On5yirmi5.com Siyasal "casting" "Bugün Atlantik dünyâsının Ortadoğu'da yapmak istediği, sâdece BAAS rejimlerinden kurtulmak değil; en az bu kadar mühim olan bir diğer husus da, sürecin demokratik bir dönüşüme evrilmesini engellemektir." Yayın Tarihi : 20 Ağustos 2015 Perşembe (oluşturma : 10/9/2017) Süleyman Seyfi Öğün'ün Yenişafak gazetesindeki, Ortadoğu'nun dünü ve bugününü irdelediği "Ortadoğuyu anlama kılavuzu" niteliğindeki yazısı... Dünyâ siyâsetlerinde merkez güçlerin artık tek başına olmadıkları, yarı-merkez güçlerin de karar alma süreçlerine dâhil oldukları sık vurgulanan bir husus hâline geldi. Sık tekrarlarla bir ezber hüküme dönüşecek. Ben bunun bir algı sapması olduğunu düşünüyorum. Doğrusu ilk bakışta bunun, özellikle de Ortadoğu düşünüldüğünde yanlış olmadığını düşünebiliriz. I. Genel Savaş'ın şartları dikkâte alındığında, Ortadoğu'nun kaderinin ne olacağına dâir İngiltereFransa dışında hiçbir yerli gücün söz sâhibi olmadığını görebiliriz. Siyâsal bir mizaha konu olacak şekilde coğrafyaların haritalarını çizerken İngiltere ve Fransa'nın kendi pazarlıklarına ve anlaşmalarına müdâhil olacak, îtirâz yükseltebilecek hiçbir aktör yoktu. Zâten Türkiye ve Îran hariç, bölgede yaygın olan yapılar sömürgeci yapılardı. Dekolonizasyon siyâsetlerini içeren II.Genel Savaş sonrasında ise siyâsal bağımsızlıklarını elde etmiş olan yerli güçlerin yegâne hareket serbestisi , iki kutuplu dünyâda konum almakla sınırlı kaldı. BAAS liderliğindeki Mısır, Libya, Sûriye ve Irak, Sovyet kampına yakınlaştı. Türkiye ve Îran gibi daha kadim devletler; Ürdün, Suudi Arabistan ve Körfez devletçikleri ile birlikte tercihlerini Atlantik dünyâsından yana yaptılar. Soğuk Savaş sonrasında, büyük bir kısmı Sovyet yanlısı olan BAAS rejimleri büyük bir kriz yaşadı. Mısır, en erken davranan oldu. Daha 1973'deki Camp David Anlaşması'yla dümenini yavaş yavaş Batı'ya kırdı. Sûriye, Irak ve Libya BAAS'ları ise direndi. Bu direnişleri neticesinde ağır bedeller ödediler. Bugün Libya ve Irak'ta fiili bir parçalanmışlık hüküm sürüyor. Sûriye ise nasıl neticeleneceği belli olmayan çok kanlı bir iç savaşı yaşıyor. Artık, Arap Baharı olarak güzellenen bir sürecin, aslında, 80'lerin sonunda Libya'nın vurulması ve 90'ların başındaki Körfez Savaşı'yla başlayan, BAAS rejimlerinin tasfiye sürecinin farklı veçhelerinden birisi olduğunu görebiliyoruz. Bunun iki yüzü olduğunu unutmayalım. Süreç BAAS rejimlerinin çürümüşlüğü düşünüldüğünde mâkûl gözüküyor. Ama, çözülme süreçlerinin hayâta geçirilişi ve doğurduğu insanlık dışı şartlar düşünüldüğünde mâkûl sınırlar ziyâdesiyle aşılıyor. On senelerce BAAS rejimlerinin baskıladığı Pandora kutuları açıldığı zaman, içinden çıkanlar öngörülenin çok dışında seyretti. Baskı rejimlerinin demokratik yapılarla yer değiştirmesinin bu coğrafyada kolay bir iş olmadığını, İhvân seçeneğinin nasıl ezildiğini dikkâte alarak çok net görebiliyoruz. Bugün Atlantik dünyâsının Ortadoğu'da yapmak istediği, sâdece BAAS rejimlerinden kurtulmak değil; en az bu kadar mühim olan bir diğer husus da, sürecin demokratik bir dönüşüme evrilmesini engellemektir. Atlantik dünyâsının, Mısır'daki darbeyi desteklemesi bunun en açık göstergesidir. Çok daha mühim olan ise, Asyaik bir temele oturan El Kaide'yi dönüştürülmesi ve buradan türetilen IŞİD gibi bir kanlı cihazı bölgeye yerleştirerek, ya da yerleşmesine göz yumarak Sünnî varlığı onun kontrolüne vermeleridir. Sürpriz olan ise, 1979'da Îran'ın İslam Devrimi adı altında yaşadığı dönüşümdü. On senelerce büyüyen Îran "uru"ndan nasıl kurtulacaklardı? Atlantik dünyâsı sonunda bunun da kolayını bulmuş gözüküyor. Bölgede mezhebî siyâsetler yürüten Îran'ı en zayıf yerinden yakaladılar. Îran bugün kendisine ağır mâliyetler yükleyen bir savaşın içindedir. Yemen'den Irak'a, Lübnan'dan Sûriye'ye çok geniş bir alanda nüfuz mücâdelesi yürütüyor. Diğer taraftan rejimin ideolojisi derin bir sapma yaşıyor. Artık meselesi, şeytânî ittifak olarak gördüğü ABD-İsrail siyâsetleri değil. Meselesi artık, bu geniş coğrafyada Sünnî güçlere karşı yürüttüğü savaştır. Atlantik dünyâsı Îran'ı IŞİD ile karşı karşıya getirerek onu denetimi altına alıyor. ABD-Îran arasındaki yumuşama tam da bu iklime denk geliyor. Doğrusu ben bu süreci Îran'ın bölgedeki gücü ya da nüfûzunun artışı olarak değerlendiren bir bakışı benimsemiyorum. İsrail'in bu yakınlaşmayı mızmızlıkla karşılamasına da çok derin bir anlam yüklemiyorum. Tam aksine, sürecin Îran'ı kapasitesini zorlayarak teslim almaya mâtuf bir tasarım içerdiğini düşünüyorum. Sürecin bizi doğrudan ilgilendiren bir ayağı daha var: İki devlet arasındaki ilişkileri gererek, bölgede zaman zaman Atlantik siyâsetlerini zora sokan bağımsız siyâsetler izleyen Türkiye'yi de zora koşmak istiyorlar. Yeniden Sûriye-Îran çizgisine düşen ve Anti-Erdoğanizme eklemlenerek tırmandırılan PKK terörü sürecin yakıcı âletlerinden birisi. Hülâsa edelim; sacayağı kurulmuş oluyor: Sürecin nihai ayağı; Îran üzerinden gererek Türkiye'yi hizâya getirmek. Yukarıda profilini vermeye çalıştığım tablo, dâhil olduğumuz bölgede siyâseti, dehşetengiz kılıyor. Bu çerçevede yazının girişinde yer alan hükme çok kolay bel bağlamamak gerekiyor. Bu dökümanı orjinal adreste göster Siyasal "casting"