i • • · ·Islam ve Hıristiyanlıktaki Temelleri ME •• CHE WU DE ·Grundlagen im Islam und im Chrlstentum Çalıştay •Symposion 3-4 Ekim·Oktober 2005 Ankara -; Kişi Olarak insan Yahudi-Hıristiyan Kökenli insan Aniayışma Dair Richard Heinzmann* Anahtar Kavramlar: Felsefi Antropoloji - insan - Kişi Hümanizm - Özne - insan Onuru - Din Özgürlüğü 1. Sorunsal Adına 'insan' dediğimiz carilıların var olması, insanın aslında ne olduğuna dair bir şey söylemez bize. Yalnızca mevcudiyeti, varlığın kendisi hakkında bilgi vermez. Her şeyden önce insan, dünyanın bütünü açısından bakıldığında, bir diii!Ja gerçekliği olgusud111: Onun özel nitelikte bir varlık olduğu kavrayışı, ancak insanlık tarihi süreci içinde, kendini diğer carilılardan ayırmasıyla ve sırurlamasıyla şekil alır. _, . Ancak insanın özel ve daha üst bir konumda bulunduğuna dair olan kanı, zaten ayan beyan, kendiliğinden anlaşılır değildir elbette. İ11Sall sözcüğü, daha dar veya daha geniş anlamlarda ele alınabilir. Belli hayvanların açık bir şekilde insan grubuna dahil edildiği erken kültürler vardır, başka bazı kültürlerde ise bu kavram kendi kabilelerine üye olanlarla sırurlandırılmaktadır. Bu aradaki sırurda belli ve esasa dair bir bularuklık, bazı yüksek kültürlerde bile tesbit edilebilir. Bu duri.ım, klasik Hint felsefesi örneğinde olduğu gibi, antropolojik anlamda yürütülmüş bir fikir dağarcığının büyük ölçüde eksikliğiyle açıklanabilir. Bu eğilimiere bugün, Avrupa kültürünün etkin olduğu bölge içinde de rastlamak mümkün olur. İnsana, kendi türünü başka türlerden ayırarak, buradan da ona bir üst konum çıkarsama hakkım vermeyen Türsekilik (Speciecism, P. Singer) düşüncesine göre insan, diğerleri arasında herhangi başka bir canlıdan * P~~f. Dr., Münih Üniversitesi Hrisitiyan Felsefesi Emekli Öğretim Üyesi. 25 başka bir şey değildir. Bu bakışla, salt bir mevcudiyet düzlemine ve hatta bu vasıftaki var oluşu bile yok sayılır. konuşlandırılır Anlaşılan, salt kendine bakıldığında insanı, ya da başka bir şekilde yorumlamak için zorlayıcı hiç bir neden yoktur. İnsan olmak, prensip itibarıyla farklı yorumlara açıktır. Bu yoruma açıklık ise, sorgulanamaz bir keyfiyet anlamında anlaşılmamalıdır. Önemli bir ayıncı özellik, insanın bu yoruma açıklığı kendi mülahazasının nesnesi haline getirebilme, diğer deyişle, kendi üzerine düşünebilme yetisidir. Bu kendine dışardan, yani belli bir mesafeden bakabilme, dış dünya aracılığıyla tabi olunan sınırlanmışlık ve belirlenmişliği dünya bütünü ve varolan her şeyin düzlemine taşıyabilme yetisi, insan ile -algı ve idrakimize açık olduğu ölçüde- her tür diğer gerçeklik arasındaki esasi ve tartışılmaz farkın, ussal kavrayışta yattığını gösterir. Bu türsel farklılığın (differmtia speci.ftca) nasıl değerlendirileceği ise ayrı bir sorudur. Ussal kavrayış, duyusal deneyimlerin ötesinde bir ufuk açar ve böylelikle 'insan olma'yı yorumlamanın farklı ve yeni imkanlarını sunar. Ancak, varlık olarak insanı tanımlamak için gerekli belirleyici kesinliğe, yalnızca bu yolla ulaşılamaz. Aklın yol gösterdiği düşüncenin yanı sıra, dini yaşantı da bu millahazaya dahil edilmek zorundadır. Batı'da düşün tarihi süresince, temelde iki farklı antropolojik nosyon gelişmiştir: Biri, klasik Yunan felsefesinin nosyonu, diğeriyse bir vahiy dini olan nosyonudur. Bugüne kadar, insanın kendisi üzerine düşündüğü çerçeveleri bu ikisi oluşt~muştur. Bu düşünceler, mantıksallıklarını ve çıkarımsal tutarlıklıklarını kendilerinden değil, kaynaklandıkları kökenden alırlar. Bu kökenin temelinde ise Tanrı'nın varlığına ilişkin soru yatar ki insanın ne olduğu sorusu da, önünde sonunda bu soruya verilen cevaba dayanır. Tanrı'nın varolup olmadığma ve öyleyse, böylesi aşkınlaşan bir gerçekliğin elbette analojik anlamda- nasıl düşünülrn\'!si gerektiğine, yalnızca rasyonel savlara dayanılarak kesinlik kazandırılamaz. Bu bağlamda, dini yaşantı, yapısal bir önem taşır. Metafizik varsayımların yanında, tarihsel deneyimler de artan bir etki gücü kazanır. Bu konudaki tavrı ne olursa olsun, bu kararıyla örtük olarak kendisini de belirlemiş olur tekil birey. Ve böylelikle insan, kendini anlamak ve kabul etmek istediği gibi bir varlıktır ki, bu da Tarırı konusundaki tutumunda temellenir. Ancak bu bağlamda, insanın kendi varlıksal özünü şaşırabildiğini ve bunun da insan hayatının tüm alanlarında belli sonuçlar doğurduğunu mutlaka eklemek gerek. Yahudi-Hıristiyanlığın İleride gösterileceği gibi, tekil insan, 'insan olmak' salt iç-dünyasal ve felsefi anlamda yorumlarursa eğer, en iyi durumda, ancak akıllı hqyvan (animal rationale) türünün bir örneği olarak anlaşılabilir. Yahudi-Hıristiyan inancına göre ise insan 'kişi' dir, diğer deyişle, yeg:ine ve özgün halde (modus) bir varoluşa sahiptir. 26 Yahudi-Hıristiyanca bir insan anlayışının çizdiği profili ve onu ayıncı farkı yeterli aÇıklıkta kavrayabilecek bir görüş alanı elde etmek için, öncelikle kısaca klasik Yunan felsefesinin insan imgesine değinelim. 2. 'Örnek' Olarak insan Platon ve Aristo'nın yolundaki insan, prensip olarak ,kati anlamda olan'la, yani değişmez ve kalıcı olanla ilgilenmektedir. Genel olan, yani kendiyle özdeş olan fikir bu yüzden her zaman öncelik kazanır. Tekil olan, oluşan ve geçen her şey, ikincil önemdedir. Somut ve duyularla algılanabilen gerçeklik, bu nedenle, sadece düşüneeye açık olan genelin yalnızca yansısal gerçekleşmesi, ebedi bir döngünün içinde, geçirilmesi gereken bir geçiş dönemidir. Bir kozmos, yani büyük bir düzen yapısı olarak anlaşılan dünya, bir bütün olarak ebedidir. Çokluk ise, bütün somutlukları kendi içine alan bir döngüsel devinimin içine katılmaktadır ki bu döngüde tekil olan hiç bir şey kalıcı değildir. Bu noktada, bu düşünceler için merkezi bir soru: En öncel temel ve töze, yani Tanrı'ya dair soru doğar. Bu soruyu cevaplamaya çalışırken, öncelikle Tann (theos) sözcüğünün Yunan. ile Yahudi-Hıristiyan düşüncelerine göre tamamıyla farklı şeyler anlamına geldiğini eklemek gerekiyor ki bu durum, 'insan olma'nın yorumu için temel ve belirleyici bir önem arzeder. theos sözcugu Yunan düşünüşünde yüklem vasftnda yani Tamı jyidir cümlesinde olduğu gibi, bir cümlede özne teşkil etmez, fyi olan Tanndır cümlesindeki gibi, yüklemdir. Bu nedenle, söylenmek istenileni daha iyi anlatan tanmal (theion) sıfatı, sık sık karşımıza çıkar. Platon'a göre, tüm düşünceleri ve varlıkları münkün kılan 'İyi olan', yani agathotı1 Tanrıdır. Buna denk olarak, Aristo, Tanrıyı öiısel hareketsiif hareketlendiren olarak tanımlar. Bu Tanrı ise, ya da daha açık olmak gerekirse, bu 'tanrısal olan, değişim ilkesinin dışında ve bu niteliğiyle aşkındır. Ancak bu aşkınlık ve ötedünyalılık vasfı, Tanrının dünyanın içkin temeli ve böylelikle de özüyle dünyaya ait aniaşılmasıyla göreceleşir. Tanrısal olan, dünyanın döngüselliğini _sürekli kılan, yansız bir ilkedir. Genelde kullanılmaktadır; Bu -tarihin mümkün olamayacağı- dünya ve Tanrı anlayışının arka antropolojinin temel hatları belirgin bir şekilde karşımıza çıkar. Düşünce ile tekilleşme arasındaki ontolojik dualizm, insanda yansıma bulur; Ruh, cin'in dünyasına aittir (kosmos noetos, 11Jtmdus intelligibilis), beden ise deneyimlerimizin geçici dünyasına (kosJJJos aisthetos, mımdı1s sensibilis). · planında, Bu antropolojik dualizmin karşısında, insanin aslında ne olduğu sorusu çıkar ortaya. Yunan felsefesinin ufk.unda buna cevap bellidir: İnsan olmak, bütün tekilleşmeler gibi, genel ve değişmez tinin geçici bir dönemidir. İnsan temelde cindir ve yine tin olmalıdır. Tekil ruh, anlamının aşılmasında bulacak bir 27 durum içindedir. Yani burada söz konusu olan -Hıristiyanlıkta olduğu gibi- tekil insan ve tarihi, kalıcı olarak tekilleşmenin olanaldan değil, aksine tekil olanın ortadan kaldırılması ve aşılmasıdır. Ruhun ölürnsüzlüğüne getirilen kanıtlar, tekil ruh için değil, kalıcı töz ilkesi, arche tes kineseos için geçerlidirler. İnsan, rasyonellik yerisi olan bir varlıktır Kendisi, yalnızca türünün animal ratianale (zoon logon echon). örneğiclir. Tanımı tür üzerinden yapılır ve kendisi de türünün devamını sağlamakla görevliclir; kendinde ve kendisi için bir manaya sahip değildir. Tekil insanın değeri ve yaşama hakkı, tesadüfi olatak içinde yaşadığı topluluğa sağladığı katkının yan ürünüdürler. Bu insan anlayışını, Platon'un Politeia'sında (Devlet, ID. Kitap, 407c) bir pasaj çok açık bir biçimde dile getirir: "Kendisine tayin edilmiş olan yerde yaşayamayana, o (Asklepios) bakmak hissetmecli, çünkü ne kendine ne de devlete bir faydası yoktu ... Yaşaması, ne kendine, ne de başkalarına bir yarar sağlayacaktı." zorunluğu Hep zikredilen, insanın Yunanlılar tarafından keşfi, tekil insan ve öznelliği içindeki bireyi konu etmez, aksine, Yunanlıların yaptığı, ra.ryonel ht!]Vatı (animal rationale) olarak insan olmanın kendine haslığına, eliğer deyişle, insan türünün önemine elikkat çekmek olmuştur. Yunan Hümanizminin temelleri burada yatar. Tekil olan, ıiısan türünün keyfi olarak başkasıyla değiştirilebilir ve sonunda vazgeçilebilir bir örneğidir yalnızca. 3. Kişi Olarak insan \ Üzerinde fikir yürüttüğümüz konu itibanyla, klasik Yunan felsefesiyle inanç geleı:ıeği, şu ya da bu açıdan değil, temelden birbirinden Yahudi-Hıristiyan tarklıdır. Yunan anlayışına göre Tannsal olan, 'var olma' sorusunun vardığı en son nokta, dünyanın döngüselliğini işler tutan, göreceli mutlak bir ilkeclir. Geçiciliğin bu değişmez eb edi d.öngüsünde insan, duyusal varlıklar tütünün, içinde· mutlak tinin belirli bir zaman için tekilleştiği bir örneğiclir. Yahudi-Hıristiyan inanç geleneğinin dayandığı çıkış noktası, bu düşüncenin tam karşısında yer alır; Tanrı dünya üzerinden değil, aksine dünya, Tanrı üzerinden anlaşılmaktadır. Mutlak ve aşkın olan gerçeklik Tanrı'dır, aynı zamanda tanrısal olmayan her tür gerçekliğin temeli ve şartıdır. O, dünyanın ve döngüsel bir devinim değil, eskatolojik bir yönelim gösteren tarihin efendisidir. Bununla, bir dizi sorunun da cevabı önceden verilmiş oluyor. Ayırıcı sınır, ruh ile madde arasında değil, Tann ile bağımsızlık içinde yarattığı gerçeklik arasında çiziliclir. Elbette, 'yaratılmış olma' nosyonu, tözünden ve gayesinden kopartılamaz bir bağ ve koşurluğu da kapsar 28 örtük olarak. Yaratılmış olma, Tanrı · · -nedenle h~p olumlu anlamdadır. tarafından yaratılmış olma demektir, bu Bu esas çıkış noktası, .antropolojide dolaysız ifadesini bulur. Gerçi Vahiy, ne Eski Ahir ne de Yeni Ahit'te, sözcükler aracılığıyla (expressis verbis) felsefi veya dini anlamda bir antropoloji geliştirmez. Ancak, asıl mesajıyla sıkı bir ilinci içinde olan, özgün bir insan anlayışını, sürekli olarak örtük biçimde ifade eder. Vahiy'in insan anlayışı olmadan, Tanrı'nın kendini açıklaması ve kendini ifşası vasfıyla Vahiy'in kendisi de, sözünü yöneltecek varlıktan yoksun, dolayısıyla anlamsız olacaktı. Bu insan anlayışına giden yol bu nedenle gerçekliğin felsefi bir yorumu üzerinden geçmez. Aksine Hıristiyan antropoloji, insanı, tarih içindeki Kurtuluş ve Tekmil tarihinde yaşandığı gibi, Tann'nın hakkı altında olması itibanyla dikkate alır. Tann'nın insanla olan bu tarihi, dialojik yapısıyla, kendi oluş şartlannın, örtük olarak kendisini mümkün kılan vazgeçilmez koşullar olduğu bilgisini de verir. Hıristiyanlığın ilk yüzyıllan içerisinde bu koşullann bilincine, gittikçe artan bir açıklıkla varılır. Vahiy'in bu sırada ayıtdına varılan içerikleri, insanın kendini deneyimledikleri yle birleşirve sonunda -Kutsal Kitap sonrası- bir nosyona, kiji (Person) kavramına gelinir. Başlangıçta, perso11a kelimesini etimolojik olarak açıklama ve onu öneeleyen felsefi tarihiyle yorumlamaya girişilmiştir. Ancak Hıristiyanlığın ilk defa ortaya koyduğu kişi anlayışı bağlamında, bu çabalar bir sonuca varmaz. Kişi kavramının yapısal öğeleri, nesnel köklerini Tanrı ile insan arasındaki diyalojik ilişkiden alır. Hak talep edebilmek, sorumluluk taşıyabilmek ve kişi ile kişi arasında karşılıklı bir ilişki mümkün olmalıdır. 'Kişi olma' halinin -elbette analojik olarak- Tanrı tarafından da ifade edilebilmesinin nedeni de burada yatar. Dolayısıyla Hıristiyan anlayışına göre 'kişi olma', felsefi bir varsayımdan aksine Vahiy'de Tanrı'nın kendini anlatmasında temel bulur. Kifi .. dediğimiz gerçekliğinin belli yönleriyle felsefi yöntemler ve düşünce modelleri aracılığıyla araştınlıp ortaya konmuş ve kavrama katılmış olması, bu esasın aksine bir durum değildir. çıkmaz, Tarihsel olarak etkili olmuş ilk kişi tanımı, Boethius'a aittir (takriben 480524): Personae est difinitio: nat11rae ratianabi/is individua Sllbstantia (Opusculiım V3); Kişi, rasyonel bir doğanın (varlığın), bağımsızca tekil varoluşudur. Bu formülle Boethius hala tamamıyla klasik Yunan felsefesi ufkunda düşünmektedir çünkü böyle bakıldığında kişi, bir bireyden, akıl yelisim sahip doğa (varlık) türünün bir örneğinden başka bir şey değildir. Bu anlamda, Hıristiyanlığın ayırıcı çıkış noktası tümüyle göz ardı edilmiş oluyor. Bu tanım ağır sonuçlara sebep olur, çünkü Ortaçağa kadar 'insan olma' üzerine bu tanımın belirlediği çizgide fikir yürütülecektir. Kişi üzerine millahazada Boethius'tan ileriye önemli bir adımı, Richard von St. Viktor (+1173) temsil eder. Ona göre kişiyi kişi yapan en önemli yapısal 29 unsurlardan biri de varlığının nereden'liğidir (De trinitate IV 22). Bu anlamda, her kişiye özgün olan ilişiklik de tanıma dahildir: Kişi, ifade edilemez bir varlık (varoluş biçimidir), bir itıcommmıicabilis existentiad.J.r. Yani, genel bir varlığın bireysel bir tezahürü, diğer deyişle, akıl yerisi olan bir varlık değildir kişi, aksine, yalnızca tekil insana mahsus bir varoluş halidir (modus). Hıristiyan insan anlayışının özgünlüğünü ve farkını açıklama ve felsefi söylem içinde kavramsaliaştırma çabaları, Aquina'lı Thomas'la (1224-1274) belli bir sona ulaşıyor. Kişiselliğin ve öznelliğin antolajik konumu, Kutsal Yazı'nın örtük olarak dile getirdiği irisan imgesinde temellenir. Tekil insan, yalnızca mevcut olmaktan öte, bireys.elliğiyle Tanrı tarafindan amaçlanmıştır ve bu nedenle varoluşunun anlamını bizzat kendinde taşımaktadır. Kendisinden üst konumda bir topluluk içinde işlevsel bir öğe değildir, öncelikle kendi kendisi adına vardır ve bu anlayışla da her türlü araçlaştırıcı edirnden bağımsızdır. Tanrı'nın bu yaratma gayesinde, ölüm sınırları ötesine varan, kalıo bir tekilleşme ve kişisel mükemmeleşme imk:lnı yatmaktadır. Yalnızca var olmadığı, kendi hakkında mülahazada, kendini 'bildiği' ve böylelikle 'kendinde olduğu' için insan, böylesi bir tekmile yetilidir. İşte, kendi üzerinde özgürce huyurma yetkesi, en temelinde bu 'kendini bilme'ye dayanmaktad.J.r. Bu esasa dayanarak insan kendi inisiyatifi ve kendi sorumluluğu ile hareket eder. Bu nedenle, kişi ?lma ve öznelli~ antolajik bakıldığında bütün gerçeklik içinde en üst konumda ve yerdedir. Insan olma, tekil ve yegane bir varoluş halidir (singulare tantum). Somut bir kişi başkası tarafından ifade edilemez ve bu nedenle asla türsel bir kavram olamaq:. Dilde bunun denkliği özel isim veya kişi zarniridir. Kişi olmak, özünde başka kişilerle karşılıklı ilişki içinde olmayı kapsamasaydı, insan olmak uç noktada bir yalıuzlaşma demek olacaktı. İletişimin modusu olarak diyalog, bu nedenledir ki böyle bir insan anlayışının içinde temel bir öneme sahlptir. Kişi vasfıyla insan, öziind~, başkasıyla beraber varolan 'irisan'dır (Alın. Mitmensch). Öznelliğin antolajik önemi, kişinin kendi-kendisiyle karşılıklı ilişkisi, etik düzlemde öznelee arayış ve belki yanılgı içindeki vicdanın bile -ahlaki edirnin son mercü vasfıyla- özgürlüğü öğretisinde karşılığını bulur. Sonlu bir özne vasfıyla insan, mutlak, idrakını prensip olarak aŞan bir kriterle ölçülemez. Sonlu ve sınırlı aklı ile sonlu iradesi birbiriyle ilintilendirilir ve ahlak bu karşılıklı ilişkinin niteliği ile ölçülür. İrade -aşılmaz bir yanılgı içinde olabileceği riskini bile göze alarak- idrakın yolunda gider. Bu yüzden insan, özellikle inanç ve Tanrı ile olan ilişkisi bağlamında, hiç bir zorlama altına sokulamaz. Tanrı insanı kopmaz biçimde vicdanına bağlamıştır. Tanrı karşısında insan, ahlaki bir özne vasfıyla durur ve insanın dokunulmaz onuru bu karşılıklı ilişkiden temel alır. 30 -. 4. Örnek'ten Özne'ye Dönüşümün Tarihsel Önemi -' .Qaha önce değinildiği gibi, insanın kişi ve özne olarak anlaşılması, Kutsal Kitap antropolojisinin felsefi açıdan ele alınıp sunulmasından. başka bir şey değildir. Çelişkili bir biçimde, Kilise tarafından II. Vatikan Konsilinde kararlı bir biçimde reddedilmiştir. İnsan haklarının ve her tür modern demokratik anayasai:ıın özünde meşruiyetlerini yalnızca bu insan anlayışına dayandırdıkları ve vazgeçilemez temellerinin burada yattığı düşünülürse, ôr11ek'te11 ô'ifıe)e olan dönüşümün önem ve güncelliği daha da açık ve net olarak anlaşılır. Literatür: Heinzmann, Richard: "Ansatze und Elemente moderner Subjektivitii.t bei Thomas von Aquin", in: R. L. Fetz u.a. (Hgg.), Gescbichte tmd Vorgeschichte der JJJodenıetı St~ljektivitiit, Bd. 1, 414-433 (in: European Cultures. Studies in Literature and Arts, 11.1 und 2, ed. by W. Pape) Berlin/New York, 1998. Bu eserdeki tüm makalelerin İngilizce bir özeti verilmiştir. 31