ERDOĞAN TOPRAK HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU 29 HAZİRAN 2016 ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 1 HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU ANA BAŞLIKLAR TÜRKİYE’NİN İSRAİL’İN ŞARTLARINI KABUL ETTİĞİ, RUSYA’DAN ÖZÜR DİLEMEK ZORUNDA KALDIĞI, SURİYE İLE İLGİLİ HAVA SAHASI ANGAJMANLARINI HAFİFLETTİĞİ BİR GÜNÜN AKŞAMINDA, TERÖR AĞIR BİR DARBE DAHA İNDİRDİ. 3 CANLI BOMBA KALAŞNİKOFLARLA İSTANBUL HAVALİMANI DIŞ HATLARDA EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ! “MAVİ MARMARA” BASKINI İLE 6 YIL ÖNCE DİBE VURAN İSRAİL TÜRKİYE İLİŞKİLERİ NORMALLEŞME SÜRECİNE GİRDİ! İSRAİL DOĞAL GAZININ BORU HATTIYLA AVRUPA’YA TAŞINMASI VE MİT-MOSSAD İSTİHBARAT PAYLAŞIMININ YENİDEN BAŞLAMASI, ANLAŞMANIN STRATEJİK MADDELERİNİ OLUŞTURUYOR. SAVUNMA İŞBİRLİĞİ, DEMİR KUBBE ANTİ ROKET SAVAR SİSTEMİ ANLAŞMANIN DİĞER ÖNEMLİ ADIMLARI! CUMHURBAŞKANININ PUTİN’E MEKTUBU VE ARDINDAN BAŞBAKAN YILDIRIM’IN RUSYA’YA TAZMİNAT ÖDENEBİLECEĞİNİ İFADE ETMESİ, RUSYA POLİTİKASINDA “DERİN ÇARK” ADIMIDIR. ERDOĞAN, “HAVA SAHAMIZI İHLÂL EDENLER ÖZÜR DİLEMELİ” SÖZLERİNDEN, RADİKAL BİR ŞEKİLDE GERİ ADIM ATARAK, PUTİN VE RUSYA’DAN ÖZÜR DİLEMİŞTİR. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN VE AKP HÜKÜMETLERİ, ATTIKLARI GERİ ADIMLARLA, ÇIKIŞ YOLU ARADIKLARI YANLIŞ DIŞ POLİTİKALARININ ÜLKEYE VE YURTTAŞLARA ÇIKARTTIĞI AĞIR FATURALARIN, ÖDETTİĞİ AĞIR BEDELLERİN SİYASİ SORUMLULUĞUNU ÜSTLENİP, TÜRKİYE’DEN ÖZÜR DİLEMEK ZORUNDADIR. BİRLEŞİK KRALLIK’IN AB ÜYELİĞİNİ REFERANDUMA SUNMAK VAADİYLE TEK BAŞINA İKTİDAR OLAN MUHAFAZAKÂR PARTİ LİDERİ DAVİD CAMERON, BU SÖZÜNÜ TUTTU AMA BAŞBAKANLIĞI DA KAYBETTİ. REFERANDUMDA BREXİT-AYRILALIM DİYENLER YÜZDE 52, AB’DE KALALIM DİYENLER YÜZDE 48 OY ALDI! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 2 BİRLEŞİK KRALLIK’IN AB’DEN AYRILMA KARARI ALMASI, TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ ÜZERİNDE DE ETKİLER YARATACAKTIR. BAŞTA EKONOMİK VE SİYASİ İLİŞKİLERDE İNGİLTERE İLE CİDDİ SIKINTILAR YAŞANACAKTIR. İNGİLTERE’NİN DE EKONOMİDE ZORLU BİR DÖNEME GİRECEĞİ, PEŞ PEŞE GELEN KREDİ NOTU DÜŞÜŞLERİNDEN ANLAŞILMAKTADIR. BÜYÜK BRİTANYA'NIN 23 HAZİRAN REFERANDUMU’NDAN BREXİT KARARI ÇIKMASI, AB’NİN YAPTIRIM VE AMBARGO UYGULADIĞI, RUSYA AÇISINDAN DA ÖNEMLİ BİR KAZANIM OLARAK GÖRÜLEBİLİR. BAŞTA ALMANYA VE FRANSA OLMAK ÜZERE, AB’NİN RUSYA İLE İLİŞKİLERİNİ DE GÖZDEN GEÇİRMESİNİ GEREKTİRECEKTİR. CUMHURBAŞKANININ ÖNÜNÜ AÇTIĞI, İÇİŞLERİ BAKANLIĞI TARAFINDAN HAZIRLANAN “ÖZEL GÜVENLİK’İN YENİDEN DÜZENLENMESİ” YASA TASARISI TASLAĞI, AKP İKTİDARININ GERÇEK NİYETLERİNİ, TEHLİKELİ HEDEFLERİNİ, KENDİ ÖZEL GÜVENLİK ORDUSUNU KURMA HEVESLERİNİ AÇIĞA ÇIKARTMASI AÇISINDAN İLGİNÇ DÜZENLEMELER İÇERİYOR. AKP, DIŞ KAYNAK VE İÇ KAYNAK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN YURT DIŞINDA TUTULAN SERVETLERE UMUT BAŞLAMIŞ GÖRÜNÜYOR. SERVET AFFI, VARLIK BARIŞI VB. ADLAR ALTINDAKİ UYGULAMALARLA ADETA, “PARANI GETİR DE NASIL GETİRİRSEN GETİR, HİÇBİR ŞEY SORMAYACAĞIM” SÖZÜ VERİLMEKTEDİR. TURİZM SEKTÖRÜNDEKİ “KRİZ” AĞIRLAŞARAK DEVAM EDİYOR, SON 22 YILIN EN KÖTÜ SEZONU YAŞANIYOR. MALİYE BAKANLIĞI VE SGK, VERGİ VE PRİM BORÇLARINI ÖDEYEMEYEN TURİZM ESNAFINA E-HACİZ UYGULAMASI BAŞLATTI. SEKTÖRÜN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ KONUSUNDA HÜKÜMETİN SAMİMİYETSİZLİĞİ ORTADA! TÜRKİYE EKONOMİSİNİN BU YILIN İLK ÜÇ AYINDA YÜZDE 4,8 BÜYÜDÜĞÜ AÇIKLANMASINA KARŞIN, MALİYE BAKANLIĞI’NIN BÜTÇE PERFORMANSI VE VERGİ GELİRLERİYLE, TAHAKKUK-TAHSİLAT ORANLARI, İŞYERLERİ, İŞLETMELER, MÜKELLEFLER AÇISINDAN BİR BÜYÜMENİN, EKONOMİK CANLANMANIN OLMADIĞINI GÖSTERİYOR. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 3 HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU DETAYLAR TÜRKİYE’NİN İSRAİL’İN ŞARTLARINI KABUL ETTİĞİ, RUSYA’DAN ÖZÜR DİLEMEK ZORUNDA KALDIĞI, SURİYE İLE İLGİLİ HAVA SAHASI ANGAJMANLARINI HAFİFLETTİĞİ BİR GÜNÜN AKŞAMINDA, TERÖR AĞIR BİR DARBE DAHA İNDİRDİ. 3 CANLI BOMBA KALAŞNİKOFLARLA İSTANBUL HAVALİMANI DIŞ HATLARDA EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ! Türkiye yeni bir katliamla sarsıldı. Ülkemizin dünyaya açılan kapısı, İstanbul Atatürk Havaalanında ağır kalaşnikof silahlarla, canlı bomba yelekleriyle, dış hatlar terminalinin içine kadar giren üç canlı bomba (sayıları kimi bilgilere göre 7 olarak belirtiliyor) sivil polislerin kendilerini fark etmesiyle, önce yolcu salonundakileri kalaşnikofla tarıyorlar, ardından da kendilerini patlatıyorlar. Eylemcilerin bazılarının polisle çatıştığı ve sağ ele geçirildiği bildirilirken, bu ağır saldırıda bir kez daha ağır bir güvenlik zafiyetiyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Tam bu eylemler öncesinde, güvenlik güçlerinin 2012’den beri IŞİD militanlarının ülkemizdeki örgütlenmelerini, hücre yapılarını takip ettiği, çok sayıda canlı bombayı ele geçirdiği açıklanmasına karşın, anlaşılan bu hücrelerden bazıları da polisin takibinden kurtulmayı başararak bu eylemi gerçekleştirdiler. Yine de havaalanındaki sivil güvenlik görevlilerinin canlı bombalardan şüphelenmeleriyle, belki de yüzlerce kişinin can vereceği daha büyük bir katliam önlenmiş görünüyor. İsrail ile anlaşmanın imzalandığı, Rusya ile özür mektubu ve normalleşme adımlarının atıldığı, açıkçası yıllardır uygulanan yanlış politikalardan ricat edildiği ve bunun toplumda infial yarattığı bir günde bu eylemin gerçekleşmesi, bir anda gündemi, İsrail’e verilen tavizlerden, hava sahamızı ihlal eden Rusya’ya gönderilen özür mektubundan yine, katliamlara ve teröre çevirdi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 4 Bir yandan kaybedilen masum canlarımız, görev başında yaşamını yitiren şehitlerimiz için acı çekerken, diğer yandan ülkeyi yönetenlerin, ülkenin itibarına, onuruna, kendi yanlışlarından ötürü verdikleri tahribatın, en somut bir şekilde ortaya çıktığı süreçlerde, acı bir gerçek olarak, buna benzer terör eylemlerinin ülke gündemini acı ve yasa boğması da bir başka üzücü süreçtir. Şimdi Türkiye, 6 yıl sonra İsrail ile anlaşmaya neden mecbur kalındığını, ya da 6 ay sonra neden Rusya’dan özür dilemek zorunda kalındığını değil, Türkiye’nin kalbinde, dünyaya açılan en önemli kapısında meydana gelen bu acımasız terör katliamının acısını yaşayacak, milli duygu ve vicdani paylaşım çerçevesinde, yiten canların yasına yoğunlaşacaktır. IŞİD’in ülkemize nasıl ve hangi yanlış politikalarla musallat edildiği değil, IŞİD’in eylemlerinin sonuçları gündemi oluşturacaktır. Ya da Çözüm Süreci’ni kimin başlatıp kimin sonlandırdığı, PKK terörünün zemin bulmasına üç yıldır nasıl ortam yaratıldığı değil, PKK’nın ve piyasaya sürdüğü katliam markası TAK’ın sivil katliamları konuşulacaktır. Yerine, zamanına ve konjonktüre göre, PKK ve IŞİD’in “nöbetleşe” katliamları, yerine göre kendi etkinlik alanları dışındaki bölgelerde, taşeronları TAKKO, TİKKO, DHKP-C, MLKB-P eliyle gerçekleştirdikleri katliamlar, ülkenin geleceğini ilgilendiren acil gündemini perdeleyecektir. Vatandaşlarını Türkiye’ye gitmemeleri konusunda bir kez daha uyaran ABD Dışişleri Bakanlığı, İstanbul’daki Uzay Konferansı’na “terör saldırısı” gerekçesiyle gelmekten vazgeçen NASA heyeti kadar, istihbarat birimlerimiz olası saldırılardan bihaber miydi? İsrail ile anlaşmanın kritik maddelerinden birisi 6 yıldır ara verilen MİT-MOSSAD istihbarat paylaşımının yeniden başlatılması. Irak ve Suriye’de peş peşe mevzi kaybeden ve giderek sıkışan IŞİD’in militanlarını Türkiye’ye yığacağı beklenen bir gelişmeydi. İsrail ile anlaşma ve Rusya ile özür konusu, terör saldırısının gölgesinde tutulmak istenmektedir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 5 “MAVİ MARMARA” BASKINI İLE 6 YIL ÖNCE DİBE VURAN İSRAİL TÜRKİYE İLİŞKİLERİ NORMALLEŞME SÜRECİNE GİRDİ! İSRAİL DOĞAL GAZININ BORU HATTIYLA AVRUPA’YA TAŞINMASI VE MİT-MOSSAD İSTİHBARAT PAYLAŞIMININ YENİDEN BAŞLAMASI, ANLAŞMANIN STRATEJİK MADDELERİNİ OLUŞTURUYOR. SAVUNMA İŞBİRLİĞİ, DEMİR KUBBE ANTİ ROKET SAVAR SİSTEMİ ANLAŞMANIN DİĞER ÖNEMLİ ADIMLARI! 2013 yılında, ABD Devlet Başkanı Barack Obama’nın Tel Aviv ziyareti sırasında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesi sırasında, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı arayarak “Bak sana kimi veriyorum” deyip, Netanyahu’yu telefona vermesiyle başlayan İsrail-Türkiye gizli müzakere süreci, 26 Haziran’da Roma’da yapılan son tur görüşme ile noktalandı. 28 Haziran’da da iki tarafın onayladığı anlaşma metni imzalandı. Obama’nın, Netanyahu’yu telefona vermesiyle gerçekleştiği açıklanan “Ayaküstü özür” kabul edilerek, başlatılan müzakerelerin perde arkasında asıl itici unsurun İsrail ve Güney Kıbrıs doğal gazlarının Türkiye üzerinden boru hattıyla Avrupa ve dünya pazarlarına taşınması olduğunu geçen hafta değerlendirme notlarımda tüm ayrıntıları ile gündeme getirmiştim. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun anlaşmanın “çok önemli ekonomik sonuçları olacağını, İsrail gazının Avrupa’ya satışının gerçekleşeceğini” açıklaması bu değerlendirmelerimi teyit eder nitelikte. Türkiye’nin anlaşma için üç koşulu olduğu daha önce açıklanmıştı: 1-İsrail’in özür dilemesi 2-Mavi Marmara saldırısında ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesi 3-Gazze’ye ablukanın kaldırılması Birinci maddenin yukarıda değindiğim gibi, Obama’nın telefonu Netanyahu’ya vermesiyle halledildiği daha önce açıklanmıştı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 6 İkinci madde için 20 milyon dolarlık tazminat tutarı üzerinden anlaşmaya varıldığı açıklandı. Üçüncü madde içinse, İsrail Başbakanı Netanyahu “Gazze’ye ablukanın kaldırılması söz konusu değil, denizden abluka sürecek. Ancak insani yardım malzemelerinin İsrail kontrolünde, Aşdod limanından geçirilmesine izin verilecek” derken, Başbakan Binali Yıldırım sadece Gazze’ye insani yardımın başlayacağı, TOKİ’nin konut inşa edeceği, ilk yardım gemisinin Mersin limanından hareket edeceğini açıklamakla yetindi. Türkiye açısından İsrail’in “terör örgütü” olarak nitelendirdiği Hamas’ın Türkiye’deki faaliyetleri, temsilcilik bürosu konusunda da İsrail’e güvence verildiği anlaşılıyor. Zaten Hamas’ın askeri kanat liderleri geçen sene Türkiye’den gönderilmişlerdi. Siyasi kanat lideri Halid Meşal de anlaşmanın açıklanmasından bir gün önce Türkiye’ye geldi ve Cumhurbaşkanı ile görüştü. Buradan da İsrail ile anlaşma konusunda Hamas’a bilgi verildiğini, Netanyahu’ya, Hamas’ın, İsrail’e karşı eylem yapmasının önleneceği taahhüdünün verildiğini anlıyoruz. Çünkü İsrail Başbakanı Netanyahu, Hamas ile mücadeleden vazgeçmelerinin hiçbir şekilde söz konusu olmadığını açıkladı. Anlaşmayı kamuoyuna yansıyan içeriğiyle irdelediğimizde; 1-Türkiye’nin Gazze’ye ablukanın kaldırılması şartından vazgeçtiği “ablukanın yumuşatılmasına” razı olduğu anlaşılıyor. 2-Baskına katılan İsrailli askerler ve subaylar hakkında Türkiye’deki mahkemelerde açılan davalardan, uluslararası mahkemelere yapılan başvurulardan, hükümetin feragat ettiği ortaya çıkıyor. AKP hükümetinin, bazıları yargıya intikal etmiş bu davaların düşürülmesi amacıyla, birkaç maddelik bir yasa değişikliğini TBMM’den geçirme güvencesi verdiği, böylece İsrail devleti, askerleri, subayları hakkında açılmış davalar, yargı muafiyeti kapsamına sokularak, düşürülecek, yargı bir kez daha yok sayılacak. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 7 3-Ölenlerin yakınlarına verilecek kişi başına 2 milyon dolarlık (Toplam 20 milyon dolar) tazminat için ölenlerin yakınları ve ailelerinden “dava açmama feragatnamesi” alındığı ve ikna edildikleri izlenimi edinilmekle birlikte, bu hakkın kullanımı herhangi bir aşamada gündeme gelebilir. Bu konuda, hükümetin ölenlerin yakınlarına baskı yaptığı, taahhüt ve feragatname aldığı anlaşılıyor. Mavi Marmara’da ölenlerin yakınlarından bazılarının yaptığı açıklamalar, Erdoğan’ın kendilerine verdiği sözleri tutmadığı yönündeki iddialar, ölenlerin yakınlarıyla hükümet arasında sıkıntılı bir durumun olduğunu göstermektedir. 4-Türkiye’den Gazze’ye gönderilecek insani yardım malzemeleri, inşaat, enerji vb. malzemelerin doğrudan Gazze’ye değil, İsrail’in kontrolündeki Aşdod Limanına boşaltılması ve İsrail’in kontrolünden sonra geçişine izin verilmesi kabul edilmiş oluyor. Türkiye Gazze’de bir enerji santralı, Almanlarla ortak Hastane, Gazze açıklarında “yüzer enerji santralı ve deniz suyundan içme suyu arıtma tesis” kuracak. Türkiye Gazze’de yeni yerleşimler için konut inşa edecek. Tüm bunlar, aynı zamanda “Gazze ve Filistin üzerinde İsrail’in egemenliğini ve uygulanan ablukayı, uluslararası hukuk ve diplomasi çerçevesinde tanımak” anlamına geliyor. 5-İsrail medyasına göre, anlaşmanın imza aşamasına gelmesinden önce Hamas’la ilişkiler konusundaki pürüzler, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Mossad İstihbarat Şefi Yossi Cohen’in Ankara’da bir araya gelmesiyle ele alındı. Türkiye’nin Hamas’a askeri eylem, silah, mühimmat vb. desteği vermeyeceği, Hamas’ın İsrail karşıtı eylemlerine onay vermeyeceği, Hamas’ın Türkiye’de faaliyetine izin verilmeyeceği taahhüt edildi ve sorun bu şekilde aşıldı. Hamas Lideri Halid Meşal de Ankara’ya çağrılarak, kendisine bu anlaşma bildirildi. Bir yanıyla da bu görüşmeler iç kamuoyuna “Türkiye, Hamas’ı İsrail ile anlaşmaya feda etmedi” mesajı vermek için yapıldı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 8 6-Anlaşmanın imzalanması ve onaylanmasıyla, İsrail ve Türkiye yeniden diplomatik ilişki kuracak. Karşılıklı olarak büyükelçiler atanacak. İki taraf NATO ve BM gibi uluslararası platformlarda birbirlerinin çıkarlarına zarar verecek tarzda hareket etmeyecekleri taahhüdünde bulundular. (Bu maddenin kamuoyuna açıklanan metinde yer almayacağı belirtilirken, anlaşmada böyle bir maddenin olması, Filistin Devleti’nin kurulması için uluslararası platformlarda sürdürülen mücadeleye, Türkiye’nin destek vermesini zorlaştıracak.) 7- Türk hükümeti, 2014 yazındaki Gazze operasyonunda öldürülen iki İsrailli askerin cesetlerinin İsrail’e geri verilmesi için çaba harcayacak. Gerekli olduğunda Hamas ile İsrail arasında arabuluculuk yapacak. 8- İsrail, bir fona 20 milyon dolar transfer edecek ve Mavi Marmara saldırısında ölen ya da yaralananların ailelerine bu fondan tazminat ödemeleri yapılacak. Anlaşmada ‘tazminat’ ifadesine yer verilmemesi bu açıdan anlamlıdır. İsrail devletinin ödemeyi doğrudan yapmaması, bir fona para aktararak yapması, ileride gündeme gelebilecek olası anlaşmazlıklar ya da iddialarda, İsrail’in devlet olarak muhataplığı kabul etmediğini, devlet olarak kimseye tazminat ödemediğini, hukuken güvence altına almak amaçlı. 9- İki ülke, askeri işbirliğine ve istihbarat paylaşımına yeniden başlayacak. Bu açıdan MİT-MOSSAD işbirliği hızla yeniden tesis edilecek. 10- İki ülke İsrail’in Doğu Akdeniz’de bulduğu doğalgazı nakletmek üzere boru hattı döşenmesi için resmi görüşmelere başlayacak. Türkiye, İsrail’den gaz alımı ve bunun Avrupa’ya satışı konusunda ilgilendiğini ifade edecek. Resmi müzakereler bu çerçeve üzerinde süratle başlatılarak, ortak şirket, depolama, boru hattı projelendirilmesi, inşası ihaleleri için hazırlıklara başlanacak. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 9 Türkiye-İsrail anlaşması, içeriği, maddeleri kimin kazançlı çıktığı tartışmaları bir yana, öncelikle ikili ilişkilerin normalleştirilmesi, bölgede giderek yalnızlaşan Türkiye açısından yeni bir sürecin başlaması açısından önemlidir. Cumhurbaşkanı ve hükümet 6 yıldır sürdürdükleri bir yanlıştan dönmek zorunda kalarak, bu adımı attılar. Bu 180 derecelik İsrail çarkı, ikili ekonomik ve siyasi ilişkilerin, askeri ve savunma alanındaki işbirliklerinin, geliştirilmesi, İsrail üzerinden Körfez bölgesine ihracatın yeniden ivme kazanması, başta doğal gaz boru hattı olmak üzere, milyarlarca dolarlık yatırım projelerinin devreye girecek olması yönlerinden de önemlidir. İnsansız Hava Aracı üretimi konusunda başlayan işbirliği, diplomatik ilişkilerin kesilmesi sonrasında, kesintiye uğrayınca, Türkiye bu sürede kendi İHA’larını geliştirdi ve devreye soktu. Diğer yandan İsrail’in Hamas’ın roket saldırılarına karşı Tel Aviv ve Kudüs’te geliştirdiği “Demir Kubbe” füze savunma sisteminin alınması görüşmeleri de kesintiye uğramıştı. Şimdi bu konuda da görüşmelerin yeniden başlaması, özellikle Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay gibi sınır illerimiz için İsrail ile ortaklaşa Demir Kubbe füze-roket koruma sistemlerinin üretimi ya da satın alınması söz konusu olabilecektir. Kıbrıs’ta devam eden çözüm müzakereleri, Kıbrıs-İsrail enerji anlaşması, Kıbrıs-İsrail-Yunanistan ve son olarak Ürdün’ün de katılımıyla ön müzakereleri tamamlanan Doğu Akdeniz Birliği’nin (DAB) kurulması girişimleri gibi süreçlerin de Türkiye-İsrail anlaşmasından sonra ivme kazanması beklenen alanlar olarak değerlendirilmeli. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 10 CUMHURBAŞKANININ PUTİN’E MEKTUBU VE ARDINDAN BAŞBAKAN YILDIRIM’IN RUSYA’YA TAZMİNAT ÖDENEBİLECEĞİNİ İFADE ETMESİ, RUSYA POLİTİKASINDA “DERİN ÇARK” ADIMIDIR. ERDOĞAN, “HAVA SAHAMIZI İHLÂL EDENLER ÖZÜR DİLEMELİ” SÖZLERİNDEN, RADİKAL BİR ŞEKİLDE GERİ ADIM ATARAK, PUTİN VE RUSYA’DAN ÖZÜR DİLEMİŞTİR. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım, bir süre önce Rusya Milli Günü nedeniyle Putin ve Medvedev’e mektup göndermişti. Bu kez Cumhurbaşkanı doğrudan Rusya Devlet Başkanı Putin’e hitaben bir mektup gönderdi. Mektupta, 25 Kasım 2015’teki uçak düşürme olayını gündeme getirerek “en derin üzüntülerini” bildirmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya hazır olduğunu ifade etmesi, “bölgesel sorunlarda ve terörle mücadelede iki ülkenin işbirliği yapması çağrısında bulunması”, ölen pilotun ailesine üzüntülerini iletip, acılarını paylaştığını dile getirerek “kusura bakmasınlar” demesi, diplomatik dilde dile getirilmiş “resmi bir devlet özürü” dür. Uçak krizi sonrasında, Türkiye’nin özür dilemesini, tazminat ödemesini, sorumluları cezalandırmasını isteyen Putin’e karşı Cumhurbaşkanının yaptığı “Eğer birisinin özür dilemesi gerekiyorsa, bu biz değiliz. Hava sahamızı ihlâl edenler özür dilemeli” açıklamasının ardından atılan bu adım, söylenen sözlerin inkârı, özrün ifası, Cumhurbaşkanı ve Hükümetin hem de radikal bir şekilde geri adım atmasıdır. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, “derin üzüntü” ifadesini gündeme getirse de, normal koşullarda, hava sahası ihlal edilen, egemenlik hakları çiğnenen bir ülkenin, yaptığı uçak düşürme eylemi için karşı taraftan özür dilemesi zaten düşünülemez. O tarihte, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu “Uçağı düşürme talimatını, bizzat kendilerinin verdiği” konusunda açıklama yarışına girmişlerdi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 11 Böyle bir özür, “Egemenlik hakkımı çiğneseniz de, sizden özür diliyorum” anlamına gelir ki, diplomasi de ve uluslararası hukukta karşılığı budur, Erdoğan bu adımı atmak zorunda kalmıştır. Putin’in sözcüsü Dmitri Peskov’un Kremlin’den yaptığı değerlendirmede, mektubun içeriğini ve Rusça metnini açıklayarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “özür dilediğini” ifade etmesine, Cumhurbaşkanlığından herhangi bir tepki ve tekzip gelmedi. Kremlin sözcüsü Peskov, Erdoğan'ın Türk F16’larının hava sahası ihlali nedeniyle düşürdüğü Rus Su-24 uçağının pilotunun ölümü için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e yeni bir mektup yazıp özür dilediğini belirterek mektubun metnine yönelik şu açıklamaları yaptı: “Erdoğan Mektupta Rusya'nın Türkiye için ilişkilerinin bozulmasını istemediği dost ve stratejik partner olduğunu belirtiyor. Recep Tayyip Erdoğan mektubunda 'Bizim hiçbir zaman Rusya Federasyonu'na ait uçağı vurma isteğimiz ve kastımız yoktu' ifadesini kullanıyor. Daha sonra, 'Tüm riskleri üzerimize alarak ve daha fazla çaba sarf ederek, Rus pilotun naaşını Suriyeli muhaliflerin elinden aldık ve Türkiye'ye getirdik. Tüm cenaze öncesi prosedürleri dini ve askeri prosedürlere uygun gerçekleştirildi. Tüm bu çalışmalar, bizim tarafımızdan Türk-Rus ilişkilerine uygun seviyede yapıldı. Bir kez daha hayatını kaybeden Rus pilotun ailesine baş sağlığı diliyorum ve özür dilediğimi söylüyorum. Tüm kalbimle acılarını paylaşıyorum. Rus pilotun ailesini Türk ailesi olarak kabul ediyoruz. Acılarını dindirmek için her türlü inisiyatife hazırız. Kusura bakmasınlar” Zaten, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın “en derin üzüntü” açıklamasına karşılık, hemen tüm uluslararası haber ajansları ve dünyanın önde gelen televizyonları ile medya kuruluşları “Türkiye’ Rusya’dan özür diledi” ya da “Erdoğan Putin’den özür diledi” başlıklarıyla haberi duyurdular. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 12 Erdoğan'ın Putin'e gönderdiği mektupta, Türkiye ile Rusya arasındaki geleneksel dostane ilişkilerin tekrar tesis edilmesine, bölgesel krizlerin çözümü için işbirliğine ve terörle ortak mücadele edilmesine vurgu yapması, Suriye’de iyice tecrit edilen Türkiye’nin yeni çıkış arayışları ve Rusya’nın Türk uçaklarına kapattığı Suriye hava sahasının açılması beklentisinin ifadesi. ABD’nin PYD-YPG ile işbirliğini güçlendirmesi, Menbic’in Kürtlerin ağırlıkta olduğu SDG yönetimine geçmesi, Irak’ta Felluce’nin IŞİD’ten kurtarılması, Türkmendağı’nın Esad güçlerinin kontrolüne girmesi ile Türkiye, Suriye ve Irak’ta hemen tüm etkinliğini yitirmeye doğru gidiyor. Rusya, en baştan itibaren İran ile birlikte Esad’ın yanında yer aldı. Türkiye’nin Suriye’de irtibatlı olduğu, desteklediği gruplar; ÖSO, Türkmenler, El Nusra ve Ahrar üş Şam, gerek ABD liderliğindeki koalisyonun gerekse Rusya’nın “isyancı, radikal” olarak nitelendirdiği gruplar. Diğer yandan Cumhurbaşkanının açıklamaları, hükümetin ve kendisinin Suriye’deki yalnızlığının çelişkisini de yansıtıyor. ABD ve Rusya, IŞİD’e karşı karada en etkili savaşçı grup olarak Kürtlerle müttefik olduklarını açıkladılar. PYD’yi terörist olarak nitelendiren Cumhurbaşkanının, “Nusra da IŞİD’e karşı savaşıyor, onları neden terörist sayıyorsunuz” çıkışı içeriye dönük ve dünyada ciddiye alınmıyor. Cumhurbaşkanı, El Nusra’nın da, IŞİD’in de El Kaide’den ayrılan gruplar olduğunu, IŞİD’in de El Nusra’nın içinden çıktığını unutmuş görünüyor. Irak Başbakanı Haydar el Abadi’nin “Felluce’den sonraki hedefin, Musul’un, IŞİD’ten kurtarılması olduğunu” açıklaması, hükümeti ve Cumhurbaşkanını Suriye ve Irak’ta, bir şekilde var olma çabasına yöneltti. Bunun da yolu, Suriye kapılarını, hava sahasını Türkiye’ye kapatan Rusya ile ilişkileri bir an önce normalleştirmekten geçiyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 13 Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın, “Türkiye ile Rusya'nın, ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla gerekli adımların atılması hususunda mutabık kaldıklarını” açıklaması, bu adımların önümüzdeki günlerde de devamının geleceğinin, Cumhurbaşkanı ve hükümetin, Rusya ile ilişkileri hızla normalleştirme düşüncesinde olduğunun göstergesi. Türkiye-İsrail anlaşmasının kamuoyuna ve dünyaya açıklandığı aynı günde, bir yandan da Rusya’ya yönelik adımların atılması, Cumhurbaşkanının mektubunun açıklanmasını şu çerçevede değerlendirebiliriz: 1-Cumhurbaşkanı ve Başbakan Binali Yıldırım Başkanlığındaki hükümet, uluslararası alanda, bölgesel konumda ve Avrupa’da, giderek köşeye sıkışan bir noktaya geldi. Bu dış politikanın, bölgesel siyasi ve askeri dengelere, ekonomiye dönük faturasının ağırlığı arttı. Bölgede ve dünyada yalnızlaşan Cumhurbaşkanı ve hükümet, “radikal geri adımlara” yönelmek zorunda kaldı. 2-Bu adımın atılması yönündeki hazırlıkların varlığını, aylar öncesinden değerlendirmelerimde dile getirdim. Cezayir ve İran aracılığıyla Rusya’ya mesajlar gönderildiğini, Esad yönetimiyle diyalog arayışlarının gündemde olduğunu ifade etmiştim. Rusya ile ilişkilerde yeni ve geri adımların atılacağı öngörümü, bu politikaların sürdürülemezliğini çok önceden dile getirdim. Cumhurbaşkanı ve AKP hükümetlerinin en büyük açmazı, siyasi, diplomatik ve ekonomik öngörüsüzlükleridir. 3-Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Rusya Milli Gününde, Putin ve Medvedev’e gönderdikleri mektuplarla ilk adımı attılar. Bu mektuplar, Rusya’da memnuniyet yarattıysa da, Kremlin, “özür dilenmesi, tazminat ödenmesi ve uçağı düşürüp, pilotu öldürenlerin cezalandırılması” taleplerinin, hâlâ geçerli olduğunu açıkladı. 4-Rusya Devlet Başkanı Putin, bir süre önce gerçekleştirdiği Atina ziyaretinde, Yunanistan ile doğal gaz boru hattı anlaşması imzaladı ve Türkiye’ye mesaj gönderdi; ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 14 “Türkiye ile ilişkileri düzeltmek istiyoruz. Bunun için adım atmalarını bekliyoruz, Türk Akımı Boru Hattı’ndan vazgeçmiş değiliz. Proje hâlâ gündemimizde” 5-Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bu açıklamaya karşılık, ilişkilerin düzelmesi için “Ortak çalışma grubu oluşturulması” önerisini gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı ise Putin’e “Hangi adımları atmamızı istiyorlar anlayabilmiş değilim. Bir pilotun hatası yüzünden, ikili ilişkilerimizin bu noktaya gelmesi kabul edilebilir bir şey değil.” yanıtını verdi. 6-25 Kasım 2015 Uçak Krizi’nden bu yana geçen süreçte Rusya, Suriye’deki askeri ve siyasi varlığını pekiştirdi. Deniz ve hava üslerini güçlendirdi. Suriye hava sahasını Doğu Akdeniz’de Tartus deniz üssüne konuşlandırdığı S-400’lerle koruma altına aldı. Doğu Akdeniz’deki donanmasını takviye etti. PYD ile ilişkilerini güçlendirerek, Kürtlere destek verdi. PYD ilk resmi temsilciliğini Moskova’da açtı. Ardından Türkiye’nin tepki ve eleştirilerine, terörist ithamlarına karşın, Avrupa başkentlerinde (Prag, Paris, Berlin, Roma, Stockholm, Kopenhag, Brüksel, Strasbourg) peş peşe temsilcilikler açarak, diplomatik ve siyasi tanınırlığını, Rusya’nın da desteğiyle yükseltti. 7-25 Kasım 2015’ten sonra devreye giren yaptırım ve ambargolarla Türkiye ekonomisi, turizm, tarım, yaş-sebze meyve ihracatı, TIR taşımacılığı, müteahhitlik vb. sektörlerde, ağır sayılabilecek kayıplara uğradı. Türk vatandaşlarına vize mecburiyeti getirilerek, Rusya kapısı kapatıldı. AB-ABD’nin Ukrayna krizinden ötürü ambargo ve yaptırımları altında olan Rusya ekonomisi de, bu uygulamalardan ciddi anlamda zarar gördü. 8-23 Haziran’daki Brexit referandumu ile AB’den ayrılık kararı alan Birleşik Krallık’ta, hem Evet’çiler hem de Hayır’cılar kampanyalarını negatif anlamda Türkiye üzerinden yürüttüler. Bu, Türkiye’nin AB ve Avrupa’da da dışlanmasının, yalnızlaşmasının öncü göstergesi oldu. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 15 Bu yüzden, Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti, İsrail ile anlaşmayı hızlandırırken, bir yandan da Rusya ile normalleşme hamlesi yapmak, bölgede dostlar, partnerler aramak zorunda kaldı. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ), üyelik için başvurulması sürpriz olmamalı. 9-Uçak krizi sonrası, Rusya’nın siyasi ve ekonomik yaptırımlarına karşı, Ukrayna, Gürcistan ile karşılıklı ilişkileri geliştirme adımları atarak, hamleler yapmaya çalışan Cumhurbaşkanı ve AKP hükümetlerinin bu girişimleri, Brexit sonrası boşlukta kaldı. AB’nin kendi iç sorunlarına yoğunlaşarak, Ukrayna, Gürcistan, Moldova’yı gündeminden düşürmesi, Putin üzerindeki baskıların azalması ve rahatlaması sonucunu doğurdu. Dolayısıyla, Türkiye’nin Ukrayna hamlelerinden sonuç alması Rusya’yı sıkıştırması olasılığı ortadan kalktı. 10-Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Rusya’dan özrünün fazla yankılanmaması için, gündem İsrail-Türkiye anlaşması ile meşgulken, bu girişimi yaparak, kamuoyunda olası tepkilerin yükselmesini önlemeyi hedefledi. İsrail’in özrü ve tazminat anlaşmasının hemen akabinde, kendisinin Rusya’dan özrünü, Başbakan da Rusya’ya tazminat ödenebileceğini kamuoyuna duyurarak, atılan geri adımlara yönelik eleştiri dozunun düşürülmesi amaçlandı. 11- Dış politikada “Yeni Osmanlı ve Bölgesel Liderlik İddialarından Çark” politikasının amaçlarından birisi de, art arda gelen ekonomik ve dış siyasi şok dalgalarıyla, toplumun daha önce yapılan yanlışları ve bu yanlışların, siyasi, insani, ekonomik faturasının sorgulamasını, tartışmasını, sorumlulardan hesap sormasını önlemek. Bir yandan ilişkileri düzelterek, ağır ekonomik-sosyal faturanın bedelinin kendi yanlışlarından kaynaklandığını unutturup, örtbas etmek istiyorlar. Diğer yandan da servet affı, yabancılara ev ve para karşılığı vatandaşlık uygulamalarıyla, gelmesine umut bağladıkları kaynaklarla, sıkıştıkları köşeden kurtulmak istiyorlar. Bu adımların ardından, Sisi’ye, Esad’a mektup yazdığı açıklanırsa, şaşırmamak gerek! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 16 CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN VE AKP HÜKÜMETLERİ, ATTIKLARI GERİ ADIMLARLA, ÇIKIŞ YOLU ARADIKLARI YANLIŞ DIŞ POLİTİKALARININ ÜLKEYE VE YURTTAŞLARA ÇIKARTTIĞI AĞIR FATURALARIN, ÖDETTİĞİ AĞIR BEDELLERİN SİYASİ SORUMLULUĞUNU ÜSTLENİP, TÜRKİYE’DEN ÖZÜR DİLEMEK ZORUNDADIR. Hükümete ve Cumhurbaşkanına yakın medya organları, yazar ve yorumcularla başlatılan yoğun bir kampanya çerçevesinde “Dış Politikada Yeni Dönem” algı operasyonu yürütülmektedir. 2010 yılından bu yana Türkiye’ye yapılan yanlışların, topluma yaşatılan ağır maddi ve manevi bozgunların, pek çok alanda ülkeye indirilen darbelerin üzeri örtülmeye, yanlışlar unutturulmaya, siyasi sorumluluklar perdelenerek gizlenmeye çalışılmaktadır. Uygulamaya konulan geri adımlar, Türkiye’nin dünyadaki ve bölgedeki ağırlığını, itibarını, ülke onurunu tahrip eden ricat adımları bir bahar havasıyla, topluma “Yeni Türkiye-Yeni Dönem” olarak kabul ettirilmek istenmektedir. Yeni dönem algısıyla dış politikadaki 180 derecelik U dönüşünün sorumluluklarının hesabını vermekten kurtulmaya çalışanların bu kaçışı, geçmişlerindeki ağır ve karanlık enkaz tablosunu ortadan kaldıramaz, yok edemez. Cumhurbaşkanı mektup göndermekte, Başbakan Binali Yıldırım, televizyonlara çıkıp “tazminatta öderiz” demektedir. Daha altı ay önce “Eğer özür dileyecek birisi varsa o biz değiliz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, altı ay sonra Putin’e mektup üstüne mektup yazmaktadır. Başbakan akabinde ortaya çıkıp “Putin ile Cumhurbaşkanımız telefonda da görüşecekler. Putin, Cumhurbaşkanımızın telefonuna çıkmayı kabul etti” diyerek, ikisi birlikte Karagöz-Hacivat misali halka orta oyunu oynamaktadır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 17 Aylar öncesinden dış politikadaki, komşularla ilişkilerdeki, ekonomideki ağır enkazın sorumlusu olarak, müstafi Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun suçlu ilan edilerek, tüm faturanın üzerine yıkılacağını, “Kandırıldım, aldatıldım, Davutoğlu bana yanlış yaptırdı” söylemiyle “Çark Diplomasisine” zemin hazırlanacağını gündeme getirmiştim. Şimdi bu senaryonun, bir “orta oyunu” şeklinde, Kavuklu, Pişekâr, Karagöz, Hacivat rollerinin Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü tarafından paylaşılarak, Direklerarası’nda sahneye konulmuş haliyle karşı karşıyayız. Bu stratejinin çok önceden hazırlandığı aşikâr… İsrail ile anlaşmanın zemini, gönderilen eski Başbakan döneminde hazırlanmıştı. 2013’ten bu yana uygun zaman ve zemin aranıyordu. Cumhurbaşkanının kişisel Hamas tutkusu, Gazze üzerinden prim yapma hırsı, süreci geciktirdi. Şimdi 6 yıl öncekinden, müzakerelere başladıkları üç yıl öncesinden milim farklı olmayan bir aşamada imzaları attılar. Ülkenin ve 78 milyonun kayıp yıllarına mal oldular. Rusya konusunda ise faturanın ağırlığının ürkütücülüğünü görerek, altı ayda panikle özür mektubu yazdılar, tazminatı kabul ettiklerini anons ettiler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Düşük Profil Başbakan Binali Yıldırım ve Müstafi Başbakan Ahmet Davutoğlu birlikte sahneye çıkarak “Oyunun sona erdiğini, gişede hasılatın umdukları ve bekledikleri gibi olmadığını, yanlış senaryo seçip sahnelediklerini, kötü performansla milletin yıllarını heba ettiklerini” kabul ve ilan ederek, Putin’den önce tüm Türkiye’den, 78 milyondan ÖZÜR DİLEMEK zorundadırlar. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 18 Bugün gelinen noktada millete özür borcunun, af dileme mecburiyetlerinin temelinde şu yanlışlıkları ve yanılgıları yatmaktadır: 1-2010’da, Arap Baharı ile kabaran Yeni Osmanlı, Bölgesel Liderlik, İslam Alemi’nin Liderliği hayalleriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin köklü, devlet politikasını, geleneksel dış politikasını tersyüz ettiler. Yurtta ve dünyada barış, komşularla dostluk ve iyi ilişkiler, karşılıklı olarak içişlerine, toprak bütünlüğüne, egemenlik haklarına ve sınırlara saygı politikalarını terk ettiler. Şahsi liderlik ve ikbal hırsıyla süslenmiş, Din ve Mezhep eksenine oturtulmuş dış politikayla, Türkiye’yi maceraya sürüklediler. 2-Kuzey Afrika’da Tunus ve Libya’dan başlayıp, Mısır’a, Irak ve Suriye’ye, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Yemen’e kadar olan coğrafyada Yeni Osmanlı ve Bölgesel Liderlik rüyasıyla, içişlerine karıştılar. Ülkelerdeki kaos ve kargaşada, isyanlarda, çatışmalarda taraf oldular, bir tarafa destek verdiler. İslamcı, radikal İslamcı, Sünni-Selefi eksenli gruplara, Müslüman Kardeşler’e yanaştılar. 3-Libya’da üç ay önce elinden yüz binlerce dolarlık Barış Ödülü alıp “Kardeşim” dediği Kaddafi’nin linç edilmesine destek ve katkı verdiler. İslamcı İsyancılara uçakla para gönderip, geçici hükümetlerine Türkiye’de yer tahsis ettiler. Kaddafi gidip, isyancılar birbirine düşünce yanlış ata oynayıp, Türkiye’nin Libya’dan kovulmasına kapı açtılar. Şimdi, Dışişleri Bakanı Libya’ya yeniden büyükelçi atama peşinde. 4-Mısır’da Mübarek’in devrilmesi sonrasında, Müslüman Kardeşler ve Muhammed Mursi’ye destek verdiler. Mursi’yi AKP kongresinde ağırlayıp, 2 milyar dolar da “hibe” desteğinde bulundular. Mursi, darbe ile devrilince Rabia politikasına yönelip, Mısır ile bağları koparttılar. Büyükelçimizi, işadamlarımızı, vatandaşlarımızı Mısır’dan kovdurdular. 5-“Kardeşim” deyip “Maaile tatil yaptığı” Esad’ı da Kaddafi gibi yıkmaya kalkanlara destek oldular. Üç ayda Esad gidecek öngörüsüzlüğüyle, Suriye’de İslamcı İsyancılara silah, mühimmat, para, Özgür Suriye Ordusu’na kamp, yerleşim, hastanelerde tedavi imkânı sağlayıp, ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 19 Türkiye’yi 3 milyon mülteciyle, sınırlarımızda ve illerimizde, büyük şehirlerimizde IŞİD terörüyle muhatap ve musallat ettiler. Beş yıldır Esad yerinde otururken, Suriye’deki iç savaşın en ağır maddi ve insani faturası, Esad’tan sonra Türkiye’ye çıktı. Mültecilere harcanan 20 milyar doların dışında, IŞİD terörüne kurban verdiğimiz yüzlerce masum yurttaşımızın kanlarının vebali boyunlarında. IŞİD, Nusra gibi örgütlerle işbirliğine girince, bölgede ve dünyada dışlandılar. Suudiler ve Katar dışında müttefikleri kalmadı. IŞİD’in bombalanmasına karşı uzun süre direndikleri İncirlik’i sonunda ABD ve koalisyon güçlerine açmak zorunda kaldılar. 6-Irak’ta, Şii-Sünni yönetim kavgasında taraf oldular. Sünni Devlet Başkan Yardımcısı Tarık Haşimi, kendi ülkesinde sünni terörü organize etmekle suçlanırken, Haşimi’yi korumaya aldılar. İstanbul’da ofis, koruma tahsis ettiler. Tarık Haşimi hâlâ Erdoğan ve AKP korumasında. Bağdat yönetimiyle Türkiye ilişkileri bozuldu. Türk işadamları ihalelerden men edildi. Türk ihraç mallarına ambargo geldi. Musul Başika’ya asker göndererek, Irak’ın egemenliğini çiğnediler. Bağdat hükümeti nota verince, geri adım attılar, Mehmetçiği geri çektiler. Arap Birliği oy birliğiyle Türkiye’yi kınadı. Türkiye’deki ofisini kapattı. Sadece Irak yönetimini değil, Arap ülkelerinin çoğunluğunu karşılarına aldılar. İslam liderliği suya düştü! 7-Arap Baharı’nın fitilinin ateşlendiği Tunus’ta, destekledikleri Siyasal İslamcı-Müslüman Kardeşler yanlısı “En Nahda”, uygulamalarıyla tepki çekince iktidardan düştü. Devlet Başkanlığı ve Parlamento seçimlerini “Nida Tunus” laik ittifakı kazandı. En Nahda, Siyasal İslam’ı terk ettiğini, önce demokrasi ve özgürlüklerin geldiğini kabul ettiğini ilan etti. 8-Suriye’de bir yıl öncesine kadar PYD ile işbirliği yaptılar. Salih Müslim Diyarbakır’ı, Ankara ve İstanbul’u su yolu yapmıştı. Şimdi Suriye’de Kürtler güçlenip, etkinlik alanlarını genişletti. Uyguladıkları Suriye politikası sayesinde, Güney sınırlarımızda ilan edilen Suriye Kürt Federasyonu ile komşu olduk. Menbic kırmızı çizgisi yok oldu. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 20 PYD-YPG Fırat’ın batısına geçti. Şimdi Akdeniz’e ulaşmak üzereler. Kürt devletinin temelleri Erdoğan ve AKP’nin Suriye politikası sayesinde atıldı. 9-Şimdi dört yıl boyunca haşır neşir olup, görüştükleri PYD’yi terör örgütü olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar. Irak’ın terörist dediği Haşimi’ye kucak açınca, Mısır’ın terörist ilan ettiği Müslüman Kardeşler ve Hamas ile işbirliği yapınca, Esad’ın terör örgütü dediği, IŞİD, Nusra, Ahrar üş Şam’a destek verince, İsrail’in terörist dediği Hamas’a büro verip temsilcilik açtırınca, Erdoğan ve AKP’nin terörist dediği Salih Müslim’e ve PYD’ye kimse terörist demiyor! En başta en yakın müttefikler ABD, Almanya, Fransa, ardından Rusya sahip çıkıyor. İttifak yapıyor, destek veriyor. 10-İsrail ile 2010 Mavi Marmara baskını sonrası kopan ilişkilerde 6 yıllık süreç anlaşmayla sonuçlandı. Oysa tazminat ve özür konusu çoktan halledilmişti. Gazze ablukasının kaldırılması ve Hamas konusunda direnince, İsrail de anlaşmaya yanaşmadı. Şimdi Gazze’ye abluka devam ediyor. İsrail hâlâ Hamas’a terör örgütü diyor ancak anlaşma da imzalanıyor. Olan Türkiye’ye kaybettirilen 6 yıla oluyor. 11-24 Kasım 2015’te, Rus savaş uçağı Suriye’de düşürülmeden iki hafta önce Cumhurbaşkanı “Dostum” dediği Putin ile Moskova’da Cami açılışı yapmıştı. Uçak krizi patlak verdikten sonra, ikili ilişkiler hızla kötüleşti. Cumhurbaşkanı ve dönemin Başbakanı Davutoğlu krizi yönetemediler. Uçak düştükten sonra, Rusya ile irtibata geçip temas aranacak yerde, NATO olağanüstü toplantıya çağrıldı, kriz dallanıp, budaklandırıldı. NATO’nun Rusya’ya baskı yapması yöntemi izlendi ve ortaya bugün gelinen nokta çıktı. Ambargo ve yaptırımların yanı sıra, iki halk arasındaki ilişkiler ciddi ölçüde zedelendi. Bu kriz bize aynı zamanda şunu gösterdi, Türkiye-Rusya arasındaki ilişkiler ciddi anlamda siyasi temelden yoksun. Ağırlıkla ekonomi, ticaret, enerji, turizm üzerine inşa edilmiş. 15-20 yıllık geçmişi olan ilişkilerin altı ayda bu noktaya gelmesine dikkatinizi çekmek isterim. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 21 Şimdi gelinen aşamada, özür mektubu ve tazminat, koşullarının kabulüyle, şayet yeniden ilişkiler normalleşirse, siyasi bağların güçlendirilmesine, ikili siyasi ilişkilere derinlik kazandırılmasına ağırlık verilmesi gerek. 12- İktidara geldiklerinde AB tam üyeliği hedefini ilan edip, peş peşe AB uyum yasaları çıkartarak, dışarıda AB’nin desteğini arkasına alan AKP ve Cumhurbaşkanı, sıraladığım dış politika yanlışlarına, AB ile ilişkileri kopma noktasına getirerek hayati bir yanlış daha eklediler. Demokrasi, özgürlükler, toplumsal barış ve huzurun tesisi, yargı bağımsızlığı vb. konularda, samimi olmadıkları, bu unsurları, tek adam diktası planlarını perdelemek için kullandıkları ortaya çıktı. AB uyum düzenlemelerinden geri adım atılarak, anti demokratik düzenlemelere gittiler. Dikta ve tek adam hevesiyle, demokrasiyi zayıflatmak yönünde adımlarına hız verince AB’nin, Avrupa Konseyi ve Parlamentosu’nun tepki ve uyarılarıyla karşılaştılar. Bu aşamada, AB’yi kendi siyasi hedefleri ve oluşturmak istedikleri yapı için engel görmeye başladılar. 13-Çözüm süreci, açılım politikaları vb. konularda toplumu sürekli kandırdıkları, aldattıkları, yalan söyledikleri artık apaçık ortada. Kürt sorununun yıllarca istismar edilip, bugün gelinen aşamada Güneydoğu’da yıkıma dönüşmesi, toplumsal barış ve huzurun yok edilmesi, silahlı çözümün topluma dayatılması, onarılması uzun yıllar sürecek bir dönemi başlattığı gibi, gelecek umutlarını da erozyona uğratmıştır. Bütün bu sıraladığım sorunların, yanlışların, sorumlusu 14 yıldır ülkeyi yöneten, iç ve dış politikada, ekonomide attıkları, atacakları adımların bir sonrasını hesaplamayan, öngöremeyen Erdoğan ve AKP iktidarıdır. Şayet 6 yıldır süren İsrail krizi bir anda çözülebiliyorsa, Rusya ile ağır faturası olan kriz bir mektupla çözülebiliyorsa, ülkeyi yönetenlerin bu adımları atmaksızın topluma çıkarttıkları faturalardan kurtulmaları, suçu başkasına atmaları söz konusu olamaz. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 22 BİRLEŞİK KRALLIK’IN AB ÜYELİĞİNİ REFERANDUMA SUNMAK VAADİYLE TEK BAŞINA İKTİDAR OLAN MUHAFAZAKÂR PARTİ LİDERİ DAVİD CAMERON, BU SÖZÜNÜ TUTTU AMA BAŞBAKANLIĞI DA KAYBETTİ. REFERANDUMDA BREXİT-AYRILALIM DİYENLER YÜZDE 52, AB’DE KALALIM DİYENLER YÜZDE 48 OY ALDI! İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan oluşan Birleşik Krallık’ın, Avrupa Birliği (AB) ile ilgili ayrılma ya da üyeliğe devam etme sorularına yanıt aranan referandumdan ayrılık kararı çıkınca, gerek AB cephesinde gerekse Birleşik Krallık’ın kendi içinde ekonomik ve siyasi sarsıntılar peş peşe gelmeye başladı. 2015 Mayıs’ındaki genel seçimlerde AB üyeliğini referanduma götürme sözü vererek tek başına iktidar çoğunluğunu elde eden Başbakan David Cameron, referandumda AB’de kalma yönünde kampanya yürütmesine karşılık başarılı olamadı. Kendi kabinesinden çok sayıda bakanın yanı sıra, Muhafazakâr Parti’nin popüler ve güçlü isimlerinden eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson da Brexit-Ayrılık kampanyası yürüttü. Ortaya çıkan sonuç, AB anlaşmasının 50. maddesi çerçevesinde birlikten ayrılmak isteyen ülkelerin izlemesi gereken sürecin 2 yıl içerisinde tamamlanmasını öngörürken, Birleşik Krallığı oluşturan iki bölgeden İskoçya ve Kuzey İrlanda ise Birleşik Krallık’tan ayrılma referandumuna gidebileceklerini, bu çerçevede AB ile tam üyelik müzakerelerine süratle başlamayı gündemlerine alacaklarını açıkladılar. Bir yanıyla, AB’den ayrılma kararı, Birleşik Krallık’ın kendi içinde ayrılıklara ve kopuşlara neden olacak gibi görünüyor. Bu sürecin devamı, “Büyük Britanya’nın Küçük Britanya’ya dönüşmesi” ile sonuçlanabilir. İskoçya daha önce de 2014 yılında Birleşik Krallık’tan ayrılmak için referandum gerçekleştirmiş, çok küçük bir farkla Birleşik Krallık’ta kalınması sonucu çıkmıştı. İskoçya’nın ayrılması durumunda, Galler ve Kuzey İrlanda’nın da Büyük Britanya’dan kopması gündeme gelebilecek. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 23 İskoçya Ulusal Partisi (SNP) lideri Nicola Sturgeon: “Halkımız geleceğini AB'de görüyor.” diyerek, İskoçya’nın AB’de kalınmasından yana olduğunu, gerekirse Birleşik Krallık’tan ayrılıp, AB üyeliği sürecini başlatacaklarını açıkladı. Birleşik Krallık'taki 23 Haziran Referandumu’nda, AB'den ayrılma kararı çıkmış olsa da, aslında ülkeyi oluşturan dört bölgeden ikisi AB'ye 'evet' ikisi 'hayır' demiş durumda. İngiltere ve Galler'de AB'den ayrılma, İskoçya ve Kuzey İrlanda'da birlik yanlıları ağır bastı. Referandumdan önce İskoç ve Kuzey İrlandalı siyasi liderler, İngiltere ile yollarını ayırıp, AB'de kalmayı tercih edeceklerini zaten açıklamışlardı. İskoçya’da seçmenlerin yüzde 62'si AB'ye 'evet', yüzde 38'i 'hayır' dedi. Bu sonuç, Birleşik Krallık genelindeki yüzde 52 'hayır' ve yüzde 48 'evet' ile büyük bir fark ve çelişki oluşturuyor. SNP lideri Nicola Sturgeon "İskoçya’nın kendi iradesi dışında AB dışına itilmesi tablosuyla karşı karşıyayız. Bu demokratik açıdan kabul edilemez." sözleriyle bir anlamda referandum sonuçlarının kendileri açısından kabul edilemez olduğunu dile getirerek, ikinci bir referandumun İskoçya parlamentosunun gündeminde olduğunu ve önümüzdeki günlerde karar alınacağını duyurdu. Diğer yandan İskoçya'nın Birleşik Krallık’tan ayrılık referandumu yaptığı dönemde, petrol fiyatlarının yüksek olduğu ve İskoçya yönetiminin petrol gelirlerine güvendiği dile getirilerek, şimdi ise bu konuda ciddi gelir düşüşleri yaşandığı belirtilerek, Birleşik Krallık’tan ayrılık için bir süre daha bekleneceği görüşleri de dile getiriliyor. 23 Haziran referandumu, Kuzey İrlanda'da da benzer tartışmaların fitilini ateşledi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 24 Kuzey İrlanda Yönetimi ilk aşamada öncelikle “Birleşik İrlanda” için referandum yapılması ve Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasında sınırların kaldırılmasını gündeme getirirken, bunun ardından da Birleşik İrlanda’nın AB üyeliğinin gündeme alınacağını açıkladı. Kuzey İrlanda’da ayrılıkçı IRA’nın siyasi kolu Sinn Fein ise 23 Haziran referandumunun Birleşik Krallık’ta siyasi tabloyu tümüyle değiştirdiğini, “AB'den çıkan bir Birleşik Krallık'ın, Kuzey İrlanda halkının çıkarlarını temsil etme yetkisinde olamayacağını” duyurdu. Kuzey İrlanda’da seçmenlerin yüzde 52'si AB'ye 'evet', yüzde 46'sı ise 'hayır' demişti. Ancak Kuzey İrlanda'da 'hayır' kampanyasına katılanlar arasında, İngiltere'yle birlik yanlısı olan Demokrat Birlik Partisi (DUP) seçmenleri de önemli ağırlığa sahip. Dolayısıyla DUP AB’den ayrılık kararını "Birleşik Krallık'ın kendi ulusal egemenliğine yeniden kavuşması ve demokrasi için bir fırsat" olarak nitelendiriyor. DUP ve Birleşik Krallık yanlıları, İrlanda adasında yeni bir referanduma gidilmesine, Birleşik Krallık’tan ayrılığa ve Birleşik İrlanda fikrine olumsuz yaklaşıyor. Burada şu tespiti yapmak olanaklı: Birleşik Krallık bir yandan önümüzdeki 2 yılda, AB’den ayrılık için gerekli prosedürü yerine getirmeye çalışırken, diğer yandan da kendi içindeki ayrılık referandumları ve kopmalarla uğraşmak zorunda kalacak. İskoçya, İrlanda ayrılıp, AB üyesi olursa, durum oldukça karmaşık hale gelecek. Çünkü 300 yıldır birlikte yaşayan İngiltere ve İskoçya ile çatışmalar olsa da İrlanda ve Galler’de bölgelerden pek çok insan diğer bölgelerde yaşıyor, işleri, eşleri, aileleri, malları, evleri var. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 25 Böyle bir iç ayrılık, Birleşik Krallık’ı, kendi içinde ekonomik ve siyasi açıdan, AB’den ayrılmaktan çok daha sıkıntılı bir tablo ile karşı karşıya bırakabilir. Ülke siyaseti de referandum kararından sonra karmaşık hale geldi. Başbakan David Cameron, kendisinin AB’de kalma kampanyası yürüttüğünü, dolayısıyla şimdi AB’den ayrılma sürecini başka bir liderin yürütmesi gerektiğini belirterek istifasını açıkladı. Ekim ayındaki Muhafazakâr Parti kongresinde aday olmayacağını duyurdu. Ülkenin ikinci büyük siyasi partisi, ana muhalefetteki İşçi Partisi de AB’de kalma yanlısı kampanya yürütmüştü. Hatta, kampanya sırasında, Yorkshire Milletvekili Jo Cox, ayrılıkçı-ırkçı neo-nazi bir saldırgan tarafından öldürüldü. Referandumunun ayrılık kararıyla sonuçlanması üzerine, İşçi Partisi’nin “sol kanat” milletvekilleri, geçen yıl Genel Başkan seçilen Jeremy Corbyn’in istifasını istediler. Liderin kampanyaya yeterince destek vermediği öne sürülerek Genel Başkan için “güvensizlik” önergesi verilirken, diğer yandan da istifa çağrıları yapıldı. Corbyn istifa etmeyeceğini açıklayınca da İngiltere siyaseti açısından çok önemli ulan ana muhalefet partisi bünyesindeki “Gölge Kabine” üyelerinin büyük bölümü görevlerinden istifa etti. Yani referandum sadece iktidar partisini değil, en az onun kadar, hatta daha fazla Muhalefet partisini karıştırmış görünüyor. Çünkü İşçi Partisi’nin Birleşik Krallık’ta en güçlü olduğu, en çok oy aldığı yerler, İskoçya, İrlanda ve kısmen Galler ve Londra. Şimdi, 3 milyona yakın imza ile Avam Kamarası’na başvuru söz konusu ve referandumun yinelenmesi ya da iptali isteniyor. Londra’nın da Birleşik Krallık’ın başkenti olarak özel bir statüsü var ve Londra’nın AB üyeliğinin devam etmesini savunanlar da söz konusu. Kısacası önümüzdeki iki yılda Birleşik Krallık bir yol ayrımının daha eşiğinde. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 26 Referandum sonuçları, diğer yanıyla Birleşik Krallık’taki ırkçı, şoven, yabancı karşıtı, İslam düşmanı kesimin elini güçlendirdi. Özellikle geçen yıl yapılan genel seçimlerde oylarında büyük artış olmasına karşın, seçim sisteminin “dar bölge” olması nedeniyle, aldığı oyla orantılı milletvekili çıkartamayan Nigel Farage’in Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ayrılık kampanyasının öncüsü konumundaydı. AB’den ayrılma kararını “UKIP’in tarihsel zaferi” olarak nitelendiren Farage’in yanı sıra, ırkçı-nazi yanlısı Önce Britanya (Britain First) partisi de referandum sonuçlarından güçlü çıkan siyasi partiler arasında. Nitekim referandumun hemen sonrasında, ülkenin çeşitli bölgelerinde yabancılara, Müslümanlara yönelik saldırılarda, protestolarda hızla artış gözlenmeye başlandı. Yabancıların ve Müslümanların ülkeyi terk etmesini isteyen gösteriler gündeme gelirken, giderek dalganın daha da yükselmesi bekleniyor. Özellikle hem ayrılık hem de AB’de kalma yanlılarının kampanyalarındaki ana argümanlarından birisi Türkiye idi. Ülkemiz adına üzücü olan bu tabloda, AB’den ayrılık yanlıları “Türkiye AB’ye tam üye olacak, milyonlarca Müslüman Türk ve yabancı, Suriyeli mülteci, İngiltere’ye dolacak” tezini işlediler. AB’de kalma yanlıları ise Başbakan David Cameron da dahil, yine ana kampanya malzemesi olarak Türkiye’yi gündemde tutarak, “Türkiye’nin yakın dönemde AB üyesi olması söz konusu değil. Türkiye 3 bin yılından önce AB üyesi olamaz. Demokrasisi, insan hakları, AB kriterlerine uyumu, demokratik haklar konusundaki konumu AB kriterlerinin çok gerisinde” tezini savundu. Her iki tarafında, seçmenlerini konsolide etmek için negatif anlamda Türkiye’yi kampanyalarında malzeme yapması, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümetlerinin, ülkemizi getirdikleri nokta, yurt dışındaki algısal durumu ve imajı açısından üzücü ve onur kırıcı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 27 BİRLEŞİK KRALLIK’IN AB’DEN AYRILMA KARARI ALMASI, TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ ÜZERİNDE DE ETKİLER YARATACAKTIR. BAŞTA EKONOMİK VE SİYASİ İLİŞKİLERDE İNGİLTERE İLE CİDDİ SIKINTILAR YAŞANACAKTIR. İNGİLTERE’NİN DE EKONOMİDE ZORLU BİR DÖNEME GİRECEĞİ, PEŞ PEŞE GELEN KREDİ NOTU DÜŞÜŞLERİNDEN ANLAŞILMAKTADIR. Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılık yönünde aldığı karar sonrasında, Türkiye ile ilişkiler de doğal olarak etkilenecektir. Öncelikle iki ülke arasında yıllık 10-13 milyar dolar arasında değişen ticaret hacmi bundan olumsuz etkilenecektir. Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği anlaşması, iki taraf açısından otomatik olarak devreden çıkacaktır. Bu durum her ne kadar ağırlıkla Türkiye ekonomisinin aleyhine işlese de Gümrük Birliği anlaşmasının sağladığı bazı avantajların ortadan kalkması demektir. Aynı şey Birleşik Krallık için de söz konusu olacaktır. Türkiye ile AB arasında imzalanan 1963 tarihli Ankara Anlaşması’nın “hizmetlerin serbest dolaşımı” maddesini uygulayan tek AB üyesi ülke İngiltere idi. Dolayısıyla, İngiltere-Türkiye açısından, Ankara Anlaşması’nın bu hükmü uygulamadan kalkacak ve İngiltere’de Çalışma Vizesi ile Hizmet sektöründe yerleşik olarak yaşayan, iş kurmuş olan on binlerce Türkiye vatandaşı için hukuken sorunlu bir süreç gündeme gelecektir. AB'den ayrılma kararı sonrasında İngiliz sterlini 1985 yılından bu yana en büyük değer kaybını yaşarken, İngiltere'nin kredi notu görünümünde de peş peşe düşüşler yaşanmaktadır. Standard and Poor's (S&P), ülkenin kredi notunu en yüksek düzey olan AAA'dan iki alt seviye olan AA'ya indirdi. S&P karara gerekçe olarak "Referandum sonucu, İngiltere'nin, finansal sektör de dahil olmak üzere, ekonomik performansının kötüleşmesine neden olabilir" açıklamasını yaptı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 28 Fitch Ratings de, İngiltere’nin (AA+) olan kredi notunu, AA'ya düşürdü. Fitch "Referandum sonrası yaşanan belirsizliğin, kısa vadeli gayri safi yurtiçi hasıla büyümesinde ani bir yavaşlamaya neden olacağına inanıyoruz" açıklamasını yaptı. Fitch ayrıca ülkenin orta vadeli büyümesinin de AB ile ticarete elverişli şartların değişmesi, göç ve yabancı yatırımlarlardaki azalma nedeniyle zayıflayacağını belirtti. Moody's de referandum sonuçlarının açıklanmasının hemen ardından ülkenin kredi notunu Aa1 seviyesinde korusa da notun görünümünü “negatife” çekti. Türkiye'nin İngiltere'yle olan ticari ilişkileri, AB-Gümrük Birliği Anlaşması üzerinden şekillendiği için, İngiltere'nin AB'den çıkış sürecinde, iki ülke arasındaki serbest ticaret hükümlerinin nasıl korunacağı tartışma konusu. Türkiye ile İngiltere’nin ayrı bir serbest ticaret anlaşması imzalamaları gerekecek. Bu yeni anlaşma imzalanana kadar geçecek süreçte doğacak boşluktan ötürü, her iki ülkenin ekonomileri de etkilenecek. Ancak Türkiye’nin bu çerçevedeki kayıplarının daha büyük olacağını öngörebiliriz. Diğer yandan, Brexit kararı Türkiye'ye de bir 'referandum örneği' oluşturabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım, müzakerelerin devam edip etmemesini referanduma götürebileceklerini söylüyorlar. Bir yanıyla bu mümkün… Ancak AB’ye henüz tam üye olmayan Türkiye açısından, Bakanlar Kurulu’nun “AB ile müzakereleri askıya alma ya da durdurma” yönünde bir karar alması, bunun için yeterli. Yani referanduma gitmeye gerek yok… ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 29 Cumhurbaşkanı ve hükümet, anlaşıldığı kadarıyla bunu iç kamuoyuna karşı, AB’nin antidemokratik uygulamalar, vize serbestisi kriterleri gibi konularda getirdiği eleştirilere karşı, bir koz olarak kullanma düşüncesinde. Aynı zamanda, mülteci kriziyle baş etmeye çalışan AB’ye karşı bir blöf yaparak, Brexit şokundaki AB’yi referandum tehdidiyle köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı ve AKP hükümetlerinin, başlangıçta dış destek için gündemlerine aldıkları AB üyeliği hedeflerinden, son yıllarda hızla uzaklaştığı somut bir şekilde ortada. Yani Erdoğan ve hükümet aslında, AB ile ipleri kopartma konusunda istekliler ve AB kriterlerini, demokratikleşme baskılarını, özgürlüklere yönelik eleştirilerini, tek adam yönetimi ve toplumsal baskıları uygulama açısından kendilerine engel görüyorlar. Oysa mevcut siyasi, ekonomik ve uluslararası konjonktürde, gelişen süreçlerde, siyasi ve ekonomik duruş olarak, güvenli, istikrarlı bir ülke olması çok daha fazla önem kazanmış durumda. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 30 BÜYÜK BRİTANYA'NIN 23 HAZİRAN REFERANDUMU’NDAN BREXİT KARARI ÇIKMASI, AB’NİN YAPTIRIM VE AMBARGO UYGULADIĞI, RUSYA AÇISINDAN DA ÖNEMLİ BİR KAZANIM OLARAK GÖRÜLEBİLİR. BAŞTA ALMANYA VE FRANSA OLMAK ÜZERE, AB’NİN RUSYA İLE İLİŞKİLERİNİ DE GÖZDEN GEÇİRMESİNİ GEREKTİRECEKTİR. Büyük Britanya'nın Avrupa Birliği'nden ayrılma kararının kazananlarından birisi de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin olarak gözüküyor. Nedenine gelince, başta Ukrayna krizi olmak üzere, Kırım’ın ilhakı ve Gürcistan ile Moldova’nın AB ile ortaklığı gibi konular en azından gündemden kalkacak gibi görünüyor. Mevcut birlik yapısını koruyamayan, İngiltere’yi kaybeden AB’nin, “genişleme” sürecini uzun bir süre durdurması, Ukrayna, Gürcistan, Moldova’nın AB ile ortaklık anlaşmalarının gündemden düşürülmesi söz konusu olacaktır. Bu da Putin’i ve Rusya’yı büyük ölçüde rahatlatacak. Brexit sonrası Hollanda ve Fransa’daki milliyetçi, yabancı karşıtı partilerin liderleri Hollandalı Geert Wilders ve Fransız Marine Le Pen gibi isimler de AB’den ayrılık için referandum kampanyası başlattılar. Bu çerçevede, AB kendi içindeki bu ayrılık yanlıları ile uğraşırken, Rusya ile sorunlarını çözmek hatta belki de Putin ile ilişkileri normalleştirme arayışlarına girmek zorunda kalacak. Büyük Britanya'nın, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği'nden ayrılma kararı, Rusya tarafından bir yanıyla 1992’deki Sovyetler Birliği’nin dağılma süreciyle benzeş olarak değerlendirilse de, AB’de yakın dönemde Sovyet sistemindeki gibi bir dağılma ve çöküş beklemek doğru olmaz. Kaldı ki, Sovyetlerin dağılmasından sonra başta Rusya olmak üzere pek çok eski Sovyet ülkesi ülkede yönetim zafiyetleri ekonomik çöküş, yokluklar yaşandı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 31 Oysa AB üyesi ülkeler zaten kendi yönetim ve ekonomik sistemlerini sürdürürken, AB ile de “gönüllü bir birliktelik” oluşturmuşlardı. Dolayısıyla AB tümüyle dağılsa bile, her ülke kendi ayakları üzerinde varlığını sürdürebilecek konumda. Brexit kararıyla birlikte Rus dış politikası Avrupa'daki azami hedefine ulaşmış oldu. Avrupa Birliği önümüzdeki yıllarda öncelikle ve yoğunlukla, kendi iç işleriyle meşgul olacak. Avrupa Birliği'nin genişlemesi yukarıda belirttiğim gibi, artık düşünülmüyor. Hatta Macaristan, Slovakya gibi bazı doğu Avrupa ülkeleri de ayrılmayı tartışıyor. Umudunu ve dış politikalarını büyük ölçüde, AB’nin Rusya üzerinde kurmaya çalıştığı ekonomik ve siyasi baskılar üzerine oturtan, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan açısından AB umudu uzun bir dönem için ertelenmiş görünüyor. Bu ülkeler, Putin ile yeniden, anlaşma, uzlaşma, iyi geçinme yollarını arayıp bulmak zorunda kalacak. Brexit kararıyla birlikte, Avrupa Birliği'nin eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Balkan Devletleriyle genişleme stratejileri çok uzun süre ertelenmek zorunda. Ukrayna ve Gürcistan için vize muafiyeti gündemden düştü ve olası göçmen akını korkusu nedeniyle, şu anda olanaklı görünmüyor. Bu çerçevede bakıldığında, Brexit kararının en büyük kaybedenleri arasında, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan'ı saymak yanlış olmaz. Buna karşılık, Rusya’yı ve Devlet Başkanı Putin’i, İngiltere’nin bu kararıyla rahatlayan ve kazananlar arasında sayabiliriz. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 32 CUMHURBAŞKANININ ÖNÜNÜ AÇTIĞI, İÇİŞLERİ BAKANLIĞI TARAFINDAN HAZIRLANAN “ÖZEL GÜVENLİK’İN YENİDEN DÜZENLENMESİ” YASA TASARISI TASLAĞI, AKP İKTİDARININ GERÇEK NİYETLERİNİ, TEHLİKELİ HEDEFLERİNİ, KENDİ ÖZEL GÜVENLİK ORDUSUNU KURMA HEVESLERİNİ AÇIĞA ÇIKARTMASI AÇISINDAN İLGİNÇ DÜZENLEMELER İÇERİYOR. İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanarak, görüş ve değerlendirme için ilgili kurum ve kuruluşlara gönderilen Özel Güvenlik Şirketleri Yasası’nda değişiklik öngören, düzenlemeler, akıllara, Cumhurbaşkanı ve AKP’nin “kendi özel güvenlik ordusunu” kurmaya yöneldiği düşüncesini getiriyor. Özel güvenlikçilerin, yetkilerini artıran, stratejik alanlarda gerektiğinde valilerin talimatıyla özel güvenlik yetkisi getiren değişiklikler içinde, bugüne kadar özel güvenlikçilerde olmayan, trafik ve ehliyet kontrolü, yolda araç kontrolü gibi yetkilerin verilmesi dikkat çekici! 1980 öncesinde anarşi ve terör ortamında, özellikle banka soygunlarının çok artması üzerine bankalar için zorunlu kılınan özel güvenlik birimi oluşturma zorunluluğu AKP iktidarları döneminde hızla yaygınlaştı. AVM’ler, rezidanslar, siteler, işyerleri özel güvenlik şirketlerinden hizmet alırken, şimdi neredeyse özel güvenlik şirketlerinin en büyük faaliyet alanı kamu kuruluşları oldu. Bütçeye konulan “özel güvenlik hizmet alımı giderleri” her geçen yıl hızla artmaya, milyarlarca liraya ulaşmaya devam ediyor. İlköğretim okullarından belediyelere, polikliniklerden devlet hastanelerine, üniversitelere varana kadar neredeyse her yer özel güvenliğe emanet edilmiş durumda. Fiilen devletin, polisin halka sunmakla mükellef olduğu toplum güvenliğinin sağlanması hizmeti ve sorumluluğu, fiilen özelleşmiş durumda. Şu anda 280 bine ulaştığı kaydedilen özel güvenlik şirketlerinde çalışan sayısının, yeni değişiklikler hayata geçirildiğinde 500 bin ve üzerine çıkacağı, devletin polis ve asker sayısından daha fazla, özel güvenlik elemanı olacağı sektör temsilcilerince kaydediliyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 33 Yıllar önce sadece bankalar için getirilen bu yapılanma, AKP hükümetleri döneminde başlı başına bir sektöre dönüştürüldü ve hızla büyüyor. 2009 yılından itibaren de kamu kuruluşlarının özel güvenlik hizmeti alımlarına yol açıldı ve hizmet ihaleleriyle, artık neredeyse tüm kamu kurum ve kuruluşlarında devletin güvenlik elemanları, görevlerini özel güvenlikçilere terk etti. Bu düzenleme ile geçtiğimiz yılsonuna kadar geçen sürede, devlet özel güvenlik hizmetlerinin en büyük alıcısı konumuna geldi. Geçen yılsonu itibarıyla, son beş yıllık dönemde, özel güvenlik hizmet pazarının 1 milyar doları aştığını göz önünde bulundurduğumuzda, devletin sorumluluğundaki güvenlik hizmetleri açısından kritik bir tablo ile karşı karşıyayız. Özel Güvenlik Hizmetleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Gökhan Arıkan, sadece 2015 yılında devletin aldığı özel güvenlik hizmeti tutarının 300 milyon doları bulduğunu, 2004 yılında Türkiye’de sadece 21 özel güvenlik şirketi varken, 2015 yılında bu rakamın 1500’lere yaklaştığını ifade ediyor. 2016 yılı sonuna kadar sektörün yüzde 15’lik bir büyüme ile 350 bin çalışana ulaşması bekleniyor. 19 Haziran 2016’da Meclis’e sunulan özel güvenlik hizmetlerini düzenleyen yasadaki değişiklik teklifiyle, özel güvenlikçilerin resmi kolluk güçleriyle hemen hemen aynı yetkilere kavuşturulması öngörülüyor. Özel güvenlikçilere “gerektiğinde kamu düzeni ve güvenliğini sağlama” yetkisi veriliyor. Değişiklik teklifindeki en kritik düzenleme, mevcut yasada var olan özel güvenlik elemanlarının Türk Vatandaşı olma zorunluluğunun kaldırılmasını içeren değişiklik. Bununla kanımca, ülkemizdeki milyonlarca mülteciye güvenlik şirketlerinde iş kapısı aralanmak istenmesinin yanı sıra, Suriye’de teröre bulaşmış kişilere de rahatlıkla, özel güvenlik şirketleri üzerinden sızma zemininin yaratılması riski söz konusudur. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 34 Özel güvenlik şirketlerinin, kuruluşu, sahipliği, personeli konusunda getirilen yeni düzenlemeler, rahatlıkla terör örgütleri için bile özel güvenlik şirketi kurarak faaliyette bulunma yolunu açabilecektir. Hükümet, anlaşıldığı kadarıyla, Emniyet’e 15 bin yeni polis kadrosu sağlayan torba yasanın ardından, kat kat daha fazla istihdamın, özel güvenlik şirketleri üzerinden sağlanması planını uygulamak istemektedir. Bir kez daha özel güvenlik şirketleriyle ilgili olarak yapılmak istenen yasa değişiklikleri ve getirilmek istenilen düzenlemelerin, AKP hükümetinin ve Cumhurbaşkanlığının kendi özel güvenlik ordusunu kurma girişiminin ön adımı olduğu düşüncemi dile getirmek isterim. Yeni düzenleme ile özel güvenlik şirketi kurulması kolaylaştırılmakta, personel temini konusundaki kriterler, başta TC vatandaşlığı şartının kaldırılması olmak üzere, aşağı çekilmektedir. Bu değişikliklerle, özel güvenlik şirketi ve personeli sayısında patlama yaşanacağı bizzat sektörün yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. Bir süre sonra sektörün kontrolden çıkması, mafyalaşma, güç zehirlenmesi, toplumsal yaşamın tehdit altına girmesi, yüz binlerce sorumsuz silahlı kişinin, otoparklarda, bina girişlerinde, okul, kreş, hastane, otoyol, köprü geçişlerinde, AVM’lerde, statlarda, hayatın her alanında ortalıkta dolaşması, silahın yaygınlaşması, silah taşıyan kişilerin çoğalması söz konusu olacaktır. Anayasayla devletin en önemli görevleri arasında sayılan can ve mal güvenliğinin sağlanması teminatı, bu yolla özel sektöre havale edilmekte, güvenlik hizmetleri artan şekilde özelleşmektedir. Bunun bir sonraki aşamasının ülke savunmasının da özelleşmesi olması sürpriz sayılmamalıdır. TSK yasasında değişikliklerle, TSK’nın tüm unsurlarıyla iç güvenlik operasyonlarında kullanılması yetkisinin Bakanlar Kurulu’na verilmesi sonrasında, ülke güvenliğinin, sınır güvenliğinin, paralı özel sektör şirketlerine ihale edilmesi, AKP iktidarlarının güvenlik konusundaki bu mantığının yadırgamayacağı bir sonuç olacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 35 AKP, DIŞ KAYNAK VE İÇ KAYNAK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN YURT DIŞINDA TUTULAN SERVETLERE UMUT BAŞLAMIŞ GÖRÜNÜYOR. SERVET AFFI, VARLIK BARIŞI VB. ADLAR ALTINDAKİ UYGULAMALARLA ADETA, “PARANI GETİR DE NASIL GETİRİRSEN GETİR, HİÇBİR ŞEY SORMAYACAĞIM” SÖZÜ VERİLMEKTEDİR. Hükümet ekonomik reform yasaları adı altında 77 maddelik bir torba yasayı TBMM gündemine getirdi. Daha önce kısmen değerlendirdiğim pakette, çeşitli vergi indirimleri, kolaylıklar, muafiyetler yanında, kanımca en önemli düzenlemelerden birisi, yurt dışındaki servetin, varlıkların yurda getirilmesinin teşvik edilmesiyle ilgili düzenleme. Yasa düzenlemesiyle, AKP hükümetlerinin daha önce 2008, 2011, 2013 yıllarında da yaptıkları SERVET AFFI uygulamasının en kapsamlı olanı bu yeni torba yasada yer alıyor. Torba tasarıyla, Türkiye’nin şimdiye kadar yurtdışından para getirilmesini teşvik eden en kapsamlı düzenlemesi geliyor. Daha öncekilerden farklı olarak, yurtdışındaki varlıklarını getirenler, bunlar için vergi ödemeyecek. Yurtdışındaki kaynakların, varlıkların Türkiye’ye getirilmesi halinde herhangi bir vergi alınmaması ve servetlerin başkası adına da getirilebilmesine olanak sağlanması düzenlemede yer alıyor. Daha önce de yapılan uygulamalardan farklı olarak ilk kez varlıklarını getirenlere “vergi ödememe” imkânı sağlanıyor. Bu düzenleme, bankaya paranın yatırılmasıyla işlemiş hale geldiği için, yurtiçinde benzeri varlıkları, servetleri, beyan edilmemiş para, altın vb. kaynakları olanlar da uygulamadan yararlanabilecek. Uygulamadan yararlananlar, herhangi bir denetime tabi olmayacak, vergi ödemeyecek. Düzenleme tasarısına göre, gerçek ya da tüzel kişiler uygulama kapsamında bulunuyor. Bu kişiler, başkaları nam veya hesabına da paralarını kayıt içine alabilecek. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 36 Yurtdışından kredi kullanan şirketler, dışarıdaki varlıklarıyla paralarını fiilen Türkiye’ye sokmadan, kredi borçlarını ödeyebilecek. Aile bireylerinden veya şirket ortaklarından herhangi biri namına da işlem yapılabilecek. Uygulamadan yararlananlar, beyan ettikleri varlıkları öngörülen sürede getirmek zorunda olacak, aksi takdirde denetim muafiyetinden yararlanamayacak. Daha önceki uygulamalarda, cüzi oranlarda da olsa vergi alınması ve getirilen para veya servetin Maliye’ye beyan edilmesi söz konusuydu. Şimdi yapılan düzenlemeyle, paranızı maliyenin kapısına uğramadan doğrudan bankaya getirip, vergi denetim, kaynağını beyan etme, nereden bulduğunu söyleme vb. zorunluluklardan kurtuluyorsunuz. Bir anlamda, hükümet Türkiye’yi Panama yapıyor. Tasarıyla “işadamlarına yeşil pasaport” için de imkân sağlanıyor. Vizesiz seyahat imkânı sağlayan bu pasaport, son 3 yılda yıllık ortalama ihracat tutarı Bakanlar Kurulunun belirleyeceği değerin üzerinde olan firmaların yetkililerine verilecek. Önceki değerlendirme notlarımda dile getirdiğim ve giderek istismarların iyice arttığını vurguladığım iflas erteleme davalarına da torba yasayla kısıtlama getiriliyor. Buna göre, İflas ertelemede en fazla 2 yol olabilecek. Birincisi iflas erteleme, mali olarak zor duruma düştüğünü belgeleme halinde geçerli olacak. İkincisi de Bakanlık ya da alacaklılardan birinin onayladığı bir ödeme planı sunulması halinde iflas erteleme kararı alınabilecek. 2012 yılında yine AKP iktidarı tarafından kaldırılan, karşılıksız çeklere hapis uygulaması, yeni torba yasayla tekrar geri getiriliyor. Ödenmeyen çeklere ilişkin olarak para cezası ve ardından da hapis cezası Çek Yasası’na yeniden konuluyor. Karşılıksız çeke verilecek para cezası, ödenmeyen çekin tutarından az olamayacak. Karşılıksız çeklere ilişkin uzlaşma ve cezanın ertelenmesi hükümleri uygulanmayacak. Para cezası da şayet ödenmezse hapis cezasına çevrilecek. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 37 Bu kritik düzenlemelerin yanı sıra, adeta torba yasada “yok”, yok! Girişim sermayesi şirketlerine vergi avantajı getirilirken, sermaye piyasalarında yaptıkları işlemleri için BSMV ödeme muafiyeti sağlanıyor. Yat ve gemi imalatını teşvik için, Türkiye’de imal edilen yat ve gemilerin ihracatından harç alınmaması öngörülüyor. Bir yandan yurt dışından servetini getirenlere “nerden buldun” diye sormama sözü veren, “vergi almayacağım” diyen AKP hükümeti torba yasada yer alan düzenlemeyle, vergisini ödeyemeyen mükellefler içinse “ifade” uygulaması getiriyor. Mükellef, neden vergisini ödemediğini izah için ifadeye çağrılacak. İfadesinde verdiği izahat kabul edilmezse, inandırıcı bulunmazsa, vergi uzlaşmasından, taksitlendirmeden yararlanamayacak. Yükümlülüklerinin tamamını yüzde 20 ceza artışıyla birlikte ödemek zorunda olacak. Şimdi buradaki kriter nedir? Mükellefi çağırıp soruyorsun, neden vergini ödemedin diye. O da izah ediyor. Hayır diyorsun, izahatın beni tatmin etmedi. Sana, yapılandırma, taksitlendirme yok. Hem bütün vergini faiziyle ödeyeceksin hem de yüzde 20 ilave ceza ödeyeceksin. Zaten vergisini ödeyememiş bir mükelleften, verginin tamamını ve yüzde 20 cezayı nasıl alacaksınız. Mükellefin canını bile alsanız, karşılayamaz! Diğer taraftan da Panama usulü, yurt dışında, yastık altında, yabancı bankalarda, parası, altını, serveti, vergisi ödenmemiş kazancı olanlara diyorsun ki, paranı getir hiçbir şeyden korkma. Ne maliyeden, ne Masak’tan, ne denetimden… Güle güle harca… ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 38 Üstelik aynı uygulamadan sadece yurt dışında serveti olanları değil, yurt içinde beyan etmediği, vergiden kaçırdığı serveti olup da, getirip bankaya yatırana da aynı imkânları, avantajları sağlıyorsunuz. Bu çok büyük eşitsizlik ve adaletsizlik… Yabancı şirketlere getirilen bir ayrıcalıkla, “Bölgesel yönetim” kavramı vergi düzenlemeleri içersine alınıyor. Yabancı şirketler, Türkiye içinde başka ülkeleri de kapsayacak şekilde bölgesel yönetim merkezi kurarlarsa, bu bölgesel yönetim merkezi çalışanlarının dövizle ödenen maaşlarından gelir vergisi alınmayacak. Aynı şekilde, gelirlerinin yüzde 80’i yurt dışına verdiği hizmetlerden oluşan hizmet şirketleri, çalışanlarının gelir vergisini ödemeyecek. Mimarlık, tasarım, veri saklama, çağrı merkezi vb. hizmetleri veren, şirketler çalışanlarına gelir vergisi muafiyeti yanında, yüzde 50 kurumlar vergisi indiriminden yararlanacak. Buradan, hükümetin dövize, dış kaynağa acilen çok büyük ihtiyacı olduğu anlaşılıyor. Döviz getirene, yurt dışındaki parasını getirene, döviz karşılığı hizmet verenlere, her türlü vergi kolaylığı, indirim, çalışanlarına gelir vergisi muafiyeti vb. haklar verilirken, Türk Lirası kazananlara ise cezalar söz konusu. Hükümet bunun adına da ekonomik reform düzenlemesi, devrim paketi diyor. Bunun bir tek adı var, dövizi olana, döviz getirene, yabancıya kıyak, yerliye, TL kazanana kazık! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 39 TURİZM SEKTÖRÜNDEKİ “KRİZ” AĞIRLAŞARAK DEVAM EDİYOR, SON 22 YILIN EN KÖTÜ SEZONU YAŞANIYOR. MALİYE BAKANLIĞI VE SGK, VERGİ VE PRİM BORÇLARINI ÖDEYEMEYEN TURİZM ESNAFINA E-HACİZ UYGULAMASI BAŞLATTI. SEKTÖRÜN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ KONUSUNDA HÜKÜMETİN SAMİMİYETSİZLİĞİ ORTADA! Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıkladığı Mayıs 2016 turizm sektörü verileri, 1994 yılından bu yana en kötü sezonun yaşandığını Türkiye turizminin ve sektörün iflas noktasını da geçip, haciz aşamasına geldiğini gösteriyor. Sadece yiyecek-içecek sektörünün kaybının 500 milyon doların üzerine çıktığı vurgulanırken, ülkemizin en gözde turizm beldelerinden Belek’te turizm esnafının protesto yürüyüşü, Maliye ve SGK’nın başlattığı e-haciz uygulamalarına isyanı maalesef AKP iktidarının duvarlarını aşamıyor. Açıklanan verilere göre, Mayıs ayında Türkiye’ye gelen turist sayısı yüzde 34,7 oranında azalırken, Ocak-Mayıs dönemindeki ortalama düşüş oranı ise yüzde 22,9 oldu. Beş aylık dönemde ülkemize gelen turist sayısı 8,3 milyon kişiye geriledi. ‘Uçak krizi’nin ardından mayıs ayında Rusya’dan gelen ziyaretçi sayısı ise yüzde 92 düşüş gösterdi ve 41,004 kişiye indi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Nisan ayında da turist sayısındaki düşüşün yüzde 28 düzeyinde gerçekleştiğini turist sayısının aylık 1 milyon 750 bine indiğini açıklamıştı. Nisan ayında Rus turist oranındaki düşüş yüzde 79.2 olurken, gelen Rus turist sayısı 31 bin 50 olmuştu. Turizmdeki tablo bu iken, hükümet durumu seyretmekle yetiniyor. BDDK’nın turizm sektörü kredilerine bankalarla anlaşmalı olarak yeniden yapılandırma olanağı getirmesine karşın, kredi borcunu ödeyemeyen, yapılandırma koşullarını yerine getiremeyen esnaf, otel ve tatil köyü, restoran, tur operatörü sayısı katlanarak artıyor. Zincirleme iflaslar söz konusu. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 40 Hükümet ise bu konuda duyarsız! Son olarak Antalya’nın en bilinen turizm bölgesi Belek esnafı isyan etti. Esnafın isyanının nedeni, turist gelmemesi, kazançlarının düşmesi, çalışamaz hale gelmelerinden ziyade, hükümetin yaklaşımları. Yukarıda resmi verilerle aktardığım şekilde son 22 yılın en kötü turizm sezonu yaşanırken, hükümet ve hükümete bağlı maliye, SGK, her şey güllük gülistanlıkmış gibi vergi, KDV, SGK priminin düzenli ödenmesi peşinde. Ödeyemeyenlere e-haciz uygulaması başlatıp, tüm banka hesaplarını bloke ediyorlar. İş yapamadıkları için dükkânlarını kapatmak zorunda kalan Belek esnafı, protestolar sonrası yaptığı yazılı açıklamada, vergi dairelerinin, SGK’nın vergi ve prim borçlarından dolayı banka hesaplarına bloke koyarak, kredi borçlarını ve diğer ödemelerini de yapamaz hale getirildiklerini, bankaların kara listesine alındıklarını, kredi borçlarının erken çağrılması ya da borcun kapatılması ihtarıyla karşı karşıya kaldıklarını belirtiyor. Belek esnafı, sektörün durduğunu, turist gelmediğini, Bodrum’da, Fethiye’de bir turist müşteri için esnafın birbiriyle kavga edecek noktaya geldiğini belirterek, “kredimizi, borcumuzu, kiralarımızı vergimizi ödeyemiyoruz. Vergi daireleri borçlarımızdan dolayı banka hesaplarımıza bloke haciz koyuyor. Bankalar turizm esnafını riskli esnaf sınıfına koyup kredi vermiyor. Kara listeye alınıyoruz ve kıpırdayamaz hale getiriliyoruz” diye feryat ediyor. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonun açıklamasına göre sadece turizmde değil, şu anda ülke genelinde 4,5 milyon esnaf Maliye ve SGK’nın e-haciz uygulamasından muzdarip! Tüm banka hesapları bloke edilmiş vaziyette. Maliye ve SGK 10 bin liralık alacağı için 50 bin, 40 bin, 100 bin liralık tüm hesabı birden bloke ediyor. Küçük esnafın, KOBİ’lerin borcu haricindeki hesabındaki parayı, diğer ödemeleri için kullanmasına da izin vermiyor. Göz göre göre, insanlar devlet haczi ile batırılıp bitiriliyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 41 Bir yandan TBMM’ye yasa sevk edip, yurt dışından milyon dolarlarını, yurt içinde bir kenarda sakladıkları vergisi ödenmemiş kazançlarını getirenlere, vergi almama, denetlememe, hesap sormama, nerden buldun dememe sözü veren Maliye’nin gücü, siftah yapamadan aylardır dükkanını kapatmak zorunda kalan küçük esnafa, KOBİ’ye yetiyor. E-haciz ile milyonlarca esnaf ve küçük işletme yok ediliyor, ceza ve gecikme faizleriyle, hiçbir şey ödeyemez hale getiriliyor. Vergi alacakları için yapılan e-haciz kararlarında bankalarda bulunan mevduatın tamamına bloke konulması mükellefleri, doğal olarak tümüyle zor durumda bırakıyor. Hesabına bloke konulan mükellefi bu kez banka da otomatik olarak riskli müşteri sayıp, kara listeye alıyor. Bu kişilere, şirketlere, işletmelere kredi kapıları da kapanıyor. 10-20 bin liralık vergi-SGK alacağı için yüz binlerce liralık gayrimenkullere bloke ve e-haciz konuluyor. İnsanlar, borçlarını ödeyebilmek için gayrimenkullerini de satamaz hale getirilip, devlet eliyle iflasın eşiğine getiriliyor. Böyle bir vicdansız uygulama hangi ülkede var? Başbakan, Ekonomi Bakanı, Ekonomiden Sorumlu Başbakan yardımcıları hâlâ çıkmış insanların karşısına alay edercesine pembe tablolar çiziyor. Başbakan Binali Yıldırım, TRT ekranlarında “Rusya’ya tazminat da öderiz” diyor, sonra anlaşılan Saray’dan tepki alınca, bu kez AKP grubuna gelip “tazminat ödeyemeyiz” diyor. Sözlerinin üzerinden 24 saat geçmeden, kendi kendisini yalanlayan, bu Başbakana, bakanlara, verdikleri sözlere, “Borcunuzu sileceğiz, faizi sileceğiz, kredi borcunuzu yapılandıracağız” vaatlerine esnaf nasıl güvenecek, inanacak? ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 42 TÜRKİYE EKONOMİSİNİN BU YILIN İLK ÜÇ AYINDA YÜZDE 4,8 BÜYÜDÜĞÜ AÇIKLANMASINA KARŞIN, MALİYE BAKANLIĞI’NIN BÜTÇE PERFORMANSI VE VERGİ GELİRLERİYLE, TAHAKKUK-TAHSİLAT ORANLARI, İŞYERLERİ, İŞLETMELER, MÜKELLEFLER AÇISINDAN BİR BÜYÜMENİN, EKONOMİK CANLANMANIN OLMADIĞINI GÖSTERİYOR. İlk üç aydaki büyümede, yüzde 6,9 olan tüketim harcamalarının önemli etkisi olduğunu gördük. Özellikle bireysel ve kamusal tüketim harcamaları, kamunun güvenlik harcamalarındaki olağanüstü artış büyümede etkili oldu. Dolayısıyla Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı vergi tahsilatı oranlarına göre, bu büyüme esnaf ve şirketlere pek yansımadı. Maliye Bakanlığı verilerine göre, Ocak-Mayıs arasını kapsayan beş aylık dönemde toplam 287,9 milyar liralık vergi alacağının 104,6 milyar lirası tahsil edilemedi. Vergi alacaklarının tahsilata oranı, son 5 yılın en düşük seviyesinde gerçekleşti. 2012’nin ilk beş ayında yüzde 66 olan söz konusu oran, bu sene aynı dönem itibarıyla yüzde 63,7 olarak gerçekleşti. Bu rakamlar, tutarlar ve oranlar, büyük ya da küçük mükelleflerin, şirketlerin ekonomik sıkıntı içinde olduklarının, vergilerini ödeyemediklerinin göstergesi. 2016 bütçe hedeflerine göre, Maliye Bakanlığı, bu yıl 459 milyar TL vergi toplamayı hedefliyor. İlk beş ayda 287,9 milyar liralık vergi tahakkuk ettirilmesine karşın, bunun 183,3 milyar lirası toplanabildi. 104,6 milyar lirası tahsil edilemedi. Yani tahakkuk ettirilen verginin tahsilatında yaklaşık yarıya yakın alamama, tahsil edememe söz konusu. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 43 Beş aylık dönemde, tahakkukun tahsilata dönüşme oranı yüzde 63,7 olurken, geçen yılın aynı döneminde bu oran yüzde 65,7 idi. Hem Gelir hem de Kurumlar Vergisi tahsilatlarında önemli düşüşler söz konusu. Gelir Vergisi’nde beş ayda 65,7 milyar lira vergi tahakkuk ederken, bu rakamın 38,6 milyar lirası, yani yüzde 58,8’i tahsil edilebildi. 32,5 milyar lira olarak tahakkuk eden Kurumlar Vergisi’nde ise 20,2 milyar lira tahsil edilebildi ve tahsilat oranı yüzde 62,2 oldu. Maliye Bakanlığı, iflasların ve iflas ertelemelerin büyük artış göstermesinin, vergi tahsilatında gerilemelere neden olduğunu vurguluyor. Bu demektir ki, önümüzdeki aylarda başta turizm sektörü olmak üzere, iflaslar arttıkça vergi gelirleri daha da düşecek, tahsilat daha da gerileyecek. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 29 HAZİRAN 2016 44