ROMA DİNİ

advertisement
1
ROMA DİNİ
Her ne Kadar Romalılar soyca Greklerle akraba ve köken itibariyle dinleri de birbirine bir ölçüde
benzer idiyse de siyasi tarih içerisindeki çatallanmalar, şahsi ve içtimai mizaçların farklılığı neredeyse
eş zamanlı olarak farklı bir din tipi geliştirecek kadar büyüktü. Bilindiği üzere Greklerin gerilemesi ve
çözülmesi İtalya'da tedrici bir yükselişe karşılık geldi; bir yandan eski Roma'nın yekvücut hale gelmiş
halkı kabile tanrılarını muhafaza ederken bir yandan da Grek tanrılarının çeşitliliği Roma'da kısa ve
özlü bir tapınmayla temsil edildi; ve daha sonra Grek tanrıları ya de novo benimsendi ya da eski
İtalyan tanrılarının bazılarıyla özdeşleştirildi. Latince isimleriyle aşina olduğumuz tanrıların çoğu
Roma'da, yavaş yavaş ve katı bir disiplinle, bu küçük şehrin kaderinde dünyanın gelecek fethi
şekillenirken, nadiren bilinmekte ve kesinlikle tapınılmamaktaydı.
Peşinen ifade etmek gerekirse, Romalılar ve Greklerin din anlayışları esas itibariyle yine de birbirine
benzerdi. Tabiata tapma, tabii güçlere kişilik izafe etme, kahraman ve atalara tapınma değişik
derecelerde terkip halindeydi. Her tabii hadisede ruhlar tasavvur edilir ve yaradılış ve yaratıkların
mütemadiyen yenilenmesi ruhlarla ilişkilendirilirdi; fakat çok eski zamanlardan itibaren Romalılar
dinlerini Öreklerden daha fazla ciddiye aldıkları gibi, seleflerine göre daha az neşeli, kendilerinden
daha az emin, fakat daha endişeli, daha gururlu oldukları da bir vakıadır, ibadetlerinde Korku ve
sakınma daha bir belirgindi, tanrıların hüviyetlerini ve isimlerini çekinmeksizin anmaya cesaret
edemezlerdi. Dolayısıyla mitolojileri muhayyile zenginliği bakımından bir hayli kusurludur; ve
Öreklerin fevkalade üretken olduğu harikulade öykülerden neredeyse tamamen yoksundur. Bununla
beraber Roma da din hususunda kendi tarzında oldukça yaratıcıydı; her işle, her yerle, her nesne ile
ilgili özel bir ruh düşünülüp tasarlanmıştı; her bir insanın, her bir ailenin, her bir klanın Kendi
koruyucu ruhu vardı; ve her devlet veya şehir için ayrı tanrılar kabul edilmişti, bununla beraber
Romalıların bunlara tapınması halkın kabulüyle olurdu. Tanrıları niteliklerine göre ve soyut adlarla
isimlendirmek Romalıların dinî düşünceleri için ortak bir özellik olarak kabul edilebilir. Roma tanrıları
evlenmez ve çocuk sahibi olmazlar, görünmeksizin ölümlüler arasında dolaşmazlar. Ancak yine de
onlara hürmet eden insanların düşünceleri üzerinde güçlü bir etkiye sahiptiler ve biz Batılılar bu en
anlamlı Religion (din) sözcüğünü onlara borçluyuz.
Roma'nın en görkemli zamanlarında bile Latin festivalinin Alban tepelerinde devam etmesi Alban'ın
Roma'dan daha iptidai dinî ve milli bir merkez olduğuna tanıklık eder. Festivalde Jüpitere (luppiter)
Latinlerin tanrısı olarak bir öküz (beyaz bir boğa) kurban edilir, çeşitli topluluklar ortak bir festivale
sığır, süt ve peynir vb. ile katkıda bulunurlardı. Burada Roma dininin oluşumunda yer anlan unsurları
en asli biçimlerine kadar takip etmek imkânsızdır, fakat oldukça erken bir zamanda en azından üç
kabilenin bunda payının bulunduğunu söylemek yanlış değildir; en eski dinî toplulukların üçe
bölünebilir bir sayıdan oluşması da bunu doğrular; ve kasabaların kuruluşundan daha önceki bir
https://hasanfirat.com
2
ROMA DİNİ
zamana erit olan en eski şenlikler halkın hayvancılık ve tarımla uğraştığını gösterir. Burada bilinen
Romus ve Romulus efsanesine değinmeyeceğiz, fakat şu kadarına işaret edelim ki Palatium
Tepesinde Roma'nın kuruluşuyla ilgili çeşitli tabiatüstü hadiselerin vuku bulduğuna yaygın olarak
inanılıyordu; Jüpiter'in rahibi burada yaşardı; Lupercus'un sığınağı ve Mars'ın Sıçrayan Rahiplerinin
buluşma yeri buradaydı; bununla birlikte bu eski zamanlarda burada tapınaklar yoktu. Guirinalis
Tepesi'nin başlarda farklı bir topluluğun yeri olması ve daha sonra Palatium ile birleşmesi
muhtemeldir; ve onun kalesi yahut Capitolium'u bir Jüpiter, luno ve Minerva ve sadakat tanrıçasının
(Dius Fidius) tapınağıydı (daha sonra yerini yeni Capitolium ve onun tapmaklan almıştır). Mars ve
Lupercus'un da Guirinalis Tepesinde rahipleri vardı. Yakın zamanlarda Esquilinae ile ilgili tarih öncesi
kalıntılar en azından i.ö. beşinci yüzyıla kadar geri giden en iptidai türden mezarlar bulundu; bu da
gösteriyor ki burası kesinlikle bir üçüncü yerleşim yeriydi.
Daha sonraki, fakat yazılı belgelerle aydınlatılabilen tarihe nazaran hâlâ erken bir dönemde,
Romalılar Etrüsklere alt birçok şeyi kendilerine malettiler ve sahip olduktan tanrıları Etrüsk
tanrılarıyla özdeşleştirdiler. Burada Etrüsklerin ırki köklerini ve akrabalıklarını incelemeye
kalkışmayacağız; dinî kalıntılarında Romalılar gibi Ari olduklarını yadsıyan çok az şey vardır. Etrüskler
iki küme tanrı kabul ediyorlardı -doğrudan dünya işlerine müdahale (veya idare) edenler (Dil
consentes) ve isimsiz olan diğerleri. Tunia (Romalılar tarafından Jüpiter ile özdeşleştirilmiş), Uni
(luno), Meurfa (Minerva) bu ilk kümeye dahildir; fakat bunların işlevlerinin bazı bakımlardan
mütekabil Roma tanrılarınınkinden farklılaştıklarını görüyoruz. Jüpiter savaş tanrılarıydı, bununla
beraber barış esnasında da her şeye hükmettiğine, toprağa onun üretkenlik verdiğine inanılırdı.
Minerva hem zırhlı hem kanatlıydı; Kaderi temsil eder, bir yılanla sembolize edilirdi. Venüs Turan,
Bacchus Phuphluns, Mercurius Turms isimleriyle biliniyordu; Etrüskler başka birçok Grek tanrısını da
benimsemişlerdi, lanus (Janus), Saturnus, Silvanus, Mantus, Voltumna Etrüsklerin tabiat tanrıları
arasındaydı; ayrıca Roma'da belirgin bir şekilde görünen Larlar, Penatlar vb. küçük tanrıların da
Etrüsk kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Hiç şüphesiz bunların Roma'da yerleşmesinde Tarquinler
(Tarquinii) döneminin katkısı büyüktür. Tapınaklarının kalıntılarına sahip değiliz, fakat kare biçimine
yaklaştıkları görülmektedir. Bununla beraber mezarlarından çoğu korunmuştur ve heykeller,
bunların üzerlerindeki kitabeler ve resimler, dinleriyle ve diğer gelenekleriyle ilgili bilgimizin en
önemli kaynağını teşkil eder. Tuhaf ve kasvetli olduğu anlaşılan ve bizce sırrına erilemeyen bazı itici
uygulamalarla dolu olan dinî törenleri kimi kayıp kitaplarda tasvir edilmiştir, Hayvanların iç
organlarından, tabii hadiselerden ve şimşekten (yola çıkarak) kehanet belli kurallar çerçevesinde
oldukça yaygınlaşmıştı. Bunların yorumuyla görevlendirilmiş ve bir rahiplik zümresi oluşturan aileler
vardı. Kuşkusuz Etrüskler Roma dini üzerinde kahinlik, teleologi, hatta tapınaklarının mimarisine
kadar büyük bir tesire sahiptiler.
Şimdi Jüpiter'le başlayarak Roma tanrılarıyla ilgili açıklamalar sunacağız; ve doğal olarak Romalıların
kendi tanrıları açıklamalarda daha büyük bir yer tutacak. Jüpiter sözcüğü Jeu piter. Dıeu pterin yerini
tutar-sözcüğün ilk bölümü kök olarak divus dyaus, gök ile ortaktır. Dolayısıyla Jüpiter göksel baba
anlamına gelir; ve bu anlamla uyum içinde Romalılar gökteki her türlü değişimleri, yağmur, fırtına,
gök gürlemesi vb. ona atfederler ve haddizatında bunların her biri için ona Jüpiter Pluvius (Yağmur
Yağdıran), Fulgurator (Şimşek Çaktıran), Tonans (Gökleri Gürleten) gibi ayrı isimler verirlerdi. En iyi
ve en yüce anlamlarına optimus ve maximus, Capitolium'da oturmasından ötürü Capitolinus,
Imperator, Uictor, Triumphator vb. denirdi; bu isimlerin çoğuyla çeşitli yerlerde birçok tapınakları
vardı. Capitolino Tepesine yerleşmesi Tarquinler zamanındadır; fakat çok daha sonraları da diğer
tapınaklarda müstakilen tapınıldığı bilinmektedir. Jüpiter'in bir belirgin özelliği iradesini, bunları
bıkıp usanmaksızın araştıranlara, özellikle gökteki işaretlerle ve kuşların uçuşuyla gönderdiği
alametlerle açıklamasıydı. İlk başta hem ölülerin hem dirilerin tanrısıydi; fakat Yunanistan'da olduğu
gibi Komada da bu ilk özelliği zamanla unutulmuştur. Jüpiter insan toplumunun hamisi ve
koruyucusuydu, bu hüviyetiyle yeminlerin kutsallığına, yabancıların haklarına ve devletin birliğine vb.
göz kulak olurdu. Aynı zamanda Victor (Galip, Muzaffer) sıfatıyla insanları savaşa sevkederdi;
savaştan dönüşlerinde komutanlar tarafından kendisine şükranlar ve kurbanlar sunulurdu. Bir
anlaşmayı neticelendirirken Romalılar Jüpiter'in sembollerini bir çakmak taşı, bir asa ve tapınağından
bir tutam ot alırlardı. Konsüller göreve seçilmeleri üzerine Jüpiter'e kurban sunarlardı, gençler toga
virilis erkek cübbesi giydiklerinde de aynı şeyi yaparlardı. Her vazifenin başında kendisine yakardırdı.
Belli başlı Jüpiter şenlikleri Roma (Ludi Romani) ve Büyük Şenlik [Epulum lovis), Capitolium ve Pleb
şenlikleriydi: bunların hepsinde Capitolium daki magister ve senatörlerin bir ziyafeti olurdu. Bu
ziyafetlerde, sanki bir kabile ve onun tanrılarının aile şenlikleriymiş gibi, Jupjter, Iuno ve Minerva için
yerler ayrılırdı. Jüpiter tapınışının kökleri Etrüsklere uzanan kendine özgü birçok özelliği vardı.
Jüpiter'in (Flaman Dialis denen) rahibinin bir cesede el sürmesi yasaktı; ve karısı öldüğü takdirde bu
https://hasanfirat.com
3
ROMA DİNİ
görevini kaybederdi. Birçok tabuları vardı; bir ordu görmemeli, geceleyin şehri terk etmemeli,
vazifesinin işareti olan başlığı çıkarmamalı, bir köpeğe dokunmamalıydı, vb.
Işık tanrısı olduğundan beyaz renk Jüpiter için kutsaldı; aynı şekilde beyaz hayvanlar da onun için
kutsaldı. Kurban sunacakları vakit konsüller beyaz elbiseler giyer, rahipleri beyaz başlıklar takardı.
Fildişinden bir taht üzerinde oturduğu tasavvur edilen tanrının, sağ elinde bir yıldırım destesi, sol
elinde bir asa, tahtının kenarında oturan bir kartal vardı. Örek eğitiminin Roma'da yaygınlık
kazanmasıyla birlikte tanrı Öreklere özgü başka bazı özellikler de kazandı, burada bunların
ayrıntılarına girmemize lüzum yoktur.
Sonraları Öreklerin Hera'sıyla özdeşleştirilmiş olan Iuno özünde Zeus'un karısına pek benzemezdi.
Roma'ya Devlet ve toplum tannçası olarak kabul gördüğü Etrüsk şehirlerinden getirilmişti, bununla
beraber orada tabiat ile ilgili işlevleri yoktu. Roma'da eril özelliği baskın olan Jüpiter'den farklı olarak
kadınlarla ve bilhassa genç kızlar ve evlilikle ilgili her şey onunla ilişkilendirilmişti; dolasıyla
doğumlardaki yardımı nedeniyle Iuno Virginalis ve Matrona ve aynı zamanda Lucina diye tanınmıştı.
Bunlardan başka, çoğu kez seçkin tapınaklarla birlikte anılan çeşitli isimler de verilmiştir. Eski Roma
takvimine göre Mart'ın (Mars) ilk gününde düzenlenen büyük şenliğinde Matronalia Esquilinae
Tepesindeki Lucina tapınağına büyük bir (iffetli) kadınlar ve bakireler alayı tertip edilirdi.
Eski dönemlerde Mars'ın, Roma'yı oluşturmak üzere bir araya gelen şehir Devletlerinden, hiç
olmazsa birinin baş tanrısı olması ihtimali kuvvetlidir. Marspiter (baba Mars), yahut Maspiter, keza
Mavors ya da Maurs adıyla tapındırdı. Mamers Sabinler arasındaki adıydı. İlk başlarda tamamen bir
ziraat tanrısı, kışın kötü etkilerinin üstesinden gelen bir bahar tanrısı olup olmadığını kestirmek
güçtür; fakat tabii sebepler dairesinde, ziraatin meyvelerini korumak için savaş zorunluluğunun
Mars'ın, eski özelliklerini büsbütün yitirmeksizin, bir savaş tanrısma dönüşümünde payını arayan
düşünme şekli büsbütün yanlış olmasa gerektir. Bununla beraber o hâlâ ışığı veren, gökleri gürleten
ve yağmuru gönderen gök tanrıydı. Eski zamanlarda kuraklığı gidermesi, salgın hastalıkları
uzaklaştırması vb. amacıyla Mars için yatıştırıcı törenler yapılırdı. Mars rahipleri (flamen) bir şenlikte
ekinlerden küf hastalısını gidermesi için bir koyun ve kızıl renkli bir köpek kurban ederlerdi. Met
dönemlerinde Mars için “kutsal bir kaynak” iver sacrum) takdis edilir ve bundan böyle doğan her şey
ona kurban edilirdi. Jüpiter gibi o da orakller ve alâmetler gönderirdi ve bir ölüm ve ölüler tanrısıydı.
Mars'ın Palatium Tepesindeki Salil rahipleri Martın ilk gününden itibaren günlerce betti bir ilahi
söyleyip, şehrin bütün tanrılarını, fakat bilhassa Mamurius veya Mamers'i zikrederek, Roma'nın çeşitli
yerlerinde zırhlarla dans ederlerdi. Mars için Romulus ve Romus'un babası olarak ünlü olması
nedeniyle Guirinus (bir Sabine sözcüğü") ismi de kullanılırdı: ve kutsal hayvanı onların anaları olan
kurttu. Eski savaş tannça- sı Bellona'nın Mars'ın kız kardeşi veya kızı, veyahut karısı olduğu söylenirdi.
Halkıyla birlikte savaşa giderken Mars, Gradivus diye bilinirdi: bir ziraat tanrısı olaraksa Silvanus
denirdi. Geç dönemlerde Greklerin Ares'inin nitelikleri de Mars'a izafe edilmiştir.
Roma tanrılarının hiç kuşkusuz en eskilerinden biri olan lanus (Janusl, hem kökeni, hem de gerçek
karakteri bakımından karanlık bir tanrıdır. Güneş ve ayı kişileştiren iki yüzlü bir tanrı olarak ve yılın
lanuarius (Ocak") ile başlayışıyla ifadesini bulan bir açılış ve başlangıç tanrısı olarak muhtelif
şekillerde resmedilir. Kapılarla ve taklarla daha sonraları ilişkilendirilmiş olmalıdır: savaşın başında
açılan lanus'un kapılan Ianua, kapıl barış avdet ettiğinde tekrar kapanırdı. Tanrının en eski temsilleri
basitçe çift yüzlü baştır, daha sonraları yapılan eksiksiz heykelleri dörtyüzlü yapılmıştır. Böyle bir
heykel lanus tapınağı olarak bilinen çift kapılı geçidin altına konurdu: savaşta açık kapılar tanrının
halkıyla birlikte savaşa gittiğini işaret ederdi. Fakat lanus aynı zamanda bütün uğraşlara ve işlerin
başlangıcının tanrısı olarak da görülürdü: ve başarısızlığı, yeniden başlamayı gerektiren, kötü bir
başlangıca atfetmeleri Romalıların belirgin bir özelliğiydi. Başlangıcı Jüpiter elverişli bir işaretle
onaylayıp lanus da kutsadığından, her işe başlarken önce bu iki tanrıya yalvarttırdı. Yeni Yıl'ın İlk
Günü lanus'un özel şenliğiydi, insanlar bu günde her sözünün ve işinin saf ve muvafık olması için
büyük bir titizlik gösterirdi. Dolayısıyla birbirlerine hediyeler verirler, kötü sözler söylemekten, kavga
ve çekişmeden sakınırlar, yıl boyu sürecek işlerinden bazılarına başlarlardı. Uygun sunuları çörek,
arpa, tütsü ve şaraplı; bunlar her ayın başında sunulurdu, ismine her zaman yakarılır, başta tanrılara
kurban sunmazdan evvel ona şaraplar sunulurdu, lanus'un İtalyan kabilelerinden birinin, hem geçmiş
hem gelecek hakkında eksiksiz bir bilgiye sahip olduğuna inanılacak kadar hafıza ve öngörü gücü
sergilemiş, dolayısıyla öldükten sonra bu üstünlükleriyle tannlaştırılmış olan oldukça eski bir kralını
temsil ettiği anlaşılmaktadır. Bunu kendi ziraat tanrılarından biri olan Saturnus ile özdeşleştirilen
Greklerin Kronos' unun titanlara yenilmesinden sonra tahtını onunla paylaşan İtalya’nın kralı lanus'a
sığınması ve böylelikle mutlu bir altın çağın başlamasıyla ilgili öykü de doğrulamaktadır. Saturnus'un
Capitolino Tepesinin eteklerinde Devlet yasalarının ve kamu hâzinelerinin korunduğu bir tapınağı
vardı. Saturnus isminin kökü haddizatında ekmek (sero, sevi, satum) fiilinden türer ve muhtemelen
tanrının başlatıcısını temsil eder, karakteri Kronos'dan ziyade Demeter'inkini arıdırır. Karısı bereket
tanrıçası Ops'du, daha sonraları Kronos'un karısı Rhea ile özdeşleştirilir.
https://hasanfirat.com
4
ROMA DİNİ
Eski Roma üçlemesinin (Jüpiter, luno ve Minerva-mens, akıl ile aynı kökten türer) üçüncüsü Minerva,
düşünce ve buluşun, hatta Varo'ya göre, her türlü fikrin, kişi olarak tecessüm etmiş halidir. Sayılan
bulduğu söylenir, aynı zamanda her türlü sanatın ve ticaretin koruyucusudur. Bir bakire tanrıça
olduğundan, bilhassa eğirme, bükme, dokuma l ve dikmede vb. hünerler verdiği kadınları korur. Aynı
zamanda bir savaş tanrıçasıdır da; başarı için gerekli olan zihinsel nitelikleri -kurnazlık, basiret,
cesaret ve sebatkarlık bahşeder: dolayısıyla bir miğfer, kalkan ve örme zırh giyer. Müzik aletlerinin,
bilhassa üflemeli çalgıların mucitti olarak, şenlik kutlamaları için büyük önemi haizdi; bu şenliklerde
kullanılan aletler Mart'taki Minerva şenliğinin son gününde temizlettirdi. Okulların koruyucusuydu:
ve şenliği boyunca çocuklar tatil yaparlar, öğretmenlerine Minerval diye bilinen özel hediyeler
getirirlerdi.
Roma'daki en eski tanrılardan biri, ocak tanrıçası Vesta nitelikleri bakımından Greklerin Hestia'sına
oldukça benzer. Her Romalı ailenin yemeğinde, Penatlarla birlikte tazim edilirdi: fakat büyük tapınağı
Capi tolino ve Palatium Tepeleri arasındaydı, burada bir heykel yerine hiç sönmeyen bir ateş yanar ve
bakire rahibeler, Vestallar tarafından korunurdu. Adına düzenlenen büyük bir şenlik, Vestalia,
Haziran'ın dokuzunda kutlanırdı.
Romalıların eski tapınma objeleri arasında, bilhassa ziraatla irtibatlı birçok tanrının ismi zikredilebilir;
sözgelimi çiçeklerle süslenmiş güzel bir genç kız olarak tasavvur edilen ve Nisanın sonunda eğlenceli
bir şenlikle tazim edilen çiçeklerin tanrıçası, Flora; meyve ağaçlarının tanrıçası ve güzün temsilcisi
Pomana; bahçıvanların, tomurcuk çiçeklerden taçlarla birlikte ilk mahsülü sundukları bahçe ve tarla
mahsülü tanrısı Vertumnus; aynı zamanda mevsimlerin değişimi, alım satım, taşkınlardan sonra
nehirlerin yatağına dönmesi vb. gibi çeşitli değişim şartlarıyla (verto, ben dönüyorum) ile
irtibatlandırılırdı; Pales sürülerin ve çobanların, aynı zamanda çiftçilerin tanrısıydı. Palatium
Tepesinin ismi bu tanrı ile bağlantılıdır, nisanın 21'indeki şenliğinde çobanlar çalı çırpıdan ateş
yakarlar, günahtan bir arınma olarak, sürülerini üzerinden atlatırlardı.
Hudutların ve sınırtaşlarının tanrısı, Terminus; gizli öğüt ve yeraltının tanrısı, Consus; fidanlıkların ve
ormanların tanrısı, Silvanus,- Suturnus'un oğlu kehanet yeteneklerine sahip bir başka orman tanrısı,
Pjcus; umumiyetle ziyafetler ve eğlenceli şenliklere hükmeden Comus; cenaze törenlerinin tanrıçası
Libitina özellikleri olan diğer Roma tanrıları arasındır. Roma'daki Libitina tapınağı gömme törenleri
için lazım olan her şeyi ihtiva ederdi, bunlar buradan ya satın alınır ya da kiralanabilirdi. Terminus
muhtemelen mal mülk koruyucu vasfı bakımından Jüpiter'in bir Unvanıydı. Picumnus ve Pilumnus
evlilikleri ve yeni doğmuş çocukları koruyan kardeş tanrılardı. Pilumnus hastalıkları uzaklaştım,
Picumnus ise bebeğe sağlık ve baht açıklığı bahşederdi. Roma'da laverna'ya, hırsızlar ve sahtekârlar
tanrıçasına Salerna yolu üzerinde bir Koruluk tahsis edildiğini, dahası bir altar dikildiğini öğrenmemiz
Romalıların karakteri hakkındaki düşüncelerimizi doğrusu pek olumlu yönde etkilemez. Flora'nın zıttı
olan Robigus, çok daha anlaşılabilirdir. Küf hastalığıyla körpe filizleri yok ettiğinden, sakinleştirmek
için ona dualar edilir, kurbanlar sunulurdu. Camenae Öreklerin Musalarını andıran dört kehanet
nimphasıdır. Bunlardan biri, Carmenta, bir sağaltım tanrısıydı, Capitolino Tepesinin eteğinde bir
tapınağı vardı. Egeria, Muma Potnilius'a toplu ibadet biçimini öğrettiği söylenen nimpha idi. Burada
Cumhuriyetin son dönemlerinde ve imparatorluğun başlangıcında Roma'ya ürek dünyasından
getirilmiş olan çeşitli inanışların ayrıntılarına girmeyeceğiz. Ceres, Venüs, Apollon, Meptune, Diana,
Vulcanus, Mercurius, Bacchus ve zikrettiklerimiz haricinde diğer tanrılar bu sonraki dönemlerde
önemli ölçüde tanınmış ve tapınma konusu olmuştur; ve Grek benzerlerinin karakteristikleri bunlara
atfedilmiştir.
Romalıların Penadan veya ev tanrıları dahili veya hususi meselelerle (penus) ilgiliydi ve belki de ilk
başlarda ocak ve mutfak tanrılarıydılar. Penatlardan her zaman çoğul olarak bahsedilmiştir;
bunlardan ikisinin heykeli ocak başına yerleştirilir, fakat özel bir isim verilmezdi. Son dönemlerde
muhtelif tanrılarla özdeşleştirilmişlerdir; bununla birlikte Tötonların ev tanrılarına ve Çinlilerin
mutfak tanrısına benzer şekilde muhtemelen ilkel animizmden türedikleri daha makul gibi
görünmektedir. Penatların ev hayatıyla yakından irtibatı isimlerin "ev" (yahut Kiler) ile eş anlamlı hale
gelmiş olmasından da anlaşılmaktadır. Eski Romalılar Penatlara kurban sunmak ve dua etmek üzere
sabahleyin ailece (köleler dahil) toplanırlardı. Yemeklerden önce onların ihsan ve inayetleri dilenir,
yemekten sonra da yiyeceklerin bir kısmı ocakta yakılırdı. Kimi zaman heykeller içeriye alınır ve
masanın üzerine konurdu. Eski Roma takvimine göre ayın ilk günü (Kalends), beşinci veya yedinci
günü (Mones) ve on üç veya on beşinci günü (ldes) özel bir aile tapınması yapılırdı, heykeller süslenip
taçlanır, çörek, bal, şarap ve tütsü sunulan sunulurdu; ve doğum günleri, evlilikler, yolculuktan sağ
esen dönüşler de benzer şekilde kutlanırdı. Aynı zamanda kamusal veya ulusal Penatlar vardı,
bunlardan birinin tapınağı Lavinium'da diğerininki de Roma'da idi; mızrak tutan gençlerin heykelleri
bunlarda bulunurdu.
https://hasanfirat.com
5
ROMA DİNİ
Larlar ailenin ata ruhlarıydı, aileyi hâlâ koruduklanna ve üyelerine refah ve mutluluk verdiklerine
inanılırdı. Ailenin kurucusu olan özel bir Lar'a (Familiaris) her evde tapındırdı ve Penatlarınkinin
yanma yerleştirilen heykeliyle onurlandırılırdı. Her yemekten bir parça ona sunmUr du: ve her önemli
vesileyle hanenin reisi ve üyeleri bu heykelleri se lamlardı; ve kocasının evine girmezden evvel
gelinin ilk vecibesi Lar'a bir takdime sunmaktı. Kök itibariyle muhtemelen Etrüsk diline alt olan Lar
ismi efendi, kral veya kahraman anlamlarına gelir. Roma'da ve bütün Roma kasabalarında kendilerine
alt tapınaklarıyla kamu Larları vardı, bunlara topluca tapımlırdı; keza taşra, kara yolu kavşakları ve
deniz Larları da vardı.
Larlar, Manes veya ölmüşlerin ruhlarının özel durumlarından başka bir şey değildi, ölmüş olanlan iyi
ve uğurlu olanlar diye düşünme eğitimi sözcüklerin sık sık birbirlerinin yerine kullanılmasına yol
açmıştır. Larlardan aynı zamanda Dii Manes diye de söz edilmiş ve tanrısal ululamalarla tazim
edilmişlerdir. Belli dönemlerde ölülerin ruhlarına kurbanlar sunulur ve düzenli olarak yıllık şenlikler
tertip edilirdi. Buna mukabil Larvse veya Lemures uğurlu olmadığına inanılan ölülerin ruhları veya
hayaletleriydi. Bunların iğrenç kılıklar içinde yeryüzünde dolaştıkları ve fırsatını bulduklarında
akrabalarına zarar vermekten geri durmadıkları düşünülürdü. Lemurları sakinleştirmek için Mayıs
ayında üç gece Lemuralia olarak kutlanırdı. Gece yarısı ailenin reisi evin kapısına çıkar, eliyle,
Lemurlar uzaklaştırdığı düşünülen işaretler yapardı. Çıkarsuda elini üç kez yıkadıktan sonra, etrafında
döner, ağzına birkaç kara fasulye tanesi koyar, daha sonra bunları arkasına fırlatırdı. Hayaletlerin
bunları topladıklarına inanılırdı. Aynı suyla birkaç kez arındıktan sonra baba dokuz kez ”Defolun, evin
hayaletleri” diye bağırır ve böylelikle hayaletlerin artık zararsız hale geldikleri & düşünülürdü.
Cinler (Genius, Geni) yahut koruyucu ruhlar Larlarla ve Penatlarla birlikte anılır ve kimi zaman da
onlarla bir tutulurdu: hatta bunların her bir canlı varlığı kökünden belirledikleri veya onları hasıl
ettikleri ve hayat boyunca onların peşinden ayrılmadıkları kabul edilirdi. İnsanlarla ilişkilerine gelince
geniusun (cinin) her bir kişiyi soylu işlere yönlendirdiğine, keder ve üzüntülerini hafiflettiğine ve
umumiyetle kılavuz ve koruyucu bir melek olarak hareket etiğine inanılırdı. Bazıları geniusun
karakter değiştirebileceğine ve şimdi iyi az sonra kötü bir ruh olabileceğine inanırlardı; bir başka
inanç ise her bir ruha bir iyi bir kötü geniusun eşlik ettiği ve bunarın üstünlük için çekiştikleriydi.
Doğum günlen' gibi çeşitli vesilelerle şarap, çörek ve tütsü sunusu bu insana eşlik ettiğine inanılan
geniusa sunulurdu; ve eğlenceli toplantıların geniusa haz verdiği kabul edilirdi. Her bir şehrin ve
kasabanın kendine özgü geniusunun olduğuna inanılırdı. Bunlar genellikle kanatlı varlıklar olarak
tasavvur edilirdi. '
Romalılar mimarilerinin büyük bölümünü Greklerden almışlarsa da bu unsurlara birinci sınıf önemi
olan bir şey, yani yuvarlak kemeri eklemişlerdi; ancak yine de aldıkları bu unsurların yardımıyla zarif
binalar yapacak maharete ve ustalığa Sahip değillerdi; ve Romalıların göz kamaştırıcı tapınakları Grek
dünyanın fethine kadar bekleyecektir. Bununla beraber zamanı geldiğinde tapınaklarını muhteşem
ölçekte Ve hiçbir zaman Greklerin kusursuzluğuna erişemeseler de, bazı yeni teknikler uygulayarak
inşa _ Edeceklerdi. Eski zamanlarda Roma’da ancak az sayıda ve küçük tapınaklar vardı; altarlar daha
eski ve daha önemli yapılardı. Genellikle tapınaklar, benzer şekilde yerleştirilmiş tanrı heykelleri ile
yüzleri batıya bakacak şekilde inşa edilirlerdi: dolayısıyla girerken İbadet edenlerin yüzleri doğuya
dönerdi. Tapmaklar aynı zamanda gelip geçenlerin kolayca dönüp bakarak tanrıyı
selamlayabilecekleri şekilde mümkün olduğunca uzağa dizilirlerdi.
Roma tapınaklarının kalıntılarından ya bütünüyle yoksun olmamız veya kalıntıların parçalı karaktere
sahip olması nedeniyle, haklarında tatmin edici bir açıklama yapmamız güçtür. Sundukları
ipuçlarından yola çıkarak Capitolino louvls tapınağını kesin bir şekilde yeniden inşa edebileceğimiz
kalıntılardan mahrumuz. Muhteşem kubbesiyle büyük Pantheon mimaride Roma orijinalliğinin en
harika örneğidir; fakat tarihi ilk imparatorlar dönemine aittir; ve halka açık tapınma için kullanılıp
kullanılmadığı kesin olarak bilinmemektedir.
Roma'da bir rahipten en erken ve açık seçik söz edilişi Mars'la birliktedir- flamen Martialis (Mars
rahipleri), bunlara yılda bir düzenlenen Mars şenliğinde dans edip şarkı söyleyen on iki adet sıçrayıcı
(şalii) eşlik ederdi. Eski CASTOR VE POLLUX Roma törenlerinin düzen ve tertibinin bazı durumlarda
belli tanrıların tek rahibini, başka hallerde halk adına töreni usulüne uygun şekilde icra etmek için,
çoğu kez sayısı on ikiyi bulan, bir rahipler topluluğunu ihtiva ettiği anlaşılmaktadır. Flamen Martialis
ve flamen Guirinalis ile birlikte Jüpiter'in rahibi (Flamen Dialis) Romalıların rahip triosunu
oluştururdu. Altı Vesta bakiresinin iştirak ettiği Vesta tapınışı muhtemelen hepsinin en kutsalıydı.
Bakireler soylu ailelerden, akıllı, biçim ve görünümleri kusursuz, altı-on yaşları sırasında olan kız
https://hasanfirat.com
6
ROMA DİNİ
çocuklarından seçilirdi. Otuz yıl hizmet etmeleri gerekirdi, bunun on yılı acemilik ve hazırlık
dönemiydi; fakat çoğunlukla Vesta rahibeleri ömür boyu tapmakta kalırlardı. Kutsal ateşi
gözetlemeyi ve korumayı ihmal, şehrin varlığını tehlikeye düşüren, kötü, uğursuz bir suç olarak kabul
edilirdi; suçlu rahibe kırbaçlanarak şiddetli bir şekilde cezalandırılırdı. Keza Vesta rahibeleri tanrıçaya
takdimeler sunmak, tapınağı temizleyip arındırmak, bütün büyük halk şenliklerine yardım ve nezaret
etmek, Roma gücünün devamlılığının kutsal rehni ve teminatı olduğu varsayılan, tapınağın içindeki
kutsal bölmede muhafaza edilen mahiyeti meçhul şeyi korumak zorundaydı. Bir Vesta rahibesi iffet
yeminini bozduğu takdirde cezası, önce taşlanarak, fakat daha sonra bir cenaze törenindeki
merasimlerden çoğuyla birlikte diri diri gömülerek, ölümdü. Vesta rahibelerinin giderleri devlet
hâzinesinden karşılanır, kendilerine kaydadeğer tahsisatlar sağlanırdı; ve birçok şeref payeleri
alırlardı. Vesta Rahibelerinin kaldıkları yerlerin yapımı İtalya'dan daha soğuk olan bir iklim için uygun
birçok düzenlemeleri göstermektedir -bu da Romalıların atalarından kalma uygulamaların kalıntıları
olarak kabul edilebilir.
Flamenlerin tamamının sayısı on beşti, bunlar vecibelerini ifada bir kusur işlemedikçe ömür boyu
görevlerini sürdürürlerdi. Yünden harmani giyerler, başlarına apex denilen yuvarlak veya konik bir
başlık yahut külah takarlardı, Jüpiter'in rahipleri (Flamen Dialis), fevkalade saygı görseler de, birçok
sınırlamalara tâbiydiler. Asla geceleyin şehri terk edemezlerdi; yataklarının ayakları, belki de bir
zamanlar yerde uyuduklarının nişanesi olarak, yere temas ederdi; bir ata, köpeğe, dişi keçiye,
sarmaşığa, baklaya, yahut pişmemiş ete el süremezlerdi; daha eski dönemlerde yargıçlık
yapamazlardı, bu yasak daha sonraları yumuşamıştır. Dolasyısıyla her zaman bütün enerjisini
vecibelerine hasretmeye zorlanırdı. Fİ am irtica denen karısı belli törenlerde önemli işler üstlenirdi,
özel bir elbisesi vardı.
Rahipler kurulu münferit rahiplerden daha önemliydi. Baş rahipler yahut yüksek din görevlileri
(pontifex) Devlet tarafından dinî otoritenin tevdi edildiği bir zümre veya heyet oluştururlardı, ilk
başta bunların sayılan, başları pontifex maximus dahil beşti; fakat bu sayı i.ö. 300'de dokuza, 81'de on
beşe çıkarıldı. Farklı dönemlerde farklı yöntemlerle seçildiler; fakat genel olarak boşalan yerlere
kendi namzetlerini atama haklarını muhafazada oldukça başarılı oldular. Özel tanrıların flamenlerinin
tümünü denetliyor ve bütün Devlet törenlerini bunlar yönetiyordu. Özel ve toplu tapınma/tören
düzeninin kayıtlı olduğu kitaplan muhafaza ederler, muteber gömme biçimlerini ve Dii Manes'i
usulüne uygun şekilde teskin etme yollarını belirlerlerdi. Mevcut düzenlemelerde herhangi bir
eksiklik göze çarptığında yerleşmiş geleneklerle uyum içinde olanların kılavuzluğunda genellikle
yenilerini yaparlardı. Senatoya veya herhangi bir hukuk mahkemesine karşı sorumlu olmaksızın,
emirlerine itaatsizlik etmiş olanları cezalandırabilirlerdi. Ayrıca dinî meseleler hakkında kendilerine
başvuranları bilgilendirmeleri gerekirdi. Muhtelif şenliklerin, yeni ve dolunayın tarihlerini vb. ihtiva
eden Devlet takvimini düzenler ve ilan ederlerdi ve dolayısıyla dönemin tarihsel ve bilimsel bilgisinin
çoğunu ellerinde topladıklarını kabul etmemiz gerekir; ve doğrusunu söylemek gerekirse kendi
alanlarını 'tanrısal ve insani şeylerin bilimi" diye tarif ediyorlardı. Umumiyetle Pontifex Maximus
seçkin bir kişiydi; daha sonraki Cumhuriyet yıllarında aynı zamanda konsüldü; bununla beraber
Crassus dönemine kadar pontifex İtalya'yı hiçbir zaman terk etmemiştir. İmparatorlar döneminde
güçleri bir hayli zayıflamıştır; imparatorlar istedikleri herhangi bir kişiyi kurul üyesi başrahip seçtirme
hakkına sahiptiler ve bu yetkiyi kullanmaktan geri durmadılar ve her zaman kendilerini pontifex
maximus seçtiler.
Kehanette bulunma (divinatlon) yahut tanrıların iradesini öğrenme Roma'da ilk başlarda sadece
kuşlarla kehanette bulunmada bilimli insanlar için kullanılan, fakat daha sonra önemli ölçüde
genişlemiş bir sözcük olan kahinler tarafından temsil edilirdi. Bunların sanatları kahinlik veya
auspicium diye bilinirdi; ve dilimizdeki auspicious (uğurlu) ve inauguration (açılış töreni, törenle
başlama) sözcükleri bu kehanet tarzının bıraktığı derin ize tanıklık eder. Titus Livius'a göre Roma'da
her şey bu işaretlere uygun olarak yapılırdı. Romalılar diğer birçok ulustan, astroloji, kehanet ve
orakllere (son dönemlerde Öreklerin tesiri altında gelişen durum istisnadır) pek aldırmamalarıyla
ayrılırlar; fakat mutad nitelikteki tabii hadiselere, bilhassa mucize veya garibe tabir ettikleri uğurlu
olanlarına -gök gürlemesi ve şimşeğe, kuşların uçuşuna, piliçlerin yem yiyişine vb. büyük önem
verirlerdi. Kendisi de kahinlik yapmış olan Cicero konuyla ilgili iki kitabında kayda değer bir kehanet
açıklaması verir. Roma'da kuşların uçuşuna gösterilen ehemmiyetin temelinde yatan kuşların louis'un
(Jove) habercileri olduğu yolundaki inançtı; ne yapıp yapmayacaklarının işaretlerini bunların
incelemelerinden alırlardı. Dolayısıyla Jüpiter'in gökleri gürleteceği veya şimşekler göndereceği bir
kahin tarafından her ne zaman bildirilse comitia yahut senato toplantısı yapılmazdı.
Kuşlar uçuşlarıyla veya sesleriyle belirti veya alamet verirlerdi. Kartal (bilhassa louis'un kuşu olarak
bilinirdi) ve akbaba uçuşları tetkik edilen belli başlı kuşlar arasındaydı; kuzgun, karga, baykuş ve
tavuk sesleriyle işaretler verirdi, çıkardıkları her sese şartlara, yılın mevsimine vb. göre özel bir anlam
yüklenirdi. Özel piliçlerin yem yemesi, bilhassa askeri seferlerde, titizlikle kaydedilirdi; şayet iştihalı
https://hasanfirat.com
7
ROMA DİNİ
iştihalı yiyorlarsa, bunun uğurlu bir işaret olduğu kabul edilirdi; şayet yemlerini yemiyor ve
kanatlarını çırpıyorlarsa işaretin uğursuz olduğuna hükmedilirdi. Dört ayaklıların işaretleri ancak özel
kehanetlerde kullanılırdı; tilki, kurt, köpek, at ya da insanın yolundan beklenmedik şekilde geçen
herhangi bir dört ayaklı, şartlara göre değişebilen, bir işaret verirdi. Aksırmak, dil sürçmesi ve diğer
kişisel haller de tanrıların iradelerini izhar/işaret ettikleri vasıtalar olarak değerlendirilirdi.
İşaretleri değerlendirirken bir kahin önce bir değnekle gök yüzünün kuşların uçuşunu ve diğer
fenomenleri gözlemleyeceği belli bir bölümünü işaret ederdi ve ağzı bu yöne açık bir çadır kurardı.
Daha sonra bu gözlem mahallinden sessizlik ve dinginlik içinde tanrıların iradesini yorumlayabileceği
bir işaret belirinceye kadar bu yönü gözetlerdi.
İlk başlarda kahinler, kral veya baş magistratuslara yardım etmeleri için atanan kişilerdi ve uzun bir
müddet bu göreve sadece patriciler seçilebiliyordu. Herhangi bir patrici özel işaretler toplayabilirdi.
Baş magistratuslar işaretleri toplama ve ilan etme hakkına sahip olmayı uhdelerinde tuttular; fakat
kahinler bilinmezi sezme, gelecekten haber verme sanatının sürekli temsilcileriydiler; işaretlerin
uğurlu mu uğursuz mu olduğunu haber verme hakkını elde etmiş olduklarından, doğal olarak devlet
ve toplumu ilgilendiren bütün önemli işlerde kanaat belirtme, görüş bildirme hakkına da sahiptiler.
i.ö. 300'e kadar dört kahin vardı; daha sonra bunların sayısı dokuza yükseltildi. Şutla bunlara altı tane
daha eklemiş ve Julius Csesar sayılarını on altıya çıkarmıştır, yeni üyeler i.ö. 103'e kadar geri kalan
üyeler tarafından seçilirdi; sözü edilen tarihten sonra halk oyu ile seçilmeye başlandı, daha sonra
teşkilat ve çalışma usulleri değişikler geçirdi. Sonunda imparatorlar kahinleri keyfi şekilde atamaya
başladılar. Bu dönemden itibaren kahinlik bir farsdan ibaret hale geldi.
Eski Romalıların evlenme merasimleri hakkında çok az şey biliyoruz. Cumhuriyetin sonlarına doğru
dinî merasimlerle kutlanan yegane evlilik biçimi confarreatio diye bilineniydi. Bir koyun kurban edilir,
gelin ve damat iki iskemle üzerine serilmiş postun üzerine otururlar, daha sonra sessiz bir dua
okunur ve bunu bir başka kurban takip ederdi. Diğer muteber biçimlerin çoğu antropolojik bakımdan
büyük öneme sahiptir.
Romalıların cenaze törenleri karakterce özel bir dinî hususiyet arzetmezdi; Charon'a vermesi için
cesedin ağzına madeni para konulması vb. gibi uygulamalar öreklerin âdetlerini hatıra getirir. Eski
dönemlerde definin revaçta olduğu anlaşılmaktadır; Cumhuriyetin sonlarına doğru yerini yakma
törenleri aldı ve Hıristiyanlık yaygınlaşıncaya kadar da genel üstünlüğünü korudu. Eski dönemlerde
esirler ve köleler (cenaze için hazırlanmış) odun yığınında öldürülürlerdi, daha sonraları bunların
yerini hayvanlar aldı; yanan yığının etrafında gladyatörlerin dövüşmesi yine sonraki dönemlerde
yaygınlık kazanmış olan bir gelenektir. Cesedden arta kalan küller cenaze kupasının içine konurdu;
daha sonra bu kupa, eğer ölen zengin tabakadan ise, Via Appia gibi yolların kenarlarında büyük
mekânlar kaplayan farklı şekillerdeki abidelerin içerisine yerleştirilirdi. Bir cenaze törenine katılan
bütün kişiler kirlenmiş addedilirdi; bir rahip tarafından, üzerlerine zeytin veya defne ağacından
alınmış saf su serpilerek, arıtılmaları gerekirdi. Mezarlar kutsal kabul edilirdi, bunlara karşı herhangi
bir saygısızlıkta bulunanlar ağır cezalarla cezalandırılabilirdi. Bir cenaze merasiminden sonra yas ve
diğer törenler dokuz gün sürer, akabinden bir başka kurban sunulur ve ölünün hatırasına bir ziyafet
verilirdi. Belli dönemlerde mezarlar ziyaret edilir ve ölülere takdimeler ve hediyeler sunulurdu. Daha
özel olarak mezarlara yemeklerin götürüldüğü yılda bir düzenlenen bir şenlik (Feralia) vardı.
Bize kadar ulaşmış olan oldukça eski halk şenlikleri takviminden yola çıkarak eski Roma dini hakkında
yeteri kadar fikir elde edebiliriz. Burada Jüpiter, Mars ve Guirinus'un ön planda geldiğini görürüz.
Jüpiter dolunay günlerinde (Ides), değişik şarap şenlikleri ve diğer günlerde; Mars Mart'ın birinde ve
büyük Mart şenliklerinde, keza seferler sona erdikten sonra sonbaharda kutlanırdı. Hisan'da Tellus
(toprak) Ceres sürülerin tanrıçası Pales ve üzüm bağlarının Koruyucusu olarak Jüpiter ve ekinlerin
düşmanı Roblgus şenlikleri vardı. Consus ve Ops hasat zamanı ve Aralık ta kutlanırdı, bu ayda aynı
zamanda bir ekim şenliği olarak Saturnalia da yer almaktaydı. Şubat ayında çobanların kurt şenlikleri
(Lupercalia) ve çiftçilerin sınır şenliği vardı. Vulcanus'un. ki neredeyse yegane el sanatları şenliğiydi
ve Ağustos'da düzenlenirdi- fakat onun için Mayıs'da, boruların (trumpet) kutsandığı bir ikinci şenlik
daha yapılırdı. Temmuz'daki Meptunalia, Ağustos'daki Portunalla (liman şenliği) ve Tiber şenliği deniz
tanrılarını temsil ederdi. Vesta ve Penatlar Maziran'da ululanırdı; aynı aydaki Matralia doğum
tanrıçasını kutlardı; Liberalia bir çocuk doğumu şenliğiydi. Ölülerin ruhları 21 şubat'da taziz edilir,
hayaletlerin veya Umurların da Mayıs'da üç gün süren şenliği vardı. Her ne kadar hangi hadisenin
yadedildiği tam olarak belli değilse de. Kral Tarquinius'un kaçışı 29 Şubat'da hatırlanırdı, insanların
kurtuluşu 5 Temmuz'da kayıtlıydı. Bunların da dışında kalan şenlik günleri pek anlaşılabilir
gelmeyecektir.
Roma tapınmasının soyutluğu en kayda değer özelliklerinden biridir. Zengin hayal gücüne zengin
Öreklerden farklı olarak, Romalılar tanrıları için ayrıntılı öyküler anlatmazlar; onlar daha ziyade
nitelikler veya ideallerin yerini tutan isimlerdir. Şenlikleri öncelikle pratik gereksinimlere ve
mülahazalara cevap teşkil eder. Halkın tutumlu, kurallara bağlı ve ticarete yatkın ruhu eski dinlerinde
https://hasanfirat.com
8
ROMA DİNİ
pek iyi farkedilir. Yaşayanlara sağlayacakları fayda nedeniyle bilhassa ölülerin ruhlarıyla ilgiliydiler; ve
Greklerinki gibi tanrılarının çoğu, halklarına büyük yararlıkları dokunmuş olan tanrılaştırılmış
kahramanları temsil eder. Her şeyde krallar veya magistratuslar en ön sırada yer alırdı. Rahipler
hiçbir zaman Brahmanların Hindistan'da elde ettiklerine benzer bir üstünlüğe sahip olamadılar; ve
magistratuslar da rahip olduklarında bu, tersinden çok, manevi otoriteyi kontrol eden maddi/dünyevi
iktidar işareti veya alametiydi.
Romalılardan günümüze ne sözlü bir ritüel, ne de ünlü kutsal kitaplar kalmıştır; ve kuşkusuz onların
dehaları bu doğrultuda gelişmemiştir. Mommsen dinlerinin ancak çok küçük bir ölçekte tabiat
güçlerinden duyulan korkuya dayandığını ve bilhassa neşeli şarkılara, oyunlara ve danslara ve
şenliklere istinat ettiğini bildirmektedir. Bununla beraber her türlü savurganca harcama katı bir
şekilde yasaklanmıştır. "Latin dininin merkezinde' diye sürdürür Mommsen, "insanları dünyevi suç ve
dünyevi cezayı tanrıların dünyası ile ilişkilendirmeye götüren temel ahlâki dürtü yer alır. ... Suçlunun
cezasının infazı tanrılara sunuları arındırıcı kurban vasfını taşıma bakımından haklı savaşta bir
düşmanın öldürülmesinden farksızdı. ... Burada aynı zamanda temel ve korkutucu ikame fikri de
nazarımıza çarpar; toplumun tanrıları öfkeliyken ve hiç kimse belirli bir şekilde suçlu diye itham
edilemezken, kendisini gönüllü olarak feda eden birisi tarafından teskin edilebilirlerdi;
özgür bir şehirli veya kasabalı kendisini bağışlatıcı bir sunu olarak uçuruma veya düşmanın üzerine
attığında, yer yüzeyindeki zararlı yanklar kapanır, yan kaybedilmiş savaşlar zaferlere dönüşürdü.
Kutsal kaynağın temelinde de benzer bir görüş vardı; davarlarda olsun, insanlarda olsun, belli bir
dönem içerisinde ilk doğanlar tanrılara sunulurdu.' Hiç şüphesiz bu bir felaket yahut afetin savılması
bakımından bir Kurbandı ve önceleri kuşkusuz belirli dönemlerde (Mart ve nisan') doğan çocuklar
kurban edilirdi. Daha sonraları çocukların yirmi yaşına kadar büyümelerine. akabinden de nereye
giderse, orduyla birlikte gitmelerine izin verildi. Birçok koloni kuşku yok kİ böyle oluştu; ve bilhassa
Sicilya'nın Mamertinleri soylarını böyle bir çıkıştan türetirler.
Kurallara bağlı ve ticarete yatkın bir ulusun elinde böyle bir din oldukça şekilci bir hüviyete
bürünmekte gecikmedi. "Bir borç verici (ereditor) borçlularını nasıl karşılıyorsa tanrılar da insanları o
şekilde karşılıyordu her birinin belli iş ve yükümlülükleri yerine getirme hakkı vardı; ve tanrıların
sayısı dünya hayatındaki belli başlı hadiselerin sayısına neredeyse denk olduğundan ve her bir tanrıya
ibadette gösterilen ihmal veya Kusur tekabül eden bir hadise ile Karşılığını bulduğundan, bir insanın
dini yükümlülüklerine dair bilgi edinmesi güç ve zahmetli bir işti" ve rahipler de buna uygun bir tesir
ve nüfuz elde ettiler. Ancak yine de Kişinin tek başına dini vecibelerini yerine getirmesi gerekirdi; ve
kuşkusuz bu suretle bir vecibenin zahmetsiz ve masrafsız bir şekilde takliden veya lafzen ifasının
daha hakiki, daha esaslı bir şeyin yerini aldığı çeşitli seremoniler yaygınlaşmaya başladı. "Göklerin
hükümranına, yıldırımlarının insanların başına değil bu temsili şeylere isabet etmesi için soğan ve
gelincik başlarım sunuyorlardı. Baba Tiber'in yıllık olarak talep ettiği sunuların Karşılığı olarak nehre
her yıl otuz Kukla atılıyordu." Hakiki bir sadakat değil, yasalara uygunluk, ferdi doğruluk değil, Devlet
ve onun menfaati adına çalışma ve azimkârlık, Roma dininin temel ilkeleri. Köşe taşlarıydı. Bu genel
olarak anlaşılması kolay bir dindi; gelişimi ve istikrarını muhafazası bakımından Devlete büyük
yardımı dokunuyordu; fakat büyük muhayyile, şiir ve sanat eserlerinin hatta büyük dini Kitapların
ortaya Konmasına pek bir katkısı dokunmamıştı. O nedenledir ki o öldüğü halde geleneksel Hindu
dini ve Budacılık yaşamaktadır.
Grek tesiri ilk başlarda Sibylla kitaplarının koruyucuları ve yorumcuları olan insanlardan oluşan
Roma'daki üçüncü kurulun başlangıcına bağlanabilir. Sözü edilen kitaplar Grekçe kehanet ifadeleri ve
orakller ihtiva ediyordu ve Kurul üyeleri oraklleri yorumlama maharetine sahipti. İlk başta bu iş için
iki kişi görevlendirilmişti, bunların iyi derecede Grekçe bilen iki Kölesi vardı. Daha sonra bu kurulda
on, müteakiben on beş üye yer aldı; bunlar kitaplara ancak Senato'nun özel emriyle başvuruyorlardı.
Kitaplar Capitolium Tepesi'ndeki Capitolino Tapınağı i.ö. 82'de yandığında kayboldu, daha sonraki
dönemlerde yenileri toplanıp derlendi. Romalılar Cumhuriyetin nisbeten erken dönemlerinde
Delphoi Apollon'una da danışıyorlardı,- ve Herakles özel serüven veya iyi talihle bir kazanç tanrısı
olarak Romalıların yaygın kavranılan arasına kabul edilmişti. Komutanlar ganimetlerinin onda birini,
tüccarlar da mallarının onda birini, hayvan pazarındaki altarda Herakles'e sunuyorlardı ve iş
anlaşmaları da aynı altarda pekiştirilmekteydi. Herakles Altodan caddelerde ve taşra yollarında her
yerde görülüyordu. Bundan başka Castor ve Pollux, Mercurius adıyla Hermes ve Asklepios da
Romalılar tarafından erken dönemlerde benimsenmiş Grek tanrıları arasındaydı.
Şimdi inandıktan dinin, elde ettikleri başarıların ve yaptıkları fetihlerin ışığında Romalıların ahlaki
karakterini gözden geçirebiliriz. Eşitler arasında adalet, sıradan insanlara, kadınlara ve çocuklara
karşı sertlik ve haşinlik Romalıların Karakter özellikleri arasında sayılabilir. Din bir his ve duyuş
meselesinden çok bağlayıcı ve bir arada tutucu güçtü.
https://hasanfirat.com
9
ROMA DİNİ
Devletin huzur ve refahını etkileyeceği düşünülenlere benzer türden ahlak kuralları saygı görürdü,
fakat Devlete veya babanın hâkimiyetine bir faydası dokunmayan davranışla ilgili meseleler
muhtemelen bencillik ilkeleri çerçevesinde çözülürdü; aristokratlar ve zenginler, Devletin huzur ve
refahının sınırları dahilinde, keyiflerince hareket ederlerdi.
Bununla beraber israf şiddetle bastırılıyor, zenginler ağır bir şekilde vergilendiriyordu; ve
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde genel uygulama- lan itibariyle Roma ahlâkını dünyanın o zamana
kadar gördüğü en ileri ahlak olarak görebiliriz. Çin'de babanın ailesi üzerindeki hâkimiyetinden daha
fazlası pater familiasa çocuğunu öldürmek veya satmak gücünü veriyordu; Devlet ve orduda haşin ve
sevgiden yoksun bir şekilde tatbik edilen bu disiplin, Romalıların dünyayı fethetmelerini mümkün
kılmıştı.
i.ö. üçüncü ve dördüncü yüzyılda Helenleşmiş Devlet dini daha bir masraflı hale geldi; i.ö. 196'da üç
kişiden oluşan şölen kuruluna üç kişi daha katıldı. Rahipler daha fazla imtiyazlar elde etti, kendilerine
daha büyük gelir kaynaklan tahsis edildi; ve değişmeyen bir vecibe ola- l tak ağır bir kurban
yükümlülüğü olmaksızın bir mülkün el değiştirmesi (tevarüs edilmesi) nadir görülen bir durumdu. Bir
kişinin mal varlığıma onda biri çoğu kez din için harcanırdı; toplanan hasılat ile Roma'da ayda iki kez
halka açık ziyafet tertip edilirdi. Dinle ilgili her alanda da ha fazla para sarf edilmeye, daha fazla
allamelik gösterilmeye başlandı i ve anlaşılmaz şekilde eski inançlar tesir gücünü yitirdi. Konsüller
kehanetleri kendi görüşlerine uydurmaya kalkıştı; şairler ve filozoflar, tanrıları bahane veya mazeret
olarak kullanmaya başladı, bunlar da tanrılara inanmamanın kapılarını aralamış oldu. Hal böyle olunca
hurafeler,
I büyüler, tılsımlar ve Doğu'dan astroloji Roma'ya kolaylıkla sızmaya başladı, i.ö. 204'de Frigya
tanrıçası, tanrıların anası Kybele, alenen Roma tanrıları arasına kabul edildi ve büyük şenliklerle
gerçek Ana Kybele'yi temsilen büyük, yontulmamış bir taş getirildi; yabancı müzik eşliğinde ve doğu
Kıyafetleri içinde hadım rahipleri sokaklarda alaylar tertip edip, kapı kapı gezerek sadaka topladılar.
Birkaç yıl sonra Bacchus kültü Roma'ya getirildi, suç ve ahlaksızlığın birdenbire hızlı bir şekilde
yaygınlaşmasına yol açan sefih orjiler, daha sonra düpedüz sefahat âlemleri tertip edilir oldu. Bu
suçlardan ötürü binlerce kişi ölüm cezasına mahkûm edildiyse de bu suç ve sefahat dalgasının önü
tam olarak alınamadı. Böyle bir dalganın karşısında Büyük Cato ive benzeri Roma'nın temel
direklerinin saf, temiz, kendi kendini sınırlayıcı hayat anlayışının yaşama şansı kalmamıştı. Eski
Roma'da müşahhas bir vakıa olan büyük ahlâkın ve Roma'yı büyük yapan Devlet ve aile için yorulmak
bilmez çalışma azminin de onunla birlikte kaybolduğu söylenebilir. Mommsen'de çok canlı bir şekilde
tasvir edildiği üzere suç, ahlâksızlık ve lüks düşkünlüğü alıp başını yürümüştü; ve tanrıların şenlikleri
savurganca ziyafet ve eğlenceler için birer vesile haline getirilmiş, kadınlar giderek daha da fazla ön
plana çıkmıştı. Büyük temsiller ve gladyatör oyunları rutinleşmiş, para ve zevk yeni tanrılar olmuştu.
"Kısa yoldan zahmetsizce para ve zenginliğe ulaşmak için yalan dolan ve hilenin her türü mazur
görülebiliyordu - vurgunculuk ve dilencilik, âkid tarafların birbirini aldatması, spekülatörlerin
dolandırıcılığı, para ve hububatta tefecilerce Finanse edilen ticaret, dostluk ve evlilik gibi safî ahlaki
ilişkilerin bile ekonomik çıkarlara âlet edilmesi vb. Bilhassa evlilik her iki tarafta da bir ticari
spekülasyon malzemesi haline gelmişti, para için evlilikler vakayı âdiye dendi."
i.ö. 50'den 100'e kadar Roma'da israf ve ahlaksızlık korkunç bit artış götermiştir. Ulusal tanrılara karşı
şüphe izhar eden tavırla atbaşı giden lükse düşkünlük, sefahat ve Helenlik modası eğitimli zümre
arasında ve her halükarda Roma'nın dışında İtalya'nın birçok bölgelerinde, neredeyse genel geçer bir
durum ve özellik haline gelmişti. Bununla beraber halk önderlerinin örnekleri de neticeleri itibariyle
fena halde kötü ve uğursuzdu. Grek ve Roma uygarlığının bir terkibi gelişme halindeydi. Eski inanışlar
ve katı ahlâk kuralları büyük nisbette kaybolmuş, bunların yerini inançsızlık, devlet törenleri, Grek
tanrıları, halk inanışları almıştı; Asya ve Mısır kökenli tarikatlar yaygınlaşmaya başlamıştı.
Romalılar felsefede bir varlık gösterememişler, kötü bir taklitçi olmakla kalmışlardı; ve bundan bir
önceki bölümde kısaca zikrettiğimiz okullar, bu konular üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeye özen
gösteren Romalılara, düşüncelerini olmasa bile isimlerini vermişti. Bunlardan Stoacılar, halk ve
Devlet dinine karşı müsamahalı tutumları, her fenomene derecesine göre tanrısal nitelik atfeden
görüşleri, ölmüş kahramanlara hürmetleri ve sofistike ahlak anlayışlarının zeki Romalılara pek iyi
uyması nedeniyle en müessir olanıydı. Birçokları aklı başında olanların dine ihtiyacı olmadığını, buna
mukabil avamın işaretlerle ve birtakım fevkaladeliklerle beslenmesi ve kontrol altında tutulması, dini
törenlere ve büyük şenliklere her zamankinden daha fazla itibar edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu,
haddizatında pahalı kurbanların ve oyunların tedariki ve donatımı, zenginlerden başka kimsenin güç
yetiremeyeceği magistratusluk niteliği haline gelmişti.
Burada Roma dünyasına türlü biçimlerde sızmış olan yabancı unsurlar üzerinde daha fazla
durmamıza lüzum yok; bunların bol miktarda ve çok çeşitli olduğunu ve Roma'nın artık bir tarafa
bıraktığı inaçlar üzerinde hiçbir surette iyileştirci tesir göstermediklerini belirtmek yetişmeli. Bu
https://hasanfirat.com
10
ROMA DİNİ
kötüye gidiş gitgide daha da hızlandı ve Caesarların zamanında doruk noktasına vardı. Sonunda
Julius Caesar, lüks düşkünlüğü ve israfa karşı kanunlar çıkarıp, bunları önemli ölçüde zorla tatbik
ederek, hiç olmazsa bazı bakımlardan, bu kötülük dalgasını bastırmaya kalkıştı. Ahlâk ve erdem artık
neredeyse tamamen umursanmaz hale gelmişti; cinayet dahil her türden suç yadırganmayacak
derecede vakayı âdiyedendi. Caesar'ın inzibat güçleri bu açık başıboşluğu ve denetimsiz hareketleri
kontrol altına aldı. Roma'da Mısır tanrılarına müsamaha gösterdiği gibi Yahudilerin de burada
serbestçe ibadet etmelerine izin verdi ve böylelikle Roma'da Hıristiyan inkılabının tohumlan atılmış
oldu. Fakat gladyatör oyunlarında yenilenlerin kaderinin seyircilerin oyuyla belirlenmesi gibi bir
uygulamada halk ruhu veya efkarı kendisini hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak açıklıkta
gösteriyordu. Cesur ve kudretli insanlar bu enerjilerini sarf edecek bir alandan mahrumdu ve bu
mahrumiyet öyle bir noktaya varmıştı W kendilerini gladyatör olarak satan özgür erkekler
yadırganmaz olmuştu. Sömürgeciliğin yükselişinin askeri birliği sürdürmek için gerekli olan
tedbirlerin benimsenmesine yol açması bir tarafa bırakılacak olursa, Roma'da kendisini dinen ve
ahlâken yükseltip arıtacak yeni hiçbir şey doğmamıştı. Epikürosçular ve kinikler tesirlerini giderek
artırıyorlardı.
Mamafih imparatorluk döneminde, eski din, Grek tesiri altında geçirirdi dönüşümle birlikte kimi
canlanma belirtileri göstermedi değil.
İmparator Augustus geleneksel dinin imparatorluğunu güçlendirmek için kullanılabileceğini
farketmişti; ve birçok şey hakkında boş inançları iyice yerleşmişti. Bizzat ünvanı bazı ortak nitelikler
bakımından tanrısallıkla ilgili bir kutsalık fikrinin mücessem haliydi. Bu cümleden olmak üzere
Augustus eski tapınakları onarttı, kadim gelenekleri ıslah etti; ve eskilerine üç önemli yeni tapınma
ve tapınak, yani Venüs Genitrix, Mars Ultor (intikam alıcı) ve Apollon Falatinus'u ilave etti. Bu
sonuncusuna, onun özel gününde niteliklerini kuşanarak, bilhassa derin bir bağlılık duyuyordu.
Augustus ayrıca harcamalar, evlilikler ve kadınların davranışlarıyla ilgili husularda toplum ahlakını da
ıslah etmeye çalışmıştı. Eskiden yeraltı dünyasının tanrılarına, Plüton ve Proserpine'ye, sunulan
arındırıcı kurbanları ihtiva eden, şimdiki haliyle bu iki tanrının yerini Apollon ve Diana'tun aldığı
“dünyevi oyunları” i.ö, 16'da ihya etmiş ve tioratlus da bu vesileyle Roma ve Augustus'un ihtişamını
övdüğü "Carmen SaecıUare'sini Kaleme almıştı. İmparator bütün rahipler Kurulunun üyesi ve yüksek
pontifex yapılmıştı; bu sonraki ünvan Gratianus dönemine Kadar, yani neredeyse dört yüz yıl,
imparatorlar tarafından Kullanılmıştır.
Dini meselelerde imparatorlar en yüksek konumda idiler. Bu yükse Roma İmparatorluğunun birçok
eyaletinde İmparator'un isminin eski şenliklere dahil edilmesiyle ve şerefine birçok yenilerinin
kutlanmasıyla kabul edildi. Augustus hayatının son dönemlerine doğru Kendi Apollon tapınağına
bitişik yeni bir Vestia tapınağı yaptırdı: ve kendi sarayı da birçok bakımdan bir tapınak karakterine
büründü. Julius Caesarın tanrılaştırtmasını daha önce istemeye istemeye kabul etmiş olan halk
Augustus'u daha hayatındayken bir tanrı yaptı; ve ilk dönem Roma İmparatorlarının tarihinde, eski
tanrılardan hiç olmazsa birçoğunun tapınılmaya başladığı sürecin izlerini sürebiliriz. Augustus'un,
Roma'nın ve yaşayan Roma İmparatorlarının tapınaklarının sayısı birçok şehirde süratle arttı,
buralarda Augustus'un, Roma'nın rahipleri görev yaptı. Bunlar her eyalette ulusal dinin önderleri
oldular ve bu hüviyetleriyle bulundukları yerlerde Hıristiyanlığın bastırılmasında büyük rol aldılar.
Burada Hıristiyanlığın ilerlemesinden evvel Roma dininin gerilemesinin tarihini takip edecek yerimiz
yok, fakat kötülüklerin affedilmesi, kötülüğün iyilikle alt edilmesi gibi, Seneca'nın (ölümü, i.s. 65)
inançları ve öğretilerinden Kimisi ile Hıristiyanlığın bazı umdeleri arasındaki emsalsiz benzerliğe; ve
pratik bilgeliği, bedeni ihtiraslar üzerindeki denetimi, vicdana itaatin lüzumuna inancı Kendisini
Roma İmparatorları arasında mümtaz bir konuma yerleştirmiş olan İmparator Marcus Aurelius’un
(120-180) yüksek seciyeli mizacına işaret edebiliriz.
Her ne kadar parlak bir ahlaki davranış örneği vermiş olmaktan oldukça uzak olsa da -çünkü dile
düşmüş Agrippina'nın en güvenilir öğüt vericisiydi ve Neron'un hocası olması ahlâki düsturların
başarılı bir talim ve telkin edicisi olarak ününe ve saygınlığına gölge düşürür- Seneca etrafını saran
fenalıkların veya talihsizliklerin ışığında değerlendirilmelidir. Mutluluk Seneca'nın hayatının temel
meselesiydi, bununla beraber hedefiyle ilgili şu cümlesi pek bayağı bir ifade değildir: “Gerçek
mutluluk endişe ve tedirginlikten, kaygı ve kargaşadan azade olmak, Tanrı'ya ve insanlara karşı
vecibelerimizi anlayabilmektir; gelecekle ilgili herhangi tedirgin, endişeli bir bağımlılık olmaksızın,
şimdinin hakkını vermektir; kendimizi ne umutlarla ne de korkularla aldatmaksızın, her zaman
yeterinden mutlaka fazlası olan sahip olduklarımızla yetinerek huzur bulmaktır; çünkü böyle olan
birisi hiçbir şeye ihtiyaç duymaz." Fakat şunu hemen ekler, akıllı insanın yükümlülüğünü kaldıran bir
hayat durumu yoktur: her hususta insan dürüst olmalı ve vicdanının sesini dinlemelidir. Seneca huzur
verici bir Tanrısal Güç inancına sahipti, "iyi bir baba çocuklarıyla nasıl İlgilenirse Tanrı da biri öyle
korur ve gözetir; bizi sınar, (çeşitli zorluklarla) bizi pişirip olgunlaştırır, bizi kendisine benzetir;
kimilerini kutsama görüntüsü altında cezalandım; kimilerini de cezalandırır görünürken kutsar." Bu
https://hasanfirat.com
11
ROMA DİNİ
görüşleri doğrultusunda Seneca aklın bedene hükmetmesi ve insanların baş- Kalan için yaşaması
gerektiğini vazeder; bir yandan kölelere karşı nazik davranılmasını öğütlerken, gladyatörlerin
gösterilerini de yorulup usanmaksızın tenkit ve telin eder.
Aynı zamanda bir düşünür olarak da tanınan Marcus Aurelius, imparator olarak Roma Devlet dinini
desteklemiş ve onu reddeden, bilhassa Roma imparatorunun tanrısallığını inkâr eden Hıristiyanlara
zulmetmişti. Buna rağmen yine de birçok soylu iş yaptığı teslim edilmelidir; insanlığın evrensel
kardeşliğine ve bu yüzden ortak iyilik için mücadele etmeleri gerektiğine inanmıştı. "Hiçbir insan"
der, "bana gerçek bir kötülük yapamaz gerçek bir zarar veremez, çünkü hiçbir insan beni kendime
karşı yanlış davranmaya zorlayamaz; ne de ben kalbimde kendi tabiatımdan ve kendi ailemden birine
karşı gerçek bir nefret veya öfke bulabilirim." Her ne kadar tanrıların herkes için en iyisini takdir
ettiğini düşünüyor idiyse de, Marcus Aurelius Seneca'nınkine benzer belli bir Tanrısal Güç inancına
sahip değildi. Ve ne onun ne de Seneca'nın ölümden sonrası için huzur verici bir inanca sahip
olmadığını söylemek dayanaksız bir iddia değildir.
https://hasanfirat.com
Download