İSTİSMARA MÜSAİT BİR AKTÖR “Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varız. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş sedâ olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayâl olur kalırız. Görüyorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanıyorsunuz, birazdan tiyatro bomboş kalacak ama tiyatro işte o zaman yaşamaya başlayacak. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Virjinya’nın bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yokuz, seyircilerimiz de kalmadı, ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır ve perde!” Haldun Taner (1915-1986) SERSEM KOCANIN KURNAZ KARISI’ndan (son tirad) T ürk Tiyatrosunun duayenlerindendi. Tanıştığımızda yetmişini çoktan geçmişti ama her zaman bakımlı, şık ve mizah yüklüydü. Tiyatro, sinema, seslendirme sanatçılığının yanı sıra şairliği ve yazarlığı da vardı. Tiyatro sanatçılığını ve yönetmenliğini yıllar önce unutulmaz izlerle bırakmıştı. “1943’te Dertli Pınar filmindeki tek cümlelik bir rolle sinemaya, 1946’da “heykel rolü” ile tiyatroya adımımı attım. Heykel rolünü biraz açmak gerekiyor. O yıl Şehir Tiyatroları Drama Bölümü’nde sahneye koyulan Shakespeare’in Julius Caesar oyunu için ısmarlanan heykeller yetişmeyince, heykel gibi durmak üzere üç figüran seçilmişti, bunlardan biri bendim. 20 İstismara Müsait Bir Aktör Şehir Tiyatrolarında ücret almadan küçük rollere çıkmaya başladım. Bu arada Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in çıkarttığı ünlü Markopaşa dergisinin yazı işleri müdürlüğünü de üstlenmiştim ama oradan da para alamıyordum. Seslendirmeden para kazanabileceğimi düşündüm. O yıllarda Ferdi Tayfur’un İpek Film adına seslendirme yapan bir ekibi vardı. Konuyu Ferdi Tayfur’u yakından tanıyan Sabahattin Ali’ye açtım. Kartının arkasına eski harflerle bir not yazıp “Bunu Ferdi’ye ver, seni mutlaka dublaja çağıracaktır.” dedi. Eski harfleri bilmediğimden, ne yazdığını okuyamadım ama kartı götürüp verdim. Ferdi Tayfur kartı okuyup gülmeye başladı. Çok geçmeden aranılan bir dublaj sanatçısı olmuştum. Bir gün aklıma geldi ve sordum “Ben size Sabahattin Ali’den bir kart getirmiştim, onda ne yazıyordu?” Ferdi Tayfur yine gülmeye başladı ve yanıtladı “kabiliyetli ve istismara müsaittir.” 21 Simurg 1948’de tiyatro sezonu açılırken hakkımda çıkan solculuk söylentileri nedeniyle bana rol verilmeyeceğini öğrendim. O sıkıntılı günlerin birinde Lambo’nun meyhanesinde Orhan Veli ile söyleşirken durumu anlattım. Orhan Veli “İzmir Şehir Tiyatrosu’na gider misin? Avni Dilligil dostumdur, ona bir mektup yazayım, gel derse gidersin.” dedi. Yanıt olumlu geldi ve bir sezon İzmir Şehir Tiyatrosu’nda “Macbeth”, “Paydos” ve “Küçük Şehir”de oynadım. 1949’da İstanbul’a dönerek İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başladım. 1951’de Muhsin Ertuğrul’un kurduğu Küçük Sahne’nin ilk kadrosunda yer aldım. 1957’de Küçük Sahne’nin dağılması üzerine İstanbul Oda Tiyatrosu’nu kurdum. 1960’ta Muhsin Ertuğrul’un çağrısıyla Şehir Tiyatroları’na döndüm.” Bu yıllarda edebiyat dergilerinde şiirleri, günlük gazetelerde mizah üzerine yazıları yayınlanıyordu. Altmışlı yıllardaki Öztürk Serengil filmleri furyasını anımsayanlar olacaktır. Öztürk Serengil’in seslendirmesini Mücap Ofluoğlu, kendi uydurduğu garip bir jargonla, —yeşşe, şepke, temem bilakis, mangıraj, kelaj gibi sözcüklerle— yapıyordu. Bu sözcükler özellikle gençlerin diline dolanmış, olay “gençlerin ve çocukların Türkçesi bozuluyor” gerekçesiyle Milli Eğitim Bakanlığı’na kadar uzamıştı. Olayın bu boyutlara taşınmasıyla Öztürk Serengil bir basın toplantısı yapmış; “bu sözcükler bana ait değil, seslendirmeyi yapan Mücap Ofluoğlu’dur.” demişti. Yani bir anlamda işi, şöhretini borçlu olduğu kişinin üzerine yıkmıştı. Mücap Ofluoğlu çok kızmış, önceden söz verdiği iki filmin daha dublajını yapmış ve seslendirmeyi bırakmıştı. O yılların şiirle taşlama ustası, Ofluoğlu’nun da yakın arkadaşı Ümit Yaşar Oğuzcan şöyle diyordu: İbretiâlem için sesini kiralayıp Şu Öztürk Serengil’i icat eyledi Mücap Temem bilakis’lerle, şepke’ler, yeşşe’lerle Türk dilini bîhakkın berbat eyledi Mücap Sonrasını Mücap Abi’den dinleyelim; “Bir gün Divan Oteli’nin barındaydık. Başta Nadir Nadi’nin kardeşi, Cumhuriyet gazetesi sahiplerinden mizahçı dostumuz Doğan Nadi, şair Baki Süha Edipoğlu, o günlerde çok içip az yemek yiyen ünlü şovmenimiz Orhan Boran, çene çalarken Ümit Yaşar’ımız geldi ve Doğan’dan başladı: Aynı dalda yeşermiş işte lâleyle soğan Biri gerçekten Nadir, biri nasılsa Doğan 22 İstismara Müsait Bir Aktör Doğan Nadi bu dizeden hoşlanmadı. “Bana bak şair, yazacaksan doğru dürüst olsun, adi olmasın!” Ümit dostumuz hemen yazdı ve okudu: Bana hiciv yaz diyor ama adi olmasın İçinde herkes olsun Doğan Nadi olmasın Oysa onsuz bir hiciv asla gelmiyor akla Tanrı bir hiciv yazmış Doğan’ı yaratmakla Arkasından bir dörtlük daha: İskoçya’nın bir yıllık viski imâlatının Çok mühim bir kısmını istihlâk eder Doğan Birisi yanılıp da yanında kibrit çaksa Korkarım ateş alır, infilâk eder Doğan Doğan da kahkahalarımıza katılıp en az bizim kadar gülmüştü. Sıra bana geldi. Ben o yıl Şehir Tiyatrolarından ayrılıp —Muhsin Ertuğrul’un, yetkilerinin alınıp, tiyatrodan ayrılmak zorunda bırakılmasını protesto etmek amacıyla istifa ediyor— Küçük Sahne’de kendi adıma bir topluluk kurmuş, 1 Ekim 1966’da Kaktüs Çiçeği komedisiyle perdeyi açmıştım. Ümit Yaşar benim için şu dörtlüğü yazmıştı: Hayırlı olsun açmış perdelerini Mücap Dilerim ki alkışlar yağsın Küçük Sahneye Gel gör ki dostumuzun burnu hayli büyüktür Zannetmem kolay kolay sığsın Küçük Sahneye Bir dörtlük de Orhan Boran’a: Nükte alıyor, nükte satıyor Orhan Boran Gece gündüz durmadan atıyor Orhan Boran Laf atıyor, çamur atıyor, bir tek atıyor Sonra da yorgan döşek yatıyor Orhan Boran 23 Simurg Yine aynı yıllarda şair ve ressam Metin Eloğlu ile Ümit Yaşar dostlarımız bir resim ve şiir sergisi açmışlardı. Metin ressamdır, kendi şiirlerini resimlemişti. Ümit de şiirlerini kendince resimlemiş. Sergiyi gezerken Ümit’e resimleri nasıl yaptığını sormuştum. “Kaşıkla buluyor, parmakla bastırıyorum” demişti. Resimler nonfigüratif denen türdendi. Ben de Ümit Yaşar’ın ressamlığını ele alarak şu dörtlüğü yazmıştım: Orta yaşta büyük baş ağır mı geldi sana Şimdi de resme girdin, harika çocuk musun? Kaşıkla bulamaca, parmakla bastırmaca Ne bitmeyen dehadır, tükenmez folluk musun?” 1971’de İstanbul Şehir Tiyatrolarının sahnelediği Edmond Rostand’ın Cyrano de Bergerac oyununda konuk sanatçı olarak Cyrano rolünü oynadı. 1974’te Muhsin Ertuğrul’un yeniden tiyatronun başına geçmesiyle İstanbul Şehir Tiyatrolarına geri döndü. 1980’de kendi isteği ile emekli oldu. 1983 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu ile İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçılarının katıldığı ve ünlü piyanistimiz Cemal Reşit Rey’in Suna Korad’a eşlik ettiği bir programla 40. sanat yılını kutladı. Sevgili Mücap Ofluoğlu’na ve eşi, sevgili Filiz Ofluoğlu’na sevdikleri ile birlikte nice mutlu yıllar diliyorum. 24