KİTAP DEĞERLENDİRMELERİ (BOOK REVIEWS) TÜRK SOSYOLOJİSİ YENİDEN KENDİ ÜZERİNE DÜŞÜNÜYOR. TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ: İSİMLER VE ESERLER* Yıldız Akpolat** Türk sosyolojisi, Ziya Gökalp’in İttihat ve Terakki Cemiyeti okullarında sosyoloji dersleri vermeye başlamasından itibaren neredeyse bir yüzyıllık bir geçmişe ve birikime sahip bir sosyolojidir. Türk sosyolojisi bununla birlikte, tıpkı batıda olduğu gibi, sosyoloji adı zikredilmese bile toplumsal ve siyasal dönüşümlere kafa yoran bir ön düşünsel geçmişin mirası üzerine oturmaktadır. Sayın Prof. Dr. Çağatay Özdemir’in büyük organizasyon başarısı ve Türkiye’de sosyoloji üzerine düşünen geniş bir sosyolog ve sosyal bilimci kadrosunun çabaları ile ortaya çıkan “Türkiye’de Sosyoloji” adlı kitap bize bu iki birikimi beraber görme fırsatı sunmaktadır. İlk iki cildi Phoenix yayınlarından çıkan kitabın basıma hazırlanan ciltleri de Türk Düşüncesinin özellikle modernleşme/batılılaşma sürecimize yeni öneriler getiren kendimiz olarak kalarak nasıl çağdaş bir toplum ve ulus olabileceğimiz doğrultusunda samimi çabaları olan düşünürlerimiz ile yeni kuşaklar arasında bir düşünsel bağ kurma gayretindedir. Hep sıkıntısını duyduğumuz düşünsel geleneğiniz var mı/yok mu sorularına bu ciltler bir cevap niteliğindedir. Türk düşünürleri ve aydınları akademisyen olsun ya da olmasın Türk toplumunun farklı boyutlarındaki batılılaşma çabalarımıza kafa yormuşlardır. Türk düşünce geleneği modern zamanlarda bu eksen etrafında belirlenmektedir. Bu itibarla bir sosyal düşünce geleneğimizin olduğunu söyleyebiliriz. * Bu yazı daha önce Türk Edebiyatı, Eylül 2008, Sa. 419’da yayınlanmıştır. Doç. Dr.; Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü. İletişim: [email protected] ** 196 Batıda sosyal düşüncenin eski Yunandan itibaren kendi sosyal, siyasal ve ekonomik sorunları üzerine bina olduğunu düşündüğümüzde Türk düşüncesinin de Türk modernleşmesi sürecine ve sancılarına cevaplar arayışının bir tecrübesi üzerine bina olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, nasıl ki batıda milliyetçilik kuramları arasındaki farklılaşmalar “millet” denilen yeni oluşumun çıkarları ile oluşmuş ise bizde de Türk milletinin oluşu/modernleşmesi ve batılaşmasına dönük öneriler biz kalarak değişimin anahtarını bulmaya yönelmiştir. Türk modernleşme sürecinde kaçınılmaz olarak batılılaşmanın gereğine inanılmış ancak kendi “istiklalimiz”den de taviz vermememiz gereğini hep akıllarda tutulmuştur. Türk sosyolojisi ve düşüncesi hep batılı olma ama “biz” in özgünlüğünün korunması doğrultusunda biçimlenmiştir. Sosyolojinin batı kaynaklı olması ve yeni Türk toplumunun batılılaşması ile birlikte bu toplumu analiz etmek için ithal edilen kuramlar hep bu kaygı ile tartışılmıştır. Batı sosyolojisi ve düşüncesinden ithal edilen kuramlar Türk toplumunun farklılığının kaçınılmazlığında tartışılmıştır. O yüzden ithalin kendisi sürekli bir yoruma tabi tutulmuştur. Aslında batının nicel gelişime karşı nitel bir farklılık vurgusu geç modernleşen batılı toplumlarda da görülmektedir. Örneğin Alman düşüncesi İngiltere ve Fransa’nın nicel gelişimine karşılık Hegel’den mütevellit bir “ruh” kavramını gündeme getirmiştir. Hegel’in formüle ettiği “geist” kavramı Durkheim da dönüşerek “kolektif bilinç” olmuş ve bu kavram Ziya Gökalp tarafından Türk düşüncesine tercüme edilirken “milli vicdan” ve “hars” olarak kendini göstermiştir. Emperyal batının saldırılarına karşın var kalma mücadelemiz esnasında bu nitel farklılığı Mehmet Akif ise “iman dolu göğsümüz gibi serhadımız” var diyerek ifade etmiştir. İşte emperyal batıya karşı varoluş mücadelemiz ya da batıya rağmen batılılaşmamız Türk düşüncesinin ve sosyolojisinin batıyı sürekli ikiye ayırmasına neden olmuştur. Bazen batı teknik ve kültür olarak ikiye ayrılmış bazen emperyal kapitalizm ve rasyonalite olarak ikiye ayrılmış bazen batı medeniyeti ulusların ortak üretimi olarak kabul edilmiş bazen de batı medeniyetinin kökeni Türk medeniyeti olarak gösterilmiştir. Bu çabaların altında batıya karşı nitel farklılığımızın altını çizmek ve onurumuzu kurtarmak vardır. Nasıl ki toplumlar farklı ama birlikte yaşamanın çözümleri ile oluşmuş ise medeniyet dairesinde de Türk ulusunun farklılığına rağmen bu 197 medeniyet dairesinin içinde diğer uluslar ile birlikte yaşamasının mümkün olduğu söylenmeye çalışılmıştır. Nazım Hikmet’in dizelerinde dile gelen “Bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi birlik ve kardeşçesine” yaşamak gerek bir toplum içinde gerek uluslar arası düzeyde farklılığın korunarak birlik içinde yaşanabilineceğine dair bir Türk idealinin evrensel boyutlarda tecellisinin umuduna işaret etmektedir. Türk sosyolojisinin kendi üzerine düşünme pratikleri son çıkan kitaptan öncede tartışılan bir konudur. Bunun ilk örnekleri Hilmi Ziya Ülken’in 1933’de yayımlanan “Türk Tefekkür Tarihi” ve 1966’da yayınlanan “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” adlı eserleridir. Ülken bu kitabında Tanzimat’tan 1950’lere kadar Türk düşüncesinin nasıl bir seyir izlediğini, düşüncenin temel argümanlarını, paradigmatik dönüşümleri Türk düşünürleri etrafında ele almıştır. Ülken, Türk düşünürlerini toplumun bunalımlarına duyarlı olan, fildişi kulelerde yaşamayan, sorumluluğunu bilen ancak henüz orijinal fikirler üretemeyen ve yüzeysel olan olarak değerlendirmektedir (Ülken, 1992; 16). Bununla birlikte Ülken, Türk düşüncesinin sentez yapabilen kafalar ile daha da gelişebileceğine dair iyimserliğini de korumaktadır (Ülken, 1992; 489). Ülken’in ifade ettiği “sentez” yapabilmek, Türk düşünürlerinin yukarıda belirtildiği üzere batılı olan ile Türk gerçeğini ele alırken, batılı kuramı Türk toplumuna uyarlayabilme, yorumlayabilme kapasitesine gönderme yapmaktadır. Hem farklı hem batılı olma Türk düşüncesinin Ziya Gökalp’ten itibaren sentezci olmasının saikidir. Hepten farklılığın bizi yerel kalmaya ittiğinin farkındadır, Türk düşünürleri. Batıdan kopmanın tamamen yerli olmanın, düşünülen Türk modernleşmesinden Türk toplumunu koparacağının farkındalığıdır, bu. Aşırı batılılaşma gibi aşırı yerlilik ve özgünlük vurguları da Türk modernleşmesinden umulan değildir. Çünkü batı ile farklılığın aşırılaşması Türk toplumunu aşırı oryantalize etmenin dışında bir anlama sahip değildir. O yüzden Türk düşünürleri ve siyasetçileri Türk toplumun bir İslam ya da Üçüncü Dünya ülkeleri arasında sayılmasına direnç göstermiştir. Sürekli bir “şanlı geçmiş” vurgusu ikinci ya da üçüncü ligde bir ülke sayılmamamıza gösterilen tepkidir. Bunun gibi “azgelişmiş”, “sömürgeleşmiş”, “yarı-sömürge” gibi yaftalamalara karşı da bir direnç daima vardır. Baykan Sezer’in, Türk toplumunun farklılığının ontolojik farklılıktan ziyade batı ile çıkarsal farklılık etrafında ele alması Türk toplumunun aşırı yerlileştirilmesine karşı bir okuma olarak ele alınabilir. Türk sosyolojisi Üzerine bir self-refleksiyon çalışması Hasan Ali Koçer’in 1975’de yayınlanan “Türk Sosyologları I” adlı eseridir. Ülken’in kitabından daha dar kapsamlı bir eser olan bu kitapta Türk sosyolojisinin kurumlaştığı II. Meşrutiyet dönemine ağırlık verildiği görülmektedir. Koçer eserinin önsözünde sadece batılı kuramları aktaran bir Türk sosyolojisinin sıkıntılarından bahsetmektedir. Ona göre, sosyal problemleri anlamak kadar bu sosyal problemleri anlamak için kafa yoranları anlamak da önem arz etmektedir (Koçer, 1975; I). Kronolojik sıra ile Türk sosyolojisi üzerine bir diğer eser, Orhan Türkdoğan’ın 1977’de yayınlanan “Çağdaş Türk Sosyolojisi: Araştırma, Yöntem ve teknikler” adlı kitabıdır. Bu eser özellikle 1950-1970 arası akademisyenlerin Türk sosyolojisi çalışmalarına yoğunlaşmaktadır. Seçilen çalışmalar alan çalışmalarıdır. O dönemde yapılmış olan Toplumsal Yapı ve Değişme kapsamındaki köy, kasaba monografileri tartışılmaktadır. İlk iki eser daha ziyade Türk modernleşmesi için geliştirilen teorik önerileri gündeme getirirken bu eser Türk sosyolojisindeki yeni bir eğilim olan alansal uygulama çalışmalarını gündeme getirmesi Türk sosyolojisinin ağırlıklı eğilimini vermesi itibariyle önemlidir. Türk sosyolojisi zuhurunda Türk modernleşmesine ilişkin çözümler arama ile biçimlenirken gittikçe Türk top0lumunun kendisinin nasıl modernleştiği üzerine eğilmektedir. Bu eser Türk sosyolojisindeki değişimi vermesiyle Türk Sosyoloji Tarihine katkı yapmaktadır. Türk sosyolojisini isimler bazında ele alan bir diğer çalışma Emre Kongar’ın derlediği 1982’de iki cilt halinde yayınlanan “Türk Toplumbilimcileri” adlı eserdir. Bu eser Çağatay Özdemir’in derlediği son eser gibi Türk sosyologlarının farklı sosyal bilimciler tarafından yazılması ile hazırlanmıştır. Konu ile ilgili ilk üç eser tek bir isim tarafından yazılmasına rağmen bu son iki eserin farklı isimlerin kaleme aldığı eserler olması Türk sosyolojisindeki farklı bir eğilime dikkat çekmektedir. Bu da artık sosyologlar arası işbirliğine dayalı eser yazma eğilimidir. Nitekim Çağatay Özdemir’in 2002’de derleyerek yayınladığı ve son derlediği kitaba da esin kaynağı olan “Sorgulanan Sosyoloji” adlı eser gerek Türk sosyolojisinin kendi üzerine düşünme pratiğine yönelik gerekse işbirliğine dayalı eser üretme eğilimine bir işarettir. Özdemir Türk sosyologlarının Türk sosyolojisi üzerine görüşlerinden yola çıkarak yaptığı çözümlemede; Türkiye’de sosyologların sosyolojinin ideolojik boyunduruğa girmemesi konusundaki hassasiyetlerinin ön plana çıktığını, doğu toplumları için de sosyolojinin bir ihtiyaç olduğunu, mikro ve makro sosyolojik çalışmaların birlikte yürütülerek toplumun envanterinin çıkarılması gereğini ve sosyolojinin batı güdümünden çıkması gereğini vurgulamaktadır (Özdemir, 2002; xviii). Tekrar “Türk Toplum Bilimcileri” adlı esere dönersek, eserin Özdemir’in derlediği “Türkiye’de Sosyoloji” adlı kitaptan farklı olarak kapsamının daha dar olduğunu söyleyebiliriz. Eser daha ziyade Cumhuriyet dönemi Türk sosyologlarını ele almaktadır. Türk sosyolojisine dönük olan ancak daha ziyade Türk sosyolojisinde akademisyenlerin 1928-1968 yılları arasındaki yaptıkları çalışmaların bir dökümü olan Mahmut Tezcan’ın bibliyografik çalışması da Türk sosyolojisi üzerine geniş kapsamlı çalışmalara rehber olabilecek niteliktedir (Tezcan, 1969). Eserde Türk sosyologlarının çalışmaları konu itibariyle bölümlenerek verilmesi bize Türk sosyolojisinin hangi konularda çalıştığını göstermesi açısından önemlidir. Türk sosyolojisinin genel eğilimleri ve Türk sosyolojisinin nasıl bir yol takip edebileceğine dair öneriler sunan Baykan Sezer’in 1988’de yayınlanan “Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları” adlı eseri de anmakta fayda vardır. Bu eser, diğerleri gibi tanıtıcı olmaktan ziyade Türk sosyolojisi üzerine kuramsal bir deneme olma özelliğini taşımaktadır. Baykan Sezer’in batı sosyolojisine dair çözümleyici eseri olan “Sosyolojinin Ana Başlıkları” adlı kitabında var olan yaklaşımının bu sefer Türk sosyolojisi üzerine geliştirdiği bir eserdir. Baykan Sezer bu kitabında, Türk sosyolojisinin temel eğilimlerinin Türk toplumunun ve siyasasının zorunlulukları ile belirlendiğini söyleyerek ilk kitabında yaptığı gibi sosyolojinin sosyolojisini yapmaya girişmektedir. Ve Türk sosyolojisinin önündeki alternatifleri belirler, buna göre Türk sosyolojisi ya batı sosyolojisinin geliştirdiği kavramları olduğu gibi benimseyecek ya bu kavramları yeniden tanımlayacak ya da Türk toplumuna uygun olan yeni sosyolojik kavramları geliştirecektir (Sezer, 1988; 9-10). Sezer Türk toplumuna ilişkin sorunlara uygun kavram ve yöntemler ile Türk sosyolojisinin bu sorunlara ilişkin çözümler üretme sorumluluğuna dikkat çekmektedir. Bu kronolojik girişten sonra Türk sosyolojisinin kendi üzerine düşünme çabasının son eseri olan Çağatay Özdemir’in derlediği “Türkiye’de Sosyoloji” adlı kitabın diğerleri ile benzerliği ve farklılığını analiz edebiliriz. 200 Söz konusu eser hem ele aldığı isimler hem de yazar kadrosu itibariyle daha geniştir. Bu itibarla kendine en yakın gibi görünen “Türk Toplumbilimcileri” adlı eserden önemli ölçüde farklılaşmaktadır. Ele alınan isimlerin genişliği onu daha ziyade Ülken’in “Türkiye’de Çağdaş Düşünce” adlı eserine daha yakın kılmaktadır. Bununla birlikte çok geniş bir yazar kadrosunun olması gerek Özdemir’in Türk sosyologlarını bir araya getirme başarısının gerekse Türk sosyolojisinin kendi içindeki ekolleşmeye rağmen işbirliği kapasitesinin önemli bir göstergesidir. Bununla birlikte Tanzimat’tan itibaren Türk düşüncesinin temel problemi olan modernleşme/batılılaşma üzerine düşünme pratiği ile Türk sosyolojisi arasındaki bağı verebilmesi itibariyle de önemlidir. Eser bu sürekliliği Ülken gibi yakalayabilmiştir. Yüzyıllık bir düşünsel birikimi kavrama istemi kitapta sadece sosyologların değil farklı cenahlardan samimi ideologların da kaleme alınmasına saik olmuştur. Nitekim kitabın gelecek ciltlerinde milliyetçi ve İslamcı ideologlara yer verilmesi bize bunu kanıtlamaktadır. Türk sosyolojisinin genel eğilimleri milliyetçilik ve batıcılık olduğuna göre bu kanalda sözü olanlara yer vermek kitabın kavrayış gücüne işaret etmektedir. Bir gelenek ancak bugünün perspektifi ile geçmişin bugüne taşınması ile canlı tutulabilir. Bu itibarla kitapta genç yazarlara yer verilmesi, geçmişte Türk toplumunun problemlerini o günün kavramları ile yorumlayanların düşüncelerini bugünün kavramları ile yeniden yorumlanmasına ve Türk düşünce geleneğinin canlı tutulmasına saik olacaktır. Kitabın bir diğer hoşluğu ele alınan bazı isimlerin aynı zamanda yazar kadrosunda da bulunmasıdır. Örneğin Kurtuluş Kayalı ve Nilgün Çelebi gibi yazarlar aynı zamanda üzerine yazı yazılan isimler arasındadır. Yorumlamanın ufukların kaynaşması denilen şeyi hem geleneğin yeniden yorumlanmasında hem de yazarların aynı zamanda ele alınan isimler olmasında tecelli etmektedir. Aynı zamanda kitapta Türk sosyolojisine Katkı yapmış olan yabancı sosyologlara da yer verilmesi Türk sosyologlarının hatırşinas olduklarına ve kitabın milliyetçi bir çizgisinin olmadığına da delalet etmektedir. Örneğin Hüseyin Akyüz, Hans Freyer’i Nilgün Çelebi ve Sezgin Kızılçelik ise Gerhard Kessler’i kaleme almışlardır. Kitabın tek handikapı bazı çok da özenli yazılmamış yazıların gene bir insani değer olan verilmiş sözün icabı olarak basılmış olmasıdır. Bununla birlikte üzerine yazı yazılmış olan sosyologların eleştiriye tahammülsüzlüğüne de 201 vurgu yapılmalıdır. Bilimsel yazıların ideoloji bağımsızlığı tartışılabilse de özgürce yazılmaları gereği asla tartışılamaz. Özellikle genç yazarların özgürce yazı yazma hakları tehdit altında olmamalarıdır. Gerek bir editör gerekse bir hoca olarak Çağatay Özdemir’in bu konuda genç yazarlara sağlamış olduğu özgürlük ortamı ve koruyuculuğu takdire şayandır. Türk sosyolojisinin kendini düşünme pratiğinin bu son örneği, klasik bir eser olmaya adaydır. Klasik eserler popüler yayınlardan farklı olarak zaman içinde değerini bulacak eserlerdir. Ayrıca kitapta yer alan yazıların sadece bir özet yazı değil değerlendirici yazılar olmaları bu kitabın değerini arttıran önemli bir husustur. Türk sosyologları kendi geleneklerinin ürünlerini hem tanıtmakta hem de değerlendirerek, yorumlayarak geleneğin canlı tutulmasına katkı sağlamaktadırlar. Sosyoloji zuhurunda interdisipliner bir üst sosyal bilim olarak biçimlenmiştir. Bu itibarla kitapta yer verilen isimlerin salt sosyolog değil tüm sosyal bilimcileri konu edinmesi sosyolojinin kendine yaraşır bir genişliğe ve kavrayış gücüne sahip olduğuna işaret etmekle birlikte bu konuda taassupların aşılmasına söz konusu eserin katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Sonuç itibariyle “Türkiye’de Sosyoloji” adlı eser Türk düşüncesi ve Türk sosyolojisine dair yazılmış en kapsamlı ve nitelikli bir eser olarak artık bir Türk sosyolojisinin tecelli etmiş olduğuna bir kanıttır. Türk sosyolojisinin nereden geldiğine ve nasıl biçimlendiğine dair özel kitapların yanı sıra geniş katılımlı ve müzakereci bir Türk sosyolojisi kongresi de bu tecelliyatın bir simgesi olabilecektir. Sosyoloji geleceğe karşı daima iyimser olmuştur Türk sosyolojisi de gerek konusu olan Türk toplumuna ve kendi geleceğine dair iyimser tavrını sürdürdükçe varlığını da devam ettirebilecektir. Biraz daha kendi konumuza karşı duyarlı olmak bu konu üzerine yazılmış olan emek ürünü samimi çalışmalara hoş görülü olmak da Türk sosyolojisinin gelişimine katkı yapacaktır, diye düşünmek iyimser tavrımızın bir göstergesidir. 202 KAYNAKÇA - Koçer, H.A., (1975), Türk Sosyologları I, Türk Sosyoloji Tarihi Araştırmaları No I. - Kongar, E., (1993), Türk Toplumbilimcileri 1-2, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2. basım. - Sezer, B., (1988), Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları, İstanbul, Sümer Kitabevi yay. - Tezcan, M., ( 1969), Türk Sosyolojisi Bibliyografyası 1928-1968, Ankara, Ankara Üni. Eğitim Fakültesi yay. - Türkdoğan, O., (1977), Çağdaş Türk Sosyolojisi: Araştırma, Yöntem ve Teknikler, Erzurum, Atatürk Üni. İşletme Fak. Yay. - Özdemir, M.Ç., (2002), Sorgulanan Sosyoloji, Ankara, Eylül yay. - Özdemir, M.Ç., (2008), Türkiye’de Sosyoloji: İsimler-Eserler I-II, Ankara, Phoenix yay. - Ülken, H.Z., (1992), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, Ülken yay. 3. baskı.