanakkale
Savaşı’nın çok önemli bir yeri var. Bütün milletin topyekun anlamda direndiği, mücadele
ettiği işte İstanbul’u koruduğu, payitahtı, halifeyi koruduğu büyük bir mücadele, büyük
bir savunma savaşı. Şimdi bu Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşında hepimizin yine bildiği
şey gönüllü gruplar özellikle Çanakkale Savaşında çok fazla yer aldılar. Lise öğrencileri,
üniversite öğrencileri ülkenin birçok yerinden gelen gençler hatta çocuk yaşta olanlar
mücadele ettiler. Bu Balkan Savaşları sırasında da buna benzer bir şey olduğu ifade edilir bazı kaynaklarda. Mesela Doğu Anadolu Bölgesi’nden Kürt ahali gruplarının oluşturulduğu, Erzurum’dan gönüllülerin geldiği, Kafkaslardan yine aynı şekilde gönüllülerin
geldiği İstanbul’a…
Yüksel: Tarikat alayları oluşturuldu mesela.
Aymalı: Evet o şekilde. Bununla beraber yine hani Çanakkale Savaşındakine benzer
veya Kurtuluş Savaşındakine benzer şekilde mesela Hindistan Müslümanlarının yine diğer Asya coğrafyasındaki Müslümanların altınları, bilezikleriyle veya nakit olarak para
yardımında bulunduklarını… Böyle bir dayanışma olduğu düşünülüyor.
Hacısalihoğlu: Terhis meselesi ile ilgili konu da bu bağlamda tartışılıyor. Yani gerçekten böyle etkisi olan bir faktör müydü, değil miydi diye. İttihat Terakki’nin yanlış
stratejileri, konuya vakıf olmadıkları, Balkanlardan emin olduklarına dair söylemleri...
Bunlar tabii daha sonra savaşın kaybedilmesinden sonra ön plana çıkarılmış olan noktalar. Şunu biliyoruz ki, savaş öncesinde Osmanlı kamuoyunda bir savaş taraftarlığı
varmış. İstanbul’da olsun, başka yerde olsun… İşte tabii Bulgar orduları yaklaşınca da
İstanbul’dan kaçalım diye bu sefer bir panik başlamış. Mahmut Şevket Paşa da bunu gün37
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Aslında şöyle de bir iddia da var. Onu da birleştirerek yöneltmiş olalım
soruyu; askerlerin savaşa terlikle gitmiş, çok sefil durumdaymışlar…
lüklerinde çok öfkeyle not ediyor. Zamanında bu kadar savaş taraftarlığı vardı şimdi payitahtı, başkentimizi buradan taşıyalım diyorlar diye şikayet ediyor. Gönüllüler konusunu
bilmiyorum. Osmanlı birlikleri, kuvvetleri Anadolu’dan Balkanlara geçirilemiyor. Deniz
yoluyla engelleniyor. Çünkü diğer yanda İtalya’yla savaş vardı. Yunanistan’ın da savaşta
etkin olan donanması var. Adaları ele geçiriyor bu arada Yunanistan donanması. Osmanlı
asker sevkinde problemler yaşıyor. Çok hızlı da oluyor gelişmeler; zannediyorum, üç
hafta içinde düşüyor her taraf. Edirne, Yanya, İşkodra hariç hepsi neredeyse düşüyor.
Yüksel: İttihat Terakki’nin, Osmanlı’nın bir kısım subayları, birbirlerini çekemedikleri için, bir komutan yenilsin diye geri çekiliyor.
Hacısalihoğlu: Bu tür çok ciddi iddialar da var.
Yüksel: Benim elime belgeler geçti de onu söylüyorum.
Hacısalihoğlu: Trotsky’nin röportaj yaptığı veya görüştüğü Müslüman ve Gayrimüslim savaş esirleri var. Şunu da söylemek lazım; Osmanlı ordusu o dönemde karışık bir
ordu. İlk kez 1909 yılında gayrimüslimlerin askere alınması kararı ile zorunlu askerlik
başlıyor. Bulgaristan ordusuna karşı Osmanlı’nın ordusunda Bulgar askeri, Rum askeri
var vs. Trotsky bunlarla röportajlar yapmış, bir tanesi şunu söylüyor; savaştan önce otuz
bilmem kaç subay vardı. Çarpışmalar başladığında altıya inmiş bu sayı. Diğerleri kaçmış.
Dolayısıyla ordu içinde organizasyon probleminin olduğu doğrudur. İç çekişmenin olması da doğrudur. Biraz da kendine fazla güvenen Osmanlı’da, biz bununla baş edebiliriz
şeklinde bir güvenin olduğu da belki doğru olabilir. Ama Osmanlı ordusu savaşı başka
şartlarda da olsa kaybederdi diye düşünüyorum. Çünkü karşısındaki ordular iyi hazırlanmış ordulardı.
Yüksel: Yani tek başına Bulgaristan, Osmanlı ordusunun nüfusuna yakın asker çıkartabilecek hale geliyor.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Aymalı: Savaş çıktığında Osmanlı askerinin sayısı iki yüz doksan bin. Bulgar, Sırp,
Karadağ askerlerinin sayısı dört yüz seksen bin. Böyle bir dengesizlik var.
Hacısalihoğlu: Sırf sayıyla da ilgili bir şey değil bu. Bulgar ordusunun motivasyonu
çok kuvvetli. Kendi vatanının bir parçası olarak gördüğü bu toprakları kurtarmak için
kırk yıl hazırlık yapmış. Subayların öyle bir psikolojiyle yetiştiğini biliyoruz. Çok iyi,
donanımlı bir ordu meydana getirmiş. Bulgaristan daha önce Sırbistan’ı da yeniyor 1885
yılında. Dolayısıyla Bulgar ordusu o dönemde kaliteli bir ordu. Silahları da iyi ama o
silahları kullanan askerler de çok yüksek motivasyonlu insanlar. Bu eğitim sistemini kurmuş zaten orada. Şimdi ondan sonra da Osmanlı’da şu tartışılıyor, deniyor ki; bizim savaşı kaybetme sebeplerimizden bir tanesi de, bizde bu manevi gücün verilememiş olması
38
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
diyor. Hatta Ziya Gökalp’e, gel sen Milli Eğitim Bakanı ol da bu eksik maneviyatı sen
çocuklarımıza ver diyorlar.
Erdoğan: Vatan sevgisi anlamındaki maneviyat?
Hacısalihoğlu: Vatan sevgisi, milli bir kimlik verme... Daha önce çok kültürlü, daha
pozitif bir şey anlayış var aslında. Osmanlıcılık daha kapsayıcı bir düşünce. Bu sefer
Bulgar motivasyonuna benzer daha intikamcı bir psikoloji oluşuyor. Yenildiği için intikam almak isteyen, esir vatanı kurtarmak isteyen, daha intikamcı bir anlayış doğuyor.
Bunun sonuçlarını zaten görüyoruz ondan sonra. Balkan savaşları döneminde Edirne’den
gönderilen, sürgün edilen veya kaçan Bulgarları bir daha geriye almıyoruz. Hani Mora
isyanında İngilizler bu etnik çatışmaya yol açar diye gerekçelendirerek Müslümanlar
buradan çıkarılmalı diyordu. Aynı gerekçeyle Osman- Bulgaristan ordusuna karşı
lı, Bulgarları geri almıyor. Değişim antlaşması yapıyor.
1913 yılında Doğru Trakya’daki Rumlara yönelik bun- Osmanlı’nın ordusunda Bulları buradan bıktırıp kaçırma propagandaları başlıyor. gar askeri, Rum askeri var vs.
Bunu daha sonra Anadolu’da Ermenilerin tehcir edilip
Trotsky bunlarla röportajlar
gönderilmesi meselesi takip ediyor. Savaş koşulları da
var tabii burada ama en azından böyle bir İttihat Terakki yapmış, bir tanesi şunu söygörüyoruz artık.
Yüksel: Anadolu’dan gayrimüslimlerin uzaklaştırılması, Balkanlar vs. yerlerdeki Müslümanların da buraya
doldurulması şeklinde tezahür etti, gelişti olaylar.
lüyor; savaştan önce otuz
bilmem kaç subay vardı. Çarpışmalar başladığında altıya
Yüksel: Aslında Osmanlı Devleti bir Rumeli Devletiydi. Çünkü 1402 Ankara Savaşı
deneyimi Osmanlı’yı bir Rumeli Devleti olmaya itti. Anadolu askerlerinin tamamının
Ankara Savaşında saf değiştirmesi çok büyük bir travma. Stefan Lazarevic komutasında
gelen Sırp atlılarının Osmanlı’ya sadık kalması ve çok iyi savaşması ciddi bir kırılma
oldu, Osmanlılar için. Çünkü Timurg geldi birinci imparatorluğu yıktı sonra Fatih ikinci
imparatorluğu kurdu. Osmanlı yeniden tesis edilirken daha çok ana hinterlandı Bursa’dan
Tuna’ya olan bölge. Osmanlı’nın beli Rumeli’ydi. Yani mızrağın ucuydu. Tahterevallinin
39
> 2012 HAZİRAN
Tığlı: Ömer Bey’in bir sorusuna dair; İttihatçı- inmiş bu sayı.
lar 1909’dan sonra özellikle de Uygur, Hindistan, Afganistan bölgelerine temsilciler gönderiyorlar. Doğu
Türkistan’da 1914’te, şu anda ismi aklımda değil, Balkan faciasını anlatan bir tiyatro eseri gösterimi yapılıyor. Yine Mısır basınının Balkan Savaşı’na karşı tepkisinin olduğunu ve
Osmanlı’nın yanında olduklarını gösteren açıklamalar var. Zaten Hüseyin Cahit Yalçın da
Tanin’de çok bahseder bundan.
iki tarafı gibi Osmanlı yükseldiği zaman neredeyse Batı Avrupa’ya kadar işte. Ama daha
sonra Osmanlı hep geriye çekildi. Balkanlarda kaybettikçe, Osmanlı kaybetti. 1912’de
Osmanlı Balkanları kaybedince beyninden vurulmuş gibi oldu. Aslında Osmanlı’nın beyin ölümü 1912 diyebiliriz yani.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Nazif Koca: Ben biraz aslında sorumun cevabını aldım gibi. Donanma konusu ile
alakalı soracaktım. Osmanlı’nın son dönemde aldığı yenilgilerin en büyük sebeplerinden
birinin yeterli güçlülükte bir donanma kuramamış olduğu söylenir. Başka bir hocamız
bunun genel olarak İttihatçıların Abdülhamit karşı muhalefetinin gerekçelerinden biri olduğunu söylemişti…
Yüksel: Osmanlı 17. Yüzyılın başlarından itibaren donanma kuramadı yeniden.
Osmanlı bir kara devletiydi daha çok bir deniz devleti değildi. Osmanlı’da donanmayı
Barbaros Hayrettin Paşa, Turgut Reis vesaire gibi korsanlar kurdu. İnebahtı bozgunu ve
Portekizlilere karşı Umman Denizi’nde kaybedilen savaş; bu ikisi Osmanlı’nın askeri
deniz maceralarına sonu oldu adeta. Ondan sonra bir daha Osmanlı uzak denizlere açılamayınca Akdeniz’e hapsoldu. Akdeniz’de sürekli Venediklilerle uğraştı. Venediklileri
bir şekilde bertaraf edinceye kadar zaten Hollanda, İspanya, Portekiz bütün dünyadaki
sömürgelerini kurmuşlardı artık. Yani geride kaldı. Osmanlı’daki ordunun çeşitliliği ile
ilişkin olarak; Plevne ile ilgili bir dergi elime geçti, son olarak onu söyleyeyim, Osmanlılar baya bir Çerkez birliği sürüyor Plevne’ye. Rus cephesinden de adamlar geliyor fakat
40
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
bunlar birbirlerine yakınlaşıyorlar, karşı taraf da Çerkezce konuşuyor. Kendilerinden zannediyorlar, iki taraf da Çerkez yani.
Hacısalihoğlu: Çünkü 1874’te Rusya’da da zorunlu askerlik sistemi kuruluyor.
Hacısalihoğlu: Kısa hatırlatmalar yapacağım. Bir tanesi şu ki; Arnavutların İttihat
Terakki ile ilişkisi konusunda mevcut bir görüş var. Abdülhamit gerek Araplara gerek
Kürtlere ve gerekse Arnavutlara yani Müslüman ve aşiret yapısına sahip olan topluluklara
karşı çok iyi bir politika takip ediyor, onları çok yakınına alıyor, onları bir şekilde kendine
bağlıyor. Kendi şahsına dayanan bir kişi kültü de görüyoruz burada. Onun halifelik politikası var vesaire. Başarılı bir politika yürütüyordu fakat İttihat ve Terakki döneminde bu
ilişki bozuldu, bu doğrudur. Kesinlikle bunu görüyoruz ama…
Yüksel: Hatta bir tane örnek söyleyeyim: Abdülhamit zamanında padişaha sunulan
bir Arnavutluk tarihi var. Atatürk kitaplığında şimdi. Tek bir yazmadır, basılmamış. Ayan
üyesinden, Süleyman Sipahi’nin oğlu, aslen Prangalı Ali Galip Bey’in kitabı. Prizren birliği her ne kadar aradaki ilişkiyi sarssa da ondan sonraki olaylar, 1896’daki o bildiriler tamamen koparmadı. Ama asıl İttihatçıların politikaları kopardı… İkinci Abdülhamit bunu
hep tazmin etmeye çalıştı. Bunu söylemeye çalışıyorum. Arnavut gönüllülerden asker
seçiliyor… Yıldız Jurnallerinden arta kalanlar açıldı. Orada bazı belgelere, Arnavutlarla
ilgili bazı raporlara rastladım. Sultan Abdülhamit’e sunuluyor ve şunlar şunlar yapılması
lazım deniyor ve gerçekten de onlar yapılıyor. Bazıları gerçekleştiriliyor. Şemsi Paşa’nın
raporlarına bakıldığında gene böyle bir durum söz konusu.
Hacısalihoğlu: Benim eklemek istediğim şu; -gene tarih yazımında mevcut bir şekilde- İttihat Terakki biraz sorumlu da tutuluyor, doğrudur. İttihat Terakki uzlaşmacı olmalıydı. Tamam, bunlar aşiret yapısında kanuna uymuyor ama bir şekilde bunu idare
ederiz hoşgörüsüyle yaklaşmıyor. Mümkün olduğunca merkeziyetçiydiler. Abdülhamit
de merkeziyetçidir. Ama Abdülhamit’in merkeziyetçiliği uzlaşmacı bir merkeziyetçiliktir. Mesela Abdülhamit Arnavutları saymaya çalışıyor. 1880’lerde nüfus sayımı yapıyor.
Ama Türklerin, Arapların, Arnavutların bir kısmını sayamıyor. Şimdi, İttihat Terakki’nin
farklı olarak yaptığı şudur: Radikal bir şekilde, hiçbir istisna kabul etmiyorum sayacağım
diyor. Silah toplama olayında da aynı şekilde davranıyor. Silah kullanma yetkisi devletin
siz kullanamazsınız diyor ve bunu uyguluyor. Fakat şöyle bir durum da var: Jön Türk
devrimi sonrasında Arnavut kültürel hayatı renkleniyor, bir basın patlaması, siyasal parti,
kulüp patlaması yaşıyor. Abdülhamit dönemindeki milliyetçi talepler ona, yirmiye, otuza
katlanıyor. Dolayısıyla bu yeni talepler Abdülhamit dönemindekinden kat kat daha fazla
olduğu için İttihat Terakki hükümeti de aslında Abdülhamit’in o anlamda politikasını de41
> 2012 HAZİRAN
Erdoğan: Evet, siz ne eklemek istemiştiniz?
vam ettiriyor. Abdülhamit Arnavutların ayrı bir millet olma yoluna gitmesini istemiyordu
zaten. İttihat Terakki de bunu istemiyor. Fakat Arnavut talepleri artıyor, bu isyanlara,
Arnavutların hoşnutsuzluğuna sebebiyet veriyor. Yani tek başına İttihat Terakki’nin sert
politikası değil aynı zamanda Arnavutların da taleplerinin hızla yükselmesi ve artması
sebep oluyor bu hoşnutsuzluğa. Abdülhamit döneminde, biliyorsunuz, okullar yasaktır.
Basın da pek yok ortada. Tabii İttihat Terakki’nin ilk dönemlerinde bu patlıyor. Bu patlama sonunda bir alfabe talebi ortaya çıkıyor vs. İttihat Terakki’nin karşı karşıya kaldığı Arnavut milliyetçiliğiyle Abdülhamit’in karşı karşıya olduğu Arnavut milliyetçiliği arasında
çok büyük bir mahiyet farkı var. Bu da Arnavutların kopuşunu hızlandıran, tetikleyen bir
durum. Şimdi tekrar söyleyelim, İttihat Terakki uzlaşmaya pek yaklaşmıyor.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Erdoğan: Balkanlar söz konusu olunca oradaki Osmanlı zeminine atıf yapmadan, o zemini anlamadan bugün çözüm üretmek mümkün değil. Beş yüz yıllık sulh
dönemini ve özellikle daha sonraki Balkan Savaşları dönemindeki oluşumları anlamadan bugüne dair söz söylemek imkansız. Bu bağlamda bu toplantının Balkan
savaşlarının anlaşılmasında adımlardan bir adım olmasını diliyorum. Hepinize çok
teşekkür ediyorum.
42
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
<
Doç. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu
Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim
Üyesi ve Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (BALKAR) Müdürü. Trabzon’un
Tonya ilçesinde doğdu. Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesinde (1987-1991) tarih alanında ve yüksek lisans ve doktora öğrenimini Almanya’da Münih Üniversitesinde (19922000) Doğu ve Güneydoğu Avrupa tarihi alanında yaptı. Jön Türkler ve Makedonya Sorunu üzerine yazdığı doktora teziyle doktor oldu. Münih Üniversitesinde bir süre öğretim
üyesi olarak çalıştıktan sonra 2003 yılında Türkiye’ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesinde çalışmaya başladı. Yakınçağ Osmanlı tarihi ve Balkan tarihi üzerine çok sayıda
kitap ve makalesi bulunmaktadır. Kitaplarından bazıları şunlardır: Die Jungtürken und
die Mazedonische Frage, Münih: R. Oldenbourg, 2003, Türkçe tercümesi: Jön Türkler ve
Makedonya Sorunu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2008; Doğu Rumeli’de Kayıp
Köyler: İslimye Sancağında Göçler, İsim Değişiklikleri ve Harabeler, İstanbul: Bağlam
Yayınları, 2008; Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu ile birlikte editörlüğünü yaptığı: 89 Göçü:
1984-89 Arasında Bulgaristan’da Azınlık Politikaları ve Zorunlu Göç, İstanbul: Yıldız
Teknik Üniversitesi Yayınları, 2012.
Müfid Yüksel
Bitlisli bir ailenin çocuğu olarak Muş’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da
tamamladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 1991’de mezun oldu.
Yüksek lisans çalışmalarını yine aynı bölümde yürüttü. 1995-2001 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Başkan Danışmanı olarak görev yaptı. Halen serbest
araştırmacı/yazarlık yapmakta. Bugüne kadar çeşitli gazete, dergi ve mecmualarda birçok
makalesi yayınlandı. 1987 yılında Zaman Gazetesinde başladığı gazete yazarlığını bugün Yeni Şafak Gazetesinde devam ettirmektedir. Yayınlanmış çalışmalarından bazıları
şunlardır: Kürdistan’da Değişim Süreci (Sor Yayıncılık, Ankara), Simavna Kadısıoğlu
Şeyh Bedreddin (Bakış Yayınları, İstanbul), Bektâşîlik: Ve Mehmed Ali Hilmî Dedebaba
(Bakış Yayınları, İstanbul).
İngilizce, Arapça, Farsça, Kürtçe ve Çağatayca bilmekte olup, İbranice ve Yunanca
üzerine çalışmalar yapmaktadır.
Marmara Üniversitesi tarih bölümünü bitirdi. Dünya Bülteni’nde üç seneden beri Tarih Dosyasının editörü olarak çalışıyor.
43
> 2012 HAZİRAN
İbrahim Tığlı
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
44
45
<
> 2012 HAZİRAN
100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI
> DÜBAM YUVARLAK MASA TOPLANTILARI
100. YILINDA
BALKAN SAVAŞLARI
Moderatör: Aynur ERDOĞAN
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
> 2012 HAZİRAN
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
46
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
Download