NUREFŞAN HANÇERLİ TÜRKÇE 102-2 01/12/2014 HAKİKİ DOST - - - - Selamünaleyküm sevgili toprak anam! Dedi kısık bir sesle. Ve aleykümselam Tolgonay. Ne iyi yaptın da geldin. Bakıyorum da daha yaşlanmışsın, yüzün kırışmış, saçların beyazlamış. Maalesef, artık yaşlandım. İnsanın yaşadığı zorluklar, yüzüne ince bir çizgi atarak, o zor günlerin hatırlanmasına sebep oluyor. Biliyorsun bugün çok önemli bir gün. Biliyorum ve senin ne zaman geleceğini düşünüyordum Tolgonay. Bugün “Ölenleri Anma Günü.” Lütfen, otur Tolgonay. Ayakta kalma, artık ayakta duracak kadar güçlü değilsin. Otur da beraber dertleşelim. Buraya geldiğin ilk günü hatırlıyorsun değil mi? Ne kadar zor günlerdi, güzel toprağım o günler aklıma geldikçe boğazlarım düğümlenip, ellerim titremeye başlıyor. Hadi Tolgonay, bana anlat o zamanları. Buraya ilk gelişimi çok net olmasa da hatırlıyorum. Burada hasat zamanıydı ve ben daha küçücük bir çocuktum. Zaman ilerleyip artık kendimi bilecek yaşa gelince, buraya gelip tarladaki tohumlara bekçilik yapmaya başladım. Çocukluğum ne kadar güzel geçmişti, neşeli, hayat dolu, korkusuz bir çocuktum. O yıl Suvankul ile tanıştığım zaman on yedi yaşındaydım. Onu ilk gördüğümde çok acımıştım çünkü üzerinde bir gömleği, ayağında bir ayakkabısı yoktu. Güneşin altında çalışmaktan, yüzü kıpkırmızı olmuş, elleri nasır tutmuştu. O kadar güçlü kolları vardı ki hiç kimse onun gücüne yetişemez, onun kadar iş yapamazdı. Beraber geç vakitlere kadar iş başı yapar, hiç durmadan çalışırdık. İşte o yaz bizim aşkımızın filizlendiği bir mevsimdi. Tarlada çalıştığımız her gün aşkımızın şafakları da doğuyordu. Onunla geçen her anım çok değerli ve kıymetliydi. Suvankul, biz mutlu olacağız değil mi? Cevap verirdi: Artık kendimize ait bir tarlamız olunca, toprak ve su insanlara eşit paylaştırılınca ve kendi ürünlerimizi ekmeye başlayınca biz mutlu olabiliriz. Bu tarla, bizim dünyamız Tolgonay, biz bir çiftçiyiz. Bir çiftçi için mutluluk, kendi tarlasını ekip, ürün almaktır. Bu sözler karşısında çok duygulanıp, Suvankul’a sıkı sıkı sarıldım. O günlerde artık kendimize bir ev yapıp, insan gibi yaşamaya başladık. Hayatımızın en güzel olayı, üç tane çocuğumuzun olmasıydı. Çok şükür, sağlıklı ve güzel çocuklardı. Suvankul’un okuma ve yazma aşkı hiç bitmezdi. O kadar istekliydi ki, köyde düzenlenen akşam kursuna bile gitmeyi düşünürdü. Kasım ve Maysalbek, gündüz okula gidip öğrenci olur, akşam eve gelince babalarına öğretmen olurlardı. Zaman su gibi akıp geçerken, aynı yıl oğullarım büyüyüp delikanlı oldular. Her biri kendi yolunu çizerek, hayatlarına yön vermeye başladılar. Kasım, babası gibi traktör sürücüsü oldu daha sonra biçer-döver ustası diplomasını alarak, usta oldu. - - Maysalbek, okumaya âşıktı, onun için en güzel ödül kitaptı. En küçük oğlum Caynak ise çok hareketli ve eğlenceliydi. Yerinde hiç durmaz, hep bir arayış içerisindeydi. Kolhozda, gençlik kolları başkanı seçildikten sonra toplantıdan toplantıya koşar, evde hiç durmazdı. O günlerde aile için çok güzel bir olay yaşadık. Bu, oğlum Kasım’ın yuva kurmasıydı. Gelinim, hem güzel hem hamarat bir kızdı. Adı “Aliman” olan gelinim yanık tenli, yeşil gözlüydü. Onun bizim eve gelin gelmesiyle, o yılın bereketi artmış, başaklar erken olgunlaşmış, yanımızdaki çay vaktinden önce dolmuştu. Gelin ve kaynana olarak çok güzel geçinir, tarlada beraber çalışırdık. O günler çok güzeldi toprak ana ne olduysa o savaştan sonra oldu. Bu korkunç kelimeyi her duyduğumda tekrar sarsılıyorum. Savaş çıktığında, inanmamış ve bunun bir şaka olduğunu duymak istemiştim. Ama değildi. Ben hayatım boyunca öyle kavurucu bir sıcak görmemiştim. Kasım, zavallı oğlum insanüstü bir çabayla çalışıyordu. Gece gündüz demeden hep beraber tarlaları biçiyor, diğerine geçiyorduk. Aklım hep çocuklarımdaydı. Acaba onlar da gidecekler miydi bu çetin savaşa? Maysalbek’ e ne olmuştu? Yoksa onu da mı çağırmışlardı? Neden mektup yazmıyordu? Bu sorularla kendimi yiyip bitiriyordum. Eve geldiğimde Aliman’ı ağlarken gördüm, neden ağladığını sorduğumda aldığım cevap karşısında dizlerimin bağı çözüldü. Kasım’ı savaşa çağırmışlardı. Bir tanecik oğlum o savaşa gidip, geri gelebilecek miydi? Savaş, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Herkes bütün gücüyle tarlada çalışıyor, güçlü olmaya çalışıyorlardı ama savaşın çetin yüzü, tarlayı bile etkilemiş, bütün ekinler ve başaklar kar altında kalmıştı. Kasım’ın daha nasıl olup olmadığını öğrenemeden, ikinci bir acı daha yaşadım. Eşim ve diğer yiğitlerim de savaşa gideceklerdi. Savaş, her şeyi yıkıp geçiyor, kimsenin gözünün yaşına bakmıyordu. Zavallı gelinim, günden güne soluyor, kendinde dayanacak gücü bulamıyordu. Birkaç gün sonra, er meydanına doğru yola çıkıp, yiğitlerimden gelen mektubu almaya gittik. Aliman mektubu alır almaz çığlık attı. Anam! Anam! İkimiz de dul kaldık! Hepsi ölmüş, artık geri gelmeyecekler Anam! Diye bağırdı. O anı hiç unutmuyorum toprak ana! Nasıl unuturum o kara günü, sanki dünya üzerime yıkıyor, ağaçlar devriliyor, yollar bölünüyordu. Ey sevgili, güzel tarlam, hasat bitti ve sen dinleniyorsun. Artık burada insan sesleri yok. Sen insanlara meyvelerini sundun, şimdi sonbahara kadar dinleneceksin. Şu an burada sadece ikimiz varız. Sen benim bütün hayatımı, ne acılar çektiğimi biliyorsun. Bugün çok önemli bir gün. Bugün “Ölüleri Anma Günü” Kasım’ı, Caynak’ı, Maysalbek’i, canım eşim, yol arkadaşım olan Suvankul’u anma günü. Onlar için hep dua ediyor ve onları rahmetle anıyorum. Ey gökyüzünde parlayan güneş, sen bu yaşananları unutma! Ey yağmur bulutu, dünyaya sağanak sağanak yağ ve her damlan senin dilin olsun! Ey cefakâr toprağım, sen hepimizi bağrına bastın, bizi bir ananın evladını sevdiği gibi sevdin. Bu yaşananları asla unutma olur mu? Kaynakça Yazar: Cengiz Aytmatov Çevirmen: Refik Özdek Yayınevi: Ötüken Yayınları