İran Sineması İran Sinema Tarihi Övgü Gökçe ile İran Sineması Toplu Gösterimi Üzerine Söyleşi tarihi ve saati daha sonra duyurulacaktır İran Sineması Tarihi Başlangıcı 1900 yılı sayılan İran Sineması, ilk kez 1971’de Venedik Film Festivali’nde Dariush Merhjui’nin aldığı ödülle dünyanın dikkatini çekti. İran’da sinema; baskılar, ekonomik sorunlar, savaşlar/yıkımlar içinde varolma mücadelesini sürdürmüştür. Bu yönüyle; imkansızlıklardan yakınan sinemacılar için ders niteliğindedir. İran’da sinema ile ülkenin koşulları arasında her dönem organik bağ bulunmaktadır; dinsel bakış, gelenekçi yapı, sansür, ambargolar, ekonomik dalgalanmalar, zaman zaman devlet eliyle sinemaya müdahale, ülkedeki çalkantılar İran’a özel bu sıkı ilişkinin sebepleri olarak sayılabilir… Her şeye rağmen, İran’ın sinemacıları bugün, kendilerini, sadece kendi insanlarına değil; dünya halklarına da anlatabilecek seviyedeler. Ülkenin tarihsel süreci de göz önüne alınarak çözümlenebilen bu gelişim eğrisi, doğrusal yükselmeyle değil; düşe kalka, eksiğiyle/fazlasıyla çizilmiştir… Sinemanın ülkeye gelişi… İran’da aşiret sistemiyle hükümet kuran son topluluk olan Gacar sülalesinin şahı, Muzaffererüddin Şah, ülkesindeki karışık duruma rağmen, 1900 yılının Mart ayında uzun bir Avrupa gezisine çıkmaya karar veriyor. Yanına, özel fotoğrafçısı Mirza İbrahim Han Akkasbaşı’nı da alıyor. Avrupa’da, sinematografla yapılan film gösterimlerini izleyen şah; bu ‘hareketli fotoğrafları’ çok beğeniyor ve bunları çeken makinelerin alınmasını emrediyor. Böylece, alınan kameralar İran’ın sinema tarihinin miladını oluşturuyor. Gezinin devamında, Ağustos ayında Belçika’nın Ostend kentinde yapılan Çiçek Bayramı’na katılıyor ve fotoğrafçısı Akkasbaşı bunu filme çekerek ilk İranlı ‘sinemacı’ oluyor. Şahın ülkesine döndüğü ilk yıllarda sinema saray çevresi/zenginler için bir eğlence oluyor; şah da bu yeniliği halka tanıtmak için çaba göstermiyor… Şahın fotoğrafçısı, Akkasbaşı, Paris’te fotoğraf eğitimi aldıktan sonra sarayda fotoğrafçı oluyor; sonra da ilk ‘sinemacı’. Belçika’dan sonra, şahla gittiği Fransa’da filmler çekiyor, İran’a döndükten sonra da şahın emriyle saray çevresinde çekimler yapıyor. Onun çektiklerini izletmek için sarayda kadınlara ve erkeklere ayrı ayrı iki seans halinde gösterim düzenleniyor; sadece saray çevresinin katıldığı bu etkinlik İran’daki ilk film gösterimi olarak kayda geçiyor. Sarayda bu gelişmeler olurken, ‘sivil’ sinemacılar da boş durmuyor... İbrahim Han Sahhaf başı isimli tüccar dünya turuna çıktığında sinematografla tanışıyor ve bir projektörle dönüyor ülkesine. Bahçesinde, saray dışındaki ilk film gösterimini 1904’te yapıyor. Aynı yıl içinde, ilk olarak halka açık bir sinema salonu kuruyor1. Pathe’nin filmleri ve Rusya’nın kısa ‘haber filmleri’ni gösteriyor; ancak bir imam sinemayı kafirlik olarak ilan edince salonun ömrü bir ay oluyor... Mehdi Rusi Han da 1906’da zenginlerin evlerinde gösterimler düzenliyor, 1907’de kendi fotoğraf stüdyosunu ve sinema salonunu kuruyor. 200 kişilik salonunda Rusya’dan getirdiği filmleri gösteriyor, filmlere kemancı/piyanist eşlik ediyor; havalandırma sistemi ve büfesiyle bu salon; Rusi Han’ın sinema işletmeciliğine kafa yorduğunu gösteriyor… Fransa’ya giden bir başka İranlı, Ardeşir Han ise 1912’de dönüp salon açıyor; Charlie Chaplin, Tarzan filmleri gösteriyor… 1924’te Ali Vakili’nin Tahran’da kurduğu 1100 kişilik sinema salonu; 1930’un Ağustos ayında, çıkardığı ilk sinema dergisi sinemaya ilginin arttığının göstergesi. Dergide İran sinemasının durumu, salonların gösterimleri gibi bilgiler ve film tanıtımı yazılarına yer veriliyor… 1920’ler İran’da ‘İlk Kuşak Yönetmenler’in yetiştiği, sinemanın, eldeki imkanlar çerçevesinde, daha ciddi ele alındığı dönem oluyor aynı zamanda. 2 Han Baba Han Moetazedi, Paris’ten ülkesine kamerasıyla dönüyor. Ülkenin yedinci sinema salonunu açıyor; kadınlara ayrı kısım açması büyük ilgi görüyor. Ülkenin ilk film stüdyosunu kuruyor. 20’li yıllarda; Şah’ın Atatürk’ü Ziyareti, Taç Giyme Töreni gibi filmler çekiyor; dönemin saray ritüellerini belgeliyor. Yabancı filmlerin halk tarafından anlaşılması için onlara Farsça altyazılar ekliyor. 1928’de açtığı büyük salon ise yakılıyor. O dönemden, eserleri günümüze kalmış sayılı isimlerdendir... 38 İran Sineması Ohanes Oganyans, Moskova sinema okulundan sonra İran’a geliyor. Oyunculuk okulu açıyor. Ülke sinemasının sessiz uzun metrajlı ilk filmini çekiyor: Abi ve Rabi (1930). 3 Filmin ilk kısmı, gelişmesiyi anlatan; eski/yeni İran’ı kıyaslayan bir propaganda filmi; ikinci kısmı ise komedi türünde. 1932’de çıkan yangınla filmin tek kopyası yanıyor… 1932’de Oganyans, Hacı Ağa Sinema Aktörü filmiyle, halkın geleneksel görüşlerini değiştirmesinin önünü açmak amacında. Filmde; başta sinemaya karşı bir hacı, sonunda sinemanın ülke için yararlı olduğunu anlar ve kızını sinema okuluna göndermeye razı olur. Filmin getirdiği anlatım yeniliği, “film içinde film” tarzının İran’daki ilk örneği olmasıdır. Filmin ticari başarısızlığının nedeni ise, o dönem sesli filmin ülkeye girmesiyle sessiz olan bu filmin izleyicisini çalmasıdır.4 İbrahim Moradi, Rusya’da eğitim aldıktan sonra, kamerayla ülkesine dönüp stüdyosunu kurdu; iki erkek kardeşin bir kıza aşık olduğu Kardeşin İntikamı (Entegam-u Birader, 1930)5 filmini çekti; bu film İran sinemasının ilk konulu filmi oldu. 1933’te de geleneksel dramatik anlatımla çekilen ilk İran filmini yaptı: Çok Hevesli (Bolheves). Ancak bu film de Oganyans’ın filmi gibi sesli sinemaya yenik düştü… Abdolhoseyn Sepenta ise ilk filmi Lor Kızı (Dohter-i Lor, 1933) ile ülkenin ilk sesli filmini de çekmiş oluyordu. 7 ayda hazır hale getirilen film 2 saat 10 dakikaydı ve haydutlardan kaçan iki aşığı anlatıyordu. Sonrasında, 1933’te İran başbakanının, Türkiye başbakanı ile yaptığı konuşmayı sesli kaydettiği filmi de ilgi gördü. Edebiyata meraklı olan yönetmenin ikinci uzun filmi Firdevsi, şairin bininci doğum yılında (1934) gösterilecekti; ancak bazı sahneleri şüpheli bulunarak sansürlendi. Böylelikle A.Sepenta, İran’da sansürlenen ilk filmi çekmiş oldu. Leyla ile Mecnun (1936), Sepenta’nın şair Nizami’nin şiirlerinden esinlenerek yazdığı yönetmenin son filmidir ve ülkede dönemin en büyük yapımlardandır… Bu dönemde belgesel filmler de çekilmiştir; fakat çoğu İran’a gelen yabancıların çektiği, oryantalist bakışlı filmler olmaktan öteye geçememişlerdir. En bilinen örneklerinden biri The Grass (1924, Merian Cooper ve Ernest Schoedsack) filmidir; göçe ilişkindir. Genel olarak bakarsak; 1930’a geldiğimizde ülkede, 18’i Tahran’da olmak üzere, 43 sinema salonu vardı. İthal filmler gösteriliyordu; “şeriata karşı/ahlaksız” filmler yasaktı. 1930’da ise devlet sinemayla ilgili ilk yasasını hazırladı; salon açmak için/gösterimler için izin alınması, hasılattan vergi verilmesi, halkın modernleşmesini anlatan filmlerin çekilmesi gibi sınırlamalarla İran sinemasının ‘sansürle imtihanı’ resmi olarak başlamış oldu… Ayrıca İran’da ilk film eleştirisi de Abi ve Rabi filmiyle ilgili olarak 1930’da yapıldı. 1934-1950 1934’e gelindiğinde ülkede patlak veren -1950’nin başına kadar etkisini sürdüren- karışıklıklar sinemayı da etkiledi. Şah’ın tahttan düşürülüşü, İkinci Dünya Savaşı, ülkenin yönetimindeki yolsuzluklar, işgal…ve bunca karmaşanın arasında halkın yeni dünyaya ayak uydurmaya çalışması... Yerli filmlerin yapımı durgunlaştı; yabancı film ithali arttı, 1940’ta 250 film ithal edildi. Dublaj çalışmaları başladı; 1945’te İran’da ilk kez dublaj yapıldı. 1947’de ilk renkli film denendi… İkinci Dünya Savaşı sırasında ise Almanlar/İngilizler propaganda filmlerini İran’da gösterirken; Lenin/ Stalin sempatizanları belli bölgelerde Rus propaganda filmlerini gösteriyorlardı. Böylelikle İran’da sinema kitlesel olarak yaygınlaşmaya başladı. 1949’da Amerika ile siyasi yakınlaşma sonucu6 Amerikalı bir ekiple İranlılar yüzlerce ‘haber filmi’ çektiler. Bu sıkıntılı koşullar yeni sinema anlayışlarını da yarattı. 1948’den 1978’e kadar ele alınabilecek üç akımlı yeni bir dönem doğmak üzereydi. O yıllarda, İsmail Kuşan, sinemanın teknik sorunlarına dikkat çekiyordu. Yönetmenin filmi, Utangaç (Şermsar, 1950), aileyi konu eden; teknik açıdan gelişkin bir filmdi. Uluslararası bir festivalde gösterilen ilk İran filmi oldu (1950 Bombai, Hindistan İlk Film Festivali). Ayrıca bu film 102 gün gösterimde kalarak sinemaya para yatırmayı düşünenlere de cesaret verdi. Kuşan, ülke sinemasının durgunluğuna gerek kendi çektiği, gerek yapımcısı7 olduğu filmlerle son vermiş; İran Sineması’nın adete yeniden doğuşuna8 ortam hazırlamıştır. Almanya, Türkiye, Fransa gibi 39 İran Sineması ülkelerle ortak yapımlara imza atmış, ülkenin ilk sinemaskop/renkli sinemaskop filmlerini çekerek öncü olmuştur. Sonrasında sinemacılar üç dalda filmler üretmeye başladılar: Ticari amaç güden filmler, Entelektüel Sinema ve Yeni Akım Sineması… Ticari Filmler’in filmleri hikayesine gelince… Kuşan’ın ticari başarılarından sonra yine sinema izleyicisi azaldı. Bu düşüşün, ABD destekli 1953 Darbesi, çatışmalar, ekonominin kötüye gitmesi gibi nedenleri vardı. Darbeyle; sansür arttı. Filmlere; komünist propaganda yaptığı, fakirleri gösterdiği için sansür uygulandı. Yerli sinema da polisiye türüne yöneldi; çünkü o tür filmler sansürden geçiyordu. Samuel Haçıkıyan’ın bu tarzdaki iki filmi9, İran yapımı olduğunun anlaşılmasın diye isimler değiştirilerek İtalya’da televizyonda yayınlandı. Yüzeysel melodramlar da üretilmeye başlandı; köyden şehre gelenlerin hazin sonları, “kötü yola düşmeleri” işlendi... 1950’lerin ortasına gelindiğinde, üretilen yerli filmler niteliksiz, devletin vergileri çok ağırdı. Bunu protesto eden sinemacılara; gazeteler,“Devlet vergiyi daha da arttırmalı, bari sinemadan anlamayan sizin gibiler film yapmayı bırakır.” gibi cevaplar veriyordu... O dönemde, İran’ın ilk kadın yönetmeni Şahla Riyani’nin çektiği Mercan (1956) filmi de eleştiriler almıştı; ancak bir köylü kızının başından geçenleri anlatan filmin “Döneminden yüksek bir sosyolojik bakışa sahip olduğu” da belirtilmişti... O dönem, İran’da satamayan İran filmleri; Arap Ülkeleri, Orta Asya ve Sovyetler’de kısmen daha başarılı olmuşlardır.10 1950’lerin sonlarında ise İtalyan Yeni-Gerçekçiliği’nin etkisi artıyordu. 1962’deki “Beyaz Devrim” ile araziler ağadan çiftçiye geçince de, İran toplumunda orta sınıf denilen kesim belirdi. 60’lardaki filmlerin konuları bu iki etkiye göre şekillendi. Ağayı kötüleyen, köyden gelen insanların şehirde güzelce yaşamasını konu alan filmler çekilmeye başlandı. Fabrikalarda çalışan işçilerin şehrin çeperlerindeki yaşamı, yüzeysel bir bakışla, namuslu, kahraman tipler sunarak ele alındı; bu filmler yaklaşık 900 bin gişelere ulaşmaya başladı.11 Onlardan biri olan Karun’un Hazinesi (Genc-e Garun, 1965, Siyamek Yasemi)’nin yönetmenini; bu filmlerin içeriğini de, ticari amacını da açıklıyor: “Bizim ülkemiz maddi yönden sınıflara ayrılmıştır. Ben bu ikisini karşılaştırdım ve fakir bir işçiyi veya para düşünmeyen cesur, doğru yoldan ayrılmayan birini, kendi gibi özelliklere sahip birini ekranda gördüğünde filmden büyük zevk aldığı sonucuna vardım. Halka etki eden şey, filmde onların dertlerine yer verilmesi ve sonunda umut vaat edilmesi.”. Seyirci bulamayan İran yönetmenleri böylelikle zengin kesimlere onların lüks hayatını anlatan; ülkenin fakir kesimlerine de zor/namuslu hayatları, ibadet edenleri anlatan filmleri birbiri ardına çekti, sinema tekrar kısırdöngüye girdi… 1965’te Şah’ın bütün gücü eline almasıyla sinema salonları arttı; ancak salonlarda yerli filmlere gizli yasak uygulandı; ithal filmler tekrar iç piyasaya hakim oluyordu. 1973’te komedi furyası12 gişede tutunca, ‘konfeksiyon yapım’ komediler türedi. Entelektüel sinema, ticari sinemanın yolunu bulamadığı bu yıllarda, akademik kökenli entelektüellerin sinema anlayışını anlatır. Zemberek (1975, Feroh Gaffari), iki yıl bekledikten sonra, gösterime 1975’te girdi ve Cannes Film Festivali ile Paris Sinematek’te gösterildi. İbrahim Güllistan’ın iki belgeseli Venedik Film Festivali’nde 2 yıl art arda ödüller aldı.13 Forug Ferrohzad’ın Ev Karadır (Hane Siyah Est, 1963) filmi, Cannes Film Festivali yarışma bölümünde gösterildi; Almanya’da en iyi film ödülü aldı. Feridun Rahnama’nın Sivayeş Taht-ı Cemşid’de (Sivayeş Der Taht-ı Cemşid, 1960) filmi birçok festivalde gösterildi ve Fransa’da Sinematek gösteriminin ardından, Sinematek’in kurucusu: “En az malzeme ile efsanevi dünyayı gösteren fevkalade bir film.” dedi. “Genç Çehov” Sohrab Şehid Sales’in 11 günde çektiği Cansız Tabiat (Tabiat-e Bican), 1975 Berlin Film Festivali’nde En İyi Yönetmen dahil birçok ödül aldı. Mostefa Ferzane’nin İran Minyatürleri (Miniyatorhaye İrani,1958) belgeseli, Cannes Film Festivali’nin yarışma bölümünde gösterildi. 40 İran Sineması Yeni Akım ise 1968-69 yıllarında başladı; ticari sinemayla entelektüel sinemanın sentezini ifade ediyordu; halk tarafından anlaşılan aynı zamanda da entelektüel seviyesi yüksek filmler... 1970’lerin başından Devrim’e kadarki sürede İran Sineması’nda parlak bir dönem yarattı… 1969’da Dariush Mehrjui’nin İnek (Gaav) filmi önemli bir adım oldu. Film, edebiyat uyarlamasıydı14 ve sürrealistik temayla, kendini inek sanan bir adamın üzerinden hayatın karmaşık ilişkilerini sorguluyordu. Filmin başına, fakirleri göstermesi nedeniyle, “Bundan 40 yıl önce yaşanmıştır.” ibaresi konulması istendi. Filmin uluslararası festivallere gitmesi engellendiyse de, iki yıl sonra, Venedik Film Festivali’ne katıldı. Uluslararası Eleştirmenler Ödülü’nü alırken, Fellini, Visconti ve De Sica’nın verdiği plakette şöyle yazıyordu: “Bu ödül, çok güzel bir gösterime sahip, insani ve şairane düşüncelerle küçük bir toplumu göstermeye çalışmasından dolayı İnek filmine veriliyor.”. Avrupa gazetelerinde, “İnek filmi ve Mehrjui, Venedik Film Festivali’nin bu yılki en büyük keşfidir.”, “Mehrjui, yeni bir Passolini’dir.” gibi yorumlarla İran Sineması dikkat çekti. Mehrjui’nin Postacı (Postçi, 1972) filmi de 1972’de Cannes’da yer aldı. 1977’ye gelindiğinde Abbas Kiarostami ilk uzun metraj filmini çekti: Rapor (Gozareş, 1977). Filmde 2 yaşında bir çocuğun rol alması ve çekimlerin sesli yapılması İran Sineması için yenilikti.15 Behram Beyzai, Yabancı ve Sis filmiyle 1975’te Cannes’ta ilgi odağı oldu. Karga (Kelag, 1978) ile teknik düzeyi yüksek bir film çekerken; kadının yerini sosyolojik çözümlemelerle sorguladı. Beyzai, İslam Devrimi sonrasında da güçlü kadınları anlatan filmlerine devam etmiştir. 1975’te Mesut Kimyayi’nin Geyikler (Gevenzh, 1975) filmi solcu iki gencin mücadelesini anlatırken, o zamana kadarki en siyasi nitelikli film oldu. İran Sineması’nın ilk partizan filmi diye anılan Geyikler de sansüre takılınca, solcu gençler hırsız olarak değiştirildi… 1977’de İran Devleti’nde izin mekanizmalarının durumunu anlatmak için sinemacıların yaptığı bir açıklama: “Moliere’nin bir oyunu için izin almaya gidildiğinde, Moliere’in gelmesi gerektiği söyleniyor.” oldu. 1978’de muhalif sesler arttı; hükümet, sinemalara baskısını artırdı, Tahran’da 108 sinema kapatıldı. Artan şiddet olayları sinemalara da sıçradı; Geyikler filminin gösteriminde yakılan salonda 700 kişiden 370’i öldü. ’78 Ekim’de Tahran’da 25 sinema daha yakıldı. Ülkedeki 524 sinemadan 313’ü kapatıldı. 1979 Şubat ayında İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla olaylar azaldı; ABD karşıtı gösteriler sonunda Amerikan filmleri yasaklandı. Ülkedeki birçok sinemaya devlet el koydu; sinemayla uğraşan insanlar yargılandı. Otoritenin en üstündeki kişi, Ayetullah Humeyni, “Biz sinemaya karşı değiliz, fesatlık içeren işlere karşıyız.” dedi ama sınırlar hiç açıklanmadı. 1979-80’de İran filmlerinin gösterim izni iptal edildi; 346 Rus filminden 209’u gösterim izni alamadı; filmleri yapım aşamasında kontrol etmek için birimler kuruldu. 1981 Eylül ayında kadınların sinemaya başı açık girmesi yasaklandı; 1980-83 arasında üniversiteler kapatıldı. 1981’de senaryo yazımı için de izin alınması zorunlu hale getirildi. İzin için, filmlerin içeriğinin İslami şartlara göre inceleneceği belirtildi; sinemacılara zorunlu İslami eğitim verilmesi bile teklif edilir oldu... Bu olayları, ülkeye uygulanan büyük ambargolar, İran-Irak savaşı takip edince ve İran Sineması birkaç yıl daha kaybetti. Bu dönemin etkisi yıllar sonra sinemaya yansıdı.16 Devrimin hemen sonrasında böyle belirsizlik yaşayan sinema, sonra devletin eline geçti. Devletin kontrolünden ticari sinemaya sığınarak kurtulmayı denedi ve sonunda günümüzde de devam eden bir ‘sosyal sinema’ olarak kendini buldu(1978-2010)… 1978-1982: Sinema; İslam’ın yüzeysel anlatımı, Batı’ya karşı çıkan fedailerin idealleştirilmesi gibi konular üzerinde yoğunlaştı. Bu dönemde, muhalif işçi belgeselleri, Almanya ve Sovyetler’deki festivallerden ödüllerle döndü.17 1980’da Irak’la başlayan savaşı çekmeye çalışanların çoğu savaşta öldü. Savaş döneminin kurmaca filmleri ise “cepheye davet” özelliğindeydi. 1982-1990: 1982 itibarıyla devlet sinema organları kurdu; İslami propaganda filmleri üretmeye başladı; yüzeysel ve teknik açıdan düşük bu filmler başarılı olamadı. Bunlarla, savaşın şehitlik/ 41 İran Sineması şahadet kavramlarıyla anılması, düşmana karşı savaşmanın “dinen farz” olduğunu anlatıyordu. Behram Beyzai’in 1985 yapımı Başo Küçük Yabancı filmi, “Müslüman çocuk savaştan kaçmaz, mücadele eder.” gerekçesiyle sansürlendi. Bu tip sansürlere rağmen İran Sineması devletten bağımsız filmler de üretiyordu; bu bir ‘kozadan çıkma’ çabasıydı… 1986’da Naser Tvgai’nin Kaptan Hurşit filmi Locarno Film Festivali’nde; Abbas Kiarostami’nin Arkadaşımın Evi Nerde? filmi Cannes’ta ödül aldı. Rahşan Beni İtimad dönemin kadın yönetmeniydi ve toplumdaki adaletsizlikleri anlatmaya çalışıyordu. Bu yılların sinemasında çocuklar, karanlığın içinden barış isteyen seslerini yükseltiyorlardı; basit ama insani isteklerin peşinden koşan çocukların gerçekçi hikayeleri anlatılıyordu.18 Jafar Panahi’nin Ayna (Ayneh, 1997) filminde slogan atmayan, şakalaşmayan, sakin, kendilerini bulmaya çalışan çocukların öyküsü anlatılıyordu. 1990-1997: 1990’a gelindiğinde, devletin maddi desteğine sırt çevirenler ticari sinemayla çıkış yolu aradılar. O yıl, Gelin filmi hem gişe rekoru açısından, hem de makyajlı bir kadını göstermesi açısından yenilikti. Rahşan Beni İtimad’ın Nergis filminde cinsiyete toplumsal bakışı sorgulandı. Abbas Kiarostami, Arkadaşımın Evi Nerde? filmini üçlemeye çevirdi.19 Dönemin savaş filmleri ise ‘sivil’ yapıtlardı. Hosro Sinayi’nin Aşkın Sokaklarında filmindeki replik, ülkedeki sinemanın savaşa yaklaştığı yeni yeri belli ediyordu: “Savaş bitti, daha bombalar üstümüze yağmaz; ama burada da bir daha yaşam olmaz.”… Bu replik, yeni bir döneme -sosyal sinema dönemine- girilmek üzere olduğunu da anlatıyordu. 1997-…: Sosyal Sinema; bağımsız yönetmenlerin, çağdaş insanın sorunlarını, gerçekçi bakışla anlatmaya başladıkları, evrensel ve insani değerleri ele aldıkları dönemi temsil eder. Dijital olanakların artması da, ekonomik zorluklardan kurtulamayan İran Sineması’na kazanç sağlamıştır. Rahşan Beni İtimad’ın 1998 yapımı Mayıs Kadını filminde kadının toplumsal ahlaktaki yeri değil; istekleri merkezdedir. Savaşta yaralananların kimse tarafından destek görmemesi 20, gençlerin eğilimleri 21, kadının konuşma özgürlüğü 22 , gençlerin cinsel ihtiyaçları 23 gibi konular anlatılırken; kadınlar artık –sansüre rağmen- kısa saçlı, başı açık olarak ekranda görünüyordu. Jafar Panahi, ABD’de aldığı Konuşma Özgürlüğü Ödülü’nden sonra şöyle diyor: “Ben siyasi film yapmam çünkü bir partinin ya da grubun üyesi değilim. Sosyal bir sinemacı olarak toplumun çelişkilerine tepki gösteriyorum. Örnek: Daire (2000)”. Rıza Mirkerimi, ilk filmiyle (Ay Işığı Altında, 2000), İran’da din adamlarının hayatını anlatan ilk sinemacı oluyordu. Samira Makhmalbaf ’ın Kara Tahta (2000), Bahman Gobadi’nin Sarhoş Atlar Zamanı (1999) ve Kaplumbağalar da Uçar (2004) filmleri, Kürtlerin Saddam zamanında gördüğü zulmü anlatıyordu. 1997’de Abbas Kiarostami, Kirazın Tadı ile Altın Palmiye kazandı; yönetmene 1999’da Fransa Kültür Bakanlığı’ndan nişan verildi. Rahşan Beni İtimad, 2000 yılındaki Şehrin Derisinin Altında filmiyle aile ve toplum ilişkilerini sorgulamaya devam etti: “Filmlerimde karakterle kaderci değiller, Kazanamasalar bile kaderin karşısında dururlar; onunla mücadele ederler.” sözleriyle kendi sinema tarihini özetledi. Merziyeh Meshkini, The Day I Became A Woman (2000) ile üç hikaye üzerinden kadının kimliğini sorguladı ve Venedik Film Festivali’nden ödülle dönenler arasında yer aldı. Mazyar Miri, Yarım Şarkı (2000), Yavaşça (2005) filmleriyle yasakları/önyargıları eleştirdi. Suskunluğun Bedeli (2006) filmiyle savaşın kutsal kavramlarını sorguladı. Mohsen Makhmalbaf ’ın Kandahar (2001) filmi, Time dergisi tarafından tüm zamanların en iyi 100 filmi arasında gösterildi. Dariush Mehrjui, Senturzen (2006) filminde aile baskısı ve müzik sevgisi arasında kalan bir gencin dramını anlattı.24 Asghar Farhadi’nin About Elly (2009) filmi İran’daki toplumsal ilişkileri anlatıyordu; Berlin Film Festivali başta olmak üzere birçok ödül aldı… Tarihsel süreçte, baskı dönemlerinin İran sinemasına ‘kazandırdığı’ yetkinlik; onun (s)imgelere ustaca ve kendine has üslupla yönelmesi, bunun sonucunda da tektipleşen dünyada farklı bir ses yaratması olarak özetlenebilir. Bugün İran Sineması, minimalist anlatımla evrensel ve insani değerlere yönelerek hayatın içinden kavramlarla; şiddet ve seks gibi ‘müşterisi hazır’ çekicilikleri de reddederek yepyeni bir anlayışla serpiliyor… Ama karşı açıdan bakınca… İran Sineması’nın 42 İran Sineması dünyada gördüğü değer, sadece “Hollywood’un klişelerinden” sıkılmış izleyicinin geçici ilgisinden kaynaklanıyor olabilir mi? Ya da, Batı’nın kültürel değerlerine karşı kesimlerce, “Batı sinemasına karşı” tepki midir, kültür emperyalizmine karşı ideolojik bir sahiplenme midir bu ilginin sebebi?... Diğer taraftan; İran Sineması’na baktığımızda, Batı’daki festivallerden alınan ödüller, gelecek kuşak İranlı sinemacılarda, “filmlerini Batı’ya beğendirmek” kaygısı yaratır mı, bunun sonucu olarak da İran Sineması, ‘alternatif sinema’ olmaktan çıkıp kendi sesini kaybederek Batı sinemasının taklitçisi konumuna gelir mi?... Tüm bunlar araştırılması, cevapları izlenmesi gereken sorular… Umarım, İran’ın sinemacıları bu kaygılara/ hatalara düşmeden, büyüyerek/ devleşerek, tüm dünya seyircisine, ‘başka bir sinemanın mümkün’ olduğunu anlatmaya devam ederler… Can Sever 1 Ülkede, ticari amaç taşımayan ilk sinemayı 1900’de Katolik misyonerler açtı. 2 İlk Kuşak Yönetmenler: Han Baba Han Moetazedi, Ohanes Oganyans, İnrahim Moradi, Adolhoseyn Sepenta... Filmlerindeki kadın oyuncular -oynatacak Müslüman kadın oyuncu bulamadıkları için- Hıristiyan göçmenlerden oluşmuştur. 3 Han Moetazedi, filmin kameramanıdır. Film İbrahim Moradi’nin Kardeşlerin İntikamı filmiyle aynı zamanda çekilmesine rağmen 2 ay erken vizyona girmiş ve ülkenin ilk uzun metrajlı filmi ünvanını almıştır. 4 Lor Kızı, o dönem vizyona giren, ilk sesli İran filmiydi. 5 Maddi imkansızlıklar yüzünden filmin yarısı (55dakikası) tamamlanabilmiştir. 6 1949’da Şah, ABD Başkanı Truman ile dört maddelik bir yardım sözleşmesi imzaladı ve ABD’nin İran üzerindeki gücü arttı. 7 1979’a kadar 91 filmin yapımcılığını, 28 filmin yönetmenliğini yaptı. 8 Hayat Fırtınası(1948), Utangaç ve 1951’de çektiğ i-3ay boyunca gösterimde kalan- Anne filmleriyle bir hareketlilik yaratmıştır. 9 Geceyarısı Çığlığı (1961), Ölüme Bir Adım (1961) 10 Bahçenin Bülbülü(1957, Mecid Mohseni), Moskova’da; Bozulmuş Büyü (1958, İsmail Kuşan), filmi Almanya ve Avusturalya’da gösterime girdi. 11 O yıllarda Tahran’ın nüfusu 1 milyondu. 12 1973’te Perviz Seyyad’ın Samed Okula Gidiyor filminin gişe başarısı ile. 13 Yanan petrol borusunun söndürülüşünü kaydeden Yek Ateş(1961) filmi ve deniz altına petrol borusu döşenmesini –denizin altında yaptığı çekimlerle- anlattığı Moc-Mercan-Hara (1962) filmi. 14 Golam Hüseyin Sadedi’nin Azadaran-e Bil kitabından 15 1977’de İran’da çekilen 8 filmden biri. 16 Daire (2000, Jafar Panahi), Yarı Gizli (1999, Tehmine Milani) gibi. 17 Yaşasın…(1979, Hosro Sinai), Kale (1981, Karman Şirdel), Kiremit Ocağı(1981, Feride Şefai, Menuçehr Moşiri, Rıza Mugaddesiyen) dönemin ödüllü belgesellerinden örnekler. 18 Bir balık satın almak (Beyaz Balon, Jafar Panahi), ödev defterini sahibine ulaştırmak (Arkadaşımın Evi Nerde?, Abbas Kiarostami) gibi konular. 19 Kiarostami, ilk filmini çektikten sonra, filmin oyuncularının olduğu bölgede 1990 Ağustos ayında deprem olur ve 50 binden çok insan ölür. Depremden sonra oyuncularını bulmak için bölgeye giden yönetmen, o insanların umutlarını konu alan Yalnızca Yaşam’ı çeker; sonra da bu filmin macerasını Zeytin Ağaçları Altında’da anlatır. 20 İbrahim Hatemikiya’nın Ajans-e Şişe i(1997) filmi 21 Ahmet Rıza Derviş’in Eylül Ayında Doğanlar (1999) filmi 22 Resul Sadr Ameli’nin Pamuk Ayakkabılı Bir Kız (1998) filmi 23 Ali Rıza Davut Nejat’ın Şirin’in Musibetleri (1999) filmi 24 Bu gelişmeler sonucunda 2006 yılında İran’da 80 civarında film yapıldı ve iç piyasaya bunlar hakim oldu. 43