Bülten Sayı 2

advertisement
Akademi Bülten
04.12.2006 Sayı: 2
•Üstad’ın Gençliğe Hitabesi
•Sezer ve CHP’ye Suçlama
•Psikolojik Porno Terörü
•Kısa Kısa
•Ulu Hakan
•Güler misin? Ağlar mısın?
•Güzel Bir Diyalog Örneği
•MHP’nin Halleri
•Đslamiyette Kadının Yeri
•Tarihi Derbi
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
Editö
Editörden
Merhaba,
Bu hafta da ülke gündeminin nabzını Akademi Bülten’le tutacaksınız…
Hızlı bir bozulma sürecinin içerisinde bulunduğumuz günümüzde, dirayetli, geçmişini bilen, geleceğe
geçmişinin ışığıyla yürüyen bir gençliğe sahip olmak, ülkelerin geleceğini önemli ölçüde etkilemektedir. Üstad
Necip Fazıl, bu konunun önemine yaşadığı müddetçe dikkat çekmiş ve gençliğe, bu vatana ve millete
borçlarını nasıl ödeyebileceklerini göstermiştir. Biz de bunu kendimize görev olarak addettik, hatırlatma olsun
ve yaşayışımıza rehberlik etsin diye 2. sayımızın giriş sayfası yaptık…
Bir üniversite de rektörlük seçimleri sonrası Sezer-CHP ve rektör adayının arasında yaşanan traji komik
gelişmeleri yorumsuz olarak gözler önüne sermeye çalıştık…
Kartel medyasının özellikle bu günlerde sık sık pornografik haberlere yer vermesinin altında yatan
gerekçeleri bulmaya çalıştık..
Her hafta olduğu gibi bazen manşet olup gözümüze sokulan ama bir kez daha okunmasında mahzur
olmayan bazen de kıyıda köşede gizli kalan mühim hadiseleri sizlere kısa kısa sunduk …
Abdülhamid… Ulu Hakan… Söze ne hacet… Yine bir araştırma… Yine dahiyane bir fikirle karşı
karşıya kalma… Abdülhamid’in ileri görüşlülüğünün bir vesikası… Mustafa Armağan’ın kaleminden
Abdülhamid’in bizzat uzmanlara hazırlattığı petrol haritasını ilgilerinize arz ettik…
Geçen sayımızda da değindiğimiz diyalog konusuna ilginç bir örnekle devam ettik…
Bir önceki siyasi dönemde büyük bir hayal kırıklığı yaşayan MHP’nin neden bu hallere düştüğünü ve
ne yapması gerektiğine değindik…
Kimileri, kimi zamanlarda kendilerinin kim olduklarını dahi düşünmeden, kendilerini kimi konularda
yetkili zannederek münasebetsiz açıklamalarda bulunur. Onların bir örneğini bu hafta bir kez daha
yaşadık… Biz de bu münasebetsizlik hakkında görüşlerimizi dile getirdik…
Ve son olarak bu hafta soluklarımızı tutarak izlediğimiz derbiyi anlattık…
Bir sonraki sayıda görüşmek dileğiyle…
Bakmak değ
değil, Gö
Görmek iç
için!!! Akademi Çalış
alışma
ışma Grubu
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
1
Üstad’ın Gençliğe Hitabesi
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
"Zaman bendedir ve mekân bana
emanettir!" şuurunda bir gençlik...
Devlet ve milletinin 7 asırlık
hayatında dört devre...
Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd,
fetih ve hakimiyet...
Đkincisi üç asır... Kaba softa ve ham
yobaz elinde sefalet ve hezimet...
Üçüncüsü bir asır... Allahın,
Kuran’ında "belhümadal - hayvandan
aşağı" dediği cüce taklitçilere ve batı
dünyasına esaret... Ya dördüncüsü?...
Son yarım asır!.. Đşgal ordularının
bile yapamayacağı bir cinayetle,
madde plânında kurtarıldıktan
sonra ruh plânında ebedi helake
mahkûmiyet...
Đşte tarihinde böyle dört devre
bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık,
çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür
diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur
infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda
kurbağa diliyle bütün "dikey"leri
"yatay" hale getirecek bir çığlık
kopararak "mukaddes emaneti ne
yaptınız?" diye meydan yerine
çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin,
ırzının,
evinin,
kininin, kalbinin
dâvacısı bir gençlik...
Halka
değil,
Hakka
inanan,
meclisinin
duvarında "Hâkimiyet
Hakk’ındır" düsturuna hasret çeken,
gerçek adaleti bu inanışta bulan ve
halis hürriyeti Hakk’a kölelikte bilen bir
gençlik...
Emekçiye, "Benim sana acıdığım
ve seni koruduğum kadar sen kendine
acıyamaz, kendini koruyamazsın.!
Ama sen de, zulüm gördüğün
iddiasıyla,
kendi kendine hakkı
ezmekte ve en zalim patronlardan
daha zalim
istismarcılara yakanı
kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!"
diyecek...
Kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve
Resul
emrini
kalbinin
ve
kasanın
kapısına kazımadıkça
serbest nefes bile alamazsın!" ihtarını
edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde
bir sistemin,
aşkına,
vecdine,
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
diyalektiğine,
estetiğine,
idrâkine sahip bir gençlik...
irfanına,
Bir buçuk asırdır türlü buhranlar
içinde
yanıp
kavrulan
ve
bunca
keşfine rağmen başını
yarasalar gibi taştan taşa çalarak
kurtuluşunu arayan batı adamının
bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk
asırdır işte bu hasta batı adamında
bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek
oluş sırrını, her sistem ve mezhebe
ortada ne kadar illet varsa devasının
ve ne kadar cennet hayâli varsa
hakikatinin,
Đslâm’da
olduğunu
gösterecek ve bu tavırla yurduna,
Đslâm âlemine ve bütün insanlığa
model teşkil edecek bir gençlik...
"Kim var?" diye seslenilince, sağına
ve soluna bakmadan fert fert "ben
varım!" cevabını verici, her ferdi
"benim olmadığım yerde kimse
yoktur!"
fikrini besleyici bir dâva
ahlakına
kaynak
bir
gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı
uğrunda can vermeyi cana minnet
sayacak kadar gözü kara ve o
nispette usule, stratejiye uygun bir
gençlik... Büyük bir tasavvuf adamının
benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak
sütün içindeki ak kılı fark edecek
kadar gözü keskin; ve gerçek
kahramanlık
mâdeniyle
sahtesini
ayırt etmekte kuyumcu ustası bir
gençlik...
Bugün
komik
üniversitesi,
hokkabaz profesörü, yalancı ders
kitabı, demagog politikacısı, çıkartma
kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı
2
sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş
albümü gazetesi, mümin zindanı
mâbedi, temeli yıkık ailesi, hasılı
kendisini yetiştirecek bütün cemiyet
müesseselerinden aldığı zehirli tesiri
üzerinden atabilecek, kendi öz talim
ve terbiyesine memur vasıtalara kadar
nefsini koruyabilecek, destanlık bir
meydan savaşı içinde ve bu savaşı
mutlaka kazanmakla vazifeli bir
gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de
içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün
eski mümin nesillerden hiçbirini
beğenmeyecek, onlara "siz güneşi
ceplerinizde
kaybetmiş
marka
Müslümanlarısınız…!
Gerçek
Müslüman olsaydınız bu hallerden
hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve
gerçek Müslümanlığın "nasıl" ını ve
"ne idüğü" nü her haliyle gösterecek
bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü
suyu,
hürmetine
yarattığı
Sevgilisi’nin fezâyı bütün yıldızlarıyla
manto gibi saran mukaddes eteğine
tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir
tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak
kubur farelerine lâyık bir muameleye
tâbi tutacak bir gençlik...
Đşte bu gençliği, bu gençliğin ilk
filizlerini
karşımda
görüyorum.
Şekillenmesi,billurlaşması için 30
küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla
kalemime ciğerîmden kan çekerek
yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda
süründüğüm
bu
gençlik
karşısında,
uykusuz,
susuz,
ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp
bir
ömür
Allaha
hamd
etme
makamındayım.
Genç adam! Bundan böyle senden
beklediğim şudur: Tabutumu öz
ellerinle
musalla taşına koyarken,
Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva
taşını da gediğine koymayı unutma
ve bunu tek vasiyetim bil!
Allahın selâmı üzerine oIsun…
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..
Necip Fazıl Kısakürek
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
Sezer ve CHP’
CHP’ye Suç
Suçlama
Kaynak: www.internethaber.com
BAÜ Rektörlüğü için 10 Ekim 2006
tarihinde yapılan seçimlerde 8 aday
yarışmış, tek bayan aday olan Prof.
Dr. Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper,
sandıktan birinci olarak çıkmıştı.
Aldıkları oylara göre sıralanan ilk 6
aday
YÖK
tarafından
değerlendirildikten sonra aday sayısı
3'e indirilirken, Bedriye Tunçsiper,
Cumhurbaşkanlığı'na sunulan listede
de yine ilk sırada yer almıştı. Yaklaşık
1 ay süren Çankaya Köşkü'ndeki
değerlendirme sonucu Cumhurbaşkanı Sezer, YÖK'ün oy birliği ile
üzerinde uzlaşı sağladığı kaydedilen
Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper'in yerine
ikinci sırada yer alan Prof. Dr. Şerif
Saylan'ı BAÜ Rektörü olarak atadı.
Karara ilk tepki de Prof. Dr. Bedriye
Tunçsiper ve eşinden geldi.
Bedriye Tunçsiper, "Ben seçimi
kazandım ama atama yapılmadı,
bunun altını çizmek isterim. Kendisini
kanıtlamış bir Cumhuriyet kadınıyım.
Üniversitemiz,
yeni kurulan bir
üniversite.
Dolayısıyla
yeni
bir
yapılanma içerisinde, inşaat alanı
anlamında, büyüme anlamında. Tabi
buradan çıkar sağlamak isteyen bazı
gruplar var. Bu grupların devreye
girdiğini biliyorum, herkes de biliyor.
Ne
var
ki
ben
üniversiteyi
siyasileştirme taraftarı değilim. Bu
nedenle de ne Đsa'ya, ne Musa'ya
yaranmak söz konusu değil benim
için, bu mümkün de değil. Hiçbir
kimseyle, hiçbir siyasi parti ile bir
pazarlığa oturmadım, oturmam da
mümkün değil. Dolayısıyla böyle bir
pazarlığa
oturduğunuz
zaman
vereceğiniz diyetin faturası çok ağır
olacaktır. Bu çıkar grupları benimle
anlaşma yapmak da istediler. Ama,
ben onları yanıma yanaştırmadım,
randevu vermedim, görüşmedim.
Onların binalarına gitmedim. Çünkü,
ben üniversiteyi bir siyasi arena yeri
değil, bilim arenası, bilim yuvası
olarak düşündüğüm için bilimsel
kriterlerin daima ön planda olması
gerektiğini düşündüm. Siyasiler bize
karışamaz,
üniversiteye
siyasiler
giremez, girmemelidir de. Rektörlüğe
talip aday bir kimse de partilerin içine,
parti binalarına girmemelidir. Evet,
Cumhurbaşkanımız aldatılmış, kandı-
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
rılmıştır. Ben bir Cumhuriyet kadını
olarak hakkımın gasp edildiğini
düşünüyorum. Vicdanen huzurluyum,
kimseye diyet borcum yoktu. Hiçbir
siyasi partiyle oturmadım, oturmam da
mümkün değil. Gidip kapılarını
çalmadım, bu da mümkün değil" diye
konuştu. "Bana göre demokrasi darbe
yemiştir" diye devam eden Tunçsiper,
"Bir hukuk devleti içerisinde, özerk bir
üniversite olduğunu savunuyorsak
sonucun da bu paralelde olması
gerekirdi.
Bu
nedenle,
saygı
duyduğum sayın Cumhurbaşkanımız'ın çıkar gruplarının, menfaat
çetelerinin etkisiyle yanlış bilgilendirildiği
düşüncesindeyim.
Đnşallah
gelecekte
güzel
günlerin
bizi
beklediğini görmek ve düşünmek
istiyorum" ifadelerini kaydetti.
BAÜ
Rektörlüğü'ne
yapılan
atamada eşine büyük bir haksızlık
yapıldığını belirten Cenk Tunçsiper
ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'i kınadığını açıkladı. Bir siyasi
partinin merkez yürütme kurulu üyesi
olan Tunçsiper, siyasi kimliğini hiçbir
şekilde karıştırmadığı ve müdahil
olmadığı eşinin rektör adaylığıyla ilgili
yaşanan sürecin ibretlik olduğunu
ifade etti. Cenk Tunçsiper, "Prof.
Bedriye Tunçsiper Atatürkçü bir
ailenin
mensubu
olan
kişiliktir.
Dolayısıyla hem sandığın, hem sivil
toplum örgütleri, hem de YÖK'ün
yaptığı tercihi Cumhurbaşkanı'nın
değiştirmesini kınıyorum. Kafamda
bazı
soru
işaretleri
oluşuyor.
Cumhurbaşkanımızın bu devletin
önünde, Mustafa Kemal Atatürk'ün
oturduğu
koltukta
oturan
bir
Cumhurbaşkanı olarak, onun devrimlerini devam ettirmesi gerekir. Bir
Cumhuriyet
kadınını
Cumhuriyet
üniversitesinin rektörlüğüne atamamasını ben Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper'in
eşi
olarak
kınıyorum.
Hayatım
boyunca Ahmet Necdet Sezer ismini
unutmayacağım. Ailemizde ve çevremizde bu isim özelliğini kaybetmiş,
önemini yitirmiştir. Ben de 16 Mayıs
tarihinde Cumhurbaşkanı'nın değişmesini ve bu Cumhurbaşkanı'nın
görevinin bir an önce bitmesini hevesle bekleyen kamuoyunun ara-sına
katılmayı düşünüyorum" diye konuştu.
3
"Ana muhalefet partisinin referansı
olmayan Bedriye Tunçsiper rektörlüğe
atanmadı, bu referansı alan BAÇEV'in
adayı
atandı'
gibi
söylemler
duyuyoruz" diye devam eden Cenk
Tunçsiper, "Eğer bunlar doğru ise,
yine o makamda oturan kişiyi bu
tercihinden dolayı kınıyorum" dedi.
Cenk Tunçsiper, sözlerini şöyle
sürdürdü: "Cumhuriyet kutlamalarının
yapıldığı gün Valilik binasında, CHP Đl
Başkanı ve yöneticileriyle karşılaştık.
CHP Đl Başkanı'nı çok iyi tanırım,
sayın Münir Balkanlı. Sohbet ederken
eşimin rektörlük seçiminde birinci
çıktığını söyledim. O da kendisini
CHP Đl Merkezi'ne davet etti görüşmek
üzere. Eşim bunun sebebini sorduğu
zaman, 'Bize projelerinizi anlatın, size
üniversitedeki CHP'li öğretim üyelerini
davet edeceğiz. Eğer onlarla aranızda
bir mutabakat olursa bir protokol
imzalarız, bu protokol neticesinde de
bir siyasi parti olarak belki sizi
destekleyebiliriz'
şeklinde
görüş
belirtti. Bilmiyorum, bir siyasi partinin
üniversiteye rektör atamasında bu
denli etkili olabileceği bana yanlış
geliyor. Ayrıca, bir kamu kurumuna
atanan müdürün, üniversiteye atanan
rektörün bir protokol ile atanması da
yanlışlık olacaktır. Bu da benim
hatıralarım arasında kalacak kötü bir
anıdır. Ben bu konularda hiç konuşmadım ve taraf olmadım. Konuşmayı
da düşünmüyordum. Fakat, eşim
haksızlığa uğradığı için şahit olduğum
olayı, sorunuz üzerine cevaplandırıyorum. O gün, bu sorulara ben cevap
vermedim,
eşim
şunu
söyledi,
'Üniversitenin sorunu üniversitede
çözülür, ben böyle bir şeyi kabul
edemiyorum' dedi. Ve o buluşma
gerçekleşmedi.
Bir
protokolden
bahsedildiğine göre, o protokolün ne
getirip ne götüreceğini kamuoyunun
yorumuna bırakıyorum. Demek, bu
konuşma ve görüşme ile yapılacak
protokol etkili olacaktı ki protokol
yapmaya ve bu konuda görüş birliğine
varmaya davet ettiler. Bu protokol
yapıldığı taktirde rektörlük konusunda
yardımcı olunabileceğinin mesajını
verdi. Fakat, biz bu işlere siyasetin
bulaşmasını asla istemiyoruz, yanlış
olur.
Psikolojik Porno Terö
Terörü
Medya, özellikle “bir kısım” medya son zamanlarda, devamlı olarak, töre cinayetleri, tecavüz ve porno
haberlerini manşetten veya ilk sayfadan veriyor. Bunun psikolojik harpte mutlaka bir anlamı vardı…
Aslında kendim kaleme almak istediğim bir konu idi ancak konuyu haber10.com o kadar güzel aktarmış
ki, tekrar yazmaya cesaret edemedim. Yazının en sonunda “Bütün okurlarımızı ve haysiyetli medyayı
sermaye medyasındaki bu 'psikolojik porno terörüne' tepki göstermeye davet ediyoruz.” diyor, biz de
Akademi Çalışma Grubu olarak Haber10’un çağrısına kulak veriyor ve gerekli yerlere tepkimizi
gösteriyoruz, siz değerli okuyucularımızı da tepkiye davet ediyoruz.
Haber10.com’un yazısını aynen aktarıyoruz. (02.12.2006)
Lokman Ökten
Bir süredir medyada yoğunlaştırılan
cinsellik-porno-sapıklık haberlerine
bir yenisi daha eklendi. Hürriyet
gazetesi bugün 'kadından kadına
seks şantajı' manşetiyle çıktı. Haber
değeri bile taşımayan, aslı astarı
muhtemelen olmayan, olsa bile abartı
ve çarpıtma içeren son derece absürt
bir olay cımbızla seçilip, özenli
başlıklarla süslenip Türkiye'nin sözde
en önemli gazetesinin manşetine
yerleştirilmiş. En tepede 'Papa
kıyama durdu', sağ tarafta 'Berdel
değil insanlık ayıbı', sol tarafta
'Müslüman'a kaçan Yezidi kızı',
ortada başörtülü bir bayan resmi ve
'kadından kadına seks şantajı.'
(Gazetenin internet ekranında bu
başlık sapıklaşmış: kadın kadına
seks şantajı olmuş!)
Bir süredir sermayenin medyasında
neredeyse
bir
kampanyaya
dönüştürülen
'bebeğe
tecavüz',
'sapık ilişkiler', 'töre cinayeti' gibi
haberlerin bir gazetecilik örneği
olmaktan çok, organize bir psikolojik
saldırının işaretleri olduğuna dair
kuvvetli emareler var. Her şeyden
önce bu haberlerin hemen hepsinin
aslında bir süre sonra ya çok farklı ya
da medyanın sunduğunun aksine
gerçekleşmiş münferit olaylar olduğu
ortaya çıkıyor. Özellikle cinsellik
içerikli haberlerde sapıklık dozajı
özenle öne çıkarılıyor ve adeta
sıradanlaştırıcı-alenileştiricimeşrulaştırıcı
bir
muhteva
ile
sunuluyor. Adeta haberin içeriğinden
çok
sunuş
biçiminin
kendisi
pornografik özellik taşıyor. Töre
cinayetleri haberleri ise toplumsal
gelenekleri tahrip edici, daha doğrusu
toplumun batılı değerlere direnen
yanlarını aşağılayıcı bir bağlam için-
de haber konusu yapılıyor. Öyle ki,
cinayet ya da tecavüz mağdurlarının
figüranlaştırıldığı bu haberlerde 'Töre'
kavramı hedefe koyulup, insanlık dışı
cinayetlerin mağdurlarının hak ve
hukuku savunuluyormuş, ilkel ve
barbar alışkanlıklara tepki gösteriliyormuş gibi yapılıp, bir süre sonra
istenilen her davranışa 'töre'
damgası vurunca kendiliğinden
nefret
uyandıracak
bir
'töre,
gelenek,
değer
ve
namus'
düşmanlığının taşları döşeniyor.
Medya, her tür sapıklığı sürekli öne
çıkararak,
toplumun
kendinden
nefret etmesini, kendine aidiyeti ve
haysiyet duygusunu kaybetmesini,
bir süre sonra başkalaşmanın kendi
isteğiyle sağlanabilmesi için gerekli
kendinden tiksinti duygusunun
iyice
pekişmesini
hedefliyor.
Münferit olayları abartarak, sapıklık
dozajını
artırarak,
bazı
cinsel
sapıklık
kavramlarını
toplum
hafızasına yerleştirip meşrulaştırarak
yapılan
haberciliğin
adı
gazetecilik olmasa gerek. Bu olsa olsa
kökü mutlaka dışarıda bir zihniyetin
milletin beynine ve ruhuna dönük
psikolojik saldırı hamlesi olabilir.
Bağdat ve Kabil'e düşen bombalara
paralel olarak bizim ülkemize de
şimdilik 'Psikolojik harp bombaları'
düşüyor. Bütün tarihsel ve toplumsal
değerlerimizi makul görünen nedenler
eşliğinde tahrip etmeye çalışmanın
masum hiçbir tarafı yok.
Hürriyet gazetesi'nin ve onu taklit
eden diğerlerinin bu tasallutu ne ilk ne
de son. Ama en azından toplum
olarak tepki gösterip, bütün çabalara
rağmen birilerinin de bu tezgahları
yakından izleyip not ettiğini ve en
önemlisi kendi sapıklıklarını topluma
4
taciz
edercesine
bulaştırmaya
kalkanların
yaptıklarını
yüzlerine
vuracak bir çoğunluğun haysiyet
davasının onlardan daha diri ve atak
olduğunu göstermek gerekiyor.
Bütün okurlarımızı ve haysiyetli
medyayı sermaye medyasındaki bu
'psikolojik porno terörüne' tepki
göstermeye davet ediyoruz.
***
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
Kısa Kı
Kısa …
ARINÇ'TAN
SERT
TÜRBAN
TEPKĐSĐ
TBMM Başkanı Bülent Arınç,
TBMM'de
düzenlediği
basın
toplantısında
gazetecilerin
çeşitli
konulara ilişkin sorularını yanıtladı.
Türban konusunda son dönemlerde
yapılan bazı açıklamaları, ''bayanlara
karşı yapılan bir saygısızlık olarak''
gördüğünü ifade eden Arınç, şöyle
konuştu:
"Birileri
'Eşlerinize
söyleyin
başlarını açsınlar.' diyebiliyor. Siz,
bizim
eşlerimizi
köle
mi
zannediyorsunuz?
Siz,
bizim
eşlerimizin; 'başını kapa' dediğimiz
zaman kapadığını, 'aç' dediğimiz
zaman açacağını mı düşünüyorsunuz? Siz kadına saygı diye bir şey
bilmez misiniz? Bu, bu kadar basit bir
olay mıdır? Kendi hür iradesiyle kendi
kıyafetini belirlemiş insanlara, bir eş
de olsanız 'onu çıkar bunu tak' deme
hakkına sahip misiniz? bu kadına
karşı bir ayrımcılık olmaz mı? Bundan
daha büyük bir saygısızlık düşünebiliyor musunuz? Birileri daha önceleri
başka formüller de bulmuştu. 'Kumaş
fabrikalarını
kapatalım
da
örtü
yapacak kumaş bulamasınlar' diye...
bu da biraz ona benziyor. Eğer bu
sorunun muhatabı olsaydım, benim
söyleyeceğim bir şey vardı; benim,
eşime böyle bir teklifte bulunacak
kadar düşük bir insan olduğumu
zannediyorsanız, size bunun hesabını
sorarım. Böyle saygısızlık olmaz.'‘
BAYKAL'DAN
GARĐP
BĐR
AÇIKLAMA
CHP
Genel
Başkanı
Deniz
Baykal'ın Star TV ana haber
bülteninde
yaptığı
açıklamalar
tartışmalara neden olacak.
CHP lideri Deniz Baykal kendisine
yöneltilen “Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan dışında eşi başörtülü bir AK
Parti'linin Cumhurbaşkanı olmasına
nasıl bakarsınız?” sorusuna “Anayasal
ilkeleri
içine
sindirmiş,
yolsuzluklara bulaşmamış, dürüst
birisi olursa bazı kusurları görmezden
gelebiliriz”
dedi.
Baykal, Đşte Bu Sizin Đffetiniz
Demişti
CHP lideri Baykal, 1993 yılında
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
Bosna'ya yaptığı bir ziyaret sırasında
başörtüsünü “Đffet ve namus” simgesi
olarak kadınlara dağıtmıştı. Baykal,
Türkiye'de seçimlerin arifesinde 8
günlük bir Bosna gezisi sırasında
binlerce Bosnalıya hitaben yaptığı
konuşmasında, “işte size namusunuzu ve iffetinizi korumanız için size bu
başörtüsünü bırakıyorum” diyerek,
sembolik bir başörtüsünü Bosnalı bir
kadına vermişti.
Başörtülünün
Oyunu
Đstedi
Baykal yine bu sene içinde CHP
Kadın Kolları Başkanları toplantısı
sırasında,
partililere
tavsiyelerde
bulunarak, “Dışlayıcı değil kapsayıcı
olacağız. CHP devletin partisi,
hiyerarşi partisi değildir, toplumun
partisidir. Temelinde insan vardır” diye
konuşmuştu. Hiç kimsenin, geçmiş
siyasi
anlayışından
dolayı
bir
başkasını dışlamaya hakkı olmadığını
vurgulayan Baykal, başörtülü ve
MHP'li kadınların oylarını da almak
istediklerini belirtmişti.
CHP'ye Oy Veren Kadınlar da
Kusurlu mu?
Başkent Kadın Platformu Başkanı
Safiye Özdemir Baykal'ın ifadesine
ilişkin olarak, “Bu değerlendirmeye
ancak gülünebilir. Bu, Türkiye'deki
kadınların yüzde 70'e yakınının
kusurlu olduğunu gösterir. Benim
bildiğim, CHP'ye oy veren çok sayıda
başörtülü kadın da var, kusurlu olarak
değerlendirdikleri arasında. Bu görüşe
katılmak mümkün değil” diye konuştu.
Ucuz Politika Yapıyor
AK Parti K.Maraş Milletvekili
Mehmet Ali Bulut: Baykal ucuz politika
peşinde. Ya Türk kültürünü tanımıyor
veya Türk kadınına bilerek hakaret
ediyor. Baykal'ın bu açıklamasından
dolayı başörtülü insanlardan özür
dilemesi gerekir.
Konu Sulandırılıyor
CHP Đstanbul Milletvekili Güldal
Okuducu: Cumhurbaşkanlığı konusunda başörtüsüyle ilgili yapılan
tartışmalar,
meselenin
ciddiyetini
ortadan kaldırmaya, sulandırmaya
yönelik gibi geliyor bana. Erdoğan'ın
cumhurbaşkanlığı ile ilgili tartışılması
gereken o kadar çok nokta var ki,
bütün bunlar dururken, sayın Başbakan'ın eşinin başındaki örtüye bağlı
5
kılmak, onu endekslemek doğru değil.
MÜZAKERELERE ĐKĐNCĐ DARBE
Kıbrıs Rum Kesimi"ne liman ve
havaalanlarını açmadığı gerekçesiyle
Avrupa Komisyonu"nun Türkiye ile
sekiz başlıkta müzakerelerin askıya
alınmasını önermesi Fransa ve
Almanya"ya yetmedi. Bu iki ülke,
kamu alımları ve rekabet başlıklarında
da
müzakerelerin
durdurularak,
Türkiye"ye daha sert bir yanıt vermek
istiyorlar.
Almanya ve Fransa, "beklemeye"
alınan
müzakere
başlıklarının
sayısının 10"a çıkarılmasını talep etti.
Her iki ülke, AB Komisyonu"nun
geçtiğimiz çarşamba günü yayınladığı
ve 8 müzakere başlığının "açılmamasını" tavsiye ettiği kararının daha da
sertleştirilmesini istedi. Berlin ve
Paris, kamu alımları ve rekabet
başlıklarının da "bekletilmeye" alınan
müzakere başlıklarına dahil edilmesini
talep etti.
AB Komisyonu çarşamba günü,
1.Malların
Serbest
Dolaşımı,
2.Taşımacılık,
3.Gümrük
Birliği,
4.Tarım, 5.Balıkçılık, 6.Dış Đlişkiler,
7.Mali Hizmetler ve 8.Đş Kurma Hakkı
ilgili başlıkların açılmamasını tavsiye
etmişti. Komisyon ayrıca, diğer 26
başlığın açılabileceğini belirterek, bu
başlıkların kapanmasını Türkiye"nin
Kıbrıs Rum Kesimi"ne liman ve
havaalanlarını açma şartına bağlamıştı.
Önümüzdeki hafta, AB ülkelerinin
Brüksel"deki Daimi Temsilcileri"nin
(COREPER) önüne gelecek olan bu
tavsiye
kararının
daha
da
sertleştirilmesi talebi, Fransa ve
Almanya"dan geldi. Her iki ülke,
açılmayacak olan başlık sayısının
10"a
çıkarılmasını
talep
etti.
Đngiltere"nin ise, bu taleplere karşı
çıkması ve AB Komisyonu"nun belirlediği sekiz başlığın azaltılmasını talep
etmesi bekleniyor. Đngiltere aynı zamanda, 11 Aralık"ta toplanacak olan
AB Dışişleri Bakanları"nın, 1.Ekonomi
ve para politikası, 2.Sanayi, 3.Mali
Kontrol ve 4.Eğitim ve Kültür
başlıklarının müzakereye açılması
kararının da alınmasını talep ediyor.
Ulu Hakan
Yazan : Mustafa ARMAĞAN
Kaynak : Zaman Gazetesi
Sultan II. Abdülhamid döneminin
çeşitli sebeplerle karanlıkta kalmış
pek çok noktası var. Bunlardan birisi
de, Osmanlı ülkesini demir bir ağ içine
alma, sonradan Onuncu Yıl Marşı’nda
dile geldiği üzere, ülkeyi ‘demir ağlarla
örme’ projesidir.
Hicaz Demiryolu hakkında çok şey
söylenebilir; ama herhalde tamamen
yerli sermaye ile ve yerli mühendis ve
işçilerle ve dahi, başta padişah olmak
üzere Osmanlı halkından ve Đslam
âleminden bir seferberlik halinde
toplanan yardımlarla (bu yardımların
içerisine kurban derileri de dahildir)
gerçekleştirilmiş olması, öncelikle
söylenmesi gerekenler arasındadır.
Projelendirilmesinden uygulanmasına
kadar
yerlidir
ve
Cumhuriyet
dönemindeki Türk şimendiferciliğinin
temeli bu projenin tatbiki yıllarında
atılmıştır. Bir uzmanın (Yakup Kalgay)
deyişiyle, “Hicaz Demiryolu, bugünkü
Türk şimendiferciliğine geniş ölçüde
bir tatbikat alanı, tecrübe ve meleke
okulu olmuştur. Ve gerçekten bugün
(1945 Kasım’ında yazıyor) işbaşında
bulunan
mühendislerimizden
bir
kısmı, bu tatbikat alanında stajlarını
tamamlamış,
salâhiyet,
ehliyet
imtihanlarını başarı ile vermiştir.”
Demek ki, Hicaz Demiryolu’na
bakarken sadece 1.465 kilometre
uzunluğunda dev bir tesis olmaktan
öte, yerlilik ve Türk demiryolculuğunun okulu olma keyfiyetlerini de
vurgulamak önemlidir. Ancak önemli
olan başka bir nokta daha var ki
genellikle ihmal edilir: Bu projenin
Abdülhamid’in
enerji
politikasıyla
yakın ilgisi.
Öncelikle tarihimizin ne kadar sığ
ve sebep-sonuç bağlantısı olmadan
anlatıldığına bir örnek olmak üzere
Birinci
Dünya
Savaşı’nın
ana
gerekçesini petrolün oluşturduğuna
dikkat çekmemiz şart. Yani temel
sorun, Đran, Irak, Suriye, Kuveyt,
Azerbaycan vs. gibi yerlerdeki petrole
hangi emperyalist ülkenin daha önce
ulaşacağı sorunuydu. Çünkü x
kaynaklarının ‘Ortadoğu’da yoğunlaş
tığı anlaşılmıştı. Daha 1882’de Đngiliz
Amirali Fisher, dünya üzerindeki
kontrollerinin,
gemilerinde
kömür
yerine petrol kullanmaya bağlı olduğu-
na inandırmaya çalışıyordu Savunma
Bakanlığı’nı. Petrolün kaynağı ise
Ortadoğu’daydı. Öyleyse?
Ancak
bunun
karşısında
Abdülhamid iktidarının sonlarında
Almanlara verilen Bağdat Demiryolu
ihalesi kalın bir duvar oluşturacağa
benziyor, Hindistan’daki Đngiliz hakimiyetini bile tehdit edeceğinden korkuluyordu. Proje gerçekleşirse Bakü ve
Đran’da gemileri için petrol çıkarmaya
uğraşan
Đngiliz
emperyalizmi,
Almanya’dan başlayan ve AvusturyaMacaristan Đmparatorluğu, Bulgaristan, Sırbistan ve Osmanlı Devleti’yle
Basra Körfezi’ne bağlanan binlerce
kilometrelik duvara toslayacak ve
müttefiki olan Rusya’yla bağlantısı
kopacaktı. Yani Bağdat Demiryolu,
böyle bir demir perde gerecekti Đngiliz
emperyalizminin karşısına.
Ne var ki, ‘demir perde’ projesinin
en zayıf halkası, Sırbistan’dı. Bütün
mesele, Sırbistan’ın hangi cephede
kalacağı noktasında düğümleniyordu.
Sırplar Almanları tercih ederse
Đngilizler, Đngilizleri tercih ederse
Almanlar şapa oturacaktı. Đşte Birinci
Dünya Savaşı’nın bir Sırp anarşisti
tarafından Saraybosna’da AvusturyaMacaristan Arşidük’üne karşı gerçekleştirilen suikast sonucu çıkmasının
gerçek sebebi, Ortadoğu petrollerine
uzanacak hattın zayıf halkasının
kimde kalacağı meselesiydi.
Zaten daha 1896’da Bağdat
Demiryolu,
Konya’yı
Berlin’e
bağlamıştı
bile.
Đş,
Konya’dan
Bağdat’a uzanmaya kalmıştı. Böylece
Osmanlı ülkesinin iç pazarı, Avrupa
kanalından
dünya
pazarlarına
bağlanmış, öbür taraftan 1900 yılında
Sultan’ın iradesiyle başlanan Hicaz
Demiryolu, Osmanlı’nın bu defa
yabancı devletlerin yardımı olmadan
Ortadoğu’ya karadan bir kanal açma
harekâtı olacaktı.
Aslında Hicaz Demiryolu, Sultan
Abdülhamid’in imparatorluğu kurtarma
projesinin bir parçasıydı. Yalnızca
içerideki ekonomik canlanmayı temin
etmeyecekti bu projenin gerçekleşmesi, aynı zamanda yakın bir
gelecekte kopması muhtemel kıyamet
öncesinde Osmanlı kuvvetlerinin seri
hareket edebilmesini de sağlayacak,
6
petrol
bölgelerine
yönelik
bir
emperyalist hücumunu da önleyebilecekti. Yani Hicaz Demiryolu’nun
gerçek yapılma sebebi, Yavuz Sultan
Selim’in, Osmanlı fetihlerinin yönünü
doğuya çevirmesindeki sırla alakalıydı. Nasıl Yavuz, Đran, Suriye ve Mısır
fetihleriyle Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki etkinliğine karadan giderek
bir cevap vermişse, torunu olan II.
Abdülhamid de Hindistan ve Mısır’ı
kontrolü
altına
alan
Đngiliz
emperyalizmine yine karadan bir yol
bularak karşılık veriyor, kurtların
iştahlarını kabartan enerji havzalarına
sahip çıkıyordu. Bunu, Bağdat ve
Hicaz demiryollarının geçtiği noktalar
ile petrol çıkan bölgeleri gösteren
haritaya baktığınız-da daha net olarak
görebilirsiniz. Ne tuhaf, değil mi! Tren
hatları, petrol çıkan bölgelerden
geçirilmiştir. Ve bu Abdülhamid de çok
olmaktadır artık...
Nitekim 1908 yılının Mayıs’ında
Concession Sydicate Limited şirketinin operasyon şefi George B.
Reynolds, Đran sınırları içindeki
Mescid-i Süleyman bölgesinde dünyanın o zamana kadar gördüğü en
zengin petrol yataklarını patlattığında
Abdülhamid iktidarının sonu da
gözükmeye başlamıştı. Ne gariptir ki,
Mayıs 1908’de petrol bulunmuş, bundan sadece ve sadece 2 ay sonra Jön
Türk isyanı başlamış ve temmuz
ayında Abdülhamid, Meşrutiyet’i ilan
ederek iktidarı bırakmak zorunda
kalmıştı.
Velhasıl, petrol, bir devlet başkanının daha başını yemişti. Ama bu, ne
ilk, ne de son olacak, sadece 10 yıl
sonra bu defa, onu devirenler de
kullanılarak Osmanlı Devleti yıkılacak
ve Abdülhamid’in petrol haritasında
işaretlediği hemen bütün noktaların
kontrolünün şaşırtıcı bir hızla Đngilizlerin eline geçtiği görülecekti. 1918
yılının 1 Kasım’ını 2 Kasım’a bağlayan gece vatanı terk eden Enver
Paşa, gitmeden önce yaveri Mersinli
Cemal Paşa’ya, Siyonizm’in oyununa
geldiklerini ve en büyük hatalarının
Sultan Hamid’i anlayamamak olduğunu söyleyecekti. Haklıydı belki; ama
ne çare ki, atı alan Üsküdar’ı çoktan
geçmişti.
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
Güler misin, ağ
ağlar mı
mısın?
GAYMAK GĐBĐ TARTIŞMA
Oscar'a
aday
gösterilen
'Dondurmam
Gaymak'
filminin
yönetmeni Yüksel Aksu, filmde geçen
dondurma firması isimleri yüzünden
bazı dondurma firmalarının film
hakkında hukuki takip başlattıklarını
söyledi. Ancak iddia kastedilen
firmalar tarafından hemen yalanlandı.
Çukurova
Üniversitesi'nde
bir
söyleşiye katılmak için Adana'ya
gelen Aksu, Oscar'a aday gösterilmesinin ardından filmde geçen
'Manda' ve 'Malgida' gibi isimler
yüzünden bazı dondurma firmalarının
hukuki takip başlattıklarını belirtti.
Aksu, 'Filmimdeki karakterim, film
gereği onlara cephe alıyor' diye
konuştu. ABD'deki gala için 300 bin
dolar gerektiğini belirten Aksu,
'Türkiye'nin, Oscar'a aday gösterilen
bir Türk filmine sahip çıkması gerekir'
dedi.
Gurur Duyuyoruz
Unilever Algida Türkiye ise film
hakkında hukuki süreç başlattıkları
yönündeki iddiaları yalanladı. Benzer
bir açıklamada Panda'nın üreticisi Has
Gıda'dan
geldi.
Açıklamada
'Dondurmam Gaymak' filmi, senaristi
veya yönetmeni hakkında hiçbir
hukuki
girişimde
bulunulmadığı
belirtilerek
'Filmin
yurtdışında
kazandığı başarılardan dolayı gurur
duyuyoruz' denildi.
Kaynak: Yenişafak / 29.11.2006
Yorum
Yenişafak’ta gördüğüm bu haber
tam bir güler misin ağlar mısın
dedirtecek cinsten. Oscar’a aday
gösterilecek kalitede film yapan
yönetmenimiz hiç gereği yokken sırf
şamata olsun ya da ne olsun diye
bilmiyorum ama, böyle bir polemiğe
girmesi üzüyor bizleri. Hani fazla söze
de lüzum yok da insanın aklını şöyle
düşünceler kaplamıyor değil; acaba
yönetmenimiz sadece Oscar’a aday
olma başarısını göstermiyor aynı
zamanda henüz 10 gün önce
gösterime girmiş olan filmin müthiş ve
de
ücretsiz
reklamını
yapıp
reklamcılara da dersler mi veriyor!
Yok canım, o kadar abartmayalım,
yönetmenimiz yanlış bilgiler almış
yada firma yetkililerinin yaptıkları
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
açıklamaları yanlış anlamış olabilir!
Kim bilir? Allah bilir tabi ki de bize de
sü-i zan değil hüsn-ü zan düştüğüne
göre son olarak şu güzel zannımız ile
bitirelim
artık:
Sayın
Aksu’nun
kulakları ile ilgili bazı sağlık sorunları
olabilir hemen bir kulak burun boğaz
hekimine gitmesini buradan acizane
tavsiye edelim. Aman problem daha
yukarıda olmasın da… Bakırköy bize
uzak da o yönden diyorum… Sözü
uzatmayalım derken uzattık gittik son
sözüm de şu olsun: bunlar reklam
kokan hareketler, gerenk yok…
Mahlas Arayan BĐRĐ
MEŞHUR TÜRK ĐŞĐ BULUŞLAR!
Geçen hafta "erke dönergeci" ile
yatıp onunla kalktık. Sır buluş
konusunda henüz bir açıklama yok.
Ancak bu bizlere tarihteki diğer Türk
işi buluşları hatırlattı.
Đşte büyük bir sükse ve Türkiye'yi
kurtaracak sloganı ile ortaya atılan
buluşlar!
"Devrim" Fiyaskosu
Tarih; 16 Haziran 1961... Türkiye
otomobil üretmeye karar verir. Proje 4
ay içinde uygulanacaktır. Bu hayali
projenin başındaki isim ise Necmettin
Erbakan'dır.
Erbakan öncülüğündeki mühendis
grubu harıl harıl çalışır ve Ekim ayı
ortalarında ilk otomobili tamamlarlar.
Otomobile
"devrim"
adı
verilir.
Devrim'in tanıtımı için sükseli bir
tören organize edilir. Ve Erbakan'ın
şoförlüğünde
Devrim
Ankara
caddelerinden geçerek TBMM'ye
7
gitmek için yola çıkar. Sonrası mı?
Tam bir hayal kırıklığı. Çünkü
Türkiye'nin bu büyük "devrimi" sadece
100 metre gidebilmişti. Dumanlar
içinde yolda kalan ilk otomobilimiz ne
bir daha hareket etti, ne de ondan
sonra
onu
bir
gören
oldu.
38 Yıl Sonra Đkinci Fiyasko
Bu olayın üzerinden tam 38 yıl
geçer. Türk halkı yine ayaktadır ve bu
kez gözünü televizyon ekranına
dikmiştir. Çünkü tamamen yerli üretim
olan "Đmza"nın Siirt'teki sükseli
tanıtımını izlemektedir.
Dünyaya Türk "imza"sı atacak olan
bu otomobil de "Jet gibi" tarihe
gömüldü. Çünkü sahibi "Jet" Fadıl
(Fadıl Akgündüz) tarihi bir olaya
olmasa da bir dolandırıcılığa "imza"
atıp sahneden çekildi.
Zakkum "Zıkkım" Oldu
Tarih 11 Şubat 1988... Çaresiz
hastalık kansere bir Türk doktoru çare
buldu. Doktor Ziya Özel... Hatırlamışsınızdır
bu
ismi.
Zakkum-'dan
kanserin ilacını elde ettiğini söyleyip
Türkiye'yi ayağa kaldırmıştı.
Kimileri bunu yüzyılın buluşu olarak
niteledi, kimileri "düpedüz şarlatanlık"
dedi. Ama ona inanıp bahçesindeki
zakkumu kaynatıp içen bir kanser
hastası canından oldu. (Zakkum
bitkisi zehirli)
Sonuç mu? Ziya Özel doktorluk
diplomasından oldu, kanser hastaları
da yaşam umudundan...
PĐKNĐKTUBE
Beyazıt Öztürk, Beyaz Show'un geçen
hafta yayınlanan bölümünde internetin
popüler video sitesi YouTube'a yerli
alternatif
olarak
oluşturdukları
www.pikniktube.com
web sitesini
duyurdu. Bu site üzerinde de aynı
YouTube'da olduğu gibi ziyaretçilerden gelen ilgnç videolar paylaşılacak.
Farklı olarak Beyaz, gelen en komik
videoları
programında
diğer
izleyicilerle de paylaşacak. Dolayısıyla
eğer elinizde bu tür komik videolar
varsa artık sadece sanal dünyada
değil, gerçek dünyada da şöhret olma
şansınız doğacak. Şu an site, yoğun
ilgiden olsa gerek çok ağır çalışıyor ve
henüz yeteri kadar içeriğe ulaşabilmiş
değil. Ama ileride gelişeceğine eminiz.
Güzel Bir Diyalog Örneğ
rneği
Hazırlayan: Enes Yılmaz
GÜZEL BĐR DĐYALOG ÖRNEĞĐ
“Dinler arası Diyalog” u başlatan ilk
Papa unvanına sahip 6. Paul, Aralık
1967'de dünyanın ileri gelen bazı
şahsiyetlerine evrensel barış için bir
mektup göndermiştir. VI. Paul’un
mektup gönderdiği kişiler arasında
bazı
Müslüman
âlimler
de
bulunmaktadır.
Bunlardan
biri
Pakistanlı değerli Đslâm âlimi Ebûl A'lâ
Mevdudi'dir. Papa'nın barışı sağlamak
için çabaya çağırdığı Mevdudi’nin,
Papa’ya
Kaos
ortamının
sorumlusunun
Hıristiyan
alemi
olduğunu
belirten
mektubu
aşağıdadır.
Mevdudi’nin Papa’ya Cevabı
Geçenlerde mektubunuz elime
ulaştı. Yeni yılın başlangıcının “Dünya
Barış Günü” olarak kutlanmasını rica
ediyorsunuz.
Öncelikle herkesin ortak amacı olan
iyi bir maksat için dünyadaki tüm
insanları davet ettiğiniz ve bununla
birlikte bu amacı elde etmek için de
önemli yollara işaret buyurduğunuz
için sizi tebrik ederim. Ancak benim
fikrime göre, fiilen bu sebepleri
kaldırmak için bir şey yapılmazsa
sadece iyi niyetli ve temiz dileklerde
bulunmak ile dünya barışı sağlanamaz. Bu yüzden bana göre bizden
herkesin, milletler, toplumlar ve bütün
dinlerin takipçileri tam ihlâs ve
doğrulukla
kendi
muhasebesini
yapmalıdır. Bununla birlikte her
birimizin tam olarak gerçekçi şekilde,
tatsızlık doğurmak ve çoğaltmak için
değil de ıslah etme niyeti ile diğer
güruhun iyi niyetli insanlarıyla, onların
hangi tavırlarından kendi güruhunun
rahatsızlık duyduğunu da belirterek
bunları düzeltmeye çalışsın.
Đşte bu amaçla, ben, Müslümanların
siz Hıristiyanlardan şikâyetçi olduğu
bazı sorunlarına dikkatinizi çekmek
istiyorum. Böylece Katolik Kilise’nin
lider olma hesabıyla Hıristiyan âlemi
arasında sahip olduğunuz olağanüstü
etki ve saygıdan yararlanarak sizin
onların
ıslahı
için
çaba
sarf
edeceğinizi umuyorum. Ve ben de,
Hıristiyan kardeşlerimizin eğer makul
sebeple bizim davranışlarımızdan bir
şikâyeti varsa bize söylemesini
istiyorum.
Barış ve Karşılıklı Nefret
Uzun bir süreden beri Hıristiyan ilim
sahiplerinin ve liderlerinin, yazı ve
konuşmalarında
Efendimiz
Hz.
Muhammed (sav), Kur’an-ı Kerim ve
Đslam üzerine yaptığı ve bugün de
devam eden saldırıları Müslümanlar
için çok inciticidir... yalan ve yanlış
suçlamalar şeklinde ortaya atılan ve
çok kalp kırıcı bir dil ile işlenen ve
hâlâ da devam eden saldırılardan
şikâyetçiyiz. Müslümanlar ise Hz.
Meryem (as) ve Hz. Đsa (as)’ya çok
ciddi bir şekilde saygı gösterirler. Ve
onlara karşı saygısızlık ifade eden her
hangi
bir
kelime
sarf
etmek
inancımıza göre küfürdür. Siz her
hangi bir Müslüman’ın Hz. Đsa (as)
veya saygıdeğer annesine saygısızlık
ettiği hiçbir örneği bulamazsınız..
Bizim tarafımızdan eğer bir bahis
mevzuu varsa, o da Đncil’in şu anki
mevcut şekliyle ne kadar müstened
olduğu konusudur. Ve bu bahsi
Hıristiyan âlimler bile kendi aralarında
yapmaktadırlar.
Fakat
Müslümanlardan Hz. Musa (as) ve
Hz. Đsa (as) ile Đncil’deki diğer
peygamberlere Allah’ın kelamının
indiğini inkâr eden hiçbir kimse
çıkmamıştır.
Barış ve Sömürgecilik
Misyoner hareketlerinin uzun bir
süredir Đslam ülkelerinde Hıristiyanlığı
yaymak için kullandığı ve halen
kullanmakta olduğu metotlar da
dünyadaki Müslümanlar için büyük bir
şikayet nedeni olagelmiştir. Diğer
ülkeler ve toplumlarda ne tür metotlar
kullandıkları bizi fazla ilgilendirmiyor
ama Müslüman ülke ve toplumlarda
bizim deneyimimiz ve gözlemimiz
odur ki misyonerler sadece “tebliğ” ile
iktifa etmemişlerdir. Bilakis tebliğ
sınırlarını aşarak çok çeşitli yollar
benimsemişlerdir. Bunlar tebliğden
daha çok siyasi baskı, ekonomik
tamah ve hırs, ahlâki ve itikadı
yıpratma
tanımı
içerisinde
yer
almaktadır ve bu metotları herhangi
makul düşünen birisinin dini yaymanın
meşru aracı olarak kabul etmesi çok
zordur.
Bizim kendi ülkemizdeki misyoner
hastaneleri ve okullarında bilinen
yöntem şudur: Bunlar Müslüman
8
hastalar ve öğrencilerden akıl almaz
ücretler talep etmektedirler. Ancak
herhangi fakir birisi Hıristiyanlığı kabul
etmeye görsün, ona tedavi ve
eğitimde kolaylık sağlanmakta; ya
bedava veya göstermelik bir ücret
alınmaktadır. Bunun tebliğ olmadığı,
bilakis
insanların
şahsiyeti
ve
inancının satın alınması olduğu
açıktır. Buna ilave olarak, misyoner
okulları bizim ülkemizde öyle bir nesil
yetiştirmektedir
ki
bunlar
ne
Hıristiyanlığı benimsemekte, ne de
Müslüman olarak kalmaktadır. Bilakis,
kendi ahlak ve davranışları, dil ve
hayat tarzı itibariyle yabancı biri olup
çıkmaktadır. Ben sizden, bütün bu
faaliyetlerin
akıbeti
üzerinde
düşünmenizi ve kendi etki ve nüfuzunuzu kullanarak misyoner teşkilatların
tebliğ metodunun düzeltilmesi noktasında gayret göstermenizi rica
ediyorum.
Barış ve Đsrail
Hıristiyan dünyası ile ilgili olarak
Müslümanlar genelde, Hıristiyanların
Đslam ve Müslümanlar aleyhine
şiddetli bir inatlaşma hissine sahip
oldukları kanısını taşımaktadırlar.
Arap-Đsrail savaşı sürecinde olan
hadiseler bu inatlaşmanın kanıtıdır.
Bu savaşta Đsrail’in elde ettiği
başarılar
üzerine
Avrupa
ve
Amerika’daki
misyoner
ülkelerde
yapılan
kutlamalar
tüm
dünya
Müslümanlarını derinden yaralamıştır.
Dolayısıyla acaba siz tüm bu
olanlardan sonra, sadece Arapların
değil
tüm dünya Müslümanları
gözünde Hıristiyanların adalete olan
saygıları, insanların iyiliğini isteme ve
dini inat ve taassuptan uzak olmaları
gibi söylemlere herhangi bir inançları
kalmış olduğunu söyleyebilir misiniz?
Barış ve Birleşmiş Milletler
Bu konuyla ilgili olarak bizzat sizin
tarafınızdan
yapılan
bir
başka
haksızlık daha var ki bu da Kudüs’ün
uluslararası
denetime
verilmesi
şeklindeki teklifinizdir. Eğer bu yönde
bir karar uygulamaya konulursa kısa
bir süre içerisinde bu kutsal şehir fiili
olarak da bir Yahudi şehrine
dönüşecektir.
Kaynak: Dünya Bülteni
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
MHP’nin Halleri
Mehmet BURAK
MHP’nin Halleri
Bilindiği üzere geçen hafta MHP
kongresi yapıldı ve partinin genel
başkanlığına yeniden Devlet Bahçeli
getirildi. Kongre öncesi parti içinde
birçok ayrılıkçı fikir ayyuka çıkmış,
partinin en ağır simaları parti ile
yollarını ayırmış, ayırmak zorunda
bırakılmıştı. (MHP denince akla gelen
ilk isimlerden biri olan Ozan Arif’in bile
partililer tarafından mahkemeye verilmesinde herhangi bir beis görülmemişti). Genel başkanlığa adaylığını
açıklayan Ümit Özdağ her ne
hikmetse kongre öncesi partiden ihraç
edilerek bertaraf edildi. Ve neticede
Bahçeli koltuğunu sağlama almış
oldu. Lakin burada etraflıca düşünülmesi ve mülahaza edilmesi (irdeleme)
gereken muhtelif mefhumlar(konu) var
diye düşünüyorum. Gelin bunun için
zaman tünelinde bir yolculukla
MHP’nin bu günlere nasıl geldiğini
muhtasar (kısa) bir üslupla ifadelendirmeye çalışalım…
Yıl 1999... Ülke 28 Şubat kararları
altında her dem biraz daha ezilmektedir... Durum hiç de iç açıcı gözükmemektedir… Ve seçime doğru yol
alınmaktadır... Halk, radikal Đslamcı
denilen partilerden umduğunu bulamadığını
düşünmekte
ve
yeni
arayışlara düçar olmaktadır... Yıllardır
meclise
taşıdığı
partiler
ise
millete/ülkeye herhangi bir şey
verememekte; aynı hamam aynı tas
muhabbeti veçhile hüküm sürmektedir... Đşte bu noktada, o günlerde sert
söylemleriyle dikkatleri celbeden MHP
yeni ekibiyle ve dahi ABD’nin APO’yu
kucağına
atıverdiği
DSP/Ecevit,
seçimlerde
başı
çekmeğe
göz
kırpmaktadır… Nitekim beklenen de
olmuştur… Halk, iradesini MHP ve
DSP’den yana kullanmıştır... Sonrasında halk içinde hayretler yaratan ve
fakat siyasi kulislerde hiç de
yadırganmayan bir koalisyonla yeni
meclis, çalışmalarına başlamıştır...
Đktidarın adı: MHP-DSP-ANAP’tır…
Đlerleyen günlerde her şey ters yüz
olmuş; halkın sert imajıyla meclise
taşıdığı MHP, liderinin vasfından ötürü
müdür bilinmez bir anda yumuşacık
olmuştur... Meydanlarda verilen vaat-
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
ler unutuluvermiştir. Başörtüsü sorununu çözeceğini söyleyen MHP,
sorunu değil bizatihi başörtüsünü
çözerek meclise girmiş, bu meyanda
ilk gölü de yemiştir... Ve diğer
tavizlerde peşinden gelmekte gecikmemiştir. APO’nun asılması, ÖSS
sorunu, Ekonomik sorunlar, vs...
MHP, hepsinde yandaşlarını büyük
hayal kırıklığına gark etmiştir... Diğer
bir ifade ile iktidar olan MHP, iktidarlı
olamamıştır. Nihayetinde kendi seçtikleri cumhurbaşkanının da Anayasa
Kitapçığı’nı birilerinin suratına fırlatmasıyla bu ülkeyi ekonomik bir
buhranın içine sokmaları da sonun
başlangıcı olmuştur. Bahçeli de son
bir umut düşüncesiyle erken seçim
kararını açıklamış, idam fermanını
kendi eliyle vermiş ve hüsrana
davetiye çıkarmıştır. 3 Kasımda halk,
hakkını
yine
yenilerden
yana
kullanmış ve AKP’yi tek başına
iktidara taşıyarak bir manada da
siyasi çıkar için oluşturulan koalisyonlardan
bezdiğini
göstermiştir.
Mamafih(ayrıca) Bahçeli’nin MHP’si
kemik oyu dışında gram oy alamamış
hatta ve hatta kemik oyundan da
kaybı olmuş, barajın altında kalarak
büyük bir hezimete uğramıştır. Aynı
gece Bahçeli istifasını açıklamış, bu
sonuçtan kendisinin sorumlu/sorunlu
olduğunu dile getirmiştir. Fakat
ilerleyen günlerde bir gaflet eseri
olarak, görevini devam ettirme
yolunda istekler olduğunu öne sürerek
tekrar partinin başına geçmiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz hadiselerde
bundan sonra cereyan etmiştir. Devlet
Bahçeli yine yeniden genel başkanlık
koltuğundadır...
Bu yazının yazılma nedeni de
bundan sonra zuhur etti diyebiliriz.
Bazı arkadaş toplantılarında bu konu
ile ilgili görüşüm sorulduğunda
kendilerine MHP’nin, Bahçeli ile
yoluna devam ederse kesinlikle
barajın altında kalacağını söylemiştim.
Bu düşüncemin mesnedini (dayanağı)
yukarıda mufassal (detaylı) bir şekilde
izah etmeye çalıştım… Tam da bu
sıralarda tezahür eden bir olay sanki
benim
bu
görüşümü
destekler
nitelikteydi: Bir haber sitesinde DSP
9
genel başkanı Zeki Sezer, Baykal’a
“yola gel; sola gel” diye çağrıda
bulunuyordu.
Nedeni
Baykal’ın
Bahçeli’ye seçimde birleşme teklifinde
bulunmasından kaynaklanıyordu. Bu
yazıyı kaleme aldığım saatlerde
aldığım bir haber de bu bilgiyi
doğrular nitelikteydi. Bahçeli ile Baykal seçim için söz kesmişlerdi. Sonradan Bahçeli’nin yaptığı “Bu tür
yaygaralarla AKP’yi güçlü göstermeye
çalışıyorlar” izahatı beni pek de tatmin
etmedi… Günler sonra yapılan bu
açıklama bana “Ateş olmayan yerden
duman çıkmaz” atasözünü hatırlattı…
Açıkçası bu seçim öncesi koalisyon
çabalarını da yadırgamadım desem
yeridir çünkü MHP bunu daha önce
zaten yapmıştı (MHP-DSP koalisyonu). Diyeceksiniz ki bunun konu ile ne
alakası var: Burada şu soru
sorulabilir: Neden bu iki parti lideri
birleşerek seçime girme kararı alıyorlar veya böyle bir söylem gündeme
geliyor, manşetlere düşüyor? Baraj
korkusu olmasın sakın. Baraj korkusu
olmayan ve iktidar nidalarıyla gökleri
inleten bir lider neden taban tabana
zıt olduğu bir partiyle birleşsin ki?
Kaygılarını anlamak benim için pek de
güç olmadı. Siz ne dersiniz… Sizce
MHP tek başına barajı geçer mi?
Veya tek başına iktidar olabilir mi?
Mevcut durum onlara bu fırsatı verir
mi? Temcit pilavı gibi piyasaya
sürdükleri Kıbrıs onların derdine
derman olur mu? APO’nun Đmralı da
misafir gibi yaşadığını söyleyen
Bahçeli’ye birileri onu orada misafir
eden kimdir diye sormaz mı?
Sorular… sorular…
sorular...
Cevapları, izleyelim ve görelim…
Bu arada konu MHP’yi kötülemek
için değil içinde bulundukları zafiyeti
onlara
göstermek
için
kaleme
alınmıştır… Yoksa ki partiye mensup
olup ta halen bu ülke için elinden
geleni yapma gayreti olanları da
bilmekteyiz; lakin yapılması gereken
sadece olaylara biraz daha sağduyulu
yaklaşabilmektir… Kişiler gelir geçer;
önemli olan kalıcı icraatlar ve bunu
yapacak olanlardır… O yüzden
görevleri ehliyetli olanlara vermekle
MHP tabanı sorumludur…
Đslamiyet’
slamiyet’te Kadı
Kadının Yeri
Enes Yılmaz
ĐSLAMĐYETTE KADININ YERĐ
Đslamiyet'te kadının yeri araştırıldığında, Đslamiyet, indirildiği dönemde
bin bir türlü zorluklarla ve ahlaksızlıklarla karşı karşıya olan kadını,
düştüğü aciz ve berbat durumdan
kurtarmış ve kadına hiçbir dinin veya
ideolojinin vermediği önemi vererek
kadınları
hak
ettikleri
statüye
kavuşturmuştur. Kız babası olmanın
utanç verici bir olay olarak algılandığı
ve bu ayıplamanın kız çocuklarını diri
diri mezara gömmeye sebep olduğu
bir dönemde, Đslamiyet sayesinde
kadın bir mal olmaktan çıkmış ve hak
ettiği saygıyı ve değeri kazanmıştır.
Allah Resulü veda hutbesinde kadın
haklarından bahsederek Đslam’da
kadının yerinin ne derece önemli
olduğunu
vurgulamıştır.
Veda
hutbesinde Hz Muhammed "Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu
hususta
Allah'tan
korkmanızı
tavsiye
ederim. Siz kadınları
Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve
onların namuslarını ve ismetlerini
Allah adına söz vererek helal
edindiniz."
şeklinde
buyurarak
erkeklerin eşlerine nasıl davranmaları
gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Allahu
Teala, Nisa (Kadın) Suresinde
kadınlar ve hakları hakkında uzun
uzun bahsetmiştir.
Đslamiyet'te
kadına
verilmesi
gereken değer her fırsatta vurgulanmıştır. Đslamiyet'teki kadının yeri bu
kadar sabit iken bu yüzyılda Đslamiyet,
nedeni bilinmez ama, kadın düşmanı
olarak görülmektedir. Yabancıların
Müslümanlar hakkında bildikleri tek
şey “çok eşlilik” tir. Müslümanların
birden fazla kadına sahip olduğu ve
onlara köle gibi davrandıkları imajı
Gayri Müslim ülkelerde son derece
yaygındır. Öyle ki günümüz Türkiyesinde de, Müslümanlığı çok iyi
yaşamış ve uzun süre tüm dünya
Müslümanlarının önderliğini yapmış,
atalarımız olan Osmanlı imparatorluğu
denince akla haremler gelmeye
başladı. Artık, Osmanlı sultanlarının,
gün boyu haremde eğlenen ahlaksız
insanlar olduğunu düşünen çok
sayıda genç var. Biz farkında olmasak
da atalarımız bize kadına değer
vermeyen kişiler olarak tanıtılıyor. Ne
kapsamlı bir karalama kampanyasıdır
ki bu artık gençlerimiz dinlerini ve
kültürlerini kadın hakları ihlaliyle
suçlamaya başladılar.
Bu konuda, affınıza sığınarak,
değersiz ve belki de insan tanımına
bile giremeyen bir yaratığın Đslam dini
ve kadının Đslam’daki yeri hakkında
söylediği sözler hakkında bir kaç şey
söylemek istiyorum. Farkındayım
Akademi Çalışma Grubu gibi seviyeli
bir grubun bülteninde bu gibi birinden
bahsedilmesi biraz abes. Ancak ilgili
haberi okuduğumda hissettiklerimi
açıklayabileceğim en iyi platformun bu
bülten olduğunu düşünüyorum; ki
zaten bu bültenin amacı düşüncelerimizi arkadaşlarımızla paylaşmak ve
bu sayede farklı konularda bilgi sahibi
olmaktır. Yine de böyle seviyesiz bir
kişiden bu bültende bahsetmek
zorunluluğunu
hissettiğim
ve
bahsettiğim için üzgünüm.
Bu yaratık kim diye merak
ediyorsanız; kendisi; Sibel Kekilli, ünlü
almancı Türk kızı. Bu Türk kız ifadesi
onu tanımlarken çok sık kullanılıyor.
Ancak Müslüman terbiyeye sahip Türk
milletine yakışmayan bir kişilik
olduğunu hepimiz biliyoruz ve eminim
bu tanım benim gibi sizleri de
utandırıyor ve sinirlendiriyor. Aslında
benim ve tahminimce sizlerin de bu
kişilik hakkında daha objektif bir
tanımımız
var
ama
Müslüman
terbiyem ve okuduğunuz bültenin
seviyesi bu tanımlamayı yapmamda
bana engel oluyor.
Kekilli son zamanlarda oyunculuğu
ile ön plana çıkmış ve aldığı ödüllerle
bazı kesimlerce hatırı sayılır bir kişi
haline gelmiştir. Almanya'da bir
toplantıya katılan Kekilli bu toplantıda
yaptığı konuşmada, Türk-Müslüman
aileleri hakkında aptalca bir yorumda
bulunmuş. Hafta içinde internethaberde yayınlanan habere göre Sibel
Kekilli , özellikle Türk aileleri içinde
şiddet gören çoğu kadının ''Erkektir,
döver'' düşüncesiyle bu tür olayları
gizli tuttuğunu savunarak, ''Müslüman ailelerde şiddet kültürün bir
parçası'' şeklinde konuşmuş. Aile içi
şiddete Đslamiyet’i sebep gösteren ve
sanki aile içi şiddetin yalnızca
Müslümanlar tarafından yapıldığını ve
10
bunun da Müslüman kültüründe
normal olarak görüldüğünü ima eden
bu sözlerin insanın sinirini bozmaması
imkansız. Yukarıda da belirttiğim ,
Kutsal kitabımız kuran-ı Kerim’dekii
kadın tanımlamaları ve kadına verilen
değerle ilgili ayetler ve Allah
Resulünün hadisleri, Đslamiyet ile
kadına uygulanan şiddetin bağdaştırılamayacağının en açık ve kesin
delilleridir. Buna rağmen Kekilli gibi bir
yaratığın Đslamiyet hakkında bu gibi
yorumlarda bulunabilme cesaretini
hangi bilgiye ya da tecrübeye dayandırdığını anlamak mümkün değil.
Özellikle, kadınları ve kadınlığı
savunmaya çalışan bu kişiliğin,
kadınları cinsel bir obje olarak gören
bir sektörde çalıştığı da ortada iken.
Zira Kekilli kadın hakları savunucusu
tavrına bürünmüş halde kadınlara
uygulanan
şiddetten
Đslamiyet’i
sorumlu tutarken, "kendisine uygulanan şiddetin sorumlusu da mı (haşa)
islamiyet?"
sorusunun
aklımızda
canlanmaması
mümkün
değil.
Aslında, şiddetin ve aşağılanmanın en
iğrencine maruz kalmış Kekilli’nin
Đslamiyet’e dil uzatmasının insanı
çileden çıkartmaması da mümkün
değil. Kadınlığın, anneliğin simgesi
olduğu Đslam kültürüne, kadınlara
karşı şiddetin kaynağı şeklinde
suçlamalar yaparken; acaba kendisinin kadınlık ve anaçlılığa verdiği
zarardan habersiz midir?
Yazıktır ki Kültürel anlamda hiçbir
değeri olmayan Kekilli ve benzeri
şahsiyetler, günümüz dünyasında
ödüllerle şereflendiriliyor ve kitlelere
hitab etme şansı tanınıyor. Oysa ki
karakterleri, değil kitlelere hitab
etmek, sokakta dolaşmayı dahi hak
etmeyecek kadar değersiz. Maalesef
şimdilik elimizden bu ve buna benzer
kişilere
beddua
etmekten
ve
kınamaktan başka bir şey gelmiyor.
Allah hepsinin belasını versin.
Son olarak ve yeniden, bu kadar
değersiz ve gereksiz bir karakter
üzerine bu denli uzun yazdığım için
hepinizden tekrar özür diliyorum ve
affınıza sığınıyorum. Lütfen sinirimi
çıkartma bahanesiyle yazdığım bu
yazıyı mazur görün.
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
Tarihi Derbi
Hazırlayan: Murat Alaçam
BĐR KADIKÖY KLASĐĞĐ
Galatasaray’ı son 6 sezondur
Kadıköy’den eli boş gönderen
Fenerbahçe bu hafta da rakibini
yenmeyi başardı. Maça, oynanan
futboldan
çok
sahaya
atılan
cisimler ve hakemin kararları
damgasını vurdu.
Galatasaray Fenerbahçe’yi Kadıköy’de en son yendiğinde tarihler 22
Aralık 1999’u gösteriyordu. O zamandan beri oynanan 6’sı lig 2’si kupa
toplam 8 maçta da sahadan boynu
bükük ayrılan taraf Galatasaray’dı. Bu
durumun taraflarda yarattığı psikolojik
etki, hafta içinde yaşanan şike
tartışmaları,
Gerets’in
Belçika
basınına yaptığı açıklamalar ve bir
sitede Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin dünyanın en büyük derbisi
olduğunun açıklanması ile büyük maç
daha da anlamlı hale geldi.
Rakibinin 4 puan gerisinde olan ve
Avrupa’ya
erken
havlu
atan
Galatasaray, Fenerbahçe’yi 7 yıl
aradan sonra deplasmanda yenmenin
hesaplarını yapıyordu. Teknik adam
Eric Gerets maçtan önce Belçika
basınına Galatasary’daki geleceğinin
bu maça bağlı olduğunu bile
söylemişti. Fenerbahçe ise ligde ve
UEFA kupasında üst üste oynadığı
zorlu maçların yorgunluğunu ve geçen
haftanın gündemini oluşturan şike
iddialarının merkezinde bulunmanın
rahatsızlığını yaşıyordu. Tabi ki
Galatasaray maçları, Fenerbahçe için
her zaman farklı anlam ifade
ettiğinden, o anın koşulları iki
saatliğine tamamen unutulacaktı.
Maça iki takım da birbirinin üstüne
gitmekten çekinir gibi başladı. Öyle ki
maçtaki ilk pozisyon 20.dakikada Ümit
Karan’ın
topu
auta
atmasıyla
gerçekleşti. Daha sonra ise yıllardır
Kadıköy’de alışık olduğumuz bir
senaryo
gerçekleşti,
Fenerbahçe
Galatasaray kalesine geliştirdiği ilk
ciddi atakta Alex ile golü buldu. Bunu
iki dakika sonra gelen Kezman’ın golü
izledi.
Maç
2-0’a
geldiğinde,
Galatasaray’ın şok olmuş halini
görenler büyük ihtimalle yeni bir 6-0
belki de daha fazlası için ümitlendiler
ya da endişe ettiler. Üç dakikada iki
gol yiyen Galatasaray çok basit top
Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2
kayıpları yapmaya başlamıştı . Bu top
kayıplarını Fenerbahçe Tuncay ile
değerlendiremeyince fark ilk yarıda
açılmadı. Đkinci yarıda Gerets’in
oyuncu değişiklikleri ile bambaşka bir
Galatasaray vardı sahada. Top
Fenerbahçe’deyken iyi pres yapan ve
pres sonucunda kaptığı topları olumlu
kullanan Galatasaray 54. dakikada
Ümit Karan ile farkı bire indirmeyi
başardı. Golden sonra da baskısını
sürdüren Galatasaray üst üste önemli
pozisyonlara da girdi. Bu dakikalarda
Kadıköy’de Galatasaray taraftarlarının
sesi daha çok duyuluyordu. Ancak
kaleci Volkan’ın Ümit ve Necati’nin
vuruşlarında
yaptığı
kurtarışlar
Galatasaray’ın beraberliği yakalamasına engel oldu. Galatasaray’ın
baskısı maçın son dakikalarına doğru
kesilince maç 2-1 Fenerbahçe lehine
sonuçlandı.,
Maçın
başında
Fenerbahçe
tribünlerinden koro halinde edilen
küfürler, rakiplere yönelik açılan “Đftira
Et” pankartı aslında maçın taraftarlar
açısından pek sakin geçmeyeceğinin
sinyalleriydi. Nitekim ilk yarının
ortalarında Gerets’in alnına yabancı
bir madde isabet etti, ikinci yarıda ise
kaleci Mondragon yakınında patlayan
bir ses bombasından bir hayli
etkilendi. Fenerbahçe tarafı bu
olaylardan
dolayı
üzüntüsünü
belirtirken, Galatasaray tarafı da
olayları tüm Fenerbahçe taraftarına
mal etmediğini açıkladı. Maçın hakemi
ise vermediği kartlar ve penaltılarla
maçın sonucuna tesir etti. Birçok spor
otoritesi,
Galatasaray’ın
bir
penaltısının verilmediğinde hemfikirken, Fenerbahçeli
Lugano’nun
11
kırmızı kart görmesi gerektiğini
düşünenler de az değildi.
Sonuç olarak bir FenerbahçeGalatasaray derbisi daha geçti.
Hakem hataları ya da tribünlerden
atılan
maddeler,
Fenerbahçe’nin
Galatasaray’ı evinde bir kez daha
yendiği gerçeğini değiştirmiyor. Fenerbahçe bu sonuçla en yakın rakibi
Galatasaray’ın 7, Beşiktaş’ın ise 9
puan önünde ilk devreyi lider kapamayı garantiledi.
Galatasaray ise
Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yenme
umutlarını bir başka sezona bırakırken, aradaki puan farkını kapatmak
için yeni önlemler aramaya başladı.
Puan Durumu
Takımlar
P
A
Fenerbahçe
34
19
Galatasaray
27
10
Vestel Manisa
27
9
Beşiktaş
26
6
Kayserispor
26
3
Bursaspor
24
2
Gençlerbirliği
24
1
Konyaspor
24
0
Ankaraspor
23
6
Ankaragücü
22
5
Sivasspor
21
-5
Denizlispor
18
-2
Antalyaspor
17
-2
Gaziantepspor
17
-8
Trabzonspor
16
-4
Çaykur Rizespor
15
-8
Sakaryaspor
15
-9
Erciyesspor
10
-23
Download