diffüz parankimal akciğer hastalıklarının sınıflaması

advertisement
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARININ SINIFLAMASI VE
EPİDEMİYOLOJİSİ
Prof. Dr. H. Gül ÖNGEN, Prof. Dr. Benan MÜSELLİM
Diffüz Parankimal Akciğer Hastalıkları (DPAH) ve “İnterstisyel akciğer
hastalıkları”(İAH) eş anlamlı tanımlamalardır. Hastalığı daha iyi tanımlayan ve
daha yaygın olarak kabul edilen terminoloji “diffüz parankimal akciğer hastalıklarıdır”. Bu bir şemsiye tanımlama olup 200’den fazla hastalığı kapsamaktadırlar.
Tüm bilinen ve bilinmeyen etyolojik faktörlerin etkilediği akciğer alanı, alveol
epitel hücreleri ve bazal membranı ile pulmoner kapiler endotel hücreleri arasında kalan, bağ dokusu ve fibroblastlardan zengin olan akciğer parankimidir.
Bu alanda oluşan inflamasyon bazen geçici değişikliklere neden olurken, bazen
de fibrozis, bronş duvarlarında traksiyon bronşektazileri gibi kalıcı değişiklere
yol açmaktadır. Böylesine kalabalık bir grubun sınıflamasının yapılması gereklilik olduğu kadar da zordur. Bu güne kadar etyolojik özellikler ve histopatolojik
bulgular esas alınarak çeşitli sınıflamalar yapılmıştır. Bu hastalıkların bazılarında
klinik ve radyolojik özellikler benzerdir.
Sınıflama
Diffüz parankimal akciğer hastalıkları için farklı kriterler esas alınarak değişik
sınıflamalar yapılmıştır. Etyolojik, histopatolojik, radyolojik özelliklere göre yapılmış olan bu sınıflamaların her birinin yetersiz kaldığı noktalar vardır. Yeni etyolojik nedenlerin belirlenmesi ve hastalığın patogenezinin bilinmeyen yönlerinin
aydınlanması ile sınıflamalar güncellenmektedir.
İlk sınıflama 1969 da Liebow ve Carrington tarafından yapılmıştır. İdiyopatik
interstisyel pnömoniler (İİP) olarak tanımlanmış ve hastalık, “Usual İnterstisyel
pnömoni” (UIP), “bronşiyolitis obliterans interstisyel pnömoni ve yaygın alveoler
hasar”, “deskuamatif interstisyel pnömoni” (DIP), “lenfositik interstisyel pnömoni” (LIP) ve “giant cell interstisyel pnömoni” (GIP) olmak üzere beş gruba
ayrılmıştır. Muller ve Colby ile Katzenstein 1997’de bu sınıflamada güncelleme
yapmışlar ve LIP lenfoproliferatif hastalıklara, GIP de metal pnömokonyozlara
1
2
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARININ SINIFLAMASI VE
EPİDEMİYOLOJİSİ
ikincil olarak ortaya çıktıkları gerekçesiyle sınıflamadan çıkarılmıştır. Daha sonra
sınıflamaya akut İnterstisyel pnömoni (AIP) ve son olarak tanımlanan nonspesifik İnterstisyel pnömoni (NSIP) eklenmiştir. UIP ve DIP sınıflamadaki yerlerini
korumuştur. Ancak histopatolojik özelliklerin daha iyi tanımlanması ile yeni bir
sınıflama gereksinimi oluşturmuştur ve 2002 yılında ATS ve ERS, ortak olarak
hazırladığı ve halen de kullanılmakta olan sınıflama yapılmıştır (Şekil 1). Buna
göre DPAH öncelikle dört ana gruba ayrılmıştır; 1-Etyolojileri bilinen parankim
hastalıkları; 2-İdiyopatik İnterstisyel pnömoniler (İİP); 3-Granülomatöz hastalıklar ve 4-Diğerleri. İİP’ler ise 7 alt gruba ayrılmıştır; IPF, NSIP, LIP, AIP, DIP, respiratuar bronşiyolit-Interstisyel akciğer hastalığı (RB-ILD) ve kriptojenik organize
pnömoni (KOP). Bu sınıflamanın önemli özelliği klinik, patolojik ve radyolojik
bulgular dikkate alınarak yapılmış bir sınıflama olmasıdır (Tablo 1).
Epidemiyoloji
DPAH’nın dünyadaki ve ülkemizdeki insidensi, prevalansı ve mortalitesine ilişkin
yeterli sayıda, geniş ölçekli, güvenilir veri oldukça azdır. Birçok ülkede epidemiyolojik veriler genellikle ulusal mortalite istatistiklerinden elde edilmektedir. Bu
kaynaklardan yararlanmanın en önemli sakıncası, hastalığın ICD kodlarının hekimler tarafından her zaman doğru girilmiyor olmasıdır. Bu hastaların ölümü çoğunlukla solunum yetersizliği, infeksiyon veya kardiyak nedenlerle olduğundan,
DPAH
Bilinen
nedenlere bağlı
hastalıklar
İdiyopatik
interstisyel
pnömoniler
IPF
NSIP
Granülomatöz
hastalıklar
Diğerleri
IPF dışı
KOP
AIP
LIP
DIP
RB-ILD
IPF: Idiyopatik interstisyel fibrozis; NSIP: Nonspesifik interstisyel pnömoni;
KOP: kriptojenik organize pnömoni; AIP: akut interstisyel pnömoni; DIP: bronşiyolitis obliterans interstisyel pnömoni ve yaygın alveoler hasar”, “deskuamatif
interstisyel pnömoni; LIP: Lenfositik interstisyel pnömoni; GIP: Giant cell interstisyel pnömoni; RB-ILD: Respiratuar bronşiyolit-interstisyel akciğer hastalığı
Şekil 1. DPAH hastalıklarının sınıflaması
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARININ SINIFLAMASI VE
EPİDEMİYOLOJİSİ
Tablo 1. İdiyopatik interstisyel pnömonilerin
klinik, radyolojik ve patolojik sınıflaması
Histolojik patern
Klinik-radyolojikpatolojik tanı
UIPIPF
NSIPNSIP
Organize pnömoni
KOP
Diffüz alveoler hasar
AIP
Respiratuar bronşiyolit
RB-ILD
DIPDIP
LIPLIP
3
hekimler çoğunlukla ölüm nedeni
olan bu hastalıkların kodunu girmektedir. Bu da ölüme asıl neden olan
DPAH’nın istatistiklere yansımasını
engellemektedir.
Hastalıklara ait sağlıklı epidemiyolojik
veriler ancak toplumsal tarama yöntemi ile elde edilebilir. Ancak DPAH
açısından bakıldığında sarkoidoz
ve pnömokonyoz, silikoz gibi bazı
önemli meslek hastalıkları dışında bu
yöntemle elde edilmiş epidemiyolojik
veri yok denecek kadar azdır.
Kayıt çalışmaları; hekimler tarafından ulusal veri bankasına kaydedilen olguların
değerlendirilmesi ile yapılır ve önemlidir. Bu yöntemle New Mexico, Belçika,
Almanya ve İtalya’da veri elde edilmiştir. Ancak kayıt çalışmaları dahi bazen
gerçeği yansıtamamaktadır. Vakayı kaydeden hekimin göğüs hastalıkları uzmanı,
iç hastalıkları uzmanı ya da pratisyen hekim olmasına göre verilerin güvenliği
değişir (2).
Görüldüğü gibi diffüz parankim hastalıkları konusunda yapılmış az sayıda epidemiyolojik çalışmanın verilerinin toplanmasında kesin bir doğruluktan söz etmek
olanaksızdır.
1994'te yayınlanan Coultas’ın çalışmasında New Mexico, Bernalillo’da ekim
1988 ile eylül 1990 arasındaki DPAH olguları prospektif olarak kaydedilmiştir.
Bu olgular 4 yolla saptanmıştır. Göğüs ve aile hekimlerinden, hastane taburculuk kayıtlarından, ölüm belgelerinden ve patoloji raporlarından (otopsi raporları
dahil) olmak üzere. Tanısı ekim 1988'den önce konmuş olan 258 “prevalan
olgu” ve tanısı ekim 1988 den sonra konan 202 “insident olgu” saptanmıştır (3).
Ancak bu çalışmada hastaların sadece %7’sinde histopatolojik tanı vardır. Ayrıca
tanı koyan hekimlerin önemli bir bölümü aile hekimidir, bu sebeple hastaların
%30’unda ayırıcı tanı yapılmamıştır. Bu çalışmada sarkoidoz olguların %12'sinde
görülmüşken, hipersensitivite pnömonisi hiç bildirilmemiştir.
Avrupa ülkelerinde elde edilen epidemiyolojik veriler, New Mexico verilerinden
farklılıklar göstermektedir. Fransa, Belçika, Hollanda’da yapılan çalışmada standart sorgu formları göğüs hastalıkları merkezlerine gönderilmiş, prospektif olarak
Ocak 1992 ile Haziran 1996 arasında 20 merkezden 362 olgu kaydedilmiştir (4).
Almanya’dan bir kayıt çalışması yeni tanı almış hastaların prospektif bildirilmeleri
ilkesi ile yapılmış ve bir yıl içinde 26 merkezden 234 DPAH hastası belirlenmiştir. Sonra çalışma 6 yıl daha sürdürülmüş ve toplam 1184 olgu kaydedilmiştir.
4
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARININ SINIFLAMASI VE
EPİDEMİYOLOJİSİ
İspanya’da 1998-2000 yılları arasında, 29 devlet hastanesinden 34 göğüs hastalıkları uzmanının katıldığı prospektif çalışmada, hekimlere basit sorgu formu
gönderilmiş ve bu yolla 807 olgu kaydedilmiştir (5).
2003 sonunda Yunanistan’da “Hellenic Thoracic Society” diffüz parankim akciğer hastalığı ile özellikle ilgilenen göğüs hastalıkları merkezleri ile ilişkiye geçerek hem önceden tanı konulmuş yaşayan olguları, hem de yeni tanı koydukları
vakaları standart sorgu formu ile bildirmelerini istemiştir. Bir yıl içinde 967 olgu
kaydedilmiştir (6).
Bu çalışmalardan sadece New Mexico ve Yunanistan çalışmasında diffüz parankim akciğer hastalıklarının prevalansı ile ilgili veri mevcuttur. New Mexico çalışmasında erkek ve kadın cinsiyet için ayrı prevalans değerleri verilmiş (sırasıyla
100000’de 81 ve 67), ancak genel prevalans verilmemiştir. Yunanistan çalışmasından elde edilen DPAH prevalansı ise 100000’de 17.3’tür (6).
New Mexico’da insidens erkeklerde 100000’de 32, kadınlarda 26 iken, İspanya
çalışmasında genel insidens 100000’de 3.62, Yunanistan çalışmasında ise 4.63
bulunmuştur.
Diffüz parankim hastalıkları içinde, en çok epidemiyolojik verinin, IPF ve sarkoidoz hastalığına ait olmasına karşın, bu hastalıklar için bile yapılmış büyük ölçekli
çalışma yoktur. New Mexico çalışmasına göre IPF insidansının erkeklerde yılda
100000’de 10.7, kadınlarda 7.4 olduğu tahmin edilmektedir (7). Bir diğer epidemiyolojik çalışmada, İngiltere’de 920 idiyopatik İnterstisyel fibroz olgusunun
yaş ortalamasının 71 ve bunların %62’sinin erkek cinsiyette olduğu; 1019 sarkoidoz hastasının ise yaş ortalamasının 47 ve bunların %47’sinin erkek olduğu
saptanmıştır. Bu kayıt çalışmasına göre İngiltere’de IPF insidansının 100000
de 4.6, sarkoidoz insidansının ise 100000’de 5.0 olduğu sonucuna varılmıştır
(8). Tahmini IPF prevelansı ise yılda 100000’de 2-29 arasında değişmektedir
(6,9,10). Amerika Birleşik Devletleri’nde ise tahmini IPF prevelansı 100000’de
14.0-42.7 olarak bildirilmiştir (11).
IPF insidensi ve prevelansının etnik, coğrafik, kültürel ve ırksal faktörlerden etkilenip etkilenmediği de halen bilinmemektedir (7).
Yakın bir geçmişe kadar, diffüz parankim akciğer hastalıkları insidansına ilişkin
ülkemize ait hiçbir veri yoktur. Ancak Türk Toraks Derneği, Klinik Sorunlar Çalışma Grubu önderliğinde düzenlenen prospektif, çok merkezli (12 il, 24 araştırıcı) bir çalışmada 293 sarkoidoz olgusu bildirilmiş ve ülkemizde sarkoidoz insidansının 100000’de 4 olduğu saptanmıştır (12).
Yine aynı ekibin düzenlediği bir diğer çalışma ise ülkemizde diffüz parankim akciğer hastalıklarının genel insidansını saptamak ve dağılımını öğrenmek amacı ile
düzenlenmiştir. Bu kayıt çalışmasının veri derleme, değerlendirme süreci tamamlanmış ve şu an yayın aşamasındadır. Çalışmaya 19 ilden 33 merkez katılmıştır.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARININ SINIFLAMASI VE
EPİDEMİYOLOJİSİ
5
Bu büyük ölçekli çalışmanın henüz yayınlanmamış sonuçlarına göre, tanısı yeni
konmuş 2245 DPAH olgu bildirimi yapılmıştır. Olguların dağılımı ise şöyledir:
nedeni bilinen parankim hastalıkları 535 (%23.8); granülomatöz hastalıklar 884
(%39.4); idiyopatik İnterstisyel pnömoni 532 (%23.7) ve diğer parankim hastalıkları 99 (%4.4). Ayrıca sarkoidoz olgularının % 37 ve IPF olgularının ise %19.9
olduğu saptanmıştır (13).
KAYNAKLAR
1. American Thoracic Society/European Respiratory Society international multidisciplinary
consensus classification of the idiopathic interstitial pneumonias. Am J Crit Care Med
2002; 165: 277-304.
2. Demedts M, Wells AU, Anto JM, et al. Interstitial lung diseases: an epidemiological
overview. Eur Respir J 2001; 18: 2-16.
3. Coultas DB, Zumwalt RE, Black WC, Sobonya RE. The epidemiology of interstitial lung
diseases. Am J Respir Crit Care Med 1994; 150: 967-72.
4. Thomeer MJ, Costabel U, Rizzato G, et al. Comparison of registries of interstitial lung
diseases in three European countries. Eur Respir J 2001; 18: 114-8.
5. Lopez-Campos JL, Becerra ER. Incidence of interstitial lung diseases in south of Spain
1998-2000: The RENIA study. Eur J of Epidemiol 2004; 19: 155-61.
6. Karakatsani A, Papakosta D, Rapti A, et al. Epidemiology of interstitial lung diseases in
Greece. Respir Med 2009; 103: 1122-9.
7. Raghu G, Collard HR, Egan JJ, et al. An official ATS/ERS/JRS/ALAT statement:
idiopathic pulmonary fibrosis: evidence-based guidelines for diagnosis and management.
Am J Respir Crit Care Med 2011; 183: 788-824.
8. Gribbin J, Hubbard RB, Le Jeune I, et al. Incidence and mortality of idiopathic pulmonary
fibrosis and sarcoidosis in the UK. Thorax 2006; 61: 980-5.
9. Iwai K, Mori T, Yamada N, et al. Idiopathic pulmonary fibrosis. Epidemiologic approaches
to occupational exposure. Am J Respir Crit Care Med 1994; 150: 670-5.
10. von Plessen C, Grinde O, Gulsvik A. Incidence and prevalence of cryptogenic fibrosing
alveolitis in a Norwegian community. Respir Med 2003; 97: 428-35.
11. Raghu G, Weycker D, Edelsberg J, et al. Incidence and prevalence of idiopathic pulmonary
fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2006; 174: 810-6.
12. Musellim B, Kumbasar OO, Ongen G, et al. Epidemiological features of Turkish patients
with sarcoidosis. Respir med 2009; 103: 907-12.
13. Müsellim B, Okumuş G, Uzaslan E, et al. The epidemiological features and disturbution
of interstitial lung diseases in Turkey, Yayın aşamasında)
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARINDA PATOGENEZ
Prof. Dr. Oya KAYACAN
Yaklaşık 150 farklı isimle anılan Diffüz Parankimal Akciğer Hastalıkları veya İnterstisyel Akciğer Hastalıkları (İAH) çok farklı etyolojik nedenlerle farklı patofizyolojik
gelişim gösterse de benzer klinik, radyolojik, fizyolojik ve patolojik görünümlere
sahiptir. İAH, kollagen vasküler hastalıklara bağlı veya ilaçlar, inorganik (asbest,
silika, vb.) veya organik (kuş proteinleri, termofilik bakteriler, vb.) tozlara
maruziyet sonucunda gelişebilir. Bunun yanı sıra, adı üstünde, İdiyopatik İnterstisyel Pnömoniler (IIP)’de olduğu gibi nedensiz de olabilir. Bu hastalıklar halen
idiyopatik kabul edilmekle birlikte patolojik, moleküler ve genetik araştırmalar
devam etmekte ve tedavi olanakları açısından ümit vaadetmektedir (1). Bu
bölümde başlıca üç hastalığın, idiyopatik pulmoner fibrozis (İPF), sarkoidoz ve
hipersensitivite pnömonisinin patogenezinden söz edilecektir.
İdiyopatik pulmoner fibrozis
İdiyopatik pulmoner fibrozis (İPF) İAH içinde en agresif gidişlisi olup tanıdan 3-5
yıl sonra hastalar kaybedilir. Bu hastaların akciğerlerinin patolojik incelemesinde
saptanan, miyofibroblastların toplandığı fibroblastik odaklar, alveol epitelinin
hasar ve onarım alanına yakın olacak şekilde subepitelyal alanlara yerleşmiştir. Bu
nedenle İPF patobiyolojisinde epitelyal-mezenşimal iletişimin bozukluğunun rol
oynadığı düşünülmektedir. Alveol hücrelerinden tip II pnömositlerin tekrarlayan
hasar ve onarımı büyüme faktörlerinin çarpık aktivasyonuna ve bu da fibrotik
yanıtın ilerlemesine yol açar. Sonuç olarak İPF düzensiz veya çarpık bir onarım
süreci ile gelişmektedir (1).
İdiyopatik pulmoner fibrozis eskiden beri yanmış-yıkılmış ve geri dönüşümsüz
bir fibrozisle sonuçlanmış akciğer olarak kabul edilmiştir. Ancak son yıllarda
İPF’li akciğerde, çarpık gelişimsel aktivite gösteren veya düzeni bozulmuş genler
saptanmıştır. Örneğin Fibroblast Büyüme Faktörü (fibroblast growth factor- FGF)
epitelyal ve mezenşimal gelişim için önemli bir faktör olarak akciğer gelişiminde
rol oynar. FGF-10 yoksa akciğer gelişemez ve bu faktörü azalmış farelerin
6
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA PATOGENEZ
7
akciğerleri hipoplastik kalır (1). Deneysel olarak FGF-10’un alveol hasarını
önlediği gösterilmiştir (1,2).
Fibroblastik odaklar aktif fibrogenez alanları kabul edilmektedir. Ancak buradaki
mezenşimal hücrelerin kaynağı hâlâ tartışma konusudur. Bu aktive miyofibroblast
kaynağı konusunda üç görüş vardır: 1) Fibrojenik sitokin ve büyüme faktörlerinin
etkisi ile dokudaki mevcut mezenşimal hücreler prolifere olarak fibroblast havuzunu
arttırırlar. 2) Kemik iliğinden köken alan öncü hücreler (fibrositler) hasarlanmış
akciğere koşarak fibroblast öncüllerini oluştururlar. 3) Mevcut tip II pnömositler
Epitelyal-Mezenşimal Değişime (epitelyal-mesenchymal transformation-EMT)
uğrayarak fibroblast benzeri hücrelere dönüşürler. Tip II pnömositlerde EMT
gelişebilmesi için bu hücrelerin hücre-hücre ve hücre-matriks adezyon bağlarını
değiştirmesi, aktin hücre iskeletini düzenlemesi ve hareketlilik kazanması gerekir.
Bu süreç sıkı bir transkripsiyonel kontrola tabidir. Ayrıca Ebstein-Barr virüsü gibi
infeksiyonlardan da etkilendiği gösterilmiştir (1). Deneysel pulmoner fibroziste
epitelyal progenitörlerin akciğeri koruyucu etkisi saptanmıştır (1,3). Tüm bu
çalışmalara karşın pulmoner fibrozis gelişiminde EMT’nin yeri hâlâ belirsizliğini
korumaktadır.
Epigenetik, gen fonksiyonlarının düzenlenmesi için çok önemli bir süreçtir. DNA
diziliminde değişiklik olmaksızın kromozom değişiklikleri sonucunda gelişen ve
sabit bir şekilde sonraki nesle aktarılabilen bir fenotipe epigenetik adı verilir. Son
yıllarda İPF’deki fibroblastlarının epigenetik modifikasyonlar sonucunda aktifleştiği
ve profibrotik (fibrozis oluşturmaya yatkın) bir fenotip kazandıklarını varsayan
çalışmalar yayınlanmıştır (1,4-6). Bu çalışmalarda fibroblastların miyofibroblastlara
dönüşümünü ve fibrojenik aktiviteyi engelleyen Thy-1 reseptörünün epigenetik
olarak “sessiz”leştiği, böylece İPF’de fibroblastların profibrotik özellik kazandığı
gösterilmiştir. Aynı zamanda İPF’de COX-2 gen transkripsiyonunun azalmasıyla
siklooksijenaz 2 (cyclooxygenase 2; COX-2) ekspresyonunun düştüğü, buna
bağlı olarak antifibrojenik aktivitesi olan prostoglandin-E2 yapımının azaldığı
ve fibrozis geliştiği saptanmıştır (5). Bir başka çalışmada, normal insan akciğer
fibroblastlarının miyofibroblasta dönüşmesinin histon deasetilaz’a (HDCA4) bağlı olduğu ve Akt fosfolilasyonuna ihtiyaç gösterdiği gösterilmiştir. TGFβ1 ile stimüle edilen akciğer fibroblastları fibrojenik maddeler üretirler. Ancak
HDCA’nın inhibisyonu ile bağ dokusu büyüme faktörü ve TGF- β1 üretiminin
önlenemediği bu nedenle de TGF- β1’ya bağlı her olayın bu epigenetik değişime
bağlı olmadığı düşünülmüştür (6).
İdiyopatik pulmoner fibrozis patogenezinde alveol epitel hücrelerinin anormal
yanıtının önemli olduğu bilmektedir. Bunu önlemeye yönelik tedavi olanakları
deneysel pulmoner fibrozisi modellerinde denenmektedir. Antifibrotik büyüme
faktörü FGF-10’un bleomisinle oluşturulan akciğer hasarında fibrozisi azalttığı
göstermiştir. Prostoglandin F sinyalizasyonunun önlenmesi de bleomisine bağlı
pulmoner fibrozisinde iyi bir tedavi yöntemi olabilir. Ayrıca NADPH oksidaz 4’ün
8
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA PATOGENEZ
hedeflenmesinin de hayvan modellerinde fibrozisi azalttığı gösterilmiştir. Bunlar
ve Wnt sinyalizasyonu, koagülasyon sistemindeki dengesizlik, tedavi yollarının
geliştirilmesinde önemli olanaklar sağlayacaktır (1,2).
Normal vücutta, yara iyileşmesinde fibroblastlar yara yerine göç edip prolifere
olmaya başlarlar. Salgıladıkları α-düz kas aktini sayesinde miyofibroblasta
dönüşürler. Fibroblastlar ve miyofibroblastlar ekstraselüler matriks (extracellular
matrix, ECM) salgılarlar, ECM içinde pek çok protein, en çok da kollajen
bulunur. ECM içinde fibroblastlar, miyofibroblastlar, makrofajlar ve diğer hücreler
prolifere olarak granülasyon dokusunu oluştururlar. Ayrıca bu dokuda anjiogenez
yoluyla yeni kan damarları oluşur. Normal yara iyileşmesinde miyofibroblastların
kontraktil özellikleri ECM’in güçlenerek yeniden yapılanmasına yol açarlar. Daha
sonra fibroblast ve miyofibroblastlar söner, kollajen yapımı durur ve apoptozise
uğrarlar. Sonra, organ fonksiyonları normal bir şekilde devam eder (7).
Endotelin-1 (ET-1) yara iyileşmesinin inflamatuar döneminde ve daha ileri
aşamasında çeşitli hücrelere etki ederek yara iyileşmesine katkıda bulunur. ET-1
nötrofil ve makrofajlara etki ederek çeşitli sitokinlerin salınmasına ve fibroblast
kemotaksisi ve proliferasyonu ile prokollajen yapımına yol açar. Hayvan
modelleri ve insan çalışmalarında pulmoner fibroziste ET-1’in önemli rol oynadığı
saptanmıştır. İPF’de havayolu epiteli, endotel hücreleri, prolifere olan tip II
pnömositler ve yangı hücrelerinde preproendotelin-1 mesenger RNA’sının arttığı
gösterilmiştir. Bazı bağ dokusu hastalıklarında endotel hücre hasarı inflamasyon
ve fibrozisin öncülü olabilir. Bu hastalıklardaki endotel hücre hasarının ET-1
salımına yol açtığı, böylece inflamatuar olayları ve fibrozisi tetiklediği düşünülür.
Buna karşın Sklerodermaya bağlı İAH’da dual endotelin reseptör antagonisti
bosentan başarısız bulunmuştur (7,8). BUILD3 çalışmasında ise aynı ilaç, İPF
olgularında denenmiş ancak beklenen başarı elde edilememiştir (9,10). Bir başka
endotelin reseptör antagonisti macitentan da İPF’de birincil sonlanım noktası
olan zorlu vital kapasitenin artışı hedefini ve ikincil sonlanım noktası olan
hastalığın hızını yavaşlatmak ve ölümü geciktirme hedefini gerçekleştirememiştir
(11). Tirozin kinaz inhibitörü, halen İPF’de solunum fonksiyonlarının bozulmasını
ve akut alevlenmeleri önlemek ve ölümü geciktirmek amacıyla, Türkiye’nin de
katılımıyla, çok merkezli olarak incelenmektedir (11).
Sarkoidoz
Sarkoidoz, birçok sistemi tutan granülomatöz bir hastalıktır. İPF’ye göre çok
farklı klinik ve radyolojik özellikleri olan bu hastalık da etyolojisi ve patogenezi
tam olarak bilinmeyen bir interstisyel hastalıktır. Spontan remisyon göstermesi
ve kortikosteroide yanıt vermesiyle İPF’den daha yüz güldürücü bir klinik gidiş
gösterir.
Sarkoidoz gelişimi ve klinik gidişinin farklılıklarıyla ilgili çeşitli araştırmalar
yapılmıştır. Irksal, etnik ve genetik ilişkiler araştırılmıştır. Bazı ülkelerde, örneğin
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA PATOGENEZ
9
İrlanda’da ailesel sarkoidoz olguları bir birikim göstermektedir. Bu olgular en sık
kardeşler arasında, daha sonra da anne-çocuk arasında görülmektedir. Bazı genetik
özelliklerin, bazı etnik gruplardaki farklı klinik gidişle ilişkili olduğu gözlenmiştir.
İnsan lökosit antijenlerinden HLA tip A1/B8/Cw7/DR3 akut gidişli hastalık ve
iyi prognoz göstergesidir. Japonlar HLA B13 ve Afroamerikalılarda ise BW15,
kronik hastalığa işaret eder. Ayrıca proinflamatuar sitokinlerde (ör: TNF-α)
görülen gen polimorfizmi hastalığın ortaya çıkışıyla ilintili olabilir. Sarkoidozla
ilintili olabilecek bir başka gen polimorfizmi de anjiyotensin konverting enzim
(ACE) geninde görülendir. D vitamini reseptör gen polimorfizmi de araştırılan
bir başka genetik özelliktir (12).
Sarkoidozda antijenle tetiklenen hücresel bir immün yanıt oluşur. Salınan
sitokinler incelendiğinde Th1 aracılı bir immün yanıt olduğu düşünülür.
Sarkoidozun ortaya çıkışındaki mevsim, coğrafya ve meslek (hemşire ve sağlık
personeli) ilişkisi infeksiyöz etkenleri akla getirmektedir. Çeşitli virüs (insan herpes
virüsü, retrovirüs, Epstein Barr virüsü), bakteri (Propionibacterium acnes,
Borrelia burgdorferi, Mikoplazma, Klamidya, Nokardiya) ve mikobakteriler
(Mycobacterium tuberculosis, Mycobacteria paratuberculosis, hücre duvarı
bulunmayan mikobakteriler) bulaşıcı çevresel etkenleri akla getirmiş ve bu konuda
araştırmalar yapılmıştır. Çeşitli mikobakterin nükleik asidlerinin polimeraz zincir
reaksiyonu ile incelendiği araştırmaların bir metanalizinde sarkoidozlu olgularda
normallere göre 10-20 kat fazla mikobakteri sinyali saptanmıştır (12,13).
Ancak sarkoidozda etyolojik neden olarak infeksiyöz bir etken tam olarak
gösterilememiştir.
Sarkoidozda CD4+ Th1 hücreler ve inflamasyonun belirgin olduğu alanlarda,
özellikle akciğerlerde makrofajlar toplanır. Bu hücrelerin salgıladıkları sitokinlerle
granülom oluşur. Makrofajlarda majör histokompatibilite kompleksi MHC-classII
ve diğer uyarıcı ek moleküller belirir. Uyarıcı ek moleküllerin fonksiyonu CD54 ve
CD80 belirmesiyle (ekspresyonuyla) ortaya çıkar. Sarkoidozun antijen/antijenlerine
maruz kalan makrofajların antijen sunma kapasiteleri artar. Makrofajlar bu
antijenleri işleyerek Th1’lere sunarlar. Aktive olan sarkoid makrofajları IL-12
salgılarlar bu da Th1’leri arttırıp T hücrelerinden IFN-γ salınmasına yol açar. IFN-γ
makrofajları active eder. Aktive T hücrelerinden salınan IL-2 ise çeşitli T hücresi
klonlarını arttırır. Proinflamatuar makrofaj sitokinleri olan IL-1, IL-6 ve TNF-α
sarkoidozda artarken antiinflamatuar sitokin olan IL-10 artmaz. Ayrıca aktive
makrofajlar fibroblast büyüme faktörleri salgılayarak granülom evresinden fibrozis
evresine geçişe yol açabilirler. T hücresi antijen reseptörlerinin de sarkoidozda rol
oynayabileceği yönünde çalışmalar da vardır (12).
Hipersensitivite pnömonisi
Hipersensitivite pnömonisi (HP) veya diğer adıyla ekstrensek alerjik alveolit
çok ince dağılım gösteren çeşitli antijenlerin tekrarlayan inhalasyonuyla ortaya
10
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA PATOGENEZ
çıkan bir sendromdur. Bu antijenler memeli, kuş, mantar, termofilik bakteriler
ve bazı kimyasal bileşiklerdir. Küflü ortamlardaki değişik kaynaklardan gelen
antijenler immün kompleks oluşturarak akciğerde inflamasyona yol açarlar.
Patogenezde T-hücrelerine bağlı gecikmiş hipersensitivite rol oynar. Hastalığın
akut formunda ise hümoral mekanizmalar rol oynar. Antijene maruz kalan
kişilerden sadece bazılarında hastalık gelişmesi, antijen maruziyeti ile hastalığın
ortaya çıkışı arasındaki sürenin çok değişken olması, hastalanan bireylerin
hastalıklarının iyileşme veya progresif hastalığa yakalanmalarının farklı olması,
antijen maruziyeti yanı sıra kişisel faktörlerin de patogenezde rolü olduğunu
düşündürmektedir. Örneğin güvercin besleyicisi hastalığında MHC’nin ve TNFα’nın hastalık gelişiminde destekleyici bir faktör (promoting factor) olduğu
gösterilmiştir.
Akut olgularda immün kompleks ve oksijen metabolitleri ve proteinazlar salgılayan
nötrofiller gibi hümoral mekanizmalar rol oynar. Antiproteinaz ve antioksidan
savunma mekanizmalarını harab eden bu moleküller önemli akciğer hasarına yol
açar. Akut progresif ve kronik olgularda ise abartılı bir T-hücre aracılı yanıtın rol
oynadığı görülmektedir. Burada lenfosit ve antijen sunan hücreler arasında bir
adhezyon olduğu düşünülmektedir. HP hastalarının makrofajlarında intraselüler
adhezyon molekülü ICAM-1’in arttığı gösterilmiştir. Bu olgularda T-hücresi
aracılı granülomatöz akciğer inflamasyonu oluşur.
Hastalığı geriletici faktörleri (regression factors) olan olgularda iyileşme, ilerletici
faktörleri (progression factors) olanlarda ise fibrozis gelişir. Antiinflamatur
mekanizmalar, spesifik antioksidan ve atiprotezlardan oluşur. Antijenden
uzaklaşma ve kortikosteroid tedavisi de hastalığı geriletici faktörlerdir. Güvercin
besleyicisi hastalığında alveoler makrofaj ve akciğer epitel hücrelerinin platelet
kaynaklı büyüme faktörü salgılayarak fibroblastlara mitojen etki gösterdiği ayrıca
akciğer lenfositlerinin fibroblastlardan kollajen yapımını arttırdığı gösterilmiştir.
Deneysel HP’de akciğerde transforming büyüme faktörü (TGF)-β ve doku
metalloproteinaz inhibitörü (TIMP)-1 salgılayarak ve kollajenazı inhibe ederek
ektraselüler matriks gelişimine ve kollajen sentezine yol açtığı görülmüştür (14).
Çok geniş bir hastalıklar yelpazesine sahip İnterstisyel Akciğer Hastalıklarında
farklı etken ve oluşum mekanizmaları rol oynar. Her hastalığın patogenezini
aydınlatmak için birçok araştırma yapılmaktadır. Okuyucuya İAH patogenezi
hakkında daha geniş bilgi için 15 no’lu kaynağı okumalarını öneririm.
KAYNAKLAR
1. Eickelberg O, Selman M. Update in diffuse parenchymal lung disease 2009. Am J Respir
Crit Care Med 2010; 181: 883-8.
2. Guppte VV, Ramasamy SK, Reddy R, et al. Overexpression of fibroblast grawth factor-10
during both inflammatory and fibrotic phases attenuates bleomycin-induced pulmonary
fibrosis in mice. Am J Respir Crit Care Med 2009; 180: 424-36.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA PATOGENEZ
11
3. Germano D, Blyszczuk P, Valaperti A, et al. Prominin-1/CD133+ lung epithelial
progenitors protect from bleomycin-induced pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care
Med 2009; 179: 939-49.
4. Sanders YY, Pardo A, Selman M, et al. Thy-1 promotor hypermethylation: a novel
epigenetic, pathogenetic mechanism in pulmonary fibrosis. Am J Respir Cell Mol Biol
2008; 39: 610-8.
5. Coward WR, Watts K, Feghali-Bostwick CA, et al. Defective histone acetylation is
responsible for the diminished expression of cyclooxygenase 2 in idiopathic pulmonary
fibrosis. Mol Cell Biol 2009; 29: 4325-39.
6. Guo W, Shan B, Klinsberg RC, et al. Abrogation of TGF-β1-induced fibroblastmyofibroblast differentiation by histone deacetylase inhibition. Am J Physiol 2009; 229:
864-70.
7. Swigris JJ, Brown KK. The role of endotelin-1 in the pathogenesis of idiopathic
pulmonary fibrosis. Bio Drugs 2010; 24: 49-54.
8. Seibold JR, Black CM, Denton CP, et al. Bosentan versus placebo in interstitial lung
disease secondary to systemic sclerosis: the BUILD 2 study. Proc Am Thor Soc 2006; 3:
243.
9. King TE Jr, Brown KK, Raghu G, et al. BUILD 3: a randomized, controlled trial of
bosentan in idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2011; 184: 92-9.
10. Noble PW, Richeldi L, Kaminski N. End of an ERA: Lessons from the clinical trials in
idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2011; 184: 4-5.
11.www.clinicaltrials.gov
12. Costabel U. Sarcoidosis: clinical update. Eur Respir J 2001; 18: 56-68.
13. Gupta D, Agarwal R, Aggarwal AN,et al. Molecular evidence for the role of mycobacteria
in sarcoidosis: a meta-analisis. Eur Respir J 2007; 30: 508-16.
14.Selman M. Hypersensitivity pneumonitis. In: Schwarz MI, King TE Jr. Eds. Interstitial
Lung Disease. BC Decker Inc, Hamilton, London. 2003; 452-84.
15. Riche DWH, Worten GS, Augustin A, et al. Inflammation in the pathogenesis of interstitial
lung diseases. In: Schwarz MI, King TE Jr. Eds. Interstitial Lung Disease. BC Decker Inc,
Hamilton, London. 2003; 187-220.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARINA GENEL YAKLAŞIM
Prof. Dr. Göksel KITER
Diffüz parankimal akciğer hastalıkları (DPAH), “Hastalarınızla konuşun; size tanıyı söyleyeceklerdir” uyarısının en geçerli olduğu hastalık gruplarından biridir.
Klinik, radyolojik ve patolojik değerlendirmelerinde bazı ortak ya da benzeşen
özellikler taşıyan hastalıkların bir arada olduğu heterojen büyük bir gruptan söz
edilmekte ve artan ilgi yanında bilimsel çalışmaların sonucu olarak bu hastalık grubunda sıklıkla yeni düzenlemeler yapılmaktadır. Ortak bir dil geliştirilmesi
hem bu çalışmaların sonuçlarını yorumlamada hem de tedavi sürecini planlamada önem taşımaktadır. Tanı için radyolojik ve patolojik bulgular yol gösterici olsa
da ayrıntılı anamnez alınmaksızın idiyopatik veya ikincil hastalık kararı verilmesi,
altta yatan nedenin açıklığa kavuşturulması olanaksızdır. Bu durumda da korunma ve tedavi uygulamaları gerçekleştirilemez. DPAH’a genel yaklaşım konusu
kapsamında ele alınan noktalar, hangi durumlarda bu hastalıkların ayırıcı tanı
yelpazesi içinde yer alması gerektiği ve kesin tanının konmasına yardımcı olabilecek klinik değerlendirme ipuçlarıdır.
TIBBİ ÖYKÜ
Yakınmalar
En sık yakınma, tablonun akut, subakut ya da kronik oluşuna bağlı olarak değişen
biçimde ani başlayan ya da uzun sürede ilerleyici nefes darlığıdır (1,2). Kronik
DPAH’da (örneğin İPF, kronik hipersensitivite pnömonisi gibi) dispne başlangıçta ağır egzersizlerle ortaya çıkarken 3-6 ay sürede hafif eforla ortaya çıkar. Kuru
öksürük, dispneye eşlik eden en sık ikinci yakınmadır (1,2). Bu yakınmaları olan
hastalar değerlendirilirken sorunun her zaman hava yolu hastalığı kaynaklı değil
parankimal kaynaklı da olabileceği akla getirilmelidir. Bu hastalarda, fizik muayenede akciğerlerin oskültasyonunda velcro ralleri duyulması, solunum fonksiyon
testlerinde restriktif patern saptanması ve akciğer radyogramında çizgisel veya
nodüler dansiteler, tüllenme alanları görülmesi durumunda ileri tetkike yönlenilmelidir (1). Özellikle de kapsamlı meslek öyküsü DPAH açısından riskli bir
12
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINA GENEL YAKLAŞIM
13
işkolunu kapsıyorsa, akciğer tutulumu yaptığı bilinen bir sistemik hastalığı varsa
(özellikle bağ dokusu hastalıkları), ilaç akciğeri nedeni olduğu bilinen ilaç kullanım
öyküsü varsa bu başlangıç tetkikleri yapılmalıdır.
Sözü geçen ve DPAH kuşkusu olan hastalarda, başlangıç klinik değerlendirmesi
çok önemlidir. Değerlendirme kapsamında aşağıdaki bilgiler ayırıcı tanıda yönlenmeye olanak tanır:
Yaş ve cinsiyet
Bazı DPAH’ları belli yaş gruplarında daha sık görülür ve bazıları bir cinsiyette
daha sıktır. Örneğin, sarkoidoz, kollajen doku hastalıkları ile ilişkili interstisyel
akciğer hastalıkları (İAH), lenfanjioleyomiyomatozis, pulmoner Langerhans hücreli histiyositoz, ailesel interstisyel akciğer hastalıkları 20-40 yaş arasında daha
sık iken idiyopatik pulmoner fibrozis (İPF) sıklıkla 50 yaş üzerinde görülür (1-3).
Lenfanjioleyomiyomatozis ve tuberosklerozun akciğer tutulumu premenapozal
kadınlarda daha sıktır. Pnömokonyozlar, mesleksel karşılaşmanın daha fazla olmasından da kaynaklanacak şekilde daha çok erkeklerde görülmektedir. Romatoid artrit ile ilişkili DPAH erkeklerde daha sık iken diğer kollajen doku hastalıkları ile ilişkili DPAH’ları ve lenfositik interstisyel pnömoni kadınlarda biraz daha
sıktır.
Kadın ve çocuklarda, eş veya babalarının iş giysilerinden kaynaklanan temasla
asbestozis ve berilyozis gelişebileceği gösterilmiştir.
Yakınmaların başlangıcı
Yakınmaların ne kadar süredir devam ettiği ayırıcı tanı için yardımcı olabilir. IPF,
sarkoidoz ve pnömokonyozlarda kronik ve yavaş ilerleyici bir tablo söz konusudur.
Akut eozinofilik pnömoni, kriptojenik organize pnömoni ve kollajen doku hastalıkları ile ilişkili veya ilaç ile ilişkili DPAH’larında akut ya da subakut bir gidiş görülür.
Hipersensitivite pnömonisinde akut, subakut ya da kronik seyir olabilir (1-4).
ÖZGEÇMİŞ
a. Eşlik eden hastalık: DPAH’ların bir kısmı idiyopatik olmayıp eşlik eden
hastalık varlığı (Bağ dokusu hastalığı, kolitis ülseroza, malignensi gibi) bu büyük
heterojen grup içinde ayırıcı tanı için önemli ipucu sağlar. Bu hastalıklar ya da
tedavisinde kullanılan ilaçların bazıları DPAH’a yol açabilir (1-4).
Öyküde astım ve nazal semptomların bulunması kronik eozinofilik pnömoni ya
da Churg-Strauss Sendromuna işaret edebilir. Bağışıklığı baskılanmış kişilerde
DPAH nedeninin enfeksiyöz olabileceği akılda bulundurulmalıdır.
b. İlaçlar: Kalp hastalıklarında kullanılan ilaçların da (örneğin Amiodaron)
DPAH’a yol açabileceği bilinmektedir. Bazı kemoterapi ilaçları akciğerlerde interstisyel tutulum yapabilir. Tıbbi öykü alma sırasında hastanın kullanıldığı öğ-
14
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINA GENEL YAKLAŞIM
renilen reçeteli ya da reçetesiz ilaçların DPAH nedeni olup olmadığı mutlaka
araştırılmalıdır; bu amaçla kullanılabilecek bir internet sitesi olan www.pneumotox.com adresinden hem etken madde hem de radyolojik patern sorgulaması
yapılabilmektedir. İlaca bağlı İAH’ların ilacın kesilmesinden sonra da ortaya çıkabileceği bilinmektedir (5).
Radyasyonla ilişkili akciğer hastalıkları açısından öyküde radyoterapi alınıp alınmadığı, akciğerin ne kadarının radyasyon alanına girdiği ve kümülatif doz sorgulanmalıdır. Akut radyasyon pnömonisi ile ilişkili yakınmalar 4-12 hafta sonra ortaya çıkarken geç veya fibrotik radyasyon pnömonisi ile ilişkili yakınmalar
6-12 ay sonra görülür. Bazı antineoplastik ilaçlarla (etoposid, gemsitabin gibi)
tedavinin, önceden akciğerlere radyasyon uygulandığı durumunda aylar ya da
yıllar sonra radyasyon pnömonisi oluşturabileceği akılda tutulmalıdır (1-4).
c. Sigara öyküsü: Sigara içme durumu ayırıcı tanıda çok önemlidir. Pulmoner
Langerhans hücreli histiyositoz, deskuamatif interstisyel pnömoni, respiratuvar
bronşiyolit ile ilişkili İAH ve IPF sigara içenlerde ya da içip bırakmış olanlarda
görülürken hipersensitivite pnömonisi ve sarkoidoz hiç sigara içmemiş olanlarda
daha sıktır. Ayrıca sigara içimi, Good Pasture Sendromunda alveoler hemoraji
komplikasyonunun ortaya çıkma olasılığını artırır. Asbest işçilerinden sigara içenlerde asbestozis gelişme olasılığı içmeyenlerden 13 kat daha fazladır.
d. Mesleksel ve çevresel temas: Meslek öyküsünün ayrıntılı alınması DPAH
listesinde yer alan bir grup hastalığın tanısında zorunludur. Pnömkonyoz ve hipersensitivite pnömonisi tanıları, hastanın sırasıyla inorganik ve organik tozlarla
temasının olduğu ortaya konmadıkça gerçekleşemez. Yakın zamandaki bir temas dışında özellikle pnömokonyozlarda temas ile yakınmaların ortaya çıkması
arasında çok uzun yıllara ulaşan bir sessiz dönem bulunabilmektedir. Bu nedenle
çıraklık dönemi şeklinde de olsa çalışılan bütün işler, zamansal sıralamayla, özellikle toz, duman ve kimyasallara temasın varlığı, temas edilen düzey, temasın süresi, yakınmalar nedeniyle işin bırakılma durumu, işyerinde benzer yakınmalara
sahip kişilerin bulunup bulunmadığı sorgulanmalıdır. Hipersensitivite pnömonisi,
çiftçi akciğeri olarak da bilinmektedir. Meslek olarak çiftçi olduğunu bildiren hastalarda buğday, arpa tarımı sorgulanmalı ve bu ürünlerin depolanma sırasında
küflenmeleri ile ilgili bilgi özellikle alınmalıdır. Yine hobi olarak güvercin besleyen
kişiler, organik toz teması ile hipersensitivite pnömonisi gelişimi için risk altındadır (6).
Çevresel temas açısından ülkemizin asbest haritasını bilerek yaşanan yerleri bu
açıdan değerlendirmek, ev koşullarında evcil hayvan (özellikle kuş), havalandırma sistemlerinin, nemlendiricilerin, duvarda su sızıntısına bağlı küf oluşumunun
olup olmadığını sorgulamak tanı için önemlidir.
Ayrıca aile bireylerinin de söz konusu etkenlere pasif temas nedeni ile risk grubuna girebilecekleri akılda tutulmalıdır.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINA GENEL YAKLAŞIM
15
AİLE ÖYKÜSÜ
Bazı DPAH’ları aile bireyleri arasında sık görülebildiği (IPF, Nonspesifik interstisyel pnömoni, sarkoidoz gibi) ve DPAH’larının bazılarında otozomal dominat
tipte ailesel geçiş kanıtlandığı (Ailesel IPF, tuberoskleroz, nörofibromatozis) için
aile öyküsü önemlidir. Hermansky Pudlak Sendromu, Niemann Pick Hastalığı ve
Gaucher Hastalığında otozomal resesif kalıtım geçerlidir (4).
YAKINMALAR
a. Nefes darlığı: Özgün bir yakınma olmayıp akciğer ve kalp sorunu olan
hastalarda çok sık ortaya çıkan bir yakınmadır (1-4). Hastalar, egzersizde ortaya çıkan ve sinsi seyir gösteren nefes darlığını genellikle yaşla, kilo alışıyla,
kondisyonsuzluk ya da yeni geçirilen bir enfeksiyon hastalığı ile ilişkilendirilme
eğilimindedirler. Kimi zaman aktivite kısıtlaması yaparak bir süreliğine bu yakınmayı göz ardı edebilirler. Nefes darlığı, göreceli bir yakınma olduğu için objektif
veri elde edebilmek için çeşitli ölçeklerle değerlendirilmesi hem şiddetini ortaya
koymada hem de zaman içindeki seyrini belirlemede yardımcı olmaktadır. Bazı
DPAH’ında, son 1 ay içinde nefes darlığında artış olması akut alevlenme anlamına gelebilmektedir ve enfeksiyon eklenmesinden, kalp yetmezliğinden ayırt
edilmesi gerekir. Öte yandan sarkoidoz, silikoz, pulmoner Langerhans hücreli
histiyositozisi olan bazı hastalar, yaygın akciğer tutulumları olmasına karşın belirgin bir nefes darlığı hissetmeyebilirler. Nefes darlığı zaman içinde aniden şiddetlenir ve aynı zamanda batıcı göğüs ağrısı da olursa akla pnömotoraks gelmelidir.
Lenfanjioleyoiyomatozis, pulmoner Langerhans hücreli histiyositozis gibi kistik
DPAH’larında spontan pnömotoraks görülebilmektedir (1-4).
b. Öksürük: Kuru öksürük de sık bir yakınmadır ve çok rahatsız edici olabilir. Sarkoidoz, hipersensitivite pnömonisi, idiyopatik interstisyel pnömoniler,
bronşiyolitis obliterans organize pnömoni, respiratuvar bronşiyolit, lenfanjitis
karsinomatoza ve pulmoner Langerhans hücreli histiyositoziste görülebilir. Balgam çıkarılması DPAH’larında nadirdir, kronik eozinofilik pnömoni ve alerjik
bronkopulmoner aspergillozda görülür. Kömür işçileri pnömokonyozunda siyah
renkte balgam, alveoler proteinoziste beyaz, yapışkan, koyu kıvamlı bir balgam
söz konusudur (1-4).
c. Hemoptizi: Diffüz alveoler hemoraji sendromlarında (Good Pasture Sendromu, sistemik lupus eritematozus gibi), lenfanjiyoleyomiyomatoziste, veno-oklüziv
hastalıkta, granülomatöz vaskülitlerde belirgin kan tükürme ya da balgamla karışık kan gelmesi şeklinde hemoptizi görülebilmektedir. Bazı alveoler hemorajili
hastalarda nefes darlığı, hematokritte düşme, demir eksikliği anemisi, akciğerlerde yaygın infiltrasyonlar görülmesine karşın hemoptizi olmayabilir. Öte yandan tanılı DPAH’larında yeni başlayan hemoptizi, eklenen bir akciğer kanserinin
habercisi olabilir (1-4).
16
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINA GENEL YAKLAŞIM
d. Hırıltı: DPAH’larında sık görülen bir yakınma olmayıp lenfanjitis karsinomatoza, kronik eozinofilik pnömoni, Churg-Strauss Sendromu, respiratuvar bronşiyolitte görülebilir (1-4).
e. Göğüs ağrısı: Sık rastlanmayan yakınmalardandır. Ani başlaması pnömotoraksı akla getirirken plöretik nitelikteki göğüs ağrısının romatoid artrit, sistemik
lupus eritematozus, mikst bağ doku hastalığı ve bazı ilaca bağlı DPAH’larında
görülebileceği, sarkoidozda retrosternal baskı hissi ya da ağrının sık olduğu bilinmektedir (1-4).
f. Akciğer dışı yakınmalar: Kas-iskelet ağrısı, halsizlik, yorgunluk, ateş, eklem ağrısı ve şişliği, ışığa duyarlılık, Raynaud fenomeni, ağız kuruması, kuru göz
gibi yakınmalar altta yatan bir bağ dokusu hastalığına işaret edebilir. Yine bulanık
görme de önemli bir yakınmadır. Akciğer dışı bu yakınmalar için bilinmesi gereken nokta, olmamalarının tanıyı dışlatmayacağı, bağ dokusu hastalıklarından
özellikle romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus ve polimiyozit/dermatomiyozitin akciğer tutulumundan aylar hatta yıllar sonra açığa çıkabileceğidir (1-4).
FİZİK MUAYENE BULGULARI
a. Akciğer muayenesi: Birçok DPAH formunda akciğerlerin oskültasyonunda
inspiryum sonunda (velcro raller) duyulur. IPF’li hastaların %90’ında, asbestozisli
hastaların %50’sinde bu bulgu saptanır. Kimi zaman radyografik bulgu ortaya
çıkmasından önceki erken dönemlerde, bazallerde, arka koltuk altı çizgisinde
lokalize olarak duyulurlar. Raller, sarkoidoz ve Wegener granulomatozisi gibi granülomatöz DPAH’larında ise seyrek olarak duyulurlar. Bu hastalıklar havayollarının duvarında da granülom oluşması nedeniyle ronküs duyulmasına yol açabilirler. İnspiratuvar ronküs şeklindeki martı sesi (squake) hipersensitivite pnömonisi
ve bronşiyolitte duyulan bir patolojik solunum sesidir. Hırıltı, kronik eozinofilik
pnömoni, Churg-Strauss Sendromunda duyulabilir (1-4).
b. Platipne-ortodeoksi: Özellikle akciğerlerin bazallerinde ileri derecede fibrozis olduğunda görülen bir bulgu olup yatarken nefes darlığının geçmesi, oturur
pozisyonda ortaya çıkması (platipne) ve oturur duruma geçildiğinde oksijen satürasyonunun düşmesi (ortodeoksi) durumudur.
c. Plevral efüzyon bulguları: Sarkoidozda %0.8-1 oranında transuda ya da
eksuda niteliğinde olabilen, lenfositten zengin, bazen eozinofillerin görüldüğü,
biyopsi örneğinde nonkazeifiye granülomların saptandığı plörezi olabilmektedir.
Ayrıca romatoid artritte (%25), sistemik lupus eritematozusta (%50), Sjögren
sendromu, üremik akciğer ve bazı ilaca bağlı DPAH’da da plörezi bulunur. Churg
Strauss Sendromunda plevral sıvısında eozinofil baskınlığı vardır. Lenfanjiyoleyomiyomatoziste şilöz nitelikte sıvı bulunabilir (1-4).
d. Kalp muayenesi: İleri derecede pulmoner fibrozisi gelişmesi ve uzun süreli
hipoksemik solunum yetmezliği pulmoner hipertansiyon ve kor pulmonaleye yol
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINA GENEL YAKLAŞIM
17
açarak kardiyak muayene bulgusu verebilir (S2 pulmoner bileşeninde sertleşme,
sağ kalp kaynaklı galop ritmi). Pulmoner hipertansiyon aynı zamanda, pulmoner
arterit tutulumu ile özellikle Progresif sistemik sklerozisin primer bulgusu olabilir.
Kor pulmonale DPAH’da sık değildir ve ileri dönem hastalığa eşlik eder. Sol kalp
yetmezliği, saptanan yaygın raller ve radyografik olarak yaygın interstisyel görünüm ile DPAH’dan ayırıcı tanısı gereken bir tablodur.
e. Parmak çomaklaşması: Parmak uçlarında tanbur görünümün olduğu bu
bulgu, IPF, asbestoziste sık görülen, sarkoidoz, hipersensitivite pnömonisi, pulmoner Langerhans hücreli histiyositozda seyrek rastlanan bir bulgudur (7). Akciğer kanserinde sık görüldüğü akılda bulundurularak önceden DPAH tanısı ile
izlenen bir hastada yeni ortaya çıkan çomak parmak varlığında kanser yönünden
araştırma yapılmalıdır. Kistik fibrozis, inflamatuvar barsak hastalıkları, pulmoner
arteriyovenöz malformasyon, siyanotik kalp hastalıkları bu bulgunun görüldüğü diğer hastalıklardır. Sistemik skleroziste görülmemesinin nedeni bu hastalıkta
sklerodaktili adı verilen bir başka bulgunun olmasıdır.
f. Cilt bulguları: Sarkoidoz, pulmoner Langerhans hücreli histiyositozis, skleroderma, sistemik lupus eritematozis, dermatomiyozit, tuberoskleroz, nörofibromatoz ve Wegener granulomatozisinde tanıya yardımcıdır. Sarkoidozda görülen cilt bulguları eritema nodozum, lupus perniyö, küçük plaklar ve nodüler
lezyonlardır. Sklerodermada deri atrofiktir ve balmumu görünümünü almıştır.
Sistemik lupus eritematoziste yüzde kelebek raş bulunabilir. Tuberoskleroza özgü
cilt bulgusu yüzde, burun kanatlarının yan tarafı ve yanaklarda görülen adenoma
sebaseumdur. Nörofibromatoziste ciltte çok sayıda nörofibromlar ve sütlü kahverengi lekeler (cafe au lait) bulunabilir. Wegener granulomatozisinde da deride
nekroz ve ülserasyonlar gelişebilir. Raynaud fenomeni, sıklıkla sistemik sklerozis
ve Sjögren sendromunda görülen, soğukta ellerde görülen ağrı ve duyu kaybı ile
birlikte solukluk, ardından morarma ve sonra da kızarma şeklinde renk değişikliğidir (1-4).
g. Bağ Dokusu Hastalıkları ile ilişkili bulgular: Artrit, artralji, Raynaud
fenomeni, keratokonjuktivitis sicca
h. Üveit ve sklerit: Sarkoidoz, vaskülitler
i. Periferik lenfadenopati, hepatomegali: Sarkoidoz
Özetle; ilerleyici nefes darlığı ve öksürük yakınması olup akciğer röntgenogramında interstisyel işaretler ve solunum fonksiyon testlerinde restriktif tipte anormallik
saptanan kişilerde DPAH’dan kuşkulanılması en sık senaryodur. Oysa akciğer
röntgenogramında patoloji saptanmayan ya da nefes darlığından yakındığı halde
radyolojik bulgu olsun ya da olmasın solunum fonksiyon testi normal olan DPAH
olguları bulunabilir. Özellikle yüksek riskli gruplarda (örneğin skleroderma tanılı
bir kadın, asbest işinde çalışan bir işçi ya da hipersensitivite pnömonisi için etken
18
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINA GENEL YAKLAŞIM
olabilecek antijenlerle temasta bir çiftçi gibi) ilişkili bir yakınma varlığında rutin
radyolojik inceleme ya da solunum fonksiyon testi normal olsa da bilgisayarlı
tomografi, egzersiz testi, diffüzyon testi, bronkoalveoler lavaj ya da akciğer biyopsisi gibi ileri incelemelere gidilmelidir. Bunun için de ayrıntılı bir tıbbi öykü ve
sistematik bir fizik muayeneden önemli ipuçları elde edileceği unutulmamalıdır.
KAYNAKLAR
1. Raghu G, Brown KK. Intertitial lung disease: Clinical evaluation and keys to an accurate
diagnosis. Clin Chest Med 2004; 25: 409-19.
2. Tabak L. Akciğer Parankimal Hastalıkları. İç: Özlü T, Metintaş M, Karadağ M, Kaya A; ed.
Solunum Sistemi ve Hastalıkları. İstanbul: İstanbul Medikal Yayıncılık; 2010: 1053-62.
3. Erdoğan Y, Ergün P. Klinik ve fizik muayene bulguları. İç: Erdoğan Y, Samurkaşoğlu B;
ed. İnterstisyel akciğer hastalıkları: Genel Yaklaşım. Ankara: Güneş Kitabevi; 2002: 95106.
4. King TE. Approach to the adult with interstitial lung disease: Clinical evaluation. Flaherthy
K; Section ed. UpToDate (last updated 16 Ağustos 2010).
5. Camus P, Bonniaud P, Fanton A, et al. Drug-induced and iatrogenic infiltrative lung
disease. Clin Chest Med 2004; 25: 479-519.
6. Glazer CS, Newman LS. Occupational interstitial lung disease. Clin Chest Med 2004; 25:
467-78.
7. Spicknall KE, Zirwas MJ, English JC 3rd. Clubbing: an update on diagnosis, differential
diagnosis, pathophysiology, and clinical relevance. J Am Acad Dermatol 2005; 52:
1020-8.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE
KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
Uzm. Dr. Aslı DİLEKTAŞLI, Doç. Dr. Gaye ULUBAY
Solunum fonksiyon testleri (SFT), diffüz parankimal akciğer hastalıkları (DPAH)
tanısında hastalık ağırlığı ve prognozun belirlenmesinde, tedaviye cevabın değerlendirilmesinde ve takibinde kullanılır (1). Fonksiyonel olarak, restriktif tipte ventilasyon defekti ve egzersiz toleransında azalma tipiktir. SFT’de restriktif
ventilasyon kusurunda izlenen bulgular Tablo 1’de özetlenmiştir (2). DPAH’da
gelişen akciğer volümlerinde azalma, alveol esnekliğinde kayıp, alveoler hacimde
azalma, surfaktan anormalliğine bağlı alveol yüzey geriliminde artış nedeniyle
akciğer mekanik fonksiyonları etkilenir (3). Akciğer parankim esnekliğinin kaybı
tidal volümde (TV) azalmaya yol açar. Bu nedenle, yeterli ventilasyon ancak solunum sıklığı arttırılarak sağlanabilir (4). Hastalık şiddetlendikçe solunum sayısı
artar ve solunum yüzeyselleşir (5).
Tablo 1. SFT’de restriktif ventilasyon
defektlerinde izlenen bulgular (2)
VC’de azalma
Normal ekspiratuar akım hızları
TLC’de azalma
Normal MVV
Akciğer kompliansında azalma
Kronik alveoler hiperventilasyon
P (A-a) O2’de artış
İnspire edilen gazın anormal dağılımı
VC: vital kapasite, TLC: total akciğer kapasitesi,
MVV: maksimal istemli ventilasyon, P (A-a)O2: alveolo-arteriyel PO2 gradiyenti
Spirometri ve Tepe Ekspiratuar
Akım
DPAH’da diğer restriktif akciğer hastalıklarında olduğu gibi SFT’de öncelikle
total akciğer kapasitesinde (TLC), rezidüel volümde (RV) ve vital kapasitede
(VC) azalma ile FEV1/FVC oranında
artış ve karbonmonoksid diffüzyon
(DLCO) kapasitesinde azalma görülür.
Bu azalma fibrozise bağlı olarak akciğerlerin sertleşmesine ve elastik özelliklerini kaybetmesine bağlı ortaya çıkar (6).
Bazı hastalıklarda hava yolu tutulumu da
19
20
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
görülebildiği için SFT’de obstrüksiyon bulguları da izlenebilir (3,7). Sarkoidoz,
lenfanjioleiomyomatozis, Langerhans hücreli histiyositozis, konstriktif bronşiyolit, respiratuar bronşiyolit-interstisyel akciğer hastalığı ve hipersensitivite
pnömonisi bu hastalıklara örnektir. İleri derecede havayolu distorsiyonu gelişen
sarkoidoz olgularında gelişen hava yolu obstrüksiyonu ileri düzeyde olabilir (8).
Ayrıca, DPAH ile birlikte astım veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı varlığında
solunum fonksiyon testlerinde hem obstrüktif hem restriktif patern görülebilir ve
akciğer volümleri normale yakın değerlerde olabilir (6,7).
DPAH’larında toraks ve akciğerlerde elastik rezistansda artış ve sertleşme olur bu
nedenle akciğer kompliansı azalır. Bu nedenle volümde artış sağlanması için daha
yüksek basınç gradiyenti gereklidir. Akciğer kompliansındaki düşüş, DPAH’ın
en erken bulgularından biri olabilir. Basınç-hacim eğrileri akciğer komplians
ölçümünde yardımcıdır (2). Pek çok DPAH bulunan hastanın volüm-basınç grafiğinde eğrinin eğiminin azaldığı (düşük komplians nedeniyle) ve basınç-hacim
eğrisinin sağa ve aşağı kaydığı izlenir (2,9).
Hastalığın erken dönemlerinde, havayollarında artan traksiyona bağlı olarak
zorlu ekspirasyon manevrasının sağlanabilmesi nedeniyle maksimal ekspiratuar
akımlar korunur. Ancak hastalık ilerledikçe TLC, FRC ile VC azalır ve öncelikle ekspiratuar manevradaki maksimal akımlar düşer (10). Fibrozisin ön planda
olduğu durumlarda, artmış elastik recoil nedeniyle hava yolu çaplarının normal
akciğerlere göre artmış olduğu saptanır. Bu durum, bilgisayarlı tomografilerde
izlenen traksiyon bronşektazilerinin nedenidir (8).
DPAH’da statik akciğer volümlerinin tamamı azalmaz. VC’de azalma FRC ve
rezidüel volümden (RV) daha fazladır. TLC genellikle VC’den daha az düşmekte
ve RV/TLC oranı normale göre artmaktadır. TLC ve VC’nin azalarak, FRC’nin
korunduğu ve RV’de artış izA
B
C
D
lendiği durumlarda restriktif ve
obstrüktif ventilasyon kusurunun birlikte yer aldığı durumlardır (Şekil 1).
Normal
Restriksiyon Obstrüksiyon
Miks
Şekil 1. TLC, VC, FRC ve RV düzeylerini gösteren bar
grafikler A) Normal birey B) Restriktif ventilatuvar defekt
varlığında C) Obstrüktif ventilatuvar defekt varlığında
D) Obstrüktif ve restriktif defektin birlikte yeraldığı durum
(2 nolu kaynaktan uyarlanmıştır)
Küçük hava yolları fibrozis veya
inflamatuar infiltratlar nedeniyle daralırken, ileri derecede
hava yolu traksiyonu gelişmeyen DPAH’da büyük hava yolları genellikle korunmaktadır
ve FVC’deki düşme FEV1’deki
düşmeye göre daha fazladır.
Bu nedenle 1. saniyedeki zorlu
ekspiratuar volum (FEV1)/FVC
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
21
oranı normal kalır veya artar (3,4). Bu FEV1/FVC değerli normal ya da %80’in
üzerinde olan hastalarda yüzden akım ve volümleri normal dahi olsa erken dönem DPAH akılda tutulmalıdır.
Zorlu vital kapasite (FVC) ve FEV1 belirgin şekilde azalmıştır, akım-volum halkasında FVC ve FEV1 birlikte azaldığından sağlıklı erişkinlerde izlenen halkanın
küçük bir örneği izlenir. Erken dönemde RV ve TLC artmadığı, ancak fibrozis
süreci başladığında azaldığı için akım-volüm halkası sağa doğru yer değiştirir (9)
(Şekil 2).
Sistemik lupus eritamatozus, polimiyozit, skleroderma gibi solunum kas disfonksiyonunun gelişebildiği hastalıklarda solunum kas güçsüzlüğü nedeniyle maksimal
volunter ventilasyon (MVV) ve maksimal inspiratuar basınç (MIP) azalabilir (3).
Gaz Değişimi
DPAH’larında tedavi kararının verilebilmesi için geri dönüşümlü ve geri dönüşümsüz süreçler arasında ayırım yapılması gereklidir. Hastalık gelişimini başlatan
neden ne olursa olsun ilk bulgu genellikle alveoler yapılara inflamatuar ve immun
effektör hücrelerin göçüyle başlayan alveolitdir. Alveolit, farklı DPAH’larında
farklı şeklilerde seyretmekle birlikte ortamdaki inflamatuar hücreler, alveoler-kapiller ünitede hasar gelişimine ve gaz değişiminde bozulmaya yol açar. Yeterince
fazla sayıda alveolo-kapiller ünite kaybı gerçekleştiğinde “son-dönem” akciğer
gelişir. Akciğerlerde hasarlanan alveolo-kapiller üniteler tamir edilemez. Hastalık
patogenezine bu açıdan bakıldığında alveolit geri dönüşümlü, fibrozis ise geri
dönüşümsüz süreç olarak kabul edilebilir. Solunum fonksiyon testlerinde bu iki
fenomenin varlığının belirlenebilmesi ve ayırt edilmesi tedavi kararını belirlemede yardımcıdır (Tablo 2) (11).
Gaz değişim fonksiyonu istirahat ve egzersizde, arteriyel PO2, PCO2 ve alveoloarteriyel PO2 gradiyenti P (A-a) O2 hesaplanarak değerlendirilir. DPAH’lı bireylerFlow
Flow
16
16
12
12
8
8
4
4
0
0
-4
-4
-8
-8
-12
A
-20 2468
Volume
B
-12
-202468
Volume
Şekil 2. A) DPAH’lı bir hastada akım-volum halkası sağa doğru yer değiştirmiştir. B) Sağlıklı bireyin akım-volum halkası örneği izlenmektedir (Başkent Üniversitesi Göğüs Hastalıkları AD, SFT
laboratuarı arşivinden)
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
22
Tablo 2. Solunum fonksiyon testlerinin morfolojik değişiklikleri ayırt etmedeki
duyarlılığı
Ölçülen parametrenin morfolojik değişikleri tanıda duyarlılığı
Değerlendirilen
Alveolit
Granulom*
Fibrozis
parametre
Akciğer volümleri
kötü
Spirometri
kötü kötükötü
kötü
DLCO
kötü zayıfzayıf
zayıf
Statik volüm-basınç eğrisi§kötü
Gaz değişimi İstirahat
Egzersiz
kötü
kötü
Genel Hastalık
Seyri
?
kötü
zayıf**
iyi
kötü
zayıf
iyi
kötü
iyi iyiiyi iyi¶
*Sarkoidoz için, **Akciğer volümleri, fibrozis varlığını IPF’de diğer DPAH’na göre daha iyi göstermektedir,
§
Statik volum-basınç eğrisinin, fonksiyonel-yapısal değişikliklerle ilişkiu en iyi IPF’de gösterilmiştir, ¶Egzersizde
izlenen gaz değişim bozukluğu hastalık varlığını gösterirken, fibrozis, alveolit ve granulom varlığı için ayırt
ettirici özellikte değildir
de istirahat arteryel kan gazı analizinde genellikle hipoksemi, P(A-a)O2’de artış
ve bazen hipokapni izlenebilir. Ayrıca, gaz değişiminin gerçekleştiği alveolokapiller membran yüzey alanında azalma nedeniyle DLCO’nde düşüş saptanır (10).
Hastalığın erken dönemlerinde ilk ve tek gözlenen değişiklik DLCO’nde azalma
olabilir. DLCO, DPAH’da solunum fonksiyonlarını değerlendirmede en duyarlı
testtir (3).
DPAH’da DLCO, interstisyumda süregelen inflamatuar ve fibrotik aktivitenin
akciğer volümlerine olan etkisinden bağımsız olarak düşmektedir. Bu nedenle
diffüzyon kapasitesinin alveoler volüme oranı (DLCO/VA) da DLCO gibi düşmektedir (12). Ancak bu bulgu tüm restriktif hastalıklar için genellenemez. Örneğin, TLC ve DLCO’nin %50’ye düştüğü bir sarkoidoz olgusunda DLCO/VA
korunabilmektedir. Böyle bir hastada kortikosteroid tedavi sonrası akciğer volümleri normale dönüp, diffüzyon kapasitesindeki kayıp devam edebilmektedir.
Bu durumda DLCO halen %50 olup, DLCO/VA oranı normal saptanabilir (2).
Bu nedenle hastaların takibinde DLCO, DLCO/VA ve TLC seri ölçümleri anlam
kazanmaktadır.
Ayırıcı Tanıda Solunum Fonksiyon Testlerinin Yeri
Genel olarak sarkoidozlu hastalarda solunum fonksiyonları diğer DPAH’larına
göre daha az etkilenir. Bilateral hiler lenfadenopati ile seyreden sarkoidozlu olgularda solunum fonksiyonları genellikle normal olup, diffüz interstisyel infiltratların
yer aldığı sarkoidozlu olgularda hafif restriktif patern izlenebilir. Benzer akciğer
volümlerine sahip IPF’li ve sarkoidozlu olgular karşılaştırıldığında DLCO değerlerinin IPF’li hastalarda daha düşük olduğu saptanmıştır. İdiyopatik interstisyel
pnömonilerin (İİP) farklı sağkalım oranlarına sahip iki alt tipi olan usual interstisyel pnömoni (UİP) ile nonspesifik interstisyel pnömonili (NSİP) hastaların kar-
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
23
şılaştırıldığı bir araştırmada, NSİP’li hastalarda UİP’li hastalara göre TLC daha
yüksek bulunurken, FVC ve DLCO düzeylerinde anlamlı farklılık bulunmamıştır
(13). Benzer bir diğer araştırmada FVC değerleri arasında fark saptanmazken,
DLCO NSIP’li hastalarda UIP’li hastalara göre daha yüksek saptanmıştır (14).
Karşılaştırmalı araştırma sayısı az olmakla birlikte mevcut veriler değerlendirildiğinde genel fizyolojik tablo tüm İİP’de benzerdir (1). Hipoksemi düzeyi her iki
hastalık grubunda benzer düzeyde raporlanmıştır (15).
DPAH’larında restriktif değişiklikler izlenmektedir. Ancak ileri derecede hava
yolu distorsiyonunun eşlik ettiği sarkoidoz olguları, hipersensitivite pnömonisi,
romatoid artritli hastalarda hava yolu obstrüksiyonu bulguları da izlenebilmektedir. DPAH’larında RV normal veya azalmış düzeyde beklenirken, hipersensitivite
pnömonisi gibi durumlarda küçük hava yolu tutulumuna bağlı olarak RV’de artış
saptanabilir (16).
Farklı DPAH’larının egzersiz yanıtları farklı olabilmektedir. UİP’li hastalarda P
(A-a) 02 en yüksek; sarkoidoz, deskuamatif interstisyel pnömoni (DİP) ve asbestozisde en düşük bulunmuştur (17).
Egzersiz Testleri
DPAH egzersize karşı bazı ortak yanıt şekilleri gösteren geniş ve heterojen bir
hastalık grubudur. Bu hastalarda tolere edilemeyen egzersiz semptomları, restriktif değişiklikler, gaz değişim anormallikleri, eşlik eden kardiyovasküler patolojiler
ve iskelet kas fonksiyon bozuklukları egzersiz intoleransına neden olmaktadır.
DPAH’larında egzersize karşı oluşturulan solunum yanıt modeli tipiktir. Süregelen inflamasyon sonucu gelişen parankimal hasar sonucunda elastik recoil azalmış ve solunum işi artmıştır. Bu egzersiz kısıtlanmasına yol açmaktadır. Kapiller
yatakta gelişen hasara bağlı damar yatağında direnç artar, sol ventrikül dolum
hacmi azalır. Böylece azalan kardiyak işlev de egzersiz kısıtlanmasına yol açar.
Bir diğer yandan inflamasyon nedeniyle havayollarındaki kemo ve mekanoreseptörlerin uyarılması sonucunda VT’u arttırmak amacıyla solunum sayısı artmıştır. Ek olarak, aerobik kapasite azalır ve P (A-a) O2 artar (18,19).
Egzersiz testleri, DPAH’larının tanısında ve prognozun saptanmasında kullanılmaktadır. Altı Dakika Yürüme Testi (6DYT) kolay uygulanabilir ve yaygın kullanımı olan bir egzersiz testidir. 6DYT, global olarak pulmoner, kardiovasküler
ve nöromusküler cevap hakkında fikir verirken, kardiyopulmoner egzersiz testi
(KPET) bu bileşenlerden hangisinin egzersiz kısıtlanmasına neden olduğunu göstermektedir (20). 6DYT’de hastalar egzersiz yoğunluk düzeylerini kendileri seçmekte ve maksimal egzersiz kapasitesine ulaşamaz. Bu nedenle 6DYT hastaların
günlük yaşamlarındaki fonksiyonel kapasitelerini daha iyi yansıtmakta ve yaşam
kalitesi ölçekleri ile daha iyi ilişki göstermektedir. Ayrıca, tedavi sonrası dispne
yanıtı ile de ilişkili olduğu saptanmıştır (20-22). Sarkoidozlu hastalarda 6DYT
ve genel sağlık durumunu değerlendiren bir araştırmada sarkoidozlu hastaların
24
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
çoğunda altı-dakika yürüme mesafesinin (6DYM) azaldığı ve 6DYM’nin FVC,
egzersizde oksijen desaturasyon düzeyi ve genel sağlık durumu ile ilişkili olduğu
saptanmıştır (23). On iki dakika yürüme testi, test süresinin uzunluğu nedeniyle
bu hastalarda oldukça yorucu olabilmektedir. Mekik yürüme testi, bir kaset/CD
aracılığıyla verilen sesli komut ile her dakika yürüme hızının arttırılarak, 10 m
uzaklıkta iki nokta arasında gidiş-geliş turu ile yapılan ve giderek yürüme hızının
arttırıldığı bir koridor testidir. Mekik yürüme testi, 6DYT’ne göre hastanın aldığı
havadaki pik O2 (V’O2) ile daha iyi koreledir, ancak daha az kullanılır (24).
KPET ile egzersiz sırasında devreye giren çok sayıda sistemin fonksiyonu değerlendirilebilir ve egzersiz limitasyonuna neden olan sistem saptanabilmektedir.
6DYT’den farklı olarak maksimal egzersiz kapasitesine ulaşılabilme imkanı sağlar. Yürüme bandı ile veya bisiklet ergometrisi şeklinde yapılabilmektedir. KPET
sırasında ölçülebilen parametreler Tablo 3’de gösterilmiştir (20). Hastanın aldığı
havadaki O2 (V’O2), ekspire ettiği havadaki CO2 (V’CO2) ve anaerobik yolun kullanılmaya başlandığı anaerobik eşik (AT) metabolik gaz değişimini gösteren parametrelerdir. Dakika ventilasyonu (V’E), tidal volüm (VT), solunum hızı (fR) olgunun solunumsal kapasitesini; kalp hızı (fc), EKG, kan basıncı ve O2 sunumu (pik
V’O2 / kalp hızı) ise kardiyak fonksiyonları yansıtmaktadır. Fizyolojik ölü boşluk/
tidal volüm (VD/VT), dakika ventilasyonu/karbondioksit atılımı (V’E/V’CO2),
dakika ventilasyonu/oksijen alımı (V’E/V’O2) oranları pulmoner gaz değişimi
hakkında bilgi verir (20).
DPAH’lı hastalarda saptanan KPET bulguları Tablo 4’de gösterilmiştir. Egzersiz sırasındaki gaz değişiminin değerlendirilmesi hastalığın şiddeti ile en iyi ilişki
gösteren bulgudur ve genellikle en ağır hastalar en kötü egzersiz toleransına
sahip gruptur (25). Egzersiz sırasında ventilasyon artmakta ve solunum frekanTablo 3. Kardiyopulmoner egzersiz testlerinde ölçülebilen invaziv ve noninvaziv
parametreler
Parametreler
Noninvaziv
Eksternal iş yükü
WR
Metabolik gaz değişimi
V’O2, V’CO2, AT
Kardiyovasküler
ƒc, EKG, KB, O2 sunumu
Solunumsal
V’E, VT, ƒR
Pulmoner gaz değişimi
SaO2, V’E/V’CO2, V’E/V’O2, PETO2, PETCO2
Asit-Baz dengesi
Semptomlar
İnvaziv (Arter kan
Gazları)
Laktat
PaO2, SaO2, P(A-a)O2,
VD/VT
pH, PaCO2, standart HCO3
Dispne, yorgunluk, göğüs ağrısı
WR: iş yükü, V’O2:oksijen uptake, V’CO2 :karbondioksit atılımı AT: anaerobik eşik, ƒc: kardiyak
frekans, KB: kan basıncı, V’E: dakika ventilasyonu, VT: tidal volum, ƒR: solunum frekansı, SaO2: Puls
oksimetri ile ölçülen arteriyel oksijen saturasyonu, PETO2,: end-tidal O2basıncı PETCO2 : end-tidal
CO2basıncı, P(A-a)O2: Alveolo-arteriyel oksijen gradiyenti, VD/VT: fizyolojik ölü boşluk/tidal volüm
oranı, PaCO2: arteriyel CO2 basıncı PaO2:arteriyel O2 basıncı
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
Tablo 4. İleri diffüz parankimal akciğer
hastalıklarında KPET bulguları
Semptomlar
Dispne↑
Bacak ağrısı
Yorgunluk
Anormal egzersiz
kapasitesi
↓Aerobik kapasite
↓AT
Anormal pulmoner
gaz değişimi
↑P(A-a)O2
↓SaO2
↑/→VD/VT cevabı
→PaCO2→PET CO2
↓Maksimal iş yükü
↓PaO2
Anormal
↓pik ƒc
kardiyovasküler yanıt EKG değişiklikleri
↓PaO2
Anormal ventilatuvar
cevap
↓pik V’E
↑submaksimal V’E (V’E-V’O2
ve V’E-V’CO2 yanıt
dengesinde bozulma)
→/↑V’E-V’O2 yanıtı
↓VT
↓IC; ↑VT/IC
→EELV
↑EILV/TLC
AT: anaerobik eşik, PaO2: arteriyel O2 basıncı, PaCO2:
arteriyel CO2 basıncı, P(A-a)O2: Alveolo-arteriyel oksijen gradiyenti, SaO2: Puls oksimetri ile ölçülen arteriyel
oksijen saturasyonu, VD: ölü boşluk ventilasyonu, VT:
tidal volüm, PETCO2: end-tidal CO2basıncı ƒc: kardiyak
frekans V’E: dakika ventilasyonu, IC: inspiratuar kapasite,
EELV:ekspiryum sonu akciğer volunu EILV: inspirasyon
sonu akciğer volumu, TLC: total akciğer kapasitesi
25
sında, akciğerlerdeki elastik rezistansı yenmek için artan iş yükü ile
uyumsuz bir artış gelişmektedir. Bu
sırada akciğerde normal kompliansa sahip alanlar kötü perfüze
olmalarına rağmen daha iyi ventile olur. Bu da ölü boşluk solunumunda (VD) ve VD/VT oranında
artışa neden olur. Egzersizde artan kardiyak debi kanın pulmoner
kapiller yataktan geçiş zamanını
kısaltmakta ve ventilasyon perfüzyon dengesizliğinin artmasına yol
açar (10). Egzersiz sırasında solunum sayısı artmakta ve VT azalır.
Solunum frekansında artış, azalan
inspiryum ve ekspiryum zamanına bağlıdır. Ayrıca, artan akciğer
elastik recoil hızlı ve yüzeyel solunum paternine katkı sağlar (4).
IPF’li hastalardaki hızlı ve yüzeyel
solunum paterninin hastalık şiddeti ile korele olduğu saptanmıştır.
Egzersiz sırasında VT’de beklenen
artışın saptanamaması da VD/
VT oranının yeterli derecede azalamamasına neden olur. VD/VT
oranında izlenen bu anormal yanıt, egzersiz sırasında gelişen ventilasyon perfüzyon dengesizliğinin
de bir göstergesidir (26).
Efor dispnesi bu hastalarda izlenen en sık semptom olmakla birlikte, KPET genellikle bacak ağrısı, göğüs ağrısı
ve yorgunluk nedeniyle sonlandırılır. Egzersizde kısıtlanmanın genellikle multifaktöryel olduğu düşünülmektedir (20,27). Egzersiz sırasında bu hastalarda maksimal veya pik aerobik kapasite (V’O2), maksimal iş yükü ve submaksimal egzersiz
enduransı sağlıklı kontrollere göre azalmıştır (18). Maksimal V’O2’deki düşüş,
istirahatte ölçülen FEV1 % beklenen, TLC ve DLCO % beklenen gibi solunum
fonksiyon parametreleri ile ilişkili saptanmıştır (28). Ancak istirahat solunum ve
kardiyak fonksiyonları hastanın egzersiz performansını ve fonksiyonel kapasitesini öngörememektedir.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
26
Vital
kapasite
125
100
Hasta
75
Sağlıklı
50
25
Respirator hız/dak
Ventilasyon (L/dak)
40
20
Beklenen
10
0
0
0 20406080100
% beklenen maksimum VO2
A
Hasta
30
0
B
600 1200 18002400 3000
Tidal volume (ml)
Şekil 3. Sağlıklı ve IPF’li bir hastada artan işyüküne verilen A. ventilasyon cevabı ve B. solunum
paternindeki değişiklik. Bu hastalarda egzersiz sırasında dakika ventilasyonu solunum frekansının
arttırılması yolu ile arttırılır. Sağlıklı bireylerde ise egzersize yanıt olarak dakika ventilasyonda artış,
VT arttırılarak sağlanır (2 nolu kaynaktan uyarlanmıştır)
100
Sağlıklı
mmHg
80
60
Hasta
40
20
0 20 40 60 80100
% beklenen maksimum VO2
Şekil 4. Sağlıklı birey ve IPF’li hastada artan egzersiz iş
yüküne (yüzde maksimum oksijen alımı (%VO2) olarak ifade edilmiştir) karşı PO2 ve P (A-a) O2’de gelişen değişim
izlenmektedir (2 nolu kaynaktan uyarlanmıştır)
Egzersiz sırasında bozuk gaz
değişimi, O2 diffüzyonunda
azalma, ventilasyon perfüzyon
dengesizliği nedeniyle arteryel
desaturasyon ve P (A-a) O2
artmaktadır (Şekil 3, 4) (10).
Hipoksemi pulmoner hipertansiyon şiddeti ile koreledir. Gelişen arteryel oksijen desaturasyonu, artan ventilatuvar gereksinime ve pulmoner dolaşım,
sağ ventrikül ardyükü ve kalp
hızı üzerine olan etkileri nedeniyle egzersiz kısıtlanmasına yol
açabilmektedir. PCO2 genellikle
değişmez (20).
DPAH’larında kardiyovasküler parametrelerde anormallikler de sık görülmekte
olup, genellikle pulmoner vasküler problemler, sağ ve/veya sol ventrikül işlev bozukluğuna işaret etmektedir. Pik V’O2 değerlerinin tüm gaz değişim ve ventilatuvar
parametrelere göre dolaşım yetmezliği ile daha iyi korele olduğu saptanmıştır (28).
İleri DPAH’da pulmoner hipertansiyon hem istirahatte hem egzersizde saptanabilir ve egzersiz sırasında O2 desteğine rağmen devam edebilir (20).
Sonuç olarak, DPAH’da fonksiyonel değişiklikler tipik olup özgün değildir. Farklı
DPAH’larında farklı fonksiyonel paternler saptanabilmekle birlikte genellikle hastalıklar arasında ayırıcı tanı yapmada yeterli değildir. Tanıda solunum fonksiyon
testleri klinik, radyolojik ve bazen de histolojik bileşenlerle birlikte kullanılmalıdır.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
27
VC ve DLCO hastaların tedaviye yanıtlarını değerlendirme ve takipte yararlı parametrelerdir. Bu hasta grubunda 6DYT ile KPET’in kullanımı pek çok araştırmaya
konu olmaktadır. Son dönem DPAH’da altı-dakika yürüme mesafesi ile KPET’de
ölçülen pik oksijen tüketimi arasında iyi bir ilişki saptanmıştır. Ancak 6DYT genellikle günlük aktiviteler sırasındaki fonksiyonel egzersiz kapasitesini yansıttığı akılda
tutulmalı ve KPET’i tamamlayıcı testler olarak değerlendirilmelidir. DPAH tanısında egzersizle ortaya çıkan hipoksi, henüz hastalık bulguları solunum fonksiyon
testlerine yansımadan ortaya çıkan ilk bulgu olabilir. DPAH’larının tipik KPET bulguları VT’de azalma, solunum frekansında ve P(A-a)O2’de artıştır. Prognostik olarak 6DYT’de desaturasyon gelişmesi ile altı-dakika yürüme mesafesi ve KPET’de
hipoksemi saptanması IPF’de prognozla ilişkilendirilmiştir.
KAYNAKLAR
1. Martinez FJ, Flaherty K. Pulmonary function testing in idiopathic interstitial pneumonias.
Proc Am Thorac Soc 2006; 3: 315-21.
2. Gold WM. Pulmonary function testing. In: Murray&Nadel’s Textbook of Respiratory
Medicine, Philadelphia. Elsevier Saunders, 4th ed, Vol 1, 2005.
3. Chetta A, Marangio E, Olivieri D. Pulmonary function testing in interstitial lung diseases.
Respiraton 2004; 71: 209-13.
4. Javaheri S, Sicilian L. Lung function, breathing pattern, and gas exchange in interstitial
lung disease. Thorax 1992; 47: 93-7.
5. American Thoracic Society, European Respiratory Society (ATS/ERS) International
multidisciplinary consensus classification of the idiopathic interstitial pneumonias. Am J
Respir Crit Care Med 2002; 165: 277-304.
6. Ruppel GL. Manuel of Pulmonary Function Testing. Ed: Roppel GL. Mosby Elsevier, 9th
ed, 2009, China.
7. Nead MA, Morris DG. Interstitial lung disease: a clinical overview and general approach.
In Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders. Eds: Fishman AF, Elias JA, Grippi MA,
Senior RM, Pack AI. McGraw-Hill Companies, 2008, China.
8. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung function in Asthma, COPD, Emphysema and
Diffuse Lung Fibrosis. In: Lung Function: Physiology, Measurement and Application in
Medicine, Blackwell Publishing, 6th ed, 2006, India.
9. Yıldırım N. Restriktif hastalıklarda solunum fonksiyon testleri. İdiyopatik interstisyel
pnömoniler. In: Klinik Solunum Fonksiyon Testleri. Eds: Nurhayat Yıldırım, Tunçalp
Demir. Macenta Eğitim Yayıncılık, 2009, İstanbul.
10. King TE, Schwarz MI. Approach to diagnosis and management of the idiopathic interstitial
pneumonias. Pulmonary function testing. In: Murray&Nadel’s Textbook of Respiratory
Medicine, Philadelphia. Elsevier Saunders, 4th ed, Vol 2, 2005.
11.Keogh BA, Crystal RC. Clinical significance of pulmonary function tests. Pulmonary
function testing in interstitial lug disease, what does it tell us? Chest 1980; 78: 856-65.
12.Hughes JMB. Diffusing capacity for carbon monoxide. In: Lung Function Tests:
Physiological principles and clinical applications, London. W.B. Saunders, 1st ed, 1999.
13. Bjoraker JA, Ryu JH, Edwuin MK, et.a l. Prognostic significance of histopathology subsets
in idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 1998; 157: 199-203.
28
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA SOLUNUM
FONKSİYON TESTLERİ VE KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİ
14. Nagai S, Kitaichi M, Itoh H, et al. Idiopathic nonspecific interstitial pneumonia/fibrosis:
Comparision with idiopathic pulmonary fibrosis and BOOP. Eur Respir J 1998; 12:
1010-9.
15. Nicholson AG, Colby TV, du Bois RM, et al. The prognostic significance of the histologic
pattern of interstitial pneumonia in patients presenting with the clinical entity of
cryptogenic fibrosing alveolitis. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 2213-7.
16. Lavergne F, Clerici C, Sadoun D, et al. Airway obstruction in bronchial sarcoidosis. Chest
1999; 116: 1194-9.
17.Risk C, Epler G, Gaensler E. Exercise alveoler-arterial oxygen pressure difference in
interstitial lung disease. Chest 1984; 85: 69-74.
18. Ulubay G, Eyüboğlu FÖ. Cardiopulmonary exercise testing. Tüberküloz ve Toraks Dergisi
2006; 54: 90-8.
19. Marciniuk DD, Gallagher CG. Clinical exercise testing in interstitisal lung disease. Clin
Chest Med 1994; 15: 287-303.
20.Han MK, Martinez FJ. Exercise testing in interstitial lung disease diagnosis and
management. Eur Respir Mon 2009; 46: 7-23.
21. Solway S, Brooks D, Lacasse Y, et al. A qualitative systematic overview of the measurement
properties of functional walk test used in the cardiorespiratory domain. Chest 2001; 119:
256-70.
22.Guyatt GH, Townsend M, Keller J, et al. Measuring functional status in chronic lung
disease: conclusions from a randomized control trial. Respir Med 1991; 85: 17-21.
23. Baughman RP, Sparkman BK, Lowe EE. Six-minute walk test and health status assessment
in sarcoidosis. Chest 2007; 132: 207-13.
24. ATS Committee on Proficiency Standards for Clinical Pulmonary Function Laboratories.
ATS statement: guidelines for the six-minute walking test. Am J Respir Crit Care Med
2002; 166: 11-117.
25.King Jr TE, Tooze JA, Schwarz MI, et al. Predicting survival in idiopathic pulmonary
fibrosis: Scoring system and survival model. Am J Respir Crit Care Med 2001; 164:
1171-81.
26. Wasserman K, Hansen JE, Sue DY, et al. Principles of exercise testing and interpretation:
Including pathophyysiology and clinical applications. 3rd Ed, Lippincott Williams&Wilkins,
Philadelphia, 1999.
27. Jones NL, Killan KJ. Exercise limitation in health and disease. N Engl J Med 2000; 343:
632-41.
28.Hansen JE, Wasserman K. Pathophysiology of activity limitation in patients with
interstitial lung disease. Chest 1996; 109: 1566-76.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK
VE CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
Doç. Dr. Gülfer OKUMUŞ
Diffüz parankimal akciğer hastalıklarının (DPAH) tanı yaklaşımında yüksek rezolusyonlu bilgisayarlı tomografinin (YRBT) kullanımının öneminin artmasına
rağmen ek testlere ihtiyaç vardır. Bronkoalveoler lavaj (BAL) noninvazif olarak
güvenli bir şekilde solunumsal sekresyonların hücresel ve hücresel olmayan bileşenlerinin tanı ve araştırma amacıyla incelenmesine olanak sağlar (Tablo 1).
Alveoler seviyede immunolojik, inflamatuar, neoplastik ve infeksiyoz durumları
gösteren BAL, ilk olarak 1980’lerde tanı ve prognoz degerlendirmesi için kullanılmaya başladı (1,2). İlk olgu serilerinde BAL’ın tanı açısından granülomatöz
ve fibrotik DPAH arasındaki ayırımda önemli bilgiler sağladığı gösterilmiştir (granülomatöz hastalıklarda BAL’da lenfositik hakimiyet saptanırken, fibrotik hastalıklarda nötrofili sık görülmüştür). Fakat BAL'ın, farklı tiplerdeki DPAH arasında
tanı aralığını daraltmaya yardımcı olurken; DPAH’ın alt gruplarının olusturulmasında yetersiz kaldığı görülmüştür (2).
Akut olarak ortaya çıkan DPAH’da BAL; akut eozinofilik pnömoni, alveoler
hemoraji, malignite, atipik veya firsatçı infeksiyonlarin tanısında kullanılır. Ayrıca subakut veya kronik DPAH’da radyolojik
Tablo 1. Sağlıklı kişilerdeki
bulgularla korele olarak sarkoidoz, hipersensitiviBAL bulguları
te pnömonisi (HP), pulmoner langerhans histioTotal Hücre sayısı
13x106
sitozis veya infeksiyon; ekspozisyon öyküsü (kuş
Alveoler makrofaj
%84
besleyiciliği, çiftcilik) veya klinik olarak hemoptizi
Lenfosit%13
varlığında da tanı için kullanılır (2,3).
Granülosit%3
Nötrofil%0.5
Eozinofil%0.5
Mast hücresi
%0.5
Plazma hücresi
%0.5
Hipersensitivite pnömonisinde BAL, transbronşiyal biyopsi (TBB) ile birlikte alveoliti gösterir.
Hücresel analizde %50’nin üstünde lenfositoz görülürken, CD4/CD8 <1 ve akut ekspozisyonda
mast hücreleri>%1’dir (3).
29
30
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK VE
CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
Sarkoidozda BAL tek başına tanı koydurmaz. Hücresel analizde akut dönemde
lenfositoz görülürken nötrofil ve eozinofil sayısı normal, CD4/CD8 oranı 2’nin
üzerindedir. Kronik dönemde ise nötrofil sayısı ve CD8 T lenfosit sayısı yüksekken, mast hücreleri >%1’dir (2,4).
Pulmoner alveoler proteinozis, lipoid pnömoni, akut eozinofilik pnömoni, pulmoner lenfoma ve lenfanjitis karsinomatoza gibi nadir DPAH’nın tanısında BAL
bulguları önemli rol oynar. Ayrıca BAL Langerhans hücreli histiositozis tanısında
(elektron mikroskop bulgularına dayanarak) ve açıklanamayan pulmoner infiltratları olan olgularda diffüz alveoler hemorajiyi dışlamada kullanılır (2,5,6).
Fırsatçı akciğer infeksiyonlarının tanısında; özellikle yaygın akciğer hastalıkları nedeniyle immunsupressif tedavi gören olguların kötüleşmesinde anahtar rol
oynar (7).
Bronko alveoler lavaj, YRBT bulgularıyla birlikte respiratuar bronşiyolit interstisyel akciğer hastalığının tanısında da kullanılır. Yoğun sigara içicilerinde YRBT
bulguları HP bulguları respiratuar bronşiyolit interstisyel akciğer hastalığı ile benzerdir. BAL’da başka anormal bulgular olmadan fazla sayıdaki pigmente makrofajların varlığı biyopsiye ihtiyac duymadan respiratuar bronşiyolit interstisyel
akciğer hastalığı tanısı koydurur (2,4).
Bronkoalveoler lavajda lenfositoz varlığının olup olmaması YRBT bulgularına
ek olarak granülomatöz hastalıklarının ayırımında kullanılır. BAL’da lenfositoz
olmaması çoğunlukla atipik HP veya sarkoidozun dışlanmasında kullanılır (2,4).
Bronkoalveoler lavajdaki eozinofili, ilaca bağlı DPAH şüphesinde tanı olasılığını
arttırır. Özellikle köpüksü görünümündeki lipid yüklü alveoler makrofajlar amiodoron toksisistesi tanı olasılığını belirgin olarak arttırır (2,4).
İdiyopatik pulmoner fibrozis (İPF) şüpheli hastalarda BAL’ın en önemli rolü kronik hipersensitivite pnömonisini dışlamaktır. Lenfositozun %40’ın üzerinde olduğu olgularda tanıyı kuvvetle destekler. Yapılan analizlerde YRBT’de olağan
interstisyel pnömoni bulguları olmasına rağmen %8 olguda BAL bulgularının
başka tanıları desteklediğini göstermiştir. Ancak BAL’ın dikkatli bir ekspozisyon
öyküsü ve klinik değerlendirmeye ek bir katkı sağlayıp sağlamadığı net değildir.
Bu nedenle İPF değerlendirmesinde olguların büyük çoğunluğuna BAL yapılması
önerilmemektedir (8,9).
Sonuç olarak BAL, DPAH’nın bazı spesifik formlarının doğru ve kesin tanısında önemli rol oynamaktadır. Ayrıntılı klinik değerlendirme ve YRBT ile birlikte
BAL’ın hücresel analizinin birlikte kullanılması tanısal değerlendirme için önemli
bilgiler sağladığı gibi, invazif islem ihtiyacını da belirgin olarak azaltır (Tablo 2).
Fakat BAL’ın yapılış tekniği, sıvının analiz ve işlem protokolleri, kullanılabilir
bilgi sağlamada çok önemli rol oynar (2,4).
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK VE
CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
31
Tablo 2. DPAH tanısında BAL bulguları (4)
BAL BULGULARI
TANI
Eozinofili ≥ %25
Eozinofilik pnömoni
Lenfosit ≥ %25
Sarkoidozis, HP, ilaç reaksiyonu, Kronik berilyum
hastalığı, lenfoproliferatif hastalıklar, lenfoid interstisyel
pnömoni, sellüler NSİP
Nötrofil ≥ %50
Akut interstisyel pnömoni, Diffüz alveoler hasar,
interstisyel fibrozis (akut atak), infeksiyon
Kanlı sıvı
Pulmoner hemoraji, DAH
Yüksek hemosiderin skoru
DAH, diffüz alveoler hasar
CD1a+ hücreleri > %4
Pulmoner langerhans hücreli histiositozis X
PAS- pozitif süt gibi BAL sıvısı
Pulmoner alveoler proteinozis
Monotipik lenfositoz
Pulmoner lenfomatöz malignite
Skuamöz epitel hücreleri > %5
Üst hava yolu sekresyonlarıyla kontaminasyon
Bronşiyal epitel hücreleri > %5
Uygunsuz BAL analizi
Malign hücreler
Pulmoner malignite
AKCİĞER BİYOPSİSİ
Diffüz parankimal akciğer hastalılarında akciğer biyopsisi hastalığın evresini ve
etiyolojisini belirlemek için kullanılır. Başlıca biyopsi indikasyonları (10,11):
A.Tanı koymak
1.Atipik bulguları olan hastalarda:
a.50 yaş altında
b.Ateş
c.Kilo kaybı
d.Hemoptizi
e.Vaskülit bulguları
2.İlerleyici hastalıkta:
a.Normal, atipik veya hızlı değişen akciğer grafileri
b.Normal, atipik veya hızlı değişen YRBT
3.Akciğer dışı açıklanamayan bulguları olanlarda
4.Sebebi bilinmeyen pulmoner damarsal hastalıklarda
B. Hastalık aktivitesini değerlendirmek
C. Kronik, ilerleyici DPAH’ı taklit eden neoplazi veya infeksiyoz durumları dışlamak
D.Tedavi şansını değerlendirmek
E. Ciddi yan etkileri olabilecek bir tedaviye başlamadan önce prognozu belirlemek
32
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK VE
CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
Akciğer biyopsisi bronkoskopi yardımı ile daha az invazif olarak transbronşiyal
(TBB), torakotomi ile açık akciğer cerrahisi veya endoskopik olarak video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) ile sağlanabilir. Seçilecek yöntem şüphelenilen
tanı ve olgunun genel durumuna bağlı olarak değişir.
Bronkoskopik Biyopsi
Transbronşiyal biyopsi 40 yılı aşkın bir süredir tanısal amaçlı olarak kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda DPAH’da yaklaşık üçte bir olguda bu biyopsinin
anlamlı histolojik analiz için yeterli kalitede örnek sağlayamadığını göstermiştir.
TBB küçük biyopsilerin tanısal olabileceği özellikle bronkosentrik tutuluma eğilim gösteren DPAH’ında ilk işlem olarak seçilmelidir. İşlem sırasında 4-6 örnek
alınmalıdır. İdiyopatik pulmoner fibrozis şüpheli olgularda ilk işlem olarak önerilmemektedir. Transbronşiyal biyopsi; sarkoidoz, lenfanjitis karsinomatoza, eozinofilik pnömoni, Goodpasture’s sendromu ve infeksiyon şüphesinde ilk olarak
tercih edilmelidir (12-15).
Cerrahi Biyopsi
Diffüz parankimal akciğer hastalıkları genellikle yamalı tarzda yerleşim gösterdiği
ve aynı anda birçok histolojik patern gösterebildiği için bronkoskopi ile alınan
küçük biyopsiler genel değerlendirme için gerekli olan anatomik örneği sağlayamaz. Bu nedenle kesin tanı için daha büyük boyuttaki biyopsilere ihtiyaç vardır.
Cerrahi biyopsi değerlendirme için daha büyük boyutta örnekler sağlaması; aynı
zamanda yüksek tanı (%90’ın üzerinde) ve düşük mortalite oranı (%5’in altında)
ile tercih edilen bir yöntemdir. Ancak burada da yöntemin açık ya da endoskopik
olarak yapılması cerrahın tecrübesine bağlıdır. Son dönemlerde VATS giderek
daha fazla tercih edilmekte ve böylece morbidite oranı açık torakotomiye göre
giderek azalmaktadır. Teknik olarak çok sayıda akciğer lobundan, çok sayıda
örnek almak VATS ile daha kolaydır. Ancak ağır plevral hastalık, kanamanın
kesin olarak kontrolüne ihtiyaç duyulan durumlarda ve ağır hipoksemide açık
torakotomi tercih edilir. Klinik ve radyolojik olarak (bal peteği ve traksiyon bronsektazileri ile birlikte subplevral, baziller ve retiküler tutulum) şüpheli IPF tanısını
koymada da cerrahi biyopsi tercih edilir (Tablo 3) (9,16-21).
Tablo 3. Cerrahi biyopsinin göreceli kontrendikasyonları (16,17)
∗ Radyolojik olarak daha hafif hastalık aktivitesinin olmadığı diffüz son dönem akciğer hastalığı
(balpeteği Akciğeri)
∗ Ağır kardiyovasküler hastalık
∗ Ağır pulmoner disfonksiyon
∗ İleri yaş
∗ Yüksek olasılıkla yeterli büyüklük ve miktarda biyopsinin elde edilemeyeceği durumlar (genellikle iki lob)
∗ Mekanik ventilasyon ve immünsupressif tedavinin ölüm riskini arttıracağını gösteren durumlar
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK VE
CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
33
Biyopsi Materyali
Akciğer biyopsinin yeri, büyüklüğü ve sayısı, şüphelenilen hastalık ve hastalığın
anatomik olarak dağılımına bağlı olarak değişir. Klinisyen ve cerrahin ortaklaşa
olarak YRBT bulgularına göre en uygun lokalizasyonun seçilmesi gerekir. Yeterli
bir örneğin 3 cm’den büyük ve birden fazla lobdan alınması gerekir. Cerrah
subplevral alandan, sağda orta ve solda linguladan örnek almaktan kaçınmalıdır.
Çünkü bu bölgelerde nonspesifik fibrozis daha fazladır. Biyopsilerden biri radyolojik olarak normal görünen bölgeden, diğer biyopsi de hafif ve orta hastalık
görünen bölgeden alınmalıdır (22,23).
Sonuç olarak, olguların büyük bir çoğunluğunda tanı için dikkatli bir klinik ve
patolojik korelasyona ihtiyac vardir (Şekil 1). Bu yaklaşımla cerrahi akciğer biyopsisi ile immunkompetan olgulara %90’ın üzerinde tanı konabilirken; DPAH’lı
immunsuprese olguların ancak %35-%75’inde tanı konabilmektedir (24-27).
Biyopsi zamanı klinisyen tarafından patoloğa aşağıdaki bilgiler sağlanmalıdır:
• Olgunun yaşı, hastalık süresi, çevresel veya mesleki ekspozisyon öyküsü
• Olgunun bağışıklık durumu
DPAH ŞÜPHESİ
Anamnez, FM, laboratuvar, eski ve yeni P-A grafi, SFT
(Kronisite/progresyon/stabiliteyi değerlendir)
Uyumlu klinik varlığı
* Seroloji (KDH)
* Biyopsi-cilt, kas, sinüs/nazal septum, böbrek
Diğer nedenleri dışla
(Çevresel/İatrojenik)
Klinik düzelme?
Hayır
Evet
Spesifik sistemik hastalık?
Hayır
Evet
Bronkoalveoler lavaj (BAL)
Transbronşiyal biyopsi (TBB)
Başka teste gerek yok
Spesifik tanı?
Hayır
Evet
Başka teste gerek yok
TBB tekrar et (örnek yetersizse)
Toraks YRBT
Biyopsi yerini sapta
Akciğer biyopsisi (Açık/VATS)
(LAP varsa örnekle)
Şekil 1. DPAH tanı algoritması (28)
34
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK VE
CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
• İlaç kullanım öyküsü
• Klinik ön tanı
ÖZET
• BAL minimal invazif bir prosedürdür.
• Hücre sayılarındaki değişiklikler farklı DPAH’ın tanımlanmasında yardımcı
olabilir.
• Sarkoidoz ve hipersensitivite pnömonilerinde lenfositoz ve CD4/CD8 oranı
önem taşır.
• Eozinofilinin %25’in üzerinde olması idiyopatik akut eozinofilik pnömoni,
kronik eozinofilik pnömoni ve infeksiyonlarda (parazitik ve fungal) görülür
• IPF tanı şüphesinde olguların büyük çoğunluğuna BAL yapılmasına gerek
yoktur.
• Akciğer biyopsisi hastalığın evresini ve etiyolojisini belirlemek için kullanılır.
• Sarkoidoz, lenfanjitis karsinomatoza, eozinofilik pnömoni, Goodpasture’s
sendromu ve infeksiyon şüphesinde ilk tercih transbronşiyal biyopsi olmalıdır.
• Cerrahi biyopsi, değerlendirme için daha büyük boyutta örnekler sağlaması;
aynı zamanda yüksek tanı ve düşük mortalite oranı ile tercih edilen bir yöntemdir.
• Cerrahi biyopside örnekler birden fazla lobdan ve farklı bölgelerden alınmalıdır.
• Ağır plevral hastalık, kanamanın kesin olarak kontrolüne ihtiyaç duyulan durumlarda ve ağır hipoksemide açık torakotomi tercih edilir.
• DPAH tanısına multidisipliner olarak yaklaşmalı; klinisyen, cerrah ve patolog
ortaklaşa karar vermelidir.
KAYNAKLAR
1. Klech H, Hutter C. Clinical guidelines and indications for bronchoalveoler lavage (BAL).
Report of the European Society of Pneumonology Task Group on BAL. Eur Respir J
1990; 3: 937-74.
2. Wells AU. The clinical utility of broncoalveoler lavage in diffuse paranchymal lung disease.
Eur Respir Rev 2010; 19: 237-41.
3. Costabel U, Guzman J. Bronchoalveoler lavage. In: Interstitial Lung Disease, 4th ed,
KingTE Jr, Schwarz MI (Eds), B.C. Decker, Hamilton ON, Canada 2003.p.114.
4. Meyer KC, Raghu G. Bronchoalveoler lavage for the evaluation of interstitial lung disease:
is it clinically useful? Eur Respir J 2011; 38: 761-9.
5. Martin RJ, Coalson JJ, Rogers RM, et al. Pulmonary alveoler proteinosis: the diagnosis
by segmental lavage. Am Rev Respir Dis 1980; 121: 819-25.
6. Betsuyaku T, Munakata M, Yamaguchi S, et al. Establishing diagnosis of pulmonary
malignant lymphoma by gene rearrangement analysis of lymphocytes in bronchoalveoler
lavage fluid. Am Rev Respir Dis 1994; 149: 526-9.
7. Baughman RP. Use of bronchoscopy in the diagnosis of infection in the
immunocompromised host. Thorax 1994; 49: 3-7.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK VE
CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
35
8. Ohshimo S, Bonella F, Cui A, et al. Significance of bronchoalveoler lavage for the
diagnosis of idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2009; 179:
1043-7.
9. Raghu G, Collard HR, Egan JJ, et al. An Official ATS/ERS/JRS/ALAT Statement:
Idiopathic Pulmonary Fibrosis: Evidence-based Guidelines for Diagnosis and Management.
Am J Respir Crit Care Med 2011; 183: 788-824.
10. Poletti V, Chilosi M, Olivieri D. Diagnostic invasive procedures in diffuse infiltrative lung
diseases. Respiration 2004; 71: 107.
11.Halkos ME, Gal AA, Kerendi F, et al. Role of thoracic surgeons in the diagnosis of
idiopathic interstitial lung disease. Ann Thorac Surg 2005; 79: 2172.
12. King TE Jr. Interstitial Lung Disease. In: Textbook of Bronchoscopy, Feinsilver SH, Fein
AM (Eds), Williams & Wilkins, Baltimore 1995.p.185.
13. Ensminger SA, Prakash UB. Is bronchoscopic lung biopsy helpful in the management of
patients with diffuse lung disease? Eur Respir J 2006; 28: 1081.
14.Bradley B, Branley HM, Egan JJ, et al. Interstitial lung disease guideline: the British
Thoracic Society in collaboration with the Thoracic Society of Australia and New Zealand
and the Irish Thoracic Society. Thorax 2008; 63 Suppl 5: 1.
15.Bjermer L, Thunell M, Rosenhall L, Stjernberg N. Endobronchial biopsy positive
sarcoidosis: relation to bronchoalveoler lavage and course of disease. Respir Med 1991;
85: 229.
16.Lee YC, Wu CT, Hsu HH, et al. Surgical lung biopsy for diffuse pulmonary disease:
experience of 196 patients. J Thorac Cardiovasc Surg 2005; 129: 984.
17.Lettieri CJ, Veerappan GR, Helman DL, et al. Outcomes and safety of surgical lung
biopsy for interstitial lung disease. Chest 2005; 127: 1600.
18.Kreider ME, Hansen-Flaschen J, Ahmad NN, et al. Complications of video-assisted
thoracoscopic lung biopsy in patients with interstitial lung disease. Ann Thorac Surg
2007; 83: 1140.
19. Sigurdsson MI, Isaksson HJ, Gudmundsson G, Gudbjartsson T. Diagnostic surgical lung
biyopsies for suspected interstitial lung diseases: a retrospective study. Ann Thorac Surg
2009; 88: 227.
20. Dempsey OJ, Keith MK, Remmen H, et al. How to investigate a patient with suspected
interstitial lung disease. BMJ 2010; 340: 1294-9.
21. Patel SR, Karmpaliotis D, Ayas NT, et al. The role of open-lung biopsy in ARDS. Chest
2004; 125: 197.
22. Flint A, Martinez FJ, Young ML, et al. Influence of sample number and biopsy site on the
histologic diagnosis of diffuse lung disease. Ann Thorac Surg 1995; 60: 1605.
23. Nicholson AG, Fulford LG. Colby TV, et al. The relationship between individual histologic
features and disease progression in idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care
Med 2002; 166: 173.
24. Nicholson AG, Colby TV, du Bois RM, et al. The prognostic significance of the histologic
pattern of interstitial pneumonia in patients presenting with the clinical entity of
cryptogenic fibrosing alveolitis. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 2213.
25. Flaherty KR, King TE Jr, Raghu G, et al. Idiopathic interstitial pneumonia: what is the
effect of a multidisciplinary approach to diagnosis? Am J Respir Crit Care Med 2004;
170: 904.
36
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA BRONKOSKOPİK VE
CERRAHİ BİYOPSİNİN YERİ
26. Hunninghake GW, Zimmerman MB, Schwartz DA, et al. Utility of a lung biopsy fort the
diagnosis of idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2001; 164: 193.
27. Burt ME, Flye MW, Webber BL, Wesley RA. Prospective evaluation of aspiration needle,
cutting needle, transbronchial, and open lung biopsy in patients with pulmonary infiltrates.
Ann Thorac Surg 1981; 32: 146.28.
28. Raghu G. Interstitial lung disease: a diagnostic approach. Are CT scan and lung biopsy
indicated in every patient? Am J Respir Crit Care Med 1995; 151: 909.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Prof. Dr. Büge ÖZ
İnterstisyel akciğer hastalıkları değişik klinik, radyolojik ve fizyolojik bulgular yanı
sıra oldukça farklı histomorfolojik bulgular gösteren antitelerdir. Bu hastalıklarda
tanıya ulaşmak için seçilecek yöntem hastalığın durumuna göre farklılık gösterir.
Transbronşiyal biyopsi, peribronkovasküler ya da lenfatik yayılım gösteren ya da
çok tipik tanısal histopatolojisi olan hastalıklarda yardımcı olabilir. Ancak interstisyel hastalıkların pek azında tipik ve kendine özgü bulgu olduğundan tanı değeri
düşüktür. Bu nedenle patolojik inceleme gereken olgularda çoğunlukla açık akciğer
biyopsisine gerek vardır. Ayrıca interstisyel akciğer hastalıklarının bir bölümünde tanısal (özgün) histopatolojik bulgu varken, büyük bir bölümünde doğru tanıya
ulaşmak için, patolojik bulguları, klinik ve radyolojik verilerle birlikte yorumlamak
gereklidir. Birçok olguda primer patolojik değişiklikler yanı sıra değişen oranda ve
evrede inflamatuar süreç de işin içine katılmış olabilir ve bunun ayrımını yapmak
ve temelde yatan patolojiyi saptamak zor, bazen de imkânsız olabilir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen interstisyel akciğer tutulumunun olduğu hastalarda, akciğerdeki histopatolojik değişiklikleri saptamak, hastalığın etiyolojisi,
aktivite durumu, lezyonun yaşı, geriye dönebilirliği ve ön önemlisi prognozu hakkında önemli bilgiler verecektir.
Patolojik değerlendirme için gönderilen akciğer dokularına ait biyopsiler mümkünse konusunda deneyimli patologlar tarafından değerlendirilmelidir. Kompleks
verileri değerlendirmek akciğerin mikroskobik anatomisine hakim olan, temel
interstisyel patolojilerin paternlerini bilen, örtüşmeleri değerlendirebilecek, nonneoplastik akciğer dokusuna hakim patologlarca yapıldığında mümkün olabilir.
Bu bölümde, İnterstisyel Akciğer Patolojilerini daha iyi yorumlayabilmek için
dikkat edilmesi ve bilinmesi gereken konular; akciğerde tutulumun anatomik dağılımının önemi, histopatolojik paternler, lezyonların yaşı gibi özelliklerini değerlendirerek yorumlanmasının prensipleri aktarılmaya çalışılacaktır.
37
38
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Histopatolojik paternlerin doğru olarak yorumlanabilmesi için açık akciğer
biyopsilerinin birden fazla lokalizasyondan yapılması (ortalama 3-5 biyopsi),
mümkünse linguladan yapılmaması ve radyolojik olarak en ağır ve hafif bulguların bulunduğu alanları içermesi tanı doğruluğu açısından son derece önemlidir (1-6).
H+E boyası ile boyanmış akciğer kesitlerinde doku biraz da distorsiyona uğramışsa, nontümöral akciğer patolojileri konusunda deneyimli patolog tarafından
incelenmediğinde, anatomiye hakim olmak zor olabilir. 1 cm3 ya da daha büyük
dokularda, ince uçlu bir enjektör yardımıyla doku içine (dokuyu parçalayacak
basınç uygulamadan) formalin enjeksiyonu ile fiksasyon, rutin parafin takibi sonrasında elde edilecek kesitlerde anatominin daha iyi algılanmasına yardımcı olabilir. Kesitler öncelikle mikroskobun küçük büyütmesinde değerlendirilmelidir. Bu
değerlendirmede anatomik oryantasyon sağlandıktan sonra büyük büyütmede
detayların yorumlanmasına geçilebilir (1-6). Anatomik oryantasyon Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi (YRBT)’de elde edilen sonuçlarla kıyaslanarak
daha iyi yorumlanabilir. Bunun için aşağıda 5 bölümde aktarılan bulguları (paternler) birleştirerek değerlendirmek faydalı olacaktır (7-9).
I. RADYOLOJİK PATERNLERİN PATOLOJİK BİYOPSİ
MATERYALLERİNDEKİ KARŞILIĞI
Öncelikle YRBT ile difüz parankimal -interstisyel tutulumu olan hastalıklarda basitçe ayırabileceğimiz temel 4 paternden bahsedilebilir (3). Bunlar;
1. “Buzlu cam” paterni ve konsolidasyon: Atenüasyon artışı
2. Fibrozis: Retikülasyon ve parankimal distorsiyon
3. Nodül: Küçük-büyük değişik yuvarlak solid lezyonlar
4. Mozaik patern/ kist: Periferik asiner yapılarda küçük genişleme, kist oluşumu
olarak özetlenebilir.
Bu paternlere karşılık gelen histopatolojik bulgular Tablo 1’de özetlenmeye çalışılmıştır.
II. ANATOMİK LOKALİZASYONLARINA GÖRE DİFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER HASTALIKLARININ AYIRICI TANISI
Patoloğun yapması gereken mikroskobun küçük büyütmesindeyken değerlendirmesi gereken öncelikli olarak akciğer parankiminde patolojinin belirli bir anatomik dağılım gösterip göstermediğinin saptanmasıdır. Bu inceleme, daha sonra
değerlendirilecek olan histomorfolojik paternlerle birleştirildiğinde daha sağlıklı
yorumlanması mümkün olacaktır. Aşağıda temelde belirli anatomik dağılım gösteren hastalık-antiteler listeler halinde verilmiştir (1).
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
39
Tablo 1. Radyolojik bulgulara karşılık gelen histopatolojik bulgular (3)
Patern 1
Patern 2
Patern 3
Patern 4
Buzlu cam, Fibrozis
Nodül
Mozaik patern/
konsolidasyon
kist
Ödem
Pnömokonyozis
Enfeksiyon
Kr granülomatöz enfek- Lenfoproliferatif
siyon
hastalıklar
Aspirasyon
Karsinom ve sarkomlar Küçük hava yolu hast.
Olağan interstisyel pnö. Miliyer granülomatöz
Hipersensitivite pnöhast
monisi
Kr hipersensitivite pnö.
Aspirasyon bronşiyoliti
İlaç reaksiyonları (toksik Romatolojik hastalık
ve hipersensitivite)
İlişkili
Hipersensitivite pnömonisi
Duman ve toksik gaz
Kr ilaç reaksiyonları
zararı
Pulmoner Langerhans
Sarkoidozis
hüc. Histiositozisi
Romatolojik hastalık
LIP
ilişkili
Sarkoidozis
Fibrotik NSIP*
İdiyopatik int. Pnömoni
Wegener granülomaKr aspirasyon
tozisi
• NSIP*
Kr radyasyon hasarı
Nekrotizan sarkoidoz
• LIP**
İlerlemiş Langerhans
Silikoz ve silika hastalığı
• DIP***
hüc. histiositozis
Respratuar bronşiyolit/
Hermansky-Pudlak
inters. Akc. Hast
send.
Lenfanjitik tümörler
Erdeim-Chester Hast.
Wegener granülomatozisi
Konstriktif bronşiyolit
Vaskülopatik hastalıklar
Lenfangioleiyomyomatozis
Langerhans hüc.
histiositozis
Alveoler proteinozis
Amiloidozis
*NSIP: Nonspesifik interstisyel pnömoni, **LİP: Lenfositik interstisyel pnömoni, ***DİS: deskuamatif interstisyel pnömoni
1. Bronkosentrik/bronkiolosentrik dağılım: Lezyonların periferik akciğer
alanında bronş, bronşiyol ve alveoler duktuslar çevresinde lokalize olduğu patolojilerdir. Bir başka deyişle sentr-lobüler dağılım gösteren lezyonlardır. Bu tip
dağılım aşağıdaki hastalıklarda görülebilir;
• Enfeksiyon (virüs, mikoplazma)
• Bronşiyolit (Panbronşiyolit, obliteratif bronşiyolit)
• Hipersensitivite pnömonisi
• Pulmoner Langerhans hücreli histiyositoz
• Respiratuar bronşiyolit/interstisyel akc. Hastalığı
2. Angiosentrik dağılım: Lezyonların akciğer parankiminda damarlar (arterven) çevresinde dağılım göstermeleridir. Bu tür dağılım interstisyel hastalıklarda
nadir görülür.
40
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
• Primer/sekonder vaskülitler
• Angiosentrisite gösteren enfeksiyonlar
• Pulmoner arter trombüsü
• Tromboemboli
• Pulmoner hipertansiyon
• Akciğer transplant rejeksiyonu
• İntravenöz ilaç/uyuşturucu kullanımı
• Vasküler yayılımlı primer/sekonder tümörler
3. Plevral dağılım: Lezyonların plevra dokusunda ya da supplevral dokuda
izlendiği patolojilerdir.
• Asbestozis
• Amiloidozis
• Bazı maligniteler (lenfoma, Epiteloid hemangioendoteliyoma)
• Bazı nadir antiteler (Erdeim-Chester hastalığı, Rosai Dorfman Hastalığı, Idiyopatik Pulmoner fibroelastozis)
4. Lenfanjitik dağılım: Nispeten sık izlenen anatomik tutulum şeklidir. Burada
sorun anatomik olarak vasküler dağılım ile lenfatik dağılımın ayrımını yapmadaki
zorluk olacaktır.
• Sarkoidozis
• Lenfanjitik yayılan karsinom
• Hemato-lenfoid infiltrasyonlar (primer/sekonder lenfoma, lösemi, lenfoid hiperplazi)
• Primer lenfangiomatozis
• Bazı pnömokonyozlar
5. Periferik asiner dağılım: Bu tür anotomik dağılım gösteren lezyonları saptamada en büyük güçlük doku plevra ya da asinüsün periferini içeren septal dokuları içermiyorsa ortaya çıkacaktır. Patolojik değişikliğin distal asiner yerleşimli
oluşu ancak plevra ya da inter-lobüler alan olan septal bölümleri içeren biyopsi
örneklerinde anlaşılabilir. Bu tür patolojinin en tipik örneği Olağan İnterstisyel
Pnömoni (UIP) paterninde görülür.
• Usual İnterstisyel Pnömoni (UIP)= idiyopatik pulmoner fibrozis
• Ailevi pulmoner fibrozis
• Sistemik kollagen vasküler hastalıklar (örn. Romatoid artrit)
• Fibrotik ilaç reaksiyonları
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
41
III. HİSTOPATOLOJİK PATERNLER
İnterstisyel akciğer hastalıklarına ait biyopsilerin çok küçük bir bölümünde direkt
tanı vermek mümkün olabilir. Çoğunlukla patolog gördüğü histopatolojik paterni/paternleri tanımlar; hasta için tanı Klinik-radyolojik ve patolojik bulgular
birleştirilerek konabilir. Bu bölümde tek başına ya da interstisyel akciğer hastalıklarının birçoğunda olduğu gibi bir arada görülebilen 6 temel histopatolojik patern
kısaca anlatılacaktır (1-8).
1. Akut Akciğer Hasarı (AAH)
Temel patoloji interstisyel ödem, intra-alveoler fibrin ve reaktif tip II pnömosit proliferasyonu ile hyalen membrandır. İntraalveoler fibrinin alveol yüzeyine sıvanarak oluşturduğu membran, hyalen membran olarak tanınır (Resim 1). Alveol duvarlarında
nekroz, eozinofil infiltrasyonu, fibrin varlığı, hemosiderin yüklü makrofajlar görülebilir.
Akut akciğer hasarı akut klinik tablodur, birkaç saatte ya da gün içerisinde gelişir. Eğer
neden olabilecek bir koşul, hastalık ya da maruziyet yoksa idiyopatik akut interstisyel pnömoni
(AİP) olarak isimlendirilir.
Bu bilgi ışığında ve patognomonik olan alveol duvarını döşeyen hyalen membran görüldüğünde bu tanının verilmesi,
aksi halde deskriptif tanı verip
epikrizle olasılığı belirtmek sağlıklı olacaktır (1,3,10).
Resim 1. Akut akciğer hasarında alveol duvarını kaplayan
hyalen hembran oluşumları (H+E x200)
Tablo 2. Diffüz akciğer hasarı ile ilişkili
lezyonlar
• Enfeksiyonlar (virüs, mantar,bakteri ve parazit)
• Toksik inhalasyon
• İlaç reaksiyonları
• Şok
• Sistemik kollagen vasküler hastalıklar
• Radyasyon hasarı (akut)
• Akut alerjik reaksiyon (akut hipersensitivite pnö.)
• Akut hemorajik sendromlar
• İdiyopatik hastalık (AİP)
İmmunsüpresyonlu hastalarda
AAH paterni görüldüğünde enfeksiyon olasılığı mutlaka düşünülmeli ve bu yönde araştırma
yapılmalıdır. Tablo 2’de AAH
paterni görülebilen hastalıklar
listesi verilmiştir (1,3).
Akut akciğer hasarı yanı sıra
özellikle alveol boşluklarını dolduran eozinofil polimorf varlığı
akut eozinofilik pnömoni olasılığını akla getirmelidir. Tablo
3’de akciğerde eozinofil infiltrasyonu görülebilen hastalıklar
listesi verilmiştir (1,3).
42
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
1-a. Akut Akciğer Hasarı
+ Difüz alveoler hemoraji:
• Bazı infeksiyonlar; parazit inf
Akciğerde yeni gelişmiş ve eş
• Astım, astımla ilişkili akc. hast.
zamanlı yaygın intra-alveoler
• Churg-Strauss Sendromu
kanama saptanıyorsa immüno• İlaç reaksiyonları
lojik mekanizmaların tetiklediği
• Akut eozinofilik pnömoni (idiyopatik)
hemoraji sendromlarının oluş• Akut sigara ilişkili akc. hast.
turduğu hastalıklar akla gelmelidir. Wegener granülomatozisi
Tablo 4. Difüz Alveoler kanama ilişkili antiteler
ya da Goodpasture sendromu
• Goodpasture Sendromu
akciğerde yaygın kanamaya neden olabilir. Akut gelişen hasta• Vaskülitler (Wegener granulomatozisi)
lardan biyopsi alınırsa alveolleri
• Mitral stenozis
dolduran yaygın eritrositler ve
• IgA nefropatisi
hemosiderin yüklü makrofajlar
• Behçet Sendromu
saptanırken daha kronikleşen
• Bazı sistemik kollagen Hastalıklar (ör. SLE)
olgulardan biyopsi alınmış ise
deskuamatif interstisyel pnömo• HİV enfeksiyonu
ni (DİP) tarzı hemosiderin yüklü
• Pulmoner veno-okluzif hast.
makrofajların doldurduğu alveol• İdiyopatik pulmoner hemosiderozis
ler ve alveol yüzeylerini döşeyen
• İlaç ve toksik reaksiyonlar
tip II pnömositler görülür. Daha
• Akut akciğer allogreft rejeksiyonu
sonrasında tabloya kanamanın
• Sınıflandırılamayan
organizasyonunun girdiği, organizasyonlu pnömoni (OP) benzeri özellikler; alveol boşluklarında fibroblastik aktivite saptanabilir.
Tablo 3. Eozinofil infiltrasyonlu akciğer lezyonları
Bazı hemoraji sendromlarında kapillerit çok belirgin, ancak fokal bulgu olabilir.
Kapillerit görüldüğünde fokal bile olsa hastanın fatal hemoptizi nedeniyle kaybedilebilme olasılığına karşı klinisyen uyarılmalıdır. Aşağıdaki Tablo 4’de difüz
alveoler kanama ilişkili antitelerin listesi verilmektedir (1,3).
Akut hasar eğer fibrotik değişiklikler olan akciğerde meydana gelmişse bunun
mutlaka raporda belirtilmesi gerekir. Örneğin idiyopatik pulmoner fibrozis (IPF)
olgularında akut alevlenme görülebilir. Yine ilaç reaksiyonlarında etkileyen maddenin yeniden vücuda girişi akut hasarın görülmesine neden olabilir.
2. Fibrozis
Temel patoloji akciğer parankiminde kısmen yeniden yapılanmanın eşlik ettiği
kollagen lif artışıdır. İnterstisyel akciğer dokusunda fibrozis gelişimi hemen daima
kalıcı hasar anlamına gelen patolojidir. Bu nedenle prognostik önem taşır.
Periferik akciğer alanlarında radyolojik olarak saptanan fibrotik değişiklikler yanı
sıra oluşan değişik büyüklükteki kistler “Bal Peteği Akciğer”i olarak isimlendirilir.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Resim 2. Akciğer parankiminde yeniden yapılanma”Balpeteği oluşumu” (H+E x200)
Resim 3. Temporal heterogenite; Usual İnterstisyel Pnömoni paterninde supplevral, septal fibrozis mevcut lobulüs
ortasındaki akciğer parankim alanları normal morfolojide
(H+E x40)
Resim 4. Usual İntertisyel Pnömoni; periferik akciğer
alanında heterogen yapıda supplevral başlayan fibrozis,
akcğer parankiminde yeniden yapılanma, septumlarda fibroblastik aktivite, orta yoğunlukta iltihabi infiltrasyon, düz
kas hiperplazisi, plevrada lipomatozis (H+E x80)
43
Aynı değişikliğin mikroskobik
bulguları da yine Bal Peteği akciğeri olarak anılır ve bu patoloji oksijen-karbon dioksit gaz değişiminin gerçekleştiği terminal
respiratuar ünitenin (respiratuar bronşiyol duktus alveolaris
ve alveol yapıları) ortadan kalkması ve yerine duvarları fibrozis
nedeniyle kalınlaşmış ve çoğunlukla bronşiyol epiteli ile döşeli
fonksiyon göremiyecek hava
keseleri oluşmasıyla karakterizedir (Resim 2). Akciğerde izlenecek bu tipte bir patoloji artık
geri dönmeyecek değişiklikler
olarak son dönem akciğeri anlamı taşır. Bal peteği akciğeri
paterninin varlığı ve yaygınlığının patoloji raporunda belirtilmesi, hastanın bundan sonra
yapılacak tedavilerden yanıt
alamayacağı anlamına gelir.
2-a. Temporal Heterojenite
gösteren fibrozis: Bu patern
literatürde en eski dönemlerden
beri bilinen Liebow'un tanımladığı paterndir. En tipik örneği
Usual İnterstisyel Pnömoni
(UIP)’dir. Temel olarak yeniden
yapılanmanın iyice yerleştiği
periferik akciğer (supplevralsubseptal) alanları ile fibroblastik aktivasyonun +/- olduğu
alanlar ve normal akciğer alanları geçişi izlenir (Resim 3,4).
Burada araştırılacak en önemli
parametre, iyi gelişmiş fibrotik
değişikliğin izlendiği alan ile
sağlam görünen akciğer alanları arasındaki alveol duvarlarında
44
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Resim 5. Usual intertisyel pnömonide alveol septumlarında ‘genç bağ dokusu’ fibroblastik aktivite (H+E x200)
Resim 6. Nonspesifik intertisyel pnömoni fibrotik tipte
alveol septumlarını diffüz kalınlaştıran fibrozis dikkati çekmekte (H+E x100)
yeni gelişen ‘fibroblastik’ foküslerin olup olmadığıdır (Resim
5). Fibroblastik odakların varlığı UIP için önemli bir bulgudur
ancak sadece fokal izleniyorsa
UIP olarak tanımlamak için
yeterli olmayabilir. Tablo 5’de
verilen bazı hastalıkların da (ör.
kronik hipersensitivite pnömonisi, romatizmal hastalıklar ve
asbestozis) UIP benzeri alanlar
içerebileceği unutulmamalıdır.
2-b. Alveol duvarlarında
uniform özelikte fibrozis:
Bu patern alveol duvarlarının
anatomik yapısı korunarak gelişen fibrozisle karakterizedir.
En sık fibrotik tip NSİP paterni
olarak bilinir (Resim 6). Fibrotik- NSİP'de patolojik bulgular,
radyolojide normalden sapmaların saptandığı her alanda eş
görünümlü, aynı yaşta özellikler gösteren alveolseptumlarında iltihap hücresiz/az iltihap
hücresi içeren, uniform fibrotik
kalınlaşma olarak özetlenebilir.
2-c. Havayolu merkezli fibrozis: Fibrozis özellikle bronşiyoller çevresinde
görülüyorsa genellikle inhalayon yolu ile alınan organik ya da inorganik etkenlerle oluşan patolojiler ve romatolojik/immün mekanizmalarla gelişen patolojiler
akla gelmelidir. Hipersensitivite pnömonisi, aspirasyon pnömonisi, Romatoid
Artrit ve Sjögren sendromunun akciğer tutulumunda bu tür fibrozis görülebilir.
Ayrıca idiyopatik olarak da gelişebileceği akılda tutulmalıdır.
2-d. Yıldızsı skar oluşturan fibrozis: Sigara ile ilişkili akciğer hastalıklarının
son döneminde (ör. Langerhans hücreli histiositozis LHH) görülebilir. Özellikle
LHH’un ileri evrelerinde bu anatomik fibrotik değişiklik dışında bulgu olmayabilir; inflamatuar hücre pek az olabilir. Langerhans histiyositleri ve diğer hücrelerin
yokluğu/azlığı nedeniyle tanı konulamayabilir.
2-e. Bal peteği oluşumlu fibrozis: Akciğerde primer ya da sekonder tutulum
yapan bir çok hastalığın ilerlemiş döneminde yukarıda da belirtildiği gibi “son dö-
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Tablo 5. Bal peteği oluşumu/yaygın fibrozis ilişkili akciğer hastalıkları
• Idiyopatik pulmoner fibrozis (İPF)
• DİP
• LİP
• Sistemik kollagen vasküler hastalıklar
• Kronik ilaç reaksiyonu
• Pnömokonyoz (Asbestozis,berilyozis, ağır metal, vb.)
• Sarkoidozis
• Pulmoner Langerhans Hücreli Histiositoz
• Kr granülomatöz hastalıklar
• Kr aspirasyon
• Kr hipersensitivite pnömonisi
• Organizasyonlu/organize olan diffüz alveoler hasar
• Radyasyon hasarı
• İyileşen enfektif pnömoni/inflamatuar süreçler
• NSİP/fibrozis
• Erdeim-Chester hast
• Hermansky-Pudlak sendromu
Resim 7. Nonspesifik intertisyel pnömoni (NSİP) sellüler
tipte alveol septumlarında uniform lenfositik infiltrasyon
(H+E x100)
45
nem akciğeri” olarak isimlendirilen patolojik patern izlenebilir.
Eğer hasta 60 yaşın üzerindeyse YRBT bulguları uyumluysa
ve daha önceden bilinen başka
bir hastalık yoksa UIP paterni
rapora yazılabilir. Tablo 5’de
ilerlediğinde bal peteği oluşumu
görülebilen hastalıklar verilmektedir (1,3).
3.
Kronik
İnflamatuar
(Hücresel) İnfiltrasyon
Burada kastedilen alveol duvarlarındaki inflamatuar hücre infiltrasyonudur. Bu hücreler çoğunlukla
lenfosit ve belirli oranda plazmositten oluşur. Bu infiltrasyona
bazen zayıf yapılı ya da iyi forme
küçük granülomlar eşlik eder. Ayrıca alveol duvarında fibrotik değişiklik görmek de mümkündür.
3-a. Sadece lenfosit-plazma hücrelerinden oluşan
hücresel infiltrasyon: Septumlarda lenfosit üstünlüklü iltihabi infiltrasyonun saptandığı,
her alanda aynı özellikleri taşıyan morfolojik patern NSİP’nin
sellüler formu olarak bilinir (Resim 7). NSİP’de ayrıca daha
önce bahsedildiği gibi fibrotik
varyant ve ayrıca mikst varyant
olarak anılan toplam 3 alt grup
vardır. Pratikte pür sellüler olanı en az görülenidir (11).
3-b. Zayıf granülom oluşumlu hücresel infiltrasyon: Bu paternin proto
tipi olarak hipersensitivite pnömonisi (HP) verilebilir. Organik bir antijenin inhalasyon yolu ile alınması ile görülen HP subakut ve kronik formda görülebilir.
İzlenen granülomlar genellikle küçük-orta çaplı havayolu merkezli olup, granülomları oluşturan histiositlerde kollesterol yarıkları vardır (Resim 8). Ayrıca düşük
46
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
gradeli lenfoproliferatif hastalıklar, otoimmun hastalıklarda izlenen akciğer tutulumu da aynı paterni gösterebilir. Bu paternde tutulumu olan akciğerde YRBT
bulguları yardımcı olacaktır. HP’inde sıklıkla orta-üst akciğer zonlarında ve sentrlobuler tutulum izlendiğinin bilinmesi önem taşır.
3-c. İyi forme granülomların eşlik ettiği hücresel infiltrasyon: Enfeksiyon hastalıklarıyla birlikte görülen lenfo-plazmositer infiltrasyon ve iyi forme
granülom görülebilir. Ayrıca subakut ve kronik aspirasyon pnömonilerinde de iyi
forme granülom saptanabilir. Atipik mikobakteri enfeksiyonlarında (Bioairesol
inhalasyonu akciğeri) yine sarkoidoza benzer nekrozlaşmayan iyi forme granülomlar görülebilir.
4. Alveollerin İçini Dolduran İnfiltrasyon
Burada anlatılacak olan alveol boşluklarını dolduran sellüler ya da non sellüler
materyaldir. Hücresel elamanlar immatür fibroblastlar, makrofajlar ve nötrofiller
olup, non-sellüler materyal ise proteinöz materyaldir.
Resim 8. Hipersensitivite pnömonisinde eribronşiyal lokalizasyonlu kolesterol yarığı içeren dev hücrelerle karakterize zayıf granülom oluşumu (H4E x200)
Resim 9. Organizasyonlu pnömonide alveol boşluğunu
dolduran genç granülasyon dokusu (H+E x200)
4-a.
Alveol
boşluklarını dolduran fibroblastlar
(Organizasyonlu pnömoni
(OP) paterni): OP paterni
açık akciğer biyopsilerinde ya
da başka nedenle çıkarılmış
akciğer dokusunda sık karşılaşılan bir patolojidir. Alveol
boşluklarında yumaklaşan genç
fibroblastlar ve bunlara eşlik
eden az oranda bağ dokusuna
ait ekstrasellüler matriks ve iltihabı hücreler histopatolojik bulguyu oluşturur. Aynı özellikteki
yapıların alveol boşlukları yanı
sıra bronşiyolleri doldurduğu
patolojiye Bronşiyolitis Obliterans Organizasyonlu Pnömoni
(BOOP) adı verilirdi. Yeni sınıflamalarda eğer genç granülasyon dokusu benzeri bu yapı
sadece alveol keseleri ve duktusları dolduruyorsa organize
pnömoni (Resim 9); eğer bu yapılar membranöz ve respiratuar
bronşiyolleri dolduruyorsa obli-
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Tablo 6. OP’nin eşlik ettiği antiteler
• Eksüda organizasyonu gösteren enfektif pnömoniler
• Organizasyonlu Diffüz Alveoler Hasar
• Hipersensitivite pnömonisi
• Organize infektif pnömoninin eklendiği;
o Kr bronşit, amfizem, kr bronşiyolit
oBronşiyektazi
o Kistik fibrozis
o Aspirasyon pnömonisi
• İlaç, toksin inhalasyonu
• Sistemik kollagen vasküler hastalıklar
• Eozinofilik pnömoni
• Havayolu obstrüksiyonları
• Kriptojenik OP
• Bazı lezyonların çevresinde:
oAbse
oİnfarkt
47
teratif bronşit olarak isimlendirilmektedir. Ayrıca OP paterni
görülüyorsa ve eşlik eden başka
bir patoloji yoksa, etiyolojik bir
neden bulunamıyorsa Kriptojenik Organizasyonlu Pnömoni
olarak isimlendirilmektedir.
OP genellikle akut zararlar ya
da subakut zararlarda karşımıza
çıkar. Eğer beraberinde alveol lümenlerini kuşatan hyalen
membran ve serbest fibrin var
ise akut akciğer hasarının da
eklendiğini söylemek gerekir.
OP paterni bir çok interstisyel
akciğer patolojisi-antite ile birlikte görülebilir. Tablo 6’da OP
paternini eşlik edebileceği antiteler verilmektedir.
4-b. Alveol boşluklarını
dolduran histiositler (Difüz
İnterstisyel Pnömoni (DİP)
paterni): Alveol boşluklarını alveoler makrofajların ve buna eşlik eden az sayıda
diğer iltihabi hücrelerin doldurduğu patolojik tablodur. DİP son yıllarda Respiratuar bronşiyolit/İnterstisyel akciğer hastalığı (RB/İAH) olarak değerlendirilen
sentlobüler anatomik dağılımlı, sigara ilişkili akciğer hastalığının çoğunlukla ileri
döneminde ya da tek başına görülen bir antite olarak kabul edilmektedir.
• Wegener granulomatozisi
RB/İAH’da histiositlerin sitomorfolojik özellikleri tanıda önemlidir. Bu hücreler
demir boyaları ile ve PAS boyası ile pozitif, H+E’de açık kahverenkli granül
tarzda inrasitoplazmik pigment birikimi gösterirler. Amiodorone reaksiyonunda,
obstrüktif pnömonide, lipid pnömonisinde histiositler pigment içermez sadece köpüklü- granüler şeffaf sitoplazmalıdırlar. Ağır metal pnömokonyozlarında
(özellikle kobalt pnömokonyozunda) alveolleri dolduran histiositler ise çok çekirdeklidir.
Eozinofilik pnömonilerde intersitisyum infiltrasyonu yanı sıra hava yolu boşluklarında eozinofiller, fibrin ve alveoler makrofajlar saptanabilir. DİP’de florasanda
ışığı çift kıran materyal saptanabilir. Lipid pnömonisinin egzojen kaynaklı olanında histiositlere küçük-büyük boşluklar eşlik edebilir.
4-c. Alveol boşluklarını dolduran eozinofilik materyal: Bu paternin prototipi pulmoner alveoler proteinozis (PAP) hastalığıdır. Bu kendine özgü hastalık,
48
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
alveol boşluklarını dolduran granüler yapılı eozinofilik asellüler materyal ile karakterlidir. PAP fokal ya da segmental dağılım gösterebilir. Eozinofilik materyale
kolesterol yarıkları yada hyalen globüller eşlik edebilir. Bu hastalık idiyopatik
olabildiği gibi mesleki hastalıklarla, ilaç reaksiyonu olarak immun yetmezliğin
beraberindeki hematolojik hastalıklarla birlikte görülebilir. Alveoler materyalin
ince granüler yapıda olması, ayırıcı tanıya alınacak olan pulmoner ödem ve pnömosistis karinii enfeksiyonundan ayrımına yardım eder.
4-d. Alveol boşluklarını dolduran sideroblastlar: Difüz alveoler hemoraji
sendomlarında ya da vaskülitlerde görülebilir.
4-e. Alveol boşluklarını dolduran nötrofiller: Bu paternin prototipi akut
bronkopnömonilerdir. İnterstisyel akciğer hastalığı sorgulanan olgularda biyopside bu infiltrasyon tipinin yaygın olarak görülmesi pek beklenen özellik değildir.
Fokal olarak görüldüğünde kapilleritin eşlik ettiği difüz kanama sendromlarından
şüphe edilebilir ya da olguda interstisyel tutuluma yeni gelişen bakteriyel pnömoni eşlik ediyor olabilir.
5. Nodül
Nodül olarak isimlendirilen yuvarlak iyi sınırlı yer kaplayan lezyonlar, akciğer biyopsilerinde tek ya da çok sayıda küçük ya da büyük boyutlu olabilir. Bu nodüller
lenfositik hücrelerden, atipik hücrelerden, epiteloid özellikler taşıyan dolayısıyla
granülom formasyonu oluşturan histiositlerden oluşabilir. Nodülün tek ve büyük
oluşu akla öncelikle maligniteyi getirebilir. YRBT'de küçük ve multipl nodül tanımlaması interstisyel akciğer hastalıklarında daha sık görülen bulgudur. Malignitelerin oluşturduğu nodüller burada tartışılmayacaktır.
5-a. Granülomatöz iltihabın oluşturduğu nodüller: Oransal olarak ancak
birkaç interstisyel akciğer hastalığı granülom oluşumu ile karakterlidir. Bu granülomlar nekrotizan ya da nonnekrotizan özellikte olabilir.
Resim 10. Sarkoidozda alveol septumunda perilenfatik
yerleşimli nekrozlaşmayan granülomlar (H+E x100)
Burada granülomların nekrozlu
ya da nekrozsuz oluşları yanı sıra
akciğerdeki anatomik dağılımları da tanıya yardımcıdır (15).
Örneğin sarkoidozda ve beriliyozda granülomlar konglomere, nonnekrotizan yapılıdırlar
ve perilenfatik dağılım gösterirler (Resim 10). Granülomları
eozinofilik hyalinize materyal
çevreler, iltihabi infiltrasyon
eşlik etmez (çıplak granülom)
ve granülomların histomorfo-
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Tablo 7. Granülomatoz inflamasyonun eşlik ettiği akciğer antiteleri
• Granülomatöz enfeksiyonlar (tüberküloz, histopazmozis, mantar enfeksiyonları)
• Sarkoidoz
• Romatoid nodül
• İntravenöz talkozis
• Pnömokonyozis (ör. İnhalasyon talkozis, beriliyozis)
• Aspirasyon pnömonisi
49
lojileri eş zamanlı geliştiklerini
düşündürür.
Enfeksiyon nedenli granülomlarda ise tek ya da multipl olmaları yanı sıra sınırlar bu kadar
net olmayabilir. Epiteloid histiositlere diğer iltihabi hücreler
(sıklıkla lenfositler) eşlik eder,
nekrozlu olmaları da beklenen
özeliktir.
Nekroza ait özelliklerin dikkatlice gözden geçirilmesi gereklidir. Bir miktar erimenin eşlik ettiği koagülasyon nekrozu=kazeifikasyon nekrozunu düşündürecektir.
Bu tür nekrozlarda iltihabi etkenin araştırılması şarttır. Özellikle bu tür granülomda tüberküloz basili için ve mantar enfekiyonu için boyamalar yapmak önem
taşır. Tüberkülozda nekroza eşlik eden polimorf nüveli lökositler (abseleşme) beklenmezken mikotik etkenlerle gelişen granülomlarda apseleşme görülebilir.
Özelikle sarkoidozda ve benzer granülomatöz reaksiyonlarda dev hücrelerin sitoplazmasına aslında patognomonik olmayan, Asteroid cisimcik ve veya Schaumann cisimcikleri saptanabilir. Oksalat kristalleri ve polarize ışıkta çift kırıcılık
gösteren materyal ise yabancı cisim aspirasyonunu akla getirebilir. Tablo 7’de
granülomatoz inflamasyonun eşlik ettiği akciğer antiteleri verilmektedir (1,3).
5-b. Makrofaj ve inorganik tozların oluşturduğu nodüller: Silikozis ya
da silikotozisde izlenen nodüller genelikle yuvarlak şekilli ve değişen oranda fibrozisin eşlik ettiği nodüllerdir. Fibrozis yuvarlakça girdapvari şekil alabilir, lameller
ya da hyalin karakterde polarize ışıkta çift kırıcı olan silika tozları (alüminyum
ve magnezyum tozları) içerir. Sarkoidoziste olduğu gibi pnömokonyozların bir
kısmı perilenfatik dağılım ve interlobuler alanda, plevra altında yerleşen nodüller
oluşturabilir. Patolog çoğunlukla sadece morfolojiye bakarak pnömokonyozun
tanısına varamaz, sağlıklı değerlendirme için klinik ve radyolojik verilerin de bilinmesi gereklidir.
5-c. Langerhans hücrelerinin oluşturduğu, yıldızlı skar yapısının eşlik ettiği nodül: LHH’da oluşan nodüller genelikle mikst tip iltihabi hücre,
fibroblast, kollagen, Langerhans hücreleri, pigmentli alveoler makrofajlar içerir.
LHH’un sellüler fazı malignite ile karıştırılabilir. Ancak çoğunluka biyopsiye giden olgularda bu karışık hücreli infiltrasyonun peribronşiyal oluşu ve az ya da çok
yıldızsı skarlaşma eşlik eder.
6. Minimal Değişiklik
Biyopsi yapılacak kadar klinik/radyolojik bulguları var olan hastalarda, mikroskobik olarak ilk bakışta normalmiş gibi görünen paternler dizisidir. Burada ilk
50
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
olarak düşünülmesi gereken konstriktif bronşiyolit, vasküler ya da lenfatik patolojiler ve kistlerdir.
Klinikte kronik pasif kardiyak konjesyon, pulmoner veno-oklüzif hastalıklar interstisyel akciğer hastalığıymış gibi bulgu verebilir. Bu gibi olgularda pulmoner
ödem, difüz alveoler akciğer hasarının erken bulguları, endotelyal vakuolizasyon,
lenfatik dilatasyon ve interstisyel genişleme gibi minimal bulgular görülebileceği
akılda tutulmalıdır. Yine pulmoner emboli olgularında (yağ, fibrin) intravasküler
bulgular dikkatlice aranmalıdır.
6-a. Konstriktif bronşiyolit: Ağır klinik bulgular olmasına karşın mikroskopta ilk bakışta normalmiş gibi görünen akciğerde küçük çaplı bronş-bronşiyollerin
duvarlarında hafif kalınlaşma, lümende ise belirgin daralma görülebilir (Resim
11). İleri olgularda tamamen oblitere olmuş, hatta ortadan kalkmış bronşiyollerin
olup olmadığı dikkatlice araştırılmalıdır. Bronş duvarlarında muskuler hipertrofi,
submukozal fibrozis, hafif iltihabi infiltrasyon, lümende mukus
birikimi ile hafif ektazi, peribronşiyoler skarlaşma ve bronşiyolar metaplazi saptanabilecek
histomorfolojilerdir.
Resim 11. Konstriktif bronşiyolit; bronş duvarında epitel ile düz kas arasında lümeni daraltan bağ dokusu artışı
(H+E X200)
Resim 12. Akciğerde lenfangiomyomatozisin oluşturduğu kist. Duvarında düz kas, lenfatik damar artışının oluşturduğu kalınlaşma (H+E X80)
6-b. Vasküler/lenfatik Patoloji: Akciğerin arteryal, venöz ve lenfatik damarlarıyla
ilişkili patolojileri cerrahi materyallerde sık rastlanır. Burada dikkat edilmesi gereken
en önemli husus bu anatomik
yapıların mutlaka hatırlanarak
gözden geçirilmesidir. Diğer
kronik interstisyel patolojilerle
birlikte arteryollerde sklerotik
değişiklik oldukça sıktır, bu
nedenle saptandığında klinik
olmadan ve patolojinin saptandığı damarlarda tama yakın
obliterasyon olmadan pulmoner hipertansiyon tanısı verilmemelidir (3).
6-c. Kist oluşumu: Lenfangiomyomatozis akciğerde minimal değişiklik yapabilecek
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
51
kistik hastalıkların başında gelir. Küçük biyopsilerde bunu saptamak için önceden hafif fiksatif enjeksiyonu ve biyopsinin kenarlarındaki staplerlerin çıkarılması önem taşır. Akciğer parankiminde genelikle periferik oluşmuş kistlerin
duvarında bazı olgularda çok az özel, anormal düz kas hücrelerinden oluşmuş
hücresel kalınlaşma olabilir (Resim 12). Bu hücreleri tanımak için HMB 45,
Melan-A, östrogen ve progesteron reseptörünü immunhistokimyasal olarak
saptamak gereklidir.
IV. İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARI
Kronik interstisyel akciğer hastalıklarının hala tam oturmuş, herkes tarafından
kabul görmüş bir sınıflaması yoktur. Bu grup içerisinde yer alan antitelerin pek
çoğunun sebebi ve patogenezi belirsizdir. Literatürde ilk sınıflama Liebow ve
Carrington’a aittir. Diğer çeşitli sınıflama girişimlerinden sonra 2002 yılında
Amerikan Toraks Derneği (ATS) ve Avrupa Solunum Derneği'nin (ERS) ortaklaşa oluşturduğu panelde konusunda en deneyimli klinisyen, radyolog ve patologlardan oluşan araştırmacılar bu hastalık grubunun isimlendirilmesinde uluslararası standardizasyonu sağlayabilmek için bir araya gelmiş ve bu hastalıkların neler
olduğunu, tanı için gerekli kriterleri belirlemiştir (12-14). ERS ve ATS sınıflaması
içinden Lenfositik İnterstisyel Pnömoni (LİP) idiyopatik olarak pek görülmediğinden bazı araştırmacılarca bu grup içinde anılmamaktadır. Geri kalan Usual İnterstisyel Pnömoni (UIP), Nonspesifik İnterstisyel Pnömoni (NSİP), Deskuamatif
İnterstisyel Pnömoni (DİP) ve Akut İnterstisyel Pnömoni (AİP) ye ait ayırıcı tanı/
paternler Tablo 8’de özetlenmiştir (1,3).
Tablo 8. İdiyopatik interstisyel pnömonilerin ayırıcı tanısı
Histopatolojik
bulgu
UIP
NSİP
AİP
DİP
Değişiklerin
dağılımı
Parçalı, nonuniform, sıklıkla
supplevral
Difüz, Uniform
Difüz, Uniform
Difüz, Uniform
Lezyonların yaşı
Değişken, farklı
Uniform
Uniform
Uniform
Alv. Septal inflamasyon
Seyrek, fokal
Sellüler tipe
belirgin/ fibrotik
tipte +/-
Nadir
Nadir
Kollagen ağırlıklı
fibrozis
Karakteristik,
parçalı
Yok
Değişken, varsa
difüz
Fibroblastik proliferasyon
Büyük çoğunlukla
+, varlığı tanısal
Nadiren var
Difüz, interstisyel
Yok
İntra alveoler
makrofaj birikimi
Nadir, fokal
Nadir, fokal
Yok
Çok nadiren
görülür
Mikroskobik ‘Bal
peteği’
Karakteristik
bulgu
Fibrotik tipte
nadiren
Yok
Çok nadiren
görülür
Hyalen membran
Yok
Yok
Fokal
Yok
Fibrotik tipte difüz
52
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
Tablo 9. Diffüz parankimal akciğer hastalıklarının klinik süreçlerine göre sınıflama
Akut
Subakut
Kronik
Enfeksiyon
Hipersensitivite pnömonisi
Romatolojik hast. İlişkili
Difüz alveol hasarı
Sigara ilişkili Akc Hast.
İlaç ilişkili
Akut eozinofilik pnö.
Sarkoidozis/berilyozis
Pnömokonyoz
İlaç ilişkili akut hasar
Romatoloji ilişkli akc.
Sigara ilişkili Akciğer Hast.
Toksik gaz, küf ilişkili akut
hasar
İlaç ilişkili Akc. Hast.
Sarkoidozis/berilyozis
Bazı enfeksiyonlar
Alveoler proteinozis
Alveoler proteinozis
Küçük hava yolu hast.
Kronik eozinofilik pnömoni
Amiloidozis
Kriptojenik organize pnömoni
Olağan intersisyel pnömoni
Nonspesifik interstisyel
pnömoni
Nonspesifik interstisyel
pnömoni
Romatolojik hast. ilişkili akut h.
Vaskülit
Difüz alveoler hemoraji
Kr hastalığın akut atağı
Akut interstisyel pnömoni
Lenfositik int. pnömöni
V. HASTALIKLARA AİT KLİNİK SÜREÇLERİN YORUMLANMASI =
KLİNİK PATERN
Akut-Subakut-Kronik olmak üzere 3 klinik evre tanımlanabilir (1,3). Klinik evrelerin kabaca ayrımını yapabilmek için nefes problemleri (çoğunlukla nefes darlığı) ve öksürük şikayetleri olabilir. Bu bulgular eğer birkaç saat ile birkaç gün
içerisinde gelişmiş ise akut, birkaç hafta 1-2 aydır var ise subakut ve 2-3 aydan
fazla-yıllardır ise kronik fazdan bahsedebiliriz (16). Örneğin eğer hasta akut bir
klinik tabloya sahipse immünolojik durumunu bilmek, olası enfeksiyon etkeni
için yapılmış/yapılan klinik-mikrobiyolojik araştırmalardan haberdar olmak faydalı olacaktır. Tablo 9’da akut-subakut ve kronik klinik gidişli antitelerin listesi
verilmektedir (3).
KAYNAKLAR
1. Leslie K, Colby T, Lynch DA. Anatomic distribution and histopathologic patterns of
interstitial lung disease. In: Schwartz MI, King TE, eds. Interstitial lung disease. 5th ed.
People’s Medical publishing House_USA Shelton, Connecticut, 2011.p.35-60.
2. Katzenstein AL, Aksin FB. Katsenstein and Askin’s surgical pathology of nonneoplastic
lung disease.3rd ed. Philedelphia: WB Elsevier Saunder; 2006.p.17-305.
3. Leslie KO. My approach to interstitial lung disease using clinical, radiological and
histopathological patterns. J Clin Pathol 2009; 62: 387-401.
4. Travis WD, Colby TV, Koss MN, et al. Idiopathic interstitial pnomonia and other diffuse
parenchymal lung diseases. In: Non-neoplastic disorders of the lower respiratory tract. 1.
ed. Washington DC: AFIP; 2002.p.49-232.
5. Leslie KO, Wirck MR. Practical Pulmonary Pathology. First ed Philadelphia: ChurchillLivingstone 2005.p.71-181.
6. Corrin B, Nicholson AG. Pathology of Lungs. 2. ed Philadelphia: Churchill- Livingstone
2006; 149-307.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA HİSTOPATOLOJİK
PATERNLER
53
7. Panditt-Bhalla M, Diethelm L, Ovella T, et al. Idiopathic Interstitial Pneumonias: An
update. J Thoracic Imaging 2003; 18: 1-12.
8. Travis WD, King TE (Co-Chairs) and ATS/ERS Panel. ATS/ERS International
Multidisciplinary Consensus Classification of Idiopathic Interstitial Pneumonias. Am J
Respir Crit Care Med 2002; 165: 277-304.
9. Flaherty KR, Talmadge EK, Raghu G, et al. Idiopatic Interstitial Pneumonia. What is the
Effect of a Multidisciplinary Approach to diagnosis? Am J Respir Crit Care Med 2004;
170: 904-10.
10.Katzenstein A, Myers JL, Mazur M. Acute interstitial pneumonia: A clinicopathologic,
ultrastructural and cell kinetic study. Am J Surg Pathol 1986; 10: 256-67.
11. Travis WD, Matsui K, Moss J, Ferrans VJ. Idiopathic nonspecific interstitial pneumonia:
Prognostic significance of cellular and fibrosing patterns - Survival comparison with usual
interstitial pneumonia and desquamative interstitial pneumonia. Am J Surg Pathol 2000;
24: 19-33.
12.Katzenstein A, Myers JL. Nonspesific Interstitial Pneumonia and the other Idiopatic
Interstitial Pneumonias: Classification and diagnostic criteria. Am J Surg Pathol 2000;
24: 1-3.
13.Dizbay Sak S. İdiyopatik İnterstisyel Pnömonilerde Histopatolojik Bulgular.Turkiye
Klinikleri J Int Med Sci 2005; 1: 11-7.
14. Nicholson AG. Non-neoplastic lung disease. Histopathology. 2002; 41: 424-58.
15.Cheung OY, Muhm JR, Helmers RA, et al. Surgical pathology of granulomatous
interstitial pneumonia. Ann Diagn Pathol 2003; 7: 127-38.
16. Bjoraker JA, Ryu JH, Edwin MK, et al. Prognostic Significance of Histopathologic subsets
in idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 1998; 157: 199-203.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
Doç. Dr. Güngör ÇAMSARI
Diffüz parankimal akciğer hastalıkları, bilinen veya bilinmeyen çeşitli nedenlere
bağlı olarak akciğer dokusunun diffüz olarak gelişen inflamasyon ve fibrozisle
yaygın hasarı sonucu, akciğer fonksiyon kaybına götüren benzer klinik, radyolojik ve fizyolojik bulgular gösteren çok geniş bir hastalık topluluğudur. İnterstisyel
akciğer hastalıklarında interstisyumda oluşan patolojilere ek olarak havayolları ve
damarsal yapı da çoğu kez kalıcı olarak etkilenmektedir.
İnterstisyel akciğer hastalıklarının en sık rastlanan iki formu sarkoidozis ve idiopatik pulmoner fibrozis (İPF) olmakla birlikte klinik tablo, radyolojik bulgular ve
histopatolojik araştırmalar temelinde 150’den fazla hastalık bu gruba girmektedir.
Ancak hastalıkların pek çoğunun insidans ve prevelansının düşük olması, ilaç tedavilerinin değerlendirilmesi için gereken güçlü, ses getiren çalışmaların yapılmasını
zorlaştırmaktadır. Ayrıca çoğu olguda tanı koyma güçlüğü ve belirli tanı kriterleri
taşımayan olguların varlığı tedavide yaşanan problemlerin önde gelen nedenlerinden biridir. İnterstisyel akciğer hastalıkları için etkili tedavi rejimlerini değerlendirmek ve uygun tedavilerin kategorize edilmesi, heterojen hastalıkları kapsayan
değişik formların, kesin hassas bir sınıflandırması olmadığı için güç olmaktadır. İlaç
tedavilerine yanıtda histopatolojik sınıflama önemli olup, eozinofilik pnömoniler,
bronşiyolitis obliterans organize pnömoni (BOOP), deskuamatif interstisyel pnömoni (DİP), lenfositik interstisyel pnömoni (LİP), nonspesifik interstisyel pnömoni
(NSİP), granülomatöz interstisyel pnömoniler, Pulmoner kapillerit ve vaskülitlerde
yanıt iyi iken, patolojide usual interstisyel pnömoni (UİP), Fibrotik NSİP ve Lenfanjioleiomyomatozis saptanmışsa yanıt kötü olmaktadır. Diffüz alveol hasarı, diffüz
alveoler hemorajiler ve bazı granülomatöz interstisyel hastalıklarda ise yanıt değişken olup tedaviye bazen iyi cevap vermektedirler (Tablo 1) (1).
Diffüz parankimal akciğer hastalıklarının tedavi prensipleri: Genel Önlemler, İlaç tedavisi ve akciğer transplantasyonu olarak üç kategoride değerlendirilebilir.
54
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
55
Tablo 1. Diffüz parankimal akciğer hastalığında histopatoloji ve tedavi yanıtı ilişkisi (1)
TEDAVİYE İYİ YANIT
BAZEN YANIT
TEDAVİYE YANITSIZ
- Kr. Eozinofilik pnömoni
- Diffüz alveol hasarı
- Usual İnterstisyel pnömoni
- Akut Eozinofilik pnömoni
ARDS
İPF
İdiyopatik / ilaca bağlı AEP
Bağ dokusu hastalığı
Bağ dokusu hastalığı
-NSİP
Sitotoksik ilaçlar
Asbestozis
İdiyopatik / Bağ dokusu hast.
Akut İnterstisyel pnömoni
Kr.hipersensitivite pnömonisi
İlaca bağlı olanlar
İdiyopatik pnömoni send. (Kİ
transp)
Kronik eozinofilik pnömoni
Toksik gaz inhalasyonu
idiopatik//Bağ dokusu hast.
Hipersensitivite pnömonisi
-BOOP
İdiyopatik (KOP)
Bağ dokusu hastalığı
Radyasyona bağlı
İlaca bağlı
Graft-versus host hastalığı
İnfeksiyon
- Lenfositik interstisyel pn.
İdiyopatik
Primer sjögren sendromu
Bağ dokusu hastalıkları
Diğer otoimmün hastalıklar
Hipogamaglobülinemi
Edinsel immün hastalıklar
- Deskuamatif interstisyel pn.
- Pulmoner kapillarit
Wegener granülomatozisi
Mikroskopik polianjitis
Bağ dokusu hastalıkları
Goodpasture sendromu
Diğer küçük damar vaskülitleri
İzole pulmoner kapillarit
- Granülomatöz interstisyel pn.
Sarkoidoz
Hipersensitivite pnömonisi
İlaca bağlı
Mikobakteri, mantar
infeksiyonları
Berilyozis
- Alveoler Proteinozis (idiopatik)
- Vaskülitler (Wegener, ChurgStrauss h.)
- Diffüz alveoler hemoraji
Goodpasture sendromu
İdiyopatik pulmoner hemosiderozis
Sistemik lupus eritematozus
Veno-oklusive hastalık
Mikroskopik polianjitis
- Granülomatöz interstisyel H.
Eozinofilik granüloma
Berilyozis
- Fibrotik NSİP
Hipersensitivite pnömonisi
İlaca bağlı
Progressif Diffüz alveol hasarı
Progressif organize pnömoni
Progressif LİP, DİP
- Düz kas depolanması
Lenfanjioleiomyomatozis
56
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
GENEL ÖNLEMLER
- Eğitim: İnterstisyel akciğer hastalığı tanısı konulan her hasta tanı, tedavi seçenekleri ve prognoz konusunda bilgilendirilmeli ve hasta bilgilendirme formları
verilmelidir.
İlerleyici fibrozis ve solunum yetmezliğine götüren,etkin bir tedavinin bulunmadığı İPF ve diğer interstisyel hastalıklarda öncelikle hastalar iyi düzenlenmiş klinik
çalışmalara yönlendirilmelidir. Genellikle hastalık şiddeti hafif ve orta düzeyde
olanlar klinik çalışmalar için en uygun adaylardır. İlerlemiş hastalıkta ise, yaş
genç ve komorbidite yoksa, en uygun tedavi olan akciğer transplantasyonu için
hastalar yönlendirilmelidir.
- Multidisipliner yaklaşım: Hastanın, tanı ve tedavi sürecinde interstisyel akciğer hastalığı üzerine yoğunlaşmış bir merkezde göğüs hastalıkları, radyoloji
ve patoloji uzmanlarından oluşan multidisipliner bir ekip tarafından izlenmesi
gereklidir (2).
- Etyolojik nedenden uzaklaştırma: İnterstisyel akciğer hastalıklarının tedavisinde ilk önce etyolojik nedenin elimine edilmesine odaklanmalıdır. Bu durum
özellikle ilaç kullanımına bağlı gelişen interstisyel hastalıkta, çevresel ve mesleki interstisyel hastalıklarda (hipersensitivite pnömonisi, pnömokonyozlarda)
önem taşımaktadır. Hipersensitivite pnömonisinde (HP) maruz kalınan antijenden uzaklaştırma hastalığın tedavisi için yeterli olabilir. Herhangi bir nedenle ilaç
kullanımı söz konusu ise, daha önce interstisyel hastalık yaptığı saptanmamış
olsa bile ilaca bağlı interstisyel akciğer hastalığı düşünülerek, ilaçların kesilmesi
yada değiştirilmesi ile interstisyel hastalık düzelebilir. Etyoloji saptanamıyor veya
temas kesilmesine rağmen hastalık ilerliyorsa farmakolojik tedaviye başvurulur.
- Sigaranın bıraktırılması: Langerhans hücreli histiositozis (LHH), deskuamatif interstisyel pnömoni (DİP) ve respiratuar bronşiyolite bağlı interstisyel akciğer
hastalığında (RB-İAH) ve İdiyopatik pulmoner fibrozis (İPF) gibi interstisyel hastalıkların etyolojisinde sigara önemli rol oynar. Ayrıca sigara içmeye devam eden İPF
li hastalarda akciğer kanseri, içmeyen hastalara göre 10 kat artmaktadır. Sigara
bırakma kliniklerinde bu hastalara öncelik verilmeli ve sigaranın mutlaka bıraktırılması sağlanmalıdır. Langerhans hücreli histiositozis (LHH), deskuamatif interstisyel pnömoni (DİP) ve respiratuar bronşiyolite bağlı interstisyel akciğer hastalığında
(RB-İAH) sigaranın kesilmesi hastalığın tedavisi için yeterli olabilir.
- Gözlem: Bazı hastalarda ilaç tedavisi verilmeksizin bir süre gözlenmesi hastalığın
doğal seyrini kavramada yararlı olmaktadır. Bu durum özellikle pulmoner sarkoidoziste sözkonusu olabilir. Sarkoidoziste, spontan remisyon oranları yüksek olduğundan evre I, II, III’te asemptomatik olgularda farmakolojik tedavi öncesi olgular
bir süre izlenmeli, hastalığa ait klinik ve radyolojik bulgularda ilerleme ve solunum
fonksiyon testlerinde bozulma olursa farmakolojik tedavi düşünülmelidir.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
57
- Destek tedavi: Özellikle İPF’de ve diğer solunum yetmezliği ile seyreden
progressif fibrozisli hastalarda, tedavinin en önemli kısmı olup, her hastada öncelikle uygulanmalıdır.
Özellikle hastalarda giderek artan dispnenin kontrolüne yönelik ilaç tedavisi ve gerektiğinde Oksijen tedavisi (başlangıçta egzersiz esnasında, daha sonraları ise sürekli) ile hem hastanın normal aktivitelerini sürdürmesi sağlanır, hem de hipoksemik
hastalarda gelişecek olan sekonder pulmoner hipertansiyon geciktirilir. İPF’de son
dönem hastalıkta aşırı öksürük ve dispne nedeniyle oral opiatlar kullanılabilir.
Tablo 2. Diffüz parankimal akciğer hastalıklarında kullanılan ve diğer alternatif
Etkisi olmayan ilaçlar kesilmelidir.
tedaviler
Anti-inflamatuar tedavi
-Kortikosteroidler
- Sitotoksik ve immunsupressan ilaçlar
Azathioprin
Siklofosfamid
Siklosporin
Mikofenolat mofetil
Antifibrotik tedavi
-Kolşisin
-D-penisilamin
–İnterferon-y-1b
-Pirfenidon
Antioksidan tedavi
- N-asetil sistein (NAC)
Antikoagülan ve fibrinolitik tedavi
- İnhale heparin
- İnhale plazminojen aktivatörü
-Warfarin
Antifibrojenik tedavi
- Bosentan, macicentan,ambrisentan (endotelin reseptör antagonistii)
- Etanercept, İnfliximab (TNF-α antagonisti)
- İmatinib, BIBF 1120 (tirozin kinaz inhibitör)
- Rapamycin (Sirolimus) (makrolid)
Antiangiogenik tedavi
- Bosentan, macicentan, ambrisentan (endotelin reseptör antagonisti)
- Vasküler b-FGF inhibitörleri
- Endotelial growth faktör inhibitörleri
- Basic-fibroblast growth faktör
Grip ve diğer solunum sistemi enfeksiyonlarına karşı kötü tolerans göstereceklerinden, tüm hastalara İnfluenza ve pnömokok aşıları önerilmelidir.
Gastroözofageal reflü (GER), interstisyel hastalık olsun olmasın, sistemik
skleroziste sık rastlanan bir bulgudur.
Bunun dışında İPF gelişiminde ve
progresyonunda da GER ve mikroaspirasyon önemli bir risk faktörü olarak kabul edildiğinden mutlaka tedavi
edilmelidir.
Pulmoner rehabilitasyon interstisyel
akciğer hastalığı olanlarda da yararlı
olup, yapılan çalışmalarda dispnede
anlamlı azalma ve 6 dakika yürüme
testinde düzelme gözlenmiştir (2).
İLAÇ TEDAVİSİ
İnterstisyel akciğer hastalıklarında kullanılan ve etkisi araştırılan ilaçlar tabloda gösterilmiştir (Tablo 2). Halen de,
özellikle İPF’de patogenez temelinde
çok sayıda ilaç çalışmaları devam etmektedir (www.clinicaltrials.gov).
- Anti-inflamatuar tedavi: en yaygın olarak uygulanan tedavidir. Kortikosteroidler tek başına veya diğer sitotoksik ve immünsupresan ilaçlarla
birlikte en sık kullanılan ilaçlardır.
58
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
Kortikosteroidler: 1948’de kortizonun klinik kullanıma girişinden kısa bir süre
sonra diffüz interstisyel akciğer hastalıklarının tedavisinde önemli bir yer aldı.
Bu hastalık grubunda kortikosteroid tedavisi ile ilgili ilk bildiriler 1957 yılında
Hamman-Rich sendromunda yayınlandı. Daha sonra da 1970'lerin başına kadar
kortikosteroidlerin interstisyel akciğer hastalıklarında, özellikle de idiyopatik pulmoner fibroziste etkilerini araştıran büyük seriler yayınlandı. Bu yayınlarda İPF
tanılı hastalarda kortikosteroidlere yanıt oranı %12 saptanmakla birlikte, yanıt
verdiği düşünülen hasta grubu, o yıllarda henüz net olarak sınıflandırılmamış olan
diğer idiyopatik interstisyel pnömoni türlerini de içermekteydi.
Kortikosteroidler günümüzde hala en yaygın kullanılan ilaçlardır ve eozinofilik
pnömoniler, hipersensitivite pnömonileri, ilaçların neden olduğu interstisyel akciğer hastalığı, sellüler NSİP, DİP ve KOP gibi hastalıklarda tek başına tedavi
edici olmaktadır (Tablo 3). Bu hastalıklarda 0.5-1 mg/kg/gün prednison oral
yollarla verildiğinde genellikle dramatik ve çabuk bir cevap gözlenir. Daha sonra
cevap değerlendirilerek doz azaltılır ve hastalığı kontol altında tutan minimal doza
inilerek tedavi sürdürülür. Sarkoidozis tedavisinde, göz, kalp, santral sinir sistemi,
renal tutulum veya hiperkalsemi gibi sistemik tutulum söz konusu ise ve Evre II
ve III olup, semptomatik, yaygın radyografik opasitelerle birlikte, SFT bozukluğu
olan olgularda kortikosteroidler kullanılır. Sarkoidoziste, kortikosteroidler semptomları ve radyolojiyi düzeltirler, ancak hastalığın doğal seyrini değiştirdiğine dair
veri olmadığı gibi, doz konusunda fikir birliği de yoktur.Yalnızca akciğer tutulumu olan olgularda 20-40 mg/gün prednison (veya eşdeğeri) 4-6 hafta süreyle
verildikten sonra doz azaltılıp, 10 mg/gün e kadar düşürülerek 6-24 ay süre ile
tedavi sürdürülür. İnhaler steroidler, yalnızca Evre I veya II hastalık hafif pulmoner semptomlar olan olgularda, hava yolu hiperreaktivitesi olsun olmasın, inatçı
öksürükte kullanılır. İnhaler steroidler semptom skorlarını düzeltmekle birlikte,
akciğer fonksiyonlarında değişiklik gösterilememiştir (3). İntravenöz yüksek doz
steroid (500-3000 mg/gün metil prednisolon) sıklıkla siklofosfamid veya diğer
immünsupressif ilaçlarla kombine olarak özellikle alveoler hemoraji ve hızlı ilerleyen glomerülonefritle seyreden ağır vaskülitlerde kullanılır (4).
İPF tedavisinde, kortikosteroidlerle tedavi edilen hastalarda sürvi yönünden yarar
gösterilememiş ve yan etki fazla olduğu için tek başına steroid tedavisi önerilmemektedir. Yalnızca pulse veya yüksek doz steroidler (1-2 gr/gün metil prednisolon), tek başına veya siklofosfamid gibi diğer sitotoksik ilaçlarla kombine olarak
İPF'deki akut eksaserbasyonlarda kullanılabilir (5). Ancak İPF akut eksaserbasyonunda, pek çok vaka serilerinde. tedaviye rağmen mortalite yüksek oranlarda
bildirilmektedir.
Kombinasyon tedavisi
Kort'ikosteroidler, akciğerlere nötrofil ve lenfosit göçünü baskılayıp, immünkompleks düzeylerini azaltarak ve alveoler makrofaj fonksiyonunu değiştirerek
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
59
Tablo 3. Değişik diffüz parankimal akciğer hastalıklarında uygulanan tedaviler (4)
İnterstisyel Hastalık
Güncel Tedavi
Alternatif Tedavi
İPF
Destek tedavi
N-Asetilsistein
Antireflü önlemler/ilaçlar
Antikoagülasyon
Kortikosteroidler+AZA+NAC
Vazodilatatörler (PH için)
Akciğer transplantasyonu
Anti-reflü tedavi
Deneysel klinik çalışmalar
Sarkoidozis
Yalnızca gözlem(hafif/stabil
hastalıkta)
Thalidomide
Kortikosteroidlerİnfliximab
MethotreksatPentoksifillin
AzathioprinTransplantasyon
NSIP
Kortikosteroidler
AzathioprinTransplantasyon
Diğer İmmün Supressifler
KOP
Kortikosteroidler
Diğer İmmün Supressifler
Makrolidler
DIP
Sigaranın kesilmesi
Diğer İmmün Supressifler
KortikosteroidlerTransplantasyon
AİP/DAH
Kortikosteroidler
Diğer İmmün Supressifler
Siklofosfamid
LİP
Kortikosteroidler
Diğer İmmün Supressifler
RB-ILD
Sigaranın kesilmesi
Kortikosteroidler
HP
Maruziyetin kesilmesi
Diğer İmmün Supressifler
KortikosteroidlerTransplantasyon
Eozinofilik pnömoni
Kortikosteroidler
Skleroderma
Kortikosteroidler
Kemik iliği transpl.
Siklofosfamid
Kök hücre tedavisi
Mikofenolat
Pulmoner vazodilatatör (PH varsa)
Wegener GR.
Kortikosteroidler
SiklofosfamidMikofenolat
Azathioprin
Metotreksat
LCH
Sigaranın kesilmesi
KortikosteroidlerTransplantasyon
Diğer İmmün Supressifler
LAM
Sirolimus (deneysel)
Transplantasyon
Alveoler proteinozis
Akciğer lavajı
GM-CSF
etkide bulunmaktadırlar. IPF tedavisinde yaklaşık 50 yıldır kullanılmasına rağmen, kortikosteroidlere yanıt çok iyi anlaşılamamıştır. 2000 yılında yayınlanan,
ATS/ERS Uluslararası uzlaşı raporunda İPF'de Kortikosteroidlerin immünmodülatuar ajanlarla (azotioprin veya siklofosfamidle) kombine kullanımı önerilmekte-
60
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
dir (6). 2008 yılında yayınlanan BTS rehberinde ve daha sonra 2011’de yayınlanan ATS/ERS kanıta dayalı İPF tanı ve tedavi rehberinde hastaların çoğunda
uygulanan destek tedaviye karşın, aktif tedaviyi tercih eden olgularda, hastaların
yüksek kaliteli bir ilaç çalışmasına dahil edilmesi konusunda teşvik edilmesi gerektiği vurgulanmakta, bu sağlanamıyorsa özellikle erken evredeki hastalarda,
kortikosteroid+azatioprin+N-asetil sistein kombinasyonu (zayıf tavsiye) önerilebileceği bildirilmektedir (2,7).
Kortikosteroidler, sitotoksik veya immünsupressif ilaçlarla (siklofosfamid, azatioprin, metotreksat, siklosporin, mikofenolat mofetil, leflunomid) kombinasyon
halinde, ağır vaskülitler veya alveoler hemorajiler gibi başlangıçta ağır hastalığı
olanlarda veya İPF ve kollagen doku hastalıklarına sekonder olarak gelişen interstisyel akciğer hastalığı gibi glukokortikoidlere cevabın yetersiz olduğu durumlarda tercih edilir. Bunun dışında glukokortikoidlere tolerans varsa veya hastalıkta relapların geliştiği durumlarda da kombinasyon tedavisi uygulanabilir.
Azotioprin: DNA ve RNA sentezini inhibe eden bir pürin analoğudur. Sitotoksik etkilerine ilaveten, naturel killer (NK) hücre aktivitesini, antikor yapımını ve
antikora bağlı hücresel sitotoksisiteyi ve otoantikor yapımını baskıladığı gösterilmiştir (8). IPF’de tavsiye edilen dozu 2-3 mg/kg/gün olup, maksimum doz oral
150 mg/gündür. Tedaviye 25-50 mg/gün ile başlanır. 7-14 günde bir 25 mg
artırılarak uygun doza çıkılır. Siklofosfamide nazaran daha iyi tolere edilmekte
ise de hematolojik (anemi, lökopeni, trombositopeni, pansitopeni gibi) ve gastrointestinal yan etkileri (bulantı, kusma, diyare, peptik ülser gibi) görülebilmektedir. Sistemik skleroz, polimiyozit ve romatoid artrite bağlı interstisyel akciğer
hastalığında da tedavi rejimlerine eklendiğinde akciğer fonksiyonlarını stabilize
ettiği gösterilmiştir. İdiyopatik NSİP ve kollagen doku hastalığına bağlı NSİP’de
de etkili bulunmuştur (4).
Siklofosfamid: Alkilleyici ajan olup, lenfositleri ve lenfosit fonksiyonlarını baskılar. Şiddetli vaskülit veya diffüz alveoler hemorajiye neden olan hastalıklarda
birinci basamak ajan olarak kullanılır. İPF’de sürviye katkısı gösterilememiştir.
Kortikosteroidlere cevap vermeyen vakalar siklofosfamide de cevap vermezler
(9). Sarkoidoziste, siklofosfamidin refrakter kardiyak hastalık veya nörosarkoidoziste de yararlı olduğu bildirilmiştir. Kollagen doku hastalığına bağlı interstisyel
akciğer hastalığında (özellikle polimiyozit/dermatomiyozit, skleroderma ve SLE
de) SFT’de ve semptom skorlarında olumlu etkiler gözlenmişse de ciddi yan
etkiler görülebilmektedir. En önemli yan etkileri, hematolojik (lökopeni anemi,
trombositopeni) ve gastrointestinal (bulantı, kusma) yan etkiler dışında, hemorajik sistit, kemik iliği supresyonu ve oportünistik enfeksiyonlardır.
Mikofenolat mofetil: T ve B hücre proliferasyonunu inhibe eder. Aktive T
lenfositlerin apopitozisine yol açar ve Lökositlerin inflamasyon yerine göçünü
önler. İPF ve sarkoidoziste etkinliği ile ilgili veri bulunmamaktadır ancak kollagen
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
61
doku hastalığına bağlı interstisyel akciğer hastalığında (sjögren, skleroderma ve
polimiyozitte) semptomlar, radyoloji ve solunum fonksiyonları üzerinde olumlu
etkileri saptanmıştır (10).
Siklosporin: T hücrelerinde calcineurini bloke ederek, matürasyon ve proliferasyonu için gerekli sitokinleri baskılar. Kontrolsüz çalışmalarda, steroid dozunu
azaltıp, semptomlar ve SFT’de düzelme bildirilmiş ise de ilerlemiş İPF’li olgularda
sürvi yararı gösterilememiştir (11). İnfeksiyon, ciddi hipertansiyon, renal yetersizlik gibi yan etkileri sıktır. Konnektif doku hastalığına bağlı interstisyel hastalıkda (Romatoid Artrit, polimiyozit/dermatomiyozitde) yararlı olabilir.
Methotreksat: DNA sentezi ve rejenerasyonunu bozar. Kendisi de pulmoner toksisite (%7) oluşturduğu için IPF’de kullanılmaz. Progressif sarkoidozisli
hastalarda etkin bir steroid azaltıcı ajan olduğu gösterilmiştir (12). Romatoid
Artrit ve polimiyozit/dermatomiyozite bağlı interstisyel hastalıkta da etkinliği
saptanmıştır.
Son yıllarda fibroproliferasyonun biyolojik mekanizmaları hedeflenerek bazı yeni
tedavi yaklaşımları giderek artan bir şekilde araştırılmaktadır. Bazı yeni immünmodülatuar veya antifibrotik ajanlar tek başına veya kombine olarak interstisyel
akciğer hastalıklarında, özellikle de İPF’li hastalarda araştırılmaktadır.
Antioksidan Tedavi: Pulmoner fibroziste, oksidanların oluşturduğu hasar, parankimal hasara yol açan mekanizmalardan biri olduğundan, oksidan zedelelenmenin inhibisyonunun fibrozis tedavisinde etkili olabileceği düşünülmüştür. Bu
amaçla en sık N-asetil sistein (NAC) kullanılmaktadır.
N-asetil sistein (NAC): Alveol epitelini çevreleyen sıvıdaki redükte glutation
ve bunun sentez ve yıkımındaki enzimler, antioksidan savunma sisteminin en
önemli bileşikleridir. N-asetil sistein (NAC), glutation sentezini stimüle ederek
anti-oksidan etki sağlamaktadır.
İlk araştırmalarda, oral veya aerosol olarak verilen NAC’la tedaviyi takiben İPF
li hastalarda solunum fonksiyonlarında ve YRBT’de düzelme bulguları gözlenmiştir (4). Daha sonra yüksek doz (1800 mg) NAC’ın etkileri immünsuppressif
tedaviye eklenerek araştırıldığında, NAC verilen grupta, plaseboya göre Solunum fonksiyonlarının daha iyi olduğu ve daha az yan etki gözlendi (13). Ancak
sürvi üzerine etkisi bilinmemekte ve gösterilen klinik yararın hastalık üzerine
etkiden mi yoksa immünsupressif tedavi ile ilişkili toksisitenin supresyonu nedeniyle mi olduğu açık değildir. Ancak İPF tedavisinde immünsupressif tedavi
(Kortikosteroid+Azatioprin) verilecek olan hastalarda, mutlaka yüksek doz NAC
ile birlikte verilmesi önerilmektedir (7).
Antifibrotik Tedavi: Antifibrotik ajanlar, in vitro ve hayvan deneylerinde fibroblast proliferasyonunu ve kollajen sentezini azaltmaktadırlar. Ne yazık ki İPF
de, ilk kuşak ajanların çoğu hayal kırıklığı yaratmıştır. D-Penisilamin ve Kolşisin
62
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
bunların en bilinenleri olup, interferonlar ve pirfenidonda son yıllarda bu amaçla
denenmiştir.
D-penisilamin: Yan etkileri fazla olduğundan antifibrotik ajan olarak kullanımı
sınırlıdır.
Kolşisin: Kollagen sekresyonunu ve fibroblast proliferasyonunu inhibe eder.
İPF’de yapılan ilk retrospektif çalışmalarda etkili gibi görünmekle birlikte, sonraki çalışmalarda prednison ile karşılaştırıldığında tedavi yararı yetersiz bulunmuştur (14).
İnterferonlar: Makrofaj fonksiyonlarını düzenleyerek ve fibrogenezi inhibe
ederek etkide bulunmaktadır. İPF’li hastalarda interferon γ 1-b ile yapılan çok
merkezli, randomize, kontrollü bir çalışmada, hastalıksız sürvi yönünden yarar
gözlenememişken, subgrup analizinde, erken safhadaki hastalarda etkili olabileceği düşünülmüştür (15). Ancak erken evrede, daha sonra yapılan çalışmalarda
bu görüş desteklenmemiş olup, bu gün için İPF tedavisinde yararına dair veri
yoktur (16).
Pirfenidon: Antifibrotik, antiinflamatuar bir bileşik olup,antioksidan özellikleri
de vardır.Transforming Growth Faktör-β inhibisyonu yaparak kollagen sentezini
önler. Ekstrasellüler matriksi azaltır ve fibroblast proliferasyonunu önler. İPF tedavisinde hastalık progresyonunu yavaşlatabileceği düşünülmüştür. Çok merkezli, randomize, çift kör, plasebo kontrollü bir çalışmada, akciğer fonksiyonlarını
stabilize ettiği ve akut eksaserbasyon sayısını azaltığı gösterilmiştir (17). Daha
sonra yapılan bazı, büyük, çok merkezli çalışmalarda pirfenidon kullananlarda
vital kapasite kaybında azalma gösterilmiştir (18,19). Bu çalışmaların sonucu
pirfenidonun progresyon riskini %30 kadar azaltabildiğini göstermiştir. Ancak
etkilerinin yalnızca toksisiteyi düzeltme yönünde olup olmadığı konusu net değildir ve uzun süreli etkileri konusunda şüpheler vardır.
DİĞER TEDAVİ ÇALIŞMALARI
Antikoagülan Tedavi: Pulmoner emboli, İPF’li hastalarda sık görülen bir ölüm
nedenidir. Ayrıca İPF ile birlikte sekonder pulmoner hipertansiyonu olan ve vasküler fenotipik patolojilerin saptandığı hastalarda mikrovasküler hasarlar gösterilmiştir (20). IPF’de warfarinin etkisinin araştırıldığı prospektif bir çalışmada,
prednisolonla birlikte warfarin kullanan hastalarda, yalnız prednisolon kullananlara göre sürvi daha iyi ve mortalite oranları daha düşük bulundu (21). Ancak
antikoagülasyonun akut eksaserbasyon insidansını azaltmaması yanı sıra çalışma
dizaynı konusunda problemleri de taşıması etkileri konusunda süphelere yol açmıştır. Venöz tromboembolizmin önlenmesi dışında, İPF’de ayrı bir etkisi olup
olmadığı bilinmemektedir. Tek başına antikoagülan tedavinin etkisinin değerlendirildiği çalışmalara ihtiyaç vardır.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
63
Endotelin Reseptör Antagonistleri
Bosentan: Nonselektif Endotelin-1 reseptör antagonistidir. Endotelin-1 vazokonstrüksiyona neden olan, hayvan deneylerinde profibrotik özelliği gösterilmiş
bir molekül olup, İPF’lilerde serum ve BAL’da yüksek Endotelin-1 düzeyleri,
akciğer dokusunda da gösterilmiştir.
Bosentan pulmoner arteriyel hipertansiyon tedavisinde kullanılmakta olup, hayvan deneylerinde bleomisinin neden olduğu fibrozisi önlediği gösterilmiştir (22).
Bunun üzerine İPF ve diğer sistemik hastalıklardaki interstisyel fibrozis üzerine
etkisi konusunda, çok merkezli çalışmalar yapılmıştır. İPF’de bosentanın antifibrotik etkilerinin değerlendirildiği prospektif, randomize, plasebo kontrollü çalışmalar sonucu hastalık üzerine anlamlı bir etki gözlenmemiştir (23,24).
Macitentan, potent bir doku hedefli endotelin reseptör antagonisti olup, erken
dönem İPF de etkileri araştırılmakltadır.
Ambrisentan, Tip A endotelin reseptör antagonisti olup, İPF’li hastalarda yapılan çok merkezli çalışma etkinliğinin olmaması nedeniyle sonlandırılmıştır (25).
TNF Antagonistleri
Etanercept, infliximab ve adalimumab TNF-α inhibitörleri olup, hepsi de pulmoner fibrogenezis ve granülomatöz inflamasyona aracılık eden önemli bir sitokin
olan TNF-α’yı nötralize ederler. Bu ajanların sarkoidozda etkili kullanımlarına
ilişkin olgu bildirimleri olmasına karşın, etanercept (direkt TNF antagonisti) ile
yapılan iki sarkoidoz çalışmasında etkisiz olduğu saptanmıştır. İnfliximab (TNFα’ya karşı monoklonal antikor) kronik sarkoidozda daha etkili olmakla, birlikte
düzelme sınırlıdır. Ayrıca ciddi hastalık ve nörosarkoidozis gibi sistemik tutulumda da kullanılabilir.
Vaskülitlerde etkisiz olup, konnektif doku hastalığına bağlı İAH’da da SFT ve
YRBT’de stabilitenin sağlandığı küçük olgu serileri vardır. İPFde 2008’de prospektif, çift kör, plasebo kontrollü etanercept çalışmasında etanerceptle hastalık
progresyonunda anlamlı olmayan bir azalma olup, FVC ve DLCO’da değişiklik
gözlenmemiştir (26). Pnömoni ve kanser riski artışı gibi yan etkiler söz konusudur.
Pentoksifillin: Bir metilksantin olup, TNF sentezini inhibe eder. Kronik, tedaviye dirençli sarkoidozla ilgili olarak hastalık aktivitesini durdurabileceği bildirilmişse de günümüzde halen sarkoidoz veya diğer interstisyel hastalıkların tedavisinde
yeri ile ilişkin sağlıklı veri bulunmamaktadır (27).
Tirozin Kinaz İnhibitörleri: Pulmoner fibroziste birçok tirozin kinaz reseptörlerinin aktive olduğu gösterildiğinden, inhibisyonlarının progressif hastalığı
önleyeceği düşünülmüştür.
64
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
İmatinib mesylat: Spesifik bir tirozin kinaz inhibitörüdür. İPF patogenezinde
anahtar rol oynayan büyüme faktörlerinden biri olan Platelet Derive Growth
Factor (PDGF) antagonistidir. Gastrointestinal tümörlerde ve kronik myeloid lösemide kullanılmaktadır. Fibrogenezi önlediği düşünüldüğünden çalışmalar yapılmakla birlikte yeni bir faz III klinik çalışmada FVC azalması üzerine veya sürvi
üzerine yararlı etki gösterilememiştir (28).
BIBF 1120: Platelet kökenli büyüme faktörü reseptörleri (PDGFR) α ve β,
vasküler endoteliyal büyüme faktörü reseptörleri (VEGFR) 1, 2 ve 3 ve fibroblast
büyüme faktörü reseptörleri (FGFR) 1, 2 ve 3 gibi hedefler üzerine etkili potent
bir intrasellüler tirozin kinaz inhibitörüdür. İPF ve bazı kanser tiplerinin tedavisi
için düşünülmüştür. Hayvanlar üzerindeki çalışmalarda bleomisinin neden olduğu
pulmoner fibrozisini önlediği gösterilmiştir. İPF’de Faz II çalışmada, günde 2 kez
150 mg verildiğinde plaseboyla karşılaştırıldığında, akciğer fonksiyon kaybında
azalmanın daha az olduğu, daha az akut atak geliştiği ve yaşam kalitesinin korunduğu gösterildiğinden Faz III çalışması yapılmaktadır (29).
Fosfodiesteraz inhibitörleri:
Sildenafil: Fosfodiesteraz 5 inhibitörü olup, cGMP’yi stabilize ederek vazodilatation yapar. İPF’de, bir çalışmada (olgu serisi) hastaların yarısında 6 Dakika
Yürüme Testinde artış gözlenmiştir (30). Daha sonra ilerlemiş İPF’lilerde yapılan
prospektif, çift kör, randomize plasebo kontrollü çalışmada, 6 dakika yürüme
testinde anlamlı düzelme gözlenmemiş, ancak DLCO ve yaşam kalitesi skorlarında düzelme gözlenmiştir (31).
Makrolidler:
Sirolimus: İmmünsupressif ve antiproliferatif özellikleri olan bir makrolid olup,
solid organ transplantasyonunda immünsuppressif bir ajan olarak kullanılmaktadır. Lenfositik alveolit, LİP, alveoler hemoraji gibi ciddi yan etkileri fazladır (32).
Sirolimus, LAM tedavisinde denenmiş ve bir hastada FEV1 ve FVC’de dramatik
artış ve 6 DYT’de 4 kat artış gözlenmiştir (33). Tuberous sclerosis +/- LAM lı
hastalarda solunum fonksiyonlarında düzelme ve %70 air traping azalması saptanmıştır (34).
Eritromisin, Klaritromisin, Azitromisin gibi anti imflamatuar özelliklere sahip diğer makrolidlerle, inflamatuar interstisyel hastalıkların tedavisi için hiçbir
klinik çalışma bulunmamasına rağmen, bu ajanların DİP ve KOP tedavisinde
etkinliğe sahip olduğu tanımlanmıştır. Bu ajanlarla ayrıca klinik çalışmalar düzenlenmesi gerekmektedir.
İmmünmodülatörler: Pulmoner fibroziste, muhtelif sitokin ve büyüme faktörlerinin rolleri hakkında henüz bilinmesi gereken çok şey olmasına rağmen bu
ajanların önemi tartışılamaz.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
65
TNF-α antagonistleri, İnterlokin-1 reseptör antagonistleri (IL-1ra), anti-CD11
antikorları gibi spesifik fibrojenik sitokinlerin veya büyüme faktörlerinin inhibisyonu fibrotik proçesi geciktirmede yararlı olabilir. Bunların, pulmoner fibrozis
oluşturulan hayvan deneylerinde etkinlikleri gösterilmişse de insanlarda yapılacak randomize-plasebo kontrollü çalışmalar gerekmektedir.
Bir başka yeni tedavi yaklaşımı da akciğerlerde lökositlerin birikimini önleyecek
yöntemlerdir. Lökosit birikiminde önemli rolleri olan adezyon moleküllerine karşı
oluşan antikorların kollagen depolanmasını önlediği hayvan deneylerinde gösterilmiştir. Adezyon moleküllerinin ekspresyonu ya da fonksiyonunun bloke eden
ajanlar klinik yarar sağlayabilirler.
İLAÇ TEDAVİ YANITININ İZLENMESİ
Tedavi yanıtı genellikle 3-6 ay arayla hastanın semptomlarının değerlendirilmesi
gibi subjektif bulgular ile tadyolojik bulgular, SFT, egzersiz toleransı ölçümleri gibi
objektif testlerle değerlendirilir. İPF’de hastalığın stabilizasyonu veya progresyonu için genellikle FVC, DLCO ve 6 dakika yürüme testi gibi objektif testlerin
seri ölçümleriyle izlem uygundur. Kısa süreli çekimlerde, değişiklikleri göstermede pek yararı olmadığından seri YRBT izlemlerinin rolü şüphelidir. Dispne ve
öksürük gibi semptomlarda gerileme veya stabilizasyon, radyolojik bulgularda
progresyon olmaması ve FVC, DLCO ve 6 dakika yürüme testinde iyileşme veya
stabilizasyon tedavide olumlu yanıta işaret eder (35).
Tüm farmakolojik tedavi ajanlarının kullanımında risk-yarar oranı göz önüne
alınmalı ve kullanılan ilaca göre uygun gözlem ve testler belirli peryodlarla tekrarlanmalıdır. Yaygın immünsupresyon yapılan hastalarda tüberküloz veya pnömosistis pnömonisi gelişim riskine karşı profilaksi uygulanmalıdır. İlaçların potansiyel yan etkileri kadar, birbirleriyle etkileşimleri de göz ardı edilmemelidir. Ayrıca
methotreksat, siklofosfamid gibi bazı immünsupressif ilaçların akciğer toksisitesi
yapabilme potansiyelleri dikkate alınmalıdır.
AKCİĞER TRANSPLANTASYONU
İnterstisyel akciğer hastalıklarının, solunum yetmezliğine götüren progressif
formlarında yaşam kalitesi ve sürviyi düzelten tek tedavidir fakat hastaların çoğunda, ileri yaş veya eşlik eden diğer hastalıkların varlığı en büyük engeldir.
İnterstisyel akciğer hastalığında transplantasyon yapılan hastalar için 5 yıllık
sürvi oranı, son iki dekatta biraz artmış olmakla birlikte yaklaşık %50’dir. Ne
yazık ki uygun merkez ve verici olanakları kısıtlı olup, hastalar uygun donör için
uzun süre beklemektedirler (36). Kısıtlı merkez ve verici olanakları ve bekleme
sürecinde gelişen akut ataklar mortalitede artışa yol açarlar. İPF akciğer transplantasyonu için en sık başvuru nedenidir. Sarkoidozis, langerhans hücreli histiositozis, lenfanjioleiomyomatozis, idiyopatik pulmoner hemosiderozis, DİP, talk
granülomatozisi, pulmoner alveoler proteinozis gibi birçok hastalık transplante
akciğerde de nüksedebilmektedir.
66
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
Günümüzde, tek akciğer transplantasyonu tercih edilmektedir. Tek akciğer
transplantasyonu için Uluslararası Kalp ve Akciğer Transplantasyonu Derneği
tarafından üst yaş sınırı, 65 olarak verilmiştir. Cerrahi başarısını etkileyen faktörler.diğer majör organ disfonksiyonu, daha önceki toraks cerrahileri, beslenme durumu, osteoporoz varlığı ve fizyolojik ve sosyal faktörlerdir (36). İPF’de
transplantasyon için hasta referansının, tanı konduğu zaman yapılması gerektiği
düşünülmektedir. Çünkü İPF’li hastalar çoğu kez bekleme listesinde iken kaybedilmektedir. Ancak transplantasyon için, referans yanında, ciddi hastalık durumu
olması (DLCO: <%39, 6 aylık takipte FVC’de >%10 azalma, 6 dakika yürüme
testinde pulse oksimetrede %88’in altına düşme veya YRBT’de bal peteği görünümü gibi faktörlerden herhangi birisinin olması) önem taşımaktadır (37).
KAYNAKLAR
1. Schwartz MI, King TE Jr. Approach to the evaluation of interstitial lung disease. In:
Schwartz MI, King TE, editors.Textbook in interstitial lung diseases 4th ed. London: BC
Decker; 2003.p.1-30.
2. Wells AU, Hirani N and BTS interstitial lung diseases guideline group: İnterstitial lung
disease guideline: the British Thoracic Society in collaboration with the Thoracic Society
of Australia and New Zealand and the Irish Thoracic Society. Thorax 2008: 63: 1-58.
3. Alberts C, Van der Mark TW, Jansen HM. Inhaled budesonide in pulmonary sarciidosis.a
double-blind, placebo-controlled study. Eur Respir J 1995: 8: 682-8.
4. Kim R, Meyer KC. Therapies for interstitial lung disease: past,present and future.
Therapeutic Advances in Respiratory Disease 2008; 2: 319-38.
5. Song JW, Hong SB, Lim CM, et al. Acute exacerbation of idiopathic pulmonary fibrosis:
incidence,risk factors and outcome. Eur Respir J 2011; 37: 356-66.
6. ATS/ERS International Consensus Statement. Idiopathic pulmonary fibrosis: Diagnosis
and Treatment. Am J Respir Crit Care Med 2000; 262: 646-64.
7. Raghu G, Collard HR, Egan J, et al. An Official ATS/ERS/JRS/ALAT Statement:
Idiopatik Pulmonary Fibrosis: Evidence-based Guidelines for diagnosis and Management.
Am J Respir Crit Care Med 2011; 183: 788-824.
8. King TE, Schwarz MI. Approach to diagnosis and management of the idiopathic interstitial
pneumonias in Mason RJ. Broaddus VC, Murray JF, Nadel JA Eds: Murray and Nadel’s
Textbook of Respiratory Medicine Vol 2, 4th ed. Philadelphia: Elsevier Inc 2005: 1571-608.
9. Eiser AR, Shanies HM. Treatment of lupus interstitial lung diseases with intravenous
cyclophosphamide. Arthritis Rheum 1994; 37: 428-31.
10. Swigris JJ, Olson AL, Fisher A, et al. Mycophenolate mofetil is safe, well tolerated and
preserves lung function in patients with connective tissue disease-related interstitial lung
disease. Chest 2006; 130: 30-6.
11. Alton EWFW, Johnson M, Turner-Warwick M. Advanced cryptogenic fibrosing Alveolitis:
preliminary report on treatment with cyclosporine. A Respiratory Medicine 1989; 83:
277-9.
12.Baughman RP, Winget DB, Lower EE. Methotrexate is steroid sparing in acute
Sarkoidosis: results of a double blind, randomized trial. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis
2000; 17: 60-6.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
67
13.Demedts M, Behr J, Buhl R, et al. High dose acetylcysteine in idiopathic pulmonary
Fibrosis. New Engl J Med 2005; 353: 2229-42.
14. Selman M, Carillo G, Salas J, et al. Colchicine, D-penicillamine and prednisone in the
treatment of idiopathic pulmonary fibrosis: a controlled clinical trial. Chest 1998; 114:
507.
15. Raghu G, Brown KK, Bradford WZ, et al. A placebo controlled trial of interferon gamma1b in patients with idiopathic pulmonary fibrosis. New Engl J Med 2004; 350: 125-33.
16.King TE Jr, Albera C, Bradford WZ, et al. Effect of interferon gamma-1b on survival
in patients with idiopathic pulmonary fibrosis (INSPIRE): a multicentre, randomised,
placebo-controlled trial. Lancet 2009; 374: 222-8.
17. Azuma A, Nukiwa T, Tsuboi E, et al. Double-blind, placebo controlled trial of pirfenidone
in patients with idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2005; 171:
1040-7.
18. Taniguchi H, Ebina M, Kondoh Y, et al. Pirfenidone in idiopathic pulmonary fibrosis. Eur
Respir J 2010; 35: 821.
19. Noble PW, Albera C, Bradford WZ, et al. Pirfenidone in patients with idiopathic pulmonary
fibrosis (CAPACİTY). two randomised trials. Lancet 2011; 377: 1760.
20. Gagermeier J, Dauber J, Yousem S, et al. Abnormal vascular phenotypes in patients with
idiopathic pulmonary fibrosis and secondary pulmonary hypertension. Chest 2005; 128:
601.
21. Kubo H, Nakayama K, Yanai M, et al. Anticoagulant therapy for idiopathic pulmonary
fibrosis. Chest 2005; 128: 1475-82.
22.Park SH, Saleh D, Giaid A, Michel RP. Increased endothelin-1 in bleomycin- induced
pulmonary fibrosis and the effect of an endothelin receptor antagonist. Am J Respir Crit
Care Med 1997; 156: 600-8.
23. Raghu G, King TE Jr, Behr J, et al. Quality of life and dyspnoea in patients treated with
bosentan for idiopathic pulmonary fibrosis (BUILD-1). Eur Respir J 2010; 35: 118.
24.King TE Jr, Brown KK, Raghu G, et al. BUILD-3: a randomized, controlled trial of
bosentan in idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2011; 184: 92-9.
25.Molina-Molina M, Vicens V, Estany S. New aspects of idiopathic pulmonary fibrosis.
Clinical Pulmonary Medicine 2010; 17: 170-6.
26. Raghu G, Brown KK, Costabel U, et al. Treatment of idiopathic pulmonary fibrosis with
etanercept: an exploratory, placebo-controlled trial. Am J Respir Crit Care Med 2008;
178: 948-55.
27.Zabel P, Entzian P, Dallhoff K, et al. Pentoxyfilline in treatment of sarcoidosis. Am J
Respir Crit Care Med 1997; 155: 1665-9.
28.Daniels CE, Lasky JA, Limper AH, et al. Imatinib treatment for idiopathic pulmonary
fibrosis: Randomized placebo- controlled trial results. Am J Respir Crit Care Med 2010;
180: 604.
29. Richeldi L, Costabel U, Selman M, et al. Efficacy of a tyrosine kinase inhibitor in idiopathic
pulmonary fibrosis. N Engl J Med 2011; 365: 1079-87.
30.Collard HR, Anstrom KJ, Schwartz MI, et al. Sildenafil improves walk distance in
idiopathic pulmonary fibrosis. Chest 2007: 131: 897-9.
31.Zisman DA, Schwarz M. Idiopathic pulmonary fibrosis clinical research network. A
controlled trial of sildenafil in advanced idiopathic pulmonary fibrosis. N Engl J Med
2010; 363: 620.
68
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA GENEL TEDAVİ
PRENSİPLERİ
32. Buhaesku I, Izzedine H, Covic A. Sirolimus-challenging current perspectives. Ther Drug
Monit 2006; 28: 576-84.
33.Taille C, Debray MP, Crestain B. Sirolimus treatment for pulmonary lymphangioleiomyomatosis. Ann Intern Med 2007; 146: 667-8.
34. Bissler JJ, Mc Cormack FX, Young LR, et al. Sirolimus for angiomyolipoma in tuberous
sclerosis complex or lymphangioleiomyomatosis. N Engl J Med 2008; 358: 140-51.
35.Walter N, Collard HR, King TE. Current perspectives on the treatment of idiopathic
pulmonary fibrosis. Proc Am Thorac Soc 2006; 3: 330-8.
36.Nathan SD. Lung transplantation: disease specific considerations for referral. Chest
2005; 127: 1006-16.
37. Orens JB, Etsene M, Arcasoy S, et al. International Guidelines for the selection of lung
transplant candidates: 2006 update; a consensus report from the pulmonary scientific
council of the international society for heart and lung transplantation J Heart Lung
Transplant 2006; 25: 745-55.
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
HASTALIKLARINDA
PULMONER REHABİLİTASYON
Doç. Dr. Pınar ERGÜN
İnterstisyel akciğer hastalıkları (İAH); idiyopatik pulmoner fibrosiz (İPF), akut ve
kronik interstisyel pnömoniler, kollajen doku hastalıkları ve sarkoidozis gibi büyük
oranda yetersizlik nedeni olan heterojen bir grup hastalıktan oluşur. Akciğer parankiminin interstisyel ve/veya alveoler kompartmanlarında değişik derecelerdeki inflamasyon ve fibrozis; restiktif ventilatuvar hasar, düşük akciğer volümleri ve
gaz değişim bozukluklarına neden olur (1). İAH’de pulmoner rehabilitasyon (PR)
uygulamalarına gerekçe oluşturan semptomlar; dispne, kuru öksürük, egzersiz
intoleransı ve yorgunluktur (2,3). Günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlıklık oluşturan egzersiz dispnesi en önemli yetmezlik nedenidir. Yapılan birçok çalışmada
egzersiz kapasitesi ve günlük yaşam aktivitelerinde azalma ile birlikte dispne algı
ve yetmezlik düzeylerinde artış raporlanmıştır (4). İAH’de PR uygulamalarına gerekçe oluşturan diğer başlıklar KOAH’lı olgularda olduğu gibi egzersiz kapasitesi
ve fonksiyonel kapasitede azalma, yaşam kalitesinde azalma, psikolojik durumda
kötüleşme ve vücut kompozisyonunda bozulmadır (2). PR’nin sayılan tüm bu
başlıklarda KOAH’lı olgularda yüksek kanıt düzeyleri (Kanıt 1A) ile etkin bir tedavi yaklaşımı olduğu gösterilmiştir. Amerikan Collage of Chest Physicians/American Assosiation of Cardiovascular Pulmonary Rehabiliton (ACCP/AACVPR)
rehberinde PR’nin KOAH dışı hastalıklarda da etkin bir tedavi yaklaşımı olduğu
Kanıt 1B düzeyi ile verilmiştir (5). İAH’da PR etkinliği ile ilgili günümüzde artan
orandaki bilgi birikimine karşın bu hastalık grubundaki olgularda PR başarısında
belirleyici olacak özellikler henüz netlik kazanmamıştır.
İAH’de en önemli PR uygulama gerekçelerinden biri olan dispnenin şiddeti; aynı
düzeyde İAH olan bireyler arasında farklı ifade edilmekte, altta yatan hastalığın
progresyonu ile artmaktadır. İnterstisyel akciğer hastalıklarında dispne gelişim
mekanizmalarından en ön planda olanı nöromekanik disosiyasyon iken, azalmış
komplians ve artmış elastik recoil, ventilasyon-perfüzyon dengesizliği, diffüzyon
69
70
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA
PULMONER REHABİLİTASYON
bozukluğu, kardiyovasküler kısıtlanmalar, anksiyete, depresyon, solunum ve iskelet kas zayıflığı da dispne gelişimine katkıda bulunan diğer nedenlerdir (6,7).
Solunum mekaniğinde oluşan değişikliklere bağlı olarak bu hastalarda hızlı ve
yüzeyel solunum ortaya çıkmaktadır.
İAH’da egzersiz kapasitesindeki azalma çoğu zaman birbiriyle ilişkili farklı mekanizmalarla gelişmektedir. Pulmoner kapiller yatağın harabiyeti sonucunda gelişen bozulmuş gaz alış verişi, ventilasyon perfüzyon dengesizliği ve diffüzyon
kapasitesinde azalma ile sonuçlanır. Pulmoner kapiller destrüksiyon ile ilişkili
dolaşımsal kısıtlılık ve pulmoner vazokonstrüksiyon pulmoner hipertansiyona ve
bazı durumlarda kardiyak disfonksiyona neden olur. Egzersize ventilatuar yanıtta
kısıtlılık majör belirleyici olmamakla birlikte birçok olguda egzersiz kapasitesindeki azalmadan sorumludur (2,8-10). Alveoler boşlukların inflamatuvar ve fibrotik materyal ile dolması veya destrüksiyonu, akciğerin katılaşması, kompliansın
azalması ölü boşluk ventilasyonunda artmaya ve gaz değişiminde bozulmaya neden olur. İnspiratuvar kapasite azaldığından, egzersiz sırasında solunum hızı tidal
volüm ile orantısız olarak artar. Ayrıca bu hastalıklarda ekspiratuvar akımlarda
kısıtlanma da oluşabilmektedir (9). İnterstisyel akciğer hastalıklarının ileri evrelerine kadar hipoksemi genellikle orta derecede olmaktadır ancak egzersizde oksijen desaturasyonu hastalığın en önemli özelliklerinden biridir. Bazı interstisyel
akciğer hastalıklarında direk vasküler tutulum, diğerlerinde de alveoler kapiller
destrüksiyonun pulmoner vasküler direnci artırması sonucunda hipoksemi artar.
Hipoksemi, miyokardın iş yükünün ve kardiyak atım gereksiniminin artmasına
neden olur. Egzersiz sırasında oksijen gereksinimi artmış olan kaslara yeterince oksijen sağlanamaz. Pulmoner vasküler direnç ve pulmoner arter basıncında
artma kardiyak fonksiyonlarda bozulmanın yanı sıra sol ventriküler venöz dönüşte azalmaya yol açarak egzersiz sırasında baş dönmesi ve senkopa neden
olabilmektedir. Sonuç olarak İAH’de egzersiz hem ventilatuar ve hem de dolaşımsal patolojiler nedeniyle kısıtlanmaktadır (1,9,10). Ancak ventilatuar ya da
dolaşımsal patolojiler egzersiz kısıtlanmasında her zaman en önemli belirleyiciler
değildir. İAH tanılı birçok olguda altta yatan hastalığın sistemik tutulumu, immünsüpresif ya da kortikosteroid kullanımına ikincil myopati ya da immobilite
ilişkili kondüsyon kaybına ikincil periferik ve/veya solunum kas disfonksiyonu
egzersiz kapasitesindeki azalmadan sorumludur. Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesinin
en düşük olduğu olgular ise egzersiz kapasitesindeki azalmanın en fazla olduğu
olgulardır (10).
Diğer kronik solunum hastalıklarında olduğu gibi interstisyel akciğer hastalıklarında da sıklıkla kilo kaybı, kas kütlesinde kayıp ve kondüsyonsuzluk ortaya çıkmaktadır (2). Birçok olgu egzersizin durdurulmasında majör neden olarak bacak
yorgunluğunu göstermektedir (9). Akciğerlerdeki kalıcı yapısal hasarın tersine
İAH’da periferik kaslarda meydana gelen disfonksiyonun pulmoner rehabilitasyon programlarına katılımla düzeltilebileceği bu konuda yapılan çalışmalar ile
ortaya konmuştur (9-12).
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA
PULMONER REHABİLİTASYON
71
İAH’nin birçok formunda hastalık zaman içerisinde progresyon gösterir. Anksiyete, depresyon ve inatçı öksürük kaynaklı yılgınlık da yaşam kalitesindeki azalmada belirleyici faktörler olarak rol oynar (2).
Yukarıda sayılan gerekçelerle İAH yönetiminde yer alması gereken önemli bir
tedavi yaklaşımı pulmoner rehabilitasyon uygulamalarıdır. pulmoner rehabilitasyon; kronik solunum hastalığı olup semptomatik ve sıklıkla günlük yaşam aktiviteleri azalmış olgularda, kanıta dayalı, multidisipliner, kapsamlı ve kişiye özel
bir tedavi yaklaşımıdır. Temel hedefleri; semptomları azaltmak, fonksiyonel ve
emosyonel durumu kişinin kendi en iyi düzeyine getirerek günlük yaşama katılımı
ve yaşam kalitesini arttırmaktır (2,3). İAH’da pulmoner rehabilitasyonun önemli
bileşenleri olarak egzersiz eğitimi ve hasta eğitim başlıkları Tablo 1’de özetlenmiştir (2). Amerikan Toraks Derneği/Avrupa Solunum derneğinin Pulmoner rehabilitasyon raporunda PR’nin altta yatan hastalık tanısından bağımsız olarak kronik
solunum hastalıklarının yönetiminde yer alması önerilmekle birlikte kullanımına
ilişkin kanıta dayalı etkinlik başlıkları olan dispne algısında azalma, egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesinde artma, ve sağlık kaynaklarının kullanımında azalma
gibi sonuçların ağırlıklı olarak KOAH’lı olgulardan elde edilen verilere dayandığı bilinmektedir (3). İdeal olarak İAH tanılı olgular bireysel ihtiyaçları doğrultusunda yapılandırılan PR programlarına hastalık ileri evreye gelmeden, belirgin
ventilatuvar kısıtlanma ve pulmoner hipertansiyon gelişmeden önce alınmalıdır.
Transplantasyon için yönlendirilmiş olan seçilmiş hastaların transplantasyona
hazırlanmasında ve transplantasyon sonrasında da PR’nin temel bir yaklaşım olduğu bilinmelidir (10). İAH’de uygulanan PR programlarında genel olarak amaç;
kas gücü, endurans, ve mekanik etkinliğini artırarak dispne algısını azaltmak,
kondüsyonsuzluğu gidermek, fonksiyonel kapasiteyi geliştirmek, yaşam kaliteTablo 1. İnterstisyel akciğer hastalıklarında pulmoner rehabilitasyon program
içeriği (2)
Hasta eğitiminde konu başlıkları
- Hastalık seyri ve prognozu
- Semptomların ve egzersiz kısıtlanmasının
fizyolojik temeli
- Medikal tedavi ve potansiyel yararları
- O2 tedavisi
- Pulmoner direnaj teknikleri (özellikle bronşektazili hastalarda)
- Sekonder infeksiyonlara ait belirtiler
- İnfeksiyonlardan korunma yöntemleri: grip
aşısı ve pnömokok aşısı
- Anksiyete ve depresyon ile başa çıkma
yöntemleri
- Mekanik ventilasyonu da içeren diğer tedavi
seçenekleri
Egzersiz eğitimi
- Üst ve alt ekstremite endurans, gerilme ve
gevşeme teknikleri
- Enerji koruma yöntemleri
- Oksijen gereksiniminin belirlenmesi (istirahat
ve egzersiz sırasında)
- Nutrisyonel değerlendirme, kas ve kilo kaybının önlenmesi
72
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA
PULMONER REHABİLİTASYON
sini arttırmak, hastanın hastalığı ile ilgili olarak bilgilendirilmesidir (3,8,10-12).
2008’de Cochrane veri tabanında PR’nin en önemli bileşeni olarak egzersiz eğitiminin İAH’da güvenli bir yaklaşım olduğu, egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesinde artış sağlanırken dispne algısında azalma sağlanabildiği vurgulanmıştır.
Egzersiz eğitiminin bu grup olgularda uzun dönem etkinliği ile ilgili bilgi birikimi
günümüzde yetersizdir. İAH’da egzersiz eğitim etkinliğinin incelendiği çalışmalarda 6 dakika yürüme testi (6 DYT) ile değerlendirilen fonksiyonel kapasitede
anlamlı artış olurken kardiyopulmoner egzersiz testleri (KPET)’nde maksimum
egzersiz kapasitesinde artış sağlanamadığı gösterilmiştir (10). İAH’de 6 DYT’de
ortalama artış 38.61 m iken, KOAH’lı olgularda PR programı sonrası bu artışın
50 m olduğu gösterilmiştir (13). Egzersiz eğitimi ile İAH’de daha düşük etkinlik
düzeyleri elde edilmesindeki temel nedenin çalışmalara dahil edilen hasta gruplarının nadir hastalıklar olmaları nedeniyle az sayıdaki olgu gruplarını içermeleri
ve farklı patofizyolojik özelliklere sahip olmalarından kaynaklanabileceği düşünülmektedir. 6DYT mesafesindeki artışın klinik anlamlı düzeyde olup olmadığı konusunda çalışmalara ihtiyaç olsa da dispne algısı ve yaşam kalitesindeki iyileşmeler
fonksiyonel kapasitedeki klinik anlamlı iyileşmeyi desteler niteliktedir (10). Ferreira ve arkadaşlarının 99 olguyu içeren çalışmalarında egzersiz eğitimi sonrasında
6DYT’de 56 m artış sağlandığı ve bazal egzersiz kapasitesi düşük olgulardaki
artışın daha belirgin olduğu vurgulanmıştır. Bu veriler KOAH’lı olgularda kabul
edilen minimal klinik anlamlı artışın üzerindedir (7). Otuz bir hastadan 26’sının
İAH tanılı olduğu restriktif akciğer hastalıklarında PR etkinliğinin değerlendirildiği
Salhi ve arkadaşlarının çalışmasında PR egzersiz eğitim programlarının bu olgu
gruplarında da güvenle uygulanabileceği gösterilmiştir. KOAH’lı benzer olgularda
olduğu gibi oksijen gereksinimi olan olguların da egzersiz eğitimini herhangi bir
yan etki olmaksızın tamamlayabildikleri gösterilmiştir. Hastalık ciddiyetinin programlara hasta kabulünde dışlanma kriteri olmaması gerektiği çünkü ciddi hastalığı
olanlarda kazanımların çok daha belirgin olduğu vurgulanmıştır. Bu çalışma daha
uzun süreli programlarda kazanımların çok daha belirgin olduğunu göstermesi
açısından da önemlidir (14). İAH’de önemli bir grup olgu İPF’li olgulardır. PR
kapsamında egzersiz eğitimi ile İPF’li olgularda da egzersiz kapasitesinde artma,
yaşam kalitesinde iyileşme gibi etkinlik başlıklarında benzer sonuçlar elde edilmekle birlikte ciddi hastalığı olup egzersizle desature olan olgularda cochrane
veri tabanında incelenen çalışmalardan net sonuçlar elde edilememiştir. Direkt
gözetimli PR programları sonrasında yapılandırılan idame tedavi protokollerinin
bu grup olgulardaki etkinliği de henüz netlik kazanmamıştır (10). ERJ’de 2011’de
İPF’li olgulardaki non-farmakolojik tedavi yaklaşımları ve takibin ele alındığı derlemede egzersiz eğitiminin İPF’li olgularda günlük yaşam aktiviteleri ile ilişkili olarak
submaksimal kapasitesinin değerlendirildiği 6DYT mesafesinde ve dispne algısında istatistiksel anlamlı iyileşme sağladığına atıfta bulunulmuştur. Aynı incelemede
hasta eğitiminde tedavi ve enfeksiyonlardan korunma yöntemleri konularının öncelenmesi, akciğer transplantasyonuna refere edilen olguların seçiminde de Pre
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA
PULMONER REHABİLİTASYON
73
ve post operatif dönemdeki PR programlarının yol gösterici olabileceğinden söz
edilmiştir (15). 2011’de güncellenen İPF durum raporunda da PR’nin bu olgu
gruplarının yönetimindeki önemine dikkat çekilmiştir (1).
İAH’da en etkin egzersiz modalitesinin ne olduğu, ve yoğunluk, süre, sıklık gibi
egzersiz reçetelenmesi ile ilgili başlıklar henüz netlik kazanmamıştır. Çalışmalarda KOAH’lı olgularda önerilen protokollerin dikkate alındığı, egzersiz eğitim sürelerinin 5 hafta-6 ay, haftada 2-5 seans şeklinde yapılandırıldığı görülmektedir.
Uzun süreli programlarda ve daha sık seanslarla uygulandığında kazanımların
daha fazla olduğu görülmüştür (10).
Kapsamlı, multidisipliner, kişiye özel pulmoner rehabilitasyon programları interstisyel akciğer hastalıklarının yönetiminde standart yaklaşım olarak yer almalıdır.
Hastalar pulmoner rehabilitasyon programlarına son dönem akciğer gelişmesi
beklenmeden tanı ve medikal tedavi aşamasında yönlendirilmelidir.
KAYNAKLAR
1. An Official ATS/ERS/JRS/ALAT Statement: Idiopathic Pulmonary Fibrosis: Evidencebased Guidelines for Diagnosis and Management. Am J Respir Crit Care Med 2011;
183: 788-24.
2. Disease-specific approaches in pulmonary rehabilitation In; American Association of
Cardiovascular and Pulmonary Rehabilitation’s (AACVPR’s) Guidelines for Pulmonary
Rehabilitation Programs, 3rd ed 2004; 73-5.
3. Nici L, Donner C, Wouters E, et al. American Thoracic Society / European Respiratory
Society statement on pulmonary rehabilitation. Am J Respir Crit Care Med 2006; 173:
1390-413.
4. Collard HR, Pantilat SZ. Dyspnea in interstitial lung disease. Curr Opin Support Palliat
Care 2008; 2: 1751-4258.
5. Pulmonary Rehabilitation: Joint ACCP/AACVPR Evidence-Based Clinical Practice
Guidelines. Chest 2007; 131: 4-42.
6. Hansen JE, Wasserman K. Pathophysiology of activity limitation in patients with
interstitial lung disease. Chest 1996; 109: 1566-76.
7. Ferreira A, Garvey C, Connors GL, et al. Pulmonary rehabilitation in interstitial lung
disease: Benefits and predictors of response. Chest 2009; 135: 442-7.
8. Spruit MA, Thomeer MJ, Gosselink T, et al. Skeletal muscle weakness in patients with
sarcoidosis and its relationship with exercise intolerance and reduced health status.
Thorax 2005; 60: 32-8.
9. Hansen JE, Wasserman K. Pathophysiology of activity limitation in patients with
interstitial lung disease. Chest 1996; 109: 1566-76.
10. Holland AE, Hill C. Physical training for interstitial lung disease. Cochrane Database of
Systematic Reviews 2008; 4: CD006322.
11. Nishiyama O, Kondoh Y, Kimura T, et al. Effects of pulmonary rehabilitation in patients
with idiopathic pulmonary fibrosis. Respirology 2008; 13: 394-9.
12. Naji NA, Connor MC, Donnelly SC. Effectiveness of pulmonary rehabilitation in restrictive
lung disease. J Cardpulm Rehabil 2006; 26: 237-43.
74
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARINDA
PULMONER REHABİLİTASYON
13. Varadi RG, Goldstein RS. Pulmonary rehabilitation for restrictive pulmonary rehabilitation.
Chest 2010; 137: 247-8.
14. Salhi B, Troosters T, Behaegel M, et al. Effects of Pulmonary Rehabilitation in patients
with Resrictive Lung Disaease. Chest 2010; 137: 273-9.
15. Egan JJ. Follow-up and nonpharmacological management of the idiopathic pulmonary
fibrosis patient. Eur Respir Rev 2011; 20: 114-7.
SARKOİDOZ
Prof. Dr. Özlem ÖZDEMİR KUMBASAR
Sarkoidoz nedeni bilinmeyen, sistemik, granülomatöz bir hastalıktır. En sık akciğerleri etkilerse de pek çok organ tutulabilir. Sarkoidoz 1800’lerin sonlarında
deri lezyonları ile tanımlanmış, daha sonra sistemik bir hastalık olduğu anlaşılmıştır (1).
Epidemiyoloji
Sarkoidoz tüm dünyada görülebilmektedir. Ancak görülme sıklığı ile ilgili veriler
çok değişkendir. Yıllık insidansı 100000’de 0.1-81; prevalansı 100000’de 0.1640 arasında değişen oranlarda bildirilmiştir. Ülkemizde yapılan epidemiyolojik çalışmada sarkoidozun yıllık insidansı 100000’de 4 olarak hesaplanmıştır
(2). Sarkoidoz insidansının en yüksek olduğu toplumlar İskandinav ülkeleri ve
A.B.D.’deki siyahlardır (3).
Yapılan çalışmalarda en sık başlangıç yaşı 20-40 yaşlar arası olarak saptanmıştır,
kadınlarda 50 yaş üzerinde ikinci bir sık görülme dönemi olduğunu bildiren çalışmalar vardır. Amerika Birleşik Devletleri'nde 10 merkezin katılımı ile yürütülen
ve 2 yıl boyunca yeni tanı alan olguların kaydedildiği ACCESS (A Case Control Etiologic Study of Sarcoidosis) çalışmasında olguların 35-45 yaşlar arasında
yoğunlaştığı, katılan hastaların yaklaşık 1/3’ünün ise 50 yaş üzerinde olduğu
bildirilmiştir (4). Ülkemiz verilerinin değerlendirildiği epidemiyolojik çalışmada
erkeklerin yaş ortalaması 38±12; kadınların yaş ortalaması ise 48±13 bulunmuştur. Bazı serilerde genç yaş grubunda kadın erkek oranı eşit olarak bildirilmiş
olsa da, ülkemiz verilerine göre kadın/erkek oranı 2.08’dir. Olguların %75’i
sigara içmeyen bireylerdir (2).
ACCESS çalışmasında akciğer %95, deri (eritema nodosum dışı) %15.9, lenf
nodu 15.2, göz %11.8 oranında tutulmuştur (4). Ülkemiz verilerine göre sarkoidozlu olgularda akciğer dışı tutulum %40.6 oranında saptanmıştır; en sık tutulumlar eritema nodosum, periferik lenfadenopati ve artrittir (5).
Sarkoidozun ortaya çıkış şekli ırk, yaş ve cinsiyet gibi özelliklere göre değişmektedir. Siyahlarda genellikle daha ağır ve kronik tablolar görülmektedir. Belli
75
76
SARKOİDOZ
topluluklarda akciğer dışı sarkoidoz formları daha sıktır; örneğin A.B.D.’deki
siyahlarda kronik üveit, Porto Riko'lularda lupus pernio, Avrupalılarda eritema
nodosum daha sık görülür. Siyahlarda ve Japon'larda sarkoidoza bağlı eritema
nodosum nadirdir. Japon'larda kalp ve göz tutulumu daha sıktır ve Japonya’da
sarkoidozlu hastalarda en sık ölüm nedeni myokardiyal tutulumdur. Diğer toplumlarda ise en önemli mortalite nedeni solunum yetmezliğidir (1,6). ACCESS
çalışmasında kadınlarda eritema nodosum, göz ve nörolojik tutulum erkeklere
göre daha fazla iken, erkeklerde hiperkalsemi daha sık bulunmuştur. Siyahlarda
eritema nodosum dışı deri lezyonu, göz, karaciğer, kemik iliği ve toraks dışı lenfadenopati diğer gruplara göre daha sıktır (4).
Etyoloji
Sarkoidoz gelişimi için hem genetik yatkınlık hem de çevresel tetikleyici etkenin
gerektiği kabul edilmektedir, ancak sorumlu çevresel etken(ler) henüz kanıtlanamamıştır (3).
Sarkoidozda ailesel yatkınlık uzun yıllardır bilinmektedir (6). ACCESS çalışmasında sarkoidozlu olguların birinci derece yakınlarında, kontrol grubunun yakınlarına göre sarkoidoz riskinin 5 kat daha yüksek olduğu gösterilmiştir (7).
Genetik çalışmalarda belirli genlerin gerek sarkoidoza yatkınlığı gerekse sarkoidozun klinik fenotipini etkilediği gösterilmiştir (8).
Sarkoidozla ilgili genetik çalışmalar içinde ‘Human Leucocyte Antigen’ler (HLA)
önemli bir yer tutmaktadır; çünkü sarkoidoz HLA ilişkisini araştıran çalışmalar
30-35 yıl önce başlamıştır. Bu konudaki ilk veri HLA class I antijeni HLA-B8 ile
akut sarkoidoz ilişkisidir. Daha sonraki çalışmalarda HLA class I ve class II antijenler ile sarkoidoz ilişkisi araştırılmıştır (9). HLA genleri sarkoidozun fenotipik
özellikleri ve prognozu ile de ilişkilidir. HLA-DRB1*03 varlığı Löfgren sendromu
ve spontan düzelme ile ilişkili bulunmuştur (10).
Ülkemizde de sarkoidoz HLA ilişkisini araştıran çalışmalar yapılmıştır. 1977 yılında yayımlanan küçük bir çalışmada hastalarda HLA-A9 ve HLA-B5 sıklığı
kontrollere göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (11). Daha yeni bir çalışmada hastalarda HLA-A9, HLA-B5, HLA-B8 anlamlı olarak yüksek; HLA-A24,
HLA-A26 ve HLA-A62 anlamlı olarak düşük bulunmuş; ancak Bonferoni düzeltmesinden sonra istatistiksel anlamlılığın kaybolduğu görülmüştür (12).
Sarkoidoz patogenezinin temel özellikleri göz önüne alınarak sarkoidoz etyolojisinde sorumlu olabilecek aday genler belirlenmiştir ve bunlarla ilgili çalışmalar
yapılmıştır. HLA dışı pek çok aday gen araştırılmıştır (angiotensin dönüştürücü
enzim, CC kemokin reseptör 2, CC kemokin reseptör 5, klara hücresi 10kD
protein, kompleman reseptör 1, kistik fibrozis transmembran regülatör, IL-1β,
IFN-γ, TNF-α, IL-18, toll like reseptör 4, TGF, vitamin D reseptör genleri… gibi).
Araştırılan genlerin bir kısmının sarkoidoz riskini artırdığı görülürken bazılarının
SARKOİDOZ
77
etkisi gösterilememiştir. Bazı mutasyonlar kronik hastalıkla, bazıları progresyonla
ilişkili bulunmuştur. Bazı genlerin hastalıkla ilişkisi ırklara göre değişiklik göstermiştir. İmmünregülatör bir gen olduğu varsayılan butyrophilin-like 2 (BTNL-2) ile
Alman ailelerinde yapılan çalışmada BTNL-2’nin bir varyantı sarkoidozla ilişkili
bulunurken, Amerikalı siyahlarda etkisi olmadığı görülmüştür (9,13).
Sarkoidoz gelişimi için genetik yatkınlığın yanı sıra bir ya da daha fazla dış etkenle karşılaşmanın gerekli olduğu kabul edilmektedir. Hastalığı tetikleyen etkenin
etnik köken, bireysel genetik temeller, coğrafi özellikler gibi faktörlerle değişebileceği de düşünülmektedir. Dış etken olarak pek çok infeksiyon etkeni araştırılmıştır. İnfeksiyon etkenleri içinde en çok çalışılan ve tartışılanlar mikobakteriler
ve Propionibacterium acnes’tir (13).
Japon araştırıcıların çalışmalarında sarkoidli dokularda P. acnes saptanmıştır.
Hayvan deneylerinde de P. acnes’in granülomatöz hastalıklarda granülom oluşumunda önemli bir kemokinin ekspresyonunu artırabildiği ve granülom oluşumunu başlatabildiği gösterilmiştir (14). Ancak daha yeni bir çalışmada P. acnes’in
periferik akciğer dokusu ve mediastinal lenf nodlarında normal olarak bulunduğu, sarkoidli lenf nodlarında saptanan suşların sarkoidoz için özgül olmadığı
bildirilmiştir (15).
Sarkoidoz etyolojisinde en uzun süredir tartışılan infeksiyon ajanı mikobakterilerdir. Sarkoidli dokularda mikobakteriyel DNA ve RNA araştıran çalışmalar
yapılmıştır. Sarkoidozda mikobakterilerin rolünü araştıran 31 çalışmanın değerlendirildiği bir meta-analizde sarkoidozlu hastaların yaklaşık %30’unda lezyonlarda mikobakteriyel nükleik asitler bulunduğu ve sarkoidli olgularda mikobakteri
saptama oranının kontrol grubuna göre anlamlı oranda (OR:9.67) yüksek olduğu görülmüştür. Sarkoidozla mikobakteriler (hem tüberküloz hem de tüberküloz
dışı mikobakteriler) arasında bir ilişki olabileceği, buradaki mikobakterilerin kültüre edilebilen etkenlerden farklı olabileceği, düşük patojenik potansiyelleri olsa
da tip IV immün yanıtı başlatabilecek özellikler taşıyabileceği öne sürülmüştür.
Ayrıca mikobakteri pozitif olguların daha sık kronik seyir gösterdiği, klasik immünsüpresif tedaviye diğerleri kadar iyi yanıt vermediği belirtilmiştir (16). Sarkoidli dokularda mikobakteriyel katalaz-peroksidaz (mKatG) proteni varlığı ve
buna karşı hümoral immünite geliştiği gösterilmiş; daha sonraki çalışmalarda
da mKatG’ye karşı periferik kan lenfositlerinde, bronkoalveoler lavaj (BAL) lenfositlerinde T hücre cevabı saptanmıştır (13). T hücre cevabı mKatG proteini
dışında mikolil transferaz antijen 85A, mikobakteriyel süperoksid dismutaz için
de gösterilmiştir. Sarkoidozlu bireylerin, PPD (-) sağlıklı kontrollerin ve latent
tüberküloz infeksiyonlu bireylerin mikobakteriyel 85A antijenini (Ag85A) tanıyıp
tanımadıklarının araştırıldığı çalışmada sarkoidozlu 25 olgunun 15’inde, PPD
(-) 22 olgunun 2’sinde, PPD (+) 16 olgunun 14’ünde Ag85A’ya karşı reaktivite
gözlenmiştir (17).
78
SARKOİDOZ
Sarkoidoz etyolojisinde çevresel maruziyetlerin etkisi ve meslek ile sarkoidoz ilişkisi de araştırılmıştır. Bugüne kadar çeşitli meslek grupları sarkoidoz açısından
riskli olarak kabul edilmiştir; bu tür meslek grupları arasında tarımla uğraşanlar, itfaiyeciler, sağlık çalışanları…vb. sayılabilir. ACCESS çalışmasında çevre ve
meslek ile çok net bir ilişki gösterilememiştir. Bu çalışmada tarımla uğraşmak, insektisid, pestisid maruziyeti sarkoidozla ilişkili; ancak sağlık çalışanı olmak, odun
tozu, çam poleni, metal, talk, silika maruziyeti sarkoidozla ilişkisiz bulunmuştur.
Çalışmada itfaiyecilerle ilgili kesin sonuç verilemezken, sigara içimi ve hayvan
tozlarının sarkoidoz gelişme olasılığını azalttığına ilişkin veriler elde edilmiştir
(2,14). Bir başka çalışmada fotokopi çekiminin sarkoidoz riskini artırdığı bildirilmiştir (18). Türkiye çalışmasında olguların yarısının ev hanımı olduğu bulunmuş
ve hastalıkla ilişkilendirilecek bir mesleksel etkilenme saptanmamıştır (2). 11 Eylül 2001’de A.B.D.’de Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırıdan sonra itfaiyeciler ve diğer kurtarma ekiplerinde çalışanlar arasında sarkoidoz veya sarkoid
benzeri granülomatöz akciğer hastalığı insidansının önceki yıllara göre anlamlı
olarak arttığı gözlenmiştir; bu grupta önceki yıllarda 100000’de 15 olan insidans, saldırı sonrası 4 yıllık sürede 100000’de 22’ye yükselmiştir (19).
Bağışıklık sistemi üzerine etkisi olan tedaviler sırasında veya sonrasında sarkoidoz gelişebilmektedir. HIV + hastalarda HAART (highly active antiretroviral therapy) ile sarkoidoz geliştiğini bildiren çok sayıda yayın vardır. HAART ile ‘immün
restorasyon sendromu’ adlı bir tablo gelişebilmektedir, bu bağlamda Th-1 immün yanıtın artışı sarkoidoz gelişimine yol açabilir (14). Th-1 yanıtı destekleyen
interferon tedavisi sırasında veya sonrasında da sarkoidoz gelişimi bildirilmiştir
(14,20).
TNF antagonistlerinin sarkoidoz tedavisindeki yeri araştırılmış ve bazı kronik,
tedaviye dirençli olgularda bu ajanların kullanımı gündeme gelmiştir. Ancak bu
tedavilerle sarkoidoz geliştiğini bildiren olgu sunuları da vardır. Romatoid artrit
tedavisi için etanercept verilen olgularda sarkoidoz gelişimi bildirilmiştir (21). Seronegatif artritli bir olguda infliximab tedavisi sırasında, ankilozan spondilitli bir
hastada tedavi kesildikten sonra sarkoidoz tablosunun ortaya çıktığı gözlenmiştir
(22,23). TNF antagonistlerinin kullanımıyla sarkoidoz geliştiğini bildiren olgu sunumları giderek artmaktadır. Etanercept, infliximab ve adalimumabın üçüyle de
sarkoidoz gelişimini bildirilmiş olması bu paradoksal yan etkinin yeni bir “sınıf
etkisi” olduğunu düşündürmüştür (24).
Ülkemizden bir makalede spesifik immünoterapi yapılan 3 olguda sarkoidoz gelişimi bildirilmiş ve bunun bir tesadüf veya immünoterapi tarafından tetiklenen
subklinik sarkoidoz olabileceği tartışılmıştır (25).
Patogenez
Son yıllarda büyük gelişmeler olmasına karşın sarkoidoz immünopatogenezi hala
tam anlaşılamamıştır. Temel olay granülom gelişimidir. Sarkoidoz için yatkınlığı
SARKOİDOZ
79
olan birey sorumlu antijen(ler) ile karşılaşınca, antijen-sunan hücreler (antigenpresenting cells-APCs), özellikle makrofaj ve dendritik hücreler antijeni fagosite eder. APC’ler antijeni hazırlar ve HLA classII molekülleri aracılığı ile başlıca
CD4+ grupta olan T hücrelerine sunar. T hücreler Th 1 fenotipine polarize
olur, ardından sarkoid granülomu oluşumuna yol açan hücresel toplanma, çoğalma ve farklılaşma süreci gelişir. Bu süreçte özellikle Th1 tipte çeşitli sitokin
ve kemokinler hücreleri yönlendirir, bunlar arasında interferon gama (IFN-γ),
interlokin-12 (IL-12), tümör nekrozis faktör alfa (TNF-α) önemlidir. Sarkoid granülomu merkezde mononükleer fagositlerin, epiteloid ve multinükleer hücrelerin
yerleştiği, çevresini başlıca CD4+ T lenfositlerden, nadir CD8+ T lenfosit ve B
lenfositlerden oluşan lenfosit grubununun sardığı sıkı bir yapı olarak ortaya çıkar.
Granülom oluşumunun basamakları: 1) immün hücrelerin hastalık bölgesinde
toplanması, 2) yerel antijen sunan hücreler tarafından T hücrelerin tetiklenmesi,
3) sitokinlerin salınımı olarak özetlenebilir (13,26,27).
Sarkoidozda sınırlı T hücre reseptörü (TCR) Vα veya Vβ kullanımı sürecin antijen uyarısı ile geliştiğini kanıtlamaktadır (3,6,8).
Kalıcı granülomatöz inflamasyon oluşumunda, inflamasyon sürecinin süresini
sınırlayan immün regülatör mekanizmaların yetersizliğinin de katkısı olabilir.
Sarkoid granülomlarında serum amiloid A proteininin depolandığı gösterilmiştir.
Amiloid proteini immün yanıtları ortaya çıkarma ve sitokin salınımını tetikleme
yeteneğine sahiptir. Granülomatöz süreçte amiloidin bulunması, sarkoidozdan
sorumlu etyolojik ajanın immün mekanizmalarla temizlenmesini azaltıyor olabilir
(13). Bu konuda regülatör T lenfositlerin (T-reg) rolü de tartışılmaktadır ancak
kesin etkisi ortaya konamamıştır (28). T-reg hücreler hücresel immün yanıtın
baskılanması için gereklidir. Sarkoidozda aktif hastalık sırasında perifer kanda,
BAL ve granülomlarda artmış bulunmuştur; ancak bu hücrelerin fonksiyonel olarak defektif olduğuna dair veriler vardır (13). Doğal öldürücü T hücreler (NKT
hücreler) CD4 aracılıklı immün yanıtı sınırlar; Löfgren dışındaki sarkoidozlu olgularda BAL ve kanda NKT hücrelerin normallere göre anlamlı olarak azaldığı
gösterilmiştir (8,13).
Olguların %60’ından fazlasında hastalık kendini sınırlar ve granülomlarda spontan rezolüsyon olurken, bir grup hastada masif granülom oluşumu söz konusudur,
bir kısmında tedavi ile bile yanıt alınamayabilir. Kontrolsüz granülom oluşumu
fibrozis ile sonuçlanabilir. Bu farklı seyirde etkili faktörler, remisyonda apoptozun
ve TNFα, Fas/FasL sisteminin rolü hala tam aydınlanamamış konulardır (27).
Bir çalışmada sarkoidozlu hastalardan alınan BAL lenfositlerinin apopitozise dirençli olduğu ve antiFas monoklonal antikorları ile apopitoz olmadığı bildirilmiştir (29). Sarkoid granülomlarında spontan remisyonu sağlayan mekanizmalar
bilinmemektedir; apoptozisin rol oynayabileceği düşünülmektedir. Sarkoidozlu
hastalarda spontan remisyonda Fas (CD95) ile ilişkili apoptozun rolünün tartışıldığı bir çalışmada BAL lenfositlerinde CD95 ekspresyonuna bakılmış ve spontan
80
SARKOİDOZ
remisyona giden olgularda değil, kronik seyreden olgularda CD95 ekspresyonu
yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak spontan remisyonda başka bir mekanizmanın
rolü olabileceği, kronik olgularda apoptozisi indüklemek için CD95 ekspresyonunun yükseldiği, ancak apotozise direnç nedeniyle remisyonun gelişmediği iddiası ortaya atılmıştır (30).
Patoloji
Sarkoidozun tipik histopatolojik lezyonu kazeifikasyon nekrozu içermeyen, sıkı
yapılı epiteloid hücre granülomlarıdır. Granülomlar epiteloid hücreler, dev hücreler ve lenfositler içerir. Dev hücreler asteroit cisimcikler ve Schaumann cisimcikleri gibi sitoplazmik inklüzyonlar içerebilir. Bazen granülomlarda fokal koagülasyon nekrozu bulunabilir. Sarkoid granülomlarında periferden başlayıp merkeze
ilerleyen tam fibrozis ve/veya hyalinizasyonla sonuçlanan fibrotik değişiklikler
gelişebilir. Granülomlar kaybolabilir veya fibrozise ilerleyebilir (1).
Klinik
Sarkoidoz hiçbir yakınması olmayan bir hastada rastlantıyla çekilen akciğer grafisinde saptanabileceği gibi, konstitüsyonel belirtiler veya tutulan organ sistemine
ait belirtilerle de ortaya çıkabilir (1,3).
Sarkoidozlu hastaların üçte biri ateş, halsizlik, çabuk yorulma, kilo kaybı gibi
özgül olmayan konstitüsyonel belirtilerle başvurur. Ateş genellikle çok yükselmez ama bazen 39-40°C olabilir. Ateş infeksiyon hastalıklarındaki kadar sık
olmasa da, sarkoidoz sebebi bilinmeyen ateşin önemli nedenlerindendir. Sarkoidozun erken dönemlerinde ateş olabilir, ama 6 haftadan daha uzun süren
ateş sarkoidozlu olguların %5’inden daha azında görülür. Kilo kaybı genellikle
son 2-3 ay içinde 2-6 kg civarındadır. Halsizlik sık görülür. Akut sarkoidozda ve
kronik fibrozisli hastalarda yorgunluk sıktır. Halsizlik, yorgunluğun sarkoidozda
görülme sıklığı tam bilinmemektedir. Bazen hastanın günlük işlerini yapmasını
engelleyecek kadar ciddi boyutlarda olabilir. Seyrek olarak gece terlemesi bulunabilir (1,3,31).
Akciğer sarkoidozu
Sarkoidozda en sık tutulan organ akciğerlerdir. ACCESS çalışmasında olguların
%95’inde akciğer tutulumu saptanmıştır. Akciğer sarkoidozu olan olgular semptomsuz olup başka nedenle çekilen akciğer grafisi ile tanı alabileceği gibi, efor
dispnesi, öksürük, halsizlik gibi yakınmalarla da başvurabilir. Göğüs ağrısı da sık
rastlanan bir yakınmadır; nedeni çok net anlaşılamamış olsa da medistinal büyümüş lenf nodları ile ilgili olduğu düşünülmektedir (1,4,28).
Akciğer sarkoidozunda fizik inceleme bulguları pek belirgin değildir. Radyolojik
infiltratlar yaygın bile olsa olguların %20’sinden daha azında ral duyulur; çomak
parmak nadirdir. İlerlemiş hastalıkta kor pulmonale gelişebilir (32).
SARKOİDOZ
81
Sarkoidozda akciğer radyografisine göre radyolojik evreleme
yapılmaktadır:
Evre 0: Normal akciğer grafisi
Evre 1: Bilateral hiler lenfadenopati (Resim 1)
Evre 2: Bilateral hiler adenopati ve parankimal infiltratlar
(Resim 2)
Evre 3: Sadece parankimal infiltratlar
Evre 4: Fibrozis (Resim 3)
Resim 1. Evre 1 sarkoidozlu bir olguya ait PA akciğer
grafisi
Olguların büyük çoğunluğunun radyolojisi evre 1 veya 2
ile uyumludur. ACCESS çalışmasında olguların sadece
%15’inde evre 3 veya 4 radyoloji izlenmiştir (1,4,31).
Bilateral hiler lenfadenopatiye
sık olarak sağ paratrakeal lenfadenopati eşlik eder. Parankimal infiltratlar yamalı veya
diffüz olabilir, en sık üst ve orta
zonlar tutulur. Genellikle retikülonodüler interstisyel infiltratlar
görülür. Fibrozis geliştiğinde
hacim kaybı, hiluslarda çekilme, kaba lineer bantlar izlenir.
Resim 2. Evre 2 sarkoidoz
İlerlemiş fibrokistik sarkoidozda
büyük büller, kistik alanlar, bronşektazi, miçetoma bulunabilir (31). İnterstisyel
infiltratların yanı sıra tek veya multiple nodüler veya kitle benzeri infiltrasyonlar
görülebilir; nodüler sarkoidozun daha çok gençlerde bulunduğu ve prognozunun
iyi olduğu bildirilmiştir (33).
Bilgisayarlı tomografide (BT) lezyonlar direkt grafiye göre daha ayrıntılı görülür.
Bilgisayarlı tomografide sol paratrakeal, paraaortik ve subkarinal lenfadenopatiler de saptanabilir, ama bunlar genellikle direkt grafide görülmez (Resim 4).
En sık görülen bulgu perilenfatik dağılım gösteren, sınırları düzensiz 1-5 mm’lik
küçük nodüllerdir. Nodüller daha çok üst ve orta zonlarda yerleşir, simetriktir.
82
SARKOİDOZ
Resim 3. Evre 4 sarkoidozlu bir olgunun PA akciğer grafisi
Atipik olarak daha çok alt zon
yerleşimli veya asimetrik dağılım gösteren nodüller de izlenebilir. Granülomların birleşmesiyle hava bronkogramı içeren
veya içermeyen nodül, kitle
benzeri görünümler olabilir
(Resim 5). Çok sayıda nodülün
birleşmesi ile oluşan ve galaksi
görüntüsü izlenimi yaratan lezyonlara “sarkoid galaksisi” adı
verilmektedir. BT’nin lezyonları gösterme konusunda direkt
grafiden daha üstün olmasına
karşın her olguda BT çekilmesine gerek yoktur (3,31,34).
Sarkoidozlu olgularda hava yolu
tutulumu, bronşiyal kalınlaşma
olabilir. Bronş mukozasında
nodüler kabarıklıklar izlenebilir,
bazen kitle lezyonu görünümü
olabilir (35) (Resim 6).
Sarkoidozlu hastaların %20
-30’unda
daha
fazlasında
ilk tanı döneminde solunum
fonksiyon testlerinde restriktif
defekt saptanır. Pek çok çalışmada obstrüktif tipte solunum
fonksiyon bozukluğu da bildirilmiştir. ACCESS çalışmasında hastaların %14’ünde FEV1/
FVC oranı %70’in altında buResim 4. Evre 1 sarkoidozlu bir olgunun toraks BT'si
lunmuştur. Solunum fonksiyon
mediyasten penceresi
testleri radyoloji ve semptomlar
çok uyumlu olmasa da hastaların takibinde çok önemlidir (3,4).
Sarkoidozda egzersiz kapasitesi düşer, hastalarda 6 dakika yürüme mesafesinin
azaldığı gözlenmiştir. Sarkoidozlu olguların değerlendirilmesinde egzersiz testleri
henüz rutin uygulamaya girmemiştir (3).
Akciğer sarkoidozunda mortalite radyolojik evre 4 fibrokistik hastalıkta solunum
sorunlarına bağlı olarak gelişir. Evre 4 hastalıkta yaşam süresi normal topluma
SARKOİDOZ
83
göre belirgin olarak azalmıştır;
en önemli mortalite nedenleri
akut ve kronik solunum yetmezliği, pulmoner hipertansiyon,
aspergillomaya bağlı hemoptizi
olarak sayılabilir (36,37).
Sarkoidozda pulmoner hipertansiyon gelişebilmektedir. Akciğer parankiminde fibrozis ve
pulmoner damarlarda hasarlanma, pulmoner damar yatağında
kısıtlanmaya yol açabilir. Ancak
Resim 5. Evre 2 sarkoidozlu bir olgunun BT kesiti-galaksi küçük bir grupta da olsa parangörünümü
kim tutulumu olmadan (radyolojik evre 0 ve 1) pulmoner hipertansiyon gelişebilmektedir.
Pulmoner damarların granülomlarla tutulumu- granülomatöz vaskülit, lenfadenopatiler
yüzünden pulmoner damarlara
dıştan bası, pulmoner venookluzif hastalık, hipoksik vazokonstiksiyon, kardiyak faktörler
sarkoidozda pulmoner hipertansiyon gelişimini açıklamak
için ileri sürülen mekanizmalarResim 6. Sarkoidozun endobronşiyal tutulumuna bağlı dır. Pulmoner hipertansiyonun
kitle görünümü
beş gruba ayrıldığı sınıflamada
sarkoidoz beşinci (çeşitli) grupta
yer almaktadır. Sarkoidoza bağlı pulmoner hipertansiyonun gerçek prevalansı bilinmemektedir. Pulmoner hipertansiyonlu sarkoidoz hastalarının çoğu ağır
akciğer sarkoidozlu kronik olgulardır. Sarkoidoza bağlı pulmoner hipertansiyonda uygun tedavi yaklaşımı net olarak bilinmemektedir. Sistemik antiinflamatuar
tedavi, pulmoner vazodilatörler, antikoagülanlar, oksijen desteği tartışılmaktadır
(38-40).
Sarkoidozda plevra tutulumu nadirdir. Plevra sıvısı, pnömotoraks, plevra kalınlaşması ve nodülleri, hidropnömoraks, şilotoraks gelişebilir. Klinik olarak anlamlı
plevra tutulumu hastaların %2-4’ünde görülmektedir. BT nin yaygın kullanımı ile
klinik olarak belirti vermeyen plevra tutulumları fark edilmeye başlanmıştır. Plevra sıvısı sıklığı %0-5 arasında bildirilmektedir, genellikle önemli bir belirtiye yol
açmamaktadır. Sarkoidoza bağlı plevra sıvısı çok nadir olduğu için sarkoidozlu bir
84
SARKOİDOZ
olguda plevra sıvısı saptandığında öncelikle diğer plevra patolojilerini düşünmek
gerekir. Sarkoidoza bağlı plevra sıvısı tanısı plevra biyopsisinde kazeifikasyon
nekrozu içermeyen granülom gösterilmesi ve granülom yapan diğer nedenlerin
dışlanması ile konur. Sarkoidozlu olgularda subplevral granülomun nekrozu veya
bül rüptürü ile nadir de olsa pnömotoraks gelişebilir (3,31).
Lenfatik sistem tutulumu
Sarkoidoz sistemik bir hastalık olduğu için hastalar solunum sistemi dışındaki sorunlarla da başvurabilir. Olguların %10’dan fazlasında periferde palpe edilebilen
lenfadenopati bulunur. En sık boyun, aksiller, epitroklear ve inguinal lenf bezleri
tutulur. Lenfadonapatiler ağrısız ve hareketlidir, ülsere olmaz. Dalak tutulup büyüyebilir, bu durum genellikle belirti vermez, bazen sol üst kadran ağrısı olabilir.
Bazen dalak sarkoidozuna bağlı hematolojik sorunlar bulunabilir (1,41).
Deri sarkoidozu
Sarkoidoza bağlı deri tutulumu sıktır. Deri lezyonlarının sıklığı siyahlarda ve kadınlarda daha fazladır. Deri tutulumu biyopside granülomların saptandığı özgül
lezyonlar veya biyopside granülomatöz inflamasyonun bulunmadığı özgül olmayan lezyonlar şeklinde olabilir. Özgül olmayan lezyonlar daha çok akut başlangıçlı hastalıkta bulunur, özgül lezyonlar ise genellikle kronik hastalığa eşlik eder.
Eritema nodosum en sık görülen, kolaylıkla tanınan özgül olmayan lezyondur;
eritema nodosumdan alınan biyopside granülomlar izlenmeyeceği için biyopsi ile
örneklenmesi sarkoidoz tanısını koydurmaz. Eritema nodosum genellikle bacak
ön yüzlerinde yerleşen ağrılı, kırmızı kabarıklıklardır; komşu eklemlerde sıklıkla
şişlik olur (1,41,42).
Sarkoidozlu olguların bir kısmı eritema nodosum, ateş, artralji ve akciğer filminde
bilateral hiler adenopati (parankimal infiltratlar da bulunabilir) ile başvurur. Löfgren sendromu olarak adlandırılan bu tablo kuvvetle sarkoidozu düşündürür, eğer başka bir
hastalık kuşkusu yoksa bu tablo
varlığında doku tanısı olamadan sarkoidoz tanısı konabilir.
Bu grup hastaların prognozu
genellikle iyidir (Resim 7). Eritema nodosum sıklıkla 3 hafta
içinde düzelir (41,42). HLADRB1*03 ile Löfgren arasında
bir ilişki olduğu bilinmektedir.
HLA-DRB1*03
pozitifliğinin
Resim 7. Löfgren sendromlu 24 yaşında kadın hasta;
Löfgrenli
hastalarda
prognozla
sağda nodüler konsolidasyon alanı izleniyor. Hastanın tada ilişkili olduğu gösterilmiştir.
kibinde spontan remisyon izlendi
SARKOİDOZ
85
DRB1*03 pozitif hastaların
hemen tümü 2 yıl içinde tam
düzelirken negatif hastaların
%49’unun iyileşmediği bildirilmiştir (10).
Sarkoidoz deri tutulumunun
özgül lezyonları olarak plaklar,
makülopapüler döküntüler, deri
altı nodüller, eski skarların belirginleşmesi, hipo veya hiperpigmente alanlar, alopesi sayılabilir. Bu tür deri lezyonlarından
alınan örneklerde sarkoidozla
uyumlu granülomların görülmesi tanıya yardımcıdır (42).
Sarkoidozda kolaylıkla tanınan
önemli bir diğer deri tutulumu
Resim 8. Evre 4 akciğer lezyonları ve lupus perniosu olan
lupus perniodur. Sıklıkla kro40 yaşında kadın hastanın kemik kisti görülmektedir
nik sarkoidoz işaretidir, kemik
kistleri ve pulmoner fibrozisine
eşlik eder. Burun, yanaklar, dudak veya kulakta renk değişikliği ve sert plaklar
oluşumu ile seyreder, parmaklarda da lezyonlar bulunabilir (Resim 8). Üst solunum yolu tutulumu da bulunabilir, burun tutulumunda alttaki kemik ve kıkırdakta
erozyon gelişebilir (41,42).
Göz tutulumu
Göz tutulumunun sıklığı %10-80 arasında değişen oranlarda bildirilmektedir; sarkoidozlu her hastanın rutin göz konsültasyonuna gönderilmesi gereklidir. Gözün
her tabakası tutulabilirse de en sık üveit görülür. Kronik üveit glokom, katarakt
ve körlüğe kadar gidebilir. Sarkoidozda ayrıca konjonktival foliküller, retinal vaskülit, lakrimal bezde büyüme, dakriyosistit, keratokonjonktivitis sikka görülebilir
(41). Ülkemizden yapılan bir çalışmada sarkoidozlu olgu grubunda göz tutulumu
sıklığı %12.9 saptanmıştır. Literatürde göz tutulumu kadınlarda daha sık olarak
bildirilirken bu çalışmada erkeklerde daha sık olduğu gözlenmiştir. Çalışmada en
sık tutulum şekli anterior ve posterior segmentin birlikte tutulumudur (43).
Romatolojik Tutulum
Sarkoidozlu hastalarda kemik, kas, eklem tutulumu olabilir. Semptomatik kas
tutulumu nadir görülür. Sarkoidoza bağlı akut myozit, nodüler myopati veya kronik myopati gelişebilir. Myopatide yardımcı görüntüleme yöntemleri MRG ve
PET’tir (44). Sarkoidoza bağlı kemik lezyonlarının sıklığı %3-13 arasındadır, en
86
SARKOİDOZ
sık el ve ayak kemikleri tutulur. Kemikte litik lezyonlar (kemik kistleri), retiküler
görünüm, destrüktif değişiklikler oluşabilir. Kemik kistleri kronik hastalığı, özellikle lupus perniyosu olan kadın hastalarda, siyahlarda daha sık görülür. Eklem
tutulumu akut eklem şişliği ve ağrısı şeklinde veya kronik artralji şeklinde olabilir,
deformasyon yapan artrit nadirdir. Akut sarkoid artriti sıklıkla Löfgren sendromuna eşlik eder, iyi prognozludur (1,41,44). Sarkoidozla birlikte sakroileit,
psöriatik artrit, periartrit, kostokondrit de bildirilmiştir (44).
Sarkoidozla vaskülit, SLE, Sjögren sendromu birlikteliği de bildirilmiştir (44).
Karaciğer ve Gastrointestinal Sistem Tutulumu
Karaciğer biyopsilerinde sık olarak granülom saptanabilir; ama hastaların çoğunun yakınması yoktur. Sarkoidozlu olguların %10’unda karaciğer enzimleri yüksek
çıkabilir. Karaciğer sarkoidozunun sıklıkla sessiz olmasına rağmen nadiren karaciğer tutulumuna bağlı kaşıntı, sarılık, karaciğer yetmezliği ve portal hipertansiyon
gelişebilir. Karaciğer yetmezliği, hepatopulmoner sendrom, varis kanamalarıyla
seyreden portal hipertansiyon olguların %1’den azında görülür (1,28). Gastrointestinal sistem tutulumu çok nadirdir, olguların %10’dan azında gastrik sarkoidoz
bulunabilir. Gastrointestinal tutulum genellikle klinik belirti vermez (45).
Kalp Tutulumu
Sarkoidozda kalp, hem akciğer tutulumundan dolayı hem de doğrudan hastalık tutulumu ile etkilenebilir. Klinik olarak saptanan kalp tutulumu %5 civarındadır; ancak otopsi serilerinde daha yüksek oranlar bildirilmektedir. Kardiyak
sarkoidoz nadir ama yaşamı tehdit edebilen tutulum formlarındandır. Kardiyak
sarkoidozlu olgularda tanı akla gelmemişse ani ölümler olabilir. Kalp tutulumu
sarkoidozun seyri boyunca herhangi bir dönemde, diğer organ tutulumlarından
önce, diğerleriyle eş zamanlı veya diğer tutulumlardan sonra ortaya çıkabilir.
Sarkoid granülomları kalbin her tabakasını tutabilir, en sık myokard etkilenir.
Klinik tablo granülomların lokalizasyonu ve yaygınlığı ile ilişkilidir. Başlıca klinik
bulgular myokard ve ileti sisteminin infiltrasyonu ile ortaya çıkar. Bu infiltrasyon
ile benign aritmiler, ileti gecikmeleri, bloklar, kalp yetmezliği, hatta ani kardiyak
ölüm olabilir. Tanı güçtür; tanı güçlükleri ve tanının gecikmesi prognozu olumsuz
etkilemektedir. Kesin tanı yöntemi olan endomyokardiyal biyopsi hem güç bir
yöntemdir hem de tanı değeri düşüktür. Bu nedenle kalp dışı bir organda granülomların gösterildiği bir olguda klinik belirti ve bulgular, EKG ve diğer invazif
olmayan kardiyak görüntüleme yöntemleri ile kardiyak sarkoidoz tanısı konabilmektedir. Tanıda elektrokardiyografi, 24 saatlik holter monitörizasyonu, ekokardiyografi, talyumlu myokard perfüzyon sintigrafisi, galyum sintigrafisi, elektrofizyolojik çalışma yardımcı tetkiklerdir. Son yıllarda kardiyak magnetik rezonans
görüntüleme (MRG) ve 18F-fluoro-2-deoxyglukoz pozitron emisyon tomografi
(FDG-PET) kardiyak sarkoidoz tanısında en çok üzerinde durulan yöntemlerdir.
Bu yöntemlerden PET daha duyarlı, MRG ise daha özgüldür (8,46-49).
SARKOİDOZ
87
Nörosarkoidoz
Klinik olarak saptanabilen sinir sistemi tutulumu %10’un altındadır, ancak otopsilerde %25’e kadar varan oranlarda sinir sistemi tutulumu bildirilmektedir.
Nörosarkoidozun sık görülen formu kraniyal sinir tutulumudur; kraniyal sinirler içinde en sık faysal sinir tutulur, 2. sırada optik sinir etkilenir, trigeminal
ve vestibulokohlear tutulum da bildirilmiştir. Ayrıca hipotalamik ve hipopitüiter
lezyonlar, daha seyrek olarak yer işgal eden kitleler, periferik sinir tutulumları,
lenfositik menenjit görülebilir. Klinik tabloda kraniyal sinir paralizisi, baş ağrısı,
ataksi, bilişsel işlevlerde bozukluk, kuvvet kaybı ve konvülziyonlar bulunabilir.
Nörosarkoidozlu hastaların %62-74’ünde nörolojik belirtiler hastalığın başlangıç
belirtileridir; bu olgularda diğer sistemik belirtiler daha sonra ortaya çıkar. Klinik
tablo akut, subakut veya kronik, sinsi olabilir. Tanıda BOS incelemeleri (lenfositoz, ACE düzeyi), kraniyal MR ve PET yardımcıdır (50). Yedinci kafa çiftinin
paralizisi, uveo-parotid ateşe (Herfort sendromu-üveit, parotiste şişme, 7. sinir
paralizisi) eşlik edebilir (51).
Sarkoidozda “small-fiber nöropati” periferik ağrı ve otonom disfonksiyon ile seyreden, henüz mekanizması tam aydınlatılamamış bir tablodur (28).
Hematolojik Sorunlar
Çok ciddi olmayan anemi, lökopeni bulunabilir. Hematolojik bozukluklar splenomegali veya kemik iliği tutulumu ile ilgili olabilir. Lökomoid reaksiyon, eozinofili, trombositopeni nadirdir. Dalak büyümesi genellikle hafif ve semptomsuzdur;
ama bazen çok büyüyüp bası belirtileri ve hiperseplenizme yol açabilir (1).
Diğer
Hiperkalsemi olguların %2-10’unda bulunur, hiperkalsiürü daha sıktır; hiperkalsemi ve hiperkalsiürinin saptanıp düzeltilmemesi böbrek taşları, nefrokalsinozis
ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. Bu nedenle sarkoidoz tanısı konan tüm
hastalarda kan kalsiyumu ve 24 saatlik idrar kalsiyumu bakılmalıdır. Hiperkalsemi ile ilgili belirti ve bulgular kalsiyum düzeyine bağlıdır. Kalsiyum düzeyinin
14-15 mg/dL üzerine çıkması yaşamı tehdit eden aritmilere yol açabilir. Sarkoidozda kalsiyum metabolizması bozuklukları uzun süredir bilinen bir komplikasyondur, ancak son yıllarda vitamin D eksikliğinin sarkoidoz patogenezinde rolü
olabileceği de tartışılmaktadır (52).
Diyabetes insipitus, hipotroidi, hipertroidi, adrenal süpresyonu gibi endokrin
bulgular çok nadirdir. Parotis bezlerinde şişme, ağrılı büyüme olabilir. Seyrek
olarak böbrekler, üreme organları, meme dokusu tutulabilir (1,41).
Sarkoidozda seyrek olarak ağız boşluğu, larenks, tonsiller, nazofarenks tutulumu
görülebilir; ses kısıklığı, boğaz ağrısı, akut solunum yetmezliği ve obstrüktif uyku
apnesi gelişebilir (53).
88
SARKOİDOZ
Tanı
Sarkoidoz tanısı için uyumlu klinik tablo varlığında, histolojik olarak kazeifikasyon nekrozu içermeyen granülomların gösterilmesi ve aynı tabloya yol açabilecek diğer nedenlerin dışlanması gerekir. Tanıda histopatoloji önemlidir ama her
zaman gerekli olmadığı gibi yeterli de değildir. Tüberküloz ve mantar infeksiyonları başta olmak üzere pek çok infeksiyon etkeni, berilyum, diğer bazı metaller,
yabancı cisim aspirasyonu, ilaç reaksiyonları granülom oluşturabilir; kanser veya
lenfomalara reaksiyon olarak granülom gelişebilir (1,54).
Sarkoidoz multisistem bir hastalık olduğu için, hem tanıyı koymada hem de olası diğer organ tutulumlarını belirlemede sistemik değerlendirme önemlidir. Tanı
için klinik radyolojik ve histopatolojik değerlendirme gereklidir (55). Fazla organ
tutulumunun saptanması ayırıcı tanı konusunda yardımcıdır. Örneğin sarkoidoz,
lenfoma ve tüberkülozla karışabilir; ancak hastada üveit saptanırsa, üveit bu hastalıklarda çok nadir olduğu için sarkoidoz tanısına yardımcı bir bulgudur. Multiple
skleroz sarkoidoz gibi optik nörit ve üveit yapabilir, nörosarkoidozla karışabilir,
ama bu hastalarda mediastinal, hiler lenfadenopati bulunmaz (56).
Sarkoidozun ilk değerlendirmesinde öykü ve fizik incelemeden sonra tüm hastalara akciğer grafisi, solunum fonksiyon testleri (spirometri, diffüzyon testi), tam kan,
tam idrar tetkiki, tüm biyokimya (karaciğer, böbrek fonksiyonları, angiotensin converting enzyme-ACE düzeyi), 24 saatlik idrar kalsiyumu, EKG, PPD yaptırılmalı,
tüm hastalar rutin göz konsültasyonuna gönderilmeli ve fiberoptik bronkoskopi,
bronş mukoza ve transbronşiyal akciğer biyopsisi, BAL incelemesi planlanmalıdır.
Göz muayenesi dışındaki konsültasyonlar ve ileri incelemeler hastanın öyküsü, fizik incelemesi veya basit tetkikleri diğer sistemlere ait tutulum düşündürdüğünde
gündeme gelmelidir. Örneğin çarpıntı yakınması olan bir hastada 24 saatlik holter
monitörizasyonu, ekokardiyografi yaptırılmalı, kardiyak tutulum açısından kuşku
duyulursa talyum sintigrafisi, MR, PET planlanmalıdır (55).
Sarkoidoz düşünülen hastada tutulum olan her organdan biyopsi yapılabilir.
Bronkoskopi yapılarak bronkoalveoler lavaj, bronş mukoza biyopsisi, transbronşiyal iğne aspirasyonu, transbronşiyal biyopsi alınabilir. BAL’da yüksek CD+/
CD8 oranı tanıyı destekleyen bir ipucudur. BAL’da lenfosit oranının %15’in üzerinde olması %90 sensitifdir ama özgüllüğü düşüktür. BAL CD4/CD8 oranının
>3.5 olmasının duyarlılığı %53, özgüllüğü %94’tür. Tanı güçlüğü çekilen olgularda mediastinoskopi ve açık akciğer biyopsisi seçenek olabilir (1,54-56). Endobronşiyal ultrasound rehberliğinde transbronşiyal iğne aspirasyonu yapılmasının
sarkoidoz tanısında yararlı (hastaların %91.8’inde tanı konmuş) ve güvenli olduğu bildirilmiştir (55,57).
Ülkemizde yapılan bir çalışmada dudak biyopsisinin tüberküloz ve sarkoidozu
ayırmada yararlı olduğu saptanmıştır. Tüberkülozlu hastalarda dudak biyopsisi
SARKOİDOZ
89
negatif çıkarken, sarkoidozlu hastaların yaklaşık yarısında granülom bulunduğu
görülmüştür (58).
Akciğer grafisi bulguları atipikse, hastalık düşünüldüğü halde akciğer grafisi normalse BT özellikle YRBT tanıda yardımcıdır. BT’de genellikle bronkovasküler ve
subplevral dağılım gösteren nodüller, interlobüler septumda kalınlaşma, yapısal
bozulma, konglemere kitleler izlenir; daha seyrek olarak bal peteği ile uyumlu değişiklikler, kist oluşumu ve bronşektazi, alveoler konsolidasyon izlenebilir
(31,34). Sarkoidoz bazen akciğer grafisi ve BT’de tek ya da birden fazla nodül
ya da kitle lezyonları ile seyreder. Bu olgularda malign hastalıkların dışlanması
önemlidir, bronkoskopi ve transbronşiyal biyopsi tanıda değerlidir (33).
Serum ACE düzeyinin yüksekliği tanıya yardımcıdır, sarkoidozda total granülom
yükünü yansıtır. Duyarlılığı düşüktür, bu nedenle tanısal değildir; diğer granülomatöz hastalıklarda, diabetes mellitus ve hipertroidizmde yanlış pozitif olabilir.
Tanıda yeri olmasa da aktivitenin izlenmesi için kullanılabilir (3).
Sarkoidozda çok çeşitli aktivite belirteçleri araştırılmıştır. Bunlardan biri de
“chitotriosiase”dır. “Chitotroisidase” sarkoidozlu hastaalrın serumlarında kontrollere göre yüksek bulunmuştur; aktif sarkoidozlu hastalarda daha yüksektir.
“Chitotroisidase” profibrotik tip 2 (Th2) sitokinlerin salınımını artırabilir, hastalığın şiddeti ve prognozu tahmin etmede işe yarayabilir (8).
Galyum sintigrafisi tanıya yardımcı tetkiklerdendir. Galyum sintigrafisinde panda
(parotis ve lakrimal bez tutulumu) ve lambda bulgusu (bilateral hiler ve sağ paratrakeal tutulum), Löfgren sendromu, Heerfort sendromu varlığında doku tanısı
olmaksızın sarkoidoz tanısı konabilir (13).
PET sarkoidozda sistemik inflamatuar aktiviteyi yansıtır ve galyum sintigrafisinden daha duyarlıdır. FDG-PET diğer granülomatöz hastalıklarda, infeksiyonlarda
ve tümörlerde de pozitif çıkar. L-3-18F-α-methyltyrosine PET kanserli olgularda
pozitif çıkarken sarkoidozda negatiftir (55).
Hastaların yaklaşık %85’inde PPD negatiftir. PPD’nin negatif bulunma sıklığı açısından tüberkülozun seyrek veya sık görüldüğü ülkeler açısından pek fark yoktur.
Ayırıcı Tanı
Sarkoidozun ayırıcı tanısında klinik radyolojik olarak benzer tabloların yanı sıra
histopatolojik olarak granülom oluşturan süreçler de akla gelmelidir. Tüberküloz,
lenfoma, berilyozis başta olmak üzere pnömokonyozlar, bağ doku hastalıkları ve
vaskülitler, interstisyel pnömoniler, eozinofilik granülom, ilaç reaksiyonları, akciğer kanseri, lenfanjitis karsinomatoza, mantar infeksiyonları, bruselloz, atipik
mikobakteri infeksiyonları, PCP, toksoplazmoz, Kikuchi hastalığı, kedi tırmığı
hastalığı, primer biliyer siroz, şistozomiyazis, Chron hastalığı ve GLUS sendromu (önemi bilinmeyen granülomatöz lezyon) değişik sistem tutulumlarının ayırıcı
tanısında düşünülmesi gereken tablolardır (28,31,54).
90
SARKOİDOZ
Tedavi
Sarkoidozda tedavi kararı hastanın semptomlarının şiddeti ve organ fonksiyonlarının bozulma derecesine göre verilir (59).
Sarkoidoz tedavisinde kullanılan ajanlar çok etkin olsa da küratif bir tedavi sağlamamaktadır (6). Steroid tedavisi verilen hastalarda nüksler çok sık görülürken,
tedavi almadan iyileşen olgularda nüks çok nadirdir (60).
Sarkoidozlu olgular seyrine göre akut, kronik ve dirençli olgular şeklinde sınıflanmaktadır. Akut olgular aktif inflamasyonun 2-5 yıl içinde düzeldiği olgulardır.
Tanıdan 5 yıl sonra devam eden olgular kronik olgu, yeterli sistemik tedaviye
karşın kötüleşen kronik hastalar da dirençli olgu olarak kabul edilmektedir. Tedavi kararı ve planında olguların akut mu kronik mi olduğu önemlidir (61).
İzole kraniyal sinir paralizis dışındaki nörosarkoidoz olguları, kardiyomyopati
veya ciddi ritm bozuklukları bulunan kardiyak sarkoidoz, ağır üst solunum yolu
tutulumu, semptomatik karaciğer veya dalak tutulumu, ciddi hiperkalsemi acilen
tedavi başlanmasını gerektiren durumlardır (59). Görünüm bozan cilt lezyonları,
fonksiyon bozukluğu yapan böbrek ve karaciğer tutulumu, myopati ve myozit,
ağız ve göz kuruluğu yapan tükürük bezi ve lakrimal bez tutulumları da tedavi
düşünülmesi gereken akciğer dışı sarkoidoz formlarıdır.
Lokal tedavi verilebilecek durumlarda öncelikle lokal steroidler denenmelidir.
Deri lezyonları, anterior üveit, veya öksürük lokal steroidlerle tedavi edilebilir.
Deri lezyonlarında lokal steroid dışında lokal takrolimus da denenmiştir (61).
Evre I, semptomsuz olgular tedavisiz izlenmelidir (13). Evre II ve III olguların 6
ay süreyle tedavisiz izlendiği bir çalışmada olguların %20’sinde spontan düzelme
olurken, %40’ında bozulma gözlenmiş ve steroid başlanması gerekmiştir (62).
Tedavi başlandığı zaman olguların önemli bir kısmına uzun süre tedavi gerekmektedir. Uzun süre tedavi gerekecek olguları önceden belirlememizi sağlayacak
yeterli veri yoktur. Öte yandan steroid ya da başka bir tedavinin progresyonu ve
fibrozisi engellediğine dair yeterli kanıt da yoktur (13).
Evre II ya da III olgular hafif ya da orta derecede semptomlu ise tedavi kararı
yakın bir izlemle 6-12 ayın sonuna bırakılabilir. Bu olgularda 2-3 aylık aralarla
kontrol yapılması ve hastalıkta kötüleşme olursa tedaviye başlanması uygundur.
Semptomatik, solunum fonksiyon testleri bozuk, diffüz infiltrasyonlu olgular tedavi edilmelidir (1,13,41).
Evre IV olgular steroid/immünsüpresif tedaviye pek yanıt vermez. Ancak semptomatik ya da fonksiyonel düzelme olup olmayacağını değerlendirmek için bir
süre tedavi denenebilir. Bu grup olgulara daha çok destek tedavi gerekecektir.
Uygun durumlarda steroide göre daha az yan etkisi olan tedavi seçenekleri düşünülmelidir. Örneğin yaygın deri lezyonlarında veya tedavi gerektiren hiperkalsemi, hiperkalsiüride öncelikle hidroksiklorokin denenebilir (61).
SARKOİDOZ
91
Kortikosteroid Tedavi
Kortikosteroidler 50 yıldır sarkoidoz tedavisinin temelini oluşturmaktadır. Kortikosteroid tedavisi için değişik protokoller önerilmektedir. Genellikle başlangıç
dozu olarak günde 30-40 mg prednizon yeterli görülmektedir; fakat ağır kardiyak ve nörolojik tutulumu olan olgularda daha yüksek dozlar gerekebilir. Akciğer
sarkoidozunda 20 mg üzeri dozların gerekmediğini bildirenler de vardır. Steroid
dozunun azaltılma hızı ile ilgili değişik öneriler vardır. Ancak toplam tedavi süresinin en az 1 yıl olması genel olarak kabul edilmektedir. Steroid kesildikten
sonra nüks oranları %70’lere yaklaştığı için sterod azaltma döneminde ve steroid
kesildikten sonra hastaların yakın izlemi önemlidir (41,59,63).
Steroid başlanan olgular steroid yan etkileri konusunda uyarılmalı ve gerekli
önlemler alınmalıdır. Kilo alımı, diyabet, osteoporoz, gastrointestinal toksisite
açısından önlem alınmalı, Pneumocystis jirovecii profilaksisi tartışılmalıdır (59).
Genellikle 4-8 haftada tedaviye yanıt alınır. Üç ayda yanıt vermeyen olgular steroide dirençli kabul edilmeli ve tedavi kesilmelidir (41).
Tedaviye yanıt vermeyen hastalarda tedaviye uyumsuzluk, inflamasyonun bulunmadığı fibrotik hastalık, hastalığın ikincil komplikasyonları (pulmoner hipertansiyon, hidrosefali, katarakt… gibi), tedavi komplikasyonları ve steroide direnç
düşünülmelidir (61).
İnhaler Kortikosteroidler
İnhaler steroidlerin pulmoner sarkoidozisteki yeri henüz tam aydınlanmamıştır.
Günümüzde rutin tedavi olarak kullanılması önerilmemektedir. Hafif pulmoner
hastalığı olan olgularda başlangıçtaki oral steroid tedavisinin ardından idamede
veya sadece öksürük yakınması ya da bronş hiperreaktivitesi olan olgularda düşünülebilir (59,61).
Steroide Alternatif İlaçlar
Eritema nodosum, sarkoid poliartriti, akut üveit, fliktenüler konjonktivit gibi akut
eksudatif sarkoidozda nonsteroidal antiinflamatuarlar oldukça yararlıdır. Eritema
nodosumlu bir olguda 2-4 ay içinde semptomlar düzelir ve tedaviyi sürdürmek
gerekmez (41,64).
Antimikrobiyal İlaçlar
Antimalaryal ilaç olarak geliştirilen klorokin ve hidroksiklorokin özellikle romatoid artritte antiinflamatuar olarak kullanılmaktadır. Sarkoidozda deri lezyonlarında kullanımı çok eskilere dayanmaktadır. Klorokin tedavisinin ekstrarenal
1,25(OH)2D üretimini inhibe ettiği ve sarkoidoza bağlı hiperkalsemi ve hiperkalsiürüde steroid yerine kullanılabileceği kanıtlanmıştır. Sarkoidozun tedavi gerektiren karaciğer tutulumlarında kortikosteroidlere bağlı sorunlar çıkarsa ikinci sıra
92
SARKOİDOZ
ilaç olarak klorokinin kullanılabileceği bildirilmektedir. Kortikosteroidlere yanıt
vermeyen ya da steroide bağlı yan etkiler çıkan nörosarkoidozlu olgularda klorokin ve hidroksiklorokin alternatif ajanlar olarak önerilmektedir.
En önemli yan etkileri gastrointestinal semptomlar, myopati ve retinal toksisitedir. Hidroksiklorokinin oküler toksisite riski klorokine göre daha düşüktür.
Klorokin 250 mg/gün, hidroksiklorokin 200 mg/gün kullanılabilir; 6 aylık kullanımdan sonra en az 6 ay ara verilmesi önerilmektedir (1,59,61,64).
Deri sarkoidozunda minosiklin ve doksisiklinin yararlı olabileceğini belirten yayınlar vardır (65).
Sitotoksik İlaçlar
Sitotoksik ve immünsüpressif ilaçlar romatoid artrit gibi nonneoplastik inflamatuar hastalıkların tedavisinde steroid gereksinimini azaltıcı ilaçlar olarak kullanılmaktadır. Hastalığın steroide yanıtsız olması ya da önemli steroid yan etkilerinin
çıkması bu ilaçlar için başlıca indikasyondur. Bu indikasyon kronik sarkoidoz için
de tartışılmaktadır. Steroide refrakter ya da steroid yan etkilerini tolere edemeyen kronik olgularda bu ilaçların kullanılabileceği belirtilmektedir.
Bu ilaçların etkinlikleri ve yan etkileri değişmekle birlikte ortak yan etkileri hematolojik ve gastrointestinal toksisite; teratojenik ve karsinojenik etkidir.
Metotreksat (MTX) bir folik asit antagonistidir. Yüksek dozlarda sitotoksik ve
sitostatiktir; düşük dozlarda ise güçlü bir antiinflamatuar ve immünmodulatör bir
ajandır. Kronik refrakter olgularda, steroid yan etkileri tolere edilemediğinde kullanılabilir. Akut olgularda (<2 yıl olup steroid gerektiren olgular) steroidle birlikte
verildiğinde 6 aylık kullanımdan sonraki dönemde steroid dozunda azalma sağladığı (steroid sparing etkisi olduğu) gösterilmiştir. MTX için önerilen doz haftada
bir 5-15 mg’dır, tedaviye folik asit eklenmesi toksisiteyi azaltır. İlk 2 ay 2 haftada
bir, sonra 4 haftada bir tam kan kontrolü, her ay karaciğer ve böbrek fonksiyon
testlerinin kontrolü önerilmektedir. MTX akciğer, göz, deri, karaciğer, nörolojik
ve kalp tutulumlarında kullanılmış ve düzelme sağladığı görülmüştür. Anlamlı bir
etki 6 aylık kullanımdan önce çıkmaz (13,59,66,67).
Azatioprin bir pürin analoğudur. Birçok inflamatuar hastalıkta “steroid sparing”
ajan olarak kullanılmaktadır. 50-200 mg/gün dozunda verilmesi önerilmektedir
(13,59).
Siklofosfamid, alkilleyici ajanlardandır. T hücre aktivasyonunu ve B hücre immünglobulin üretimini baskılar. Günde 100-150 mg oral ya da 2 haftada bir
1-1.5 g intravenöz olarak uygulanabilir. Özellikle nörosarkoidozda başarılı sonuçlar bildirilmiştir (41,59).
Leflunamid de metotreksata benzer etkinlik gösteren bir ilaç olarak önerilmektedir. Ayrıca leflunamidin metotreksatla birlikte kullanılmasının daha etkin olabile-
SARKOİDOZ
93
ceği tartışılmaktadır. Bir diğer kombinasyon olarak metotreksat ve azatioprinin
birlikte kullanımı da denenmiştir (13,59,68).
Küçük serilerde, kronik üveitte mikofenolat mofetil ile olumlu sonuçlar bildirilmiştir (59).
Antisitokin Tedaviler-Biyolojik ajanlar:
Sarkoidoz patofizyolojisinde sitokinler ve kemokinler çok önemli yer tutmaktadır.
Sitokinlerin patogenetik rolünün anlaşılması tedavide sitokin antagonistlerinin
kullanımını gündeme getirmiştir.
TNF-α sarkoidoz patogenezindeki en önemli sitokinlerdendir. Bu nedenle konvansiyonel tedavilere refrakter sarkoidozun tedavisinde anti-TNF stratejilerin yeri
olabileceği düşünülmektedir.
TNF salınım inhibe eden Pentoksifilin ile 18 sarkoidozlu olguda yapılmış bir çalışma olumlu sonuçlar vermiştir (69).
Bir sedatif olan Talidomidin aktive monositler tarafından TNF-α salınımını baskıladığı gösterilmiştir. Deri sarkoidozunda talidomid yararlıdır. Teratojenik etkisi
nedeniyle çok dikkatli olunmalıdır (68,70).
TNF-α antagonisti monoklonal antikorların sarkoidoz tedavisinde yararlı olduğu görülmüştür. Bu gruptan Infliximab tedaviye refrakter sarkoidozlu olgularda
kullanılmış ve olumlu sonuçlar bildirilmiştir (71,72). Kronik akciğer sarkoidozlu
138 olguda infliximabın etkinliğinin araştırıldığı faz 2 çalışmada 3 mg/kg ve 5
mg/kg dozlarda infliximab plasebo ile karşılaştırılmış ve tedavinin 24. haftada
FVC değerinde anlamlı düzelme sağladığı görülmüştür. Tedavinin iki dozu arasında fark bulunmamıştır. FVC’de düzelme izlenirken 6 dakika yürüme testinde,
yaşam kalitesi değerlendirmesinde, dispne skorlamasında herhangi bir değişiklik
saptanmamıştır (73).
Antisitokin ajanlardan infliksimab ile başarılı sonuçlar bildirilirken, etanercept
etkisiz bulunmuştur (59,74).
Anti TNF ajanların kullanımı ile ilgili öneriler günlük steroid dozunun 10 mg’ın
altına düşürülemediği olgularda sitokinlerin kullanılması, sitokinlere yanıt alınmadığı durumda da bir anti-TNF ajanın denenmesi şeklindedir. Yaşam kalitesi daha
kötü, FVC değeri daha düşük, dispnesi daha şiddetli, hastalık süresi daha uzun
olan veya önemli ekstrapulmoner hastalığı (lupus pernio, santral sinir sistemi
tutulumu) olan olgularda bu ilaçlara daha iyi yanıt alınmaktadır (74). Anti-TNF
kullanım süresi net değildir. Tedavi kesildikten sonra genellikle 3-12 ay içinde
nüks görülmektedir (75).
Adalimumab, certolizumab, golimumab etkinliği araştırılan anti-TNF ajanlardır (59).
94
SARKOİDOZ
Anti CD20 etkinliği olan rituksimab, B hücreli lenfoma tedavisinde kullanılan
bir biyolojik ajandır. Dirençli sarkoidozda yararlı olabileceğine dair olgu sunuları
vardır (76).
Diğer Tedaviler
Nörosarkoidozda hidrosefali ya da kitle lezyonları için cerrahi gerekebilir. Az sayıda nörosarkoidozlu olguya radyoterapi uygulanmıştır, ancak önemli yan etkileri
vardır (1).
Kardiyak tutulumda antiaritmikler, kalp yetmezliği tedavisi, pace-maker, implantable kardioverter defibrilatör uygulanması gerekebilir.
Sarkoidoza bağlı yorgunluk yakınmasının tedavisinde d-metilfenidat plaseboya
göre üstün bulunmuştur (77).
Semptomatik hepatik sarkoidozlu olgularda ursodeoksikolik asit ile başarılı sonuç alınabilir.
Bronşektazi, kor pulmonale gelişen olgularda antibiotik, bronkodilatör, antibiyotik, diüretik gerekir.
Son dönem organ yetmezliği gelişen olgular için transplantasyon düşünülmelidir (59).
KAYNAKLAR
1. Hunninghake GW, Costabel U, Ando M, et al. ATS/ERS/WASOG statement on
sarcoidosis. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 1999; 16: 149-73.
2. Musellim B, Kumbasar OO, Ongen G, et al. Epidemiological features of Turkish patients
with sarcoidosis. Respir Med 2009; 103: 907-12.
3. de Boer S, Wilsher M. Sarcoidosis. Chronic Resp Dis 2010; 7: 247-58.
4. Baughman RP, Teirstein AS, Judson MA, et al. Clinical characteristics of patients in a
case control study of sarcoidosis. Am J Respir Crit Care Med 2001; 164: 1885-9.
5. Okumus G, Musellim B, Cetinkaya E, et al. Extrapulmonary involvement in patients with
sarcoidosis in Turkey. Respirology 2011; 16: 446-50.
6. Grutter JC, Drent M, van den Bosch JMM. Sarcoidosis. Eur Respir Mon 2009; 46:
126-54.
7. Rybicki B, Ianuzzi MC, Frederick MM, et al. and the ACCESS Research Group. Familial
aggregation of sarcoidosis. A case control etiologic study of sarcoidosis (ACCESS). Am J
Respir Crit Care Med 2001; 164: 2085-91.
8. Morgenthau AS, Ianuzzi MC. Recent Advances in Sarcoidosis. Chest 2011; 139: 17482.
9. Ianuzzi MC, Rybicki BA. Genetics of sarcoidosis. Candidate genes and genome scans.
Proc Am Thorac Soc 2007; 4: 108-16.
10. Grunewald J, Eklund A. Lofgren’s syndrome: human leucocyte antigen strongly influences
disease course. Am J Respir Crit Care Med 2009; 179: 307-12.
11. Akokan G, Çelikoglu S, Göksel F, Demirci SI. Antigens in Turkish patients with sarcoidosis.
N Engl J Med 1977; 296: 759.
SARKOİDOZ
95
12. Çelik G, Şen E, Ülger AF, et al. Human leucocyte antigens A and B in Turkish patients
with sarcoidosis. Arch Bronconeumol 2004; 40: 449-52.
13. Baughman RP, Culver DA, Judson MA. A concise review of pulmonary sarcoidosis. Am
J Respir Crit Care Med 2011; 183: 573-81.
14. Moller DE, Chen ES. What causes sarcoidosis. Curr Opin Pulm Med 2002; 8: 429-34.
15.Ishige I, Eishi Y, Takemura T, et al. Propionibacterium acnes is the most common
bacterium commensal in peripheral lung tissue and mediastinal lymph nodes from subjects
without sarcoidosis. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2005; 22: 33-42.
16.Gupta D, Agarwal N, Aggarwal AN, Jindal SK. Molecular evidence for the role of
mycobacteria in sarcoidosis: a meta-analysis. Eur Respir J 2007; 30: 508-16.
17. Hajizadeh R, Sato H, Carlisle J, et al. Mycobacterium tuberculosis Antigen 85 A induces
Th-1 immune responses in systemic sarcoidosis. J Clin Immunol 2007; 27: 445-54.
18.Rybicki BA, Amend KL, Maliarik MJ, Ianuzzi MC. Photocopier exposure and risk of
sarcoidosis in African-American sibs. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2004; 21: 4955.
19. Izbicki G, Chavko R, Banauch GI, et al. World Trade Center “Sarcoid like” granulomatous
pulmonary disease in New York City Fire Department Rescue Workers. Chest 2007;
131: 1414-23.
20. Celik G, Sen E, Ulger F, Kumbasar Ozdemir O, et al. Sarcoidosis caused by interferon
thrapy. Respirology 2005; 10: 535-40.
21. Verschueren K, Essche EV, Verschueren P, et al. Development of sarcoidosis in etanercept
treated rheumatoid arthiritis patients. Clin Rheumatol 2007; 26: 1969-71.
22. O’Shea FD, Marras TK, Inman RD. Pulmonary sarcoidosis developing during infliximab
therapy. Arthritis Rheumatism 2006; 55: 978-81.
23.Almodovar R, Izquierdo M, Zarco P, et al. Pulmonary sarcoidosis in a patient with
ankylosing spondilitis treated with infliximab. Clin Exp Rheumatol 2007; 25: 35-9.
24. Massara A, Cavazzini L, La Corte R, Trotta F. Sarcoidosis appearing during anti-tumoe
necrosis factor α therapy : A new class effect” paradoxical phenomenon. Two case
reports and literature review. Semin Arthritis and Rheum 2010; 39: 313-9.
25.El-Jundi O, Karakaya G, Kalyoncu FA. Sarcoidosis following specific immunotherapy:
more than just coincidence? Allergol immunopathol 2007; 35: 32-4.
26. Agostini C, Adomi F, Semenzato G. New pathogenetic insights to the sarcoid granuloma.
Curr Opin Rheumatol 2000; 12: 71-6.
27.Agositini C, Meneghin A, Semenzato G. T lymphocytes and cytokines in sarkoidosis.
Curr Opin Pulm Med 2002; 8: 435-40.
28. Hamzeh N. Sarcoidosis. Med Clin North Am 2011; 95: 1223-34.
29. Stridh H, Planck A, Gigliotti D, et al. Apoptosis resistant bronchoalveoler lavage (BAL)
fluid lymphosytes in sarcoidosis. Thorax 2002; 57: 897-901.
30. Ozdemir Kumbasar O, Celik G, Dalva K, et al. High CD95 expression of BAL lymphocytes
predicts chronic course in patients with sarcoidosis. Respirology 2007; 12: 869-73.
31. Mihailovic-Vucunic V, Jovanovic D. Pulmonary Sarcoidosis. Clin Chest Med 2008; 29:
459-73.
32. Keir G, Wells AU. Assesssing pulmonary disease and response to therapy: Which test?
Semin Resp Crit Care Med 2010; 31: 409-18.
33. Malaisamy S, Dalal B, Bimenyuy C, Soubani AO. The clinical and radiological features of
nodular pulmonary sarcoidosis. Lung 2009; 187: 9-15.
96
SARKOİDOZ
34. Nishino M, Lee KS, Itoh H, Hatabu H. The spectrum of pulmoanry sarcoidosis: varaitions
of high-resolution CT findings and clues for specific diagnosis. Eur J Radiol 2010; 73:
66-73.
35. Ozdemir Kumbasar O, Kaya A, Ülger F, Alper D. Multiple endobronchial mass lesions
due to sarcoidosis. Tüberküloz ve Toraks 2003; 51: 190-2.
36. Judson MA. The management of sarcoidosis by the primary care physician. The Am J
Med 2007; 120: 403-7.
37. Nardi A, Brillet PY, Letoumelin P, et al. Satge IV sarcoidosis: comparison of survival with
the general population and causes of death. Eur Respir J 2011; 38: 1368-73.
38. Saleem I, Moss J, Egan JJ. Lung transplantation for rare pulmonary diseases. Sarcoidosis
Vasc Diffuse Lung Dis 2005; 22: 85-90.
39. Diaz-Guzman E, Farver C, Parambil J, Culver DA. Pulmonary hypertension caused by
sarcoidosis. Clin Chest Mrd 2008; 29: 549-63.
40.Palmero V, Sulica R. Sarcoidosis-associated pulmonery hypertension. Assesment and
management. Semin Respir Crit Care Med 2010; 31: 494-500.
41. Judson MA. Sarcoidosis: Clinical presentation, diagnosis and approach to treatment Am
J Med Sci 2008; 335: 26-33.
42. Marchell RM, Judson M. Cutaneous sarcoidosis. Semin Respir Crit Care Med 2010; 31:
442-51.
43.Atmaca LS, Atmaca-Sönmez P, Idil A, et al. Ocular involvement in sarcoidosis. Ocul
Immunol and Inflamm 2009; 17: 91-4.
44. Sweiss N, Patterson K, Sawaqed R, et al. Rheumatologic manifestations of sarcoidosis.
Semin Respir Crit Care Med 2010; 31: 463-73.
45.Friedman M, Ali MA, Borum ML. Gastric sarcoidosis: a case report and review of
literature. South Med J 2007; 100: 301-3.
46.Pierre-Louis B, Prasad A, Frishman WH. Cardiac manifestations of sarcoidosis and
therapeutic options. Cardiology in Review 2009; 17: 153-8.
47. Hiramitsu S, Morimoto S, Uemura A, et al. National survey on status of steroid therapy
for cardiac sarcoidosis in Japan. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2005; 22: 210-3.
48. Pandya C, Brunken RC, Tchou P, et al. Detecting cardiac involvement in sarcoidosis: a
call for prospective studies of newer imaging techniques. Eur Respir J 2007; 29: 418-22.
49. Nunes H, Fruynet O, Naggara N, et al. Caediac sarcoidosis. Semin Respir Crit Care Med
2010; 31: 428-41.
50. Vargas D, Stern BJ. Neurosarcoidosis: Diagnosis and management. Semin Respir Crit
Care Med 2010; 31: 419-27.
51. James DG, Sharma OP. Parotid gland sarcoidosis. Sarc Vasc Diffuse Lung Dis 2000; 17:
27-32.
52.Vucinic V, Skodric-Trifunovic V, Igntjatovic S. How to diagnose and manage difficult
problems of calcium metabolism in sarcoidosis: an evidence-based review. Curr Opin
Pulm Med 2011; 17: 297-302.
53. Mendoza V, Vahid B, Weibel S. Upper respiratory tract manifestations of sarcoidosis. Clin
Pulm Med 2007; 14: 278-80.
54. Judson MA. The diagnosis of sarcoidosis. Clin Chest Med 2008; 29: 415-27.
55. Costabel U, Ohshimo S, Guzman J. Diagnosis of sarcoidosis. Curr Opin Pulm Med 2008;
14: 455-61.
56. Baughman RP. Pulmonary sarcoidosis. Clin Chest Med 2004; 25: 521-30.
SARKOİDOZ
97
57. Wong M, Yasafuku K, Nakajima T, et al. Endobronchial ultrasound: new insights for the
diagnosis of sarcoidosis. Eur Respir J 2007; 29: 1182-6.
58. Tabak L, Agirbas E, Yilmazbayhan D, et al. The value of labial biyopsi in the differentiation
of tuberculosis from sarcoidosis. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2001; 18:
191-5.
59. Lazar CA, Culver DA. Treatment of sarcoidosis. Semin Respir Crit Care Med 2010; 31:
501-18.
60.Gottlieb JE, Israel HL, Steiner RM, et al. Outcome in sarcoidosis. The relationship of
relapse to corticosteroid therapy. Chest 1997; 111: 623-31.
61. Baughman RP, Costabel U, du Bois RB. Treatment of sarcoidosis. Clin Chest Med 2008;
29: 533-48.
62.Gibson PJ, Prescott RJ, Muers MF, et al. British Thoracic Society Sarcoidosis Study:
effects of long term corticosteroid treatment. Thorax 1996; 51: 238-47.
63. Judson MA. An approach to the treatment of pulmonary sarcoidosis with corticosteroids.
Chest 1999; 115: 1158-65.
64. James DG. Treatment in: Sarcoidosis and other granulomatous disorders. James DG, ed.
Lung biology in health and disease New York, Marcel Dekker 1994; 73: 607-17.
65.Bachelez H, Senet P, Cadranel J, et al. The use of tetracyclines for treatment of
sarcoidosis. Arch Dermatol 2001; 137: 69-73.
66. Baughman RP, Lower EE. Alternatives to corticosteroids in the treatment of sarcoidosis.
Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 1997; 14: 121-30.
67. Baughman RP, Winget DB, Lower EE. Methotrexate is steroid sparing in acute sarcoidosis:
results of a double blind, randomized trial. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2000; 17:
60-6.
68. Baughmann RP, Lower EE. Novel therapies for sarcoidosis. Semin respir Crit Care Med
2007; 28: 128-33.
69. Zabel P, Entzian P, Dalhoff K, Schlaak M. Pentoxifylline in treatment of sarcoidosis. Am
J Respir Crit Care Med 1997; 155: 1665-9.
70.Estines O, Revuz J, Wolkenstein P, et al. Sarcoidosis: thalidomide treatment in ten
patients. Ann Dermatol Venereol 2001; 128: 611-3.
71. Baughman RP, Lower EE. Infliximab for refractory sarcoidisis. Sarcoidosis Vasc Diffuse
Lung Dis 2001; 18: 70-4.
72.Saleh S, Godsian S, Yakimova V, et al. Effectiveness of infliximab in treating selected
patients with sarcoidosis. Respiratory Medicine 2006; 100: 2053-9.
73.Baughman RP, Drent M, Kavuru M, et al. Infliximab therapy in patients with chronic
sarcoidosis and pulmonary involvement. Am J Respir Crit Care Med 2006; 174:
795-802.
74.Baughman RP, Lower EE, Drent M. Inhibitors of tumor necrosis factor (TNF) in
sarcoidosis: who, what and how to use them. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2008;
25: 76-89.
75. Panselinas E, Rodgers JK, Judson MA. Clinical outcomes in sarcoidosis after cessation of
infliximab treatment Respirology 2009; 14: 522-8.
76. Belkhou A, Younsai R, El Bouchitti I, El Hassani S. Rituximab as a treatment alternative
in sarcoidosis. Joint Bone Spine 2008; 75: 511-2.
77. Lower EE, Harman S, Baughman RP. Double-blind randomized trial of dexmethylfenidate
hydrochlorid fort the treatment of sarcoidosis-associated fatigue. Chest 2008; 133:
1189-95.
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL
PNÖMONİLER
Prof. Dr. Levent TABAK
İdiyopatik interstisyel pnömoniler (İİP), diffüz parankimal akciğer hastalıklarının
bir alt grubudur (Şekil 1). Bu grubu, farklı paternlerde interstisyel inflamasyon ve
fibrozis içeren ancak interstisyum dışında hava boşlukları, periferik hava yolları
ve damarsal yapıların da farklı oranlarda etkilendiği heterojen yapıda hastalıklar
oluşturur. İİP’lerin her biri diğerlerinden farklı klinikopatolojik antitelerdir. İİP’leri
diğer gruplardan ve birbirlerinden anamnez, fizik muayene, radyolojik bulgular,
laboratuar tetkikleri ve patolojik özelliklerine göre ayırd etmek mümkündür (1-4).
Klinik pratikte en sık yapılan hata, hastaların çoğunun yanlışlıkla İİP olarak sınıflandırılmasıdır. Zira yetersiz anamnez alınması nedeni ile radyolojik ve histopatolojik
olarak İİP tanısı konulan hastaların çoğunda hastalığın gelişiminden mesleki veya
çevresel ekspozisyon, ilaç kullanımı ya da henüz tanısı konulmamış sistemik bir
hastalık örneğin bağ dokusu hastalığı sorumlu olabilir (5-7). Dolayısıyla İİP düşünülen bir hastada tanı amacı ile yapılan araştırmalar sırasında her aşamada tanı
yeniden gözden geçirilmeli, hastalığın gelişiminden sorumlu olabilecek bir etyolojik
faktör saptandığında İİP tanısı revize edilmelidir. Benzer şekilde ilk kez Liebow ve
Carrington tarafından histopatolojik bulgulara dayanılarak yapılan İİP sınıflandırıl-
Kalıtsal*
Bağ dokusu
hastalıkları
İlaç
Akciğeri
Granülomatöz
Hastalıklar**
Mesleki
Çevresel
Özgün***
Hastalıklar
İdiyopatik İnterstisyel Pnömonitis
İPF (UIP)
İPF dışı
NSIP
DIP
RBILD
Şekil 1. İnterstisyel akciğer hastalıkları
*Tuberoz skleroz, Hermansky-Pudlak, nörofibromatozis, Depo hast., familyal IPF
**Sarkoidoz, EAA, berilyoz
***LAM, Histiositozis, PAP, neoplazi, pulmoner kapillarit, veno oklusiv hast.
98
KOP
AIP
LIP
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİLER
99
masında da yıllar içinde elde edilen bilgiler ışığında değişiklikler meydana gelmiştir
ve gelecekte de değişiklikler olması beklenmektedir (Tablo 1) (8-11).
İİP hastalarının değerlendirilmesi detaylı anamnez alınması ile başlar. Anamnez
de semptomların başlangıç hızı, seyri, ko-morbid hastalıkların bulunup bulunmadığı, ilaç kullanımı, çevresel ve mesleki ekspozisyon, sigara kullanımı ve soy
geçmiş sorgulanmalıdır (12,13). Fizik muayenede rallerin karakterine, çomak
parmak ve sistemik hastalıkların ekstrapulmoner belirtilerinin bulunup bulunmadığına bakılmalıdır (14). Hastaların değerlendirilmesinde daha sonra solunum
fonksiyon testleri ile radyolojik tetkiklere başvurulur.
Solunum fonksiyon testlerinde genel olarak saptanan restriksiyon dışında, küçük
hava yollarının tutulduğu hastalarda obstruksiyon, interstisyum ve vasküler tutulumun göstergesi olarak diffüzyon kapasitesinde azalma tesbit edilebilir. Birlikte
bulunan amfizem, İPF’li hastalarda vital kapasitedeki düşmeyi maskeleyebilir (15).
Bazı hastalarda 6 dakika yürüme testi ya da kardiyopulmoner egzersiz testleri tanıda, hastalığın seyrinin veya tedaviye yanıtın izlenmesinde yararlı olabilir (16-18).
Hastaların çok azında akciğer grafisi başka bir radyolojik tetkike gerek kalmadan
tanı için yeterli olabilir. İİP’lerin tutulum paternleri birbirinden çok farklı olduğundan tanı koymada yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi çok duyarlıdır.
İİP’lerin her biri için YRBT bulguları tanımlanmıştır (Tablo 2) (19,20). YRBT’de
saptanan bulgular ile biyopside tanımlanan patolojik bulguların korelasyonu oldukça yüksektir. İİP değerlendirilmesinde YRBT’nin bir diğer avantajı da, bazı
diğer İİP dışı interstisyel akciğer hastalıklarının da ayırd edilebilmesidir.
Tablo 1. İdiyopatik İnterstisyel Pnömoni Sınıflamasında değişiklikler
Liebow-
Katzenstein
Carrington
(1997)
(1969)
Müller-
Colby
(1997)
ATS/ERS
(2002)
UIP
UIP
UIP
UIP
DIP
DIP/RBILD
DIP
DIP
RBILD
BOOP+DAD
(-)
BOOP
KOP
(-)
AIP
AIP
AIP
(-)
NSIP
NSIP
NSIP
LIP
(-)
(-)
LIP
GIP
(-)
(-)
(-)
UIP: Usual interstisyel pnömoni, DIP: Deskuamatif İnterstisyel
Pnömoni, RBILD: Respiratuar Bronşiyolit İnterstisyel Pnömoni, BOIP: Bronşiyolitis Obliterans İnterstisyel Pnömoni,
BOOP: Bronşiyolitis Obliterans Organize Pnömoni, KOP: Kriptojenik Organize Pnömoni, AIP: Akut İnterstisyel Pnömoni,
NSIP: Nonspesifik İnterstisyel Pnömoni, LIP: Lenfositik İnterstisyel Pnömoni, GIP: Dev hücreli İnterstisyel Pnömoni
YRBT değerlendirmesi sırasında radyoloğun ilk yapması
gereken idiyopatik pulmoner
fibrozis (İPF) tanısı için Tablo
3’de görülen tanımlanmış paternlerin mevcut olup olmadığını araştırmak ve İPF’yi diğer
İİP’lerden ayırt etmeye çalışmaktır.
İİP’lerde en güvenilir kliniko-patolojik tanı için cerrahi
biyopsi gerekir. Sedece tipik
klinik ve radyolojik UIP/İPF
olan olgularda biyopsi gerekmeyebilir (21,22). YRBT
bulgularının atipik olduğu durumlarda; lezyonlar ağırlıklı
olarak üst loblarda veya pe-
100
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİLER
Tablo 2. IIP’lerin YRBT bulgularının özeti
YRBT Bulgusu
Dağılım
İPF
Retiküler, bal peteği, buzlu cam az, volüm kaybı
Alt zonlar, periferik
NSİP
Buzlu cam hakimiyeti, retiküler opasite
Alt zonlar, homojen
KOP
Yamalı bilateral nonsegmental konsolidasyon
Periferik, yer değiştiren
RBİLD
Bronş duvarı kalınlaşması, sentrilobüler nodül
Üst zonlar, homojen
DİP
Buzlu cam, nodül, bal peteği
Orta-alt zonlar, periferik
AİP
Nonsegmental yamalı konsolidasyon
Difffüz, santral
LİP
Buzlu cam, kistik değişiklikler
Diffüz, tüm zonlar
Tablo 3. YRBT UIP patern kriterleri (3)
UIP PATERNİ
(4 özelliğin tamamı)
MUHTEMEL UIP PATERNİ
(3 özelliğin tamamı)
UIP İLE
UYUMSUZ PATERN
• Subplevral bazal hakim
dağılım
• Subplevral bazal hakim
dağılım
• Üst-orta lob hakim dağılım
• Retiküler görünüm
• Retiküler görünüm
• Traksiyon bronşiyektazisi ile
birlikte veya tek başına bal
peteği
• UIP ile uyumsuz patern
bulgularının olmaması
• UIP ile uyumsuz patern
bulgularının olmaması
• Peribronkovasküler dağılım
• Buzlu cam>retiküler görünüm
• Bilateral üst loblarda hakim
yaygın mikronodüler görünüm
• Bal peteği alanlarının dışında
multipl, bilateral kistik
lezyonlar
• 3 veya daha fazla lobda, bilateral diffüz mozaik paterni
veya hava hapsi alanları
• Bronkopulmoner segmental
veya lober konsolidasyon
ribronkovasküler olarak yerleştiğin de, buzlu cam görünümün retiküler görünümden daha hakim olduğun da veya mikronodüllerin bulunduğu hastalarda ya
da atipik klinik özellikler; genç yaş, çevresel veya mesleki maruziyet olmaması,
dispne yokluğu, solunum fonksiyon testlerinin normal olması, bronkoalveoler
lavajda lenfositoz olması durumunda ise idiyopatik interstisyel pnömoni tanısı
için biyopsi gerekir (23). İPF tanısı için yapılan biyopsilerde Tablo 4’de görülen
özelliklere göre İPF olasılığı YRBT bulguları ile birleştirilerek tercihen multidisipliner bir yaklaşım içinde Tablo 5’da görüldüğü şekilde belirlenebilir (24).
İİP’lerde biyopsi kararı alındıktan sonra hatırlanması gereken bazı önemli noktalar vardır. İİP tanısında transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBB) çok az hastada
tanı koydurucudur (25). TBB’nin asıl amacı sarkoidoz, neoplazi ve infeksiyonu
dışlamaktır. Cerrahi biyopsi ile patolojik örnek alınmasının en az yararlı olduğu
durumların hastalığın son evresinde ya da tedavi başlanıldıktan sonra yapılan
biyopsiler olduğu unutulmamalıdır.
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİLER
101
Tablo 4. Histopatolojik UIP patern kriterleri
UIP PATERNİ
MUHTEMEL UIP
(4 özelliğin tamamı) PATERNİ*
OLASI UIP
UIP DEĞİL
PATERNİ**
(3 özelliğin tamamı)
• Subplevral/parasep- • Subplevral/parasep- • Yamalı veya diffüz
tal belirgin fibrozis
tal belirgin fibrozis
parankimal fibrozis
ve yapısal distorsive yapısal distorsive, veya
yon± bal peteği
yon ± bal peteği
interstisyel inflamasyon
• Yamalı parankimal
• Yamalı parankifibrozis
mal fibrozis veya
• Diğer UIP kriterlerifibroblastik focus
nin olmaması
• Fibroblastik focus
varlığından birisinin
varlığı
• UIP tanısı ile uyumolmaması
suz başka tanıyı
• UIP tanısı ile uyum• UIP tanısı ile uyumdestekleyen bulgu
suz başka tanıyı
suz başka tanıyı
olmaması
destekleyen bulgu
destekleyen bulgu
olmaması
olmaması
• Hyalin membran
• Organize pnömoni
• Granülom
• Bal peteğinden
uzakta belirgin
interstisyel inflamasyon
• Havayolları ağırlıklı
değişiklikler
• Başka bir tanıyı
düşündüren diğer
özellikler
*Muhtemel: olma olasılığı olmama olasılığından yüksek, ** Olası: olabilir de olmayabilir de
Tablo 5. İPF tanısı için YRBT ve Cerrahi Biyopsi Kombinasyonuna göre değerlendirme
YRBT Paterni
Cerrahi Biyopsi paterni
İPF Tanısı
UIP
Muhtemel UIP
UIP
Olası UIP
EVET
Sınıflandırılamayan fibrozis
IPF değil
UIP
MUHTEMEL UIP
MUHTEMEL
OLASI UIP
Sınıflandırılamayan fibrozis
UIP ile Uyumsuz
HAYIR
EVET
MUHTEMEL
IPF Değil
HAYIR
UIP
OLASI
Muhtemel UIP
Olası UIP
Sınıflandırılamayan fibrozis
UIP değil
HAYIR
102
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİLER
Cerrahi biyopsi alırken YRBT çok yol gösterici olur. Zira cerrahi biyopsinin akciğerin en kötü gözüken bölgelerinden alınmaması gerekir, ancak fibrozis veya
bal peteği görünümünün bulunmadığı hastalarda cerrah mutlaka radyolojik ya da
göz ile kötü gözüken bölümleride içerecek şekilde biyopsi almalıdır. Biyopsiler
birden fazla lobdan alınmalı ve biyopsi alınırken akciğerin klemp veya başka
bir enstrüman ile sıkıştırılmamasına dikkat edilmeli, sıkıştığı gözlenen iyatrojenik
atelektazi gelişmiş örnekler formol injeksiyonu veya sıvı içerisinde sallanarak şiştiği görüldükten sonra patolojiye gönderilmelidir (26).
Birden fazla lobdan alınan biyopsilerde farklı patolojik tanı veya uyumsuzluk bulunması durumunda, klinik bulgular ve radyolojik olarak daha belirgin paterne
göre karar verilmelidir. İİP’lerde patolojik paternlerin özellikleri Tablo 6’da görülmektedir (27). Loblar arasında patolojik farklılık durumunda tanı için karar
verirken prognozu daha kötü olan sonuç, ya da sarkoidoz, ekstrensek allerjik
alveolit gibi spesifik bir lezyon olduğunda ise spesifik hastalık son tanı olarak
kabul edilmelidir (28).
İİP tanısında bronkoalveoler lavaj (BAL) her zaman gerekli değildir. Ancak BAL
parankimal akciğer hastalıklarında infeksiyon veya tümörü ekarte etmek ve cerrahi biyopsi kararı almak için yararlıdır. İİP’lerde BAL tanı koydurucu olmamakla
birlikte bazen tipik hücresel dağılım paternleri veya morfolojisi pulmoner alveoler
proteinozis, histiositozis-X veya ilaç akciğeri tanısı koydurmada değerlidir (29).
İİP’lerin tedaviye yanıtları ve prognozları da çok farklılık gösterir. Tedavide kullanılan ilaçların detaylarından burada bahsedilmeyecektir ancak tedavinin temelini
geçmişte olduğu gibi günümüzde de kortikosteroid tedavisi oluşturmaktadır. Kortikosteroidler dışında sürekli oksijen tedavisi, immunsupresif ajanlar (siklofosfamid, azothioprin), antikoagülanlar ve pulmoner rehabilitasyon teknikleri tedavide kullanılır (30,31). Başta İPF olmak üzere tedaviye yanıt vermeyen hastalarda
en etkin tedavi akciğer transplantasyonudur.
İİP’lerin klinikopatolojik özellikleri Tablo 7’de görülmektedir. İİP tanı ve tedavisinde ise Şekil 2’deki yaklaşım şeması izlenebilir (32).
Tablo 6. İPF tanısı için YRBT ve Cerrahi Biyopsi Kombinasyonuna göre değerlendirme
Hasar Bölgesi
Dağılım
Tutulum
Ayırıcı Özellik
İPF
Subplevral, periferik
Yamalı
Heterojen
Fibroblastik focus
NSİP
Alveoler septal
Diffüz
Homojen
Septal fibrozis
KOP
Bronkiolosentrik
Yamalı
Homojen
İnterstisyel granülasyon
RBİLD
Bronkiolosentrik
Yamalı
Homojen
Bronkiolosentrik nodül
DİP
Alveoler septum
Diffüz
Homojen
Alveolit, septal fibrozis
AİP
Alveoler
Yamalı
Homojen
Alveoler hasar, kanama
LİP
Alveoler septal
Diffüz
Homojen
İnflamasyon, fibrozis yok
103
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİLER
Tablo 7. İİP’lerin klinikopatolojik özellikleri ve ayırd ettirici farklılıkları
IPF
Yaş
NSIP
50-60 40-50
Cins
E>K
Süre
>6 ay
Eşit
1-2 yıl
Sigara +
-
+
Dispne
+
Kons smp.
SYİ
Çomak p.
-
++
-
+++
RBILD
40-50
Eşit
E>K
<3 ay
Öksürük +
++
KOP
50-60
ay
-
-
++
EşitK>E
+
++
+
-
-
++
-
++-
++
Lab
RF, ANA
ANA, RF, CRP, ESR
C3-4Lökositoz
Normal
Normal
SFT/DLCOR,↓
R, /O,↓
O/R,↓
O/R,↓
--
+
-
R,↓
<3 hafta >3 yıl
+
-
-
LIP
E>K
Hafta-ay
+(+balgam) +
+
AIP
5050
+
+++
+
DIP
40-50
++++
-
Bazen
Geç+
ARDS Anemi
R,↓
R,↓
BALPNL ↑LNF ↑
Total hücre ↑ Alveoler Mak. Alveoler Mak. PNL↑LNF↑
CD4/CD8 ↓ Pigment PigmentHemoraji
Radyoloji Alt, periferik Bil alt zonlar
Periferik
Üst zonlar
Radyoloji interstisyel
GGO Nonsegmental Nodüler
GGO (-) interstisyel az konsolidasyon
Tedavi Yanıtı Kötü
İyi
Çok kötü
İyi
Orta-alt
Diffüz Baziler
GGO
interstisyel
ARDSGGO
İyi
Kötü
Anamnez, Fizik Muayene, Radyoloji, Solunum fonksiyon testi
İİP Olabilir?
YRBT
Tipik Klinik/Radyolojik
İPF
Steroid dışı tedavi
Oksijen, PR, İmmunsupresif
Atipik Klinik/Radyolojik
İPF
Tipik ya da Olası
İİP’den farklı DPAH
Retiküler
Buzlu cam
(>%25 retiküler) (<%25 retiküler)
TBB/BAL
Tanı (+)
Transplantasyon
Tanı (-)
Cerrahi Biyopsi
İPF
İPF dışı İİP
Kortikosteroid?
Şekil 2. İİP tanı ve tedavi yaklaşım şeması (32)
DPAH: Diffüz Parankimal Akciğer Hastalığı, PR: Pulmoner Rehabilitasyon
Tedavi
İyi
104
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİLER
KAYNAKLAR
1. Coultas DB, Zumwalt RE, Black WC, Sobonya RE. The epidemiology of interstitial lung
diseases. Am J Respir Crit Care Med 1994; 150: 967-72.
2. American Thoracic Society; European Respiratory Society. Idiopathic pulmonary fibrosis:
diagnosis and treatment: International consensus statement. Am J Respir Crit Care Med
2000; 161: 646-64.
3. Raghu G, Collard HR, Egan JJ, et al. An Official ATS/ERS/JRS/ALAT Statement:
Idiopathic Pulmonary Fibrosis: Evidence-based Guidelines for Diagnosis and Management.
Am J Respir Crit Care Med 2011; 183: 788.
4. Kim DS, Collard HR, King TE Jr. Classification and natural history of the idiopathic
interstitial pneumonias. Proc Am Thorac Soc 2006; 3: 285-92.
5. Iwai K, Mori T, Yamada N, et al. Idiopathic pulmonary fibrosis: epidemiologic approaches
to occupational exposure. Am J Respir Crit Care Med 1994; 150: 670-5.
6. Nadrous HF, Myers JL, Decker PA, Ryu JH. Idiopathic pulmonary fibrosis in patients
younger than 50 years. Mayo Clin Proc 2005; 80: 37-40.
7. Raghu G, Weycker D, Edelsberg J, et al. Incidence and prevalence of idiopathic pulmonary
fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2006; 174: 810-6.
8. Liebow A. Definition and classification of interstitial pneumonias in human pathology.
Prog Respir Res 1975; 8: 1.
9. Katzenstein AL, Myers JL. Idiopathic pulmonary fibrosis: clinical relevance of pathologic
classification. Am J Respir Crit Care Med 1998; 157: 1301.
10. Müller NL, Colby TV. Idiopathic interstitial pneumonias: high-resolution CT and histologic
findings. Radiographics 1999; 17: 1011-22.
11. American Thoracic Society, European Respiratory Society. American Thoracic Society/
European Respiratory Society International Multidisciplinary Consensus Classification of
the Idiopathic Interstitial Pneumonias. This joint statement of the American Thoracic
Society (ATS), and the European Respiratory Society (ERS) was adopted by the ATS
board of directors, June 2001 and by the ERS Executive Committee, June 2001. Am J
Respir Crit Care Med 2002; 165: 277.
12.Baumgartner KB, Samet JM, Stidley CA, et al. Cigarette smoking: a risk factor for
idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 1997; 155: 242-8.
13. Patti MG, Tedesco P, Golden J, et al. Idiopathic pulmonary fibrosis: how often is it really
idiopathic? J Gastrointest Surg 2005; 9: 1053-6.
14.Johnston ID, Prescott RJ, Chalmers JC, Rudd RM. British Thoracic Society study of
cryptogenic fibrosing alveolitis: current presentation and initial management. Fibrosing
Alveolitis Subcommittee of the Research Committee of the British Thoracic Society.
Thorax 1997; 52: 38-44.
15. Akagi T, Matsumoto T, Harada T, et al. Coexistent emphysema delays the decrease of
vital capacity in idiopathic pulmonary fibrosis. Respir Med 2009; 103: 1209-15.
16.Eaton T, Young P, Milne D, Wells AU. Six-minute walk, maximal exercise tests:
reproducibility in fibrotic interstitial pneumonia. Am J Respir Crit Care Med 2005; 171:
1150-7.
17.Fell CD, Liu LX, Motika C, et al. The prognostic value of cardiopulmonary exercise
testing in idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2009; 179: 402-7.
İDİYOPATİK İNTERSTİSYEL PNÖMONİLER
105
18.Hallstrand TS, Boitano LJ, Johnson WC, et al. The timed walk test as a measure of
severity and survival in idiopathic pulmonary fibrosis. Eur Respir J 2005; 25: 96-103.
19.Lynch DA, Godwin JD, Safrin S, et al. High-resolution computed tomography in
idiopathic pulmonary fibrosis: diagnosis and prognosis. Am J Respir Crit Care Med
2005; 172: 488.
20.Souza CA, Muller NL, Lee KS, et al. Idiopathic interstitial pneumonias: prevalence of
mediastinal lymph Node enlargement in 206 patients. AJR Am J Roentgenol 2006;
186: 995-9.
21. Flaherty KR, Thwaite EL, Kazerooni EA, et al. Radiological versus histological diagnosis
in UIP and NSIP: survival implications. Thorax 2003; 58: 143-8.
22. Sumikawa H, Johkoh T, Colby TV, et al. Computed tomography findings in pathological
usual interstitial pneumonia: relationship to survival. Am J Respir Crit Care Med 2008;
177: 433-9.
23. Quadrelli S, Molinari L, Ciallella L, et al. Radiological versus histopathological diagnosis
of usual interstitial pneumonia in the clinical practice: does it have any survival difference?
Respiration 2010; 79: 32-7.
24. Flaherty KR, King TE Jr, Raghu G, et al. Idiopathic interstitial pneumonia: what is the
effect of a multidisciplinary approach to diagnosis? Am J Respir Crit Care Med 2004;
170: 904-10.
25.Berbescu EA, Katzenstein AA, Snow JL, Zisman DA. Transbronchial biopsy in usual
interstitial pneumonia. Chest 2006; 129: 1126-31.
26. Monaghan H, Wells AU, Colby TV, et al. Prognostic implications of histologic patterns
in multiple surgical lung biyopsies from patients with idiopathic interstitial pneumonias.
Chest 2004; 125: 522-6.
27. Visscher DW, Myers JL. Histologic spectrum of idiopathic interstitial pneumonias. Proc
Am Thorac Soc 2006; 3: 322-9.
28. Nicholson AG, Colby TV, du Bois RM, et al. The prognostic significance of the histologic
pattern of interstitial pneumonia in patients presenting with the clinical entity of
cryptogenic fibrosing alveolitis. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 2213-7.
29. Ohshimo S, Bonella F, Cui A, et al. Significance of bronchoalveoler lavage for the diagnosis
of idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 2009; 179: 1043-7.
30. Rudd RM, Prescott RJ, Chalmers JC, Johnston IDA, Fibrosing Alveolitis Subcommittee
of the Research Committee of the British Thoracic Society. British Thoracic Society
Study on cryptogenic fibrosing alveolitis: Response to treatment and survival. Thorax
2007; 62: 62-6.
31. Jastrzebski D, Gumola A, Gawlik R, Kozielski J. Dyspnea and quality of life in patients
with pulmonary fibrosis after six weeks of respiratory rehabilitation. J Physiol Pharmacol
2006; 57: 139-48.
32.http://www.uptodate.com/contents/idiopathic-interstitial-pneumonias-clinicalmanifestations and pathology.
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
Doç. Dr. Metin AKGÜN
Solunum yolları ve akciğerler sürekli olarak dış ortamla etkileşim halindedir. Dolayısıyla dış ortamda bulunan birçok zararlı madde ile kronik obstrüktif hastalığı,
astım, akciğer kanseri, diffüz parankimal akciğer hastalıkları gibi birçok temel
akciğer hastalığının gelişiminde çevresel etkenlerin rolü bulunmaktadır. Örneğin
KOAH gelişiminde tütün dumanı, iş ortamında maruz kalınan oranik ve inorganik tozlar, ısınma veya pişirme amaçlı ‘biomass’ kullanımına bağlı iç ortam kirliliği ve dış ortam kirliliği gibi çevresel kaynaklı risk faktörleri önemli role sahiptir
(1). Her ne kadar diffüz parankimal akciğer hastalıkları nedeni bilinen, idiyopatik
interstisyel pnömoniler, granülomatöz ve diğerleri şeklinde dört farklı gruba ayrılsa da (2) hem idiyopatik grupta (ör. idiyopatik pulmoner fibrozis gelişiminde
sigara ve metal tozu maruziyeti) hem de granülomatöz gruptaki hastalıklarda (ör.
sarkoidozun mikst toz maruziyeti olan askeri personel ve itfaiyecilerde görülmesi)
hastalık gelişiminde çevresel maruziyetin rolü olabileceği düşünülmektedir (3).
Çevresel maruziyetin önemli bir bölümü mesleksel kaynaklıdır. Bu yüzden çevresel maruziyeti değerlendirirken meslekten bağımsız olarak değerlendirmek çoğu
zaman mümkün değildir. Hastalıkların etiyolojisinde bazen birden fazla risk faktörü söz konusu olabilir. Hastalık gelişimine çevresel ve mesleksel faktörler ile
diğer faktörler arasındaki etkileşim (örneğin sigara içme ile genetik arasındaki
etkileşim) neden olabilir.
Çevresel ve/veya mesleksel maruziyet dikkatli bir öykü alındıktan sonra ortaya
çıkarılabilir. Çevresel/mesleksel maruziyetin bilinmesi hastalığın tedavisinde ve
prognozunda kritik role sahiptir. Örneğin mesleksel astım veya hipersensitivite
pnömonisi gelişen hastalarda, hastalığın gelişiminde rolü olan etkene olan maruziyet sonlandırılmadıkça hastalığın etkin bir şekilde tedavi edilmesi mümkün
değildir. Eğer maruziyet bir iş ortamında oluşmuşsa, çalışanın aynı ortamda çalışamaması veya işini kaybetmesine bağlı olarak tazminat gerektiren bir takım
yasal sonuçlar ortaya çıkabilir. Diğer maruz kalan kişilerde benzer hastalığın
olup olmadığı belirlenebilir veya henüz hastalık gelişmemişse koruyucu önlemler alınarak hastalık gelişiminin önüne geçilebilir. Maruziyet ile hastalık arasındaki ilişki ilk kez ortaya konuluyor olabilir (örneğin naylon flok işçisi akciğeri ve
106
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 1. Çevresel ve Mesleksel Maruziyet ile
İlişkili Parankimal Akciğer Hastalıkları
Organik (hipersensitivite pnömonisi)*
İnorganik
• Silikozis
• Asbestozis
• Talk pnömokonyozu
• Kaolin pnömokonyozu
• Diyatomik toprak pnömokonyozu
• Aluminyum oksit fibrozisi
• Berilyozis
• İndiyum bileşikleri
Ağır metal fibrozisi
Kömür işçisi pnömokonyozu
Baritozis (baryum)
Antimon pnömokonyozu
Siderosilikozis (demir oksit)
Polivinilklorid pnömokonyozu
Killi şist pnömokonyozu
Siderozis (kaynakçı akciğeri)
Stannozis (kalay)
Silikon pnömokonyozu
Odun ateşi pnömokonyozu
Tekstil işçisi pnömonisi
• Flok akciğeri (naylon)
* Hipersensitivite pnömonisi başka bir bölümde ele
alındığı için ayrıntıları burada verilmemiştir
Tablo 2. Solunan maddelerin tipleri (7)
Gaz: Maddenin şekilsiz hali, moleküller serbest hareket ettiği için kapalı bir alanı tamamen doldurur.
Aerosol: Gaz bulunan bir ortamda solid partiküller
veya sıvı damlacıklarının stabil süspansiyonu
• Kaba partiküller: Çapı 1-10 μm olan partiküller
• İnce partiküller: Çapı 0.1-1 μm olan partiküller
• Ultra-ince partiküller: Çapı 0.1 μm’den küçük
olan partiküller
Buhar: Normalde sıvı veya gaz halinde bulunan bir
maddenin gaz hali. Sıcalığın azalması veya basıncın
artmasıyla tekrar sıvı veya gaz haline geçebilir.
Füme: Eritilen materyalden çıkan buharın yoğunlaşması veya kimyasal reaksiyonu sonucu açığa çıkan
genellikle 0.1 μm’den küçük solid partikül eerosolü
Duman: Yanma sonucu açığa çıkan uçucu gaz veya
genellikle 0.5 μm’den küçük partiküller
107
patlamış mısır imalatında ortaya
çıkan diasetil-maruziyetine bağlı
bronşiyolitis obliterans gibi) (4,5).
Her ne kadar akciğer hastalıklarının gelişiminde çevresel ve mesleksel maruziyetin önemli bir rolü
olduğu ve çok sayıda kişinin bu
nedenle risk altında olduğu düşünülse de bunun ne kadarlık bir
orana sahip olduğu tam olarak
bilinmemektedir.
Diffüz parankimal akciğer hastalıkları etiyoloji, klinik-radyolojikhistopatolojik özellikler veya tedaviye yanıt gibi farklı özelliklerine
göre sınıflandırılmaktadır. Çevresel ve mesleksel maruziyete bağlı
oluşan başlıca diffüz parankimal
akciğer hastalıkları Tablo 1’de verilmiştir (6). Bu bölüm içerisinde
tabloda yer alanlardan sık görülenler (silikozis, kömür işçisi pnömokonyozu, asbestozis gibi) ile
tabloda yer almayan fakat çevresel maruziyet sounucu oluşan bazı
hastalıklardan (örneğin toksik inhalasyona bağlı oluşan parankim
hastalıkları) bahsedilecektir.
TOKSİK İNHALASYONA
BAĞLI AKCİĞER HASARI
Toksik maddeler inhale edildiğinde hemen başlayan solunum
sıkıntısına yol açabileceği gibi
günlerce sürebilen sistemik hastalığa veya kronik akciğer hastalığı
gelişimine neden olabilir. Solunan toksinler çok farklı formlarda
olabilir, bunlar genellikle fiziksel
özelliklerine göre sınıflandırılmaktadır. Temel olarak gaz, aerosol,
buhar, füme veya duman şeklinde
108
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
bulunurlar (Tablo 2). Toksik inhalasyonun sonucunu belirleyen bir takım faktörler bulunmaktadır: Solunan partikülün çapı, suda çözünürlüğü, solunan ortam
havasındaki konsantrasyonu, maruziyetin süresi, havalandırma olup olmaması
ve kişiye ait faktörler (yaş, sigara içme durumu, eşlik eden hastalık, koruyucu
maske kullanımı ve genetik duyarlılık) şeklinde sıralanabilir. Toksik maddelerin
farklı kimyasal ve biyolojik aktivitelerinin patogenezde rolü olmasına rağmen
pulmoner hasarın yeri ve ağırlığı temel olarak bu maddelerin fiziksel özelliklerine,
özellikle de partikül çapına ve suda çözünürlüğüne bağlıdır.
Solunan aerosol partiküllerinin çapı, solunan toksinin yol açtığı hastalık tablosunun patogenezindeki rolü kritik bir öneme sahiptir. Genellikle daha büyük çaplı
partiküller çarpma sonucu nazofarinkste birikme eğiliminde olup bunlar alt solunum yollarına ulaşamazlar. Küçük partiküller daha küçük havayollarına ulaşarak
zararlı etkilerini alveol düzeyinde gösterebilirler. Alveollere 5 μm’den büyük partiküller ulaşamazlar.
Çap dışında diğer önemli faktör suda çözünürlükleridir. Suda çözünürlükleri
yüksek olan maddeler (örneğin amonyak ve sülfür dioksit) konjonktiva ve üst
solunum yolu mukozasında doğrudan hasar oluşturabilirler. Larinks ve farinks
mukozasını döşeyen mukus örtü tarafından adsorbe edilip yakıcı alkali ve asit
oluşumuna neden olurlar. Üst solunum yolarında irritatif semptomlar oluşması
nedeniyle bu maddelere maruz kalanlar, hızla tehlike bölgesinden uzaklaşarak zararlı etkinin artmasını bir şekilde engellemiş olurlar. Bu maddeler aynı
zamanda bronkokonstriksiyona da yol açtığı için alt solunum yolları çok fazla etkilenmez. Ancak şuur kaybı nedeniyle olduğu gibi uzun süreli maruziyet
veya bir anda yüksek miktarda maruziyet olması durumunda bu maddeler alt
solunum yollarına ulaşabilirler. Alt solunum yollarına genelde suda çözünürlüğü az olan maddeler (örneğin fosgen, ozon ve nitrojen dioksit) ulaşabilir. Bu
maddelerin suda çözünürlükleri az olduğu için irritatif semptomlar oluşmaz ve
maruz kalan kişiler maruziyetin farkında olmadan daha fazla zararlı maddeye
maruz kalabilirler. Suda çözünürlüğü az olan maddelere maruz kalanlarda erken dönemde semptom olmayabilir. Etkiler geç dönemde ortaya çıkabileceği
için maruziyetten sonra en az 24 saat boyunca takip edilmelidirler. Bazı toksik
maddeler (örneğin klor) orta derecede çözünürlüğe sahip olduğu için solunum
yollarının herhangi bir bölgesinde hasar oluşturabilir.
Toksik inhalasyon sonrası solunum yolarında erken dönemde bronkokonstriksiyon gelişirken, uzun vadede reaktif hava yolu disfonksiyonu sendromu veya
vokal kord disfonksiyonu gelişebilir. Daha distal hava yollarına ve alveollere kadar ulaşabilen toksik maddeler erken dönemde öksürük, dispne gibi hafif semptomlar veya hafif pulmoner infiltrasyondan akut respiratuar distress sendromuna
kadar farklı taloların oluşumuna neden olabilir. Uzun vadede ise bronşiyolitis obliterans veya bronşiyolitis obliterans organize pnömoni gelişimine neden olabilir.
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
109
Bronşiyolitis Obliterans
Bronşiyolitis obliterans (BO) özellikle nitrojen dioksit maruziyeti sonrası (amonyak, cıva ve sülfür dioksit maruziyeti sonrası da oluşabilir) gelişen nadir bir komplikasyondur. Hastalık ilk maruziyet ve pulmoner ödem gelişiminden yaklaşık 1-3
hafta sonra ortaya çıkar. Ara dönemde semptom görülmez. BO geliştiğinde efor
dispnesi veya spirometride obstrüktif patern vardır. Fizik muayene normal olabilir veya inspiratuar raller duyulabilir. Akciğer filmi normaldir veya hiperinflasyon
bulguları görülür. Biyopside küçük havayollarının lümeninde granülasyon dokusu
görülür, bronşiyol duvarı fibröz skar dokusu ile oblitere olabilir. Erken dönemde
steroid verilmesi BO gelişimini veya progresyonunu önleyebilir ancak tartışmalıdır (8).
Bronşiyolitis Obliterans Organize Pnömoni
Bronşiyolitis obliterans organize pnömoni (BOOP) toksik inhalasyon sonucu geç
dönemde gelişebilen diğer bir sekeldir. Maruziyetten haftalar sonra hastalarda
ateş, inatçı-kuru öksürük, boğaz ağrısı ve halsizlik gibi şikayetler olur. İnspiriyum sonu raller duyulabilir. Akciğer filminde fokal olarak başlayan, daha sonra
birleşebilen bilateral yamalı buzlu cam görünümünde opasiteler görülür. Solunum fonksiyon testlerinde genellikle restiriktif patern ve diffüzyon kapasitesinde
azalma vardır. Histopatolojik olarak, bazen interstisyel skar ile birlikte, terminal
bronşiyollerin distaline kadar uzanan granülasyon dokusu görülür. Hastaların bir
kısmında progresif fibrozis gelişse de BOOP steroid tedavisine iyi yanıt verir (8).
SİLİKOZİS
Silikozis, kristal yapıdaki silikanın (sıklıkla kuvars, kristobalit veya tridimit) inhalasyonuyla oluşan, parankimal nodül ve pulmoner fibrozisle seyreden kronik
bir akciğer hastalığıdır. Silika veya silikon dioksit yer kabuğunda en bol bulunan
mineral olmasının yanı sıra endüstride oldukça geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır. Amorf veya kristal yapıda olmayan silika partikülleri (örneğin diatomit
ve vitröz/camsı silika), kristal yapıda olanlara göre daha az fibrojeniktir. Silika partiküllerinin farklı metallerle kombine olmasıyla oluşan silikatlar (asbestoz,
mika, talk gibi) yeni ve özgün bir özellik kazandığından pulmoner toksisiteri de
farklılık göstermektedir.
Silikozis gelişimi partikül konsantrasyonu, maruziyet süresi ve maruz kalınan tozun silika içeriği ile doğrudan ilişkilidir. Madencilik, tünel açma, kazı çalışmaları,
taş ocakları, dökümcülük, seramik yapımı, cam imalatı ve kumlamacılık yapılan
sektörler silikozis gelişimi için riskli iş kollarıdır. Silikoz çok eskiden beri bilinen
bir hastalık olmasına rağmen günümüzde daha önce tanımlanmamış bir çok sektörde (kot kumlama, elektrik kablo imalatı, teflon mutfak gereçleri imalatı gibi)
karşımıza çıkmaktadır (9-15). Tanı için pulmoner nodül, kütle veya interstisyel
akciğer hastalığı ile başvuran bir hastada silika maruziyeti açısından dikkatli bir
110
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
meslek öyküsü alınması gerekir. Hastalık diğer pnömokonyozlarda olduğu gibi
maruziyet sona erdikten uzun bir süre sonra ortaya çıkabileceğinden geçmişe
yönelik tüm mesleki öyküsü iyice irdelenmelidir.
Silikozisin üç farklı klinik formu bulunmaktadır: Kronik (en sık görülen formu),
akut ve akselere. Kronik formda tipik olarak peribronşiyal yerleşim gösteren,
çapı <1 cm olan ve yuvarlak nodüller vardır. Silikotik nodülde histopatolojik
olarak üç bileşen vardır: 1) yoğun, asellüler, hiyalinize kollajen içeren silika partiküllerinin polarize ışıkta görüldüğü santral bir alan, 2) konsentrik olarak tabakalanan kollajen içeren orta-zon ve 3) toz-yüklü marofajların ve lenfositlerin
kollajenle birlikte yer aldığı periferik kalın bir kapsül. Maruziyetten yıllar sonra
gelişebilen silikotik nodüller, tipik olarak üst zonlarda, parankimi çok fazla etkilemeden, dağınık bir şekilde yerleşir. Bu nedenle de minimal semptom görülür.
Basit silikozis (kronik silikozisin erken döneminde), silikotik nodüller zamanla
genişledikçe kompleks silikozis haline gelir. Bronşları ve vasküler yapıları etkiler,
sonuçta da birleşerek, nekroza gidebilen büyük kütleler oluşturur (progresif masif
fibrozis [PMF]). Kavite varlığında tüberküloz da akla gelmelidir. Komşu akciğerde
retraksiyon ve amfizem bulguları görülebilir. Silika ile birlikte diğer tozlara da
(örneğin kömür, mika ve kaolin) maruz kalınmışsa, nodüller tipik görünümünden uzak, daha yıldızımsı bir görünüm kazanabilir. Silika maruziyetinde hiler ve
mediastinal lenf nodları oluşabilir, bu lenf nodları kalsifiye olabilir (yumurta kabuğu kalsifikasyonu) ve solunum yolları etkilenebilir (bronkolith). Silikotik nodüller
akciğer dışında da (karaciğer, dalak, kemik iliği ve böbrek) görülebilir. Böbrekte
silikon nefropatisi, hafif renal yetmezlikten nekrotizan vaskülit ile ilişkili hızlı gelişen böbrek yetmezliğine kadar farklı tablolarla kendini gösterebilir.
Akut silikoziste, alveoler boşluklar diffüz olarak eozinofilik, proteinöz ve sürfaktan içeren materyalin bulunduğu sıvı ile dolmaktadır. İnterstisyel aralıkta tipik
olarak alveoler epitel hücre hasarı, hipertrofik alveoler tip II hücreler, küçük fokal
nodüller ve fibrozis görülür.
Silikozis riski maruz kalınan partikül düzeyine (doz ve süre), solunan silikanın
tipine ve içeriğine bağlıdır (16). Fibrozis gelişimi ile solunan silika tipi arasındaki
kesin ilişki bilinmemesine rağmen kuvars, kristobalit ve trimidit amorf silikadan
daha fibrojeniktir. Çapı <5 μm olan partiküller alveollere ulaşabilir, burada alveoler savunmanın birinci basamağı olan alveoler makrofajlar tarafından fagosite
edilir. Silika tarafından aktive olan makrofajlar daha sonra serbest oksijen radikalleri, reaktif nitrojen türleri, fibronektin, farklı sitokinler ve büyüme faktörleri
salgılar. Özellikle silika ve diğer partiküller ‘transforming growth factor-β ekspresyonunu aktive ederek aşırı ekstrasellüler matriks birikimine neden olurlar.
Ayrıca, silika doğrudan alveoler tip I hücre hasarı yaparak hiperplastik tip II
hücre oluşumuna neden olabilir. Yüksek düzeyde silikaya yoğun maruziyet olduğunda görüldüğü gibi, aşırı alveoler hasar oluştuğunda sürfaktan yapımında ve
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
111
metabolizmasında değişiklik oluşarak akut silikozis gelişir. PMF, zaman içerisinde
gelişebileceği gibi mikobakteriyel enfeksiyonla ilişkili olarak da ortaya çıkabilir.
Klinik Özellikler
Silika maruziyetinin süresine ve yoğunluğuna bağlı olarak sikozisli hastalar kronik, akselere veya akut hastalık tablosu ile başvurabilirler. En sık görülen kronik silikozis formu, tipik olarak düşük konsantrasyondaki silikaya >20 yıllık
bir maruziyetten sonra gelişir. Kronik basit silikozisli hastaların büyük bir kısmı
asemptomatiktir. Tanı mesleksel maruziyet öyküsü ve tipik radyolojik bulgulara
dayanılarak konulur. Biyopsiye tipik mesleksel öyküsü ve/veya radyolojik bulguları olmayan hastalarda başvurulabilir. Silikotik nodüller genellikle küçük (1-3
mm), simetrik ve üst zon ağırlıklı yerleşim gösterir. Kalsifikasyon, nodüllerin
%10-20’sinde görülebilir.
Komplike silikoziste konglomere nodüller görülür ve sonuçta kütle-benzeri PMF
gelişebilir. PMF’te görülen lezyonlar, bronkojenik karsinomun aksine simetrik
yerleşir, ‘melek kanadı’ görünümüne sahip olabilir. Yumurta kabuğu kalsifikasyonu sık değildir. Varlığında kuvvetle silikozu düşündürür ama patognomonik değildir. Zamanla kütle lezyonlar (özellikle üst loblarda) kontrakte olurken, etraflarında
kütleyi çevreleyen amfizematöz bir halka oluşur. Kütle içerisinde tüberkülozdakine benzer kavite gelişse de, lezyonun boyutu değiştiğinde veya kaviteleştiğinde
aktif tüberkülozdan şüphelenilmelidir. Hastalık ilerlerken efor dispnesi, öksürük
ve balgam semptomları ortaya çıkabilir. Inspiratuar raller ve çomak parmak beklenmez, varlığında başka bir interstisyel akciğer hastalığı, bronkojenik karsinom
veya enfeksiyonu düşündürmelidir. Kor pulmonale ve siyanoz silikozun ileri dönemlerinde görülebilir.
Akselere ve akut silikoz formları yoğun silika maruziyetinden sonra aylar-yıllar
içerisinde ortaya çıkar. Akselere silikozda orta derecede kuvars içeren silika maruziyetinden yaklaşık 5-15 yıl sonra dispne gelişir. Akut silikoz ise yüksek düzeyde silikaya genellikle yeterli korunma önlemlerinin alınmadığı durumlarda yoğun
maruziyet sonrası (örneğin kumlama, sondaj, tünel açma, silika unu üretimi ve
seramik yapımı) aylar içerisinde gelişir. Bu hastalarda dispne, öksürük ve kilo
kaybı ortaya çıkabilir. Hastalık tablosu hızla ilerleyerek solunum yetmezliğine ve
ölüme yol açabilir.
Solunum fonksiyon testleri, nodüllerin varlığıyla korelasyon göstermez. Hastalığın erken dönemlerinde solunum fonksiyon testleri normal olabilir. Hastalık ilerlediğinde veya silika maruziyeti arttığında, progresif restriktif patern ve
DLCO’da azalma görülür. Bazen obstrüktif veya mikst patern belirgin olabilir.
Basit silikozlu olgularda radyolojik anormallikler solunum fonksiyon testindeki
etkilenmeye göre çok daha çarpıcı olabilir. Komplike olgular, akut veya akselere
silikozisi olan olgularda radyolojik görünüm yanında solunum fonksiyon testlerindeki etkilenme de belirgindir.
112
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tüberküloz silikozisin herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir fakat genellikle hastalık ilerledikçe görülme oranı artar. Pulmoner tüberküloz, morbidite ve
mortalitenin önemli derecede arttığı PMF’li olgularda her zaman göz önünde
bulundurulmalıdır. Kronik silikozisli hastalarda tüberküloz riski sağlıklı bireylere
göre üç kat daha fazladır (17). Silikozis gelişmese bile silika maruziyeti pulmoner
tüberküloz gelişme riskini artırır, silika maruziyeti ortadan kalksa bile artmış risk
devam eder (18). Sigara içimi de tüberküloz gelişme riskini doza bağımlı olarak
artırır (19).
Progresif masif fibrozisli hastalarda veya diğer enfeksiyonlarda ateş, kilo kaybı,
hemoptizi, halsizlik ve belirgin dispne gibi nonspesifik şikayetler olduğundan klinik olarak pulmoner tüberkülozdan şüphelenilmeyebilir. Konak savunma mekanizmaları bozuk olduğundan ve silikotik nodüllere ilaç penetrasyonu azaldığından
tüberküloz tedavisinin bu hastalarda normal protokollere göre daha uzun tutulması önerilmektedir (17).
Akciğer kanseri gelişme riski silika maruziyeti olan fakat hastalık tablosu gelişmeyenlerde tartışmalıdır. Uluslararası Kanser Ajansı, 1997 yılında mevcut deneysel ve insan çalışmalarına dayanarak kuvars veya kristobalit formundaki silikayı
grup I karsinojen (insanlarda da karsinojen) olarak sınıflandırmıştır. Çok sayıda
çalışmada silikozis gelişen hastalarda akciğer kanserinden ölme riskinin 2-4 kat
arasında arttığı ortaya konulmuştur. Bu etkinin akciğer kanseri gelişimi için bir
diğer risk faktörü olan pulmoner fibrozis nedeniyle mi olduğu çok net değildir.
Kristal silika maruziyetinin kollajen vasküler hastalıklar (romatoid artrit, skleroderma, vaskülit ve sistemik lupus eritematozis), sarkoidoz ve glomerülonefrit gibi
hastalıkların gelişiminde de rol oynadığı düşünülmektedir. Ancak bu tür ilişkiler
oldukça nadir görülmekte olup tam olarak netlik kazanmamıştır.
Silika maruziyetine bağlı pulmoner toksisiteyi önleyen veya azaltan bir tedavi
yöntemi henüz yoktur. Kronik silikozisli hastalarda gelişen pulmoner fibrozis irreversibl olduğu ve doğrudan silika maruziyetinin düzeyine bağlı olduğundan ek
silika maruziyetinden kaçınılmalıdır. Silika maruziyeti olanlarda çalışanların periyodik akciğer filmi ile değerlendirilmesi önerilmektedir (Tablo 3) (20). NIOSH
(‘The National Institute for Occupational Safety and Health’) kabul edilebilir maruziyet üst limitini 50 μg/m3, OSHA (‘The Occupational Safety and Health Administration’) 100 μg/m3 olarak önermesine ragmen her iki düzeyde de silikozis
Tablo 3. Silikoziste akciğer filmi ile izlem önerileri
OSHA
İşe girmeden, ilk 20 yıl 5 yılda bir, 20 yıldan sonra iki yılda bir, işten çıkışta
WHO
İşe girmeden, 2-3 yıl sonra, daha sonra da her 2-5 yılda bir
ACOEM
İşe girmeden, ilk 10 yıl 3 yılda bir, 10 yıldan sonra iki yolda bir, işten çıkışta
ACOEM: American College of Occupational and Environmental Medicine, OSHA: The Occupational Safety
and Health Administration, WHO: World Health Organization
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
113
gelişebilmektedir. Silikaya maruz kalan işçiler için NIOSH tarafından onaylanmış
değiştirilebilir 95 filtreleri olan ve solunan havayı temizleyen çok sayıda maske
bulunmaktadır. Büyük risk altında olan veya aşındırıcı kumlama yapan işçiler için
ise başı tamamen içine alan pozitif basınç modunda çalışan CE tipi kumlama
maskeleri bulunmaktadır. Tedavi silika-ilişkili komplikasyonlarda gündeme gelebilir. Akciğer transplantasyonu bir seçenek olarak durmaktadır.
KÖMÜR İŞÇİSİ PNÖMOKONYOZU
Kömür işçisi pnömokonyozu (KİP) kömür tozu, grafit ve diğer karbon formlarına
uzun süreli maruziyet sonrası oluşur. Kömür içerisinde bazı mineral ve elementsel konkomitantlar (pirit, kaolinit, ankerit, kuvars, titanyum dioksit ve kalsit) yanı
sıra iz metaller (kadmiyum, bakır, nikel, demir, kurşun ve çinko) bulunur. KİP
hem kendine özgü bulguları olması hem de karbonun kuvarsa göre daha az fibrojenik olması nedeniyle silikozisten farklı bir klinik antitedir. Kömür tozuna maruz kalanların bir kısmında mikst toz maruziyeti söz konusudur. Kömür karbon
içeriğine, jeolojik yaşına, mineral ve oksijen içeriğine göre dört alt gruba ayrılır:
Linyit, alt bitümlü kömür, bitümlü kömür ve antrasit. Ülkemizde en fazla bulunan kömür türü linyittir. En büyük linyit rezervi de Afşin-Elbistan bölgesindedir.
Ülkemizde karbon içeriği %95 civarında olan antrasit bulunmamaktadır. Karbon
içeriği ile antrasit ile linyit arasında yer alan taşkömürü ise Zonguldak-Ereğli bölgesinden çıkarılmaktadır.
Yer altı madenlerinde çalışanlar KİP gelişimi açısından yer üstünde çalışanlara
göre daha fazla riske sahiptir. Geçmişte bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de
kömür madenlerinde çalışanlarda KİP’na bağlı morbidite ve mortalite oranları
oldukça yüksekti. Etkin toz-kontrol önlemlerinin alınması sonucu KİP mortalitesinde belirgin düşüş görülmüştür. Yine de günümüzde her madende toz-kontrol
önlemlerinin etkin bir şekilde uygulandığından bahsetmek imkansızdır. Silikozla
karşılaştırıldığında komplike pnömokonyoz veya PMF gelişimi çok daha azdır.
PMF gelişimi doğrudan radyografik profüzyon ve kömür madenindeki kuvars
oranı ile ilişkilidir.
Histopatolojik olarak kömür tozuna karşı ilk doku reaksiyonu kömür makülünün
oluşmasıdır. Etrafı fokal amfizemle çevrildiğinde basit KİP olarak adlandırılır. Kömür makülleri tipik olarak 4 mm kadar çapa sahip olup genellikle üst loblarda
respiratuar bronşiyollerin birleşim yerlerinde oluşma eğilimindedir. Kömür-tozu
içeren makrofajlar ve fibroblastlardan oluşan makül büyürken alveoel duvarlarının bronşiyollerle olan bağlantısının kopması sonucu fokal amfizem alanları gelişir. Silikotik nodüllerdeki konsantrik kollajen diziliminin ve polarize ışıkta görülen
partikülün aksine KİP’nda rastgele dizilmiş kollajen liflerinin arası siyah boyanan
antrakotik pigmentle dolmuştur. Kömür maruziyeti sonucu oluşan maküller de
silikozistekine benzer şekilde büyüyebilir ve birleşme eğilimi gösterir. Hem silikoziste hem de KİP’nda radyolojik olarak lezyonlar >1 cm olduğunda PMF olarak
adlandırılır.
114
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
KİP ve silikozis arasında yakın bir ilişki olsa da farklılık gösterirler. KİP’nun ağırlığı kuvarstan çok kömür tozu düzeyi ile ilişkilidir. KİP prevalansı antrasit kömür madenlerinde, hem kristal silika düzeyi fazla olduğundan hem de karbona
bağlı serbest radikal düzeyi daha fazla olduğundan, bitümlü kömür madenlerine
göre daha yüksektir. Kömürün daha küçük parçalara ayrılması sırasında ortaya
çıkan kömür tozunda normal kömüre göre daha fazla serbest radikal ortaya
çıkar. Tozun toksik potansiyelini daha iyi şekilde yansıtmaktadır (21). Alveoler
makrofajlara kömürün ve karbonun toksik etkisi bulunmamaktadır. Toksik etki
kömürün kuvars ile birlikteliğinde ortaya çıkar. Kömür silikaya göre daha az fibrojenik olduğundan kuvars ile birlikte olduğunda onun etkilerini de azaltır (22).
Kömür madeninde çalışan 253 madencide yapılan bir çalışmada, tümör nekrozis
faktör-α ve lenfotoksin-α’yı kodlayan genlerdeki genetik polimorfizm artmış KİP
riski ile ilişkili olduğu bulunmuştur. (23). Nötrofil aktivasyonunu, proinflamatuar
sitokinleri ve reaktif oksijen türlerini düzenleyen bir lenfokin olan interlökin-18’in
kömüre bağlı oluşan fibrotik akciğer hastalığın gelişimini azaltmadaki rolü de
bir başka çalışmada gösterilmiştir (24). Bu bulgular diğer pnömokonyozdakilere
benzer şekilde KİP olan hastalarda hastalık gelişiminde çevresel toz maruziyeti
ve belirli genler arasındaki etkileşimin kritik rol oynadığını düşündürmektedir.
Klinik Özellikler
İlk KİP olgusu 1831 yılında Britanya’da bir kömür madeninde tanımlandı. Kömürün inert olduğuna ve pulmoner toksisitenin büyük oranda silika ile oluştuğu
düşünülmesine rağmen, sonraki çalışmalar KİP’nun ayrı bir antite olduğunu ortaya koymuştur (25). Klinik olarak KİP (basit KİP, komplike KİP ve PMF dahil)
silikozis ile birçok benzerlik taşımaktadır. Ancak, silikozisin aksine, kronik bronşit
en belirgin özelliğidir. Ayrıca hastalıkta akselere ve akut şekilde bir başlangıç
yoktur. Basit KİP en sık görülen formdur. Tipik olarak düşük miktarda kömür tozuna >20 yıl maruziyetten sonra ortaya çıkar. Hastaların çoğu asemptomatiktir;
bazen öksürük ve balgam görülebilir. Tanı mesleksel maruziyet öyküsü ve tipik
akciğer filmi ile konulur. Kömür maruziyeti ile ilişkili nodüllerin boyutu genelde
küçüktür (1-3 mm), rastgele yerleşen lezyonlar daha çok üst zonlarda ve posteriorda yerleşse de diğer zonları da etkileyebilir.
Efor dispnesi komplike KİP’li veya PMF’li hastalarda görülür. Büyük nodülleri
çevreleyen amfizem halkası tipiktir. Bu dönemde hastalarda solunum fonksiyon
testlerinde mikst obstrüktif-restriktif defekt görülür. Kömür işçisi pnömokonyozu ile romatoid artrit birlikteliği (Kaplan sendromu) tanımlandığı için romatoid
artrite ait klinik bulgular dikkatle değerlendirilmelidir. Kütle lezyonlar içerisinde
santral nekroz geliştiğinde mikobakteriyel enfeksiyon varlığı ekarte edilmelidir.
Ral veya çomak parmak varlığı başka bir interstisyel akciğer hastalığı, bronkojenik karsinom veya enfeksiyon gibi alternatif bir nedeni düşündürmelidir. Kor
pulmonale ve siyanoz hastalığın ilerlemesiyle ortaya çıkar.
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
115
Radyolojik bulgular yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografide daha iyi belirlenmektedir. Şu bulgular görülmektedir: 1) Fokal amfizem, 2) noktasal opasiteler,
3) subplevral nodüller, 4) PMF, 5) kaviteleşen lezyonlar, 6) diffüz interstisyel pulmoner fibrozis ve 7) bronşektazi (26).
Silikoziste olduğu gibi, solunum fonksiyon testindeki anormallikler radyolojik
olarak görülen nodüllerle iyi korele değildir. Erken dönemde solunum fonksiyon testleri normaldir. Hastalık ilerlediğinde veya kömür tozu maruziyeti arttıkça kömür makülünü çevreleyen amfizem nedeniyle DLCO’da azalma veya
mikst obstrüktif/restriktif patern görülür. PMF geliştiğinde solunum fonksiyon
testlerindeki bozukluk belirginleşir. Ekspiratuar kısıtlanma hastalığın herhangi bir
döneminde oluşabilir.
Silikoziste olduğu gibi kömür maruziyetinin fibrojenik etkisini azaltacak veya
önleyecek bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Akciğer kanseri riski silikozise
göre daha az olmasına rağmen genel popülasyona göre yine de yüksektir (27).
Mortalite hastalığa bağlı solunum yetmezliği veya KOAH nedeniyle oluşur. Tozdan korunma, erken tanı ve oluşabilecek komplikasyonların önlenmesi temel
yaklaşımdır.
ASBESTOZİS
Asbest doğal olarak oluşan bir grup hidratlı silikat lif için ortak olarak kullanılan
bir terimdir. Dayanıklı olması, hem yapısal hem de kimyasal özellikleri açısından
esnek bir yapıya sahip olması nedeniyle birçok alanda inşaat ve izolasyon amaçlı
kullanım için ideal özelliklere sahiptir. Çevresel veya mesleksel maruziyet olabilir.
Asbestin endüstriyel alanda kullanımı 1850’li yıllara kadar geriye gitmektedir.
Asbestin tüm formları non-malign (plevral efüzyon, plevral plaklar, round atelektazi ve asbestozis) ve malign (mezotelyoma ve bronkojenik karsinom) akciğer
hastalıklarına yol açabilir.
Asbest ile ilişkili ilk fibrozis olgusu 1900’lerin başında tanımlanmıştır. Asbestozis
terimi de ilk olarak 1927’de Cooke tarafından kullanılmıştır (28). Asbestin endüstriyel kullanımında son yıllarda azalma olmasına rağmen hem endüstri dışı
çevresel maruziyetin devam etmesi hem de asbest maruziyeti ile hastalığın ortaya
çıkması arasında uzun bir latent dönem olması nedeniyle günümüzde önemli bir
sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Asbestin karsinojen olduğu iyi bilinmektedir. Maligniteye yol açmayan bir eşik değer olup olmadığı henüz tam olarak
bilinmemektedir. OSHA’nın belirlediği müsade edilen maruziyet limiti boyu >5
cm olan en/boy oranı 3/1 olan tüm asbest lifleri için 8 saat süreyle 0.1 lif/cm3
şeklindedir. Epidemiyolojik çalışmalar tüm asbest lifleri için bu düzeyin üstünde
mesleksel maruziyet oluştuğunda malignite riskinin arttığını göstermektedir. Çevresel asbest maruziyetine bağlı malignite riski mesleksel maruziyete göre 10 kat
daha düşüktür (29).
116
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
Asbest maruziyeti başlıca üç kaynaktan olmaktadır: 1) Asbestin çıkarılması ve
öğütülmesi; 2) asbestin endüstriyel kullanımı (tekstil, çimento, izolasyon, yalıtım,
gemi yapımı, fren balatası yapımı veya boru kesme) ve 3) çevresel maruziyet.
Asbest gelişimi doğrudan maruziyetin boyutu ve süresi ile ilişkilidir. Kısa süreli
inhalasyon sonrası asbestoz geliştiği bildirilmiş olmasına rağmen hastaların büyük kısmında uzun süreli asbest maruziyeti öyküsü bulunmaktadır (30). Çevresel
olarak asbest maruziyeti olan bölgelerde veya binalarda havadaki asbest oranı
OSHA’nın belirttiği düzeylerin oldukça altındadır. Badana, restorasyon ve yıkım
işlemleri sırasında oldukça yüksek düzeylerde asbest lifine maruz kalınmaktadır.
Asbestin toksik etkileri toplam maruz kalınan doza ve ilk maruziyetten sonra
geçen zamana bağlıdır. Asbestin tüm zararlı etkileri inhalasyon sonrası ortaya
çıkar. İki grup asbest lifi vardır: Serpentin ve amfibol lifler. Serpentin lifler (örneğin krizolit) yuvarlak kıvrımlı, amfibol lifler (krokidolit, amozit ve tremolit) ise düz,
çubuk şeklindedir. Asbest liflerinin fiziksel özelliklerine göre hastalık potansiyeli
oluşturduğu düşünülmektedir. Örneğin amfibol lifler serpentin yapıdaki krizolitten daha toksiktir. Amfibol yapıdaki lifler hava yollarının distalinde ve parankimde daha fazla birikmekte, etkin bir şekilde temizlenememekte ve uzun süre
(aylar-dekatlar) bu bölgede kalabilmektedir. Krizolite bağlı asbestozis gelişmesi
için amfibollerin üç katı kadar fazla lif konsantrasyonu gerekmektedir.
Klinik Özellikler
Asbestozis asbest liflerinin inhalasyonu sonucu diffüz pulmoner fibrozis gelişimine yol açan yavaş seyirli bir hastalıktır. Genellikle ilk maruziyetten sonra solunumsal şikayetlerin gelişimine kadar yaklaşık 20-40 yıllık bir latent dönem vardır.
İlk semptom genellikle efor dispnesidir. Asbest maruziyeti sona erse bile semptomlar belirginleşmeye devam eder. Öksürükle birlikte görülen balgam, asbest
maruziyetinden çok sigara içimine bağlanır. Asbestli hastalarda bazallerde raller
(%32-64), çomak parmak (%32-42) ve ilerleyen dönemlerde kor pulmonale bulguları görülebilir (31,32).
Akciğer filminde idiyopatik pulmoner fibrozistekine benzer şekilde alt zonlarda
nodüler ve/veya retiküler patern şeklinde parankimal opasiteler görülür. Plevral
plaklar genelde vardır. Hastaların %10-20’sinde görülmeyebilir (33). Asbestozisin erken dönemlerinde interstisyel ve plevral tutulum orta-alt zonları etkiler.
Belli belirsiz olan buzlu cam görünümü akciğer filminde kalp (şagi kalp bulgusu)
ve diyafram sınırlarını bulanıklaştırır (34). Hiler veya mediastinal lenf nodları büyümez. Bal peteği akciğer ve üst lob tutulumu hastalığın ilerleyen dönemlerinde
görülür.
Akciğer filminde asbestle ilgili bulgular her zaman belirgin olmaması ve
YRBT’nin daha sensitif olması nedeniyle hastalar sıklıkla YRBT ile değerlendirilir. YRBT’deki bulgular şöyledir: 1) Plevraya paralel subplevral çizgisel dansiteler,
2) Plevra komşuluğunda 2-5 cm boyunda parankimal bantlar, 3) interlobüler
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
117
septal kalınlaşma, ve 4) bal peteği akciğeri. Asbest maruziyeti olduğu halde
normal akciğer grafisi olan 169 işçinin YRBT ile değerlendirildiği bir çalışmada
YRBT’de 57 hastada (%33.7) asbestozis ile uyumlu bulgular belirlenmiştir (35).
Asbestozisli hastalarda solunum fonksiyon testleri başlangıçta normal olabilir.
Genellikle restriktif tipte patoloji ve DLCO’da azalma gözlenir. Obstrüksiyon asbest maruziyetinden çok beraberinde sigara içme durumuna atfedilir. Ancak yine
de obstrüksif bulguların respiratuar bronşiyoller ve alveoler duktusların bifurkasyonlarındaki asbest liflerinin birikimi sonucu büyük havayollarındaki inflamasyona da bağlanabileceği düşünülmektedir.
Asbestozis tanısı tipik klinik özelliklere dayanarak konulur. Amerikan Toraks
Derneği’nin organize ettiği bir uzlaşı panelinde asbestozis tanısı için, akciğer
doku biyopsisi olmadığında, tanının aşağıdaki kriterlere dayanarak konulabileceği belirtilmiştir: 1) Güvenilir bir maruziyet öyküsü, 2) uygun bir latent dönem,
3) tipik akciğer radyografisi (ILO sınıflamasına göre 1/1 veya üstü opasite), 4)
akciğer volümlerinde ve/veya DLCO’da azalma, 5) inspiriyum sonu raller (31).
Atipik özellikleri olan hastalar için asbestozis tanısını destekleyen en önemli bulgu, diffüz interstisyel pnömoni varlığında dokuda asbest cisimciklerinin gösterilmesidir. Asbestoziste IPF’ye benzer şekilde alt zonlarda yamalı fibrozis alanları
görülebilir. Erken dönemlerde alveol düzeyinde patoloji olmaksızın peribronşiyal
fibrozis görülür. Hastalık ilerledikçe IPF’de olduğu gibi fibrotik proçes distal havayollarına doğru ilerler; traksiyon bronşiyektazisi ve bal beteği akciğer gelişir.
Mikst toz maruziyeti sonucu silikaya maruz kalınmadığı sürece konglomere (birleşme eğiliminde olan) lezyonlar görülmez.
Asbestozis sonuçta solunum yetmezliğine kadar gitse de genellikle yavaş seyirli
bir hastalıktır. Bir mortalite çalışmasında 655 asbestozisli işçiden ölen 233’ünün
%20’sinin asbestozisten, %39’unun akciğer kanserinden, %9’unun mezotelyomadan ve %32’sinin diğer nedenlerden öldüğünü belirlenmiştir (K-64). Hastalık
ile maruziyet arasındaki uzun latent dönem, 33’ten fazla ülkede asbest kulanımı
ile asbeste bağlı mortalite (asbestozis, mezotelyoma ve akciğer kanseri gibi) arasında doğrudan bağlantı olması nedeniyle ILO asbestin dünya genelinde yasaklanması çağrısında bulunmuştur (36). Ülkemizde de asbest kulanımı 2010 yılında
yasaklanmıştır.
BERİLYOZİS
Berilyum ender bulunan hafif bir metaldir. ABD, Brezilya ve Çin’de bulunan beril
madenlerinden çıkarılmakta, ABD, Japonya, ve Rusya’da işlenmektedir. Berilyum oldukça yüksek erime noktasına sahiptir. Düşük yoğunluklu, elastik yapıda
ve radyasyona dayanıklıdır. Tüm bu özellikleri ısı kalkanı, motor pervanesi, radyografi tüpleri, mikrodalga ekipmanları ve nükleer reaktörler için ideal hale getirmektedir. Berilyumun floresan ampullerdeki fosforlarda kullanılmasından kısa bir
süre sonra toksik özellikleri anlaşılmaya başlanmıştır (37,38). Berilyum iki farklı
118
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
patolojiye yol açar: Kısa süreli yüksek maruziyet sonrası oluşan akut pnömonitis
ve uzun süreli düşük doz maruziyet sonrası sarkoidoz benzeri inflamasyona yol
açan kronik hastalık. Berilyum maruziyeti başlıca uçak, nükleer, bilgisayar ve
elektronik gibi sektörlerde görülmektedir.
Akut berilyum pnömonitisi yüksek düzeyde berlyum partiküllerinin akut inhalasyonu sonucu gelişen akut akciğer hasarına bağlı olarak oluşmaktadır. Berilyum
ayrıca antijen-spesifik immün yanıta da yol açtığı için non-kazeifiye granülomatöz reaksiyon oluşturabilir. Sürekli düşül doz berilyum maruziyeti sonucu kronik
interstisyel fibrozisin görüldüğü, büllöz değişiklikler, deri, karaciğer, dalak, lenf
nodları, miyokard, böbrek, kemik, tükrük bezi gibi sistemik tutulumla seyreden
kronik berilyozise yol açar. Berilyozisli hastaların akciğerlerinden veya kanlarından alınan T-lenfositler, -antijen veya hapten olarak davranan- berilyum tuzlarına
in-vitro maruz kaldıklarında prolifere olurlar. Bu reaksiyon berilyozisin tanısında
erken dönemde bir belirleyici olarak kullanılmaktadır. Berilyuma maruz kalan
işçiler lenfosit proliferasyon testi ile değerlendirildiğinde %16 kadarında berilyum
sensitizasyonunun geliştiği gösterilmiştir (37).
Klinik Özellikler
Günümüzde endüstriyel hijyen yöntemlerinin gelişmesi nedeniyle akut berilyozis
hastalığı oldukça nadirdir. Tanı yüksek düzeyde berilyum maruziyeti öyküsü ile
birlikte akut pnömonitis, konjonktivit, periorbital ödem, nasofarenjit ve trakeobronşite ait bulguların varlığında düşünülmelidir. Hastalar tipik olarak dispne,
öksürük, balgam çıkarma, göğüs ağrısı, taşikardi, raller ve hipoksemi vardır. Akciğer filminde diffüz alveoler opasiteler olurken, solunum fonksiyon testlerinde
restriktif patern ve DLCO’da azalma görülür. Hastaların daha fazla berilyuma
maruz kalmaları engellenir, ihtiyaç varsa oksijen desteği yapılır, destek tedavisi
verilir, ilerlemiş olgularda steroid verilebilir. Hastaların çoğu tamamen düzelir,
%25 olguda kronik berilyozis gelişir (37).
Kronik berilyozis, berilyum maruziyeti başladıktan birkaç aydan 10 yıla kadar
değişen latent dönem sonrasında gelişir. Yeterli berilyum maruziyet öyküsü olan,
dispne (en sık şikayet), öksürük, göğüs ağrısı, kilo kaybı, halsizlik ve atralji gibi
şikayetlerle başvuran, akciğer filminde de ağırlıklı olarak üst loblarda (tüm loblar
etkilenebilir) retikülo-nodüler infiltrasyonların varlığında kronik berilyozis düşünülmelidir. Akciğer filminde görülen genellikle sarkoidozdakine benzer şekilde
hiler ve mediastinal lenfadenopatiler görülebilir. Duyarlılığı ortaya koymak için
lenfosit proliferasyon testi yapılmalıdır. İlk başvuruda berilyum duyarlılığı olanların yaklaşık yarısında berilyozis tespit edilmektedir. Longitudinal bir çalışmada,
hastalık gelişmemiş fakat berilyum duyarlılığı olan olguların %31’inde takipte 3.8
yıl içerisinde (1 yıl-9.5 yıl) berilyozis geliştiği gösterilmiştir (39). Yine de asemptomatik işçilerde rutin olarak lenfosit proliferasyon testinin uygulama önerisi için
yeterli kanıt bulunmamaktadır.
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
119
Büyük kalsifiye kütleler ve plevral reaksiyonlar görülebilir; hastaların üçte birinde
bilateral hiler adenopati bulunmaktadır. Solunum fonksiyon testlerinde restriktif
patern ve DLCO’da azalma görülür. Hastalığın klinik seyri değişkenlik göstermesine rağmen hastaların çoğunda yavaş ve kaçınılmaz ilerleme görülür. Hastaların üçte birinde kor pulmonale gelişir. Tedavide berilyum maruziyeti engellenmesi ve steroid tedavisi önerilmektedir. Etkinliği gösterilmiş kontrollü çalışma
olmamasına rağmen maruziyetin engellenmesinin ve steroid tedavisinin klinik
ve radyolojik düzelme sağladığı bildirilmektedir. Sarkoidozda olduğu gibi steroid
kesildiğinde çoğu olguda nüksler görülmektedir. Bir çalışmada berilyum imalatı
yapan bir fabrikanın yakınında yaşayan 16 olguda da çevresel maruziyete bağlı
kronik berilyum hastalığı geliştiği bildirilmiştir (40).
AĞIR METAL HASTALIĞI
Tablo 4’de görüldüğü gibi farklı ağır metaller değişik akciğer hastalığı tablolarına
yol açmaktadırlar. Ağır metal hastalığı çoğunlukla mesleksel maruziyetten kaynaklansa da, çevresel maruziyete bağlı hastalık tablosu da bildirilmiştir (örneğin
cıvaya bağlı kimyasal pnömonitis). Metal maruziyeti ile oluşan akciğer toksisitesi
ya antijene özgü immünolojik reaksiyon ya da kısmen oksidatif stresle oluşan
nonspesifik immün/inflamatuar yanıt sonucu oluşur.
Kobalt
Ticari olarak kullanımda olan ağır metaller tungsten ve titanyum karbidler (%7095), kobalt (%5-25) ve çok az miktarda diğer metallerdir (nikel, krom, tantalum
ve vanadyum). Tungsten inert olduğu için, geriye ağır metal maruziyetine bağlı akciğer toksisitesine yol açan başlıca suçlu olarak kobalt kalmaktadır. Kobalt
metal sertleştirici olarak veya metal alaşımlarında (tungsten, alüminyum, krom,
molibden ve berilyum) bağlayıcı olarak kullanılmaktadır.
Tablo 4. Metal maruziyeti sonrası oluşan akciğer hastalıkları
Metal
Histopatoloji
Aluminyum
İnterstisyel fibrozis, sarkoid benzeri granülom Alüminyum madeni; rafinerisi
Maruziyet
Berilyum
Sarkoid-benzeri granülomlar, İAH*
Berilyum madeni; uçak, nükleer,
elektronik sektörleri
Kadmiyum
Akut pnömonitis, İAH, amfizem
Kurşun veya çinko eritme, piller
(Brazier Hastalığı)
Kobalt
Dev hücreli İAH, sarkoid-benzeri granülom, Tungsten karbid için metal
sertleştirici (alet taşlama, metal
parlatıcı, matkap ucu)
Demir
Toz makülü, İAH
Demir madeni; kaynakçı
Cıva
Trakeobronşit, pnömonitis, pulmoner ödem Elektrik endüstrisi, bilimsel
ekipman, katalizör
* İAH: İnterstisyel akciğer hastalığı
120
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
Kobalta mesleksel maruziyet (özellikle sert malzemelerin kullanıldığı kesici, delici metal aletlerin yapımında) oluştuğunda üç farklı klinik tablo oluşmaktadır: 1)
mesleksel astıma benzer havayolu obstrüksiyonu, 2) hipersensitivite pnömonisi
özellikleri ile birlikte akut interstisyel pnömoni, 3) son dönem fibrozise ilerleyen
kronik interstisyel fibrozis. Kobalta bağlı kronik interstisyel fibrozis gelişen hastalarda efor dispnesi, öksürük, kilo kaybı ve restriktif pulmoner patoloji görülür.
Histopatolojik olarak deskuamatif interstisyel pnömoni, dev hücreli interstisyel
pnömoni, farklı derecelerde bronşiyolitis obliterans, interstisyel fibrozis ve sarkoid-benzeri granülomlar görülebilir. Karakteristik tanısal bir bulgu, garip şekilli dev
multinükleer hücrelerin görülmesidir. Kobalt maruziteine bağlı pulmoner toksisite gelişiminde Süpresör T lenfositlerin de katıldığı bir immün mekanizma rol
oynamaktadır. Kobalt’a bağlı akciğer hastalığı oluştuğunda, çalışanların kobalt
maruziyeti olmayan başka bir alana kaydırılması gerekir. Kobalt maruziyeti kesildiğinde bile hastalıkta progresyon görülebilir.
Siderozis
Demir maruziyetinin olduğu meslekler (maden çıkartma, eritme, kaynakçılık
ve çelik yapımı) siderozise yol açabilir. Sıklıkla benign bir durumdur. Genellikle
asemptomatik bir işçide tesadüfi bir bulgu olarak veya akciğer filminde lineer
opasiteler görüldüğünde farkına varılır. Nadiren, çok yoğun maruziyet olması
durumunda, restriktif pulmoner patoloji ve pulmoner fibrozis gelişebilir (41).
Patolojik bulgular tipik demir tozu makülünden interstisyel fibrozise kadar değişiklik gösterir. Daha fazla demir maruziyetin önleme dışında özel bir tedavisi
yoktur.
Metal Dumanı Ateşi
Metal işçilerinde yüksek oranda metal dumanına, özellikle çinko oksit dumanına,
maruz kalınması sonrasında 4-12 saat içerisinde gelişen grip-benzeri semptomlardan oluşur. Arsenik, bor, kadmiyum, krom, bakır, magnezyum, manganez,
nikel ve titanyumun metal oksit dumanına maruz kalındığında da benzer semptomlar oluşabilir (42). Hastalarda yüksek ateş, ağızda metalik tat, boğaz irritasyonu, öksürük, dispne, halsizlik, yorgunluk, miyalji, atralji, terleme, üşüme ve
titreme gibi semptomlar görülür. Bu sendromda tipik olarak orta derecede hava
yolu obstrüksiyonu ve 24-48 saat içerisinde düzelen minimal radyolojik bulgular
görülür. Latent dönem olmadığı için metal dumanı ateşi immünolojik mekanizmalardan çok doz ilişkili bir toksisite ile ilişkilidir. Hastalar çalışmaya devam ettiklerinde bir süre sonra tolerans gelişir ve semptomlar azalır. Kısa bir aradan sonra
işe döndüklerinde yeniden semptomlar gelişir.
KAYNAKLAR
1. Global Strategy for Diagnosis, Management, and Prevention of COPD. 2010 Update.
http: //www.goldcopd.org/. Son erişim tarihi: 11.11.2011.
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
121
2. American Thoracic Society, European Respiratory Society. American Thoracic Society/
European Respiratory Society international multidisciplinary consensus classification of
the idiopathic interstitial pneumonias. Am J Respir Crit Care Med 2002; 165: 277-304.
3. Taskar V, Coultas D. Exposures and idiopathic lung disease. Semin Respir Crit Care Med
2008; 29: 670-9.
4. Kern DG, Crausman RS, Durand KT, et al. Flock worker’s lung: chronic interstitial lung
disease in the nylon flocking industry. Ann Intern Med 1998; 129: 261-72.
5. Kreiss K, Gomaa A, Kullman G, et al. Clinical bronchiolitis obliterans in workers at a
microwave-popcorn plant. N Engl J Med 2002; 347: 330-8.
6. Cosgrove GP, Schwarz MI. Approach to the Evaluation and Diagnosis of Interstitial Lung
Disease. In: Schwarz MI, King Jr TE (eds). Interstitial Lung Disease. Fifth Edition. People’s
Medical Publishing House-USA, Connecticut 2011; 3-33.
7. Kizer KW. Toxic inhalations. Emerg Med Clin North Am 2 1984; 2: 649-66.
8. Dickson RP, Schwartz DA. Acute and Chronic Responses to Toxic Inhalations. In:
Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA, Senior RM, Pack AI; (eds). Fishman’s
Pulmonary Disease and Disorders. 4th ed. Newyork; Mc Graw-Hill; 2008; 993-1006.
9. Akgun M, Gorguner M, Meral M, et al. Silicosis caused by sandblasting of jeans in Turkey:
a report of two concomitant cases. J Occup Health 2005; 49: 405-10.
10. Akgun M, Mirici A, Ucar EY, et al. Silicosis in Turkish denim sanblasters. Occup Med
(London) 2006; 56: 554-8.
11. Sahbaz S, Inonu H, Ocal S, et al. Denim sandblasting and silicosis: two subsequent cases
in Turkey. Tuberk Toraks 2007; 55: 87-91.
12.Akgun M, Araz O, Akkurt I, et al. An epidemic of silicosis among former denim
sandblasters. Eur Respir J 2008; 32: 1295-303.
13. Bakan ND, Ozkan G, Camsari G, et al. Silicosis in denim sandblasters. Chest 2011; 140:
1300-4.
14. Talay F, Gurel K, Gurel S, et al. Silicosis in manufacture of electric cable: report of four
cases. J Occup Health 2007; 49: 405-10.
15. Köksal N, Kahraman H. Acute silicosis in Teflon-coated pan manufacturing due to metal
sandblasting. Int J Occup Environ Health 2011; 17: 210-3.
16. Mossman BT, Churg A. Mechanisms in the pathogenesis of asbestosis and silicosis. Am
J Respir Crit Care Med 1998; 157: 1666-80.
17.American Thoracic Society, Centers for Disease Control and Prevention, Infectious
Diseases Society of America. Treatment of tuberculosis. Am J Respir Crit Care Med
2003; 167: 603-62.
18. Hnizdo E, Murray J. Risk of pulmonary tuberculosis relative to silicosis and exposure to
silica dust in South American gold miners. Occup Environ Med 1998; 55: 496-502.
19. Leung CC, Yew WW, Law WS, et al. Smoking and tuberculosis among silicotic patients.
Eur Respir J 2007; 29: 745-50.
20. Schwerha JJ. Occupational Medicine Forum. J Occup Environ Med 2008; 50: 101-4.
21. Kamp DW, Vallyathan V. Influence of mineral dust surface characteristics and generation of
reactive species. In: Vallyathan V, Castranova V, Shi X, eds. Oxygen/nitrogen radicals: lung
biology in health and disease series (vol 187). New York: Marcel Dekker, 2004; 139-60.
22. Wallace WE, Harrison JC, Grayson RL, et al. Aluminosilicate surface contamination of
respirable quartz particles from coal mine dusts and from clay works dusts. Ann Occup
Hyg 1994; 38: 439-45.
122
ÇEVRESEL AKCİĞER HASTALIKLARI
23. Nadif R, Jedlicka A, Mintz M, et al. Effect of TNF and LTA polymorphisms on biological
markers of response to oxidative stimuli in coal miners: a model of gene-environment
interaction; tumour necrosis factor and lymphotoxin. J Med Genet 2003; 40: 96-103.
24. Nadif R, Mintz M, Marzec J, et al. IL18 and IL18R1polymorphisms, lung CT and fibrosis:
a longitudinal study in coal miners. Eur Respir J 2006; 28: 1100-5.
25. Castranova V, Vallyathan V. Silicosis and coal workers’ pneumoconiosis. Environ Health
Perspect 2000; 108: 675-84.
26. Blum T, Kollmeier J, Ott S, et al. CT for diagnosis and grading of dust-induced occupational
lung disease. Curr Opin Pulm Med 2008; 14: 135-40.
27. Greenberg MI, Waksman J, Curtis J. Silicosis: a review. Dis Mon 2007; 53: 394-416.
28. Cooke WE. Pulmonary asbestosis. BMJ 1927; 2: 1024-5.
29. Kamp DW. Asbestos-induced lung diseases: an update. Transl Res 2009; 153: 143-52.
30.Barbers RG, Abraham JL. Asbestos occurring after a brief inhalational exposure:
usefulness of BAL in diagnosis. Br J Ind Med 1989; 46: 106-10.
31. Guidotti TL, Miller A, Christiani D, et al. Diagnosis and initial management of nonmalignant
diseases related to asbestos. Am J Respir Crit Care Med 2004; 170: 691-715.
32.Murphy RL, Becklake MR, Brooks SM, et al. The diagnosis of nonmalignant diseases
related to asbestos. Am Rev Respir Dis 1986; 134: 363-8.
33.Kim JS, Lynch DA. Imaging of nonmalignant occupational lung disease. J Thorac
Imaging 2002; 17: 238-60.
34.Merchant JA. Human epidemiology: a review of fiber type and characteristics in the
development of malignant and nonmalignant disease. Environ Health Perspect 1990;
88: 287-93.
35. Staples CA, Gamsu G, Ray CS, et al. High resolution CT and lung function in asbestosexposed workers with normal chest radiographs. Am Rev Respir Dis 1989; 139: 1502-8.
36.Lin RT, Takahashi K, Karjalainen A, et al. Ecological associations between asbestosrelated diseases and historical asbestos consumption: an international analysis. Lancet
2007; 369: 844-9.
37.King TE, Kamp DW, Panos RJ. Pneumoconiosis, chronic interstitial fibrosis and
bronchiolitis. In: Witorsch P, Spagolo SV, eds. Air pollution and lung disease in adults.
Boca Raton, FL: CRC Press, 1994; 207-84.
38. Kreiss K, Day GA, Schuler CR. Beryllium: a modern industrial hazard. Annu Rev Public
Health 2007; 28: 259-77.
39. Newman LS, Mroz MM, Balkissoon R, et al. Beryllium sensitization progresses to chronic
beryllium disease. Am J Respir Crit Care Med 2005; 171: 54-60.
40.Maier LA, Martyny JW, Liang J, et al. Recent chronic beryllium disease in residents
surrounding a beryllium facility. Am J Respir Crit Care Med 2008; 177: 1012-7.
41.Akbar-Khanzadeh F. Short term respiratory function changes in relation to work shift
welding fume exposure. Int Arch Occup Environ Health 1993; 64: 393-7.
42. Kelleher P, Pacheco K, Newman LS. Inorganic dust pneumoconiosis: the metal-related
parenchymal disorders. Environ Health Perspect 2000; 108: 685-96.
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
Doç. Dr. Oğuz UZUN
GİRİŞ
Ekstrensek allerjik alveolit olarak da bilinen hipersensitivite pnömonisi (HP)
duyarlaşmış kişilerde başta organik antijenler olmak üzere çok sayıda değişik
antijenlerin tekrarlayan inhalasyonu sonucu meydana gelen kompleks bir sendromdur. Bu antijenler arasında tarımsal kökenli tozlar, mikroorganizmalar (bakteriler, mantarlar ve protozoalar), organik maddeler ve bazı kimyasal maddeler
bulunmaktadır. İmmünolojik kökenli olan bu hastalıkta duyarlı kişilerde tekrarlanan antijen inhalasyonu sonucu distal bronşiyol ve bunları çevreleyen interstisyel
alanda lenfositik bir inflamasyon oluşur. Antijenler bir dizi humoral ve hücresel
immün yanıta neden olur. Bununla birlikte, hastalığın patogenezini anlamadaki
en önemli zorluk bu yanıtların hem semptomatik hem de asemptomatik kişilerde
görülmesidir. Bu hastalığın özelliği çevresel kökenli bir veya daha fazla sayıdaki
antijen ile konakçı immün sisteminin etkileşimi sonucu meydana gelmesidir.
Her geçen gün yeni bir antijene bağlı çok sayıda HP sendromu tanımlansa da,
hastalığın en çok bilinenleri “çiftçi akciğeri” ve “kuş yetiştiricisi akciğeri” dir.
“Çiftçi akciğeri” ilk defa 1713 yılında Ramazzani tarafından tahıl işçilerinde tanımlandı ve 1892 yılında Arlidge küflü samana maruz kalanlarda benzer tabloyu
tespit etti (1). Uzun yıllar HP’den bahsedildiğinde çiftçi akciğeri referans olarak
kullanılmıştır. Bununla birlikte, çiftçilik pratiğinin modernizasyonu bu hastalık sıklığının azalmasına yol açmıştır. Yeni yaşam koşulları her geçen gün HP’ye neden
olan yeni ve değişik çevresel ajanların artmasına neden olmaktadır. Tablo 1’de
bu çok değişik spektrumdaki HP’lerin bir listesi görülmektedir. HP isimleri de
hastalığın klinik bulguları ve seyri gibi oldukça ilginçlikler taşımaktadır. Bu tablodaki HP isimleri Türkçeleştirilmiş, bununla birlikte bazı nadir görülen hastalık
isimlerine parantez içinde İngilizce orijinal isimleri de ilave edilmiştir. Klinisyenler
çoğunlukla bu çok değişik spektrumdaki hastalıklar karşışında tanıya ulaşmakta
zorluklar yaşarlar. Bu bölümde oldukça karmaşık ve değişik klinik tablolarla karşımıza çıkabilecek HP’lerin epidemiyoloji, klinik ve radyolojik bulguları, fizyopatoloji, tanı ve tedavi prensipleri güncel bilgiler eşliğinde anlatılacaktır.
123
124
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
Tablo 1. Hipersensitivite pnömonilerine neden olan ajanlar
Çiftçilik ile ilişkili hipersensitivite pnömonileri
Hastalık
Maruziyet
Major neden olan antijen
Çiftçi akciğeri
Küflü saman, tahıl ve silaj
Thermophilic actinomycetes
(Saccharopolyspora
rectivirgula, Micropolyspora faeni)
Mantarlar, Aspergillus umbrosus gibi
Bagassozis Küflü sıkıştırılmış şeker kamışı
Thermoactinomyces saccharii,
T. vulgaris
Tütün yetiştiricisi
Tütün bitkileri
akciğeri
Aspergillus sp.
Scoupulariopsis brevicaulis
Mantar işçisi akciğeri
Küflü kompost ve mantarlar
Mantar sporlar
Thermophilic actinomycetes
Patates soyucu akciğeri Patates etrafındaki küflü ot
Thermophilic actinomycetes
T. vulgaris
F. rectivirgula
Aspergillus sp.
Paprica dilimleyici
akciğeri
Paprica meyvesi
Mucor stolonifer
Şarap işçisi akciğeri Üzümler üzerindeki küf
Botrytis cincrea
Peynir yıkayıcı akciğeri Küflü peynir
Penicillum casei
Kahve işçisi akciğeri
Kahve çekirdeği tozu
Kahve Çay yetiştiricisi akciğeri Çay bitkisi
Bilinmiyor
Ventilasyon ve su-kaynaklı kontaminasyona bağlı gelişen hipersensitivite pnömonileri
Nemlendirici ateşi Nemlendiriler
(“Humidifier fever”)
Thermoactinomyces
(T. vulgaris, T. sacchari, T. candidus)
Jakuzi akciğeri
(“hot-tub lung”)
Buhar; tavan ve küvet
etrafında küf
Cladosporium sp.
Mycobacterium avium complex
Sauna akciğeri
Kontamine sauna suyu
Aureobasidiium sp.
Yaz-tipi HP
Kontamine evler
Trichosporon cutaneum
Cankurtaran akciğeri
Havuz suyu spreylerinden
aerolize endotoksin
Bodrum katı akciğeri
Atık su
Cephalosporium
Yüzme havuzu işçisi
akciğeri
Havuz suyu spreyleri ve çeşmeleri
bilinmiyor
Kuşlar ve kümes hayvanları teması ile bağlantılı hipersensitivite pnömonileri
Kuş besleyici akciğeri Muhabbet kuşu, papağan, güvercin, Hayvan dışkısı, tüyler
tavuk, hindi, kaz, ördek
ve serum proteinleri
Tahıl ve un işleme ile ilişkili hipersensitivite pnömonileri
Değirmenci akciğeri
Toz-kontamine tahıl
Malt işçisi akciğeri
Küflü arpa taneleri
Sitophillus granarius
Aspergillus fumigatus, Aspergillus
clavatus
Yapı ve inşaat ile ilişkili hipersensitivite pnömonileri
Ağaç işçisi akciğeri Kontamine ağaç hamuru ve tozu
Alternaria spp.
Bacillus subtilis
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
Sekoyozis
Küflü kızılağaç tozu
Graphium spp.
Pullularia spp.
Ağaç kesici akciğeri Kontamine ağaç kırpıntısı
(Wood-trimmer’s lung”)
Rhizopus spp.
Mucor spp.
Suberozis
Penicillum spp.
Küflü mantar tozu
Kompost akciğeri
Kompost
T. vulgaris
Aspergillus
Sazdan-çatı akciğeri Kurumuş ot ve yapraklar
(“thatched-roof lung”) Saccharomonospora viridis,
T. vulgaris
125
Plastik üretimi, boyama, elektronik endüstrisi ve diğer kimyasallarla ilgili hipersensitivite pnömonileri
Kimyasal madde
işçisi akciğeri
Poliüretan köpükler, sprey boyalar, Diisosiyanatlar, trimellitik anhidrid
elastomerler, yapıştırıcılar
Deterjan akciğeri
Deterjanlar (kullanım veya
işleme esnasında)
Bacillus subtilis enzimleri
Epoksi reçinesi akciğeri Isıtılmış epoksi reçinesi
Fitalik anhidrid
Makine operatörü
Kontamine metal-çalışma suyu
akciğeri
Pseudomonas fluorescens
Aspergillus fumigatus
Non-tuberküloz mikobakteriler
Tekstil işçilerinde görülen hipersensitivite pnömonileri
Bisinozis (gerçek bir HP nedeni olup olmadığı belirsiz)
Pamuk fabrikası tozu (pamuk
ve keten taraklama ve
eğirme alanları)
Bilinmiyor
Kadife işçisi akciğeri
Naylon kadife ipliği
Tannik asit, patates nişastası
Likoperdonozis
(“Lycoperdonosis”)
Lycoperdon pratense
Karahinhiba sporları
EPİDEMİYOLOJİ
Hastalığın tanı konmasında zorluklar ve HP’nin bir çok hastalıkla karışabilmesi
nedeniyle HP epidemiyolojisi kesin olarak bilinmemektedir. Ayrıca maruziyet
koşulları ülkeden ülkeye, ülke içinde bölgeden bölgeye, bölgesel alışkanlıklara ve
bölgesel çalışma koşullarına göre değişebilir. Bu nedenle, değişik HP türlerinin
prevalansıyla ilgili epidemiyolojik çalışmaların bir çok zorluğu mevcuttur. Prevalans oranları ülkeler arasında değişebilmekte ve iklimsel, mevsimsel ve coğrafi
koşullardan, lokal alışkanlıklardan, sigara içme alışkanlığından, genetik faktörlerden ve değişik çalışma koşullarından etkilenmektedir.
HP epidemiyolojisi ile ilgili veriler, çoğunluğu çiftçiler ve kuşçularda yapılan çalışmalara dayanmaktadır. Maruzuyet ile karşılaşmış çiftçilerde “çiftçi akciğeri” sıklığı
%1 ile 19 arasında değişebilmektedir. Buna karşılık “kuşçu akciğeri” (güvercin)
prevalansı ise maruz kalanlar arasında değişik çalışmalar arasındaki oranlar daha
da farklıdır (%1.6 ile 44). HP’lerinin değişik türlerini belirlemek için tutarlı, standart epidemiyolojik bir yaklaşım yoktur. Tablo 2’de değişik HP türlerinin sıklığı ve
araştırmalarda kullanılan çalışma yöntemleri görülmektedir (2-12). HP sıklığının
126
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
çalışmalar arasında bu denli farklı oranlar görülmesi sadece hastalığın bölgesel ve
kişisel farklılıkları, ve maruziyet koşulları ile açıklamak olası değildir. Tablo 2’den
de anlaşılacağı gibi sadece anket uygulaması ile tanı konulan çalışmalarda (11)
HP sıklığı oldukça yüksek (%44) çıkmasına rağmen, ileri tanı yöntemlerinin
(solunum fonksiyon testi, radyolojik incelemeler, seroloji ve provokasyon testi
gibi) kullanıldığı çalışmalarda bu oran daha düşüktür. Bizim yaptığımız bir çalışmada (12) güvercin besleyenler arasında hastalık prevalansını şimdiye kadar
yapılan çalışmalardaki en düşük değer olan %1.6 oranını tespit ettik. Tanı için
radyolojik yöntemler, bronkoskopik ve doğal provokasyonun testinin kullanıldığı
bu çalışma HP tanısı koymak ve ayırıcı tanısını yapmak için sadece anket çalışmalarının yeterli olmadığını göstermektedir.
SINIFLAMA
Hipersensitivite pnömonileri klasik olarak maruziyetin uzunluğu, yoğunluğu ve
oluşan hastalığın süresine bağlı olarak üç gruba ayrılmıştır; akut, subakut ve kronik formlar. Bu sınıflamadaki bazı belirsizlikler nedeniyle literatür incelendiğinde
başka sınıflamalar (Tablo 3) önerilse de hastalık prezentasyon ve kliniğindeki
büyük değişiklikler nedeniyle hiçbiri hastalığın klinik ve seyrini tam olarak yansıtmamaktadır (13-16).
KLİNİK BULGULAR
HP sabit bir klinik tablo olmaktan çok başlangıçtaki klinik görünümüyle daha sonraki klinik gidişatının değişkenlik gösterdiği heterojen bir klinik sendromdur (Şekil 1).
Hastalık akut, subakut ve kronik olarak sınıflanmakla birlikte bu klinik sendromlar
Tablo 2. Hipersensitivite pnömonileri ile ilgili yapılmış prevalans çalışmalarında
kullanılan yöntemler ve prevalans oranları
Yazar
Kişi sayısı Prevalans (%)Kullanılan metodlar
A SSFTR
Depierre (2)
4.3
+ +++
L PT
Christensen (3)53
21
+ +++
McSharry (4)
507
20
+
+
Banham (5)
277
10
+
+
Bourke (6)
258
31
+
+
Carrillo (7)
160
18
+
+
DeCastro (8)
343
8
+
+
Baldwin (9)
250
+
+
19
+
Charitopoulus (10)
54
3,7
+ +++ +
McSharry (11)
50
44
+
Oğuz Uzun (12)
185
1.6
+
+
+
+
+
+
A: anket, S: seroloji, SFT: solunum fonksiyon testi, R: radyoloji, L: laboratuar, PT: doğal provakasyon testi
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
127
Tablo 3. Hipersensitivite pnömonileri sınıflandırmaları
Klasik Boyd
Cormier
Selman
Sınıflandırma (13) Sınıflandırması (14) Sınıflandırması (15) Sınıflandırması (16)
Akut
Akut progresif
Aktif
Aktif nonprogresif ve
intermitan
Subakut
Akut progresif ve
intermitan
Akut intermitan
nonprogresif
Kronik NonakutResidüel Kronik
Nonprogresif
Progresif
birbirinin içine geçmiş vaziyette karşımıza çıkabilir (Tablo 4) (17). Akut,
subakut klinik formlar kronik forma
dönüşebileceği gibi kronik formda
maruziyet kesildiği takdirde önemli
klinik düzelme sağlanabilir (18).
Akut HP
Akut HP neden olan ajana yoğun bir
şekilde maruziyetten sonra meydana
gelir. Hastalar genellikle maruziyetten
4 ile 6 saat sonra aniden başlayan
yüksek ateş, titreme, kas ağrıları, öksürük ve nefes darlığı yakınmalarıyla
acil servise başvururlar ve hastalığın
Şekil 1. Hipersensitivite pnömonisi ilk klinik pre- bu formu viral veya bakteriyel enfekzentasyon ile klinik gidişatın farklılık gösterebildiği
siyonlar ile karıştırılır (19). Bu tablo
kompleks dinamik bir klinik sendromdur (17)
etkenden uzaklaştıklarında kendiliğinden düzelir, ancak tekrarlayan maruziyetlerde aynı tablo tekrarlar. Hastalar çoğu
zaman maruziyet ile hastalıklarını ilişkilendirmezler, hatta doktor şüphe ettiğinde
bile uzun aylar veya yıllardır maruziyetleri olduğu için hastalığı kabul etmeyebilirler.
Bu gruptaki hastalarda fizik muayenede çoğunlukla taşipne ve yaygın ince raller
tespit edilir. Olayı başlatan alandan uzaklaşma (ki bu çoğu zaman akut hastalık
nedeniyle kendiliğinden gerçekleşir) tüm belirti ve bulguların 12 saat ile birkaç gün
içinde tamamen iyileşmesi ile sonuçlanır. Radyolojik bulguların düzelmesi biraz
daha uzun sürse de maruziyet tekrarlandığında hastalık yine kendini gösterebilir.
Bu dönemde laboratuvar bulguları arasında eritrosit sedimentasyon hızında, immünglobulin, LDH ve CRP’de yükselme ve romatoid faktörde pozitiflik görülebilir. Ancak hiçbiri hastalığa spesifik değildir. Sık karşılalaşılan ajanlara karşı IgG
tipi presipitan antikorlar ve bronkoalveoler lavajda lenfositoz görülebilir. Solunum fonksiyon testlerinde çoğunlukla restriktif bir bozukluk tespit edilir.
128
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
Tablo 4. Hipersensitivite pnömonilerinin değişik klinik prezentasyonlarının özellikleri (17)
Akut
Subakut
Ateş, titreme
Özellik
+
-
-
Nefes darlığı
+
+
+
Öksürük
Nonproduktif
Kronik
ProduktifProduktif
Halsizlik, miyalji
+
+
+
Kilo kaybı
-
+
+
Raller
Akciğer grafisi
Bibasiller
DiffüzDiffüz
Nodüler infiltrasyonlar
Nodüler infiltrasyonlar
Fibrozis
Restriktif
Miks
Miks
↓
↓
↓
Solunum fonksiyon testleri
Diffüzyon kapasitesi
Bu evrede akciğer grafisi normal olabilir. En sık karşılaşılan lezyonlar arasında
gelip geçici diffüz buzlu-cam opasiteler, havaboşluğu konsolidasyonu ile birlikte
bir miktar mikronodüller yer almaktadır (20).
Subakut ve Kronik HP
Subakut formda, devamlı maruziyet ile karşılaşan kişilerde akut formdakine benzer semptomlar daha hafif şekilde ve uzun süreli (haftalar/aylar) görülür. Hastalar
çoğunlukla ateşin eşlik ettiği progresif nefes darlığı ve öksürükten şikayet ederler.
Halsizlik, iştahsızlık ve kilo kaybı da bu gruptaki hastalarda görülebilir. Bu tip daha
hafif akut atakların görüldüğü form subakut formdur. Kronik form devamlı şekilde,
genellikle ev içinde beslenen kuşlardan (muhabbet kuşu, papağan) kaynaklanan
düşük seviyede maruziyet sonucu meydana gelir (21). Bu formda sinsi bir şekilde
ilerleyen nefes darlığı, kuru öksürük, halsizlik ve kilo kaybı vardır. Akut atakların
olmaması ve semptomların yavaş yavaş ilerlemesi nedeniyle hastalığın başta idiyopatik pulmoner fibrozis olmak üzere diğer kronik interstisyel pnömoniler ile
karıştırılmasına yol açar (2). Bu evrede maruziyetten kaçınmak akciğerler fibrotik
evreye ilerlemeye başladığından, semptomlarda kısmi bir düzelmeye yol açabilir.
Her hastada hastalık akut formdan kronik forma ilerlemeyebilir. Bazı hastalarda
akut semptomlar görülmeksizin pulmoner fibrozisi görülürken, bazılarında ise
aralıklı akut semptomlar yıllarca devam ederken belirgin bir pulmoner fibrozisi
gelişmeyebilir. Hastalığın geliştiği kişilerde semptomlar başlamadan önce yıllarca
antijenle bir dengede kalma durumu söz konusudur (17). Bazı hastalarda ise devam eden antijen maruziyetine karşı hastalıkta regresyon görülebilir. Hastalığın
kronik formunda hastalık geliştikten sonra antijenden sakınmak hastalığın geriye
dönüşünü engellemeyebilir.
Hastalığın ilk prezentasyonu ve daha sonraki gidişatını hangi faktörlerin belirlediği açık değildir. Bununla birlikte, antijenle karşılaşmanın sıklığı ve yoğunluğunun
önemli olduğu düşünülmektedir. Düşük düzeyde, uzun süreli az miktardaki anti-
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
129
jenle (örneğin, evde beslenen papağan, muhabbet kuşu) karşılaşmanın hastalığın
kronik formuna yol açtığı zannedilmektedir. Bu formdaki hastalık güvercinlerin
evlerde bakıldığı Meksika’da tanımlanmıştır (22). Burada hastalık daha fazla kadınları etkiler ve sinsi bir seyir göstererek çoğunlukla pulmoner fibrozisine ilerler. Bu durum İngiltere’deki muhabbet kuşu meraklılarında görülene benzer bir
durumdur. Buna karşın, İngiliz güvercin meraklılarında görülen aralıklı yüksek
yoğunluktaki maruziyet daha çok akut hastalığa yol açarken, pulmoner fibrozise
ilerlemesi daha az oranda görülür. Sigara içme antijenlere karşı antikor yanıtını
azalttığından, sigara içenlerde HP daha az oranda veya bir kısmında daha kronik
bir formda görülür (23).
Bu evrede laboratuvar bulguları çok fazla işe yaramayabilir. BAL’da lenfositoz
görülebilmekle birlikte nötrofili ve eozinofili de ağırlıklı bulgu olabilir. Orta ile şiddetli bir restriktif bozuklukla birlikte diffüzyon bozukluğu ve hipoksemi beklenen
bulgulardır. Bilateral bazallerde raller ve parmaklarda çomaklaşma görülebilir.
Hastalığın ileri evresinde kor pulmonale bulguları ve bazı hastlarda eşlik eden
bronşiyolite bağlı squak duyulabilir.
FİZYOPATOLOJİ
HP patogenezi tekrarlayan antijen maruziyeti, konakçının antijene karşı duyarlılaşması ve pulmoner ve sistemik belirtilere yol açan immün inflamatuvar yanıttan
oluşmaktadır. Aerodinamik yapısı 5 µm’den daha küçük partiküller akciğer periferine ulaşarak HP oluşmasına yol açabilirler. İnflamatuvar yanıt granülom oluşumuyla birlikte intertisyel ve alveoler inflamasyon ile karakterizedir. Başlangıçta
antijen inhalasyonundan sonra bronşiyoller, alveoller ve interstisyumda mononükleer hücreler ve nötrofillerden oluşan nonspesifik pnömonitis oluşur. Devam
eden veya tekrarlayan antijenik maruziyet bronşiyollerin merkezinde lenfositik
bir inflamasyon ile karakterizedir. Daha sonraki, kronik fazda ise epiteloid hücrelerden oluşan non-kazeifiye granülomlar görülebilir. Uzun süreli maruziyette
ise, progresif fibrozis ve bronşiyolitis obliterans gelişebilir. Balpeteği ile birlikte
fibrozis yaygın bir hal alarak, hastalığın ileri evrelerinde histopatoloji “usual”
interstisyel pnömoniden (UIP) ayırt edilemeyebilir. HP’de bu histopatolojik bulgular sekonder lobülün santral bölgesi özellikle etkilemektedir (24).
Hastalığın patogenezinde birkaç immün reaksiyonun rol oynadığına ait kanıtlar
vardır. Antijene karşı serumda ve bronkoalveoler sıvıda presipitan antikorların
bulunması, antijenin subkütan olarak enjekte edildiğinde Arthus tipi bir cilt-testi
reaksiyonunun görülmesi HP’nin tip III hipersensitivite reaksiyonu (immünkompleks reaksiyonu) ile meydana geldiğini düşündürmüştür. Ayrıca hastaların
inhale antijen ile karşılaşmalarından sonra semptomların tip III reaksiyonu ile
uyumlu bir şekilde 4-8 saat sonra meydana gelmesi de bu görüşü desteklemektedir. Bununla birlikte, serum presipitanları olmaksızın hastalığın geliştiği hastalar
olması, histopatolojik bulgular arasında vaskülitin, ağırılıklı nötröfilik inflamasyo-
130
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
nun görülmemesi, pasif serum transferi ile HP’de görülen histopatolojik değişikliklerin oluşturulamaması bu hipotez ile uyumlu bulunmamıştır. Buna karşın,
akciğerlerde görülen mononükleer hücre infiltrasyonu ve non-kazeifiye granülomların görülmesi tip IV reaksiyonu (hücresel immün yanıt) desteklemektedir.
Hastalığın bu iki tip immün yanıtın kompleks bir etkileşimi sonucu meydana
geldiği düşünülmektedir (23).
Bu mekanizmalar hastalığın oluşumunu ve histopatolojik değişiklikleri açıklayabilse de neden bu değişikliklerin sadece maruziyet ile karşılaşan kişilerin
bir kısmında görüldüğü kesin olarak belli değildir. Hastalığın oluşması için tetikleyici faktör (inhale antijen) ve kolaylaştırıcı faktörlerin gerekli olduğu öne
sürülmüştür (19). İntrensek kolaylaştırıcı faktörler arasında genetik faktörler,
ekstrensek kolaylaştırıcı faktörler arasında insektisid inhalasyonu ve araya giren viral enfeksiyonlar sayılabilir. Bazı major histokompatibilite kompleksi sınıf
II genleri ile hastalık oluşumu arasında ilişki tespit edilmiştir. TNF-alfa polimorfizmi tespit edilen kuş-besleyenler akciğerli hastalarda yüksek TNF üretimi
olduğu gösterilmiştir (25). HP olan hastaların birçoğu HP semptomlarının başlangıcında solunum yolu viral enfeksiyonlarına benzer semptomlardan yakınırlar. Normal insanlara göre HP’li hastaların akciğerlerinde viral antijenler daha
fazla eksprese olurlar (26). Viral enfeksiyonların HP’yi artırmasının olası mekanizması olarak makrofajlar ve dendritik hücrelerdeki antijen sunan hücreler
üzerindeki CD28 ko-stimülatör molekülü ile etkileşimi düşünülmektedir. Buna
karşılık, nikotin, ve lenfosit ve makrofaj serisinin bazı supresif hücrelerinin HP
oluşumundan koruduğu düşünülmektedir. Sigara alışkanlığı alveoler makrofaj
fagositoz fonksiyonunu ve IL-1 ve TNF oluşumunu azaltarak HP’yi önlediği
düşünülmektedir (24).
AYIRICI TANI
Hastalık inhalasyon ateşi, toksik alveolit ve organik toz toksik sendromu gibi
allerjik olmayan inflamatuvar reaksiyonlardan ayırt edilmelidir. Bu reaksiyonlar
tipik olarak çok yüksek oranda organik tozlara tek bir karşılaşmayla meydana gelirler ve daha önce maruziyeti olmayan kişilerde görülebilirler. Bu şekildeki toksik
reaksiyonlarda, bireysel duyarlılık daha az göze çarpar ve aynı derecede maruzuyeti olan tüm bireylerde benzer bir klinik hastalık tablosu gelişir. Buna karşın,
HP bireysel duyarlılığın önemli olduğu bir hastalıktır ve antijene maruz kalanların
sadece az bir kısmında hastalık gelişir. HP’de hastalığın geliştiği kişilerde bireysel
duyarlılık söz konusu olmakta ve konakçı ve antijen arasındaki etkileşim hem
genetik hem de çevresel faktörlerden etkilenmektedir. Hastalığın ayırıcı tanısında
düşünülmesi gereken hastalıklar Tablo 5’de gösterilmiştir (27).
TANI
Hipersensitivite pnömonisi için akciğer biyopsisi dahil olmak üzere hiç bir
test patogonomik değildir. Sadece tek bir klinik özellik veya laboratuvar testi
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
131
hastalık için tanısal değildir. Tanıda
en önemli basamağın hastalıktan
şüphelenmek ve bu klinik bulgulara
Akut evre
yol açabilecek antijeni araştırmak
Akut trakeabronşit, bronşiyolit veya pnömoni
olduğu unutulmamalıdır. Bunun için
Akut endotoksin maruziyeti
ayrıntılı bir iş, çevre ve hobi öyküsü
Organik toz toksik sendromu
alınması son derece önemlidir. Tek Allerjik bronkopulmoner aspergillozis
rar eden solunum semptomları ve
Reaktif havayolu disfonksiyonu sendromu
radyolojik anormallikler varlığında
Pulmoner embolizm
HP şüphesi artar. Antijen araştırıl Aspirasyon pnömonisi
madığı sürece, bazen araştırılsa bile,
Bronşiyolitis obliterans organize pnömoni
ortaya çıkarılamayabilir. Hasta yıl Diffüz alveoler hasar
lardır veya doğduğundan beri aynı
Subakut evre
ortamda yaşadığı ve/veya çalıştığı
Rekürren pnömoni
için değişik ajanlardan şüphe etmez
Allerjik bronkopulmoner aspergillozis
veya hastalığı ile bağlantı kuramaya Granülamatöz akciğer hastalığı
bilir. Bu nedenle hastanın yaşadığı
Enfeksiyon-mikobakteri, fungus
ev ve çevre, iş ortamı doktor tarafınBeriliozis
dan ziyaret edilmesi antijenin belirSilikozis
lenmesi için fayda sağlayabilir. Tanı
Talkozis
klinik özellikler, radyolojik anormal Langerhans’hücreli histiositozis
likler, akciğer fonksiyon testleri ve
Churg-Strauss sendromu
immünolojik testlerin kombinasyo Wegener granülamatozu
nuyla konabilir. Tanısal işlemde ilk
Sarkoidozis
Kronik evre
adım provoke eden antijen temasıy İdiopatik pulmoner fibrozis
la semptomlar arasındaki ilişkiden
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı ile pulmoşüphelenmektir. Hastalığın akut
ner fibrozis
formunda, hasta bu ilişkiyi kolay bir
Bronşektazi
şekilde tespit edebilir ve tanı kolaylıkla konabilir. Kronik formda, antijen maruziyetiyle semptomlar arasında zamansal bir ilişki görülmeyebilir ve
hastaya HP antijeni maruziyeti özellikle sorulmadığı veya araştırılmadığı sürece
hatalar yapılabilir.
Tablo 5. Hipersensitivite pnömonilerinin
ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken
hastalıklar
HP için birkaç tanısal algoritma geliştirilmesine rağmen, bunların yüksek rezolüsyonlu BT ve bronkoalveoler lavajın kullanımından önce geliştirildiği unutulmamalıdır. Ayrıca tanı kriterleri tipik akut hastalar için geçerli olurken, subakut ve
kronik hastalar için geçerlilikleri sınırlıdır. Hastalarda tanının doğru konulabilmesi
için önerilen tanı basamakları şunlardır (17):
1. Neden olan antijen ile maruziyetin belirlenmesi.
2. Antijene karşı meydana gelen immün yanıtın gösterilmesi.
132
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
3. Antijen maruziyeti ile semptomlar arasındaki ilişkinin gösterilmesi.
4. Akciğer fonksiyonlarındaki kaybın derecesine karar verilmesi.
5. Radyolojik bozukluğun yaygınlığına karar verilmesi.
6. Akciğer biyopsisi veya bronkoalveoler lavaj gerekliliğinin düşünülmesi.
7. Doğal veya laboratuvar bazlı maruziyet çalışmasının faydasının düşünülmesi.
8. Alternatif tanıların (örneğin sarkoidozis, inhalasyon ateşi) ekarte edilmesi.
Schuyler ve Cornier (28) tarafından geliştirilen tanı kriterleri ise Tablo 6’da gösterilmiştir. Buna göre sarkoidoz veya İPF gibi diğer tanıların dışlanması durumunda tanı için 4 major ve 2 minör kriterin karşılanması gereklidir.
2003 yılında yayınlanan bir çalışmada (29) lojistik regresyon analizi yaparak 6
önemli HP belirleyicisi olduğu gösterilmiştir;
1.Bilinen bir antijene maruziyet,
2.Serumda spesifik IgG’nin gösterilmesi,
3.Semptomların tekrarlaması,
4.Oskültasyonda rallerin duyulması,
5.Maruziyetten 4-8 saat sonra semptomların ortaya çıkması,
6.Kilo kaybı.
Bu çalışmada bir hastanın HP olma ihtimali bu 6 kriterin karşılanıp karşılanmaması üzerine kurulmuştur. Eğer hastada bu kritelerden hiçbiri yoksa %0, hepsi
varsa %98 olasılıkla HP olabileceği belirtilmiştir (Tablo 7). Ancak kronik HP
tanısında bu 6 kriterin kullanılması önerilmemektedir.
Tablo 6. Hipersensitivite pnömonisinde tanı kriterleri
Major Kriterler
1. Uyumlu klinik semptomlar
2. Antijen maruziyetinin hikaye veya presipitan antikorların serumda veya BAL’da tespiti ile
gösterilmesi
3. Uyumlu radyolojik bulgular
4. BAL’da lenfositozun gösterilmesi
5. Uyumlu patolojik bulgular
6. Pozitif provakasyon testi
Minör Kriterler
1. Oskültasyonda bilateral rallerin duyulması
2. DLCO'da azalma
3. Egzersiz veya istirahatte hipokseminin olması
DLCO: Karbon monoksit diffüzyon testi
133
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
Tablo 7. Klinik ve laboratuvar bulgularına göre bir hastanın hipersensitivite pnömonisi olma ihtimali (29)
Bilinen bir Tekrarlayan Maruziyetten
Kilo
antijene semptomların 4-8 saat
kaybı
maruziyet
olması
sonra semptomların meydana gelmesi
+
+
+
+
+
+
+
+
Raller, %
+
Serumda
Serumda
presipitan
presipitan
antikor
antikor
+
-
+
-
+
98 92 9372
+
-
97 85 8756
-
+
90 62 6627
+
-
-
81 45 4915
+
-
+
+
95 78 8144
+
-
+
-
90 64 6828
+
-
-
+
73 33 3710
+
-
-
-
57 20225
-
+
+
+
62 23266
-
+
+
-
45 13153
-
+
-
+
18 4 51
-
+
-
-
10 2 20
-
-
+
+
33 8 102
-
-
+
-
20 4 51
-
-
-
+
6 1 10
-
-
-
-
3 1 10
Aşağıda HP tanısında kullanılan önemli tanısal yöntemlerin özellikleri özetlenmektedir.
Presipitan Antikorlar
Serumda küf, mantarlar, tahıl tozları ve hayvan kaynaklarının kan ve diğer
sekresyonları gibi bir çok potansiyel antijenlere karşı presipitan IgG antikorlarına bakılabilir. Böyle bir immün cevabın gösterilmesi hastanın sensitizasyon
için antijene yeterli miktarda maruz kaldığını gösterebilir. Ancak bu tanı için
yeterli değildir. Serum antikorları hastalıktan ziyade antijen maruziyetinin göstergesidir. Örneğin hastalığı olmadığı halde çiftçilerin %30 ile 60 kadarında
presipitan antikorlar tespit edilebilir (19). Tam tersi de mümkündür. Hastalığı
olan hastalarda presipitan antikorlar negatif olabilir. Bu konu ile ilgili diğer bir
problem presipitan antikorların yokluğu hastalığı ekarte ettirmemesidir. Ayrıca
serum antikor oluşumu maruziyetin yoğunluğu ve süresi ile korele değildir.
Maruziyet kesildikten sonra serum antikor seviyesi azalmaya başlar, bu nedenle
bir süre antijen maruziyetine uğramayan kronik HP’li hastalarda antikor olu-
134
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
şumu gösterilemeyebilir. Tek bir immünolojik test karmaşık ve farklı şekillerde
hastalığa cevap veren immün sistem cevabını ölçmek için yeterli değildir. Cilt
testlerinin HP tanısında yeri yoktur.
Radyoloji
Akciğer Grafisi Bulguları: HP’li hastaların akciğer grafisinde değişik bulgular
olabileceği gibi tamamen normal de olabilir. Bu görünümler hastalığın evresine
bağlı olarak değişiklik gösterebilir (Resim 1,2). Akut dönemde diffüz zorlukla
seçilebilen nodüler dansiteler, buzlu cam dansitesi alanları, lineer radyodansiteler
ve ara sıra konsolidasyon görülebilir (17,19). Nodüler ve buzlu cam dansitesi
görünümü maruziyetten sonra kaybolabilir. HP’nin akut dönemi geçtikten sonra
akciğer grafisi tamamen normal olabilir.
Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi (YRBT) Bulguları: HP’nin
akut fazında bilateral konsolidasyon sahaları, buzlu cam dansitesi, küçük sentrilobüler nodüler görünüm olabilir. HP’de nodüller diffüz, yuvarlak, belirgin olmayan, sentrilobüler ve 5 mm’den daha küçüktürler (Resim 1). Sarkoidozun aksine
HP’deki nodüller nadiren plevra veya bronkovasküler dallara temas ederler. Nodüller ve çevresindeki akciğer alanları ile arasındaki sınır iyi çizilmiştir (30).
Subakut fazda bilateral buzlu cam dansitesi görünümü ve/veya sentrilobüler
nodüler patern olabilir. Ekspiratuar BT’de daha belirgin olan hipoatenuasyon
alanları bronşiyol inflamasyonu ve obstrüksiyonuna bağlı olarak gelişen hava
hapsinin göstergesidir (Resim 1,2).
a
b
c
d
e
f
Resim 1. Subakut HP tanısı konan 60 yaşındaki kadın hastanın akciğer grafisinde diffüz buzlu-cam
opasite (a) dikkati çekiyor. Hastanın YRBT’sinde sentrilobüler nodüller (b, c) ve mozaik patern (‘head
cheese sign’) alanları (d) görülüyor. Bu bulgular subakut HP için patogonomik kabul edilmektedir.
Hastanın transbronşiyal akciğer biyopsisinde gevşek granülom (f) yapısı ve BAL’da ağırlıklı lenfoslerden zengin bir lavaj (e) tespit edildi. HP nedeni olarak hastanın ev ortamı ziyaretinde evinin yanında
bulunan küçük kümes hayvanların yetiştirdiği ve yaz aylarında yattığı küflü kulübe belirlendi
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
a
c
b
d
135
e
Resim 2. Altmış dört yaşında fındık yetiştiriciliği yapan progresif nefes darlığı ile başvuran akut HP’li
kadın hastanın akciğer grafisinde (a) alt zonlarda belirgin buzlu-cam opasite ve konsolidasyon dikkati
çekiyor. YRBT’de (b, c) tipik buzlu cam alanları ve hipoatenuasyon alanlarının bir arada olan hastanın
transbronşiyal akciğer biyopsisinde interstisyel lenfositlerden zengin inflamasyon görülüyor (d). Sadece
etkenden uzaklaşma ile hastanın 1 ay sonraki akciğer grafisinde (e) tamamen düzelme sağlandı
Kronik evre subakut evrenin özellikleriyle beraber fibrozisle karakterizedir. Bal
peteği akciğer görünümü kronik faza özgüdür. Fibrozis alanları irregüler lineer
opasiteler ve yapısal bozulmalar, traksiyon bronşektazileri, volüm kaybıyla karakterizedir (31). Septal kalınlaşma ve fibrozis hem subakut hem de kronik fazda
görülebilir.
Yamalı buzlu cam dansiteleri ile beraber normal ve hava hapsi alanlarının birlikte
oluşturduğu mozaik patern (‘head cheese sign’) ve sentrilobüler nodüllerin olması HP tanısını kuvvetle düşündürmelidir (Resim 1,2) (31). Sentrilobüler nodüller
ve buzlu cam dansitesi görünümü geri dönüşünü olabilen bulgularken, bal peteği
görünümü ve amfizem irreversibl olarak kabul edilmektedir.
Benzer BT bulguları diğer İAH’larda da bulunabilir. Kronik HP histolojik ve radyolojik olarak nonspesifik interstisyel pnömoni (NSIP) ya da UIP özelliklerini gösterebilir. Özellikle antijen maruziyet öyküsünün tam belli olmadığı kronik HP’li
vakaların IPF’den radyolojik olarak ayrımı kolay olmayabilir. Bu durumda BT’de
mikronodüllerin ve buzlu cam dansitesi veya hava hapsinin olması ve bal peteği
akciğer görünümünün yaygın olmaması, üst ya da orta zon tutulumunun olması
kronik HP lehineyken, akciğerlerin periferik alanlarının ve alt zon tutulumunun
baskın olması İPF lehine değerlendirilebilir (32).
Bronkoalveoler Lavaj (BAL) Bulguları
BAL’da tüm interstisyel akciğer hastalıkları içinde en fazla lenfositoz HP’de görülür (Resim 1). Bu artış özellikle de CD8 T-Lenfosit populasyonunda daha faz-
136
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
la orandadır ve bu CD4/CD8 oranında azalmaya (genellikle <1) yol açar. Bu
durum hastalığın fazına göre değişebilmekle birlikte toplam lenfosit sayısı her
zaman normalden fazladır. BAL’da lenfosit sayısı çoğunlukla yüzde 50’den daha
fazladır, fakat fibrotik hastalıkta bu oran azalabilir. BAL’da belirgin lenfositoz
nonspesifik olmakla birlikte bu oranda yüksek lenfositoz ayırıcı tanıda düşünülen
hastalıklarda nadir olarak görülür (19).
Hücre profili antijen maruziyetinden sonra geçen süreye bağlı olarak değişmektedir. İnhasyon antijenlerinin verilmesinden hemen sonra etkilenen hastalarda
lenfositler hakim olmadan önce nötrofilik alveolit görülmektedir. Maruziyet sonrası özellikle ilk 48 saatte nötrofil sayısında T hücrelere nazaran daha fazla artış
olmaktadır. 48-96 saat sonra T lenfositler hakim olmaya başlamaktadır. Antijen
temasının kesilmesinden sonra zamanla CD8 hücreleri düşmeye başlamakta ancak CD4 hücrelerinin artmaya başlaması nedeniyle toplam T lenfosit sayısı artmaktadır. Kronik dönemde BAL sıvısında CD4 T lenfosit ve nötrofil miktarının
fazla olması fibrozisle ilişkili bulunmuştur (17,19).
Biyopsi Bulguları
HP’de klinik ve radyolojik bulguların karmaşıklığı nedeniyle bir çok hastanın
tanısı için histopatolojik konfirmasyonu gerekebilir ve açık akciğer biyopsisinin
daha yüksek tanı şansının olduğu ilerlemiş hastalar dışında transbronşiyal akciğer
biyopsisi tercih edilmelidir. Birçok farklı HP türünün histopatolojik özellikleri çok
benzerdir ve patogonomik bir bulgusu yoktur. HP’de görülebilecek histopatolojik
bulgular aşağıda özetlenmiştir (33):
1. Respiratuvar veya terminal bronşiyoller etrafına lokalize olmuş küçük, belirsiz nonkazeifiye granülomlar (Resim 1). Bu tam tanımlanamayan epiteloid
makrofaj kümelerine multinukleer dev hücreler eşlik edebilir. Sarkoidozdan
farklı olarak iyi-oluşmuş granülomlar HP’de çoğunlukla görülmez.
2. Tipik olarak bronkosentrik olarak yerleşmiş alveol duvarlarında yama tarzında mononükleer hücre (özellikle lenfosit ve plasma hücresi) infiltrasyonu.
3. Alveol ve interstisyumda köpüksü stoplazmalı büyük histiyositler.
4. İzole dev hücreler, gevşek oluşmuş granülomlar veya Schauman cisimciklerinin eşlik ettiği peribronşiyal fibrozis HP tanısını destekler.
Kronik dönemde akciğerlerde meydana gelen hasarın şiddetine ve sıklığına bağlı
olarak değişen derecelerde interstisyel fibrozis izlenebilir. Kronik dönemde granülom yapısına daha az rastlanır. Kronik HP’de UIP, NSIP veya organize pnömoni benzeri lezyonlarla karşılaşılabilir. UIP benzeri ve fibrotik NSIP benzeri
tutulum olanlar kötü prognozlu iken, selüler NSIP benzeri ve organize pnömoni
benzeri olanlar daha iyi prognozludur.
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
137
Provokasyon (Maruziyet) Testleri
Provakasyon testleri HP’nin tanısında oldukça yararlıdır ve hastane şartlarında,
tecrübeli ekip gözetiminde güvenle yapılabilir. Provokasyon testleri 2 türlü yapılmaktadır. Birincisi güvercin serum veya atıklarından antijenlerinin hazırlanıp
nebulizatör ile hastalara verilmesiyle yapılan “inhalasyon provokasyon testi”,
ikincisi ise hastanın antijenlerin bulunduğu doğal ortamda maruz bırakılmasıyla
yapılan “doğal” ya da “çevresel” provakasyon testidir. Provokasyon testleri başta
kuşçu akciğeri olmak üzere HP tanısında altın standart olarak kabul edilmeye
başlanmıştır. Provokasyon testleri özellikle akut HP tanısında faydalı olmasına
rağmen yapılan bazı çalışmalarda kronik HP’nin İPF’den ayrımında da faydalı
olduğu gösterilmiş ve hastaların cerrahi işlemlere yönlendirilmesine gerek kalınmayacağı belirtilmiştir (34,35).
Provokasyon testlerinin pozitifliğine aşağıdaki kriterlere göre karar verilmektedir (34):
1. Radyolojik anormalliklerde artış,
2. Alveoler-arteryel oksijen gradyentinde (P-AO2) 10 mm Hg’dan fazla artma
ve/veya DLCO’da %20’den fazla azalma,
3. Vital kapasitede (VC)’de %15’den fazla düşme,
4. Periferik lökosit sayısında %30’dan fazla artış,
5. CRP’de 1.0 mg/dL’den fazla artış,
6. Vücut ısısnda 1.0°C’den fazla artış ve/veya üşüme ve yorgunluk dahil sistemik semptomların gelişmesi,
7. Solunum semptomlarının gelişmesi (öksürük ve dispne),
Buna göre 3 veya daha fazla kriter gerçekleşmişse test pozitif kabul edilir. 2 kriter gerçekleşmişse muhtemel pozitif kabul edilir.
İnhalasyon testleri hem standartize edilmiş antijen eksikliğinden hem de uzmanlaşmış merkez tarafından yapılması gerektiği için sıklıkla uygulanamaktadır (17).
Doğal provokasyon testleri uygulaması daha kolaydır ve özellikle akut HP tanısında çok faydalı olabilir (Resim 3). 2011 yayınlanan “Güvercin Besleyicisi Akciğeri” prevalansı ile ilgili çalışmamızda doğal provokasyon testi şüpheli hastaların
%12.5’de pozitif bulunmuştur (12). Doğal provokasyon testi uygulama kolaylığı
nedeniyle HP tanısında daha yaygın olarak kullanılması gerekmektedir.
TEDAVİ
HP konakçı immün yanıtı ile çevresel faktörlerin bir etkileşimi sonucu meydana
geldiğinden, tedavi teorik olarak çevre ve/veya konakçı immün sisteminin modifikasyonunu kapsamalıdır. Bununla birlikte, hastalığın patogenezi tam olarak açığa
çıkarılmadığından çevresel faktörlerin kontrolü tedavinin temelini oluşturmaktadır.
138
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
Hastalığın Önlenmesi
a
b
c
d
Provokatif antijen maruziyetinin
azaltılması HP sıklığını azaltabilir. Bu
da olası ajanlarla temasın minimuma
indirilmesi, ev ya da işyerinde mikrobiyal kontaminasyonun azaltılması
veya koruyucu cihazların kullanılması ile sağlanabilir.
Antijen yükünün azaltılması:
Olası mikrobik kökenli antijen kaynaklarının depolanması ve taşınması ile ilgili yapılacak değişiklikler
HP gelişimini önleyebilir. Örneğin,
taşınmadan önce kompostun ıslatılması aktinomiçes sporlarının dağılımını azaltır ve şeker kamışı işleme
sırasında antimikrobik solüsyonların
kullanılması fungal üremeyi ve bagassozis gelişimini azaltır.
Ev içi mikrobiyal kontaminasyon
genellikle nem kontrolü problemleri
ile bağlantılıdır (36). Mikrobiyal üreme için uygun bir ortam oluşturan
durgun suya yapılacak uygun işlemlerle bu olay önlenebilir. Ülkemizde özellikle binaların inşaat kalitesi
yetersiz olması, izolasyon sistemlerinin bozuk olması ve birçok bölgenin de
aşırı derecede yağışlı ve nemli olduğu düşünüldüğünde ev içi rutubet ve nem
önemli bir sağlık sorunu ve HP kaynağı olabilmektedir. Özellikle ahşap binalarda veya zemin kaplamada ahşap malzemenin kullanılması, ufak bir nem, su
kaçağı veya rutubette mantar kolonizasyonuna yol açabilmektedir. Ülkemizde
betonarme binalarda da rutubet önemli bir problem olarak karşımıza çıkabilmektedir. Binalarda nem oranının 60’ın altında olması sağlanmalı, rutubet önlenemiyorsa özellikle evlerde boydan boya halılardan kaçınılmalıdır. Su kaçağı
yönünden dikkatle su sistemleri gözden geçirilmeli ve tespit edilir edilmez tamir
edilmelidir. Su ile temas edip zarar görmüş mobilya, alçıpan veya halılar derhal
kaldırılmalıdır. Binalarda ısıtma, havalandırma ve soğutma sistemlerinde kullanılan su yeniden devir edilmemelidir. Taşınabilir buhar ve nemlendiricilerin
artıkları günlük olarak boşaltılmalı ve çamaşır suyu ya da hidojen peroksit ile
sık sık sterilize edilmelidir (36).
Resim 3. Akut HP (güvercinci akciğeri) tanısı konulan hastanın YRBT’sinde üst zonlarda hafif buzlu-cam
opasiteler (a, b) görülüyor. Tanıyı kesinleştrimek için
yapılan doğal provokasyon testi sonuçları tabloda (c)
ve tanı sonrası hastanın evinin teras katına güvercinleri gözlemek için yaptığı camdan bölme (d) görülmektedir
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
139
Antijen maruziyetinin tamamen önlenmesi mümküm değilse, antijenin çevreden uzaklaştırılması, koruyucu maskelerin giyilmesi gibi antijen azaltıcı önlemler
faydalı olabilir (19). Merkezi havalandırma sistemlerinden geriye dönen tozlar
elektrostatik toz filtreleriyle önemli oranda azaltılabilir. Antijen duyarlaşmasını
engellemek için kullanılan kişisel respiratörlerin etkinliği bilinmemektedir. Bu cihazlar neden olan ajandan sakınmak kolay ve hızlı bir şekilde mümkün değilse
önerilmektedir.
HP’nin Tedavisi
HP ile ilgili en iyi çalışmalar “çiftçi akciğeri” ve “güvercin besleyicisi akciğeri”
ile ilgilidir. Diğer HP tedavileri de bu çalışmalardan çıkan değerlendirmelere dayanmaktadır. HP tedavisinde anahtar rol antijenden sakınmadır. Antijenden sakınma hastalığın regresyonunu sağlarken, bazı şiddetli hastalarda kortikosteroid
tedavisi gerekebilir ve klinik bulguların düzelmesini hızlandırır (17,19).
Antijenden sakınma
HP neden olan antijenin belirlenmesi hastanın tedavisi ve diğer bireylerin duyarlaşmasının önlenmesi açısından önem taşır. Bu hastalar için provoke eden
ajanın maruziyetinden tamamen kaçınma tavsiyesi en güvenilir tavsiyedir ve
hastalara kuvvetli bir şekilde önerilmelidir. Antijen maruziyetinin tamamen önlenmesi çoğu zaman duygusal, mesleksel ve ekonomik nedenlerden mümkün
olmayabilir (Resim 3). Bu durumda, antijenin çevreden uzaklaştırılması, koruyucu maskelerin giyilmesi gibi antijen azaltıcı önlemler alınmalıdır. Güvercin
meraklılarına güvercinlikte daha az zaman harcamaları, süpürme gibi daha
yüksek oranda antijen maruz kalacak aktivitelerden kaçınma, güvercinlikten
çıktıktan sonra antijene maruz kalmayı önleyecek güvercinlik elbisesi ve şapkası kullanması tavsiye edilebilir. Güvercinliğin havalandırması da son derece
önemlidir.
Bir kaç çalışmada çiftçi akciğeri olan hastaların çoğunluğunun işlerinde bir değişiklik yapmasalar bile klinik olarak kötüleşmedikleri gösterilmiştir (37-38).
Kortikosteroidler
Hastalığın akut formunda kortikosteroidlerin belirgin faydalı yanıtı olmasına
karşın, tedavinin etkisini, hastalığın doğal seyrinden ve antijenden kaçınmanın
etkisinden ayırt etmek zordur. Kortikosterodiler uzun dönemde hastalığın seyrini değiştirmez (19). Kortikosteroid tedavisi genellikle fonksiyonel kaybı olan
subakut ve kronik hastalarda denenir. Tedavi fizyolojik bozuklukta olabilecek en
iyi düzelmenin olduğu evreye kadar devam edilir. Tedavi çoğunlukla sarkoidoz
ve diğer intertisyel akciğer hastalıklarındakine benzer ve 40-50 mg ile başlanır.
Bir ay bu dozda kullanıldıktan sonra 2-3 aylık süre içinde 7.5-15 mg’lık idame
dozuna düşülür (19).
140
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
PROGNOZ
Hastalığın prognozu büyük oranda antijen maruziyetinin süre ve tipine, inhale
antijenin dozuna ve hastalığın klinik formuna bağlıdır. Hastaların bir kısmında
antijenden korunmalarına ve tedavi olmalarına rağmen progresyon gelişebilir.
Buna yol açan neden tam olarak açıklanamamıştır.
Genel olarak, akut HP’nin prognozu daha iyidir ve akut ataklardan sonra genellikle tam remisyon görülür. “Kuşçu akciğeri” nin prognozu “çiftçi akciğeri”
ne göre daha kötüdür. Yine akciğer biyopsilerinde pulmoner fibrozisle uyumlu
bulguları olan hastaların prognozu olmayanlara göre daha kötüdür. Hastalığın
başlangıç prezentasyonunu ve klinik gidişatını hangi faktörlerin belirlediği tam
olarak aydınlatılmamıştır, fakat antijen maruziyetinin yoğunluğu ve sıklığının
önemli olduğuna inanılmaktadır. Aralıklı yüksek dozda maruziyetin akut atakların gelişmesine yol açtığı, buna karşın düşük-dozda uzun sürekli maruziyetin ise
HP’nin kronik formuna neden olduğu düşünülmektedir.
Teşekkür
Hastalarımızın akciğer biyopsi ve bronkoalveoler lavajlarını değerlendiren ve fotoğraflarının paylaşan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlkser Akpolat’a teşekkür ederim.
KAYNAKLAR
1. Dhar S, Daroowalla F, Jenkins PA, et al. Hypersensitivity pneumonitis. Clin Pulm Med
2011; 18: 169-74.
2. Depierre A, Dalphin JC, Pernet D, et al. Epidemiological study of farmer’s lung in five
districts of the French Doubs province. Thorax 1988; 43: 429-35.
3. Christesen LT, Schmidt CD, Robbins L, et al. Pigeon breeder’s disease; a prevalance
study and review. Clin Allergy 1975; 5: 417-30.
4. McSharry C, Banham SW, Lynch PP, et al. Antibody measurement in extrinsic allergic
alveolitis. Eur J Respir Dis 1984; 65: 259-65.
5. Banham SW, McSharry C, Lynch PP, et al. Relationships between avian exposure,
humoral immune response and pigeon breeder’s disease among Scottish pigeon fanciers.
Thorax 1986; 41: 274-8.
6. Bourke SJ, Carter R, Anderson K, et al. Obstructive airway disease in non-smoking
subjects with pigeon fanciers’ lung. Clin Expt Allergy 1989; 19: 629-32.
7. Carrillo T, DeCastro FR, Cuevas M, et al. Effect of cigarette smoking on the humoral
immune response in pigeon fanciers. Allergy 1991; 46: 241-4.
8. DeCastro FR, Carillo T, Castillo R, et al. Relatonships between characteristics of exposure
to pigeon antigens, clinical manifestations and humoral immune response. Chest 1993;
103: 1059-63.
9. Baldwin CI, Todd A, Bourke S, et al. IgG subclass responses to pigeon intestinal
mucin are related to development of pigeon fanciers’ lung. Clin Exp Allergy 1998;
28: 349-57.
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
141
10.Charitopolus K, Gioulekas D, Sichletidis L, et al. Hypoxemia: an early indication of
pigeon breeder’s disease. Clinical and laboratory findings among pigeon breeders in the
Salonica area. J Invest. Allergol Clin Immunol 2005; 15: 211-5.
11.McSharry C, Dye GM, Ismail T, et al. Quantifying serum antibody in bird fanciers’
hypersensitivity pneumonitis. BMC Pulmonary Medicine 2006; 6: 16.
12. Uzun O, Yılmaz K, Sunter AT, et al. The Prevalence of “Pigeon Breeder’s Disease” in a
Turkish City and Review of the Literature. Lung 2011; 189: 243-50.
13.Richerson HB, Berstein IL, Fink JN, et al. Guidelines for the clinical evaluation
of hypersensitivity pneumonitis. Report of the Subcommittee on Hypersensitivity
Pneumonitis. J Allergy Clin Immunol 1989; 84: 839.
14. Boyd G, McSharry CP, Banham SW, Lynch PP. A current view of pigeon fancier’s lung.
A model of pulmonary extrincic allergic alveolitis. Clin Allergy 1982; 12: 53-9.
15. Cormier Y, Lacasse Y. Keys to the diagnosis of hypersensitivity pneumonitis: The role
of serum precipitans, lung biopsy, and high-resolution computed tomography. Clin Pulm
Med 1996; 3: 72-6
16. Selman M. Hypersensitivity Pneumonitis. In: Schwarz MI, King TE, Eds. Interstitial Lung
Diesase. Hamilton, Decker, 1998; 393-422.
17. Bourke SJ, Dalphin JC, Boyd G, et al. Hypersensitivity pneumonitis: current concepts.
Eur Respir J 2001; 18: Suppl. 32: 81-92.
18. Grammer LC. Occupational allergic alveolitis. Ann Allerg Asthma Immunol 1999; 83:
602-6.
19.Costabel U, Guzman J. Less common diseases: Hypersensitivity pneumonitis. In:
Baughman RB, duBois R (eds). Diffuse Lung Disease. New York Oxford University Press,
2004: 203-12.
20. Hirsmann JV, Pipavath S, Godwin JD. Hypersensitivity pneumonitis: a historical, clinical
and radiological review. Radiographics 2009; 29: 1921-38.
21. Ohtina Y, Saiki S, Sumi Y, et al. Clinical features of recurrent and insidious chronic bird
fancier’s lung. Ann Allerg Asthma Immunol 2003; 90: 604-10.
22. Perez-Padilla R, Salas J, Chapela R. Mortalitiy in Mexican patients with chronic pigeon
breeder’s lung compared with those with usual interstitial pneumonia. Am Rev Resp Dis
1993; 148: 49-53.
23. Calvert JE, Baldwin CI, Allen A, et al. Pigeon fanciers’ lung: a complex disease. Clinical
and Experimental Allergy 1999; 29: 166-75.
24.Coleman A, Colby TV. Histologic diagnosis of extrinsic allergic alveolitis. Am J Surg
Pathol 1988; 12: 514-8.
25.Camarena A, Juarez A, Mekia M, et al. Major histocompatibility complex and tumor
necrosis factor-alpha polymorphisms in pigeon breeder’s disease. Am J Respir Crit Care
Med 2001; 163: 1528-33.
26.Dakhama A, Hegele RG, Laflamme G, et al. Common respiratory viruses in lower
airways of patients with acute hypersensitivity pneumonitis. Am J Respir Crit Care Med
1999; 159: 1316-22.
27. Patel AM, Ryu J, Reed CE. Hypersensitivity pneumonitis: Current concepts and future
questions. J Allergy Clin Immunol 2001; 108: 661-70.
28. Schuyler M, Cornier Y. The diagnosis of hypersensitivity pneumonitis. Chest 1997; 111:
534-53.
142
HİPERSENSİTİVİTE PNÖMONİSİ
29. Lacasse Y, Selman M, Costabel U, et al. Clinical diagnosis of hypersensitivity pneumonitis.
Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 952-8.
30. Hansell DM, Wells AU, Padley SPG, et al. Hypersensitivity pneumonitis: Correlation of
individual CT patterns with functional abnormalities. Radiology 1996; 199: 123-8.
31.Hirchmann JV, Pipavath JD, Godwin JD. Hypersensitivity pneumonitis: A Historical,
Clinical, and Radiologic Review. Radiographics 2009; 29: 1921-38.
32. Lynch D, Newell J, Logan P, et al. Can CT distinguish idiopathic pulmonary fibrosis from
hypersensitivity pneumonitis? Am J Roentgenol 1995; 165: 807-11.
33. Takemura T, Akashi T, Ohtani Y, et al. Pathology of hypersensitivity pneumonitis. Curr
Opin Pulm Med 2008; 14: 440-54.
34. Ohtani Y, Kojima K, Sumi Y, et al. Inhalation provacation tests in chronic bird fancier’s
lung. Chest 2000; 118: 1382-9.
35. Ramirez-Venagas A, Sansores RH, Perez-Padiia R, et al. Utility of a provacation test for
diagnosis of chronic pigeon breeder’s disease. Am J Respir Crit Care Med 1998; 158:
862-9.
36. Rose CS. Water-related lung diseases. Occup Med 1992; 7: 271-86.
37. Cormier Y, Belanger J. Long-term physiological outcome after acute famer’s lung. Chest
185; 87: 796-800.
38.Braun SR, Dopico GA, Tsiaits A, et al. Farmer’s lung disease. Long-term clinical and
physiological outcome. Am Rev Respir Dis 1979; 119: 185-91.
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER HASTALIKLARI
Dr. Hatice TÜRKER
GİRİŞ
İlaçlara bağlı interstisyel akciğer hastalıkları (İBİAH) sadece tanımlanmış ilaçlara
karşı değil, herbal, alternatif tıp, iyonize radyasyon, diyet ve yasa dışı ilaçlara karşı
da gelişebilir. İlk kez 1880 yılında Osler tarafından otopsi sırasında opiyatlara bağlı
akciğer ödemi olgusundan sonra 1900’lü yıllarda ilaçlara bağlı akciğer hastalığı
oluşabileceğine dikkat çekilmiş, ilk makale 1972 yılında yayınlanmıştır (1). Çünkü
ilaçlara bağlı akciğer hastalıklarında klinik, laboratuvar, radyolojik, histolojik bulgular nonspesifik olduğundan tanı zordur. Tedavide, sorumlu ilacın kesilmesi, destek
tedavi ve bazı olgularda kortikosteroidler önerilir.
EPİDEMİYOLOJİ
Günümüzde akciğer toksisitesine neden olan 380’den fazla ilaç vardır (2). Akciğer toksisitesine neden olan ilaçların listesi geniş olarak www.pneumotox.com
web sayfasında bulunmaktadır (3). En sık akciğer hastalığından sorumlu olan
ilaçlar metotreksat, amiodaron, nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİİ), nitrofurantoin ve anjiotensin konverting enzim inhibitörleridir (ACE). Tüm interstisyel akciğer hastalıklarının %2.5-3’ünün ilaçlara bağlı olarak meydana geldiği
düşünülmektedir. Yaklaşık olguların %0.5-1.2’de ilaç reaksiyonlarına bağlı solunumsal semptomlar ortaya çıkar (4,5). Kemoterapi tedavisinde veya romatoid
artrit gibi inflamatuvar hastalığı olanlarda birden fazla toksik ajanın kullanımına
bağlı olarak yan etkiler daha sık görülür. Romatoid artritli olgularda metotreksat
pnömonisinin görülme sıklığı %0.3 ile %11.6 arasında bildirilmektedir (6). Yan
etkiler ilacın oral ve parenteral yolla uygulama sırasında daha sık ortaya çıkmaktadır. Kadınlarda, çocukluk ve ileri yaşta daha sık görülür. Toksisiteye neden olan
ilaçlar özet halinde Tablo 1’de gösterilmiştir.
RİSK FAKTÖRLERİ
Akciğerler kan yolu ile gelebilecek ilaçların etkilerini gösterebileceği geniş bir
yüzeye sahiptirler. Buna rağmen ilaca maruz kalan kişilerin az bir kısmında ak143
144
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 1. İnterstisyel akciğer hastalığına neden olan ilaçlar
İlaç grupları
İlaçlar
Alkilleyici ajanlar
Busulfan, klorambusil, siklofosfamid, ifosfamid, prokarbozin
Analjezikler
Eroin, metadon, naloksen, plasidil, propoksifen, salisilatlar
Antibiyotikler
AmfoteresinB, sefalosporin, siprofloksazin, klaritromisin, daptomisin,
eritromisin, itrofurantoin, penisilin, pentamidin, sulfasalazin, sulfanamid
Antiepileptikler
Karbamazepin, fenitoin
Antidepressanlar
Bupropiyon, sitalopram, dulaksetin, trisiklik, ventafaksin
Antidiabetikler
Tiazolidin, pioglitazon, rosiglitazon
Antiinflamatuvarlar
Asetilsalisilik asit, altın, metotreksat, NSAİİ*, penisilamin
Antimetabolitler
Azatiopirin, sitarabin, merkaptopirin, metotreksat
Biyolojik ajanlar
Adalimumab, etanersept, granülosit koloni stimulan faktör, interlökin-2,
İnterferon, lefunomid, talidomid, tümör nekroz faktör
Kardiyovasküler
Amiodaron, ACE inhibitörleri*, antikaogülanlar, beta-blokerler,
karvediol, dipiridamol, diltiazem, fibrinolitikler, protamin, statinler
Kemoterapötik Aktinomisin D, bleomisin, doksorubisin, mitomisin
sitotoksik ajanlar
Hormonlar
Oral kontraseptifler, progesteron
İmmünreaktifler
Kortikosteroidler, interlokin-2
İnhalerler
Aspire oil, oksijen
İntravenöz
Kan, talk, morihuate sodyum
Nitroüreler
Karmustin, lomustin, semustin
Bitki alkaloidleri
Etoposid, teniposid, paksitel, vinblastin, vinkristin
Prostoglandinler
Epoprostenol, prostoglandin E1
Radyasyon
Akut, kronik
SÖRM’leri*
Raloksifen, tamoksifen
İskelet kas gevşeticileri Dantrolen, tizanidin
Diğer
Benzokain, siklosporin A, hidrokloratiazid, lökotrienler,
*NSAİİ: Non steroid anti inflamatuvar ilaçlar, ACE: anjiotensin konverting enzim, SÖRM: Selektif östrojen
reseptör modülatörleri
ciğer toksisitesi gelişir. İleri yaş, oksijen tedavisi, kümulatif ilaç dozu, radyasyon,
çevresel faktörler, altta yatan hastalığın varlığı bilinen bazı risk faktörleridir.
FİZYOPATOLOJİ
Terapötik ve diagnostik ajanların akciğere ilişkin yan etkileri sadece akciğer
parankiminde değil plevrada, havayollarında, pulmoner damar yatağında, mediastende ve solunum kaslarında da görülebilir. Bu reaksiyonlar akut, subakut
kroniktir (Tablo 2).
İBİAH’nın oluşum mekanizmaları ile ilgili net bir görüş olmamakla birlikte, teorik
olarak bazı mekanizmalarım sorumlu olabileceği düşünülmektedir (7).
1. Oksidan hasar: Bazı ilaçlar, hidrojen peroksit, hidroksil radikali gibi oksijen
radikallerinin açığa çıkmasına neden olurlar. Antioksidan ve oksidan dengesi-
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
145
Tablo 2. İlaçlara bağlı akciğer hastalıkları
Akciğer hastalığı
Radyolojik bulgular
Tanı kriterleri
Alveoler hemoraji
Diffüz bilateral alveoler infiltrasyon
Dispne, ateş, akut solunum
yetmezliği, hemoptizi
Alveoler
Normal veya atelektatik değişiklikler
hipoventilasyon
Hiperkapnik solunum yetmezliği,
zor weaning, Guillain-Barre
Sendromu
Bronşiyolitis
Normal veya hiperinflasyon, obliterans
lokalize asiner veya nodüler
infiltrasyonlar
Dispne, öksürük, ateş,hipoksi,
hipokapni, wheezing,
obstrüksiyon, akciğer volümlerinde
artma, DLCO’da azalma
Bronkospazm
Dispne, wheezing, öksürük
Normal veya hiperinflasyon
Hipersensitivite
Asiner veya asiner- interstisyel pnömonisi
patern, plevral efüzyon
Subakut başlama, progressif
dispne, ateş, öksürük, göğüs
ağrısı, döküntü,miyalji, eozinofili,
restriksiyon, DLCO’da azalma
Nonkardiyojenik
Diffüz asiner infiltrasyon, ödem
plevral efüzyon
Subakut başlama,
progressif dispne, taşipne,
normal sistolik fonksiyon
Pnömonit/Fibrozis
Progressif dispne, öksürük,
kilo kaybı, clubbing, restriktif
defekt, DLCO’da azalma
Bilateral retiküler veya retikülonodüler infltrasyon, plevral efüzyon
Pulmoner
Normal veya pulmoner arterler hipertansiyon
belirgin, sağ vetrikülde büyüme
Progressif dipne, göğüs ağrısı,
senkop, sağ kalp yetmezliği
bulguları
Pulmoner infiltrasyon ve eozinofili
Ateş, dispne, öksürük, wheezing
Yer değiştiren yamalı tarzda
alveoler infiltrasyonlar (akut
hastalık), diffüz interstisyel
infiltrasyonlar (kronik hastalık)
Pulmoner-renal
Diffüz asiner veya retiküler
sendrominfiltrasyonlar
Akut dispne, öksürük, hemoptizi,
hematüri.
Goodpasture sendromuna benzer
fakat antiglomerüler bazal
membran antikorları yoktur.
SLE
Plevral efüzyon, seyrek alveoler ve interstisyel infiltrasyonlar
Sistemik bulgular, artralji,
poliartrit, plöretik ağrı, antinükleer
antikorların varlığı
nin bozulmasına bağlı inflamatuvar ve fibrotik reaksiyon meydana gelir (örn:
nitrofurantoin).
2. Pulmoner vasküler hasar: İlaçlara bağlı pulmoner vasküler hastalıklar akut
akciğer ödemi, diffüz interstisyel akciğer hastalığı, pulmoner vasküler oklüzyon, pulmoner hipertansiyon veya hemorajidir. Bu damarsal hastalıkların olası mekanizmaları,
• Mikrovasküler hidrostatik basıncın artması,
• Damar endotelinin geçirgenliğinin artması,
146
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
• İnflamatuvar ve immün mekanizmaların direkt aktivasyonuna veya indirekt
olarak intravasküler koagülasyonun stimülasyonuyla damarsal oklüzyon,
• Hemostazın bozulması.
3.Fosfolipid birikimine bağlı hasar: Bazı ilaçlar tip II alveoler hücreler ve
makrofajlarda fosfolipidozise neden olarak interstisyel pnömoniye yol açarlar
(ör: amiodaron).
4. İmmun sistem aracılıklı hasar: Bazı ilaçlar histonlara karşı antikor oluşumuna neden olurlar. İlaca bağlı SLE veya hipersensitivite reaksiyonları bu şekilde
gelişir.
5. Santral sinir sistemi depresyonu: Bazı ilaçlara bağlı olarak otonomik sinir
sisteminin sempatik komponentlerinin aktivasyonu sonrası, intrakranyal basınç artar. Medulladaki vazomotor merkezlerin ve hipotalamusun stimülasyonu nörojenik pulmoner ödeme yol açar (ör: naloksan, interlokin-2).
6. Direkt toksik etki: İlaçları inaktive edici enzimlerin yetersizliği nedeniyle ilacın hücre içinde birikerek, hücrenin DNA’sını fragmente etmesine dayanır
(ör: bleomisin).
AKCİĞER HASARINA BAĞLI KLİNİK SENDROMLAR
İlaçlar, solunum sisteminin tüm komponentlerinde, yan etkileri gösterebilirler, akciğerde meydana getirdiği reaksiyonlar Tablo 2'de gösterilmiştir (2,8,9).
Öksürük ve bronkospazm
Birçok ilaca bağlı olarak en sık en sık görülen semptom öksürüktür. ACE inhibitörleri ile bronkospazm olmadan öksürük görülme sıklığı %5-35 olarak bildirilmektedir (10). Öksürük, muhtemelen ilacın, bradikinin metabolizmasını inhibisyonuna bağlı olarak havayollarında bradikinin birikimi ile ilişkilidir. İlacın
kullanılması sırasında herhangi bir zamanda ortaya çıkabilir ve doz ile bağlantılı
değildir. Kadınlarda daha sıktır, sigara ve yaşla ilgisi yoktur. İlacın kesilmesinden
1-4 hafta sonra geriler ancak tam düzelme 3 ay sonra olur (11,12).
İlaç toksisitesiden hem küçük hem büyük havayolları etkilenir. Bronkospazm,
birçok ilaca bağlı olarak gelişir ve reversibldır (Tablo 3). Yapılan bir çalışmada
aspirin ve NSAİİ’ın %24 oranında bronTablo 3. Bronkospazma neden olan
kospazma neden olduğu saptanmıştır (13).
ilaçlar
İlacın kullanımı sonrası öksürük, wheezing
AdenozinNitrofurantoin
ve dispne oluşur. Bronkodilatör ilaçlarla
AspirinPenisilamin
semptomlar geriler.
Beta-blokerlerPentamidin
Kontrast ajanlar
Sulfanomid
DipridamolVinblastin
İnterlökin-2
Penisilamin ve altın tuzlarının neden olduğu bronşiyolitis obliteransa bağlı progressif
küçük havayolu obtrüksiyonu irreversibldır.
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 4. Akciğer fibrozisine neden
olan ilaçlar
Adalimumabİnfliksimab
AmiodaronMetotreksat
AzatiopirinMetiserjit
BCNUMeksiletin
BleomisinMitomisin-C
BusulfanNitrofurantoin
KlorambusilPaksitaksel
SiklofosfamidPenisilamin
EtanerseptFenitoin
FludarabinRituksimab
Altın Sirolimus
INF-alfaSulfasalazin
INF-beta
Tablo 5. BOOP’a neden olan ilaçlar
AmiodaronINF-beta
Amfoteresin-BNitrofurantoin
147
Diffüz akciğer hastalıkları
İlaçlara bağlı parankimal akciğer hastalıkları, kronik interstisyel pulmoner hastalığı,
hipersensitivite pnömonisi, bronşiyolitis
obliterans organize pnömoni ve diffüz alveoler hemoraji gibi değişik paternlerde
karşımıza çıkabilir.
En sık görülen şekil kronik interstisyel akciğer hastalığına bağlı pulmoner fibrozisi
olup, buna neden olan ilaçlar Tablo 4’te
görülmektedir. Klinik olarak öksürük ve
dispne vardır. Solunum sistemi muayenesinde raller duyulur ve clubbing vardır.
YRBT’de bazallerde subplevral retiküler
infiltrasyonlar, traksiyon bronşektazileri,
bal peteği görünümü olabilir. Akciğer fonksiyon testlerinde restriksiyon ve DLCO’da
azalma mevcuttur. Progressif bir durum
olup tedaviye yanıt azdır.
BleomisinPenisilamin
Hipersensitivite pnömonisinde, öksürük,
dispne, ateş ve döküntü en belirgin sempINF-alfa
tomlardır. İlacın kullanılmasından günler ya
da yıllar sonra ilk semptom görülebilir. Akciğer grafisinde bilateral opasiteler, YRBT’de yamalı tarzda veya diffüz buzlu cam
görünümü, üst alanlarda sentrilobüler sınırları düzensiz nodüller vardır. Akciğer
fonksiyon testlerinde restriksiyon ve DLCO’da azalma mevcuttur.
SiklofosfamidFenitoin
Eozinofilik pnömoniye en sık antibiyotikler sebep olur. Ateş, kilo kaybı, nonprodüktif öksürük vardır. Klasik olarak her iki apikal bölgede ve subplevral alanda buzlu cam görünümü ile akciğer ödemi görünümünün negatifi şeklindedir.
Periferik kan ve BAL’da %25’den fazla eozinofili saptanır. İlacın kesilmesi ile
düzelir, prognoz iyidir. Bazı olgularda steroid gerekebilir.
BOOP, klinik olarak öksürük, dispne ve plöretik göğüs ağrısı radyolojik olarak
akciğer grafisinde yamalı tarzda infiltrasyonlar, obstrüktif ve restriktif patern ile karakterizedir. Tedavide sebep olan ilacın kesilmesi ve kortikosteroidler önerilmektedir. BAL’da spesifik bulgular yoktur. Akciğer biyopsisinde KOP ile uyumlu patern
görülebilir. BOOP birçok ilaca bağlı gelişebilir (Tablo 5).
Diffüz alveoler hemorajide akut dispne, hipoksi, diffüz bilateral alveoler infiltrasyonlar belirgindir. Tanı bronkoskopi ve BAL sıvısının kanlı olması ile konulur.
Seyrek olmakla beraber penisilamin ve azatiopirine bağlı gelişebilir.
148
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 6. Akciğer ödemine neden
olan ilaçlar
Akciğer ödemi
Sol kalp yetmezliği olmadan akut dispne,
alveoler opasiteler ve hipoksi ile karakKarbamazepinMuromonab-CD-3
terizedir. İlaçlara bağlı akciğer ödemi iki
Kontrast ajan
Retinoik asit
mekanizma ile meydana gelir. Birincisi
SiklofosfamidSalbutamol
bazı ilaçların kapiller endotelini hasara uğHidroklorotiazidSulfonamidler
ratarak sıvı ve proteinlerin akciğer interstisyumuna geçmesine neden olması, ikinci
Lenfosit immun Terbutalin
globulin, antitimosit
mekanizma ise bazı ilaçların santral sinir
globulin
sistemini baskılayarak nörojenik pulmoner ödeme sebep olmasıdır. Nonkemoterapötik ve kemoterapötik ilaçlar akciğer ödemine sebep olabilir (Tablo 6).
AspirinMetotreksat
Plevra hastalıkları
Hidralizin, prokainamid gibi ilaçlara bağlı round atelektazi, plevral kalınlaşma,
nadiren plevral fibrozis görülebilir.
Pulmoner vasküler hastalık
İlaçlar venöz tromboemboli, pulmoner hipertansiyon, vaskülit veya veno-okluziv
hastalığa neden olarak pulmoner damar yatağını etkilerler. İştah azaltıcı ilaçlar
pulmoner arteryel hipertansiyon, oral kontraseptifler ve hormon replasman tedavileri tromboembolik akciğer hastalığı riskini artırırlar. Klinik olarak hemoptizi,
dispne ve hipoksi vardır.
Mediasten hastalıkları
Fenitoin, bleomisin, karbamazepin gibi ilaçlar hiler ve mediastinal lenf nodu büyümesine neden olabilirler.
TANI
Tanıda ilk hedef, klinik olarak şüphelenmek ve iyi bir anamnez almaktır. Mutlaka, iştah kesici ilaçlar, yasadışı ilaçlar ve radyasyon tedavisi olup olmadığı sorgulanmalıdır. Bazı ilaçlara bağlı bronkospazm gibi yan etkiler hızla gelişirken,
siklofosfamid gibi pulmoner fibrozisine neden olan ilaçların yan etkileri yıllar içinde başlayabilir. Semptomlar öksürük şeklinde başlayıp, akut hipoksik solunum
yetmezliğine kadar değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Ekstrapulmoner olarak
ilaçlara bağlı lupus gelişmesi veya vaskülitler görülebilir. Akciğer infeksiyonları,
kardiyojenik pulmoner ödem, sistemik hastalıklara bağlı akciğer tutulumu ve maligniteler gibi olası diğer tanılar dışlanmalıdır. Akciğer grafisi, akciğer fonksiyon
testleri, YRBT bulguları tanıya yardımcıdır.
Fonksiyonel olarak birçok ilaçla, TLC’de, RV’de, FVC ve DLCO’da düşme ile
restriktif patern görülür. FEV1, FEV1/FVC normal veya artmıştır. Bronşiyolitis
obliteransa neden olan ilaçlar ise FEV1/FVC ve FEV1’de azalma, RV ve RV/
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
149
TLC oranında artma ile obstrüktif ventilasyon kusuruna neden olurlar. Kan gazları tetkikinde istirahat halinde hipoksemi gözlenir. En duyarlı test DLCO ölçümüdür. Kanser hastalarında tedavi öncesi akciğer fonksiyon testlerinin, özellikle
DLCO’nun ölçülmesi ilaç toksisitesi tanısında yararlıdır. Bazı araştırıcılar kemoterapi sırasında DLCO’nun %50 veya daha fazla azaldığı durumlarda kemoterapinin kesilmesini önermektedirler (14).
Radyolojik incelemede buzlu cam görünümü, ağır olgularda bilateral simetrik
konsolidasyonlar, irregüler lineer opasiteler, kötü sınırlı nodüler opasiteler şeklinde lezyonlar görülebilir.
Bronkoskopik inceleme infeksiyon ve malign hastalıkların, ilaçlara bağlı akciğer
hastalıklarından ayırıcı tanısı amacıyla seçilmiş olgularda yapılır.
BAL bulguları ilaçlara bağlı akciğer hastalıkları için spesifik olmadığından tek
başına kesin tanı için yeterli değildir. Ancak ilaçlara bağlı akciğer hastalıklarının
patolojik paterninin tanısında yardımcıdır. BAL’da akciğer infeksiyonlarında tanı
%70-90, akciğer kanseri ve lenfomalarda %35-70’dir (15). Bu nedenle BAL
alternatif hastalıkların ayırıcı tanısı açısından yararlıdır. CD4/CD8 lenfosit oranının düşük bulunması spesifik olmamakla birlikte ilaçlara bağlı akciğer hastalıklarını düşündürür (16). BAL örneklerinin kanlı olması alveoler hemoraji açısından
tanıya yardımcıdır. Tablo 7’de ilaçlara bağlı oluşan akciğer hastalıklarının tipik
BAL bulguları görülmektedir.
Eozinofilik pnömonide BAL’da eozinofil sayısı %25’in üzerindedir. Transbronşiyal biyopsi bulguları nonspesifiktir. Tablo 8’de bazı spesifik ilaçların BAL bulguları gösterilmiştir.
Cerrahi biyopsi ile tanı koyma olasılığı yüksektir. Yapılan bir çalışmada diffüz
infiltrasyon bulgusu olan hastaların %20’sinde cerrahi biyopsi sonrası patolojik
bulgular ilaç reaksiyonlarıyla ilişkili bulunmuştur (17).
Tedavide sebep olan ilacın kesilmesi ve destek tedavi önerilir. BOOP, eozinofilik
pnömoni ve hipersensitivite pnömonisinde semptomların gerilemesinde kortikosteroidlerin yararı vardır, ancak pulmoner fibrozisi ve pulmoner vasküler hastalıklarda yararlı değildir.
Tablo 7. İlaçlara bağlı akciğer hastalıklarında BAL bulguları
İlaçlara bağlı akciğer hastalığı
BAL bulguları
Diffüz alveoler hemoraji
Hemosiderin yüklü makrofajlar, Lavaj sıvısının kanlı olması
Hipersensitivite pnömonisi
BAL’da lenfositoz, CD4/CD8 oranında azalma
Eozinofilik pnömoni
Eozinofil>%25
Lipoid pnömoni
Boş vakuollü makrofajlar, Oil Red O stain pozitif
Amiodaron kullanım
Köpüksü makrofajlar
Sitotoksik reaksiyon
Atipik tip II pnömositler, BAL’da nötrofili
150
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 8. Bazı spesifik ilaçların BAL
bulguları
Amiodaron
Nötrofiller ve köpüksü makrofajlar
NONKEMOTERAPİK İLAÇLARA
BAĞLI AKCİĞER TOKSİSİTELERİ
KARDİYOVASKÜLER İLAÇLAR
AMİODARON
Lenfositler
Pulmoner toksiteye neden olan kardiyovasküler ilaçlardan en iyi bilinenidir. İodin,
Metotreksat
benzofuran-türevi olup ventriküler ve supLenfositler
raventriküler taşiaritmi tedavisinde kullanılNötrofil, makrofaj, eozinofil yok
maktadır. Akciğer dokusundaki konsantrasyonu, diğer organlarınkinden 4-7 kat daha
Bleomisin
yüksektir, tedavi kesildiken sonra akciğer
Nötrofiller
dokusunda bir yıl kalır, en ciddi yan etkisi
Lenfosit ve eozinofiller
akciğer toksitesidir, yaklaşık %5-15 oranınMakrofajlar yok
dadır. Kronik interstisyel pnömoni, organiTalk
ze pnömoni, ARDS, soliter pulmoner nodül
Cisimler
paternleri gelişebilir (18). Kronik interstisyel
Nötrofil, makrofaj, lenfosit, eozinofil yok
pnömoni en sık görülen yan etkidir. Nonprodüktif öksürük, dispne, kilo kaybı ile karakterizedir. Amiodaronun günlük dozu arttıkça toksisite riski artmaktadır. Akciğer
grafisinde fokal ve difüz interstisyel opasiteler görülür. Tedaviden 2 ay sonra, özellikle 400 mg/gün doz kullananlarda ortaya çıkar. Patolojik olarak mononükleer
hücreler, köpüksü makrofajlar, tip II hücrelerde hiperplazi ve fibrozis görülür.
Eozinofil yok
Organize pnömoni (bronşiyolitis obliterans ile birlikte veya değil), amiodaron
kullanan olguların %25’inde ortaya çıkar. Nonprodüktif öksürük, plöretik göğüs
ağrısı, dispne, akciğer grafisinde yamalı alveoler opasiteler vardır. Oskültasyonla
raller ve plevral frotman duyulur.
ARDS, seyrek görülür fakat fatal seyreder. Cerrahi uygulanacak hastalarda perioperatif amiodaron tedavisinde veya pulmoner anjiografi sonrası iyotlu kontrast
madde kullanımına bağlı ARDS görülmüştür (18).
Patogenez, kesin olarak bilinmemekle birlikte, direkt toksik hasar ve indirekt
immonolojik reaksiyona bağlı olduğu düşünülmektedir (19). Hedef hücrelerin
lizozomları içinde fosfolipid yıkımını inhibe edip fosfolipid içeriklerini artırarak,
patolojik olarak köpüksü makrofajların görülmesi karakteristiktir. Hastaların
BAL sıvısında nötrofil ve lenfosit sayıları artmıştır. Özellikle CD8 lenfositlerde
artış vardır.
Günlük dozun 400 mg/gün üzerinde olması ve tedavinin 2 aydan uzun süredir
devam etmesi, ileri yaş, altta yatan hastalık, toraks veya toraks dışı ameliyat ve
pulmoner anjiografi toksisitenin ortaya çıkmasındaki risk faktörleridir. Yapılan
bir çalışmada 60 yaş üzeri ve 6-12 aydan beri amiodaron tedavisi görenlerin
yüksek risk grubunda olduğu belirtilmektedir (20).
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
151
Tanı için kesin bir laboratuvar yöntemi yoktur. DLCO’nun düşük bulunması akciğer toksisitesi tanısında duyarlıdır, ancak ilacın kesilmesini gerektirmez. Amiodarone toksisitesinin özellikle kalp yetmezliği, pnömoni, pulmoner emboli ve
malignitelerden ayırd edilmesi gerekir. Tablo 9’de gösterilen bulgulardan 3 ya da
daha fazlasının bulunması amiodaron toksisitesini düşündürür.
Klinik olarak, nonprodüktif öksürük ve dispne olguların %50-75’inde görülür.
Plöretik ağrı, kilo kaybı, ateş, halsizlik görülen diğer semptomlardır.
Laboratuvar incelemelerinde, lökosit sayısında, sedimentasyonda ve LDH seviyesinde artış vardır. Prolifere tip II pnömositlerden salınan, bir musin benzeri
glikoprotein olan, serum KL-6 düzeyinde artış olması amiodaron toksisitesinin
önemli bir göstergesidir.
Akciğer grafisinde diffüz veya lokalize interstisyel, alveoler veya mikst opasiteler görülür. Plevra sıvısı seyrektir. BT’de, amiodarone %37 iyot içerdiğinden
yüksek yoğunluk saptanır. Bu durum ilacın akciğerde birikiminin göstergesidir. Plevra tabanlı, kama şeklinde bilateral konsolidasyon alanları, retiküler
patern, lineer atelektazi, soliter kitle görünümü diğer radyolojik bulgulardır
(Resim 1-3).
Galyum sintigrafisinde, galyum tutulumundaki artış amiodaron pnömonisinde duyarlı bir laboratuvar
incelemesidir. Ancak pahalı olması,
yüksek radyasyon maruziyeti nedeniyle seyrek kullanılmaktadır.
Resim 1. Amiodaron toksitesinin akciğer garafisi
görünümü
BAL bulguları değişiklikler gösterebilir. Köpüksü hücrelerin görülmesi,
CD8 lenfositlerin artması, nötrofilik
alveolit ve hücrelerin fosfolipid içerğinin artması amiodaron toksisitesini düşündürür.
Tablo 9. Amiodaronun toksisite bulguları
Yeni oluşan veya artan semptom ve bulgular
Akciğer grafisinde yeni oluşan lezyonlar
Akciğer kapasitesinde >%15 veya DLCO’da >%20 azalma
Hücre içinde fosfolipidlerin görülmesi
BAL’da CD8 lenfositlerde artiş
Akciğer biyopsisinde diffüz alveoler hasar, organize pnömoni, interstisyel pnömoni, fibrozis görülmesi
İlacın kesilmesi ile akciğer bulgularının düzelmesi (steroid var ya da yok)
152
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tedavide, öncelikle amiodaron tedavisi kesilirek yerine alternatif ilaçlar
kullanılır. İlacın yarı ömrü uzun olduğundan (yaklaşık 45 gün), etkileri
ilaç kesildikten sonra da devam eder.
Olguların büyük bir kısmında 40-60
mg/gün glukokortikoid tedavi de
başlanır. Doz azaltılması yavaş yapılır, semptom ve bulguların gerilediği
dozda yaklaşık 1 yıl tedaviye devam
edilir.
Resim 2. Amiodaron toksitesinin akciğer BT bulguları
Prognoz, genellikle iyidir. Yapılan bir
çalışmada sadece ilacın kesilmesiyle
olguların dörtte üçünde semptomların gerilediği saptanmıştır. ARDS
gelişen olgularda ise mortalite oranı
yüksektir (20-22).
ACE İNHİBİTÖRLERİ
ACE inhibitörü kullanan hastaların
%20’den fazlasında kuru öksürük
meydana gelir. Kadınlarda daha sıktır (23). Kesin mekanizması bilinmemekle birlikte ilacın etkisiyle havayollarında bradikinin veya taşikinin
birikimi ve öksürük refleksinin vagal
afferent liflerinin uyarılması sonucu
Resim 3. Amiodaron toksitesinin akciğer grafisi geliştiği düşünülmektedir. İlacın kegörünümü
silmesiyle, öksürük 1-4 günde düzelmekle birlikte haftalar aylar boyunca
sürebilir. ACE inhibitörlerinin yerine anjiotensin II reseptör antagonistleri verilebilir (24).
Diğer bir yan etki angionörotik ödemdir. Dil, dudak ve mukozal membranlarda
ilaç başlandıktan saatler veya haftalar içinde şişme olur. Bu durumda subkutan
epinefrin 15-20 dakikada bir tekrarlanır. Steroid tedavisi başlanır.
BETA-BLOKERLER
Astım ve KOAH’lı hastalarda bronkospazmı presipite ederler. Bu nedenle astım
ve KOAH’lı hastalarda düşük dozlarda başlanmalıdır. Bu ilaçların kullanımına
bağlı pulmoner parankimal hasar seyrektir. Porto-pulmoner hipertansiyon, ilaca
bağlı lupus, organize pnömoni ve eozinofilik pnömoni gelişebilir.
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
153
Tablo 10. Kardiyovasküler ilaçların akciğer komplikasyonları
Ajan ismi
Sendrom
Sıklık
Muhtemel mekanizma
Prokainamid SLE-benzer sendrom
%50-90 olguda ANA pozitif, %10-20 olgu semptomatik, plörit, plörezi, parankimal infiltrasyon
Histon H2A-H2B
kompleksine karşı
otoantikor gelişimi veya
ilacın T-cell DNA
metilasyonunu
değiştirmesi
Kinidin
SLE-benzer sendrom
Seyrek, plörit ve plörezi sık, parenkim infiltrasyonu seyrek
Histon H2A-H2B
kompleksine karşı
otoantikor gelişimi veya
ilacın T-cell DNA
metilasyonunu değiştirmesi
Tokanid
Bilinmiyor
Pnömonit/Fibrozis
İnsidans %0.3
Flekanid Pnömonit/FibrozisSeyrek
Bilinmiyor
Meksiletin
Pnömonit/Fibrozis
Seyrek
Bilinmiyor, teofilin
metabolizmasını
değiştirerek, teofilin
seviyelerini artırır
ACE
Öksürük
inhibitörleri
Anjionörotik ödem
Mediyatörlerin
havayollarında birikmesi
İnsidans %5-15, astımlı olgularda bronkospazmı presipite eder
Seyrek
Bilinmiyor
Sotalol
Bronkospazm
Olguların %2’sinde görülür Beta 2 reseptörlerin direkt
bloke olması
Adenosin
Bronkospazm
Olguların %5-10’da hızlı infüzyonla astım ve KOAH’lı olgularda akut
bronkospazm gelişir
Mast hücrelerinden
mediatör salınımı
Beta blokerler Öksürük ve
bronkospazm
Beta 2 reseptörün direkt
antagonize edilmesine bağlıdır
Pulmoner fibrozis
Seyrek
Bilinmiyor
Lupus-benzeri sendrom Seyrek
Bilinmiyor
Hidralizin
Lupus-benzeri sendrom Renal hastalık sıktır
Bilinmiyor
Dipridamol
Bronkospazm
Protamin
İnfüzyon sırasında Mast hücrelerinden mediatör
olguların %0.15’de gelişir. salınımı
Anaflaksi, urtiker,
Olguların %0.2’de gelişir.
anjiödem, bronkospazm
Pulmoner hipertansiyon Olguların %5’de gelişir
Bilinmiyor
Antiprotamin antikorları,
aktive nötrofiller
PROKAİNAMİD
Prokainamid kullanımı nonspesifik sistemik semptomlar, kan bulgularında değişiklikler ve kardiyak toksisiteye neden olur. Ayrıca ateş, artralji, döküntü, miyozit, vaskülit, serozit ve raynaud fenomenini içeren ilaca bağlı lupus sendromu
gelişebilir. İlaca bağlı lupusta plörezi ile birlikte plörit ve diffüz parankimal akciğer
hastalığı bulguları görülür. Plevra sıvısında LE hücresi görülmesi, plevra sıvısında
ANA titrasyonu >1:160, plevra sıvı ANA/serum ANA >1.0 olması lupusa bağlı
154
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
plörit tanısını destekler. Ancak bu bulgular lupusun ilaçlara bağlı olup olmadığını
açıklamaz. İlaca bağlı SLE de, kortikosteroidler ve immunsupresifler kullanılmaksızın ilacın bırakılması ile semptomlar düzelir.
Kardiyovasküler ilaçların akciğer komplikasyonları Tablo 10’de görülmektedir.
ANTİİNFLAMATUVAR İLAÇLAR
ASPİRİN
NSAİİ ve aspirin sıklıkla diffüz parankimal akciğer hastalığına neden olur. Aspirin,
sağlıklı kişilerin %1’den azında, astımlıların ise %20’den çoğunda astımın ortaya
çıkmasına yol açar. Samter ve Beers astım, aspirin duyarlılığı, nasal polip bulunmasını ilk defa Samter triadı olarak tanımlamışlardır. Semptomlar dakikalar ve saatler içinde gelişir. Anjioödem, yüzde kızarıklık ve konjuktivit bulguları oluşur (25).
Daha seyrek olarak diffüz alveoler hemoraji, vaskülit, ARDS görülebilir.
Antiinflamatuvar ilaçlara bağlı bronkospazm, araşidonik metabolizmasının, siklooksijenaz yolundan, lipooksijenaz yoluna kayması ve buna bağlı olarak LTC4,
LTD4 ve LTE4 gibi mediatörlerde artış olmasına bağlı olarak gelişir (26). Lipooksijenaz inhibitörü zileuton ve lökotrien reseptör antagonisti zafirlukast veya
montelukast tedavide önerilir.
Klinikte wheezing duyulması yanı sıra konjestiyon, rinit, gözlerde yaşarma gibi
nazal ve oküler semptomlar görülür. Antiinflamatuvar ilaçların kesilmesi ve steroid tedavi başlanması önerilir.
ALTIN TUZLARI
Olguların %1’inde toksisite görülür. Altın tedavisinde 2-6 ay sonra nonspesifik
interstisyel pnomöni en sık görülen yan etkidir. Akciğer dışında deri (dermatit),
sinir (periferik nöropati), böbrek (proteinüri) tutulumu görülebilir. Altın tedavisinin kesilmesi ile hastalar düzelir. Prognoz iyidir.
PENİSİLAMİN
Romatoid artrit tedavisinde kullanılan bir ilaçtır. Akciğer toksisitesi %50 gibi yüksektir (27). Bronşiyolitis obliterans, sistemik lupus eritamatosis, pulmoner-renal sendrom ve pnömonitise neden olur. Pulmoner renal sendrom goodpasture
sendromuna benzer. Hemoptizi, hematüri, dispne, öksürük görülür. Akciğer grafisinde bilateral alveoler infiltrasyonlar vardır. Tanıda ANA titresi yüksek bulunur.
Seyrek olarak anti-glomerül bazal membran antikorları pozitiftir. BAL’da diffüz
alvoler hemoraji bulguları vardır.
METOTREKSAT
Metotreksat, dihidrofolat redüktaz enzimini inhibe ederek dihidroflatın tetrahidrofolata dönüşmesini bloke eden bir ilaçtır. Bunun sonucunda hücre içi karbon
gruplarının dolaşımını bozarak, timidin, DNA ve RNA sentezini etkileyerek hüc-
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 11. Metotreksatın majör yan etkileri
Kemik iliği toksisitesi
Nötropeni (sık, reversibl)
Trombositopeni (doza bağlı, reversibl)
Anemi (seyrek)
Hepatik toksisite
Siroz ve fibrozis
Pulmoner toksisite
Fırsatçı enfeksiyonlar
PCP, CMV, herpes zoster, fungal, mikobakteryel)
Nonenfeksiyöz
Hipersensitivite pnömonisi
Bronşiyolitis obliterans organize pnömoni
(BOOP)
155
re proliferasyonunu azaltır. Antiinflamatuvar özelliklerinin yanı sıra halen
kemoterapötik ajan olarak da kullanılmaktadır.
Hayatı tehdit edici yan etkileri pulmoner toksisite, hepatotoksisite ve
hematolojik etkilerdir. Ayrıca deri,
sindirim sistemi, santral sinir sistemi
yan etkileri de vardır, ancak şiddetli
değildir (Tablo 11). Akciğer toksisitesi tedavinin ilk 2 yılı içinde meydana
gelir, ancak 1. ay gibi erken dönemde de görülebilir.
Akciğer komplikasyonları inflamatuvar, enfeksiyöz ve neoplastik olabilir.
İnflamatuvar akciğer hastalıklarından
Pulmoner fibrozis
en sık görüleni hipersensitivite pnöAstım
monisidir. Akciğer hasarı mekanizPlörit/plevral efüzyon
ması kesin olarak bilinmemektedir.
Diğer
Fakat çoğu araştırıcılar metotreksat
Oligospermi
pnömonisinin tipik ateş, eozinofili,
Teratojenite
BAL’da CD4 T lenfositlerin artmaMalignite
sı, mononükleer hücre infiltrasyonu
varlığı nedeniyle hipersensitif akciğer hastalığının bir formu olduğunu düşünmektedirler. İkinci mekanizma olarak
metotreksatın direkt toksik etkileri, üçüncü teori olarak da kazanılmış veya latent
enfeksiyonlar nedeniyle kişinin direncinin bozulmasına bağlı olarak metotreksat
toksisitesi ortaya çıkar.
Akut akciğer hasarı (nonkardiyojenik pulmoner ödem)
Metotreksat immun cevabı bozarak pnömosistis carini (pnömosistis jiroveci), sitomegalovirus, varisella zoster virusü, nokardia, mikobakteri ve fungal enfeksiyonlara zemin hazırlar. Bazı serilerde %40 oranında pnömonitis komplikasyonu
görüldüğü bildirilmektedir (28-30).
Metotreksata bağlı bulgular akut, subakut, kronik olabilir. Ateş, döküntü, yorgunluk, öksürük, dispne, göğüs ağrısı gibi akut hipersensitivite pnömonisi veya
haftalar içinde gelişen dispne, nonprodüktif öksürük, ateş, ral ve siyanoz ile
subakut hipersensitivite şeklindedir. Olguların %10’unda pulmoner fibrozis gelişebilir.
Metotreksat toksisitesinde bulgular nonspesifiktir, çünkü benzer klinik tablo romatoid artritte de görülebilir. BAL’da lenfositozun varlığı metotreksata bağlı akciğer hastalığını, nötrofil artışının olması romatoid artrite bağlı akciğer infiltras-
156
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
yonunu düşündürür. Metotreksata
bağlı akciğer toksisitesinde BAL’da
CD8 hakimiyeti vardır, CD4/CD8
oranı düşüktür.
Resim 4. Metotreksat toksitesinin akciğer grafisi
görünümü
Radyolojik olarak yamalı tarzda
asiner konsolidasyonun yanı sıra
nodüler opasiteler görülür. Hiler
lenfadenopati, atelektazi, plevral
effüzyon atipik akciğer bulgularıdır.
YRBT’de konsolidasyonla birlikte
bazı alanlarda buzlu cam görünümü, diffüz buzlu cam görünümü,
sınırları düzensiz sentrilobuler nodüller, bilateral, simetrik, alt zonlarda irreguler, retiküler opasiteler,
traksiyon bronşektazileri saptanır
(Resim 4,5).
Akciğer fonksiyon testlerinde restriktif patern ve DLCO’da azalma,
hipoksemi, alveolo-arteriyel gradyantda artma vardır.
Resim 5. Metotreksat toksitesinin akciğer BT bulguları
Searles ve McKendry’nin oluşturduğu, metotreksat toksisitesi tanısında
kullanılan bir skorlama sistemi mevcuttur (31). Major ve minor kriterlere göre tanı konulabilmektedir.
Major kriterler
1. Histopatolojik olarak hipersensitivite pnömonisinin varlığı
2. Radyolojik olarak interstisyel veya alveoler infiltrasyonlar
3. Patolojik organizmalar için negatif kan ve balgam kültürleri
Minör kriterler
1. Nefes darlığı (8 haftadan az)
2. Nonprodüktif öksürük
3. Oda havasında oksijen satürasyonunun <%90 olması
4. DLCO < %70
5. Lökosit <15000 mm3
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
157
1 veya 2 majör kriter ile 3 minör kriterin varlığı kesin pnömonitis tanısını koydurur.
Tedavide ilacın kesilmesi ile semptomlar geriler. Ağır durumlarda kortikosteroidler kullanılır.
BİYOLOJİK AJANLAR
Bugün tedavide kullanılan 250’den fazla biyolojik ajan vardır. Akciğer toksisitesine yol açan biyolojik ajanlar tümör nekroz faktör (TNF) -alfa blokerleri (etanersept, infliksimab), anti-TNF monoklonal antikoru (adalimumab), IL-1 blokeri
(anakinra), anti-B-cell monoklonal antikor (rituksimab) ve rekombinant interferon alfa’dır.
TNF-alfa otoimmun hastalıkların ve tüberkülozun da dahil olduğu infeksiyon hastalıklarının patogenezinde rol oynayan bir sitokindir. En sık kullanılan anti-TNF
ajanlar infliksimab, etanersept ve adalimumab’tır. Tüm bu ilaçlar fırsatçı enfeksiyon, pnömoni, tüberküloz gibi enfeksiyon riskini artırırlar. Diğer yan etkileri
malignensi ve diffüz parankimal akciğer hastalıklarıdır. Bu ilaçlar en sık romatoid
artritte metotreksatla birlikte kullanılır (Tablo 12).
Tablo 12. Romatoid artritte kullanılan ilaçların oluşturduğu akciğer komplikasyonları
Pnömonitis
Enfeksiyon
Metotreksat*
TNF inhibitörleri (infliksimab, etanersept,
adalimumab)*
IL-1 inhibitörleri (anakinra)
Altın tuzları*
Leflunamid
D-Penisilamin
Non-steroid antiinflamatuvar ilaçlar
Siklofosfamid
Azathioprine
Sülfasalazin
Klorambusil
Fibrozis
Metotreksat
Altın tuzları
Siklofosfamid
Klorambusil
Azathioprine
Sülfasalazin
Bronşiyolitis Obliterans
D-Penisilamin
Altın tuzları
Sülfasalazin
*En sık reaksiyon yapan ilaçlar
Metotreksat*
Glukokortikoid*
Siklofosfamid
Nonkardiyojenik pulmoner ödem
Aspirin (yüksek doz)
NSAİİ
Metotreksat
Siklofosfamid
Kolşisin (yüksek doz)
Pulmoner hemoraji
D-Penisilamin
İlaçlara bağlı lupus
Bronkospazm
Aspirin
NSAİİ
Metotreksat
Air trapping
Metotreksat
158
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Anti-TNF’lere bağlı en sık görülen akciğer toksisitesi diffüz parankimal akciğer hastalığı ve pulmoner fibrozistir. Riskli olguların %0.5 ile 0.6’sında görülür.
Radyolojik olarak mediastinal ve hiler adenopatiler, bilateral pulmoner enfiltrasyonlar şeklinde görülür. Deri biyopsisi, mediastinal lenf bezi aspirasyonu, trans
bronşiyal biyopsilerde nonkazeöz granulomlar saptanır. Kortikosteroidsiz veya
kortikosteroid tedavisi altında ilacın kesilmesiyle düzelme görülür.
ANTİMİKROBİK İLAÇLAR
NİTROFURANTOİN
Üriner enfeksiyonların tedavi ve önlenmesinde kullanılan nitrofurantoine bağlı
akciğer toksisitesi seyrek olmakla birlikte son derece ciddi ve fatal seyirlidir. İlk
kez akciğer toksisitesi 1962 yılında tanımlanmıştır. Akciğerde akut, subakut ve
kronik reaksiyona neden olur. Akut reaksiyon ilk dozdan sonra 3-8 günde gelişir,
fakat saatler içinde de gelişebileceği akılda tutulmalıdır. Subakut formu tedavinin
1. ayında kronik formu ise 6 ay veya daha uzun süre kullanımı ile gelişir. Nitrofurantoinin akciğer toksisitesi Tablo 13’de görülmektedir. Nitrofurantoine bağlı
akut hipersensitivite reaksiyonu ve kronik pnömonitis olmak üzere iki ayrı sendrom oluşur. Akut etki ilacın direkt toksik etkisine bağlı olarak hipersensitivite
reaksiyonu gelişmesine bağlıdır. Kronik etki ise oksidanlar yoluyla dokuda meydana getirdiği hasar sonucu gelişir.
Akut akciğer toksisitesinde dispne, plörezi, öksürük, ateş, bazen makülo papüler döküntü bulguları ortaya çıkar. Sedimentasyon hızında yükselme ve periferik kanda eozinofili sıklıkla eşlik eder. Akciğer grafisinde alveoler ve interstisyel
patern birliktedir. Olguların üçte birinde plevral sıvı gelişir. Akciğer fonksiyon
testlerinde restriktif patern ve DLCO’da azalma vardır. Tedavide sadece ilacın
kesilmesi ile hastalar düzelir, ancak yavaş düzelenlerde kortikosteroidler tedavide
yararlıdır.
Tablo 13. Nitrofurantoinin akciğer toksisitesindeki bulgu ve semptomları
Akut
Kronik
Semptomların Saatler veya günler içinde
görülmesi
Haftalar, aylar sonra
Semptomlar
Dispne, taşipne, öksürük, ateş, hipoksi, Dispne, taşipne, öksürük, hipoksi,
göğüs ağrısı, taşikardi, döküntü, artralji hemoptizi, ateş yok
Laboratuvar
Eozinofili>%5, sedimentasyon ve ANA yüksekliği
Normal
Radyoloji
Bilateral retiküler ve alveoler infiltrasyonlar
Bazallerde interstisyel infiltrasyon
YRBT
Buzlu cam opasiteler
Buzlu cam, yamalı konsolidasyon, fibrozis
SFT
Restriktif patern, DLCO’da azalma
Restriktif patern, DLCO’da azalma
İyileşme
Tam Değişken
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
159
Nitrofurantoinin kronik akciğer toksisitesi, tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonlarında proflaktik olarak uzun süre ilacın kullanıldığı hastalarda görülen hipersensitivite reaksiyonudur. Bu kronik toksisite seyrektir. Klinik olarak dispne, yorgunluk ve kilo kaybı yakınmaları olur. Kanda ANA ve RF pozitif bulunabilir. Akciğer
grafisinde görülen bilateral interstisyel infiltrasyonlar, ileri dönemde pulmoner
fibrozisine dönüşür. Yapılan bir çalışmada BT bulgularında tüm hastalarda bilateral buzlu cam opasiteleri, irreguler lineer opasiteler %30, konsolidasyon %30 ve
traksiyon bronşektazileri %10 oranında saptanmıştır (32).
Böbrek fonksiyonlarının azaldığı durumlarda, özellikle yaşlı hastalarda dikkatli kullanılmalıdır. Kreatinin klirensi 60 mL/dak’dan az olanlarda kullanımı kontrendikedir.
Tedavide ilacın hemen kesilmesi ve kortikosteroid tedavinin başlanması uygundur.
Prednizon 20-40 mg/gün başlanır aylar içinde azaltılarak devam edilir. Akut toksisitede 24 saat içinde tedaviye cevap alınırken, kronik toksisitede semptomların
gerilemesi yıllar içinde olur (33).
SÜLFASALAZİN
Resim 6. Sulfasalazin toksitesinin akciğer grafisi
görünümü
İnflamatuar barsak hastalığında kullanılan sülfasalazin, tedavi başlangıcından 1-8 ay sonra eozinofilik
pnömoni, deskuamatif interstisyel
pnömoni, ilaçlara bağlı lupus sendromu, vaskülit’e neden olabilir. Olguların %50’sinden fazlasında periferik eozinofili vardır. Tedavide ilacın
kesilmesi, gerekirse kortikosteroid
tedavinin başlanması önerilmektedir
(Resim 6,7).
OPİYATLAR
KOKAİN
Resim 7. Sulfasalazin toksitesinin akciğer BT bulguları
Kokain, nazal, intravenöz, oral inhalasyon ve pipo aracılığı ile kullanılır.
Kokain, hidrokloridin bir alkoloid türevi olan eter veya alkol ile karışan
‘crack’ kokain, 1980’lerden sonra
en çok kullanılan formudur. Crack
kokaine bağlı akciğer hastalığı crack
lung olarak bilinmektedir. Solunum
semptomları kullanımdan hemen
sonra dakikalar içinde akut olarak
ortaya çıkar. Öksürük, hemoptizi,
160
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 14. Yasa dışı ilaçların akciğere
etkileri
Akciğer
bulguları
Ajan
ismi
Havayolu
İnhale marihuana,
inflamasyonukokain
Akut
bronkospazm
İnhale marihuana, kokain,
eroin, injekte eroin
Havayolu
obstrüksiyonu
İnhale marihuana, kokain,
eroin, injekte eroin
Diffüzyon
bozukluğu
İnhale marihuana,
injekte eroin
Amfizem
İnhale marihuana,
injekte eroin
Granülomatöz
lezyonlar
İnhale kokain,
injekte eroin
Alveoler
hemoraji
İnhale ve
injekte kokain
Pulmoner
hipertansiyon
İnjekte eroin
ve kokain
İmmunitede
bozukluk
İnhale marihuana,
kokain, injekte eroin
Tümör gelişimi
İnhale marihuana
plöretik göğüs ağrısı, nefes darlığı ile
başlar (34,35). Patogenez kesin olarak bilinmemektedir. Akut astım atakları, bronşiyolit obliterans, kardiyojenik pulmoner ödem, nonkardiyojenik
pulmoner ödem, interstisyel pnömoni, pulmoner hemoraji, pnömotoraks,
pnömomediastinuma da neden olabilir (36,37). Sigaranın aksine crack kokain DLCO’yu etkilemez.
Crack kokain kullanan hastaların BAL
sıvısında demir ve ferritin seviyeleri artar. Mekanizma tam olarak bilinmemekle birlikte alveoler hemoraji veya kokainin kapiller geçirgenliği artırmasına
bağlı olabileceği düşünülmektedir (36).
Radyoloıjik olarak diffüz interstisyel
veya alveoler infiltrasyonlar görülür.
Akciğer ödemi gelişirse bilateral, simetrik, perihiler interstisyel ve alveoler infiltrasyonlar dikkati çeker.
EROİN
Eroin kullanımına bağlı nonkardiyojenik pulmoner ödem en önemli komplikasyondur. Bunun dışında abse formasyonu, septik emboli, bronşektazi, bül formasyonu görülebilir. Yasa dışı ilaçların akciğere etkileri Tablo 14’de görülmektedir.
OPİATLAR
En sık alveoler hipoventilasyona neden olur ayrıca ilk dozdan 24 saat sonra pulmoner ödem gelişebilir. Aspirasyon pnömonisi yoksa pulmoner ödem 72 saat
sonra düzelir.
ANTİKONVÜLZANLAR
DİFENİLHİDANTOİN
Antikonvülzanlara bağlı akciğer toksisitesi akut olarak hipersensitivite reaksiyonu, kronik olarak ise interstisyel pnömoni şeklindedir. Akut formda kanda eozinofili, radyolojik olarak diffüz retikülonodüler patern görünümü mevcuttur. İlacın
kesilmesinden 2 hafta sonra bulgular kaybolur. BAL lavajında lenfositik tipte
alveolit hakimdir. Nadiren hiler ve mediastinal lenfadenopati ile Loeffler sendromuna benzer yamalı alveoler konsolidasyon görülebilir (38).
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
161
Fenitoin, nadiren diffüz parankimal akciğer hastalığına neden olur. Bu sendrom drug
rash with eosinophilia and systemic symptoms (DRESS) sendromu olarak bilinir.
Epoksi hidrolaz enziminin genetik olarak yetersizliğine bağlıdır. Ateş, lenfadenopati,
periferik eozinofili, tedaviye başladıktan 1 ay sonra diffüz döküntüler vardır. Böbrek
yetmezliği, hepatit, miyalji/artralji, hematolojik bozukluklar, periorbital ödem, aseptik menenjit, solunum yetmezliği, gibi şiddetli sistemik komplikasyonlar gelişebilir.
Radyolojik olarak alveoler ve interstisyel patern birliktedir. Bronkoskopide, BAL
incelemesinde lenfositler ve eozinofiller ön plandadır. İlacın kesilmesi ve destek
tedavi önerilir.
KARBAMAZEPİN
Toksisite akut olarak gelişir. Pnömoni, eozinofili ve deri döküntüleri başlıca bulgulardır. Radyolojik bulgular retiküler, retikülonodüler patern, fokal konsolidasyon alanları ve hiler dolgunluktur.
KEMOTERAPÖTİK İLAÇLARA BAĞLI AKCİĞER TOKSİTELERİ
Antineoplastik ilaçlara bağlı, yan etkilerin sıklıkla görüldüğü hedef organ, akciğerlerdir. İlaçlara bağlı yan etkilerin bir kısmı önlenebilir olmakla birlikte, çoğunun ne
şekilde zarar vereceği tahmin edilemez. İlaçlara bağlı akciğer hasarının spesifik paternleri Tablo 15’de görülmektedir. Kemoterapötik ilaçlara bağlı akciğer toksitesi
olguların %10-20’sinde görülür (39).
Tablo 15. Kemoterapötik ilaçlara bağlı akciğer toksisiteleri
Sendromlar
Tanımlama
Akut bronkokonstrüksiyon
Hava akımı kısıtlanır (wheezing, ekspirasyon uzaması,
FEV1’de azalma
İnfüzyon reaksiyonu
Semptomlar infüzyon sırasında veya hemen sonra başlar
(angioödem, flushing, kaşıntı, urtiker, artralji, dispne,
hipotansiyon, hipoksemi)
Alveoler hemoraji
Dispne, hemoptizi,diffüz radyolojik lezyonlar, hipoksemi,
BAL’da hemoraji
Eozinofilik pnömoni
Dispne, grafide diffüz opasiteler, hipoksemi, BAL’da
eozinofili (>% 20), bazen periferik eozinofili
Hipersensitivite pnömonisi
Saatler ve günler içinde gelişen tip IV gecikmiş
hipersensitivite reaksiyonuna bağlı dispne ve akciğerde
opasiteler
İnterstisyel pnömoni (NİP, UİP, OP)
Dispne, öksürük, bazen ateş, diffüz veya fokal opasiteler
(septal kalınşlaşma, buzlu cam opasiteler, konsolidasyon)
ve nonspesifik BAL bulguları
Radyasyona bağlı hasar
Radyasyon öncesi sitotoksik ajana bağlı opasiteler,
öksürük ve dispne eşlik eder
Nonkardiyojenik pulmoner ödem
Kalp yetmezliği bulguları veya sol atriyum basıncında
artma yoktur
Akut akciğer hasarı/ARDS
Nonkardiyojenik pulmoner ödemle birlikte akut
inflamasyon (ateş, BAL’da nötrofillerde artma) varlığı
162
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Antineoplastik ilaçlara bağlı akciğer hasarının patogenezi tam olarak bilinmemektedir. İlaçların direkt sitotoksik etkilerinin sonucu olarak toksik etkilerin
ortaya çıktığı düşünülmektedir. Aşağıdaki mekanizmaların sorumlu olabileceği
öngörülmektedir.
1. Sitokinlerin salınımına bağlı pnömositlerde veya alveoler kapiller endotelinde
direkt toksik hasarın oluşması
2.Sitokinlerin sistemik salınımı sonucu endotel disfonksiyonu, kapiller leak
sendromu, nonkardiyojenik pulmoner ödem gelişmesi
3. Lenfosit ve alveoler makrofajların aktivasyonuna bağlı olarak hücresel akciğer hasarı oluşması
4. Serbest oksijen radikallerine bağlı oksidatif hasar
5. Epidermal growth faktör reseptörlerinin (EGFR) tip II pnömositlere baskısı
ve alveoler duvarda yer alması sonucu EGFR’yi hedefleyen ajanların alveoler
yenilenme mekanizmalarını bozması sonucu oluşan hasar
6. Radyoterapi ve kemoterapinin birlikte uygulanması sonucu kümulatif hasar
meydana gelmesi
Birçok klinik tablolar akciğer toksisitesine özgü değildir. Akciğer toksisitesi klinik
ve radyolojik kriterlere göre tanımlanabilir. Klinik sendromlar Tablo 15'de görülmektedir. Bu sendromlarda görülen klinik bulgular nonspesifik olup, öksürük,
dispne, hafif ateş ve hipoksemidir. Oskültasyonda, bilateral bazallerde ral duyulabilir, fakat sıklıkla normaldir. Wheezing seyrektir, varlığında bronkonstrüksiyona
yol açan hipersensitivite mekanizmaları düşünülmelidir. Klinik bulgular farklı şekillerde görülebilir. Tedaviye başladıktan haftalar veya aylar sonra toksisite bulguları ortaya çıkar.
Tanı sırasında DLCO’da azalma ilk ve tek fonksiyonel bozukluktur. İlerlemiş olgularda restriktif patern (TLC azalma, FVC’de azalma) vardır. İstirahatte veya
egzersiz sırasında oksijen satürasyonunda azalma olabilir.
Radyolojik olarak, yama tarzında, tek ya da bilateral retiküler görünüm, buzlu
cam opasiteler veya konsolidasyon gibi değişik paternler görülür. YRBT’de en
sık olarak buzlu cam, konsolidasyon, interlobüler septal kalınlaşma, sentrilobüler
nodüller saptanır.
Bronkoskopik inceleme ve BAL tetkikinin ilaçlara bağlı gelişen akciğer toksisitesinde spesifik bir bulgusu yoktur. Bronkoskopik inceleme infeksiyon ve malignitelerin ayırıcı tanısında yararlıdır.
Histopatolojik olarak, usual interstisyel pnömoni, nonspesifik interstisyel pnömoni, deskuamatif interstisyel pnömoni, eozinofilik pnömoni, hipersensitivite
pnömonisi, organize pnömoni, diffüz alveoler hemoraji saptanabilir.
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
163
İnfeksiyon hastalıkları, radyasyona bağlı akciğer hasarı, kardiyojenik ve nonkardiyojenik ödem, akciğerlerin malign proçese bağlı direkt tutulumlarında da (metastaz, akciğer embolisi, lenfanjitis karsinomatoza) aynı bulgular görülebileceğinden ayırıcı tanı iyi yapılmalıdır.
Tedavide sebep olan ilacın kesilmesi, glikokortikoid tedavi ve destek tedavisi önerilmektedir. Glikokortikoid tedavi 40-60 mg/gün olarak başlanır. Solunum yetmezliği veya mekanik ventilasyon gerektiren durumlarda 1 gr/gün 3 gün süreyle kullanılır. Destek tedavi olarak oksijen tedavisi ve inhale bronkodilatör tedavi önerilir.
SİTOTOKSİK ANTİBİYOTİKLER
BLEOMİSİN
Bleomisin, streptomiçes vertikülus suşlarından 1966 yılında elde edilmiş, çeşitli
malignitelerin tedavisinde kullanılan sitotoksik bir antibiyotiktir (40). İlacın kullanımına bağlı olarak akciğer hasarı %3-40 arasında gelişmektedir. Olguların
%10’da interstisyel pulmoner fibrozisi (fibrozan alveolit) görülür (40,41). Subakut progressif pulmoner fibrozis, hipersensitivite pnömonisi, organize pnömoni
ve hızlı infüzyona bağlı akut göğüs ağrısı olarak 4 farklı şekilde pulmoner toksisite gelişir.
Bleomisin toksitesinin mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Ancak muhtemelen bleomisin hidrolaz enzim yetersizliği, oksidatif hasar, genetik yatkınlık, inflamatuvar sitokinlerin etkisiyle oluştuğu düşünülmektedir. İlacın toksitesi deri ve akciğerlerdeki birikimiyle ilişkilidir. Bleomisine bağlı akciğer fibrozis gelişme insidansı
ilacın kümülatif dozuna bağlıdır. Yüksek dozlarda risk artmaktadır (42-44).
Akciğer toksisitesinin gelişmesinde, yaş, doz, diğer kemoterapik ilaçlarla birlikte
kullanımı, oksijen, radyasyon tedavisi, böbrek yetmezliği, koloni stimülatör faktör ile birlikte kullanım gibi risk faktörleri önemlidir. Kullanılan ilaç dozu 500 mg/
m2’yi aşanlarda riskin arttığını bildiren çalışmalar vardır (45). Yaşlı popülasyonda
toksisite artmaktadır. Hodgin lenfoma tanısıyla bleomisin kullanan 141 hasta ile
yapılan bir çalışmada toksisite gelişenlerin yaş ortalaması 49 iken toksisite gelişmeyenlerin yaş ortalaması 29 bulunmuştur (46).
Klinik bulgular subakut olarak, tedaviden 1-6 ay sonra başlar. Nonprodüktif
öksürük, dispne, plöretik ağrı, ateş, taşipne, oskültasyonda ral duyulması, akciğerde restriksiyon ve hipoksi bulguları vardır. Olguların %20’sinde semptom
görülmeyebilir.
Hipersensitivite pnömonisi geliştiğinde, kanda eozinofil sayısı artmıştır. Radyolojik
olarak bilateral retiküler veya bazallerde ince nodüler infiltrasyonlar görülür (Tablo
16). Bu erken bulgular ileri dönemde bal peteği şekline dönüşebilir (Resim 8).
Fonksiyonel olarak, DLCO ve akciğer volümlerinde azalma (FVC, TLC) saptanır.
Bronkoskopi ve BAL bulgularının bleomisin toksisitesi tanısına katkısı sınırlıdır.
164
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 16. Bleomisine bağlı gelişen
pulmoner fibrozisinde radyolojik bulgular
Bilateral retiküler veya ince nodüler infiltrasyon
(%50)
Alveoler opasiteler (%10)
Normal (%10)
Sınırları düzgün nodüler lezyonlar veya
kaviteleşebilen irregüler lezyonlar (seyrek)
Plevral efüzyon veya adenopati yok
Balpeteği geliştiğinde pnömotoraks (seyrek)
BAL incelemesi infeksiyon ve maligniteleri ayırmak açısından yararlıdır.
Akciğer biyopsisi ile fibrozis, nonspesifik inyterstisyel pnömoni, diffüz
alveoler hemoraji, organize pnömoni, hipersensitivite pnömonisi gibi
değişik interstisyel akciğer hastalığı
paternleri görülebilir. Birçok hastada
birden fazla paterni aynı olguda görmek mümkündür.
Bleomisin toksisitesi tedavisinde
glukokortikosteroidler veya diğer
immunsupressif ilaçların kullanımıyla ilgili kontrollü çalışmaklar
yoktur. Yapılan bir çalışmada bleomisin toksisitesi nedeniyle sistemik glukokortikoid ile tedavi edilmiş 10 hastanın 7’sinde, klinik ve
radyolojik gerileme saptanırken,
tedavi verilmemiş 3 hasta kaybedilmiştir (47). Klinik deneyimler soResim 8. Bleomisin toksitesinin akciğer grafisi gö- nucu 0.75 ile 1 mg/gün başlanan
rünümü
glukortikoid dozunun azaltılarak
devam etmesi önerilmektedir. Olguların %50-70’inde semptomlar geriler, ancak tedavinin azaltılmasıyla tekrar relaps olmuştur. Hipersensitivite pnömonisi ve organize pnömoni gelişen
olgularda glukokortikoid tedaviye yanıt daha iyidir. Toksisite gelişen olgularda
bleomisin tekrar önerilmez, ayrıca fibrozis gelişen olgularda bleomisin kullanımı kontrendikedir.
MİTOMİSİN-C
Mitomisin, antineoplastik alkilleyici bir antibiyotiktir. Akciğer toksisite insidansı
%3-39 arasında bildirilmektedir (48). Akciğer toksisitesi, fibrozis ile birlikte interstisyel pnömoni, ve vinka alkoloidleri ile birlikte kullanılmasıyla oluşan akut
bronkospazm ve pulmoner infiltrasyonlar şeklindedir. Tedavinin başlangıcından
2-12 ay sonra olguların %2-12’sinde fibrozis gelişir.
Fibrozis ile birlikte interstisyel pnömonide, klinik subakut başlar. Öksürük, nefes darlığı, yorgunluk, plöritik ağrı vardır. Akciğer grafisinde bilateral interstisyel
infiltrasyon, seyrek olarak alveoler veya ince nodüler patern hakimdir. Akciğer
fonksiyon testlerinde restriksiyon ve DLCO’da azalma görülür. Tedavide ilacın
kesilmesi ve kortikosteroid tedavi önerilir.
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
165
SİKLOFOSFAMİD
Siklofosfamid, lenfoma ve solid tümörleri de kapsayan değişik malignitelerde
kullanılan bir alkilleyici sitotoksik ajandır. Ayrıca vaskülit ve interstisyel akciğer
hastalığı tedavisinde de kullanılır. Akciğer toksisitesi erken ve geç dönem fibrozlu
alveolit sendromları olarak iki şekildedir. Her iki sendromda da restriktif değişiklikler ve DLCO’da azalma ile YRBT’de fibrozis bulgusu olarak diffüz retiküler
veya retikülonodüler lezyonlar görülür.
Erken bulgular, ilacın başlanmasından 1-6 ay sonra gelişir. Klinik olarak dispne,
öksürük, ateş ve hastalarda ani genel durum bozukluğu göze çarpar. Akciğer
biyopsilerinde interstisyum ve alveoler boşluklarda kan hücreleri, polimorfonükleer hücreler, histiositler görülür. Erken dönem toksisite bulguları kortikosteroid
tedavisine iyi yanıt verir.
Geç bulgular, ilacın başlanmasından bir veya daha uzun yıllar sonra ortaya çıkar,
kortikosteroid tedaviye yanıt yoktur. Plevral kalınlaşma ve pnömotoraks sık görülen komplikasyondur. Patolojik olarak tip II alveoler hiperplazi, interstisyumda
kollajen birikimi, fibrozis, bal peteği görünümü vardır. Progressif pulmoner fibrozis sıktır, mortalite oranı %60’dan fazladır.
ALL-TRANS RETINOIC ACİD (ATRA)
Spesifik olarak akut myelositik lösemide kullanılan spesifik bir kemoterapötik
ajandır. ATRA lösemik blastları olgun granülositlere döndürür. Bu olgun granülositler endotelyuma yapışarak akciğer toksisitesi gelişmesine yol açar.
Klinik olarak, ateş, nefes darlığı, radyolojik olarak periferik, sınırları düzensiz
nodüllerle birlikte diffüz parankimal infiltrasyonlar, yamalı buzlu cam görünümü,
plevral efüzyon ATRA tedavisi başladıktan 10 gün sonra ortaya çıkar. Bu akciğer
bulgularına ilave olarak bazı hastalarda perikard efüzyonu, hipotansiyon, böbrek
yetmezliği de görülebilir.
ATRA toksisitesinden şüphe edildiğinde ilacın kesilmesiyle birlikte yüksek doz
deksametazon 12 saatte bir 10 mg intravenöz olarak en az 3 gün devam edilir.
ANTİBİYOTİKLER
Antibiyotiklere bağlı akciğer hastalıkları pulmoner infiltrasyon ve eozinofili ile
birlikte görülen Löffler sendromu ve kronik eozinofilik pnömonidir. Löffler sendromunda akut başlayan öksürük, dispne, ateş, döküntü, kanda eozinofili ve radyolojik olarak geçici periferik infiltrasyonlar vardır.
Kronik eozinofilik pnömoni haftalar veya aylar sonra subakut olarak gelişir. Hafif
ateş, gece terlemeleri, nonprodüktif öksürük, kilo kaybı yakınmaları olur. Akciğer grafisinde yer değiştiren bilateral periferik infiltrasyonlar görülür. BAL’da
eozinofil hakimiyeti tanıyı destekler.
166
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
İlaçlara bağlı gelişen kronik eozinofilik pnömonide ilacın kesilmesinin yanı sıra
prednizon tedavisi önerilmektedir. Prednizon 0.5-1 mg/gün başlanarak akciğer
grafisindeki lezyonlar düzelene kadar aynı dozda devam edilir. Daha sonra doz
azaltılmaya başlanır.
Eozinofili ile seyreden sendromlara yol açan antibiyotikler beta laktamlar (özellikle penisilin ve sefalosporinler), sulfa bileşikleri (dapson, trimethoprim/sulfamethoxazole, sulfanamide ve sulfasalazin)’dir.
KAYNAKLAR
1. Rosenow EC III. The spectrum of drug-induced pulmonary disease. Ann Intern Med
1972; 77: 977-91.
2. Fagan LN. Foral AP. Malesker MA. Morrow EL. Therapeutic update on Drug-Induced
pulmonary disorders. US Pharm 2011; 36: 3-8.
3. Foucher P. Camus PH. Groupe d’Etudes de la Pathologie Pulmonaire Iatrogene(GEPPI).
The drug-induced lung diseases. Pneumotox Online.2011.www.pneumotox.com.
Accessed August 4, 2010.
4. Raissy HH. Harkins M. Marshik PL. Drug- induced pulmonary disease. In: Dipiro JT.
Talbert RL. Yee GC, et al. Pharmacotherapy: A Pathophysiologic Approach.7th ed.New
York: Mcgraw-Hill; 2008: 521-34.
5. Costabel U. Radiation and drug induced pneumopathies. Rev Port Pneumol 2000; 4:
141-4.
6. Alarcon GS, Kremer JM, Macalusa M, et al. Risk factors formethotrexate-ınduced lung
injury in patients with rheumatoid arthritis. Ann Intern Med 1997; 127: 356-64.
7. Foral PA, Malesker MA, Dewan NA, et al. Drug-induced pulmonary disorders. US Pharm
1999; 24: 3-19.
8. Daba MH, El-Tahir KE, Al-Arifi Mn, Gubara DA. Drug-induced pulmonary fibrosis. Saudi
Med J 2004; 25: 700-6.
9. Camus P, Bonniaud P, Fanton A, et al. Drug-induced and iatrogenic infiltrative lung
disease. Clin Chest Med 2004; 25: 479-519.
10. Dicpinigatis PV. Anjiotensin-converting enzyme inhibitor-induced cough: ACCP evidencebased clinical practice guidelines. Chest 2006; 129: 169-73.
11. Visser LE, Stricker BH, Van der Velden J, et al. Angiotensin converting enzyme inhibitor
associated cough. A population-based case-control study. J Clin Epidemiol 1996; 48: 851-6.
12. Irwin RS, Baumann MH, Boiser DC, et al. Diagnosis and management of cough executive
summary: ACCP evidence-based clinical practice guidelines. Chest 2006; 129: 1-23.
13. Leuppi JD, Schnyder P, Hartmann K, et al. Drug-induced bronchospasm: analysis of 187
spontaneously reported cases. Respiration 2001; 68: 345-51.
14. Leo F, Solli P, Spaggiari L, et al. Respiratory function changes after chemotherapy: an
additional risk for postoperative respiratory complications? Ann Thorac Surg 2004; 77:
260-5.
15. Semenzato G, Poleti V. Bronchoalveoler lavage in lung cancer. Respiration 1992; 59:
44-6.
16. Meyer KC, Raghu G. Bronchoalveoler lavage for the evaluation of interstitial lung disease:
is it clinically useful? Eur Respir J 2011; 38: 761-9.
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
167
17. Cockeril FR III, Wilson WR, Carpenter H, et al. Open lung biopsy in immunocompromised
patients. Arch Intern Med 1985; 145: 1398-404.
18. Martin WJ, Rosenow EC. Amiodarone pulmonary toxicity. Recognition and pathogenesis
(Part 2). Chest 1988; 93: 1242.
19. Martin WJ. Mechanisms of amiodarone pulmonary toxicity. Clin Chest Med 1990; 11:
131-5.
20. Ernawati DK, Stafford L, Hughes JD. Amiodarone-induced pulmonary toxicity. Br J Clin
Pharmacol 2008; 66: 82.
21.Coudert B, Bailly F, Lombard JN, et al. Amiodarone pneumonitis. Bronchoalveoler
lavage findings in 15 patients and review of the literature. Chest 1992; 102: 1005.
22. Myers JL, Kennedy JI, Plumb VJ. Amiodarone lung: pathologic findings in clinically toxic
patients. Hum Pathol 1987; 18: 349.
23. Visser LE, Stricker BH, Van der Velden J, et al. Angiotensin converting enzyme inhibitor
associated cough. A population-based case-control study. J Clin Epidemiol 1996; 48:
852-6.
24. Tenenbaum A, Grossman E, Shemesh J, et al. Intermediate but not low doses of aspirin
can supress angiotensin-converting enzyme inhibitor-induced cough. Am J Hypertens
2000; 13: 776-82.
25. Zeith HJ. Bronchial asthma, nasal polips and aspirin sensitivity: Samter’s syndrome. Clin
Chest Med 1988: 567-76.
26. Özkan M, Dweik RA, Ahmad M. Drug induced lung disease. Cleve Clin J Med 2001: 68:
782-785, 789-95.
27. Cain HC. Drug induced lung disease due to nonchemotheropeutic agents. In. Fishman
AP ed. Fishman’s pulmonary diseases and disorders vol 1 4th ed. New York Mc Graw Hill
2008: 1087-102.
28.Hiliquin P, Renoux M, Perrot S, et al. Occurrence of pulmonary complications during
methotrexate therapy in rheumatoid arthritis. Br J Rheumatol 1996; 35: 441.
29.Weinblatt ME. Methotrexate in rheumatoid arthritis: toxicity issues. Br J Rheumatol
1996; 35: 403.
30.LeMense GP, Sahn SA. Opportunistic infection during treatment with low dose
methotrexate. Am J Respir Crit Care Med 1994; 150: 258.
31. Alarcon GS, Kremer JM, Macaluso M, et al. Risk factors for methotrexate-ınduced lung
ınjury in patients with rheumatoid arthritis: A multicenter,case-control study. Ann Intern
Med 1997; 127: 356.
32.Mendez JL, Nadrous HF, Hartman TE, Ryu JH. Chronic nitrofurantoin-induced lung
disease. Mayo Clin Proc 2005; 80: 1298-302.
33. Holmberg L, Boman G. Pulmonary reactions to nitrofurantoin. 447 cases reported to the
Swedish Adverse Drug Reaction Committee 1966-1976. Eur J Respir D 1981; 62: 180.
34.Topçu F, Akyıldız L. Nonkemoterapötik ilaçlara bağlı akciğer hastalıkları. In: Özlü
T.Metintaş M. Karadağ M. Kaya A. Solunum Sistemi ve Hastalıkları. İstanbul: Medikal
yayıncılık 2010: 2503-31.
35. Wolff AJ, O’Donnell AE. Pulmonary effects of illicit drug use. Clin Chest Med 2004; 25:
203-16.
36. O’Donnell AE, Mappin FG, Sebo TJ, et al. Interstitial pneumonitis associated with ‘crack’
cocaine abuse. Chest 1991; 100: 1155-7.
168
İLAÇLARA BAĞLI DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
37.Kleerup EC, Koyal SN, Marques-Magallanes JA, et al. Chronic and acute effects of
“crack” cocaine on diffusing capacity, membrane diffusion, and pulmonary capillary
blood volume in the lung. Chest 2002; 122: 629-38.
38. Michael JR, Rudin ML. Acute pulmonary disease caused by phenytoin. Ann Intern Med
1981; 95: 452-4.
39. Rosenow EC, Limper AH. Drug-induced pulmonary disease. Semin Respir Infect 1995;
10: 86.
40.Camus P. Drug induced infiltrative lung diseases. In: Interstitial Lung Disease, 4th ed.
King TE, Schwarz MI(eds).Canada 2003: 516.
41.Schrier DJ, Kunkel RG, Phan SH. The role of strain variation in murine bleomycininduced pulmonary fibrosis. Am Rev Respir Dis 1983; 127: 63.
42. Jules-Elysee K, White DA. Bleomycin-induced pulmonary toxicity. Clin Chest Med 1990;
11: 1.
43.Culine S, Kramar A, Theodore C. et al. Randomized trial comparing bleomycin/
etoposide/cisplatin with alternating cisplatin/cyclophophamide/doxorubicin and
vinblastin/bleomycin regimens of chemotherapy for patients with intermediate- and
poor-risk metastatic nonseminomatous germ cell tumors: Genito-Urinary Group of the
French Federation of Cancer Centers Trial T93. J Clin Oncol 2008; 26: 421.
44. Loehrer PJ Sr, Johnson D, Elson P, et al. Importance of bleomycin in favorable prognosis
disseminated germ cell tumors: an Eastern Cooperative Oncology Group Trial. J Clin
Oncol 1995; 13: 470.
45. Donat SM, Levy DA. Bleomycin assosiated pulmonary toxicity: Is perioperative oxygen
restriction necessary? J Urol 1998; 160: 1347.
46.MartinWG, Ristow KM, Habermann TM, et al. Bleomycin pulmonary toxicity has a
negative impact on the outcome of patients with Hodgin’s lymphoma. J Clin Oncol
2005; 23: 7614.
47.White DA, Stover DE. Severe bleomycin-induced pneumonitis. Clinical features and
response to corticosteroids. Chest 1984; 86: 723.
48.Verweji J, Pinedo HM. Mitomycin-C mechanism of action, usefulness and limitations.
Anticancer Drugs 1990; 1: 5.
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA
DİFFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER
TUTULUMU
Dr. Gündeniz ALTIAY
İnterstisyel tutulum, kollajen doku hastalıklarında (KDH) sık rastlanan bir durumdur. Ortalama insidens %15 olmakla birlikte altta yatan KDH bağlı değişkenlik
gösterir. Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi (YRBT) kullanıldığında çeşitli hasta serilerinde interstisyel akciğer hastalığı (İAH) sıklığı romatoid artrit (RA)
için %19-67, mikst konnektif doku hastaTablo 1. Kollojen doku hastalıklalığı (Mikst KDH) ve sistemik skleroz (SSc)
rında interstisyel tutulum
için %19-85 olarak bildirilmiştir. Sistemik
Kollojen Doku
İnterstisyel
lupus eritematozis (SLE) ve dermatomiHastalığı
tutulum
yozit/polimiyozit (DM/PM) için ortalama
RAUİP
prevalans ise %23-38 (1-4).
NSİP
OP
OP
KDH da İAH interstisyel pnömoni (İP)
olarak adlandırılır. İP’de histopatolojik ve
radyolojik olarak nonspesifik interstisyel
pnömoni (NSİP), usual İP (UİP), organize pnömoni (OP), respiratuar bronşiyolit - ilişkili İAH (RB-İAH), deskuamatif İP
(DİP), diffüz alveoler hasar (DAH) ve lenfositik İP (LİP) olarak sınıflandırılır. Kollogen doku hastalıklarında interstisyel tutulum Tablo 1’de gösterilmektedir (2,4).
DAH
Klinik
SLE
Pulmoner tutulumun erken saptanması
hedefe yönelik tedavilerin başlaması açısından oldukça önemlidir. Çünkü semptomlar başladığı zaman geri dönüşümsüz
akciğer parankim hasarı gelişmiş olabilir.
Romatoid nodüller
SScNSİP
UİP
Sjögren’sNSİP
sendromu (SjS)LİP
UİP
DİP
PM/DMLİP
Akut İP
LİP
NSİP
UİP
DİP
169
170
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
Bu nedenle özellikle İP ihtimali yüksek KDH da (SSc gibi) akciğer tutulumu için
rutin kontrolleri önerilir (5).
Ayırıcı Tanı
İlaca bağlı akciğer tutulumu, infeksiyonlar (özellikle immün suprese olgularda),
kalp yetmezliği ve bronkoalveoler karsinom ayırıcı tanıda hesaba katılmalıdır (4).
Romatoid Artrit (RA)
KDH’ları içinde en yaygın görülen simetrik, poliartiküler eklem tutulumlu sistemik bir hastalıktır. Aktif RA olgularında akciğer tutulumu daha sıktır. En yaygın
plevra ve İAH görülür. İAH, radyolojik, fizyolojik ve histopatolojik olarak İP ile
aynı özelliklere sahiptir. Sıklıkla tanı sonrası ilk 5 yılda ortaya çıkar ve erkeklerde
daha fazla görülür. Pulmoner tutulum, RA’de ortalama mortalitenin %10-20’sinden sorumludur (4-7).
Klinik ve laboratuar
Genelde RA semptomları akciğer tutulumundan önce başlar. Ancak bazen eş
zamanlı da başlayabilir veya nadiren eklem tutulumu öncesi tek başına akciğer
tutulumu da olabilir. En yaygın semptomlar kuru öksürük ve efor dispnesidir. Ancak özellikle eklem semptomları olan olgularda hareket kısıtlılığı nedeniyle dispne fark edilmeyebilir. Dinleme bulgusu olarak bibasiler raller ve clubbing İPF’den
daha az rastlanır (5).
En yaygın kullanılan parametreler; total akciğer kapasitesi (TAK), vital kapasite
(VK), zorlu ekspirasyon volüm birinci saniye (FEV1) ve karbon monoksit diffüzyon
kapasitesidir. Restriktif patern tipiktir, ancak mikst patern de görülebilir. Rutin
solunum fonksiyon testleri (SFT) içinde diffüzyon kapasitesi (DLCO) en sensitif
parametredir ve interstisyel fibrozis için önemli bir belirteçtir. Yine RA de YRBT
tanılı fibroz alveolitte DLCO<%54 olması progresyon için iyi bir belirteçtir (8,9).
Kardiyopulmoner egzersiz testleri (KPET) özellikle akciğer fonksiyon testleri, radyografi ve YRBT normal olan olgularda pulmoner tutulumun erken saptanması
için çok önemlidir. Egzersize bağlı hipoksemi ve/veya artmış alveoler-arteriyel
oksijen gradienti spesifik olmasa bile akciğer parankim tutulumunu göstermede
değerli bir bulgudur. Arteriyel desaturasyon 6 dakika yürüme testi ile de gösterilebilir. Sonuç olarak KPET ve 6-dk. yürüme testi KDH’na bağlı İAH’da fonksiyonel
değerlendirme, tedavi yanıtı ve survey tahminin de kullanılabilir (10,11).
Radyoloji
Göğüs radyografisinin KDH’da interstisyel tutulumu göstermede sınırlı değeri
vardır. Ancak YRBT İP, değerlendirmesinde bir devrim yaratmıştır. Buzlu cam
görünümü, retiküler patern, bal peteği ve organize pnömoni en yaygın radyolojik görünümlerdir. YRBT ve SFT pulmoner tutulumu saptamada, izlemde ve
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
Resim 1. RA’li 69 yaşında erkek hastada UİP tutulumu
171
tedavi cevabını değerlendirmede oldukça önemlidir. (4,6). RA
olgularında YRBT’de %20 oranında romatoid nodüllere rastlanır. Ancak cerrahi biyopside
daha yaygındır. Romatoid nodüller genelde çok sayıdadır ve
%50 santral kavitasyon içerir.
Genelde asemptomatik olmakla birlikte az sayıda olguda pnömotoraks, hidropnömotoraks
ve hemoptizi gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir (12).
RA’de YRBT’de en sık rastlanan radyolojik tutulumlar; UİP, NSİP, OP ve bronşiyolit’lerdir. Solunumsal semptom olan olgularda YRBT’de buzlu cam görünümü
ve bal peteği tutulumu çok daha yüksek orandadır. RA erken yaşlarda başladığında İP daha yaygındır ve en sık radyolojik tutulum şekli buzlu cam görünümüdür.
RA ilişkili UİP de YRBT bulguları %70 hastada alt loblarda iki taraflı subplevral
bal peteği ve retiküler opasiteler şeklindedir (Resim 1) (13-16).
Patoloji
Biyopside en yaygın patern UİP’dir. Pulmoner fibrozis gelişen RA olguları idiopatik UİP olgularından daha gençtir ve sigara kullanımı bağımsız risk faktörüdür. RA-İAH’da patolojik sonuçlar prognoz ile ilişkilidir. KDH-UİP prognozu
İPF-UİP’den daha iyidir. Daha sonra yapılan subgrup analizlerinde de RA-İP
prognozunun İPF’den daha iyi olduğu bildirilmiştir. RA’de vaskulit ve pulmoner
hemorajiye de rastlanmaktadır. Romatoid nodüllerin patolojik olarak diğer granülomatöz hastalıklardan ayrımı zordur. Bu durumda klinik ve radyoloji ayırıcı
tanıda önemlidir (17-19).
Bronkoalveoler lavaj (BAL) rutin değildir ve nonspesifiktir. İnfeksiyon ve maligniteyi dışlamada kullanılabilir. BAL’de eozinofili varlığı eğer klinikte uygun ise
ilaç reaksiyonunu akla getirir. Pulmoner tutulumlu pek çok KDH’da rutin biyopsi
gerekli değildir. Tipik olmayan YRBT bulguları olduğunda torakoskopik biyopsi
hesaba katılmalıdır (4).
Tedavi
Tedavi empiriktir ve randomize kontrollü çalışma yoktur. İlk basamak tedavi seçeneği 0.5-1 mg/kg prednison. En iyi cevap RA-OP’de bildirilmiştir. Siklofosfamid, azathioprine ve metotreksat (MTX) steroidle birlikte kullanılabilir veya
steroide dirençli olgularda denenebilir. Etkinlikleri tam olarak bilinmemektedir.
RA de MTX kullanımına bağlı %0.5-12 oranında pnömonitis gelişebilir. YRBT
172
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
de mikronodül ve lenfadenopati ile birlikte yama tarzı buzlu cam görünümü MTX
pnömonitis ile ilişkili olabilir (4,20,21).
MTX tedavisine dirençli RA olgularında tümör nekroz faktör alfa (TNF-α) blokerleri
kullanılabilir. İnfliximab RA ilişkili pulmoner fibroziste ilerlemeyi durdurduğu bildirilmiştir. Ancak öbür taraftan da infliximab ile tedavi edilen RA olgularında ölümcül
fibroz alveolit atakları tanımlanmıştır. Siklosporin ile ilgili akut pnömonitis ve hızlı
gidişli pulmoner fibrozisli bir kısım olguda başarılı sonuçlar bildirilmiştir (22-24).
Sistemik Skleroz (Skleroderma) (SSc)
Konnektif doku fibrozisi ve yaygın küçük damar tutulumu ile karakterize otoimmün bir hastalıktır. Diğer kollajen doku hastalıklarından daha sık İAH gözlenir
ve kötü prognoz ile ilişkilidir. En yaygın pulmoner tutulum şekli fibröz alveolit ve
pulmoner vaskuler hastalıktır. Hastaların yaklaşık %40’ında klinik olarak anlamlı
akciğer parankim tutulumu vardır (4,12).
Klinik ve Laboratuar
SSc’nin iki formu vardır. Sınırlı SSc; subkutan kalsinozis, Raynaud’s fenomeni,
osefageal dismotilite, sklerodaktili ve telenjiektazi’yi içerir. Olguların %70’in de
antisentromer antikorlar pozitiftir. Pulmoner hipertansiyon sınırlı SSc’de yaygındır. Diffüz SSc’de Raynaud’s fenomeni ile eş zamanlı cilt tutulumu görülür. Olguları %30’unda antitopoisomeras antikoru pozitiftir ve antisentromer antikorlar
genelde görülmez. İAH diffüz SSc de daha sık görülmekle birlikte sınırlı formda
da rastlanır (25).
Kuru öksürük ve nefes darlığı en yaygın semptomlardır. Genel durum düşkünlüğü nefes darlığını maskeleyebilir. Osephageal dismotiliteye sekonder aspirasyon
ve reflü de sık rastlanan bir durumdur. Pulmoner tutulum genelde SSc başladıktan sonra gelişir. İlave olarak idiopatik İP başlangıcında, antinükleer antikor,
telenjiektazi, anormal kapilleroskopi bulguları olan Raynaud’s fenomeni, gastroözefagial reflü veya perikardial hastalık eşlik edebilir. Bu bulgular altta yatan SSc
varlığına işaret edebilir ve klinisyenlerce iyi değerlendirilmelidir (26).
SFT, SSc’de pulmoner tutulumun araştırılmasında çok önemlidir. DLCO, YRBT
de hastalığın yaygınlığı ile diğer fonksiyonel parametrelerden daha iyi korelasyon
gösterir. SSc’de hem pulmoner vaskuler hastalık hem de progresif interstisyel
fibroziste DLCO azalır. Eğer akciğer volüm kaybı yoksa muhtemel tutulum pulmoner vaskuler hastalık lehinedir. Yine DLCO testinin %50’nin altına düşmesi
tedavi başlanması için önemli bir işarettir. KPET ve 6-dk. yürüme testi SSc fonksiyonel değerlendirmesinde kullanılan önemli parametrelerdir (4,27,28).
SSc-İP olgularında, sürfaktan protein A (SP-A), SP-D, KL-6 (Tip-II alveoler epitelyum hücreleri tarafından üretilen yüksek molekük ağırlıklı glikoprotein) İP olmayan SSc olgularına oranla daha yüksek bulunmuştur. Bu proteinler ile VK ve
DLCO ters korelasyon göstermektedir (29,30).
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
173
Resim 2. Altmış beş yaşında SSc'lı bayan hastanın Akciğer radyografisi ve BT de İAH
Radyoloji
Akciğer radyografisi sınırlı değere sahiptir. SSc de YRBT de hastalığın morfolojik
yaygınlığı ve prognozu ile iyi bir korelasyon gösterir. NSİP en yaygın subtiptir ve
olguların büyük bir kısmında biyopsiye gerek kalmadan YRBT ile tanı konulabilir.
NSİP de buzlu cam görünümü ve ince retiküler opasiteler en yaygın YRBT bulgularıdır (Resim 2).
Launay ve ark. (31), başlangıç BT’sinde buzlu cam görünümünü olan SSc olgularının yaklaşık yarısında 5 yıllık periyotta kaba fibrozis ve bal peteği geliştiğini,
halbuki normal BT’li olgularda bu oranın %15 olduğunu rapor etmişlerdir (32).
Patoloji
En yaygın histolojik patern NSİP’dir, bunu UİP izler. Organize pnömoni de görülebilir. NSİP ile UİP arasında yaşam süresi açısından çok fazla bir fark görülmediği için genelde olağandışı YRBT bulguları haricinde biyopsi gerekmez (33,34).
SSc de akciğer kanseri riski artmıştır. Bronkojenik kanserli SSc’li hastalar arasında İAH’na bağlı pulmoner fibrozisinin eşlik ettiği sigara içmeyen kadınlar en
büyük grubu oluştururlar. En yaygın histolojik tip, bronkoalveoler karsinom ve
adenokarinomdur (35).
Tedavi
SSC-İP’de kortikosteroidler ilk basamak ilaçlar olarak kullanılmaktadır. Bu ilaçların günde 15 mg, 6 ay üzerinde kullanılması ile Scleroderma renal crisis’e
(SRC) sebep oldukları bildirilmiştir (36). White ve ark. (37)., BAL da nötrofili
bulunan olgularda oral siklofosfamid’in FVC ve DLCO testini stabilize ettiğini
veya iyileştirdiğini, ve tadavi edilmeyen olgulardan daha iyi survey elde ettiklerini
bildirmişlerdir
Son yıllarda SSc alveolitisli hastaların tedavisi ile ilgili çok merkezli, plasebokontrollü iki klinik çalışma tamamlanmıştır. Kuzey Amerika Skleroderma Çalışma’sında 12 ay, 2 mg/kg gün oral siklofosfamid plasebo ile karşılaştırılmıştır.
174
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
Plasebo grubu ile karşılaştırıldığında siklofosfamid grubunda FVC’de anlamlı küçük bir değişiklik (%2.53 artış) bulunmuştur. Ayrıca dispne, yaşam kalitesi ve deri
kalınlığında da yararlı etkiler bildirilmiştir (38). Bu yararlı etkiler tedavi kesildikten
sonra 6 ay devam etmiştir. Ancak 24 ayın sonunda dispne haricinde diğer yaralı
etkiler kaybolmuştur (39).
Diğer çok merkezli, çift kör, plasebo kontrollü çalışmada, günde 20 mg prednisone ve ayda bir parenteral altı doz 600 mg/m2 siklofosfamidi izleyen oral
azathioprine ile plasebo karşılaştırılmıştır. DLCO, YRBT görünümü ve dispne
skoru arasında fark yok, sadece tedavi grubunda FVC de anlamlı fark (%4.76,
p=0.04) rapor edilmiştir (40).
Sjogren’s Sendromu (SjS)
SjS ekzokrin bezlerin lenfositik infiltrasyonu ile karakterize sistemik otoimmün
bir hastalıktır. Genelde orta yaş kadınlar etkilenir. Tükrük ve lakrimal bezler sıklıkla etkilenir ve kuru göz ve kuru ağız en sık semptomlardır. Malign non-Hodgkin
lenfoma’ya (NHL) kadar gidebilecek B-lenfositik hiperaktivite ile karakterizedir.
NHL riski 16-44 kat artmıştır ve bu hastalıktan ölümlerin 1/5’inden sorumludur.
SjS tek başına gelişirse primer, diğer kollajen doku hastalıkları (RA, SLE ve SSc)
ile ilişkili ise sekonder olarak adlandırılır (41).
Olguların 2/3’ünde YRBT ile asemptomatik akciğer parankim tutulumu tespit
edilebilir. Klinik olarak anlamlı İAH %8-38 arasında bildirilmektedir (42,43).
En yaygın patern NSİP, daha sonra LİP, UİP ve DAH şeklindedir. NSİP tanısında
YRBT biyopsi kadar etkili bulunmuştur. YRBT’de buzlu cam görünümü ve konsolidasyonlar en yaygın görünümlerdir. Ancak NSİP haricinde YRBT’nin tanısal
değeri düşüktür. Bu nedenle NSİP haricindeki tutulumlarda malign lenfoma tanısını dışlamak için biyopsi düşünülmelidir (44,45).
Tedavi
SjS tedavisinde şimdilerde geçerli bir konsensus yoktur. İlk basamak tedavide kortikosteroidler kullanılır ve genelde iyi cevap alınır. İmmünsupresif ajanlardan, azathioprine ve siklofosfamid de kullanılabilir ancak tedavideki rolleri net değildir (46).
Polimyositis/Dermatomyositis (PM/DM)
PM ve DM iskelet kaslarını ve başta akciğerler olmak üzere diğer organları etkileyen sistemik inflamatuar hastalıklardır. Akciğer tutulumu kas ve deri tutulumundan önce olabilir. Solunum kas güçsüzlüğü, aspirasyon pnömonisi, solunum
yetmezliği, İAH ve ilaca bağlı pnömoni en yaygın tutulumlardır (47).
İAH %23-65 oranında gelişir ve en önemli ölüm sebebidir. Anti JO-1 varlığı İAH
için yüksek risk anlamını taşımaktadır. Yine İAH’lı olgularda artrit sık eşlik eden
bir tutulumdur. İAH solunum yetmezliği, pulmoner hipertansiyon ve kor pul-
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
175
monale gibi hayatı tehtid eden komplikasyonlara yol açabilir. Bu nedenle erken
saptamak çok önemlidir. PM/DM de kötü prognostik faktörler; Hamman-Rich
benzeri patern, düşük kreatin seviyeleri, düşük DLCO, nötrofilik BAL, DAH ve
UİP paternidir. Akut, şiddetli başlangıç yüksek mortalite ile ilişkilidir ve steroid
tedavisine cevap vermez (4,48-50).
YRBT’de parankimal mikronodüller ve nodüller, lineer opasiteler, periferel plevra ve akciğer parankimi arasında düzensizlikler, buzlu cam görünümleri, bal peteği ve bronşektaziler görülebilmektedir. NSİP en yaygın tutulum şeklidir. Bunun
dışında OP, UİP ve LİP de görülebilir (51).
Tedavi
Başlangıç tedavisini 40-60 mg oral veya parenteral prednison oluşturur. Kortikosteroidlere cevap vermeyen olgularda sitotoksik ajanlar denenebilir. Ancak
bununla ilgili veriler sınırlıdır (52).
Sistemik Lupus Eritamatozus (SLE)
SLE sıklıkla kadınları etkileyen bir hastalık olmakla birlikte akciğer tutulumu erkeklerde daha fazladır. YRBT ile diffüz İAH çok yaygın bir tutulum şekli değildir.
626 olguyu içeren kohort bir çalışmada, %4 olguda klinik ve radyolojik olarak
anlamlı pulmoner fibrozise rastlanmıştır. İAH olarak en sık NSİP görülür. Diğer
İAH tutulum şekilleri UİP, LİP ve DSİP’dir (53).
Diffüz alveoler hemoraji, SLE hastalarının <%4’ünü etkileyen nadir bir tutulum
şekli olmakla birlikte ölümcül bir komplikasyondur. Akut başlangıçlı dispne ve
öksürük, alveoler infiltrasyonlar ve hematokritte düşme tanıda yardımcıdır. Hemoptizi görülebilir, ancak yokluğu tanıyı dışlatmaz. Alveoler hemoraji olgularına
sıklıkla lupus nefritisi de eşlik eder (12,54).
Akut lupus pnömonitis (ALP), akut başlangıçlı dispne, ateş, öksürük, hipoksemi
ve bilateral yama şeklinde veya diffüz infiltrasyonlar ile karakterize, nadir (<%4)
bir tutulum şeklidir. Mortalite %50 civarındadır. ALP ayırıcı tanısında, infeksiyon,
aspirasyon, üremi ve kalp yetmezliği ekarte edilmelidir (12).
Tedavi
Kortikosteroidler ve immünsupressif ajanlar SLE’ye bağlı İAH’da rutin olarak
kullanılırlar. ALP ve diffüz alveoler hemoraji mortaliteye sebep olabileceğinden,
pulse metilprednisolon (1000 mg/gün, ardışık 3 gün boyunca) tek başına veya
oral veya pulse siklofosfamid ile birlikte önerilir (4).
Mikst Konnektif Doku Hastalığı
Mikst Konnektif Doku Hastalığı (MKDH), diffüz SSc, SLE ve PM/DM’in özelliklerini içeren ayrı bir hastalık olarak 1972 yılında tanımlanmıştır. Hastaların %80’inde
solunumsal tutulum izlenir. En önemli solunumsal tutulum İAH ve pulmoner fib-
176
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
rozistir (%20-65). YRBT’de buzlu cam görünümü hemen hemen tüm hastalarda
rastlanan yaygın bir bulgudur. Bunun dışında nodüller ve retiküler opasitelere de
sık rastlanır ve ağırlıklı tutulum alt zonların periferidir. Bal peteği görünümü sık
değildir. Otörler bu görünümlerin NSİP ve UİP’e benzediğini belirtmektedirler. Mozaik görünüme hemen hemen hiç rastlanmaz ve havayolu hastalığı da diğer kollajenozlara oranla çok azdır. Pulmoner hipertansiyona bağlı proksimal pulmoner
arterde genişleme ve özofagus anormallikleri görülebilir (55,56).
Diğer kollajenozlarda olduğu gibi MKDH da akciğer tutulumunun tedavisi ile ilgili
kontrollü veriler yoktur. Genelde çoğu hasta kortikosteroidler ve/veya immünsupressif ajanlarla tedavi edilir. İP için genellikle düşük doz steroidle siklofosfamid veya
azathioprine kombinasyonu kullanılır (4).
KAYNAKLAR
1. Crestani B. The respiratory system in connective tissue disorders. Allergy 2005; 60: 71534.
2. ATS/ERS. International Multidisciplinary Consensus Classification of the Idiopathic
Interstitial Pneumonias. Am J Respir Crit Care Med 2002; 165: 277-304.
3. Kim DS. Interstitial lung disease in rheumatoid arthritis: recent advances. Curr opin Pulm
Med 2006; 12: 346-53.
4. Antoniou KM, Margaritopoulos F, Economidio F, Siafakas NM. Pivotal clinical dilemmas
in collogen vascular diseases associated with interstitial lung involvement. Eur Respir J
2009; 33: 882-96.
5. Horton MR. Rheumatoid arthritis associated interstisyel lung disease. Crit Rev Comput
Tomogr 2004; 45: 429-40.
6. Saag KG, Kolluri S, Koehnke RK, et al. Rheumatoid arthritis lung disease. Determinants
of radiographic and physiologic abnormalities. Arthritis Rheum 1996; 39: 1711-9.
7. Maradit-Kremers H, Nicola PJ, Crowson CS, et al. Cardiovascular death in rheumatoid
arthritis: a population-based study. Arthritis Rheum 2005; 52: 722-32.
8. Dawson JK, Fewins HE, Desmond J, et al. Fibrosing alveolitis in patients with rheumatoid
arthritis as assesed by high resolution computed tomography, chest radiography, and
pulmonaryfunction tests. Thorax 2001; 56: 622-7.
9. Dawson JK, Fewins HE, Desmond J, et al. Predictörs of progression of YRBT diagnosed
fibrosing alveolitis in patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2002; 61: 51721.
10.Oren’s JB, Kazerooni EA, Martinez FJ, et al. The sensitivity of high-resolution CT in
detecting idiopathic pulmonary fibrosis proved by open lung biopsy. A prospective study.
Chest 1995; 108: 109-15.
11. Lama VN, Flaherty KR, Toews GB, et al. Prognostic value of desaturation during a
6-minute walk test in idiopathic interstitial pneumonia. Am J Respir Crit Care Med 2003;
168: 1084-90.
12. Olson AL, Brown KK. Connective tissue disease –associated lung disorders. Eur Respir
Mon 2009; 46: 225-50.
13.Bilgici A, Ulusoy H, Kuru O, et al. Pulmonary involvement in rheumatoid arthritis.
Rheumatol Int 2005; 25: 429-35.
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
177
14. Akira M, Sakatani M, Hara H. Thin-section CT findings in rheumatoid arthritis associated
lung disease: CT patterns and their courses. J Comput Assist Tomogr 1999; 23:
941-8.
15.Tanaka N, Kim JS, Newell JD, et al. Rheumatoid arthritis-related lung diseases: CT
findings. Radiology 2004; 232: 81-91.
16. Ayhan-Ardic FF, Oken O, Yorgancioglu ZR, et al. Pulmonary involvement in lifelong
nonsmoking patients with rheumatoid arthritis and ankylosing spondylitis without
respiratory symptoms. Clin Rheumatol 2006; 25: 213-8.
17. Lee HK, Kim DS, Yoo B, et al. Histopathologic pattern and clinical features of rheumatoid
arthritis-associated interstitial lung disease. Chest 2005; 127: 2019-27.
18. Park JH, Kim DS, Park IN, et al. Prognosis of fibrotic interstitial pneumonia: idiopathic
versus collagen vascular disease-related subtypes. Am J Respir Crit Care Med 2007; 175:
705-11.
19. Brown KK. Rheumatoid Lung Disease. Proc Am Thorac Soc 2007; 4: 443-8.
20. Tanoue LT. Pulmonary manifestations of rheumatoid arthritis. Clin Chest Med 1998; 19:
667-85.
21. Zisman DA, McCune WJ, Tino G, Lynch JP III. Drug-induced pneumonitis: the role of
methotrexate. Sarcoidosis Vasc Lung Dis 2001; 18: 243-52.
22. Antoniou KM, Mamoulaki M, Malagari K, et al. Infliximab therapy in pulmonary fibrosis
associated with collogen vascular disease. Clin Exp Rheumatol 2007; 25: 23-8.
23. Ostor AJ, Crisp AJ, Somerville MF, Scott DG. Fatal exacerbation of rheumatoid arthritis
associated fibrosing alveolitis in patients given infliximab. BMJ 2004; 329: 1266.
24. Puttick MP, Klinkhoff AV, Chalmers A, Ostrow DN. Treatment of progressive rheumatoid
interstitial lung disease with cyclosporine. J Rheumatol 1995; 22: 2163-5.
25. Lomeo RM, Cornello RJ, Schabel SI, Silver RM. Progressive systemic sclerosis sine
scleroderma presenting as pulmonary interstitial fibrosis. Am J Med 1989; 87: 525-7.
26.Fischer A, Maehan RT, Feghali-Bostwick CA, et al. Unique characteristics of systemic
sclerosis sine scleroderma-associated interstitial lung disease. Chest 2006; 130: 976-81.
27. Wells AU, Hansell DM, Rubens MB, et al. Fibrosing alveolitis in systemic sclerosis: indices
of lung function in relation to extent of disease on computed tomograpy. Arthritis Rheum
1997; 40: 1229-36.
28. Steen V, Medsger TA Jr. Predictors of isolated pulmonary hypertension in patients with
systemic sclerosis and limited cutaneous involvement. Arthritis Rheum 2003; 48: 516-22.
29. Takahashi H, Kuroki Y, Tanaka H, et al. Serum levels of surfactant proteins A and D
are useful biomarkers for interstitial lung disease inpatients with progressive systemic
sclerosis. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 258-63.
30.Yanaba K, Hasegawa M, Takehara K, Sato S. Comparative study of serum surfactant
protein-D and KL-6 concentrations in patients with systemic sclerosis as markers for
monitoring the activity of pulmonary fibrosis. J Rheumatol 2004; 31: 1112-20.
31. Launay D, Remy-Jardin M, Michon-Pasturel U, et al. High resolution computed
tomography in fibrosing alveolitis associated with systemic sclerosis. J Rheumatol 2006;
33: 1789-801.
32. Desai SR, Veeraraghavan S, Hansell DM, et al. CT features of lung disease in patients
with systemic sclerosis: comparison with idiopathic pulmonary fibrosis and nonspecific
interstitial pneumonia. Radiology 2004; 232: 560-7.
178
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
33. Highland KB, Garin MC, Brown KK. The spectrum of scleroderma lung disease. Semin
Respir Crit Care Med 2007; 28: 418-29.
34. Bouras D, Wells AU, Nicholson AG, et al. Histopathologic subsets of fibrosing alveolitis in
patients with systemic sclerosis and their relationship to outcome. Am J Respir Crit Care
Med 2002; 165: 1581-6.
35.Hill CL, Nyugen AM, Roder D, et al. Risk of cancer in patients with scleroderma: a
popülation based cohort study. Ann Rheum Dis 2003; 62: 728-31.
36.Steen VD, Medsger TA Jr. Case-control study of corticosteroids and other drugs that
could precipitate or protect from the devolepment of scleroderma renal crisis. Arthritis
Rheum 1998; 41: 1613-9.
37. White B, Moore WC, Wigley FM, et al. Cyclophosphamide is associated with pulmonary
function, survival benefit in patients with scleroderma and alveolitis. Arch Intern Med
2000; 132: 947-54.
38. Tashkin DP, Elashoff R, Clements PJ, et al. Cyclophosphamide versus placebo in
scleroderma lung disease. N Engl J Med 2006; 354: 2655-66.
39.Tashkin DP, Elashoff R, Clements PJ, et al. Effects 0f 1-year treatment with
cyclophosphamide on outcomes at 2 years in scleroderma lung disease. Am J Respir Crit
Care Med 2007; 176: 1026-34.
40. Hoyles RK, Ellis RW, Wellsbury J, et al. A multicenter, prospective, randomized, doubleblind, placebo-controlled trial of corticosteroids and intravenous cyclophosphamide
followed by oral azathioprine fort he treatment of pulmonary fibrosis in scleroderma.
Arthritis Rheum 2006; 54: 3962-70.
41.Masaki Y, Sugai S. Lymphoproliferative disorders in Sjogren’s syndrome. Autoimmun
Rev 2004; 3: 175-82.
42. Cain HC, Noble PW, Matthay RA. Pulmonary manifestations of Sjogren’s syndrome. Clin
Chest Med 1998; 19: 687-99.
43. Uffmann M, Kiener HP, Bankier AA, et al. Lung manifestation in asymptomtic patients
with primary Sjogren syndrome: assessment with high resolution CT and pulmonary
function tests. J Thorac Imaging 2001; 16: 282-9.
44. Honda O, Johkoh T, Ichikado K, et al. Differantial diagnosis of lymphocytic interstitial
pneumonia and malignant lymphoma on high-resolution. CT. Am J Roentgenol 1999;
173: 71-4.
45. Ito I, Nagai S, Kitaichi M, et al. Pulmonary manifestations of primary Sjogren’s syndrome:
a clinical, radiologic, and pathologic study. Am J Respir Crit care Med 2005; 171: 632-8.
46. Parambil JG, Myers JL, Lindell RM, et al. Interstitial lung disease in primary Sjögren
syndrome. Chest 2006; 130: 1489-95.
47. Marie I, Hachulla E, Hatron PY, et al. Polymyositis and dermatomyositis: short term and
long term outcome, and predictive factors of prognosis. J Rheumatol 2001; 28: 2230-7.
48. Fathi M, Dastmalchi M, Rasmussen E, et al. Interstitial lung disease, a common
manifestation of newly polymyositis and dermatomyositis. Ann Rheum Dis 2004; 63:
297-301.
49.Marie I, hachulla E, Cherin P, et al. Interstitial lung disease in polymyositis and
dermatomyositis. Arthritis Rheum 2002; 47: 614-22.
50. Won Huh J, Soon Kim D, Keun Lee C, et al. Two distinct clinical types of interstitial lung
disease associated with polymyositis-dermatomyositis. Respir Med 2007; 101: 1761-9.
KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA DİFFÜZ PARANKİMAL
AKCİĞER TUTULUMU
179
51. Douglas WW, Tazelaar HD, Hartman TE, et al. Polymyositis-dermatomyositis-associated
interstitial lung disease. Am J Respir Crit Care Med 2001; 16: 1182-5.
52. Cottin V, Thivolet-Bejui F, Reynaud-Gaubert M, Cadranel J. Interstitial lung disease in
amyopathic dermatomyositis, dermatomyositis and polymyositis. Eur Respir j 2003; 22:
245-50.
53. Bertoli AM, Vila LM, Apte M, et al. Systemic lupus erythematozis in a multiethnic US
Cohort LUMINA XLVIII: factors predictive of pulmonary damage. Lupus 2007; 16: 410-7.
54. Collard HR, Schwarz MI. Diffuse alveoler hemorrhage. Clin Chest Med 2004; 25: 58392.
55. Kozuka T, Johkoh T, Honda O, et al. Pulmonary involvement in mixed connective tissue
disease: high-resolution CT findings in 41 patients. J Thorac Imaging 2001; 16: 94-8.
56. Venables PJ. Mixed connective tissue disease. Lupus 2006; 15: 132-7.
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
Uzm. Dr. Enver YALNIZ
Eozinofilik akciğer hastalıkları (EAH), havayolu ve/veya akciğer dokusunda eozinofillerin artması ile karakterize bir grup hastalığı tanımlar. Beraberinde periferal
eozinofili olabilir veya olmayabilir. Bu grup hastalıkların bir kısmı ağırlıklı olarak
akciğeri etkilerken bir kısmı da sistemik tutulum gösterir (1-3).
Kan veya doku eozinofilisinin eşlik ettiği anormal göğüs grafisi bulguları varlığında EAH’dan şüphelenilir. Eozinofil, esas olarak bir doku inflamatuvar hücresidir
(kan/doku: 1/100). Eozinofil üretimi, esas olarak T lenfositlerce regüle edilir.
Eozinofillerin varlığı neden-sonuç ilişkisini her zaman göstermez. Bir grup hastalıkta eozinofiller direkt doku hasarından sorumlu iken, bir kısmında inflamatuvar
sürecin sadece bir parçasıdır, hatta dokuyu koruyucu rol bile oynar (1,3,4).
Hem prognoz hem de tedavi bozukluklara göre değiştiği için, klinisyen
için spesifik bir tanı koymak önemlidir
ve bu da her bir durumun ayırt ettiren
özelliklerini iyi bilmeyi gerektirir. Eozinofilik akciğer hastalıkları için çeşitli
sınıflamalar önerilmekle birlikte, henüz kabul görmüş bir sınıflama yoktur.
Tablo 1’de başlıca Eozinofilik Akciğer
Hastalıkları gösterilmiştir (5).
Tablo 1. Eozinofilik Akciğer Hastalıklarının sınıflaması
1. Primer Eozinofilik Akciğer Hastalıkları
a)Akciğerle sınırlı
• Kronik eozinofilik pnömoni
• Akut eozinofilik pnömoni
b)Sistemik
• Churg Strauss Sendromu
• Hipereozinofilik sendrom
a) Enfeksiyöz nedenler
SPESİFİK EOZİNOFİLİK
AKCİĞER HASTALIKLARI
b) İlaçlar
PRİMER BOZUKLUKLAR
2. Sekonder Eozinofilik Akciğer Hastalıkları
c) Astma/Atopi
• Allerjik bronkopulmoner aspergillozis
(ABPA)
d) Maligniteler
3. Diğer nedenler
Sarkoidoz
Akciğere Sınırlı Bozukluklar
Kronik Eozinofilik Pnömoni
Kronik eozinofilik pnömoni (KEP),
etiyolojisi bilinmeyen nadir idiyopatik
180
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
181
interstisyel pnömonidir (6). KEP herhangi bir yaşta meydana gelebilmesine rağmen insidans 30-40 yaşları arasında pik yapar. Kadınlar erkeklere göre 2 kat
daha fazla etkilenirler (2,7). Etkilenen hastaların üçte biri ile yarısında astım veya
diğer atopik hastalıkların öyküsü mevcuttur, fakat hiçbiri tanı için gerekli değildir
(6,8). Hastalar öksürük, dispne, egzersiz intoleransı ve haftalar veya aylar süren
ateş, kilo kaybı ve gece terlemeleri gibi genel semptomlarla gelirler. Artralji,
perikardit, kutanöz purpura gibi akciğer dışı tutulum görülebilir (6,7). Marchand
ve arkadaşları çalışmalarında hastaların %51.6’sında astım tespit etmiştir. Astım
KEP tanısından önce, eşzamanlı ve sonrasında ortaya çıkabilmektedir. Hastaların çoğunda önceden var olan astım, alerjik rinit, konjuktivit, dermatit veya ilaç
alerjisi gibi atopik hastalık öyküsü mevcuttur. Sigara içenlerin sayısı düşüktür.
Fizik muayene bulguları, oskültasyonda vizing, ral ve ronküsler duyulur. Hastaların yaklaşık %90’ında periferal kan eozinofilisi vardır. Diğer laboratuar bulguları,
yüksek sedimantasyon hızı ve yüksek serum total IgE düzeyleridir (6). Solunum
fonksiyon testlerinde daha çok obstrüksiyon olmak üzere obstrüktif ya da restriktif patern görülebilir (9). Hastaların yaklaşık yarısında karbon monoksit diffüzyon
kapasitesinde azalma görülür (6).
KEP’nin radyolojik bulguları değişkendir. Bazen atipik bulgularla seyredebilir. En
sık saptanan bulgu, bilateral periferal veya plevral tabanlı, segmental veya lober
dağılım göstermeyen, pulmoner ödemin fotoğrafik negatifi olarak tariflenen, yer
değiştirebilen infiltrasyonlar görülür (2,10). Ancak bu klasik radyolojik görüntü
hastaların %25’inden azında görülür ve nonspesifiktir (11). Yüksek rezolüsyonlu
bilgisayarlı tomografi (YRBT)’de en sık yama tarzında, tek veya çift taraflı alveoler konsolidasyon ve buzlu cam görüntüleri izlenir. Lezyonlar daha çok orta
ve alt zonlarda periferal ağırlıklı dağılım gösterir. Bunların yanında subplevral
bant tarzı görünümler, nodüler, interlobüler septal kalınlaşmalar, bronş duvarında
kalınlaşma, bronşektazi, plevral efüzyon, lenfadenopati ve dağınık yerleşim de
görülebilir (12).
KEP tanısı, pulmoner veya sistemik başka bir hastalığın kanıtı yoksa tipik klinik,
radyolojik ve laboratuar bulguları ile konulabilir. BAL’da hücre sayımında eozinofil sayısının %25’in üzerinde olması hastalığın ayırıcı özelliğidir ve eozinofilden
zengin alveoler infiltratları gösterir (6,13). Tanıyı koymak için akciğer biyopsisi
nadiren gereklidir, fakat daha çok diğer tanıları dışlamak için gerekli olabilir (11).
Biyopsi alınan hastaların histopatolojisinde alveoler lümenin eozinofil, lenfosit ve
makrofajlarla; alveoler septanın eozinofil ve lenfositlerle infiltrasyonu, tip 2 hücre hiperplazisi, interstisyel ödem, intraluminal fibrozis, bazal membran hasarı,
yabancı cisim dev hücresi, eozinofilik abse görülebilir (14).
Tedavinin temelini oral kortikosteroidler oluşturur. Kortikosteroidlere saatler ve
günler içinde klinik ve radyolojik cevap izlenir. Ancak, kortikosteroid tedavisi
kesildikten sonra hastalık sıklıkla tekrarlar (6,15). Kortikosteroid tedavisinin dozu
ve süresine ilişkin çok az veri olmasına rağmen, genellikle tedaviye nispeten
182
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
yüksek glukokortikoid dozlarıyla başlanır (genellikle günlük 40 mg prednizona
eşit dozlar önerilmektedir). Hastada, remisyonun klinik işaretleri görülür görülmez, steroidler 6-12 ay içinde yavaş yavaş azaltılır. Bir grup KEP hastası, uzun
süreli oral kortikosteroid tedavisine ihtiyaç duyacaktır. Ancak, steroid dozunu
azaltıcı ajanların kullanımı araştırılmamıştır ve bu konu tartışmalıdır. Bu ajanlar,
kronik (1 yıl) orta veya yüksek doz oral kortikosteroide (15 mg/gün prednizondan daha fazlası) ihtiyaç duyan hastalarda düşünülebilir. Steroid azaltıcı ajanlar,
KEP’i kontrol etmek için gerekli olan dozlarla beklenmeyen yan etkiler gelişen
hastalarda da düşünülebilir. Yüksek doz inhalasyon kortikosteroidlerin kullanımı,
oral kortikosteroid dozaj gereksinimlerini azaltabilir (5,16). Aynı zamanda inhale
kortikosteroid kullanımının relaps sayısını azalttığı bildirilmiştir (6).
Uzun dönemde tedavi altında prognoz iyi olmakla beraber tedaviye rağmen hava
yolu obstrüksiyonu gelişebilir (9). Nadiren pulmoner fibrozis gelişimi raporlanmıştır (17).
Akut Eozinofilik Pnömoni
Akut eozinofilik pnömoni (AEP), ilk kez 1989 da akciğerlerde eozinofil infiltrasyonu, akut solunum yetmezliği, kortikosteroidlere hızlı cevap ve relaps görülmemesi ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanmıştır (18). AEP, her yaş
grubunu etkiler ve ortalama başlangıç yaşı 29 dur (19,20). Hastaların %40’ında
sigara içme öyküsü vardır ve AEP sigaraya başlamakla ilişkilendirilmiştir (19,21).
Tanımlanmamış bir antijenin inhalasyonuna karşı hipersensitivite reaksiyonu
olduğu düşünülmektedir (22). Öyküde; belirtilerin başlangıcından günler önce
çevresel ve mesleksel inhalasyon ajanlarına maruziyet söz konusu olabilir. Literatürde bildirilenlerden bazıları; mağara araştırması, gaz tankı temizliği, gözyaşı
bombasına maruziyet, Dünya Ticaret Merkezi’nin tozuna maruziyet, motokros
yarışı (23).
AEP’li bireyler, genellikle pnömoniyle sıklıkla karıştırılan akut başlangıçlı (7 gün)
bazen mekanik ventilasyon gerektiren hipoksemik solunum yetmezliği ile gelirler. Diğer önemli bulguları, öksürük, dispne, ateş, göğüs ağrısı ve genel belirtilerdir. Fizik muayenede takipne, taşikardi ve oskültasyonda raller, wheezing ve
ronküsler yaygın bulgular olmasına rağmen, hastaların yaklaşık %20’sinde hiçbir
dinleme bulgusu yoktur (19,20).
Akciğer radyografisinde, küçük plevral efüzyonlar veya bunlar olmaksızın sıklıkla
retiküler, retikülonodüler ve/veya alveoler infiltratlar görülür. YRBT’de esas olarak çift yönlü, yama şeklinde heterojen buzlu cam görünümü, alveoler konsolidasyon, interlobüler septal kalınlaşma ve plevral efüzyonlar görülür (12,19,20,24).
Akut solunum yetmezliği olan bir hastada interlobüler septal kalınlaşma ve eşlik
eden plevral efüzyon varsa AEP’den şüphe edilmeli ve bu görünüm akut interstisyel pnömoni veya akut solunum sıkıntısı sendromunun diğer nedenlerinden
ayırt etmesine yardımcı olur (24).
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
183
KEP’li hastalardan farklı olarak, AEP’li hastalarda başvuru sırasında sıklıkla periferal kan eozinofilisi yoktur. Ancak, eozinofili sıklıkla AEP’in ilerleyen seyrinde
gelişir (19). Eozinofiliden zengin alveoler infiltratlarla karakterize diğer bozukluklarda olduğu gibi, AEP, uygun klinik ortamda BAL sıvısında eozinofillerin gösterilmesiyle (%25 eozinofil) teşhis edilir. BAL sıvısında lenfositler ve nötrofiller de
artmıştır ve bu AEP’le ilgili akciğer hasarını gösterir. Sadece diğer hastalıkların
dışlanmasının gerektiği durumlarda yapılan akciğer biyopsi, süperimpoze olmuş
akut ve organize diffüz alveoler hasar ile eozinofilik pnömoniyi gösterir (25).
Hastaneye geldiğinde çoğu hastanın durumu kritik olmasına rağmen, yüksek doz
intravenöz kortikosteroidler, sıklıkla tedavinin başlamasını takip eden saatlerde
hızla iyileşme sağlar. Solunum yetmezliği düzelir düzelmez, oral kortikosteroidlere geçilebilir. Oral kortikosteroidler yavaş yavaş azaltılır ve 2-3 ay içinde çoğu
hastada tam iyileşme görülür. AEP son derece nadir olarak nükseder; gerçekten
de, pek çok uzman, hastalık nüksederse, bunun AEP olmadığını savunur (5).
PRİMER BOZUKLUKLAR
Sistemik Olanlar
Churg-Strauss Vasküliti
Churg-Strauss Vasküliti ((CSV) ilk defa 1951 de tanımlanan, astımlılarda sıklıklada alerjik rinit veya sinuzal polipi olanlarda gorulen, pulmoner ve sistemik kucukdamarların nekrotizan vaskuliti, damarda ve/veya damar dışında
granulomlar,eozinofili ve dokuların eozinofiller tarafından infiltrasyonu ile karakterize, nadir rastlanan bir hastalıktır (26). CSV bütün yaşlarda ortaya çıkabilmekle birlikte en fazla 30-50 yaşları arasında görülür ve hafif bir erkek predominansı
mevcuttur. CSV tanı kriterleri; astım, %10’un üzerinde kan eozinofilisi, mononöropati veya polinöropati, göğüs radyografisinde infiltrasyonlar, paranazal sinüs
anormallikleri, biyopsi ile damar dışı granülomlar, eozinofili ve vaskülitin gösterilmesidir. Bu kriterler %85 duyarlı, %99.7 özgül bulunmuştur (27).
CSV’nin klinik bulguları değişkendir ve çok sayıda organı tutar. Astım sıktır ve
şiddeti ve süresi çeşitlilik göstermesine rağmen, genellikle şiddetlidir. Vaskülit
başlangıcından 7-8 yıl kadar öncesinde astım öyküsü vardır. Status astmatikus ve
solunum yetmezliği meydana gelebilir ve bu durum, CSV ilişkili mortalitenin yaklaşık %10’unundan sorumludur. Kardiyak tutulum sıktır (%10-%50) ve CSV ilişkili ölümlerin önemli bir nedeni temsil eder (CSV’ne bağlı ölümlerin %33-%83’ü)
(28,29). Klinik bulguları, aritmiler, kardiyomyopati, koroner arterit, iskemi/enfarktüs, kalp kapakçıklarının hastalığı, kalp yetmezliği ve perikardiyal hastalıktır
(30,31). Genel belirtiler, çok sık görülür, fakat nonspesifiktir. Hastalar, sıklıkla
yorgunluk, bitkinlik, anoreksi, ateş, miyalji ve artraljilerden şikâyet eder. Çoğu
hastada alerjik rinit veya sinüzal polip öyküsü vardır (28,32). Nörolojik ve deri
tutulum da son derece yaygındır ve her biri hastaların yaklaşık %50-%80’inde
184
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
görülür. Mononöritis multipleks, klasik nörolojik tablo olmasına rağmen, çok
çeşitli periferal ve santral sinir sistemi lezyonları görülebilir. Deride purpura, nodüller, papüller veya raş görülebilir (33). Gastroenterolojik tutulum sık değildir,
fakat iskemi, enfarktüs veya kanama gibi yaşamı tehdit edici komplikasyonlarla
gelebilirler (28,32,34). CSV’li hastaların yalnızca %15-%25’inde proteinüri, glomerulonefrit veya böbrek yetmezliğiyle kendini gösteren böbrek tutulumu vardır
(28,32).
Laboratuar bulgularında tüm hastalarda periferal kan eozinofilisi mevcuttur. Serum IgE seviyesinde yükselme, normositik normokrom bir anemi, sedimantasyon yüksekliği, romatoid faktör titrelerinde yükselme (%50), perinükler antinötrofilik stoplazmik antikor (p-ANCA) pozitifliği (%50-70) ve/veya antimyeloperoksidaz antikorları vardır (35). ANCA pozitif olan hastalarda renal tutulum ve
nöropati insidansı daha yüksek gibi görünürken, ANCA negatif olan grupta daha
fazla kardiyak tutulum ön plandadır (36).
Göğüs grafisinde hastaların %70’inde ve YRBT’de hastaların %90’ında radyolojik opasiteler bulunur. Akciğer grafisinde iki yönlü, periferde daha yoğun olan,
geçici ve değişen dansitelerde pulmoner infiltrasyonlar ve az miktarda plevral
sıvı görülebilir. YRBT’de sıklıkla çok odaklı buzlu cam görünümü veya konsolidasyon alanları, daha az sıklıkla nodüller, efüzyon, lenfadenopati ve bronşektazi
görülebilir (37,38).
BAL ile bronkoskopi, eozinofilik enflamasyon varlığını belirlemesine rağmen,
endobronşiyal ve transbronşiyal biyopsilerin, CSV tanısı için gerekli olan histolojik özellikleri nadiren ortaya çıkarmaktadır (5). Hastalığın tanısında açık akciğer
biyopsisi altın standarttır. CSV patolojik olarak, eozinofilik pnömoni, ekstravasküler granüloma formasyonu ve küçük büyüklükte damarı nekrotize eden vaskülit ile karakterizedir. Vaskülit pulmoner ve sistemik damarlarda, tipik olarak hem
arter hem de venleri tutar ve granülom içerebilir (39).
CSV’de erken tanı ve tedavi son derece önemlidir. Hastalığın prognozu kötü
olup, tedavi edilmeyen olguların %50’si ilk 3 ay içerisinde kaybedilir. Kötü prognoza rağmen erken tanı ve tedavi ile hastaların yaşamları önemli ölçüde uzatılır
(40). Başlangıç tedavisinde 1 mg/kg/gün prednizon veya eşdeğeri metil prednizolon vaskülit bulgularının baskılanması için en az 3 ya da 4 hafta uygulanır. Tedavi süresi hastanın bireysel olarak değerlendirilmesine bağlı 1 yıla kadar
uzayabilir. Olguların çoğu düşük doz prednizon ve inhale steroid ile kontrolde
tutulabilir (28,40). Kortikosteroid tedaviye dirençli ise, relaps varsa, periferal
nöropati ön planda ise, iki veya daha fazla akciğer dışı organ tutulumu varsa
veya kötü prognostik faktörlere sahipse (kardiyak tululum, merkezi sinir sistemi
tutulumu ve diffüz alveoler hemoraji) siklofosfamid gibi sitotoksik tedavi endikasyonu vardır (39). Hastalığın kontrol altına alınmasını takiben, idame tedavisi için,
azotioprin, metotreksat ve mikofenolat gibi glukokortikoid azaltan ajanlar kulla-
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
185
nılmaktadır. CSV’de potansiyel steroid azaltan ajan olarak anti-IL-5 monoklonal
antikorların kullanımı, günümüzde araştırma konusudur (5).
Hipereozinofilik Sendrom
İlk kez 1968 de Hardy ve Anderson tarafından 6 aydan daha uzun süreden
beri devam eden >1500/mm3 eozinofili, eozinofiliye neden olduğu bilinen diğer sebeplerin olmaması (parazitik, alerjik, vb.), eozinofiliye bağlanan ve diğer
sebeplerle açıklanamayan organ yetmezlik bulgularının varlığı ile karakterize bir
hastalık olarak tanımlanmıştır (41). Periferal kan eozinofilisi, organ hasarından
önce görüldüğü için, henüz organ tutulumu gelişmemiş inatçı, ilerlemiş veya
sterodilere dirençli eozinofilisi olan hastalarda, Hipereozinofilik sendrom (HES)
düşünülmelidir (5).
Günümüze kadar tanımlanan alt tipleri trombosit kaynaklı büyüme faktör reseptörü α (PDGFRA)-ilişkili HES (Myeloproliferatif varyant HES), lenfositik varyant
HES (L-HES), kronik eozinofilik lösemi ve ailesel eozinofilidir (42).
Erkeklerde 9:1 oranında daha sıktır. Herhangi bir yaşta ortaya çıkabilmekle birlikte olguların %70’inin 20-50 yaşları arasında olduğu gözlenmiştir. Bilinen bir
ırk ya da etnik predispozisyon yoktur (23,43). Klinik bulgular çok değişkendir.
Hastalık klinik olarak hafif veya ağır seyirli olabilir. Akciğer dışında kalp, deri,
sinir sistemi, gastrointestinal sistem ve böbrekleri tutar (44,45).
Genel klinik belirtiler; ateş, iştahsızlık, kilo kaybı, miyalji, halsizlik ve güçsüzlüktür. Hemen hemen bütün organların tutulumu saptanmıştır. Kardiyak tutulum
bütün olgularda tespit edilebilen bir bulgu olup morbitide ve mortalitenin en
önemli nedenidir (5). Ritim bozukluğu, kardiyak yetmezlik, mitral ve triküspit
kapak disfonksiyonları, intrakardiyak trombüs, endokardiyal fibrozis ve restriktif
kardiyomiyopati bildirilmiştir (40). Hem merkezi hem periferal sinir sistemini tutabilir (23). Sensörimotor polinöropatiler, mononöritis multipleks, izole merkezi
sinir sistemi vasküliti, optik nörit, akut transvers miyalit görülebilir (46). Hiperkoagülasyon sonucu birçok arteryal ve venöz tromboembolik komplikasyonlar
ortaya çıkabilir (Mezenterik arterin akut vasküler trombozu, tromboanjitis obliterans, brakial arter trombüsü, vb.) (23,46). Kemik iliği tutulumu sonucu anemi,
trombositopeni, yüksek serum B12 seviyeleri, lenfadenopati ve splenomegali
görülebilir (40). Gastrointestinal sistem tutulumu ile diyare, asit, gastrit, kolit,
pankreatit, kolanjit, hepatit, hepatosplenomegali, mezenterik arter trombüsü,
vb. görülebilir (47).
Akciğer tutulumu hastaların %40’ında görülür ve spesifik değildir. Öksürük en
önemli belirti olabilir (23). Pulmoner tutulumun büyük çoğunluğu kardiyak yetmezliğe bağlı pulmoner ödemle ilişkilidir (48). Göğüs radyografisinde geçici fokal veya diffüz infiltrasyonlar ve plevral sıvı görünümü mevcuttur (40). YRBT’
de nodüller, interlobüler septal kalınlaşmalar, peribronkovasküler kalınlaşmalar,
186
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
lenfadenopati, yamalı alveoler konsolidasyon, buzlu cam infiltrasyonları, plevral
efüzyon görülebilir (12). Periferik kanda lökositlerin %70’ini eozinofiller oluşturmaktadır. Periferik kandaki eozinofil sayısı ile doku hasarı arasındaki ilişki
uyumlu değildir (40). Diğer eozinofilik akciğer hastalıklarında olduğu gibi, BAL
sıklıkla eozinofiliyi gösterir, fakat nonspesifiktir ve HES’i diğer eozinofilik akciğer
hastalıklarından ayırt ettiremez. Benzer şekilde, cerrahi akciğer biyopsisi, eozinofilik pnömoniyi gösterecektir, fakat ayırt ettirici özellikleri her zaman göstermeyecektir (5).
HES’da prognoz kötü olup 1 yıl içinde tedavi edilmeyen olguların %81’i kaybedilir. Miyeloproliferatif varyant HES dışındaki olgularda kortikosteroidler birinci basamak tedavidir. Kortikosteroid tedaviye 1 mg/kg/gün dozda başlanır ve tedaviye en az 1 yıl devam edilir. Kortikosteroide dirençli HES tedavisinde hidroksiüre
1-3 gr/gün tedaviye eklenir. Kemik iliğini baskılayarak etki gösterdiğinden sıklıkla yanıt iki hafta sonra alınabilir. Tedaviye dirençli olgularda vinkristin, interferon α, siklosporin ve alemtuzumabin etkisi gösterilmiştir (42). Miyeloproliferatif
varyant HES’da tirozin kinaz inhibitörü olan imatinib mesilat ilk kullanılacak ilaç
olarak önerilmektedir (42,49). İmatinib tedavisine dirençli veya tedaviyi tolere
edemeyen olgulara kortikosteroid ve hidroksiüre kullanılabilir (50).
SEKONDER BOZUKLUKLAR
Alerjik Bronkopulmoner Aspergillozis
Alerjik Bronkopulmoner Aspergillozis (ABPA), astımlı hastaların %1-%2’sinde
ve kistik fibrozisli hastaların %2-%15’inde meydana gelen aspergillus antijenlerine karşı gelişen bir hipersensitivite reaksiyonudur. ABPA, klinik olarak inatçı
astım, tekrar eden pulmoner infiltrasyonlar ve kistik veya varikoid santral bronşiektazi şeklinde kendini gösterir (51).
ABPA’da cinsiyet ayrımı yoktur. Daha sıklıkla genç ve orta yaşlılarda görülür
(5). Hastaların çoğunda rinit, konjuktivit, atopik dermatit gibi başka bir alerjik
hastalık öyküsü vardır (51). Özellikle astımın kontrolünün zor olduğu (yani kronik oral kortikosteroid tedavisi gerektirdiğinde) ve bronşiektazi, hemoptizi veya
kahverengi müküs tıkaçları, nükseden pulmoner infiltrasyonların birlikte olduğu
hastalarda ABPA düşünülmelidir (5). Fizik muayenede ayırıcı tanı oluşturacak
bir özellik yoktur. Akciğer grafisinde infiltrasyon, mukus plaklara bağlı lober
veya segmental kollaps ve eldiven parmağı opasiteler, bronşiektazi görülür (52).
YRBT’de sentrilobüler nodüller, bronş duvar kalınlaşması, bronşiektazi, mukus
plaklar, atelektazi, alveoler konsolidasyon, buzlu cam infiltrasyonları, plevral kalınlaşma görülebilir. Üst zonlar ve santralde tutulum daha fazladır (12).
ABPA tanısı için Rosenberg-Patterson tanı kriterleri kullanılır. Tablo 2’de bu
kriterler gösterilmiştir. 8 majör kriterden 6’sının olması tanıyı hemen hemen
kesinleştirir (53,54).
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
187
Klinik, radyolojik ve serolojik olarak ABPA, beş klinik evrede değerlendirilir
(Tablo 3) (55).
Sistemik kortikosteroidler ABPA tedavisinde temel ilaçtır. Kortikosteroid tedavisinin dozu ve süresine ilişkin çok az veri bulunmasına rağmen, uzun süreli yüksek
doz tedavinin (6-12 ay günlük 40 mg’lık prednizona eşit), daha yüksek remisyon
oranları ve daha düşük steroid bağımlılığına yol açabileceği düşünülmektedir (56).
Birçok antifungal ajan ABPA tedavisinde denenmiş ancak oral İtraconazol dışında
etkili ajan bulunamamıştır. 200 mg/gün İtraconazol 16 hafta kullanılmaktadır (52).
İtraconazol’ün ABPA ile birlikte olan immünolojik aktiviteyi azalttığı ve en az 16
hafta boyunca klinik düzelme sağladığı ve steroid gereksinimini azalttığı tespit edilmiştir (57). Sık ve uzun süreli olarak oral
kortikosteroidlere ihtiyaç duyulduğunTablo 2. ABPA için majör ve minör
kriterler
da, aralıklı göz muayenesi ve periyodik
Majör kriterler
olarak elektrolitler, tam kan sayımları ve
• Astım
serum kalsiyum düzeylerinin yanı sıra,
• Akciğer grafisinde infiltrasyonlar
kalsiyum ve vitamin D desteği ve kemik
• Periferik kan eozinofilisi
minerallerini koruyan diğer tedaviler
• Aspergillus’a karşı presipitan antikorlar
önerilmektedir. Daha ileri bronşiyekta • Aspergillus’a karşı erken pozitif deri testi
zisi olan hastalar için, havayolu klirens
• Total IgE yüksekliği
teknikleri düşünülmelidir (5).
• Aspergillus spesifik IgE ve IgG yüksekliği
• Santral bronşiyektazi
Minör kriterler
• Balgamda Aspergillus
• Kahverengi müküs tıkaçları
• Aspergillus antijenine karşı deride gecikmiş pozitif yanıt
Enfeksiyonlar
Parazitik enfeksiyonlar, tüm dünyada,
eozinofilinin en yaygın nedenidir. Seyahat öyküsü veya coğrafi bölge ve
gastrointestinal veya genel belirtiler
parazitik enfeksiyonları düşündürür (5).
Tablo 3. ABPA sınıflandırması
EVRE
KLİNİK
Evre 1 (Akut)
Ateş, öksürük, göğüs Total serum IgE ↑
ağrısı, hemoptizi
ve/veya kan eozinofilisi
LABORATUVAR
RADYOLOJİ
Üst/orta loblarda
pulmoner infiltratlar
Evre 2 (Remisyon) Asemptomatik/
Total serum IgE N
stabil astım
veya ↑
İnfiltrasyon yok
(>6 ay sistemik
steroid tedavisi
almaksızın)
Evre 3 (Atak)
Üst/orta loblarda
pulmoner infiltratlar
Akut evredeki Total serum IgE’ ↑ ve/
semptomlar veya veya kan eozinofilisi
asemptomatik
Evre 4 (Steroid Persistan ağır astım
Total serum IgE N veya ↑ Pulmoner infiltrasyon
bağımlı Astım)
var veya yok
Evre 5 (Fibrozis)
N: Normal, ↑: Artmış
Siyanoz, ağır
Total serum IgE N veya ↑ Kavite, yaygın
nefes darlığı
bronşektazi, fibrozis
188
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
Basit pulmoner eozinofili (Löffler sendromu), Ascaris lumbricoides larvalarına
karşı oluşan hipersensitivite reaksiyonu sonucu oluşur. Strongyloides, Ankylostoma ve Necator da benzer bir sendroma neden olabilir. Ascaris, tropik ve suptropik bölgelerde yaygındır. Hindistan ve Çin’de özellikle yaygın olmasına rağmen,
Asya, Latin ve Güney Amerika ve Afrika’da da görülebilir (5). Semptomları,
yorgunluk, bitkinlik, ateş, gece terlemeleri, öksürük, nefes darlığı, hemoptizi ve
hırıltıdır. Laboratuar incelemesinde, 20.000-25.000/mm3 beyaz küre sayımı
mevcuttur ve bunun %30-70’ini eozinofiller oluşturur. Akciğer radyografisinde
sıklıkla göç eden gezici infiltrasyonlar izlenir. Larva balgamda ve BAL’da saptanabilir (5,58). Gaitada yumurta ve parazit incelemesi, sıklıkla tanıyı doğrular, fakat enfeksiyon başlangıcı ile yumurtaların gaitaya geçme zamanı arasında birkaç
hafta vardır (5). Pulmoner askariyazis kendini sınırlayan bir hastalıktır, spesifik
tedavi gerektirmez. Ağır hastalıkta inflamasyonu azaltmak için kortikosteroidler
kullanılabilir. İntestinal askariyazis tedavisi için albendazol, mebendazol, pirantel
pamoat veya ivermektin kullanılabilir (58).
Tropikal Pulmoner eozinofili (TPE)’ye en sık neden olan parazitler Wuchereria bancrofti ve Brugia malayi’dir (23,59). TPE, Güneydoğu Asya, Hindistan,
Çin ve Afrika’da endemiktir. Birçok hasta 25-40 yaşları arasındadır. İnsanlar
sivrisineklerin ısırması ile enfekte olur. Öncelikle lenfatikler etkilenir daha sonra mikrofloryalar akciğere gelerek belirgin inflamatuar yanıt oluştururlar (59).
TPE’nin klinik bulguları, enfeksiyondan aylar ya da yıllar sonra gelişebilir. Bu
yüzden seyahat öyküsü alınırken dikkatli araştırılmalıdır (5). Semptomlar, ateş,
kilo kaybı, halsizlik, göğüs ağrısı, kuru öksürük, nefes darlığı ve hırıltılı solunumu kapsar. Klinik durum status asmatikus’u andırabilir (5,40). Göğüs grafisinde
retikülonodüler infiltratlar yaygındır, fakat radyografik anormallikler hastadan
hastaya farklılık gösterir ve göğüs grafileri normal olabilir. TPE’deki laboratuar
bulguları incelendiğinde kan eozinofili sayısı ve serum total IgE düzeyleri son
derece yüksektir (>500 IU/mL) (5). Flaryalar için spesifik IgE ve IgG, kanda ve
BAL sıvısında tespit edilebilir. IgG seviyeleri hastalığın aktivitesi ile paraleldir.
Bu tetkikler TPE için hayati ve tanı koydurucu laboratuar bulgularıdır. Flaryalar
kanda ve balgamda bulunmazlar. Yine parazit ve yumurtaları için dışkı ve idrarın
incelenmesi sonuç vermez (59). TPE’ye benzer klinik sendromlarla ilişkili diğer
parazitik enfeksiyonlar, Toxocara, Schistosoma, Paragonimus, Loa loa, Trichomonas, Dirofilaria ve Clonorchis kapsar (5). Bir piperazin derivesi olan dietil
karbamazepin, TPE tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır. Dietil karbamazepin
6-12 mg/kg/gün dozunda 1-3 hafta verilir. Hastaların birçoğunda tedavi tamamen küratif olmakla birlikte nüksler de görülebilir. Bazı olgular tedaviye tam
bir cevap vermezler ve kalıcı eozinofilik alveolit ile kronik interstisyel akciğer
hastalığı gelişir (59,60).
Eozinofili ve akciğer hastalığı ile ortaya çıkan parazit dışı enfeksiyonlar, protozoal, fungal, mikobakteriyel ve daha az sıklıkla bakteriyel enfeksiyonları kapsar (5).
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
Tablo 4. EAH’na neden olan ilaçlar
Antibiyotikler
•Penisilinler
•Sefalosporinler
•Tetrasiklinler
•Sülfonamidler
•Nitrofurantoin
•İsoniazid
•Etambutol
•Pentamidin
Nonsteroid anti-inflamatuar ilaçlar
•İbuprofen
•Naproksen
•Diklofenak
•Sulindak
•Piroksikam
Kardiyovasküler ilaçlar
•Anjiotensin konverting enzim (ACE) inhibitörleri
•Amiodaron
•Beta blokerler
Antikonvülsanlar
•Karbamazepin
•Fenitoin
Antidepresanlar
•Trazadone
•Venlafaksin
Nutrasötikaller
•L-triptofan
Uyuşturucu ilaçlar
•Kokain
•Eroin
189
İlaçlar ve Toksik Ajanlara Bağlı
Gelişen EAH
İlaç maruziyeti öyküsü olan bir hastada, göğüs radyografisinde pulmoner opasitelerin varlığı ve kan ya da
BAL eozinofilisinin bulunması klinisyenleri ilaç reaksiyonları açısından
uyarmalıdır (61). Eozinofilik pnömoni
nedeni olan bazı önemli ajanlar Tablo 4’de verilmiştir (62). Antibiyotikler
ve nonsteroid anti inflamatuar ilaçlar
en yaygın olanlardır. İlaç reaksiyonlarının çeşitliliği basit pulmoner eozinofili bulgularından, ağır akut eozinofilik
pnömoni tablosuna kadar değişebilir.
Semptomlar, öksürük, ateş ve nefes
darlığıdır. Genellikle ilacın kesilmesiyle
klinik düzelme görülür ve radyografik
opasite hızla kaybolur. İlaçlar veya
toksinlerin kesilmesine rağmen hastalık hızlı ilerlerse kotikosteroid verilir ve
hızlı bir düzelme sağlanır (5,40).
Maligniteler
Lösemi (en sık akut miyelositik lösemi), lenfomalar (Hodkin hastalığı, B ve
T hücre lenfomaları), miyelodisplastik
bozukluklar, sistemik mastositozis ve
akciğer kanseri gibi çeşitli solid organ
tümörleri ile ilişkilendirilmiştir (63,64).
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARINA YAKLAŞIM
Kemoterapötik ajanlar
Pulmoner infiltrasyonları ve periferik
kanda ve/veya akciğer dokusunda eozinofilisi olan bir hastaya yaklaşımda
dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, eozinofilinin primer olarak bir akciğer
hastalığına mı bağlı olduğu, yoksa sekondermi olduğunun ayrımı yapılmalıdır (40).
•Bleomicin
Öncelikle kapsamlı öykü, altta yatan bozukluğu ayırt etmede çok önemlidir. Steroid kullanımı, immünsupresyon, atopi, rinit, astım, seyahat öyküsü, çevresel
maruziyetler, kullanılan ilaçlar ve belirtilerin süresi gibi öğeler, çeşitli tanılar ara-
190
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
sında ayrım yapmaya yardımcı olur. Ayrıntılı bir fizik muayene yapılmalıdır. Solunum bulguları ve belirtileri belirgin olmasına rağmen, tüm sistemlerin kapsamlı
olarak gözden geçirilmesi ve bütün ekstrapulmoner bulgu ve belirtilerin araştırılması önemlidir. Göz, kalp, böbrek, deri, sinir ve iskelet kas sistemi tutulumu,
altta yatan hastalığın solunumsal belirtilerini ayırt etme kadar önemlidir (5,40).
Göğüs radyografisindeki pulmoner lezyonların yoğunluğunun, dağılımının, yer
değiştirici olup olmadığının ve şeklinin dikkatle incelenmesi gereklidir (2). Göğüs
bilgisayarlı tomografisi (BT), parankimal anormalliklerinin karakteri, dağılımı ve
derecesini belirlemede sıklıkla çok yardımcıdır. Özellikle Kronik eozinofilik pnömoni (KEP), Akut eozinofilik pnömoni (AEP) ve Alerjik bronkopulmoner aspergilloz (ABPA)’in, bunları diğer eozinofilik akciğer hastalıklarından ayırt etmeye
yarayan ince-kesit BT’de karakteristik bulguları vardır (12).
Laboratuar değerlendirmesi, tam kan sayımı ve dolaşımdaki eozinofil düzeyi ile
başlar. Dolaşımda 400 hücre/mm3’ten fazla eozinofil sayısı (toplam beyaz küre
sayısının yaklaşık %7’si) anormaldir ve eozinofili anlamına gelir. “High grade”
eozinofili veya “hipereozinofili” terimleri, dolaşımda 1500 hücre/mm3’ü aşan
eozinofil sayısını gösterir. Karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri ve idrar analizi,
son organ hasarının önemli göstergeleridir. Serum total IgE düzeyleri belirlenmelidir, fakat bunlar nonspesifiktir ve eozinofilik akciğer hastalıklarında sıklıkla yükselirler. Antinötrofilik sitoplazmik antikorlar (ANCA), spesifik olarak peri-nükleer
boyama paterni (p-ANCA) ve antimyeloperoksidaz antikorlar ELISA ile test edilmelidir. Bu antikorların varlığı, Churg-Strauss Vasküliti (CSV)’ni düşündürebilir.
Romatolojik serolojiler (örneğin, antinükleer antikorlar, antisiklik sitrulinat peptid
antikorlar) ve inflamatuvar markırlar (örneğin, sedimantasyon hızı, C-reaktif protein) primer bağ dokusu hastalığını değerlendirmede faydalıdır. Klinik tablo ya da
çevre veya seyahat öyküsü bir enfeksiyöz hastalık etiyolojisini düşündürüyorsa,
mikrobiyolojik incelemeler (örneğin, kan kültürü, gaitanın parazit incelemesi,
balgam, bronkoalveoler lavaj) yapılmalıdır (5).
Elektrokardiyogram ve ekokardiyogram, CSV ve HES morbidite ve mortalitesine büyük ölçüde katkıda bulunan kardiyak tutulumu değerlendirmek için kullanılmalıdır. Pulmoner fonksiyon testi, pulmoner bozukluğun özelliklerinin ve
derecesinin belirlenmesinde faydalıdır, fakat nadiren spesifik tanıya götürür (5).
Bronkoalveoler lavaj (BAL) ya da transbronşiyal biyopsi’nin yapıldığı bronkoskopi işlemi pulmoner eozinofilik sendromları değerlendirmede son derece önemlidir. Özellikle BAL incelemesi bir çok hastayı açık akciğer biyopsisi gibi invaziv
girişimlerden kurtarmaktadır. Normal olarak BAL sıvısı %2’den daha az oranda
eozinofil içerir. Diğer hastalıklara sekonder eozinofilinin aksine, pulmoner eozinofilik sendromlar da %20’nin üzerinde eozinofili vardır. Bu özellik uygun klinik,
radyolojik ve laboratuar bulguları ile birleştirilince, eozinofilik akciğer hastalıklarından birisinin tanısına invaziv işlemlere gerek kalmadan ulaşılabilinir (40).
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
191
Transbronşiyal biyopsiler de, eozinofilik infiltrasyon veya enfeksiyon işaretlerini
gösterebilir. Ancak, transbronşiyal biyopsi ile alınan doku miktarı, CSV gibi daha
özellikli tanıları göstermek için yeterli olmaz ve vaskülit ile ilgili literatüre dayalı
olarak, vakaların sadece %10-%20’sinde kesin tanıyı verir (5). Daha az invaziv
testler ve prosedürlerle tanı konulamayınca, açık akciğer biyopsisi ya da video
yardımlı torakoskopik cerrahi, tercih edilen cerrahi prosedürlerdir (5,40).
Şekil 1’de kan veya akciğer eozinofilisine pulmoner infiltrasyonların eşlik ettiği
olgularda tanıya yaklaşım için uygun bir algoritma verilmiştir (1).
Sonuç olarak, birbirlerine birçok açıdan benzemekle birlikte eozinofilik akciğer
hastalıklarının kesin tanısının konması hayati önem taşır. Tedavide kullanılacak
ajan, bu ajanın dozu, süresi, takip özellikleri ve prognoz doğrudan tanıya bağlıdır. Doğru olmayan bir tanı, uygun olmayan bir tedavi ve takip ile sonuçlanarak
hastanın prognozunu etkileyecektir.
Şekil 1. Pulmoner eozinofilik akciğer hastalıklarında tanısal yaklaşım (1)
KAYNAKLAR
1. Allen JN, Davis WB. State of the art: the eosinophilic lung diseases. Am J Respir Crit
Care Med 1994; 150: 1423-38.
2. Alberts WM. Eosinophilic interstitial lung disease. Curr Opin Pulm Med 2004; 10: 419-24.
3. Allen JN. The Eosinophilic Lung Diseases. In: Crapo JD, Glassroth J, Karlinsky J, King
TE, eds. Baum’s Textbook of Pulmonary Diseases. 7th ed. Philadelphia: Lippincott
Williams Wilkins, 2004: 521-37.
192
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
4. Alberts WM. Eosinophilic lung diseases. The American College of Chest Physicians
Pulmonary Board Review 2000; 325-34.
5. Howard Li MD, Steven D. Groshong, MD, et al. Eosinophilic Lung Disease. Clin Pulm
Med 2010; 17: 66-74.
6. Marchand E, Reynaud-Gaubert M, Lauque D, et al. Idiopathic chronic eosinophilic
pneumonia. A clinical and follow-up study of 62 cases. Medicine 1998; 77: 299-312.
7. Alam M, Burki NK. Chronic eosinophilic pneumonia: A review. South Med J 2007; 100:
49-53.
8. Naughton M, Fahy J, Fitzgerald MX. Chronic eosinophilic pneumonia. A long-term
follow-up of 12 patients. Chest 1993; 103: 162-5.
9. Biber Ç, Yılmaz Turay Ü, Ergün P, ve ark. Kronik eozinofilik pnömoni: Nadir bir olgu.
Solunum Hastalıkları 2003; 14: 132-7.
10.Gaensler EA, Carrington CB. Peripheral opacities in chronic eosinophilic pneumonia:
the photographic negative of pulmonary edema. Am J Roentgenol 1977; 128: 1-13.
11. Jederlinic PJ, Sicilian L, Gaensler EA. Chronic eosinophilic pneumonia. A report of 19
cases and a review of the literature. Medicine 1988; 67: 154-62.
12. Johkoh T, Müller NL, Akira M, et al. Eosinophilic lung diseases: Diagnostic accuracy of
thin-section CT in 111 patients. Radiology 2000; 216: 773-80.
13. Dejaegher P, Demedts M. Bronchoalveoler lavage in eosinophilic pneumonia before and
during corticosteroid therapy. Am Rev Respir Dis 1984; 129: 631-2.
14.Mochimaru H, Kawamoto M, Fukuda Y, Kudoh S. Clinicopathological differences
between acute and chronic eosinophilic pneumonia. Respirology 2005; 10: 76-85.
15. Marchand E, Cordier JF. Idiopathic chronic eosinophilic pneumonia. Orphanet J Rare
Dis 2006; 1: 11.
16.Naughton M, Fahy J, Fitzgerald MX. Chronic eosinophilic pneumonia. A long-term
follow-up of 12 patients. Chest 1993; 103: 162-5.
17. Yoshida K, Shijubo N, Koba H, et al. Chronic eosinophilic pneumonia progressing to
lung fibrosis. Eur Resp J 1994; 7: 1541-4.
18. Allen JN, Pacht ER, Gadek JE, et al. Acute eosinophilic pneumonia as a reversible cause
of noninfectious respiratory failure. N Engl J Med 1989; 321: 569-74.
19. Philit F, Etienne-Mastroianni B, Parrot A, et al. Idiopathic acute eosinophilic pneumonia:
a study of 22 patients. Am J Respir Crit Care Med 2002; 166: 1235-9.
20. Pope-Harman AL, Davis WB, Christoforidis AJ, et al. Acute eosinophilic pneumonia: a
summary of fifteen cases and review of the literature. Medicine 1996; 75: 334-42.
21. Shintani H, Fujimura M, Ishiura Y, et al. A case of cigarette smoking-induced acute
eosinophilic pneumonia showing tolerance. Chest 2000; 117: 277-9.
22. Al-Saieg N, Moammar O, Katran R. Flavored cigar smoking induces acute eosinophilic
pneumonia. Chest 2007; 131: 1234-7.
23. Cottin V, Cordier JF. Eosinophilic Pneumonias. Allergy 2005; 60: 841-57.
24. King MA, Pope-Harman AL, Allen JN, et al. Acute eosinophilic pneumonia: radiologic
and clinical features. Radiology 1997; 203: 715-9.
25. Tazelaar HD, Linz LJ, Colby TV, et al. Acute eosinophilic pneumonia: histopathologic
findings in nine patients. Am J Respir Crit Care Med 1997; 155: 296-302.
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
193
26. Churg J, Strauss L. Allergic angiitis and periarteritis nodosa. Am J Pathol 1951; 27:
277-301.
27. Masi AT, Hunder GG, Lie JT, et al. The American College of Rheumatology 1990 criteria
for the classification of Churg-Strauss syndrome (allergic granülomatozis and angiitis).
Arthritis Rheum 1990; 33: 1094-100.
28. Guillevin L, Cohen P, Gayraud M, et al. Churg-Strauss syndrome. Clinical study and longterm follow-up of 96 patients. Medicine 1999; 78: 26-37.
29. Guillevin L, Lhote F, Gayraud M, et al. Prognostic factors in polyarteritis nodosa and
Churg-Strauss syndrome. A prospective study in 342 patients. Medicine 1996; 75: 1728.
30. Hasley PB, Follansbee WP, Coulehan JL. Cardiac manifestations of Churg-Strauss
syndrome: report of a case and review of the literature. Am Heart J 1990; 120: 996-9.
31. Stollberger C, Finsterer J, Winkler WB. Eosinophilic pericardial effusion in Churg-Strauss
syndrome. Respir Med 2005; 99: 377-9.
32. Keogh KA, Specks U. Churg-Strauss syndrome. Clinical presentation, antineutrophil
cytoplasmic antibodies, and leukotriene receptor antagonists. Am J Med 2003; 115:
284-90.
33.Davis MD, Daoud MS, McEvoy MT, et al. Cutaneous manifestations of Churg-Strauss
syndrome: a clinicopathologic correlation. J Am Acad Dermatol 1997; 37: 199-203.
34.Pagnoux C, Mahr A, Cohen P, et al. Presentation and outcome of gastrointestinal
involvement in systemic necrotizing vasculitides: analysis of 62 patients with polyarteritis
nodosa, microscopic polyangiitis, Wegener granülomatozis, Churg-Strauss syndrome, or
rheumatoid arthritis-associated vasculitis. Medicine 2005; 84: 115-28.
35. Ekim N. Pulmoner vaskülitler. Göğüs hastalıklarında sendromlar. 1. baskı. Ankara; Erk
Yayıncılık 2000; 80-4.
36. Sable-Fourtassou R, Cohen P, Mahr A, et al. Antineutrophil cytoplasmic antibodies and
the Churg-Strauss syndrome. Ann Intern Med 2005; 143: 632-8.
37.Choi YH, Im JG, Han BK, et al. Thoracic manifestation of Churg-Strauss syndrome:
radiologic and clinical findings. Chest 2000; 117: 117-24.
38. Worthy SA, Muller NL, Hansell DM, et al. Churg-Strauss syndrome: the spectrum of
pulmonary CT findings in 17 patients. Am J Roentgenol 1998; 170: 297-300.
39. Pagnoux C, Guilpain P, Guillevin L. Churg-Strauss syndrome. Curr Opin Rheumatol
2007; 19: 25-32.
40. Ergün P, Biber Ç. Eozinofilik akciğer hastalıkları. In: Erdoğan Y, Samurkaşoğlu B. Diffüz
parankimal akciğer hastalıkları. 2.baskı. Ankara: Mesut Matbaacılık 2006: 225-43.
41. Hardy WR, Anderson RE. The hypereosinophilic syndromes. Ann Intern Med 1968; 68:
1220-9.
42. Klion AD, Bochner BS, Gleich GJ, et al. and the Hypereosinophilic Syndromes Working
Group. Approaches to the treatment of hypereosinophilic syndromes: A workshop
summary report. J Allergy Clin Immunol 2006; 117: 1292-302.
43.Winn RE, Kollef MH, Meyer JI. Pulmonary involvement in the hypereosinophilic
syndrome. Chest 1994; 105: 656-60.
44.Weller PF, Bubley GJ. The idiopathic hypereosinophilic syndrome. Blood 1994; 83:
2759-79.
45. Aydın LY, Erdoğan Y. Eozinofilik akciğer hastalıkları. Solunum 2008; 10: 68-78.
194
EOZİNOFİLİK AKCİĞER HASTALIKLARI
46. Tefferi A, Patnaik MM, Pardanani A. Eosinophilia: secondary, clonal and idiopathic. Br J
Haematol 2006; 133: 468-92.
47. Kobayashi M, Komatsu N, Kuwayama Y, et al. Idiopathic hypereosinophilic syndrome
presenting acute abdomen. Intern Med 2007; 46: 675-8.
48. Jeong YJ, Kim KI, Seo IJ, et al. Eosinophilic lung diseases: A clinical, radiological, and
pathologic overview. Radiographics 2007; 27: 617-37.
49. Cools J, De Angelo DJ, Gotlib J, et al. A tyrosine kinase created by the fusion of
the PDGFRA and FIP1L1 genes as a therapeutic target of imatinib in idiopathic
hypereosinophilic syndrome. N Engl J Med 2003; 348: 1201-14.
50. Butterfield JH. Treatment of hypereosinophilic syndromes with prednisone, hydroxyurea,
and interferon. Immunol Allergy Clin North Am 2007; 27: 493-518.
51. Agarwal R. Allergic bronchopulmonary aspergillosis. Chest 2009; 135: 805-26.
52. Tillie-Leblond I, Tonnel AB. Allergic bronchopulmonary aspergillosis. Allergy 2005; 60:
1004-13.
53. Rosenberg M, Patterson R, Mintzer R, et al. Clinical and immunologic criteria for the
diagnosis of allergic bronchopulmonary aspergillosis. Ann Intern Med 1977; 86: 405-14.
54. Patterson R, Greenberger PA, Halwig JM, et al. Allergic bronchopulmonary aspergillosis.
Natural history and classification of early disease by serologic and. roentgenographic
studies. Arch Intern Med 1986; 146: 916-8.
55. Patterson R, Greenberger PA, Radin RC, Roberts M. Allergic bronchopulmonary
aspergillosis: staging as an aid to management. Ann Intern Med 1982; 96: 286-91.
56. Agarwal R, Gupta D, Aggarwal AN, et al. Allergic bronchopulmonary aspergillosis: lessons
from 126 patients attending a chest clinic in north India. Chest 2006; 130: 442-8.
57. Wark PA, Hensley MJ, Saltos N, et al. Anti-inflammatory effect of itraconazole in stable
allergic bronchopulmonary aspergillosis: a randomized controlled trial. J Allergy Clin
Immunol 2003; 111: 952-7.
58. Talaat KR, Nutman TB. Parasitic diseases In: Murray and Nadel’s textbook of respiratory
medicine. 4th ed. Philadelphia: Elsevier Saunders 2005; 1083-113.
59. Ong RK, Doyle RL. Tropical pulmonary eosinophilia. Chest 1998; 113: 1673-9.
60. Solunum sistemi enfeksiyonları paraziter akciğer hastalıkları alt çalışma grubu. Paraziter
Akciğer Hastalıkları Tanı ve Tedavi Rehberi. Toraks Dergisi 2002; 3: 1-10.
61. Rochester CL. The eosinophilic pneumonias. In: Fishman AP (ed). Pulmonary Diseases
and Disorders. 3 rd ed. New York: Mc Graw Hill, 1998: 1133-50.
62. Frankel SK. Drug-Induced Lung Disease. In: Hanley M, Welsh C, eds. Current Diagnosis
and Treatment in Pulmonary Medicine. New York, NY: Lange Medical Bools/McGrawHill 2003: 337-47.
63. Pandit R, Scholnik A, Wulfekuhler L, et al. Non-small-cell lung cancer associated with
excessive eosinophilia and secretion of interleukin-5 as a paraneoplastic syndrome. Am J
Hematol 2007; 82: 234-7.
64. Wilson F, Tefferi A. Acute lymphocytic leukemia with eosinophilia: two case reports and
a literature review. Leuk Lymphoma 2005; 46: 1045-50.
PULMONER VASKÜLİTLER
Prof. Dr. Füsun TOPÇU
Vaskülitler; damarların duvarlarında inflamasyon ve nekroz ile karakterize bir
multisistem hastalık grubudur. Damar duvarının bir bölümünü etkileyen fokal
lezyonlar, anevrizma gelişimine ve damar ruptüne yol açabilir. Damarı çepeçevre
etkileyen segmental lezyonlar daha sık görülür ve stenoz ve oklüzyona neden
olarak distalindeki doku veya organlarda infarktlara neden olabilir.
Vaskülitler; primer (otoimmün) olabilir veya enfeksiyon, malignansi, ilaç reaksiyonu veya bağ dokusu hastalıkları gibi bir başka hastalığa bağlı sekonder olarak gelişebilirler (Tablo 1). Primer vaskülitler, hakim olan tutulumun küçük, orta veya büyük damar olmasına göre alt gruplara ayrılmıştır. Küçük-damar vaskülitleri ise daha
sonra antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili vaskülitler şeklinde ayrılmıştır.
Akciğer tutulumu en sık, ANCA- ilişkili vakülitlerde yani; Wegener granulomatozisi, Mikroskopik Polianjiitis ve Churg-Strauss Sendromunda görülür. Bununla
beraber, sekonder vaskülitler içinde sistemik lupus eritematozus ile ilişkili vaskülit ve immün-kompleks kaynaklı vaskülitler, örneğin Goodpasture sendromu da
akciğerleri tutmaktadır. Ayrıca büyük damar vaskülitleri de daha çok aortanın
büyük dallarını tutmakla birlikte, respiratuar sistemi etkiliyebilmektedir (örn., Takayasu Arteriti).
VASKÜLİTLERİN SINIFLANDIRILMASI
“Hastalığın tanımı”, “sınıflandırılması” ve “tanı kriterleri” bir hastalık terminolojisinin ana komponentleridir. Bununla beraber bu terimler sıklıkla ve yanlış bir
şekilde biribirlerinin yerine kullanılmaktadır.
Tanı kriterlerinin ana amacı, hastalığın tanısını koymaktır. Sınıflandırma kriterleri
ise; primer olarak vaskülit tanısı koyulan bir olguda, hastalığın diğer vaskülitlerden ayrımını sağlar ve genellikle araştırmalarda homojen hasta grupları oluşturmak için belirlenir.
Vaskülitlerin sınıflandırması yıllardan beri tartışmalıdır. Günümüzde sınıflandırmada halen, Amerikan Romatoloji Kolejinin (American College of Rheumatology:
ACR) 1990 sınıflama kriterleri ve Chapel Hill Konsensus Konferansı tanımla195
196
PULMONER VASKÜLİTLER
Tablo 1. 2012 Chapel Hill konsensus konferans vaskülit nomenklatürü (3)
Büyük Damar Vaskülitleri
Tek Organ Vaskülitleri
• Takayasu arteriti (TAK)
• Kutanöz lökositoklastik anjiitis
• Dev hücre arteriti
• Kutanöz arteritis
Orta Çaplı Damar Vaskülitleri
• Primer santral sinir sistemi vasküliti
• Poliarteritis nodoza
• İzole aortitis
• Kawasaki hastalığı
• Diğerleri
Küçük Damar Vaskülitleri
Sistemik Hastalıklarla İlgili Vaskülitler
• Lupus vasküliti
• Romatoid vasküliti
– Granulomatöz polianjitis (Wegener
Granulomatozu)
• Sarkoid vasküliti
• Diğerleri
Olası Etiolojiler İle İlgili Vaskülitler
• ANCA-ilişkili vaskülitler
– Mikroskopik polianjitis
– Eozinofilik granulomatöz polianjitis
(Churg-Strauss Sendromu)
• İmmün kompleks küçük damar vaskülitleri
– Anti-glomerüler bazal membran
hastalığı
– Kriyoglobulinemik vaskülit
– IgA vasküliti (Henoch-Schönlein
– Hypokomplementemik urtikarial
vaskülit
• Hepatit-C virüs-ilişkili Kriyoglobulinemik
vaskülit
• Sifiliz-ilişkili aortit
• İlaç-ilişkili immün kompleks vasküliti
• İlaç-ilişkili ANCA-ilişkili vaskülitler
• Kanser ilişkili vaskülitler
• Diğerleri
Değişken Damar Vaskülitleri
• Behçet hastalığı
• Cogan sendromu
maları (Chapel Hill Consensus Conference: CHCC) kullanılmaktadır. ACR’ın
sınıflandırma kriterlerinin duyarlılıkları %71.0-95.3, özgüllükleri ise %78.7-99.7
şeklinde değişmektedir (1).
Ancak halen sınıflandırma kriterlerinde bir revizyona ve tanı kriterlerinin geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Sistemik vaskülitlerde valide edilmiş, tanı
kriterleri olmadığından, bu amaçla ACR sınflaması ve Chapel Hill Konsensus
Konferansı (CHCC) tanımları sıklıkla kullanılmaktadır (2,3). Fakat ACR kriterleri,
bir vaskülit formunun diğerlerinden hangi özellikleri ile ayrıldığının belirlenmesi
ile türetilmiştir. Tanı kriterleri olarak uygulandığında güvenirliliği zayıftır, çünkü
bu amaçla dizayn edilmemiştir (4).
CHCC’nda, WG ve MPA immün birikimin yokluğu ile diğer sistemik küçük damar vaskülitlerinden ayırt edilmiştir. Mikroskopik polianjitis; WG ve CCS’ndan
granülom formasyonunun olmaması ve nekrotizan vaskülitin varlığı ile ayırt edilmiştir. CHCC, ANCA serolojisinin potansiyel değerine deyinmiş, fakat bunu bir
tanı kriteri olarak belirlememiştir.
CHCC tanımlamalarını tanı kriteri olarak valide etme girişimleri başarısızlıkla
sonuçlanmıştır (5,6).
PULMONER VASKÜLİTLER
197
Behçet hastalığı ne 1990 ACR sınıflama kriterlerinde, ne de CHCC tanımlamalarında yer almamaktadır. Tanı/sınıflandırma kriterleri uluslararası bir araştırmacı
grubu tarafından belirlenmiştir (7).
Mevcut bulgular ışığında, günümüzde vaskülitler için yeni sınıflandırma ve tanı
kriterlerine ihtiyaç vardır.
EPİDEMİYOLOJİ
Primer vaskülitler nadir görülen hastalıklardır. Yıllık insidans, 20-100/milyon,
prevalans 150-450/milyondur (8-10). AİV insidansı 15-20/milyon/yıl, prevalans ise milyonda 90 ila 300 arasında değişmektedir (11). Hem WG ve hem de
CSS güney yarımkürenin güneyinde ve kuzey yarım kürenin de kuzeyinde daha
çok görülmektedir ve bu durumun ultraviole ışın maruziyetine bağlı olabileceği
düşünülmektedir (12). Japon ve Çin etnik gruplarında, MPA farklı bir dağılım
gösterir ve MPO-ANCA pozitifliği, diğer ANCA-ilişkili vaskülitlerden çok daha
sıktır (13).
Resim 1. Diffüz alveoler hemorajili iki Wegener olgusunun PA akciğer grafileri
Resim 2. Diffüz alveoler hemorajili bir Wegener olgusundan BT kesitleri
198
PULMONER VASKÜLİTLER
PRİMER SİSTEMİK VASKÜLİT ŞÜPHESİ OLUŞTURAN KLİNİK TABLOLAR
Bazı klinik tablolar saptanan hastalarda, ayırıcı tanıda primer sistemik vaskülitler
akla gelmelidir. Bu klinik tablolar şöyle sıralanabilir;
Diffüz alveoler hemoraji (DAH):
Diffüz alveoler infiltratlar (Resim 1,2), hemoptizi ve hematokrit ve/veya hemoglobin düzeyinde düşüşten oluşan bir triaddır. Bununla birlikte hastaların
1/3’ünde hemoptizi olmaz, alveoler infiltratlar ünilateral olabilir ve hematokritte
veya hemoglobinde düşme dokümante etmek güç olabilir. Dolayısıyla, özellikle,
bağ dokusu hastalıkları, kemik iliği transplantasyonu, kemoterapi veya yeni başlamış böbrek yetmezliği ile birlikte olan, açıklanamayan alveoler infiltratları olan
hastalarda DAH akla gelmelidir. Ayrıca karbon monoksit diffüzyon kapasitesinde
(DLCO) kişinin bazal değerine göre %30’dan fazla bir artış DAH’yi düşündürmelidir. Patolojik olarak kapillerit (örn., kapillerler ve venüllerde nötrofilik vaskülit),
yalın hemoraji veya hemoraji ile birlikte diffüz alveoler hasar görülebilir.
Akut Glomerülonefrit:
Her ne kadar hızlı ilerleyici glomerulonefrit (HİGN) böbrek yetmezlikli hastaların
çok küçük bir kısmını (%5) oluştursa da, daha sık rastlanan nedenlerle birlikte
ayırıcı tanıda yer almalıdır. HİGN; eritrosit silendirler, hematüri (özellikle dismorfik eritrositler), proteinüriden (örn., >500mg/d) oluşan aktif üriner sediment ve
BUN ile serum kreatin düzeyinde artış ile belirlenir. Klinik olarak, ödem ve hipertansiyon gelişebilir. Tanıyı desteklemek için, idrarda mikroskopik inceleme,
eritrosit silendirler veya diğer diagnostik özelliklerin dejenere olmaması için, taze
idrarda ve deneyimli personel tarafından yapılmalıdır. HİGN’in ayırıcı tanısında;
ANCA-ilişkili vaslülitler, idiopatik pauci-immün glomerulonefrit (örn., izole küçük-damar renal vaskülitleri), sistemik lupus eritematozus (SLE), Goodpasture
sendromu, postinfeksiyöz glomerulonefrit, IgA nefropatisi, Henoch-Schönlein
purpurası, essansiyel kriyoglobulinemi ve membranoproliferatif glomerulonefrit
yer almaktadır (14,15).
Pulmoner-Renal Sendrom:
Resim 3. Periorbital kitle izlenen bir Wegener olgusu
Hem DAH/pulmoner kapillerit ve
hem de glomerulonefritin birlikte bulunduğu klinik tabloya pulmoner-renal sendrom denir. Ayrıcı tanısında;
ANCA-ilişkili vaskülitler, Goodpasture sendromu ve SLE yer almaktadır.
Pulmoner-renal sendromlu 97 hastayı
içeren bir yayında; 48 hasta ANCA
pozitif (WG veya MPA’li hastalar),
7’sinde hem ANCA ve hemde anti-
PULMONER VASKÜLİTLER
199
Resim 4. Multipl kaviter nodüller izlenen bir Wegener olgusunun BT kesitleri
GBM antikorları pozitif, 6’sında ise sadece anti-GBM antikorları saptanmıştır (16).
Geriye kalan diğer olgular ise, pulmoner emboli, enfeksiyon ve lupus tanıları almıştır.
Deforme ve ülsere üst hava yolu hastalıkları:
İnfeksiyöz, alerjik ve anatomik nedenlerin elimine edildiği refrakter kronik sinüzitli ve/veya üst solunum yollarında, belirgin ülseratif veya destrüktif yumuşak
doku veya kemik lezyonları, periorbital kitle (Resim 3) olan hastalar ANCA-ilişkili
vaskülitler açısından incelenmelidir.
Akciğerlerde radyolojik olarak kaviter veya nodüler hastalık:
Açıklanamayan nodüller veya kaviter hastalık (Resim 4) vaskülit şüphesini akla
getirmelidir. Her ne kadar en sık görülen nedenler enfeksiyon ve malignite ise
de, özellikle ANCA-ilişkili vaskülitler de ayrırıcı tanıda düşünülmelidir. Çünkü
Wegener granulomatozisli hastaların %55-70’inde nodüller ve %35-50’sinde ise
kaviter hastalık gözlenir (17,18).
Palpabl Purpura:
Fizik muayenede palpabl purpura bulunması küçük-damar, kutanöz vaskülitini
akla getirir. Kutanöz vaskülit sıklıkla ilaç reaksiyonlarında görülür, fakat aynı zamanda, ANCA-ilişkili vaskülitlerde, krioglobulinemi, konnektif doku hastalıkları,
infeksiyonlar ve malignitede de görülür. Kutanöz bulgular AİV’lerin tüm formlarında sık görülür. Hastalığın herhangi bir döneminde, WG, MPA veya CSS’li
hastaların en azından %40-50’sinde izlenir (19-21). Başta palpabl purpura olmak üzere, dijital iskemi veya nekroz ve nekrozlu veya nekrozsuz subkutan nodüller de sık görülür (22,23). Gingival hiperplazi ile kombine olarak oral ve nazal
ülserler WG’nu düşündürür (24).
Mononöritis Multipleks:
Vaskülitler çeşitli santral veya periferal sinir sistemi bulgularına yol açabilir, fakat
özellikle mononöritis multipleks mutlaka hekimin aklına vaskülit ihtimalini getir-
200
PULMONER VASKÜLİTLER
melidir (25,26). Her ne kadar, mononöritis multipleks iki veya daha fazla periferal sinir dağılımında anormallik gelişimi şeklinde tanımlanırsa da, ani düşük ayak,
veya bilek gelişimi gibi tek bir sinir dağılımında anormal bulgular geliştiğinde de
bu durumun nedeni vaskülit olabilir. Diğer bulgular olarak, iki veya daha fazla
periferal sinirin innerve ettiği alanda; ağrı, parestezi, güçsüzlük, uyuşma veya
fonksiyon kaybı görülebilir. Periferal sinir sistemi tutulumu periferal nöropati formunda tüm AİV’lerde sık görülmekle birlikte, CSS ve MPA’da (%50-76), WG’na
kıyasla (%10-50) daha sıktır (19,20,27).
Multisistem Hastalığı:
Eşzamanlı veya ardı ardına, multipl organ sistemini tutan belirti ve bulguların
alışılmadık bir şekilde birlikteliği, vaskülit şüphesi uyandırmalıdır. Konstitüsyonel semptomlar, üveit, olağandışı döküntüler, artrit veya kronik sinüs hastalıkları
olan kişilerde, akciğer grafisinde lezyonlar, nefes darlığı veya böbrek yetmezliği
ortaya çıktığı zaman, klinisyende büyük şüphe uyandırmalıdır.
Diğerleri: Ayrıca; eozinofili ile birlikte olan veya olmayan erişkin çağda başlayan astma, retroorbital kitle, trakeal veya subglottik stenoz, saptanan hastaların
ayırıcı tanısında vaskülitler olmalıdır.
TANI
Vaskülit tanısı deneyimli klinisyenler için bile zor olabilmektedir. Çünkü ayırıcı
tanıda ele alınan enfeksiyon, malignensi, tromboembolik hastalık ve primer romatolojik hastalıklar/konnektif doku hastalıklarına kıyasla vaskülitler daha nadir
görülmektedirler (AİV insidansı 20/milyon/yıl) (8,28). Her bir antite çok sayıda
klinik form ile karşımıza çıkabilir. Tanı koymak için tek bir test veya kriter yoktur.
Kabul gören sınıflandırma sistemlerinin içinde yer alan 1990 Amerikan Romatoloji Kolejinin (ACR) sınıflandırma kriterleri (2) ve Chapel Hill konsensus (CHCC)
(3) tanımları halen sınıflandırmada kullanılmaktadır. 1990 Amerikan Romatoloji
Kolejinin (ACR) sınıflandırma kriterleri ve Chapel Hill konsensus (CHCC) tanımları kesinlikle tanı kriterleri olarak dizayn edilmemişlerdir ve bu amaçla kullanıldığında değerleri çok düşüktür. Vaskülit tanısı için klinisyenlerin, klinik, radyolojik,
laboratuar ve histolojik verileri entegre etmesi ve bu şekilde elde edilen verilerin
kollektif olarak vaskülit tanısını destekleyip, desteklemediğini belirlemeleri gerekir. Klinisyen ne zaman vaskülitten şüphelenmesi gerektiğini bilmeli ve vaskülitlerin sık rastalanan klinik tablolarına ve bulgularına aşina olmalıdır. Vasküliti ayırıcı
tanı listesine almak, tanı için major basamak olarak kabul edilmektedir.
ANTİNÖTROFİL SİTOPLAZMİK ANTİKOR (ANCA) İLİŞKİLİ
VASKÜLİTLER (AİV)
Serumda ANCA pozitifliği ile birlikte olan ve küçük-orta çaplı damarları tutan
vaskülitler, ANCA ilişkili vaskülitler (AİV) olarak adlandırılmaktadır. AİV’ler ortak
PULMONER VASKÜLİTLER
201
klinik özellikleri, küçük-orta çaplı damarlarda histopatolojik tutulum, immünsupressif tedaviye benzer cevap ve ANCA pozitifliği nedeniyle bir arada gruplanır.
ANCA-ilişkili vaskülitler; Wegener granulomatozisi (WG), Mikroskopik Polianjitis (MPA) ve Churg-Strauss Sendromundan (CSS) (alerjik granülomatöz angiitis)
oluşmaktadır. Birçok araştırmacı, akut kresentik glomerulonefrit şeklinde görülen ANCA-ilişkili renal-sınırlı vasküliti de bu grupta sınıflandırmaktadır (29,30).
Yakın zamanda ANCA-ilişkili vaskülitlerde terminolojik bir değişiklik öngörülmüştür. “Wegener granulomatozisi” için kişisel bir adlandırma yerine daha bilimsel bir adlandırmanın seçilmesi öngörülmüştür. WG için alternatif bir isimlendirme fikri, Dr. Wegener ve Nazi rejimi arasındaki ilişki saptandıktan sonra
gelişmiş ve kişi ismi yerine patolojiyi yansıtan bir adlandırmanın hastalığı daha
iyi tanımlayacağı bir çok otör tarafından daha uygun bulunmuştur. Bunlardan biri
Puerta ve arkadaşları etik nedenlerden ötürü tercih ettikleri “Nekrotizan Granülomatöz Vaskülit (NGV)” (31), bir diğeri ise “Antinötrofilik Sitoplazmik Otoantikor (ANCA)-İlişkili Granülomatöz Vaskülit”dir (32-34). Ocak 2011’de Amerikan
Romatoloji Koleji, Amerikan Nefroloji Derneği ve Avrupa Romatizma Birliği board toplantısında Wegener granulomatozisi adının değiştirilerek, “granulomatöz
polianjit” şeklinde adlandırılmasına karar vermiştir (35-37). Dolayısıyla şu anda
bu konuda literatürde tam bir isim karmaşası bulunmaktadır.
AİV’ler genellikle multisistemik hastalıklardır, bununla beraber, WG’nun sınırlı
formları ve ANCA ilişkili renal sınırlı vaskülit gibi, bazı olgularda hastalık tek bir
organ sistemi ile sınırlıdır. Bu gibi istisnalar dışında, hastalığın seyri sırasında
birden fazla organ sistemi tutulur (19,20,38).
Karakteristik olarak agressif seyirlidirler ve hızla hayati tehlike oluştururlar. Nadir
görülürler, değişik formlarda klinik tablolarla ortaya çıkabilen, tanısal testleri yetersiz, geniş bir ayırıcı tanı yelpazesine sahip, deneyimli klinisyenlerce bile tanısı
zor koyulan bir hastalık grubudur. Yüksek toksisiteye sahip bir tedavi gerektirdikleri için tedaviye başlamadan önce, doğru ve kesin tanıya ulaşmak için büyük bir
çaba sarfedilmelidir.
ANTİNÖTROFİL SİTOPLAZMİK ANTİKORLAR (ANCA)
ANCA’lar, nötrofil ve monositlerde bulunan intrasellüler antijenlere karşı gelişen
antikorlardır. ANCA testi tanıda büyük bir önem taşır. ANCA-ilişkili vaskülitlerde, indirekt immünfloresan metodu ile, c-ANCA ve p-ANCA olmak üzere iki
major boyanma paterni izlenir.
Sitoplazmik veya c-ANCA paterninde boyanma tüm sitoplazma boyunca diffüzdür. Olguların çoğunda, PR3’e karşı gelişen antikorlar bu paternden sorumludur
(39,40), fakat bazen MPO-ANCA sorumlu olabilir.
• Perinükleer veya p-ANCA paterninde nükleus etrafında boyanma vardır. Bu
paternden sorumlu antikor genellikle MPO’ya karşı gelişen antikordur
202
PULMONER VASKÜLİTLER
Tablo 2. c-ANCA ve p-ANCA, hedef antijenler ve ilişkili hastalıklar
Pattern
Hedef antijen
İlgili hastalıklar
cANCA
Proteinase 3
Wegener granülomatozisi
pANCA
Myeloperoxidase
Mikroskopik poliyanjiitis, Churg-Strauss sendromu
pANCA
Elastase
SLE, ülseratif kolit, Crohn hastalığı, primer sklerozan
kolanjit
pANCA
Cathepsin G
ülseratif kolit, Crohn hastalığı, primer sklerozan kolanjit
pANCA
Lysozyme
ülseratif kolit, Crohn hastalığı, primer sklerozan kolanjit
pANCA
Lactoferrin
ülseratif kolit, Crohn hastalığı, primer sklerozan kolanjit,
SLE, Romatoid artrit
• Yaygın olarak kullanılan iki
tip ANCA ölçüm metodu
vardır:
Tablo 3. AAV’lerde ANCA pozitifliği prevalansı
Değişken
Anti-PR3
(c-ANCA), %
MPO
(p-ANCA), %
• IIF (Indirect Immunofluorescence Assay)
Jeneralize NGV
70-95
0-10
Lokalize NGV
40-50
0-10
• ELISA (Enzyme-linked immunosorbent Assay)
MPA
10-2030-80
CSS
0-1030-75
Bu tekniklerden IIF daha duyarlı, ELISA ise daha özgüldür (41). Klinik olarak
ANCA testine optimal yaklaşım, önce IIF ile tarama yapmak, eğer mümkünse,
bütün pozitif alınan sonuçları doğrulamak için ise vaskülitlere spesifik hedef antijenlere karşı ELISA testi uygulanmalıdır. Vaskülitlerle ilgili 2 hedef antijen bulunmaktadır; proteinaz 3 (PR3) ve myeloperoksidaz (MPO). Hem PR3 ve hemde
MPO nötrofillerin azurofilik granülleri içinde ve monositlerin peroksidaz-pozitif
lizozomları içinde bulunmaktadır. PR3 ve MPO’yu hedef alan antikorlar, PR3ANCA ve MPO-ANCA olarak adlandırılır.
IIF sonuçları çok spesifik değildir. C-ANCA paterninin vaskülit açısından özgüllüğü, p-ANCA paterninden daha yüksektir. Azurofilik granüller içindeki birçok protein, p-ANCA boyanma paternine neden olabilir (Tablo 2). Dolayısıyla,
pozitif p-ANCA boyanma paterni çok sayıda inflamatuar hastalıkta görülür ve
bu nedenle vaskülitler açısından özgüllüğü düşüktür. Pozitif IIF sonucu alınan
her hastada ELISA ile test yapılarak, bu paternden sorumlu spesifik antikor
belirlenmelidir. Vaskülitlerle ilişkili p-ANCA tipi MPO-ANCA’dır. Diğer hedef
antijenlere karşı gelişen p-ANCA’lar ise diğer hastalıklarda ortaya çıkmaktadır
(Tablo 2).
Avrupa ve Amerika’da yayınlanan verilerde, değişik AİV formlarında görülen
ANCA tipi oldukça değişkenlik göstermektedir. Bu farklılıkların nedenleri; seçilen kohort çalışmalarına, serum örneği alındığı zaman hastalığın yaygınlık derecesine, tanı koyulurken kullanılan kriterlere ve çalışılan metotta seçilen sınır
değere (cutoff value) bağlı olabilir (42).
PULMONER VASKÜLİTLER
203
Proteinaz 3’e (PR3) karşı gelişen ANCA başlıca WG’li hastalarda görülürken,
myeloperoksidaza (MPO) karşı gelişen ANCA ise daha çok MPA ve CSS’li hastalarda saptanır (43). AAV’li hastalarda ANCA pozitifliği prevalansı, Tablo 3’de
görülmektedir.
Abdou ve ark, Allenbach ve ark, Sable-Fourtassou ve ark çalışmalarından alınan
verilerden belirlenmiştir (44-46).
ANCA testlerinin istemek için başlıca endikasyon küçük damar vaskülitine ait
bulguların olması veya en azından açıkça bir vaskülit şüphesi bulunmasıdır.
ANCA pozitifliği halen formal tanı kriterleri içinde yer almamakla birlikte, gelecekte belirlenecek tanı kriterlerinin içinde mutlaka yer almalıdır.
Klinik uygulama (41):
• IIF ile c- veya p-ANCA saptanan hastalarda, mutlaka PR3- ve MPO-ANCA
için antijen spesifik ELISA çalışarak sonuçlar doğrulanmalıdır.
• Sınırlı WG olgularında %40 oranında ANCA negatifliği olduğundan, negatif
ANCA sonucu WG’nu ekarte ettirmez. Ayrıca MPA’li hastaların %30’u ve
muhtemelen CSS’li hastalarında %50’si ANCA negatiftir (41). Dolayısıyla
klinik tablo vasküliti düşündürüyorsa doku biyopsisi alınmalıdır.
• ANCA testinin tanı belirleme değeri klinik tabloya ve testin yapıldığı laboratuarın güvenirliliğine bağlıdır. Potansiyel olarak toksik ilaçlarla yapılacak uzun
süreli tedaviye başlamadan önce, klinik şüphe olan hastalarda tanıyı kesinleştirmek için histopatolojik bir kanıt bulmak adına her türlü girişimde bulunulmalıdır. Eğer biyopsi hemen alınamıyorsa, tedavi geciktirilmemeli, fakat
tedaviye başladıktan sonra mümkün olduğu kadar erken biyopsi alınmalıdır.
• Çoğu araştırmacı PR3-ANCA ve MPO-ANCA düzeyinin, hastalığın aktif ve/
veya yaygın olduğu fazda, remisyon fazında olan ve sınırlı hastalığı olan olgulardakine kıyasla daha yüksek olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Bununla beraber, seri ANCA düzeyi monitörizasyonunun hastalık aktivitesi
monitörizasyonunda ve relapsların belirlenmesindeki rolü halen tartışmalıdır.
Prospektif olarak sık sık klinik kontrol ve sık kan örneklemesi planlayan bazı
araştırmacılar, hastalık aktivitesinde relapsdan kısa bir süre önce, PR3-ANCA
düzeyinde belirgin bir artış saptamışlardır (47,48). Çalışmalar arasındaki bu
konudaki fikir farklılıklarının muhtemel nedenleri; prospektif çalışma dizaynının olmaması, açık olarak belirlenen bir metodolojinin olmaması ve vaskülit
olgularının dikkatli olarak seçilmemesi olabilir (49). Eğer takiplerde sık klinik kontrol ve kan örneklemesi yapılmıyorsa, genellikle kabul edilen görüş,
ANCA düzeyi monitörizasyonunun bir değerinin olmadığıdır.
• PR3-ANCA pozitifliği olan hastalarda, renal ve respiratuvar tutulumun sık
olduğu, bununla beraber MPO-ANCA pozitifliği olan hastalarda ise bu kom-
204
PULMONER VASKÜLİTLER
binasyonun oldukça az görüldüğü sapatanmıştır (42). Renal tutulumla sınırlı
vaskülitin daha çok MPO-ANCA pozitif olan hastalarda görülmektedir (42).
PR3-ANCA pozitif bütün hastaların daha çok WG veya daha az sıklıkla da
MPA tanısı ile uyumlu olduğu, bununla beraber biyopsi örneklerinde granülom formasyonu sadece WG’lu hastalarda gözlenmektedir.
• PR3-ANCA pozitifliği olan hastalarda; MPO-ANCA pozitifliği olan hastalardan daha sık relaps gözlenmektedir. Bu bilgi AİV’li hastaların takibinin planlanmasında yararlı olabilir (42).
ANCA İLİŞKİLİ VASKÜLİTLERDE PATOGENEZ
Vaskülilerde ANCA’nın patojenik rolünü araştıran in vitro ve in vivo çalışmalar;
ANCA’ların AİV’li hastalarda, vasküler hasar ve inflamasyon gelişiminde önemli
bir rol oynadığını göstermektedir (43,50). Ayrıca, son yıllarda tanımlanan antiLAMP-2 antikorları ve anti-cPR3 antikorlarının da patogenezde rolü olduğuna
ilişkin kanıtlar vardır (51).
WEGENER GRANÜLOMATOZİSİ
Wegener granülomatozisi (WG) en sık görülen ANCA-ilişkili vaskülittir. WG, nekrotizan, küçük ve orta damar vaskülitidir. En sık üst havayolları, alt havayolları
ve böbrekleri tutar. Üst havayollarında veya akciğerlerde izole klinik bulgularla
seyreden “sınırlı” formu, olguların yaklaşık olarak ¼’ünü oluşturur (52). Bununla
beraber bu ayrım oldukça yapay bir ayrımdır; çünkü sınırlı hastalığı olan olguların
çoğunda daha sonra sistemik tutulum gelişir. WG her yaşta gelişebilir (ortalama
40-55 yaş) ve erkeklerle bayanlarda eşit oranda görülür (53). İngiltere, Almanya,
ve Norveç’te yıllık insidans oranları milyonda 6-12 olarak saptanmış ve İngiltere
ve Almanya’da stabil oranlarda seyrettiği doğrulanmıştır (38,54,55). Yakın zamanda İngiltere’de yapılan bir araştırmada yıllık prevalansın, 1990’da milyonda
28.8 iken 2005’de milyonda 64.8’e yükseldiği gözlenmiştir ve bu yükselmenin
tedavi ve bakımda ilerlemeler sonucunda surveyin artmasına bağlı olduğu öne
sürülmüştür (54). Artmış familyal risk bulunamamıştır (8,56). WG bir multisistem hastalığı olup, bulguları tutulan alana göre değişkenlik gösterir. WG’da üst
solunum sistemi, alt solunum sistemi ve böbrekler haricinde tutulan diğer organ
sistemleri şunlardır (53):
• Eklemler (miyalji, artralji, artrit)
• Göz (konjüktivit, episklerit, üveit)
• Deri (veziküller, purpurik ve hemorajik lezyonlar, subkutan nodüller)
• Sinir sistemi (mononöritis multipleks, kranial sinir anormallikleri, eksternal
oftalmopleji, tinnitus, işitme kaybı)
• Kalp (perikardit, myaokardit, iletim sistemi anormallikleri)
PULMONER VASKÜLİTLER
205
Tablo 4. WG, MPA, PAN’da sistemik tutulumlarda karşılaştırma (75)
ÖZELLİK
WG
MPA
PAN
CSS
Üst Solunum Yolu Hastalığı
%95
yok
yok
%50-60
Pulmoner Hastalık
yok
yok
yok
%90-100
Astım
Radyografik Nodül/İnfiltrasyon
%70-85
%15-70
yok
%40-70
Alveoler Hemoraji
%5-15
%10-50
yok
<%5
Glomerülonefrit
Gastrointestinal
%70-80%75-90 yok %10-40
<%5
%30
%14-53%30-50
Sinir Sistemi
Periferal %40-50
%60-70
%38-72
Santral %5-10
%10-15
%3-30
%5-30
Kardiyak %10-25
%10-15
%5-30
%10-40
Göz
%50-60<%5 <%5<%5
Artalji/Artrit
%60-70 %40-60 %50-75%40-50
Genitoüriner
Deri
<%2
%70-80
<%5 %5-10<%2
%40-50 %50-65 %28-60%50-55
ANCA
PR3-cANCA
%75-90
%10-50
nadir
%3-35
MPA-pANCA
%5-20
%50-80
nadir
%2-50
• Daha az sıklıkla, gastrointestinal sistem, subglottis veya trakea, alt genitoüriner sistem (prostat veya üreter dahil), parotis bezleri, tiroid, karaciğer veya
meme
WG, MPA, CSS ve PAN’da tutulan organlar ve oranları ile Tablo 4’de görülmekte.
Amerikan Romatoloji Koleji (ACR) WG ile ilgili çalışmalara alınan hastaları standardize etmek için aşağıdaki sınıflandırma kriterleri belirlemiştir ve diğer vaskülit
formlarından ayrımına yardımcı olmuştur. ACR kriterlerinin WG ile MPA’i ayırma değeri düşüktür (57). WG için ACR sınıflama kriterleri:
• Nazal veya oral inflamasyon (ağrılı veya ağrısız oral ülserler veya pürülan veya
kanlı nazal akıntı
• Akciğer grafisinde nodüller, fiks infiltratlar, kaviteler
• Anormal üriner sediment (kırmızı hücre silendirleri ile beraber olan veya olmayan mikroskopik hematüri)
• Arter ve perivasküler alan biyopsisinde granülomatöz inflamasyon
Bu dört kriterden iki veya daha fazlasının olması halinde duyarlılık %88 ve özgüllük %92’dir (57). ACR MPA için kriterleri belirlemediği için, bu kriterler WG’nu
206
PULMONER VASKÜLİTLER
ne MPA’den ve ne de WG’nu non-vaskülitik hastalıklardan ayrımında yeterli
olmamaktadır (58). CHCC’de, WG ve MPA immün birikimin yokluğu ile diğer
sistemik küçük damar vaskülitlerinden ayırt edilmektedir.
KLİNİK
Aslında WG’lu bütün hastalarda (klasik veya sınırlı), üst hava yolu veya akciğer
tutulumu vardır ve hastaların büyük bir kısmında her ikisi birliktedir. Nonspesifik
şikâyetler; ateş, iştahsızlık, kilo kaybı ve kırıklık sıklıkla bulunur.
Üst solunum sistemi: WG’na bağlı üst solunum sistemine ilişkin en sık rastlanan semptom ve bulgular (59-61);
Nazal krutlanma,
• Sinüs ağrısı,
• Kronik rinosinüzit,
• Nazal obstrüksiyon,
• Koku alma bozuklukları,
• Pürülan/kanlı nazal akıntı,
• Epifora,
• Sinüslerde mukosel oluşumu,
• Kronik komplikasyonlar; nazal septal perforasyon, yer burun deformitesi,
şitme kaybı ve trakeal kollapsdır (59),
• Üst hava yolları tutulumunda daha az görülen bulgular; ses kısıklığı, sitridor,
oral ülserler, kulak ağrısı, proptoz ve görme kaybı ile beraber olan orbital
psödotümör (62)
Bir başka sistemik vaskülit olan CSS de, kronik rinosinüzit ile karakterizedir. Bununla beraber, eşlik eden hastalıkla ilişkili bulgular farklıdır ve bunlar; nazal polipozis, astma ve eozinofilidir. CSS’e bağlı sinonazal hastalığın nekrotizan olma
ihtimali, WG’dan daha azdır (52).
Alt solunum sistemi: Pulmoner tutulumu olan hastaların 1/3’ünde, belirgin
semptomlar olmayabilir. Başlıca semptomlar; öksürük, hemoptizi (alveoler hemorajiye ve/veya trakeobronşiyal hastalığa bağlı), dispne ve plöretik ağrıdır. Bu
semptomlara, pulmoner konsolidasyon, pulmoner nodüller ve/veya plevral effüzyona ait bulgular eşlik edebilir. Pulmoner semptomlara genellikle üst solunum
sistemi semptom ve bulguları eşlik eder. Trakeobronşiyal sistemde granülomlar
gelişebilir. Trakeal tutulum subglottik stenozla sonuçlanabilir.
Alveoler hemoraji: Diffüz alveoler hemoraji (DAH) WG’nun önemli ve yaşamı tehdit eden, pulmoner bulgularından biridir (9-15). Hastaların %5-45’inde
PULMONER VASKÜLİTLER
207
gelişir, hastalığın ilk bulgusu olabilir (63,64). Glomerulonefrit eşlik ettiği zaman
pulmoner-renal sendrom olarak adlandırılır.
Renal tutulum: Renal tutulum olguların %40’ında başlangıçda, %70-80’ninde
ise hastalığın seyri sırasında gelişir (52). Fokal segmental nekrotizan glomerulonefrit gelişir. Buna bağlı laboratuar bulguları saptanır. Böbrek yetmezliğine yol açabilir.
LABORATUVAR BULGULARI
Pulmoner tutulum da dahil olmak üzere, WG’unda laboratuar bulguları genellikle
nonspesifiktir. En sık rastlanan bulgular; lökositoz, trombositoz (>400,000/mm3),
eritrosit sedimentasyon hızında belirgin artış (>100 mm/saat) ve normokrom,
normositik anemidir (53). Sınırlı WG’da plazma kreatin düzeyi ve idrar tetkiki normal olabilir. Buna karşın klasik WG’lu hastalarda ise, değişen düzeylerde
plazma kreatin düzeyinde artış, hafif ila orta derecede proteinüri ve hematüri,
lökosit, eritrosit ve diğer hücre silendirleri ile aktif üriner sediment gözlenir.
Antinötrofil sitoplazmik antikorlar (ANCA): Aktif WG’lu hastaların (hem
akciğer ve hem de böbrek tutulumu olan) %90’ında serumda ANCA pozitiftir
(58). WG’lu hastaların çoğunda IIF ile c-ANCA, ELISA ile de proteinaz 3’e karşı
gelişen otoantikorlar, yani PR3-ANCA saptanır. Olguların az bir kısmında ise
MPO-ANCA pozitiftir.
SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ
Hem restriktif ve hem de obstrüktif patern görülebilir (58).
En sık görülen bulgu, hava akımında obstrüksiyon ve sıklıkla buna eşlik eden
karbon monoksid diffüzyon kapasitesinde düşüklüktür.
• Hava akımında obstrüksiyon, trakeal obstrüksiyonun veya lober kollapsın habercisi olabilir.
• Diffüz interstisyel tutulum olan olgularda akciğer hacimlerinde düşüklük saptanır.
• DLCO; aktif alveoler hemorajisi olan hastalarda belirgin olarak artar.
• Tedaviyi takiben akciğer fonksiyonları sıklıkla iyileşir, bununla beraber diffüzyon kapasitesi normale dönmeyebilir.
RADYOLOJİ
Akciğer grafisi: WG’lu hastaların büyük bir kısmında, akciğer grafisinde bulgular vardır, ancak görünümler oldukça değişkendir. Aynı hastada aşağıdaki radyolojik bulguların biri veya daha fazlası görülebilir;
• Kaviteleşebilen nodüller
• Alveoler opasiteler
• Diffüz belirsiz opasiteler
208
PULMONER VASKÜLİTLER
• Lober veya segmental atelektazi
• Plevral opasiteler
• Hiler adenopati
Sınırlı veya klasik WG’lu hastaların bulguları arasında belirgin bir fark yoktur.
En sık görülen radyolojik bulgular nodüller (%40-90) ve yama şeklinde veya diffüz
opasitelerdir (%20-50) (65,66). Pulmoner parankimal nodüller tek veya multipl
olabilir ve çapları ise bir kaç milimetre-10 cm arasında değişir. Nodüller tipik olarak
diffüz dağılımlıdır ve %25-50 oranında kaviteleşirler (67). WG’da ki nodüller ve kitlelerde günler ve birkaç hafta içinde oluşan hızlı değişiklikler, malignite ile ayrımda
yol göstericidir. Nodüller subplevral alanları veya daha az sıklıkla da peribronkovasküler alanları tutar, fakat üst veya alt akciğer zonları gibi bir tercih söz konusu
değildir. Nodüllerin kenarları iyi veya kötü sınırlı, çevrelerinde halo bulgusu olabilir.
Hastalığın progresyonu ile, nodüller ve kitleler büyüklük ve sayı olarak artmaya
meyillidirler, bazen birleşirler CT’de 2 cm’den daha büyük olan nodüllerin çoğunun kaviteleştiği görülür. Kaviteler genellikle kalın duvarlı ve iç sınırları irregülerdir.
Fakat tedavi ile ince duvarlı olabilir ve boyutları küçülebilir (65,68).
Nodül ve kitlelerin yaklaşık olarak %50’si tedavi ile rezolve olur, %40’ının boyutu
azalır (belirgin rezidüel hasar bırakarak) ve %10’u ise değişmeden kalır (69).
Fokal segmental opasiteler ve/veya atelektazilerde olabilir, nedeni sıklıkla granülomatöz inflamatuar yapıdan oluşan endobronşiyal tutulum alanının distalindedir. Daha az sıklıkla görülen diğer lezyonlar; plevral effüzyon, bilateral diffüz opasiteler (genellikle alveoler hemorajiye bağlı), hiler adenopati, spontan
pnömotoraks (subplevral kaviter nodülün ruptürüne bağlı), kavite içinde fungus
(örn.,aspergilloma) topudur.
Bilgisayarlı tomografi: BT akciğer grafisinde görülemeyen veya daha önce
şüphelenilmeyen nodül içinde bir kaviteleşmeyi veya alveoler opasiteleri ve diğer
lezyonların ortaya çıkarılması için faydalıdır. İlave olarak BT sık olarak görülen
vasküliti düşündüren diğer bulguların da görülmesini sağlar ve vaskülit şüphesi
gelişir (67).
BT bulguları;
• Nodüllere ve kavitelere uzanan damarlar (besleyici damar)
• Pulmoner mikroinfarktları düşündüren küçük periferal, kama şeklinde dansiteler
• Sıklıkla bronşiyal lümenin daralmasına bağlı, lober segmental ve subsegmental bronkovasküler dalda manşet görünümü (cuffing)
• Genişlemiş, irregüler ve yıldız şeklinde periferal pulmoner arterler (“vaskülit”
bulgusu)
• Trakeal veya bronşiyal stenoz
PULMONER VASKÜLİTLER
209
Diğer BT bulguları (67);
Boyutları bir kaç milimetre ila 10 cm arasında nodüller
• Yama şeklinde veya diffüz,
buzlu cam veya konsolidasyon şeklinde opasiteler
(diffüz pulmoner hemorajiye veya aktif vaskülite bağlı
polabilir). Bazen, konsolidasyon alanında kavitasyon
gelişebilir (Resim 5)
• Retiküler patern, interlobüler septal kalınlaşma veya
balpeteği görünümü (hastaların az bir kısmında)
Şekil 5. Konsolidasyon ve kaviter nodül görünümü olan
bir Wegener olgusu
• Hiler adenopati
Tablo 5. WG’da hastalık kategorizasyonu
Çalışma Klinik KBB ve Tehdit
Diğer
Grubu subgrup Akciğer
edici
tanımlamalar
dışı
organ
sistemik fonksiyo
bulgusu
EUVASLokalize Hayır Hayır
Konstitüsyonel
Semptom yok,
Tipik olarak
Serum
Kreatinin
(μm)
Araştırma
<120
Erken Evet
Hayır
sistemik
Yaygın
Evet
Evet
Konstitüyonel
Semptomlar var, ANCA pozitif
<120
NORAM
ANCA pozitif
<500
CYCAZARE
>500
MEPEX
Herhangi
bir
SOLUTION
Ağır
Evet
Organ ANCA
yetmezliği pozitif
Refrakter
Evet
Evet
Standart tedaviye yanıtsız
WGET Araş.grubu/ VCRC
Sınırlı
Evet
Hayır
Eritrosit Eritrosit silendir
silendirleri yok
yok,
Kreatinde bazal Kreatinde
değerin >%25 artış bazal değerin
yok
>%25 artış yok
WGET
Ağır
Evet
Evet
Sınırlı olarak sınıflandırılamayan herhangi WGET
Herhangi bir
değer
EUVAS: Avrupa vaskülit çalışma grubu, VCRC: Vaskülit klinik araştırma konsorsiyumu, WGET: Wegener
granulomatozisi etanercept çalışması (74)
210
PULMONER VASKÜLİTLER
Biyopsi: Sinonazal biyopsilerde tipik olarak, nekroz ve kronik enflamasyon görülür, vaskülit seyrek olarak görülür. Orbital psödotümör, bronşiyal sistemdeki endobroşial lezyonlarda granülomatöz doku saptanabilir. Böbrek biyopsilerinde ise
fokal segmental, nekrotizan, kresentik glomerülonefrit ile birlikte elektron mikroskopta immünfloresanla çok az sayıda immün kompleks izlenebilir.
TANI
WG tanısı, uygun klinik ve radyolojik bulguları olan bir hastada, histopatolojik
olarak vaskülit veya granülomatöz inflamasyon ve kanda PR3-ANCA saptanarak
konur.
TEDAVİ
Tedavinin olmadığı veya etkin tedavinin uygulanmadığı yıllarda WG’lu hastalarda
ortalama survey 5 aydı ve mortalite böbrek yetmezliği veya solunum yetmezliğine bağlıydı. Günümüzde etkin tedaviyle survey uzamış olmakla birlikte, relaps
olguların %50’de gelişmektedir (70).
WG ve MPA’de tedavi; remisyon indüksiyonunu takiben, idame tedavi şeklinde
yapılmaktadır. Güncel tedavi; hastalığın ağırlığına ve yaygınlığına dayanarak belirlenir ve buna göre hastalık 3 gruba ayrılır; 1) lokalize ve/veya erken, 2) tehdit
edici organ tutulumu ile birlikte jeneralize hastalık ve 3) ağır / hayatı tehdit edici
organ tutulumu (Tablo 3) (71).
A-Remisyon İndüksiyon Tedavisi
1. Lokalize/erken sistemik hastalık
İnisiyal tedavi ya cyclophosphamide (CYC) (günlük oral 2 mg/kg veya 2 veya
3 haftalık aralarla 15 mg/kg IV pulse şeklinde) veya methotrexate (MTX)
(15 mg/hafta olup, 12 haftada maksimum 20-25 mg/hafta doza yükselen) ile
yapılmalıdır. MTX ile relaps oranı yüksek olabilir (A). Progresyon veya relaps
olduğunda CYC ile tedavi edilmelidir (71). Trimetoprim-sulfametoksazol (TMPSMX) sadece üst hava yollarında sınırlı hastalığı olan olgularda verilebilir, diğer
organ tutulumlarında verilmemelidir.
2. Jeneralize/tehdit edici organ tutulumu
Jeneralize/tehdit edici organ hastalığında inisiyal tedavi CYC (günlük oral 2
mg/kg veya 2-veya 3-haftalık aralarla 15 mg/kg IV pulse şeklinde) ve steroidleri (1 mg/kg, 60 mg) içermelidir (A). CYC sürekli düşük doz, oral tedavi
şeklinde veya başlangıçta 2 haftalık ve daha sonra 3-haftalık intervallerle IV
puls tedavisi şeklinde verilebilir (A) Remisyon oranları ve relaps riskinde artış
olmaması açısından, oral ve IV tedavi rejimleri arasında bir fark yoktur (A).
Sürekli oral düşük doz CYC tedavisinde total CYC dozu daha yüksektir ve
enfeksiyon riskinde belirgin artış söz kosudur. Eğer başarılı bir remisyon sağ-
PULMONER VASKÜLİTLER
211
lanmışsa; sürekli düşük doz oral CYC kullananlarda 3. ayda ve pulse İV CYC
kullananlarda 3-6 ayda idame tedaviye geçiş yapılır (A). Her iki grupta da,
hastalıkta başarılı bir remisyon sağlanmışsa, maksimum tedavi süresi olarak 6
ay hedeflenmelidir (71).
3. Ağır/hayatı tehdit edici hastalık
Ağır böbrek yetmezliği ile gelen AİV’li hastalar (kreatin >500 μmol/l) CYC (ya IV
puls veya sürekli düşük doz oral) ve steroidlerle (1 mg/kg, 60 mg veya intravenöz
steroidler, puls steroid tedavisi (500-1000 mg/gün metilprednizolon) birlikte adjuvan plazmaferez ile tedavi edilmelidirler (A). Plazmaferez; pulmoner hemoraji gibi
diğer hayatı tehdit eden diğer hastalık göstergelerinde de düşünülmelidir (C) (71).
B-İdame Tedavi
Dört hafta sonra eğer iyileşme varsa prednizolon azaltılır. 6-9 ay içinde kesilir.
CYC remisyon sağlamak için sadece ilk 3 ile 6 ay kullanılmaktadır. Başarılı
bir remisyonu teminini takiben, CYC bırakılmalı ve günlük azathioprin veya
haftalık MTX metotreksata geçiş yapılmaldır. (A) Her ne kadar idame tedavinin
optimal süresi tam açıklık kazanmasa da toksisite yoksa, remisyonu takiben
azathioprin veya metotreksatla tedaviye en az 24 ay devam edilir. (B) ANCA
pozitifliği devam eden hastalarda 5 yıla kadar immünsupresyona devam edilmelidir (C).
WG’da remisyon tayini yaparken Birmingham vaskülit aktivite skorlaması
(BVAS) kullanılabilir. Böylece hastalığın oluşturduğu hasarın bulguları ile aktiviteyi gösteren bulgular arasında ayrım yapılabilir (72).
CYC’e intoleransı olan hastalar: CYC’e intoleransı olan hastalarda, alternatif tedavi olarak; MTX, azotioprin, leflunomid veya mikofenolat mofetil verilebilir
(B,C).
Subglottik stenoz: Sistemik tedaviye cevap vermeyebilir. Bu olgularda mekanik dilatasyon ve lokal glukokortikoid uygulanır (73).
MİKROSKOPİK POLİANJİTİS (MPA)
MPA arteriolleri, venülleri ve kapillerleri etkileyen sistemik nekrotizan bir vaskülittir. MPA’in WG ile birçok benzer yanı vardır (74,75).
MPA arteriolleri, venülleri ve kapillerleri etkileyen sistemik nekrotizan bir vaskülittir. MPA’in WG ile birçok benzer yanı vardır. Erkeklerde daha sıktır ve ortalama
başlangıç yaşı 50’dir (76). Pulmoner tutulum hastaların %50’sinde bulunur ve
alveoler hemoraji şeklinde olan bu tutulum, yaşam tehdidi oluşturur. Diffüz alveoler hemoraji olguların %30’unda hastalığın başlangıcında bulunur (77). Hastaların tama yakınında hızlı progressif glomerulonefrit vardır ve MPA pulmoner
renal sendromun en sık görülen nedenidir (43).
212
PULMONER VASKÜLİTLER
Tablo 6. MPA’de bulgular (15)
Klinik bulgular
RPGN, %100
Konstitüsyonel semptomlar, %70-80
Artraljia/miyalji, %50-65
Kutanöz tutulum,%50-65
Mononöritis multipleks, %15-50
GIS tutulumu, %30-45
Pulmoner hemoraji/hemoptizi, %10-30
Oküler tutulum, %0-30
Kardiak tutulum, %10-20
Üst hava yolu tutulumu, %0-15
Radyolojik bulgular
Infiltratlar, %10-30
Mikroanevrizmalar, %0-15
Laboratuar bulguları
Böbrek yetmezliği, %70-100
Proteinüri,%80-90
Hematüri,%65-90
p-ANCA, %50-75
c-ANCA, %10-15Anti-MPO, %35-65
Klinik
Klinik sıklıkla subakut seyirlidir. Sinsi uzun
süreli prodromal fazda vaskülitler için spesifik olmayan semptom ve bulgular olarak;
halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, gece terlemeleri, ateş, artraljiler, miyaljiler, kilo kaybı
veya hemoptizi görülür. Bu semptomlar
daha akut seyirli karakteristik hastalık formu gelişmeden önce, haftalar veya aylar
süresince devam edebilir. Ayrıca abdominal ağrı, hipertansiyon ve renal yetmezlikle sonuçlanabilen hızlı progressif glomerülonefrit (RPGN) görülebilir. Primer RPGN
geçiren hastaların ayırıcı tanısında mutlaka MPA akla gelmelidir. Akciğer tutulumu
olan MPA’lı hastalar pulmoner hemoraji
ile gelirler ve dolayısıyla genellikle nefes darlığı ve hemoptizi şikâyetleri vardır.
MPA'de görülen diğer organ tutulumları ve
oranlerı Tablo 5'de sunuldu.
Histoloji
Histolojik olarak, akciğerlerde alveoler
hemoraji ve nötrofilik kapillerit görülür. Hemosiderin içeren makrofajlar, taze
kan ve fibrinle karışmıştır. Kapillerite bağlı alveoler septalarda nötrofiller vardır
ve buna karşın alveol boşluklarında nötrofil olmaması vaskülit tanısını düşündürür. Buna karşın granülom görülmez. Granülomların, dev hücrelerin ve eozinofilinin olmaması MPA’in diğer vaskülitlerden ayrımını sağlar. Böbrek biyopsisinde
tipik olarak segmental nekrotizan glomerülonefrit saptanır ve sıklıkla kresentler
eşlik eder. İmmünfloresan ve elektron mikroskopisinde pauci-immündür.
Tanı
Erken tanı koymak önemlidir, çünkü tedaviye erken başlayarak hem ölüm ve
hem de organ yetmezliği önlenmiş olur. MPA tanısı, uygun klinik tablo ve doku
biyopsisi bulgularına dayanır. WG’un tersine MPA’da granülomatöz enflamasyon bulunmaz. Akciğer patolojisinde kapillerit görülür ve antiglomerüler bazal
membran hastalığından farklı olarak, lineer immünflöresan yoktur. Renal histoloji WG’a benzer ve bir kaç tane veya hiç immün kompleksin izlenmediği fokal
segmental nekrotizan glomerülonefrit saptanır.
Laboratuar
Vasküliti düşündüren semptomlarla gelen hastalarda, ANCA testi istenmelidir.
MPA’de primer olarak MPO-ANCA, olguların yaklaşık olarak %20’sinde ise al-
PULMONER VASKÜLİTLER
213
ternatif olarak PR3-ANCA saptanır ve en az %10’unda ise ANCA negatiftir.
(78). Renal tutulumun olmadığı MPA’li 66 hastayı içeren bir çalışmada, sadece
%48’inde ANCA pozitifliği görülmüştür (79). Böbrek tutulumu olan hastalarda,
idrarda hematüri, proteinüri, eritrosit silendirleri, kanda ise üre ve kreatin yüksekliği saptanabilir. Rutin laboratuar testleri genellikle nonspesifiktir. Lökositoz,
trombositoz (>400,000/microL), eritrosit sedimentasyon hızında ve C-reaktif
proteinde yükseklik, normokrom normositik anemi görülebilir. Diğer testler;
ANA, C3, C4, kriyoglobulinler, hepatit serolojisi, HIV taraması, karaciğer fonksiyon testleri ve kan kültürü, benzer konstitüsyonel semptomlar görülen diğer
hastalıkları ekarte etmeye yarar.
Radyoloji
Alveoler hemoraji gelişen hastalarda PA akciğer grafisinde, infiltrasyon veya
konsolidasyon alanları izlenir.
Ayırıcı tanı
Astma ve eozinofili CSS ile MPA ayrımını sağlar. Histopatolojik olarak granülomların ve dev hücrelerin olmaması WG’dan ayrımını sağlar (80). MPA, orta
çaplı müsküler arterlerin vasküliti olan klasik poliarteritis nodosadan (PAN), klinik tablo ve ANCA ile ayırdedilir. Klasik PAN’ın ana özellikleri; renal enfarktlar,
renal vaskülit ve visseral anevrizmalardır. MPA’li hastaların ¾’üne yakını ANCA
pozitiftir, klasik PAN’da ise ne PR3 ve ne de MPO-ANCA saptanmaz (58).
Tedavi: Wegener granulomatozisi ile aynı tedavi protokolu uygulanmaktadır.
MPA steroidlere ve siklofosfamide cevap verir ve tam iyileşme hastaların yaklaşık
olarak %70’inde görülür (81).
CHURG-STRAUSS SENDROMU (CSS)
Churg-Strauss sendromu (CSS) aynı zamanda alerjik granülomatöz angiitis olarak da adlandırılır. Kronik rinosinüzit, astma ve periferal kanda eozinofili ile
karakterize bir multisistem hastalığıdır (82,83). En sık tutulan organ akciğer,
bunu takiben de deridir. Bununla beraber CSS kardiovasküler, gastrointestinal,
renal ve santral sinir sistemi gibi bir çok organ sistemini tutabilir. CSS’e bağlı
morbidite ve mortaliteden daha çok ekstrapulmoner organ tutulumları sorumludur.
Epidemiyoloji:
CSS’in tanı ile ilgili belirsizliklerden ötürü, epidemiyelojisine ait veriler çelişkilidir.
Major vaskülit formlarının yaklaşık olarak %10’u CSS’dur (84).
Üç ANCA-ilişkili vaskülitten en az sıklıkla görüleni CSS’dir (85). Tanı anında
ortalama yaş 40’tır. Altmış beş yaşın üstündeki popülasyonda CSS nadir görülen bir vaskülittir (86,87). Prevalans 3/milyon, her yaştaki erişkinde ve her iki
214
PULMONER VASKÜLİTLER
cinsde de eşit görülür (88). Fransa’da genel popülasyonda yapılan bir çalışmada
prevalans 10.7/milyon olarak bulunmuştur (89). Çocuklarda ve adolesanlarda
nadir olup; bu yaş grubunda görülürse, ağır pulmoner ve kardiovasküler hastalıkla, daha agressiv bir seyir gösterir (90). CSS’de kadın veya erkek hakimiyeti
görülmez (91).
İLAÇLARLA İLİŞKİSİ
Bir çok ilacın CSS’nun ortaya çıkmasında rolü vardır. Astım tedavisinde kullanılan
lökotrien antagonistleri, inhale glikokortikoidler ve omalizumab gibi ilaçların nedensel bir ilişkiden çok, hastalığın ortaya çıkmasında rol oynadığı düşünülmektedir.
Lökotrien antagonistleri: CSS’nin steroide bağımlı astmalı hastalarda oral
steroid dozu azaltılırken, lökotien antagonistleri (LA) (zafirlukast, montelukast,
pranlukast, zileton gibi) ile tedavi edilen hastalarda nadir görülen bir komplikasyon olarak bildirilmektedir (92). LA’nin maskelenmiş CSS’nu şu şekilde ortaya
çıkardığı düşünülmektedir (93);
• LA’leri glikokortikoidlerin bırakılmasını kolaylaştırır ve CSS’nin ortaya çıkmasına yol açar.
• Tanı koyulmamış fakat agreve olan CSS’li bir hastaya semptomlar kötüleştiği
için LA ile tedavi verilir. Ancak CSS’i kontrol altına almakta yetersiz kalır ve
hastalık aşikar hale gelir.
• Bununla beraber bazı hastalarda, LA’nin CSS gelişiminde nedensel bir rol oynama olasılığını ekarte etmek güçtür (94-97). LA kullanırken CSS gelişen 62
hastanın retrospektif analizinde; 57 olguda LA başladıktan sonra ilk birinci
yılda CSS geliştiği ve 48’inde ilk 6 ay içinde CSS geliştiği saptanmıştır (94). Bu
olguların 2’sinde, LA’ne yeniden başlanmasıyla, sabit dozda steoid tedavisi
alınmasına rağmen, CSS’de rekürrens geliştiği görülmüştür.
İnhale glukokortikoidler: Bazı hastalarda sistemik glükokortikoidlerin dozunu azaltmak için inhaler glukokortikoid başlandığı veya dozu artırıldığı zaman
baskılanmış CSS’nin semptomatik hale geldiği düşünülmektedir (98).
Omalizumab: CSS ağır astımın tedavisi için omalizumab verilen hastalarda
bildirilmiştir (99,100). CSS’nin semptomlarının, omalizumab ile tedaviden önce
veya sistemik steroidlerin doz azaltımı ile eş zamanlı ortaya çıkması, omalizumabın
CSS’in kötüleşmesine veya belirginleşmesine neden olduğunu düşündürmüştür.
Kokain: Serbest bazlı kokain kullanımına bağlı, CSS’e benzer bir vaskülit saptanmıştır (101). Kokain kullananlarda CSS tanısı komplikedir, çünkü hem akut
ve hem de kronik eozinofilik pnömoni, kokain toksisitesinin bulgularıdır ve kokaine bağlı destrüktif burun lezyonları olan hastaların çoğunda ANCA pozitif
saptanır (102). Bu hastalardaki ANCA hedef antijen olarak nötrofil elastaza karşı
PULMONER VASKÜLİTLER
215
gelişen ANCA’dır, ancak bazen PR3 ve diğer serin proteazlara karşı gelişen otoantikorlarda görülebilir (103).
PATOLOJİ
Etkilenen herhangi bir organda CSS’nin major histopatolojik bulguları şunlardır (84);
Eozinofilik infiltrasyon
• Belirgin ve bazen oldukça yaygın nekroz alanları
• Özellikle küçük arterlerde ve venlerde eozinofilik ve dev hücreli vaskülit
• İnterstisyel ve perivasküler nekrotizan granülomlar
Akciğerlerdeki patolojik bulgular (84); astmatik bronşit, eozinofilik pnömoni,
ekstravasküler granülomlar veya vaskülit (arterleri, venleri, kapillerleri etkileyen)
görülebilir. Aynı zamanda alerjik granülomlar diye de adlandırılan CSS’ndaki
granülomlar; nekrotik eozinofillerden oluşan nekrotik santral zonu çevreleyen,
multinükleer dev hücreler ve sınırda histiositlerden oluşur. Vasküler infiltratlar
ise sıklıkla; kronik inflamatuar hücreler, eozinofilik infiltratlar, epiteloid hücreler,
multinükleer dev hücreler ve/veya nötrofillerden oluşur. Diffüz pulmoner hemoraji ve kapillerit görülebilir.
Endomyokardial biyopsilerde; tipik olarak eozinofilik infiltrasyon ve endomyokarditis görülür, vaskülit görülmez (104).
Böbrekte ise en sık nekrotizan kresentik glomerülonefrit olmak üzere, eozinofilik
interstisyel nefrit, mezenşial glomerülonefrit ve fokal segmental glomeruloskleroz da görülür (105).
Cilt biyopsilerinde; eozinofil infiltrasyonu ile birlikte olan lökositoklastik vaskülit
görülür (106). Dermal sinir liflerinde granülomlar ve/veya eozinofilik infiltrasyonda saptanabilir.
Histopatolojik bulgular hastalığın fazına göre değişkenlik gösterebilir (84);
Prevaskülitik fazda; vaskülit olmaksızın dokularda eozinofilik infiltrasyon
• Vaskülitik fazda; damar duvarlarında nekrotizan vaskülitten çok, nondestrüktif infiltrasyon izlenir
• Postvaskülitik fazda iyileşen vasküler lezyonlar organize trombüse benzer, fakat elastik tabakada yaygın destrüksiyon da eşlik eder. Bu geç fazda eozinofilik infiltrasyon olmayabilir.
KLİNİK ÖZELLİKLER
Hastalığın fazları: Lanham ve arkadaşları (88) CSS’de klinik olarak tipik 3
ardışık faz tanımlamıştır. Ancak bu fazlar şeklinde ayrım görecelidir, fazlar belirgin olamayabilir, hepsi gerçekleşmeyebilir veya sıralama farklı olabilir (88,107).
216
PULMONER VASKÜLİTLER
Prodromal faz: Bu faz hastaların yaşamlarının 2. ve 3. dekadlarında gelişir.
Atopik hastalık, sinüzit, alerjik rinit ve astma ile karakterizedir.
Eozinofilik faz: Bu fazın özellikleri; periferal kanda eozinofili ve özellikle akciğer ve gastrointestinal sistem olmak üzere birçok organda eozinofili gelişmesidir.
CSS’li hastaların yaklaşık olarak %40’ı sistemik vaskülit gelişmeden önce pulmoner opasiteler, astma ve periferal eozinofili ile gelirler (88).
Vaskülitik faz: Yaşamın 3. ve 4. dekadlarında, orta ve küçük-çaplı damarlarda
hayati tehlike oluşturan sistemik vaskülit gelişir. Sıklıkla vasküler ve ekstravasküler granülomlar oluşur (108). Vaskülitik faz öncesinde nonspesifik konstitüsyonel
semptom ve bulgular, özellikle de, ateş, kilo kaybı, halsizlik ve yorgunluk gözlenir.
Astma ve akciğer hastalığı: Astma CSS’nun en önemli, ana klinik özelliğidir ve hastaların %95’inden fazlasında görülür. 32 yıllık bir çalışmada, CSS’li 96
hastada en sık rastlanan özelliğin astma, ikinci sırada ise mononöritis multipleks
olduğu saptanmıştır (108). CSS’li hastalarda astmanın başlangıç yaşı diğer astmalılara kıyasla daha geçtir (109). Ağırlığı ve süresi değişken olmakla beraber,
astma genellikle vaskülitik fazdan yaklaşık olarak 8-10 yıl önce görülür (108,110).
Tipik olarak orta dozlarda inhale glukokortikoidlerle kontrolü başarısız olan astmalı
hastalarda CSS şüphesi oluşur, CSS tanısı koyulan bir çok hasta, astım kontrolü
için sık ve uzun süreli sistemik steroid ihtiyacı olan hastalardır (111). Vaskülitik faz
başlayınca astmanın ağırlığı ve alevlenme sayısı artabilir. Nadiren vaskülitik fazın
erken evrelerinde astma semptomları azalır. Astmanın glikokortikoidlerle uzun
süreli tedavisi, CSS’nun olağan klinik bulgularının kısmen veya tamamen baskılanmasına neden olur. Dolayısıyla glukokortikoid dozca azaltılınca veya kesilince
hastalık belirgin hale gelir (112,113).
Diğer pulmoner bulgular %50-70 oranında görülür ve bunlar; eozinofilik pulmoner opasiteler, plevral effüzyon (sıklıkla eozinofilik), nadiren kaviteleşen nodüller
ve alveoler hemorajidir (82).
Üst hava yolları ve kulak hastalıkları: Alerjik rinit, CSS’in sık görülen bulgularındandır. Burun ve paranazal sinüslerin diğer tutulum formları sık görülür
ve bunlar; nazal obstrüksiyon, rekürren sinüzit ve nazal polipozisdir. 29 CSS’li
hastayı içeren bir seride; nazal polipozis %60 oranında saptanmıştır (114). Akciğer ve diğer organlarda eozinofilik infiltrasyon başlamadan önceki dönemde,
hastalık aspirinin alevlendirdiği respiratuar hastalığa benzer. Kronik seröz otit
ve sensorinöral işitme kaybı bazen görülür ve rinosinüzitin ağırlığını yansıtır
(115,116). Nazofarenksde ve üst hava yolunda nekrotizan lezyonlar, WG’u için
daha karakteristiktir, CSS’de ise nadir görülür.
Deri: Vaskülitik fazdaki CSS’nun en sık rastlanan özelliklerinden biri deri tutulumudur. CSS’li hastaların yarısı-üçte ikisinde deri lezyonları vardır. Bu lezyonlar
genellikle kolların ekstensör yüzünde, özellikle dirsek, eller ve baldırda gelişen
subkutan nodüllerdir (82). Bu lezyonların biyopsisinde genellikle granülom sapta-
PULMONER VASKÜLİTLER
217
nır. Deri lezyonları olarak ayrıca palpabl purpura, maküler veya papüler eritematöz döküntü ve peteşi ila yaygın ekimoz arasında değişen hemorajik lezyonlardır.
Kardiovasküler: Kalp tutulumu, yaklaşık olarak ½ oranında CSS nedenli ölüme yol açan en ciddi tutulumlardan biridir (104,117). Özellikle koroner arterit,
endomyokardit/kardiomyopati sıktır. Kalp tutulumunun bulguları; refrakter dispne, kalp yetmezliği bulguları, iletimde gecikmeler, myokard enfarktüsü, valvüler
hastalık, perikardial hastalık, ritm bozuklukları, nonspesifik EKG bulguları ve ani
ölümdür (104). Kalp tutulumu olan hastalarda, olmayanlara kıyasla, CSS’e bağlı
semptomların süresi kısadır. Kırk dokuz CSS’li olguyu içeren bir seride kardiak
tutulum tanısı, elektrokardiogram ve kontrastlı kardiak magnetik rezonans ile koyulmuştur (104). Tüm hastalarda EKG anormallikleri, valvüler yetersizlik %73,
perikardial effüzyon %50 ve kalp yetmezliği %41 oranında saptanmıştır. Endomyokardial tutulum 12 hastada kardiak MR’da mural trombüs görülerek ve pozitif
endomyokardial biyopsi ile tanı almıştır (104). Hastaların çoğu tedavi ile iyileşmiş,
endomyokardial hastalığı olan 2 hasta ise kalp yetmezliğinden ölmüştür. Kardiak
tutulumu olan hastalarda ANCA pozitifliği oranı daha düşük, periferik kanda eozinofil sayısı ise diğer CSS’li hastalara kıyasla daha yüksek bulunmuştur.
Nörolojik: Periferal nöropati, genellikle de mononöritis multipleks, CSS’lu hastaların %75’inde görülür (82,108). Tedavi, edilmediği takdirde ilerleyerek simetrik veya asimetrik polinöropatiye dönüşür (118). Ciddi nöropatik ağrı polinöropatiye eşlik edebilir (119). Ayrıca subaraknoid ve serebral enfakt bildirilmiştir,
fakat çok nadirdir.
Renal: Renal tutulum sıklığı açısından çalışmalar arasında çok farklılık vardır
(120,105). Yüz on altı hastayı içeren geniş bir seride, renal tutulum 31 hastada
(%27) saptanmıştır (105). Olguların yarısında, hızlı progressif veya akut renal
yetmezlik (plazma kreatin konsantrasyonu >1.4 mg/dL), diğerlerinde ise izole
proteinüri veya mikroskopik hematüri gözlenmiştir. Renal biyopsi yapılan 16
hastanın 11’inde nekrotizan glomerulonefrit saptanmıştır. ANCA pozitifliği glomerulonefrit saptanan hastaların hepsinde varken, renal tutulumu olmayanlarda
ise %26 oranında bulunmuştur. Sistemik hipertansiyon CSS’li hastaların yaklaşık
olarak %10-30’nu etkiler ve renal tutulumu yansıtabilir veya glukokortikoid tedavisinin komplikasyonu olabilir (6,7,24).
Gastrointestinal sistem: Eozinofilik gastroenterit; abnominal ağrı (%59), diyare
(%33), gastrointestinal kanama (%18) ve kolit şeklinde bulgulara yol açar (121).
Kas-iskelet sistemi: Miyalji, yer değiştiren poliartraljiler ve belirgin artrit az sıklıkla görülür, fakat hastalığın vaskülitik fazında, olguların %40-50’sini etkiler (108).
Lenfadenopati: Eozinofilik lenfadenopati hastaların %30-40’ında bildirilmiştir (113). 3 cm çapına kadar varan, servikal, aksiler, mediastinal veya hiler lenfadenopatiler bildirilmiştir (122).
218
PULMONER VASKÜLİTLER
TANI
CSS şüphesi astma, periferal eozinofili ve alerjik rinit gibi klinik özelliklere dayanarak uyanır. Bununla beraber aşağıdaki çelişkili faktörlere bağlı olarak tanıyı
kanıtlamak güçtür.
• Akciğer parankim tutulumunun klasik bir formu yoktur.
• Bazı bulgular, ek bulgular klinik olarak belirgin olmadan çok önce ortaya
çıkabilmektedir.
• CSS vaskülit olarak sınıflansa da, ANCA olguların sadece %40-60’ında saptanır. Ayrıca biyopsilerin çoğunda, nekrotizan vaskülit veya granülom görülmez.
Daha çok, damar duvarlarında nondestrüktif eozinofil infiltrasyonu görülür.
• Son yıllarda yeni görüş olarak ANCA pozitifliği olup, renal tutulumun daha
fazla olduğu form ve ANCA negatif olup, daha belirgin eozinofili ve daha sık
kardiak ve daha ağır pulmoner hastalıkla seyreden form olmak üzere 2 CSS
klinik formu tanımlanmıştır (123).
LABORATUVAR
Her ne kadar eozinofili karakteristik bir bulgusu ise de, CSS için spesifik bir laboratuar testi yoktur. CSS şüphesi olan hastalarda; tam kan sayımı, total eozinofil
sayısı, IgE düzeyi ve duyarlılığı düşükte olsa ANCA istenmelidir.
Eozinofili; periferal eozinofili en karakterstik bulgusudur. >1500 hücre /microL
eozinofil sayısı, eozinofillerin total lökosit sayısına oranı >%10 ise CSS şüphesi uyanmalıdır. Ancak eozinofil sayısında, hızlı spontan veya glukokortikoidlere
bağlı düşmeler veya fluktuasyonlar nedeniyle eozinofili atlanabilir.
ANCA; olguların %40-60’ında pozitiftir (110,123). ANCA pozitif hastaların %7075’inde MPO-ANCA saptanır (110,123). Tam olarak kanıtlayıcı veriler omasa da,
ANCA negatif ve pozitif olguların bulgularında farklılıklar gözlenir (107). Yeni CSS
tanısı koyulmuş 112 hastalık bir seride; ANCA pozitifliği olan hastalarda; renal tutulum ve periferik nöropati, biyopsi kanıtlı vaskülit, bunun yanında ANCA negatif
hastalarda ise; kalp hastalığı ve ateş olduğu gözlenmiştir (124).
Akut faz reaktanları: Eritrosit sedimentasyon hızı ve C-reaktif protein nonspesifiktir ve CSS ile enfeksiyonların ayrımında işe yaramaz. Dolayısıyla CSS
tanısında kullanımları fazla önem taşımaz.
Diğer laboratuar testleri: CSS şüphesi yüksek olan veya tanı konulan hastalarda hastalığın yaygınlığını değerlendirmek amacıyla, idrar tahlili, serum kreatin
düzeyi ve serum kreatin kinaz-MB gibi testler istenir. CSS’de izlenen nonspesifik
laboratuar bulguları şunlardır;
• Normokrom, normositik anemi
PULMONER VASKÜLİTLER
219
• Lökositoz
• IgE düzeyinde yükseklik sıktır ve vaskülitin aktivitesine bağlı olarak değişir
• Hipergamaglobulinemi
• Düşük titrede pozitif romatoid faktör
• Normal veya yüksek kompleman düzeyi (C3, C4, CH50)
RADYOLOJİ
Akciğer grafisi tipik olarak astım atağı sırasında veya periferal eozinofiliyi değerlendirmek için istenir. Akciğer grafisi olguların %70’inde, YRBT ise %90’nında
bulgu verir ve başlıca akciğer grafisi bulguları şunlardır (125);
Lober veya segmental dağılımı olmayan geçici ve yama şeklinde opasiteler
• Aksiller ve periferal dağılım gösteren simetrik opasiteler
• Hiler adenopati ile beraber hilusdan ışınsal opasiteler
• Diffüz interstisyel veya milier opasiteler
• Pulmoner hemorajiye bağlı yaygın parankimal lezyonlar
• Hava hapsi/hiperinflasyon
• Kavitasyon göstermeyen bilateral nodüller
• Hiler adenopati (sık görülmez)
• Plevral effüzyon, hastaların %30’unda görülür, eksüda niteliğinde ve eozinofiliktir (126).
• Astmatik bir hastada, akciğer grafisinde başlıca akciğer periferini tutan konsolidasyon alanları görüldüğünde akla gelen başlıca tanılar; kronik eozinofilik
pnömoni, CSS ve organize pnömoni olmalıdır.
Yüksek rezolüsyonlu bilgisayalı tomografi tipik olarak; açıklanamayan dispne,
anormal akciğer grafisi, düşük diffüzyon kapasitesi veya düşük nabız oksimetrisi
gibi gaz transfer anormallikleri nedeniyle istenir. YRBT’de en sık görülen anormallik, hastaların %90’da görülen, bilateral buzlu cam opasiteleri veya konsolidasyondur (110). Bunlar genellikle simetrik bir dağılım gösterir ve sıklıkla periferal ağırlıklıdır; daha az sıklıkla da peribronşiyal veya yama şeklinde rastgele dağılımlıdır (127). CSS’nda diğer YRBT bulguları; peribronşiyal kalınlaşma, septal
kalınlaşma, yaygın olarak dağılmış yama şeklinde belirsiz opasiteler, buzlu cam
görünümleri, fokal konsolidasyon, plevral effüzyondur (110). Unilateral veya bilateral plevral effüzyon CT’de hastaların %10-50’sinde görülür ve kardiomyopati sonucu gelişen sol kalp yetmezliği veya eozinofilik plörit nedeniyle gelişebilir
(127). Bir seride olguların %10-17’sinde parankimal konsolidayon veya buzlu
cam görünümü tanımlanmıştır (128). Bu bulgular CSS için spesifik değildir, fakat
220
PULMONER VASKÜLİTLER
bronkoalveoler lavaj veya biyopsi için alan belirlemede ve hastalığın yaygınlığını
saptamada yararlıdır. Daha az sıklıkla görülen YRBT bulguları; komşuluğundaki
bronşla kıyaslandığında periferal pulmoner arterlerde belirgin genişleme ile beraber bazı pulmoner arterlerin irregüler konfigürasyonudur (129).
Solunum fonksiyon testleri: Spirometrede tipik olarak astma ile uyumlu hava
akımında kısıtlama saptanır. Bazı hastalarda irreverzibil hava akımı kısıtlaması görülür. Akciğer parankim tutulumu olursa, akciğer hacimleri (total vital kapasite,
zorlu vital kapasite) düşebilir. Ayrıca gaz transfer anormalliği olarak; egzersizde ve
istirahatte pulse oksimetrede düşüklük ve diffüzyon kapasitesinde azalma izlenir.
Bronkoalveoler lavaj (BAL): BAL tipik olarak, radyografide interstisyel opasiteleri olan hastalarda, eozinofili, enfeksiyon, alveoler hemoraji veya malignensi
ayrımı için yapılır. CSS’de BAL sıvısında yüksek oranda eozinofil saptanır (genellikle >%33). Bununla beraber bu bulgu CSS için spesifik değildir.
Biyopsi: Her zaman mümkün olmasada açık akciğer biyopsisi, CSS tanısında
altın standarttır. Bunun tersine transbronşiyal akciğer biyopsisi genellikle tanısal
olmaz. Cilt tutulumu veya periferal nöropati varsa, bu alanlardan biyopsi daha az
invazivdir ve akciğer biyopsisine tercih edilir. Bir çalışmada, periferal nöropati ve
CSS’i olan 28 hastanın 15’inde, periferal sinir biyopsisinde nekrotizan vaskülite
ait bulgular saptanmıştır (118). CSS’li hastalardan alınan akciğer biyopsisinde;
astmatik bronşit, eozinofilik pnömoni, ekstravasküler granülomlar veya küçük ve
orta çaplı damarlarda vaskülit gözlenir.
Kardiovasküler testler: CSS tanısı olan hastalarda öncelikle, EKG ve EKO
(duvar hareket bozukluğu, mural trombüs, ve valvüler trombüs araştırılır) istenir.
Eğer bu testlerde anormallikler saptanırsa, kardiovasküler magnetik rezonans
görüntüleme (CMR) (kontrast madde olarak gadolinium) uygulanır. Gadolinium
ile kontrastlı CMR’nin, eozinofilik infiltrasyon bulguları olan endomyokardial
biyopsi ile korelasyon gösterdiği bildirilmiştir (130). Geç görüntüler myokardial
nekrozu gösterebilir (131). Bununla beraber, CCS’de myokardial tutulumu göstermesi açısından duyarlılığı ve özgüllüğü bilinmemektedir. CSS şüphesi varsa,
eğer noninvaziv testler endomyokarditi düşündürüyorsa genellikle endomyokardial biyopsi yapılır. Kardiak tutulumun gösterilmesi önem taşır, çünkü imünsupressiv tedavi başlanma kararını etkiler.
Sınıflama Kriterleri:
Sınıflamada ACR (American Collegeof Rheumatology) ve Lanham kriterleri kullanılmaktadır (88,132). ACR vaskülitin dokümante edildiği hastalarda CSS’nin
sınıflamasında 6 kriter saptamıştır (132). Bu kriterden 4 veya daha fazlasının
bulunmasının CSS açısından duyarlılığı %85, özgüllüğü ise %99.7’dir.
PULMONER VASKÜLİTLER
221
ACR kriterleri:
• Astma
• Periferik kanda >%10 eozinofil
• Mononöropati (multipleksi de içeren) veya polinöropati
• Radyografik olarak gezici veya geçici pulmoner opasiteler
• Paranazal sinüs anormalliği
• Biyopsilerde kan damarlarda ekstravasküler alanda eozinofil birikimi
Lanham kriterleri (88) ise:
• Astım
• Pik periferal kan eozinofilinin 150 hücre/microL’den fazla olması ve
• İki veya daha fazla ekstra-pulmoner organı tutan sistemik vaskülit şeklindedir.
Bu sınıflamada, CSS tanısı için üç kriterinde olması gerekir.
AYIRICI TANI:
CSS’in ayırıcı tanısında, eozinofili ve refrakter astma ile karakterize diğer antiteler yer alır. Ayırıcı tanıda yer alan hastalıklar şunlardır;
• Alerjik bronkopulmoner aspergillozis
• Hipereozinofilik sendrom
• Eozinofilik pnömoniler
• Parazitik enfeksiyonlar
• Steroid-bağımlı astma
• Aspirinin-agreve ettiği respiratuar hastalık
• Wegener granulomatozisi
• Mikroskopik polianjitis
TEDAVİ
Tedavide ilk basamak hastalığın ağırlığını saptamaktır. Bu amaçla en sık kullanılan sistem “beş-faktör skorlaması”dır (BFS) (133). Bu skorlama beş klinik
faktörün varlığına veya yokluğuna dayanmaktadır ve bu faktörler; kardiak tutulum, gastrointestinal hastalık, renal yetmezlik (plazma kreatin konsantrasyonu
>1.6 mg/dL [141 micromol/L]), proteinüri (>1 g/gün) veya santral sinir sistemi tutulumundan oluşmaktadır.
CSS’li bütün hastalarda sistemik glukokortikoid tedavisi önerilmektedir (133).
Prednizon 0.5-1.5 mg/kg/gün dozunda başlanır ve 6-12 hafta veya remisyon
222
PULMONER VASKÜLİTLER
sağlanana kadar bu dozda devam edilir. Daha sonra giderek azaltılır. Fulminant
hastalığı olanlarda başlangıç tedavisi intravenöz glukokortikoidlerle yapılır.
BFS’ı 2 olan ağır hastalık grubundakilerde, sistemik glukokortikoid tedavisine
siklofosfamid eklenmesi önerilmektedir (133). BFS’ı 1 olan hastalarda özellikle
kardiak veya santral sinir sistemi tutulumu varsa, yine sistemik glukokortikoid
tedavisine siklofosfamid eklenmesi önerilmektedir (133).
Siklofosfamid ile remisyon sağladıktan sonra, remisyonu devam ettirmek için
azatioprinle idame tedaviye geçilmelidir. Azatioprin tolere edilmezse veya etkin
olmazsa, alternatif ilaç olarak metotreksata geçilir. Bu ilaçlar daha toksik olan
siklofosfamidli uzun süreli bir rejime tercih edilir. Glukokortikoidin dozu azaltılarak, aktif CSS semptom ve bulgularını kontrol altına alan en düşük dozda
tedaviye devam edilir.
İdame immünsupressif tedaviye 12-18 ay devam edilmesi önerilmektedir. Multipl relapsları olanlarda idame tedaviye daha uzun süreli devam edilir.
Konvansiyonel tedaviye refrakter olan hastalarda veya tedaviye bağlı yan etkilerin tedaviyi sınırladığı olgularda, ikinci basamak tedaviye gerek duyulabilir. İkinci
basamakta kullanılan ilaçlara ilişkin olgu sunumları veya küçük olgu serileri mevcuttur. Bu ilaçlar mikofenolat mofetil, intravenöz immün globulin, hidroksiüre,
rituksimab, interferon alfa, anti-IgE, anti-IL-5 antikorları, plazmaferezdir
PROGNOZ
Sistemik glukokortikoidlerin yaygın olarak kullanılması ile birlikte CSS’li hastaların prognozu belirgin olarak iyileşmiştir. Glukokortikoidlerin kullanımında önce,
hastalık mutlaka fatal seyrederdi ve hastalığın başlamasından itibaren 3 ay içinde
hastaların %50’i ölmekteydi (133). Buna kıyasla günümüzdeki tedavi ile 5 yıllık
sürvey oranı %70’den fazladır (133). Ölümlerin çoğu hastalığın vaskülitik fazındaki komplikasyonlara bağlıdır ve en sık görülen nedenler şunlardır;
• Kalp yetmezliği ve myokard enfarktüsü
• Serebral hemoraji
• Böbrek yetmezliği
• Gastrointestinal kanama
• Status astmatikus
CSS’li hastalarda sürveyi belirlemede BFS’ı kullanılır (134,135). Geniş bir seride 5
yıllık mortalite oranları beş prognostik faktörün hiç biri yoksa %12, bir faktör varsa
%26 ve üç veya daha fazla faktör varsa %46 olarak bildirilmiştir. Beş faktörden
kalp tutulumu ve gastrointestinal hastalık en güçlü kötü prognostik belirteç olarak
saptanmıştır (108). Prognozu belirlemede ANCA’nın rolü bilinmemektedir.
PULMONER VASKÜLİTLER
223
AİV’İN PULMONER KOMPLİKASYONLARINDA PROGNOZ
AİV’de potansiyel olarak yaşam tehdidi vardır. Prognozları değişken olmakla
birlikte, tedavi edilmeyen WG ve MPA normalde hızla progresyon gösterir ve
fataldir. MPA’da mortalite, tanıdan sonraki ilk 1 yılda en yüksektir, buna karşın
WG’de mortalite progressif olarak artar (136). Glukokortikoidler ve diğer immünsupressifler uygulandığı zaman hastaların sürveyleri dramatik olarak iyileşmekte
ve hastaların >%90’dan fazlası 6 ay içinde remisyona girmektedir (137). Bununla
beraber remisyon oranları %50’lerde kalmakta (138) ve hastaların yaklaşık olarak %25’inde ağır vital organları tehdit edici hasar ve tedaviye yan etkiler gelişmektedir (139). AİV’li hastaların yaklaşık olarak %10’u satandart immünsupressan kombinasyon tedavilerine refrakter kalmakta ve yüksek ölüm riski ile karşı
karşıya kalmaktadır (140,141). Yüksek AİV mortalitesi göstergeleri şunlardır;
>60 yaş, renal ve pulmoner tutulum (WG ve MPA için), kardiak tutulum (CSS
için) ve Birmingham Vaskülit Aktivite Skoru (BVAS) ile değerlendirilen yüksek
hastalık aktivite indeksi (142).
Fransız ve Amerikalı hastalarda yapılan iki geniş kapsamlı kohort çalışmasının
karşılaştırmasının yapıldığı yakın zamanda yayınlanan bir çalışmada yaşın tedaviye rezistansın bir göstergesi olduğu, bunun yanında PR3-ANCA pozitifliği ve akciğer tutulumunun her iki grupta da relaps göstergesi olduğu saptanmıştır (143).
99 hastanın (%42) >65 yaş olduğu (ortalama yaş: 72±5.6), 234 AİV’li hastayı
içeren bir çalışmada (144), yaş ve pulmoner enfeksiyonların bağımsız ölüm göstergesi olduğu gözlenmiştir (MPA: 147 hasta, WG: 69 hasta, CSS: 3 hasta, renal-sınırlı vaskülitli:15 hasta). Yaşlı hastalarda pulmoner infiltrasyon, interstisyel
fibrozis ve ilk başvuruda mekanik ventilasyon ihtiyacı gibi daha ağır pulmoner
tutulum gözlenmekte ve pulmoner interstisyel fibrozisli hastalarda izlem sırasında
sekonder pulmoner enfeksiyon riskinin yüksek olduğu saptanmıştır (144).
Alveoler hemoraji; pulmoner komplikasyonlu AİV’li hastalarda ana hospitalizasyon ve yoğun bakıma yatış nedeni olarak belirlenmiştir (145,146). Hospitalize
edilmiş 65 AİV’li hastanın klinik gidişlerinin analiz edildiği bir çalışmada (145)
solunum yetmezliği, hemoptizi, sigara içimi ve akut böbrek yetmezliği hastane
yoğun bakıma yatışı için en güçlü göstergeler olduğu belirlenmiş ve 28 günlük
mortalitenin; yoğun bakım transferi, mekanik ventilasyon ve kan transfüzyonu
gereken hastalarda yüksek olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde, ağır küçük-damar vaskülitli 38 hastayı içeren bir çalışmada (146) (WG: 19 hasta; MPA: 16
hasta, CSS: 1 hasta) ana yoğun bakım yatış nedeni alveoler hemoraji olup;
başlıca septik şoka bağlı 28 günlük mortalite oranı %11 olarak bulunmuştur.
Ölen hastalarda; akut fizyoloji skoru ve APACHE III’ü de (acute physiology and
chronic health evaluation) içeren, inisiyal hastalık ağırlık derecesi ve multiorgan
yetmezlik skorlarının yüksek olduğu gözlenmiştir.
CSS’li hastaların, çok sayıda olguda görülen, myokardial vaskülit ve renal ve
santral sinir sistemi tutulumu gibi ağır komplikasyonlara rağmen daha iyi prog-
224
PULMONER VASKÜLİTLER
noza sahip oldukları görülmüştür (83). Fransız vaskülit çalışma grubu (19), CSS
için bir prognoz indeksi olan “beş faktör skoru” nu önermektedir. Herhangi bir
kriterin varlığı prognozu ters yönde etkilemektedir (147).
ANCA-ilişkili vaskülitli hastalarda derin ven trombozu insidansı yüksektir (148150). ANCA-ilişkili vasküliti ve DVT’i olan hastalarda, dolaşımda saptanan antiplazminojen antikorlarının buna olabileceği öne sürülmüştür (151).
TAKAYASU ARTERİTİ
Takayasu Arteriti (TA), granulomatöz büyük damar vaskülitidir. Aorta ve dallarını
ve pulmoner arterleri etkiler. Olguların %80-90’ı kadınlardır ve başlangıç yaşı
genellikle 10-40 yaşlar arasındadır (152,153). Tüm dünyada görülür ve en yüksek prevalans Asya’dadır (154). Japonya’da her yıl 150 yeni vaka görülmekte
(155) buna kıyasla Amerika ve Avrupada ise insidans 1-3 yeni olgu/milyon/
yıldır (156). Çeşitli çalışmalarda HLA-Bw52 ve HLA-B39.2’nin sıklığının arttığı
saptanması, immünogenetik bir ilişkiyi düşündürmektedir (157). TA primer olarak aorta ve onun ana dallarını etkilemektedir (158). İnflamasyon torasik veya
abdominal aorta ve dallarının lokalize bir bölgesinde olabileceği gibi, tüm damarıda tutabilir. İlk vasküler lezyonlar sıklıkla, sol orta veya proksimal subklavian
arterde meydana gelmektedir. Hastalık ilerleyince, sol ana karotid, vertebral,
brakiosefalik, sağ orta veya proksimal subklavian arter, sağ karotid ve vertebral
arterler ve aortada etkilenebilir. Pulmoner arter tutulumu TA’li olguların yaklaşık
olarak %50-80’ninde görülür (159,160). Pulmoner arter tutulumunun en karekteristik bulguları; başlıca segmental ve subsegmental arterlerde ve daha az sıklıkla
da lober ve ana pulmoner arterlerde stenoz veya oklüzyondur (161).
Klinik: TA’nin erken fazında sık görülen sistemik semptomlar; halsizlik, kilo
kaybı ve düşük ateştir. Bu konstitüsyonel semptomlar, aktif inflamasyon alanlarındaki üretilen sitokinlere, özellikle de, interlökin-6’a bağlıdır (162). Başlangıçda
vasküler semptomlar nadirdir. Hastalık ilerledikçe, vasküler tutuluma ait bulgular,
klinik olarak açığa çıkar. Bu bulgular aortanın proksimal ve distal dallarında dilatasyon, daralma veya oklüzyona bağlıdır. Ekstremiteler soğuklaşır, kullanımla ağrı
gelişir. Subklaviyan arter tutulumu sıktır ve vertebral arter ayrımının proksimalindeki stenotik lezyonlar, nörolojik semptomlara veya senkopa yol açabilir (subklavian steal sendromu). Hastalık ilerleyince, ekstremite damarlarındaki oklüzyon,
iskemik ülserasyonlara veya gangrene neden olabilir. TAK’ın semptomları tipik
olarak vasküler hipoperfüzyonu yansıtır ve kol veya bacaklarda klodikasyon, çift
görme ve görme keskinliğinde hızlı düşme, göğüs ağrısı, vertigo, senkop, başağrısı, konvülziyon konjestif kalp yetmezliği, geçici iskemik atak veya strok gibidir.
Artralji ve miyaljiler olguların yarısında görülür. Deri lezyonları olarak olguların
az bir kısmında bacaklarda, eritema nodozum veya pyoderma gangrenozum
görülebilir. Mezanterik iskemiye bağlı, abdominal ağrı, diyare, gastrointestinal
hemoraji gelişebilir. Aortit ve koroner arterite bağlı, koroner arter ostiumunda
daralma nedeniyle anjina pektoris ve myokard infarktüsü oluşabilir.
PULMONER VASKÜLİTLER
225
Pulmoner arterlere ait semptomlar çok sık görülmez. Takayasu arteriti (TA); pulmoner arter anevrizmaları veya stenozları ile karşımıza çıkabilir. Tanı genellikle,
hemoptizi, öksürük, göğüsde rahatsızlık hissi, pulmoner hipertansiyon gibi nedenlerle istenen radyografik inceleme sonucunda koyulur. Dispne şikayeti, aortik dilatasyon ve aortik regürjitasyonun sonucunda gelişen kalp yetmezliğine de
bağlı olabilir.
Fizik Muayene: Bir veya her iki kolda kan basıncında azalma sıktır ve tipik
olarak her iki kol arasında 10 mmHg’den fazla fark vardır. Kollar ve bacaklarda,
arteriyel nabızlar, sıklıkla asimetrik olarak azalmıştır. Subklavian arter, brakial arterler karotid arterler ve abdominal damarlar üzerinde genellikle üfürüm duyulur.
Olguların yarısında, aorta ve dalalarında elastisitenin azalması ve daralma veya
renal arterde daralma nedeniyle hipertansiyon gelişir.
Radyolojik Bulgular: PA akciğer grafilerinde, aortada dilatasyon, veya assendan ve dessendan torasik aorta gibi büyük damarlardaki anevrizmal dilatasyona
bağlı olarak mediyastende genişleme görülebilir.
Arteriografide: TA’de santraldeki damarlar tutulduğu için, arteriel biyopsi
genellikle alınamaz. Primer anormallikler, fokal daralmış alanlarla birlikte, dilatasyon alanlarının gözlenmesidir. Hastalık kronik seyirli olduğunda kollateral
dolaşım sıklıkla belirgin olarak görülür. Arteriografi ile hem arteriel lezyonun
lokasyonu ve görünümü tanımlanır ve hem de terapötik girişimlere (anjioplasti
ve/veya stenotik alana stent uygulaması gibi) imkân tanır. Arteriografi, genellikle
tutulan arterlerin lümen sınırlarını çok açık gösterir; fakat arteriel duvar kalınlığının değerlendirilmesine imkan vermez ve bazı riskler taşıdığı için invaziv bir
testtir. Dolayısıyla eğer terapötik bir girişim düşünülmüyorsa, daha az invaziv bir
görüntüleme tekniği tercih edilir.
CT ve MR: Damar duvarlarında kalınlaşma CT ve MR ile görüntülenebilir. Olguların çoğunda kilinik bulgulara dayanarak TA şüphesinin uyanması ve toraks,
abdomen, baş, boyun veya diğer alanların CT, MR ve/veya anjiografi ile görüntülemesinde luminal daralma ve oklüzyonla birlikte duvar kalınlaşmasının saptanması
ile tanı konur (163,164). Yirmi beş hastalık bir seride klinik olarak TA şüphesi olan
hastalarda CT anjiografi ile %95 duyarlılık ve %100 özgüllük ile TA tanısı koyulmuştur (165). Bununla beraber, Takayasu arteriti kanıtlanan veya şüphesi olan
hastalarda tercih edilen görüntüleme metodu MRI’dir. Böylece hastalar radyasyondan korunmuş olur, bu avantaj genellikle genç olan hasta grubunda önemlidir.
Kalınlaşmış duvarlarda kontrast tutulumu her iki teknikte de görülebilir (166).
Pulmoner arter tutulumunun CT bulguları; erken fazlarda, duvar kalınlaşması ve
kontrastlanması, kronik fazlarda ise mural kalsiyum birikimi ve luminal stenoz
veya oklüzyondur. Pulmoner arterin unilateral oklüzyonu ilerlemiş olgularda gelişebilir ve orijini bilinmeyen kronik pulmoner arter obstrüksiyonunda ileri-fazlardaki Takayasu arteriti akla gelmelidir.
226
PULMONER VASKÜLİTLER
Ultrasonografi (USG): Aorta ve dalları, özelliklede asendan torasik aortada
değişiklikler saptanabilir (163). Transözefagial USG ile ise desendan aorta daha
iyi görüntülenir.
Pozitron emisyon tomografisi (PET): Kullanımı sınırlıdır. Segmental arteriel inflamasyonun saptanmasında MRI’den daha duyarlı bulunmuştur (167).
Halen glukokortikoid tedavisi alan hastalarda PET’in değeri ise tam olarak açıklık kazanmamıştır. TA’de tanı ve/veya tadavi sırasında yerini araştıran yeni çalışmalara halen ihtiyaç vardır.
Sınıflama kriterleri: Amerikan Romatoloji Kolejinin TA için düzenlemiş olduğu sınıflama kriterleri (156);
Hastalığın başlangıç yaşı ≤40 yaş
• Ekstremitelerde klodikasyon
• Bir veya her iki brakial arterde pulsasyonda azalma
• Her iki kol arasında sistolik kan basıncında en az 10 mmHg fark
• Bir veya her iki subklavian arterler veya abdominal aorta üzerinde üfürüm
• Arteriografide, tüm aorta, onun primer dalları veya üst ve alt ekstremitelerin
proksimallerindeki büyük arterlerde diğer nedenlere (arterioskleroz, fibromüsküler displazi gibi) bağlı olmayan daralma veya oklüzyon
• Hastada bu altı kriterin en az 3’ü varsa TA’nin olduğu söylenebilir. Bu sınıflama kriterlerinin duyarlılığı %90.5 ve özgüllüğü ise %97.8 olarak saptanmıştır.
Bu kriterler TA ile ilgili çalışmalarda kullanılabilir.
Tanı: TA’nin erken tanısı güçtür, çünkü hastalığın erken evresindeki semptomlar
halsizlik, güçsüzlük, eklem ağrıları ve düşük ateş gibi nonspesifiktir. Bu periyod
nabızsızlık öncesi faz diye adlandırılır ve vasküler değişiklikler ekstremite iskemisine neden olacak kadar belirgin değildir. Bununla beraber, dikkatli bir fizik
muayene ile bir veya daha fazla atımda zayıflık, kollar arasında tansiyon farkı
veya boyunda, supraklaviküler alanlarda, aksillada veya abdomende üfürümler
saptanabilir. Genç bir kadın hastada nabızda azalma ve üfürümlerin saptanması
ayırıcı tanıda akla TA’ni getirebilir.
Ayırıcı tanı: Fibromüsküler displazi, ergotamin kullanımı, Ehlers-Danlos sendromu, dev hücreli arteritis yer alır.
Tedavi: Tedavide temelinde glukokortikoidler yer alır. Hipertansiyon veya kalp yetmezliği gibi komplikasyon geliştiği zaman uygun tedavilere başlanır. Erken saptanmış olgularda, arteriel stenoz geçebilir ve iskemik semptomlar iyileşebilir. Bununla
beraber etkilenen damarda fibröz doku veya tromboz gelişirse, vasküler cevap azalır. Tedavide 45-60 mg prednizon veya eş değer diğer ajanlarla tedaviye başlanır.
PULMONER VASKÜLİTLER
227
Günaşırı tedavi dozları günlük tedavi kadar etkin değildir. Semptomlar ve akut faz
reaktanlarında azalma olunca haftada %10 oranında doz azaltımına gidilir ve enflamasyonu kontrol altında tutan en düşük dozda tedaviye devam edilir. Arteriel stenozlarda progresyonu önlemek için uzun süreli tedavi gerekebilir (168). Kronik aktif
TA’li hastaların yaklaşık olarak yarısı, tek başına glukokortikoid tedaviye cevapvermez. Glukokortikoidlere refrakter böyle hastalarda, mikofenolat, metotreksat veya
leflunomid verilir. Tedavisi gecikmiş, irreverzibil stenozu ve iskemi bulguları olan
hastalarda perkütan transluminal anjioplasti veya baypas greft gerekebilir. Progressif aortik regürjitasyonda kapak replansmanı veya onarımı gerekebilir.
BEHÇET HASTALIĞI
Behçet Hastalığı, multisistem tutulumu olan bir vaskülit olup, ilk olarak 1937
yılında Hulusi Behçet tarafında oral ve genital rekürren aftlar ve relaps gösteren
üveitlerden oluşan bir triad olarak tanımlanmıştır (169). İlk tanımlamadan sonra diğer organ tutulumları da bildirilmiştir. Deri santral sistemi, gastrointestinal
sistem ve pulmoner tutulum saptanmıştır. Subkutan tromboflebitler, derin ven
trombozu, epididimit, arteriel oklüzyon ve/veya anevrizmalar, artralji, artrit, aile
hikâyesi ve renal problemler hastalığın diğer özellikleridir. Hastalık genellikle yaşamın ikinci veya üçüncü dekadında ortaya çıkar ve kadın- erkek oranı hemen
hemen eşittir (170). Bu vaskülit, hem arteriel ve hem de venöz dolaşımın büyük, orta, küçük damarlarını tutabilir (171). Behçet hastalığının sistemik arteriel
bulguları, venöz tutulumuna kıyasla seyrektir. Pulmoner arterler, aortadan sonra ikinci sıklıkta görülen arteriel tutulumdur (172). Pulmoner tutulum olguların
%1-10’nunda bildirilmiştir (170,173). BH’nda ortalama yaş 20-30 yaşlar arasındadır (174,175). Hastalık daha çok Akdeniz ülkelerinde, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinde ve erkeklerde, kadınlardan 2-5 kat daha fazla görülmektedir.
Behçet hastalığının prevalansı, dünyanın diğer bölümlerinde, özellikle Amerika
ve Avrupa'da göçlere bağlı olarak artmaktadır.
BH’da çok çeşitli pulmoner tutulum şekline bağlı bulgular tanımlanmıştır. Bu bulgular üç grup şeklinde sınıflanabilir: 1-pulmoner arter anevrizması (PAA), 2-pulmoner parankimal değişiklikler, 3-diğerleri; pulmoner arter oklüzyonu, plevral
effüzyon ve obstrüktif akciğer hastalığı gibi pulmoner problemlerin görülme sıklığı %1-18 gibi oldukça geniş bir değişkenlik göstermektedir (176-178).
Pulmoner arter anevrizması BH’nın en sık görülen pulmoner tutulum tipidir.
BH’nda vasküler tutulum en sık erkek hastalarda görüldüğü için, erkek cinsiyet
PAA için risk faktörüdür. PAA’ları tek veya multipl, unilateral veya bilateral, alt
lob yerleşimli veya ana pulmoner arterlerde lokalize olabilir. Anevrizmalar kısmen veya tamamen trombozedir. PAA olan hastaların hemen hemen hepsinde
hemoptizi şikâyeti vardır.
Uzun ve arkadaşlarının yaptığı bir kümülatif analizde pulmoner problemleri olan
BH’li hastaları içeren toplam 598 yayın incelenmiş ve toplam 585 hastayı içe-
228
PULMONER VASKÜLİTLER
Tablo 6. BH ve PAA olan
hastalarda semptomlar (180)
Septomlar
%
Hemoptizi93
Masif hemoptizi
26
Göğüs ağrısı
21
Dispne19
Ateş19
Öksürük14
Kilo kaybı
11
Plevral göğüs ağrısı
6
Balgam2
Yorgunluk1
Tablo 7. BH ve PAA olan
hastalarda klinik özellikler (180)
Klinik Özellik
%
Oral ülserasyon
94
Genital ülserasyon
90
Deri tutulumu
79
Oküler tutulum
46
Paterji testi
82
ren veriler sunulmuştur (179). Bu çalışma da
BH ve PAA saptanan hastalarda, ortalama
yaş 30.1 (10-59 yaş) bulunmuş ve %89’u erkeklerden oluşmaktaymış. BH tanısı ile PAA
gelişimi arasındaki interval 5.5 yıl olarak saptanmştır (6 ay-26 yıl). Bu interval kadınlarda
erkeklere kıyasla belirgin oranda kısa bulunmuştur (3.3 yıl, 6.1 yıl, p<0.01). Hastalarda
venöz tromboz veya subkutan tromboflebit
sık görülmüştür (%78). PAA 21 hastada pulmoner arterin bir dalında, 87 hastada multipl
dallarda ve 61 hastada ise her iki akciğerde
saptanmıştır. Hastalarda saptanan semptomlar ve oranları Tablo 6’da, klinik özellikler ise
Tablo 7’de görülmekte. PAA’lı hastalarda kümülatif sürvey 1 yıllık %57, 5 yıllık ise %39
olarak saptanmıştır.
PAA’ları bronkopulmoner arter fistüllerine
neden olabilir (180,181). PAA’lı hastaların en
çarpıcı klinik özelliklerinden biri, diğer büyük
ekstrapulmoner damar lezyonlarının olmasıdır.
PAA’nın içinde trombüs gelişimi sık görülür.
Trombüsler pulmoner arter içinde total veya
Vasküler tutulum
78
parsiyel oklüzyona neden olabilirler. PAA’laHuman lökosit antijen-B(51)5 53
rında regresyon sırasında oral antikoagülan teKranial tutulum
8
davi başlanabilir. Akciğer sintigrafisindeki perfüzyon defektleri, pulmoner tromboembolik
hastalık olarak tanı alabilir ve tedavi olarak antikoagülan tedavi verilebilir. Antikoagülasyon bazı hastalarda hemoptizinin kötüleşmesine ve hatta ölüme neden olabilir (180,182-185). Antikoagülan kullanımı sadece immünsupresyondan sonra
önerilmektedir (170,186). Antikoagülan kullanımından kaçınılılması önerilmektedir, çünkü genellikle trombüsler organizedir ve sıkıca vasküler lümene yapışıktırlar
(183). Bu bulgulara bakılırsa, ana problem pulmoner arterlerdeki inflamasyondur
ve PAA’larını tedavisi immünsupresyon ve embolizasyondur. Trombüs genellikle
organize olduğu için antikoagülan tedavi sorgulanmalıdır. Küçük PAA’larını her
hemoptizi olgusunda araştırmak gerekir, çünkü tek tedavisi olan immünsupresyonla, prognoz iyileşir. Toraks CT ve anjiografi ile tanısı koyulabilir.
Artrit/artralji95
Akciğer grafisinde, hiler genişleme veya yuvarlak perihiler opasite, bir anevrizma
varlığını akla getirmelidir. Akciğer parankimindeki opasiteler, yuvarlak lezyonlar
(kitleler), kama şeklinde, lineer lezyonlar ve kaviteler, enfarkt için karakteristiktirler
ve küçük-orta çaplı pulmoner arterlerin trombozu sonucunda gelişirler. Konsolidas-
PULMONER VASKÜLİTLER
229
yonlardan alınan biyopsilerde enfakt olduğu ve tutulan pulmoner arterlerde trombüs formasyonu gösteren vaskülite ait bulgular saptanmıştır (187). PAA olmaksızın
10 hastada pulmoner arter oklüzyonu saptanmıştır (188). BH’nda pulmoner arter
oklüzyonu, klasik PTE hastalığından farklıdır. Çünkü oklüzyonlar çoğunlukla in situ
trombüslerdir ve emboli olmayıp, altta yatan vaskülitin bir komplikasyonudur. Ateşin olması klasik PTE’den çok vasküliti akla getirmelidir. Dolayısıyla ventilasyon/
perfüzyon sintigrafisindeki lokalize defektleri dikkatli değerlendirmek gerekir.
BH’da görülen plevral effüzyon transüda, eksüda veya şilöz vasıfta olabilir. Plevral hastalık izole olabilir veya bir başka hastalıkla (PAA, subklavian vende veya
vena kava superiorda venöz trombozlarla) beraber olabilir. Perikardial effüzyon
eşlik edebilir. Pnömotoraksla komplike olabilir. Plevral vaskülit 3 hastada bildirilmiştir (189).
Pulmoner tutulum BH’da en sık görülen ölüm nedenlerinden biridir (183,190).
Hemoptizi kötü prognoz belirteçlerinden biridir. Bir çalışmada 24 hastanın 12’sinin hemoptizinin başlangıcından ortalama olarak 10 ay sonra öldüğü gözlenmiştir (183). PAA için çeşitli tedavi modaliteleri örneğin, operasyon, immünsupresyon, antikoagülasyon, veya embolizasyon gibi denenmiştir. Çeşitli derlemelerde
(170,183,186), immünsupresyonla kombine olarak embolizasyon, operasyon,
veya düşük doz antiplatelet tedavi önerilmektedir. Tedavi opsiyonlarına ilişkin
randomize kontrollü çalışmalar bulunmamaktadır. Embolizasyonun, immünsupresyonla birlikte veya tek başına uygulanması, prognoz olarak en uygun seçenek
olarak belirlenmiştir. Operasyon, immün supresyonla birlikte veya tek başına
uygulandığında en yüksek mortalite oranına sahiptir.
Sonuç olarak; Behçet hastalığında pulmoner vasküler problemler olarak en sık
PAA ve küçük-çaplı damarların tutulumu görülmektedir. İmmünopatolojik bulgular bakıldığında altta yatan patogenez olarak, pulmoner vaskülit ve bunun sonucunda gelişen tromboz, enfarkt, hemoraji ve PAA formasyonu görülmektedir.
Sistemik Lupus Eritematozis (SLE): DPH’i hastaneye başvuran SLE’li hastaların %4’ünde saptanır ve pulmoner kapillerit genellikle altta yatan nedendir
(191). İmmünsupresse bir SLE’li hastada, DPH nedeni olarak, infeksiyöz pnömoni ekarte edilmelidir. SLE’e bağlı DPH’li hastaların çoğunda glomerülonefrit
de vardır ve DPH’li olguların %80’i, SLE hastası olarak bilinen vakalardır (191).
Olgular sıklıkla kadındır ve yaş ortalaması 27’dir. Önceki verilerde mortalite %50
gibi yüksek oranlarda bildirilmekteydi, ancak glükokortikoidlele ve siklofosfomad
ile agresif tedavilerle, SLE’de DPH’e bağlı mortalite düşmektedir (191-193). Akut
lupus pnömonitisi, DPH ile benzer klinik ve radyografik özellikler göstermekle
birlikte, tipik SLE alevlenmeleri gibi sistemik semptomlar da vardır. SLE’li hastanın
ilk başvurusunda yegâne bulgu olabilir (194). Akciğer içinde immün komplekslerin
birikimi ve kompleman aktivasyonu, SLE’de parankimal hastalık gelişiminin temelini oluşturur. SLE’li bir hastada DPH saptanmışsa, rekürrensler beklenmelidir.
230
PULMONER VASKÜLİTLER
Goodpasture Sendromu (Antiglomerüler Bazal Membran Antikor
Hastalığı): DPH bu hastalıkta sık görülür ve özellikle de sigara içen hastalarda
görülür. Sigara içiminin, alveoler bazal membranda hasar gelişiminde aracılık
ettiği kabul edilmekte, böylece otoantikor gelişimi mümkün olmaktadır (196).
Bland hemoraji en sık görülen histolojik bulgudur fakat bazen de pulmoner kapillerit görülür. Goodpasture sendromlu hastalar genellikle 20’li yaşlarda, sigara
içen erkek hastalardır. Hastaların %90’ından fazlasında kanda anti-bazal membran antikorları saptanır. Kanda anti-bazal membran antikorları saptanmayan
hastaların tanısında, akciğer ve böbrek biyopsilerinde, immün flöresanla alveoler veya glomerüler bazal membranda, lineer antikor birikiminin gösterilmesi,
tanıyı doğrular (196). Goodpasture sendromlu hastaların %10 kadarında, DPH
renal tutulum olmaksızın akciğer tutulumu görülür ve izole pulmoner kapillerite
benzer. Akciğer biyopsisinde immünflöresan çalışmaları bu iki hastalığüın ayrımını sağlar. İmmün supressan tedavi ve plazmaferez, hastaların surveylerini
iyileştirir (197).
KAYNAKLAR
1. Watts RA, Scott DG. Recent developments in the classification and assessment of
vasculitis. Best Practice & Research Clinical Rheumatology 2009; 23: 429-43.
2.
Fries JF, Hunder GG, Bloch DA, et al. The American College of Rheumatology 1990
criteria for the classification of vasculitis. Summary. Arthritis Rheum 1990; 33: 1135-6.
3.
Jennette JC, Falk RJ, Bacon PA, et al. 2012 Revised International Chapel Hill Consensus
Conference Nomenclature of Vasculitides. Arthritis Rheum 2013; 65:1-11.
4.
Rao JK, Allen NB, Pincus T. Limitations of the 1990 American College of Rheumatology
classification criteria in the diagnosis of vasculitis. Ann Intern Med 1998; 129: 345-52.
5.
Lane SE, Watts RA, Barker TH, et al. Evaluation of the sorensen diagnostic criteria in
the classification of systemic vasculitis. Rheumatology 2002; 41: 1138-41.
6.
Sørensen SF, Slot O, Tvede N, et al. A prospective study of vasculitis patients collected
in a five year period: evaluation of the Chapel Hill nomenclature. Ann Rheum Dis 2000;
59: 478-82.
7.
International study group for Behcet’s disease. Criteria for diagnosis of Behçet’s disease.
Lancet 1990; 335: 1078-80.
8.
Cotch MF, Hoffman GS, Yerg DE, et al. The epidemiology of Wegener’s granulomatozis:
estimates of the five-year period prevalence, annual mortality, and geographic disease
distribution from population based data sources. Arthritis Rheum 1996; 39: 87-92.
9.
Gonzalez-Gay MA, Garcia-Porrua C. Systemic vasculitis in adults in northwestern Spain,
1988-1997: clinical and epidemiologic aspects. Medicine 1999; 78: 292-308.
10. Haugeberg G, Bie R, Bendvold A, et al. Primary vasculitis in a Norwegian community
hospital: a retrospective study. Clin Rheumatol 1998; 17: 364-8.
11. Frankel SK, Jayne D. The Pulmonary Vasculitides. Clin Chest Med 2010; 31: 519-36.
12. Gatenby PA, Lucas RM, Engelsen O, et al. Antineutrophil cytoplasmic antibodyassociated vasculitides: could geographic patterns be explained by ambient ultraviolet
radiation? Arthritis Rheum 2009; 61: 1417.
PULMONER VASKÜLİTLER
231
13. Watts RA, Scott DG, Jayne DR, et al. Renal vasculitis in Japan and the UK–are there
differences in epidemiology and clinical phenotype? Nephrol Dial Transplant 2008; 23:
3928.
14. Madaio MP, Harrington JT. The diagnosis of glomerular diseases. Arch Intern Med
2001; 161: 25-34. 15. Frankel SK, Sullivan EJ, Brown KK. Vasculitis; Wegener granulomatozis, Churg-Strauss
syndrome, microscopic polyangiitis, polyarteritis nodosa, and Takayasu arteritis. Crit
Care Clin 2002; 18: 855-79.
16. Niles JL, Böttinger EP, Saurina GR, et al. The syndrome of lung hemorrhage and
nephritis is usually an ANCA-associated condition. Arch Intern Med 1996; 156: 440.
17. Cordier J-F, Valeyre D, Guillevin L, et al. Pulmonary Wegener’s granulomatozis: a clinical
and imaging study of 77 cases. Chest 1990; 97: 906-12.
18. Reuter M, Schnabel A, Wesner F, et al. Pulmonary Wegener’s granulomatozis: correlation
between high-resolution CT findings and clinical scoring of disease activity. Chest 1998;
114: 500-6. 19. Guillevin L, Le Thi Huong D, Godeau P, et al. Clinical findings and prognosis of
polyarteritis nodosa and Churg-Strauss angiitis: a study in 165 patients. Br J Rheumatol
1988; 27: 258-64.
20. Guillevin L, Durand-Gasselin B, Cevallos R, et al. Microscopic polyangiitis: clinical and
laboratory findings in eighty-five patients. Arthritis Rheum 1999; 42: 421-34.
21. Davis MD, Daoud MS, McEvoy MT, et al. Cutaneous manifestations of Churg-Strauss
syndrome: a clinicopathologic correlation. J Am Acad Dermatol 1997; 37: 199.
22. Nagai Y, Hasegawa M, Igarashi N, et al. Cutaneous manifestations and histological
features of microscopic polyangiitis. Eur J Dermatol 2009; 19: 57.
23. Niiyama S, Amoh Y, Tomita M, et al. Dermatological manifestations associated with
microscopic polyangiitis. Rheumatol Int 2008; 28: 593.
24. Knight JM, Hayduk MJ, Summerlin DJ, et al. ‘‘Strawberry’’ gingival hyperplasia: a
pathognomonic mucocutaneous finding in Wegener granulomatozis. Arch Dermatol
2000; 136: 171.
25. Moore PM. Vasculitis of the central nervous system. Semin Neurol 1994; 4: 307-12.
26. Guillevin L, Lhote F, Gherardi R. Polyarteritis nodosa, microscopic polyangiitis, and
Churg-Strauss syndrome: clinical aspects, neurologic manifestations and treatment.
Neurol Clin 1997; 15: 865-85.
27. Gross WL, Csernok E. Wegener’s granulomatozis: clinical and immunodiagnostic
aspects. In: Ball GV, Bridges SL, editors. Vasculitis. 2nd edition. Oxford (UK); New York:
Oxford University Press; 2008. p. xviii.
28. Watts RA, Lane SE, Bentham G, et al. Epidemiology of systemic vasculitis: a ten-year
study in the United Kingdom. Arthritis Rheum 2000; 43: 414.
29. Jennette JC, Wilkman AS, Falk RJ. Anti-neutrophil cytoplasmic autoantibody associated
glomerulonephritis and vasculitis. Am J Pathol 1989; 135: 921.
30. Gaffo AL. Diagnostic approach to ANCA-associated vasculitides. Rheum Dis Clin N Am
2010; 36: 491-506.
31. Puerta JG, Rodriguez JH, Bosch X. Antineutrophil cytoplasmic antibody-associated
vasculitides and respiratory disease. Chest 2009; 136: 1101-11.
32. Matteson EL, Woywodt A. Eponymophilia in rheumatology. Rheumatology (Oxford).
2006; 45: 1328-30.
232
PULMONER VASKÜLİTLER
33. Woywodt A, Matteson EL. Wegener’s granulomatozis-probing the untold past of the
man behind the eponym. Rheumatology (Oxford) 2006; 45: 1303-6.
34. Woywodt A, Haubitz M, Haller H, Matteson EL. Wegener’s granulomatozis. Lancet
2006; 367: 1362-6.
35. Falk RJ, Gross WL, Guillevin L, et al. Granulomatozis with Polyangiitis (Wegener’s): An
alternative name for Wegener’s Granulomatozis. Arthritis Rheum 2011; 63: 863.
36. Falk RJ, Gross WL, Guillevin L, et al. Granulomatozis with polyangiitis (Wegener’s): An
alternative name for Wegener’s granulomatozis. Ann Rheum Dis 2011; 70: 704.
37. Falk RJ, Gross WL, Guillevin L, et al. Granulomatozis with Polyangiitis (Wegener’s): An
Alternative Name for Wegener’s Granulomatozis. J Am Soc Nephrol 2011.
38. Reinhold-Keller E, Herlyn K, Wagner-Bastmeyer R, et al. Stable incidence of primary
systemic vasculitides over five years: results from the German vasculitis register. Arthritis
Rheum 2005; 53: 93-9.
39. Jennette JC, Wilkman AS, Falk RJ. Diagnostic predictive value of ANCA serology.
Kidney Int 1998; 53: 796.
40. Niles JL, Pan GL, Collins AB, et al. Antigen-specific radioimmunoassays for anti-neutrophil
cytoplasmic antibodies in the diagnosis of rapidly progressife glomerulonephritis. J Am
Soc Nephrol 1991; 2: 27.
41. Stone JH, Glassock RJ, Apel GB. Clinical spectrum of antineutrophil cytoplasmic
antibodies. Last literature review version 19.1: Ocak 2011 | This topic last updated:
Nisan 30, 2010.
42. Wiik AS. Autoantibodies in ANCA-associated vasculitis. Rheum Dis Clin N Am 2010;
36: 479-89.
43. Bosch X, Guilabert A, Font J. Antineutrophil cytoplasmic antibodies. Lancet 2006; 368:
404-18.
44. Abdou NI, Kullman GJ, Hoffman GS, et al. Wegener’s granulomatozis: survey of 701
patients in North America: changes in outcome in the 1990s. J Rheumatol 2002; 29:
309-16.
45. Allenbach Y, Seror R, Pagnoux C, et al. High frequency of venous thromboembolic events
in Churg-Strauss syndrome, Wegener’s granulomatozis and microscopic polyangiitis but
not polyarteritis nodosa: a systematic retrospective study on 1130 patients. Ann Rheum
Dis 2009; 68: 564-7.
46. Sable-Fourtassou R, Cohen P, Mahr A, et al. Antineutrophil cytoplasmic antibodies and
the Churg-Strauss syndrome. Ann Intern Med 2005; 143: 632-8.
47. Boomsma MM, Stegeman CA, van der Leij MJ, et al. Prediction of relapses in Wegener’s
granulomatozis by measurement of antineutrophil cytoplasmic antibody levels: a
prospective study. Arthritis Rheum 2000; 43: 2025-33.
48. Segelmark M, Phillips BD, Hogan SL, et al. Monitoring proteinase 3 antineutrophil
cytoplasmic antibodies for detection of relapses in small vessel vasculitis. Clin Diagn Lab
Immunol 2003; 10: 769-74.
49. Birck R, Schmidt WH, Kaelsch IA, et al. Serial ANCA determinations for monitoring
disease activity in patients with ANCA-associated vasculitis: systematic review. Am J
Kidney Dis 2006; 47: 15-23.
50. Jennette JC, Xiao H, Falk RJ. Pathogenesis of vascular inflammation by anti-neutrophil
cytoplasmic antibodies. J Am Soc Nephrol 2006; 17: 1235-42.
PULMONER VASKÜLİTLER
233
51. Flint J, Morgan MD, Savage COS. Pathogenesis of ANCA-associated vasculitis. Rheum
Dis Clin N Am 2010; 36: 463-77.
52.King TE. Clinical manifestations of respiratory tract involvement in Wegener’s
granulomatozis. Last literature review version 19.1: Ocak 2011|This topic last updated:
Eylül 28, 2010.
53. Hoffman GS, Kerr GS, Leavitt RY, et al. Wegener granülomatozis: an analysis of 158
patients. Ann Intern Med 1992; 116: 488-98.
54. Watts RA, Al-Taiar A, Scott DG, et al. Prevalence and incidence of Wegener’s
granülomatozis in the UK general practice research database. Arthritis Rheum 2009;
61: 1412-26.
55. Koldingsnes W, Nossent H. Epidemiology of Wegener’s granülomatozis in northern
Norway. Arthritis Rheum 2000; 43: 2481-7.
56. Knight A, Sandin S, Askling J. Risks and relative risks of Wegener’s granulomatozis
among close relatives of patients with the disease. Arthritis Rheum 2008; 58: 302-7.
57. Leavitt RY, Fauci AS, Bloch DA, et al. The American College of Rheumatology 1990
criteria for the classification of Wegener’s granulomatozis. Arthritis Rheum 1990; 33:
1101.
58. Falk RJ, King TE, Stone JH. Clinical manifestations and diagnosis of Wegener’s
granulomatozis and microscopic polyangiitis. Last literature review version 19.1: Ocak
2011 | This topic last updated: Şubat 2, 2011.
59. Cannady SB, Batra PS, Koening C, et al. Sinonasal Wegener granulomatozis: a singleinstitution experience with 120 cases. Laryngoscope 2009; 119: 757.
60. http://www.uptodate.com/contents/clinical-manifestations-of-respiratory-tractinvolvement-in-wegeners-granülomatozis/abstract/4Rasmussen
N.
Management
of the ear, nose, and throat manifestations of Wegener granulomatozis: an
otorhinolaryngologist’s perspective. Curr Opin Rheumatol 2001; 13: 3.
61. Gubbels SP, Barkhuizen A, Hwang PH. Head and neck manifestations of Wegener’s
granulomatozis. Otolaryngol Clin North Am 2003; 36: 685.
62. Solans-Laqué R, Bosch-Gil J, Canela M, et al. Clinical features and therapeutic
management of subglottic stenosis in patients with Wegener’s granulomatozis. Lupus
2008; 17: 832.
63. Pesci A, Pavone L, Buzio C, Manganelli P. Respiratory system involvement in ANCAassociated systemic vasculitides. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2005; 22 Suppl 1: 40.
64. Schwarz MI, Brown KK. Small vessel vasculitis of the lung. Thorax 2000; 55: 502.
65. Lee KS, Kim TS, Fujimoto K, et al. Thoracic manifestation of Wegener’s granulomatozis:
CT findings in 30 patients. Eur Radiol 2003; 13: 43.
66. Stone JH, Merkel PA, Spiera R, et al. Rituximab versus cyclophosphamide for ANCAassociated vasculitis. N Engl J Med 2010; 363: 221.
67. Ananthakrishnan L, Sharma N, Kanne JP. Wegener’s granulomatozis in the chest: highresolution CT findings. AJR Am J Roentgenol 2009; 192: 676.
68. Lohrmann C, Uhl M, Kotter E et al. Pulmonary manifestations of Wegener granülomatozis:
CT findings in 57 patients and a review of the literature. Eur J Radiol 2005; 53: 471-7.
69. Komócsi A, Reuter M, Heller M, et al. Active disease and residual damage in treated
Wegener’s granülomatozis: an observational study using pulmonary high-resolution
computed tomography. Eur Radiol 2003; 13: 36-42.
234
PULMONER VASKÜLİTLER
70. Khasnis A, Langford CA. Update on vasculitis. J Allergy Clin Immunol 2009; 123:
1226-36.
71. BSR and BHPR Guidelines For The Management Of Adults With Anca Associated
Vasculitis. Rheumatology 2007; 46: 1615-6.
72. International Network for the Study of the Systemic Vasculitides (INSSYS). A DiseaseSpecific Activity Index for Wegener’s Granülomatozis. Arthrıtıs & Rheumatısm 2001;
44: 912-20.
73. Langford CA, Sneller MC, Hallahan CW, et al. Clinical features and therapeutic
management of subglottic stenosis in patients with Wegener’s granülomatozis. Arthritis
Rheum 1996; 39: 1754-60.
74. The Wegener’s Granülomatozis Etanercept Trial (WGET) Research Group. Etanercept
plus standard therapy for Wegener’s granülomatozis. N Engl J Med 2005; 352: 351-61.
75. Langford CA. Vasculitis. J Allergy Clin Immunol 2010; 125: 216-25.
76. Atul Khasnis, MD, a and Carol A. Langford, MD, MHSa, b Cleveland, Ohio Update on
vasculitis. J Allergy Clin Immunol 2009; 123: 1226-36.
77. Marten K, Schnyder P, Schirg E, et al. Pattern-based differential diagnosis in pulmonary
vasculitis using volumetric CT. AJR Am J Roentgenol 2005; 184: 720-33.
78. Savige J, Pollock W, Trevisin M. What do antineutrophil cytoplasmic antibodies (ANCA)
tell us? Best Pract Res Clin Rheumatol 2005; 19: 263.
79. Ribi C, Cohen P, Pagnoux C, et al. Treatment of polyarteritis nodosa and microscopic
polyangiitis without poor-prognosis factors: A prospective randomized study of one
hundred twenty-four patients. Arthritis Rheum 2010; 62: 1186.
80. Frankel SK, Jayne D. The pulmonary vasculitides. Clin Chest Med 2010; 31: 519-36.
81. Jennette J, Thomas D, Falk R. Microscopic polyangiitis (microscopic polyarteritis).
Semin Diagn Patho 2001; 18: 3-13.
82. Sinico RA, Bottero P. Churg-Strauss angiitis. Best Pract Res Clin Rheumatol 2009; 23:
355.
83. Pagnoux C, Guilpain P, Guillevin L. Churg-Strauss syndrome. Curr Opin Rheumatol
2007; 19: 25.
84. King TE. Epidemiology, pathogenesis, and pathology of Churg-Strauss syndrome
(allergic granulomatozis and angiitis). Last literature review version 19.2: Mayıs 2011 |
This topic last updated: Mayıs 4, 2010.
85. Keogh KA, Specks U. Churg-Strauss syndrome. Semin Respir Crit Care Med 2006; 27:
148.
86. Mouthon L, Le Toumelin P, Andre MH, et al. Polyarteritis nodosa and Churg-Strauss
angiitis: characteristics and outcome in 38 patients over 65 years. Medicine (Baltimore)
2002; 81: 27.
87. Abril A, Calamia KT, Cohen MD. The Churg Strauss syndrome (allergic granulomatous
angiitis): review and update. Semin Arthritis Rheum 2003; 33: 106.
88. Lanham JG, Elkon KB, Pusey CD, Hughes GR. Systemic vasculitis with asthma and
eosinophilia: a clinical approach to Churg-Strauss syndrome. Medicine 1984; 63: 65-81.
89. Mahr A, Guillevin L, Poissonnet M, Ayme´ S. Prevalences of polyarteritis nodosa,
microscopic polyangiitis, Wegener’s granulomatozis, and Churg-Strauss syndrome in a
French urban multiethnic population in 2000: a capture-recapture estimate. Arthritis
Rheum 2004; 51: 92-9.
PULMONER VASKÜLİTLER
235
90. Zwerina J, Eger G, Englbrecht M, et al. Churg-Strauss syndrome in childhood: a
systematic literature review and clinical comparison with adult patients. Semin Arthritis
Rheum 2009; 39: 108.
91. Harrold LR, Andrade SE, Go AS, et al. Incidence of Churg-Strauss syndrome in asthma
drug users: a population-based perspective. J Rheumatol 2005; 32: 1076.
92. Keogh KA, Specks U. Churg-Strauss syndrome: clinical presentation, antineutrophil
cytoplasmic antibodies, and leukotriene receptor antagonists. Am J Med 2003; 115:
284.
93. Keogh KA. Leukotriene receptor antagonists and Churg-Strauss syndrome: cause,
trigger or merely an association? Drug Saf 2007; 30: 837.
94. Nathani N, Little MA, Kunst H, et al. Churg-Strauss syndrome and leukotriene antagonist
use: a respiratory perspective. Thorax 2008; 63: 883.
95. Tuggey JM, Hosker HS. Churg-Strauss syndrome associated with montelukast therapy.
Thorax 2000; 55: 805.
96. Katsura T, Yoshida F, Takinishi Y. The Churg-Strauss syndrome after pranlukast
treatment in a patient not receiving corticosteroids. Ann Intern Med 2003; 139: 386.
97. Topçu F, Akyıldız L, Yıldız T, et al. Montelukast and Churg-Strauss Syndrome. Turkish
Respiratory Journal 2007; 8: 27-9.
98. Le Gall C, Pham S, Vignes S, et al. Inhaled corticosteroids and Churg-Strauss syndrome:
a report of five cases. Eur Respir J 2000; 15: 978.
99. Wechsler ME, Wong DA, Miller MK, Lawrence-Miyasaki L. Churg-strauss syndrome in
patients treated with omalizumab. Chest 2009; 136: 507.
100.Ruppert AM, Averous G, Stanciu D, et al. Development of Churg-Strauss syndrome with
controlled asthma during omalizumab treatment. J Allergy Clin Immunol 2008; 121:
253.
101.Orriols R, Muñoz X, Ferrer J, et al. Cocaine-induced Churg-Strauss vasculitis. Eur Respir
J 1996; 9: 175.
102.Wiesner O, Russell KA, Lee AS, et al. Antineutrophil cytoplasmic antibodies reacting
with human neutrophil elastase as a diagnostic marker for cocaine-induced midline
destructive lesions but not autoimmune vasculitis. Arthritis Rheum 2004; 50: 2954.
103.Peikert T, Finkielman JD, Hummel AM, et al. Functional characterization of antineutrophil
cytoplasmic antibodies in patients with cocaine-induced midline destructive lesions.
Arthritis Rheum 2008; 58: 1546.
104.Neumann T, Manger B, Schmid M, et al. Cardiac involvement in Churg-Strauss
syndrome: impact of endomyocarditis. Medicine (Baltimore) 2009; 88: 236.
105.Sinico RA, Di Toma L, Maggiore U, et al. Renal involvement in Churg-Strauss syndrome.
Am J Kidney Dis 2006; 47: 770.
106.Kawakami T, Soma Y, Kawasaki K, et al. Initial cutaneous manifestations consistent
with mononeuropathy multiplex in Churg-Strauss syndrome. Arch Dermatol 2005;
141: 873.
107.Pagnoux C, Guillevin L. Churg-Strauss syndrome: evidence for disease subtypes? Curr
Opin Rheumatol 2010; 22: 21.
108.Guillevin L, Cohen P, Gayraud M, et al. Churg-Strauss syndrome. Clinical study and
long-term follow-up of 96 patients. Medicine (Baltimore) 1999; 78: 26.
236
PULMONER VASKÜLİTLER
109.Choi YH, Im JG, Han BK, et al. Thoracic manifestation of Churg-Strauss syndrome:
radiologic and clinical findings. Chest 2000; 117: 117-24.
110.Cottin V, Khouatra C, Dubost R, et al. Persistent airflow obstruction in asthma of patients
with Churg-Strauss syndrome and long-term follow-up. Allergy 2009; 64: 589.
111.Solans R, Bosch JA, Perez-Bocanegra C, et al. Churg-Strauss syndrome: outcome and
longterm follow-up of 32 patients. Rheumatology 2001; 40: 763.
112.Wechsler ME, Garpestad E, Flier SR, et al. Pulmonary infiltrates, eosinophilia, and
cardiomyopathy following corticosteroid withdrawal in patients with asthma receiving
zafirlukast. JAMA 1998; 279: 455.
113.Churg A, Brallas M, Cronin SR, Churg J. Formes frustes of Churg-Strauss syndrome.
Chest 1995; 108: 320.
114.Bacciu A, Buzio C, Giordano D, et al. Nasal polyposis in Churg-Strauss syndrome.
Laryngoscope 2008; 118: 325.
115.Bacciu A, Bacciu S, Mercante G, et al. Ear, nose and throat manifestations of ChurgStrauss syndrome. Acta Otolaryngol 2006; 126: 503.
116.
Ishiyama A, Canalis RF. Otological manifestations of Churg-Strauss syndrome.
Laryngoscope 2001; 111: 1619.
117.Corradi D, Maestri R, Facchetti F. Postpartum Churg-Strauss syndrome with severe
cardiac involvement: description of a case and review of the literature. Clin Rheumatol
2009; 28: 739.
118.Hattori N, Ichimura M, Nagamatsu M, et al. Clinicopathological features of ChurgStrauss syndrome-associated neuropathy. Brain 1999; 122: 427.
119.Wolf J, Bergner R, Mutallib S, et al. Neurologic complications of Churg-Strauss
syndrome--a prospective monocentric study. Eur J Neurol 2010; 17: 582.
120.Clutterbuck EJ, Evans DJ, Pusey CD. Renal involvement in Churg-Strauss syndrome.
Nephrol Dial Transplant 1990; 5: 161.
121.
King TE. Clinical features and diagnosis of Churg-Strauss syndrome (allergic
granulomatozis and angiitis) Last literature review version 19.1: Ocak 2011|This topic
last updated: Haziran 1, 2010.
122.Della Rossa A, Baldini C, Tavoni A, et al. Churg-Strauss syndrome: clinical and serological
features of 19 patients from a single Italian centre. Rheumatology (Oxford) 2002; 41: 1286.
123.Sinico RA, Di Toma L, Maggiore U, et al. Prevalence and clinical significance of
antineutrophil cytoplasmic antibodies in Churg-Strauss syndrome. Arthritis Rheum
2005; 52: 2926.
124.Sablé-Fourtassou R, Cohen P, Mahr A, et al. Antineutrophil cytoplasmic antibodies and
the Churg-Strauss syndrome. Ann Intern Med 2005; 143: 632.
125.Jeong YJ, KimKI, Seo IJ, Lee CH, Lee KN, Kim KN, et al. Eosinophilic lung diseases: a
clinical, radiologic, and pathologic overview. Radiographics 2007; 27: 617-37.
126.Erzurum SC, Underwood GA, Hamilos DL, Waldron JA. Pleural effusion in ChurgStrauss syndrome. Chest 1989; 95: 1357.
127.Silva CI, Müller NL, Fujimoto K, et al. Churg-Strauss syndrome: high resolution CT and
pathologic findings. J Thorac Imaging 2005; 20: 74-80.
128.Worthy SA, Müller NL, Hansell DM, Flower CD. Churg-Strauss syndrome: the spectrum
of pulmonary CT findings in 17 patients. AJR Am J Roentgenol 1998; 170: 297.
PULMONER VASKÜLİTLER
237
129. Buschman DL, Waldron JA Jr, King TE Jr. Churg-Strauss pulmonary vasculitis. Highresolution computed tomography scanning and pathologic findings. Am Rev Respir Dis
1990; 142: 458.
130.Baccouche H, Yilmaz A, Alscher D, et al. Images in cardiovascular medicine. Magnetic
resonance assessment and therapy monitoring of cardiac involvement in Churg-Strauss
syndrome. Circulation 2008; 117: 1745.
131.Mavrogeni S, Manoussakis MN, Karagiorga TC, et al. Detection of coronary artery
lesions and myocardial necrosis by magnetic resonance in systemic necrotizing
vasculitides. Arthritis Rheum 2009; 61: 1121.
132.Masi AT, Hunder GG, Lie JT, et al. The American College of Rheumatology 1990
criteria for the classification of Churg-Strauss syndrome (allergic granulomatozis and
angiitis). Arthritis Rheum 1990; 33: 1094.
133.King ET. Treatment and prognosis of Churg-Strauss syndrome (allergic granulomatozis
and angiitis). Last literature review version 19.2: Mayıs 2011|This topic last updated:
Ekim 4, 2010.
134.Guillevin L, Lhote F, Gayraud M, et al. Prognostic factors in polyarteritis nodosa and
Churg-Strauss syndrome. A prospective study in 342 patients. Medicine (Baltimore)
1996; 75: 17.
135.Gayraud M, Guillevin L, le Toumelin P, et al. Long-term followup of polyarteritis nodosa,
microscopic polyangiitis, and Churg-Strauss syndrome: analysis of four prospective trials
including 278 patients. Arthritis Rheum 2001; 44: 666.
136.Luqmani RA, Flossmann O. Outcome in small-vessel systemic vasculitis. J Rheumatol
2006; 33: 1224-7.
137.Jayne D, Rasmussen N, Andrassy K, et al. A randomized trial of maintenance therapy
for vasculitis associated with antineutrophil cytoplasmic autoantibodies. N Engl J Med
2003; 349: 36-44.
138.Langford CA. Treatment of ANCA-associated vasculitis. N Engl J Med 2003; 349: 3-4.
139.Booth A, Harper L, Hammad T, et al. Prospective study of TNF_ blockade with infliximab
in anti-neutrophil cytoplasmic antibody-associated systemic vasculitis. J Am Soc Nephrol
2004; 15: 717-21.
140.Hellmich B, Lamprecht P, Gross WL. Advances in the therapy of Wegener’s
granulomatozis. Curr Opin Rheumatol 2006; 18: 25-32.
141.Bosch X, Guilabert A, Espinosa G, et al. Treatment of antineutrophil cytoplasmic
antibody associated vasculitis: a systematic review. JAMA 2007; 298: 655-69.
142.Mukhtyar C, Guillevin L, Cid MC, et al. EULAR recommendations for the management
of primary small and medium vessel vasculitis. Ann Rheum Dis 2008; 68: 310-7.
143.Pagnoux C, Hogan SL, Chin H, et al. Predictors of treatment resistance and relapse in
antineutrophil cytoplasmic antibodyassociated small-vessel vasculitis: comparison of two
independent cohorts. Arthritis Rheum 2008; 58: 2908-18.
144.Chen M, Yu F, Zhang Y, et al. Antineutrophil cytoplasmic autoantibody-associated
vasculitis in older patients. Medicine (Baltimore) 2008; 87: 203-9.
145.Holguin F, Ramadan B, Gal AA, et al. Prognostic factors for hospital mortality and ICU
admission in patients with ANCA relatedpulmonary vasculitis. Am J Med Sci 2008; 336:
321-6.
238
PULMONER VASKÜLİTLER
146.Khan SA, Subla MR, Behl D, et al. Outcome of patients with small-vessel vasculitis
admitted to a medical ICU. Chest 2007; 131: 972-6.
147.Guillevin L, Pagnoux C, Mahr A, et al. The Five-Factor Score (FFS) revisited: a tool
to assess the prognoses of polyarteritis nodosa (PAN), microscopic polyangiitis (MPA),
Churg-Strauss syndrome (CSS) and Wegener’s granulomatozis (WG) based on 1108
patients from the French Vasculitis Study Group (FVSG) [abstract]. Arthritis Rheum
2008; 58: 906.
148.Merkel PA, Lo GH, Holbrook JT, et al. Brief communication: high incidence of venous
thrombotic events among patients with Wegener granülomatozis: the Wegener’s Clinical
Occurrence of Thrombosis (WeCLOT) Study. Ann Intern Med 2005; 142: 620.
149.Weidner S, Hafezi-Rachti S, Rupprecht HD. Thromboembolic events as a complication
of antineutrophil cytoplasmic antibody-associated vasculitis. Arthritis Rheum 2006;
55: 146.
150.Stassen, PM, Derks, RP, Kallenberg, CG, Stegeman, CA. Venous thromboembolism in
ANCA-associated vasculitis--incidence and risk factors. Rheumatology (Oxford) 2008;
47: 530.
151.Bautz DJ, Preston GA, Lionaki S, et al. Antibodies with dual reactivity to plasminogen
and complementary PR3 in PR3-ANCA vasculitis. J Am Soc Nephrol 2008; 19: 2421.
152.Lupi-Herrera E, Sánchez-Torres G, Marcushamer J, et al. Takayasu’s arteritis. Clinical
study of 107 cases. Am Heart J 1977; 93: 94.
153.Arend WP, Michel BA, Bloch DA, et al. The American College of Rheumatology 1990
criteria for the classification of Takayasu arteritis. Arthritis Rheum 1990; 33: 1129.
154.Dabague J, Reyes PA. Takayasu arteritis in Mexico: a 38-year clinical perspective
through literature review. Int J Cardiol 1996; 54: 103.
155.Koide K. Takayasu arteritis in Japan. Heart Vessels Suppl 1992; 7: 48.
156.Arend WP, Michel BA, Bloch DA, et al. The American College of Rheumatology 1990
criteria for the classification of Takayasu arteritis. Arthritis Rheum 1990; 33: 1129.
157.Kimura A, Kitamura H, Date Y, Numano F. Comprehensive analysis of HLA genes in
Takayasu arteritis in Japan. Int J Cardiol 1996; 54: 61.
158.Hata A, Noda M, Moriwaki R, Numano F. Angiographic findings of Takayasu arteritis:
new classification. Int J Cardiol 1996; 54: 155.
159.Castaner E, Alguersuari A, Gallardo X, et al. When to suspect pulmonary vasculitis:
radiologic and clinical clues. Radio Graphics 2010; 30: 33-53.
160.Vanoli M, Castellani M, Bacchiani G, et al. Non-invasive assessment of pulmonary artery
involvement in Takayasu’s arteritis. Clin Exp Rheumatol 1999; 17: 215-6.
161.Matsunaga N, Hayashi K, Sakamoto I, et al. Takayasu arteritis: protean radiologic
manifestations and diagnosis. Radio Graphics 1997; 17: 579-94.
162.Noris M, Daina E, Gamba S, et al. Interleukin-6 and RANTES in Takayasu arteritis: a
guide for therapeutic decisions? Circulation 1999; 100: 55.
163.Kissin EY, Merkel PA. Diagnostic imaging in Takayasu arteritis. Curr Opin Rheumatol
2004; 16: 31.
164.Keenan NG, Mason JC, Maceira A, et al. Integrated cardiac and vascular assessment in
Takayasu arteritis by cardiovascular magnetic resonance. Arthritis Rheum 2009; 60: 3501.
165.Yamada I, Nakagawa T, Himeno Y, et al. Takayasu arteritis: evaluation of the thoracic
aorta with CT angiography. Radiology 1998; 209: 103.
PULMONER VASKÜLİTLER
239
166.Desai MY, Stone JH, Foo TKF, et al. Delayed contrast-enhanced MRI of the aortic wall
in Takayasu’s arteritis: initial experience. AJR Am J Roentgenol 2005; 184: 1427-31.
167.Meller J, Strutz F, Siefker U, et al. Early diagnosis and follow-up of aortitis with [(18)F]
FDG PET and MRI. Eur J Nucl Med Mol Imaging 2003; 30: 730.
168.Hunder GG. Treatment of Takayasu arteritis. Last literature review version 19.2: Mayıs
2011 | This topic last updated: Aralık 6, 2010.
169.Behçet H. Uber rezidivierende aphthose, durch ein virus verursachte Geschwure am
Mund, am Auge und an den Genitalien. Dermatol Woschenschr 1937; 105: 1152-7.
170.Erkan F, Gül A, Tasali E. Pulmonary manifestations of Behçet’s disease. Thorax 2001;
56: 572-8.
171.Walter MA. [18F] Fluorodeoxyglucose PET in large vessel vasculitis. Radiol Clin North
Am 2007; 45: 735-44.
172.Castaner E, Alguersuari A, Gallardo X, et al. When to suspect pulmonary vasculitis:
radiologic and clinical clues. Radio Graphics 2010; 30: 33-53.
173.Erkan F, Cavdar T. Pulmonary vasculitis in Behçet’s disease. Am Rev Respir Dis 1992;
146: 232-9.
174.Tunaci A, Berkmen YM, Gokemen E. Thoracic involvement in Behçet’s disease:
pathologic, clinical and imaging features. AJR Am J Roentgenol 1995; 164: 51-5612.
175.Chajek T, Fainaru M. Behçet’s disease: reports of 41 cases and review of the literature.
Medicine (Baltimore) 1975; 54: 179-96.
176.Dilen N, Konice A, Aral O, et al. Risk factors for vital organ involvement in Behcet’s
disease. Amsterdam, the Netherlands: Elsevier Science, 1993; 165-9. 177. Valesini G, Pezzi PP, Catarinelli G, et al. Clinical manifesations of Behcet’s disease in
Italy: study of 155 patients at Rome University. In: O’Duffy JD, Kokmen E. Behcet’s
disease: basic and clinical aspects. New York, NY: Marcel Dekker 1991; 135: 279-89.
178.Shahram F, Davatchi F, Akbarian M, et al. The 1996 Survey of Behçet’s disease in
Iran: study of 3153 cases [abstract]. VIIth International Conference on Behçet’s Disease.
Revue du Rhumatisme, English ed, 1996; 63: 538.
179.Uzun O, Akpolat T, Erkan L. Pulmonary Vasculitis in Behçet Disease: A Cumulative
Analysis. Chest 2005; 127: 2243-53.
180.Raz I, Okon E, Chajek-Shaul T. Pulmonary manifestations in Behcet’s syndrome. Chest
1989; 95: 585-9. 181.Lie JT. Cardiac and pulmonary manifestations of Behcet syndrome. Pathol Res Pract
1988; 183: 347-55. 182.Mouas H, Lortholary O, Lacombe P, et al. Embolization of multiple pulmonary arterial
aneurysms in Behcet‘s disease. Scand J Rheumatol 1996; 25: 58-60. 183.Hamuryudan V, Yurdakul S, Moral F, et al. Pulmonary arterial aneurysms in Behcet’s
syndrome: a report of 24 cases. Br J Rheumatol 1994; 33: 48-51. 184.Stricker H, Malinverni R. Multiple, large aneurysms of pulmonary arteries in Behcet‘s
disease: clinical remission and radiologic resolution after corticosteroid therapy. Arch
Intern Med 1989; 149: 925-7.
185.Salamon F, Weinberger A, Nili M, et al. Massive hemoptysis complicating Behcet’s
syndrome: the importance of early pulmonary angiography and operation. Ann Thorac
Surg 1988; 45: 566-7.
240
PULMONER VASKÜLİTLER
186.Erkan F, Kiyan E, Tunaci A. Pulmonary complications of Behçet’s disease. Clin Chest
Med 2002; 23: 493-503.
187.Tüzün H, Yaman M, Gemicioglu B, et al. Behcet‘s disease presenting with a pulmonary
mass lesion. Chest 1993; 104: 1635-6.
188.Bayraktar Y, Balkanci F, Demirkazik F, et al. Type of vessel involvement in patients with
Behcet’s disease. In: Wechsler B, Godeau P, eds. Proceedings of the 6th International
Conference on Behçet’s disease. Amsterdam, the Netherlands: Elsevier Science 1993;
517-22.
189.Tunaci A, Berkmen YM, Gokmen E. Thoracic involvement in Behcet’s disease:
pathologic, clinical and imaging features. AJR Am J Roentgenol 1995; 164: 51-6.
190.Yazici H, Baaran G, Hamuryudan V, et al. The ten-year mortality in Behçet’s syndrome.
Br J Rheumatol 1996; 35: 139-41.
191.Zamora MR, Warner ML, Tuder R, Schwarz MI. Diffuse alveoler hemorrhage and
systemic lupus erythematosus. Clinical presentation, histology, survival, and outcome.
Medicine Baltimore 1997; 76: 192-202.
192.Cañas C, Tobón GJ, Granados M, Fernández L. Diffuse alveoler hemorrhage in
Colombian patients with systemic lupus erythematosus. Clin Rheumatol 2007; 26:
1947-9.
193.Santos-Ocampo AS, Mandell BF, Fessler BJ. Alveoler hemorrhage in systemic lupus
erythematosus: presentation and management. Chest 2000; 118: 1083-90.
194.Matthay RA, Schwarz MI, Petty TL, et al. Pulmonary manifestations of systemic lupus
erythematosus: review of twelve cases of acute lupus pneumonitis . Medicine (Baltimore)
1975; 54: 397-409.
195.Lazor R, Bigay-Gamé L, Cottin V, et al. Groupe d’Etudes et de Recherche sur les
Maladies Orphelines Pulmonaires (GERMOP); Swiss Group for Interstitial and Orphan
Lung Diseases (SIOLD). Alveoler hemorrhage in anti-basement membrane antibody
disease: a series of 28 cases. Medicine Baltimore 2007; 86: 181-93.
196.Magro CM, Morrison C, Pope-Harman A, et al. Direct and indirect immunofl uorescence
as a diagnostic adjunct in the interpretation of nonneoplastic medical lung disease. Am J
Clin Pathol 2003; 119: 279-89.
197.Levy JB, Turner AN, Rees AJ, Pusey CD. Long-term outcome of anti-glomerular basement
membrane antibody disease treated with plasma exchange and immunosuppression.
Ann Intern Med 2001; 134: 1033-42.
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI
(AHS)
Prof. Dr. Ali Nihat ANNAKKAYA
Tanım
Akciğer kaynaklı kanamalar bronşiyal damarlar, pulmoner damarlar veya kapiller düzeyden olabilir. Bronşiyal arterlerden kaynaklanan kanamalar genellikle
bronşektazi ve malignitelerde görülür. Küçük, orta veya büyük pulmoner damarlardan kaynaklanan kanamalar ise en sık sistemik vaskülitlere bağlıdır. Vaskülitlerde, pulmoner kapillerler de etkilenebilir. Vaskülitlerdeki pulmoner mikrovasküler tutulum “pulmoner kapillaritis” olarak tanımlanır. Alveoler Hemoraji veya
Diffüz Alveoler Hemoraji (DAH) alveoler kapillerlerden kaynaklanan kanamanın
(eritrositler) alveol içinde birikmesi olarak tanımlanan kliniko-patolojik bir sendromdur. Alveoler hemoraji sendromlarının ortak paydası pulmoner mikrovasküler dolaşımda meydana gelen hasardır (1).
Bu klinik sendrom hemoptizi, anemi, diffüz radyolojik pulmoner infiltratlar ve
bazen ciddi olabilen hipoksemik solunum yetmezliği bulgularıyla karakterizedir.
AHS’da altta yatan histopatoloji alveol içinde biriken kan ve fibrin olup, 48-72
saat sonra hemosiderin yüklü makrofajlar görülmeye başlar.
Histoloji ve Etyoloji
AHS, pek çok klinik durumla ilişkilendirilmiş ve birkaç histolojik tip tanımlanmıştır (Tablo 1). Histolojik olarak pulmoner kapillaritis, hafif pulmoner hemoraji,
diffüz alveoler hasar ve diğer karışık histolojik bulgular görülebilir. AHS’da en
sık görülen histopatolojik bulgu küçük damar vasküliti olarak bilinen pulmoner
kapillaritistir.
Pulmoner Kapillaritis: Alveoler kapillaritis olarak da bilinen bu patolojik
tablo alveoler septalarda (intertisyum) nötrofil yoğun infiltrasyon, alveol ve kapiller duvarlarında fibrinoid nekroz ile karakterizedir. Bu enflamasyon ve nekroz sonucu, alveolo-kapiller bazal membran hasar görür ve bütünlüğü bozulur. Sonuçta
alveol yüzeyinde ve intertisyumda eritrositler birikir.
241
242
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
Tablo 1. Histolojik tipe göre alveoler hemoraji sendromunun nedenleri (1)
Pulmoner Kapillaritis
Hafif Alveoler Hemoraji
Diffüz Alveoler Hasar
Sistemik vaskülitler
Bağ dokusu hastalıkları
İnfeksiyonlar
Behçet hastalığı
Goodpasture sendromu
İnfeksiyona bağlı ARDS
Krioglobülinemi
Sistemik Lupus Eritematozus
Henoch-Schoenlein purpurası
İlaçlar
İmmunsuprese hastada fırsatçı
infeksiyon
IgA nefropatisi
Antikoagülan tedavi
Pauci-immun glomerulonefrit
Platelet glikoprotein IIB/IIIA
Wegener granulomatozisi
Amiodaron
Mikroskopik polianjitis
Nitrofurantoin
Bağ dokusu hastalıkları
Penisilamin
Mikst bağ dokusu hastalığı
Diğer
Amiodaron
Goodpasture sendromu
İdiyopatik pulmoner hemosiderozis
Kokain
Sitotoksik ilaçlar
Leptospiroz
Nitrofurantoin
Romatoid artrit
Mitral stenoz
Penisilamin
Sistemik Lupus Eritematozus
(SLE)
Veno-okluziv hastalık
Propiltiourasil
Koagülasyon bozuklukları
Sirolimus
Skleroderma
İzosiyanat maruziyeti
Diğer
İlaçlar
Multiple myelom
ARDS
Difenilhidantoin
İnfektif endokardit
Propiltiourasil
Trimellitik anhidrit
Pulmoner kapiller hemanjiomatozis
Polimiyozit
Primer antifosfolipit sendromu
Retinoik asit
Diğer
Otolog kemik iliği nakli
İnfektif endokardit
İzole pulmoner kapillaritis
Virüsler
Bağ dokusu hastalıkları
Polimiyozit
Sistemik Lupus Eritematozus
İlaçlar
Pulmoner enfarkt
Trimellitik anhidrit
Tuberoskleroz
Radyasyon tedavisi
Kemik iliği nakli
Leptospiroz
Akciğer transplant rejeksiyonu
Myastenia Gravis
Ülseratif kolit
İdiopatik pulmoner fibroz
Hafif Pulmoner Hemoraji: Bu durum alveolo-kapiller yapıda destrüksiyon
veya inflamasyon olmaksızın alveoller içinde kanama ile karakterizedir. Bu durum genellikle artmış sol ventrikül diastol sonu basıncında artma, koagülopatiler
ve antikoagülan tedaviye sekonder görülür (2).
Diffüz Alveoler Hasar: Acute Respiratory Distress Syndrome (ARDS) olarak da bilinen bu patern alveoler septada ödem ve alveoler yüzeyde hiyalen
membran oluşumuyla karakterizedir. Diffüz Alveoler Hasar (DAH) sitotoksik,
non-sitotoksik ilaçlar, infeksiyonlar, bağ dokusu hastalıklarına sekonder görülebilir ve alveoler hemorajiye neden olabilir (3).
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
243
AHS ile sonuçlanan alveoler mikrovasküler sirkülasyon hasarı akciğere lokalize
(inhalasyon hasarı gibi) veya sistemik bozuklukların bir parçası (vaskülitler ve bağ
dokusu hastalıkları) olabilir. AHS yapan hastalıklar belirlenmiş olmasına rağmen
görülme sıklığı ile ilgili yapılmış prospektif çalışma yoktur. Histopatolojik olarak
kanıtlanmış 34 olguluk bir seride %88 oranında pulmoner kapillaritis gösterilmiştir. AHS nedenleri arasında en sık Wegener (%32), Goodpasture (%13), idiopatik pulmoner hemosiderozis (%13), bağ dokusu hastalıkları (%13) ve mikroskopik polianjitis (%9) tespit edilmiştir (4).
Klinik tanı
AHS olan bir hastada bulunan semptom, muayene ve laboratuar bulguları ya
spesifik bir tanıya yada spesifik bir tanı olmaksızın sadece sendromun genel tanısına ulaşmamızda yol göstericidir.
Semptomlar: AHS’nda semptomların başlangıcı genellikle akut veya bir haftadan kısa sürelidir. Öksürük, hemoptizi, ateş ve nefes darlığı en sık görülen başvuru
semptomlarıdır. Bununla birlikte bazı hastalarda mekanik ventilasyon gerektiren
akut solunum yetmezliği tablosu görülebilir. Hangi nedenle olursa olsun AHS’lu
hastaların 1/3’ünden fazlasında başlangıçta hemoptizi görülmeyebilir. Bu durumda
yeni gelişmiş lokalize veya diffüz alveoler infiltratlar, kan hemoglobin düzeylerinde
azalma ve bronkoalveoler lavaj (BAL) sıvısında hemoraji olması tanıda yardımcıdır.
Anamnez: Bazı spesifik etyolojileri aydınlatmada çok faydalı olabilir.
• Amiodaron, kokain, nitrofurantoin, penisilamin, propiltiourasil, sirolimus
veya trimellitik anhidrit gibi nedensel ajanlara maruziyet
• Kemik iliği nakli ve sitotoksik ilaç kullanımı gibi ARDS gelişimi ile ilişkili durumlar
• Sistemik vaskülit, bağ dokusu hastalığı veya mitral kapak hastalığı sorgulanmalıdır.
Fizik Muayene: Üveit, artrit veya cilt bulguları gibi altta yatan sistemik vaskülitler veya bağ dokusu hastalıklarına ait bulgular mevcut olabilir. Bunun dışında
akciğer muayene bulguları genellikle nonspesifiktir.
Radyolojik bulgular: Akciğer grafisi bulguları da non-spesifik olup, en sık
olarak yeni gelişen yamalı veya diffüz alveoler opasiteler görülür. Tekrarlayan
ataklar pulmoner fibrozise bağlı intertisyel opasitelere yol açabilir (5). Toraks BT
genellikle diffüz ve bilateral olan (nadiren tek taraflı da olabilir) alveoler (asiner)
veya buzlu cam opasitelerini daha iyi gösterir. Bazı radyolojik ve ekokardiyografik bulgular altta yatan hastalığı gösterebilir.
• Sistemik vaskülitler ve bağ dokusu hastalıklarıyla ilişkili AHS’nda bazen miyokardit veya plevral efüzyona bağlı kardiyomegali görülebilir.
244
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
• Kerley B çizgileri mitral stenoz veya pulmoner veno-okluziv hastalık olasılığını
akla getirir. EKO mitral stenoz tanısının konmasında faydalı olabilir.
Laboratuvar bulguları: AHS’da laboratuar bulguları da sıklıkla nonspesifiktir (Tablo 2). Eritrosit sedimentasyon hızı özellikle sistemik hastalıklara
eşlik eden AHS olgularında artmıştır. Lölositoz ve anemi görülebilir.
Fokal segmental nekrotizan glomeruloneftit ve pulmoner hemoraji birlikteliği
olarak tanımlanan pulmono-renal sendromda tipik olarak anormal idrar bulguları (hematüri, proteinüri vb.) ile birlikte kan kreatinin düzeylerinde artış söz konusudur.
Spesifik antikorlar, pozitif kültürler, toksikoloji araştırmaları AHS’nun altında yatan hastalığın tanısında faydalı olabilir.
• Antinötrofil sitoplazmik antikorlar (ANCA)-Anti-proteinaz 3 antikorları (antiPR3) olarak tanımlanan cytoplasmic ANCA (C-ANCA) en sık granülomatöz polianjitis (Wegener) tanısında anti-myeloperoksidaz (anti-MPO) olarak
tanımlanan perinükleer ANCA (P-ANCA) ise mikroskopik poliarteritis veya
Churg-Strauss sendromu tanısında kullanılmaktadır.
Tablo 2. AHS’nun laboratuar ve radyolojik değerlendirmesi (1)
Non-Spesifik Bulgular
Spesifik Bulgular
Lökositoz
ANA
Trombositopeni
Sitotoksik ilaçlar
RF
Antifosfolipit sendromu
Bağ dokusu hastalıkları
Bağ dokusu hastalıkları
SLE
Wegener granulomatozisi
Sedimentasyonda artış
c-ANCA
Hematüri
Wegener granulomatozisi
Mikroskopik polianjitis (nadir)
Sistemik vaskülitler
SLE
p-ANCA
Mikst bağ dokusu hastalığı
Mikroskopik polianjitis
Goodpasture sendromu
Churg-Strauss sendromu
Anormal PT, PTT, INR
Akciğer grafisi ve BT’de spesifik bulgular
SLE
Koagülasyon bozuklukları
Kerley B çizgileri
Pulmoner venookluziv hastalık
İlaçlar
Mitral stenoz
Akciğer grafisi ve BT’de infiltratlar
Nodüller, kaviteler
Yamalı veya diffüz
Wegener granulomatozisi
Sıklıkla perifer ve apeks korunmuş
Romatoid artrit
Hava bronkogramları
ANA: antinüklear antikor, RF: romatoid faktör, PT: protrombin zamanı, PTT: parsiyel tromboplastin zamanı,
INR: international normalized ratio, SLE: sistemik lupus eritematozus
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
245
• Anti-glomerüler bazal membran antikorları (anti-GBM)-AHS ile birlikte serumda bu antikorların gösterilmesi Goodpasture Hastalığı için tanısaldır.
• Serolojik bulgular sistemik lupus eritematozus (SLE) düşündürebilir. Antinükler antikorlar, anti-DNA antikorları ve kompleman düşüklüğü SLE tanısında
faydalıdır.
• Antifosfolipit antikorlar-IgG ve IgM antikardiyolipin antikorlar, IgG ve IgM
anti-β2-glikoprotein I ve/veya lupus antikoagülant antifosfolipid sendromu
tanısında kullanılır.
• Antistreptokokal antikorlar veya pozitif kan kültürü-Antistreptolizin O, antiDNase B veya hiyaluronidaz gibi streptokokal antijenlere karşı gelişen antikorlar veya pozitif kan kültürü poststreptokokal glomerulonefrit tanısına
götürebilir.
• Toksikolojik tarama-Kokain kullandığından şüphelenilen hastada yapılabilir.
Solunum fonksiyon testleri: AHS’lu olgularda bazen ventilatör desteği gerektirecek boyutta olabilen, çeşitli derecelerde hipoksemi görülür. Karbonmonoksit diffüzyon kapasitesinde (DLCO) artış AHS için önemli bir bulgudur. Bu durum
kanamaya sekonder alveol içinde artmış hemoglobin düzeylerine bağlıdır. DLCO
ölçümü duyarlı bir marker olmasına rağmen, hastalığın şiddetine bağlı AHS’lu olguların çoğunda test uygulanamaz. Diffüz parankimal infiltrasyonlar, gaz alış verişinde ciddi bozulma ve DLCO’da artış triadı hem tanı güçlüğü olan olgularda
tanıya hem de daha önce tanı konan olgularda atakların tespitine yardımcı olur.
Tekrarlayan alveoler hemoraji atakları ve mikroskopik polianjitise (MP) sekonder
pulmoner kapillaritiste solunum fonksiyon testlerinde obstruksiyon görülebilir (6).
Bronkoalveoler lavaj: Radyolojik olarak opasitelerin bulunduğu bir alandan
yapılır. BAL işlemi sırasında lavaj sıvısının giderek daha hemorajik gelmesi hangi
nedene bağlı olursa olsun AHS tanısını destekler. Aynı zamanda BAL sıvısı Prusya mavisi ile boyanarak hemosiderin yüklü makrofajlar gösterilebilir. Bu durum
özellikle hemoptizi olmayan olgularda diffüz alveoler opasitelerin ayırıcı tanısında önem kazanmaktadır (7).
AHS’nun spesifik etyolojisini ortaya koymada faydası sınırlı olsa da, BAL ayırıcı
tanısında anahtar bir basamaktır. BAL sıvısını kültür ve sitolojik analizi ARDS
için olası sorumlu infeksiyon ajanını ortaya koymada yararlı olabilir.
Biyopsi: Bronkoalveoler lavaj alveoler hemoraji sendromu klinik tanısının doğrulanmasında önemlidir. Ancak kesin histolojik tanı için cerrahi biyopsi gerekebilir. Şayet AHS sistemik bir hastalığın bir parçası değil ve serolojik testler negatif
ise genellikle cerrahi biyopsi önerilir.
• Kapiller bazal membarn boyunca lineer IgG depozitleri görülmesi Goodpasture
sendromu için tanısaldır. Olguların %5-10’unda hastalık akciğerle sınırlı olabilir.
İPH
+ ---- - - N - - -
Hafif;
Depozit ø
SLE
+++±
++± ↓
-
-
-
Hafif / kapillari;
Granüler IgG
Goodpasture
+
+
-
-
-
-
-
N
+
-
-
Hafif / kapillarit;
Lineer IgG
İzole PK + ---- - - N - - - Kapillarit;
Depozit ø
MP
+ +++± - ± N - - + Kapillarit;
Depozit ø
Wegener + +++± - ± N - + - Kapillarit;
±granüler
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
Sendrom
Anemi Renal Artrit Cilt ANA dsDNA
RF
Comp ABMA cANCA pANCA Histopatoloji;
İmmunfloresan
Tablo 3. Sık görülen alveoler hemoraji sendromlarının klinik ayırımı (11)
246
• Granüler tarzda immun kompleks birikimi bağ dokusu hastalıklarında (özellikle SLE’de)
görülür. Bununla birlikte immun
depozitler IgA sınıfı ise HenochSchönlein purpurası veya IgA
nefropatisi olası tanılardır.
• Wegener, mikroskopik polianjitis veya izole pulmoner kapillaritis olan hastalarda immunfloresan veya elektron mikroskopiyle
immun depozit görülmez (bu
nedenle pauci-immun pulmoner
kapillaritis olarak adlandırılırlar)
• Cilt lezyonlarından alınan biyopsilerle lökositoklastik vaskülit
gösterilebilir.
Sistemik bulgular olmaksızın
AHS: Sistemik bulgular olmaksızın
AHS için olası nedenler olarak klinisyenler öncelikle ilaç ve çevresel
maruziyetler, mitral kapak hastalığı, koagülasyon bozuklukları veya
ARDS’ye yol açabilecek predispozan durumları dışlamalıdır. Bu durumlar dışlandığında 4 olası temel
tanı söz konusudur.
• Akciğerle sınırlı anti-GBM antikorları hastalığı (Goodpasture
sendromu)
• P-ANCA (+) izole pulmoner kapillaritis
• ANCA (-) izole pulmoner kapillaritis
• İdiyopatik pulmoner hemosiderozis (İPH)
Goodpasture sendromu glomerulonefrit olmadan tek başına AHS
şeklinde de nadiren görülebilir (8).
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
247
Bu durumda kanda dolaşan anti-GBM antikorları yoktur. Tanı sadece akciğer
dokusunda immunfloresan yöntemle lineer depozitlerin gösterilmesi yoluyla konabilir. Altta yatan histolojik bulgular ya hafif pulmoner hemoraji ya da pulmoner
kapillaritis olabilir.
ANCA (+)’liği olsun yada olmasın izole pulmoner kapillaritis akciğerle sınırlı küçük damar vaskülitinin bir formudur. Bu durum olağan vaskülitik sendromların
içinde yer almaz. Tanı sonrası 4 yıl boyunca izlenen ANCA (-) hastalarda sistemik
tutulum kanıtına rastlanmamıştır (9).
İPH tanısı bir dışlama tanısıdır (Tablo 3). Hastalık özellikle gençlerde görülür. Erişkin
dönemde olguların sadece %20’si görülür. Pediatrik yaş grubundaki olguların %50’si
çölyak hastalığı ve artmış IgA düzeyleriyle ilişkilidir. Etkilenen erişkinlerin çoğunda bu
durum yoktur. IPH tanısı akciğer biyopsisinde immun kompleks depozitleri olmaksızın hafif pulmoner hemoraji histolojik bulgularının görülmesiyle konur.
AHS ile ilişkili spesifik hastalıklar
VASKÜLİTLER
Wegener granulomatozisi
Sıklıkla üst ve alt solunum sistemini ve böbrekleri tutan bir vaskülittir. Cilt ve deri
gibi diğer organlarda etkilenebilir. Pulmoner kapillaritise sekonder alveoler hemoraji sendromu hastalığın seyri sırasında olabileceği gibi ilk başvuru semptomu da
olabilir. Histopatolojik olarak pulmoner kapillaritis genellikle Wegener hastalığının
tipik histopatolojik bulgularıyla birliktedir ancak nadiren tek başına da olabilir (10).
Mikroskopik polianjitis’den ayırım güçtür. Spesifik tanı klinik bulgularla birlikte
c-ANCA pozitifliğine dayanır. Bu hastalıkta karakteristik klinik (Örn: sinüzit, kaviter
akciğer lezyonları) ve histopatolojik bulgular (küçük-orta damar vasküliti, granülomatöz inflamasyon ve doku nekrozu) alveoler hemoraji ve kapillaritis tablosundan
aylar-yıllar sonra ortaya çıkabilir (11). Alveoler hemoraji tekrarlayan özellikte ve
genellikle subkliniktir. Sık tekrarlayan alveoler hemorajilere bağlı BAL’da hemosiderin yüklü makrofajlar ANCA pozitif vaskülitlerde bağ dokusu hastalıklarından
çok daha sık görülür (12). AHS’na böbrek hastalığı (fokal segmental nekrotizan
glomerulonefrit), ciltte lökositoklastik vaskülit ve artrit sıklıkla eşlik eder. Solunum
veya böbrek yetmezliğine bağlı erken mortalite oranı %37’dir (10).
Yüksek doz kortikosteroid ve siklofosfamid hastalığın şiddetine göre başlangıçta intravenöz olarak önerilen tedavidir. Remisyon sağlandığında siklofosfamid
yerine azotiopirin verilebilir. Tedavinin azaltılmasıyla nüksler görülebilir. Hastalığın aktivitesi sedimentasyon, ANCA düzeyi, DLCO ve idrar tahlilleri ile izlenir.
Standart tedaviye rağmen nüksler veya persistan hastalık olduğunda intravenöz
immunglobülinler denenebilir (13). Yeni tedavi seçenekleri arasında trimetoprim-sülfametoksazol, antilenfosit monoklonal antikorlar ve tümör nekrozis faktör
(TNF) inhibitörleri bulunmaktadır (14).
248
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
Mikroskopik polianjitis
Küçük damarları tutan bu vaskülitin poliarteritis nodosanın (PAN) bir varyantı
olabileceği düşünülmektedir. Abdominal organları daha az tutması, astım ve
hipertansiyon olmaması, orta boy damarları etkilememesi ile PAN’dan ayrılabilir. Pulmoner kapillaritis ve alveoler hemorajinin sık nedenlerindendir. Sistemik vaskülitlerin çoğunda görülen fokal segmental nekrotizan glomerulonefrit
en belirgin patolojik bulgudur. Pulmoner kapillaritis olguların %20-30’unda
görülür (15). Alveoler hemoraji ciddi, hatta hayatı tehdit edici olabilir. Ateş,
kilo kaybı, cilt lezyonları, miyalji, artralji, diyare ve mukozal vaskülite bağlı
gastrointestinal kanama diğer bulgulardır. Diğer vaskülitlerde olduğu gibi sedimentasyon artmıştır. RF ve ANA pozitifliği görülebilir. Anti DNA antikorları ve
kompleman azlığı gibi SLE düşündüren bulgular yoktur. Serum p-ANCA pozitifliği tanıyı büyük ölçüde destekler. Tedavide kortikosteroidler ile siklofosfamid
veya azotiopirin kombine edilir. Plazmaferez ile adjuvan tedavi bazı yazarlar
tarafından önerilmiştir (10). Mikroskopik polianjitis tedavisinin erken sonuçları
genellikle iyidir. Ancak alveoler hemoraji sendromu mevcut ise erken mortalite
oranı %25’lere kadar çıkabilir. Tedavi kesilince nüks eğilimi vardır. Dirençli
olgularda intravenöz immunglobülin denenebilir. Masif alveoler hemorajisi olan
bir olguda faktör VIIa çok başarılı bir şekilde kullanılmıştır (16). Tekrarlayan
alveoler hemoraji ataklarına bağlı pulmoner fibrozis, restriktif ve obstruktif ventilasyon bozuklukları görülebilir (6).
İzole Pauci-immun Pulmoner Kapillaritis
İzole Pauci-immun pulmoner kapillaritis (biyopside immun depozit olmayan akciğerle sınırlı kapillaritis) sistemik hastalıklarla ilişkilendirilmiş klinik veya laboratuar bulguları olmaksızın akciğerle sınırlı küçük damar vasküliti olarak tanımlanır. Serum p-ANCA pozitif ve negatif olmak üzere 2 formu vardır. Pulmoner
kapillaritis tanısı biyopsi ile doğrulanmış 29 olguluk bir seride AHS’nun en sık
nedeni olarak izole pauciimmun pulmoner kapillaritis bulunmuştur (9). Ventilatör
desteği gerektiren solunum yetmezliği sık olmasına rağmen kortikosteroid ve siklofosfamid tedavisine yanıt iyidir. Sistemik vaskülitler veya bağ dokusu hastalıklarının seyri sırasında olan AHS ile karşılaştırıldığında izole pauci-immun pulmoner
kapillaritis olguları daha iyi bir prognoza sahiptir. Ayırıcı tanıda Goodpasture
sendromunun akciğere sınırlı formu, bağ dokusu hastalıklarının başlangıç dönemi, antifosfolipid sendromu ve mitral stenoz gibi AHS’na neden olan pulmoner
kapillaritis tabloları göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca pulmoner kapillaritisle
ilişkili olmayan IPH’den de ayrılmalıdır. Nedeni açıklanamayan AHS bulunan
tüm hastalarda EKO ve akciğer biyopsisi yapılmalıdır.
Mikst kriyoglobülinemi
Purpura, artrit, hepatit ve glomerulonefrit ile karakterize sistemik bir vaskülittir.
Olguların çoğu Hepatit C ve B viral infeksiyonuyla ilişkilidir. Hastalığın ana bul-
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
249
gusu purpura olarak görünen cilt tutulumudur. (lökositoklastik vaskülit). Böbrek
tutulumunda granüler immun depozitlerle birlikte proliferatif glomerulonefrit görülür. Alveol duvarında fibrozis ve inflamasyona bağlı intertisyel akciğer hastalığı
en sık akciğer tutulumudur. Pulmoner kapillaritise bağlı AHS’na da neden olabileceği bildirilmiştir (17).
Behçet Hastalığı
Oral ve genital ülserasyonlar, iridosiklit, tromboflebit, artrit, kutanöz vaskülit ve meningoensefalit ile karakterize kronik tekrarlayan bir hastalıktır. Aktif olguların serumlarında, akciğer ve diğer organlarında immun kompleksler gösterilmiştir (18).
Behçet sendromlu olguların %5-10’unda akciğer tutulumu görülür. Pulmoner
hastalık tipik olarak kapiller, venüller ve arteriolleri etkileyen küçük damar vasküliti şeklindedir. Renal hastalık diğer tüm sistemik vaskülitlerde olduğu gibi fokal
segmental nekrotizan vaskülittir. Büyük damar tutulumu arterlerde anevrizmaya
yol açabilir. Anevrizmatik damarların bronşu erode etmesiyle masif kanama ve
ölüm olabilir. Behçet hastalığında bir diğer olası alveoler hemoraji nedeni infarktla birlikte pulmoner arterlerde oklüzyon olmasıdır (19).
Öksürük, hemoptizi, göğüs ağrısı ve ateş semptomları ile kendini gösteren pulmoner tutulum erkeklerde kadınlardan çok daha sık görülür. Pulmoner hemoraji
olguların yaklaşık %40’ında ölüm nedenidir ve ölüm genellikle ilk hemoptizi atağından sonra 6 yıl içinde görülür. Tedavide kortikosteroid ve immun supresifler
kullanılır (20). Bazı olgu sunumlarında anti-TNF tedavisi ile dramatik sonuçlar
bildirilmiştir (21).
Henoch-Schönlein Purpurası
Primer olarak çocukları tutan bir hastalık olsa da erişkinlerde de görülebilir. Erişkinlerde tipik olarak palpabl purpura (lökositoklastik vaskülit) ve glomerulonefrit
ile kendini gösterir. Eklemler ve gastro-intestinal sistem sıklıkla etkilenir. Pulmoner tutulum nadiren görülür. Büyük serilerde akciğer grafisinde geçici radyolojik
opasiteler dışında pulmoner tutulumdan bahsedilmemektedir. Ancak pulmoner
kapillaritis ile birlikte alveoler hemoraji patolojik olarak gösterilmiş olgular mevcuttur (22). IgA sınıfı immun kompleksler hastaların serum, böbrek ve akciğerlerinde gösterilmiş ve doku hasarından sorumlu tutulmuştur (10). Tedavide kortikosteroidler önerilmektedir.
Pauci-immun Glomerulonefrit
İzole renal vaskülit tiplerinden biridir. Pauci-immun glomerulonefrit’de minimal
fibrin birikimi dışında herhangi bir immunreaksiyon ürünü yoktur. Histolojik ve
immunolojik olarak Mikroskopik polianjitis ve Wegener’in böbrek tutulumuna
benzer. Etkilenen hastaların yarısından fazlasında pulmoner kapillaritis ve AHS
görülür. Klinik olarak hastalık akciğer ve böbrekle sınırlıdır. Serumda anti-GBM
250
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
antikorları olmaması ve böbrek biyopsisinde immunfloresan çalışmaların negatif
olmasıyla Good pasture sendromundan ayrılır. Tedavide yüksek doz steroide ya
siklofosfamid ya da azatioprin eklenmesi önerilmektedir (10).
İMMUNOLOJİK HASTALIKLAR
Goodpasture Sendromu
İmmun aracılı alveoler hemoraji vakalarının yaklaşık dörtte birini Goodpasture sendromu (anti glomeruler bazal membaran hastalığı) oluşturur (23). 1919
yılında 19 yaşında bir olgunun influenza infeksiyonu sonrası AHS, glomerulonefrit, dalakta enfarktlar ve ince barsaklarda vaskülit tablosuyla ölmesi sonrasında Goodpasture tarafından tarif edilmiştir. 1965 yılında pulmoner AHS ve
glomerulonefrit tablosu olan hastaların bazılarında akciğer ve böbreklerde bazal
membranda bulunan tip IV kollajen α3 zincirine karşı antikorlar tespit edilmiştir
(24). AHS ve glomerulonefriti bulunan hastalarda ya serumda anti-GBMA’nın
gösterilmesi ya da böbrek ve/veya akciğerde bazal memranlarda lineer immun
depozitlerin gösterilmesi ile Goodpasture sendromu tanısı konur. Tipik olarak
AHS ve hızlı seyirli progresif glomerulonefrit görülür. 20-45 yaşları arasında ve
erkeklerde daha sıktır. Çoğu hasta ilerleyici nefes darlığı, yaygın alveoler infiltratlar, hipoksemi ve hemoptizi ile başvurur. Böbrek hastalığı bulunması tanıda
anahtar rol oynar.
Tedavisiz bırakılırsa hastalarda günler-haftalar içinde böbrek yetmezliği gelişir. Hastaların 1/3’ünde alveoler hemoraji olmaksızın glomerulonefrit görülür.
Böbrek hastalığı olmadan alveoler hemoraji ise çok daha nadirdir (akciğerle
sınırlı anti GBM hastalığı). Akciğer grafisindeki hava bronkogramları içeren
infiltratlar kanamanın durması ile 1-2 gün içinde kaybolur. Olguların çoğunda
anemi mevcuttur. Radyoimmunoassey veya ELİSA yöntemiyle bakılan antiGBM antikorları %95’in üzerinde sensivite ve spesifiteye sahiptir. Anti-GBM
antikor düzeyi hastalığın şiddeti ile kesin ilişkili olmamakla birlikte genellikle
ciddi renal hastalığı olanlarda daha yüksektir. Sigara dumanına maruziyet, hidrokarbon içeren çözücüler, metal tozları, influenza A2 virüsü, klorin gazı ve
D-penisilamin ile Goodpasture sendromu ilişkilendirilmiştir. Sigara içenlerde
daha fazla AHS görülülür (25). Tanı için tercih edilen invaziv yöntem böbrek
biyopsisidir. Işık mikroskopisinde proliferatif veya nekrotizan glomerulonefrit
ve hücresel kresentler görülür. İmmonfloresan veya elektronmikroskopisiyle
glomeruler bazal membran boyunca komplemen (C3) ve IgG’nin lineer birikimi
patognomoniktir. Akciğer biyopsisine nadiren gerek duyulur (10). Plazmaferez, kortikosteroidler ve siklofosfamid mortaliteyi %20’nin altına indirmiştir.
Erken tedavi irreversibl böbrek fonksiyon bozukluğunu önlemede çok önemlidir. Klinik seyir düzelene kadar ve anti-GBM antikorları serumda kaybolana
kadar günlük veya gün aşırı plazmaferez önerilir. Bu tedaviye kortikosteroid ile
birlikte siklofosfamid veya azotiopirin eklenir (26).
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
251
Bağ dokusu hastalıkları
AHS bağ dokusu hastalıkları arasında en sık SLE’de görülür. SLE’de ilk başvuru
semptomu olarak AHS alışılmış değildir. Lupus pnömonitisi daha sık görülür.
AHS olan olguların çoğunda lupus böbrek tutulumu mevcuttur. Alveoler hemoraji mekanik ventilasyon gerektirecek derecede solunum yetmezliği yapabilir.
Serum komplement düzeyinde azalma ve ANA düzeyinde artış tanıyı doğrular.
AHS, SLE’de hemoptizinin diğer nedenlerinden ayrılmalıdır (akut lupus pnömonitisi). Akut lupus pnömonitisinde ateş, öksürük ve dispne mevcuttur. AHS’nun
tersine lupus pnömonitisinde plevral ve perikardiyal efüzyon sık, anemi ise nadirdir. AHS düşünülen lupus olgularında olası diğer tanılar infeksiyöz pnömoniler ve pulmoner embolidir. Histopatolojik değerlendirmede kapillaritis beklenen
bulgudur. Ancak hafif pulmoner hemoraji ve diffüz alveoler hasar da tanımlanmıştır. Alveoler intertisyumda ve kan damarlarının duvarında IgG ve kompleman
(C3) granüler depozitleri mevcuttur. SLE’ye bağlı oluşan diffüz alveoler hemoraji sendromunun tedavisinde yüksek doz intravenöz steroidle birlikte azotiopirin
veya siklofosfamid kullanılır. Bazı olgularda immunsupresif tedaviye plazmaferez
eklenmiş ancak yeterli ek katkı sağlamamıştır. İnfeksiyon alveoler hemorajiyi tetikleyebileceğinden tedaviye geniş spektrumlu antibiyoterapinin eklenmesi önerilmektedir. Alveoler hemoraji SLE’de mortalitenin %50’si ile ilişkilidir. Ölüm
alveoler hemoraji, eşlik eden pnömoni, böbrek veya santral sinir sistemi hastalığındandır (27). Glomerulonefrit ve AHS nadiren RA, skleroderma ve mikst bağ
dokusu hastalığında görülür. Polimiyozit, RA, mikst bağ dokusu hastalığı da AHS
ile başvurabilir.
Akut allogreft pulmoner rejeksiyon
Pulmoner kapillaritis ve AHS akciğer transplantasyonu sonrası raporlanmıştır (28).
Transplantasyondan sonra haftalar ve aylar sonra gelişebilir. Allograft rejeksiyonunun tek histopatolojik bulgusu olabilir. Hayatı tehdit eden çok ciddi bir
immunolojik komplikasyonu yansıtır. Standart antiinflamatuar tedavi ile birlikte
kortikosteroidler, sitotoksik ajanlar ve plazmaferez yararlı olabilir.
KOAGÜLASYON BOZUKLUKLARI
Dissemine intravasküler koagülasyon, idiopatik trombositopenik purpura, trombotik trombositopenik purpura, kazanılmış K vitamini eksikliği ve antifosfolipit
antikorları sendromu AHS ile ilişkili koagülasyon bozukluklarıdır (10). Kumadin,
trombolitikler ve glikoprotein IIb/IIIA gibi trombosit hedefli ajanlar dahil antikoagülan tedavilerin tümü AHS’na yol açabilir. Tedaviye bağlı iatrojenik koagülasyon bozukluğu düzelince alveoler hemoraji de geriler. Kemoterapi alan ve
trombositopenisi olan akut lösemili olgularda da AHS görülebilir. Bu olgularda
trombositopeninin katkısı olmakla beraber kemoterapi, oksijen toksisitesi ve enfeksiyonlara bağlı diffüz alveoler hasar ana mekanizmalardır.
252
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
İDİYOPATİK PULMONER HEMOSİDEROZİS (İPH)
İPH alveoler hemorajiye neden olan nadir görülen bir sendromdur ve pulmoner
mikrovasküler dolaşımdan kaynaklanan diğer AHS nedenlerinden histolojik olarak ayrılabilir. Tekrarlayan alveoler hemoraji atakları sonucunda kronik anemi
ve pulmoner fibrozis görülür. Tanısı diğer AHS nedenlerini ekarte edilmesiyle
konur (29).
Erişkin populasyondaki insidansı bilinmemektedir. Ancak olguların büyük çoğunluğunun 30 yaşından önce görüldüğü raporlanmıştır. Erişkinlerde erkeklerde
daha sıktır ve ailesel olgular bildirilmiştir. Çocuklarda insidans milyonda 0,24 olarak saptanmıştır (30). Çocuk ve genç erişkin olguların çölyak hastalığının seyri
sırasında geliştiği ve serum IgA düzeylerinde artış olduğu gösterilmiştir. Histolojik
olarak kapillaritis vardır ve immun kompleks depozitleri yoktur. Alveoler bazal
membran kalınlaşmış ancak bütünlüğü korunmuştur. Tekrarlayan alveoler hemoraji epizodları sonucu hemosiderin yüklü makrofajlar ve demir birikimi olur (31).
İPH olgularında sonuçta akciğerlerde hemosiderin birikimine bağlı kahverengi
renk değişimi olur ve çeşitli derecelerde infiltrasyon ve fibrozis görülür. IPH tanısı akciğer biyopsisinde immun kompleks depozitleri olmaksızın hafif pulmoner
hemoraji histolojik bulgularının görülmesiyle konur. Balgamla karışık hafif düzeyden, hayatı tehdit edici masif hemoptiziye kadar çeşitli derecelerde tekrarlayan
hemoptizi atakları görülür. Ateş öksürük, göğüs ağrısı ve anemiye bağlı halsizlik
semptomları olabilir. Bazı çocuk olgularda lenfadenopati ve hepatosplenomegali mevcuttur. Böbrek tutulumu yoktur. Kronik tekrarlayan hastalıkda pulmoner
fibrozise bağlı ilerleyici dispne, çomak parmak ve inspiratuvar raller görülür. Solunum fonksiyon testlerinde restriksiyon mevcuttur. Aktif kanama dönemlerinde
karbonmonoksit diffüzyon testinde (DLCO) artış görülür. Radyolojik olarak iyi
tanımlanmış sentrilobüler nodüller ve diffüz buzlu cam opasiteler görülür. Serum
antikor testlerinde alternatif tanı düşündürecek bulgular yoktur.
Hastalığın nedeni ve patogenezi bilinmemektedir. Bununla birlikte immunsupresif tedaviye yanıt verdiği için olası bir immun süreç göz ardı edilmemelidir.
Akut hemoraji döneminde kortikosteroidlerin faydalı olduğu gösterilmiştir. Ancak uzun dönem sonuçlarla ilgili yeterli çalışma yoktur. Azatiopirin bazı olgularda
başarıyla kullanılmıştır (32). Olguların %25’inde ilk atak sonrası hastalık tekrar
etmez. %25 olguda ise aktif hastalık olmadan dispne ve anemi semptomları
devam eder. Diğer %25’lik bir grup olguda persistan hastalık ve tekrarlayan
hemoraji atakları sonucu fibrozis ve ciddi restriktif akciğer hastalığı görülür. Geri
kalan ¼’lük kısım ise tedaviye yanıt vermeyen alveoler hemorajiye bağlı solunum
yetmezliği tablosu ile kaybedilir. Persistan hastalıkta ortalama sağkalım 3-5 yıldır.
Erişkinlerde prognoz çocuklardan daha iyidir. Akciğer transplantasyonu bu hastalıkta tartışmalıdır. Çünkü bilateral akciğer transplantasyonu sonrası hastalığın
tekrar ettiği raporlanmıştır (33).
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
253
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMUNUN DİĞER NEDENLERİ
İlaç ve toksinler
AHS’na yol açan pek çok ilaç raporlanmıştır. Antikoagülanlar daha önce tartışılmıştır. AHS’na yol açan ilaç ve toksinlerin çoğu histopatolojik olarak hafif pulmoner hemoraji yapar. AHS’na neden olduğu bildirilen ilaçlar; abciximab, amiodaron, azatioprin, karbamazepin, siklosporin, ara-C, dekstran, dositaksel, fludarabin, hidralazin, metotreksat, radyolojik kontrast maddeler, retinoik asid, sirolimus,
TNF-α, ve valproat dır (34). Az sayıda ilaç (tretinoin, propylthiouracil, fenitoin ve
mitomisin) ise kapillaritis ve alveoler hemoraji ile ilişkilendirilmiştir. Bu ilaçlara bağlı
AHS aynı zamanda glomerulonefrit ve artmış ANCA düzeyleri ile ilişkilidir.
Penisilamin immunkompleks ilişkili glomerulonefrit ve AHS’na neden olabilir.
Penisilamin kullanıldıktan 20 yıl kadar sonra görülür. Bazı yazarlar bu tabloyu
ilaca bağlı Goodpasture sendromu olarak adlandırmaktadır (35). Ancak böbrekte
immun globülin depozitleri paterni lineer değil granülerdir. İmmun supresif tedavi ve plazmaferez gerekebilir.
Trimellitik anhidrit mobilya boyaları, epoksi reçineleri ve plastiklerde kullanılır.
Buhar veya tozunun inhalasyonu sonrası AHS bildirilmiştir. Serumda trimellitik
anhidride karşı 1-3 ay içinde antikorların gelişmesi bu tablonun immunolojik
temelini desteklemektedir. Şayet maruziyetten kaçınılırsa uzun dönem kötüye
gidiş görülmez.
Mitral stenoz
Mitral stenozda bazen anlamlı derecede pulmoner venöz hipertansiyon olmasına rağmen klinik bulgular silik ve uzun süreli olabilir. Bazı hastalarda bu durum
AHS’na yol açabilir (36). Sağ atrium basıncında uzun süreli yüksekliğe bağlı olarak gelişen varikoze bronşiyal arteriollerin rüptürüne sekonder masif hemoptizi
görülebilir. Daha az şiddette alveoler hemoraji atakları tekrar edebilir ve zamanla
kronik intertisyel fibrozis gelişeceğinden sıklıkla yanlış tanı alır. Radyolojik olarak
santral buzlu cam opasiteler, kronik olgularda retiküler patern görülür (37). Mitral kapağın tamir veya replasmanı hastalığın tekrarlarını engeller.
Pulmoner veno-okluziv hastalık
Pulmoner veno-okluziv hastalık (PVOH) küçük pulmoner venlerin fibroz obliterasyonuna bağlı pulmoner hipertansiyona neden olan nadir bir hastalıktır. Erkek ve
kadınları eşit oranlarda etkiler. Tüm yaş guruplarında görülmekle birlikte en sık çocuklar ve genç erişkinlerde görülür. PVOH’da dispne, ortopne, alveoler hemoraji
sendromu, senkop ve kor pulmonale düşündüren ciddi sağ kalp yetmezliği bulguları olabilir. Çünkü PVOH postkapiller pulmoner hipertansiyon nedenlerindendir.
Sağ kalp kataterizasyonu ile prekapiller pulmoner hipertansiyon nedenlerinden
ayırmak güçtür (38). Çünkü pulmoner kapiller wedge basınç genellikle normaldir. Akciğer grafisinde pulmoner hipertansiyon bulguları mevcuttur. Bazı olgular-
254
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
da konjesyon düşündüren septal kalınlaşmaların gözlendiği intertisyel opasiteler
ve AHS’na bağlı buzlu cam opasiteler görülebilir. Plevral efüzyon sıktır. Solunum
fonksiyon testlerinde pulmoner hipertansiyonun diğer birçok nedeninde olduğu
gibi akciğer volümlerinde bir anormallik olmaksızın DLCO’da düşme vardır. Kesin
tanı akciğer biyopsisi ile konur. Olguların çoğu idiopatiktir. Ancak kemoterapiye
sekonder (karmustin, mitomisin, bleomisin), kemik iliği transplantasyonu ve bağ
dokusu hastalıklarıyla birliktelik gösterilmiştir (39). Tedavide pulmoner vazodilatatörlerin kullanımı potansiyel zararlı etkileri olabileceğinden tartışmalıdır. Nifedipin
ve epoprostinol ile olumlu sonuçlar bildirilmekle birlikte bu ajanlar masif pulmoner
ödemi tetikleyerek ölüme neden olabilirler (40). Vazodilatatör tedavi uygulamaları
uygun hastane şartlarında sağ kalp kateterizasyonu sırasında olmalıdır. Hastaların
çok az bir kısmında prednizon ve azatioprin klinik fayda sağlamıştır. Antikoagülan
tedavi PVOH’ın patogenezinde trombozun olası rolü nedeniyle önerilmektedir.
Ancak AHS gelişen olgularda antikoagülanlar kesilmelidir.
Pulmoner Kapiller Hemanjiomatozis
Pulmoner kapiller hemanjiomatozis (PKH) ciddi ve tekrarlayan AHS’na neden olabilen nadir görülen bir pulmoner hipertansiyon nedenidir. Her iki cinste tüm yaş
gruplarında görülebilir. Hastalarda sağ kalp yetmezliği bulguları ile birlikte dispne
mevcuttur. Hemoptizi hastalığın seyri sırasında olguların 1/3’ünde görülür. Radyolojik bulgular nonspesifiktir. Sıklıkla alveoler opasiteler ve pulmoner hipertansiyona ait diğer bulgular görülür. Solunum fonksiyon testlerinde obstruksiyon ve
restriksiyon birlikte görülebilir. PVOH’da olduğu gibi sağ kalp kateterizasyonunda
genellikle pulmoner kapiller wedge basınç normaldir (41). PKH akciğer kapillerlerinin proliferasyonu ile karakterizedir. AHS ve pulmoner hipertansiyonun kesin mekanizması bilinmemektedir. Pulmoner arteryal ve venöz oklüzyon ve/veya
trombozuna bağlı hemanjiomatöz damarların mekanik rüptürü olası mekanizma
olabilir. Vazodilatatör tedavi genellikle kontrendikedir. Çünkü pulmoner ödem ve
ölüme neden olabilir (41). Rekombinant interferon-alfa-2a tedavisi ile stabilizasyon
sağlanan birkaç olgu bildirilmiştir. Akciğer transplantasyonu ile başarılı tedavi raporlanmasına rağmen tanı sonrası ortalama sürvi 3 yıldır.
Ayırıcı Tanı (42)
1. AHS tanısının doğrulanması
• Dispnenin eşlik ettiği çeşitli derecelerde hemoptizi
i. Hemoptizi bazen hiç olmayabilir
ii. Klinik olarak kronik ve sinsi başlangıçlı veya akut başlangıçlı ve mekanik
ventilasyon gerektirecek boyutta hızlı ilerleyen solunum yetmezliği olabilir.
iii.Sıklıkla sistemik bir hastalığın erken bulgusu olarak karşımıza çıkar
• Fizik muayenede artrit, cilt bulguları gibi sistemik hastalığa ait bulgular ve
akciğerde dinlemekle fokal veya diffüz raller olabilir.
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
255
• Akciğer grafisinde infeksiyon veya ödemden ayırt edilemeyecek hava bronkogramları ve/veya alveoler opasiteler görülür
i. Radyolojik bulgular bilateral ve diffüz veya asimetrik ve fokal olabilir
ii. Şayet kanama tekrar etmez ise kanın rezorbsiyonu ile alveoler konsolidasyon yerini intertisyel retiküler paterne bırakır ve tam rezorbe olabilir
iii.Tekrarlayan kanamalar intertisyel fibroz ile sonuçlanabilir
• Laboratuvar bulgularında hipoksemi, anemi ve artmış eritrosit sedimentasyon hızı
i. Böbrek fonksiyon testleri ve idrar tahlili bir pulmono-renal sendromu düşündürebilir
• Solunum Fonksiyon testlerinde DLCO artmıştır
• Bronkoskopide belirgin kanama odağı görülmez ancak aspire edilen BAL
sıvısının giderek daha hemorajik olduğu görülür.
2. Öykü, fizik muayene ve laboratuar bulgularıyla izole pulmoner hastalık veya
eşlik eden renal veya ekstra renal sistemik bir hastalık olup olmadığı tespit edilir.
3. Kan ve idrar testlerinde renal hastalık mevcutsa anti-GBM antikorları hastalığı, vaskülitler, bağ dokusu hastalıkları veya glomerulonefrit ile ilişkili diğer
pulmono-renal sendromlar akla gelmelidir.
• İmmunulojik
i. Vaskülitler (Wegener, mikroskopik poliarteritis, Churg-Srauss)
ii.SLE
iii.Goodpasture
iv.İdiopatik hızlı ilerleyen glomerulonefrit
• Non-immunolojik
i. IgA nefropatisi
ii. İdiopatik hızlı ilerleyen glomerulonefrit
4. Masif hemoptizi söz konusu ise aşağıdaki durumlar dışlanmalıdır.
• Hava yolu hastalıkları (örn: bronşektazi, bronş CA)
• Parankimal hastalık (örn: nekrotizan pnömoni, primer veya metastatik kanser, apse, miçetoma, tüberküloz)
• Bronşiyal veya diğer sistemik arteryal kanamalar (örn: aort rüptürü)
• Pulmoner arteryal bozukluklar (örn: enfarkt, AV malformasyon, anjiosarkom)
• Pulmoner venöz hipertansiyon (örn: sol atrial miksoma, mitral stenoz veya
yetmezlik, LAM, tuberoskleroz, pulmoner veno-okluziv hastalık)
• Pulmoner kapiller hastalıklar (örn: izole kapillaritis, pulmoner kapiller hemanjiomatozis)
256
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
5. İlaç maruziyetleri sorgulanmalıdır
• İnhale (örn: kokain, trimellitik anhidrit)
• Oral (örn: penisilamin)
• Enjektabl (örn: post-lenfanjiografi)
6. Hematolojik bozukluklar (örn: koagülasyon bozuklukları, kemik iliği nakli sonrası, DIC, antifosfolipid sendrom)
7. İdiopatik pulmoner hemosiderozis dışlanmalıdır.
• Uyumlu klinik ve radyolojik bulgular
i.Hemoptizi
ii. Subklinik alveoler hemorajiyle birlikte demir eksikliği anemisi
iii.Tekrarlayan alveoler hemoraji atakları sonucu intertisyel fibroz, dispne,
çomak parmak ve kor pulmonale
iv.Çocuklarda çölyak şupru ile birliktelik
• Biyopside immun kompleks birikimi olmaksızın hafif pulmoner hemoraji gözlenir ve bazen pulmoner kapillaritis ile karışır
• Normal böbrek fonksiyonları
• Kanda anti-GBM antikorlarının yokluğu
• Alveoler hemoraji nedeni diğer hastalıkların dışlanması (infeksiyon, koagülopati, hemodinamik anormallikler veya sistemik bir hastalık)
8. Laboratuvar testleri
• BUN, kreatinin, idrar tahlili, karaciğer fonksiyon testleri, hemogram, Fe, Fe
bağlama, ferritin, krioglobülinler, serum kompleman, HBsAg
• ANA, anti-GBM antikorları, lupus antikoagülanı, antikardiyolipin antikorları,
anti-DNA, c-ANCA (Wegener), p-ANCA (Churg-Strauss/mikroskopik poliarteritis)
• Kokain için toksikolojik test
• Kan kültürü (örn: bakteriyel endokardit)
9. Radyolojik tetkikler
• Akciğer grafisi (kardiyomrgali, malignite gibi alveoler hemoraji dışındaki olası
bozuklukların değerlendirilmesi için)
• ± Toraks BT
• ± Sinüs grafisi (Wegener şüphesi varsa)
• ± Pulmoner anjiografi, sağ ve sol kalp kataterizasyonu, bronşiyal arteriografi
10. Ekokardiyografi (Pulmoner venöz hipertansiyona neden olan mitral kapak,
sol atrium veya sol ventrikül hastalığı kuşkusu varsa)
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
257
11. Bronkoskopi
• BAL (İnfeksiyon ve maligniteyi dışlamak için)
• Transbronşiyal biyopsi
12. Açık akciğer biyopsisi
• Ekstrapulmoner hastalık yok ve kan testleri tanısal değilse
i. İzole pulmoner kapillaritis
ii. İdiopatik pulmoner hemosiderozis
iii.Akciğerle sınırlı Goodpasture sendromu (serumda anti-GBM antikorları
negatifse)
• Non-spesifik sistemik vaskülit (sınırlı Wegener dışlanmalı)
• Non-immunolojik hızla ilerleyen glomerulonefrit (pulmoner vaskülit dışlanmalı)
• Biyopsi materyali aşağıdaki tetkikler için gönderilmelidir
i. Işık mikroskopisi
ii. Elektron mikroskopisi (immun komplekslerin karakteristik elektron yoğun
materyallerini göstermek için)
iii.Anti-GBM antikorları
iv.İmmunufloresan paternler

Lineer-Goodpasture sendromu

Negatif-Wegener, mikroskopik poliarteritis, izole pulmoner kapillaritis

Granüler-SLE, Henoch-Schonlein purpurası (IgA)
13. Renal biyopsi (idrar tahlili, BUN, kreatinin, antikor testleri ile böbrek hastalığı varsa)
• Glomerulonefriti göstermek ve tanımlamak
• Vaskülitin olup olmadığını ortaya koymak
• İmmunufloresans paternleri göstermek
i.Linear-Goodpasture
ii.Granüler-SLE
iii.Pauci-immun-Wegener, mikroskopik poliarteritis
14. Cilt biyopsisi
• Non-spesifik vaskülit
• Karakteristik bulgular (örn: Henoch-Schonlein’da lökositoklastik vaskülit ve
IgA depozitleri)
258
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
KAYNAKLAR
1. Lara AR, Schwarz MI. Diffuse Alveoler Hemorrhage. Chest 2010; 137: 1164-71.
2. Bansal S, Khan R, Cicenia J, et al. Alveoler hemorrhage associated with administration
of glycoprotein IIA/IIIB inhibitor eptifibatide. Crit Care Med 2006; 34: A165.
3. Luks AM, Lakshminarayanan S, Hirschmann JV. Leptospirosis presenting as diffuse
Alveoler hemorrhage: case report and literature review. Chest 2003; 123: 639.
4. Travis WD, Colby TV, Lombard C, Carpenter HA. A clinicopathologic study of 34 cases
of diffuse pulmonary hemorrhage with lung biopsy confirmation. Am J Surg Pathol
1990; 14: 1112-25.
5. Collard HR, Schwarz MI. Diffuse alveoler hemorrhage. Clin Chest Med 2004; 25: 583.
6. Schwarz MI, Mortenson RL, Colby TV, et al. Pulmonary capillaritis. The association with
progressive irreversble airflow limitation and hyperinflation. Am J Respir Dis 1993; 148: 507.
7. De Lassence A, Fleury-Feith J, Escudier E, et al. Alveoler hemorrhage. Diagnostic criteria
and results in 194 immunocompromised hosts. Am J Respir Crit Care Med 1995; 151:
157.
8. Tobler A, Schürch E, Altermatt HJ, Im Hof V. Anti-basement membrane antibody disease
with severe pulmonary haemorrhage and normal renal fonction. Thorax 1991; 46: 68.
9. Jennings CA, King TE Jr, Tuder R, et al. Diffuse Alveoler hemorrhage with underlying
isolated, pauciimmune pulmonary capillaritis. Am J Respir Crit Care Med 1997; 155:
1101-9.
10. Travis WD, Hoffman GS, Leavitt RY, et al: Surgical pathology of the lung in Wegener’s
granülomatozis. Review of 87 open lung biyopsies from 67 patients. Am J Surg Pathol
1991; 15: 315-33.
11.Collard HR, King TE, Schwarz MI. Diffuse alveoler hemorrhage and rare infiltrative
disorders of the lung. In. Mason RJ, Murray JF, Broaddus VC, Nadel JA eds. Murray
and Nadel’s Textbook of Respiratory Medicine. 5th ed. Philadelphia: Elsevier Saunders;
2010: 1449-68.
12.Schnabel A, Reuter M, Csernok E, et al. Subclinical alveoler bleeding in pulmonary
vasculitides: Correlation with indices of disease activity. Eur Respir J 1999; 14: 118-24.
13. Jayne DR, Chapel H, Adu D, et al. Intravenous immunoglobulin for ANCA-associated
systemic vasculitis with persistent disease activity. Q J Med 2000; 93: 433-9.
14.Thomas-Golbanov C, Sridharan S. Novel therapies in vasculitis. Expert Opin Investig
Drugs 2001; 10: 1279-89.
15.Savage CO, Winearls CG, Evans DJ, et al. Microscopic polyarteritis: Presentation,
pathology and prognosis. Q J Med 1985; 56: 467-83.
16.Betensley AD, Yankaskas JR. Factor VIIa for alveoler hemorrhage in microscopic
polyangiitis. Am J Respir Crit Care Med 2002; 166: 1291-2.
17.Gomez-Tello V, Onoro-Canaveral JJ, de la Casa Monje RM, et al. Diffuse recidivant
alveoler hemorrhage in a patient with hepatitis C virus–related mixed cryoglobulinemia.
Intensive Care Med 1999; 25: 319-22.
18. Gamble CN, Wiesner KB, Shapiro RF, Boyer WJ. The immune complex pathogenesis
of glomerulonephritis and pulmonary vasculitis in Behçet’s disease. Am J Med 1979; 6:
1031-9.
19. Raz I, Okon E, Chajek-Shaul T. Pulmonary manifestations in Behçet’s syndrome. Chest
1989; 95: 585-9.
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
259
20.Yazici H, Pazarli H, Barnes CG, et al. A controlled trial of azathioprine in Behçet’s
syndrome. N Engl J Med 1990; 322: 281-5.
21.Sfikakis PP. Behçet’s disease: A new target for anti–tumour necrosis factor treatment.
Ann Rheum Dis 2002; 61: 51-3.
22. Nadrous HF, Yu AC, Specks U, Ryu JH. Pulmonary involvement in Henoch-Schönlein
purpura. Mayo Clin Proc 2004; 79: 1151-7.
23.Rosenbluth DB. Alveoler hemorrhage syndromes. In. Fishman AP, Elias JA, Fishman
JA, Grippi MA, Kaiser LR, Senior RM eds. Fishman’s Manual of Pulmonary Disease of
Disorders. 3th ed. Philadelphia: McGraw-Hill 2005; 443-8.
24.Hellmark T, Burkhardt H, Wieslander J. Goodpasture disease. Characterization of a
single conformational epitope as the target of pathogenic autoantibodies. J Biol Chem
1999; 274: 862-8.
25. Donaghy M, Rees AJ. Cigarette smoking and lung haemorrhage in glomerulonephritis
caused by autoantibodies to glomerular basement membrane. Lancet 1983; 2: 1390-3.
26. Levy JB, Turner AN, Rees AJ, Pusey CD. Long-term outcome of anti-glomerular basement
membrane antibody disease treated with plasma exchange and immunosuppression. Ann
Intern Med 2001; 134: 1033-42.
27.Santos-Ocampo AS, Mandell BF, Fessler BJ. Alveoler hemorrhage in systemic lupus
erythematosus: Presentation and management. Chest 2000; 118: 1083-90.
28. Badesch DB, Zamora M, Fullerton D, et al. Pulmonary capillaritis: A possible histologic
form of acute pulmonary allograft rejection. J Heart Lung Transplant 1998; 17: 415-22.
29. Ioachimescu OC, Sieber S, Kotch A. Idiopathic pulmonary haemosiderosis revisited. Eur
Respir J 2004; 24: 162-70.
30.Kjellman B, Elinder G, Garwicz S, Svan H. Idiopathic pulmonary haemosiderosis in
Swedish children. Acta Paediatr Scand 1984; 73: 584-8.
31.Green RJ, Ruoss SJ, Kraft SA, et al. Pulmonary capillaritis and alveoler hemorrhage.
Update on diagnosis and management. Chest 1996; 110: 1305-16.
32.Byrd RB, Gracey DR. Immunosuppressive treatment of idiopathic pulmonary
hemosiderosis. JAMA 1973; 226: 458-9.
33. Calabrese F, Giacometti C, Rea F, et al. Recurrence of idiopathic pulmonary hemosiderosis
in a young adult patient after bilateral single-lung transplantation. Transplantation 2002;
74: 1643-5.
34. Camus P. Drug-induced infiltrative lung disease. In Schwarz MI, King TE Jr (eds): Interstitial
Lung Diseases (4th ed). Hamilton, Ontario, Canada: BC Decker 2003.pp.485-534.
35. Matloff DS, Kaplan MM. D-Penicillamine-induced Goodpasture’s-like syndrome in primary
biliary cirrhosis-Successful treatment with plasmapheresis and immunosuppressives.
Gastroenterology 1980; 78: 1046-9.
36. Spence TH, Connors JC. Diffuse alveoler hemorrhage syndrome due to “silent” mitral
valve regurgitation. South Med J 2000; 93: 65-7.
37.Woolley K, Stark P. Pulmonary parenchymal manifestations of mitral valve disease.
Radiographics 1999; 19: 965-72.
38. Palevsky HI, Pietra GG, Fishman AP. Pulmonary veno-occlusive disease and its response
to vasodilator agents. Am Rev Respir Dis 1990; 142: 426-9.
39. Johnson SR, Patsios D, Hwang DM, Granton J. Pulmonary veno-occlusive disease and
scleroderma associated pulmonary hypertension. J Rheumatol 2006; 33: 2347-50.
260
ALVEOLER HEMORAJİ SENDROMLARI (AHS)
40.Palmer SM, Robinson LJ, Wang A, et al. Massive pulmonary edema and death after
prostacyclin infusion in a patient with pulmonary veno-occlusive disease. Chest 1998;
113: 237-40.
41. Almagro P, Julia J, Sanjaume M, et al. Pulmonary capillary hemangiomatosis associated
with primary pulmonary hypertension: Report of 2 new cases and review of 35 cases
from the literature. Medicine 2002; 81: 417-24.
42.Zackon H. Pulmonary Differential Diagnosis. First ed. London. W.B.Saunders; 2000:
28-34.
BRONŞİYOLİTLER
Prof. Dr. Candan ÖĞÜŞ
İntrapulmoner havayolları; bronşlar, bronşiyoller ve gaz değişim duktusları olarak
alt gruplara ayrılabilir. Bronşlar vagal sinirler tarafından innerve edilen düz kaslar,
kıkırdak doku, submukozal bezler, siliyalı epitelyum hücreleri ve Goblet hücreleri içerirler. Bronşiyollerde ise normalde kıkırdak, submukozal bezler veya Goblet
hücreleri bulunmaz. Siliyalar bronşlardan daha seyrektir ve bronşiyal düz kaslar vagal kontrol altında değildir. Tekrarlayan dallanmalarla paralel düzende yerleşen çok
sayıda bronşiyoller, büyük bir total kesitsel yüzey oluştururlar. Bu yüzey genişliği
nedeni ile total havayolu direncine katkıları normalde çok azdır. Ayrıca, bronşiyollerin duvarları göreceli olarak ince olduğu ve akciğer volümleri ile çapları değiştiğinden normal veya yüksek akciğer volümlerinde total havayolu direncine katkıları
azdır. Düşük akciğer volümlerinde, bronşiyoller belirgin daraldıkları için rezidüel
volüme ulaşıldığında havayolu direncine olan etkileri artar. Periferik hava yollarını
etkileyen hastalıklarda ise hava yolu direncine olan etki önemli ölçüde yükselmektedir. Periferal hava yolu daralmasına bağlı etkilenmiş alanda ventilasyon azalabilir,
hipoksemi gelişebilir fakat wheezing ya da total solunum iş yükünde dikkati çeken
bir artış ortaya çıkmayabilir. Bu nedenlerle akciğerin sessiz zonu olarak değerlendirilen periferik hava yollarındaki patolojik daralmayı saptamak güçtür ve tüm
çabalara rağmen bu konuda tam olarak başarılı bir yöntem henüz yoktur (1).
Bronşlarla bronşiyoller arasındaki devamlılık nedeni ile olgularda pür bronşit
veya bronşiyolit olup olmadığını değerlendirmek zordur. Bu nedenle bazı otörler,
inflamasyon yeri hakkında anatomik ayırım yapmaktan kaçınmayı tercih ederek 2 mm çapın altındaki bu periferik hava yollarını ‘küçük hava yolları’ olarak
isimlendirirler. Küçük hava yolları başlığı altında primer veya sekonder olarak
bronşiyollerin tutulduğu, bronşiyal tutulumun hastalığın birkaç özelliğinden biri
olduğu hastalıklar toplanır (1,2).
Tanım ve patogenez
Bronşiyolit, respiratuar ve membranöz bronşiyolleri tutan, nonspesifik inflamatuar
ve/veya fibrotik bir prosestir. Küçük iletici hava yollarının bronşiyoler epitelinin
hasarlanması inflamatuar reaksiyonu başlatır. Bronşiyoler ve peribronşiyoler infilt261
262
BRONŞİYOLİTLER
rasyon fokal veya diffüz olabilir, skarlanma, bronşiyal yassı epitel veya goblet hücreli metaplazi bulunabilir ya da bulunmayabilir. İnflamasyonun tamir süreci tam bir
iyileşme veya havayolu duvarında, lümeninde ya da her ikisinde birden granülasyon
dokusunun aşırı proliferasyonu ile karakterize bir etkilenimle sonuçlanabilir. Hastalığın evresine bağlı olarak bu tamir işlemi, küçük hava yollarında daralma ve distorsiyona (Konstriktif bronşiyolit) veya tam obliterasyona (Bronşiyolitis obliterans) yol
açabilir. Çoğunlukla interstisyumun önemli bir kısmı korunmakla birlikte, inflamasyon küçük hava yollarına bitişik alveolleri de kapsayabilir. Tamir sürecinde hücresel
ve mezenkimal komponentlerin dağılımı ve yoğunluğuna bağlı olarak bronşiyolitler,
birçok klinik tabloda, değişken seyir ve histolojik görünümlerde ortaya çıkar (2-6).
Bronşiyolitler göreceli olarak sıktır ve infeksiyonlar, bağ dokusu hastalıkları ve
diğer immunolojik bozukluklar, ilaç reaksiyonları, inhalasyon hasarları, transplantasyon sonrası (kemik iliği, akciğer, kalp-akciğer) gibi bir çok klinik durumda
ortaya çıkabilir (7). Gazlar, dumanlar (ince partiküller), mineral tozlar veya organik materyallerin inhalasyonunun akciğerlerde yaptığı hasarlanma bronşiyolite
sebep olabilir. Bronşiyolitin nadir bir nedenidir. Azotlu duman maruziyeti çiftçilik,
askeri gereçler, altın, kömür üretimi, kimyasal madde endüstrisi gibi birçok meslek grubunda söz konusudur. Nitrojen oksitler akut ve kronik akciğer hasarına yol
açan en sık ve en iyi tanımlanmış ajanlardır. Asbest, silika, demiroksit, alüminyumoksit ve kömür gibi inorganik mineral tozlarına maruziyet sonrasında respiratuar bronşiyolit gelişebilir. Organik tozlar ise hipersensitivite pnömonisinin
bir komponenti şeklinde bronşiyolite neden olurlar. Gıdaya tad verici ajanların
solunmasına bağlı gelişen bronşiyolit olguları da mevcuttur (5,8,9).
Bronşiyolitlerin tanımlanmış tipik bir klinik tablosu yoktur. Belirtiler, bulgular
nonspesifik ve değişkendir. Klinik seyir genellikle kronik olmakla birlikte akut ve
subakut da olabilir. Pulmoner fonksiyon testleri genellikle obstrüktif etkilenimi
yansıtsa da, nedene bağlı olarak restriktif özellik gösterebilir veya erken dönemde normal olabilir. Bronşiyolitlere özgün laboratuar belirteçleri henüz tanımlanmamıştır. Bronşiyolit şüphesini doğrulamada klinik olarak en yararlı tetkik ise
yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT)’dir (4,6).
Sınıflandırma
Bronşiyolitlerin klinik, radyolojik ve histopatolojik görünümlerine göre sınıflandırma şemaları olmakla birlikte, günümüzde yaygın olarak kabul gören ortak bir
sınıflandırma şeması henüz bulunmamaktadır. Histopatolojik-radyolojik değişiklikler, klinik tablo ve tedaviye yanıt ile iyi uyumluluk gösterdiği için, en yararlı
olanları histopatolojik ve radyolojik sınıflandırmalardır (5-7).
Klinik sınıflandırma
Bronşiyolitlerin klinik sınıflandırmasında; olası ya da kanıtlanan etyolojilere uygun olarak bronşiyolitler, inhalasyon hasarı, infeksiyonlar, ilaç reaksiyonları ve
BRONŞİYOLİTLER
263
idiyopatik nedenler olarak alt gruplara ayrılır (Tablo 1). İlk 3 kategoride eşlik
eden bir akut hastalık tablosu veya hastalık başlamadan önce maruziyet öyküsü
bulunur. İdiyopatik grupta ise sıklıkla öksürük veya nefes darlığı ile karakteriTablo 1. Bronşiyolit ile ilişkili klinik sendromlar (3,5)
İnhalasyon hasarlanması
İdiyopatik
Toksik gaz inhalasyonu Hastalık ile ilişkili olmayanlar
Organik ve mineral tozlar
Kriptojenik konstriktif bronşiyolit
İrritan gazlar ve dumanlar (ör:kaynakçılık)
Sigara kullanımı
Respiratuar bronşiyolit ile ilişkili interstisyel
akciğer hastalığı
Uçucu aromatik
ajanlar (patlamış mısır fabrikası)
Kriptojenik organize pnömoni
Diffüz panbronşiyolit
Postinfeksiyöz Hastalıklarla ilişkili olanlar
Viral Organ transplantasyonu ile ilişkili olanlar
Respiratory syncytial virus
Kemik iliği
Adenovirus ve rinovirus
Kalp-Akciğer
İnfluenza veya parainfluenza
Akciğer
Kızamık ve kabakulak
Varicella zoster Romatoid Artrit
Cytomegalovirus
Sjögren sendromu
Human immunodeficiency virus (HIV)
Sistemik lupus eritematozus
Bağ dokusu hastalığı ile ilişkili olanlar
Diğer infeksiyöz ajanlarPolimyozit/dermatomyozit
Mycoplasma pneumoniae Legionella pneumophila Serratia marcescens
Distal bronşiyal obstrüksiyon, “obstrüktif
pnömoni”
İlaç reaksiyonları
Bordetella pertussis
Hipersensitivite pnömonisi
Streptococcus Ülseratif kolit
Nocardia asteroides
Kronik eozinofilik pnömoni
Pneumocystis jirovecii (P. carinii)
Nadiren ilişkili olanlar
Radyasyon veya aspirasyon pnömonitisi
İlacın indüklediği reaksiyonlar
İdiyopatik pulmoner fibrozis
Hexamethonium Malign histiositozis
L-tryptophan
Erişkin sıkıntılı solunum sendromu (ARDS)
Busulfan Vaskülitler, özellikle Wegener granülamatozisi
Baz kokain Kronik tiroiditler
Altın
Primer biliyer siroz
Cephalosporin
Aspirasyon pnömonisi
Sulfasalazine Lysinuric protein intoleransı
Amiodarone Paraneoplastik pemfigus
AcebutololAtaksi-telenjektazi
Sulindac
Paraquat zehirlenmesi
264
BRONŞİYOLİTLER
ze daha sinsi bir başlangıç vardır ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)
veya interstisyel akciğer hastalığı gibi daha sık karşılaşılan problemlerle karışabilir
(5,6).
Radyolojik sınıflandırma
Küçük hava yollarının morfolojisinin incelenmesinde en iyi yöntem YRBT’dir.
Havayollarının değerlendirilmesinde sıklıkla cerrahi biyopsi gerekliliğinin yerini
almaktadır. Tomografik görünümlerle histopatolojik bulgular arasında uyumluluk
mevcuttur.
Bronşiyoler hastalıklarda izlenen tomografik görünümler 3 başlıkta sınıflandırılabilir;
1. Nodüller ve dallanan çizgiler (‘tree in bud’)
2. Buzlu cam görünümü (bronş ve damarları örtmeyen dumanlı görünümde yoğunluk artması) ve alveoler konsolidasyon (damar ve bronşları örten homojen
yoğunluk artması)
3. Düşük atenüasyon (akciğer dansitesinin azalması veya ‘siyah akciğer’), mozaik perfüzyon (yoğunlukları değişik alanların gelişigüzel yan yana gelmesinden
oluşan yamalı görünüm) ve ekspiratuvar hava hapsi
Mozaik perfüzyon varlığı, bronşiyolitis obliteransı varlığını öne süren en yararlı
bulgudur (5,6).
Histopatolojik sınıflandırma
Bronşiyolitlerde tanımlanan başlıca histopatolojik paternler; küçük hava yollarında kalıcı daralma ve/veya obliterasyonu yansıtan “konstriktif bronşiyolit”,
havayolları içinde fibröz doku proliferasyonunu yansıtan “proliferatif bronşiyolit”, “folliküler bronşiyolit”, “havayolu odaklı interstisyel fibrozis” ve ‘diffüz
panbronşiyolit’dir. Konstriktif ve proliferatif bronşiyolit, nonspesifik patolojik tanımlardır ve bir arada bulunabilirler. Bronşiyolitlerde daha sıklıkla izlenen histopatolojik patern olan proliferatif bronşiyolit, kısmen veya tam düzelebilen erken
bir lezyondur (3).
Proliferatif bronşiyolit
Bronşiyolitis obliterans organize pnömoni (BOOP) paterni olarak bilinen proliferatif bronşiyolit, histolojik olarak respiratuar bronşiyoller, alveol kanalları ve alveol
boşluklarında organize granülasyon dokusunun oluşturduğu intraluminal polipoid
kitleler (Masson cisimleri) ve distaldeki parankimde organize pnömoni ile karakterizedir. İnflamatuvar olayın respiratuar bronşiyolden ileriye yayılımı organize
pnömoni komponentini oluşturur. Alveol duvarlarında hafif, orta derecede kronik
inflamasyon, tip II hücre hiperplazisi ve alveol boşluklarında köpüksü makrofajlar
saptanır (8). Proliferatif bronşiyolit, genellikle kısmen ya da tam olarak gerileyebi-
BRONŞİYOLİTLER
Tablo 2. Proliferatif bronsiyolitin histolojik
bulgulariyla ilişkili bozukluklar (3,5)
Kriptojenik organize pnömoni (idiyopatik BOOP)
Hipersensitivite pnömonisi
Kronik eozinofilik pnömoni
Bağ dokusu hastalığı
Romatoid artrit
Polimyozit/dermatomyozit
Organ transplantasyonu-kemik iliği, kalp-akciğer
veya akciğer
Organize akut infeksiyon
Mycoplasma pneumoniae
Legionella pneumophila
Influenza
Cytomegalovirus
HIV-infeksiyonu
Pneumocystis carinii
Organize diffüz alveoler hasar/erişkin sıkıntılı
solunum sendromu (ARDS)
Vaskülitler, özellikle Wegener granülamatozisi
İlaçların indüklediği reaksiyonlar (örnekler)
L-tryptophan
Busulfan
Kokain kullanımı
Kronik tiroiditler
Ülseratif kolit
Radyasyon veya aspirasyon pnömonisi
265
lecek erken dönem bir lezyon olarak
değerlendirilir. Özellikle BOOP’nin idiyopatik formunda yaygın bir şekilde,
birçok akciğer hastalığında ise bir miktar bulunur (Tablo 2). Proliferatif bronşiyolitli olguların akciğer grafisinde
diffüz infiltrasyonlar sıklıkla eşlik eder,
özellikle kriptojenik organize pnömoni
varlığında pulmoner fonksiyon testinde restriktif etkilenim saptanır (3,5).
Konstriktif bronşiyolit
Membranöz ve respiratuar bronşiyollerde, havayolu lümeninin konsantrik
daralma veya tam tıkanması ile sonuçlanan duvar değişiklikleri ile karakterizedir. Sıklıkla alveol kanalları ve
duvarlarında büyük değişiklikler bulunmaz. Nadir görülen bir histolopatolojik
bulgudur (5). Histopatolojik değişiklikler, küçük havayolları etrafında silik
sellüler infiltrasyonlar, mukus stazına
bağlı bronşiyolektazi ve total tıkayıcı
bronşiyoler skarlanmayı kapsar (3,5).
Konstriktif bronşiyolit yamalı dağılımlı
olabileceği için transbronşiyal biyopsiden tanı koymak güçtür (10).
Klinisyenler konstriktif bronşiyolit,
bronşiyolitis obliterans veya obliteraKronik kalp veya böbrek yetmezliği
tif bronşiyolit terimlerini kullanırlar.
Yaygın değişken immün yetmezlik sendromu
Konstriktif bronşiyolitin klinik belirtileri genellikle ilerleyici havayolu obstrüksiyonu ile ilişkilidir. Erken dönemde öksürük görülebilmekle birlikte en sık başvuru
semptomu nefes darlığıdır. Solunum sistemi muayenesi normal olabilir veya erken
inspiratuvar raller veya inspiratuvar “squeak” duyulabilir. Akciğer grafisi sıklıkla
normaldir veya hiperinflasyon saptanabilir. İnspiryum ve ekspiryumda çekilen toraks bilgisayarlı tomografisi, astım ve sigara kullanım öyküsü olmayan seçilmiş
olgularda tanısal olabilir. Ekspiratuvar YRBT’de mozaik patern görülür. Bronşiyolektazi ve bronşiyolektazi ciddi skarlanmayı yansıtan geç dönem bulgularıdır.
Pulmoner fonksiyon testleri tipik olarak geridönüşümsüz hava yolu obstrüksiyonunu gösterir. Nadiren, hava hapsine bağlı dinamik hiperinflasyon sonucu restriktif
patern görülebilir. Diffüzyon kapasitesi normal olabilir veya azalır (10).
Bronşiyal obstrüksiyon, “obstrüktif pnömoni”
266
BRONŞİYOLİTLER
Kontriktif bronşiyolitin idiyopatik formu çok nadirdir. En sık toksik gaz veya
duman inhalasyon hasarlarını takiben görülür. Nitrojen oksitleri, akut ve kronik
akciğer hasarına neden olan en yaygın ve en iyi tanımlanmış ajanlardır. Silo doldurucuları hastalığı iyi bilinen bir örnektir. Akciğer hasarının boyutu ve dağılımı,
solunan ajanın yoğunluğu, maruziyetin süresi, solunum paterni, kişinin biyolojik
duyarlılığı, ajanın çözünürlüğü ve biyolojik reaktivitesi ile belirlenir. Hastalık 3 evrede gelişir. Yüksek yoğunlukta maruziyetten sonra birkaç saatlik asemptomatik
latent periyot olabilir. Üç ile 30 saat içinde gelişen akut fazda, akut respiratuar distres sendromu klinik tablosu gelişir. Yoğun bakımda mekanik ventilasyon
desteği gerektirecek düzeyde ağır nefes darlığı ve pulmoner ödem gelişebilir.
Akut fazda yüksek dozlarda sistemik kortikosteroid tedavisi uygulanır. Hastaların
çoğunluğu iyileşir, ölüm de görülebilir. Maruziyet yoğunluğu orta düzeydeyse,
akut faz bronşiyolit tablosu gelişebilir. Akut fazın rezolüsyonundan sonra asemptomatik latent dönem ardından, geri dönüşümsüz havayolu obstrüksiyonunun
eşlik ettiği konstrüktif bronşiyolit tablosu başlar. Relapsları önlemek için steroid
tedavisine minimum 8 hafta devam edilmesi önerilir. Steroid tedavisi tamamlandıktan sonra son fazda hastalık pulmoner rehabilitasyon programları ile yönetilmeye çalışılır (1,5,9,10).
Konstriktif bronşiyolit aspirasyon sonrasında, viral ya da mycoplazma enfeksiyonu ardından, nadiren ilaçlarla ilişkili, konnektif doku ve inflamatuar barsak hastalıklarına bağlı, kemik iliği, akciğer ve kalp-akciğer transplantasyonu alıcılarında
gelişebilir (Tablo 3) (10).
Proliferatif ile konstrüktif bronşiyolitin karşılaştırılması Tablo 4’de izlenmektedir.
Folliküler bronşiyolit
Peribronşiyoler yerleşimli hiperplastik lenfoid folliküller ve reaktif germinal merkezlerin varlığı ile karakterizedir. Nadir görülür. Primer pulmoner lenfoid hiperplazi
olarak tanımlanabilir veya bronşektazi,
Tablo 3. Konstrüktif bronşiyolitin histolojik
özellikle RA ve Sjögren sendromu gibi
bulgularıyla ilişkili bozukluklar (3,5)
kollajen doku hastalıklarına ve bazı
Toz veya toksin inhalasyonları
enfeksiyonlara sekonder gelişebilir.
Mineral tozları-asbestoz, silika, demir oksit, aliminDaha az sıklıkla immün yetmezlik ve
yum oksit, talk, mika ve kömür, NO2, sülfür dioksit, amonyak, klorin, fosgen
hipersensitivite reaksiyonlarına da eşlik edebilir. Hastalar çoğunlukla yavaş
İlaç reaksiyonları
ilerleyen efor dispnesinden yakınırlar.
Infeksiyon-viral, mycoplasma
Akciğer grafisi bazen normal görüleBağ dokusu hastalıkları, özellikle romatoid artrit
bilmekle beraber beklenen bulgu bilaKalp-akciğer, akciğer ve kemik iliği transplant alıcılarında kronik rejeksiyon
terak küçük nodüler ve retikülonodüler
Hipersensitivite reaksiyonları
infiltrasyonlardır. YRBT’de genellikle
bilateral ve diffüz dağılımlı sentriloÜlseratif kolit
büler nodüller, 1-12 mm çapa kadar
İdiyopatik
BRONŞİYOLİTLER
267
Tablo 4. Proliferatif ile konstrüktif bronsiyolitin karşılaştırılması (3,5)
Histopatolojik
manifestasyonlar
Proliferatif bronşiyolit Yaygın bulgular
Konstriktif bronşiyolit
Nadir bulgular
Bronşiyoler hasara bağlı nonspe- Kalıcı özellik göstermeyen
sifik tekrarlayan reaksiyon
obstrüksiyon
Organize lümen içi eksüda
Çeşitli histolojik değişiklikler:
Progresif konsantrik fibrozise
Alveoler kanallarda belirginleşme
giden bronşiyolar inflamasyon,
Alveoler duvar çevresinde infladüz kas hiperplazisi, mukus stazı
matuar değişiklikler
ile birlikte bronşektazi, peribronşiyoler alveoler septaya uzanan
Alveol içi köpüksü makrofajlar
bronşiyal metaplazi ile birlikte
giden küçük hava yollarının
distorsiyon ve fibrozisi
Foliküler bronşit (lenfoid hiperplazi)
Selüler bronşiyolit
Diffüz panbronşiyolit
Radiografik anormallikler
Bilateral yama tarzı
hava boşluğu opasiteleri
Interstisyel opasiteler
Küçük yuvarlak opasiteler
Tekrarlayan ve yer değiştiren
opasiteler
Normal olabilir
Seri radyografilerde progresif
olarak artan akciğer volümü
YRBT görüntülenmesinde akciğer dansitesinde heterogenite
Pulmoner fonksiyon
Restriktif defekt (miks paternde
izlenebilir)
Hiperinflasyonla beraber obstrüktif defekt
Seçilmiş klinik sendromlar
Kriptojenik organize
Allograft alıcıları (kemik iliği,
kalp-akciğer, akciğer)
pnömoni (Organize pnömoni ile
seyreden idiyopatik bronşiyolitis
obliterans)
Kollajen vasküler hastalık
(ör: dermatomyozit, SLE)
Kronik ”organize”
pnömoni (özellikle influenza,
mycoplasma,
Pneumocystis carini)
Kollajen vasküler hastalık (romatoid artrit)
Post-infeksiyöz (özellikle respiratory syncytial virus, adenovirus, influenza, parainfluenza,
Mycoplazma)
Toksin inhalasyonu (eg. nitrogen
dioxide, amonyak, klorin,
fosgen)
İlaçlar (eg,penicillamine, lomustine)
Sigara kullanımı
Mineral tozlarına bağlı havayolu
hastalığı
İdiyopatik
Doğal seyir
Glikokortikoide yanıt vardır ve
genellikle geri dönüşümlüdür
Göreceli olarak glikokortikoide
yanıtsız ve genellikle ilerleyici
hava yolu kısıtlaması ile birlikte
geri dönüşümsüz ilerleyici havayolu obstrüksiyonu
268
BRONŞİYOLİTLER
değişen boyutlarda peribronşiyal nodüller ve buzlu cam alanları saptanır. Mozaik
perfüzyon, plevral efüzyon ve balpeteği alanları görülmez. Folliküler bronşiyolitin
doğal öyküsü bilinmemektedir. Tedavi altta yatan hastalığa yönelik planlanır (1,3).
Özellikle eşlik eden kollajen vasküler hastalık veya immun yetmezlik bulunmuyorsa, folliküler bronşiyolitde prognozun genellikle iyi seyrettiği, kortikosteroid tedavisine yanıtın olumlu olduğu bidirilmektedir (7,8,11).
Respiratuar bronşiyolit
Sigara ile ilişkili küçük hava yolu hastalığının özel bir formudur. Nadir olarak,
sigara içmeyen ancak özellikle asbest olmak üzere tozlara ve çeşitli dumanlara
maruz kalanlarda da saptanabilir. Respiratuar bronşiyolitin en ayırt edici özelliği,
respiratuar bronşiyol lümeninde ve eşlik eden alveollerde pigmente makrofaj
birikimidir. Sigarayı bıraktıktan yıllar sonra bile saptanabilir. Olgular genellikle
semptomsuzdur ve akciğer hastalığının fizyolojik bulguları saptanmaz. Akciğer
grafisi genellikle normaldir. Genellikle başka bir gerekçe ile çekilen YRBT’de
sentrilobüler mikronodüller saptanır (Resim 1). Sigarayı bırakmak dışında başka
bir tedavi gerekmez (7,12).
Mineral toz solunmasına bağlı bronşiyolit
Asbestozis, silikozis, kömür madeni işçileri pnömokonyozu gibi çok sayıda mineral toza bağlı gelişen havayolu hastalığında bronşiyolit gelişebilir. Histopatolojik
olarak membranöz, respiratuar bronşiyoller ve alveoler duktusların duvarlarında
luminal daralma ve distorsiyonla sonuçlanan fibrotik kalınlaşma izlenir. Lezyonlara sıklıkla pigment depolanması eşlik eder. Akciğer grafisi ve YRBT’de iyi sınırlı
benekli opasiteler görülebilir (2,7,8,13).
Selüler bronşiyolit
Selüler bronşiyolitin başlıca histopatolojik bulgusu, bronşiyoller
içinde inflamatuar bir infiltrasyonun varlığıdır. Bu inflamatuar
infiltrasyon akut, kronik, akut ve
kronik bir arada olabilir, peribronşiyal fibrozis veya metaplazi
eşlik edebilir veya etmeyebilir.
Resim 1. Respiratuar bronşiyolit
(Prof. Dr. Gökhan Arslan’ın arşivinden alınmıştır)
Erişkinlerde akut bronşiyolitin
viral ve bakteriyel infeksiyon
dışı potansiyel sebepleri; duman ve toksinlere akut maruziyet, akut bronkopnömonide
lokal değişiklikler, nadiren Wegener granülomatozisidir (2)
BRONŞİYOLİTLER
269
Genellikle erişkinlerde görülen akut ve kronik bronşiyolit birlikteliğinin potansiyel etyolojileri ise viral ve bakteriyel infeksiyonlar, Mycoplazma infeksiyonu,
hipersensitivite pnömonisi, respiratuar bronşiyolit, aspirasyon pnömonisi, kollajen vasküler hastalık akciğer tutulumu, transplantasyon sonrası graft-versus-host
hastalığı, Wegener granülomatozisi, bronkosentrik granülomatozis, diffüz panbronşiyolit, duman ve toksinlerin inhalasyonu, astım ve inflamatuar barsak hastalıkları ile ilişkili küçük hava yolu hastalıkları veya idiyopatik olarak bildirilmektedir.
Olgularda genellikle hafif semptomlar vardır. Nefes darlığı, öksürük bulunabilr.
Solunum fonksiyon testlerinde obstriktif etkilenim saptanabilir. Histolojik olarak
bronşiyolar lümende miks eksüdatif pürülan materyal, mukus, bronşiyal mukoza
ve duvarında nötrofilik ve kronik inflamasyon hücreleri olan lenfosit ve plazma
hücrelerinden zengin bir inflamasyon izlenir. Olguların çoğunda prognoz iyidir,
genellikle tam iyileşme sağlanır. İdiyopatik formunda antibiyotik ve antiinflamatuvar ilaçlarla tedaviye yanıt alınabilir (2).
Kronik bronşiyolitte histopatolojik olarak bronşiyoler ve peribronşiyoler dokuda kronik inflamatuar hücre infiltrasyonu saptanır. Potansiyel etyolojik nedenler,
akut- kronik bronşiyolit formu ile benzerdir. Ek olarak Pulmoner Langerhans
hücreli histiositozis, lenfoproliferatif bozukluklar, bronşektazi distali, orta lob
sendromu gibi lokal inflamatuar bozukluklar, KOAH ve Sjögren sendromu da
etyolojide tanımlanmaktadır (2,14,15).
İnfeksiyöz ve Postinfeksiyöz Bronşiyolit
Akut bronşiyolitin en sık nedeni infeksiyondur. Çocuklarda daha sık görülür.
Solunum yolu epitelini hasarlandırarak bronşiyolite en sık neden olan ajanlar
virüsler ve Mycoplasma pneumoniae’dir. Bronşiyoler infeksiyondan sonra en
sık gözlenen histopatolojik patern konstriktif bronşiyolittir (5).
Erişkinlerde, özellikle yaşlılarda ve immünitesi baskılanmış olanlarda akut viral
enfeksiyonlar bronşiyolit tablosunda gelişebilir. Erişkinlerde infeksiyoz bronşiyolite en sık neden olan etkenler; Adenovirus, herpes simplex virus, respiratory
syncytial virus, cytomegalovirus, M. pneumoniae, asit-fast mycobacteria, Bordetella pertussis ve influenza virustur. Legionella pneumophilia, Haemophilus influenza, Klebsiella pneumoniae, Aspergillus veya Mucor, Nocardia
asteroides, HIV gibi mikroorganizmalar daha az sıklıkla infeksiyöz bronşiyolite
neden olurlar (Resim 2). Etkenler serum, boğaz sürüntüsü, trakeal aspiratlar,
bronkoalveoler lavaj ve akciğer biyopsi örneklerinde araştırılabilir (6).
Olgularda klinik olarak ateş, öksürük, boğaz ağrısı, sinüzit ve rinit semptomları,
nefes darlığı, öksürük, hipoksemi ve hırıltılı solunum bulunabilir. Akciğer radyolojisi
normal olabilir veya hiperinflasyon, subsegmental konsolidasyon ve kollaps görülebilir. Radyolojik olarak YRBT’de sentrilobüler ve peribronşiyal nodüller, “tree
in bud” paterni, buzlu cam veya konsolidasyon alanları görülebilir. Histopatolojik
olarak olguların çoğunda nonspesifik akut veya kronik veya granülomatöz selü-
270
BRONŞİYOLİTLER
ler bronşiyolitis izlenir. Folliküler
bronşiyolit, özellikle HIV infeksiyonundan sonra gelişebilir (6,9).
Swyer-James sendromu, postinfeksiyöz bronşiyolitin özel bir
formudur. Genellikle bebeklik
veya erken çocukluk döneminde geçirilen, alveoler destriksiyon ve obliteratif bronşiyolite
neden olan viral pulmoner bir
enfeksiyonun sekeli olarak gelişir. Mycoplasma, tüberküloz,
boğmaca gibi virüs dışı nedenler
Resim 2. Aspergillus’a bağlı bronşiyolit (Prof. Dr. Gökhan yanında yabancı cisim aspirasArslan’ın arşivinden alınmıştır)
yonu, radyasyon gibi etkenlerle
de gelişebilir. Bronşiyal hasar
etkilenen akciğerin normal gelişimini etkiler, akciğer volümleri ve kan akımı azalır. Radyolojik olarak tek taraflı parlak akciğer, ekspiryumda hava hapsi saptanır.
Bronşektazi, akciğer dansitesinde azalmaya eşlik eden yamalı alanlar ve hava hapsi en iyi YRBT ile görülür. Tipik olarak olgular asemptomatiktir, sık enfeksiyon
geçirme ve efor dispnesi tanımlayabilirler (6).
Eozinofilik Bronşiyolit
Histolojik olarak bronşiyol duvarlarında eozinofil artışı ile karakterizedir. Astım
veya alerjik bronkopulmoner aspergillozise, eozinofilik pnömoni, ilaç reaksiyonları, parazitik veya funfal enfeksiyonlara sekonder gelişebilir (2).
Granülomatöz Bronşiyolit
Histolojik olarak bronşiyol duvarlarında granülomların varlığı ile karakterizedir.
Dev hücre veya nekroz eşlik edebilir ya da etmeyebilir. Fungal, mikobakteriyel ve
nonspesifik enfeksiyonlarda, hipersensitivite pnömonisinde, sarkoidoz, aspirasyon pnömonisi, bronkosentrik granülomatozis, Crohn hastalığı, Wegener granülomatozisi ve ağır metal hastalıklarında görülebilir. Klinik, radyolojik, terapötik
ve prognostik faktörler altta yatan hastalıkla ilişkilidir. Tanısal olmamakla birlikte, nonkazeifiye granülomalar sarkoidozu, kazefiye granülomlar infeksiyonu, dev
hüreli nonkazeifiye granülomlar aspirasyon pnömonisini destekler (2,14).
Havayolu Odaklı İnterstisyel Fibrozis
İdiyopatik Bronşiyolosentrik İnterstisyel Pnömoni
İnterstisyel akciğer hastalığı ile ilişkili peribronşiyal metaplazi
Son yıllarda tanımlanan bronşiyolitik hastalıklardan olan ‘Havayolu odaklı interstisyel fibrozis’, ‘idiyopatik bronşiyolosentrik interstisyel pnömoni’ ve ‘interstisyel
BRONŞİYOLİTLER
271
akciğer hastalığı ile ilişkili peribronşiyal metaplazi’ muhtemelen aynı hastalık
ya da hastalık grubunun farklı noktalarda progresyonunu tanımlayan benzer
bronşiyolit formlarıdır (2). Havayolu odaklı interstisyel fibrozis, histopatolojik
olarak sentrilobüler ve bronşiyolosentrik inflamatuar infiltrasyonlar ve peribronşiyal fibrozis saptanır. Granülom formasyonu bulunmaz. Olguların çoğunluğu klinik olarak hipersensitivite pnömonitisine uyar, ancak spesifik bir antijen
saptanamaz (3). Çevresel maruziyetle oluşan bir akciğer hasarına bağlı geliştiği
öne sürülmektedir. Hastaların çoğunluğu orta yaşta ve kadın cinsiyettedir. Kronik öksürük ve giderek artan nefes darlığından yakınırlar. Akciğer grafisinde interstisyel kalınlaşmanın eşlik ettiği peribronşiyal ve perivasküler fibrozis görülür.
Bronkodilatör ve steroid tedavisi genellikle yetersiz kalır. Prognoz genellikle kötü
seyreder ve 1-10 yıl içinde olguların %40’ı kaybedilir (2).
Bronşiyolitis interstisyel pnömonitis
Yakın zaman önce tanımlanan bir bronşiyolit formudur. Histopatolojik olarak
genellikle alveoler inflamasyon ve alveoler fibrozisin eşlik ettiği bölgesel, nadiren
yaygın organize pnömoni bulguları izlenir. Olguların çoğunluğunda bronşiyoler
skarlanma ve mukus plakları, bazılarında pürülan bronşiyolit eşlik eder. Hastalığın doğal seyrinin, en azından kısa dönemde usual interstisyel pnömoniden iyi,
BOOP’dan kötü olduğu bildirilmektedir (2,16).
Sauropus androgynus tüketimine bağlı gelişen bronşiyolit
Malezya’da yaygın olarak bulunan ve zayıflamak amaçlı tüketilen S. androgynus isimli bitkinin yapraklarının yenmesi ya da suyunun içilmesine bağlı olarak
gelişen, küçük bronş, bronşiyol ve alveollerde segmenter nekrozların saptandığı
yeni tanımlanmış bir bronşiyolit formudur. Sebebi bilinmemektedir. Nefes darlığı
ve öksürükle başvuran olgularda ilerleyici vasıfta solunum yetmezliği gelişir (2).
BRONŞİYOLİTİN İDİYOPATİK FORMLARI
Bronşiyolitin idiyopatik formlarından başlıcaları kriptojenik erişkin bronşiyoliti,
respiratuar bronşiyolit-ilişkili interstisyel akciğer hastalığı ve kriptojenik organize
pnömonidir.
Kriptojenik erişkin bronşiyoliti
Astım, kronik bronşit, amfizem, kistik fibrozis, bronşektazi, α1–antitripsin eksikliğinden ayırt edilmesi gereken ve nadir görülen bir klinikopatolojik sendromdur.
Patogenezi ve gerçek insidansı bilinmemektedir. Ancak obstrüktif akciğer hastalıklarının tüm nedenlerinin yaklaşık %4’ünü oluşturduğu tahmin edilmektedir.
Tanısı, hastalığın farkında olup, ayırıcı tanıda düşünüp ve diğer nedenleri büyük
oranda dışlayarak konulur (5).
Olguların çoğunluğu ortalama 6-24 aydır nonprodüktif öksürük, nefes darlığı ile
başvuran orta yaşta kadın hastalardan oluşur. Sık karşılaşılan obstrüktif hasta-
272
BRONŞİYOLİTLER
lıklardan klinik olarak farklı seyirlidir, ağır düzeyde obstrüktif tipte solunum bozukluğu tablosu saptanır. Öyküde sigara kullanımı, balgam çıkarma, sık akciğer
infeksiyonu geçirme, hırıltılı solunum, inhalasyon hasarı, viral infeksiyon, bilinen
bağ dokusu hastalığı ve immün yetmezlik durumu bulunmaz. Fizik bulgular belirgin değildir, raller duyulabilir. Akciğer grafisi nonspesifiktir. Bronşiyal duvar
kalınlığında artma saptanabilir. Dikkati çeken tek anormallik havalanma artışı
olabilir. YRBT normaldir ya da havayollarında dilatasyon saptanabilir. Solunum
fonksiyon testlerinde akciğer volümlerinde artış, hava akımı kısıtlaması, diffüzyonda azalma ve istirahatte hipoksemi saptanabilir. BAL’da belirgin nötrofil artışı (>%25) saptanır. Akciğer biyopsisi kronik konstriktif bronşiyolitle uyumlu bulunur. Steroidler çoğunlukla yararlıdır. Tedavide makrolidlerin de etkili olduğunu
gösteren olgu sunumları mevcuttur. Erken tedavi önemlidir (5,17).
Respiratuar Bronşiyolit-İlişkili İnterstisyel Akciğer Hastalığı (RB-İAH)
Son yıllarda ayrı bir klinik sendrom olarak tanımlanan ve hemen daima sigara
kullanan veya kullanım öyküsü olanlarda gelişen RB-İAH’ında, respiratuar bronşiyolite eşlik eden interstisyel akciğer hastalığı bulunur (7). Sigarayla ilişkili interstisyel akciğer hastalığı grubunda yer alır. RB-İAH, başta idiyopatik pulmoner
fibrozis, desquamatif interstisyel pnömoni, pulmoner histiositozis-X gibi diğer
interstisyel akciğer hastalıklarıyla karışır (5,7,18).
Histopatolojik olarak, respiratuar bronşiyollerde ince granüler kahverengi pigment içeren makrofajlar, yamalı submukozal ve peribronşiyal infiltrasyon ve
komşu alveoler duvarlara doğru uzanan peribronşiyal fibrozis saptanır. RB-İAH
tanısı konulurken, biyopsi bulgularının klinik ve radyolojik uyumluluğu, interstisyel akciğer hastalığının diğer formları dışlanmaya çalışılarak değerlendirilmelir,
RB-İAH’nın histolojik görünümünü respiratuar bronşiyolit ve deskuamatif interstisyel pnömoniden ayırt eden güvenilir kriterler yoktur (12,19,20).
Erkek/ kadın cinsiyette görülme oranı 1.6/1’dir. Yaşamın 3.-4. dekatında, ortalama 30 paket-yıldan daha fazla sigara kullanım öyküsü olanlarda sıktır. İnsidansı
bilinmemektedir. Klinik tablo nonspesifiktir. Hastalar sıklıkla sinsi başlayan nefes darlığı ve öksürük yakınmaları ile başvururlar. Fizik muayenede inspirasyon
boyunca duyulan, bazen ekspirasyonda devam eden kaba raller sıklıkla duyulur.
Parmaklarda çomaklaşma beklenmez. Rutin laboratuar testleri ve akciğer volümleri genellikle normal olabilmekle beraber bazı olgularda obstrüktif-restriktif
patern birlikteliği saptanabilir. Diffüzyon kapasitesi normal veya hafif azalmış
bulunabilir. İstirahat halinde veya egzersiz ile hipoksemi saptanabilir. Akciğer
grafisi, olguların %80’inde anormaldir, bibaziler diffüz, ince retiküler veya retikülonodüler interstisyel opasiteler görülür. YRBT’de diffüz ya da yamalı buzlu cam
görüntüsü veya sentrilobüler nodüller bulunur. Hafif amfizem, atelektazi veya lineer ve retiküler interstisyel anormallikler de saptanabilir. Çok nadiren bal peteği
görünümü de izlenebilir (5,19,21).
BRONŞİYOLİTLER
273
RB-İAH’da bronkoalveoler lavaj bulguları nonspesifiktir. Transbronşiyal biyopsi
diğer interstisyel akciğer hastalıklarını dışlamak amacı ile yapılabilir. Klinik, radyolojik ve solunum fonksiyon testi bulguları RB-İAH ile uyumluluk gösteriyorsa
cerrahi biyopsi hemen gerekli değildir, sigaranın bırakılmasına olan yanıt takip
edilir. Orta ya da ağır düzeyde pulmoner etkilenimi olan bir olguda, tanıda kuşkular varsa ya da sigarayı bırakmaya yanıt alınamadıysa, diğer interstisyel akciğer
hastalıklarını dışlamak amacı ile cerrahi akciğer biyopsisi önerilebilir (19,22).
Başlıca tedavi yaklaşımı sigaranın bırakılması ve destek tedavisidir. Daha önce
bilgilerin tersine, son bir çalışmada RB-İAH tanılı olguların takibinde, hastalığın
çok benign seyirli olmadığı, olguların çok küçük bir kısmında semptom ve fizyolojik etkilenimin düzeldiği bildirilmektedir. Bununla beraber yaşam sürelerinin
sıklıkla uzun olduğu, hastalık progresyonuna bağlı ölümün seyrek görüldüğü vurgulanmaktadır (5,19,22,23).
Kriptojenik organize pnömoni (KOP)
Daha önceden idiyopatik BOOP olarak isimlendirilen KOP, primer havayolu
hastalığından çok pnömoni kliniğinin baskın olduğu, nedeni bilinmeyen bir klinikopatolojik durumdur.
Histopatolojik olarak, küçük havayolları ve alveoler duktuslar içinde granülasyon
dokusunun aşırı proliferasyonu (proliferatif bronşiyolitis) ve komşu alveollerde
kronik inflamasyonla karakterizedir. Masson cisimleri de denilen intraluminal
fibrotik tomurcuklanmalar KOP için tanımlayıcıdır. Alveoler boşluklarda köpüksü makrofajlar bulunabilir. KOP’un klinik ve radyolojik özelliklerini oluşturan en
önemli neden bu organize pnömonidir. Kümülatif insidans eğitim hastanesine
100.000 başvuruda 6-7 olarak bildirilmekle birlikte, gerçek insidans ve prevalansı tam bilinmemektedir (5,8,24,25). Hastalık kadın ve erkekleri eşit oranda
etkiler, genellikle 5-6. dekatlarda başlar. Çocuk yaş grubunda çok nadir görülür.
Olguların büyük çoğunluğu iki aydan daha kısa süredir semptomatiktir. Sigara
kullanımı yatkınlık oluşturan bir faktör değildir. Klinik tablo toplum kaynaklı pnömoniyi taklit eder. Olguların yarısında hastalık öksürük, ateş, halsizlik şeklinde
grip benzeri bir tabloda başlar. Ancak başvuru anındaki en sık yakınmalar nonprodüktif öksürük, egzersiz dispnesi ve kilo kaybıdır. Dispne özellikle hızlı seyirli
olgularda olmak üzere nadiren ağır düzeydedir. Hemoptizi çok seyrektir. Fizik
muayenede genellikle seyrek inspiratuar raller duyulur, olguların ¼’ünde normal
de olabilir. Çomak parmak beklenmez (5,9,24,26).
Rutin laboratuvar testleri nonspesifiktir. Olguların yarısında lökositoz, %7080’inde sedimentasyonda ve CRP’de yükseklik saptanır. Otoantikorlar genellikle
negatif veya çok düşük titrede pozitif bulunur (5,24).
KOP’de radyolojik anormallikleri boyutu histolojik tutulumun yaygınlığı ile uyumludur. Akciğer grafisinde hastaların çoğunluğunda bilateral, subplevral ve akciğer
274
BRONŞİYOLİTLER
alt zonlarına yerleşmeye eğilimli yamalı konsolidasyon alanları izlenir. Akciğer
volümleri korunmuştur. Opasitelerin periferal dağılımı kronik eozinofilik pnömonidekine benzer. Alveoler opasiteler nadiren tek taraflı olabilir. Tekrarlayan
veya gezici pulmoner opasiteler de sıktır (≤%50). Düzensiz lineer veya nodüler
interstisyel gölgeler nadirdir. Tomografi bulguları genellikle hastalığın akciğer
grafisinde tahmin edilenden daha kapsamlı olduğunu gösterir. YRBT’de bronkovasküler demetler veya subplevral akciğer alanları boyunca dağılan yamalı konsolide alanlar, buzlu cam alanları, küçük nodüler opasiteler ve bronşiyal duvarda
kalınlaşma ve dilatasyon izlenebilir. Nadiren organize pnömoninin prezentasyonu tek bir nodül şeklinde olabilir. Çoğunlukla kriptojenik olan bu durum fokal
organize pnömoni olarak adlandırılır. Fokal organize pnömoninin radyolojik görüntüsü akciğer kanserinden sıklıkla ayırt edilemez. Tomografide opak tutulumu,
pozitron emisyon tomografisinde florodeoksiglukoz tutulum özellikleri yalancı
pozitiflik gösterir (5,24,26-30).
Solunum fonksiyon testleri çok nadiren normaldir, sıklıkla hafif veya orta derecede restriktif patern saptanır. Olguların %20’sinde obstrüktif etkilenimin bildirildiği çalışmada, bu olguların sigara kullanan ya da kullanıp bırakanlardan oluştuğu
belirtilmektedir. Gaz değişim anormallikleri sık görülür. Olguların çoğunda diffüzyon kapasitesinde azalma, istirahat halinde alveoloarteriyel oksijen gradientinde
artma ve egzersizle gelişen hipoksemi saptanır (5,8,25).
Bronkoalveoler lavaj (BAL) bulguları, hipersensitivite pnömonisinin BAL bulgularına çoğunlukla benzerdir. KOP’da makrofaj yüzdesi daha düşük iken lenfosit, nötrofil, eozinofil miktarı daha yüksektir. BAL’da köpüksü hücreler, nadiren
mast hücreleri, plazma hücreleri görülebilir. CD4/CD8 hücre oranı azalmıştır. Bu
miks paterndeki hücresel artış, klinik ve radyolojik uyumlulukla birleştirildiğinde
KOP için karakteristik olarak kabul edilebilir (5,24).
Tanı karakteristik histopatolojik bulgular ve bu bulgulara yol açabilecek nedenlerin dışlanması ile konur. Sekonder BOOP’a yol açan başlıca nedenler viral enfeksiyonlar, toksik gaz inhalasyonları, ilaçlar, bağ dokusu hastalıkları, radyoterapi,
kokain kullanımı, inflamatuar barsak hastalıkları ve human immunodeficiency
virus infeksiyonudur. Pulmoner aktinomikozise bağlı gelisen organize pnömoni
yeni tanımlanmıştır. Ayırıcı tanıda mycoplazma pnömonisi, bakteriyel pnömoni,
diffüz alveoler hasar, hipersensitivite pnömonitis, kronik eozinofilik pnömoni,
ilaç reaksiyonları, bağ dokusu hastalıkları ile ilişkili akciğer hastalığı düşünülmelidir (5,21,24,31-33).
Açık ya da torakoskopik akciğer biyopsisi tanıyı doğrulamak için önerilir.
Transbronşiyal biyopsiler genellikle yetersiz kalır. Radyolojij olarak özellikle fokal konsolidasyon/kitle görünümü olan seçilmiş olgularda BT kılavuzluğunda
yapılan transtorasik iğne biyopsisinin BOOP tanısı için uygulanabileceği bildirilmektedir (5,34).
BRONŞİYOLİTLER
275
Fokal organize pnömonilerde ise cerrahi rezeksiyon tedavi için yeterlidir. KOP’de
spontan düzelme nadirdir, en yaygın kullanılan tedavi kortikosteroidlerdir. Hastaların 2/3’ünde klinik, radyolojik ve fizyolojik tam düzelme gözlenir. Diğerlerinde
ise kalıcı hastalık gelişir. Hızla ölümcül gidiş gösteren KOP çok nadirdir. Oral
kortikosteroid dozunun genellikle 1-1,5 mg/kg olarak başlanması ve günlük 100
mg’ı aşmaması önerilmektedir. Bu dozda 4-6 hafta kullandıktan sonra hasta stabil ya da iyileşmişse 4-6 hafta süren basamaklar halinde doz azaltılır ve 3-6 ay
sonra tedavi sonlandırılır. Optimal tedavi süresi tam tanımlanmamıştır, bu süreyi
6-12 ay olarak önerenler de vardır. Hızlı ilerleyen KOP tedavisinde başlangıçta
yüksek doz, parenteral kortikosteroid tedavi (örneğin metilprednisolon, her 6
saatte bir 125-250 mg iv, 3-5 gün) önerilmektetir. Tedaviye yanıtsız kalan olgularda siklofosfamit ve/veya makrolidler tedaviye eklenebilir (5,24,28,35-39).
Uygun tedaviye rağmen KOP’lu olguların %50’sinden fazlasında relaps olabilir.
Radyolojik olarak multifokal opasitelerin bulunması, başlangıç steroid tedavisi
süresinin kısa olması relaps riskini arttırabilir (40).
İLAÇLARA BAĞLI BRONŞİYOLİTLER
Genellikle organize pnömoni ile birlikte bronşiyolit birçok ilaçla birlikte görülmektedir (Tablo 1). Bu konudaki bilgiler tek veya küçük olgu serilerine dayanmaktadır.
Özellikle romatoid artritli olgularda altın tedavisine bağlı olarak pür bronşiyolitis
obliterans görülebilmektedir. Romatoid artritte bronşiyolitis obliteransa yatkınlık
olduğu bilindiğinden, oluşan bronşiyolitin ilaçla ilişkisini ayırt etmek zor olmaktadır. Yine romatoid artritli olguların rituximab ile tedavileri sonrasında organize
pnömoni gelişebileceği, bazı olgular asemptomatik olabildiği için her rituximab
tedavisi öncesi akciğer grafisi kontrolünün yararlı olacağı bildirilmektedir (5,29).
Malezya’da yaygın olarak bulunan ve zayıflamak amaçlı tüketilen S. androgynus
isimli bitkinin yapraklarının yenmesi ya da suyunun içilmesine bağlı olarak gelişen bronşiyolit obliterans olguları mevcuttur.
Amiodaron kullanan olguların yaklaşık %25’inde BOOP geliştiği bildirilmektedir.
İnfeksiyöz pnömoniyi taklit eden bir klinik tabloda belirti verir. Ateş, kuru öksürük, nefes darlığı ve akciğer grafisinde yamalı infiltrasyonlar bulunur. Oskültasyonda raller ve plevral frotman duyulması tipiktir. Tedavide ilk yapılması gereken
ilacın kesilmesidir. Amiodaron yağlı dokularda biriktiği için yarılanma ömrü 45
güne kadar uzamaktadır. Bu nedenle ilaç kesildikten sonra pulmoner toksisite
ilerleyebilir. Ağır olgularda ya da amiodaronun kesilmesinin mümkün olmadığı
durumlarda kortikosteroid tedavisi önerilir (5,41).
RADYOTERAPİYE BAĞLI BRONŞİYOLİT
Özellikle meme, akciğer kanseri ve diğer torasik malignitelerin tedavisi için uygulanan radyoterapilerden sonra radyasyona bağlı akciğer hastalığı oluşabilir.
276
BRONŞİYOLİTLER
Maruziyetten sonraki 2-4 hafta
arasında gelişen akut radyasyon pnömonitisinde, olgularda
subfebril ateş, kuru öksürük ve
efor dispnesi bulunur. Akciğer
grafisinde tedavi portu ile sınırlı
yamalı alveoler infiltrasyonların
varlığı tipiktir. Karşı tarafta da
lenfositik alveolitisin gelişebileceği akılda tutulmalıdır. Radyasyona bağlı kronik akciğer hasarı radyasyon maruziyetinden
birkaç ay sonra gelişir. Radyolojik olarak sıklıkla radyasyon
portuna uyan lokalizasyonda
pulmoner fibrozis bulguları saptanır (Resim 3) (42,43).
Radyasyon tedavisine bağlı
organize pnömoni insidansı,
meme kanserli olgularda %2-3
Resim 3. Radyoterapiye bağlı bronşiyolit
olarak bildirilmektedir. Tamok(Prof. Dr. Gökhan Arslan’ın arşivinden alınmıştır)
sifen kullanımı ve 50 yaş üzerinde olmak risk faktörleri olarak tanımlanmaktadır. Tanıda kullanılması önerilen kriterler, son 12 ay içinde
memeye radyoterapi öyküsünün varlığı, en az son 2 haftadır devam eden solunumsal ve/veya genel semptomlar, radyolojik olarak radyasyon portu dışında
akciğer infiltrasyonları görülmesi ve bunlara neden olacak spesifik bir etyolojinin
bulunmaması olarak tanımlanmaktadır.
Gezici infiltrasyonlar ve ters halo belirtisi organize pnömoni için karakteristik
görünümlerdir. Semptomatik olgularda oral steroid tedavisi uygulanır. Genel
prognoz mükemmel, relapslar azdır (42,43).
BAĞ DOKUSU HASTALIKLARINA BAĞLI BRONŞİYOLİT
Bağ dokusu hastalıklarının birçok tipinde pulmoner tutulum sık olarak saptanır.
Ancak olguların çoğunluğunda pulmoner fonksiyon bozukluğu, havayollarından
çok alveollerin patolojisi ile ilişkilidir. Bronşiyolitler nadirdir. Hem konstriktif hem
de folliküler bronşiyolit tiplerinin en sık görüldüğü bağ dokusu hastalığı romatoid
artrit (RA)’tir.
RA’te küçük hava yolu obstrüksiyonun prevalansı, sigara kullanmayan RA’lilerde
%0-24 arasında bildirilmektedir. Tüm RA’lilerin dahil edildiği başka bir çalışmada ise bu oran %30.3 olarak verilmekte, bu durumun solunumsal semptom, si-
BRONŞİYOLİTLER
277
gara kullanma öyküsü ve RA
süresi ile anlamlı ilişkili olduğu
belirtilmektedir (44,45) RA’li
olgularda YRBT’de küçük havayolu anormalliklari saptanma
prevalansı ise, solunum testinde
obstrüksiyon saptanma prevalansından fazladır. İnterstisyel
akciğer hastalığı semptom ve
bulgusu bulunmayan RA’li olguların %70’inde YRBT’de küçük
havayolu hastalığına ait değişikResim 4. Obliteratif bronşiyolit
(Prof. Dr. Gökhan Arslan’ın arşivinden alınmıştır)
liklerin saptandığı bildirilmektedir. RA’de obliteratif bronşiyolit
nadir fakat genellikle fataldir (Resim 4). D-penisilamin, altın, sulfalazin tedavisi
alan RA olguları yanısıra ilaç kullanmayan RA olgularında da obliteratif bronşiyolit
geliştiği bildirilmektedir. Kadın cinsiyette, romatoid faktör serolojisi pozitif olanlarda ve Sjögren sendromu ile RA birlikteliğinde obliteratif bronşiyolitin daha sık
geliştiği vurgulanmaktadır. Hastalarda tipik olarak hızlı gelişen nefes darlığı ve kuru
öksürük bulunur. Ateş, kilo kaybı ve halsizlik gibi organize pnömoniyi düşündürecek semptomlar genellikle bulunmaz. Oskültasyonda inspiratuvar raller ve midinspiratuar “squeak” duyulur. Havayolu obstrüksiyonu ve hipoksemi saptanabilir,
diffüzyon testinin normal olması beklenir. Akciğer grafisi normaldir, hiperinflasyon
da saptanabilir. YRBT’de bronşiyal duvarlarda kalınlaşma, sentrilobüler amfizem,
mozaik patern ve bronşektazi görülebilir. Biyopsi örneğinde lenfositik infiltrasyonun eşlik ettiği kontrüktif bronşiyolit saptanır. Prognoz ve tedaviye yanıt olumsuzdur. Yine de, yüksek doz kortikosteroid tedavisinin denenmesi önerilir. Makrolid ve
immunosupresif tedavinin rolü henüz tanımlanmamıştır (45).
Diğer bir bağ dokusu hastalığı olan Sjögren sendromunda, nadiren sekonder
BOOP gelişebilir. Sistemik lupus eritematozisli (SLE) olguların ise %5’inden
azında hava yolu obstrüksiyonu saptanır. Literatürde obliteratif bronşiyolit veya
BOOP ile SLE’nin birlikteliği, olgu sunumları şeklinde mevcuttur. Progresif sistemik sklerozisli olgularda küçük hava yolu hastalığı klinik tablosu bulunmamasına
rağmen alınan açık akciğer biyopsilerinin %25’inde folliküler bronşiyolit saptandığı bildirilmektedir. Polimiyozit ve dermatomiyozit olgularında ise en sık saptanan histolojik paternler; BOOP, usual inetrstisyel pnömoni ve diffüz alveoler
hasardır. Bu olgularda pulmoner tutulum kortikosteroid tedavisine yanıtlıdır (5).
ORGAN TRANSPLANTASYONLARINDAN SONRA GELİŞEN
BRONŞİYOLİTİS OBLİTERANS
Obstrüktif akciğer hastalığı allojenik ve nadiren otolog kemik iliği, kalp-akciğer, tek
ya da çift taraflı akciğer transplantasyonlarından sonra gelişebilir. Transplantasyon
278
BRONŞİYOLİTLER
sonrası gelişen obstrüktif akciğer hastalığı prevalansı, kemik iliği transplantasyonu
(KİT) için %1.2-11, akciğer nakli için %20-50 olarak bildirilmektedir. KİT’a bağlı
obstrüktif akciğer hastalığı için risk faktörleri ileri yaş, tekrarlayan sinüzit atakları,
kronik greft versus host hastalığı (GVHD) ve GVHD için methotrexate proflaksisi
uygulanması, kazanılmış hipogamaglobulinemia olarak bildirilmektedir (6).
Akciğer nakli sonrasında gelişen obstrüktif akciğer hastalığı, sıklıkla akut organ
rejeksiyonundan önce gelişir. Akut rejeksiyon atakları (2 veya daha fazla ağır
atak), viral infeksiyonlar (özellikle CMV pnömonitisi), tek akciğer nakli, immunosupresif tedaviye uyumsuzluk ve iskemik hasar gibi noninflamatuar durumlar
da akciğer nakli sonrasında bronşiyolitis obliterans riskini arttırır (6,46). Akciğer
transplantasyonunun başlıca morbidite ve mortalite nedenlerinden olan kronik
havayolu rejeksiyonunun histolojik bulgusu bronşiyolitis obliterans olarak tanımlanır (6,46,47).
Obstrüktif akciğer hastalığı insidansı, transplantasyondan sonraki 7-12 ay arasında pik yapar. Efor dispnesi, nonprodüktif öksürük, nazal konjesyon başvuru
semptomlarıdır. Öksürük giderek prodüktif özellik kazanır. Prezentasyon akut
olabilir ve respiratuar infeksiyonu taklit edebilir. Fizik muayenede hırıltılı solunum
ve ekspiratuar ‘squeak’ duyulur. Patojen bakterilerle kalıcı havayolu kolonizasyonu ve daha sonra funguslar sıklıkla gelişir.
Pulmoner fonksiyon testleri, geri dönüşümsüz hava yolu obstrüksiyonunu gösterir. Akciğer transplantasyolu olguda total akciğer ve karbonmonoksit diffüzyon kapasitesi düşüktür (6). Transplantasyonlu olguda BO’in histolojik bulgusu
olmaksızın, başka bir nedene bağlanamayan ve greftin bozulmasına sekonder
gelişen progresif hava yolu hastalığı Bronşiyolitis obliterans sendromu (BOS) olarak tanımlanmaktadır (46). BOS, olgunun en iyi bazal zorlu ekspirasyon volümü
birinci saniyesi (FEV1) değerinin düşme düzeyine göre evrelendirilir (48);
Evre 0; FEV1> %90 bazal FEV1 ve FEF25-75%> %75 bazal değer
Evre 0- potensiyel; FEV1 %81-90 bazal FEV1 ve FEF25-75%≤ bazal değer
Evre I; FEV1 %66-80’i bazal FEV1
Evre II: FEV1 %52-65’i bazal FEV1
Evre III: FEV1 ≤ %50’si bazal FEV1
Hastalığın progresyon paterni, hızlı başlangıçlı ve tanıdan sonraki ilk 12 ayda
ölümle sonuçlanacak özellikte veya sinsi başlangıçlı ve yavaş ilerleyen özellikte
ya da hızlı başlangıcı takiben uzun bir periyotta stabil kalacak şekilde olabilir (6).
Solunum fonksiyon testleri normal sınırlarda iken YRBT’de mozaik oligemi paterni ve ekspiratuar hava hapsi saptanabilir. Bronşiyal duvar kalınlaşması, bronşektazi gözlenebilir. BAL sıvısında özellikle nötrofil olmak üzere total hücre sayısı
BRONŞİYOLİTLER
279
artar. KİT hastasında lenfositoz gözlenebilir. Patolojik olarak orta-ağır düzeyde
bronşiyal ve peribronşiyal mononükleer hücre infiltrasyonu, bronşiyal epitelyum
içine fibromiksoid granülasyon saptanır (lenfositik bronşitis, bronşiyolitis). Bronşiyolitis obliterans gelişen olguların büyük çoğunluğu kronik GVHD’si olan allojenik KİT alıcılarıdır. Ancak otolog KİT sonrası BO az gelişir (5,49).
BO veya BOS’nun tedavisi için iyi tanımlanmış bir protokol yoktur. Potansiyel
tedavi seçenekleri değişen kombinasyonlarda immunosüpresif tedaviler, fotoferez, total lenfoid irradyasyonu, uzun süreli azitromisin tedavisi, plazmaferez ve
inhaler siklosporin tedavilerini içermektedir (46).
DİFFÜZ PANBRONŞİYOLİT (DPB)
Üst ve alt solunum yollarını tutan, özellikle Japonlarda sık gorülen farklı bir klinik ve patolojik sendromdur. Etyolojisi bilinmemekle birlikte genetik, çevresel
ve immunolojik faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Erkeklerde daha sıktır,
ortalama 40 yaşta başlar. Olguların çoğunluğunda sigara kullanma öyküsü bulunmaz (50). Kronik sinüzit olguların %75-100’ünde görülür. Sinüzit semptomları
solunum semptomlarından yıllarca hatta dekatlarca önce başlar. Pürülan balgamlı kronik öksürük, egzersiz dispnesi ve wheezing en yaygın klinik bulgulardandır
(5). Fizik muayenede kaba rallar duyulur, çomak parmak görülmez. En karakteristik laboratuvar bulgusu, kalıcı serum soguk aglutinin yüksekliğidir, mikoplazma antikor titresi negatifdir. Romatoid faktör yükselmiş olabilir, immünglobulin
seviyeleri genellikle normaldir.
Solunum fonksiyon testleri tipik olarak obstrüktif defekt gosterir. Miks patern
de görülebilir. Diffüzyon kapasitesinde azalma saptanır. Akciğer grafisinde çapı
en fazla 2 mm olan küçük nodüler opasiteler akciğer alanlarına diffüz olarak
dağılmış bulunur. YRBT’de sentrilobüler nodüler ve lineer opasiteler, bronşiyal
duvarlarda kalınlaşma, dilatasyon ve intraluminal müköz tıkaçlar, akciğer dansitesinde heterojenite, periferal hava hapsi saptanabilir (5,52). Histopatolojik olarak
respiratuar bronşiyol odaklı, lenfosit, plazma hücreleri, lipit yüklü köpüksü makrofajlardan oluşan bir transmural infiltrasyon izlenir (50).
DPB’in optimal tedavisi belirsizdir. Düşük doz eritromisin (200-600 mg/gün) birçok hasta için yeterlidir. Optimal süre bilinmemekte, genellikle 6-24 ay süreyle
tedavi uygulanmaktadir. Nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar bronkoreyi kontrol
altına almak amacıyla kullanılabilir. Beta 2-agonistler veya ipratropium bromid
mukosiliyer aktiviteyi arttırmak ve bronkodilatasyon amacı ile önerilir (5,50).
KAYNAKLAR
1. Lazarus SC. Disorders of the intrathoracic airways. In: Mason MJ, Broaddus VC, Martin
JR, King TR, Schraufnagel DE, Murray JF, Nadel JA (eds). Murray and Nagel’s textbook
of respiratory medicine. 5th edition. Philadelphia. Saunders 2010; 2532-44.
2. Allen TC. Pathology of small airways disease. Arch Pathol Lab Med 2010; 134: 702-18.
280
BRONŞİYOLİTLER
3. King TE, Flaherty KR, Hollingsworth DH. Bronchiolitis in adults www.uptodate.com
2011.
4. Devakonda A, Raoof S, Sung A, et al. Bronchiolar disorders a clinical-radiological
diagnostic algorithm. Chest 2010; 137: 938-51.
5. King TE, Kinder BW. Bronchiolitis. In: Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA,
Senior RM, Pack AI. Fishman’s pulmonary diseases and disorders. 4th editon. New York.
McGraw Hill 2008; 887-911.
6. Blinkhor RJ. Upper respiratory tract infections. In: Craps JD, Glassroth J, Karlinsky
J, King T (eds). Baum’s textbook of pulmonary diseases. 7th edition. Philadelphia.
Lippincott Williams and Wilkins 2004; 309-17.
7. Ryu JH, Myers JL, Swensen SJ. Bronchiolar disorders. Am J Respir Crit Care Med
2003; 168: 1277-92.
8. Basay N, Berkoglu M. Bronsiyolitler. In: Ergogan Y, Samurkasoglu B (eds). Diffüz
parankimal akciger hastaliklari. 2th edition. Ankara. Mesut Matbaacilik 2006; 45-74.
9. Balkan A, Taşcı C. Bronsiyolitler. Solunum 2008; 10: 45-52.
10. Epler GR. Diagnosis and treatment of constrictive bronchiolitis. F1000 Med Rep 2010;
27: 32.
11. Aerni MR, Vassallo R, Myers JL, et al. Follicular bronchiolitis in surgical lung biyopsies:
clinical implications in 12 patients. Respir Med 2008; 102: 307-12.
12. Fraig M, Shreesha U, Savici D, Katzenstein AL. Respiratory bronchiolitis: a
clinicopathologic study in current smokers, ex-smokers, and never-smokers Am J Surg
Pathol 2002; 26: 647-53.
13. Hwang JH, Kim TS, Lee KS, et al. Bronchiolitis in adults: pathology and imaging. http: //
www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed?term=Journal of Computer Assisted Tomography%3A
Volume 21(6)%2C November%2FDecember 1997%2C pp 913-919 Hwang J 1997;
21: 913-9.
14. Tuder RM, Groshong S, Cool CD. Bronchiolar diseases paterns. In: Mason MJ, Broaddus
VC, Martin JR, King TR, Schraufnagel DE, Murray JF, Nadel JA (eds). Murray and Nagel’s
textbook of respiratory medicine. 5th edition. Philadelphia. Saunders 2010; 825-6.
15. Borie R, Schneider S, Debray MP, et al. Severe chronic bronchiolitis as the presenting
feature of primary Sjögren’s syndrome. Respir Med 2011; 105: 130-6.
16. Mark EJ, Ruangchira-Urai R. Bronchiolitis interstitial pneumonitis: a pathologic study of
31 lung biyopsies with features intermediate between bronchiolitis obliterans organizing
pneumonia and usual interstitial pneumonitis, with clinical correlation. Ann Diagn Pathol
2008; 12: 171-80.
17.King TK, Gelbman BD. Response to long-term macrolide therapy in a patient with
cryptogenic adult bronchiolitis. Chest 2004; 126: 963.
18. Moon J, du Bois RM, Colby TV, et al. Clinical significance of respiratory bronchiolitis on
open lung biopsy and its relationship to smoking related interstitial lung disease. Thorax
1999; 54: 1009-14.
19.King Te, Flaherty KR, Hollingsworth H. Respiratory bronchiolitis-associated interstitial
lung disease www.uptodate.com 2011.
20. Beasley MB. Smoking-related Small airway disease-a review and update. Adv Anat Pathol
2010; 17: 270-6.
BRONŞİYOLİTLER
281
21. Nakanishi M, Demura Y, Mizuno S, et al. Changes in YRBT findings in patients with
respiratory bronchiolitis-associated interstitial lung disease after smoking cessation Eur
Respir J 2007; 29: 453-61.
22. Churg A, Müller NL, Wright JL. Respiratory bronchiolitis/interstitial lung disease: fibrosis,
pulmonary function, and evolving concepts. Arch Pathol Lab Med 2010; 134: 27-32.
23. Portnoy J, Veraldi KL, Schwarz MI, et al. Respiratory bronchiolitis-interstitial lung disease:
long-term outcome. Chest 2007; 131: 664-71.
24.King Te, Flaherty KR, Hollingsworth H. Cryptogenic organizing pneumonia. www.
uptodate.com 2011.
25.Drakopanagiotakis F, Polychronopoulos V, Judson MA. Organizing pneumonia. Am J
Med Sci 2008; 335: 34-9.
26. Cordier JF. Cryptogenic organising pneumonia. Eur Respir J 2006; 28: 422-46.
27. Lee JW, Lee KS, Lee HY, et al. Cryptogenic organizing pneumonia: serial high-resolution
CT findings in 22 patients. AJR Am J Roentgenol 2010; 195: 916-22.
28. Maldonado F, Daniels CE, Hoffman EA, et al. Focal organizing pneumonia on surgical
lung biopsy: causes, clinicoradiologic features, and outcomes. Chest 2007; 132:
1579-83.
29. Soubrier M, Jeannin G, Kemeny JL, et al. Organizing pneumonia after rituximab therapy:
Two cases. Joint Bone Spine 2008; 75: 362-5.
30. Melloni G, Cremona G, Bandiera A, et al. Localized organizing pneumonia: report of 21
cases. Ann Thorac Surg 2007; 83: 1946-51.
31. Vasu TS, Cavallazzi R, Hirani A, et al. Clinical and radiologic distinctions between
secondary bronchiolitis obliterans organizing pneumonia and cryptogenic organizing
pneumonia. Respir Care 2009; 54: 1028-32.
32. Natori H, Koga T, Fujimoto K, et al. Organizing pneumonia associated with Mycoplasma
pneumoniae infection. Jpn J Radiol 2010; 28: 688-91.
33. Alfaro TM, Bernardo J, Garcia H, et al. Respiration Organizing pneumonia due to
actinomycosis: an undescribed association. Respiration 2011; 81: 433-6.
34. Poulou LS, Tsangaridou I, Filippoussis P, et al. Feasibility of CT-guided percutaneous needle
biopsy in early diagnosis of BOOP. Cardiovasc Intervent Radiol 2008; 31: 1003-7.
35. Bradley B, Branley HM, Egan JJ, et al. British Thoracic Society Interstitial Lung Disease
Guideline Group, British Thoracic Society Standards of Care Committee; Thoracic
Society of Australia; New Zealand Thoracic Society; Irish Thoracic Society. Interstitial
lung disease guideline: the British Thoracic Society in collaboration with the Thoracic
Society of Australia and New Zealand and the Irish Thoracic Society. Thorax 2008; 63
Suppl 5: 1-58.
36. Chakravorty I, Oldfield WL, Gómez CM. Rapidly progressive Bronchiolitis Obliterans
Organising Pneumonia presenting with pneumothorax, persistent air leak, acute
respiratory distress syndrome and multi-organ dysfunction: a case report. J Med Case
Reports 2008; 6: 145.
37. Zeina AR, Abu-Mouch S, Nachtigal A. Rapidly progressive bronchiolitis obliterans
organising pneumonia (BOOP). BMJ Case Rep 2009; 2009. pii: bcr06.2008.0083.
38. Lee J, Cha SI, Park TI, et al. Adjunctive effects of cyclosporine and macrolide in rapidly
progressive cryptogenic organizing pneumonia with no prompt response to steroid.
Intern Med 2011; 50: 475-9.
282
BRONŞİYOLİTLER
39. Stover DE, Mangino D. Macrolides* A Treatment Alternative for Bronchiolitis Obliterans
Organizing Pneumonia? Chest 2005; 128: 3611-7.
40. Hernandez L, Gil J, Garcia R, et al. Idiopathic organizing pneumonia: a relapsing disease
19 years of experience in a hospital setting. Respiration 2007; 74: 624-31.
41. Schindler K, Schima W, Kaliman JF. Cryptogenic organizing pneumonia due to
amiodarone: long-term follow-up after corticosteroid treatment. Wien Klin Wochenschr
2010; 122: 511-4.
42.Crestani B, Valeyre D, Roden S, et al. Bronchiolitis obliterans organizing pneumonia
syndrome primed by radiation therapy to the breast. The Groupe d’Etudes et de
Recherche sur les Maladies Orphelines Pulmonaires (GERM”O”P). Am J Respir Crit Care
Med 1998; 158: 1929-35.
43. Gudavalli R, Diaz-Guzman E, Arrossi AV, et al. Fleeting alveoler infiltrates and reversed
halo sign in patients with breast cancer treated with tangential beam irradiation. Chest
2011; 139: 454-9.
44. Mori S, Koga Y. Sugimoto Small airway obstruction in patients with rheumatoid arthritis.
Mod Rheumatol 2011; 21: 164-73.
45. Lake FR. Interstitial lung disease in rheumatoid arthritis . www.uptodate.com 2011.
46. Reilly JJ. Chronic lung transplant rejection: Bronchiolitis obliterans. www.uptodate,com
2011.
47.Belperio JA, Weigt SS, Fishbein MC, Lynch III JP. Chronic lung allograft rejection
mechanisms and therapy. Proc Am Thorac Soc 2009; 6: 108-21.
48.Hayes D. A review of bronchiolitis obliterans syndrome and therapeutic strategies.
Journal of Cardiothoracic Surgery 2011; 6: 92-100.
49.Pandya CM, Soubani AO. Bronchiolitis obliterans following hematopoietic stem cell
transplantation: a clinical update. Clin Transplant 2010; 24: 291-306.
50. Talmadge E King. Diffuse panbronchiolitis. www.uptodate.com 2011.
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ
HİSTİYOSİTOZ
Doç. Dr. Esin TUNCAY
GİRİŞ
Pulmoner Langerhans hücreli histiyositoz (PLHH), pulmoner eozinofilik granüloma, pulmoner Langerhans hücreli granülomatoz, pulmoner histiositoz olarak
da adlandırılmaktadır (1-5). Sıklıkla genç erişkinlerde görülür. Gerçek insidensi
ve prevalansı bilinmeyen, nadir görülen bir interstisyel akciğer hastalığıdır. Denver Araştırma Merkezinde izlenen 3000 interstisyel akciğer hastasında bu oran
%2’den, akciğer biyopsilerinde ise %5’den daha az olarak bulunmuştur. Hastaların hemen tümünde sigara hikayesinin saptanması, etyolojik faktör olabileceğini
düşündürmektedir. Mesleki veya coğrafik predispozisyon bildirilmemiştir.
PATOLOJİ
Langerhans hücresi (LH) monosit-makrofaj hücre gurubundan gelişir. Soluk boyanan sitoplazmasında, büyük bir nükleus ve nükleolus bulunur. Sitoplazma ayrıca Birbeck granülleri yada X cisimcikleri olarak da adlandırılan, elektron mikroskobisi ile klasik pentalaminer sitoplazmik inklüzyonlar içerir (Şekil 1). Langerhans
hücreleri S100 immünohissigara
tokimya boyamayla pozitif
TGP
sonuç verir (Şekil 2). Diğer
nöroendokrin hücre
diğer antijenler stimülasyonu
özelliği hücre yüzeyinde
BLP
CD1antijeninin
(CD1a)
CD4
diğer çevresel
T lenfosit
ve genetik
varlığıdır (2). Langerhans
faktörler
B-lenfosit
aktivasyonu?
fibroblast
hücresi normalde dermisbüyüme
alveolar makrofaj
faktörleri
anormal interlökin-2 cevabı
te, retiküloendotelyal sismatriks
TNF - alfa
anormal lenfosit fonksiyonu?
TGF - beta proteinler
TNF - alfa
temde, akciğer ve plevraGM - CSF
IgG sekresyonu
fibroblast
immun kompleks
da bulunur. Ayrıca sigara
aktivasyonu
oluşumu
içen sağlıklı kişilerde ve IPF
inflamatuvar
fibrozis
modüllerin
oluşumu
gibi bazı hastalıklarda da
Lengerhans Hücrelerinin
proliferasyonu
görülebilir (6,7).
Şekil 1. PLHH olası patogenezi (2)
283
284
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
Şekil 2. Langerhans hücresinin elektronmikroskopik görünümü ve Birbeck granülleri (46)
Şekil 3. Kist çevresinde ve parankimal nodüler infiltrasyon alanında langerhans hücre birikimleri (x40, İHK boyama S100 (+))
(Dr. N. Ürer arşivi)
Şekil 4. Akciğer parankiminde nodüler yapıda langerhans hücreleri ve eozinofillerden oluşan hücresel infiltrasyon (x100, H&E)
(Dr. N. Ürer arşivi)
Hastalık aktif evresinde çok sayıda Langerhans hücresi içeren
destrüktif granülomatöz nodüler
lezyonlarla karakterizedir. Bunlar dağınık silik sınırlı, farklı yaşlarda, normal parenkimden ayırt
edilebilen, eozinofil, lenfosit ve
nötrofillerden oluşan lezyonlardır (8). Eozinofillerin, eskiden
hastalığın eozinofilik granüloma
şeklinde adlandırılmasına neden olan görüşün tersine enflamasyonun en önemli ve baskın
hücresi olmadığı anlaşılmıştır.
Bu nodüller küçük bronşiolleri, arteriol ve venülleri çevreler
parenkime doğru genişleyerek
hastalığın karakteristik lezyonlarını (stellate lezyonlar) oluşturur (Şekil 3) (9,10). Komşu oldukları respiratuar ve terminal
bronşiyol duvarlarını harab eder
(11). Orta evrede lezyon capı
ve LH sayısı azalırken makrofaj
ve eozinofil sayısı artar, fibrotik
değişimler baslar. Hastalık ilerledikçe hücresel yoğunluk azalır,
nodüllerde santral kavitasyon,
peribronşiyoler fibroz ve skar
dokusu oluşur ve mekanizması
bilinmeyen küçük kistik lezyonlar meydana gelir (Şekil 4) (12).
Daha geç dönemlerde lezyonlar
daha asellüler nitelik taşır. Diffüz
interstisyel patoloji pulmoner
fibrozisin diğer formlarından
ayırd edilemiyecek şekilde; kistik lezyonlar yanında fibrosis ve
bal peteği gibi bir son dönem
akciğer formu ile sonlanır. Geç
dönemde meydana gelen vasküler sistem tutulumu arter ve
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
285
venleri birlikte etkileyebilir. İntimal fibroz, medial hipertrofi, veya luminal hücresel
infiltrasyon gelişebilir. Vasküler patoloji pulmoner hipertansiyona neden olabilir
(11). Parenkim ve havayolu hastalığından bağımsız olarak pulmoner arteriopati
ve veno-oklüzif hastalıkta görülebilir (13). PLHH’de görülebilen diğer üç patolojik
bulgu şunlardır (10,13); 1) Psödo-desquamatif interstisyel pnömoni, 2) Respiratuar
(“smoker”) bronşiyolit; 3) İntraluminer fibrosis ve alveoler obliterasyon (14).
PATOGENEZ
Pulmoner Langerhans hücreli histiositozisin patogenezi bilinmemektedir. İmmün
fonksiyonlarda birçok anormallikler görülür (Şekil 5) (15,16). BAL da nonspesifik IgG artışı, dolaşımda ve dokuda immun kompleksler saptanır. Patogenezde
T hücrelerindeki fonksiyon bozukluğu ve immun efektör hücrelerdeki generalize
nonspesifik aktivasyonun rolünün olabileceği düşünülmektedir (12). Sigara içiminin PLHH ile nedensel ilişkisi olduğu yönünde güçlü deliller saptanmış ama
ayni ilişki ekstrapulmoner PLHH’de bulunamamıştır. Bir hipoteze göre bombesin benzeri peptid üretimi patogenezde temel rolü oynamaktadır (17). Bombesin
nöroendokrin hücrelerden salınan, sigara içenlerde artan bir nöropeptiddir (18).
Bombesin benzeri peptidler ise monosit kemotaksisi, epitel ve fibroblast mitogenesisi ve sitokin sekresyon stimülasyonuna neden olur (17,19). Tütün glikoproteinleri lenfosit diferansiasyonu ve lenfokin üretiminde immune uyaran görevi
yapar (Şekil 5) (2,20). PLHH’de TNF alfa, GM-CSF, IL-1, IL-6, IFgama salınımı
vardır. TNF alfa, GM-CSF, akciğer fibrosisinin gelişiminde olduğu gibi, LH nin
akciğere toplanmasında önemli rol üstlenir (2).
Sonuç olarak; PLHH sigara antijenleri tarafından başlatılan reaktif poliklonal bir
süreç olarak tanımlanabilir. Hastalığın sistemik formlarında, farklı olarak Langerhans hücrelerinin monoklonal proliferasyonu sözkonusudur (21).
KLİNİK BULGULAR
Olguların çoğu 20-40 yaş arası
genç erişkinlerdir. Cinsiyet dağılımı eşittir, ancak kadınlarda
daha geç yaşlarda ortaya çıkar
(22,23). Beyaz ırkta, Afrikalı ve Asyalılara göre daha sık
görülür. Hastalığın başlangıcı
tanıdan önce bir yıldan azdır
(1,4).
Şekil 5. Akciğer parankiminde destürüksiyon oluştaran
kistik boşluk çevresinde fibrozis ve hücresel infiltrasyon
(x40, H&E)
(Dr. N. Ürer arşivi)
PLHH farklı şekillerde kendini
gösterebilir (9,12)
• Akciğer radiyolojisindeki bulgular
286
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
• Spontan pnömotoraks
• Ateş ve kilo kaybı gibi klinik semptomlar
En sık görülen semptomlar ve görülme sıklıkları Tablo 1'de özetlenmiştir. Genellikle fizik muayene bulgusu yoktur (4,9,24,25). Raller ve clubbing nadiren olabilir
(24,26). Rutin laboratuar tetkikleri normaldir ve periferik eozinofili görülmez.
KOMPLİKASYONLAR
PLHH’de torasik ve ekstratorasik komplikasyonlar görülebilir:
• Hastaların %15-20 sinde tekrarlayan pnömotoraks görülür (27). Plevral sıvı
ve plevral kalınlaşma nadirdir.
• Pulmoner arteriopati ve veno-oklüzif hastalık, radyolojik bulgularla orantısız
olarak diffüzyon ve egzersiz kapasitesinde bozukluğa neden olabilir (28).
• Pulmoner hipertansiyon (PH) sık görülür. Hastalığın son evresi dışında da
görülebilir. Sağ kalp yetersizliğinin belirgin semptomları olmayabilir. Bir çalışmada histolojik olarak tanımlanmış 17 PHH olgusunun 15’inde (%88) istirahatte pulmoner arter basıncı ≥35 mmHg olarak bulunmuştur (29). Mortalite
artışı ile arasında kuvvetli ilişki saptanmıştır.
• Hemoptizi görülebilir. (%13) Enfeksiyon (Aspergillus, vb.) veya tümör gelişimini sonucu olabilir (25,30).
• Malign olan ve olmayan tümörler gelişebilir (31,32). Bronkojenik karsinom
(%5), Hodgkin ve non-Hodgkin lenfoma, karsinoid tümör, mediastinal ganglionöroma gibi. Bu tümörlerin gelişim nedeninin sigaranın karsinojenik etkisi
olabileceği düşünülmektedir.
• Kistik kemik lezyonları %4-20 olguda meydana gelebilir. İskelet tutulumu lokalize ağrıya ve patolojik kırıklara neden olabilir. Pulmoner bulgulara öncülük
edebileceği gibi hastalığın tek bulgusu da olabilir. Radyolojik bulgular diyagnostik değildir, yassı kemiklerde sıklıkla soliter lezyon şeklinde görülebilir.
• Diabetes insipidus olguların %15’inde görülebilir, hipotalamik tutuluma sekonderdir ve kötü prognoz belirtisidir.
TANI
Semptom ve bulgular spesifik değildir. Ancak tekrarlayan pnömotoraks, Dİ, veya
kemik ağrıları tanıda yol gösterici olabilir. Genellikle geçmişte veya halen sigara
içim hikayesi vardır. Çoğunlukla akciğer grafisi bulguları ile tanı konulur (Şekil 5).
Klasik olgularda yüksek rezolüsyonlu tomografi bulguları diyagnostik olabilir. Tanı
algoritması Şekil 6’de özetlenmiştir.
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
287
GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ
Pulmoner Langerhans hücreli histiositozisin radyolojik bulguları her zaman
diyagnostik olmasa da oldukça karakteristiktir (Şekil 7). Aşağıdaki bulguların
kombinasyonu hastalık için oldukça spesifiktir (Tablo 2) (33-35). Olguların
%10’dan azında akciğer grafisi norTablo 1. PLHH semptomlar
mal olabilir (10).
• Nonprodüktif öksürük (%65-70)
Üst ve orta zonlarda kist ve nodüllerin birlikte izlenmesi patognomoniktir. Hem volümün azaldığı alanlar hem de hiperenflasyon alanları
birlikte bulunabilir ama total akciğer
volümü normaldir (25,29). Hiler ve
mediastinal lenfadenopati varsa sekonder bir patoloji düşünülmelidir.
Plevral kalınlaşma genellikle pnömotoraks tedavisi sonucudur. Kemik
lezyonları kotlar da dahil tüm kemiklerde görülebilir.
• Dispne (40-87)
• Göğüs ağrısı (10-21)
• Halsizlik (30)
• Kilo kaybı (20-30)
• Ateş (15)
Tablo 2. Radyolojik Bulgular
• Düzensiz sınırlı veya satellite nodüller
(2-10 mm)
• Retikülonodüler opasiteler
• Üst zonlarda kistler ve balpeteği görünümü
• Volümde değişiklik olmaması
• Kostofrenik açıların korunmuş olması
Anamnez ve FM
Akciğer grafisi ve SFT
PLHH şüphesi
YRBT
Diyagnostik
Üst orta zonda nodül
kist, kostofrenik açı
korunmuş
Non diyagnostik
PLHH + BAL
BAL ± TBB
<%5CD1a ve
TBB(-)
>%5CD1a veya
TBB(+)
AAB
PLHH
Non diyagnostik
3 ay sonra YRBT
Diğer tanıları dışla
Şekil 6. Tanısal algoritma (2)
288
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
Bilgisayarlı Tomografi
Şekil 7. PLHH PA akciğer grafisi bulguları
Şekil 8. Nodüler lezyonların ön planda olduğu bir
PLHH olgusu
(Arşivimizden)
Şekil 9. Kistik lezyonları olan PLHH olgusu
(Arşivimizden)
Yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı
tomografi (YRBT)’nin hastalığın
tanısında önemli yeri vardır. Sigara içen gençlerde üst zonlarda
ağırlıklı yerleşim gösteren multipl
kist ve nodül kombinasyonları ve
interstisyel kalınlaşmalar PLHH
tanısında karakteristik bulgulardır (Şekil 8,9) (34). Nodüller silik
yada keskin sınırlı, genellikle büyük ve şekilsiz olabilir. Hastalığın
evresi ilerledikçe balpeteği görünümü belirginleşir. Kistik lezyonlar rutin akciğer röntgeni ile takip
edilebilir. YRBT ile histopatolojik
korelasyon varlığı, nodül ve granülom yoğunluğunun uyumlu olduğunun gösterilmesi ile ortaya
konmuştur (4).
Hastalığın progresyon sürecinde görülen; nodüllerin kaviteli
nodüle, ardından önce kalın cidarlı sonra da ince cidarlı kistik
lezyonlara dönüşmesi seri BTYRBT tetkikleri ile izlenebilir
(4,36,37). YRBT kullanılmasından önce bu progresif sürecin
spontan remisyon olarak yanlış
tanımlandığı düşünülmektedir.
YRBT density mask (DM) soft
ware kantitatif değerlendirme ile
fonksiyonel parametreler arasında
çok yüksek korelasyon bulunduğu
belirtilmiştir. (FEV1, DLCO, FEF25, sRaw ve RV) (38). Perfüzyon
75
sintigrafisinde üst ve orta zonlarda, retiküler ve nodüler değişiklerle uyumlu olmayan perfüzyonu
bozulmuş alanlar görülür (4).
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
289
Florodeoksiglukoz-PET (FDG-PET)
FDG-PET hastalığın erken evresinde uptake artışı olabilir. 11 olguluk bir seride
5 olguda akciğerde uptake artışı gösterildi (39). FDG-PET pozitifliği; nodüler
radyolojik paternin baskın olduğu erken evrede, negatiflik ise nodüllerin azaldığı
kistik lezyonların hakim olduğu geç evrede saptanır.
FİZYOLOJİK TESTLER
Solunum fonksiyon değişiklikleri, parenkim lezyonlarının yapısına bağlı olabileceği gibi yoğun radyolojık lezyonlara karşın solunum fonksiyonları bozulmamış
olabilir. Solunum fonksiyonları %10-15 olguda normal olabilir (11). Restriktif,
obstrüktif yada mikst tip fonksiyon bozukluğu görülebilir.
PLHH de total akciğer kapasitesi ve ekspiratuar akım hızları genellikle iyi korunur (8,23). Nodüler hastalık döneminde normal yada restriktif fonksiyon bozukluğu görülebilir (37). Kistik hastalık döneminde ise aşağıdaki fonksiyonel bozukluklar görülebilir:
• DLCO da azalma %70-90 olguda (5,25)
• TLV de azalma, ER artış ile restriktif hastalık olan alt grup
• Hava akımı kısıtlanması ve hiperenflasyon ileri evre ve kistik hastalık döneminde ve nadiren olabilir (37). Bazı olgularda bronkodilatör tedaviye cevap
sözkonusudur (6,25).
• İstirahatte çoğunlukla alveoloarteryel O2 gradienti ve Paco2 ve pH normaldir.
Egzersiz fizyolojisi
Hastalarda egzersiz intoleransı ve aktivite azalması fonksiyonel bozuklukla orantısız olarak da meydana gelebilir (25). Egzersiz kapasitesinde ve maksimal egzersizde oksijen tüketiminde azalma sıklıkla görülür (11). Maksimal egzersizde oksigen basıncı ve anaerobik eşik birçok hastada azalmıştır. Maksimal iş düzeyinde,
maksimal ventilasyon cevabı aşırı artmıştır.
Hastaların çoğunda, egzersizle artan alveoloarteryel O2 farkı ile gaz değişim
bozukluğu ortaya çıkar. Birçok hastada ölü boşluğun tidal volume oranında (VD/
VT) beklenen istirahatte artma ve egzersizle azalmada bozukluk olabilir. Bu anormallik, hastalık sürecinde pulmoner vasküler yapının tutulumu sonucu meydana
gelir.
Bronkoalveoler Lavaj (BAL)
Bronkoalveoler Lavaj (BAL)'da total lenfosit sayısı artmış, CD4/CD8 azalmıştır.
Langerhans hücreleri karakteristik olarak S-100 ile boyanır, OKT-6 ve spesifik
monoklonal antikor (MT-1) pozitiftir. Elektron mikroskobu ile Birbeck cisimcikleri gösterilebilir.
290
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
BAL’da Langerhan’s hücreleri (CD1a)’nin %5’in üzerinde bulunması PLHH tanısı için güçlü bir tanı kriteri olarak önerilmektedir (1,5,40,41). CD1a hücrelerinin %5’in altında bulunması tanının dışlanması için yeterli değildir.
LH sigara içenler, diğer interstisyel akciğer hastalıkları, bronkoalveoler karsinomda daha düşük oranda artış görülebilir. BAL da Langerhans hücrelerinin
daha az sayıda olmasının tanısal değeri düşüktür.
Doku Tanısı:
Patolojik tanı için transbronşiyal biyopsi yeterli olabilir (42). Ancak yalancı negatiflik ya da biyopsi materyali yetersiz olduğu durumlarda video torakoskopik
biyopsinin tanısal değeri yüksektir. LH S-100 protein ile boyanma özelliği ile
tanımlanır (43). Bu hücreler ayni zamanda OKT-6 (CD-1a) pozitiftir ve MT-1 monoklonal antikor ile boyanır (43). OKT-6 (CD-1a) ile doku immünboya LH diğer
histiyositlerden ayırd ederek zor olgularda tanıyı kolaylaştırır (44). İmmünboya
elektron mikroskopi tekniğinden daha ucuz bir yöntemdir.
Bu evrede birçok olguda TBB ve BAL birlikte kullanılarak, hem dokuda hem de
lavajda CD1a pozitif hücrelerin sayısının doğru tespiti mümkün olabilir. BAL da
Langerhans hücreleri (CD1a) nin %5’in üzerinde bulunması güçlü bir tanı kriteri
olarak önerilmektedir.
Artan fibrosisle birlikte, hem dokuda hem de BAL’da LH sayısı azalır. İleri evrelerde, CT diagnostik değilse BAL’da CD1a yüksekliği, açık akciğer biyopsisi,
ekstrapulmoner tutulum varlığı ile tanı konulabilir (2).
AYIRICI TANI
Lenfanjiyomiyomatosis (LAM), tuberoz sklerosis, hipersensitivite pnömonisi,
sarkoidoz, son evre IPF ile ayırıcı tanısı BT ile yapılabilir. LAM ın kadınlarda
görülmesi, kistik lezyonların baskın olması ve akciğere diffüz olarak yayılması
ile ayrımı yapılabilir. IPF’de kistik lezyonlar subplevral bibaziler yerleşimlidir ve
volüm kaybıyla birlikte görülür. Ayrıca IPF’den farklı olarak PLH’deki kistik lezyonlar normal akciğer parenkimi ile çevrelenmiştir.
TEDAVİ
PLHH tedavi rejiminin odak noktası sigaranın kesilmesidir. Sigaranın bırakılması ile hastalık semptomatik, radyolojik ve fizyolojık olarak stabilleşir. Farklı tedavilerin ve sigaranın bırakılmasına üstünlüğünü, kortikosteroidler ve sitotoksik ajanların hastalık progresyonu ve mortaliteye olan etkisini karşılaştıran
çalışmalar henüz yoktur. Yalnızca nodüler lezyonların baskın olduğu hastalarda
glukokortikoid tedavisine cevap alınabildiği öne sürülmektedir. İmmünsupresif
tedavinin (glukokortikoid ve sitotoksik ajanlar) yararı sınırlıdır. Ciddi ve multisistemik LHH’de kortikosteroidle birlikte vinblastin, daha az olarak da metotreksat kullanılma endikasyonu vardır (5). Yaygın pediatrik histiyositozda kullanılan
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
291
Interlökin-2 ve anti-TNFα’nın tedavide yeri olabileceği düşünülmektedir (43).
Bir olguda lenfosit ve monositlere sitotoksik olan kemoterapi ajanı; cladribine
(2-chlorodeoxyadenosine) tedavisi ile düzelme görüldüğü bildirilmiştir (45). Gelecekte gen tedavisi,monoklonal antikor ve sitokin tedavilerinin önem kazanacağı
düşünülmektedir. Semptomatik kemik lezyonlarında palyatif olarak radyoterapi
kullanılabilir ama akciğer lezyonlarında yararlı değildir.
Progresif hastalıkta kontraendikasyon yoksa transplantasyon düşünülmelidir
(46,47). Akciğer naklinden sonra hastalık, özellikle sigara içimine devam edildiğinde, nüks edebilir, ancak bunun yaşam süresine etkisi bilinmemektedir.
PROGNOZ
Hastalığın seyri değişkendir, bazı hastalarda semptomlarda spontan remisyon
yada son dönem fibrotik akciğer hastalığı gelişebilir. Hem sigara içimi hem de
radyolojik görünüm hastalığın progresyonunu etkiler. Birçok hastada sigara
içmeye devam edilmesi hastalığın ilerlemesine, sigaranın bırakılması ise hastalığın gerilemesine neden olur. Kostofrenik açıların korunduğu hastalar, daha
stabil ve yavaş ilerleme gösterir. Pulmoner hipertansiyon sıktır ama yaşam
süresini etkilediği gösterilememiştir. Kötü prognozu gösteren altı faktör şunlardır: İleri yaş, tekrarlayan pnömotoraks, multisystem organ tutulumu, uzayan
konstitüsyonel semptomlar, azalmış diffüzyon kapasitesi ve geniş kistler veya
balpeteği akciğer (48). Olguların %50’sinde klinik ve radyolojık stabilizasyon,
%25’inde spontan regresyon, %25’inde ise diffüz kistik değişimler ve destrüksiyon meydana gelir (48).
Mayo Klinik, Pulmoner Langerhans Hücreli Histiositozis X olan 102 olgunun
tanıdan sonraki ortalama yaşam süresini normal popülasyondaki ayni yaş guruplarına göre oldukça kısa (12.5 yıl) olarak saptamıştır (22). Beş ve on yıllık yaşam
süresini sırasıyla, %74 ve %65 olarak belirtmiştir. İzleme sürecindeki hastaların
yarısının (33 olgudan 15’i) solunum yetmezliği nedeniyle kaybedilmiş, hematolojik veya epitelyal maligniteler ise diğer sık görülen ölüm nedenleri olarak
belirlenmiştir. Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin 37
olguluk serisinde 5 yıllık yaşam %78.2 oranında bulunmuştur (49). Hangi hastalarda progresif hastalığın gelişebileceği tanıdan sonraki ilk yılda, üç ay arayla
takip edilerek saptanabilir.
ÖZET
• PLHH genç erişkinlerde ve nadir görülen interstisyel akciğer hastalığıdır.
• Sigaranın PLHH ile önemli nedensel ilişkisi olduğu görüşü yaygındır. Ekstrapulmoner LHH de bu ilişki gösterilememiştir.
• Monosit-makrofaj hücre gurubundan gelişen PLHH hastalığın patolojik hücresidir. Bu hücreler CD1 antijen ile tarif edilen OKT-6 monoklonal antikor im-
292
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
münboya ile pozitif sonuç verir. Histopatolojik lezyonlar bronkovasküler yapıları
çevreleyen akciğer parenkimine doğru yayılarak’ satellite lezyonları’ oluştururlar.
• Hastalık spontan pnömotoraks veya nonprodüktif öksürük, dispne, ateş ve
kilo kaybı gibi semptomlarla kendini gösterir. Hastaların %15-25’inde tekrarlayan pnömotoraks görülür.
• YRBT ile üst zonda ağırlıkla yerleşen multipl kist ve nodülleri, PLHH için
karakteristik olan ve sigara içen gençlerde görülen interstisyel kalınlaşmalar
görülebilir.
• Pulmoner fonksiyon testleri normal olabileceği gibi akciğer volumü veya
diffüzyon kapasitesinde azalma da görülebilir. Hastaların az bir bölümünde,
özellikle daha ileri evre ve kistik hastalık gelişenlerde, havaakımı kısıtlanması
ve hiperenflasyon gelişebilir.
• Eğer radyolojik patern tanı için tipik değilse, TBB ve BAL birlikte kullanılarak, hem dokuda hem de lavajda CD1a pozitif hücre sayısının artışı gösterilerek, özellikle BAL da %5’in üzerinde ise, tanı mümkün olabilir.
• Sigaranın kesilmesiyle yarar görmeyen hastalarda optimal tedavi bilinmemektedir.Bazı araştırıcılar yalnızca nodüler formun ağırlıkta olduğu hastalarda
glukokortikoid tedaviye cevap alınabileceğini belirtmektedirler. Radyoterapi
kemik lezyonlarının palyasyonunda yararlıdır.
• PLHH hastalarında klinik deneyim danışmaları için www.histo.org veya
http://clinicaltrials.gov.’a başvurulabilir.
KAYNAKLAR
1. Tazi A, Soler P, Hance AJ. Adult pulmonary Langerhans’ cell histiocytosis. Thorax 2000;
55: 405.
2. Vassallo R, Ryu JH, Colby TV, et al. Pulmonary Langerhans’-cell histiocytosis. N Engl J
Med 2000; 342: 1969.
3. Vassallo R, Ryu JH. Pulmonary Langerhans’ cell histiocytosis. Clin Chest Med 2004; 25: 561.
4. Sundar KM, Gosselin MV, Chung HL, Cahill BC. Pulmonary Langerhans cell histiocytosis:
emerging concepts in pathobiology, radiology, and clinical evolution of disease. Chest
2003; 123: 1673.
5. Tazi A. Adult pulmonary Langerhans’ cell histiocytosis. Eur Respir J 2006; 27: 1272.
6. Casolaro MA, Bernaudin JF, Saltini C, et al. Accumulation of Langerhans’ cells on the
epithelial surface of the lower respiratory tract in normal subjects in association with
cigarette smoking. Am Rev Respir Dis 1988; 137: 406.
7. Soler P, Moreau A, Basset F, Hance AJ. Cigarette smoking-induced changes in the
number and differentiated state of pulmonary dendritic cells/Langerhans cells. Am Rev
Respir Dis 1989; 139: 1112.
8. Kambouchner M, Basset F, Marchal J, et al. Three dimensional caractherisation of
pathologic lesions in pulmonary Langerhans cell histiocytosis. Am J Crit Care Med2002;
166: 1483-90.
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
293
9. Basset F, Corrin B, Spencer H, et al. Pulmonary histiocytosis X. Am Rev Respir Dis
1978; 118: 811.
10.Travis WD, Borok Z, Roum JH, et al. Pulmonary Langerhans cell granülomatozis
(histiocytosis X). A clinicopathologic study of 48 cases. Am J Surg Pathol 1993; 17: 971.
11.Gülhan M. Pulmoner Langerhans Hücreli Histiyositoz. Diffüz parankimal akciğer
hastalıkları. Erdoğan Y, Samurkaş B. Ankara; 2004; 339-50.
12.Vassallo, R, Limper, AH. Pulmonary Langerhans cell histiocytosis. In: Interstitial Lung
Disease, 4th ed, King, TE Jr, Schwarz, MI (Eds), B.C. Decker, Hamilton, ON, Canada.
2003. p.838.
13. Vassallo R, Jensen EA, Colby TV, et al. The overlap between respiratory bronchiolitis and
desquamative interstitial pneumonia in pulmonary Langerhans cell histiocytosis: highresolution CT, histologic, and functional correlations. Chest 2003; 124: 1199.
14. Fukuda Y, Basset F, Soler P, et al. Intraluminal fibrosis and elastic fiber degradation lead
to lung remodeling in pulmonary Langerhans cell granülomatozis (histiocytosis X). Am J
Pathol 1990; 137: 415.
15. Rowden G. The Langerhans cell. Crit Rev Immunol 1981; 3: 95.
16. King TE Jr, Schwarz MI, Dreisin RE, et al. Circulating immune complexes in pulmonary
eosinophilic granuloma. Ann Intern Med 1979; 91: 397.
17. Aguayo SM, King TE Jr, Waldron JA Jr, et al. Increased pulmonary neuroendocrine cells
with bombesin-like immunoreactivity in adult patients with eosinophilic granuloma. J Clin
Invest 1990; 86: 838.
18. Aguayo SM, Kane MA, King TE Jr, et al. Increased levels of bombesin-like peptides in the
lower respiratory tract of asymptomatic cigarette smokers. J Clin Invest 1989; 84: 1105.
19. Petronilho F, Roesler R, Schwartsmann G, Dal Pizzol F. Gastrin-releasing peptide receptor as
a molecular target for inflammatory diseases. Inflamm Allergy Drug Targets 2007; 6: 197.
20.Youkeles LH, Grizzanti JN, Liao Z, et al. Decreased tobacco-glycoprotein-induced
lymphocyte proliferation in vitro in pulmonary eosinophilic granuloma. Am J Respir Crit
Care Med 1995; 151: 145.
21.Yousem SA, Colby TV, Chen YY, et al. Pulmonary Langerhans’ cell histiocytosis:
molecular analysis of clonality. Am J Surg Pathol 2001; 25: 630.
22. Vassallo R, Ryu JH, Schroeder DR, et al. Clinical outcomes of pulmonary Langerhans’cell histiocytosis in adults. N Engl J Med 2002; 346: 484.
23. Götz G, Fichter J. Langerhans’-cell histiocytosis in 58 adults. Eur J Med Res 2004; 9: 510.
24. Marcy TW, Reynolds HY. Pulmonary histiocytosis X. Lung 1985; 163: 129.
25.Crausman RS, Jennings CA, Tuder RM, et al. Pulmonary histiocytosis X: pulmonary
function and exercise pathophysiology. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: 426.
26.Epler GR, Carrington CB, Gaensler EA. Crackles (rales) in the interstitial pulmonary
diseases. Chest 1978; 73: 333.
27. Mendez JL, Nadrous HF, Vassallo R, et al. Pneumothorax in pulmonary Langerhans cell
histiocytosis. Chest 2004; 125: 1028.
28. Fartoukh M, Humbert M, Capron F, et al. Severe pulmonary hypertension in histiocytosis
X. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 216.
29. Chaowalit N, Pellikka PA, Decker PA, et al. Echocardiographic and clinical characteristics
of pulmonary hypertension complicating pulmonary Langerhans cell histiocytosis. Mayo
Clin Proc 2004; 79: 1269.
294
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZ
30. Knight RK. Haemoptysis in eosinophilic granuloma. Br J Dis Chest 1979; 73: 181.
31. Lombard CM, Medeiros LJ, Colby TV. Pulmonary histiocytosis X and carcinoma. Arch
Pathol Lab Med 1987; 111: 339.
32.Coli A, Bigotti G, Ferrone S. Histiocytosis X arising in Hodgkin’s disease:
immunophenotypic characterization with a panel of monoclonal antibodies. Virchows
Arch A Pathol Anat Histopathol 1991; 418: 369.
33.Aguayo SM, Schwarz MI, Mortenson RL. The role of the chest radiograph in the
evaluation of disease severity and clinical course in eosinophilic granuloma. Am Rev
Respir Dis 1990; 141: 61.
34.Kulwiec EL, Lynch DA, Aguayo SM, et al. Imaging of pulmonary histiocytosis X.
Radiographics 1992; 12: 515.
35.Lacronique J, Roth C, Battesti JP, et al. Chest radiological features of pulmonary
histiocytosis X: a report based on 50 adult cases. Thorax 1982; 37: 104.
36. Brauner MW, Grenier P, Tijani K, et al. Pulmonary Langerhans cell histiocytosis: evolution
of lesions on CT scans. Radiology 1997; 204: 497.
37. Canuet M, Kessler R, Jeung MY, et al. Correlation between high-resolution computed
tomography findings and lung function in pulmonary Langerhans cell histiocytosis.
Respiration 2007; 74: 640.
38. Paccioco G, Uslenghi E, Bianchi A, et al. Diffuse cystic lung disease correlation between
radiologic and fonctional status. Chest 2004; 125: 135-42.
39. Krajicek BJ, Ryu JH, Hartman TE, et al. Abnormal fluorodeoxyglucose PET in pulmonary
Langerhans cell histiocytosis. Chest 2009; 135: 1542.
40. Harari S, Comel A. Pulmonary Langerhans cell Histiocytosis. Sarcoidosis Vasc Diffuse
Lung Dis 2001; 18: 253.
41.Auerswald U, Barth J, Magnussen H. Value of CD-1-positive cells in bronchoalveoler
lavage fluid for the diagnosis of pulmonary histiocytosis X. Lung 1991; 169: 305.
42.Housini I, Tomashefski JF Jr, Cohen A, et al. Transbronchial biopsy in patients with
pulmonary eosinophilic granuloma. Comparison with findings on open lung biopsy. Arch
Pathol Lab Med 1994; 118: 523.
43. Talmadge E, King JR. Pulmonary Langerhans cell histiocytosis. In: Fishmans pulmonary
disease and disorders. 4th ed, Fishman AP, Elias JA. (Eds) McGraw-Hill, 2008.p.1245.
44. Soler P, Chollet S, Jacque C, et al. Immunocytochemical characterization of pulmonary
histiocytosis X cells in lung biyopsies. Am J Pathol 1985; 118: 439.
45. Aerni MR, Aubry MC, Myers JL, Vassallo R. Complete remission of nodular pulmonary
Langerhans cell histiocytosis lesions induced by 2-chlorodeoxyadenosine in a non-smoker.
Respir Med 2008; 102: 316.
46.Gabbay E, Dark JH, Ashcroft T, et al. Recurrence of Langerhans’ cell granülomatozis
following lung transplantation. Thorax 1998; 53: 326.
47.Habib SB, Congleton J, Carr D, et al. Recurrence of recipient Langerhans’ cell
histiocytosis following bilateral lung transplantation. Thorax 1998; 53: 323.
48.Abott GF, Melissal, Christenson R, et al. From the archives of the AFIP pulmonary
Langerhans’ cell histiocytosis. Radio Graphics 2004; 24: 3: 822.
49.Bakan ND, Kanmaz D, Çamsarı G, et al. Clinical course and outcome of pulmonary
Langerhans’ cell histiocytosis. ERS Congress 2010.
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
Prof. Dr. Benan MÜSELLİM
Lenfanjioleiomyomatozis (veya pulmoner lenfanjioleiomyomatozis) anormal düz
kas hücresi proliferasyonu ile karakterize, nadir görülen kistik akciğer hastalığıdır (1). Hastalıkla ilgili patolojik, radyolojik ve klinik ilk tanımlamalar 1960’ların
sonu ve 1970’li yıllarda görülür (2). Sporadik lenfanjioleiomyomatozis (S-LAM)
olarak adlandırılan olgular dışında, epileptik ataklar, mental retardasyon ve adenoma sebaceum ile ortaya çıkan otozomal dominant geçişli kalıtsal bir hastalık
olan tuberosklerozun bir komponenti olarak da görülebilir (TSC-LAM) (3,4).
Lenfanjioleiomyomatozis (LAM) hastalarının tamamına yakını kadın hastalardır
(5-9). Hastalar çoğunlukla 35-45 yaş arasındaki premenapozal kadınlardır. Hastalık menapozdan sonra nadiren görülür ve görülen olgularda da hastaların büyük bölümü östrojen replasman tedavisi kullanmaktadır (10-12). Doğumla veya
infertilite sebebiyle kullanılan eksojen östrojen tedavisi ile hastalık ortaya çıkar
veya progrese eder (13,16). Buna karşılık oral kontraseptif kullanımı ile hastalığın ilişkisi gösterilememiştir (17-18). LAM insidensi 1.000.000 kadında 0.23-5
olarak hesaplanmıştır (3,19). Prevalans ise 4.9/milyondur Ancak muhtemelen
gerçek insidens ve prevalans bundan daha yüksektir. Çünkü hastaların bir kısmı
yanlış tanı alarak astım, KOAH veya bronşit olarak takip edilir.
Hastaların büyük kısmı sigara alışkanlığı olmayan ya da bırakmış kişilerdir
(5,6,20).
Tuberoskleroz 6000 doğumda bir görülür ve hastaların %30’unda LAM gelişir
(21-23). Buna göre TSC-LAM olgularının S-LAM olgularından 5-10 kat fazla olması beklenirken Amerikan Ulusal Kalp, Akciğer ve Kan Enstitüsü’nün (NHLBI)
LAM veritabanında kayıtlı 240 dan fazla ve LAM Birleşimi’nin (LAM Foundation)
kayıtlarındaki 1300 hastanın %85’i S-LAM’dır. Bunun sebebi olarak, TSC-LAM
olgularındaki akciğer problemlerinin daha hafif olması sebebiyle değerlendirme
dışı tutulabilmeleri akla gelmektedir (24). Kadın tüberoskleroz hastalarında LAM
gelişme olasılığı yaklaşık 4 kat fazladır. Ayrıca kadın hastalarda kistlerin sayısı ve
büyüklüğü de erkeklerden daha fazla bulunmuştur.
295
296
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
PATOGENEZ
Tuberosklerozda, hücre gelişimi, yaşaması ve hareketliliğini kontrol eden 9q34
kromozomunda yerleşmiş TSC1 ile 16p13 kromozomunda yerleşmiş TSC2
genlerinde mutasyonlar meydana gelir. Bunlar sırasıyla hamartin ve tuberin isimli
proteinleri kodlamaktadır. TSC1 ve TSC2 birbirine bağlı konumdadır, Akt hücre
içi yolağıyla kontrol edilir. İnsülin veya PDGF (platelet derivated growth factor)
gibi büyüme faktörlerinin, reseptörlerine bağlanması ile Akt aktive olur. Aktive
olan Akt, TSC2 yi fosforilleyerek hücre proliferasyonu ve anjiogenezisi indükleyen mTOR (mammalian target of rapamycin)’u inaktive eder (Şekil 1) (24).
TSC1 ve TSC2’nin kodladığı proteinlerdeki eksiklik veya disfonksiyon, mTOR
üzerindeki kontrolü azaltarak hücrenin proliferasyonuna ve invazyonuna sebep
olur. TSC2 deki mutasyon TSC1 den 4 katı daha sık görülür (25).
Tuberoskleroz ile TSC genleri arasındaki ilişkinin gösterilmesinden sonra bu
genler ile LAM arasındaki ilişkiden de şüphelenilmiş ve bu ilişki 1998 yılında
Smolarek tarafından doğrulanmıştır (26). On üç LAM hastası kadının yedisinde
TSC2 geninde mutasyon saptanmıştır. Bu kanıt LAM patogenezinde TSC2 mutasyonlarının temel bir rolü olduğunu düşündürür. Daha sonraki çalışmalar da bu
hipotezi güçlendirmiştir (27-29).
Bu mutasyonlar sonucu tümör supresör genler fonksiyonunu kaybedince bronşiyoller, peribronşiyal hamartamoz prolifere doku ile daralır. Hava yolu obstrüksiyonu ve tıkanıklığı parankimal kist formasyonu ile pnömotoraks gelişimine katkıda bulunur. Venüllerin tutuluPDGF
İnsülin
muyla venöz akımda obstrüksiyon olur ve venöz distansiyon,
venöz hipertansiyon meydana
gelir. Dilate ve tortuoze venüllerden kanamalar meydana
gelebilir. İntratorasik ve infradiAkt
yafragmatik lenfatik dolaşım da
benzer şekilde obstrükte olduAkt TSC1
ğundan hastalarda şilotoraks ve
asit ortaya çıkar (3).
mTOR
Hücre proliferasyonu
Anjiogenezis
Şekil 1. TSC1 ve TSC2 nin hücre içi fonksiyonu
(Çizimde oklar indüklenmeyi, çizgi sonundaki kesilmeler inaktivas-
yonu göstermektedir. Şekilde bazı aşamalar basitleştirme amacıyla
belirtilmemiştir)
Akciğer parankiminin destrüksiyonunda metalloproteinazların
rolü olduğuna dair bulgular da
mevcuttur. LAM hücreleri farklı
metalloproteinazları (MMP-1,
MMP-2, MMP-9 ve MMP-14)
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
297
overexpress’e eder. Ayrıca doku metalloproteinazlarının etkisini dengeleyen
TIMP (tissue inhibitor expressions of the metalloproteines) ekspresyonunda azalma meydana gelir (25).
KLİNİK BULGULAR
Dispne, en sık görülen semptomdur (%73). Hastaların %40’ı wheezing tarif
eder. Öksürük %47, göğüs ağrısı %44 oranında saptanır (24). Abdominal şişkinlik, karın ağrısı, periferik ödem, hemoptizi, şiloptizi ve kilo kaybı diğer semptomlardır. Hastaların %55-63’ünde ortalama 2.2 pnömotoraks hikayesi mevcuttur.
Pnömotoraks %70 tekrar eder ve tüm kronik akciğer hastalıkları arasında bu
oran en yüksektir (30,31).
S-LAM hastalarında %30-40 oranında renal anjiomyolipoma (AMLs) görülürken, TSC-LAM hastalarında bu oran %76-93’tür (5,32,33). S-LAM hastalarında
AMLs genellikle tek taraflı, küçük ve soliter yapıda iken, TSC-LAM olgularında
büyük, bilateral ve multipldir. TSC-LAM’daki AMLs’ler böbrek yanında karaciğer
ve dalağı da tutabilir. AMLs çoğunlukla semptom vermezken bazen karın ağrısı,
hipotansiyon-şok ve hematüriye sebep olabilir. Kanama riski AMLs’in büyüklüğü
ile orantılıdır, 4 cm’i geçtiğinde risk artar (34). Hamilelik akciğer semptomlarını
provake ettiği gibi anjiomyolipomların da rüptür olasılığını artırır (35).
Lenfanjioleiomyoma veya adenopatiler bu hastalarda genellikle retroperitoneal
alanda saptanabilen diğer lenfoid patolojilerdir. Adenopati sporadik LAM olgularında %39 oranında saptanır ve normal lenf dokusu komponentlerinin düz kas
hücreleri ile yer değiştirdiği görülür. %66 oranında retroperitoneal, %23 pelvik
ve %11 her ikisinde yerleşim görülür. Lenfanjioleiomyomalar ise ince veya kalın
duvarlı, lobuler, iyi sınırlı, düşük dansiteli kitleler şeklindedir (%24 kistik, %33 solid
ve %43 kompleks). Lenfatik damarların düz kas hücreleri ile obstrüksiyonu şil ile
dolu kistik lezyonlara yol açar. Lenfanjioleiomyoma olasılığı sporadik olgularda
daha fazladır (sporadik olgularda %29, TSC-LAM olgularında %9). Bazı olgularda
lenfanjioleiomyomaların boyutlarında diurnal değişiklikler saptanabilir (36,37).
Lenfatik akımın kesilmesi ile kesilme yerine bağlı olarak şilöz asit, şilotoraks,
şilöz perikardiyal efüzyon, şilüri, protein kaybettirici enteropati ortaya çıkabilir,
vajinadan şil gelebilir (36). Şilotoraks tanı anında yaklaşık %10-15 oranında saptanırken hastalık süresince hastaların %20-40’ında görülür, tek veya iki taraflı
olabilir (37).
Epilepsi tuberoskleroz hastalarında %80, deri bulguları ise %90 oranında saptanır (4).
Hastaların üçte ikisi hamilelik geçirmiştir ve bunların %22’si hamilelik sırasında
semptomlarının kötüleştiğini bildirir (6).
298
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
Fizik muayene çoğunlukla normaldir. Bazen wheezing benzeri ek sesler duyulabilir. Parmak çomaklaşması genellikle görülmez (29).
LABORATUAR BULGULAR VE TANI
Hastalığın semptomlarının başlangıcından tanıya kadar geçen ortalama süre
4.8±0.4 yıldır (2). Tekrarlayan pnömotoraksları veya şilotoraksı olan doğurganlık
çağındaki kadınlarda LAM’dan şüphelenilmelidir. Tanıda en önemli yöntem toraks
YRBT’dir. Bilateral tüm alanlarda, düzgün sınırlı, ince duvarlı hava kistleri görülür
(35). Kistlerin etrafı normal görünümlü akciğer dokusu ile çevrilidir. Kistlerin duvar
kalınlığı 4 mm’yi geçmez ve büyüklükleri 2-60 mm arasındadır (Resim 1). Apeksten tabana her alanda eşit yayılmıştır, tipik olgularda sayısı 10 dan fazladır. Hastalık
ilerledikçe kistlerin büyüklüğü ve sayısı artar. Daha seyrek görülen YRBT bulguları
küçük nodüller, yamalı buzlu cam alanları, hiler ve mediastinal lenfadenopatilerdir.
YRBT bulgularına göre ayırıcı tanı yapılması gereken başlıca hastalıklar pulmoner histositozis X, lenfositik interstisyel pnömoni (LIP) ve amfizemdir. Histiositozis X’de nodüller genellikle daha belirgindir, kistlerin sınırları düzensizdir
ve çoğunlukla üst üçte iki akciğer bölümlerinde yerleşmiştir. Ayrıca kostofrenik
sinüslerin tutulmamış olması tipiktir. LIP’da bulgular LAM’a benzer ancak çoğunlukla buzlu cam görünümü daha ön plandadır, kistler bazen damarlara eşik
eder. Amfizemde kistler bir duvara sahip değildir, ayrıca klinik hikaye çoğunlukla
ayırım yapılmasını sağlar.
Resim 1. TSC-LAM hastasının toraks CT görünümü
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
299
YRBT’deki tipik bulgulara karşın PA akciğer grafisi bulguları pekçok diffüz parankim akciğer hastalığında görülen simetrik retiküler, retikülonodüler infiltratlar şeklindedir. Ancak dikkat çekmesi gereken bir bulgu akciğer hacimleri ya
normaldir ya da artmıştır. Bu ayırıcı tanıda önemlidir, LAM dışında pulmoner
histiositozis X, sarkoidoz ve kronik hipersensitivite pnömonisinde görülebilir.
Pnömotoraks veya plörezi de PA grafide saptanabilir.
LAM hastalarının üçte ikisinde batında anjiomyolipom, lenfanjioleiomyom veya lenfadenopatiler saptanır (38). Saptanması ayırıcı tanıyı kolaylaştırır. Tüm LAM hastaları veya LAM’dan şüphelenilen hastalar, abdomino-pelvik BT ile incelenmelidir.
LAM hastalarında meningioma riski artmıştır. Bu lezyonlar özellikle progesteron
kullanmış hastalarda saptanır. Bu sebeple progesteron kullanma hikayesi olan
hastalarla, meningiomaya uygun semptomları olan hastalar beyin MRI ile değerlendirilmelidir.
Hastaların %66’sında solunum fonksiyon testi anormallikleri görülür. En sık bulgu hava yolu obstrüksiyonu ve diffüzyon kapasitesi azalmasıdır. Obstrüksiyonu
olan hastaların dörtte birinde reversibilite pozitif bulunur (35,39). Arter kan gazları da hastalığın ağırlığını değerlendirmek için başlangıçta yapılmalıdır. Kardiyopulmoner egzersiz testi solunum fonksiyon testlerine ek bilgiler verir ancak
günlük pratikte hastalığın progresyonunu değerlendirmekte 6 dakika yürüme
testi daha kolay uygulanır.
Pulmoner hipertansiyon sık bildirilmediğinden pulmoner arter basıncının izlenmesi önerilmez. Ancak şiddetli hastalığı olanlarda ekokardiyografi ile pulmoner
hipertansiyon saptanırsa uzun süreli oksijen tedavisi verilmelidir. Ayrıca transplantasyona verilecek hastalarda da pulmoner arter basıncı ölçülmelidir.
Serum biyokimyası, tam kan sayımı, idrar analizi normaldir. Hastaların %70’inde
kemik dansitesinde düşüklük saptanır (40).
Transbronşiyal biyopsi ile sonuç alma şansı varsa da tanı için çoğunlukla açık
akciğer biyopsisi gerekir. Akciğer biyopsisi dışında lenf nodu veya lenfanjiomyomlardan da biyopsi yapılarak tanıya gidilebilir.
Biyopside kistler ile immatür düz kas hücrelerinin multifokal nodüler proliferasyonu ve perivasküler epiteloid hücreler görülür. Bu iki tip lezyon değişik oranlarda birlikte bulunur. İmmun-histokimyasal boyama ile düz kas aktini, desmin ve
HMB-45 (human melanoma black-45) reaktivitesi gösteren hücreler tanı koydurur. Nadir olgularda biyopside tipik bulgular olmasına karşın HMB45 boyaması
negatif sonuçlanabilir. Hastaların yarısında östrojen ve/veya progesteron reseptörleri immunkimyasal boyama ile pozitif bulunabilir (38).
Tuberoskleroz hastalarında VEGF-D düzeyi ölçümü, pulmoner kist gelişiminin
habercisi olarak umut verici gözükmektedir (41,42).
300
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
Toraks YRBT’de tipik bulguları olan ve AMLs düşündüren renal kitleleri olan
hastalarda ileri incelemeye gerek duyulmadan LAM tanısı konulabilir. Ancak
sadece akciğer bulgularının olduğu olgular ile akciğer bulgularının tipik olmadığı olgularda tanı zor olabilir. Pulmoner histiositozis X, LIP ve amfizem dışında
ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken hastalıklar folliküler bronşit, hipersensitivite pnömonisi, amiloidoz, hafif zincir depo hastalığı, bronkopulmoner displazi,
metastatik endometrial stromal hücreli sarkom, düşük-grade leiomyosarkomlar,
lenfanjiomatozis ve Birt-Hogg-Dube (BHD) sendromudur (24).
2010 yılında yayınlanan Avrupa Solunum Derneği “Lenfanjioleimyoma tanı ve tedavi rehberi”nde kesin, muhtemel ve olabilir olgular şu şekilde tanımlanmıştır (38);
Kesin olgu (Definite LAM):
1) Karakteristik veya uygun toraks YRBT (kist sayısı 2-10 arasında) bulguları ile
birlikte akciğer biyopsisinde lenfanjioleiomyomatozis ile uyumlu bulgular,
2)Karakteristik toraks YRBT bulguları ile birlikte böbrekte anjiomyolipoma,
torasik veya abdominal şilöz efüzyon, batında lenfanjioleimyoma veya lenf
adenopati bulgularından birinin olması.
Muhtemel olgu (Probable LAM):
1) Karakteristik YRBT ve uygun klinik bulgular,
2) Uygun YRBT bulguları ile birlikte böbrekte anjiomyolipoma veya torasik/
abdominal şilöz efüzyon varlığı,
Olabilir olgu (Possible LAM):
1) Karakteristik veya uygun toraks YRBT bulguları,
Tekrarlayan pnömotoraksı olan kadın hastaların, solunumsal semptomu olan
tuberosklerozlu kadın hastaların YRBT ile LAM açısından değerlendirilmesi
önerilir. Tuberosklerozu olan kadın hastalarda solunumsal semptomu olmadan da LAM bulguları saptanabileceğinden 18 yaşında ve eğer bu yaşta saptanmazsa 30-40 yaşlarında YRBT ile takibi tavsiye edilir. Erkek tuberoskleroz
olgularında LAM olasılığı düşük olduğundan rutin olarak tetkik edilmeleri gerekmez, sadece uygun solunumsal semptomları olursa YRBT kontrolü gereklidir (38).
PROGNOZ ve KLİNİK GİDİŞ
Sporadik LAM hastalarının prognozu, tuberoskleroza eşlik eden LAM hastalarından daha kötüdür. Progresyon hızı hastadan hastaya değişir. Başlangıçtaki
difüzyon kapasitesi düşüklüğünün hızlı progresyonun göstergesi olduğu düşünülür (43). Hastalarda NHLBI veri tabanına göre FEV1’deki yıllık düşüş 75±9
mL ve DLCO’daki yıllık düşüş 0.69 mL/dak/mmHg olarak hesaplanmıştır (44).
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
301
Avrupa’daki araştırıcılar ise daha yüksek FEV1 düşüşü saptamıştır; 118±142
mL/yıl (45).
Daha yaşlı hastaların hastalığı daha hafiftir ve daha yavaş progresyon gösterir (2).
Tuberoskleroz hastalarında ilk solunum fonksiyon testleri normalse solunum
semptomları başlayana kadar fonksiyonel takip yapılması önerilmez.
Semptomların başlamasından sonra 10 yıllık mortalite %10-20’dir, ancak olgular arasında çok değişkenlik gösterir (17,46).
TEDAVİ
Nadir bir hastalık olması ve iyi düzenlenmiş çalışma eksikliğinden dolayı henüz
optimal tedavi belirlenememiştir (35). Hastalar sigarayı bırakmak konusunda
teşvik edilmeli, influenza ve pnömokok aşıları yapılmalı, solunum infeksiyonları
erkenden tedavi edilmeli ve östrojen içeren tedavilerden kaçınması önerilmelidir.
Tüm hastalarda üç noktadan (lomber vertebra, femur boynu ve anterior radius) kemik dansitesi ölçülmeli ve gerektiğinde bifosfanat tedavisi başlanmalıdır.
Özellikle akciğer transplantasyonu yapılan hastalarda kemik mineral dansitesinin
hızla kötüleştiği görüldüğünden bu hastalarda agresif tedavi uygulanmalıdır.
Hastaların dörtte birinde reversibl hava yolu obstrüksiyonu görüldüğünden, bronkodilatör tedavi düşünülmelidir. Tedaviye yanıt değerlendirilip gereğinde devam
edilmelidir. Bazı hastalarda bronşiyal inflamasyon görülmekle birlikte inhaler sterodlerin etkisi ile ilgili bilgi yoktur.
Pnömotoraks ortaya çıktığında tedavi edilmelidir, çünkü konservatif tedaviye
göre (basit aspirasyon ve tüp torakotomi) rekürrens oranı daha düşüktür ve daha
etkindir. Kimyasal plöredezis veya cerrahi (mekanik abrasyon veya plörektomi)
eşit etkinlikte bulunmuştur (47). İlk pnömotoraks geliştiğinde kimyasal plöredezis
denenmeli, başarı elde edilemezse cerrahi tedavi uygulanmalıdır.
Az miktarda şilotoraks genellikle müdahale gerektirmez, çünkü plevral inflamasyona ve fibrozise sebep olmaz, kendiliğinden rezorbe olabilir. Ayrıca boşaltılması
protein kaybına neden olur (48). Şilotoraks saptandığında hastalar yağsız diyetle
beslenmelidir. Semptoma sebep oluyorsa miktarı, rekürrensi ve gelecekte akciğer transplantasyonu ihtimali değerlendirilerek girişimde bulunulmalıdır.
Renal anjiomyolipomlarda akut hemoraji veya genişleme meydana geldiğinde
müdahale edilmelidir (24,35). Selektif arterial embolizasyon genel anestezi gerektirmeden uygulanabilir ve %80 etkilidir, ilk seçenek olarak değerlendirilmelidir (49). Nefron koruyucu cerrahi (polar nefrektomi) sağlam böbrek parankiminin korunmasına olanak verir, multipl tümörlerin olduğu olgularda kullanılabilir.
Asemptomatik hastalarda anjiomyolipomalarda lezyon 4 cm’in altında ise yıllık
ultrason ile izlemek yeterlidir. Lezyon 4 cm’den büyük olduğunda veya 5 cm’den
302
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
büyük renal anevrizma saptandığında ise kanama riski açısından yılda 2 kez
izlem önerilir.
Lenfanjioleiomyomatozisin östrojen tedavisi sırasında progrese etmesi, klasik
olarak çocuk doğurma yaşındaki kadınlarda ortaya çıkması, menarştan önce görülmemesi nedeniyle östrojen ile hastalığın ilişkili olduğu düşünülmüştür. Hastaların bir grubunda atipik düz kas hücrelerinde östrojen ve progesteron reseptörleri
de saptanmıştır (50-52). Bütün bu sebeplerle son yıllara kadar tedavi protokolleri, östrojen etkisini antagonize etmek üzerine kurulmuştur. En çok tercih
edilen tedavi seçeneği IM progesteron (400 mg/ay) tedavisidir. Ancak TaveiraDaSilva’nın çalışmasında progesteron tedavisi, FEV1 düşüşünü yavaşlatmadığı
gibi DLCO düşüşünü de hızlandırmaktadır (53). Oral progestinler (noretindron
asetat, 10 mg/gün) bazı olgularda ve küçük vaka serilerinde etkili bulunmuştur
ancak bununla ilgili yapılmış klinik çalışma yoktur (35). Bu sebeplerle oral veya
intramuskuler progesteronun rutin olarak kullanımı tavsiye edilmez. Ancak solunum fonksiyonları ve dispnesi hızla kötüleşen hastalarda intramuskuler progesteron denenebilir. Kullanıldığında 3 ay aralarla solunum fonksiyonları kontrol edilerek 12 ay devam edilmeli, sonrasında kesilmelidir. Ooforektomi, tamoksifen ve
gonadotropin releasing hormon analogları da etkili gözükmemektedir (54). Son
yapılan çalışmada 11 hasta gonadotropin releasing hormon analoğu triptorelin
ile tedavi edilmiş, hastalarda düzelme saptanmamış, ancak kemik dansitesinde
azalma meydana gelmiştir. Bu tedaviler önerilmez.
Kortikosteroid ve sitotoksik ajanların herhangibir etkisi gösterilmemiştir. Son 10
yılda hastalığın patogenezi ile ilgili bilgiler arttıkça yeni tedavi seçenekleri gündeme gelmiştir. mTOR inhibitörleri, özellikle de sirolimus’un (rapamisin) etkinliği ile
ilgili çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 11’inde LAM olan 20 anjiomyolipoma’ lı
hastada sirolimus 1 yıl süreyle denenmiş ve AML boyutunda %50 küçülme meydana gelmiş, FEV1’de de anlamlı artış ortaya çıkmıştır (55). Bir diğer çalışmada
16 hastada 2 yılda anjiomyolipoma üzerindeki etkisi değerlendirilmiş, hastaların
tamamında anjiomyolipomların çapı küçülmüş ve cevap oranı RECIST kriterlerine göre %50 bulunmuştur (56). Ancak bu çalışmalarda aniomyolipomalardaki
kanamaya etkisi değerlendirilmemiştir. Ayrıca kateter embolizasyon ve konservatif cerrahi gibi standart tedavi yöntemleri ile de karşılaştırması yapılmamıştır.
Sirolimusun solunum fonksiyonları üzerine olan etkisi çift-kör, randomize plasebo kontrollü faz II çalışmada 89 hastada araştırılmıştır. Plasebo grubunda 12 ay
sonunda 153 mL FEV1 düşüşü meydana gelmişken, sirolimus grubunda düşme
meydana gelmemiştir. Çalışma sonlanıp sirolimus kesildikten sonra, sirolimus
alan grupta da FEV1 düşüşü plasebo grubuna paralel seyretmiştir (57). FEV1
dışında FVC, FRC, serum VEGF-D düzeyleri ve yaşam kalitesi de sirolimus grubunda plaseboya göre anlamlı olarak daha iyi bulunmuş, buna karşılık diffüzyon
kapasitesi ile 6 dakika yürüme mesafeleri arasında fark bulunmamıştır.
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
303
Mevcut veriler artmadıkça sirolimus rutin olarak kullanılmamalıdır. Ancak hastalar mümkünse mTOR inhibitörleri ile ilgili çalışmalara yönlendirilmelidir. Solunum semptomları ve fonksiyonlarında hızlı kötüleşme olan hastalarda kar-zarar
oranı uzman merkez tarafından değerlendirilerek sirolimus başlanabilir. Tedavi
başlandığında yan etkiler yakından izlenmeli ve solunum fonksiyonları 3 aylık
aralarla kontrol edilmelidir.
mTOR inhibitörleri (sirolimus ve everolimus) dışında, Rheb inhibitörleri (örneğin
farnestiltransferaz inhibitörleri ve statinler), selektif östrojen inhibitörleri (fispemifen), tirozin kinaz inhibitörleri (örneğin imatinib mesilat), metalloproteinaz inhibitörleri (örneğin doksisiklin), anjiogenezis inhibitörleri (örneğin bevacizumab)
ve lenfanjiogenezis inhibitörleri (örneğin VEGF-D antikorları) de tedavide araştırılmakta olan diğer seçeneklerdir (24).
Şu an için hayat kurtarıcı olduğu gösterilmiş tek tedavi yöntemi transplantasyondur. Transplantasyondan sonra 5 yıllık sürvi %65’dir ve bu diğer akciğer
hastalıklarında elde edilen sonuçlarla eşittir veya biraz daha iyidir (58). FEV1
<%30, NYHA (New York Heart Association) dispne skoru 3 veya 4 ve VO2max
<%50 olan hastalar transplantasyona verilmelidir. Önceden yapılmış plörektomi
ve plöredezis, operasyonu güçleştirir, hatta bu hayatı tehdit edici olabilir. Ancak
bu perioperatif komplikasyonlar genellikle kontrol edilebilir, bu sebeple önceden
yapılmış plöredezis veya plörektomi transplantasyon için kontrendikasyon olarak değerlendirilmemelidir. Ancak hastaya transplantasyonda beklenen komplikasyonların artacağı konusunda bilgi verilmelidir.
Yeterli bilgi olmamasına karşın çoğu merkez çift akciğer tansplantasyonunu tercih eder. 1, 3 ve 5 yıllık sürvi oranları tek ve çift akciğer transplantasyonunda
benzerdir, ancak çift akciğer transplantasyonundan sonra bronşiyolitis obliterans
oranı daha düşüktür ve operasyon sonrası FEV1 değerleri daha yüksektir (59,60).
Tek veya çift organ transplantasyonu cerrahi teknik faktörlere ve organ varlığına
göre tercih edilmelidir. Transplantasyondan sonra LAM rekürrensi nadir olarak
görülebilir ancak genellikle asemptomatiktir ve sürviyi etkilemez.
İZLEM ve ÖNERİLER
LAM hastaları rutin olarak 3-6 aylık aralarla solunum fonksiyon testi ve 1-3 yılda
bir toraks YRBT ile takip edilmelidir (24). Stabil olduğu anlaşılan olgularda solunum fonksiyon testleri yılda bir kez yapılabilir.
Uçuş sırasındaki basınç değişiklikleri sebebiyle pekçok LAM hastasına uçak yolculuğundan kaçınması önerilir, ancak Pollock-BarZiv ve arkadaşlarının anket
çalışmasında uçak yolculuğunun çoğunlukla iyi tolere edildiği görülmüştür (61).
Uçuşların %10-20 sinde anksiyete, göğüs ağrısı, solunum sıkıntısı, siyanoz veya
hemoptizi meydana gelmiştir. Radyografik olarak doğrulanmış pnömotoraks çok
nadirdir ve hastaların hiçbirini uçuşla ilişkili olarak hastaneye yatırmak gerekme-
304
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
miştir. Minimal semptomları olan sporadik veya TSC-LAM hastalarında uçak
yolculuğundan kaçınmaya gerek yoktur. İlerlemiş hastalığı olanlar uçak yolculuğu
sırasında oksijen ihtiyacı açısından değerlendirilmelidir. Araştırılmamış yeni başlayan solunumsal semptomları olan hastalar ve son bir ay içerisinde pnömotoraks gelişmiş hastalarda uçak yolculuğuna izin verilmemelidir.
Hamilelikle pnömotoraks ve şilotoraks riski artmıştır. Solunum fonksiyonlarındaki kötüleşme de hızlanabilir. Başlangıçta ölçülen solunum fonksiyonları kötü olan
hastaların hamileliği tolere etmeleri daha güçtür. Ayrıca hamilelik sırasında anjiomyolipomaların kanama olasılığı da artar. Ancak bu konudaki kanıtlar yeterince
güçlü olmadığından bilgi verildikten sonra hamilelik kararı hastaya bırakılmalıdır.
Eksojen östrojenin hastalığın progresyonunu artırdığı en az birkaç çalışmada
gösterildiğinden hastaların östrojen içeren oral kontraseptiflerden kaçınması
önerilir.
KAYNAKLAR
1. Johnson SR. Lymphangioleiomymatosis. Eur Respir J 2006; 27: 1056-65.
2.Taveira-DaSilva A, Pacheco-Rodriguez G, Moss J. The natural history of
lymphangioleiomyomatosis: Markers of severity, rate of progression and prognosis.
Lymphatic Research and Biology 2010; 8: 9-19.
3. Hohman DW, Noghrehkar D, Ratnayake S. Lymphangioleiomyomatosis: A review. Eur
J Intern Med 2008; 19: 319-24.
4. Crino PB, Nathanson KL, Henske EP. The tuberous sclerosis complex. N Engl J Med
2006; 355: 1345-56.
5.Cohen MM, Pollock-BarZiv S, Johnson SR. Emerging
lymphangioleiomyomatosis. Thorax 2005; 60: 875-9.
clinical
picture
of
6. Ryu JH, Moss J, Beck GJ, et al. The NHLBI lymphangioleiomyomatosis registry:
charactreristics of 230 patients at enrollment. Am J Respir Crit Care Med 2006; 173:
105-11.
7. Aubry MC, Myers JL, Ryu JH, et al. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis in a man.
Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 749-52.
8. Kim NR, Chung MP, Park CK, et al. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis and multiple
hepatic angiomyolipomas in a man. Pathol Int 2003; 53: 231-5.
9. Miyake M, Tateishi U, Maeda T, et al. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis in a male
patient with tuberous sclerosis complex. Radiat Med 2005; 23: 525-7.
10.Johnson SR, Tattersfield AE. Clinical experience of lymphangioleiomyomatosis in the
UK. Thorax 2000; 55: 1052-7.
11. Khalife WI, Mahmoud F, Larson E, Hardie R. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis in
a postmenopausal woman: case report with review of literature. S D J Med 2005; 58:
139-43.
12. Johnson SR, Tattersfield AE. Lymphangioleiomyomatosis. Semin Respir Crit Care Med
2002; 23: 85-92.
13.Warren SE, Lee D, Martin V, Messink W. Pulmonary lymphangiomyomatosis causing
bilateral pneumothorax during pregnancy. Ann Thorac Surg 1993; 55: 998-1000.
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
305
14.Brunelli A, Catalini G, Fianchini A. Pregnancy exacerbating unsuspected mediastinal
lymphangioleiomyomatosis and chylothorax. Int J Gynecol Obstet 1996; 52: 289-90.
15. Hughes E, Hodder RV. Pulmonary lymphangiomyomatosis complicating pregnancy. A
case report. J Reprod Med 1987; 32: 553-7.
16. Yano S. Exacerbation of pulmonary lymphangioleiomyomatosis by exogenous oestrogen
used for infertility treatment. Thorax 2002; 57: 1085-6.
17. Urban TJ, Lazor R, Lacronique J, et al. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis: a study
of 69 patients. Medicine (Baltimore) 1999; 78: 321-37.
18. Wahedna I, Cooper S, Williams J, et al. Relation of pulmonary lymphangio-leiomyomatosis
to use of the oral contraceptive pill and fertility in the UK: a national case control study.
Thorax 1994; 49: 910-4.
19. Harknett EC, Chang WYC, Byrnes S, et al. Use of variability in national and regional data
to estimate the prevalence of lymphangioleiomymatosis. Q J Med 2011; 104: 971-9.
20. Park HY, Nam HS, Chung MP, et al. A nationwide survey of lymphangioleiomyomatosis
in Korea: Recent increase in newly diagnosed patients. J Korean Med Sci 2010; 25:
1182-6.
21.Moss J, Avila NA, Barnes PM, et al. Prevalence and clinical characteristics of
lymphangioleiomyomatosis (LAM) in patients with tuberous sclerosis complex. Am J
Respir Crit Care Med 2001; 164: 669-71.
22. Costello LC, Hartman TE, Ryu JH. High frequency of pulmonary lymphangioleiomyomatosis
in women with tuberous sclerosis complex. Mayo Clin Proc 2000; 75: 591-4.
23. Adriaensen MEAPM, Schaefer-Prokop CM, Duyndam DAC, et al. Radologic evidence of
lymphangioleiomyomatosis in female and male patients with tuberous sclerosis complex.
Clinical Radiology 2011; 66: 625-8.
24. McCormack FX. Lymphangioleiomyomatosis: A clinical update. Chest 2008; 133: 507-16.
25.Barrera EA, Franch NM, Sempere FV, Alarcon JP. Lymphangioleiomyomatosis. Arch
Bronchoneumol 2011; 47: 85-93.
26. Smolarek TA, Wessner LL, McCormack FX, et al. Evidence that lymphangiomyomatosis
is caused by TSC2 mutations: chromosome 16p13 loss of heterozygosity in
angiomyolipomas and lymph nodes from women with lymphangiomyomatosis. Am J
Hum Genet 1998; 62: 810-5.
27.Carsillo T, Astrinidis A, Henske EP. Mutations in the tuberous sclerosis complex gene
TSC2 are a cause of sporadic pulmonary lymphangioleiomyomatosis. Proc Natl Acad Sci
U S A 2000; 97: 6085-90.
28. Astrinidis A, Khare L, Carsillo T, et al. Mutational analysis of the tuberous sclerosis gene
TSC2 in patients with pulmonary lymphangioleiomyomatosis. J Med Genet 2000; 37:
55-7.
29.Yu J, Astrinidis A, Henske EP. Chromosome 16 loss of heterozygosity in tuberous
sclerosis and sporadic lymphangioleiomyomatosis. Am J Respir Crit Care Med 2001;
164: 1537-40.
30. Almoosa KF, McCormack FX, Sahn SA. Pleural disease in lymphangioleiomyomatosis.
Clin Chest Med 2006; 27: 355-68.
31.Johnson SR, Tattersfield AE. Clinical experience of lymphangioleiomyomatosis in the
UK. Thorax 2000; 55: 1052-7.
32. Bissler JJ, Kingswood JC. Renal angiomyolipomata. Kidney Int 2004; 66: 924-34.
306
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
33. Avila NA, Dwyer AJ, Rabel A, et al. Sporadic lymphangioleiomyomatosis and tuberous
sclerosis complex with lymphangioleiomyomatosis: comparison of CT features. Radiology
2007; 242: 277-85.
34.Yamakado K, Tanaka N, Nakagawa T, et al. Renal angiomyolipoma: relationships
between tumor size, aneurysm formation, and rupture. Radiology 2002; 225: 78-82.
35.Chorianopoulos D, Strakos G. Lymphangioleiomyomatosis and tuberous sclerosis
complex. Lung 2008; 186: 197-207.
36. Glasgow CG, Taveira-DaSilva A, Pacheco-Rodriguez G, et al. Involvement of lymphatics
in lymphangioleiomymatosis. Lymphatic Research and Biology 2009; 7: 221-8.
37.Seyama K, Kumasaka T, Kurihara M, et al. Lymphangioleiomymatosis: A disease
involving the lymphatic system. Lymphatic Research and Biology 2010; 8: 21-31.
38.Johnson SR, Cordier JF, Lazor V, et al. European Respiratory Society guidelines for
the diagnosis and management of lymphangioleiomyomatosis. European Respiratory
Journal 2010; 35: 14-26.
39.Taveira-DaSilva AM, Hedin C, Stylianou MP, et al. Reversible airflow obstruction,
proliferation of abnormal smooth muscle cells and impairment of gas exchange as
predictors of outcome in lymphangioleiomyomatosis. Am J Respir Crit Care Med 2001;
164: 1072-6.
40.Taveira-DaSilva AM, Stylianou MP, Hedin CJ, et al. Bone mineral density in
lymphangioleiomyomatosis. Am J Respir Crit Care Med 2005; 171: 61-7.
41. Seyama K, Kumasaka T, Souma S, et al. Vascular endothelial growth factor-D is increased
in serum of patients with lymphangioleiomyomatosis. Lymphat Res Biol 2006; 4: 143-52.
42.Young LR, Inoue Y, McCormack FX. Diagnostic potential of serum VEGF-D for
lymphangioleiomyomatosis. N Engl J Med 2008; 358: 199-200.
43. Lazor R, Valeyre D, Lacronique J, et al. Low initial KCO predicts rapid FEV1 decline in
pulmonary lymphangioleiomyomatosis. Respir Med 2004; 98: 536-41.
44. Taveira-DaSilva AM, Steagall WK, Moss J. Lymphangioleiomyomatosis. Cancer Control
2006; 13: 276-85.
45.Johnson SR, Tattersfield AE. Decline in lung function in lymphangioleiomyomatosis:
relation to menopause and progesterone treatment. Am J Respir Crit Care Med 1999;
160: 628-33.
46.Johnson SR, Whale CI, Hubbard RB, et al. Survival and disease progression in UK
patients with lymphangioleiomyomatosis. Thorax 2004; 59: 800-3.
47.Almoosa KF, Ryu JH, Mendez J, et al. Management of pneumothorax in
lymphangioleiomyomatosis: effects on recurrence and lung transplantation complications.
Chest 2006; 129: 1274-81.
48. Ryu JH, Doerr CH, Fisher SD, et al. Chylothorax in lymphangioleiomyomatosis. Chest
2003; 123: 623-7.
49. Dabbeche C, Chaker M, Chemali R, et al. Role of embolization in renal angiomyolipomas.
J Radiol 2006; 87: 1859-67.
50. Ohori NP, Yousem SA, Sonmez-Alpan E, Colby TV. Estrogen and progesterone receptors
in lymphangioleiomyomatosis, epithelioid hemangioendothelioma, and sclerosing
hemangioma of the lung. Am J Clin Pathol 1991; 96: 529.
51. Barberis M, Monti GP, Ziglio G, et al. Oestrogen and progesterone receptors, detection
in pulmonary lymphangioleiomyomatosis. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: 272.
LENFANJİOLEİOMYOMATOZİS
307
52. Matsui K, Takeda K, Yu ZX, et al. Downregulation of estrogen and progesterone receptors
in the abnormal smooth muscle cells in pulmonary lymphangioleiomyomatosis following
therapy. An immunohistochemical study. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 1002.
53. Taveira-DaSilva AM, Stylianou MP, Hedin CJ, et al. Decline in lung function in patients
with lymphangioleiomyomatosis treated with or without progesterone. Chest 2004; 126:
1867-74.
54. Harari S, Cassandro R, Chiodini J, et al. Effect of a gonadotrophin-releasing hormone
analogue on lung function in lymphangioleiomyomatosis. Chest 2008; 133: 448-54.
55. Bissler JJ, McCormack FX, Young LR, et al. Sirolimus for angiomyolipoma in tuberous
sclerosis complex or lymphangioleiomyomotosis. N Engl J Med 2008; 358: 140-51.
56.Davies DM, Vries PJ, Johnson SR, et al. Sirolimus therapy for angiomyolipoma in
tuberous sclerosis and sporadic lymphangioleiomyomatosis: A phase 2 trial. Clin Cancer
Res 2011; 17: 4071-181.
57.McCormack FX, Inoue Y, Moss J, et al. Efficacy and safety of sirolimus in
lymphangioleiomyomatosis. N Engl J Med 2011; 384: 1595-606.
58. Kpodonu J, Massad MG, Chaer RA, et al. The US experience with lung transplantation for
pulmonary lymphangioleiomyomatosis. J Heart Lung Transplant 2005; 24: 1247-53.
59.Gerbase MW, Spiliopoulos A, Rochat T, et al. Health-related quality of life following
single or bilateral lung transplantation: a 7-year comparison to functional outcome. Chest
2005; 128: 1371-8.
60. Burton CM, Carlsen J, Mortensen J, et al. Long-term survival after lung transplantation
depends on development and severity of bronchiolitis obliterans syndrome. J Heart Lung
Transplant 2007; 26: 681-6.
61.Pollock-BarZiv S, Cohen MM, Downey GP, et al. Air travel in women with
lymphangioleiomyomatosis. Thorax 2007; 62: 176-80.
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
Prof. Dr. Gökhan ÇELİK, Uzm. Dr. Aydın ÇİLEKDAĞ
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS (PAP)
PAP ilk olarak Rosen ve arkadaşları tarafından 1958 yılında tanımlanmıştır (1).
PAP, alveollerde lipoprotenöz ya da surfaktan materyalin birikimiyle karakterize,
nadir karşılaşılan bir sendromdur. Klinik seyri değişkendir. Bozukluk kendiliğinden düzelebileceği gibi, solunum yetmezliği gibi ağır bir tablo ile de seyredebilir.
Özellikle fırsatçı enfeksiyonlara yatkınlık yaratabilir (2-6).
PAP sınıflandırması ve epidemiyolojisi
PAP için çok sayıda sınıflama mevcuttur. Tedavi yaklaşımlarına göre PAP; 1-familiyal ya da kalıtsal PAP (%2), 2-kazanılmış ya da otoimmün ya da primer ya da
idiyopatik PAP (%90), 3-sekonder PAP (%10) olarak sınıflandırılmaktadır. Sağlıklı bireylerde ortaya çıkan en sık formu kazanılmış ya da otoimmün PAP’dır (7).
PAP oldukça seyrek karşılaşılan bir hastalık olduğundan gerçek insidans ve prevalansını hesaplamak zordur. Prevalans farklılıkları sendromun coğrafik dağılım
farklılığından kaynaklanmaktadır (7). Başlıca form olan primer ya da idiopatik
PAP insidansı 0.2-0.37/milyon, prevelansı 3.7-40/milyon olarak bildirilmiştir.
Hastaların çoğunluğu 30-50 yaşlar arasındadır. Ortalama tanı yaşı 39-40’dır.
Hastaların çoğunluğu (E/K: 2.1-2.7/1) erkektir. PAP’lıların yaklaşık ¾’ünde
(%57-72) sigara öyküsü vardır (1-5,7). Tanı öncesi yakınmaların süresi yaklaşık
7-10 aydır (7). Kuzey Amerikadaki olguların %17’sini Afrika kökenli Amerikalılar oluşturmaktadır (1).
Etiyopatogenez
PAP bir surfaktan homeostasis bozukluğudur (2). Surfaktan tip II pnömositlerden
salınan surfaktan (SP-A,B,C,D) proteinleri (%5-10) ve lipidlerden (%90-95, başlıca fosfotidilkolin) oluşan karışımdır. Surfaktan 4 ana protein: SFTP A,B,C,D
genleriyle kontrol edilen SP-A,B,C,D proteinlerini içerir (1-3). Surfaktan fosfolipidleri alveoler tip II pnömositlerde hem sentezlenir, hem de lameller cisimcikler şeklinde depolanır. Katabolizma ya da geri dönüşüm için inaktif surfaktanın
yaklaşık %70-80’i tip II pnömositler tarafından alınır. Surfaktanın geri kalanı ise
308
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
309
alveoler makrofajlar tarafından fagosite edilir ve yıkılır ya da lenfatik dolaşıma
geçer. Bu üretim ve katabolizma döngüsüyle surfaktan homeostasisi sağlanır (7).
Surfaktan ekspirıum sonunda alveollerin kapanmasını önlemesi yanında enfeksiyonlara karşı da koruma sağlar. Surfaktan protein genlerinin mutasyonları; sufaktan kalitesi bozukluğuna, etkisiz surfaktana, surfaktan azlığına ve surfaktan
bozuk klirensine neden olur. Sekrete edilemeyen, tip II pnömositler içinde biriken proteinler hücelere zararlı etkiler oluşturabilir. Bu zararlı etkilerin interstisyel
pnömoni fizyopatolojisinde önemli olabileceği düşünülmektedir (2,3,6).
PAP fizyopatolojisinde önemli rolü olan “Granulocyte-macrophage colony-stimulating factor”(GM-CSF) alveoler makrofajlardaki surfaktan katabolizmasını
düzenleyen anahtar bir sitokindir (3). Biyolojik etkilerin başlaması için serum ve
dokulardaki monosit, makrofaj ve alveoler tip II hücrelerdeki reseptörlerine bağlanmaktadır (7). GM-CSF granülosit ve monositler için bir büyüme faktorüdür.
GM-CSF monositler, nötrofiller ve dendritik hücreleri içeren myeloid hücrelerin
yaşam süresini, proliferasyonunu ve differiasyonunu stimüle eder. PU.1 fare alveoler makrofajlarda reseptörler aracılığıyla GM-CSF ekspresyonunu kontrol eden
ya da surfaktan katabolizmasını uyaran anahtar transkripsiyon faktördür. Deney
farelerinde gösterilen PU.1’in re-eskpresyonu ile PAP gelişiminin engellendiği
gösterilmiştir (3). PU.1 yokluğunda alveoler makrofajlar tam olgunlaşamazlar
ve surfaktan emilim ve katabolizmasını sürdüremezler (3,7). GM-CSF azlığı ya
da fonksiyonel bozukluğu PAP’a neden olmaktadır. Deney farelerine GM-CSF
uygulanmasıyla gelişen PAP muhtemelen insanlardaki gibi alveoler makrofajlardaki bozuk surfaktan klirensine bağlıdır (3). GM-CSF’e karşı yüksek affiniteli
IgG ak’ların varlığında alveoler makrofajların adezyon, kemotaksis, mikrobisid
aktivite, fagositoz ve fagolizozom füzyon yeteneklerinde kayıplar gelişmesiyle
surfaktan homeostazisi bozulur ve alveollerde surfaktan birikir (7).
İnsan GM-CSF reseptörleri (CSFR) α(CD116) ve β(CD131) alt ünitelerinden
oluşmuştur. α ve β alt ünitelerini kodlayan GSF2RA ve CSF2B genlerin mutasyonları GM-CSF sinyallerini engelleyerek interstisyel infiltrasyon oluşturmadan
alveol içi surfaktan birikimi ile PAP oluşturur (2,3). Kalıtsal PAP’lı hastalarda alveoler ve serum GM-CSF konsantrasyonları artmış bulunmasına karşın GM-CSF
antikorları yoktur. Hematolojik bozukluklarla ilişkili PAP’ta ise alveoler makrofajların fonksiyonel olarak surfaktanı temizlemeye yetecek kadar yeterli olmadığı
düşünülmektedir. Akut myeloid lösemili PAP’lılarda makrofajlardaki GM-CSF
ekspresyonun geçici bozukluğu, GM-CSF ya da IL-3 ile uyarılma sonrasında da
sürdüğü, ancak lösemi tedavisi sonrasında reseptör ekspresyonu normale döndüğü gösterilmiş (3).
Kazanılmış ya da otoimmün PAP gelişiminden anti-GM-CSF antikorları (ak) sorumludur. Otoimmün ya da idiopatik PAP, yüksek konsantrasyonlarda nötralizan anti-GM-CSF immünoglobulin G(IgG) spesifik antikorlarını bulundurur. Bu
formda anahtar bozukluk aşırı surfaktan üretiminden ziyade surfaktan kliriens
310
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
bozukluğudur (7). Bu antikorlar yüksek afinite ile GM-CSF’e bağlanıp, GM-CSF
aktivitesini bloke eder. GM-CSF uyarılması azalırsa alveoler makrofajlar alveoler
surfaktanı temizleyemez ve alveollerde ve makofajlarda surfaktan birikir. Aynı
zamanda surfaktanın enfeksiyonlara karşı koruyucu etkisi de belirgin azalır. Ek
bozukluk olarak, PAP’da gelişen bazı fırsatçı enfeksiyonlar anti-GM-CSF ak’ları
tarafından bozulan GM-CSF sinyalleri ile değişen nötrofil ve lenfositlerin fonksiyonlarıyla açıklanır (3,6,7). GM-CSF yetmezlikli farelerde kök hücre transplantasyonu ve hematopoetik rekonstitüsyon ile PAP tablosunun düzeldiği gösterilmiştir. Bilateral akciğer transplantasyonunu takiben PAP nüksü ise sistemik
antikor(ak) üretimiyle açıklanmaktadır (1).
Konjenital PAP’ın geçiş şekli otozomal ressesif geçişle uyumludur (1,7). Genellikle SP-B geninde homozigotisite görülür (1). Konjenital PAP, SFTPB genindeki, ABC transporter A3 genindeki ve GM-CSF β zincirini kodlayan CSF2RB
genlerindeki mutasyonlara bağlı gelişir (7). Stabil olmayan SP-B mRNA’sı, SP-B
yetersizliğine ve bu yetersizlikte SP-C prossesing bozukluklarına neden olur.
SP-B ekspresyon bozukluğu izlenmeyen neonatal başlangıçlı PAP’lı infantlarda
ise temel bozukluk GM-CSF βc zincir bozukluğudur. Fare çalışmalarında PAP’ın
nedeni olarak GM-CSF reseptör βc zincir mutasyonu ya da buna benzer IL-3
veya IL-5 reseptörleri bazı kısımlarındaki bozukluklar da gösterilmiştir. Benzer
mutasyon konjenital PAP’lı 3/7 olguda ve PAP benzeri 1 hasta da gösterilmiştir.
Bu hematopoetik sitokin reseptör ekspreyonundaki bozukluklar insanda PAP ile
de ilişkili bulunmuştur (1). Sekonder PAP hematolojik hastalık, immün yetmezlik, kanser ve slikoz gibi toksik inhalasyona bağlı PAP’dır (Tablo 1) (3,6). Bu PAP
formunda alveoler makrofajların ya fonksiyonları bozuk ya da sayıları azdır (6,7).
Akut slikoproteinosis olarak bilinen akut slikozdaki form histolojik olarak PAP’a
benzemektedir. Bu yüksek yoğunlukta serbest slika partiküllerinin kısa sürede
inhale edilmesiyle gelişir. Ayrıca aliminyum, fibröz lifler, çimento tozları, nikel,
quartz, fiberglas, indium, titanyum dioksit, nitrojen dioksit gibi çevresel ya da
endüstriyel materyaller PAP gelişimine neden olmaktadır. Klinik özellikleri de
otoimmün PAP’a çok benzer. Son zamanlarda indium inhalasyonuna bağlı
PAP’lı hastalarda da anti-GM-CSF ak’larının saptandığı bildirildi. Bazı sekonder
PAP’lılarda bu durum anti-GM-CSF ak’larıyla ilişkili ve toksik inhalasyon otoimmün hastalığın tetikleyicisi olabilir (3).
Hematolojik bozukluk PAP ilişkisi iyi tanımlanmıştır. Hastaların çoğunluğunda
PAP myelodisplastik sendrom ve akut myeloid lösemi ile ilişkilidir. Hematolojik
hastalıkların seyri sırasında gelişen akciğer sorunlarından yaklaşık %10’u kadarını PAP oluşturmaktadır. Hematolojik hastalıklarda alveoler makrofajların surfaktanı temizlemeye yetmeyecek kadar sayısal ve fonksiyonel azlığı gösterilmiştir
(3). Bu hastaların tedavileri sonrası normal hematopoetik fonksiyonlar ile PAP’ın
düzeldiği gösterilmiştir. Seyrek olarak timik alenfoplazi ve IgA yetmezliği ya da
solid organ transplantasyonu gibi kazanılmış durumlar, imatinib mesilat tedavisi,
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
311
Tablo 1. Sekonder PAP nedenleri
Hematolojik hastalıklar
• Akut lenfositik lösemi
Akciğer toz /mesleksel temasları
Tozlar (inorganik)
• Akut myeloid lösemi
• Aliminyum
• Aplastik anemi
• Çimento
• Kronik lenfositik lösemi
• Slika
• Kronik myeloid lösemi
• Titanyum
• Miyelodisplastik sendrom
Organik Tozlar
• Lenfoma
• Tarımsal
• Waldenstrom’s makroglobunemi
• Fırıncılık
Nonhematolojik neoplaziler
• Fertilizer
• Adenokarsinom
• Testere tozu
• Glioblastoma
Dumanlar
• Melanoma
• Klorin
İmmün yetersizlik ve kronik
inflamatuvar sendromlar
• Temizlik ürünleri
• AIDS
Nitrojen dioksit
• Amiloidoz
• Boyalar
• Agamaglobulinemi
• Sentetik plastik dumanları
• Juvenil dermatomyozit
• Vernik
• Gaz / Petrol
• Renal tubuler asidoz
• Ciddi kombine immün yetmezlik hastalığı
Kronik infeksiyonlar
• Cytomegalovirüs
• M. tuberculosis
• Nocardia
• Pneumocystis Jirovecii (carinii)
ve kazanılmış immün yetmezlik sendromları gibi immün yetmezlik bozuklukları
da PAP ile ilişkili bulunmuştur. Mikobakteri, sitomegalovirüs, P. jirovecii, nokardia ve anerob gibi enfeksiyonlar PAP ile ilişkili olabilir (1).
Klinik
Klinik tablo değişkendir. Yakınmalar hastalığa özgü değildir, hatta hastaların
1/3’ünde (%10-30) yakınma yoktur (3-5,7,8) Tanı konuluncaya kadar bazen
aylarca, bazende yıllarca süren sinsi bir klinik olabilir. Genellikle tanıdaki gecikme alveollerin sürfaktanla dolup, gaz değişimi bozulup nefes darlığı gelişinceye kadar sürebilir (3). Klinik sarkoidoza benzeyebilir. Genellikle ağır radyolojik
bozukluklarıyla uyumsuz derecede az ve orta şiddette yakınmalarla başvurular.
PAP’lı hastaların (>500 olgu) klinik özelliklerinin değerlendirmesi tablo halinde
verilmiştir (Tablo 2) (9).
312
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
Tablo 2. PAP’ın klinik özellikleri
Yakınma ve
bulgular
Rosen ve ark.
%
Prakash ve ark.
%
Nefes darlığı
63
79
Asamato ve ark. Goldstein ve ark.
%
%
52
79
Öksürük33 59
24
79
Göğüs ağrısı
32
3
13
Hemoptizi-
24
-
17
Çomak parmak
29
6
25
22
11
Raller 1518 31 50
Siyanoz19 24
4
21
Ateş 2241 2
-
Kilo kaybı
-
19
18
-
Öyküde en sık karşılaşılan temel yakınmalar progresif nefes darlığı ve/veya öksürüktir. Hastaların yaklaşık yarısı bu yakınmalarla geç dönemde oldukça gecikmeyle hastaneye başvurular. Hastaların ¼’ünde tanı öncesi yakınma süresi
2 yıl ya da daha uzundur. Hastaların 1/3’ünde yakınmalar önemsenmeyecek
kadar azdır. Bazı hastalar akut pnömoni benzeri tablo ile başvururken, çoğunluk
radyolojik olarak düzelmeyen pnömoni ve subakut ya da kronik yakınmalar ile
başvururlar. Göğüs ağrısı, halsizlik, kilo kaybı ve düşük derece ateş oldukça az
sıklıkla karşılaşılan yakınmalardır. Öksürük hastaların yaklaşık ¾’ünde görülebilir.
Akciğer enfeksiyonu eklenmedikçe çoğunlukla kurudur. Hemoptizi ya da göğüs
ağrısı 1/5 vakadan daha azında bulunabilir (3,7). Hemoptizi miktarı genellikle
azdır ve sekonder enfeksiyona bağlıdır (2,3). Hastaların %13’ünde nokardia gibi
ağır akciğer enfeksiyonları eşlik edebilir (1). PAP’lılarda seyrek olarak pnömotoraks ve kor pulmonale de gelişebilir. Genellikle fizik muayene normaldir (2,3,7).
Hastaların muayenesinde kalıcı raller (%50), çomak parmak ve/veya siyanoz
(%25-30) tespit edilebilir (1,7). PAP kliniği ileri yaşta çok ağır olabilir. Bazen de
ani ve hızlı bir seyirle solunum yetmezliğine gidebilir. Akut ve hızlı seyirden genellikle eklenen enfeksiyonlar sorumludur (3). Kalıtsal PAP’ın karakteristik klinik
tablosu doğum sonrası akut başlangıçlı progresif solunum zorluğudur (7). Hematolojik hastalıklarla ilişkili PAP’ta ise klasik klinik tablo olguların %24’inde ateşle
birlikte solunum yetmezliğidir. Özellikle kemoterapiye bağlı uzamış nötropenik
hastalarda bu klinikle karşılaşılır (3).
Tanı
1. Göğüs radyografisi: Otoimmün ve sekonder PAP’ta genellikle olarak perihiler ya da alt zonlarda simetrik, bilateral iyi sınırlı birleşmiş alveoler dolum ya
da konsolidasyon şeklinde izlenir (Resim 1). Seyrek olarak da opasiteler karışık
alveoler, interstisyel, veya noduler ve asimetrik ya da fokal infiltratlar görülebilir.
Bu görünüm akut akciğer ödemine benzer, fakat plevra sıvısı, kardiomegali ve
yakınmlarla uyumsuz ağırlıktaki radyolojik bozuklukların fazlalığı ile akciğer öde-
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
313
mi dışlanabilir. Kalp yetmezliğine
bağlı akciğer ödeminde tipik olarak en sık yarasa kanadı (bat wing)
şeklinde perihiler infiltrat izlenir
(2,3,6,7). Hematolojik hastalıklarla
ilişkili sekonder PAP’lıların göğüs
radyografisinde ise genellikle diffüz
interstisyel opasiteler izlenir (3).
Resim 1. PAP tanısı alan bir olgunun başvuru PA
akciğer grafisinde bilateral orta ve alt zonlarda infiltrasyon izleniyor
Resim 2. PAP tanısı alan bir olgunun BT’sinde bilateral buzlu cam alanları ve interlobüler septal kalınlaşmalar izlenmekte
2. Yüksek rezolüsyonlu toraks
bilgisayarlı tomografisi (YRBT)
PAP tanısında kullanılan başlıca incelemedir. Yüksek oranda PAP’ı düşündürmekle birlikte patognomonik
değildir. PAP ile uyumlu olması durumunda tanı için mutlaka bronkoalveoler sıvı incelenmesini gerektirir. YRBT’deki başlıca bozukluklar
buzlu cam opasiteler, ağsı septal görünümler ve parankimal konsolidasyondur (Resim 2). Sıklıkla YRBT’de
PAP’ın karakteristik görünümü olan
buzlu cam zeminininde retikülasyonlar (düzgün inter ve intralobuler
septal kalınlaşmalar)’ın oluşturduğu
parankimal “arnavut taşı kaldırım”
(crazy paving) görüntüsü izlenir
(2,3,6,7). Subakut ya da kronik
klinik seyir, yapısal distorsiyon yokluğu, düzgün interlobuler septal kalınlaşmalar, bilgisayarlı tomografide
lezyonların normal akciğer dokusundan keskin sınırlarla ayrılan coğrafik dağılımı ve klinik ve radyolojik
özellikler arasındaki uyumsuzluk
PAP’ı “arnavut kaldırımı”nın diğer
nedenlerinden(enfeksiyon ve enfeksiyon dışı) ayırabilir (7). “Arnavut
kalırımı” görünümü PAP’ a özgü
ya da patognomonik değildir (2).
Bu görünüm kardiyojenik akciğer
ödemi, alveoler hemoraji, akciğer
314
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
enfeksiyonları (mikoplazma, PCP ve Histoplazma pnömonileri), hematolojik maligniteler, akut interstisyel pnömoni, sarkoidoz, non-spesifik interstisyel pnömoni,
ilaç nedenli pnömoniler, pulmoner hemoraji sendromları, lipoid pnömoni, ya da
bronkoalveoler kanser olgularında da görülebilir (8). Otoimmün PAP’ı sekonder
PAP’tan ayırt edici özellik otoimmün PAP’ta sıklıkla alt zonlarda (%22) buzlu cam
görünümü ve “arnavut kaldırımı” görünümü izlenmesidir. Otoimmün PAP’ta buzlu cam infiltratların coğrafik ya da yamalı görünümü de sık görülebilir. Sekonder
PAP’ta ise genellikle diffüz buzlu cam opasiteler izlenebilir (2,3,6). Tedavi öncesi
hastalığın radyolojik ağırlığını ve yaygınlığını saptamak için YRBT yararlıdır (6,7).
Bu radyolojik anormalliklerin ağırlığı ve yaygınlığı, genellikle solunum fonksiyon
testlerindeki bozukluklar olan restriktif tipte fonksiyonel bozukluk, diffüzyon kapasitesi bozukluğu ve hipokseminin şiddeti ile uyumludur (2,6). Seyrek karşılaşılan fokal parankimal konsolidasyon varlığında öncelikle fırsatçı enfeksiyonların
araştırılması gerekir. PAP’lı hastalarda mediastinal lenfadenopati, plevra sıvısı ve
kardiomegali yoktur (3,6,7).
3. Bronkoalveoler lavaj (BAL):
Klinik ve radyografik bulgular PAP’ı sıklıkla düşündürür, PAP’tan şüphelenilen
olguların yaklaşık %75’inde BAL incelemesi ile PAP tanısı konulur. PAP’lı hastaların radyolojik bulguların ağırlıkta olduğu akciğer alanından alınan BAL opak,
süt’e benzer görünümdedir (Resim 3). Süt benzeri renkte ya da opak BAL sıvısı
ve YRBT’deki karakteristik PAP bulguları kombinasyonu ile PAP tanısı güvenle
konulabilir (6,7). BAL sıvısı bekletildiğinde altta kalın sediment tabakası ve üstte
saydam ya da berrak supernatan izlenir (Resim 4). BAL sıvısı surfaktan proteinleri A, B ve D ve kısmen düşük konsantrasyonda fosfotidilkolin ve fosfotidilgliserol
içerir. BAL’ın akciğer ışık mikroskopik (IM)
incelemesinde karakteristik olarak kısmen yapısı korunmuş, diastaz dirençli periodik asid
Schiff (PAS) pozitif granüler,eozinofilik lipoproteinöz materyalle dolu alveoller ve surfaktan benzeri içerikle dolu aşırı genişlemiş alveoler makrofajlar izlenir (Resim 5). Seyrek
olarak lenfositik infiltrasyon, fibroblastlar ve
fibrozis de bulunabilir (6,7). Anti-surfaktan
protein A immün boyama ile alveollerde biriken surfaktan proteinleri gösterilir.
Resim 3. Süt görünümünde opak BAL
BAL sıvısı Papanicolaou boyamasıyla IM’de
yağ globulleri izlenir. Slide başına düşen yağ
globulleri sayısının fazlalığı (>18/slide) PAP
tanısı koydurabilir. Artmış surfaktan proteinlerine ek olarak PAS ile boyanan yoğun
granüler materyel zemininde geniş, aselüler
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
315
eozinofilik cisimler izlenir. BAL sedimentinin elektron mikroskopi ile ultrastriktürel incelemesinde ise soğan
zarı gibi dar aralıklarla dizilmiş tübüler
miyeline benzeyen konsantik lameller
fosfolipid cisimcikler ve amorf debris
görülür (2,7). BAL sıvısı analiziyle PAP
ve PAP’ın birlikte olduğu fırsatçı enfeksiyonun tanısı da konulabilir (3).
Resim 4. BAL sıvısı bekletildiğinde altta kalın
sediment tabakası
Resim 5. Transbronşiyal akciğer biyopsi örneğinde alveollerde lipoproteinoz materyal izleniyor (H.E. x400)
4. Anti-GM-CSF antikorları: Otoimmün ya da primer PAP’a özgüdür. Otoimmün PAP tanısı için yeterlidir. Altın
standart ölçüm metodu ELİSA dır. Sağlıklı insanlarda düşük seviyelerde anti-GMCSF antikorları bulunabilir (3). Bu ak’lar
normal sağlıklı gönüllülerin %3’ünde
bulunurken,
kazanılmış
PAP’lıların
>%90’nında saptanır (8). Ak’lar poliklonaldir. Başlıca IgG1,G2 ve az oranda da
IgG3, G4’ü içerir. Seviyesi >5 µg/mL’de
PAP riski artmaktadır. En yaygın ölçme
metodu olarak latex agglutinasyon testi
kullanılır. Otoimmün PAP için seçilen bu
testin sırasıyla tanısal sensitivitesi ve spesifitesi %100 ve %98-100’dir (6,7). Akut
miyeloid lösemili ilişkili sekonder PAP’lı
hastaların serumunda da hastalığın aktivitesini gösteren düzeylerde IgG, IgA ya
da IgM tipinde anti-GM-CSF antikorları
bulunmuş. Anti-GM-CSF ak konsantrasyon düzeyi >19 µg/mL otoimmün
PAP’a özgüdür, ve <10 µg/mL seviyesindeki negatif prediktif değeri iyidir (3).
5. Diğer biyolojik ölçümler: Rutin
biyolojik testlerin sonucu normaldir. PAP’lı hastaların %50’sinde serum laktat
dehidrogenaz (LDH) seviyesinde artış ve hastaların yarısında normalin 2 ya da
3 katı kadar artış görülebilir, yükseklik hastalığın ağırlığı ile ilişkili olabilir (2,6).
Serum karsinoembriyojenik antijen, C-reaktif protein, alveol epitelyum kökenli
müsin benzeri protein ve KL(Krebs von den Lungen protein)-6 düzeyleri diğer
interstisyel pnömonili olgulara göre yüksek ve hastalığın ağırlığı ile ilişkili olabilir
(2,6). Ancak birçok akciğer hastalığında yüksek bulunan bu belirteçlerin tanıda ve
316
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
tedavi kararında değeri yoktur. Surfaktan proteinleri, SP-A,SP-B ve SP-D serum
düzeyleri artmıştır ve hastalığın ağırlığı ile ilişkili olabilir. Bu belirteçlerin prognostik değeri bilinmemektedir. Ancak SP-A ve SP-B seviyeleri tedaviyle değişmez.
Bu iki belirtecin tam aksine, primatlarda anti-GM-CSF enjeksiyonundan sonra
gelişen PAP’ın tanısı SP-D düzeyleri ile konulmuş, yeterli çalışma olmamakla
birlikte PAP takibinde SP-D seviyeleri yardımcı olabileceği ileri sürülmüştür (2).
6. Solunum fonksiyon testleri: Tedavi kararı ve tedavi yanıtını değerlendirmede önemlidir. Spirometride sıklıkla restriktif bozukluk saptanır. PAP’lıların
%10-30’unda solunum fonksiyon testleri normal olabilir. Sigara öyküsü olan
hastalarda obstrüktif tipte fonksiyonel bozukluk bulunabilir. En önemli ve değişmez bozukluklar hipoksemi, artmış alveoler-arteriyel oksijen gradyenti ve azalmış
CO diffüzyon kapasitesi (DLCO) (%40-50) dir (7). Sıklıkla FVC ve TLC’de hafif
bozukluk ile orantısız derecede DLCO’da ağır derecede bozukluk saptanabilir.
Akciğer içi şantlaşma (proteinöz materyalle dolu alveollere bağlı) ve ventilasyon-perfüzyon bozukluğu ile hipoksemi ve alveola-arteriyel oksijen farkında artış
ve kronik solunumsal alkaloz görülür (2,6). Altı dakika yürüyüş testinde desatürasyon gösterilmesi ile tedavi başlanabilir. Bu fonksiyonel parametrelerde BAL
tedavisinin başarısı ile uyumlu düzeylerde düzelme gözlenebilir (7).
7. Açık akciğer biyopsisi: PAP tanısı için genellikle açık akciğer biyopsisi
gerekmez. Sıklıkla PAP’la uyumlu klinik, akciğer yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı
tomografisindeki tipik görünüm ve BAL’ın incelemeleri tanı için yeterli olmaktadır. Transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBAB) tanı için yararlı olabilir (3). PAP
tanısında açık akciğer biyopsisi altın standarttır, ancak her zaman kullanılmaz.
Genellikle bronkoskopik olarak yanlış ya da PAP tutulumunun olmadığı ya da
az olduğu alandan örnek alınması sonucunda yanlış negatif gelen hastalar açık
akciğer biyopsisine gider. Mikroskopide enfeksiyon eşlik etmeyen PAP’lılarda
akciğer parankimi korunmuş, iletici havayolu duvarları ve alveoller genellikle
normaldir. Fakat bazen lenfositik infiltrasyon gösteren kalınlaşma ya da daha
az sıklıkla fibrozis izlenebilir. Alveoller PAS (+) boyanan sağlam ve bozulmuş
makrofajları içeren granüler, eozinofilik materyalle doludur. İmmünhistokimyasal
boyamada yoğun surfaktan proteinleri birikimi izlenir (2).
Tedavi
1. Tam akciğer lavajı: Çok sayıda lavaj tekniği bulunmaktadır. İlk lavaj metodu
1961 yılında bulunmuştur. Lavaj tekniği yıllar içinde çok değişmiş olsa da, halen
altın standart tedavi yöntemidir (7,10). Klasik tedavi amaçlı bronkoalveoler lavaj
ameliyathane ya da yoğun bakım ünitesinde genel anestezi ile uygulanır. Hasta
çift lümenli endotrakeal tüp ile entübe edilir ve tüpün uygun yerleşip, yerleşmediği
fiberoptik bronkoskopi ile kontrol edilir (7,11-13). Her iki akciğerin tam olarak
izole edildiğini anlamak için çift lümenli tüp ile su altı testi (water seal testing) yapılabilir (14,15). Kürarize edilen hasta lateral dekubitus ya da dorsal pozisyonda
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
317
yatırılır ve lavaj sıvısıyla doldurulur, sonra döndürülür lavaj verilen alan yukarıya
gelecek pozisyona getirilerek lavaj sıvısı boşaltılır, diğer akciğer mekanik ventile
edilir. Doldurma ve boşaltma işlemini kolaylaştırmak için elektirikli olarak kontrol edilebilen Trendelenburg ve ters Trendelenburg pozisyona getiren özel işlem
masası da kullanılabilir. Ekstremitelerin iskemik komplikasyonlarından kaçınmak
için baş ve altta kalan aksilla altlarına destek yastıkları konulur. İşleme başlamadan
önce tedavi edilecek akciğerin tübü 5 dakika kapatılıp gazının boşalması (degas) ya
da absorbe olması sağlanır (12,13). Degas lavajlanacak akciğerin %100 oksijenle
10-20 dakika ventile edilmesi neticesinde denitrojenasyon ile de sağlanabilir. Bu
işlem residü nitrojen kabarcıklarının lavaj sıvısının alveollere ulaşmasını englleyerek
tam akciğer lavajının etkili olmasını engellediğinden yapılır (14,15). Akciğere 1
litre, vücud sıcaklığında, 37 derecede ısıtılmış sıvı injekte edilir. Yerçekimi etkisiyle
depandan bölgelerde biriken sıvıdan sonra tübün çıkış ucu açılır, boşalma ya da
drenajı artırmak için yaklaşık 4-5 dakika elle ya da mekanik göğüs perküsyonları
yapılabilir (7,11). Bu işlem lavaj sıvısının opaklığı açılıncaya ya da azalıncaya kadar
tekrarlanır (Resim 6) (3,8). İşlem bu şekilde 10-20 lavaj seansı şeklinde birkaç saat
sürebilir. Verilen ve alınan lavaj sıvısı miktarları dikkatle kaydedilir, rezidüel sıvı alveoler aşırı distansiyon ile komplikasyona neden olabilir. Alveoaler ve varsa plevral
sıvı örnekleri sitoloji ve mikrobiyolojiye gönderilerek işlem sonlandırılır. Kalan sıvı
bronkoskopi ile aspire edilebilir, sırt üstü yatırılır, ideal olarak operasyon odasında
ekstübe edilir (12,13). Karşı akciğerde 24-48 sonra lavajlanabilir. Göğüs grafisiyle pnömotoraks, plevral sıvı ve akciğer alanları kontrol edilir. En sık karşılaşılan
komplikasyonlar düşük oksijen satürasyonu, konvülsiyon, pnömotoraks, plevra
sıvısı ve ateştir. Retrospektif çalışma sonuçlarından lavaj tedavisinin yaşam süresini
düzeltebileceği gösterilmiştir. Hastaların %85’inde tam akciğer lavajıyla yakınmalarda, radyografide ve solunum fonksiyonlarında düzelme gösterilmiş. PAP’lıların
%15’inde işlem BAL tekrarı ya da diğer tedavi yöntemleri ile tedavi gerekebilir
(3,8). Akut bakteriyel enfeksiyon varlığında yapılmamalıdır, yapılırsa sepsis ve şok
gelişebilir (6). Ağır hipoksemi nedeniyle genel anestezi altında (GAA) tam akciğer
lavajı riski yüksek olan olgularda bronkoskopik segmental veya lobar lavaj güvenilir tedavi seçenekleridir (6). İstatistiksel olarak anlamlı olan ortalama düzelmeler
tabloda verilmiştir (Tablo 3) (4).
Pratikte; tam akciğer lavajı endikasyonları nefes darlığı, egzesiz intoleransı, ve
oksijen destek tedavisi ihtiyacını azaltmak ya da kaldırmaktır. İşlemi uygulamak
için başlıca endikasyonlar; günlük aktiviteleri sınırlayan nefes darlığı varlığı, oda havasında solurken PaO2<60
mmHg ve şant fraksiyonun >%10-12
bulunmasıdır (6). Hastaların yarısında
anti-GM-CSF ak varlığında hastalığı
Resim 6. Total akciğer lavajının uygulandığı bir
hastada lavaj sıvısının gittikçe berraklaştığı görülü- kontrolde tutulamayan hastalarda
yor
318
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
tek bir prosedür yeterliyken,
hastaların diğer yarısının
kontrolü için tekrarlayan laSolunum fonksiyon
Solunum fonksiyonlarındaki
vajlar gerekebilir. Hastalık
testleri-oksijenasyon değişiklikler±standart
şiddeti az olanlarda lokal
parametreleri sapma
anestezi altında fiberoptik
+0.26±0.47 L
FEV1
bronkoskopi ile lobar lavajın
VC
+0.5±0.54 L
yararlı olabileceği gösterilDLCO
+4.4± 4.5 ml/mmHg/dk
miştir. Tüm akciğer lavajında
+20.1±14.3 mmHg
PaO2
lavaj sıvısını geri alma sıra-30.6±18 mmHg
P (A-a) O2 farkı
sında oksijenasyonu bozulan
hastalar için modifiye CPAP
uygulaması işlem sırasında oksijenasyon bozukluğunu ve ventilasyonu düzeltebilir
ve işlemi daha güvenli duruma getirebilir. Ayrıca oksijenasyonu yükseltmek için
ekstrakorporiyal membran oksijenatörü, yüksek frekans jet ventilasyonda kullanılabilir (16). Lokal anastezi ile fiberoptik bronkoskopi ile çoklu segmental lavaj
(50 mL’lik lavajlarla) sonrası genel anasteziyle tam akciğer lavajı ardışık olarak
uygulanabilir, özellikle oksijenasyonu bozuk hastalarda öncelikle çoklu segmenal
lavajla bir miktar oksijenasyon düzeltildikten sonra çok daha güvenle tüm akciğer
lavajı uygulabilir (15). İmmün yetmezliğe sekonder PAP’lıların çoğunluğunda tam
akciğer lavajıyla düzelme sağlanmaktadır (3).
Tablo 3. Tüm akciğer lavaj sonrası solunum fonksiyon testleri - oksijenasyon parametrelerindeki ortalama düzelmeler
2. GM-CSF destek/tamamlayıcı tedavisi: İlk olarak 1995 yılında PAP’lı bir
olguda başarıyla uygulanmış (6). GM-CSF inhale ya da subkutan uygulanabilir.
Açık, kontrollü olmayan, prospektif çalışmada 25 PAP’lı hastaya GM-CSF, 250
µg (5-18 µg/kg/gün) günde bir kez subkutan olarak verilmiş. Bu çalışmada 6-12
aylık dönemde hastaların 12’si (%48) tedaviyle düzelmiş. Yan etkiler olarak enjeksiyon yerinde ödem, eritem, kırgınlık ve nefes darlığı gelişmiş. Hastaların %85’inde
görülen bu yan etkiler önemsiz olarak değerlendirilmiş. GM-CSF ile yavaş düzelme
olan gruba daha sonra tam akciğer lavaj tedavisi uygulanmış. Tüm akciğer lavajında PaO2’deki düzelme 12-19 mmHg aralığında olmakla birlikte, her iki tedavide
PaO2’deki düzelme benzer bulunmuş. GM-CSF tedavisine yanıt veren hastalarda
ortalama PaO2’deki artış 23 mmHg ve tüm GM-CSF alan hastalarda PaO2’deki
ortalama artış 9.7 mmHg bulunmuş. Subkutan GM-CSF tedavisine yanıt ile ilişkili
faktörler tedaviyle hipereozinofili gelişmesi, PAP tanısında gecikme, yüksek VC,
normal serum LDH, ve artmış serum SP-B bulunmuş. Benzer çalışmalar birlikte
değerlendirildiğinde sc GM-CSF tedavisi hastaların yarısında başarılı, tedavi yanıtı
değişken, başarı doza ve kullanım süresine bağımlıdır.
Otoimmün PAP’ın tedavisinde inhale GM-CSF formu çok daha etkilidir. Retrospektif bir çalışmada 2 mL izotonik NaCL içinde 250 µg/12 saat alan 12
hastanın 11’inde (%91) düzelme olmuş. Ayrı bir raporda üç vakada inhale GMCSF ile düzelme sağlandığı bildirildi. Japon prospektif çalışmasında;-indüksiyon
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
319
fazında 2 haftalık 6 siklus halinde inhale GM-CSF 125 µg/12 saat 1-8 günler,
yeni siklus 14. günde başlatılarak,-idame fazında 2 haftalık 6 siklus halinde GMCSF 125 µg/24 saat 1-4 günler, yeni siklus 12. günde başlatılarak tedavi verilmiş. Tedaviye alınan 35 hastanın 24’ünde (%68.6) düzelme olmuş. Düzelmeler
17 hastada indüksiyon döneminde ve 7 hastada idame döneminde görülmüş.
Serum anti-GM-CSF ak konsantrasyonları tedaviyle değişiklik göstermemiş. İki
hastada önemli yan etkiler olarak akciğer tüberkülozu ve ağır akciğer enfeksiyonunun anti-GM-CSF’e bağlı olabileceği düşünülmüş. Son zamanlarda GM-CSF
tedavisinin tüm akciğer lavajına alternatif olabileceği düşünülmektedir.
GM-CSF alveoalar makrofaj sayı ve fonksiyonlarını düzelterek fırsatçı enfeksiyon
riskini azaltır, alveolde surfaktan birikimini ortadan kaldırır (12). Halen GM-CSF
tedavisine yanıtı önceden belirleyecek klinik ya da biyolojik bir belirteç yoktur.
GM-CSF’den yarar görecek hastaları belirleyebilmek mümkün değildir. AntiGM-CSF ak konsantrasyonları ile tedavi yanıtı ilişkisiz gözükmektedir (3).
3. Rituximab ve plazmaferez: Plazmaferez anti-GM-CSF ak’larını azaltarak
etkili olmaktadır. Çok az sayıda PAP’lı hastada denenmesi sonucunda anti-GMCSF ak’larında azalma sağlandığı gösterilmiş. Hastaların birinde dikkat çekici
bir düzelme gözlenirken, diğerinde ise hafif düzelme gözlenmiş. Bu tedavinin
etkinliğini değerlendirebilinmesi için çok sayıda PAP’lıyı içeren çok sayıda çalışmaya gerek vardır. İlaç B lenfosit CD20 antijenine monoklonal ak etkisiyle
tedavi oluşturmaktadır. Anti-GM-CSF ak’larını azaltarak PAP’ı tedavi edebilir.
Prospektif, tek merkezli, açık etiketli rituxumab çalışmasında on PAP hastasının
sekizinde anti-GM-CSF ak konsantrasyonlarında değişiklik olmadan rituxumab
ile düzelme sağlandığı bildirildi (3,17). Bir çalışmada da tam akciğer lavajını kabul
etmeyen hastalara rituxumab uygulayarak tedavinin 6. ayında da klinik, fonksiyonel ve radyolojik düzelmenin sürdüğü bildirildi (3,18). Tüm akciğer lavajına
yanıt vermeyen az sayıda hastalarda rituxumab ile belirgin düzelme sağlandığı
gösterilmiş (3,19). Tüm hastalar rituxumab’ı iyi tolere etemişler. Tam akciğer
lavajına dirençli hastalarda kullanılabileceği düşünülmektedir (3).
Akciğer transplantasyonu: Bir hastada başarıyla uygulanmış, ancak 3 yılda
nüks gelişmiş (20).
Prognoz: Spontan remisyondan ölüme kadar hastalığın seyri kestirilemez (8).
Tedavi amaçlı lavajın yaygın kullanımı neticesinde oto-immün PAP’lılarda 5 yıllık
sağkalım yaklaşık %95’dir. Hematolojik malignitelerle ilişkili PAP’ta ise prognoz
oldukça kötüdür ve ortalama yaşam süresi 16 aydır (3).
Teşekkür
Görsel materyaller (Resim 1-6) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Demet Karnak’ın izniyle
arşivinden alınmıştır. Eğitime sağladığı katkı için kendisine teşekkür ederiz.
320
PULMONER ALVEOLER PROTEİNOZİS
KAYNAKLAR
1. İoachimescu OC, Kavuru MS. Pulmonary alveoler proteinosis. Review series. Chronic
Respiratory Disease 2006; 3: 149-59.
2. Trapnell BC, Whitsett JA, Nakata K. Pulmonary alveoler proteinosis. N Engl J Med
2003; 349: 2527-39.
3. Borie R, Danel C, Debray MP, et al. Pulmonary alveoler proteinosis. Eur Respir Rev
2011; 20: 120-98.
4. Seymour JF, Presneill JJ. Pulmonary alveoler proteinosis: progress in the first 44 years.
Am J Respir Crit Care Med 2002; 166: 215-35.
5. Byun MK, Kim DS, Kim YW, et al. Clinical features and outcomes of idiopatic pulmonary
alveoler proteinosis in Korean population. J Korean Med Sci 2010; 25: 393-8.
6. Trapnell BC, Nakata K, Kavuru MS. Pulmonary alveoler proteinosis syndrome. Chapter63.
Eds: Mason RJ, Broaddus VC, Martin TR, King TE, Schraufnagel DE, Murray JF, Nadel
JA. Muray &Nadel’s. Textbook of Respiratory Medicine. 5th edition. Volume II. Saunders
Elsevier. Philadelphia 2010: 1516-36.
7. Khan A, Agarwal R. Pulmonary alveoler proteinosis. Review. Respiratory Care 2011;
56: 1016-28.
8. Dexter ME, Cosgrove GP, Douglas IS. Managing a rare condition presenting with
intractable hypoxemic respiratory failure. Chest 2007; 131: 320-7.
9. Mazzone P, Kavuru MS. Pulmoner alveoler proteinosis: recent advences. Seminars in
Respiratory and Critical Care Medicine 2002; 23: 115-26.
10. Beccaria M, Luisetti M, Rodi G, et al. Long-term durable benefit after whole lung lavage
in pulmonary alveoler proteinosis. Eur Respir J 2004; 23: 526-31.
11. Perez IV A, Rogers RM. Enhanced alveoler clearence with chest percussion therapy and
positional changes during whole-lung lavage for alveoler proteinosis. Chest 2004; 125:
2351-5.
12.Michaud G, Reddy C, Ernst A. Whole-lung lavage for pulmonary alveoler proteinosis.
Chest 2009; 136: 1678-81.
13. Bingisser R, Kaplan V, Zollinger A, Russi EW. Whole-lung lavage in alveoler proteinosis
by a modified lavage technique. Chest 2006; 10: 1717-9.
14. Tattersfield AE, du Bois RM. Pulmonary alveoler proteinosis: clinical aspects and current
concepts on pathogenesis. Rare diseases.6. Thorax 2000; 55: 67-77.
15.Fırat ND, Çiledağ A, Kabalak PA, et al. Pulmonary alveoler proteinosis and succesful
therapy with combined lavage procedures: Case reports. Experimental and Therapeutic
Medicine 2011; 2: 569-73.
16. Dawlaty AE, Hajjar W, Alnassar S, et al. Continuous positive airway pressure ventilation
during whole lung lavage for treatment of alveoler proteinosis- A case report and review
of literature. Saudi Journal of Anaesthesia 2011; 5: 76-8.
17. Marshall I, Malur A, Arce S, et al. Rituximab and pulmonary alveoler proteinosis: what
have we learned so far? Am J Respir Crit Care Med 2010; 181: 3994.
18. Borie R, Debray MP, Laine C, et al. Rituximab therapy in autoimmune pulmonary alveoler
proteinosis. Eur Respir J 2009; 33: 1503-6.
19. Amital A, Dux S, Shitrit D, et al. Therapeutic effectiveness of rituximab in a patient with
unresponsive autoimmune pulmonary alveoler proteinosis. Thorax 2010; 65: 1025-6.
20.Parker LA, Novotny DB. Recurrent alveoler proteinosis following double lung
transplantation. Chest 1997; 111: 1457-8.
PULMONER ALVEOLER
MİKROLİTYAZİS
Uzm. Dr. Armağan HAZAR
Pulmoner alveoler mikrolityazis (PAM) etyoloji ve patogenezi yeterince bilinmeyen kronik, nadir bir hastalıktır. Her iki akciğerde çok sayıda, intraalveoler yerleşimli, küçük, yuvarlak, kalküller (kalsiferit, kalkosferit veya mikrolitler), fosfat ve
az miktarda alüminyum, magnezyum birikimi vardır (1-5).
İlk kez 1686 yılında Malpighi makroskopik olarak hastalığın varlığını tespit etmiştir. 1918 yılında Harbitz otopside, akciğerlerde birikmiş aşırı kalsifikasyon
olduğunu göstermiş, 1932 yılında Schildknecht PAM’ın radyolojik değişimlerini
tanımlamış, alveoler mikrolityazis ismi ise aynı yıl Puhr tarafından verilmiştir.
1957 yılında Sossman %50 ailesel geçiş olduğunu bildirmiştir (1-4). Türkiye’de
ilk vaka 1962 yılında yayınlanmıştır.
Tanı konulan olgular genellikle 20-40 yaş arasında olmakla birlikte yenidoğanlarda
ve 50 yaş üzerinde de bildirilen olgular vardır. Erkeklerde görülme oranı kadınlardan daha yüksektir (E/K=1.5/1). Genellikle tanı 2 ve 3. dekatta konulur (3,6).
EPİDEMİYOLOJİ
Literatürde tüm dünyada 2001 yılında 424 olgu, 2004 yılındaki bir meta-analizde ise 576 olgu bildirilmiştir (7-9). Bu meta-analizde, olguların %42’sinin Avrupa, %40.6’sının Asya kökenli olduğu görülmüştür. Hastalığın insidansı Türkiye,
Bulgaristan, Fransa, Almanya, USA, Hindistan, İtalya, Polonya, İspanya, Rusya,
Japonya, eski Yugoslavya gibi ülkelerde yüksek olmakla birlikte, Türkiye, Japonya ve İtalya’da en sık olarak görülmektedir (1). Türkiye’de prevalans %16.3 olup,
dünyada bildirilen olguların 1/3 inin Türkiye kaynaklı olduğu saptanmıştır (3,6).
Türkiye’de bu kadar çok vaka bulunmasının nedeninin, akraba evliliklerinin fazla
olmasından dolayı olduğu düşünülmektedir.
ETYOPATOGENEZ
PAM’ın etyoloji ve patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Ailesel hastalık olarak, hasta gruplarında görüldüğü gibi, sporadik vakalarda da görülebilmektedir.
321
322
PULMONER ALVEOLER MİKROLİTYAZİS
424 vakalık bir meta-analizde 269 sporadik (%63.44), 155 ailevi olgu tespit
edilmiştir. Uzun yıllar etyopatogenezden sorumlu olabileceği düşünülen çevresel,
genetik, immünolojik, metabolizma bozuklukları gibi aşağıda yer alan pek çok
teori oluşturulmuştur (3,10-12).
1. %9’dan fazla kalsiyum içerikli enfiye kullanımı (11,13),
2. Kırsal kesimde ve çiftliklerde çalışanlarda spesifik (kum,mika) toz inhalasyonları (10,11),
3. Mukosilier klirensin bozulması (3,12,14),
4. Genetik olarak, karbonik anhidraz enziminin bozukluğuna bağlı kalsiyum
ve fosfor metabolizma bozukluğu, immün sistemde bozulma, akciğerlerde
anatomik ve fizyolojik değişiklikler (3,15,11),
5. Yenidoğanda meydana gelebilecek metabolizma bozuklukları sonucu alveolde alkalen ortamın arttığı veya mukopolisakkarit depolanması sonucu kalsiyum tuzlarının lokal olarak birikmesi (7,11,15-17)
6. Alveoler yüzey membranında oluşan bir enzim defekti sonucu, alkali ortamın oluşması ve kalsiyum tuzlarının çökmesi (3,7,10),
7. Kalsiyum metabolizmasının bozulması (7),
8. Küçük hava yollarında, Curshmann spirallerinde, yoğun düzeyde, çeşitli irritanlar ve mikrolitlerin formasyonu ile oluşan bir immün reaksiyon (7,17),
9. Otosomal resesif geçiş (17-20),
10. Tip IIb sodyum-fosfat cotransporter (SLC34A2) geninin varlığı ilk kez 2006
yılında Türk ve Japon bilim adamları tarafından açıklanmıştır. Bu gen alveoler Tip II hücrelerde Tip IIb sodyuma bağlı fosfat taşıyıcılarını kodlar. Fosfat taşıyıcıları fosfor iyonlarını alveol boşluklarından alıp Tip II hücrelerine
taşır. SLC34A2 geninde homozigot mutasyonlar tespit edilmiştir. Geninin
eksikliğinden dolayı fosfor iyonları taşınamaz, alveoler boşlukta birikir. PAM
hastalarında birikmiş olan taşlar kalsiyum-fosfat taşlarıdır. Bu bulgular bize
birikmiş olan fosforun, kalsiyum ile birleşerek bu taşları yaptığını düşündürmektedir (1,4,21-23).
Bazı çalışmalar Clara hücreleri ve alveoler Tip II hücrelerinin, serum surfaktan protein-A (SA-A) ve sürfaktan protein-D (SP-D) proteinlerini yaptığını ve
PAM da serumda sürfaktan protein A ve D seviyelerinin yükseldiğini göstermiştir
(1,4,5,17,21,22).
Süt-alkali sendromu, pulmoner fibroz, mitral darlığı ve nefrolityazis, renal transplant, perikardiak kist, Waardenburg anophtalmia sendromu, akalazya ve lenfositik interstisyel pnömoni, akciğer tüberkülozu sendromu gibi akciğer dışı organ
PULMONER ALVEOLER MİKROLİTYAZİS
323
tutulumları ve başka hastalıklarla beraber olması, hastalığın sistemik olduğunu
düşündürmektedir (11).
PATOLOJİ
Makroskopik olarak incelendiğinde, akciğerlerin parankimde bulunan kalsifiye
nodüllerden dolayı sert ve ağır olduğu görülür. İnceleme için akciğerden kesit
alınması oldukça zordur. Kesit alındığında elektron mikroskopunda soğana benzer lameller, konsantrik yapı görülür. Merkezde asit, mukopolisakkrit, mukoprotein kompleksi vardır, PAS ile pembe renkte boyanır. Hastalığın başlangıç safhasında alveol yapısı bozulmamıştır. Daha sonra dilatasyona uğramış alveoller
içinde mültipl mikrolitlere rastlanır, bu mikrolitler yuvarlak, 250-750 μ çapında,
0.01-3 mm büyüklüğündedir. Yapılarında kalsiyum ve fosfor tuzları vardır. İlk
oluşum interstisyel bölgededir. Daha sonra alveoller içine geçer. İleri dönemde
interstisyel hastalık oluşur (1,3,15,17,20).
TANI
Hastalığın tanı koydurucu spesifik bir semptomu yoktur. Olguların çoğu asemptomatiktir. PAM tanısı 1950-1960 yılları arasında, ancak solunum yetersizliği
ile gelen hastalarda otopsi ile ileri evrelerde konulabiliyordu. Günümüzde ise
hastalarda rutin çekilen akciğer grafilerinde bulunan radyolojik bulgular ile erken
evrede tanı mümkündür (4).
Açık akciğer biyopsisi, transtorasik veya transbronşiyal iğne biyopsileri, bronkoskopik inceleme tanıda kullanılan diğer yöntemlerdir (20).
KLİNİK VE LABORATUVAR BULGULARI
Hastalığın erken döneminde semptom yoktur. Bir meta-analizde incelenen 576
olgunun tanı konulduğunda, olguların %51.8’de semptomların olmadığı görülmüştür (1). Aynı meta-analizde olguların diğer yarısında da dispne, öksürük, göğüs ağrısı olduğu bildirilmiştir (9).
Tanı konulmadan önceki inisiyal faz döneminde hastalar yıllarca semptom vermeden yaşamlarını sürdürebilmektedir. Bazı olgularda ise klinik farklı seyrederek,
değişik hız ve oranlarda giderek ağırlaşmaktadır. Kliniğin seyrine göre solunum
yetersizliğinden kronik kalp ve akciğer hastalıkları hatta fibrozise kadar değişebilen tablolar ortaya çıkabilir. Hastaların çoğunda yavaş, progressif ilerleyen egzersiz dispnesi, nonprodüktif, inatçı öksürük ve hemoptizi vardır. Ayrıca halsizlik,
hırıltılı solunum, balgam çıkarma, kilo kaybı, baş ağrısı gibi başka pulmoner ve
non pulmoner semptomlar görülebilir. Hızlı başlangıç ve progresyon nadirdir (4).
Çomak parmak, hipertrofik pulmoner osteoartropati bazı olgularda rastlanabilir
(20,24).
Hastaların fizik muayenesinde erken dönemde bulgu yoktur. Solunum ve kalp
yetmezliği gelişen ileri evre olgularda bilateral ral ve ronküsler, ödem bulunabilir.
324
PULMONER ALVEOLER MİKROLİTYAZİS
Laboratuvar bulguları genellikle nondiagnostiktir. Biyokimyasal tetkiklerde kalsiyum ve fosfor metabolizmasını açıklayan parametreler ile renal, paratiroid ve
hepatik fonksiyonları normaldir (6). Sürfaktan proteini olan A ve D seviyeleri
yüksek bulunabilir (1,22).
Solunum fonksiyon testleri başlangıçta normal iken hastalığın ilerlemesine bağlı
olarak, akciğer volümlerinde ve diffüzyon kapasitesinde düşme görülebilir. Hastaların %30’unda restriktif tipte solunum yetmezliği bulunur. Vital kapasite, total
akciğer kapasitesinde azalma vardır, rezidüel volümün total akciğer kapasitesine
oranı normaldir. Alveoloarteriyel oksijen gradienti artar (2,3,17,21).
Bronkoskopik incelemede bronkoalveoler lavajda mikrolitler, az oranda mikrolitlerin ekspektorasyonu görülebilir (6).
RADYOLOJİK BULGULAR
Klinik semptomların spesifik olmaması nedeni ile radyolojik tetkiklerin tanıda
önemli bir yeri vardır.
Konvansiyonel akciğer grafisi:
Her iki akciğerde özellikle posteriorda, alt ve orta akciğer sahalarında, diffüz
ince, farklı boyutlarda kum tanesine benzer kalsifiye mikronodüller, hastalığın
karakteristik özelliğidir.
Akciğerdeki bu görünüm (sandstorm lung) kum fırtınası olarak adlandırılır
(20,21). Lezyonların yoğunluğundan kalp ve diyafragma sınırları seçilemez. Apikal alanlarda büller olabilir. Felson bazı hastalarda akciğer parankimi ve kaburga
arasında artmış translusen görünümden dolayı siyah plevral hat (Black plevral
line) varlığının PAM için patognomonik olduğunu göstermiştir (15). Plevral kalsifikasyonlara rastlanabilir (Resim 1) (2,3,6,17,21).
Bilgisayarlı tomografi:
Resim 1. Pulmoner alveoler mikrolityazisli bir hastanın PA akciğer grafisi
Periferik, mediastinal ve fissür boyunca, subplevral simetrik, 1 mm
veya daha küçük boyutlarda yoğun çizgisel hat ile sınırlı kalsifikasyonların varlığı, taşlı akciğer(stony
lung) görünümü olarak isimlendirilir ve hastalık için tipiktir. YRBT’
de lezyonların sekonder pulmoner
lobülde yerleştiği görülür. Buzlu
cam görünümünün, septalardaki
kalsifiye nodüllerle birlikte olması
crazy-paving patern olarak bilinir
(17,21,25). Parankimal bant, para-
PULMONER ALVEOLER MİKROLİTYAZİS
325
septal veya sentrilobüler amfizem,
peribronkovasküler interstisyel kalınlaşma.diğer görülebilen bulgulardır (Resim 2) (2,3,15).
Sintigrafik inceleme:
Akciğerler 99m Tc difosfonat ile yapılan kemik sintigrafisinde yaygın
olarak tutulur (2,11,15,26). Fakat
bu tetkik metodu ile, metastatik kalsifikasyonlar ayırt edilemez (Resim 3).
Resim 2. Pulmoner alveoler mikrolityazisli bir hastanın Bilgisayarlı akciğer tomografisi
Pozitron emisyon tomografisi
(PET):
Akciğer parenkimindeki kalsifiye
lezyonların PET incelemesinde
SUV max değerinin 7.3-2.7 arasında olması tanıyı destekler. PET
tomografi, antiinflamatuar tedaviye
karar vermeden önce, inflamasyon
bulgularının varlığını tespit etmek
ve antiinflamatuar tedaviyi yönlendirmek için kullanılabilir (15).
AYIRICI TANI
PAM, radyolojik tutulum açısından
milier akciğer tüberkülozu, sarkoidoz, metastatik akciğer hastalıkları, alveoler hemorajiler, talkosis,
silikoproteinosis, diffüz alveoler
amiloidozis, diffüz pulmoner ossifikasyonlar (primer hiperparatiroidi,
kronik böbrek yetmezliğine bağlı
Resim 3. Pulmoner alveoler mikrolityazisli bir hasta- hiperparatiroidizm, mültipl myenın kemik grafisinde akciğerlerde tutulum
lom, hipervitaminoz D, süt -alkali
sendromu), çöl kumlarının inhalasyonuna bağlı oluşan nonprofesyonel pnömokonyoz ve çöl akciğeri sendromu ile
karışabilir, tanı sırasında bu hastalıkların ekarte edilmesi gereklidir (11,21).
Klinik ve radyolojik bulgular açısından pulmoner ossifikasyon ve pulmonary corpora amylacea ile karışabileceğinden, histopatolojik ve kimyasal analizler yapılmalıdır (20). PAM’da akciğer dışı alanlarda özellikle perikard, gonad, sempatik
ganglion ve prostatta kalsifikasyonlar görülebilir. Ayrıca bu hastalarda renal taş-
326
PULMONER ALVEOLER MİKROLİTYAZİS
lar ve paratiroid bozukluklara da rastlanabilir. Hastalığın akciğere göre testisleri
daha sıklıkla tuttuğu bildirilmektedir (4,11).
TEDAVİ
PAM’da günümüze kadar spesifik, etkin bir tedavi yöntemi yoktur (11,20,24).
Bronkoalveoler lavaj ve şelazyon yapan bazı ajanların uygulanmasının tedavideki
yararlılığı gösterilememiştir. Kortikosteroid uygulanan bazı hastalarda ise saptanan düzelmeler altta yatan hastalığa eşlik eden interstisyel akciğer hastalıklarına
bağlı olduğu düşünülmüştür. Çocuk hastaların bir kısmında disodyum etidronat
kullanılması ile radyolojik gerileme saptanmış ancak daha fazla çalışmalara ihtiyaç olduğu bildirilmiştir.
Akciğer transplantasyonu diğer tedavi seçeneklerinden biridir. İleri evre hastalarda yararı tam olarak bilinmemekle birlikte özellikle bilateral yapılan transplantasyonların daha yararlı olduğu söylenmektedir (3,10,11,14,16,17,20,21,26-28).
PROGNOZ
PAM selim bir hastalıktır. Hastalar uzun yıllar semptomsuz yaşamlarını sürdürebilirler. İleri evrede hastalarda solunum yetmezliği, korpulmonale ve fibrozis
gelişebilir. Yaşam süresi uzun olduğundan hastalar uzun yıllar yaşıyabilirler ama
komplikasyon gelişimi yönünden yakın takiplari gereklidir (10,11). Serum surfaktan protein-A (SA-A) ve sürfaktan protein-D (SP-D) seviyeleri ölçülerek.bu
markerların yükseldiği durumlarda hastalığın aktive olduğu belirtilmektedir (21).
KAYNAKLAR
1. Kırbaş G .Pulmoner alveoler mikrolitiyazis. In: Özlü T, Metintaş M, Karadağ M, Kaya A.
Solunum sistemi ve hastalıkları temel başvuru kitabı, İstanbul: İstanbul Tıp Kitapevi, 2010:
1165-8.
2. Ortaköylü G, Ketenci, Bahadır A, ve ark. Pulmonary alveoler microlithiasis. Turkish
Respiratory Journal 2006; 7: 34-7.
3. Samano Marcus N, Walsberg DR, Canzian M, et al. Lung transplantation for pulmonary
alveoler microlithiasis: a case report. Clinics, (Sao Paulo) 2010; 65: 233-6.
4. Corut A, Şenyiğit A, Ugur SA, et al. Mutations in SLC34A2 cause Pulmonary Alveoler
Microlithiasis and are possibly associated with testicular microlithiasis. Am J Hum Genet
2006; 9: 650-6.
5. Huqun A, Izumi S, Miyazawa H, et al. Mutations in the SLC34A2 gene are associated
with pulmonary alveoler microlithiasis. Am J Respir Crit Care Med 2007; 175: 263-8.
6. Müsellim B. Diğer Interstisyel Akciğer Hastalıkları. In: Özlü T. Metintaş M. et al. Akciğer
hastalıkları temel bilgiler. Türk Toraks derneği okul kitabı, Ankara: Poyraz Yayıncılık
2008: 477-8: 481-2.
7. Balbir M, Sabhanwal R, Singh A. Pulmonary alveoler microlithiasis with calcified pleural
plaques. Lung India 2010; 27: 250-2.
8. Devi GHJ, Rao KN, Prathima KM, et al. Pulmonary alveoler microlithiasis. Lung India
2011; 28: 139-41.
PULMONER ALVEOLER MİKROLİTYAZİS
327
9. Mariotta S, Ricci A, Papale M, et al. Pulmonary alveoler microlithiasis: report on 576
cases published in the literature. Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2004; 21: 173-81.
10.Keyf İA. Pulmoner alveoler mikrolitiyaz. In: Erdoğan Y, Samurkaşoğlu B, Diffüz
Parankimal Akciğer Hastalıkları Ankara: Mesut Matbaacılık 2006: 391-6.
11. Lamorgese CG. Pulmonary alveoler microlithiasis. Respiration 2003; 70: 549-55.
12.Gayathri B, Keerthivasan S. Pulmonary alveoler Microlithiasis. J.Medicine 2011; 12:
55-7.
13. Chinachoti N, Tangchai P. Pulmonary alveoler microlithiasis associated with the inhalation
off snuff in Thailand. Chest 1957; 32: 687-9.
14. Okutan O, Kartaloglu Z, İlvan A, ve ark. Yeni tanı konulmuş Ailesel Alveoler Microlithiasis
(İki erkek kardeş olgu sunumu).Türk Toraks Dergisi 2007; 8: 127-9.
15.Günay E, Özcan A, Günay S, et al. Pulmonary alveoler microlithiasis with low
fluorodeoxyglucose accumulation in PET/computed tomography. Ann Thorac Med
2011; 6: 237-40.
16.Edelman JD, Bavaria J, Kaiser LR, et al. Bilateral sequential lung transplantation for
pulmonary alveoler microlithiasis. Chest 1997; 112: 1140-4.
17.Chandra S, Mohan A, Guleria R, et al. Bilateral stony lung: pulmonary alveoler
microlithiasis. BMJ Case Rep 2009; 2009. pii: bcr09.2008.1012.
18. Şenyiğit A, Yaramış A, Gürkan F, et al. Pulmonary alveoler microlithiasis: A rare familial
inheritance with report of six cases in family. Respiration 2001; 68: 204-9.
19.Yurdakul AS, Mutlu İ, Güven SF, ve ark. Alveoler microlitiyazis (iki olgu nedeniyle).
Solunum Hastalıkları 2003; 14: 58-61.
20. Uçan E, Keyf AI, Aydilek R, et al. Pulmonary alveoler microlithiasis: review of Turkish
Reports. Thorax 1993; 48: 171-3.
21.Abdalla G, Marchiori E, Zanetti G, et al. Pulmonary Alveoler Microlithiasis: Acase report
with emphasis on imaging findings Case reports in medicine Epub 2010; Jul (4): 819242.
22. Tachibana T, Hagiwara K, Johkoh T, et al. Pulmonary alveoler microlithiasis review and
management. Curr Opin Pulm Med 2009; 15: 486-90.
23. Doğan ÖT, Özşahin LS, Gül E, et al. A frame-shift mutation in the SLC34A2 gene in
three patient with pulmonary alveoler microlithiasis in an Inbred family. Inter Med 2010;
49: 45-9.
24. Emri S, Çöplü L, Selçuk TZ, et al. Hypertrophic pulmonary osteoartropathy in a patient
with pulmonary alveoler microlithiasis. Thorax 1991; 46: 145-6.
25.Gasparetto EL, Tazoniero P, Escuissato DL, et al. Pulmonary alveoler microlithiasis
presenting with crazy-paving pattern on high resolution CT. Br J Radiol 2004; 77:
974-6.
26.Eren A, Maraşlı B, Keren N, ve ark. Pulmoner alveoler mikrolityazis (olgu sunumu).
Akciğer 2006; 4: 205-8.
27. Ju Yin MD, Shen K. MD. Images in clinical medicine Pulmonary alveoler microlithiasis in
a child. New Eng J Med 2011; 364: 49.
28.Kölsch H, Eggebrecht H. Coronary angiography in a patient with pulmonary alveoler
microlithiasis (Letter). Heart 2005; 91: 1226.
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER
İNFİLTRASYONLARI
Doç. Dr. Ömer Tamer DOĞAN, Yard. Doç. Dr. Serdar BERK
Lenfositik İnterstisyel Pnömoni (LİP)
İlk kez 1969 yılında Carrington ve Liebow tarafından ışık mikroskobunda
akciğer biyopsi örneklerinde tanımlanan LİP, idiyopatik interstisyel pnömonilerin ayrı bir alt grubu olarak kabul
edilmektedir (1). Son değerlendirmeler
bazı LİP vakalarının low-grade B cell
MALT (mucosa-associated lymphoid
tissue) lenfoma olduğunu düşündürmektedir. Bazı idiopatik LİP vakaları
malign transformasyon gösterse de
modern immunositokimyasal ve moleküler teknikler kullanılarak çoğu vakayı
lenfomadan ayırt etmek mümkündür.
Pek çok otör tarafından diffüz pulmoner lenfoid hiperplazinin farklı bir histolojik tipi olarak kabul edilmektedir.
İdiopatik LİP’in insidansı düşük olup
patogenezi tam olarak bilinmemektedir
(2). Ayrıca sıklıkla bazı sistemik, otoimmun ve enfeksiyöz hastalıklarla birlikte
olabilir (Tablo 1) (3,4).
LİP, histolojik olarak alveoler septal
bölgelerde daha belirgin olmak üzere
özellikle T lenfositler, plazma hücreleri, makrofajlar dan zengin diffüz interstisyel infiltrasyonlarla karakterize-
Tablo 1. Lenfositik interstisyel pnömoni
ile ilişkili hastalıklar
Hastalıklar
Otoimmun
Sjögren sendromu
Sistemik lupus eritematozus
Romatoid artrit
Juvenil romatoid artrit
Hashimoto tiroiditi
Myastenia Gravis hastalığı
Hemolitik anemi
Pernisiyöz Anemi
Otoeritrosit sensitizasyon sendromu
Kronik aktif hepatit
Çölyak hastalığı
Primer biliyer siroz
Sistemik immun yetmezlik durumları
HIV/AIDS
Common variable immun yetmezlik
Agammaglobulinemi
Diğer
Allojenik kemik iliği transplantasyonu
Pulmoner alveoler mikrolitiazis
Tüberküloz
Lejyonella, Mikoplazma, Klamidya enfeksiyonları
Difenilhidantoin kullanımı
Pulmoner alveoler proteinozis
İdiopatik
328
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
329
dir. Lenfoid hiperplazi sıktır. Bal peteği şeklinde bazı yapısal değişiklikler ve non
kazeöz dev hücreler görülebilir (3).
Patogenez, altta yatan durum ve hastalıklar
Hastaların bazılarının akciğer doku örneklerinde Ebstein-Barr Virus (EBV) izole
edilmiştir. Barbera ve arkadaşları 14 LİP’li hastanın 9’unun akciğer biyopsi örneklerinde insitu hibridizasyon yöntemi ile EBV saptamışlardır (5). Yine aynı yöntemle yapılan başka bir araştırmada HIV ile enfekte AIDS'li çocukların %80'nin
akciğerlerinde EBV DNA’sı tespit edilmiştir (6). Bu bilgiler, hepsinde olmasa da
bazı vakalarda LİP gelişiminde EBV enfeksiyonunun rol oynadığını düşündürmektedir. LİP aynı zamanda hem çocuklarda hem de yetişkinde AIDS’in yaygın
bir komplikasyonu olarak görülebilir. Japonya’da HTLV1 virüsünün LİP gelişimi
ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (7). HIV pozitif hastaların %3-4’ünde görülen Diffüz
İnfiltratif Lenfositoz Sendromu (DİLS) dokularda diffüz olarak CD8 T-Lenfosit
artışı ile karakterize parotis büyümesi lenfadenopati ile seyreden bir sendrom
olup bu vakaların %50’sinde LİP geliştiği bildirilmiştir (8).
Klinik ve Laboratuvar Bulguları
Hastaların çoğunluğu kadın olup sıklıkla 40-70 yaşlarında görülür. Ortalama tanı
yaşı 52-56 yıldır. İlerleyici nefes darlığı, kuru öksürük gibi solunumsal semptomların yanı sıra ateş, gece terlemesi, kilo kaybı gibi sistemik bulgular görülebilir.
Öksürük ve bronkospazm gibi bazı bulgular radyolojik anormallik saptanmadan
önce de gelişebilir. Akciğer oskültasyonunda bibaziler ince raller sıktır. Çomak
parmak görülebilir. Periferik ve mediastinal lenf tutulumu ile splenomegali nadirdir. Akciğer fonksiyon testlerinde değişik derecelerde restriktif solunumsal
defekt, azalmış DLCO ve hipoksemi bulunur (4,9). Bununla birlikte eşlik eden
kollajen doku veya otoimmun hastalıklara özgü semptomlar bulunabilir. Hastalarda sıklıkla disproteinemi, hafif derecede anemi, eritrosit sedimantasyon hızında yükselme ve BAL’da lenfositoz saptanabilir (2,10).
Radyolojik Bulgular
LİP'de akciğer radyografi ve tomografi bulguları nonspesifiktir. Direkt radyografide bibaziler retiküler veya retikülonodüler infiltrasyonlar görülebilir. Bu bulgular pnömosistis jiroveci pnömonisi, milier tüberküloz, veya sitomegalovirus
pnömonisinde de görülebilir (11). Toraks BT’de buzlu cam, interlobüler septal
kalınlaşmalar, sentrilober nodüller, kistik oluşumlar, hava bronkogramı içeren
konsolidasyonlar görülebilir. Bal peteği görünümü nadirdir (12,13).
Tanı ve Tedavi
Semptomların başlangıcından tanı konuncaya kadar geçen süre ortalama 15 ay
kadardır (14). Tanısal yaklaşım diğer interstisyel akciğer hastalıklarında olduğu
gibidir. LİP’i pulmoner lenfoma, diffüz veya nodüler lenfoid hiperplazi, hipersen-
330
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
sitivite pnömonisi ve NSİP gibi diğer interstisyel akciğer hastalıklarından ayırt
etmek için cerrahi akciğer biyopsisi gereklidir (15).
Tedavi seçenekleri ve etkinliğiyle ilgili yeterli literatür bilgisi bulunmamaktadır. Bazen spontan düzelme gözlenebilir. Kortikosteroidler en sık kullanılan ilaçlar olmakla birlikte tedavi dozu ve süresi ile ilgili standardizasyon yoktur. Yirmi altı hastayı
içeren iki gözlemsel çalışmada hastaların bir kısmına yalnızca kortikosteroid bir
kısmına da kortikosteroidle birlikte siklofosfamid veya klorambusil kombinasyonu
tedavisi uygulanmış, kombinasyon tedavisi uygulananların %25’inde dramatik iyileşme, %15’inde hafif iyileşme, %25’inde stabil kalma gözlenmiştir (16,17). Onbeş LİP’li hastanın 14 yıl izlendiği başka bir çalışmada steroid, kolşisin, siklofosfamid veya bunların kombinasyonu uygulanmış, tedaviye yanıt oranı %89, ortanca
yaşam süresi 11.5 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların hiçbirinde malignite gelişimi
bildirilmemiştir (18). Primer Sjögren Sendromlu LİP’li hastada azathioprin tedavisi
ile başarılı sonuç alındığı (19), HIV enfeksiyonuna sekonder gelişen LİP’in tedavisinde antiretroviral tedavinin etkili olabileceği bildirilmiştir (20).
Pek çok hasta immunsupresyon nedeniyle enfeksiyöz komplikasyonlar, progressif pulmoner fibrozis veya malign lenfoma gelişmesi nedeniyle kaybedilir (20,21).
Hastaların yaklaşık %5’inde düşük dereceli B-hücreli lenfoma geliştiği tahmin edilmektedir (9,14,22).
Akciğerin plazma hücreli infiltrasyonları
Plazma hücreli interstisyel pnömoni (PİP), LİP’in bir varyantı olup ilk kez Moran
ve Toten tarafından tanımlanmıştır (23). Histolojik tipi LİP’e benzer fakat alveoler
interstisyumda hakim olan hücre tipi plazma hücreleridir. Plazma hücreleri arasına
lenfositler ve dev hücreler serpilmiştir. LİP’den farklı olarak fibrozis veya lenfomaya dönüşüm gösterilmemiştir (24). PİP, akciğerde kitle veya kitleler oluşturan plazma hücreli granulomadan ayırt edilmelidir. Plazma hücreli granuloma genellikle
çocuklarda ve genç erişkinlerde görülen, disproteinemi ya da sistemik bir hastalıkla
ilişkili olmayan, cerrahi olarak çıkarılması sonrası iyi prognoz gösteren benign bir
lezyondur (25). İnflamatuvar psödotümör olarak da adlandırılan plazma hücreli
granulomada, histolojik olarak farklı derecelerde mitoz içeren plazma hücreleri,
iğsi hücreler ile nekroz ve vasküler invazyon görülebilir. Kesin tanı ve tedavide
tam rezeksiyon gereklidir. Rezeke edilemeyen hastalarda steroidler, kemoterapi ve
radyoterapide uygulanabilir (26). Monoklonal plazma hücrelerinden kaynaklanan
plazmositoma da, plazma hücreli granulomadan ayırt edilmelidir. Plazma hücre
proliferasyonu ile karekterize extramedüller plazmasitoma, multiple miyelom ile
komplike olarak lenfatik sistem, deri ve solunum yollarında görülebilir. Akciğerde
hiler kitle, lober konsolidasyon veya hava bronkogramları içeren diffüz konsolidasyonlar şeklindedir (26,27). Primer pulmoner plazmasitoma literatürde kemik
iliği tutulumunun ve miyelomanın olmadığı nadir olgular şeklinde bildirilmiş olup
hastaların çoğunda nodüler pulmoner lezyonlar saptanmıştır (28).
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
331
İlk kez 1944 yılında tanımlanan Waldenström Makroglobulinemi’si (WMG) kemik iliğinin lenfoplazmositer hücre infiltrasyonu, anemi, sedimentasyon yüksekliği, monoklonal IgM gammapati ile karakterize daha çok yaşlılarda görülen bir
hastalıktır (29). Pulmoner tutulum sıktır ve teşhisten yıllar sonra da görülebilir.
Plevral sıvı hastaların yaklaşık yarısında, mediastinal lenfadenopati ise %25’inde
görülür. Bunun dışında göğüs radyografisinde kitle benzeri lezyonlar ve diffüz
retikülonodüler infiltrasyonlarda görülebilir (30). Pulmoner tutulum gösteren 44
WMG hastasının değerlendirildiği bir araştırmada 31 hastada pulmoner infiltrasyon, 22 hastada kitle, 19 hastada plevral effüzyon, 24 hastada ise ikiden fazla tutulumun bir arada olduğu bildirilmiştir. Yine bu hastalarda nefes darlığı, öksürük,
göğüs ağrısı en sık saptanan semptomlar olurken %15 hastanın asemptomatik
olduğu bildirilmiştir (31). WMG’li hastaların başlangıç tedavisinde rituximab ile
nükleosit analoğu ve/veya siklofosfamid kullanımı tercih edilmektedir (32,33).
Anjioimmunoblastik T-Cell Lenfoma
Anjioimmunoblastik T-Cell Lenfoma (AITL) ilk kez 1974 yılında Frizzera ve ark.,
tarafından lenfoma ve sistemik otoimmun hastalıkların özelliklerini taşıyan bir
hastalık olarak tanımlanmıştır (34). Daha önceleri disproteinemili anjioimmünoblastik lenfadenopati (AILD) olarak da adlandırılan hastalık günümüzde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından periferik T-hücreli Non-Hodgkin lenfoma
grubu içerisinde sınıflandırılmaktadır (35). Klinik ve laboratuar bulguları kollajen
vasküler hastalıkları düşündürür. Sistemik tutulum poliklonal gammapati ile sonuçlanan B hücre hiperreaktivitesi ile karakterizedir. Lenf nodlarının yapısı plazma hücreleri, lenfosit ve immunoblast infiltrasyonu ile bozulmuştur. İntrasellüler
alanda eozinofilik materyal birikimi ve immunoblastlar arasındaki kan damarı
proliferasyonunun gösterilmesi tanı için gereklidir. Akciğerlerde parankim tutulumu spesifik olmamakla birlikte lenfosit, plazma hücresi ve immunoblast infiltrasyonu, alveoler tip II hücre hiperplazisi, ve minimal alveoler fibrozis ile karakterizedir (30,34,35). İmmunfenotipik araştırmalar malign hücrelerin CD3, CD4
ve sıklıkla CD10 tipi T-helper fenotip ekspresyonlarının olduğunu göstermiştir
(36). Orta-ileri yaşlarda daha sık, erkek ve kadınlarda eşit oranlarda görülür (37).
Hastalığın etiyolojisinde EBV ve human herpes virus-6 (HHV6)’nın önemli bir
yeri olduğu, pek çok hastanın biyopsi örneklerinde polimeraz zincir reaksiyonu
(PCR) yöntemiyle gösterilmiştir (38).
Klinik olarak, hepatomegali, splenomegali, poliartrit, anemi, ateş, halsizlik, gece
terlemesi, kilo kaybı, ciltte döküntü, görülebilir. Laboratuvar incelemelerinde,
serum LDH ve sedimantasyon yüksekliği, poliklonal hipergammaglobulinemi,
pozitif coombs testi, lenfopeni, anemi, trombositopeni, hipereozinofili, hipoalbuminemi görülebilir (39-41).
Pulmoner parankimal tutulum yaklaşık %10 oranında bildirilmiştir. Hiler ve/
veya mediastinal lenfadenopati, plevral effüzyon görülebilir. Akciğer hastalığının
332
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
radyolojik görünümü bazallerde belirgin olmak üzere retikülonodüler infiltratlar
şeklindedir. Bazı hastalarda pnömoni veya bronkopnömoni görünümündedir.
Hipoksemi görülebilir (30). Pnömosistis jiroveci gibi fırsatçı etkenlere bağlı sekonder enfeksiyonlar gelişebilir (42).
Kesin tanı eksizyonel lenf nodu biyopsisi ile konur. Ayırıcı tanıda Castleman Hastalığı, Hodgkin Lenfoma, Diffüz büyük B-hücreli lenfoma akla gelmelidir (43).
Özellikle pulmoner tutulumu olanlarda diğer enfeksiyon nedenleri ve hatta akciğer
tüberkülozu da akılda bulundurulmalıdır (44).
Etkili ve standart bir tedavi yöntemi olmamakla birlikte kortikosteroidli tek ajan
ile tedavide önemli yanıtlar sağlanmıştır (45-47). Literatürde metotreksat, fludarabin, interferon-alfa tedavileri ve diğer kemoterapötiklerin kombinasyonu ile de
başarılı sonuçlar alındığını bildiren makaleler bulunmaktadır. Daha güncel olarak
siklosporin, rituximab, bevacizumab gibi ajanlarla hedefe yönelik tedavilerin üzerinde durulmaktadır (48).
AILT agresif bir seyir gösterir. Konvansiyonel kemoterapi ile median sağkalım 3
yıldan azdır. Tanıdan sonra hastaların ancak %10-30’u 5 yıl yaşar. Hastanın yaşı,
hastalığın klinik özellikleri, evresi, ödem, asit varlığı, serum LDH ve hemoglobin
düzeyleri ile sitogenetik özellikler prognozla yakından ilişkilidir (49).
Lenfomatoid Granulomatozis
Lenfomatoid Granulomatozis (LG) ilk olarak 1972 yılında tanımlanan nekrotizan vaskülitik bir hastalıktır. Santral sinir sistemi, deri ve akciğerler tutulabilir. Dokularda karakteristik olarak immunoblastlar, plazma hücreleri, ve küçük lenfositlerden oluşan polimorfik lenfoid infiltrasyonu görülür (30). Histopatolojik olarak
anjiosentrik immunoproliferatif lezyon içermesi ve vasküler nekrozun bulunması
ile LİP’den ayrılır (15). Çoğu LG’li hastanın EBV ile ilişkisi gösterildiğinden EBV
ile ilişkili anjiodestrüktif lenfoproliferatif hastalık olarak da tanımlanmaktadır (50).
Her yaş grubunda görülebilmekle birlikte 30-50 yaş arası erkeklerde daha
sıktır (51). Literatürdeki en küçük hasta, akciğer, karaciğer, deri tutulumu ile
ülkemizden bildirilen 10 aylık bir infanttır (52).
Akciğerler hemen daima tutulur (%90). Göğüs radyogramında, tipik olarak tek
veya çok sayıda nodüller, alveoler infiltratlar, kaviter lezyonlar veya plevral effüzyon saptanabilir. Akciğerlerde küçük-orta boy arter ve venlerin çevresinde granulomatöz nekrotizan infiltrasyona neden olur (53). Nefes darlığı, göğüs ağrısı,
ateş, halsizlik, kilo kaybı en sık görülen yakınmalar olup, hastaların %40’ında
ciltte nodüller, ülserler ile periferal nöropati ve SSS tutulumunun diğer semptomları görülebilir. Gastrointestinal, kas-iskelet sistemi ve nodal tutulum nadirdir.
Tanı torakoskopik veya transbronşiyal biyopsi incelemeleri ile konulabilir. Prognoz iyi olmamasına rağmen agresif kombinasyon kemoterapisi ile tam remisyon
ve uzun sağkalım süreleri elde edilebilir (54). Standart tedavi yöntemi bulun-
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
333
mamaktadır. Rituximab, monoterapi veya kombinasyon kemoterapisi, allojenik
kemik iliği transplantasyonu ve interferon-alfa 2b ile başarılı sonuçlar alındığı
bildirilmiştir. Fakat bu tedavilere rağmen mortalitenin %69 olduğu, tam remisyonun hastaların ancak ¼’inde sağlanabildiği görülmüştür (55-57).
Ayırıcı tanıda Wegener granulomatozisi, mikroskopik polianjiitis, malign lenfomaların diğer formları ve EBV enfeksiyonları göz önünde bulundurulmalıdır (58).
KAYNAKLAR
1. Meltzer EB, Noble PW. Idiopathic Pulmonary Fibrosis. In: Fishman AP, eds. Fishman’s
Pulmonary Diseases and Disorders. 4th ed. New York: McGraw-Hill, 2008; 1144-72.
2. Hirani N, Wells AU. Interstitial lung disease guideline: the British Thoracic Society in
collaboration with the Thoracic Society of Australia and New Zealand and the Irish
Thoracic Society. Thorax 2008; 63: 1-58.
3. American Thoracic Society/European Respiratory Society International Multidisciplinary
Consensus Classification of the Idiopathic Interstitial Pneumonias. This joint statement of
the American Thoracic Society (ATS), and the European Respiratory Society (ERS) was
adopted by the ATS board of directors, June 2001 and by the ERS Executive Committee,
June 2001. Am J Respir Crit Care Med 2002; 165: 277-304.
4. Swigris JJ, Berry GJ, Raffin TA, Kuschner WG. Lymphoid interstitial pneumonia: A
narrative review. Chest 2002; 122: 2150-64.
5. Barberà, JA, Hayashi, S, Hegele, RG, Hogg JC. Detection of Epstein-Barr virus in
lymphocytic interstitial pneumonia by in situ hybridization. Am Rev Respir Dis 1992;
145,940-6.
6. Andiman, WA, Eastman, R, Martin, K, et al. Opportunistic lymphoproliferations
associated with Epstein-Barr viral DNA in infants and children with AIDS. Lancet 1985;
2: 1390-3.
7. Chayt, KJ, Harper, ME, Marselle, LM, et al. Detection of HTLV-III RNA in lungs of
patients with AIDS and pulmonary involvement. JAMA 1986; 256: 2356-9.
8. Itescu, S, Brancato, L, Winchester, R. A sicca syndrome in HIV infection: association with
HLA-DR5 and CD8 lymphocytes. Lancet 1989; 2: 466-8.
9. Fishback N, Koss M. Update on lymphoid interstitial pneumonitis. Curr Opin Pulm Med
1996; 2,429-33.
10.Liebow AA, Carrington CB. Diffuse pulmonary lymphoreticular infiltrations associated
with dysproteinemia. Med Clin North Am 1973; 57: 809-43.
11.Julsrud PR, Brown LR, Li CY, et al. Pulmonary processes of mature-appearing
lymphocytes: pseudolymphoma, well-differentiated lymphocytic lymphoma, and
lymphocytic interstitial pneumonitis. Radiology 1978; 127: 289-96.
12. Johkoh T, Muller NL, Pickford HA, et al. Lymphocytic interstitial pneumonia: thinsection
CT findings in 22 patients. Radiology 1999; 212: 567-72.
13. Ichikawa Y, Kinoshita M, Koga T, et al. Lung cyst formation in lymphocytic interstitial
pneumonia: CT features. J Comput Assist Tomogr 1994; 18: 745-8.
14.Koss MN, Hochholzer L, Langloss JM, et al. Lymphoid interstitial pneumonia:
clinicopathological and immunopathological findings in 18 cases. Pathology 1987; 19:
178-85.
334
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
15.Schneider RF. Lymphosytic interstitial pneumonitis and nonspecific interstitial
pneumonitis. Clin Chest Med 1996; 17: 763-6.
16. Strimlan CV, Rosenow EC III, Weiland LH, et al. Lymphocytic interstitial pneumonitis.
Review of 13 cases. Ann Intern Med 1978; 88: 616-21.
17.Deheinzelin D, Capelozzi VL, Kairalla RA, et al. Interstitial lung disease in primary
Sjogren’s syndrome. Clinical-pathological evaluation and response to treatment. Am J
Respir Crit Care Med 1996; 154: 794-9.
18. Cha SI, Fessler MB, Cool CD, et al. Lymphoid interstitial pneumonia: clinical features,
associations and prognosis. Eur Respir J 2006; 28: 364-9.
19.Dufour V, Wislez M, Bergot E, et al. Improvement of symptomatic human
immunodeficiency virus-related lymphoid interstitial pneumonia in patients receiving
highly active antiretroviral therapy. Clin Infect Dis 2003; 36: 127-30.
20. Banerjee, D, Ahmad, D. Malignant lymphoma complicating lymphocytic interstitial
pneumonia: a monoclonal B-cell neoplasm arising in a polyclonal lymphoproliferative
disorder. Hum Pathol 1982; 13: 780-2.
21.Kradin, R, Young, J, Kradin, L, et al. Immunoblastic lymphoma arising in chronic
lymphoid hyperplasia of the pulmonary interstitium. Cancer 1982; 50: 1339-43.
22.Koss M. Pulmonary lymphoproliferative disorders. In: Churg A, Katzenstein A-L, eds.
The lung: current concepts. Baltimore, MD: Williams and Wilkins, 1993; 145-94.
23. Moran TJ, Totten RS. Lymphosytic interstitial pneumonia with dysproteinemia: report of
two cases with plasma cell predominance. Am J Clin Pathol 1970; 54: 747-56.
24.Essig LJ, Timms ES, Hancock ED, Sharp GC. Plasma cell interstitial pneumonia and
macroglobulinemia. A responder to corticosteroid and cyclophosphamide therapy. Am J
Med 1974; 56: 398-405.
25.Lillington GA, Rızk NW, Benign Tumors. İn: Murray JF, Nadel JA (eds). Textbook of
Respiratory Medicine. Third edition, Saunders Company, Philedelphia 2000; 1477-84.
26.Biniwale R, Keller SM. Primary Lung Tumors Other Than Bronchogenic Carsinoma:
Benign and Malignant. In: Fishman AP, eds. Fishman’s Pulmonary Diseases and
Disorders. 4th ed. New York: McGraw-Hill 2008; 1917-29.
27. Weil CV, Crawford S, Bromberg P, Pulmonary cmplications of hematologic disease . İn:
Murray JF, Nadel JA (eds). Textbook of Respiratory Medicine. Third edition, Saunders
Company, Philedelphia 2000; 2283-308.
28. Joseph G, Pandit M, Korfhage L. Primary pulmonary plasmacytoma. Cancer 1993; 71:
707-8.
29.Waldenstrom J. Incipient myelomatosis or “essential” hyperglobulinemia with
fibrinogenopenia: New syndrome? Acta Med Scandinav 1944; 117: 216-47.
30. Marvin IS, Lymphoplasmocytic infiltration of the lung. In: Fishman AP (ed.) Fishman’s
Pulmonary Diseases and Disorders. 3th ed. New York: McGraw-Hill 1998; 685-96.
31. Rausch PG, Herion JC. Pulmonary manifestations of waldenstrom macroglobulinemia.
American Journal of Hematology 2006; 9: 201-9.
32. Treon SP, Gertz MA, Dimopoulos M, et al. Update on treatment recommendations from
the Third International Workshop on Waldenstrom’s macroglobulinemia. Blood 2006;
107: 3442-6.
33. Dimopoulos MA, Kyle RA, Anagnostopoulos A, Treon SP. Diagnosis and management
of Waldenström’s macroglobulinemia. J Clin Oncol 2005; 23: 1564-77.
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
335
34.Frizzera G, Moran EM, Rappaport H, Anjio-immunoblastic lymphadenopathy with
dysproteinemia. Lancet 1974; 1070-3.
35. Jaffe ES, World Health Organization. Pathology and genetics of tumours of haematopoietic
and lymphoid tissues. Lyon, Oxford: IARC Press; Oxford University Press (distributor);
2001.
36.Grogg KL, Attygalle AD, Macon WR, et al. Angioimmunoblastic Tcell lymphoma: a
neoplasm of germinal-center T-helper cells? Blood 2005; 106: 1501-2.
37.Siegert W, Nerl C, Agthe A, et al. Angioimmunoblastic lymphadenopathy (AILD)-type
T-cell lymphoma: prognostic impact of clinical observations and laboratory findings at
presentation. The Kiel Lymphoma Study Group. Ann Oncol Sep 1995; 6: 659-64.
38.Zhou Y, Attygalle AD, Chuang SS, et al. Angioimmunoblastic T-cell lymphoma:
histological progression associates with EBV and HHV6B viral load. Br J Haematol
2007; 138: 44-53.
39.Pautier P, Devidas A, Delmer A, et al. Angioimmunoblastic-like T-cell non Hodgkin’s
lymphoma: outcome after chemotherapy in 33 patients and review of the literature. Leuk
Lymphoma 1999; 32: 545-52.
40.Park BB, Ryoo BY, Lee JH, et al. Clinical features and treatment outcomes of
angioimmunoblastic T-cell lymphoma. Leuk Lymphoma 2007; 48: 716-22.
41. Dogan A, Morice WG. Bone marrow histopathology in peripheral T-cell lymphomas. Br
J Haematol 2004; 127: 140-54.
42. García-Noblejas A, Velasco A, García-León N, et al. Pneumocystis jirovecii pneumonia as
first manifestation of late relapse angioimmunoblastic T-cell lymphoma. Leuk Res 2011;
35: 143-4.
43.Dogan A, Attygalle AD, Kyriakou C. Angioimmunoblastic T-cell lymphoma. Br J
Haematol 2003; 121: 681-91.
44.Singh MK, Solanki RN, Shah NJ, et al. Angioimmunoblastic lymphadenopathy with
dysproteinemia: thoracic involvement. Indian J Chest Dis Allied Sci. Apr-Jun 2004; 46:
125-8.
45. Siegert W, Agthe A, Griesser H, et al. Treatment of angioimmunoblastic lymphadenopathy
(AILD)-type T-cell lymphoma using prednisone with or without the COPBLAM/IMVP-16
regimen. A multicenter study. Kiel Lymphoma Study Group. Ann Intern Med 1992; 117:
364-70.
46.Awidi AS, Tarawneh MS, Abu Khalaf MS, et al. Therapeutic effect of vincristine,
adriamycin and prednisolone (VAP) in angioimmunoblastic lymphadenopathy (AIL).
Cancer Chemother Pharmacol 1983; 10: 221-2.
47.
Colbert N, Andrieu JM, Bernard J. Pulse methylprednisolone
angioimmunoblastic lymphadenopathy. Acta Haematol 1982; 68: 307-8.
therapy
in
48.Alizadeh AA, Advani RH. Evaluation and Management of Angioimmunoblastic T-cell
Lymphoma: A Review of Current Approaches and Future Strategies Clinical Advances in
Hematology & Oncology 2008; 12: 899-909.
49. Iannitto E, Ferreri AJM, Minardi V, et al. Angioimmunoblastic T-cell lymphoma Iannitto
Critical Reviews in Oncology/Hematology 2008; 68: 264-71.
50. Wilson WH, Kingma DW, Raffeld M, et al. Association of lymphomatoid granülomatozis
with Epstein-Barr viral infection of B lymphocytes and response to interferon-alpha 2b.
Blood 1996; 87: 4531-7.
336
AKCİĞERİN LENFOPLAZMOSİTER İNFİLTRASYONLARI
51.Katzenstein AL, Carrington CB, Liebow AA. Lymphomatoid granülomatozis: a
clinicopathologic study of 152 cases. Cancer 1979; 43: 360-73.
52. Özdemir MA, Torun YA, Karakukçu M, et al. Lymphomatoid granülomatozis in 10-monthold infant with lymphopenia of the literature. International Journal of Hematology and
Oncology 2011; 21: 124-8.
53. Lynch JP III: Pulmonary vasculitis; in Baum G, Crapo J (eds): Textbook of Pulmonary
Disease, ed 6. Boston, Little, Brown, 2004: 581-612.
54. Flieder DB. Lymphoproliferative and hematologic diseases involving the lung and pleura.
In: Fishman AP, eds. Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders. 4th ed. New York:
McGraw-Hill, 2008; 1947-66.
55. Mazzie JP, Price AP, Khullar P, et al. Lymphomatoid granülomatozis in a pediatric patient.
Clin Imaging 2004; 28: 209-313.
56.Jaffre S, Jardin F, Dominique S, et al. Fatal haemoptysis in a case of lymphomatoid
granülomatozis treated with rituximab. Eur Respir J 2006; 27: 644-6.
57.Oosting-Lenstra SF, van Marwijk Kooy M. Failure of CHOP with rituximab for
lymphomatoid granülomatozis. Neth J Med 2007; 65: 442-7.
58. Pittaluga S, Wilson WH, Jaffe ES. World Health Organization Classification of Tumours
of Haematopoietic and Lymphoid Tissues, IARC Press, Lyon 2008.
Download