küresel ısınmaya dair başlıca tartışma konuları

advertisement
KÜRESEL ISINMAYA DAİR BAŞLICA TARTIŞMA KONULARI VE ŞEHİR EFSANELERİ
Şubat 2009
www.greenpeace.org.tr
2
Bugüne kadar iklim değişikliğini Kyoto
Protokolü ekseninde tartıştık. Protokolün
onayı o kadar zaman aldı ki, mesele
yalnızca uluslararası bir sorun olarak
algılandı. Politikacıların iklim değişikliğine
karşı alınacak önlemleri, ulusal
kalkınmanın önünde bir engel olarak
göstermeleri ya da yalnızca bireyleri
sorumlu tutmaları da konunun yerel
yönetimler ölçeğinde tartışmaya
açılmasını engelledi. Buna rağmen bugün dünyada iklim
değişikliğini önlemek için harekete geçen
yerel yönetimler azımsanamayacak bir
sayıya ulaştı. Öyle ki, yerel yönetimleri
yönlendirmek için çeşitli organizasyonlar
kurulduğu gibi belediye başkanlarını bir
araya getiren ulusal ve uluslararası
girişimler de bu küresel soruna çözümler
arayan önemli aktörler haline geldi.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz: İklim değişikliği küresel bir sorundur. Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri Ban KiMoonʼun deyimiyle, iklim değişikliği bu kuşağın çözmesi gereken en büyük
sorundur. Nasıl ABDʼnin Seattle kentinde gereksiz yere harcanan enerji, Konyaʼda bir köyün
kuraklıkla mücadele etmesine ya da Doğu Anadoluʼda sel felaketlerine neden oluyorsa,
İstanbulʼda yakılan kömür de (ya da Çanakkaleʼde çalışan bir termik santral) Afrikaʼda daha
çok insanın içme suyu ve gıda sıkıntısıyla karşı karşıya kalmasına veya Pasifikʼteki ada
ülkelerinin sular altında kalmasına neden olabiliyor. Kısacası dünyadaki tüm insanların kaderi
aynı tehlike karşısında ilk kez bu kadar birbirine bağlı. İklim değişikliğine neden olan karbondioksit salımlarını düşürmek yönünde atılan her adım,
tüm insanlığa fayda getiriyor. Dolayısıyla, yerel, ulusal ya da uluslararası olsun dünyadaki
tüm liderler bu büyük tehdide karşı bizleri korumak için sorumlu. atılması gereken adımlar,
toplumsal refah, istihdam, kaliteli yaşam ve daha temiz bir hava ve ekonomi için de çözümleri
beraberinde getiriyor. www.greenpeace.org.tr
3
Ama önce harekete geçmeye hiç de niyetli olmayan
politikacıların Türkiyeʼde yarattıkları önyargılara ve “şehir
efsanelerine” yanıt verelim: ŞEHİR EFSANESİ 1. İklim değişikliği ile mücadele
etmek ekonomik kalkınmaya engeldir.
Tam tersine iklim değişikliği ile mücadele etmek
ekonomik kalkınma için bir fırsattır. Önemli bir örnekle
başlayalım. Greenpeaceʼin, ICF Internationalʼa yaptırdığı
araştırmaya göre, çiçeği burnunda ABD Başkanı
Obamaʼnın ekonomiyi canlandırma paketi milyonlarca
yeni iş olanağı yaratmakla kalmıyor aynı zamanda enerji
verimliliği ve yenilenebilir enerji üretimine ödenek
oluşturarak 61 milyon metrik ton karbondioksit tasarrufu
sağlıyor. Bu tasarruf, 13 milyon otomobilin yarattığı iklim
kirliliğine eşit. [1] Massachusetts Üniversitesiʼnde yapılan
bir araştırmaya göre, enerji verimliliği uygulamalarına
(bina yalıtımı, akıllı şebeke sistemleri) yapılacak yatırım,
nükleer enerji yatırımlarına oranla 4.4, kömürden elektrik
elde edlmesine yönelik yatırımlara oranla 2.6 kat daha
fazla istihdam yaratıyor. [2]
Dünya Bankası eski başekonomisti Sternʼin hazırladığı rapora göre iklim değişikliğiyle mücadele
edilmediği takdirde Büyük Depresyon veya iki dünya savaşından daha büyük bir ekonomik kriz
bizi bekliyor. Üstelik bu kalıcı olacak. Zira dünya ekonomisi en az %5-20 oranında küçülecek.
Sternʼe göre, eğer yeşil yatırımlara hız verilirse hem ekonomi canlandırılabilir hem de iklim krizi
aşılabilir. [3]
Almanya, yenilenebilir enerji yatırımlarında lider ülkelerden biri. 2007 yılında elektrik üretiminin
%14ʼü rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir kaynaklardan sağlanıyor. Oysa bu üretim, elektrik
faturalarına sadece %5 oranında yansıyor.1 Almanya Çevre Bakanıʼnın da kaydettiği gibi
yenilenebilir enerjiler sadece iklim değişikliğiyle mücadele etmekle kalmıyor aynı zamanda
ülkenin enerji bağımsızlığına ve istihdam yaratmaya da katkıda bulunuyor. Üstelik yenilenebilir
enerjiler petrol fiyatlarına bağımlı bir ekonomiden de kurtulmamızı sağlıyor.[4] 1. Yenilenebilir enerji fiyatlarına yönelik kesin maliyet rakamları vermek zordur çünkü kuruldukları bölgenin teknik
özelliklerinden, bağlı oldukları ülkenin yenilenebilir enerji politikalarına kadar pek çok faktör maliyetlerde rol oynar.
Örneğin, Almanyaʼda rüzgâr enerjisinden üretim kWs başına 8 cent civarındayken Trükiyeʼde 4-5 cent arasındadır.
Buna karşılık rüzgâr enerjisi teknolojisinde ve türbin üretiminde son derece ileride olan Almanyaʼda 2020 yılında bile
rüzgâr elektiğinin bu seviyeye düşmesi beklenmemektedir. Bugün rüzgâr teknolojisi endüstrisi emekleme döneminde
olan Türkiyeʼde maliyetlerin ucuz olmasının nedeni pek çok bölgesinde rüzgâr gücünün daha fazla olması ve bu
nedenle türbinlerin daha verimli çalışmasıdır. Buna karşılık çok daha güçlü rüzgâr potansiyeli olan İngiltereʼde
maliyetler daha yüksektir. Bunun nedeni ise İngiltereʼnin yenilenebilir enerjilere yönelik politikalarının zayıflığıdır.
İngiltereʼde yatırım riski nedeniyle kredi maliyetleri yüksektir. www.greenpeace.org.tr
4
ŞEHİR EFSANESİ 2. Küresel ısınma
konusunda Türkiye diğer ülkelere göre
daha masumdur.
İklim değişikliğine neden olan gazların
salımında Türkiye sorumsuz değildir, tam
tersine hızla harekete geçmesi gereken
ülkelerden biridir. Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC)
Genel Sekreterliğiʼnin son raporları
incelendiğinde toplam seragazı salımları
bakımından Türkiyeʼnin 19. sırada geldiği
görülür.2 [5] Türkiye, salımlarını 1990 yılından
bu yana %95 artırarak, Ek-1 listesi (tüm
OECD ve Sovyetler Birliğinʼden sonraki geçiş
ekonomileri) içinde olumsuz yöne doğru bir
şampiyonluğu göğüslemektedir! Çevre ve
Orman Bakanlığıʼnın yayınladığı sözde İklim
Eylem Planı hayata geçerse Türkiye 2020
yılına gelmeden, Almanyaʼdan sonra tüm
Avrupaʼdaki en fazla salım yapan ülke haline
gelecek. Bu can sıkıcı tablodan sonra belirtmeliyiz ki, Türkiye ne ABD kadar suçlu, ne de Afrika ülkeleri
kadar masum. Ancak, UNDPʼnin son İnsani Kalkınma Raporuʼnun da belirttiği gibi dünyanın
OECD ülkeleri kadar karbon salımı yapacak kapasitesi yok. Eğer tüm ülkeler bu seviyeye
ulaşırsa birkaç tane daha gezegene ihtiyacımız olacak. Bu nedenle sorumluluklarımız elbette Almanya veya ABD gibi büyük olamaz ancak Afrikaʼda pek
çok ülkenin insani bir yaşama kavuşmak için gereken salım artırma hakkını da onlardan
çalamayız. Dünya, Kopenhag sürecinde “sorumlular” ve “sorumsuzlar” olarak ikiye
ayrılamayacak kadar hızla iklim felaketine doğru sürükleniyor. Çeşitli çalışmalar sorumluluklarımızı hangi ölçütlere göre alabileceğimizi daha açık biçimde
ortaya koyuyor [6]. Bunlara göre iklim değişikliği ile mücadelede ne kadar sorumluluk
alacağımız, sadece kişi başına veya toplam salımlara göre değil, ülkenin kapasitesine (kişi
başına milli gelir gibi ölçütler devreye sokularak) ve potansiyeline (karbon yoğunluğuna
bakılarak) göre de belirlenmelidir. Bu üç ölçüt her ülkenin sorumluluk miktarını daha adil biçimde
belirleyebilir. Dolayısıyla Kopenhag sürecinde dünyayı iki gruba değil, beşʼten fazla gruba
ayırabiliriz. Türkiye, en çok sorumluluk alması gereken birinci grupta olmayabilir. Ama hiç
sorumluluğu olmayan son grupta da bulunmayacak. Sonuç olarak, 2012 sonrasına bugünden hazırlanmaya başlamak Türkiyeʼnin hayrına olacaktır. 2. UNDPʼnin 2004 rakamlarına göre ise 23. sıradadır. http://hdr.undp.org/en/reports/global/
hdr2007-2008/ Sayfa:69
www.greenpeace.org.tr
5
ŞEHİR EFSANESİ 3. İklim değişikliği ile mücadele
bireylerin sorumluluğudur.
İklim değişikliğiyle mücadele, öncelikle liderlerin
sorumluluğudur; sadece bireylerin değil:
Bireylerin karbon ayak izleri; bir ülkede yürütülen enerji
politikalarına, yatırımlar için otoyol mu yoksa demiryolu
mu yapılacağına dair siyasi tercihlere, o ülkenin
sanayisinin ne kadar verimli olduğuna ve otomobil veya
elektrikli ev aletleri gibi enerji tüketen cihazların yasal
standartlarına bağlı olarak değişim gösterir. Söz
konusu ülkenin elektrik şebekelerindeki kayıp oranları
ile elektriğini ne oranda kömürden ne oranda
yenilenebilir enerjilerden karşıladığı da, kişi başına
salım oranlarını etkiler. Oysa bahsi geçen hiçbir
tercihten doğrudan doğruya birey sorumlu değildir.
Klasik demokrasi tanımında söz konusu olduğu gibi,
bireyler bu sorumluluğu oy vererek siyasi liderlere
devreder. Liderlerin sorumluluğu ise topu bireylere
atmak ve basın açıklamalarında “Düdüklü tencere
kullanın” demek değil, iklim değişikliği felaketlerinden
seçmenlerini koruyacak doğru enerji stratejileri
geliştirmek, artık önleyemeyeceğimiz iklim etkilerine
yönelik uyum programları başlatmak ve halkı –atıklarını
ayırmaları, enerji ve su tasarrufu yapmaları vs. içineğitmektir.
Bu sorumluluk hem iktidar partisinin ve hükümetin, hem muhalefet partilerinin, hem
milletvekillerinin, hem de belediye başkanlarının sorumluluğudur. Halkın üzerinde etkisi
tartışmasız olan dini ve sosyal liderlerin de iklim değişikliği ve çözümlerine yönelik halkı
bilinçlendirmede rolü olmalıdır. Liderlerin sorumluluklarını şöyle sınıflandırabiliriz: İklim değişikliğini engellemede uluslararası ortak çabaya dahil olmak; iklimi değiştiren gazların
salımlarını azaltmak üzere politika geliştirmek; yasal hedefler oluşturmak; bu hedeflere ulaşmak
üzere strateji ve eylem planları geliştirmek; bu planları uygulamaya sokmak ve planlara halkın da
katılabilmesi için eğitim programları başlatmak.
REFERANSLAR: [1] http://www.greenpeace.org/usa/press-center/reports4/ghg-impact-of-the-economic-sti
[2] http://www.greenpeace.org/usa/assets/binaries/green-job-creation-table [3] http://www.guardian.co.uk/environment/2009/feb/11/stern-climate-change#history-byline [4] http://www.bmu.de/files/pdfs/allgemein/application/pdf/brochure_electricity_costs.pdf
[5] Ek-1 dışı ülkeler için: http://unfccc.int/resource/docs/2005/sbi/eng/18a02.pdf
Ek-1 ülkeleri için: http://unfccc.int/resource/docs/2008/sbi/eng/12.pdf
[6] South-North Dialogue on Equity in the Greenhouse- GTZ
www.greenpeace.org.tr
Download