Cilt 23, Sayı 3, 2013 ISSN 1305 – 7073

advertisement
’
Cilt 23, Sayı 3, 2013
ISSN 1305 – 7073
Kurucu (Founder)
Uz. Dr. Hilmi KUMCUOĞLU
Sahibi (Owner)
Prof. Dr. Abdullah TAŞYURT
Editör / Editor
Doç. Dr. Cengiz ÖZBEK
Yardımcı Editörler / Associate Editors
Uz. Dr. Yasemin Şefika AKDENİZ
Doç. Dr. Ahmet KAYA
Doç. Dr. Sezin AŞIK AKMAN
Doç. Dr. Dilek ÖNCEL
Doç. Dr. İbrahim ÇUKUROVA
Doç. Dr. Öner ÖZDOĞAN
Op. Dr. Cem KARAALİ
Doç. Dr. Esra ARUN ÖZER
Op. Dr. Mustafa KARAÇELİK
Uz. Dr. Emel Ebru PALA
Uz. Dr. Yücel KARAMAN
Doç. Dr. Önder YAVAŞCAN
İstatistik Danışmanı / Consulting/Statistician
Prof. Dr. Saim KENDİR
İzmir, Tepecik Eğitim Hastanesi Dergisi, İzmir
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi (T.E.A.H.) Yayınıdır.
Türkçe Düzeltmen / Turkish Redactor
Doç. Dr. Ragıp KAYAR
Yılda üç kez (Nisan – Ağustos - Aralık) yayınlanır.
Baskı adedi: 500. Yayın hakkı hastanemize aittir.
Tıp profesyonelleri içindir.
İngilizce Düzeltmen / English Redactor
Op. Dr. Mustafa KARAÇELİK
Yayın Sekreteri / Editorial Secretary
Vildan KALONYA
e-posta: [email protected]
- Dergimiz yayın etiğine uymayı kabul eder.
- Basımda asitsiz kağıt kullanılmaktadır.
Editör Adresi (Editorial Address)
Doç. Dr. Cengiz ÖZBEK,
S. B. Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Kalp Damar Cerrahisi Kliniği 35120 Yenişehir-İzmir
Tel: 0 232 469 69 69 / 3231
Faks: 0 232 433 07 56
e-posta: [email protected]
[email protected]
Meta Basım Matbaacılık Hizmetleri
87 Sk. No.4/B Bornova –İzmir
Tel: 0 232 343 64 54 / Faks: 0 232 342 75 24
e-posta: [email protected]
Basım Tarihi: 30.12.2013
’
DANIŞMA KURULU Editorial Advisory Board
Cilt 23, Sayı 3, 2013
ISSN 1305 – 7073
Ragıp KAYsağ taraf 8 punt olsunAR
Tepecik Eğitim ve Araştırma
Hastanesi; İzmir
Prof. Dr. Haluk AĞUŞ
(Ortopedi ve Travmatoloji)
Prof. Dr. Harun AKAR
(İç Hastalıkları)
Doç. Dr. Ersin AKSOY
(Acil Tıp)
Doç. Dr. Barış AKINCI
(Endokrinoloji)
Doç. Dr. Nejat AKSU
(Pediatrik Nefroloji)
Doç. Dr. Ayşe Berna ANIL
(Pediatri Yoğun Bakım)
Doç. Dr. Murat ANIL
(Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları)
Op. Dr. Ahmet ARIKAN
(Çocuk Cerrahi)
Uz. Dr. Çağatay ARSLAN
(Tıbbi Onkoloji)
Prof. Dr. Cengiz AYDIN
(Genel Cerrahi)
Prof. Dr. Ali Rahmi BAKİLER
(Pediyatrik Kardiyoloji)
Doç. Dr. Ümit BAYOL
(Patoloji)
Op. Dr. Gül CANER MERCAN
(KBB)
Doç. Dr. Füsun ÖZER
(Beyin Cerrahi)
Doç. Dr. Ayşe Gülden DİNİZ ÜNLÜ
(Patoloji)
Prof. Dr. Bumin Nuri DÜNDAR
(Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları)
Op. Dr. Mustafa EMİROĞLU
(Genel Cerrahi)
Prof. Dr. Rıza Hakan ERBAY
(Anest. Rean.)
Doç. Dr. Nuri ERDOĞAN
(Radyoloji)
Prof. Dr. Mustafa GÖNÜLLÜ
(Anest. Rean.)
Op. Dr. Merih HANHAN
(Kadın Hastalıkları ve Doğum)
Doç. Dr. Mehmet HELVACI
(Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları)
Doç. Dr.Yusuf Özlem İLBEY
(Üroloji)
Doç. Dr. Fuat İPEKÇİ
(Genel Cerrahi)
Doç. Dr. Tolga KANDOĞAN
(KBB)
Op. Dr. Cezmi KARACA
(Genel Cerrahi)
Op. Dr. Muharrem KARAOĞLAN
(Genel Cerrahi)
Doç. Dr. Belde KASAP DEMİR
(Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları)
Doç. Dr. Şükran KÖSE
(İntaniye)
Op. Dr. Sefa KURT
(Kadın Hastalıkları ve Doğum)
Doç. Dr. Haluk MERGEN
(Aile Hekimliği)
Doç. Dr. Gamze TÜRE
(Göz)
Doç. Dr. Nihal OLGAÇ DÜNDAR
(Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları)
Doç. Dr. Kurtuluş ÖNGEL
(Aile Hekimliği)
Op. Dr. Namık Selim ÖZENÇ
(Kalp Damar Cerrahisi)
Prof. Dr. Mehmet ÖZEREN
(Kadın Hastalıkları ve Doğum)
Doç. Dr. Özgür ÖZTEKİN
(Radyoloji)
Op. Dr. Hasan ÖZTÜRK
(Ortopedi ve Travmatoloji)
Uzm. Dr. Yasemin KILIÇ ÖZTÜRK
(Aile Hekimliği)
Prof. Dr. İbrahim PİRİM
(Biyoloji-Doku Tipl.)
Op. Dr. Cengiz SERT
(Kalp Damar Cerrahisi)
Doç. Dr. Ufuk ŞENER
(Nöroloji)
Doç. Dr. Mehmet ŞENOĞLU
(Beyin Cerrahi)
Doç. Dr. Nimet ŞENOĞLU
(Anest. Rean.)
Doç. Dr. Cüneyt Eftal TANER
(Kadın Hastalıkları ve Doğum)
Uz. Dr. Ali TAYLAN
(Romatoloji)
Op. Dr. Şivekar TINAR
(Kadın Hastalıkları ve Doğum)
Doç. Dr. Figen TOKUÇOĞLU
(Nöroloji)
Uz. Dr. Elif Hacer ÜNAL
(Psikiyatri)
Doç. Dr. Yusuf YILDIRIM
(Kadın Hastalıkları ve Doğum)
Uz. Dr. Coşkun YILDIZ
(Gastroenteroloji)
Op. Dr. Nihat ZALLUHOĞLU
(Genel Cerrahi)
Op. Dr. Ferruh ZORLU
(Üroloji)
Uz. Dr. Yaşar ZORLU
(Nöroloji)
Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesi; İzmir
Doç. Dr. Ufuk YETKİN
(Kalp ve Damar Cerrahisi)
Uz. Dr. Nejat Ali COŞKUN
(İntaniye)
Uz. Dr. Alev GÜRGAN
(Fizik Tedavi Reh.)
Doç. Dr. Mert KESTELLİ
(Kalp ve Damar Cerrahisi)
Uz. Dr. Asuman MEMİŞ
(Fizik Tedavi Reh.)
Doç. Dr. Haydar Kazım ÖNAL
(Kulak Burun Boğaz)
Doç. Dr. Dilek Ersin SOYSAL
(İç Hastalıkları)
Op. Dr. Cengiz TAVUSBAY
(Genel Cerrahi)
Uz. Dr. Serap URAL
(İntaniye)
Uz. Dr. İlknur VARDAR
(İntaniye)
Bozyaka Eğitim ve Araştırma
Hastanesi; İzmir
Doç. Dr. Oktay BİLGİR
(Hematoloji)
Uz. Dr. Barış Önder PAMUK
(Endokrinoloji ve Metabolizma)
Uz. Dr. Gülten SOP
(İç Hastalıkları)
Op. Dr. Mehmet YILDIRIM
(Genel Cerrahi)
2
SSK TEPECİK HAST DERG 2008 Vol. 18 No.1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi;
İzmir
Prof. Dr. Yüksel ATAY
(Kalp ve Damar Cerrahisi)
Prof. Dr. Ufuk ÇAĞIRICI
(Göğüs Cerrahisi)
Prof. Dr. Alpaslan ÇAKAN
(Göğüs Cerrahisi)
Doç. Dr. Abdurrahim DERBENT
(Anest. ve Rean.)
Op. Dr. Hüseyin GÜNAY
(Ortopedi ve Travmatoloji)
Doç. Dr. Semra KARAMAN
(Anest. Rean.)
Prof. Dr. Tayfun KİRAZLI
(Kulak Burun Boğaz)
Op. Dr. Levent KÜÇÜK
(Ortopedi ve Travmatoloji)
Op. Dr. Adnan ŞİMŞİR
(Üroloji)
Prof. Dr. Meltem UYAR
(Anest. Rean.)
9 Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi; İzmir
Prof. Dr. Güven ASLAN
(Üroloji)
Doç. Dr. Melih BİRLİK
(İmmünoloji)
Prof. Dr. Cenk ERDAL
(Kalp ve Damar Cerrahisi)
Prof. Dr. Ahmet Yiğit GÖKTAY
(Radyoloji-Endovasküler)
Prof. Dr. Enis Alpin GÜNERİ
(Kulak Burun Boğaz)
Prof. Dr. Özalp KARABAY
(Kalp ve Damar Cerrahisi)
Prof. Dr. Fatoş ÖNEN
(İmmünoloji ve Romatoloji)
Doç. Dr. İsmail SARI
(İç Hastalıkları)
Prof. Dr. Erdem SİLİSTRELİ
(Kalp ve Damar Cerrahisi)
Prof. Dr. Semih SÜTAY
(KBB)
SSK TEPECİK HAST DERG 2008 Vol. 18 No.1
2
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Cilt 23, Sayı 3, 2013
ISSN 1305 – 7073
KLİNİK ARAŞTIRMALAR / CLINICAL STUDIES
Diyabetli Hastalarda Uygulanan Hızlı Depresif Belirti Envanteri Özbildirim
Formu ve Beck Depresyon Ölçeklerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of the Quick Self-Rated Depressive Symptoms Inventory Form and Beck
Depression Inventory for Diabetic Patients
Yusuf Adnan GÜÇLÜ, Esma Dilek YILDIZ, Funda ÜNSAL, Kurtuluş ÖNGEL ..............................................113
Prostatektomi Sonrası İdrar Kaçırmalarında Transobturator Askı Operasyonu:27 olguda sonuçlar
Transobturator Sling Operations on Post-prostatectomy Urinary Incontinence :results in 27 cases
Burak ARSLAN, Baran ANTAR, Zafer KOZACIOĞLU, İbrahim Halil BOZKURT,
Tarık YONGUÇ, Fırat AKDENİZ, İsmail GÜLDEN ........................................................................................121
Aile Hekimliği Polikliniğinde Antihipertansif Kullanımı
Use of Anti-hypertensive Drugs in Family Medicine Polyclinic
Yusuf Adnan GÜÇLÜ, Abdurrahman ERSU, Nazmiye KAÇMAZ ERSU, Kurtuluş ÖNGEL ..........................127
Kronik Böbrek Yetmezliğinde Yaşam Kalitesi
Quality of Life in Chronic Renal Failure
İsmail ATASOY, Hülya ÇOLAK, Yasemin AKDENİZ, Mehmet TANRISEV,
Beyhan ÖZYURT ................................................................................................................................................133
Semptomatik Basit Böbrek Kistlerinin Tedavisinde Retroperitoneal Laparoskopik
Kist Dekortikasyonu
Retroperıtoneal Laparoscopic Cyst Decortıcatıon at the Treatment
of Symptomatıc Sımple Renal Cysts
Hüseyin AYDEMİR, Salih BUDAK, Osman KÖSE, Hasan Salih SAĞLAM, Öztuğ ADSAN..........................143
Bir Özet Değerlendirme Ölçeğinin Bilimsel Makale Yayınında Faktör Analiz
İncelemesi ile Değerlendirilmesi
Evaluation of an Abstract Evaluation Scale Used at Scientific Article Publishing from the
Aspect of Factor Analysis.
Murat ALTUNTAŞ, Tevfik Tanju YILMAZER, Kurtuluş ÖNGEL ...................................................................147
OLGU SUNUMLARI / CASE REPORTS
Kadınlarda Nadir Bir Üriner Retansiyon Nedeni: Fowler Sendromu
A Rare Cause of Urinary Retantion in Women: Fowler Syndrome
Fırat AKDENİZ, Burak ARSLAN, Halil İbrahim BOZKURT, Tarık YONGUÇ,
Mehmet Levent HACIHASANOĞLU, Hüseyin TARHAN, Süleyman MİNARECİ .........................................151
Konstriktif Perikarditin İlk Bulgusu Varis Olabilir Mi? Olgu sunumu.
May Varicose Veins be the first symptom of Constrictivepericarditis: A case report
Gökhan ALBAYRAK, Koray AYKUT, Nihat PEKEL, Mahir Utku YILDIRIM,
Mehmet GÜZELOĞLU, Eyüp HAZAN..............................................................................................................155
VII
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
İNCELEME YAZISI
EDİTÖRDEN
Değerli yazarlar ve sevgili okurlar,
Bilimde öncü olma gayretlerimiz devam edecektir.
Bu sayımız 6 (altı) klinik araştırma ve 2 (iki) olgu
sunumu ile yayınlanıyor.
Saygılarımla
Değerli yazarlarımıza çalışmalarından ve dergimize
gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür ediyorum.
Doç. Dr. Cengiz Özbek
8
Tepecik Eğit Hast Derg 2011; 21 (1)
“Cilt 21 Sayı: 1”
için
BİLİMSEL DEĞERLENDİRMEDE
KATKISI BULUNAN HAKEMLERİMİZE
TEŞEKKÜR EDERİZ
Editör
Uz. Dr. Neval Ağuş
İntaniye TEAH
Uz. Dr. Barış Akıncı
TEAH Endokrinoloji
Op. Dr. Başak Cıngıllıoğlu
Jinekoloji Ege Doğumevi EAH
Uz. Dr. Nejat Ali Coşkun
İntaniye Atatürk EAH
Doç. Dr. Nazif Erkan
Cerrahi Bozyaka EAH
Doç. Dr. Damla Gökşen
EÜTF Çocuk Endokrinolojisi
Uz. Dr. Yalçın Güvenli
TEAH Anesteziyoloji
Prof. Dr. Tayfun Kirazlı
KBB EÜTF
Yard. Doç. Dr. Fatma Latifoğlu
Erciyes Üni. Müh. Fak. Biyomedikal Müh.
Prof. Dr. İsmail Oran
EÜTF Girişimsel Radyoloji
Prof. Dr. Kazım Önal
KBB EÜTF
Prof. Dr. Mehmet Özeren
Jinekoloji Ege Doğumevi EAH
Prof. Dr. Mustafa Seçil
9 EÜTF, Radyoloji
Uz. Dr. Zeki Tekgül
TEAH, Anesteziyoloji
Prof. Dr. Rahmi Zeybek
Celal Bayar ÜTF, Kalp Damar Cerrahisi
113
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 113-119
KLİNİK ARAŞTIRMA
DİYABETLİ HASTALARDA UYGULANAN HIZLI
DEPRESİF BELİRTİ ENVANTERİ ÖZBİLDİRİM
FORMU VE BECK DEPRESYON ÖLÇEKLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ i
EVALUATION OF THE QUICK SELF-RATED DEPRESSIVE SYMPTOMS
INVENTORY FORM AND BECK DEPRESSION INVENTORY FOR
DIABETIC PATIENTS
Yusuf Adnan GÜÇLÜ
Esma Dilek YILDIZ
Funda ÜNSAL
Kurtuluş ÖNGEL
ÖZET
Amaç: Kronik hastalıklar tüm dünyada önemli bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Bunlardan birisi de Diabetes Mellitus’tur
(DM). DM beta hücrelerinden salgılanan insülin miktarında azalma, insülin yokluğu ve periferik dokuda insuline duyarsızlık
nedeni ile ortaya çıkan hiperglisemi ile karakterize metabolik bir hastalıktır. Komplikasyonlarından birisi depresyondur. Bu
çalışmada diyabet ve depresyon arasındaki ilişkinin iki değişik ölçekle tespit edilip karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Araştırma, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’nde Mart-Haziran
2013 tarihlerinde gerçekleştirildi. Çalışmaya kendi istekleri ile katılmayı isteyen diabetes mellituslu tüm hastalar (s:80)alındı.
Hastalara, Hızlı Depresif Belirti Envanteri Özbildirim Formu ve Beck Depresyon Ölçeği uygulanarak veriler değerlendirildi.
Dörtlü likert tipi değerlendirme ile soruların yüzde dağılımı ve ölçeklere göre istatistiki anlamlılıkları çıkarılarak, hastaların
puanları hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya 41 kadın (%51,2 ) ve 39 erkek (%48,8) olmak üzere 80 kişi katıldı. Araştırmaya katılanlardan 55’i
(%68,8) 65 yaş altı, 25’i (%31,2) ise 65 yaş üstü hastalardan oluşmaktaydı. Hızlı depresif belirti envanteri özbildirim formuna göre 43 kişinin (%53,8) depresif belirti gösterdiği belirlendi. Beck depresyon ölçeğine göre ise 54 kişide (%67,5) depresif
belirtiler vardı. Her iki ölçek sorularına verilen cevaplar, istatistiksel anlamlılık açısından birbirleri ile karşılaştırıldığında,
sorulara verilen cevaplar, kendi aralarında büyük oranda istatistiksel anlamlılık göstermekteydi.
Sonuç: Bu çalışma ile hastalarımızda psikiyatrik bozukluklar açısından dikkatli olmamız gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Polikliniğimize herhangi bir nedenle başvuran her hastaya yukarıdaki iki ölçeğin uygulanması, tanı koyucu değere sahiptir.
Anahtar Sözcükler: Depresyon, Diyabet, Ölçek.
SUMMARY
Aim: Chronic diseases constitute a major health problem all over the word. One of them is diabetes mellitus (DM). DM is a
metabolic disorder, characterised by decrease in the amount of insulin secreted from beta cells, insulin absence and hiperTepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği, İZMİR
(Uz. Dr. Y. A. Güçlü, Dr. E. D. Yıldız, Dr. F. Ünsal)
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, İZMİR
(Doç. Dr. K. Öngel)
Yazışma: Uz. Dr. Yusuf Adnan GÜÇLÜ
114
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
glisemia because of insulin insensitivity in the peripherial tissue. One of its’ complicasion is depression. In this study; relationship between diabetes and depression was aimed to be compared by two different scales.
Material and Method: Study was performed in Izmir Tepecik Education and Research Hospital Family Medicine Polyclinic
between March-June 2013. All diabetec patients, who agreed to participate in the study, were included (n:80). Quick SelfRated Depressive Symptoms Inventory Form and Beck Depression Inventory were applied and evaluated. Quartet with Likert-type ratings, questions and scale according to the percentage distribution of statistical significance were removed and
patients’ scores were calculated.
Findings: Total 80 person; 41 women (51.2%) and 39 men (48.8%) were participated to the study. 55 participants (68.8%)
were under 65 years old and 25 participants (31.2%) were older than 65. 43 people (53.8%) showed depressive symptomatology according to quick self-related depressive symptoms inventory. According to beck depression inventory, 54 persons
(67.5%) showed depressive symptomatology. Answers for questions in both of the scales; when compared with each other,
demonstrated statistical significance among themselves.
Conclusion: In this study, it is found out that we need to be careful in our population in terms of psychiatric disorders. The
implementation of the above two scales for every patients admitted for any reason, has diagnostic value.
Key words: Depression scales, Diabetes,
GİRİŞ
Kronik hastalıklar tüm dünyada önemli bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Bunlardan birisi de Diabetes
Mellitus’tur (DM). DM beta hücrelerinden salgılanan
insülin miktarında azalma, insülin yokluğu ve
periferik dokuda insuline duyarsızlık nedeni ile ortaya
çıkan hiperglisemi ile karakterize metabolik bir hastalıktır (1,2,3). Diyabet organik bulgularla seyreden bir
hastalık olmasının yanında psikiyatrik ve psikososyal
boyutları olan bir durumdur. Dünyada 150 milyondan
fazla diyabetli olduğu tahmin edilmektedir ve bu sayı
her gün artmaktadır. DM’nin değişik tipleri vardır;
tanı biyokimyasal olarak konur. Diyabet tedavi ve takibinde en önemli unsur eğitimdir (4).
Diabetes mellitus endokrin sisteme ait süregen bir hastalık olmakla birlikte, yaşamın her alanını etkileyen,
psikososyal boyutları olan bir durumdur (5). Bu nedenle hastaların içgörüleri de olmak üzere hastaları
hem psikolojik, hem sosyal, hem de biyolojik olarak
çok yönlü etkilemektedir. Kan şekeri düzeyi doğrudan
beyni ve ruhsal işlevleri etkilediği gibi duygusal ve
ruhsal değişimler de kan şekeri düzeyini etkilemektedir (6). Diyabetli hastalar; fiziksel, duygusal, sosyal ve
cinsellikle ilgili bir dizi sorunla karşı karşıyadır (7).
Diyabetin süresindeki artış kronik stres oluşumunda
ve psikolojik rahatsızlıkların, öfkenin, duygudurum
bozukluğunun gelişiminde tetikleyici rol alabilir (8,9).
Hastalık belirtilerinin yanı sıra, komplikasyon ve uygulanan tedavilerin oluşturduğu sıkıntı, gelecek kaygısı, hastanın kendi başına yaşama becerisini kaybedeceği, başkalarına bağımlı hale geleceği endişesi, beden
imajıyla ilgili korkuları; fiziksel, bilişsel ve sosyal yaşamını etliler (10,11). Psikolojik girişimlerin ve psikiyatrik desteğin bu hasta grubunda prognozu iyileştir-
diği, diyabete bağlı semptomları azalttığı gözlenmiştir
(12).
Diabetes Mellitus’lu hastalarda yaşam kalitesi ve depresyon etkisinin araştırılması konulu uzmanlık tezinde
Güven T; hastalarda, diabet ile geçirilen yaşam süresinin uzunluğunun, ileri yaş, düşük eğitim düzeyi, diyabetik komplikasyon varlığı, insülin kullanımı ve düzenli olmayan metabolik değerlerin yaşam kalitesini
olumsuz etkilediğini, depresif semptomları ve Major
Depresyon’a eğilimi arttırdığını belirtmektedir (13).
Diyabetin kontrolünde temel amaç, hastalığın uzun
süreli komplikasyonlarını önlemek ve yaşam kalitesini
arttırmaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesinde diyabetik hastalarda tedavi sürecinde psikolojik öğelerin de
değerlendirilmesi pek çok sorunun daha kolay aşılmasını sağlayacaktır (14).
Bugüne kadar kronik hastalıklar ve bunların psikiyatrik bozukluklar ile ilişkisini irdeleyen kronik hastalıklar içerisinde yer alan özellikle Diabetes Mellitusa sık
eşlik eden bir durum olarak görülen depresyon ve
anksiyete bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlıklar,
bunların diyabetle ilişkisi ve kişinin ruhsal durumuna
ve yaşamına etkisi üzerine birden çok makale, tez
ve yayın gibi çalışmalar mevcuttur (15-20). Bu çalışmada ise; Hızlı Depresif Belirti Envanteri Özbildirim
Formu ve Beck Depresyon Ölçeği’ne göre diyabetlilerde depresyon düzeylerinin belirlenmesi ve bu iki
ölçeğin karşılastırılması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Araştırma, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’nde Mart-Haziran
115
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
2013 tarihlerinde gerçekleştirildi. Çalışmaya kendi
istekleri ile katılmayı isteyen diyabetes mellituslu tüm
hastalar (n:80) dahil edildi. Halen psikiyatrik bir hastalık nedeniyle tedavi gören, görüşme yapmayı ya da
ölçekleri doldurmayı engelleyecek düzeyde bedensel
hastalığın veya bilişsel yetersizliğin olması dışlama
ölçütleri olarak kabul edildi.
Hastalara Depresif Belirti Envanteri Özbildirim Formu ve Beck Depresyon Ölçeği yüz yüze görüşme yoluyla uygulandı. Beck Depresyon Ölçeği 1961 yılında
Beck ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir. Ölçeğin
ülkemizde geçerlilik ve güvenirlilik çalışması 1989
yılında Hisli ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Ölçek; depresyonda görülen bedensel, duygusal, bilişsel
belirtileri ölçmektedir. Ölçek her biri dört kendini değerlendirme ifadesini içeren 21 maddeden oluşmaktadır. Ölçek maddeleri 0-3 puan olarak değerlendirilmektedir. Madde puanlarının toplanmasıyla toplam
depresyon puanı elde edilir. Ölçekten alınan puanın
yüksek olması depresyon belirti düzeyinin yüksek olduğunu gösterir (21,22). Puanlamaya göre; 0-9 minimal ya da yok, 10-16 hafif ölçekte depresif, 17-29 orta
düzeyde depresif, 30 ve üzeri şiddetli düzeyde
depresif olarak kabul edilir (23). Hızlı Depresif Belirti
Envanteri Özbildirim Formu ise A. John Rush tarafından oluşturulmuş ve ülkemizdeki geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Mergen ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (24). Puanlamaya göre; 0-5 arası yok, 6-10
hafif ölçekte depresif, 11-15 orta düzeyde depresif,
16-20 şiddetli ölçekte depresif, 20-27 çok şiddetli ölçekte depresif (24,25,26) olarak değerlendirilir. Hızlı
depresif belirti envanteri özbildirim formu uyku düzeni, ruhsal durum, iştah ve kilo değişiklikleri, dikkat
bozukluğu, olumsuz öz bakış, ölüm ve intihar düşüncesi, çevreye ilgi değişikliği, enerjide azalma, hareket
değişiklikleri ile ilgili 16 maddeden oluşmaktadır
(24,26).
Elde edilen veriler, her anket için ayrı ayrı olmak üzere, kendi içerisinde istatistiksel anlamlılık açısından ttesti ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR
Çalışmaya 41 kadın (%51,2), 39 erkek (%48,8) olmak
üzere 80 kişi katıldı. Araştırmaya katılanlardan 55’i
(%68,8) 65 yaş altı, 25’i (%31,2) ise 65 yaş üstü hastalardan oluşmaktaydı.
Çalışmada, diyabetes mellitus tanılı hastalara depresif
belirti mevcudiyetini saptamak üzere Hızlı Depresif
Belirti Envanteri Özbildirim Formu ve Beck Depresyon Ölçeği uygulandı. Hızlı Depresif Belirti Envanteri
Özbildirim Formu’na göre 43 kişinin (%53,8) depresif
belirti gösterdiği belirlendi. Beck Depresyon Ölçeği’ne göre ise 54 kişide (%67,5) depresif belirtiler
mevcuttu.
Anket sorularına verilen cevaplar, istatistiksel anlamlılık açısından birbirleri ile karşılaştırılarak bulunan sonuçlar aşağıdaki tablolarda verilmiştir (Tablo 1) (Tablo 2).
TARTIŞMA
Diyabeti olan hastalarda psikiyatrik hastalıkların sık
görüldüğü bilinmektedir. Diyabetli hastaların yaşam
boyu depresyon yaygınlığının %14,4-32,5 olduğu; bu
hastaların %40’ında ise anksiyete bulgularının görüldüğü belirtilmektedir (27). Yine diyabetli hastalarla
ilgili 2001 yılında Gülseren ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada; diyabet tanısının ilk konulduğu dönemlerde anksiyete bozukluğu görülürken, hastalık
ilerleyip süre uzadıkça diyabetin yol açtığı kısıtlanmalarda, yeti yitimi ve depresif bozukluğun ön plana çıktığı belirtilmektedir (28). Brown ve arkadaşları büyük
bir populasyonu kapsayan kohort çalışmasında; kişilerde başlangıç aşamasında depresyona yatkınlık ve
eşlik eden somatik bozukluk olmadığı sürece sadece
diyabetin depresyon riskini artırmadığını; artrit, şok ve
periferal arteriyal hastalıkların eşlik ettiği grupta depresyon insidansında artış olduğunu gözlemlemişlerdir
(29). Benzer bir diğer çalışmada ise bu verilerle uyumlu olarak kronik somatik hastalıkların eşlik ettiği diyabetli bir grupta depresyon insidansında artış gözlendiği belirtilmiştir (30). Yapılan çalışmada da; her iki ölçeğe göre, depresif belirti görülme sıklıkları sırasıyla,
%53,8 ve %67,5 gibi yüksek oranlardır.
Çalışma populasyonun sosyodemografik özellikleri
değerlendirildiğinde; cinsiyet açısından 80 hastanın
yüzde dağılımlarına bakıldığında, hastaların 39’unun
erkek (%48,8), 41’inin kadın (%51,2) olduğu görüldü.
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı (TÜİK) resmi
web sitesinde yer alan, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü (NVİGM) tarafından
güncellenen Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi
(ADNKS)’nden alınan verilere göre 2011 yılında Türkiye’de ikamet eden nüfusun %50,2’sini erkekler,
%49,8’ini kadınlar oluşturmaktadır (31,32). Çalışmadaki kişilerin cinsiyet dağılımı ile toplumun cinsiyet
dağılımı karşılaştırıldığında, genel toplum ölçütlerine
göre, kadınlar hafif yüksek orandaydı. Kadın cinsiyette, depresif semptomların daha sık görüldüğü
gözönüne alındığında; çalışmada yüksek oranda saptanan depresif belirti sıklıkları, bu durum ile ilişkilendirilebilir.
Tablo 1. Beck Depresyon Ölçeği’ne göre istatistiksel anlamlılık tablosu
116
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Tablo 2. Hızlı Depresif Belirti Envanteri Özbildirim Formu’na göre istatistiksel anlamlılık tablosu
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
117
118
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Araştırmaya katılanlardan 55’i (%68,8) 65 yaş altı,
25’i (%31,2) ise 65 yaş üstü hastalardan oluşmaktaydı.
Araştırmada yaş ortalaması 52,78± 10,29 (24-83) yaş
olarak saptanmıştır. Ülkemizde ortanca yaş erkeklerde
29,1 iken, kadınlarda 30,3’tür (31). Çalışmadaki hasta
ların yaş ortalaması, toplumun yaş ortalamasından
yüksek bulunmuş olup, diyabet ve eşlik eden psikiyatrik durumlar ile ilgili yapılmış olan diğer çalışmalardaki yaş ortalaması ile uyumludur (33).
Beck Depresyon Ölçeği’nin soruları kendi içerisinde
istatistiksel anlamlılık açısından karşılaştırıldığında;
hemen hemen tüm soruların kendi aralarında istatistiksel anlamlılık gösterdikleri tespit edildi (p<0.005).
Hızlı Depresif Belirti Envanteri Özbildirim Formu’na
göre ise, anket sorularının hemen hemen yarısının istatistiksel anlamlılık gösterdiği, diğer yarısının ise kendi
aralarında anlamlılık göstermedikleri saptandı. Buradan yola çıkarak; diyabetik hastalardaki depresif
semptomların dağılımının değerlendirilmesinde Beck
Depresyon Ölçeği’nin kullanılmasının daha uygun
olacağı düşünülmektedir. Ancak Hızlı Depresif Belirti
Envanteri Özbildirim Formu da kolay uygulanması,
hastalar tarafında poliklinik ortamında hızlı bir şekilde
yapılabilmesi gibi avantajlara sahiptir.
SONUÇ
Erişkin diyabetli hastalarda %18’inde psikiyatrik
yardım gerektirecek düzeyde bozukluklar geliştiği
belirtilmektedir ancak bu psikopatolojik durumların
%10’unun tanınmadığı bilinmektedir. O nedenle
hastanın muayenesinde bedensel yakınmaların yanı
sıra ruhsal duygusal davranışsal durumunda da dikkate
alınması önemlidir (24).
Yapılan bu çalışmada, diyabetli hastalarda psikiyatrik
bozukluklar açısından dikkatli olmanın gerekliliği
ortaya çıkmaktadır. Polikliniğe herhangi bir nedenle
başvuran her hastaya yukarıdaki iki ölçeğin
uygulanması, tanı koyucu değere sahiptir. Her hastanın
biyopsikososyal açıdan değerlendirmesinin gerekliliği
düşünülürse, bu ölçeklerin önemi ortaya çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
4.
Eren E, Oymak Y, Özgür T, ve ark. Diyabetik ketoasidozlu
olgularda hematolojik bulgular. Smyrna Tıp Dergisi 2012;
2(2): 5-9.
5.
Kırlı S, Sarandöl A. Diyabet ve Psikiyatrik Sorunlar. İçinde:
Diabetes Mellitus 2009 Multidisipliner Yaklaşımla Tanı, Tedavi ve İzlem. Ed: İmamoğlu Ş. Deomed Medikal Yayıncılık,
3. Baskı, İstanbul 2009; 552-557.
6.
Van den Akker M, Schuurman, Metsemakers J, Buntinx F. Is
depression related to subsequent diabetes mellitus? Acta
Psychiatr Scand 2004;110:178-183.
7.
Altunoğlu EG, Sarı Z, Erdenen F ve ark. Tip 2 Diabet
Mellituslu hastalarda diyabet süresi ve HbA1c düzeyleri ile
depresyon,anksiyete ve yeti yitimi arasındaki ilişki. İstanbul
Tıp Dergisi 2012;13(3):115-119.
8.
Peyrot M, Rubin RR. Levels and risks of depression and
anxiety symtomatology among diyabetic adults. Diyabetes
Care 1997;20:585-590.
9.
Altekin E, Uysal S, Özden Ş ve ark. Diyabet hastalarında depresyon ve öfke yönetiminin Leptin düzeyleri ve glisemik kontrol ile ilişkisi. Türk Klinik Biyokimya Dergisi 2006;4(2):8387.
10. Akbay PŞ. Diyabette depresyon ve anksiyete bozuklukları.
Dahiliye ve Psikiyatri V.1. Baskı, İstanbul, Okuyan Us Yayınları, 1993;94-99.
11. Tav AŞ, Özenli Y, Ünsal A ve ark. Tip 2 DM ve obez hastaların anksiyete ve depresif bozukluk açısından karşılaştırmalı
değerlendirilmesi. Türk Aile Hekimliği Dergisi 2010; 14(1):
22-25.
12. Özmen M. Diyabette psikososyal problemler. Türk diyabet
yıllığı 2000-20001, İstanbul Türk Diyabet Cemiyeti Yıllık Yayın Organı, 2001;51-57.
13. Güven T. Diabetes Mellitus’lu Hastalarda Yaşam Kalitesi ve
Depresyon Etkisinin Araştırılması. T.C. Sağlık Bakanlığı Şişli
Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Uzmanlık Tezi, İstanbul 2007.
14. Olgun N. Diyabette kendi kendine takip ilkeleri. Diyabet
mellitusun modern tedavisi 1. Baskı, İstanbul. Türk Diyabet
Vakfı, 2003
15. Nichols GA, Brown JB. Unadjusted and adjusted prevalence of
diagnosed depression in type 2 diabetes. Diabetes Care
2003;26:744–749.
16. Eren İ, Erdi Ö. Tip II diayebetes mellitusda komplikasyonların
psikiyatrik komorbiditeye etkisi. Psikiyatri Psikoloji
Psikofarmakoloji (3P) Dergisi 2004;12(3):209-216.
17. Özdemir İ, Hocaoğlu Ç, Koçak M ve ark. Tip 2 diyabetes
mellituslu hastalarda yaşam kalitesi ve ruhsal belirtiler. Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi 2011;
24(2):128-138.
18. Kuloğlu M, Karaoğlu A, Atmaca M ve ark. Tip II Diyabetik
hastalarda psikiyatrik belirtiler ve kan şekeri kontrolü. Düşünen Adam 2000;13(1):19-23.
19. Polonsky WH, Fisher L, Earles J et al. Assessing psychosocial
distress in diabetes, development of the diabetes distress scale.
Diabetes Care 2005;28(3):626-631.
1.
Tanyeri F. Diyabetes mellitusun tanı ve sınıflandırması. Aktuel
Tıp Diyabet Forumu 2002;7:4-10.
2.
Özer E. Diyabet eğitimi ve önemi. Aktüel Tıp Dergisi 1996;
1(8): 556-569.
20. Dunn SM, Smartt H, Beeney L et al. Measurement of
emotional adjustment in diabetic patients: validity and
reliability of ATT39. Diabetes Care 1986;9:480–489.
3.
Bahar A, Sertbaş G, Sönmez A. Diyabet mellituslu hastaların
depresyon ve anksiyete düzeylerinin belirlenmesi. Anadolu
Psikiyatri Dergisi 2006; 7:18-26.
21. Hisli N. Beck depresyon envanterinin geçerliliği üzerine bir
çalışma. Psikoloji Dergisi 1989;6(2):118-122.
119
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
22. Neziha ABA, Havva Tel. Diyabet mellituslu hastalarda depresyon ve öz bakım gücü. Cumhuriyet Hemşirelik Dergisi
2012;1:18-22.
28. Gülseren L, Hekimsoy Z, Gülseren Ş ve ark. Diyabetes
mellituslu hastalarda depresyon, anksiyete, yaşam kalitesi ve
yeti yitimi. Türk Psikiyatri Dergisi 2001;12:89-98.
23. Hisli N. Beck depresyon envanterinin üniversite öğrencileri
için geçerlilik ve güvenililrliği. Psikiyatri Dergisi 1989;7:3-13.
29. Brown LC, Majumdar SR, Newman SC et al. Type 2 diabetes
does not increase risk of depression. CMAJ 2006;175;42-46.
24. Mergen H, Tavlı T, Öngel K. Hızlı depresif belirti envanterinin
Beck depresyon envanteri ile karşılaştırılması. Ayaktan başvuran hastalarda geçerlilik ve güvenilirliği. Nöropsikiyatri Arşivi
2012;49:1-5.
30. Engum A, Mykletun K, Holen A, et al. Depression and
diabetes; a large population based study of sociodemografic, life style and clinical factors associated with depressionin type
and 2 diyabetes care 2005;28;1904-1909.
25. Sadok BJ, Sadok VA, Kaplan and sSdok's. Synapsis of
psychiatry. Behavioral sciences/ Clinical Psychiatry. Philadelphia
2007;11:527-528.
31. Türkiye İstatistik Kurumu Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi
sonuçları 2011. http://www.tuik.gov.tr/PreHaber Bultenleri.
do?id=10736 erişim tarihi:22.07.2012.
26. Rush AJ, Trivedi MH, Ibrahim HM et all. The 16-item Quick
inventory of depressive symptomatology (QIDS) Clinician
rating (QIDS-C) and self report (QIDS-SR): A psychometric
evaluation in patients with chronic major depression.
Biological Psychiatry 2003;54:573-583.
32. T.C. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü resmi web sitesi. http://www.nvi.gov.tr/ Hizmetler/Istatistikler,Statistikler_Main.html erişim tarihi:22.07.2012.
27. Eren İ, Erdi Ö, Özcankaya R. Tip 2 diyabetik hastalarda kan
şekeri kontrolü ile psikiyatrik bozuklukların ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi 2003;14:184-191.
33. Bahar A, Sertbaş G, Sönmez A. Diyabetes mellituslu hastaların
depresyon ve anksiyete düzeylerinin belirlenmesi. Anatolian
Journal of Psychiatry 2006;7:18-26.
İLETİŞİM:
Uz. Dr. Yusuf Adnan GÜÇLÜ
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Aile Hekimliği Kliniği, İzmir
Tel: 232 4696969
Faks: 232 4330756
e-posta: [email protected]
e-posta: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
120
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
121
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 121-126
KLİNİK ARAŞTIRMA
PROSTATEKTOMİ SONRASI İDRAR
KAÇIRMALARINDA TRANSOBTURATOR ASKI
OPERASYONU: 27 olguda sonuçlari
TRANSOBTURATOR SLING OPERATIONS ON POST-PROSTATECTOMY
INCONTINENCE: Results in 27 cases
Burak ARSLAN
Baran ANTAR
Zafer KOZACIOĞLU
İbrahim Halil BOZKURT
Tarık YONGUÇ
Fırat AKDENİZ
İsmail GÜLDEN
ÖZET
Amaç: Post-prostatektomik üriner inkontinans nedeniyle uygulanan transobturator askı yönteminin etkinliğinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: 2007-2012 yılları arasında prostatektomi operasyonları sonrası gelişen idrar kaçırma nedeniyle 27 hastaya
transobturator askı operasyonu uygulandı. Hastaların inkontinans derecesinin tespiti 24 saatte kullandığı ped sayısına göre
yapıldı. Günlük 1-2 ped kullanımı hafif, 3-5 ped kullanımı orta ve >5 ped kullanımı ciddi inkontinans olarak sınıflandırıldı.
Transobturator askı operasyonu sonrası hastaların takiplerinde idrar inkontinansı olmayan ve ped kullanmayan hastalar kuru,
<2 ped/gün kullanan veya operasyon sonrası kullandığı ped sayısında ≥%50 azalma olan hastalar klinik iyileşme, >2 ped/gün
kullanımı veya kullanılan ped sayısı <%50 azalan hastalar başarısız olarak kabul edildi.
Bulgular: Seride yaş ortalaması 64.3(58-72) dür(Postoperatif 3. ay kontrollerinde hastaların 9’unda (%33,4) tam kuruluk,
7’sinde (%25,9) klinik iyileşme saptandı. 11 hastada (% 40,7) ise operasyon öncesine göre herhangi bir değişiklik olmadığı
görüldü. Preoperatif / postoperatif ölçülen abdominal zayıf nokta basıncı (AZNB) değerleri ve preoperatif / postoperatif kullanılan günlük ped sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. (p<0,05). Hastaların 12. ay kontrollerinde,
retropubik radikal prostatektomi (RRP) sonrası inkontinan olup postoperatif 3. ayda tam kuruluk sağlanan 2 hasta ve klinik
iyileşme sağlanan 1 hastada orta derecede inkontinans saptandı. İnkontinans derecesine göre değerlendirildiğinde başarı oranının; hafif derece inkontinans grubundaki 5 olgunun tümünde( %100), orta derece inkontinans grubundaki 18 olgunun
8’inde(%44,4) olduğu saptandı. Şiddetli inkontinans grubundaki 4 olgunun tümünde(%100) ise operasyonun yarar sağlamadığı görüldü.
Sonuç: Transobturator askı yöntemi, hafif-orta derecede post-prostatektomik üriner inkontinansı olan seçilmiş olgularda tercih edilebilir bir yöntemdir. İnkontinans etiyolojisi radikal prostatektomi olan ve ileri düzey kaçırmalarda bu prosedürün başarı şansının bulunmadığı ortaya konmuştur.
Anahtar Sözcükler: Prostatektomi komplikasyonu; Transobturator askı, Üretra,Üriner inkontinans;
İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İZMİR
(Op.Dr. İ.H. Bozkurt, Başasistan, Op.Dr. B. Arslan, Op.Dr. Z. Kozacıoğlu, Op.Dr. T. Yonguç, Dr. İ.Gülden)
Kırklareli Devlet Hastanesi, Üroloji Kliniği, KIRKLARELİ (Dr. B. Antar)
Gaziemir Devlet Hastanesi Üroloji Kliniği, İZMİR (Op.Dr. F. Akdeniz)
Yazışma: Op. Dr. Burak ARSLAN
122
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
SUMMARY
Aim: To evaluate the effectiveness of transobturator sling operation on patients with post prostatectomy incontinence.
Material and Method: Transobturator sling procedures were performed on 27 incontinent, post prostatectomy patients between 2007 and 2012. The degree of incontinence was determined by the number of pads used daily. 1-2 pads/day, 3-5
pads/day and >5 pads/day were classified as mild, moderate, severe incontinence, respectively. During the followup for the
transobturator sling operation; the continent patients with no need for pads, <2 pads/day and less than 50% decrease in the
total numbers of pads used daily were classified as ‘dry’, ‘clinical improvement’ and ‘failure’, respectively.
Findings: On 3rd postoperative month; 9 patients (33,4%) were completely dry, 7(25,9%) had clinical improvement and 11
patients(40,7%) experienced no difference compared with the preoperative period. There was a statistically significant difference between the preoperative and postoperative ALPP (abdominal leak point pressure) values and pads used daily (p<0,05).
On 12th month followup, moderate incontinence was detected on 3 patients with retropubic radical prostatectomy; one with
clinical improvement and two being dry on the 3rd postoperative month. When the success rates were evaluated according to
the level of incontinence; 100%, 44,3% and 0% success rates were observed for mild, moderate and severe incontinence, respectively.
Conclusion: Transobturator sling method is a reasonable choice for selected post prostatectomy patients with mild-moderate
incontinence. It’s noteworthy that patients having radical prostatectomy as the etiologic factor for urinary incontinence, this
procedure has lower success rates.
Key words: Prostatectomy Complications; Transobturator sling;Urethra,Urinary incontinence;
GİRİŞ
Benin prostat hipertrofisi (BPH) ya da prostat kanseri
için yapılan prostatektomi sonrası idrar kaçırma
(üriner inkontinans) oluşumu, yaşam kalitesi ve psikolojiyi ciddi derecede bozan bir rahatsızlıktır (1). BPH
nedeniyle yapılan cerrahi girişimlerden sonra (transüretral
prostat rezeksiyonu, transvezikal prostatektomi) saptanan inkontinans oranı %1 iken, radikal prostatektomi
sonrası bu oran %2 ile %66 arasında bildirilmiştir (2).
Post-prostatektomi inkontinans patofizyolojisinde etkili olduğu düşünülen faktörler; nörolojik hastalıklar,
sfinkter yetmezliği, detrüsör instabilitesi, kalıntı adenom dokusu, mesane boynu darlığı, üretra darlığı,
kapsül perforasyonu ve eksternal sfinkter hasarıdır
(3,4). İnkontinans, operasyon sonrası ilk 3 ayda (erken
dönem) hastaların %30-40’ında gözlenirken, çoğunlukla sıkışma(urge)inkontinans şeklindedir ve
prostatik lojun iyileşme süreci, infeksiyon veya uzun
süre var olan BPH’ya bağlı olabilir. Geç dönemde ise
daha çok stres inkontinans şeklinde görülür (5).
Sfinkter yetmezliği, prostat cerrahisi sonrası ortaya
çıkan idrar kaçırmanın en önemli nedenidir. Önceden
var olan ya da prostatektomi sonrası oluşan detrüsör
aşırı aktivitesi post-prostatektomi inkontinans olgularında %3-40 oranında saptanırken, sfinkterik yetmezlik %40-88 olguda yalnız başına ya da mesane
disfonksiyonu ile en yaygın nedendir. Mesane çıkım
tıkanıklığı ise %1-2 olguda idrar kaçırma nedeni ola-
rak karşımıza çıkmaktadır (6,7). Prostatektomi sonrası
oluşan inkontinansın tedavisi, konservatif yöntemlerden invaziv girişimlere kadar değişen farklı yöntemler
kullanılarak yapılmaktadır (8). Tedavi stratejisinin belirlenmesinde hastanın yaşı, inkontinans tipi, eşlik
eden anomaliler ve inkontinansın şiddeti önemli rol
oynamaktadır. Hafif-orta dereceli inkontinans olgularında konservatif ve minimal invaziv girişimler söz
konusu iken, daha şiddetli olgularda ayarlanabilir askılar ve yapay üriner sfinkterler (YÜS) ön plana çıkmaktadır (9).
Bu çalışmada idrar kaçırma nedeniyle uyguladığımız
transobturator askı operasyonunun kısa dönem sonuçlarını değerlendirdik.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 2007- Haziran 2012 tarihleri arasında prostatektomi operasyonları sonrası gelişen üriner inkontinansa
yönelik transobturator askı operasyonu uyguladığımız
27 erkek hasta geriye dönük değerlendirildi. Çalışmaya alınan tüm hastaların operasyona dair bilgilendirilmiş onam formları var idi. Hastaların inkontinans derecesinin tespiti 24 saatte kullandığı ped sayısına göre
yapıldı. Günlük 1-2 ped kullanımı hafif, 3-5 ped kullanımı orta ve >5 ped kullanımı şiddetli inkontinans
olarak sınıflandırıldı. Operasyon öncesinde tüm hastalara ürodinamik incelemenin yanısıra üretral darlık,
mesane boynu darlığı ve intravezikal patolojileri dışlamak için sistoüretroskopi yapıldı.
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Cerrahi teknik: Litotomi pozisyonuna alınan hastada;
bulber üretranın üstüne gelecek şekilde perineal orta
hatta düşey kesiyle deri derialtı ve fasyalar geçildi.
Lateral diseksiyonla bulbospongiöz kas ile birlikte
bulber üretra serbestleştirildi. Paraüretral alanlar keskin ve künt diseksiyon ile ayrılarak iskiyopubik kemiğe parmak ile ulaşıldı. Adduktor longus tendonunun
yaklaşık 1-2 cm altına, inferior ramus pubisin
lateraline 5 mm boyutunda sağ ve sol olmak üzere iki
adet insizyon yapıldı. İskiyopubik kemiğe yerleştirilen
parmak kılavuzluğunda ve olabildiğince obturator
foramenin iç kısmından geçecek şekilde, Porges iğnesi
bu insizyondan dıştan içe geçirildi. Yama olarak 30
cm uzunluğunda 1,5 cm eninde hazırlanan geniş delikli polipropilen yama kullanıldı.
Porges iğnesine hazırlanan yamanın bir ucu yerleştirilerek insizyondan dışarı alındı. Yamanın diğer ucu da
Porges iğnesi yardımıyla diğer insizyondan dışarı
alındı. Yama gevşek olarak üretranın altına yerleştirildi. Hastaya üretral Foley katater takılarak işlem sonlandırıldı. Postoperatif 1. gün hastanın sondası alınarak işeme kontrolü yapıldı ve işeme sonrası kalıntı idrar miktarı ölçüldü.
Hastalar ameliyat sonrası 3. ve 12. ayda değerlendirme
için kontrole çağırıldı. Transobturator askı operasyonu
sonrası hastaların izleminde idrar inkontinansı olmayan ve ped kullanmayan hastalar tam kuru, <2
ped/gün kullanan veya operasyon sonrası kullandığı
ped sayısında ≥%50 azalma olan hastalar klinik iyileşme, >2 ped/gün kullanımı veya kullanılan ped sayısı <%50 azalan hastalar başarısız olarak kabul edildi.
İstatistiksel değerlendirme
Çalışmada elde edilen verilerin değerlendirilmesinde
SPSS 17 programı kullanıldı. Preoperatif ve postoperatif dönemde kullanılan günlük ped sayısı, AZNB ve
Qmax değerlerinin karşılaştırılmasında Wilcoxon testi
kullanıldı. İstatistiksel olarak p<0,05 değeri anlamlı
kabul edildi.
BULGULAR
Ortalama yaşı 64,8 (58-72) olan toplam 27 hastaya
transobturator askı operasyonu yapıldı. Üriner inkonti-
123
nans, 18 hastada retropubik radikal prostatektomi
(RRP) ve 9 hastada transvezikal prostatektomi (TVP)
operasyonu sonrası oluşmuştu. Çalışmaya alınan hastaların 3’ünde antikolinerjik kullanım öyküsü var
olup, 6’sına internal üretrotomi, 2 hastaya ise mesane
boynu rezeksiyonu yapılmıştı. Hastaların tedavi öncesi
kullandıkları günlük ped sayısı ortalama 3,75 ± 1,3 idi.
Hastalarda operasyona kadar geçen ortalama üriner
inkontinans süresi 31,8 (8-72) ay olarak hesaplandı.
Operasyon öncesi ortalama abdominal zayıf nokta
basıncı (AZNB) 32,1 (18-42) cm H2O, ortalama maksimum idrar akım hızı (Qmax) 18,6 (15-22) ml/sn idi.
Hasta özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir.
Hastalarda peroperatif bir cerrahi komplikasyon gözlenmezken postoperatif 2 hastada antibiyoterapiyle
gerileyen üriner infeksiyon ortaya çıktı.
Ortalama izlem süresi 19,5 (12-43) ay idi. Postoperatif
3. ay kontrollerinde hastaların 9’unda (%33,4) tam kuruluk, 7’sinde (%25,9) klinik iyileşme saptandı. 11
hastada (% 40,7) ise operasyon öncesine göre herhangi bir değişiklik olmadığı görüldü (Tablo 2). RRP yapılan hastaların 4’ünde tam kuruluk, 5’inde klinik iyileşme saptanırken, TVP yapılan hastaların 5’inde tam
kuruluk, 2’sinde ise klinik iyileşme saptandı (Tablo2).Ameliyat önce ve sonrası ölçülen AZNB değerleri
ve günlük ped sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. (p<0,05) (Tablo 3). Operasyonun başarısız olduğu 3 hastaya yeni başlamış
acil(urge)inkontinans nedeniyle antikolinerjik tedavi
başlandı. Hastaların 12. ay kontrollerinde, RRP sonrası idrar kaçırmanın sürdüğü, postoperatif 3. ayda tam
kuruluk sağlanan 2 hasta ve klinik iyileşme sağlanan 1
hastada orta derecede inkontinans saptandı (Tablo 2).
Geçirilmiş transüretral cerrahi girişim öyküsü olan
hastaların başarı oranları incelendiğinde 3 hastada
(%37,5) klinik iyileşme sağlandığı, 5 hastada (%62,5)
operasyonun başarısız olduğu görüldü. İnkontinans
derecesine göre değerlendirildiğinde ise başarı oranının; hafif inkontinans grubunda %100, orta derece
inkontinans grubunda %44,3 olduğu, şiddetli
inkontinans grubunda ise operasyonun fayda sağlamadığı görüldü (Tablo 4).
124
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Tablo 1. Hasta özellikleri
Yaş (ortalama)
64,8 ± 3,9
Prostatektomi
Retropubik radikal prostatektomi
Transvezikal prostatektomi
18
9
(%66,5)
(%33,5)
Önceki operasyonlar
İnternal Üretrotomi
Mesane boynu rezeksiyonu
6
2
(%22,2)
( %7,4)
Kullanılan günlük ped sayısı; ped/gün
3,75 ± 1,3
İnkontinans derecesi
Hafif
Orta
Şiddetli
5
18
4
İnkontinans süresi (ortalama,ay)
31,8 ± 13,5
Pre-op AZNB(ortalama, cm H2O)
32,1 ± 6,4
Pre-op Qmax (ortalama, ml/sn)
18,6 ± 1,9
Tablo3. Preoperatif-postoperatif parametrelerin karşılaştırılması
Tablo 2. Askı operasyonu erken sonuçları
3.AY
RRP
TVP
Toplam
Kuru
4
5
9 (%33,4)
Klinik İyileşme 5
2
7 (%25,9)
Başarısız
2
11 (%40,7)
9
12.AY
Kuru
(%18,6)
(%66,6)
(%14,8)
2
5
7 (%25,9)
Klinik İyileşme 4
2
6 (%22,3)
Başarısız
2
14 (%51,8)
12
Preoperatif
Postoperatif
P değeri
Ped kullanımı (ped/gün)
Ortanca
Ortalama
4 (1-6)
3,75
1 (0-5)
2,25
<0,05
Maksimum akım hızı (ml/sn)
Ortanca
Ortalama
19 (15-22)
18,67
19 (15-21)
16,33
0,08
ALPP (cm H2O)
Ortanca
Ortalama
33 (18-42)
32,11
58 (34-96)
63,21
<0,05
Tablo 4. İnkontinans derecesine göre 12. ay başarı oranları
SONUÇ
Hafif
Orta derece
Şiddetli
Toplam
İnkontinans (5)
İnkontinans (18)
İnkontinans (4)
(27)
Tam kuruluk
3 (%60,0)
4 (%22,2)
-
7 (%25,9)
Klinik İyileşme
2 (%40,0)
4 (%22,2)
-
6 (%22,2)
Başarısız
-
10 (%55,7)
4 (%100)
14 (%51,8)
Toplam Başarı*
5 (%100)
8 (%44,4)
-
13 (%48,2)
*Toplam başarı = tam kuruluk + klinik iyileşme
TARTIŞMA
Prostatektomi sırasında mesane boynunda bulunan
düz kas hücrelerinin, eksternal sfinkterdeki çizgili kas
hücrelerinin veya bu yapıları uyaran sinir hücrelerinin
zarar görmesi olasıdır. Uygulanacak tedavide amaç,
mesane çıkım direncini arttırma yönündedir. Tedavi
seçenekleri arasında pelvik taban egzersizi (PTE),
biyogeribildirim ve ilaç tedavisi gibi konservatif yöntemlerin yanı sıra üretral madde injeksiyonu, bulboüretral askı ameliyatları ve yapay üriner sfinkter
implantasyonu gibi cerrahi yöntemlerde bulunmaktadır (10).
Askı operasyonlarında temel amaç, inkontinansı engellemek, bunun yanında üretral obstrüksiyona yol
125
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
açmadan spontan işemeye izin verecek şekilde çıkım
direncini arttırmaktır. Fizyolojik bir işemeye olanak
tanıması, el becerisi gerektirmemesi ve ucuz olması
askı operasyonlarının prostatektomi sonrası idrar kaçırmada kullanımını giderek arttırmıştır. Başlangıçta
bulber üretranın altından geçirilen silikon kaplı polyester bir askı materyali iskiyopubik ramuslara vidalar
ile tespit edilmekteydi (11,12). Ancak bu teknikle
postoperatif izlem süresi arttıkça başarı oranı azaldığından, askının gerginliğinin ayarlanabildiği yeni yöntemler denenmiştir.
Ayarlanabilir askı sistemleriyle (REMEEX, Argus) yapılan post-prostatektomi inkontinans vakalarında
%60’ın üzerinde kuruluk bildirilirken, mesane perforasyonu ve üretra rüptürü gibi komplikasyon oranları %15
civarındadır (13). Kadın stres inkontinans tedavisinde
kullanılan transobturator retroüretral askılar, postprostatektomi inkontinans tedavisinde de kullanılmıştır.
Rapp ve arkadaşları cerrahi teknik olarak transobturator
yolu ile AdVance erkek askısı yöntemini tanımlamışlardır (14).
2009 yılında Cornu ve arkadaşlarının AdVance askı
kullandıkları çalışmalarında 102 hasta değerlendirilmiştir. Ortalama 13 ay izlemde 102 hastanın 64’ünde
tam kuruluk sağlanırken, 18’inde klinik iyileşme ve
20’sinde ise başarısızlık saptanmıştır (15).
Jentzmik ve arkadaşlarının 32 hastalık çalışmasında
ortalama 9 aylık izlem sonunda hastaların
%56,2’sinde tam kuruluk, %21,9’unda klinik iyileşme
elde edilirken, %21,9’unda operasyonun başarısız olduğu saptanmıştır. Transüretral mesane boynu
insizyonu yapılanlarda ise başarısızlık oranı %50 olarak bulunmuştur. Başarı oranının (tam kuruluk + klinik iyileşme) hafif ve orta derece inkontinanslı hastalarda daha yüksek olduğu görülmüş, kullanılan günlük
ped sayısında ve maksimum akım hızında (Qmax) istatistiksel anlamlı düşüş saptanmıştır (16). Serimizde ise
kullanılan günlük ped sayısında anlamlı azalma görülürken maksimum akım hızında anlamlı bir değişim
saptanmadı. Bununla birlikte başarı oranımızın literatürle uyumlu olarak hafif ve orta derece inkontinansta
daha yüksek olduğu görüldü. Transüretral cerrahi girişim öyküsü olan ve olmayan hastalar karşılaştırıldığında ise Jentzmik ve ark. nın çalışmasına benzer şekilde daha düşük başarı oranları saptandı (%37,5 /
%50).
Bauer ve arkadaşları ise orta ve şiddetli inkontinansı
olan 124 hastaya AdVance askı ile 6. ay kontrollerinde hastaların % 55,8’inin ped kullanmadığını %16,8
oranında başarısızlık saptamışlardır. 1. yıl kontrollerinde ise bu oranların sırasıyla % 51,4 ve % 22,9 olduğu gözlenmiştir (17). Aynı şekilde Montague ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada da transobtu-rator
askı operasyonu sonrası erken dönemde % 87,3 olan
klinik başarı 2. yılın sonunda % 62,5’e gerilemiştir
(18). Bizim çalışmamızda da erken dönem başarı oranının 1. yıl sonunda azaldığı saptandı. (3. ayda %59,3
ve 1.yılda %48,2)
Ülkemizde Kaya ve arkadaşları tarafından yapılan bir
çalışmada askı yöntemi uygulanan post-prostatektomi
inkontinans olgularında hastaların %46’sının tam kuru,
%38’inde ise klinik iyileşme olduğu saptanmıştır (19).
Çitgez ve arkadaşlarının polipropilen meş teyp kullandıkları çalışmalarında ise ortalama 53.3 aylık izlem
sonrasında opere edilen hastaların sadece %5’inde tam
kuruluk sağlandığı gözlenmiştir (20). İki merkezden
35 hastanın transobturator askı operasyonu sonuçlarının değerlendirildiği Cornel ve arkadaşlarının ileriye
dönük çalışmalarında, hastalar 3. ay ve 1. yılda kontrole çağırılmıştır. Başarı oranları incelendiğinde;
3.ayda %14,3 tam kuruluk ve %40 klinik iyileşme,
1.yıl kontrolünde ise %9 tam kuruluk ve %45,5 klinik
iyileşme sağlandığı görülmüştür (21). Toplam başarı
oranı açısından bizim çalışmamızla benzer sonuçları
olsa da tam kuruluk sağlanan hasta oranı daha düşüktür. Cornel ve arkadaşlarının serilerinde tam kuruluk
sadece radikal prostatektomi grubunda sağlanırken,
bizim serimizde hem radikal hem de transvezikal
prostatek-tomi grubunda tam iyileşme sağlanmıştır.
Transvezikal prosta-tektomi ve radikal prostatektomi
grupları karşılaştırıldığında, tekniğin transvezikal
prostatektomide daha başarılı olduğu görülmektedir.
Bundan dolayı, radikal prostatektomiye bağlı idrar kaçırma ile transvezikal prostatektomiye bağlı idrar kaçırma sonuçları ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
SONUÇ
Transobturator askı yöntemi hafif-orta derecede postprostatektomik üriner inkontinansı olan seçilmiş olgularda tercih edilebilir bir yöntemdir. İnkontinans etiyolojisi radikal prostatektomi olan hastalarda bu prosedürün başarı şansının daha düşük olacağı göz önünde
bulundurulmalıdır.
KAYNAKLAR
1.
Hunskaar S, Sandvik H. One hundred and fifty men with urinary incontinence. III. Psychosocial consequences. Scand J
Prim Health Care 1993;11(3):193-196.
2.
Kao TC, Cruess DF, Garner D, et al. Multicenter patient selfreporting questionnaire on impotence, incontinence and stricture after radical prostatectomy. J Urol 2000;163(3):858-864.
126
3.
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Wasson JH, Reda DJ, Bruskewitz RC, Elinson J, Keller AM,
Henderson WG. A comparison of transurethral surgery with
watchful waiting for moderate symptoms of benign prostatic
hyperplasia. The Veterans Affairs Cooperative Study Group on
Transurethral Resection Of The Prostate. N Engl J Med
1995;332(2):75-79.
4.
Theodorou C, Moutzouris G, Floratos D, Plastiras D, Katsifotis
C, Mertziotis N. Incontinence after surgery for benign prostatic
hypertrophy: the case for complex approach and treatment. Eur
Urol 1998;33(4):370-375.
5.
Seçkin B, Kılıç Ö. Postprostatektomi inkontinansın nedenleri
ve tedavisi. Üroonkoloji Bülteni 2011;4:70-73.
6.
Groutz A, Blaivas JG, Chaikin DC, Weiss JP, Verhaaren M.
The pathophysiology of post-radical prostatectomy incontinence: A clinical and video urodynamic study. J Urol
2000;163(6):1767-1770.
7.
Ficazzola MA, Nitti VW. The etiology of post-radical prostatectomy incontinence and correlation of symptoms with urodynamic findings. J Urol 1998;160(4):1317-1320.
8.
Walsh PC, Partin AW. Anatomic Radical Retropubic Prostatectomy. In: Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, eds. Campbell-Walsh Urology. Vol. 3, 9th edn.
Philadelphia: Saunders Elsevier, 2007:2956-2978.
9.
Onur R, Orhan İ. Radikal prostatektomi sonrası oluşan idrar
kaçırma patogenezive güncel tedavi yaklaşımları. Fırat Tıp
Dergisi 2008;13:80-87.
10. Victor W, Nitti MD. Postprostatectomy Incontinence. In:
Walsh PC, Retik AB, Vaughan ED JR, Wein AJ, eds. Campells
Urology. Vol. 2, 8th ed. Philadelphia: Saunders Elsevier,
2002:1053-1068.
11. Comiter CV. The male sling for stress urinary incontinence: a
prospective study. J Urol 2002;167(2 pt 1):597-601.
13. Aslan AR, Şengör F. Post prostatektomi inkontinans: Nasıl
tedavi edelim? Üroonkoloji Bülteni 2010:69-73.
14. Rapp DE, Reynolds WS, Lucioni A, Bales GT. Surgical technique using AdVance sling placement in the treatment of postprostatectomy urinary incontinence.
Int Braz
J Urol 2007;33(2):231–235.
15. Cornu JN, Sebe P, Ciofu C, et al. The AdVance Transobturator
Male Sling for Postprostatectomy Incontinence: Clinical Results of a Prospective Evaluation after a Minimum Follow-up
of 6 Months .Eur Urol 2009;56(6):923-927.
16. Mueller J, Schrader AJ, Schnoeller T, et al. The retrourethral
transobturator sling suspension in the treatment of male urinary
stres incontinence: Results of a single institution experience.
ISRN Urology 2012; doi: 10.5402/2012/304205.
17. Bauer RM, Mayer ME, Gratzke C, et al. Prospective evaluation
of the functional sling suspension for male postprostatectomy
stres urinary incontinence: results after 1 year. Eur Urol
2009;56(6):928-933.
18. Lİ H, Gill BC, Nowacki AS, et al. Therapeutic durability of the
male transobturator sling: Midterm patient reported outcomes.
J Urol 2012;187(4):1331-1335.
19. Kaya C, Kanberoğlu H, Yılmaz G, İlktaç A, Öztürk Mİ, Karaman İM. Prostatektomi sonrası idrar kaçırma nedeniyle uyguladığımız bulboüretral erkek askı ameliyatı: erken dönem sonuçlarımız. Türk Üroloji Dergisi 2006; 32(4): 533-537.
20. Çitgez S, Önal B, Demirkesen O, Öner A, Çetinel B. Erkeklerde sfinkterik idrar kaçırma tedavisinde polipropilen meş
teyp: uzun dönem sonuçları. Türk Üroloji Dergisi 2007; 33(4):
495-498.
21. Cornel EB, Elzevier HW, Putter H. Can Advance transobturator sling suspension cure male urinary postoperative stres incontinence? J Urol 2010;183(4):1459-1463.
12. Giberti C, Gallo F, Schenone M, Cortese P, Ninotta G. The
bone anchor suburethral synthetic sling for iatrogenic male incontinence: critical evaluation at a mean 3-year followup. J
Urol 2009;181(5):2204–2208.
İLETİŞİM:
Op. Dr. Burak ARSLAN
Adres: Saim Çıkrıkçı Cad No:59 Karabağlar/İZMİR
Tel: 0532 2049025
e-posta: [email protected]
e-posta: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
127
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 127-132
KLİNİK ARAŞTIRMA
AİLE HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİNDE
ANTİHİPERTANSİF KULLANIMI i
USE OF ANTI-HYPERTENSIVE DRUGS IN FAMILY
MEDICINE POLYCLINIC
Yusuf Adnan GÜÇLÜ
Abdurrahman ERSU
Nazmiye Kaçmaz ERSU
Kurtuluş ÖNGEL
ÖZET
Amaç: Hastanemiz Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran hipertansif hastaların yaşları, cinsiyetleri, ilaç kullanımları, ek
hastalık durumları gibi verilerin ortaya konması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma geriye dönüktür. 03.09.2007 ile 06.03.2013 tarihleri arasında İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran ve antihipertansif ilaç kullanım raporu çıkarılan hastalar oluşturmuştur.
Toplam 13951 hasta içerisinden, 240 hasta çalışmaya alınmıştır. Hipertansif hastalar hastane kayıtlarından taranarak hastalara
ait yaş, cinsiyet, ilaç kullanımı, ek hastalıkları bulunup bulunmadığı ve ek hastalıkları varsa hangi ek hastalıklara sahip oldukları kaydedilerek bu parametrelerin yüzde dağılımı hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 240 hipertansif hastanın 58’i (%24,2) 61-65 yaş aralığındaydı. Olguların 151’i (%62,9) kadın ve
89’u (%37,1) erkekti. Hipertansiyona ek olarak en sık görülen hastalık diabetes mellitustu (DM). Hipertansif hastaların
22’sinde (%9,2) hipertansiyona yalnızca DM eşlik etmekteydi; hastaların 17’sine (%7,1) ise yalnızca hiperlipidemi eşlik etmekteydi. Hipertansiyonla birlikte hem DM hem de koroner arter hastalığı (KAH) bulunan hasta sayısı 15’ti (%6,2). Buna
karşın yalnızca KAH’ın eşlik ettiği hasta sayısı 7 idi (%2,9). 5 hastada (%2,1) ise hipertansiyona hiperlipidemi, KAH ve DM
eşlik etmekteydi. Monoterapide en sık kullanılan ilaç Anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) baskılayıcılar olarak tespit
edildi. 9 hasta (%3,8) ACE inhibitörleri kullanmaktaydı. İkili ilaç kombinasyonlarından en sık kullanılan anjiotensin reseptör
blokeri (ARB) ile birlikte hidroklortiazid (HCT) idi. 50 hasta (%20,8) ARB+HCT ilaç kombinasyonunu kullanmaktaydı. 30
hasta (%12,5) kalsiyum kanal blokeri+ARB+HCT kombinasyonunu kullanmaktaydı ve üçlü antihipertansif kullanan hasta
grubunda en sık kullanılan kombinasyon buydu.
Sonuç: Çalışmada hipertansiyona DM’nin de eklenmesinin KAH gelişme riskini artırdığı görüldü. Çalışmada monoterapide
en sık kullanılan antihipertansifin ACE inhibitörleri olup ikili antihipertansif kombinasyonlarında ise HCT ile birlikte ACE
inhibitörleri ya da ARB’ler en sık kullanılmaktaydı. Bununla birlikte ACE inhibitörleri ve ARB’ler üçlü ilaç kombinasyonları
içinde de en sık kullanılan ilaç gruplarıydı.
Anahtar Sözcükler: Antihipertansif, Hipertansiyon, Monoterapi,,Tansiyon ilaçları,Yüksek tansiyon
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği, İzmir
(Uz. Dr.Y. A. Güçlü, Dr. A. Ersu, Dr.N. Kaçmaz Ersu)
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, İZMİR
(Doç. Dr. K. Öngel)
Yazışma: Uz. Dr. Yusuf Adnan GÜÇLÜ
128
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
SUMMARY
Aim: To analyse data such as hypertensive patients’ age, gender, medications, drug usage in our Outpatient Clinic of Family
Medicine in a teaching hospital.
Material and Method: The study was planned retrospectively. The population of the study was consisted of patients who
were referred to Izmir Tepecik Education and Research Hospital Family Medicine Polyclinic and issued with antihypertensive medical reports between 03.09.2007 and 06.03.2013. Among 13951 patients, according to the sampling formula
with number of known universe, 240 patients were included to the study. Hypertensive patients were scanned from hospital
records, and age, gender, medical situation, and additional diseases were noted and the percentage distributions were calculated.
Findings: 58 patients (24,2%) of the total 240 hypertensive patients were between 61-65 ages. 151 patients were (62,9%)
woman and 89 (37,1%) were man. The most seen additional disease was diabetes mellitus (DM). 22 hypertensive patients
(9,2%) were only presented with DM and 17 patients (7,1%) were only presented with hyperlypidemia. 15 hypertensive patients (6,2%) showed together with both diabetes mellitus and coronary artery disease (CAD). Whereas, the number of showing CAD along with the diabetis was 7 (2,9%). For 5 patients (2,1%) hypertension was together with hyperlypidemia, CAD
and DM. The most used drugs for monotherapy were anjiotensin converting enzyme (ACE) inhibitors. 9 patients (3,8%) were
using ACE inhibitors. The most used two drug combination was anjiotensin reseptor blocker (ARB) plus hydroclorotiazid
(HCT). 50 patients (20,8%) were using the ARB+HCT combination. 30 patients (12,5%) were using the calcium canal bloker+ARB+HCT combination and that was the most used three anti-hypertensive drug combination.
Conclusion:It was seen that when DM was added to hypertension, the risk of CAD increases. The most used antihypertensive agent in monothrepy was ACE inhibitors; for combined therapy ACE inhibitors plus HCT or ACE inhibitors
plus ARB were mostly chosen. Besides this; ACE inhibitors and ARB were the most used drugs for triple drug combination.
Keywords: Anti-hypertensive, Hypertension, Monotherapy.
GİRİŞ
Hipertansiyon toplumda sık görülen kronik bir hastalıktır (1). Türkiye’de Erişkinlerde Kalp Hastalığı ve
Risk Faktörleri Sıklığı (TEKHARF) Çalışması’nın
2003–4 yılları arasındaki tarama sonuçlarına göre, ülkemizde 30 yaş üstü erişkinlerde hipertansiyon
prevalansı %33,7’dir (2). Hipertansiyon hastalarının
üçte ikisinden çoğu tek ilaçla kontrol edilemeyip farklı
sınıflardan iki veya daha fazla antihipertansif ilaç kullanılması gereklidir (3). Bununla birlikte hipertansiyona sıklıkla diabetes mellitus, koroner arter hastalığı,
kalp yetmezliği ve hiperlipidemi gibi diğer hastalıklar
da eşlik etmektedir (4). Bu durumda antihipertansif
tedaviye ek olarak sayılan hastalıkların da tedavisine
yönelik ilaçlar kullanılması kaçınılmaz olmaktadır.
Özellikle çoğul ilaç kullanan hastalarda, hastanın kaydının düzenli tutulması izlemi ve tıbbi bakımını kolaylaştırır. Birinci basamakta çalışan hekimler, hastalarıyla uzun süreli olarak ilgilenirler. Bu nedenle kayıtlı
hastalarıyla ilgili bilgileri de her an el altında bulundururlar. Hipertansiyonda olduğu gibi birçok hastalıkta
eldeki veriler ancak hastanın eski verileriyle karşılaştırılabildiğinde anlamlı olmaktadır. Ülkemizde tedavileri sırasında kolaylık sağlanabilmesi açısından hastalara belirli sürelerde geçerli olan ilaç kullanım raporları
sağlanmaktadır. Kendilerine bağlı belirli bir nüfusa
sağlık hizmeti sunmaları nedeniyle hastaları yakından
izleyebilen ve düzenli tıbbi kayıtlara sahip olan Aile
Hekimleri’nin, antihipertansif tedavi başlanmasında
ve yeniden düzenlenmesinde önemli rolleri bulunmaktadır (5).
Bu çalışmada, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran ve
antihipertansif kullanım raporu bulunan hastaların yaş,
cinsiyet, ilaç kullanımı, ek hastalık bulunma durumu
gibi ilişkili verilerinin ortaya konması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma geriye dönük yapıldı. Çalışma İzmir Tepecik
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran ve aynı poliklinikten antihipertansif
ilaç kullanım raporu çıkarılan hipertansif hastalar
oluşturmaktaydı. Hastane Bilgi Yönetim Sistemi’nin
İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde faaliyete geçtiği 03.09.2007 tarihinden 06.03.2013 tarihine kadar geçen sürede Aile Hekimliği Polikliniği’ne
başvuran ve hipertansiyona ait ICD kodu (I10) ile sisteme tanısı girilip antihipertansif ilaç kullanım raporu
çıkarılan toplam 13951 kişi çalışmaverisini oluşturdu.
Bu hastaların tamamına ulaşmak mümkün olamayacağından; çalışmanın amaçları doğrultusunda hasta kümesini yeterince temsil edecek şekilde bir örneklem
gerçekleştirilmiştir. Örneklem seçilirken temsil yeteneğine sahip olabilmesi için; yeterli büyüklükte, evrendeki dağılımına benzer olacak şekilde, taraf tutulmadan seçilmiştir. Çalışmanın evreni, evren büyüklüğü bilinen örneklem yöntemiyle hesaplanmış; toplam
örneklem sayısı 240 olarak tespit edilmiştir.
129
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Yıllara göre yaklaşık olarak eşit olacak şekilde Hastane Bilgi Yönetim Sistemi üzerinden hipertansif hastalar tesadüfi olarak taranarak; hastalara ait yaş, cinsiyet,
ilaç kullanımı, ek hastalıkları bulunup bulunmadığı ve
ek hastalıkları varsa hangi ek hastalıklara sahip oldukları kaydedilerek, parametrelerin yüzde dağılımı istatistiki olarak hesaplandı.
BULGULAR
Çalışmaya alınan 240 hipertansif hastanın 58’i
(%24,2) 61- 65 yaş aralığında, 42’si (%17,5) 55 yaşın
altında, 40’ı (%16,7) 55-60 yaş aralığında, 31’i
(%12,9) 66- 70 yaş aralığında, 29’u (%12,1) 71-75 yaş
aralığında, 25’i (%10,4) 76-80 yaş aralığında ve 15’i
(%6,2) ise 80 yaşın üzerinde olarak tespit edildi (Grafik-1). Çalışmadaki hastalardan 151’i (%62,9) kadın
ve 89’u (%37,1) erkekti.
Hipertansiyona ek olarak en sık görülen hastalık
Diabetes mellitustu. Hipertansif hastaların 22’sinde
(%9,2) hipertansiyona yalnızca diabetes mellitus eşlik
etmekteydi. Hastaların 17’sine (%7,1) yalnızca
hiperlipidemi eşlik etmekteydi. Hipertansiyonla birlikte hem diabetes mellitus hem de koroner arter hastalığı
bulunan hasta sayısı 15’ti (%6,2). Buna karşın yalnızca koroner arter hastalığının eşlik ettiği hasta sayısı
7’ydi (%2,9). 5 hastada (%2,1) ise hipertansiyona
hiperlipidemi, koroner arter hastalığı ve diabetes
mellitus eşlik etmekteydi. 3 hastada (%1,2) hipertansiyona yalnızca depresyon eşlik etmekteyken hipertansiyona diabetes mellitus ve/veya diğer ek hastalıkların
eşlik ettiği durumlarda ise 9 hastada (%3,6) depresyon
bulunduğu tespit edildi. Hipertansiyona eşlik eden
hastalıkların dağılımı grafik 2’de verilmiştir.
Grafik‐1 Hipertansif Hastalarin Yaslara Göre Dagilim i
6 1‐6 5 ya s
< 5 5 ya s
5 5‐6 0 ya s
6 6‐7 0 ya s
7 1‐7 5 ya s
7 6‐8 0 ya s
>8 0 ya s
Grafik 1. Hipertansif Hastaların Yaşlara Göre Dağılımı
1 0 ,0 0
9 ,0 0
8 ,0 0
7 ,0 0
6 ,0 0
DM
H i p er l i p i d em i
5 ,0 0
4 ,0 0
3 ,0 0
2 ,0 0
1 ,0 0
0 ,0 0
K AH
D ep r es yo n
D M +K AH
D M +K AH +H L
Esl i k Ed en H a s ta l ik l a r
Grafik 2. Hipertansiyona Eşlik Eden Hastalıklar
130
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Hipertansiyon hastalarının ek hastalıkları için kullandıkları ilaçlar da dahil olmak üzere genel olarak en sık
kullandıkları ilaç anjiotensin reseptör blokeri (ARB)
ve hidroklorotiazid (HCT) kombinasyonuydu. 20 hasta (%8,3) bu ilaç kombinasyonunu kullanmaktaydı.
Hastalar çoğunlukla kombinasyon tedavilerini kullanmakla birlikte antihipertansif olarak monoterapide
en sık kullanılan ilaç Anjiotensin dönüştürücü enzim
(ACE) inhibitörleriydi. 9 hasta (%3,8) ACE inhibitörleri kullanmaktaydı. Monoterapide ikinci sıklıkta kullanılan antihipertansif ARB olup 7 hasta (%2,9) yalnızca ARB kullanmaktaydı. Antihipertansif olarak ikili ilaçlardan en sık kullanılan ARB ile birlikte
HCT’ydi. 50 hasta (%20,8) ARB+HCT ilaç kombinasyonunu kullanmaktaydı. İkili antihipertansif ilaç
lardan ikinci en sık kullanılanı ACE inhibitörü+HCT
kombinasyonuydu ve 19 hasta (%7,9) bu ikiliyi kullanmaktaydı.
30 hasta (%12,5) kalsiyum kanal blokeri+ARB+HCT
üçlüsünü kullanmaktaydı ve bu, üçlü antihipertansif
kullanan hasta grubunda en sık kullanılan kombinas-
yondu. İkinci sıklıkta kullanılan üçlü antihipertansif
ilaç ise beta bloker+ARB+HCT’ ydi. Bu kombinasyonu kullanan hasta sayısı da 22’ ydi (%9,2). Hastaların
kullandıkların antihipertansiflerin dağılımı grafik 3’de
gösterilmiştir.
Hipertansiyona eşlik eden DM’si olan hastalarda ise
DM için en sık kullanılan ilaç kombinasyonu ise
metformin+sülfanilüreydi. 24 hasta (%10) hasta
metformin ve sülfanilüre kullanmaktaydı. 23 hastada
(%9,6) ise kan şekerinin kontrolü için yalnızca
metformin kullanılmaktaydı. Yalnızca sülfanilüre kullanan hasta sayısı 15 iken (%6,2) sadece insülin kullanan hasta sayısı 6’ydı ( %2,5). 9 hasta (%3,6) oral
antidiyabetikle birlikte insülin kullanmaktaydı.
Antihiperlipidemik ilaçlardan en sık kullanılanı 49
hasta (%20,4) ile statin idi. 3 hasta (%1,2) fibrat kullanırken 1 hasta ise (%0,5) hem statin hem de fibrat
kullanmaktaydı. Bunun dışında hipertansiyona
hiperlipideminin eşlik ettiği 187 hasta ise (%77,9)
herhangi bir antihiperlipidemik ilaç kullanmamaktaydı
(Grafik 4).
Antihipertansif Ilaç Kullanim Durumu
ARB+HCT
KKB+ARB+HCT
ACE+HCT
ACE
ARB
Grafik 3. Hastaların Antihipertansif Kullanım Durumu
G rafik ‐4 A n tihiperlipidem ik Ilaç Kullanim i
Sta ti n Fi br a t+Sta ti n
Ilaç Kul l a nma ya n
Grafik 4. Hastaların Antihiperlipidemik İlaç Kullanım Durumları
131
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Hipertansiyona eşlik eden koroner arter hastalığı olan
hastalarda koroner arter hastalığına yönelik en sık kullanılan ilaç, Asetilsalisilikasit’ti (ASA). 77 hasta
(%32,1) Yalnızca ASA kullanmaktaydı.
TARTIŞMA
Çalışmaya alınan hipertansif hastaların %62,9’u kadın
ve %37,1’i erkekti. Hipertansiyonla ilgili Türkiye’de
daha önce yapılan çalışmalara benzer olarak kadınların oranı erkeklerden fazlaydı. Bunun nedeni olarak
kadınların daha ulaşılabilir bir grup oluşturmaları nedeniyle tıbbi kayıtlarının daha düzenli tutulabilmesi
olduğu düşünüldü (1,2,3,6).
Tip 2 DM’da hipertansiyon prevalansı %70-80 civarında bulunmuştur. Hipertansiyon ve DM birlikteliği
organ hasarının daha çabuk gelişmesine ve
kardiyovasküler hasarın da ilerlemesine neden olarak,
tabloya koroner arter hastalığının da eklenmesine neden olmaktadır. Nitekim çalışmada hastaların
%2,9’una hipertansiyonla birlikte yalnız koroner arter
hastalığı eşlik etmekteyken, hastaların %6,2’sinde hipertansiyona DM ve koroner arter hastalığı birlikte
eşlik etmekteydi. Benzer şekilde hipertansiyonun koroner arter hastalığı ile birlikteliği, diğer hastalıklara
göre istatistiksel olarak daha anlamlıydı (p<0.005). Bu
da hipertansiyona DM’un da eklenmesinin koroner
arter hastalığı gelişimi riskini artırdığını göstermekteydi. Hipertansiyon ve DM’un birlikte olduğu hastalarda ACE inhibitörleri ve ARB’lerin nefropatiyi önlediği ya da geciktirdiği bilinmektedir (7,8). Çalışmada monoterapide en sık kullanılan antihipertansif ACE
inhibitörleri olup (%3,8) ikili antihipertansif kombinasyonlarında ise HCT ile birlikte ACE inhibitörleri
ya da ARB’ler %28,7 oranında kullanılmaktaydı. Bununla birlikte ACE inhibitörleri ve ARB’ler üçlü ilaç
kombinasyonları içinde de en sık kullanılan ilaç gruplarıydı.
Hipertansiyona depresyonun tek başına eşlik ettiği
hastaların oranı %1,2 iken diğer ek hastalıkların da
hipertansiyona eşlik ettiği durumlarda hastaların
%3,6’sına depresyon eşlik etmekteydi. Bu durum artan ilaç kullanımının ve ek hastalıkların artmasıyla
birlikte azalan yaşam kalitesinin depresyon riskini artırabileceğini göstermekteydi (9).
Diyabetli hipertansiyon vakalarının farmakolojik tedavisinde klinik kontrollü çalışmalarda yararı gösterilen ajanlar ACE inhibitörleri, ARB, düşük dozda
tiyazid grubu diüretikler, koroner arter hastalarında ise
beta blokerler ve kalsiyum kanal blokeri grubu ilaçlardır (10,11). Yapılan çalışmada da hipertansiyonun
hem monoterapisinde hem de kombine tedavi içerisinde en sık olarak yer alan ilaçlar bu gruplardı.
Kardiyovaskuler hastalığı veya tip 2 diyabeti olan tüm
hipertansif hastalarda statin tedavisi düşünülmelidir
(7). Çalışmamızda statin kullanan hastaların oranı
%20,4’tü. Çalışmaya alınan hastalarda en sık kullanılan antihiperlipidemik ilaç statindi. Statin kullanım
oranının %20,4 olarak bulunmasının nedeni hastaların
yalnızca %14,1’ine hiperlipidemi ve/veya koroner arter hastalığının eşlik etmesi olarak değerlendirildi. Bu
durumda çalışmaya alınan hastalardan kardiyovasküler
hastalığı ve/ veya hiperlipidemisi olan tüm hastalara
statin başlandığı görüldü (12).
Hastaların %32,1’i asetil salisilik asit (ASA) kullanmaktaydı. ASA’nın bu kadar sık olarak kullanılmasının nedeni ASA’nın yalnızca koroner arter hastalığında değil, JNC-7 kılavuzuna göre tüm hipertansif diyabet hastalarında kullanılmasının önerilmesi olabilir.
Çünkü daha önce de belirtildiği gibi hipertansiyon diyabet ile birlikte ise koroner arter hastalığı riski daha
da artmaktadır (13). Öte yandan son yıllarda diyabet,
koroner arter hastalığı ekivalanı olarak kabul edilmektedir (14).
KAYNAKLAR
1.
Karakoç EV, Ömer Z, Can H. Approach to Hypertension in
Primary Care. Smyrna Tıp Dergisi 2012;2(Ek-1):62-67.
2.
Özkara A, Turgut F, Selçoki Y, Kanbay M, Karakurt F, Tekin
O. Hipertansiyon Hastalarının İlaçlarına ve Sağlık
Merkezlerine Uyumları. Yeni Tıp Dergisi 2008;25:97-101.
3.
National Heart, Lung and Blood Institude. The Seventh Report
of the Joint National Committee on Prevention, Detection,
Evaluation and Treatment of High Blod Pressure. USA;
August, 2004.
4.
Öngen Z. Çözümü Zor Bir Toplumsal Sorun: Hipertansiyon.
Klinik Gelişim 2005;18(2):4-7.
5.
Alagöz B, Akça ASD, Akça F, Demircan N. Influence of White
Coat Hypertension and Diurnal Blood Pressure Rhythm over Left
Ventricular Mass Index. Smyrna Tıp Dergisi 2012;(2)3:29-33.
6.
Çöl M, Özdemir O, Ocaktan ME. Park Sağlık Ocağı
bölgesindeki 35 yaş üstü hipertansiflerde tedavi-kontrol
durumları ve davranışsal faktörler. Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Mecmuası 2006;59:144-150.
7.
2007 Guidelines for the Management of Arterial Hypertension:
The Task Force for the Management of Arterial Hypertension
of the European Society of Hypertension (ESH) and of the
European Society of Cardiology (ESC). Journal of
Hypertension 2007;25:1105-1187.
8.
Verdecchia P. Prognostic value of ambulatory blood pressure:
current evidence and clinical implication. Hypertension
2000;35:844-851.
9.
Elbi Mete H. Kronik Hastalık ve Depresyon. Klinik Psikiyatri
2008;11(Ek 3):3-18.
10. Diabetes Mellitus ve Komplikasyonlarının Tanı, Tedavi ve
İzlem Kılavuzu-2011. Türkiye Endokrin ve Metabolizma
Derneği internet sayfası http://www.turkendokrin.org/ Erişim
tarihi: 26.11.2012.
132
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
11. Opie LH, Commerford PJ, Gersh BJ. Controversies in Stable
Coronary Artery Disease. Lancet 2006;367:69-78.
12. Rodriguez-Porcel M, Lerman LO, Hermann J, Sawamura T, Napoli
C,
Lerman
A.
Atherosclerosis
and
lipoproteins,
hypercholesterolemia and hypertension have synergistic deleterious
effects on coronary endothelial function. Arteriosclerosis,
Thrombosis and Vascular Biology 2003;23:885-891.
13. Miller M, Lucas D, Papademetriou V, El Habyan AK. Aspirin
under fire: Aspirin use in the primary prevention of coronary
heart disease. Pharmacotherapy 2005;25(6):847–861.
14. Juutilainen A, Lehto S, Rönnemaa T, Pyörala K, Laakso M.
Type 2 Diabetes as a “Coronary Heart Disease Equivalent” an
18-year prospective population-based study in Finnish subjects.
Diabetes Care 2005;28(12):2901-2907.
İLETİŞİM:
Uz. Dr. Yusuf Adnan Güçlü
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Aile Hekimliği Kliniği, İzmir
Tel: 232 4696969
Faks: 232 4330756
e-posta: [email protected]
e-posta: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
133
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 133-141
KLİNİK ARAŞTIRMA
KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİNDE YAŞAM
KALİTESİ i
QUALITY OF LIFE IN CHRONIC RENAL FAILURE
İsmail ATASOY
Hülya ÇOLAK
Yasemin AKDENIZ
Mehmet TANRISEV
Beyhan ÖZYURT
Amaç: Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) olan hastalarda yaşam kalitesini etkileyen faktörleri araştırmak.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 5 Ekim 2012-30 Mayıs 2013 tarihleri arasında Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
KBY nedeniyle tedavi uygulanan veya ayaktan rutin kontrole gelen, çalışma kriterlerine uyan KBY hastaları ve Böbrek Yetmezliği dışı nedenler ile polikliniğine baş vurup tetkik edilen hastalardan rastgele seçilen toplam 130 hasta üzerinde yapılmıştır (KBY’li olup hemodiyalize giren-girmeyen ve kontrol grubu olarak toplam 3 grup vardır).
Bulgular: Çalışmada hastaların sosyo-dermografik özellikleri, yaşam kalitesi ölçeği SF-36 kullanılarak değerlendirilmiştir.
Çalışmamıza katılan grupların yaş ortalaması, cinsiyet, medeni durumları açısından gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı
bir farklılık saptanmamıştır. Yaşam kalitesi ile yaş arasında negatif yönde ve ileri düzeyde anlamlı ilişki saptadık. Bekar olguların yaşam kalitesi puanları daha yüksek olmakla birlikte fark anlamlı değildi.KBY olması ve hemodiyaliz (HD) girme ile
yaşam kalitesi arasında negatif yönde ve ileri düzeyde anlamlı bir farklılık saptandı. KBY grubunda hemodiyalize giren ve
girmeyenler arasında hastaların yaşam kalitesi açısından anlamlı bir fark bulunamadı.
Sonuç: Sonuç olarak; KBY hastalarında yaşam kalitesinin kötü olduğunu ve yeni risk faktörlerinin saptanması için hastaların daha sıkı izlenmesi ve daha detaylı ölçekler geliştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Sözcükler: Hemodiyaliz, Kronik böbrek yetmezliği, Yaşam kalitesi
SUMMARY
Aim: To search quality of life in patients with chronic renal failure (CRF).
Material and Method: This study was performed randomly among patients treated with the diagnosis of CRF and outpatient
control group in between 5 October 2012 to 30 May 2013 in Tepecik Training and Research Hospital a total of 130 patients.In this study, socio-dermographic characteristics with a form that contains the properties of the SF-36 quality of life
scale (The Item Short Form Health Survey MOS SF-36) was used.
Tepecik Eğitim ve Araştırması Hastanesi, İç Hastalıkları, İzmir
(Dr. İ. Atasoy)
Tepecik Eğitim ve Araştırması Hastanesi, İç Hastalıkları, Nefroloji, İzmir
(Uz. Dr. H. Çolak, Uz. Dr. Mehmet Tanrisev)
Tepecik Eğitim ve Araştırması Hastanesi, İç Hastalıkları, İzmir (Uz. Dr.Y. Akdeniz)
Celal Bayar Ünivesitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı ABD, Manisa (Doç. Dr. B. Özyurt)
Yazışma: Uz. Dr. Hülya Çolak
134
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Findings: In our study, There were no statistically significant differences detected between groups in terms of mean age,
gender, marital status. There was a significant negative correlation between quality of life and age. Single patients have
higher quality of life but the difference was not significant. There was a significant negative correlation in quality of life
scores in CRF and HD patients. There was no significant differences in quality of life in CRF patients either on HD treatment
or not.
Conclusion: As a result, we believe that, quality of life is worse in patients with CRF than the control group. To detect these
risk factors, patients must be closely monitored and needs.
more advanced scales developed.
Keywords: Chronic renal failure, Hemodialysis, Quality of life.
GİRİŞ
Bu Çalışmanın temel amaçları,
Kronik böbrek hastalıklarında (KBY), ilerleyici nefron
kaybı sonucunda böbrek fonksiyonlarının giderek bozulması ile ortaya çıkan, kalıcı glomerül filtrasyon hızının (GFH) azalması ile kendini gösteren bir tablodur
(1).
1. Hemodiyaliz(HD)e giren ve girmeyen KBY hastalarında yaşam kalitesini SF-36 ölçeği ile değerlendirmek,
KBY’li vakalarda renal replasman tedavileri (RRT)
hastaların semptomlarını ve yaşam kalitelerini etkileyen
değişiklikleri kısmen düzeltmektedir. Fakat RRT’lerinde artan bilgi ve teknolojiye rağmen son dönem
böbrek yetmezliği (SDBY) hastalarının morbiditesi ve
mortalitesi hala yüksektir. SDBY olan hastalarda yaşam kalitesi ile morbidite ve mortalitenin arasında çok
yakın bir ilişki saptanmıştır. Bundan dolayı hastaların
yaşam kalitesini artıracak tedavi yöntemleri üzerinde
yoğunlaşılması gerekmektedir (1-4).
SF-36(Short Form-36) “Medical Qutcomes Study”
tarafından geliştirilen, yaşam kalitesini ölçen genel bir
ölçektir. SF-36’nin sağlıklı toplum ve hasta toplumlarda güvenilir ve geçerliliği kanıtlanmıştır. Diyaliz
hastalarında SF-36’nın hem araştırma için hem de bireysel izlemde kullanıldığı bildirilmektedir (5).
Bu çalışmanın amacı; KBY olan hastalarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesi ve yaşam kalitesini etkileyen faktörlerin incelenmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma 5 ekim 2012-30 Mayıs 2013 tarihleri arasında
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde KBY nedeniyle tedavi uygulanan veya ayaktan rutin kontrole
gelen, çalışma kriterlerine uyan KBY hastaları (100
hasta) ve böbrek yetmezliği dışı nedenler ile
pokliniğine baş vurup tetkik edilen hastalardan (kontrol grubu=30 olgu) rastgele seçilen toplam 130 hasta
üzerinde yapılmıştır.
Hastaların yaşam kalitesini değerlendirmede SF-36
Ölçeği Türkçe versiyonu kullanıldı (7,8). Ayrıca hastaların sosyodemografik özellikleri, laboratuvar parametreleri ve klinik öyküsü incelendi.
2. Yaşam kalitesi açısından HD’e giren, HD girmeyen
ve böbrek hastalığı olmayan hastalar arasında bir
fark olup olmadığını değerlendirerek tedavi yönteminin etkisini belirlemek,
3. KBY olan hastalarda yaşam kalitesini etkileyen
faktörleri (sosyodemografik, klinik ve laboratuvar
verileri) belirlemek,
Çalışmaya alınma kriterleri
KBY GRUBU İÇİN
 Kreatinin seviyesi yüksek (>1,5) olan hastalar
 HD grubu için en az 6 ay hemodiyalize giren hastalar
 18 yaş üzeri olan hastalar
 İletişim sorunu olmayan hastalar
 Çalışma hakkında bilgilendirilmiş onam vermeyi
kabul eden hastalar
KONTROL GRUBU İÇİN
 18 yaş üzeri olan hastalar
 İletişim sorunu olmayan hastalar
 Çalışma hakkında bilgilendirilmiş onam vermeyi
kabul eden hastalar
 Kreatinin seviyesi normal (<1,2) olan hastalar.
Dışlama kriterleri
 18 yaşın altında olan hastalar
 Her 3 grupta da mental bozukluğu olanlar veya verileri eksik kalan hastalar.
VERİ TOPLAMA YÖNTEMİ
Çalışmanın verileri etik kuruldan ve hastalardan gerekli
izinler alındıktan sonra sormaca(anket) yöntemiyle
toplanmıştır. Hastalara bilgi verildikten sonra anket
formu hastanın kendisi tarafından, bazen de hastalara
tek tek okunarak doldurulmuştur.
135
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Görüşmede hastaların sosyo-demografik özellikleri
kaydedildi.
Hastaların diğer özellikleri; hemodiyaliz süreleri ve
ilave hastalık mevcudiyeti (diabetes mellitus, hipertansiyon, koroner kalp hastalığı vb) hastanemiz verilerine bakılarak kaydedildi.
VERİLERİN İSTATİSTİKSEL ANALİZİ
Bu araştırmada istatistiksel değerlendirmeler için
SPSS 15.0 istatistik programı kullanıldı. Çalımada kikare, Student t testi ve Mann-Whitney U testi kullanıldı. SF-36 ölçek puanları ile sosyodemografik, klinik
ve laboratuvar verileri arasındaki ilişki için Pearson
korelasyon testi ve SF-36 ölçek puanlarına etki eden
faktörlerin etkisini değerlendirmek amacıyla kovaryans
analizi uygulandı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında,
anlamlılık p<0,05 düzeyinde kabul edilerek değerlendirildi.
BULGULAR
Bu çalışma Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Servisi, Hemodiyaliz Ünitesi ve Dahiliye
Pokliniğindeki 100 KBY hastası (Hemodiyalize giren
ve girmeyen) ve 30 sağlıklı kontrol grubu üzerinde ya-
pılmıştır. Olguların yaşları 18 ile 86 yaş arası değişmekte olup ortalama yaş 60,42±14,38 dir. Katılımcıların
80’i (%61,5) erkek; 50’si (%38,5) kadındır.
3 grup arasında yaş, cinsiyet, medeni durum bakımından anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Ayrıca gelir ve ev durumu bakımından da 3 grup arasında anlamlı fark yoktur. Her 3 grupta da sigara ve alkol kullanımı açısından istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Tablo 1'de grupların sosyodemografik
özellikleri gösterilmiştir.
Ek hastalık bakımından HD’e giren ve HD girmeyen
gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık
olmamakla birlikte her iki grupta da hastaların yarısından fazlasında Hipertansiyon, Koroner Arter Hastalığı ve Diabetes Mellitus gibi eşlik eden hastalıklar
vardır (Tablo 2).
HD’e giren ve HD girmeyen KBY’li hastaların
tansiyon ölçümlerine göre sırasıyla %77,9’unun ve
%59,5’inin kan basıncı yüksek olup fark istatiksel
olarak anlamlı bulunmamaktadır. KBY’li hastaların
sırasıyla sadece %12,1’i ve %26,2’sinin normotansif
olduğu saptanmıştır. Bu istatiksel olarak iki grup
arasında anlamlı bir fark oluşturmamaktadır.
Tablo 1. Grupların sosyodemografik özellikleri
KBY(HD’e giren) 58 Olgu Sayısı Yaş Ortalaması % 52,56±16,75 KBY(HD’e girmeyen) 42 60,69±14,72 Kontrol Grubu 30 % 55,90±5,69 p % 0,118 Cinsiyet Erkek 37 %63,8 26 %61,9 17 %56,7 Kadın 21 %36,2 16 %38,1 13 %43,3 0,811 Medeni
durum Evli 50 %86,2 35 %83,4 25 %83,4 Bekar 8 %13,7 7 %16,6 5 %16,6 0,612 Gelir(TL) <1000 34 %58,6 25 %59,5 6 %20,0 1-3 bin 24 %41,4 17 %40,5 24 %80,0 evi var 26 %44,8 14 %33,3 20 %66,7 evi yok 32 %55,2 28 %66,7 10 %33,3 İçiyor 22 %37,9 17 %40,4 9 %30,0 İçmiyor 36 %62,1 25 %59,6 21 %70,0 İçiyor 8 %13,7 6 %14,2 6 %20,0 İçmiyor 50 %86,2 36 %85,7 24 %80,0 Ev durumu
Sigara Alkol
Gruplar arasında kilo, beden kitle indeksi bakımından anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (P>0,05).
0,001 0,001 0,666 0,810 136
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Tablo 2. KBY'li hastaların yandaş hastalıkları
KBY(HD giren)
HASTALIK DURUMU
n=58
%
52
27
13
35
3
5
HT
DM
KOAH
KAH
KANSER
DEPRESYON
KBY (HD girmeyen)
n=42
89,7
46,6
22,4
60,3
5,2
8,6
%
39
19
11
24
4
8
KBY’li hastalarda ilaç kullanımına bakıldığında HD’e
giren ve HD’e girmeyen gruplar arasında istatiksel
olarak anlamlı bir fark yoktur. Her iki grupta da hastaların tamamına yakını antihipertansif ilaç kullanmaktayken; anti-diyabetik, analjezik, antidepresan ilaç kullanımı her iki grupta da hastaların yarısına yakın bir
kısmında kullanılmaktadır. HD’e girmeyen grupta anti-depresan kullanımı HD giren gruba göre iki kat daha fazla olup bu istatistiksel olarak anlamlılık göstermemektedir (Tablo 3).
P DEĞERİ
92,9
45,2
26,2
57,1
9,5
19
0,560
0,520
0,410
0,450
0,320
0,110
yoğunluklu protein (LDL), yüksek yoğunluklu protein
(HDL), kreatinin (Cr), sodyum (Na), potasyum (K),
fosfor (P), kalsiyum (Ca), hemoglobin (Hb)] verilerinin karşılaştırılması Tablo 4'te gösterilmiştir.
KBY’li grubun fiziksel fonksiyon puanı ile yaş arasında negatif yönde ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki vardır (p<0.01). Yani yaş arttıkça
fonksiyonel durum puanı düşmektedir. Genel sağlık,
Mental sağlık anlayışı puanı ile yaş arasında da negatif ilişki görülmektedir ve bu istatistiksel olarak anlamlı bulunmaktadır (p<0,01) (Tablo 6).
Kontrol grubu ve KBY'li gurubun laboratuvar [Creaktif protein (CRP), protein, albümin (alb), düşük
Tablo 3. KBY'li hastaların ilaç kullanım durumları
HD GİREN
İLAÇ
OS
HD GİRMEYEN
58
%
Antihipertansif
53
91,3
39
92,8
0,664
Antidiyabetik
30
51,7
17
40,4
0,313
Analjezik
26
44,8
17
40,4
0,410
7
12
9
21,4
0,163
Antidepresan
42
P
%
Tablo 4. Kontrol grubu ve KBY'li grubun laboratuvar verilerinin karşılaştırılması
KBY(100)
KONTROL(30)
ortalama±standart sapma
ortalama±standart sapma
P
CRP
9,74±6,60
0,71 ±0,50
0,001
Protein
6,38 ±0,76
7,6 ±0,41
0,001
Albumin
3,0 ±0,47
3,9 ±0,42
0,001
LDL
101,7 ±42,3
109,1 ±34,1
0,38
HDL
35,3 ±10,0
35,5 ±12,8
0,91
Kreat.
5,63 ±2,5
0,86 ±0,16
0,001
Na
132,8 ±4,0
137,8± 2,5
0,001
K
5,4 ±0,48
4,2± 0,28
0,001
P
5,8± 1,37
3,36 ±0,74
0,001
Ca
8,4± 0,82
9,0± 0,75
0,001
Hb
9,57 ±1,26
12,7 ±1,78
0,001
Hemodiyalize giren ve girmeyen KBY'li olguların laboratuvar verilerinin karşılaştırılması Tablo 5'te gösterilmiştir.
137
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Tablo 5. Hemodiyalize giren ve girmeyen KBY'li olguların laboratuvar verilerinin karşılaştırılması
HD GİREN
ortalama±standart sapma
9,6 ±7,5
6,4 0,79
3,1 ±0,43
94,8 ±39,1
33,8± 9,4
6,4 ±2,68
133,0 ±4,4
5,5 ±0,44
6,1 ±1,5
8,4 ±0,79
9,6 ±1,3
CRP
Protein
Albumin
LDL
HDL
Kreat.
Na
K
P
Ca
Hb
HD GİRMEYEN
ortalama±standart sapma
9,9 ±5,1
6,32 ±0,71
3,0 ±0,51
111,2 ±45,2
37,3 ±10,55
4,5 ±2,0
132,6± 3,4
5,3 ±0,49
5,5 ±1,0
8,4± 0,87
9,5 ±1,2
P
0,796
0,731
0,324
0,056
0,081
0,001
0,603
0,010
0,029
0,873
0,718
Tablo 6. KBY’li grubun yaşlara göre SF-36 yaşam kalitesi ölçeğinin dağılımı
YAŞ
R
- 0,572
-0,330
-0,434
-0,465
0,125
-0,489
-0,086
-0,365
Fiziksel fonksiyon
Fiziksel rol gücü kısıtlamaları
Ağrı
Genel sağlık
Vitalite(enerji)
Sosyal fonksiyon
Duygusalrol gücü kısıtlamaları
Mental sağlık
P
0,001
0,001
0,001
0,001
0,156
0,001
0,330
0,001
KBY'i (HD’e giren ve girmeyen) ve kontrol grubunun yaşam kalitesinin değerlendirilmesi tablo- 7de gösterildi.
Tablo 7. KBY ve kontrol grubunun yaşam kalitesinin değerlendirilimesi
OS
Fiziksel fonksiyon
Fiziksel rol gücü kısıtlamaları
Ağrı
Genel sağlık
Vitalite(enerji)
Sosyal fonksiyon
Duygusal rol gücü kısıtlamaları
Mental sağlık
KBY
100
ortalama±standart sapma
KONTROL GRUBU
30
ortalama±standart sapma
p
değeri
42,9 ±27,1
17,0 ±26,3
47,8 ±19,8
50,9 ±10,4
66,6± 6,9
58,8 ±15,5
40,3± 22,3
49,2± 7,0
95,8±12,0
95,8± 9,4
84,0±10,9
71,8 ±4,8
55,1± 3,5
99,1 ±11,8
63,3 ±13,4
66,9 ±29,5
0,001
0,001
0,001
0,001
0,001
0,001
0,001
0,001
HD giren grubun fiziksel fonksiyon, genel sağlık,
vitalite, sosyal fonksiyon puanları HD girmeyen gruba
göre daha düşük bulunmuş olup anlamlı bir farklılık
oluşturmamaktadır. HD giren grubun fiziksel rol gücü
kısıtlamaları, ağrı, emosyonel rol gücü kısıtlamaları,
mental sağlık puanları HD girmeyen grupta birbirine
yakın olmakla birlikte daha düşük bulunmuş olup bu
istatiksel olarak anlamlı bir farklılık oluşturmamaktadır (Tablo 8).
Renal Replasman Tedavisi alan hastaların komorbid
hastalık durumlarına göre SF-36 yaşam kalitesi puan
durumlarına bakıldığında; fiziksel fonksiyon, fiziksel
rol gücü, ağrı, genel sağlık, vitalite, duygusal rol gücü,
sosyal fonksiyon ve mental gücü açısından ayrı puan
durumları eşlik eden hastalık varlığı durumunda daha
düşük saptanmıştır. Ancak bu düşüklük istatiksel olarak anlamlı bir fark oluşturmamaktadır (p>0.05).
HD giren grubunun laboratuvar verileri ile SF-36 yaşam kalitesi puanı ile değerlendirilmesi Tablo 9’da
gösterildi.
138
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Tablo 8. HD'e giren ve girmeyen hastaların yaşam kalitesi değerlendirilmesi
HD’e Giren
(n=58)
ortalama±standart sapma
39,8±26,4
18,1±28,0
48,6±20,4
50,3±9,2
66,2±7,0
58,6±15,0
42,5±21,4
49,7±6,5
Fiziksel fonksiyon
Duygusal rol kısıtlamaları
Ağrı
Genel sağlık
Vitalite(enerji)
Sosyal fonksiyon
Duygusal rol kısıtlamaları
Mental sağlık
HD’eGirmeyen
(n=42)
ortalama±standart sapma
47,1±27,8
15,4±24,0
46,8±19,0
51,5±11,8
67,2±6,8
59,2±16,3
37,3±23,5
48,5±7,6
TEST DEĞERİ
P
0,185
0,625
0,645
0,572
0,458
0,848
0,251
0,392
Tablo 9. HD’ e giren hastaların laboratuvar verilerinin SF-36 yaşam kalitesi ölçek puanlarının değerlendirilmesi
Kreatinin
NA
K
CA
P
r
p
r
P
r
P
R
P
R
p
Fiziksel fonksiyon
0,227
0,087
0,111
0,405
0,167
0,211
0,223
0,093 0,266
0,044*
Fiziksel rol gücü kısıtlamaları
0,040
0,764
0,228
0,85
0,014
0,916
0,184
0,167 0,118
0,377
Ağrı
-0,045
0,740
0,323
0,013
0,072
0,593
0,151
0,257 0,026
0,848
Genel sağlık
0,237
0,074
0,216
0,104
0,270
0,040
0,080
0,553 0,203
0,126
Vitalite (enerji)
0,057
0,671
-0,03
0,796
0,228
0,085
0,022
0,872 0,038
0,774
Sosyal fonksiyon
0,253
0,056
0,091
0,499
0,158
0,236
0,077
0,563 0,276
0,036
Duyg. rol gücü kısıtlamaları
-0,097
0,470
0,240
0,070
-0,04
0,975
0,237
0,073 0,013
0,922
Mental sağlık
0,194
0,145
0,064
0,634
0,120
0,370
-0,01
0,995 0,261
0,048
HD girmeyen grubunun laboratuvar verileri ile sf-36 yaşam kalitesi puanı ile değerlendirilmesi tablo-10’da gösterildi.
Tablo 10. HD'e girmeyen hastaların laboratuvar verilerinin SF-36 yaşam kalitesi ölçek puanlarının değerlendirilmesi.
CRP
Protein
r
Albumin
P
HDL
r
LDL
r
p
R
p
Fiziksel fonksiyon
-0,177
0,184
0,184
0,167
0,372
0,001
0,225
0,089
p
0,260
r
0,04
p
Fizk.rol
-0,228
0,086
0,063
0,640
0,167
0,211
0,194
0,145
0,215
0,105
AĞRI
-0,121
0,365
0,116
0,386
0,308
0,01
0,105
0,431
0,138
0,302
Genel sağlık
-0,172
0,198
0,261
0,04
0,327
0,01
0,189
0,155
0,162
0,225
Vitalite(enerji)
-0,002
0,989
-0,053
0,695
-0,092
0,492
-0,09
0,492
-0,08
0,531
Sosyal fonksiyon
-0,083
0,536
0,193
0,147
0,383
0,001
0,277
0,03
0,278
0,03
Duyg.rol gücü kısıt.
-0,153
0,252
0,136
0,308
0,118
0,377
0,069
0,605
0,188
0,158
Mental sağlık
-0,140
0,294
0,470
0,232
0,232
0,079
0,190
0,154
0,273
0,03
gücü kısıt.
KBY olgularının çoğunun (62 olgu) Hb seviyesi
10mg/dl altında olup yaşam kalitesi puanları daha düşük saptanmıştır. Mental sağlık puanı Hb 10 mg/dl
üstünde olan grupta daha yüksek olup istatiksel olarak
iki grup arasında anlamlı bir fark bulunmuştur
(p=0.04). Hb 10mg/dl altında olan grupta sosyal fonksiyon ve duygusal rol gücü puanlaması daha düşük
olup istatiksel olarak anlamlılığa yakın bir fark oluşturmaktadır (p=0.087;p=0.060). Hb seviyeleri arttıkça
hastaların yaşam kalitesi de artmaktadır.
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
TARTIŞMA
Yaşam kalitesi (Quality of life, QOL); kişinin yaşadığı
kültür ve değer sistemleri çerçevesinde, amaçları, beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilişkili olarak yaşamdaki pozisyonunu algılaması şeklinde tanımlanır
(6). Yasam kalitesi, sağlık durumunun ve tedavilerin
etkilerinin değerlendirilmesinde önemli bir sonuç ölçümüdür, ancak farklı kişilere farklı şeyler ifade eden
bir kavram olduğundan net bir tanım yapmak güçtür.
Sadece hastalık olmaması değil, tam bir fiziksel,
mental ve sosyal iyilik halidir (7).
Renal replasman tedavisinin amacı son dönem böbrek
yetmezliği(SDBY) olan hastaların yaşamlarına optimal düzeyde devam etmelerini sağlamaktır (8). Renal
replasman tedavilerindeki artan bilgi ve teknolojiye
rağmen SDBY hastalarının morbidite ve mortaliteleri
hala yüksektir. Hastanın yaşam kalitesinin arttırılması
için hastaya uygun böbrek nakli yapılması ve yaşam
kalitesini etkileyen faktörlerin bilinmesi gerekir
(9,10). Bu çalışma hemodiyalize giren ve girmeyen
KBY hastaları ile Böbrek yetmezliği olmayan hastalarda sosyodemografik değerleri, laboratuvar verileri
ile yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi araştırmak amacıyla yapılmıştır.
KBY olması durumuna göre yaşam kalitesi ölçek puanlarına bakıldığında sadece vitalite (enerji) hariç diğer alt grup ölçeklerde kontrol gurubunda puanlar ileri
düzeyde yüksek bulunmuştur. Enerji alt ölçeğinde
KBY grubunda yükseklik saptanması kontrol gurubunun sayısının azlığına ve kontrol grubunda eşlik eden
hastalıkların da azımsanmayacak sayıda olması ile
açıklanabilir. KBY grubunda ise HD’e giren ve girmeyen grup karşılaştırıldığında HD girmeyen grupta
fiziksel fonksiyon, enerji, genel sağlık ve sosyal fonksiyon alt ölçek puanları daha yüksek bulunmuştur.
Ancak bu yükseklik istatiksel olarak anlamlı bir farklılık oluşturmamaktadır. Genel olarak HD girmeyen
hastaların yaşam kalitesi HD giren gruba göre daha
yüksek bulunmuştur. Bu farklılığı HD giren son dönem böbrek yetmezlikli hastalarda hemodiyalizin kendisi (inflamasyon), kateter girişimleri, kateter
infeksiyonu, rezidüel idrarlarının yetersizliği ve diyete
uyumsuzluk nedeniyle volüm yüklü olmaları, hemodiyalize bağlı malnutrisyon, anemi gibi ek yükler, hemodiyalize sekonder komplikasyonlar ve eşlik eden
hastalıklarının daha ciddi seyretmesi ile açıklayabiliriz.
Owen, diyaliz hastalarında mortalite artışının her hasta
yaşındaki artış ile ilişkili olduğunu belirtmiştir (11).
İtalya’dan Migardi ve ark. 246 HD hastasında yaşam
139
kalitesini değerlendirmek için SF-36 testini kullanarak
yaptıkları çalışmada, fiziksel komponent skoru ile yaş
arasında ileri derecede anlamlı ilişki tespit etmiştir
(12). Ancak mental komponent skoru ile ilişkisinin
daha az olduğunu bildirmişdir. Blake ve ark. ile
Moreno ve ark. da benzer sonuçlar bildirmiştir
(13,14). Çalışmamızda literatüre uygun olarak fonksiyonel durum puanı, ağrı, genel sağlık ile yaş arasında
negatif ve ileri düzeyde anlamlı ilişki saptadık. Enerji
düzeyi ve emosyonel sağlık anlayışı puanı ile yaş arasında ise negatif korelasyon saptamamıza rağmen bu
istatiksel olarak anlamlı bir ilişki değildi. Yapılan bazı
araştırmalarda birçok alanda artan yaşla birlikte yaşam
kalitesi azalmaktadır. Artan yaş ile birlikte yaşam kalitesinin azaldığı çeşitli çalışmalarla da ortaya konulmuştur. Kanada ve İsveç’te erkeklerle yapılan ulusal
çalışmalarda, SF-36’nın bütün alanlarındaki puanların
artan yaşla birlikte azaldığı gösterilmistir (15,16).
Hipertansiyonun iskemik kalp hastalığı ve konjestif
kalp yetmezliğinden bağımsız olarak mortaliteye etki
edip etmediği de araştırılan konular arasındadır. Hipertansiyon KBY’li hastalarda mortalite ve
morbiditeyi arttırmaktadı (17). Çalışmamızda olguların yarısından fazlasının hipetansif olduğu saptanmıştır. Normotansif olan hastalar tüm olguların ancak üçte
birlik kısmı kadar olup yaşam kalitesini negatif yönde
etkilemektedir. Hastaların %10-15’ i hipotansif seyretmekte olup kardiyovasküler olay açısından risk altındadırlar bu da yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Türk Nefroloji Derneğine (TND) (18) göre
serimizde hipertansiyon daha fazla görülmüştür. Bu
farklılığı hastanemiz HD hastalarında bir çok komorbid hastalık olması, kuru ağırlığına vakaların tam
ulaşmaması, diyete uyumsuz olmaları, düzenli
antihipertansif ilaç almamaları ve efektif HD yapılamamış olma olasılığı ile açıklanabilir.
SDBY olan hastalarda ek hastalıklar giderek artmaktadır. Bu durum hastaların yaşam kalitelerini kötü
yönde etkilemektedir (19). Çalışmamızda KBY olan
hastalarımızın % 96’sında eşlik eden en az bir hastalık
vardı. KBY olan olgularımızda en az bir yandaş hastalığı olan hastaların fonksiyonel durum puanı, genel
sağlık, mental sağlık puanları daha düşük bulunmuş
olup istatiksel olarak anlamlı fark oluşturmamaktadır.
Eşlik eden hastalıklar HD hastalarının yaşam süresini
etkilediği bilinmektedir (20,21,22,23). Hastaların eşlik
eden hastalıkları olduğunda yaşam kaliteleri ek hastalığa bağlı olarak değişik düzeylerde azaldığı söylenebilir.
Çalışmamızda RRT alan hastalarda kreatinin değeri ile
fonksiyonel durum puanları, genel sağlık puanları ve
140
toplam yaşam doyum puanları arasında zayıf yönlü
negatif bir ilişki görülmüştür, fakat bu istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Anemi HD hastalarının morbiditesini ve mortalitesini
etkileyen faktörler arasındadır (24). Aneminin düzeltilmesi hastaların yaşam kalitesini, egzersiz kapasitesini, nutrisyonunu, kalb ve bilişsel fonksiyonlarını pozitif yönde etkilemektedir (25,26). Çalışmamızda
KBY hastalarındaki hemoglobin seviyesinin TND verilerine (18) yakın olmasıyla birlikte anemi kontrolünün hastalarımızda çok iyi yapılamadığı görülmektedir. Bu farklılık hastalarımızda yandaş hastalık sayısının fazla oluşu, bölge halkının sosyal yapısının zayıflığı, yeterli demir ve Eritropoietin (Epo) tedavisi alınamadığını ve
Epo direncine neden olabilecek
infeksiyon vb gibi ek hastalıkların olması, hastalarda
yeterli beslenememe gibi nedenlerin olabileceğini düşündürtmektedir. İspanya Diyaliz Yaşam Kalitesi Çalışma Grubunda Moreno ve ark. 156 stabil HD hastasında yaptıkları araştırmada, Hb değerlerindeki yükselmenin yaşam kalitesi üzerine etkisini incelemişlerdir. Hb 10.2gr/dl’den 12,5gr/dl yükseldiğinde yaşam
kalitesinin anlamlı bir düzeyde düzelme gözlenmiştir
(14). Bizim çalışmamızda literatürlere uygun olarak
olguların yaşam kalitesi puanları ile Hb seviyeleri arasında olumlu yönde bir ilişki var olup Hb seviyeleri
arttıkça hastaların yaşam kalitesi de artmaktadır.
Albumin (alb), malnütrisyon göstergesi olarak kullanılan parametrelerden biridir. Malnütrisyon, mortalite ve
morbidite artışına sebep olur. Bergstörm protein alımının arttırılmasıyla, mortalitenin anlamlı olarak azaldığını belirtmiştir (27). Çalışmamızda HD hastalarındaki albumin seviyesi 3,1±0,43 olup TND 2011 verilerine (18) (%30,9’u alb:<3,5 ve %40,6’sı alb: < 3,53,9) göre daha düşük seviyelerde tespit edilmiştir. Bu
fark hastanemiz HD hastlarının sosyo-ekonomik seviyeleri nedeniyle yeterince protein alamadıklarını,
hastaların daha malnütre oldukları, eşlik eden hastalıklarının fazla oluşu, HD membran özellikleri, hipertansiyon kontrolünün iyi yapılamaması ve HD hasta sayısının sınırlılığı gibi nedenler ile açıklayabiliriz. Mittal
ve ark. fiziksel komponent skoru ile serum albumin
düzeyi arasında olumlu ilişki saptamışlardır. Bunun
yanında; yüksek serum albümin düzeylerinin daha iyi
mental komponent skoru elde etmişler, ancak anlamlı
fark saptamamışlardır (28). Migardi ve ark. serum
albumin düzeyi ile yaşam kalitesi arasında güçlü ilişki
tespit etmişlerdir. Bu ilişkiyi özellikle fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü ve genel sağlık skorlarında
gözlemlemişlerdir (12). Çalışmamız sonucunda literatürlerle uyumlu olarak serum albumin düzeyi ile fonk-
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
siyonel durum puanları ve toplam olarak yaşam kalitesi puanları arasında pozitif yönde ve istatiksel olarak
ileri düzeyde anlamlı ilişki vardı, genel sağlık puanları
ile serum albumin düzeyleri arasında anlamlı ilişki
vardı.
Bu çalışma hastaların yaşam kalitesi değerlendirilmesinin sadece çalışmanın yapıldığı döneme ait olması
nedeniyle, zamanla değişen sonuçların karşılaştırılmasına izin vermemektedir. Hastaların yaşam kalitesi
hemodiyalize başlamadan önce ölçülemedi; böylece
hastanın hemodiyalize başladıktan sonra yaşam kalitesinde düzelme olup olmadığı değerlendirilemedi.
Ayrıca bu çalışma tek bir hastaneye gelen toplam 100
KBY ve 30 böbrek hastalığı olmayan hastayı kapsadığından hastalar yaş, cinsiyet, medeni durum gibi
önemli sosyodemografik değişkenler için uygun şekilde eşleşmiş görünse de tüm KBY hastalarını temsil
etmeyebilir ve sonuçları tüm Türk toplumuna genellenemez.
SONUÇ
Sonuç olarak, kişilerin sağlık düzeyleri belirlenirken
geleneksel mortalite ve morbidite ölçütlerinin yanı sıra
yaşam kalitesinin de göz önünde bulundurulmasının
iyi olabileceğini düşünmekteyiz. KBY de yaşam kalitesini etkileyen bir çok faktörün rol oynadığını unutmamak gereklidir. Bu faktörleri saptamak ve iyileştirmek için hastalar daha sıkı izlenmeli ve daha geniş
çaplı ölçekler geliştirilmelidir.
KAYNAKLAR
1. K/DOQI clinical practice guidlines for Chronic Kidney Disease:
evaluation, classification, stratification. Am J Kidney Dis.2003;
39: S1.
2. Erek E, Süleymanlar G, Serdengeçti K ve TND Registry grubu,
Türk Nef roloji Derneği Kayıt Sistemi Raporları 1992-2007.
3. Merkus MP , Kredit R. Quality of life and functional status in
chronic hemodialysis and peritoneal dialysis. In: Lamiere N,
Mehta RV (Ed). Complications of Dialysis. 2000; 497-515.
4. Valderrabano F, Jofre R, Lopz-Gomez JM, Quality Of Life İn
And-Stage Renal Desease Patients. AJKD.2001;38:443-465
5. Pınar R. Sf-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Kullanımı: Sağlık
Araştırmalarında Yaşam Kalitesi Kavramı: Sendrom.1996-8:
109-114.
6. The WHOQOL Group. The development of the World Health
Organisation quality of life assessment instrument (the
WHOQOL). In: Orley J, Kuyken W, eds. Quality of Life
Assessment: International Perspectives. Heidelberg: Springer
Verlag, 1994:41-57.
7. Stucki G, Kroeling P. Principles of rehabilitation. In: Hochberg
MC, Silman AJ, Smolen JS, Weinblatt ME, Weisman MH, eds.
Rheumatology. Toronto: Mosby. 2003:517-530.
141
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
8. Freidman L, Furberg CD, DeMets DL. Assessment of quality of
life. Fundamentals of Clinical Trials. 2nd ed. Littleton,
Massachussets: PSG Publishing Company Inc. 1985. p.161- 71.
19. Durna Z, Özcan Ş, Yeşiltepe G: Düzenli hemodiyaliz tedavisi
gören hastaların yaşam kalitesi ve sosyal destek düzeyleri.
Hemşirelik formu, 3:2:4-6, Mart-Nisan 2000
9. Carr AJ, Higginson IJ. Are quality of life measures patient
centred? BMJ 2001;322:1357- 60.
20. Oygar D, Altınparmak MR, Apaydın S, Pekpak M, Erek E, Serdengeçti K. Hemodiyaliz hastalarında yaşam süresi ve yaşam
süresini etkileyen faktörler. Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi. 2003; 12(1) 52-60.
10. Koçyiğit H, Aydemir Ö, Ölmez N, Memiş A. Kısa form-36 (SF36)’nın Türkçe versiyonun güvenirliliği ve geçerliliğ. İlaç ve
Tedavi Dergisi. 1999; 12: 102-6.
11. Owen WF: Status of hemodialisis adequancy in the united
states: Does it account for improved patient survival. AJKD.
1998; 32:39-43
12. Migardi G, The DIA-QOL Group: From the development to the
clinical application of a questionnaire on the quality of life in
dialysis. The experience of the Italian Collaborative DIA-QOL
(Dialysis-Quality of Life) Group. Nephrol Dial Transplant.
1998; 13: 70-75
13. Codd MB, Blake C, Cassdy A, O’Meara YM.Phscial function,
employment and quality of life in end- stage renal disease. J
Nephrol. 2000; 13(2):142-149.
14. Moreno F, López Gomez JM, Sanz-Guajardo D, Jofre R,
Valderrábano F. Quality of life in dialysis patients. A spanish
multicentre study.Nephrol Dial Transplant 1996. 11:125-129.
15. Hopman WM, Towheed T, Anastassiades T, Tenenhouse A,
Poliquin S, Berger C et al. Canadian normative data for the SF36 health survey. CMAJ. 2000;163:265-71.
16. Sullivan M, Karlsson J. The Swedish SF-36 Health Survey III.
Evaluation of criterion based validity: Results from normative
population. J Clin Epidemiol. 1998;51:1105-13.
17. Klassen PS, Lowrie EG, Reddan DN, et al. Association between
pulse pressure and mortality in patients undergoing maintenance
hemodialysis. JAMA 2002; 287:1548.
21. Khan IH, Catto GR, Edward N, Fleming LW, Henderson IS,
MacLeod AM. Influence of coexisting disease on survival on
RRT, Lancet 1993; 341: 415-418.
22. Wright LF. Survival of patients with ESRD. Am J Kidney Dis.
vol.17, No:1, 1991: pp25-28.
23. Churchill DN, Taylor DW, Cook RJ, LaPlante P, Barre P,
Cartier P et al. Canadian Hemodialysis Morbidity Study. Am J
Kidney Dis. vol.19 No:3, 1992: 214-234.
24. Held JP, Freidrich KP, Robert AW, Hakim R et al. Kidney Int,
Vol 50. 1996, pp 550-556
25. Collins AJ, Ma JZ, Xia H, Ebben J: Patient survival is
assosicated with hemoctocrit level. Am J Nephrol 1997; 15:
283-289.
26. Madore F, Bridges K, Lew N, Lowrie E, Lazarus JM, Owen F.
Anemia in hemodiaylsis patients: variables impacting this
outcome predictor. JASN. 1997; 8: 1921-1929.
27. Bergström J. Nutristion and adequancy of dialysis in
hemodialysis patient. Kidney Int. 1993;43 (suppl 41): 261-267.
28. Mittal SK, Aherm L, Flaster E, Maesaka JK and Fishbane S.
Selfassessed physical and mental functional of hemodialysis
patients. Nephrol Dial Transplant. 2001;16:1387 94.
18. Registry 2011, Registry of the Nephrology, Dialysis and
Transplantation in Turkey. İstanbul 2011.
İLETİŞİM:
Uz. Dr. Hülya ÇOLAK
Tepecik Eğitim ve Araştırması Hastanesi,
İç Hastalıkları, Nefroloji, İzmir
e-posta: [email protected]
e-posta: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
142
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
143
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 143-146
KLİNİK ARAŞTIRMA
SEMPTOMATİK BASİT BÖBREK KİSTLERİNİN
TEDAVİSİNDE RETROPERİTONEAL
LAPAROSKOPİK KİST
DEKORTİKASYONU i
RETROPERITONEAL LAPAROSCOPIC CYST DECORTICATION
IN THE TREATMENT of SYMPTOMATIC
SIMPLE RENAL CYSTS
Hüseyin AYDEMİR
Salih BUDAK
Osman KÖSE
Şükrü KUMSAR
Hasan Salih SAĞLAM
Öztuğ ADSAN
ÖZET
Amaç: Bu çalışmada, kliniğimizde semptomatik basit böbrek kistlerinin retroperitoneal laparoskopik yöntem ile tedavisinin
sonuçlarını değerlendirdik.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2011 ve Temmuz 2013 tarihleri arasında semptomatik böbrek kisti nedeniyle retroperitoneal
laparoskopik kist dekortikasyonu uyguladığımız 35 hastanın kayıtları incelendi. İzlem süresi yetersiz ya da izlem dışı olan üç
hasta çalışma dışı bırakıldı. Hastalar cinsiyet, yaş, semptom, kist yerleşimi, kist büyüklüğü, operasyon süresi, hastanede kalış
süresi ve komplikasyon yönüyle değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşları 58.43 (±12,9) yıl, 10’nu (%31,2)kadın, 22’si (% 68,8) erkek idi. En sık semptom yan
ağrısıydı. Ortalama kist çapı 78.34 (±16.94) mm olarak tespit edildi. Bütün hastalara retroperitoneal yaklaşım uygulandı.
Kistlerin 14’ü (%43,7) sağ böbrekte, 18’i (% 56,3) ise sol böbrekte idi. Ortalama hastanede kalış süresi 1,23 (±0.45) gün
olup, ortalama operasyon süresi 72.80 (±7.58) dakika olarak gerçekleşti. Bir hastada hemorajik vizyon nedeniyle açık cerrahi
yapılmak zorunda kalındı. Bütün kistler Bosniak tip1 ve 2 olarak sınıflandırılmış olup patolojik incelemelerinde malinite bulgusuna rastlanmadı. Hastaların postoperatif 3.ncü ay ultrasonografik kontrollerinde kiste rastlanmadı. Semptomatik başarı
oranı %84, radyolojik başarı oranı ise %100 olarak tespit edildi.
Sonuç: Basit böbrek kistlerinin tedavisinde, retroperitoneal laparoskopik yöntem, minimal invaziv, güvenli ve etkin bir seçenektir. Ayrıca retroperitoneal yaklaşım karıniçi organ yaralanması veya peritonit gibi komplikasyonlardan kaçınılmasını sağlar.
Anahtar Sözcükler: Böbrek Kisti, , Endoskopik Kist Dekortikasyonu, Laparoskopi, Retroperitoneoskopi
Sakarya Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Üroloji kliniği, SAKARYA
(Prof. Dr. Ö. Adsan, Doç. Dr. H. S. Sağlam, Yard. Doç. Dr. O. Köse, Op. Dr. H. Aydemir, Op. Dr. Ş. Kumsar)
Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İZMİR
(Dr. S. Budak)
Yazışma: Dr. Salih Budak
144
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
SUMMARY
Aim: In this study, we evaluated the results of the treatments of symptomatic simple renal cysts that were carried out at our
clinic using the retroperitoneal laparoscopic procedure.
Material-Methods: Between the date January 2011 and July 2013 the records of 35 patients who underwent retroperitoneal
laparoscopic cyst decortication due to symptomatic renal cysts were scrutinized. The patients were evaluated according to
age, symptom, cyst location, cyst size, operation time, length of hospital stay and complications.
Results: The mean age of the patients was 58.43 (± 12.9) years, 10 patients were female (31.2%), and 22 (68.8%) were male.
Average cyst size was 78.34 (±16.94) cm. All patients were operated on using the retroperitoneal approach. 14 cyst (43.7%)
were located on the right side and 18 (56.3) were located on the left side. The average duration of hospital stay was 1.23
(±0.45) days and the average operation time was 72.80 (±7.58) minutes. One patient had to undergone open surgery due to
hemorrhagic vision. All cysts were classified as Bosniak type 1 or 2 and pathological examination revealed no evidence of
malignancy. No cysts were found during three postoperative ultrasound control of the patients. Symptomatic success rate of
84%, radiological success rate of 100% was detected.
Conclusion: The retroperitoneal laparoscopic procedure is a minimally invasive, safe and effective option in the treatment of
simple renal cysts. In addition, the retroperitoneal approach provides avoidance of complications such as peritonitis and intraabdominal organ injury.
Keywords: Endoscopic Cyst Decortication, Laparoscopy, Renal Cyst, Retroperitoneoscopy
GİRİŞ
Basit böbrek kisti böbreğin en sık gözlenen benin hastalığıdır. Prevalansı ilerleyen yaşlarda artmakla birlikte toplumda %7-10 olarak bildirilmekte ve erkeklerde
iki kat daha fazla görülmektedir (1,2). Çoğu kez
asemptomatik olmalarına rağmen böbrek kistleri, hastalarda ağrı, hipertansiyon, hematüri, obstrüksiyon veya kist rüptürü gibi semptomlara sebep olabilmektedir
(3,4). Semptomatik böbrek kistlerinin tedavisinde
perkütan aspirasyon, sklerozan madde injeksiyonu ya
da açık veya laporoskopik cerrahi seçenekleri uygulanmaktadır (5,6). Minimal invaziv tedavi yöntemleri
arasında sayılan kist aspirasyonu ve sklerozan madde
injeksiyonu ile kıyaslandığında laparoskopik böbrek
kisti dekortikasyonu daha etkin ve daha tercih edilir
bir konuma gelmiştir (7).
Bu çalışmada, kliniğimizde semptomatik basit böbrek
kistlerinin retroperitoneal laparoskopik yöntem ile tedavisinin güvenilirliği ve sonuçlarını değerlendirdik.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kliniğimizde Ocak 2011 ve Temmuz 2013 tarihleri
arasında basit böbrek kisti tanısı ile retroperitoneal
laparoskopik kist eksizyonu uygulanan 35 hastanın
kayıtları geriye dönük değerlendirildi. Tüm hastalara
operasyondan önce rutin biyokimyasal testler, idrar
tahlili, idrar kültürü yapıldı, kistler renal ultrasonografi ve abdominal tomografi ile değerlendirildi. İzlem
süresi yetersiz ya da izlem dışı olan üç hasta çalışma
dışı bırakıldı.
Teknik: Girişimler retroperitonoskopi pozisyonunda
uygulandı. Orta aksiller hatta ilyak çıkıntının yaklaşık
2 cm üzerinde 1,5 cm uzunluğunda insizyon yapıldı.
Bu insizyondan subkutan doku ve kas tabakaları geçilerek transvers fasya’ya ulaşıldı. Fasyaya 1 cm boyunda insizyon yapıldı. Bu insizyondan parmak ile
retroperitona künt diseksiyon uygulandı. Ardından balon dilatasyon yapılarak retroperitoneal alan sağlandı.
Bu insizyondan 10 mm'lik trokar yerleştirilerek
endokamera ile retroperiton kontrol edildi.
Pnömoretroperitonyum 15 mm Hg basınçta karbondioksit insüflasyonu ile sağlandı, ilyak çıkıntının yaklaşık 4 cm üzerinden, biri arka, diğeri ön koltuk çizgisi
üzerinde olmak üzere iki adet 5 mm'lik trokar
retoperitona endokamera gözetimi altında yerleştirildi.
Bu trokarlardan yerleştirilen disektörler ve endoskopik
makaslar ile diseksiyon yapıldı. Gerota fasyasının
diseksiyonu sonrasında perirenal dokular künt ve keskin diseksiyonlar ile serbestleştirilerek kistler ortaya
çıkarıldı. Kist duvarı endoskopik makas ile kesilip çıkarıldı. Kist sıvısı aspire edildi ve sitolojik inceleme
için örnek alındı. Kist tabanına fulgarizasyon uygulanmasının ardından hemostaz kontrolünü takiben
posteriordaki 5 mm'lik trokar traktüsünden dren konularak işlem sonlandırıldı.
BULGULAR
Hastaların ortalama yaşları 58,43 (±12,9) yıl, 10’nu
(%31,2) bayan, 22’si (% 68,8) erkek idi. Ortalama kist
çapı 78,34 (±16,94) mm olarak tespit edildi. Bütün
hastalara retroperitoneal yaklaşım uygulandı. Kistlerin
14’ü (%43,7) sağ böbrekte, 18’i (% 56,3) ise sol böbrekte idi. Bir hastada (%3,1) hemoraji nedeniyle açık
cerrahiye geçildi. Operasyonlara ait sonuçlar Tablo
1’de sunuldu. En sık tespit edilen semptom yan ağrısıydı. Tablo 1’de operasyon endikasyonları ve
semptomatik sonuçları sunuldu. Bütün kistler Bosniak
tip1 ve 2 olarak sınıflandırılmış olup patolojik incele-
145
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
melerinde malinite bulgusuna rastlanmadı. Hastaların
postoperatif 3. ay radyolojik değerlendirmelerinde yeni kiste rastlanmadı. Bir hastada toplayıcı sistem ilişkisi nedeniyle çift “J” stent takıldı. İzlem döneminde
hiçbir hastada karıniçi organ yaralanması, ürinom,
hematom veya peritonit gözlenmedi.
Tablo 1. Sonuçlar
Operasyon Süresi (dakika)
Hastanede Yatış (gün)
Radyolojik Başarı
Semptomatik Başarı
İzlem Süresi (ay)
72.80 (±7.58)
1,23 (±0.45)
32 hasta(%100)
27 hasta (%84,3)
11,03 (±9.19)
Tablo 2. Operasyon endikasyonları ve semptomatik sonuçları
Ağrı
OS (%)
Preoperatif
28 (87,5)
Postoperatif
4(12,5)
Toplayıcı
Sisteme Bası
Mikroskobik
Hematüri
5 (15,6)
6 (18,7)
-
1 (3,1)
TARTIŞMA
Perkütan kist aspirasyonu ve skleroterapi basit böbrek
kistlerinin tedavisinde poliklinik şartlarında dahi uygulanabilen, minimal invaziv tedavi seçenekleri olmalarına rağmen yüksek yineleme oranları bildirilmektedir (8,9). Özellikle orta büyüklükteki kistlerin tedavisinde daha fazla tercih edilmektedir (10). Ayrıca
sklerozan olarak kullanılan kimyasal maddenin kimyasal hasar ve alerjik reaksiyon riskleri vardır. Açık
cerrahi basit kistlerin tedavisi için oldukça yüksek
morbiditeye sahiptir. Laparoskopinin ürolojide kullanılması ile birlikte hastalara daha fazla morbidite getiren açık cerrahi artık yerini laparoskopik yöntemlere
bırakmaktadır. Laparoskopik yaklaşım böbrek kistlerinin dekortikasyonu için minimal invaziv, etkin ve
güvenilir bir tedavi yöntemidir (11).
Bu nedenlerle günümüzde laparoskopik yaklaşım daha
çok tercih edilir bir konuma gelmiştir. Okke ve ark.’nın
çalışmasında laparoskopik kist dekortikasyonunun
perkütan tedaviye kıyasla daha başarılı bir yöntem olduğu sonucuna varmışlardır (7). Böbrek kistlerinin
laparoskopik tedavisinde transperitoneal ve retroperitoneal olmak üzere iki yaklaşım tanımlanmıştır. Özellikle böbreğin dorsalinde yerleşen kistlerde retroperitoneal yaklaşım kolay bir yöntem olarak kabul edilmekle birlikte abdominal cerrahi geçirmiş hastalarda
retroperitoneal yaklaşım daha fazla tercih edilmektedir
(12). Çalışmamızda retroperitoneal yaklaşım anatomik
adaptasyon kolaylığı nedeniyle tercih edilmiştir. Böbreğe yapılan laparoskopik yaklaşım tercihi cerrahın
deneyimi ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle, böbrek
kistlerine her iki yaklaşımın da yapılabileceği söyle-
nebilir. Tok ve ark. çalışmalarında 128 olgudan 43'üne
laparoskopik kist eksizyonu uygulamışlar ve yalnızca
iki olguda (birinde yüksek ateş diğerinde çift J kateter
gerekmesi) komplikasyon görülmüştür. Yazarlar arka
yüz ve dış yan yerleşimli kistlerde retroperitoneal,
parapelvik yerleşimli kistler içinse transperitoneal
yaklaşımı tercih ettiklerini bildirmektedir (13).
Thwaini ve arkadaşlarının 22 hastalık serilerinde ortalama 60 (22-93) ay izlem süresince hastaların 17 tanesinde %77 semptomatik düzelme ve radyolojik düzelme %100’dür (12). Atug ve arkadaşları ortalama
izlem süreleri 39 (3-96) ay olan çalışmalarında %91
semptomatik düzelme %95 radyolojik düzelme bildirmişlerdir (14). Tefekli ve arkaşları 19 hastalık
retroperitoneal laparoskopi serilerinde radyolojik başarıyı %88, semptomatik başarıyı ise %89 olarak bildirmişlerdir (15). Kilciler ve ark. 28 olguyu sundukları
çalışmalarında retroperitoneal yaklaşımla %93
semptomatik ve %96 radyolojik başarı elde ederken
komplikasyonla karşılaşmamışlardır. (16) Günümüzde
tek port retroperitonoskopinin böbrek kistlerinin tedavisinde daha iyi kozmetik sonuçları ile benzer başarı
oranı olduğu bildirilmektedir (17).
Çalışmamızda literatür ile uyumlu semptomatik düzelme %84 ve radyolojik düzelme %100 oranları tespit ettik. Literatürün değerlendirilmesi ve çalışmamızın sonuçlarıyla retroperitoneal laparoskopik kist
dekortikasyonun, böbrek kistlerinin tedavisinde başarıyla uygulanabildiği söylenebilir.
SONUÇ
Basit böbrek kistlerinin tedavisinde, retroperitoneal
laparoskopik yöntem minimal invaziv, güvenli ve etkin bir seçenektir. Ayrıca retroperitoneal yaklaşımla
karın içi organ yaralanması veya peritonit gibi komplikasyonlardan kaçınılmaktadır.
KAYNAKLAR
1. Terada N, Arai Y, Kinukawa N, Terai A. The 10-year natural
history of simple renal cysts. Urology. 2008; 71:7–12.
2. Chang CC, Kuo JY, Chan WL, et al. Prevalence and clinical characteristics of simple renal cysts. J Chin Med Assoc. 2007; 70:486–91.
3. Porpiglia F, Fiori C, Billia M, et al. Retroperitoneal decortication of simple renal cysts vs decortication with wadding using
perirenal fat tissue: results of a prospective randomized trial.
BJU Int. 2009; 103:1532–36.
4. Vaidyanathan S, Hughes PL, Oo T, Soni BM. Spontaneous rupture of an infected renal cyst and external drainage through a
lumbar surgical scar in a male patient with cervical spinal cord
injury: a case report. J Med Case Rep. 2008;2:154.
5. Fontana D, Porpiglia F, Morra I, Destefanis P. Treatment of
simple renal cysts by percutaneous drainage with 3 repeated alcohol injection. Urology 1999;53:904-7.
146
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
6. Roberts WW, Bluebond-Langner R, Boyle KE, Jarrett TW, Kavousi LR. Laparoscopic ablation of symptomatic paranchymal
and peripelvic renal cysts. Urology 2001;58:165-9.
12. Thwaini A, Shergill IS, Arya M, Budair Z. Long-Term FollowUp after Retroperitoneal Laparoscopic Decortication of Symptomatic Renal Cysts. Urol Int. 2007; 79: 352-5.
7. Okke AA, Mitchelmore AE, Keeley FX, Timoney AG. Acomparison of aspiration and sclerotherapy with laparoscopic deroofing in the manegement of symtomatic simple renal cysts.
BJU Int 2003;92:610-613.
13. Tok A, Tepeler A, Aktoz T,Kaba M, Akçay M,Binbay M. İlk
Retroperitoneoskopik Deneyimlerimiz. Haseki Tıp Bült
2009:47:151.
8. Raskin MM, Poole DO, Roen SA, Viamonte M Jr. Percutaneous
management of renal cysts: results of a four year study. Radiology 1975;115:551-553.
9. Hanna RM, Dahniya MH. Aspiration and sclerotherapy of
symptomatic simple renal cysts: value of two injeciions of a
sclerosing agent. Am J Roentgenol 1996;167:781-783.
10. Shao Q, Xu J, Adams T, Tao S, Cui Y, Shen H et al. Comparison of aspiration-sclerotherapy versus laparoscopic decortication
in management of symptomatic simple renal cysts. J Xray Sci
Technol. 2013;21(3):419-28.
11. Abbaszadeh S, Taheri S, Nourbala MH. Laparoscopic decortication of symptomatic renal cysts: experience from a referral center in Iran. Int J Urol 2008;15:486-9.
14. Atug F, Burgess SV, Ruiz-deya G Mendes-Torres F, Castle EP,
Thomas R. Long-term durability of laparoscopic decortication
of symptomatic renal cysts. Urology. 2006; 68: 272-5.
15. Tefekli A, Altunrende F, Baykal M, Sarılar O, Kabay S,
Müslümanoğlu AY. Retroperitoneal laparoscopic decortication
of simple renal cysts using the bipolar PlasmaKinetic scissors.
Int J Urol 2006;13:331-6.
16. Kilciler M, Istanbulluoğlu MO, Basal Ş, Bedir S, Avcı A,
ÖzgökY. Finger Asisted Laparoscopic Renal Cyst Excision:A
Simple Technique. Urol J. 2010;7:90-4.
17. Yang D, Xue B, Zang Y, Liu X, Zhu J, Chen D et al. A modified
laparoendoscopic single-site renal cyst decortication: singlechannel retroperitoneal laparoscopic decortication of simple renal cyst. J Laparoendosc Adv Surg Tech A. 2013 ;23(6):506-10.
İLETİŞİM
Dr. Salih BUDAK
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Üroloji Kliniği, İZMİR
e-posta:[email protected]
e-posta: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
147
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 147-150
KLİNİK ARAŞTIRMA
BİR ÖZET DEĞERLENDİRME ÖLÇEĞİNİN
BİLİMSEL MAKALE YAYININDA FAKTÖR
ANALİZ İNCELEMESİ İLE
DEĞERLENDİRİLMESİ i
EVALUATION OF AN ABSTRACT EVALUATION SCALE USED
AT SCIENTIFIC ARTICLE PUBLISHING FROM THE
ASPECT OF FACTOR ANALYSIS
Murat ALTUNTAŞ
Tevfik Tanju YILMAZER
Kurtuluş ÖNGEL
ÖZET
Amaç: Çalışmamızın amacı; bir aile hekimliği dergisinde yayınlanan tüm makaleleri özet kısımları başta olmak üzere değerlendirerek EURACT (Avrupa Aile Hekimliği Eğiticileri Akademisi) tarafından hazırlanmış olan “Özet Değerlendirme Ölçeğinin geçerliliğinin bilimsel açıdan değerlendirilmesidir.
Yöntem: Bir aile hekimliği dergisinde yayınlanıp belirli bir örneklem yöntemi ile seçilen 107 makale, EURACT Özet Değerlendirme Ölçeği ile değerlendirmeye alınmıştır. Ölçeğin etkinliğinin değerlendirilmesine yönelik olarak öncelikle anketin
bağımsız ölçümleri arasındaki tutarlılık araştırılarak anketin geçerliliği ortaya konmaya çalışılmıştır. EURACT tarafından
ortaya konulan Makale Özet Değerlendirme Ölçeği kullanılarak 107 makale özeti, konusunda deneyimli olan 4 Aile Hekimliği akademisyeni ve araştırmacının kendisi olmak üzere, toplam 5 hakem tarafından ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme neticesinde ortaya çıkan sonuçlar için Cronbach alfa istatistiksel analizi uygulandı. Ayrıca ilgili soruların makaleleri
değerlendirmedeki potansiyel etkinliğini tespit açısından Faktör Analizi yapılmış ve Faktörlerin toplam varyansları hesaplanmıştır.
Bulgular: EURACT Özet Değerlendirme Ölçeği’nin dergide yayınlanmış olan makalelerin özet kısımlarını değerlendirmek
için geçerli olduğu görülmüş ve bu ölçek ile değerlendirildiğinde 81 makalenin (%75,7) standartlara uygun olduğu belirlenmiştir.
Sonuç: Özellikle birinci basamaktan yapılan ya da aile hekimliği ve birinci basamak ile ilgili yayınları değerlendirilmek üzere gönderilecek makalelerin özet kısımlarının değerlendirilmesi ve standardizasyonu için EURACT Özet Değerlendirme Ölçeği’nin kullanılabileceği düşünülmüştür.
Anahtar sözcükler: Aile Hekimliği, Bilimsel yayıncılık, EURACT Özet Değerlendirme Ölçeği, Makale kalitesi
Sütçüler 4 No’lu Çandır Aile Hekimliği Birimi, Isparta
(Uzm Dr M. Altuntaş)
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği, İzmir
(Uzm. Dr. T. T. Yılmazer, Doç. Dr. K. Öngel)
Yazışma: Uzm Dr M. Altuntaş
148
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
SUMMARY
Aim: The aim of our study was to evaluate all articles published at a journal on family medicine with an emphasis given on
the abstracts and evaluate the abstract evaluation scale which was prepared by EURACT (The European Academy of Teachers in General Practice and Family Medicine) scientifically from the aspects of validity.
Material and Method: One hundred and seven articles published at a journal on family medicine which was chosen with a
certain sampling method was evaluated with EURACT Abstract Evaluation Scale. Intended to evaluate the efficiency of the
scale, consistency between the independent measurements was searched so that the validity of the scale can be demonstrated.
The abstracts of 107 articles was evaluated by 5 arbitrators 4 of whom are academicians and the researcher himself. For the
results obtained after the evaluation Cronbach alpha statistical analysis was applied. Also as for the potantiel efficiency of
mentioned questions, a factor analysis was performed and total variations of factors was calculated.
Results: It was determined that EURACT Abstract Evaluation Scale was valid to evaluate the abstracts of articles published
and it was stated that 81(75.7 %) of the abstracts was within standarts when evaluated with this scale.
Conclusion: It was thought that in order to evaluate and to standardice the abstracts of articles for the researches performed
at primary care and/or about the primary care, EURACT Abstract Evaluation Scale could be used.
Key words: Family Medicine, EURACT Abstract Evaluation Scale, Quality of scientific articles, Scientific publishing
GİRİŞ
Çoğu kişi bir makalenin önce (veya sadece) özetini
okur. Tanıtıcı bir özet (Abstract- kısa özet) bir makalenin paragraf formundaki şeklidir. Kısa özete makalenin küçültülmüş bir biçimi olarak da bakılabilir.
Özet; makale içeriğinin okurlar için genel bir haritasıdır. İyi hazırlanmış bir özet, okuyucunun belgenin içeriğini kısa zamanda ve duyarlılıkla belirlemesine, kendi ilgi alanıyla ilişkisini saptamasına ve böylece makalenin bütününü okumaya gerek duyup duymayacağına
karar vermesine imkan verir.
Özet araştırmanın kapsamını ve esas amaçlarını belirtmeli, kullanılan metodolojiyi tanımlamalı, bulguları
özetlemeli ve ana sonuçları belirtmelidir. Kısa özetlerin çeşitli kullanımları, sonuçları önemlidir ve bunların kendi başına yayınlanacağı unutulmamalıdır. Özet
bir anlamda yazarın bulgularını sunma bakımından
reklamını yaptığı bölüm olarak algılanabilir. Genellikle iyi bir kısa özeti iyi bir makale izler, kötü bir makale ise sorunların habercisidir (1-3). Bu nedenlerle; özetin değerlendirilmesi makalenin değerlendirilmesinin
ilk ve en önemli adımıdır. Bu değerlendirme için de
çeşitli yöntemler geliştirilmiştir (4). Çalışmamızda da
Avrupa Aile Hekimliği Eğiticileri Akademisi (The
European Academy of Teachers in General Practice
and Family Medicine- EURACT) tarafından geliştirilmiş olan “Özet Değerlendirme Ölçeği” nin (Tablo
1) geçerlilik değerlendirilmesinin yapılması amaçlanmıştır.
EURACT öğretim üyesi ve eğiticileri bir araya getiren
ve Mart 1992’de kurulmuş olan bir iletişim örgütlenmesidir. Akademi’nin amacı; öğrenme ve öğretme yoluyla aile hekimliğinin bir disiplin olarak gelişmesini
sağlayarak Avrupa’da aile hekimliği hizmetlerinde
yüksek standartlara erişilmesine katkıda bulunmaktır.
WONCA’nın bir eğitim kolu olarak etkinlik göstermektedir. Ülkemiz de bu konseyde 1997 yılından beri
temsil edilmekte olup 104 üye ile en fazla üyeye sahip
ülke konunumdadır (5,6).
EURACT Konsey bünyesinde çeşitli kalıcı komiteler
bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi; “Sürekli Mesleksel Gelişim Komitesi’dir. Ayrıca EURACT Educational
Agenda ve Educational Expertise Framework gibi eğitimsel belgeleri de bulunmaktadır (5).
EURACT eğitim belge ve etkinlikleri arasında; kongreler ya da makalelerde kullanılan özetlerin değerlendirmesinde kullanılabilen “Özet Değerlendirme Ölçeği’’ de bulunmaktadır (Tablo 1).
Gereç ve Yöntem:
Bir aile hekimliği dergisinde yayınlanmış olan makaleler arasından evrendeki eleman sayısı bilinen örneklem büyüklüğü hesabı formülü ile seçilen 107 makale
EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeği ile değerlendirmeye alındı. Ölçeğin etkinliğinin değerlendirilmesine yönelik olarak öncelikle anketin bağımsız
ölçümleri arasındaki tutarlılık araştırılarak (Cronbach
alfa katsayısı yöntemi); anketin geçerliliği ortaya
konmaya çalışıldı. Cronbach alfa katsayısı yöntemi
sadece değerlendirme için seçilmiş 107 makale üzerinden hesaplandı. Hesaplama için öncelikle;
EURACT tarafından ortaya konulan Makale Özet Değerlendirme Ölçeği kullanılarak 107 makale özeti, konusunda deneyimli olan 4 Aile Hekimliği akademisyeni ve araştırmacı olmak üzere, toplam 5 hakem tarafından ayrı ayrı değerlendirildi. Bu değerlendirme ne-
149
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
ticesinde ortaya çıkan sonuçlar için Cronbach alfa istatistiksel analizi uygulandı. Bu analiz neticesinde alfaCronbach değeri 0.820 olarak bulundu.
Ayrıca Sekiz soruluk bu Makale Özet Değerlendirme
Formu’nda bulunan her bir soru için, ilgili soruların
makaleleri değerlendirmedeki potansiyel etkinliğini
tespit açısından Faktör Analizi uygulandı. Daha sonra
Faktörlerin toplam varyansları hesaplandı.
BULGULAR
İlk olarak; Değerlendirme Ölçeğinin istatistiksel olarak güvenilirliği belirlendi. İlişkili veriler Tablo 2 ve
Tablo 3’te görülmektedir.
Tablo 1. EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeği
Özet İsmi:
Tam olarak
Büyük oranda
EVET (3 Puan)
EVET (2 Puan)
Emin Değilim
(1 Puan)
Uygun Değil
(0 Puan)
Özet açık, konu orijinal, metod uygun,
sonuçlar metodla uyumlu mu?
Özet konusu Aile Hekimliği uygulamaları ile mi ilgili?
Çalışma Aile Hekimliği uygulamalarına yardımcı mı?
Günlük uygulamalarda
kullanılabilir mi?
Diğer Avrupa ülkelerinde
uygulanabilir mi?
Çalışma kaliteli ya da
planla-yap-kontrol et şeklinde mi?
Sunum sonunda güzel bir
tartışma oluşturulmuş mu?
Ek olarak özel bir katkısı var mı?
TOPLAM PUAN: (ençok.24)
Tablo 2. EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeği İstatistiksel Güvenilirliği
Cronbach Alfa Sayısı
Madde Sayısı
0,820
8
Tablo 3. EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeğindeki Soruların Başlıklar Halinde İstatistiksel Güvenilirlikleri
Madde Silindiğinde
Ölçek Ortalaması
Madde Silindiğinde
Ölçek Varyansı
Düzeltilmiş Madde
Toplam Korelasyonu
Madde Silindiğinde
Cronbach alfa Sayısı
Soru 1
11,4636
4,686
0,560
0,797
Soru 2
11,5402
5,141
0,465
0,810
Soru 3
11,5925
4,753
0,615
0,790
Soru 4
11,6972
4,744
0,595
0,792
Soru 5
11,6617
5,208
0,308
0,832
Soru 6
11,9551
4,372
0,611
0,790
Soru 7
12,2542
4,694
0,604
0,791
Soru 8
12,1065
4,891
0,605
0,793
Rotasyonel Komponent Matriks ?
150
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Cronbach Alfa sayısı: 0.00-0.40 arasında ise güvenilir
değil, 0.40-0.60 arasında ise düşük derecede güvenilir,
0.60-0.80 arasında ise oldukça güvenilir, 0.80-1.00
arasında ise yüksek derecede güvenilir değerlendirmesine göre (45,46,47);
EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeğinin,
araştırmada kullanılan aile hekimliği dergisi yayınlarının özet kısımlarını değerlendirmesinde Yüksek Derecede Güvenilir olduğu sonucuna ulaşıldı.
EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeği Soruları
İçin Faktör Analizi yapıldığında (Tablo 4); genel olarak; FAKTÖR 1 makale içeriklerini, FAKTÖR 2 ise
makalelerin ilişkili oldukları konuların uygulanabilirliklerini göstermekteydi. Uygulanan Faktör Analizinde;
soru 1, soru 5, soru 6 ve soru 7 FAKTÖR 1, soru 2, soru3, soru 4 ise FAKTÖR 2, soru 8 ise hem FAKTÖR 1
hem de FAKTÖR 2 olarak değerlendirildi.
Faktörlerin toplam varyansları hesaplandığında;
EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeği içeriğinde bulunan sekiz soru içinde en yüksek varyansa
sahip iki sorunun; %32,85 ile 1. soru (Özet açık, konu
orjinal, metod uygun, sonuçlar metodla uyumlu mu?)
ve %30,28 ile 2. soru (Özet konusu aile hekimliği uy-
gulamaları ile mi ilgili?) şeklinde olduğu görüldü. Diğer soruların ise kalan yüzde diliminde kendi içlerinde
bir dağılım gösterdikleri tespit edildi. Sonuç itibariyle
EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeği ile değerlendirilen sekiz sorudan 1. ve 2. soruların araştırmada kullanılan aile hekimliği dergisinde yayınlanmış
olan makalelerin özet kısımlarını en kapsamlı şekilde
değerlendiren sorular oldukları tespit edildi.
Her hakem basit rastgele örneklem metoduyla seçilen
107 makalenin özet kısımlarını EURACT Makale
Özet Değerlendirme Ölçeği ile ayrı ayrı değerlendirerek puanladı. Bu değerlendirme sonucunda 1. Hakem
104, 2. Hakem 73, 3. Hakem 67, 4. Hakem 26 ve 5.
Hakem 81 makalenin, ölçeğin standardizasyonuna uygun olduğunu belirledi. Tüm hakemlerin ortalama puanları alındığında ise 81 makalenin(%75.7) ölçek
standartına uygun olduğu tespit edildi.
SONUÇ
Aile hekimliği ile ilgili yapılan çalışmaların özet kısımlarının değerlendirilmesi ve standardizasyonu için
EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeği’nin
kullanılabileceği düşünülmüştür.
Tablo 4. EURACT Makale Özet Değerlendirme Ölçeğindeki Soruların Başlıklar Halinde Faktör Analizi
Soru No
1
6
7
Komponent 1
0,891
0,811
0,778
Komponent 2
0,567
0,353
0,461
8
5
3
2
4
0,858
0,855
0,784
KAYNAKLAR
1. Bilimsel Araştırma internet sitesi http://www.bilimselarastirma.
com/belge/oku/159 Erişim tarihi: 04.09.2013
2. Türk Medline Ulusal Sağlık Bilimleri-Süreli Yayınlar Veritabanı http://www.turkmedline.net/makalenasilyazilir.html Erişim
tarihi: 04.09.2013.
3. Türk Toraks Derneği internet sitesi
http://168.144.121.167/TORAKSFD23NJKL4NJ4H3BG3JH/ki
sokulu3-ppt-pdf/Nazmi_bilir.pdf Erişim tarihi: 04.09.2013
4. V. Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongresi internet
sitesi http://www.fedu.metu.edu.tr/ufbmek5/kilavuzlar.htm#ozetdegerklavuz Erişim tarihi: 04.09.2013
5. Saatçi E. Aile Hekimliği’nden Haberler. Türkiye Aile Hekimliği
Dergisi. 2012; 16(4): 201
6. Başak O. “Aile Hekimliği Eğitimi: Güncel Durum ve Yeni Açılımlar” http://aile.atauni.edu.tr/anabilim/hakkimizda/
WorkshopOkay.ppt
İLETİŞİM
Uzm. Dr. Murat ALTUNTAŞ
Sütçüler 4 No’lu Çandır Aile Hekimliği Birimi
Isparta/TÜRKİYE
Tel: +90.530.5618703
E-mail: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
151
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 151-153
OLGU SUNUMU
KADINLARDA NADİR BİR ÜRİNER RETANSİYON
NEDENİ: FOWLER SENDROMU i
A RARE CAUSE OF URINARY RETANTION IN WOMEN:
FOWLER SYNDROME
Fırat AKDENİZ
Burak ARSLAN
Halil İbrahim BOZKURT
Tarık YONGUÇ
Mehmet Levent HACIHASANOĞLU
Hüseyin TARHAN
Süleyman MİNARECİ
ÖZET
Fowler Sendromu genç kadınlarda üriner retansiyonun bir nedeni olarak 1985 yılında tanımlanmıştır. Bu sendromda problem
üretral sfinkter kasında görülen gevşemedeki yetmezliktir ve bu durumu açıklayacak herhangi bir nörolojik bozukluk
hastalarda bulunmamaktadır. Bu makalede 36 yaşında, karın ağrısı ve halsizlik yakınmaları ile başvuran, 6 ay önce Fowler
Sendromu tanısı alan ve temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) yapan olgu sunulmuştur.
Anahtar Sözcükler: İdrar tıkanıklığı, Fowler Sendromu,TAK, Üretral sfinkter. Üriner retansiyon
SUMMARY
Fowler Syndrome is first described in 1985 as a cause of urinary retansion in young women. There is a failure in relaxation of
urethral sphincter without any neurological disorder. In this article we present a 36 year old women who admitted with
stomach ache and weakness and was diagnosed as Fowler Syndrome 6 months ago and performes clean intermittant selfcatheterisation. Keywords: CIS, Fowler Syndrome, ,Urethral sphincter,Urinary retention
Gaziemir Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi, Üroloji Kliniği, İZMİR
(Op.Dr.F. Akdeniz, Op.Dr.M. L. Hacıhasanoğlu)
Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İZMİR
(Op.Dr.S. Minareci, Eğitim ve İdari Sorumlu, Op.Dr.H. İ.Bozkurt, Başasistan, Op.Dr.B. Arslan, Op.Dr.T. Yonguç)
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İZMİR
(Dr.H. Tarhan, Başasistan)
Yazışma: Op. Dr. Fırat AKDENİZ
152
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
GİRİŞ
TARTIŞMA
Üriner retansiyon, özellikle erişkin erkeklerde benin
prostat hiperplazisinin yaptığı obstrüksiyona bağlı olarak sıklıkla görülen bir tablodur. Kadınlarda ise üriner
retansiyon daha seyrek görülmektedir. Potansiyel nedenler, erkeklerde olduğu gibi nörolojik, farmakolojik,
anatomik, miyopatik, işlevsel ve psikojenik ana başlıkları altında sıralanabilir (1). Kadınlarda mesane çıkım tıkanıklıklarını değerlendirmeye yönelik tanı kriterleri hakkında tam bir uzlaşı yoktur (2,3). İşeme bozukluğu öyküsü ile Üroloji polikliniklerine başvuran
hastalara gerekirse lomber ponksiyon, nöropsikolojik
testler, beyin ve spinal medulla MR, ürodinami,
sistoskopi gibi tetkikler istenir. Bu araştırmaların sonucunda patolojik bozukluğun saptanmadığı durumlarda ‘aşırı kontrakte üretral sfinkter’ altta yatan sebep
olarak düsünülmüs ve bu durum Fowler Sendromu
olarak adlandırılmıştır(4). Biz burada karın ağrısı ve
halsizlik nedeni ile başvuran Fowler Sendromlu hastayı sunuyoruz.
Fowler Sendromu ilk defa 1985 yılında Profesör Clare
J. Fowler tarafından genç kadınlarda üriner retansionun nedenlerinden biri olarak tanımlanmıştır (5).
OLGU SUNUMU
36 yaşında kadın hasta, üroloji polikliniğine karın ağrısı ve halsizlik yakınmaları ile başvurdu. Hastanın
öyküsünden dış merkezde yaklaşık 6 ay önce Fowler
Sendromu tanısı aldığı ve temiz aralıklı kateterizasyon
(TAK) yaptığı öğrenildi. Fizik muayenesinde karın
rahat görünümde, palpasyonla kısmen ağrılı, defans ve
ribaund bulgusu yoktu, suprapubik dolgunluk hissi ve
ağrısı mevcuttu. Yapılan karın ultrasonografisinde
(US), karın içi organlar normal görünümde, heriki
böbrekte derece 2 pelvikaliektazi, glob vesikal görüntüsü var idi.Hastaya TAK yapıp mesanesini boşaltması söylendiğinde, yeni TAK uyguladığını ve yaklaşık 1
aydır idrar kesesinin TAK yapmasına rağmen tam boşalmadığını hissettiğini ifade etti. Hastanın özgeçmişinde herhangi bir nörolojik hastalık öyküsü yoktu,
yaklaşık 2 yıl önce sol over kistleri nedeni ile opere
edilmişti ve sağ overinde de kistleri mevcuttu. İstenen
üre ve kreatinin değerleri sırasıyla 102 mg/dl ve 4,9
mg/dl geldi, elektrolit değerleri olağandı. Hastaya
TAK tekrarlatıldı, TAK sonrasında US’da mesanede
500 cc idrar saptanması üzerine hastaya 18 no.Foley
sonda takılarak, izleme alındı. Kreatinin 0,7 mg/dl,
üre:24 mg/dl seviyesine geriledi. Foley sonda sonrası,
TAK eğitimi yeniden verildi ve kadın tipi üretra
kateteri önerildi.
Üretral sfinkterin relaksasyonunda anormallik vardır
ve zeminde bu durumu açıklayacak, nörolojik bir sebep yoktur (5). Bu hastaların üretral sfinkter
elektromyografisinde(EMG) anormal elektriksel aktivite var olup, %50’den fazla olguda polikistik over
(PO) varlığı tespit edilmiştir (4,6), bu bulgu aşırı
üretral sfinkter aktivitesinin hormonal etkiden kaynaklanabilineceği düşündürmüştür (4). Bizim hastamızda
da sol over kisti nedeniyle operasyon öyküsü ve sağ
tarafta da over kisti var idi.Dev over kistlerinin(8) ve
retrovert uterusun(9) mesaneye yaptığı bası ve doğum
sonrası (10)spontan gelişebilen üriner retansiyonlar
bildirilmiştir.
Klinik olarak bakıldığında bu hastalarla genelde 30-40
lı yaşlarda karşılaşılır ve hastalar idrar yapamamadan
yakınırlar, karın alt kısımda dolgunluk ve rahatsızlık
hissi vardır, altta yatan herhangi bir nörolojik hastalık
durumu ya da öyküsü bulunmayıp, beyin ve spinal
kordun görüntülemeleri de tamamen normaldir (4,7).
Swinn ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, tam retansiyone olan 91 kadın incelenmiş, yaklaşık %35’inde
bu durumun kendiliğinden geliştiği tespit edilmiştir,
86 hastaya TAK uygulanmış ve hastaların çoğunda
kateteri çekerken ir arada n bir tutma hissi tanımlanmıştır, hastaların otuzsekizinde mesane işlevi kendiliğinden düzelmiştir (8).
Fowler Sendromlu hastalarda sistometride azalmış dolum hissi ve uzamış dolum fazı vardır, işeme esnasında
oluşan detrusör basıncı da sınırlı gerçekleşmektedir.
Tedavide amaç mesanenin tam boşalmasını sağlamaktır, kalıcı kateter yerine hastalara genelde temiz aralıklı kateterizasyon önerilmektedir. Botulinum toksini
injeksiyonu ile başarılı tedavi sonuçları bulunmakla
beraber olumsuz sunuçlar da vardır(9,10). Yine benin
prostat hipertrofisinin tıbbi tedavisinde kullanılan alfa
bloker ajanlar ve betanekol gibi akontraktil mesane
tedavisinde kullanılan ağız yoluyla verilen ilaçlar denenmiş ancak tartışmalı sonuçlar elde edilmiştir
(11,12). Sakral sinir nöromodülasyonu ile başarılı sonuçlar elde edildiği bildirilmiştir.
Sonuç olarak nadir de olsa kadınlarda üriner retansiyonun bir nedeni olan bu sendrom, altta yatan nörolojik
bir durumu olmayan genç kadın hastalarda üriner
retansiyon varlığında akla getirilmelidir, tanıya öykü,
EMG ve sistometri birarada kullanılarak gidilmelidir. 153
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
9.
KAYNAKLAR
1.
Smith CP, Kraus SR, Nickell KG, Boone TB. Urinary
retention in the young female. AUA Update Series 18:14552,1999.
Geçit İ,Benli E,Güneş M,Pirinççi N,Kurdoğlu Z,Eren
H.Retrovert uterus gebelik esnasında tekrarlayan akut üriner
retansiyon nedeni olabilir mi?Eur J General Med 2013:10:53-5
10. Kaba
M,Köseoğlu
SB.Postpartum
retansiyon.Selçuk Tıp Derg 2013:29:142-3
uzamış
üriner
2.
Blaivas JG, Groutz A. Bladder outlet obstruction nomogram
for women with lower urinary tract symptomatology.
Neurourol Urodyn 19(5):553-64,2000.
3.
Kranse R, van Mastrigt R. Relative bladder outlet obstruction.
J Urol 168(2):565-70,2002.
4.
Fowler CJ, Christmas TJ, Chapple CR, Parkhouse HF, Kirby
RS, et al. Abnormal electromyographic activity of the urethral
sphincter, voiding dysfunction, and polycystic ovaries: a new
syndrome? BMJ 297(6661):1436-8,1988.
12. Phelan MW, Franks M, Somogyi GT, Yokoyama T, Fraser
MO, Lavelle JP, Yoshimura N, Chancellor MB. Botulinum
toxin urethral sphincter injection to restore bladder emptying
in men and women with voiding dysfunction. J Urol
65(4):1107-10, 2001.
5.
http://www.ucl.ac.uk/ion/nationalhospital/fowlersyndrome,
National Hospital for Neurology & Neurosurgery Queen
Square / London.
13. Fowler CJ, Betts CD, Christmas TJ, Swash M, Fowler CG.
Botulinum toxin in the treatment of chronic urinary retention
in women. Br J Urol 70(4):387-9, 1992.
6.
Fowler CJ, Kirby RS. Electromyography of urethral sphincter
in women with urinary retention. Lancet 1(8496):1455-7, 1986
7.
Fowler CJ. Neurological disorders of micturition and their
treatment. Brain 122 ( 7):1213-31, 1999.
14. Kumar A, Mandhani A, Gogoi S, Srivastava A. Management
of functional bladder neck obstruction in women: use of alphablockers and pediatric resectoscope for bladder neck incision. J
Urol 162(6):2061-5, 1999.
8.
Selçuk İ,Boyraz G,Tuncer ZS.Reprodüktif dönemde büyük bir
over kistine bağlı akut üriner retansiyon.Tür Klin J Gyn Obstet
2013:23:207-10
11. Williams A, Taylor K, Bates C, Tincello DG, Richmond DH.
Knowledge of female bladder care among medical sta_, nurses
and midwives: results of a questionnaire survey. BJU Int
91(3):208-10, 2003.
15. Riedl CR, Stephen RL, Daha LK, Knoll M, Plas E, P_üger H.
Electromotive administration of intravesical bethanechol and
the clinical impact on acontractile detrusor management:
introduction of a new test. J Urol 164(6):2108-11, 2000.
İLETİŞİM
Op. Dr. Fırat AKDENİZ
Adres: Sevgi Mah. Nevvar Salih İşgören Cad. No:16
35410 Gaziemir / İZMİR
Tel: 0505 2477582
e-posta: [email protected]
e-posta: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
154
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
155
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3): 155-158
OLGU SUNUMU
KONSTRİKTİF PERİKARDİTİN İLK BULGUSU
VARİS OLABİLİR Mİ:Olgu Sunumu i
MAY VARICOSE VEINS BE THE FIRST SYMPTOM AS A MANIFESTATION OF
CONSTRICTIVE PERICARDITIS? A case report
Gökhan ALBAYRAK
Koray AYKUT
Nihat PEKEL
Mahir Utku YILDIRIM
Mehmet GÜZELOĞLU
Eyüp HAZAN
ÖZET
54 yaşında erkek hasta, varise bağlı yakınmalarla başvurdu. Venöz yetmezlik etiyolojisi olarak konstriktif pe-rikardit
saptandı. Hasta cerrahi yöntemle başarılı bir şekilde tedavi edildi. Konstriktif perikarditli hastaların nadiren de olsa sadece
venöz yetmezlik şikayetleri ile başvurabileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Sözcükler: Konstriktif perikardit, Perikardiektomi, Varis.
SUMMARY
A 54-year-old man was admitted with complaints due to varicoseveins. Constrictive pericarditis was found as the etiology of
venous insufficiency. He was treated successfully with surgery. It should be remembered that patients with constrictive
patients may rarely present with venous insufficiency symptoms.
Keywords: Constrictive pericarditis, Pericardiectomy, Varicose veins.
Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı,
(Prof. Dr. E. Hazan, Yrd. Doç. Dr. G. Albayrak, Yrd. Doç. Dr. K. Aykut, Yrd. Doç. Dr. M. Güzeloğlu)
Kardiyoloji Anabilim Dalı
(Yrd. Doç. Dr. N. Pekel)
Radyoloji Anabilim Dalı
(Yrd. Doç. Dr. M. U. Yıldırım)
İzmir Üniversitesi Medical Park Hastanesi, İzmir
Yazışma: Yrd. Doç. Dr. G. Albayrak
156
GİRİŞ
Konstriktif perikardit, perikardın kalınlaşması ile karakterize bir hastalıktır. Bu hastalık kalbin diyastolik
işlevin kısıtlanmasına neden olur. Çeşitli nedenlere
bağlı olarak meydana gelen yaygın olmayan bir hastalıktır. Tipik olarak sistemik venöz konjesyonun semptom ve şikayetlerini verir. Biz bu olgu sunumunda alt
ekstremitede ağrı ve kramp şikayeti ile başvuran, ilerlemiş varis bulguları olan 54 yaşında erkek hastayı
sunduk.
OLGU
54 yaşında erkek hasta ayaklarda ağrı, kramp ve varis
şikayeti ile başvurdu. Hastanın özgeçmişinde 1991
yılında perikardial efüzyon saptandığı için sıvı boşaltıldığı ve tüberküloz tedavisi aldığı öğrenildi. Çekilen
venöz Doppler ultrasonda pulsatil venöz akım, karın
ultrasonunda hepatomegali, asit saptandı. Portal ven
çapı 11 mm olarak ölçüldü. Renkli modda vena porta
akım formu homojen izlenmekteydi, akım yönü
hepato pedal konfigürasyondaydı. İnferior vena kava
ve hepatikvenlerde ileriderecede dilateydi. Hastaya alt
ekstremite venografisi yapıldı. Her iki krural bölgede
multipl variköz yüzeyel venler saptandı. Yüzeyel sistemde vena safena magnada anlamlı reflü izlenmemesi
nedeniyle kalp yetmezliği ya da inferior vena kava patolojisi düşünüldü. Torakoabdominal bilgisayarlı tomografi (BT)’de vena cava inferiorda genişleme,
perikardiyal kalınlaşma ve kalsifikasyon görüldü (Resim 1). Ayrıca hepatik konjesyona bağlı hepatomegali
saptandı. Bunun üzerine hasta kardiyoloji polkliniğine
yönlendirildi. Belirgin nefes darlığı yoktu. Yapılan
fizik muayenede kardiyak frotman, hepatomegali, karında asit, belirgin varis pakeleri ve juguler venöz dolgunluk saptandı. Hastaya Transtorasik Ekokardigafi
(TTE) yapıldı. TTE’de duvar hareketleri normal,
septal sıçrama(bounce) hareketi vardı. Mitral ve
triküspid içi akım PW Doppler ile E dalga amplitüdün
de inspiryumda>%50 değişiklik, biatrial dilatasyon,
hepatik venler geniş, vena kava inferior (VCI)un dilate
olduğu saptandı (Resim 2).
Kalp kateterizasyonunda, kavite içi basınç traselerinde
tüm odacıklarda diyastol-sonu basınç eşit ve yüksek
bulundu. Her iki ventrikülde diastolik profilde klasik
“dip-and plateau” paterni saptandı. Ayrıca her iki
ventriküldeki diyastolik basınç farkı 5 mm Hg’dan azdı. Yapılan koroner anjiografide koroner arterler normal saptandı. Skopi sırasında kalp etrafında kalsifikasyon görüldü (Resim 3). Yapılan kan tetkiklerinde
beyaz küre: 3.240, trombosit: 112.000 görülmesi üzerine dahiliye konsültasyonu istendi. Kardiyak siroz
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
bulguları tespit edildi. Değerlendirmeler sonucunda
hastaya perikardiektomi yapılması planlandı.
Peroperatif dönemde santral venöz basınç 18 cm H2O
olarak ölçüldü. Hastaya perikardiektomi prosedürü
uygulandı. Tam perikardiektomi, önde her iki frenik
sinir arasında olacak şekilde perikard soyularak ve
diyafragmatik yüz serbestleştirilerek yapıldı.
Postoperatif dönemde santral venöz basınç 8cm H2O,
TTE’de duvar hareketleri normal, biatrialdilatasyon, PW
ve CW Doppler ile konstriksiyon bulgularında düzelme
görüldü (Resim 2). Klinik olarak şikayetlerinde belirgin
düzelme oldu. Juguler venöz dolgunluk kayboldu, asit
azaldı. Hastanın asıl şikayeti olan varis pakelerinde belirgin olarak küçülme saptandı (Resim 4).
Resim 1. Vena kava inferior’daki genişleme ve perikardiyal
kalsifikasyonların görünümü
Resim2. a)PreoperatifTTE’de Doppler PW incelemesinde mitral içi
akımda pik E dalga hızındaki değişim b) Preoperatif dönemdeki septal sıçrama hareketi c) Postoperatif TTE’de
Doppler PW incelemesinde mitral içi akımda pik E dalga
hızında inspiryumda azalmanın kaybolmuş hali d)
Postoperatif dönemdeki septal sıçrama hareketinin azalmış
görünümü 157
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
Konstriktif perikardit tanısında kalp kateterizasyonu
altın standarttır. Anormal perikardial kalınlaşma
(>3mm) eğer hemodinamik değişiklikler karekteristikise konstriktif perikardit tanısını kesinleştirir (4).
En sık semptom ve bulguları dispne, egzersiz intoleransı, yorgunluk, halsizlik, periferal ödem, hepatomegali, plevral effüzyon, asit ve artmış juguler venöz
basınçtır. Bizim hastamız kalp yetmezliği şikayetinden
çok varis şikayeti ile polkliniğimize başvurdu. Öykü
ve fizik muayene bulguları sonucunda hastada kardiyak patoloji düşünülerek perikardiektomi yapıldı.
Resim3. Koroner anjiografi’deki perikardiyal kalsifikasyonun görünümü
Resim4. Variköz venlerin ameliyat önce(a) ve sonrası (b) görünümleri
TARTIŞMA
Konstriktif perikardit, kalbin normal diyastolik doluşunun kısıtlandığı, perikardın sıklıkla şiddetli kalsifikasyonu ve fibrozisi ile karakterize bir hastalıktır.
Perikardiyal inflamasyon sonucunda parietal ve viseral
perikard yaprakları birbirine yapışır, skarlaşır ve elastikiyetini kaybeder. Perikardiyal sertleşme, diyastolde
ventriküllerin genişlemesini engelleyerek ventriküler
doluşu bozar (1). En sık neden bilinmemesine rağmen
tüberküloz, radyasyon tedavisi ve kadriyovasküler cerrahi sonrası görülebilir. Sağ kalp yetmezlikli hastalarda konstriktif perikarditten şüphelenilir. Diğer kadriyak hastalıklardan özellikle restriktif kardiyomiyopatiden, triküspit kapak disfonsiyonundan, sağ
atriyal miksomadan ayırdedilmelidir (2,3).
Konstriktif perikardit ayrıca hepatik konjesyona neden
olur. Bunun sonucunda konjestif hepatopati ve sonunda kardiyak siroz meydana gelebilir. Konstriktif
perikarditli hastalar genel olarak kalp yetmezliği bulguları gösterir. Nefes darlığı, karında şişlik, alt
ekstremitelerde ödem önemli bulgusudur (5,6). Hastamız nefes darlığı ve alt ekstremitede şişlikden çok
varis şikayeti nedeni ile polikliniğimize başvurmuştur.
Öyküsü ve yapılan tetkikler sonucunda hastada kardiyak patoloji düşünülmüştür. Böylelikle hasta gereksiz
yapılacak olan varis operasyonu ve olası mortalite ve
morbiteden kurtarılmıştır.Literatürde benzeri olgular
bildirilmiştir(7).
Konstriktif perikarditte; hızlı tanı ve tedavi, mortalite
ve morbiditenin azaltılmasında yaşamsal rol oynar.
Perikardite bağlı kronik hastalıkların engellenmesinde
tanı sonrası erken dönemde yapılacak olan cerrahi tedavi önemlidir. Cerrahi tedavi olarak total veya kısmi
perikardiektomi yapılabilir. Perikardiektomi yapılırken kalbin diyafragmatik yüzü ve her iki frenik sinir
arasında kalan ön yüz serbestleştirilmelidir. Önce çıkım yolları serbestleştirilir, sonra kalbin diğer yapıları
serbestleştirilir (8,9).
Özetle, nadir de olsa kardiyak bir patoloji sonucu olarak varis görülebilir. Dikkatli alınacak öykü ve yapılacak fizik muayene ile kardiyak patolojiden şüphelenilebilir. Konstriktif perikardit çok nadir de olsa, akılda
tutulmalıdır.
KAYNAKLAR
1. Ariyoshi T, Hashizume K, Taniguchi S, Miura T, Tanigawa K,
Matsukuma S, Odate T, Nakaji S, Sumi M, Eishi K.
Surgicalexperiencewithchronicconstrictivepericarditis.
Gen
Thorac CardiovascSurg. 2012 Dec;60(12):796-802.
2. Myers RB, Spodick DH. Constrictive pericarditis: clinical and
pathophysiologic characteristics. Am Heart J 1999; 138:219-32.
3. Tezcan UK, Ütük O. Konstriktif Perikardit. Türkiye Klinikleri J
Cardiol 2004; 17(6):458-62.
158
Tepecik Eğit Hast Derg 2013; 23 (3)
4. Fowler NO. Constrictive pericarditis: its history and current status.
ClinCardiol. 1995; 18: 341-50.
5. Komoda T, Frumkin A, Knosalla C, Hetzer R. Child-Pugh
Score Predicts Survival After Radical Pericardiectomy for
Constrictive Pericarditis. Ann Thorac Surg 2013 Aug 30. pii:
S0003-4975(13)01282-4. 2013.06.016.
6. CarroJiménez EJ, López JE, Rodríguez Castro JM. Constrictive
pericarditis.Bol AsocMed P R 2007;99(3):256-60.
7. Altunoğlu EG,Yurdakul S,Hacıoğlu B,Özbaş N,Alkoç Ç,Ülgen
E.Asit ve alt ekstremite varisleriyle seyreden bir konstriktif
perikardit olgusu.İstanbul Med J 2013:14:297-9
8. Lin Y, Zhou M, Xiao J, Wang B, Wang Z. Treating constrictive
pericarditis in a chinese single-center study: a five-year
experience.AnnThoracSurg. 2012 Oct;94(4):1235-40
9. Masud H. Khandaker A,Hartzell V. Schaff B,Kevin L, Greason
B,et al..Pericardiectomy vs Medical Management in Patients
with Relapsing Pericarditis.Mayo Clin Proc. 2012 November;
87(11): 1062–1070.
İLETİŞİM
Yrd. Doç. Dr. Gökhan Albayrak
Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı,
İzmir Üniversitesi Medical Park Hastanesi,
Yeni Girne Bulvarı.Karşıyaka/İzmir.
Tel:0532 391 62 45
e-posta:[email protected]
e-posta: [email protected]
Başvuru : 30.11.2010
Kabul : 27.12.2010
YAYIN HAKLARI DEVİR FORMU
İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi Dergisi
Güney mah. 1141 sokak no.1 Yenişehir İZMİR
Tel / Faks: 0.546.8331510 / 0.232.4330756
e-mail: [email protected]
Web: hazırlanma aşamasında
Tarih: ..…/…../201
İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi Tıp Dergisi Editörlüğü’ne;
Sorumlu yazar olarak tüm yazarlar adına;
a) Sunulan makalenin yazar(lar)ın orijinal çalışması olduğunu ve daha önce yayınlanmadığını (bildiri özeti
olarak yer almak dışında);
b) Halen herhangi bir dergiye yayımlanmak üzere gönderilmemiş olup, değerlendirme aşamasında da
olmadığını;
c) Tüm yazarların bu çalışmaya bireysel olarak katılmış olduklarını ve makalenin son halini okuyup
onayladıklarını, makalenin bilimsel etik ve hukuki sorumluluğunun tüm yazarlara ait olduğunu;
d) İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi Tıp Dergisi’nin, bağlam, hüküm, bilgi, sonuç ve yorumları içeren
makalenin içeriği ile ilgili olarak hiçbir sorumluluğu olmadığını;
e) Sunulan makalenin tüm yazarlarından makaleyle ilgili tüm hakları İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi Tıp
Dergisi Editörlüğüne devretme ve formda yer alan taahhütlerde bulunma hususunda yetki aldığımı, bu
nedenle doğmuş veya doğabilecek tüm uyuşmazlıklardan sorumlu olacağımı;
f) Makalede bulunan metin, şekil ve dokümanlar üzerinde diğer şahıslara ait olan yayın hakkı bulunmadığını;
g) Yazının iftira niteliğinde, kanun dışı veya dava konusu olabilecek herhangi bir ifade içermediğini, kişisel
veya mülkiyet haklarını ihlal etmediğini;
h) Sunulan makale üzerindeki hakları, İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi Tıp Dergisi editörlüğünce tüm dünyada
sınırsız olarak kullanılmak üzere kendilerine devretmeyi kabul ve taahhüt ederim.
[Yayın Hakları, bu yazının basılmasını, çoğaltılmasını ve dağıtılmasını ve mikro form, elektronik form
(çevrimiçi çevrimdışı) veya ileride geliştirilebilecek başka benzer yeniden üretimlerini kapsamaktadır. ]
Buna rağmen yazar(lar)ın veya varsa yazar(lar)ın işvereninin
a) Patent hakları;
b) Yazar(lar)ın gelecekte yazacakları kitaplarında, verecekleri ders veya sözlü sunumlarda makalenin tümünü
ücretsiz kullanma hakkı;
c) Makaleyi satmamak koşuluyla kendi amaçları için çoğaltma hakkı, posta/elektronik yolla dağıtma hakkı gibi
fikri mülkiyet hakları saklıdır.
[Çoğaltma, sergileme, başkalarına verme ve diğer dağıtım durumlarında Dergiye atıfta bulunulması gerekir. Atıf
yapılırken Dergi Adı, Makale Adı, Yazar(lar)ın Adı, Soyadı, Cilt No, Sayı No ve Yıl verilmelidir.]
Sorumlu yazar olarak, telif hakkı ihlali nedeniyle üçüncü şahıslarca istenecek hak talebi veya açılacak davalarda
İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi Tıp Dergisi’nin hiçbir sorumluluğunun olmadığını, tüm sorumluluğun
Sorumlu yazar olarak bana ait olduğunu taahhüt ederim.
Ayrıca makalede hiçbir suç unsuru veya kanuna aykırı ifade bulunmadığını, araştırma yapılırken kanuna aykırı
herhangi bir malzeme ve yöntem kullanmadığımı, çalışma ile ilgili tüm yasal izinleri aldığımı ve etik kurallara
uygun hareket ettiğimi taahhüt ederim.
Makale başlığı:
Sorumlu Yazarın Adı Soyadı:
İmza:
Download