ORSAM ANKARA ULUSLARARASI ÖĞRENCİLER AKADEMİSİ ORTADOĞU ÇALIŞMALARI İHTİSAS ATÖLYESİ ÖĞRENCİ MAKALELERİ DERLEMESİ ORSAM ORSAM İhtisas Atölyesi: Öğrenci Makaleleri Derlemesi ORSAM İHTİSAS ATÖLYESİ: ÖĞRENCİ MAKALELERİ DERLEMESİ ORSAM © 2016 Yayına Hazırlayan Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) ISBN: 978-605-9157-14-8 Baskı Uluslararası Piri Reis Ajans Kazım Özalp Mahallesi Rabat Sokak No: 27/2 GOP Çankaya/ANKARA Tel: 0 312 446 21 56 ANKARA - Aralık 2016 ORSAM Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Center for Middle Eastern Strategic Studies Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara Tel: +90 (312) 430 26 09 & Faks: +90 (312) 430 39 48 www.orsam.org.tr, [email protected] İÇİNDEKİLER Takdim.......................................................................................................... 1 Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Millî Kimliği Arasındaki Etkileşim..... Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi 9 Kızıl Deniz ve Ölü Deniz Kanal Projesinin Ortadoğu Barışına Etkisi ......... 25 Hasan Mahadeen Suriye Krizinin Ürdün Üzerindeki Etkisi ve Ürdün’ün Mücadele Yöntemleri.................................................................................................... 35 Haya Al – Turk DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi......................................................... 53 Irina Chesnokova Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep.................. 71 Muamer Fazlic Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları........................... 85 Noor Bayati Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Polikaları.................. 99 Aybike Açıkel Oryantalizm ................................................................................................ 123 Suzan Sejfovska İsrail Sivil-Asker İlişkileri............................................................................. 135 Gülsüm Kızılağıl Uluslararası Aktörlerin Suriye Politikası.................................................... 149 Gözde Demirel Takdim Türkiye Bursları kapsamında ülkemizde eğitim gören öğrencilerimizin Uluslararası Öğrenci Akademisi eğitimleri kapsamında aldıkları eğitimler ve bölümlerinde kazandıkları formasyonu birleştirerek bölgemizin ve dünyanın gündemdeki farklı pek çok meselesine eğilerek bu eserin ortaya çıkmasına imkan sağlamışlardır. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın ülkemizde eğitim gören bu öğrencilerimize hem eğitimleri hem eğitim dışı aktivitelerinde verdikleri desteklerin böylesi bir çalışmanın ortaya konabilmesindeki rolü şüphesiz ki yadsınamaz. Öğrencilerimizin hem ülkemizin tanıtılması ve eğitim imkanlarından faydalandırılması, hem medeniyetimizin geniş coğrafi ikliminin kendi içerisinde etkileşiminin kuvvetlenmesi ve misafir öğrencilerimizle sivil toplum kuruluşlarımız arasında köprüler kurulmasında Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın katkıları Türkiye’nin kamu diplomasisi çabaları açısından örnek teşkil edecek bir rol oynamaktadır. Elinizdeki bu çalışma, İhtisas Atölyesi kapsamında öğrencilerimizin yazdığı araştırmaya dayalı makaleleri bir araya getiren bir derlemedir. Bu derlemede, Irak’taki Türkmen varlığının tarihsel mücadelesi ve gerekli iyileştirmelerden Suriye iç savaşına, Orta Asya’ya yönelik DAEŞ eylemlerinden Oryantalizme, ABD’nin Ortadoğu politikasından mülteci krizine ve Kızıl Deniz ile Ölu Deniz arasındaki su kanalı projesine kadar geniş bir yelpazede çalışmalar bulacaksınız. Öğrencilerimiz ORSAM tarafından gerçekleştirilen Ortadoğu İhtisas Atölyesi programının en önemli çıktılarından biri olan bu eseri ortaya koymak için önemli bir çaba sarf etmişlerdir. Dünyada değişen dinamikler, bunların farkı bölgeler ve aktörlere etkileri ve geleceğe dair analizlerin yer aldığı çalışmaların öğrencilerimize de hem analiz yetenekleri hem akademik yazma pratiği bakımından önemli faydalar sağladığını umuyoruz. Eserimizin okuyucularda hem bilgilendirici hem merak uyandırıcı bir etki yapmasını umuyor, Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türkiye Bursları ve emeği geçen öğrencilerimize teşekkür ediyoruz. 1 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi Irak’tan gelen Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi, Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisans öğrencisidir. Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Millî Kimliği Arasındaki Etkileşim Danışman: Bilgay Duman Hasan Mahadeen Ürdün’den gelen Hasan Mahadeen, Gazi Üniversitesi, Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları bölümünde yüksek lisans öğrencisidir. Kızıl ve Ölü Deniz Kanalı Projesinin Ortadoğu Barışına Etkisi Danışman: Dr. Tuğba Evrim Maden Haya Al – Turk Ürdün’den gelen Haya al-Turk, Gazi Üniversitesi, Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları bölümünde yüksek lisans öğrencisidir. Suriye Krizinin Ürdün Üzerindeki Etkisi ve Ürdün’ün Mücadele Yöntemleri Danışman: Oytun Orhan Irina Chesnokova Kazakistan’dan gelen Irina Chesnokova, Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler yüksek lisans öğrencisidir. Daeş’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi Danışman: Göktuğ Sönmez Muamer Fazlic Sırbistan’dan gelen Muamer Fazliç, ODTÜ, Tarih bölümü 4. sınıf öğrencisidir. Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası: Halep Danışman: Doç. Dr. Şaban Kardaş Noor Bayati Irak’tan gelen Noor Bayati, Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Türk Dili Yüksek Lisans öğrencisidir. Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları Danışman: Habib Hürmüzlü Aybike Açıkel Aybike Açıkel İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans öğrencisidir. Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları Danışman: Yrd. Doç. Dr. Başak Yavcan Suzan Sejfovska Makedonya’dan gelen Suzan, Hacettepe Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde yüksek lisans öğrencisidir. Oryantalizm Danışman: Doç. Dr. Akif Kireççi Gülsün Kızılağıl Ömer Halisdemir Üniversitesi ’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü 4.Sınıf öğrencisidir. İsrail Sivil-Asker İlişkileri Danışman: Arş. Gör. Ceyhun Çiçekçi Gözde Demirel TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güvenlik Çalışmaları Programı’nda Yüksek Lisans öğrencisidir. Uluslararası Aktörlerin Suriye Politikası Danışman: Oytun Orhan IRAK TÜRKMEN EDEBİYATI VE TÜRKMEN MİLLÎ KİMLİĞİ ARASINDAKİ ETKİLEŞİM Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi 1. IRAK’TA TÜRK VARLIĞI a. Türkmen Kelimesinin Anlamı Türklerin (Türkmenlerin) Irak’a yerleşmeleri konusuna gelmeden önce, Türkmen isminin kökü ve anlamı hakkında bazı bilgilendirmelerde bulunmamız gerekmektedir. Anadolu ve Irak’a yerleşen ve daha sonraları Irak’ı vatan olarak benimseyen Türk boylarına “Türkmen” adı verilmiştir. Tarihçiler, Türkmen kelimesinin anlamı konusunda ortak bir görüş birliğine varamasalar damanın yanı sıra, Türkmenlerin Türk boylarından biri olduğu konusunda fikirleri ortaktır. Bazı tarihçilere göre “Türkmen” ifadesi, “Türk” ve Farsça “mânend” kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan ve “Türk’e benzer” anlamını veren “Türkmânend”den gelmiştir. Prof. Dr. Faruk Sümer’e göre ise Türkmen adı, XI. yüzyıl itibariyle Müslümanlığa geçen Oğuz boylarına verilmiş, bundan iki yüzyıl sonrasında ise Oğuz kelimesinin yerini Türkmen kelimesi almış ve yaygınlaşmıştır. Tarihçi Yılmaz Öztuna’nın görüşüne göre de Türkmen kelimesi, “İslâmiyeti kabul eden Türkler” anlamına gelen Oğuzlar için kullanılmıştır. İbn-i Kesîr ve Mehmet Neşrî gibi yazarlara göre de Türkmen kelimesi, “Türk” ve “iman” kelimelerinden meydana gelen bir deyimdir. J. Deny’nin Türk dilbilgisine dayanarak öne sürdüğü görüşüne göre “men” veya “man” ekinin yücelik, büyüklük ve sonsuz çoğunluk anlamlarına geldiğine bakılırsa “Türkmen”in “asil Türk” veya “saf kan Türk” anlamlarına geldiği düşünülebilir. Benzer bir görüş olarak Hüseyin Hüsamettin de “man” ekinin yücelik ve büyüklük anlamına geldiğini, böylece “Türkmen” kelimesinin “büyük veya yüce Türk” ifadelerini anlamlarını taşıdığını düşünmektedir. 9 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi Claude Cahen, Osmanlı Türkiyesi adlı eserinde Türkmen kelimesinin Türklerin İslâma geçtiği dönemlerde ortaya çıktığını, Müslüman ve göçebe olan Türklerle Müslüman olmayan ve yerleşik düzende yaşayan Türkleri ayırt etmek için kullanıldığını ifade eder. Pof. Dr. İbrahim Kafesoğlu ise J. Deny ve Hüseyin Hüsamettin’in görüşlerine benzer olarak “Türkmen” ifadesinin anlamını dilbilgisi temeline dayandırarak “hâlis, asil, büyük, üstün, sağlam Türk” anlamlarına geldiğini düşünmektedir. Ortaya atılan bütün görüşlerin yanı sıra bu görüş, “Türkmen” kelimesinin anlamını ifade ederken baz alınmaktadır. b. Türkmenlerin Kökeni İslâm Ansiklopedisi’ne göre Türkmenler, Orta Asya’da oturan bir Türk topluluğudur. İslâm diniyle karşılaşınca kendilerine uygun buldukları Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Kaşgarlı Mahmut zamanından beri Türkmen ifadesi, Türk kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kaşgarlı, El-Bîrûnî ve diğer eski yazarlar, uygarlıkta ilerleyen yerleşik Oğuzlar, Karluklar ve tarımla uğraşan Halaçlara Türkmen adını vermişlerdir. İbn-i Said’e göre ise Türkmenler, Selçuklular döneminde Rum ülkesini fetheden Türklerin neslinden gelen kalabalık bir topluluktur. Tarihi kaynaklara göre, VIII. ve hatta V. yüzyılda Sırderya ve Yedisu nehirlerinin deltalarına Türkmen Yurdu deniliyordu. Bu dönemlerde Türkmenler, Suğdlarla İran kökenli Aslara komşuydu. Çin Ansiklopedisi de V. yüzyılda Suğdların yaşadığı bölgeleri Türklerin yurdu olarak ifade eder. El-Bîrûnî de Oğuz ülkesini Türkmenlerin yurdu olarak adlandırmıştır. Türkmenlerin kökeni hakkında yapılan bu tür çalışmalar ve ortaya atılan tezler sonucunda, Türkmenlerin Orta Asya’dan göçen Oğuzlar olduğu bilinmektedir. Bu konuda Mervezi, Oğuzların bir kısmının kırsal alan, bir kısmının da şehirde yaşadığını, göçebe olanlarının da Mâveraünnehir ve Harizm bölgelerine yakın yerlerde bulunduklarını belirtmiştir. Daha sonra İslâma geçen Oğuzlara Türkmen adı verilmiş ve Karadeniz kıyılarına yakın Peçeneklerin yurduna göç etmişlerdir. Böylelikle İslâm ülkelerine yayılan Türkmenler, birçok devlet kurmuş ve birçok devletin kaderinde de etkili olmuştur. Oğuz boylarının yaptıkları göçler tek bir seferde olmamış, birbirini takip eden göç dalgaları uzun yıllar sürmüştür. Türkmenler, görüldüğü üzere Mâveraünnehir ve Horasan’a yerleşen, İslâm dinine geçen, daha sonra Anadolu, Irak ve Ortadoğu ülkelerine doğru ilerleyen Oğuz Türkleridir. Oğuzlar, Türk milletinin önemli bir parçası olmuş ve Türk tarihinde büyük rol oynamışlardır. c. Türkmenlerin Irak’a Yerleşmeleri Türkmenlerin Irak’a girmeleri, birbirini izleyen farklı dönemlerde meydana gelmiş, böylece sayıları artarak önem kazanmışlardır. Araştırmacılar, Türkmenlerin Irak’a yerleşmelerinde rol oynayan üç ana dönem olduğunu belirt10 President Rouhani and Iran’s ‘WomanMillî Question’ AfterArasındaki One Year in Office Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Kimliği Etkileşim mektedir: İlk dönem, Oğuz Türklerinin Irak bölgesi ile ilk tanışmalarını, ön temaslarını kapsayan dönemdir. Yine bu dönemde Türk askerleri, İslâm ordularında görev almaya başlamıştır. İkinci dönem Oğuz Türklerinin Selçuklular dönemimde döneminde edimsel yerleşmelerinin ve Irak’ın Türkler tarafından vatan olarak benimsenmesinin gerçekleştiği dönemdir. Bu dönem, Türklerin artık ebedî olarak Irak’ta yerleşmeleri bakımından büyük önem taşır. Üçüncü dönem ise Osmanlı döneminde Türkler tarafından Irak’a çeşitli göç dalgalarının gerçekleştiği, nüfus bakımından artış gösterdikleri evreyi kapsar. Birinci Dönem: Bu dönem, Türkmenlerin Irak’a ilk ayak bastıkları H. 54 yılına kadar uzanır. Ubeydullah bin Ziyad’ın iki bin Türk’ü getirip Basra’ya yerleştirmesiyle başladığı başlayan bu dönemde Türkler, Emevî ordusunda hizmet vermiş ve yüksek mevkiler elde etmişlerdir. Savaşlarda gösterdikleri cesaret ve güçten dolayı Abbasî ordusunda da yer almışlardır. İbn-i Hurdazbe, El-Mesalik ve El-Memalik adlı eserinde Horasan Valisi Abdullah Bin Tahir’in her yıl Türkistan’dan iki bin Türkü Irak’a gönderdiğini belirtmektedir. Bu şekilde özellikle Büveyhoğulları zamanında göç göçü takip etmiş ve Türkler bu bölgede yer etmeye başlamış, ülkenin çeşitli bölgelerine yayılmışlardır. Birinci dönem, Türklerin Irak toprakları ile ilk temaslarının gerçekleştiği dönemdir. Böylece, yeni bölge ile tanışmaları, iklim şartlarına alışma ve Araplarla ilişki kurmaları sağlanmıştır. Bu dönem, ilişki kurma ve deneme dönemi olarak Türkmenlerin bu ortama yerleşmeyi benimsemeleri ve kendilerine ortam oluşturma bakımından zemin hazırlayan bir süre olarak düşünülebilir. Çeşitli göçlerle gelen bazı Türk topluluklarının etraflarındaki kavimlere karışarak erimelerine rağmen bu dönem önem taşımaktadır. İkinci Dönem: Bu dönem, Türkmenlerin Irak’ta yerleşme çağı olarak adlandırılabilir ve Selçuklu Devleti’nin hüküm sürdüğü sıralarda devamlılık gösteren göçlerle Irak, Türkmenler tarafından vatan olarak benimsenmiştir. Selçuklu Devleti, Irak toprakları üzerinde meydana getirdiği etkiler ve değişikliklerle bu ülke için dönüm noktası sayılabilecek kadar önemlidir. Bu dönemde Selçuklu ordusunda bulunan binlerce Oğuz askeri, Irak’a kalabalık bir topluluk hâlinde özgür ve fatih olarak girmişlerdir. Irak’a en büyük Türkmen dalgaları Sultan Tuğrul ile girmiştir. Sultan Tuğrul zamanında ve sonrasında Irak’a devam eden Türkmen göçleri sayesinde ülkenin kuzey bölgeleri Türk vatanı hâline gelmiştir. Bu arada Türkmenler, diğer kavimlerle ilişkilerini sürdürmüş ve İslâm âlemi ile her zaman bir bağlantı içinde bulunmuşlardır. İslâm dünyası arasındaki ilişkilerin zayıf olduğu o dönemde bu bağın güçlenmesi adına Türkmenler olumlu katkılarda bulunmuşlardır. 11 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi Selçuklular M. 956 yılında Türkistan ovalarından geçerek, önce Mâveraünnehir’e yerleşmişler ve İslâmiyete geçmişlerdir. Böylece Selçuk, boyunun varlığını kabul ettirmiş ve Oğuz ordularını komutası altına almış, Sultan Tuğrul’un Irak’a girişi sırasında binlerce Oğuz’u beraberinde getirmiştir. Nitekim çeşitli boylardan oluşan Oğuz Türkleri Irak’a yayılmışlar ve bugünkü Irak Türkmenlerinin yaşadığı bölgelere yerleşmişlerdir. Bugün Irak’ın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkmenlerin lehçelerinde görülen bazı küçük değişikliklerin Selçuklu fetihleri sırasında ve sonrasında Irak’a yerleşenlerin farklı boylardan gelmelerinden kaynaklandığı düşünülebilir. İkinci dönem olarak adlandırılan evreyi kapsayan süre boyunca Irak’ta kurulan çeşitli devlet ve beyliklere göz atılması gerekmektedir: Irak Selçukluları: Sultan Mehmet Tapar’ın ölümünden sonra Selçuklular M. 1118’de Irak’ta 76 yıllık bir süre boyunca hâkimiyetini sürdüren bağımsız bir devlet kurdular. Bu devlette ilki Sultan Mehmet Tapar’ın büyük oğlu Sultan Mahmut, sonuncusu Arslan Şah’ın oğlu Sultan II. Tuğrul olmak üzere dokuz sultan hüküm sürmüştür. Irak Selçukluları M. 1157 yılına kadar Sultan Sencer’e bağlı olmuş, onun ölümünden sonra bağımsız olarak hüküm sürmüşlerdir. Daha sonraki dönemlerde otoriteleri zayıflayarak Atabeylere bağlanmışlardır. Musul Atabeyleri: Atabey lâkabı, Selçuklu prensleri ve şehzâdelerinin her türlü eğitimiyle uğraşan tecrübeli hocalara verilmiştir. Bunlar, ülkenin uzak eyaletlerine yönetici olarak gönderilen şehzâdeleri devlet idaresine alıştırmak, savaş ve komutanlık konularında eğitmekle görevlendirilmişlerdir. Böylece fiilen bir eyaleti idare eden Selçuklu prenslerine refakat ve nezaret eden bir Atabey bulunurdu. Türkmen beylikleri arasında en meşhur olanı Musul Atabeyliğidir. 1127 yılından 1233 yılına kadar hüküm sürmüş, daha sonra Lu’lu ailesi tarafından 1262 yılına kadar devam etmiştir. Musul’u kendilerine merkez yapan İlhanlılar, bu Atabeyliğe son vermiştir. Erbil Atabeyliği: Musul, Erbil, Şehrizor, Hakkâri, Harran, Sincar ve Tikrit’te hüküm süren Atabeyliktir. 1144 yılında Selçuklu komutanlarından olan Beğtiğin’in oğlu Zeyneddin Ali Küçük tarafından kurulmuştur. Kendisinden sonra oğulları Zeyneddin Yusuf ve 65 yıl Erbil’i idare eden Muzaffereddîn Gökbörü hüküm sürmüştür. Kerkük’te Kurulan Türkmen Beyliği: Kerkük ve Şehrizor bölgesinde Îvâkî Türkmenleri tarafından, bugünkü Süleymaniye bölgesiyle Şehrizor ovasını da içine alan bir Türkmen beyliği kurulmuştur. Bu beyliğin başında Arslantaş oğlu Kıpçak bulunmuştur. Daha sonra İmâdeddin Zengî ile çarpışan Kıpçak yenilmiş, bu beylik Musul Atabeyliğine katılarak son bulmuştur. Karakoyunlu Devleti: Baranlı boyuna mensup Karakoyunlular, başkanlık yolu ile iktidara geçmişlerdir. Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf H. 806 yılında 12 President Rouhani and Iran’s ‘WomanMillî Question’ AfterArasındaki One Year in Office Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Kimliği Etkileşim Bağdat’ı istilâ etti. Daha sonra Celâyirli Sultan Ahmet’in H. 814 yılında yazdığı fermana dayanarak, oğlu Şah Ahmet’i Irak tahtına oturttu. Babası Kara Yusuf ’un ölümü üzerine bütün ülkesi kendisine kaldı. H. 836 yılında kardeşi Emir İspan isyan ederek Bağdat’ı istilâ etti. Ölümünden sonra ise kardeşi Cihan Şah iktidara geldi. Ancak Cihan Şah’la Akkoyunlu Devleti’nin kurucusu Uzun Hasan arasında H. 870 yılında çıkan savaşta Uzun Hasan galip geldi. Böylece Karakoyunlu Devleti M. 1470 yılında tarihe karıştı. Akkoyunlu Devleti: Akkoyunlular Oğuz Han’ın torunlarından ve Oğuz boylarından biri olan Bayındır’a mensupturlar. Devletin en önde gelen şahsiyetleri arasında Kara Osman ile Cihan Şah’ı yenerek Bağdat’ı istilâ eden ve Uzun lâkabı ile tanınan Hasan Bey’dir. Uzun Hasan’ın M. 1477 yılında ölümünden sonra en büyük oğlu Hüseyin tahta geçmiş, ancak kardeşler arasında taht kavgaları çıkmıştır. Bu kavgalar, Murat Bey zamanında son bulmuştur. 40 yıl kadar hüküm süren Akkoyunlular, Şah İsmail Safavî’nin Bağdat’ı M. 1508 yılında işgal etmesi ve Sultan Murat’ın Kirman’a kaçmasıyla son bulmuştur. Türkmenlerin Irak’ı vatan olarak benimsedikleri dönemin bölümleri sırasıyla bu şekilde birbirini izlemiştir. Böylece Türkmenler, Irak bölgesinde kendilerine uygun ortamı bulup yerleşmişler ve Türk-İslâm medeniyetinin kurulmasında önemli rol oynamışlardır. Üçüncü Dönem: Üçüncü dönem, Irak bölgesinde yerleşen Türkmenlerin desteklenme ve beslenme dönemi sayılır. Bu dönemde Türkmenler, soydaşlarının burada bulunması dolayısıyla kitleler hâlinde asıl Oğuz ülkesinden gelmişlerdir. Ayrıca bu dönemde pek çok Oğuz Türkü, Osmanlı akınlarıyla Irak’a girmiştir. Çünkü Irak, Osmanlı ve İran devletleri arasında baş gösteren anlaşmazlıkların en önemlilerinden biriydi. Bu hamlelerin en önemlisi 1535 yılında binlerce Türkmenin Kuzey Irak’a yerleşmesini sağlayan Kanunî Sultan Süleyman’ın amacına ulaşan Irak seferidir. Daha sonra Sultan IV. Murat’ın 1638’de Bağdat’ı Safavîlerden geri almak için yaptığı Bağdat seferinde de kalabalık Türkmen toplulukları vardı. Türkmenlerin bu alanlara yerleşmeleri, buradaki iklim şartlarının tabiat ve yaşayışlarına elverişli olması ve kendilerine uygun olması ile yorumlanabilir. Bilindiği gibi Türkler dağlık, çöl ve kurak bölgelerden uzaklaşıp verimli ovaları, suyu nispeten bol ve engebeli arazilerde yaşamayı tercih ederler. Osmanlı Devleti döneminden sonra, patlak veren I. Dünya Savaşı ile Irak’ın İngilizlerin işgali altına girme dönemi gelir. Dolayısıyla bu dönemde, İngiltere’nin siyasî çıkarlarına kurban olan büyük Musul Eyaleti -Musul, Telafer, Kerkük, Erbil, Tuzhurmatu, Hanekin- İngiltere’nin müstemlekesi olan Irak’ta kalarak Türk yönetiminden ayrılmıştır. Irak’ta yaşayan Türkler üzerinde, daha sonra gelen krallık ve cumhuriyet dönemlerinden itibaren günümüze 13 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi kadar uzanan bir süre zarfında çeşitli asimilasyon politikaları uygulanmaktadır. Türkmenler, günümüzde dahi varlık mücadelesi vermekte; dillerini, kültürlerini ve edebiyatlarını ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Irak Türklerinin geçmişten günümüze var oluş ve yaşayış aşamaları bu şekildedir. 2. IRAK TÜRKMENLERİNİN MİLLÎ VARLIK MÜCADELELERİ VE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR Kuzey Irak bölgesindeki Türk topraklarının İngiliz işgali altına girdiği I. Dünya Savaşı sonrasından beri İngiltere, çok yönlü çalışmaları ile bir taraftan tüm Arap bölgelerinde devletler kurup bunların başına kendi taraftarlarını getirirken, diğer taraftan da bunları Osmanlı ve yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı eyleme sevk etmekte, aynı zamanda tüm azınlıklara el atarak ayaklanmalarını sağlamakta, Musul meselesinin kendi lehine sonuçlanması için diplomatik mücadele yolunu tercih etmektedir. İngiltere’nin çabaları, baskıları ve oyunları sonucunda Irak’ın 25 yıl süresince İngiltere mandası altında kalması ve Musul petrolünden %1 payın Türkiye’ye bırakılması yönünde bir karar alındı. Türkiye’nin bu karara sert bir şekilde karşı çıkmasına rağmen, o dönemlerde ülke zor durumda olduğu için bu kararı kabul etmek zorunda bırakılmıştır. Sonuçta 1926’da Ankara’da Musul Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın ardından Irak bölgesindeki Türk toprakları resmî olarak Türkiye sınırları dışında kalmıştır. Ardından İngilizler güdümlü bir monarşi oluşturma yolunda Faysal’la anlaşmışlar ve I. Faysal Irak Kralı olarak tahta geçmiştir. Ancak halkın baskıları sonuncunda İngilizler, 1932’de manda rejimine son vermişlerdir. Bu konuda ve bu dönemde başlayan bağımsızlık hareketlerinin başarıya ulaşmasında Irak Türklerinin payı büyük olmuştur. Ancak İngilizler, Türklerin millî duygu ve kültürlerine bağlılıkları ve bağımsızlık arzuları karşısında Türklere ağır baskılar uygulamaya başlamışlar ve 1924 yılının Kurban Bayramı arifesinde İngiliz, Irak Hristiyanları, Asuriler ve Ermenilerden oluşan bir birliğe Kerkük halkı üzerinde insanlık dışı şiddet içeren bir katliam uygulatmışlardır. Bunun sonucunda Irak Türkleri, birçok evlâdını kaybetmiştir. Irak’ın 1932 tarihinden sonra bağımsızlık kazandığı ve 14 Temmuz 1958 tarihine kadar krallıkla yönetildiği dönemde, bağımsızlığın meşalesi olan Irak Türkleri, bu tutumları karşısında ödüllendirilecekleri yerinede akıl almaz cezalara çarptırılmışlardır. 1936-1941 yılları arasında devletçe kademeli olarak bir asimilasyon politikalarına maruz bırakılmışlar ve devlet kademelerinde memur olarak görev yapan Türkler, Türk bölgelerinin dışına tayin edilerek nüfusları eritilmeye çalışılmıştır. Karşı çıkanlar ise ağır şekillerde cezalandırılmışlardır. 14 President Rouhani and Iran’s ‘WomanMillî Question’ AfterArasındaki One Year in Office Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Kimliği Etkileşim 1946 yılında ise Irak Türkleri, tarihte Gavurbağı Katliamı olarak bilinen acı bir olaya maruz bırakılmışlardır. Bu katliamı takip eden yıllarda da Irak Türkleri üzerindeki baskılar bir türlü son bulmamış, direnenler ölüme mahkûm edilmiştir. Kraliyet döneminin sonlarına doğru yönetim içindeki siyasî çekişmeler, Irak Türkleri için biraz olsun nefes alma ve rahatlama dönemi olmuştur. Monarşiden cumhuriyete geçişte yaşanan kanlı ve siyasal olaylar tüm Irak halkını etkilerken Türkler, gelişmeleri daha dikkatli takip etmişlerdir. Örneğin, 1958 ihtilalinden önce yapılan milletvekili seçimlerinde milletvekili adayı Türkler, özellikle Türk grupları tarafından gözetilmiştir. Birçok bölgede silahlı çatışmalar çıkmasına rağmen Türkler, kendilerini korumayı bilmişlerdir. Ancak tarih, Irak Türklerinin uzun süreliğine gün yüzü görmemesi ve üzerlerindeki baskıların eksik olmaması konusunda şaşmamıştır. Barzani’nin gelişi ve tahrikleri ile ilk olarak bölgede Türk-Kürt çatışması meydana gelmiş, bu çatışmalarda değerli bir Türk büyüğü olan Kerkük İnzibat Amiri Hidayet Beğ Aslan şehit edilmiştir. Sonunda Irak Türklerinden Ata Hayrullah’ın girişimleri ile olaylar yatışmıştır. Bu arada yeni rejim, başta Kürtler ve komünistler olmak üzere radikal muhalefet çevrelerini birleştirmiş, yönetimde komünistlerin hâkimiyeti söz konusu olmuştur. Mart 1959’da Musul’da Yarbay Şevvaf ’ın başlattığı direniş hareketi, tüm Irak’a mal edilmek istenmiştir. Ancak, komünistler duruma hâkim olmak ve bu olayı bir güç gösterisi şekline dönüştürmek için Musul’daki bu direnişi insanlık tarihi adına utanılacak bir şekilde bastırarak Irak topraklarında bir vahşet ve zulüm sergilemişlerdir. Musul’a yapılan müdahaleden sonra sıra Kerkük’e gelmiş, Kerkük halkının Musul direnişine yardım ettiği gibi uydurma bir gerekçeyle komünistler Kürtlerle işbirliği yaparak Kerkük’e el atmışlardır. İlk anda Kerkük’te bulunan İkinci Ordu Komutanı ve Kerküklülerin dostu Nazım Tabakçalı, Musul ayaklanmasını desteklediği bahanesiyle kurşuna dizilmiştir. Yerine Türk düşmanı Davut El-Cenabi atanmıştır. Bunu takiben belediye başkanlığına Kürt asıllı Maruf Berzenci getirilerek Kerkük Türkleri tamamen kontrol altına alınmıştır. Öte yandan Kerkük dışından getirilen yüzlerce fanatik Kürt, Kerkük’e yerleştirilerek yöre halkına yönelik bir katliam hareketinin başlatılabilmesi için tüm hazırlıklar tamamlanmıştır. Aynı yıllarda Kerkük Türkleri devrimin birinci yılını kutlama hazırlıkları içerisindedir. Türkler yüzyıllardır vatan bildikleri bu topraklarda insanca ve kardeşçe yaşamak için çok şey bekledikleri 14 Temmuz devriminin yıldönümünü şenliklerle kutlamak için coşkulu ve sevinçlidir. Bu duygular içerisinde 14 Temmuz 1959’da Kerkük bir bayram yeri gibidir. Ancak aynı günün akşamı silah sesleri duyulmaya başlandığında ve Ker15 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi kük’te kahvehanesiyle meşhur olan Osman Hıdır’ın ayaklarına ip bağlanarak caddelerde sürüklendiği ve feci bir şekilde öldürüldüğünü bildiren ilk kara haberin gelmesiyle Türklerin sevinci şaşkınlığa ve telaşa dönüşür. Bu kötü haberi diğerleri takip eder. Artık Kerkük sokakları kana bulanmaktadır. Bu arada Kerkük’e giriş ve çıkışlar da yasaklanır. Eli silahlı caniler savunmasız Kerkük halkına karşı katliam hareketlerini başlatmışlardır. Kanlı olaylar Kerkük dışında da duyulur. Kerkük’e bağlı bucak ve köylerde yaşayan Türkler kardeşlerinin yardımına koşmak isterlerse de askerî birliklerce engellenirler. Öyle ki Tuzhurmatu kazasındaki Türkler üç gün boyunca askerî birlikler tarafından gözetim altında tutulurlar. Üç gün boyunca sokağa çıkma yasağı da koyan gözü dönmüş katiller insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen katliamlarına başlarlar. İşyerlerine götürülecekleri bahanesiyle evlerinden alınan Türkler, sokaklarda vahşice öldürülürler. Türk şehitlerinin cansız vücutları elektrik direklerine asılır. İhsan ve Ata Hayrullah, Hacı Necim, Adil Hamit, Seyit Gani ile Emel, Nihat ve Cihat kardeşler gibi nice Türkün şehit edildiği bu katliam sırasında Türkler tamamen yalnız bırakılmışlardır. Dünyanın hiçbir yerinden hiçbir tepki gelmemiş, dünya kamuoyu sessizliği ile bu katliamı onaylamıştır. Öte yandan kendi başlarına bırakılan Türkler birbirlerine kenetlenerek sabırla geleceğin ne getireceğini beklemeye başlamışlardır. Katliam sonrası bu vahşetin tarihî ortakları katiller, bu hizmetlerinin karşılığı olarak istek ve cüretlerini daha da arttırmışlar, Kerkük dahil Musul vilayetinin bir kısmını kapsayan muhtar bir Kürt Devleti kurulması yönünde yönetime baskılarını artırmışlardır. Ellerine böyle bir fırsat geçince Ortadoğu’nun dördüncü büyük petrol kaynağı olan Kerkük’ü istemek cesaretini göstermişlerdir. Ancak bu istekleri yönetim tarafından reddedilmiş ve bunun üzerine yönetime karşı silahlı bir ayaklanma başlatmışlardır. Ardından Arap Sosyalist Baas Partisi’nin Irak koluyla işbirliği yapan ordu içindeki bir örgüt, Şubat 1963’te yönetimi devirerek General Kasım’ı öldürmüştür. Bunun ardından Abdülselam Arif, Baas Partisi’ni kısa sürede devre dışı bırakarak yönetimi ele geçirmiştir. Abdülselam Arif döneminde Türkler, özellikle serbest bırakılmış ve Irak Türkmen Ocağı faaliyete geçmiştir. Bazı Türkmen ileri gelenleri Ocak İdare Heyeti ile Arif ’i ziyaret ederek uğranılan haksızlık ve zulümleri dile getirmişlerdir. Bu girişim sonuç vermiş ve 1959 Kerkük katliamını gerçekleştirenler ve suçları sabit görülen caniler cezalarını darağacında ve Kerkük’ün iki ayrı meydanında halka açık bir şekilde çekmişlerdir. Irak Türkleri az da olsa bu devirde yönetimin ilgi ve desteğini görmüşler, yönetimle kurulan sağlıklı iletişim sayesinde 1966 yılına kadar rahat ve huzur 16 President Rouhani and Iran’s ‘WomanMillî Question’ AfterArasındaki One Year in Office Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Kimliği Etkileşim içinde yaşamışlardır. Bu tarihte bir helikopter kazası sonucu ölen Abdülselam Arif ’in yerine kardeşi Abdurrahman Arif getirilmiştir. Abdurrahman Arif döneminde de Irak Türkleri, huzurlu bir yaşam sürmüşlerdir. Nitekim bu devirde ilk defa vekâleten de olsa Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı’na Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi mezunu Dr. Nizamettin Arif atanmıştır. Türkmen Kardeşlik Ocağı’nın yayın organı olan Kardeşlik Dergisi’ne eski Türkçenin yanı sıra bir de yeni Türk Alfabesiyle Türkçe kısmı ilânve edilmiştir. Harf değişikliği ile ortadan kalkan kültür birliği yeniden sağlanmış ve Latin harfleri ile okuma-yazma teşvik edilmiştir. Öte yandan Türkmen Kardeşlik Ocağı İdare Heyeti ve bazı ileri gelen Türkmenler, Türkiye’den gelen heyetler ile özel görüşme yapma imkânı bulabilmişlerdir. 1963-1968 döneminde Irak Türkleri 1923’ten bu yana ilk defa kendilerine güvenerek ve vatandaşlık haklarından yararlanma imkânı bularak yaşamışlardır. Gerçi Türkçe eğitimi ve birçok sosyo-kültürel haklardan yoksundurlar, fakat insanca yaşamak, kısmen de olsa bir vatandaş muamelesi görmek, Türk azınlığını o günkü şartlar altında mutlu kılmaya yetmiştir. Ancak bu huzurlu günler devam etmeyecek ve 1968 yılında bu dönem sona erecektir. 17 Temmuz 1968 günü, ordu içindeki örgütlerin desteği ile gerçekleştirilen ihtilalle Baas Partisi iktidarı ele geçirmiştir. Devrimi takip eden günlerde parti, iktidarını kuvvetlendirmek için muhaliflere karşı acımasız bir politika izlemeye başlamıştır. Irak halkına gözdağı verilmesi amacıyla “İsrail adına casusluk yaptıkları” gibi uydurma bir gerekçeyle 51 kişiyi Bağdat’ın Kurtuluş Meydanı’nda halka açık bir şekilde asmıştır. Bu 51 kişinin içerisinde Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı yapmış olan Irak Türklerinden Nizamettin Arif de vardır. Arif, İsrail casusluğu suçlamasının yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren bir örgüte üye olmakla da suçlanmıştır. Bu suçlama Nizamettin Arif ’in üzerinden çıkan Millî Türk Talebe Birliği kimliğinden kaynaklanmıştır. Bu öğrenci belgesi niteliğindeki kimliği gizli bir örgüt kimliği şeklinde gösteren rejim, bir taşla iki kuş vurmayı amaçlamış ve böylece Türkiye’de okuyan Irak Türklerinin de dikkati çekilmiştir. Baas Partisi ülke içindeki azınlıkları kendi tarafına çekmek için “azınlıklara kültürel haklar” başlığı altında bir paket sunulacağını açıklamıştır. Azınlıklardan gelebilecek sosyal patlamaları ve yönetim karşıtı faaliyetleri frenlemek, partiye iktidarının ilk yıllarında nefes aldırmak amaçlarına yönelik olduğu, zaman içinde ortaya çıkacak olan bu kültürel haklar paketleri, 24 Ocak 1970 günü açıklanmıştır. Bu paket için Irak Türkmenleri için kendi dillerinde eğitim; Türkmen şair, yazar, ve edebiyatçılar için Türkmen Edebiyatçılar Birliği’nin kurulması, Türkmen Kültür Müdürlüğü’nün kurulması ve Kültür Bakanlığı’na bağlanması, Türkmence haftalık bir gazete ve aylık bir dergi çıkarılması, Kerkük’te yayın yapan televizyonda Türkmence programların yayın süresinin uzatılması gibi haklar verilmiştir. Ancak bu hakların yürürlüğe girmesiyle Baas Partisi, Türk kültürü ve eğitim müdürlüklerine parti yanlısı 17 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi ve Irak Türkleri tarafından benimsenmeyen kişileri atamış, bu kişiler zamanla bölgelerdeki Türkmence eğitim ve kültürel faaliyetlere zarar verme adına çalışmalar yapmış, kendileri açısından olumlu sonuçlar elde etmişlerdir. Kültürel baskıların giderek artması nedeniyle öğrenci ve esnaftan oluşan bir grup Irak Türkü bu gelişmeleri protesto etmek için boykot etmişlerdir. Boykot, iki gün içerisinde tüm Türk bölgelerine yayılmış, bunun karşılığında yönetim direnenlere şiddet uygulamaya başlamıştır. Bu baskılar sırasında Irak Türklerinden Hüseyin Ali Tuzlu dövülerek öldürülmüş ve bu şekilde Irak Türkmenleri boykotu durdurmaları için tehdit edilmiştir. 24 Ocak haklarının verilmesinden yalnızca bir yıl sonra bu hakların uygulanmasından vazgeçilerek Irak Türklerini yok etme ve eritme politikası ciddi bir şekilde başlatılmıştır. Türkçe yayınlanacak gazete ve dergilerin yarısının eski Türkçe, yarısının ise Arapça çıkarılması zorunluluğu öngörülmüş, Türkmen Kültür Müdürlüğü’ne Irak Komünist Partisi üyesi olan Abdullatif Benderoğlu, daha sonra eski bir komünist ve yeni bir Baasçı olan Suphi Kemal Hassun getirilmiş, Türk okullarında görev yapan Türkmen hocalar başka başka yerlere gönderilmiş, yerlerine ise Arap öğretmenler atanmış, üniversite mezunu Türk gençlerine Türk bölgeleri dışında iş sahası verilmeye başlanmış, Türk çiftçilerin elinden çeşitli bahanelerle alınan topraklar ucuz fiyata Araplara satılmış, Türklerle meskûn yerlere dışarıdan Arap aileler getirilerek yeni Arap yerleşim merkezleri kurulmuş, Kerkük iline bağlı bazı kaza, nahiye ve bucaklar Türk olmayan diğer vilayetlere bağlanmıştır. Bu son uygulama ile Irak topraklarının % 4.2’si ile Irak’ın 4. büyük vilayeti olan Kerkük, %2’lik oranla 14. sıraya düşmüştür. Irak yönetimi Türk bölgelerinde Türkçe konuşulmasını yasaklamanın yollarını aramaya başlamış, Türk bölgelerine yerleştirilen Arapların fazlalığı ve devlet dairelerinde görevlilerin Arap olması gibi etkenlerden dolayı Türkler ister istemez Arapça konuşmak zorunda bırakılmışlardır. Yönetim, bölgesel idarelere verdiği emirlerle açık yerlerde ve camilerde Türkçe konuşulmasını yasaklamıştır. Karşı gelenler ise ağır şekillerde cezalandırılmış ve öldürülmüşlerdir. 1980’li yıllar Irak Türklerinin başına gelen en musibet yıllar olarak tarihe geçmiştir. Durdurulmasında geç kalınan bir felaket yaşanmış, Türkmen toplumuna ait birçok seçkin kişi idam edilmiştir. 1948 yılındaki Arap-İsrail savaşında büyük yararlılıklar gösteren Abdullah Abdurrahman, mahkeme önüne çıkarılmadan idam edilmiş, bir fazilet ve ahlak örneği olarak tüm Iraklılar tarafından tanınan ve sevilen, yapmış olduğu araştırmalardan dolayı cumhurbaşkanlığı ödülüne lâyık görülen Doç. Dr. Necdet Koçak ve daha nice Türk, yönetimin baskılarına karşı geldikleri için şehit edilmişler, kıyıma uğramışlardır. 1980 Eylül ayında Saddam Hüseyin’in dokuz sekiz yıl boyunca sürecek ve Irak halkını perişan bir hâle getirecek Irak-İran Savaşı’nın başlamasına sebep 18 President Rouhani and Iran’s ‘WomanMillî Question’ AfterArasındaki One Year in Office Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Kimliği Etkileşim olduğu ve savaşın sürdüğü zamanlarda dahi Türklere yönelik baskılar çok yoğun bir biçimde sürmüştür. Bazı köyler yıkılmış ve köy halkı sürgün edilmiş, en büyük kayıpları savaşta en ön safta çarpıştırılan Türkler vermiş, uzun yıllar Baas Partililer dışında hiç kimseye yurtdışına çıkma izni verilmemiştir. 1980’li ve 1990’lı yıllarda yoğun bir biçimde süren baskılar ve asimilasyon politikaları karşısında güçsüz kalan Türkler, çeşitli tehlikeleri göze alarak göç durumunu başlatmış, malını mülkünü bırakıp yurtdışına (Türkiye, İran, Avrupa ülkeleri vs.) kaçmıştır. Irak Türklerinin Irak yönetiminden daima tek beklentisi Irak halkına tanınan hukuki, ekonomik ve sosyo-kültürel hakların kendilerine de tanınması ve uygulanması olmuştur, ancak günümüzde dahi hala böyle bir beklenti içindedirler. Çünkü 2003’te başlayan Amerikan işgali ve Baas Parti rejiminin yönetimden düşmesinden sonra dahi Irak Türkleri üzerindeki baskılar ve acılar son bulmamıştır. Birçok Türkmen bölgeleri gerek işgalci, gerek terörist gruplar tarafından talan edilmiş, halk göçe zorlanmış ve güvenlik durumları en alt seviyeye indirilmiştir. Irak Türkleri, bugün dahi kendi kaderleriyle baş başa bırakılmışlardır. 3. IRAK TÜRKMEN EDEBİYATI VE IRAK TÜRKMEN EDEBÎ DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ Eski çağlardan beri Irak’a yerleşen Türkmenlerin dilleri olduğu gibi kendilerine özgü edebiyatları da vardır. Bu dil ve edebiyatın kökü en eski Oğuzlara dayanır. Çünkü tarih boyunca 54 H. yıllarında başlayarak Irak’ta yerleşen Oğuzlar, çoğunlukla Orta Asya ve Azerbaycan’dan buralara göç etmişler ve bu süre içerisinde kurulan Selçuklu Devleti, beylikler, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Osmanlı Devleti dönemi boyunca kullandıkları konuşma dili Türkmence, yazı dili genellikle Türkiye Türkçesi olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından dan sonra Türkiye’den ayrıldıktan sonra Irak Türkleri yazı dilinde yine Türkiye Türkçesi’ni kullanmış ve Türkiye’de başlayan dilde sadeleşme hareketini takip etmişlerdir. Bu takip, biraz ağır olarak ve geriden gelerek 1975 yıllarına kadar sürmüştür. Daha sonra Irak Türkleri, Bağdat yönetimi tarafından kıskaca alınarak, Türkiye ve Türkiye Türkçesi kaynaklı her türlü basılı malzemeden, hatta basından bile yoksun bırakılmışlardır. Türkmenler, böylece kendi kendilerine yetme çabası vermişler, sadece Türkiye radyolarının yayınından yararlanmak ve bununla yetinmek zorunda kalmışlardır. Bu tür tarihî değişimler dolayısıyla Irak Türkmen Edebiyatı iki ana döneme ayrılmaktadır: Ortak Dönem Edebiyatı (Başlangıcından 1918’e kadar) Çağdaş Edebiyat (1918-Günümüze kadar) 19 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi Ortak Dönem Edebiyatı: Bu dönem, başlangıcından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren bir devri içine alır. Ortak Türk Edebiyatının edebiyatının bir parçası sayılan ve XIV.-XVI. yüzyıllar arasında gelişen Irak Türk edebiyatının, Azerî Türkçesinde (veya eski Anadolu Türkçesi’nde) olduğu kabul edilir. Eldeki bilgiler ışığında Irak Türkmen Edebiyatının ilk önemli temsilcisi Nesîmî’dir (öl.l417)’dir. XVI. yüzyılda yetişen Fuzûlî (öl. 1556) ise, Irak Türkmen edebiyatının en güçlü temsilcisi olmakla beraber Türk edebiyatını taçlandıran bir isim olmuştur. Bunun yanı sıra XVI. yüzyılda yetişen Ahdî (öl. 1598), Bağdatlı Ruhî (öl. 1605), Nevres-i Kadim (öl. 1762), Nevrûzî (öl. 1795), Bedrî (1743-1821), Erbilli Garibî (1756-1817), Esad (öl. 1833), Halis (1797-1858/9), Hakî (öl. 1859) Irak Türk edebiyatının tanınmış temsilcileridir. XIX. yüzyılda daha güçlü bir edebî kuşağın yetiştiğini Safî (1809-1897), Şeyh Rıza (1832-1909), Urfî (1832-1891), Faiz (1834-1897) gibi örneklerle görüyoruz. Servet-i Fünûn döneminde baş gösteren yeni tarz şiir anlayışı XX. yüzyılın başlarında Irak Türkmen Edebiyatını edebiyatını da etkilemiştir. Baha (1866-1948) ve Rauf Görkem (1885-1972) gibi isimler, buna örnektir. 1908 Meşrutiyeti’nden sonra Bağdat, Basra, Musul ve Kerkük’te gazete ve dergilerin yayımlanmaya başlaması ile edebiyat dünyası da canlılık kazanmıştır. Özellikle Kerkük’te çıkan Havadis gazetesi ile Maarif dergisi, edebiyatçılara ışık tutmaya başlamıştır. Çağdaş Edebiyat: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Irak Türkmen Eedebiyatı bölgenin işgal altında kalmasıyla sarsıntıya uğramıştır. Türkiye’de modern edebiyat dönemi başlarken Irak’taki Türk edebiyatçılar, uzunca bir süre eski şiir geleneğini sürdürmüştür. İngilizler işgali ile Türkçe eğitimin aksaması, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan edebî eserlerin zayıflamasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen Hicrî Dede (1880-1952), eski şiir geleneğine bağlı kalan bir şair olarak önem arz eder. Eski şiir geleneği çerçevesinde eser veren diğer şairlere Hıdır Lütfi (1880-1959), Mehmed Sadık (1886-1967), Reşid Akif Hürmüzlü (1893-1973), Esad Naib (1900-1993), Nazım Refik Koçak (1905-1962), Tevfik Celal Orhan (1905-1981), Osman Mazlum (19221995), İzzettin Abdi Beyatlı (doğ. 1922) ve Ali Manıfoğlu (doğ. 1927) gibi isimler örnek verilebilir. 1950’li yıllarda bir yandan eski geleneğe bağlı eserler verilirken diğer yandan özellikle şiir alanında sadeleşme hareketi hissedilmeye başlar. 1958 yılında, Kerkük’te yayınlanmaya başlayan Beşir Gazetesi Irak Türkmen Edebiyatı edebiyatı için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu edebî hareketlenme Ata Terzibaşı’nın (1924-2016)’nın liderliğinde başlamış, böylelikle önceki dönemlerde tüm girişimlerin sonuçsuz kaldığı hareket, kendini göstermeye başlamıştır. Ata Terzibaşı’nın yanında Reşit Kâzım Beyatlı (1914-1983), Rıfat Yolcu (1926) ve Ali Marufoğlu (1927) gibi isimler de bu konuda önemli rol oynamışlardır. Nazım alanında da önemli adımların atıldığı atılması ve yeni şiir anlayışının rağbet görmeye başlaması, Irak Türk edebiyatının yeni ufuklara doğru açılacağının bir habercisi olmuştur. 20 President Rouhani and Iran’s ‘WomanMillî Question’ AfterArasındaki One Year in Office Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Kimliği Etkileşim En çok Beş Hececiler’in etkisinde kalan Tevfik Celal Orhan, aynı çizgide yürüyen Nazım Refik Koçak gibi isimler de sadeleşme hareketinin öncülerindendir. İzzettin Abdi Beyatlı, eski şiir geleneğinden kopmayarak Yahya Kemal ekolünü benimsemiştir. 1960’1ı yıllarda Bağdat Radyosu Türkmence Bölümü açılmış, Türkmen Kardaşlık Ocağı kurulmuş ve Kardaşlık adlı dergi yayınlanmaya başlamıştır. Dergi, yeni edebiyat anlayışlarının ele alınması konusunda çok büyük önem teşkil etmiştir. Bu tarihlerde Irak Türkmen Eedebiyatında Beşir gazetesinin yayınlanmasıyla artık serbest şiir de varlığını göstermeye başlamıştır. Serbest şiirin bu dönemde en güçlü iki ismi Nesrin Erbil ile Salah Nevres’tir. Nevres, bu konuda zaman ilerledikçe her şeyin değiştiğini, geliştiğini aksi takdirde bu çağda yaşamanın manasız olacağını belirtmiştir. Eski tarz şiir geleneğinin temsilcilerinin azalmasıyla bu tarz edebiyat sahnesinden yavaş yavaş çekilmeye başlamış, özellikle 1980’li yıllardan sonra, Irak Türkmen Eedebiyatı, yeni şiir anlayışını benimsemiştir. Bu dönem genç kuşak şairlerden ilgi çeken bir isim Mustafa Ziya’dır. Irak Türkmen edebiyatında halk şiiri ve özellikle bölgeye özgü halk nazım türü olan hoyrat ve mani alanında eser veren edebiyatçıların da başarıları dikkat çekmektedir. Eserlerin halk dilinde yazılmış olması, bunun başlıca etkenidir. Her daim Türkçe eğitimden mahrum bırakılan Türkmenlerin bir simgesi hâline gelen hoyrat, başlı başına bir okul olmuştur. Bu açıdan zengin bir birikimi olan bölgede Türklüğü yaşatan ve ayakta tutan en önemli unsur hoyrattır, denilebilir. Irak Türkmen edebiyatında bu alanda başarı sağlayan Mustafa Gökkaya önemli bir dönüm noktasıdır. Aynı çizgide giden Nasih Bezirgan da, bu alanda başarılar elde etmiştir. Bunun yanı Osman Mazlum, Ali Marufoğlu gibi isimler de örnek gösterilebilir. Türkmenlerin bir ata mirası olan hoyrat, yaşadıkları çeşitli olaylar karşısında duygularını, tepkilerini dile getirmek için çok önemli bir araç olmuştur. Irak Türkmen nesri, matbaanın kurulmasıyla gelişmeye başlamıştır. Bu alanda etken olan iki faktör, Kerkük’te yayınlanan Havadis gazetesi ve Maarif dergisidir. Bu dönemde yazıları ile ilgi çeken isimlerin başında Kutsîzâde Ahmad Medenî Efendi, Fethi Safvet Kirdar, Ali Kemal Kâhyaoğlu ve Cevad Nesiboğlu gelir. XX. yüzyılın ilk yarısında daha çok makale, fıkra ve deneme türünde eserler verilmiş, hikâye ve roman türünde fazla atılım yapılamamıştır. Bu dönemde, ilgi çeken isimler arasında Abdulhekim Rejioğlu İhsan Vasfi, Ata Terzibaşı Rıfat Yolcu, Ali Marufoğlu, Haşim Kasım Salihi, Erşat Hürmüzlü bulunur. 1991’de Irak’ta başlayan Körfez Savaşı’yla Irak Türkleri üzerindeki baskılar ve kısıtlamalar yüzünden bazı Türkmen aydınları yurtdışına, özellikle Türkiye’ye gitmiştir. Böylelikle Türkmenlerin vatan topraklarından uzakta bir sürgün edebiyatı dönemi başlamıştır. Yurtdışında bulunan Türkmen aydınlarının ele aldıkları konuların genellikle Türkmenlerin üzerlerindeki baskılar ve çektikleri çileler olması, Irak Türklerini ve mücadelelerini dünyaya tanıtma konusunda yarar sağlamıştır. Bu konuda Haşim Nahit Erbil, Necmettin Esin ve Ömer Öztürkmen, Nefi Demirci, Suphi Saatçi ve Mahir Nakip gibi isim21 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi ler örnek verilebilir. Türkiye’de yayınlanan bazı dergilerde bu konuda yazılan şiir ve yazılara sık sık rastlanmaktadır. İstanbul’da Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından Kerkük dergisi yayınlanmış, Kerkük Vakfı tarafından İstanbul’da Kardaşlık dergisi yayınlanmaya başlamış, Erbil’de çıkan Türkmeneli gazetesi ve Gökbörü dergisi gibi dergi ve gazetelere yazılar gönderilmiştir. İsviçre’de yaşayan edebiyatçı Nusret Merdan tarafından Türkmen kültürünü tanıtan Sümer ve Mezopotamya adlı dergiler yayınlanmıştır. Irak Türkmen Eedebiyatını Türk Ddünyasına tanıtmakta önemli bir rol oynayan Azerbaycanlı yazar Gazanfer Paşayev’in yazdığı otuzun üstünde yazdığı kitap ve yüzlerce makale ve tebliği vardır. Bunun yanı sıra Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin eş başkanlığını yapan araştırmacı, şair Şemsettin Küzeci, Türkmeneli Edebiyatı, Kerkük Şairleri (2 Cilt) gibi çalışmaları ile Irak Türkmen Eedebiyatını Türk dünyasına tanıtmaya katkıda bulunmuştur. 4. IRAK TÜRKMEN EDEBİYATI VE TÜRKMEN MİLLÎ KİMLİĞİ ARASINDAKİ ETKİLEŞİM Bir milletin varlığı, kültürü, edebiyatı, gelenek görenekleri gibi toplumsal değerleri, sahip olduğu yazılı ve basılı kaynaklar ölçüsünde değerlendirilir. Demeli, bir millet yazılı eser verdiği sürece dünya üzerindeki varlığını ve yaşamını sürdürebilir. Irak Türkmenlerinin günümüzde varlık mücadelesi içinde bulunmalarının, bu konuda birçok zorlukla karşılaşmalarının temel nedenlerinden biri de budur. Türkmenler, tarih boyunca maruz kaldıkları çeşitli yok etme propagandaları altında, tüm baskılara rağmen eser verme konusunda ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış, millî varlık mücadelelerini hep son yüksek sesle dünyaya duyurmaya çalışmışlardır. Nitekim karşılaştıkları zorluklar, onların her zaman millî kimliklerine daha çok sarılmalarını sağlamıştır. Irak Türkmenleri Türkçe okuma-yazma ve öğrenmeye özel olarak, kendi kendilerine ve bazen gizli bir şekilde devam etmişlerdir. Dillerini, gelenek göreneklerini, folklorlarını, kültürlerini, tarihlerini, edebî zenginliklerini çalışarak, kendi yetenekleri ile günümüze kadar yetiştirmişlerdir. Bu tür değerler, Türkmenler arasında atalardan torunlara gerek sözlü, gerekse yazılı bir şekilde aktarılmıştır. Irak Türkmen Eedebiyatında en çok gelişen türlerden biri hoyrattır. Hoyratlar, Türkmenlerin acı ve sevinç gibi her türlü duygularını dile getirmek için yegâne aracı olmuştur. Türkmenler, çağa, günlük hayata ve dünyaya dair düşüncelerini her daim hoyratlarla dile getirmiş, duygu ve düşüncelerini genellikle kısa dörtlüklerden oluşan bu dizelere sığdırmışlardır. Özellikle Baas Partisi döneminde siyasî fikirlerini kolay kolay dile getiremedikleri için Türkmenler hoyratlara sığınmış, rejime dair eleştirilerini ve Türkiye’ye olan sevdalarını üstü kapalı bir şekilde hoyratlar aracılığıyla yazı22 President Rouhani and Iran’s ‘WomanMillî Question’ AfterArasındaki One Year in Office Irak Türkmen Edebiyatı ve Türkmen Kimliği Etkileşim ya dökmeye mecbur kalmışlardır. Örneğin, “Türkiye” kelimesini kullanmak yerine çoğunlukla “yâr” kelimesini kullanmış, şiirin sanki sevgiliye yazıldığı havası verilerek Türkiye’ye sevgi ve övgülerini dile getirmişlerdir. Yahut rejimi eleştirmek söz konusu olunca “rakip, düşman” gibi ifadeler kullanılmış, bahsedilen konunun günlük hayattan alınmış olduğu süsü verilmiştir. Örneğin, Türkmen davasına yıllarını vermiş, bu uğurda yıllarca hapiste yatmış ve çeşitli işkenceler görmüş, XX. yüzyılın Kerkük’te yetişen dev şairlerinden Mehmet İzzet Hattat’ın şu hoyratında Türkiye’ye olan bağlılığını, bu sevdadan vazgeçmeyeceğini, son nefesine kadar bu davayı sürdüreceğini gösterdiğini görürüz: Yarı gözler Yad yaram yarı gözler Et gedib, sümüg kalıb Sümügüm yarı gözler Diz titrer, üz örtülü Rüh çıxmaz, yarı gözler (dipnot:Çıxmaz: çıkmaz) Irak Türkleri millî davalarını sürdürmek uğruna birçok işkence ve zulme rağmen verdikleri edebî ürünlerle çok sayıda büyük yazar, kültür adamı ve yetenekli şairler yetiştirmişlerdir. Her dönemde, ölüme baskıya karşı durarak, Türkiye’deki edebî akımları takip etmiş, büyük yazar ve şairlerin yapıtlarını okuyarak kendilerini geliştirmeye çalışmış; millî yollarından, atalarının izlerinden sapmadan tarihlerine, dillerine sahip çıkmışlardır. Irak Türklerinin edebiyatını, kültürünü dünyanın her yerinde tanıtarak yaymışlardır. KAYNAKÇA Akkoyunlu, C. (1986). Kerkük Türklerinde Horyat Geleneği. Yüksek lisans tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara. Benderoğlu, A. (1989). Irak Türkmen Edebiyatı Tarihine Bir Bakış (18111930) I. Cilt, Bağdat: Irak Kültür Bakanlığı Yayınları. Beyat, F. M. (1979). 1958-1968 Arasında Irak’ta Türkmen Edebiyatı. Kardaşlık, 18(12), 45-46. Demirci, F. (1991). Irak Türklerinin Dünü-Bugünü. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Erbil, E. (2006). Türkmen Kimliğimiz, Hoyratlarımızdır. Yurt, 1(4), 11-13. Hürmüzlü, E. (1994). Irak Türkleri. Ankara: Irak Milli Türkmen Partisi Enformasyon Bürosu Yayınları. 23 Ashkn Tanlab Jamal Alwindawi Kasapoğlu, A. (1998). Türkmen Edebiyatı. Gökbörü, 1(2), 30-31. Kerküklü, A. M. (2000). Xoyrat Pınarı I. Cilt. Kerkük: Kültür ve Tanıma Bakanlığı Yayınları. Saatçi, S. (2016). Irak (Kerkük) Türkmen Edebiyatı. Türkmeneli, 9(101), 2-10. Terzibaşı, A. (2013). Kerkük Şairleri. Ankara: Ötüken Yayınları. 24 Türkiye’deki Demokrasi Tecrübesi ve 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi Konferansı KIZIL DENİZ VE ÖLÜ DENİZ KANAL PROJESİNİN ORTADOĞU BARIŞINA ETKİSİ Hasan Mahadeen Giriş Bu çalışma Kızıl Deniz ve Ölü Deniz arasındaki nakil projesini anlatmaktadır. Projenin olumlu ve olumsuz etkilerinden bahsedilmekte, aynı zamanda projede karşılaşılan engeller de anlatılmaktadır.Projenin Arap-İsrail çatışması üzerindeki etkileri, Ortadoğu’da su güvenliği ve projeye dair Türkiye’nin rolü de bu çalışmada incelenecektir. Bu çalışmadaki bilgilere ulaşmak için Arapça ve İngilizce makaleler, kitaplar ve çeşitli çalışmalar kullanılmıştır. Ölü Deniz (Lut Gölü), Ürdün, İsrail ve Filistin arasında yer alan bir göldür. Bu deniz semavi üç dinin merkezinde yer alması hasebiyle dini, tarihi ve kültürel öneme sahiptir. Bununla beraber geçmişte yaşamış medeniyetlerin de eserlerinin bulunduğu bir yerdir. Ölü Deniz 418 metre derinliğiyle yeryüzünde en derin nokta kabul edilmektedir.1 Son 50 yılda Ölü Deniz’deki su miktarı ciddi ölçüde azalmıştır. Bu durumun birçok sebebi vardır. Bunlardan bazıları: - Buharlaşma seviyelerinin artması ve yağış dalgalanması, - Deniz’in etrafındaki madencilik faaliyetleri, - Komşu ülkelerin su politikaları. Ölü Deniz yüksek sıcaklık özelliklerine sahiptir. Bu özelliği Ölü Deniz’de buharlaşmanın yüksek oranlarda gerçekleşmesine sebep olmaktadır. Ürdün nehri, Ölü Deniz’in en önemli ve ana besleyici kaynağıdır. Bu kaynak üzerinde İsrail’in kendi tarafına dönüştürme çabası neticesinde Ölü Deniz 740 1 Anthony John, Husein Malkawi, Yacor Tsur (2012) Red Sea–Dead Sea Water Conveyance Study Program, k,1. 25 Hasan Mahadeen milyon metreküp kaynak kaybetmiştir. Buna ilaveten Suriye’nin Yermük Nehri’nde baraj inşasıyla Ölü Deniz 300 milyon metreküp su daha kaybetmiştir. Ürdün’ün Doğu Ürdün vadisi kanalını inşa etmesiyle de 240 milyon metreküp su kaybedilmiştir.2 Bu çerçevede Ölü Deniz’in kurumasının sebep olacağı olumsuz etkiler şunlardır: - Yeraltısuyu Kirliliği: Yağmurların Ölü Deniz bölgesinde açık alanlara yağışını takiben yeraltısularına karışması yeraltısularında kirliliğe sebep olmaktadır. - Ekolojik sonuçlar ve göçmen kuşlar üzerinde olumsuz etkiler Atıksu konsantrasyonunun artırılması. - Ölü Deniz ile bağlantılı turizm ve sanayi sektörüne tehditler. -Ölü Deniz’in böylesi sepeblerle kurumasının önlenebilmesine önemli katkı sağlayacak olan bir projeyle 2.000 milyon metreküp suyun Kızıldeniz’den Ölü Deniz’e boru hatlarıyla taşınması amaçlanmaktadır. Bu projenin dünyada emsalleri de söz konusudur. Bu emsallerden bazıları Güney Afrika’da Sesto Projesi, Brezilya’da Francisco Nehri ve Amerika’da Central Arizona Projesidir.3 Bu proje Ürdün, İsrail ve Filistin Yönetimi arasındadır ve Dünya Bankası gözetiminde gerçekleştirilmektedir. Projenin ana hedefleri şu şekilde özetlenebilir; - Ölü Deniz’in kurtarılması. - Hidroelektrik enerji üretimi ve suyun tuzdan arındırılması. - Arap – İsrail barışını güçlendirmek ve desteklemek. -Dünya Bankası, 2013 yılında tamamlanan fizibilite çalışmalarına destek vermiş ve projenin politik, çevresel, sosyo-ekonomik etkileri üzerine çalışmalar için yaklaşık 16 milyon dolar harcamıştır. Ayrıca, Fransa, Yunanistan, İtalya, Japonya, Güney Kore, Hollanda, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri’nin de dahil olduğu çoklu finans forumu kurulmuştur. 4 Bu kanal 180 kilometre uzunluğunda olacaktır ve nakledilmesi planlanan yaklaşık 2000 milyon metreküp su Kızıldeniz’den tedarik edilecektir. Bu suyun, 1.200 milyon metreküpü tuzdan arındırıldıktan sonra Ölü Deniz’e nakledilecektir. Böylece yaklaşık 800 milyon metreküp içme suyu sağlanacaktır. 2 Anthony John, Husein Malkawi, Yacor Tsur a.g.e. 3 Anthony, john. Malkawi, husein. Tsur, yacov.a. g.e. 4 Bdour, Ahmad. (2012) Perspectives on a Strategic Jordanian Water Project: The Red Sea to Dead Sea Water Conveyance Construction.2. 26 President Rouhani Iran’sKanal ‘Woman Question’ After One Year inEtkisi Office Kızıl Deniz ve Ölüand Deniz Projesinin Ortadoğu Barışına Bu miktarın 570 milyon metreküpü Ürdün için, 160 milyon metreküpü İsrail için ve 120 milyon metreküpü de Filistin için ayrılacaktır. İki deniz arasındaki 507 metre yükseklik dolayısıyla suyu tuzdan arındırmak ve taşımak için gereken hidroelektrik gücün de üretilmesi öngörülmektedir.5 Projenin Muhtemel Olumlu Etkileri Ölü Deniz havzasında mutlak su fakirliği sorunu yaşanmaktadır. Ürdün su kaynakları bakımından dünyanın en fakir 10 ülkesinden birisidir. Buna karşın nüfus artış oranı yüksektir. 2050 yılında havzada nüfusun 30 milyona kadar ulaşabileceğine ilişkin projeksiyonlar vardır. Nüfus artışı ile sudan kişi başına minimum 96 metreküp düşebilecektir.6 Bu kanalın yapılmasının en önemli nedeni su ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu proje ile 850 milyon metreküp içme suyu sağlaması beklenmektedir, bunu gerçekleştirmek içinde Ölü Deniz’e su transferi yapmadan önce Ürdün -Akabe’de tuzdan arındırma (desalinasyon) tesislerinin kurulması gerekmektedir. Projenin gerçekleşmesi halinde, proje dünyada en büyük projelerden birisi olacaktır. İsrail’in güneyi büyük su ihtiyacı ile karşı karşıyadır. Aktarılacak suyun bir kısmı Güney İsrail’e iletilecektir. Ürdün yüksek nüfus sahibi olan İrbid şehri ve Kuzey Amman’dan suyu transfer etmektedir, böylece içme suyu transferi operasyonu daha az masraflı olmaktadır. Aynı zamanda bu proje Disi projesi ile bağlanırsa Amman’a yapılması gereken su nakliyesini daha kolaylaştıracaktır. Ölü Deniz dünyaya göre, üç semavi dinin çıkış noktası olması hasebiyle hem dini hem de tarihi ve kültürel öneme sahiptir. Dolayısıyla Ölü Deniz’in kurtarılması dünya tarihi açısından önemli bir eseri kurtarmaktır. Bu özelliklerinin yanında Ölü Deniz turizm alanında da önemli bir rol oynamaktadır. Hem Ürdün hem de İsrail kıyısında doğal güzeliği ile su ve çamurunun sağlık ve kozmetik için kullanılması nedeniyle turistik tesisler yer almaktadır. Bu proje ile Ölü Deniz bölgesi kurtarıldığında hem İsrail’in hem de Ürdün’ün iktisadi ve sanayi sektörüne de katkı sağlanacaktır. Bu proje Arap-İsrail barışını da destekleyecek ve ileri bir seviyeye taşıyacaktır. Özellikle siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda, su ve enerji problemlerinin bütün toplumların ortak sorunu olduğunu gösterecek ve ekonomik işbirliği ile bu komşu ülkeler arası bağları kuvvetlendirecektir. Böylece Ortadoğu’daki en karmaşık problemlerden biri olan ‘‘Arap-İsrail çatışması’’nın çözülmesi anlamında da önemli bir adım olacaktır. 5 Anthony, john. Malkawi, husein. Tsur, yacov.a. g.e. 6 Anthony John, Husein Malkawi, Yacor Tsur a.g.e. 27 Hasan Mahadeen Projenin Muhtemel Olumsuz Etkileri Bu projenin gerçekleştirilmesinin olumsuz etkileri de söz konusudur. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir; -Ölü Deniz bölgesi büyük kıtasal rift üzerinde yer almaktadır. Dolayısıyla hem jeolojik istikrarsızlık, hem de sürekli sismik tehdit altındadır. Özellikle inşaat ve su transferleri sismik aktiviteleri tetikleyebilecektir ve bu şekilde bölge hep doğal tehditlerin altında olacaktır. -Arava bölgesi suyu yüksek bir emiş gücüne sahiptir, bu yüzden her hangi bir proje hatasında nakil hatları içinde yeraltısuyu kirliliği oluşabilecektir. -Projeye dair en önemli endişelerden biri çevresel endişelerdir. Buharlaşma seviyelerinde bir değişiklik olduğu takdirde Ölü Deniz’in su oranında kesin bir değişiklik olacaktır ve nem seviyesinde değişiklikler bölgeyi etkileyecektir.7 -Transfer edilenen suyun Ölü Deniz suyuna zarar vermesinden endişe edilmektedir. bu durumdan sanayi ve turizm alanları olumsuz bir şekilde etkilenebilir, bu sorunu çözmek için götürülen suya özel maddeler eklenebilmektedir. Bu projenin güvenli ve başarılı bir şekilde devam etmesi için bölgede toplumlar ve devletler düzeyinde de gerginliklerin mümkün mertebe engellenmesi gerekmektedir. Böylece olumlu ve olumsuz etkilerine değinilen proje bağlamında bazı zorluklara da değinmek gerekmektedir.Projenin gerçekleşmesinde en büyük engelin halkın tepkisi olacağı öngörülmektedir. Özellikle Arap-İsrail çatışmalarının geçmişi ve barış anlaşmalarının sonuçlandırılamaması, Filistin devletinin kurulmaması gibi etkenler halk tepkisi oluşturmaktadır . Bu tepki Ürdün parlamentosuna aksedebilecektir. Dolayısıyla halkın tepkisini kontrol etmek için toplumun isteklerine önem verilmesi gerekmektedir.Proje Arap-İsrail barışı süreci açısından oldukça önemli olduğundan iki tarafın yakın teması ve sağlıklı ilişkiler sürdürmesi ana meselelerdendir. Son olarak projenin yüksek finansal maliyeti de bir engel olarak öne çıkmaktaydı. Ancak Dünya Bankası ve donör ülkeler yardımı ile finansman imkanı oldukça artmıştır. İsrail-Arap Çatışması Üzerinde Projenin Etkisi İsrail-Arap Çatışması, modern zamanın en kompleks çatışmalarındandır. Kökleri, I. Dünya Savaşı hatta II. Dünya Savaşı’nı etkileyen küresel olaylara ve devamında Soğuk Savaş, ABD’nın Irak’ı işgali ve Arap Baharı’nda protesto dalgalarını da içine alan yaklaşık 100 yıla yakın bir süreye dayanmaktadır. 7 Anthony John, Husein Malkawi, Yacor Tsur a.g.e. 28 President Rouhani Iran’sKanal ‘Woman Question’ After One Year inEtkisi Office Kızıl Deniz ve Ölüand Deniz Projesinin Ortadoğu Barışına 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasından beri bu çatışma bir çok aşamalardan geçmiştir. Arap-İsrail savaşı; Fransa, Britanya’nın da katılımıyla İsrail Devleti kurulması ilanından bir gün sonra çıkmıştır. Daha sonra 1968’de ‘‘6 Gün Savaşı’’, 1973’te Ramazan Savaşı gerçekleşmiştir. 1978’de Camp David Anlaşması, 1991’de Madrid Barış Kongresi, 1993’te İsrail-Filistin Anlaşması ve 1994’de Arabe Vadisi Barış Anlaşması imzalanmıştır. Buna ilaveten İsrail, 1982 yılında Beyrut Savaşı’nda olduğu gibi askeri operasyonlar düzenlemiştir. Süreç, 2006 yılında İsrail- Hizbullah arasındaki Temmuz savaşında ve 2008, 2012 ve 2014 yıllarında Hamas’la olduğu gibi düzenli birliklerle bir çok savaşa kadar devam etmiştir. Ayrıca bu çatışmanın; Orta Doğu’da cihatçılık, terör, Suriye krizi ve birçok tarafın bu çatışmalarda kamuoyunu arkasına almak için Filistin sorununu kullanması ve nüfuzunu genişletmesi için bölgesel devletin kurulması gibi bir çok krizlerle ilgisi vardır. Burada önemli bir terminoloji olan ‘‘Hidropolitik’’ kavramına değinmek gerekmektedir. Hidropolitik kavramı çok genel bir ifadeyle su sorununun devletlerin siyasetleri üzerine etkisini ifade etmektedir. Birçok araştırma gelecekte savaşların su yüzünden olacağını öngörmektedir. Su sorununun en büyük nedeni su kaynaklarının adaletsiz şekilde dağıtımında saklıdır. Batı Şeria’da Filistin halkı su sıkıntısı çekerken, Yahudi yerleşimciler bazı yerlerde kilometrelerce büyüklükte havuzlara sahiptir ve tarlalar püskürtme yoluyla sulanmaktadır. Uluslararası Af Örgütü’nün istatistiklerine göre bir Filistinliye günde ortalama 70 litre su düşerken bu rakam bir İsrailli için ortalama 300 litredir. Bu konuda İsrail Hükümeti katı kurallar uygulamaktadır. Filistinliler yeni kuyular açmak için İsrailli yetkililerden izin istemek zorundadırlar ki genelde bu izinler alınamamaktadır. Dolayısıyla ortaya çıkan gerginlikler suyun hem nasıl dağıtılacağı hem de nasıl kullanılacağı üzerine olmaktadır. Daha önce belirttiğimiz üzere Ürdün Havzası Bölgesi su kaynakları yönünden sıkıntı çekmektedir. Bu sorun Orta Doğu’da su savaşlarının yaşanmaması için, karşılıklı yardımlaşmaya ilaveten gelecek kuşakların su ihtiyacının karşılanması için ortak çabayla çözülebilecektir. Çok taraflı görüşmeler sistemine dayanan objektif çalışmaların yapılması da elzemdir. Su sıkıntısı sorununu çözmek için ortaya konan büyük projeler gelecek çatışmaların önlenmesinde önemli rol oynayabilecektir. Bunun için de karşılıklı güven ve su konusunda imzalanmış anlaşmalara saygılı olunması gerekmektedir. Ürdün havzası, turizmde Akdeniz ve Kızıldeniz sahillerine yakın olması, Ölü Deniz’in içinde olması, Red vadisi ve çölü de barındırıyor olması, ayrıca Petra gibi dünya mirasının da bu bölgede yer alıyor olması gibi birçok özelliklere sahiptir. Zirai alanda ise; Ürdün Havzası bölgesinin yüksek verimliliğe, ılık kış iklimine sahip olması farklı zirai ürünlerin ekimi için ve senelik binlerce ton üretime varacak üretim eşsiz bir fırsat vermektedir. Aynı zamanda havzada Fosfat madeni fabrikaları mevcuttur. Bu sektörlerin, başta su, sonra havaalanları, demiryolları gibi önemli büyük paylaşımcı projeler yoluyla geliştirme amaçlı fırsatlara ihtiyacı vardır. Bu sayede Ürdün Havzası ekonomik 29 Hasan Mahadeen yükü hafifletecek önemli bir ekonomik merkez halini alacaktır. İsrail zirai, tahıl sanayisi ve su arıtma yollarının gelişimi için çalışmıştır ve konum olarak Akdeniz’de yer alıyor olması hasebiyle üç adet deniz suyu arıtma istasyonu inşa etmiştir. Bu arıtılmış sularla evlerde gerekli su ihtiyacının %30’u sağlanmıştır. 2020 yılında bu oranın artırılması planlanmaktadır. Arıtılmış deniz sularıyla İsrail’in %80’e varan düzeylerde su ihtiyacının karşılanması amaçlanmaktadır. Su sıkıntısının üstesinden gelinmesi, Ölü Deniz’in kurtarılması projesine ve büyük miktarlarda su sağlanmasına yardımcı olacaktır. Proje aynı zamanda bölge halklarının toplumsal düzeyde iletişimine yardımcı olacaktır. Projenin Ortadoğu’da Su Güvenliğine Etkisi Dünya Bankası raporuna göre Ortadoğu ülkeleri oldukça ciddi bir su sıkıntısı yaşamaktadırlar. Çoğu ülke şu anki su talebini karşılayamamaktadır. Kelimenin tam anlamıyla birçok Orta Doğu ülkesi bir su kriziyle karşı karşıyadır. Bu durumun daha da kötüye gitmesi beklenmektedir. 2050 yılında kişi başına düşen su miktarının yarı yarıya düşeceği düşünülmektedir. Bu durum da bölgede doğal su kaynaklarına ve yeraltı sularına baskıyı artacaktır.8 Ekonomik yapıların ve gelecek yıllarda bölgede yerleşimcilerin değişimiyle su hizmetlerine olan talep ve zirai sulama da değişime uğrayacaktır. Modern imar bölgelerindeki şehirlerden ve sanayilerden kaynaklanan su kirliliğinin iyileştirilmesi zorunluluğu da artacaktır. Bölge suyunun %60’ı uluslararası sınıraşan sulardır ki bu da su kaynaklarının idaresinin karşı karşıya kaldığı sorunu daha da kompleks hale getirmektedir. Bu bağlamda öne çıkan önemli sorular şunlardır: Orta Doğu ülkeleri ve Kuzey Afrika ülkeleri toplumsal sorunlarla baş edebilmek amacıyla su kaynaklarının yönetimiyle ilgili şu anki uygulamalarında iyileştirmeye gidebilecek midir? Bunu gerçekleştiremezse toplumsal ve ekonomik sonuçların üstesinden gelebilecek midir? İçme suyu hizmetleri şu andan daha sorunlu bir hal alacaktır.Ülkelerin yüksek fiyatlı su arıtma işlemlerine bağımlılığı artarken, yağmurun yağmadığı zamanlarda depolu araçlarla ve bineklerle nakle dayanan yöntemlere de bağımlılık artacaktır. Hizmetlerdeki aksaklıklar, yüksek fiyatlı nakil ve dağıtım şebekeleri gibi alt yapı hizmetlerine baskı yapacaktır. Sulamaya dayanan mevcut zirai durumla ilgili olarak çiftçilerin gelirindeki yüksek miktardaki düşüşten dolayı sulama suyu desteğine itimat yoktur. Yeraltı sularının tüketilmesi ve su kaynaklarına da itimat edilememesinden dolayı maddi ve ekonomik sıkıntı artacaktır. Yerel düzeyde çatışmaların şiddeti artacaktır. Şunu da belirtmek gerekirse bütün bu durumların kısa ve uzun vadeli fakirliğin yayılmasına ve ekonominin gelişmesi ortalamalarına etkisi olacaktır. 8 World Bank Report retrieved from World Bank Website., 7/9/2016, http://siteresources.worldbank. org/INTMENA/Resources/WaterSummary_ARB.pdf 30 President Rouhani Iran’sKanal ‘Woman Question’ After One Year inEtkisi Office Kızıl Deniz ve Ölüand Deniz Projesinin Ortadoğu Barışına Arap ülkeleri yerkürenin %10’unu kaplamaktadır ancak dünya çapında düşen yağmur sularının sadece %2.1’ini almaktadır. Yağış miktarı senelik 250 mm’yi aşmayan çoğu Arap ülkeleri kurak ve yarı kurak olarak sınıflandırılmaktadır. Sadece Güney Sudan’a, Arap yarımadasının güney batısına ve Akdeniz’e uzanan Arap ülkeleri sahillerine yüksek miktarda yağış düşmektedir. Türkiye ve iki deniz nakil projesi GAP gibi büyük bir projeyi uygulamaya başlamış Türkiye, 1980’li yıllarda barışsuyu projesini sunmuştur. Bu proje özellikle Türkiye’nin geleceği için ve genel olarak da Ortadoğu’nun ekonomik sistemi için önemli bir projedir. Barışsuyu projesi bir fikir olarak Turgut Özal tarafından ilk kez Şubat 1987’de ABD’ye gerçekleştirilen resmi ziyareti sırasında sunulmuştur. Bu projede Seyhan ve Ceyhan nehirlerinden suların bir kısmının Ortadoğu’da suya ihtiyacı olan ülkelere gönderilmesi öngörülmüştür. İki nehrin ortalama günlük debisi 39.17 milyon metreküptür. Türkiye 23.07 milyon metreküp kullanmaktadır ve diğer 16.1 milyon metreküp Akdeniz’e akmaktadır. Türkiye’nin bu çalışmada irdelenen projede bir fırsat olarak algılandığı takdirde önemli bir rolü olabilecektir. Halihazırda Türkiye’nin GAMA şirketi Ürdün’de büyük projeler sürdürmektedir. Disi su projesini de Türkiye’nin eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül açmıştır ve proje bir milyon dolar maliyet ile yapılmıştır. Projenin fizibilite çalışmasında boru ithalatı kapsamında Türkiye önemli roller oyanayabilecektir. Projenin başarısı bölgede benzer projelerin de önünü açacak ve cesaret verici bir örnek teşkil edecektir. Projenin, Türkiye için bir diğer önemi de su kaynakları açısından zenginliği sayesinde benzer projelerde su transferi alanında yoğun bir şekilde yatırımlar yapabilecek olmasıdır. Türkiye proje finansmanının uluslararası kuruluşlarca yapılmasını önermektedir. Buna karşılık faydalanıcı tarafların da bakım maliyetlerini karşılaması öngörülmektedir. Sonuç İncelenen noktalar ışığında projenin halihazırda planlandığı şekilde devam ettiği ve uluslararası desteği haiz olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla projenin ilerleyişinde mali sorunlar yaşanması ihtimali zayıftır. Proje gerçeklestirildiği takdirde yalnızca Ürdün ve İsrail ekonomilerine turizm, tarım ve sanayi kollarında olumlu katkı sunmaycak, aynı zamanda da bölgede su sorununun çözülmesinde ve Arap-İsrail gerginliğinde örnek teşkil edecek bir durum oluşacaktır. Projenin karşılaşacağı muhtemel sorunlar ve dezavantajları incelendiğinde muhtemel halk tepkisi ve ekolojik endişeler öne çıkmaktadır. Projenin sağlıklı bir biçimde hayata geçirilebilmesi için Filistin Devleti’nin kurulması ve böylece Arap ülkelerinde İsrail karşıtı halk konumlanmasının projeyi engelleyici boyuttan uzaklaşması önemli bir çıkış yolu olabilecektir. Türkiye’nin de proje bağlamında ve sonrasında hem yatırım hem de boru ithalatı cephelerinde önemli bir rol oynaması beklenebilecektir. Projeyle beraber bölgede 31 Hasan Mahadeen oluşması muhtemel nisbi istikrar ve güvenlik ortamı Türkiye’ye fayda sağlayabilecek bir diğer başlıkken aynı zamanda projeyle beraber Türkiye’nin su ihracı konusunda da önemli imkanlar doğması beklenmektedir. KAYNAKÇA , (2011) Red Sea – Dead Sea Water Conveyance Study Program Feasibility Study, http://www.waj.gov.jo/sites/arjo/Documents/Preliminary%20Draft%20ESA%20ANNEXES.compressed1.pdf Allan, Tony. (1997), ‘‘‘Virtual water’: a long term solution for water short Middle Eastern economies’’, https://www.lmei.soas.ac.uk/water/ publications/papers/file38347.pdf Allan, J.A. (2002), ‘Hydro-Peace in the Middle East: Why no Water Wars? A Case Study of the Jordan River’, https://www.soas.ac.uk/water/ publications/papers/file38388.pdf Allan, J.A. (2002), ‘Water Security in the Middle East: The Hydro-Politics of Global Solutions’, http://mercury.ethz.ch/serviceengine/Files/ ISN/6839/ipublicationdocument_singledocument/44a0a220-a9cd -49eb-9778-f55c0e85cbeb/en/doc_6841_290_en.pdf Anthony, John, Huein Malkawi and Yacov Tsur(2012), ‘Red Sea–Dead Sea Water Conveyance Study Program’, http://siteresources. worldbank.org/EXTREDSEADEADSEA/Resources/Overview_ RDS_Jan_2013.pdf?resourceurlname=Overview_RDS_Jan_2013. pdf%26 Bdour, Ahmad (2012), ‘Perspectives on a Strategic Jordanian Water Project: The Red Sea to Dead Sea Water Conveyance Construction’, http:// jeteas.scholarlinkresearch.com/articles/Perspectives%20on%20 a%20Strategic%20Jordanian%20Water%20Project.pdf Chenoweth, Jonathan, ‘Will the water resources of Israel, Palestine and Jordan remain sufficient to permit economic and social development for the foreseeable future? Surrey: University of Surrey, http://epubs.surrey.ac.uk/7196/133/Scenario_development_for_ISPJ2.pdf Haddaden, Munther, (2000) ‘Negotiated Resolution of the Jordan-Israel Water Conflict’, http://blogs.brandeis.edu/siis/files/2014/04/Haddadin-_Negotiated_Resolution_of_Jordan_Israel_Water.pdf Haddadin, Munther, ‘Water Conflict and Negotiated Resolution’, http:// webworld.unesco.org/water/wwap/pccp/cd/pdf/case_studies/jordan_haddadin_2.pdf 32 President Rouhani Iran’sKanal ‘Woman Question’ After One Year inEtkisi Office Kızıl Deniz ve Ölüand Deniz Projesinin Ortadoğu Barışına Kramer, Annikk (2008), ‘Regional Water Cooperation and Peacebuilding in the Middle East’, http://nl.ircwash.org/sites/default/files/Kramer-2008-Regional.pdf Kenkel, Michael. (2013) ‘Five generations of peace operations: from the ‘thin blue line’ to ‘painting a country blue’, http://www.scielo.br/pdf/ rbpi/v56n1/07.pdf Karner, Milan A. (2012) Hydropolitics in the Jordan River basin The conflict and cooperation potential of water in the Israeli-Palestinian conflict, http://www.transboundarywaters.orst.edu/publications/publications/Master’s%20thesis_Milan%20Karner.pdf Shamir,Uri. Water Agreements Between Israel and Its Neighbors,Yale F & ES Bulletin, Bulletin 103, http://environment.yale.edu/publication-series/documents/downloads/0-9/103shamir.pdf Strategic Foresight Group (2011), ‘The Blue Peace: Rethinking Middle East Water)’. http://www.strategicforesight.com/publication_ pdf/40595Blue%20Peace_Middle%20East.pdf Wallensteen, peter. (2007), ‘Strategic Peacebuilding: Issues and Actors’, University of Notre Dame, http://kroc.nd.edu/sites/default/files/ op_28_1.pdf Wolf, Aaron. (1993), ‘Water for Peace in the Jordan River Watershed’, http:// www.transboundarywaters.orst.edu/publications/publications/ Wolf%20-%201993%20-%20Water%20for%20peace%20in%20 the%20jordan%20river%20watershed.pdf Wolf, Aaron. (1996), ‘Middle East water conflict and directions for conflicts resolution’, http://ageconsearch.umn.edu/bitstream/16240/1/dp12. pdf 33 SURİYE KRİZİNİN ÜRDÜN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE ÜRDÜN’ÜN MÜCADELE YÖNTEMLERİ Haya Al – Turk Giriş Bu çalışma Suriye krizinin Ürdün üzerindeki etkileri hakkındadır. Çalışmanın birinci bölümünde Ürdün-Suriye tarihi ve bugünkü ilişkileri incelenecektir. Ürdün ve Suriye ilişkileri tarihte her dönem olumlu bir çizgi izlememiştir. Suriye devleti kurulmadan önceki ilişkilerden başlayarak beri inişler ve çıkışlar yaşanmaktadır. Suriye krizi başladığında Ürdün komşu bir ülke olarak ve 300 kilometre müşterek sınır dolayısıyla en çok etkilenen ülke olmuştur. Bu etkilerden en önde geleni mülteciler konusu olmuştur. İlişkilerin güvenlik ve ekonomi sorunları gibi etkileri ikinci bölümünde anlatılacaktır. 5 yıl süren kriz hem komşu ülkeleri hem de uluslararası toplumu ciddi anlamda etkilemiştir. Ürdün’ün durumu güvenlik kapsamından bakımından pek çok diğer ülkeye göre daha sıkıntılı olmakla beraber ülke, dış tehditlere de maruz kalmıştır. Ürdün’ün nasıl bir rol oynadığını inceleme gerekliliğine binaen ikinci bölümde bu rolü detaylı olarak incelenecektir. Yaklaşık 1.5 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Ürdün kamplar ve dış yardımlar ile durumu kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Güvenlik kapsamında özellikle IŞİD ve diğer cihatçı gruplara karşı mücadele askeri araçlar ve uluslararası koalisyonlar ile yürütülmektedir. Ekonomik çözümler de Ürdün’ün kullandığı bir araç olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda Batılı ülkeler ile ekonomik anlaşmalar yoluyla yaparak mülteci sorununun etkilerinin azalması öngörülmektedir. Son bölümde Suriye krizinin beklenen çözümleri üzerinde durulacaktır. Bu çözümlerin Ürdün üzerindeki etkileri ve Ürdün için en uygun çözümün ne olduğu ifade edilecektir. Ürdün’ün Suriye’nin komşusu olması ve kara sı- 35 Haya Al – Turk nırına sahip olması dolayısıyla ülkenin en az zarara uğrayacağı çözüm en ideal seçenek olacaktır. Bu şekilde tarihsel arka plandan krizin etkilerine ilerlenecek, Ürdün’ün rolü incelenerek, krizin sona ermesine dair senaryoları ve Ürdün için en uygun çözümü kapsayan bir çalışma yapılmıştır. BİRİNCİ BÖLÜM Suriye ve Ürdün: ‘Ortak Tarih’ 1. İki devlet arasındaki tarihi ilişkiler Ürdün-Suriye ilişkileri uzun zamandan beri olumlu seyretmemektedir. Ürdün Kralı I. Abdullah bin al–Hüssein’in döneminde, Kral’ın hayata geçirmeye çalıştığı Arap Birliği projeleri Suriye tarafından kabul görmemiştir. Bu durumun arka planı olarak, Suriye-Mısır işbirliği zamanında, Suriye ve Ürdün ilişkileri gergin bir dönemden geçmekteydi. Kral Abdullah’ın Suriye’deki intifadalara ve silahlı devrimlere destekleri, özellikle 1936,1939 ve 1945 bu durumu pekiştirmiştir. Böyle bir tutum Kral Abdullah’ın milliyetçi prensiplerine göre normal karşılanabilirdi. Bu prensipler doğrultusunda Kral Abdullah, Suriye’nin Fransız idaresinden kurtulmasını ve mümkünse iki ülkenin birleşmesini arzulamıştır. Dolayısıyla bu esaslara ve prensiplere bağlı devrimci güçlere destek verilmiştir. 1930 yılında bu gerginlik Ürdün-Suriye sınırlarında devam etti. Özellikle iki ülkenin kabilelerinin arasında devam eden çatışmaları hükümetler de durduramadı. Böylece 1931 yılında Badia gücü oluşturuldu ve iki ülkenin sınırlarında barış tesis edildi. Ürdün-Suriye ilişkileri bundan sonra olumlu yönde gelişmeye başladı ve iki ülke arasındaki sınırları çizilmek için bir komisyon oluşturuldu. 1932 yılında iki tarafın sınırlarının başlangıç nokta Güney Celile Denizi olarak kabul edildi ve Tanaf Dağı iki ülke sınırlarının sonu olarak kararlaştırıldı. İkinci Dünya Savaşı’yla beraber Fransa, Almanya ile mücadelesi neticesinde Suriye’den çekildiğinde, Ürdün ordusu Britanya ordusunun desteğiyle Suriye’deki Almanya gücünü çıkarabildi. Bundan sonra Suriye ve Ürdün ilişkileri daha olumlu bir seyir izledi ve bu durum Suriye’nin bağımsızlığına kadar devam etti. Hafız Esad’ın Savunma Bakanı olduğu dönemde, 1970 yılında Ürdün’deki Kara Eylül olaylarında, Suriye, Ürdün’e karşı savaşan gerilla örgütlerine destek vermekteydi. Çatışmalar 6 gün sürdü ve altıncı günde Ürdün, hava kuvvetleriyle çatışmayı bitirerek Suriye’yi verdiği desteği çekmeye mecbur bıraktı. Hafız Esad Cumhurbaşkanı olduktan sonra iki ülke arasındaki ilişki hızlı bir şekilde gelişti ve 5 yıldan kısa bir süre içerisinde iki ülkenin arasında bir36 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri liği projeleri başladı. Bu durum iki devlet arasındaki ilişkileri açık bir şekilde olumlu yönde geliştirildi. Oluşan ortam özellikle Kral Hüseyin Bin Talal döneminde ilişkilerin hem hükümet hem de toplumsal alanlarda bütünleşmeye kadar ilerledi. 1974-1976 yılları arasında iki devlet arasında pasaportsuz geçişler mümkün oldu. 1977 yılında ilişkilerde gerginlik yeniden ortaya çıkmaya başladı. Bu gerginliğin sebebi o zamanda Suriye’nin Ürdün’ae ait yönelik ithamları idi. Ürdün’ün Suriye’deki Müslüman Kardeşlere verdiği destek, Ürdün tarafından yalanlanmasına rağmen ilişkileri olumsuz etkiledi. İki ülkenin farklı bölgesel ilgi alanları da ilişkiyi gerginliğe itmiştir. İran-Irak Savaşı’nda Ürdün’ün Irak’a ve Suriye’nin İran’a desteği önemli bir kırılma noktası oldu. 1985 yılında Ürdün Başbakanı Zaid Al-Refaii Suriye’yi ziyaret etti ve Suriye’nin Cumhurbaşkanı Hafiz Esad ile görüştü. Bu görüşmede Arap ülkelerinin ortak hareketinin önemi ve iki ülke arasındaki işbirliğinin gerekliliği üzerinde duruldu. Ürdün’ün Kralı’nından Esad’ıa Ürdün’e gelmesine dair de bir daveti de iletildi. Böylec Suriye ile ilişkilerde olumlu yönde bir dönüşüm yaşandı. 1987 yılında Ürdün ile Suriye Yermük Nehrinde Birlik Barajı inşası için bir anlaşmasına imzaladılar,. Bunu takiben ilişkiler hep olumlu bir seyir izledi ve Kral Abdullah bu yönde devam etti. Netice itibariyle ilişkiler iniş çıkışlı bir seyir izlemiş, Suriye’nin ithamları ve Ürdün’ün sert reaksiyonları ve Ürdün-İsrail yakınlığı ilişkinin atmosferine doğrudan etki etmiştir. İlişkilerin yumuşamasında Suriye-İsrail arasında dönemsel yumuşamaların da bu anlamda olumlu bir etki yaptığı söylenebilir. 2. Kriz döneminde iki devlet arasındaki ilişkiler Suriye savaşı süresince, Ürdün-Suriye ilişkilerinde iniş ve çıkışlar izlenebilmektedir. Üdrün, Suriye’nin bir komşusu olarak, olumsuz etkileri en aza indirmek amacıyla, ilk etapta resmi bir net bir konumlanma ortaya koymamıştır. Ancak iki devletin arasındaki gerginlik, Amman’daki Suriye Büyükelçisi Behcet Süleyman’ın sınır dışı edilmesiyle en yüksek seviyeye ulaştı. Takip eden süreçte, Ürdün’ün, Suriye’ye savaşçı gönderdiği ve bunlara silah desteğiyle beraber yardım ulaştırdığına dair Suriye tarafından ciddi ithamlarda bulunulmuştur. Bu ithamlara karşı Ürdün, Suriye Büyükelçisi’ne öncelikle uyarılar vermiştir. Ürdün’ün Dışişleri Bakanı olan Nasir Joudeh, sınır dışı olayının, Suriye rejiminin tutumundan değil Büyükelçisinin kötü tutumundan kaynaklandığını ifade etti. Suriye de olayı müteakip cevaben Ürdün Büyükelçisi’ni ülkeden sınır dışı etmiştir. IŞİD’in ortaya çıktığı dönemde, tehdidin iki ülkeye de yönelik olması nedeniye Ürdün Suriye ile uzlaşmaya çalıştı. Suriye tarafından bu girişimler 37 Haya Al – Turk sonuçsuz bırakıldı ve ilişkiler durağan bir seyirde devam etti. Ürdün için en önemli olan konu, Suriye ile olan sınırın güvenli tutulmasıdır. ki bu çabalar da bu bağlamda anlaşılabilir. Suriye Dışişleri Bakanı Walid Muallim, komşu ülkelerin hakkındaki ifadelerinde “Güney’deki zayıf komşu” ifadesiyle gönderme yaptığı Ürdün’ün silah satışı gerçekleştirdiği yönünde ithamlarda bulunmuştur. Bu söylentilere karşı Ürdün’ün verdiği tepki oldukça ağır olmuş, köşe yazarları Muallim’e ve onun temsil ettiği rejime karşı güçlü bir kampanya yürütmüştür. Ünlü bir köşe yazarı olan Muhammad Mübaydin: “Bu güney’deki zayıf komşu, 1990 yılında Irak’a karşı savaşmak kararı için ABD ile uluslararası koalisyona katılmayı reddettiğinde Suriye o karar doğrultusunda hareket etmiştir” şeklinde bir cevap verdi, hem de Muallim’e Suriye’nin Lübnan’da ve kendi vatandaşlarına karşı yaptıklarını hatırlattı. Ürdün, genel olarak Suriye’de siyasi çözüm vurgusu yapmaktadır. Suriyelilerin kabul edeceği her türlü çözümün kendileri açısından da kabul edileceği belirtilmektedir. Cenevre Konferansları bağlamında “siyasi çözüm”ün en uygun yol olduğu savunulmaktadır. Ürdün aynı zamanda bütün taraflara karşı önemli bir rol oynama çabası göstermektedir. Ürdün’ün Suriye politikasının önceliklerinden biri de Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Suriye’nin parçalanmasının bölgesel güvenliği riske sokacağı düşünülmektedir. Radikalleşme, mezhepsel çatışmalar, yine Ürdün açısından ulusal güvenlik tehdidi olarak görülmektedir. Böylece, bu savaş devam ederken Ürdün keskin bir konumlanmadan kaçınmaktadır ve bu tutumu aynı şekilde devam ettirme gayretindedir. Ülke ne resmen savaşa girmek ne de rejimin yanında konumlanmayı tercih etmemektedir. Kendi sınırları ve vatandaşlarının güvenliğinin önceler bir siyaset izlemektedir ve bu noktalarda devamlılık sağlandığı takdirde, konumunu değiştirmeyeceği öngörülebilir. Ürdün’ün Suriye krizi bağlamında mülteciler konusunda ve ekonomik ve güvenlik bağlamında yaşadığı zorluklar, bunların etkileri ve nasıl baş edilebileceği ikinci bölümde detaylı olarak anlatılacaktır. İKİNCİ BÖLÜM Krizin Ürdün’e Etkileri ve Oynadığı Rol A. Krizin Ürdün üzerindeki etkileri Suriye iç savaşının Ürdün açısından önemli etkileri olmuş, özellikle Suriyeli mülteciler ve IŞİD terör örgütü en önemli tehditleri oluşturmuştur. 38 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri Ürdün her ne kadar iç savaşı başladığında, tarafsız kalmaya çalışsa da zaman içerisinde stratejik davranarak risk ve tehditleri hem ekonomi hem de ulusal güvenlik açısından fırsata dönüştürme çabası göstermiştir. Dış politikası açısından en önemli etkilenme Suriye iç savaşıyla ve 2014 yazından itibaren faaliyetleri artan IŞİD ile başlamıştır. Ürdün’ün arabulucu rolü yerine bu sefer bölgedeki istikrarsızlığın yayılmasını durdurmak ve radikalleşmeyi önlemek için kritik bir ülke olduğu öne çıkarmaktadır. Özellikle Suriyeli mültecilerin ülkede oluşturduğu yük konusunda atılmaya çalışılan adımlar ve IŞİD’e karşı koalisyona verilen destek oldukça önemlidir. 2.1. Mülteciler sorunu Ürdün, coğrafi olarak küçük, petrol ve su gibi doğal kaynaklar konusunda çok fakir, ekonomisi dış etkilere oldukça açık bir ülke konumundadır. Buna ilaveten, ülkenin savunma harcamaları kendisine göre oldukça fazladır ki bu durum komşusu olan ve saldırgan tutum izlediği savunulan İsrail, Irak, Suriye ve Suudi Arabistan’ın varlığı ile açıklanmaktadır. Kendi bölgesinde önemli bir rol oynayan Ürdün, mülteci konusunda sadece Suriyelileri değil, diğer komşu ülkelerden de mültecileri alan ve mülteciler konusunda önemli bir rol oynayan bir ülkedir. Tüm olası risklere, tehditlere ve kırılganlıklara rağmen Ürdün, Ortadoğu bölgesindeki en başarılı ve güçlü rejimlerden biri olarak görülür. Ürdün hem İsrail-Filistin probleminden hem de Irak Savaşı’ndan dolayı yüksek sayılarda mülteci/sığınmacı barındıran bir ülkedir. Ürdün’de hala kayıtlı ve kayıtlı olmayan 20.000’den fazla Iraklı mülteci/sığınmacı ve yaklaşık üç milyon Filistinli bulunmaktadır. Suriye iç savaşıyla birlikte diğer komşu ülkelere olduğu gibi Ürdün’e de mülteci akını olmuştur. Coğrafi yakınlık, akrabalık ilişkileri, kültür ve mezhep benzerliği gibi nedenlerden dolayı Ürdün iç savaş başlayınca Suriyeliler tarafında, Lübnan ve Türkiye’den sonra en fazla tercih edilen komşu ülke olmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2015 Raporuna göre ülkede toplam 1.4 milyon Suriyeli olup bunlardan 646.700’ünü 2012’den itibaren gelen mülteciler, diğerlerini de ülkede savaş öncesi çeşitli nedenlerle gelen ve ülkelerine dönemeyen veya evlilik, akrabalık ilişkileri veya çalışma amacıyla Ürdün’de bulunan Suriyeliler oluşturmaktadır. Böylece Suriyeli mülteciler Ürdün nüfusunun yaklaşık yüzde dokuzunu oluşturmaktadır. Suriye iç savaşının başından beri açık kapı politikası izleyen Ürdün, resmiyette, Suriye’de yaşayan Filistinliler, Iraklı göçmenler ve bekâr erkekler dışında pasaportu olan tüm Suriyelilerin ülkeye girişine izin vermekteydi. 39 Haya Al – Turk Yarısını- çocukların oluştuğu Suriyeli mülteci nüfusunun %80-85’i kamplar dışında ülkenin oldukça fakir Suriye sınırına yakın kuzey bölgelerindeki İrbid, Mafrak, Amman ve Zarka gibi şehirlerde, %20-25’i de Mafrak ve Azrak’daki kamplarda yaşamaktadırlar. Ülkede toplam üç kalıcı kamp bulunmaktadır. Suriyelilerin kamptan çıkıp şehirde yaşayabilmeleri için bir Ürdün vatandaşının kefilliğine ihtiyaçları vardır. İşyeri sahipleri, akrabalar veya para ödenen kişiler Suriyelilerin kefili olmaktadırlar. Mültecilerin barınma, yiyecek, sağlık hizmetleri, eğitim gibi konulardaki sürekli ihtiyaçları Ürdün’ün kamu hizmetlerine ek bir külfet getirmektedir. Mafrak ve Ramtha gibi bazı yerleşim bölgelerindeki yoğunlaşmadan dolayı mal ve hizmet fiyatlarının arttığı, ev kiralarının yükseldiği, kamu hizmetlerine ve kaynaklarına erişimin zorlaştığını zorlaştığından bahsedilmektedir. Bu yüzden Ürdünlüler arasında genel olarak Suriyeli mültecilere karşı bir hoşnutsuzluk bulunduğu ve Ürdünlülerin Suriyelilerin kamplarda tutulmasını istediği ifade edilmektedir. Ürdün’e gelen mültecilerin hem ekonomik yük oluşturdukları, hem de ülkeyi istikrarsızlaştırabileceğine dair kuşkular vardır. Sınır bölgelerinde yaşayan Ürdünlüler Suriyelilerin gelişinden oldukça rahatsızlık duymaktadırlar, Tüm bunların uzun vadede ülkede sosyal huzursuzluk getireceği düşünülmektedir. Suriye krizinin Ürdün’e karşı negatif etkilerden birisi kimlikleri olmayan Suriyeli mültecilerdir. Ürdün’de yaklaşık 1.5 milyon mülteciden sadece 600.000 kişi kayıtlıdır. 125.000 mülteci Ürdün’ün en önemli iki kampında yaşamaktadır. 750.000 kişi hiç kimlik almayan ve kayıt yapmayan mültecilerdir. Bu mülteci grubu Ürdün için gerçek ve ciddi bir tehdittir, ve istikrarsızlığa sebep olma potansiyeli taşımaktadırlar. Ürdün yönetimi için Suriyelilerin oluşturduğu ekonomik yük kadar olası sınır güvenlik tehdidi ve iç güvenlik tehdidi de söz konusudur. Özellikle Suriye sınırından mülteci olarak El-Kaide bağlantılı kişilerin geçişinden endişe edilmektedir. Bu tehdit algısının önemli sonuçları olmuştur. 2.2. Güvenlik etkisi IŞİD meselesi Ürdün için güvenlik ve iç politika tehdidi olabilecek kapasitedir. Aynı zamanda Ürdün, vatandaşları IŞİD’e katılan ülkelerden biridir. IŞİD’e katılımların en önemli nedenlerinden birinin militanlara verilen yüksek maaş olduğu ve bunun gençleri cezbettiği, zira bu miktarın silahlı kuvvetlerde çalışan askerlere verilen maaştan yüksek olduğu ifade edilmektedir. Hatta bu yüzden hava saldırılarıyla öncelikle IŞİD’in petrol gelirlerinin önünü kesilmeye çalışılmaktadır. Ürdün içerisinde IŞİD’e verilen destek konusunda netl veriler mevcut değildir. Steven Simon’a göre 2014 yılının Temmuz ayı başında Amman yakınlarındaki Ma’an’daki gösterilerde her ne kadar IŞİD bayrakları göze çarpsa ve 40 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri de Ürdünlülerden destek bulduğu yönünde söylentiler olsa da IŞİD’in Ürdün içinde kuvvetli bir destek bulabilmesi mümkün değildir. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir: Birincisi, bu ülkedeki selefi-cihatçı eğilimliler IŞİD’in meşru bir yapılanma olmadığını düşünmektedir. En güçlü İslami grup olan İslami Hareket Cephesi, IŞİD’in Ürdün için tehdit ve tehlike olduğunu ilan etmiştir. İkincisi, sosyal medya ve Facebook kullanıcılarına dair gözlemlere göre IŞİD karşıtlığı ve Ürdün silahlı kuvvetlerine destek verenlerin sayısı oldukça yüksektir. Üçüncüsü, Irak’takinin aksine Ürdün’deki aşiretler de IŞİD’e destek vermemektedirler, çünkü Ürdün Krallık rejimi ile hem patronaj hem de karşılıklı bir bağımlılık ilişkileri var. Dördüncüsü, Ürdün polis güçleri protestolarda halka sertlikle davranmamakta ve olabildiğince az can kaybı yaşanması için oldukça tedbirli davranmaktadır. Buna ilaveten Krallık içeriden gelecek bir tehdidi önlemek için Haziran 2014 tarihinde anti-terör yasası çıkarmış ve muhalif ve radikal gruplar üzerindeki kontrollerini arttırmıştır. Yaklaşık 300 İslamcı bu yasa dâhilinde tutuklanmıştır. Tüm bunlara rağmen IŞİD Ürdün için açık bir tehdit olma vasfını korumaktadır. Güvenlik açısından bir diğer tehdit olarak Ürdün’deki militan cihatçı kesimler aktif bir hale gelmiştir, bir örgütlenme şeklinde olmasa da, hareket olarak giderek daha görünür hale geldiklerini söylemek mümkündür. Bu sorunla mücadele için Ürdün halkının farkındalığı artırılmalı, bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı, iç karışıklık dinamiklerinin oluşumuna imkan verilmemelidir. 2.3. Ekonomik etki Mülteci ve güvenlik odaklı sorunlar, doğal kaynaklardan yoksun ve kırılgan bir ekonomiye sahip olan Ürdün’ü gerçek bir ekonomik krize sürükleme potansiyeline sahiptir, Bu genel manzara bağlamında Ürdün’ün eskiden yaşadığı işsizlik ve diğer ekonomik sıkıntılar, Suriye mültecilerin gelişiyle daha tehlikeli bir şekilde yaşanmaktadır. Ürdün halkı bu krizden direkt etkilenmiş, iş imkanlarına ve toplumsal ihtiyaçlara erişim zorlaşırken maaşların ödemesinde de sıkıntılar yaşanmıştır. Mültecilere Ürdün hükümetinin yaptığı harcama 2010’da 50 milyon dolardan 2015’te 400 milyon dolara çıkmıştır. Bu artışın Ürdün vatandaşlarına olumsuz bir etkisi olmasının yanı sıra Ürdün’ü dış yardımlara daha ihtiyaç 41 Haya Al – Turk duyar hale getirmekte ve bu yardımların da mültecilere aktarılması mecburiyetini ortaya çıkmaktadır. Mültecilerin çoğu 18-59 yaş grubu içindedir. Bu durum iş gücü piyasasına yüksek sayıda girdi anlamına gelmektedir. Suriyelilerin Ürdünlülere göre düşük ücretle daha nitelikli iş yapıyor olması iş gücü piyasasını ele geçirmelerine neden olmaktadır. Böylece hem iş fırsatları azalmakta hem de mevcut işler Ürdünlülerden alınıp Suriyelilere verilmektedir. Bu da yerel halk arasında tepki gelişmesine neden olmaktadır. Kırılgan ekonomiye sahip Ürdün’ün bir anda mevcut nüfusun %10’u kadar yeni bir nüfusu ağırlamak zorunda kalmasının ülke ekonomisi üzerinde oluşturduğu yük açıktır. Ürdün, sanayi üretimi zayıf, su ve petrol gibi doğal kaynaklara sahip olmayan ve topraklarının %80’i çöl olan bir ülkedir. Planlama Bakanlığı ve UNHCR yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Suriyeli mülteciler ülke bütçesi üzerinde yüzde 10’luk bir baskı yaratmaktadır. Öte yandan ekonomiyi olumsuz etkileyen faktörlerden birisi Suriye ile ikili ticaretin azalmasıdır. 2012 yılında Suriye ile ihracat %22, ithalat ise %37 oranında azalmıştır. Türkiye, Lübnan ve Avrupa’ya Suriye üzerinden yapılan transit ticaret durmuş durumdadır. Güvenlik endişesi maliyetleri arttırmış ve nakliye yolları değişmiştir. Ülkede ev kiralarının ortalama üç katına çıktığı ifade edilmektedir. Mültecilerin genel olarak fakir bölgelere yerleştiği düşünüldüğünde bu durum yerel halk üzerinde baskı yaratmaktadır. B. 2011-2016 Yıllarındaki Kriz Yönetimi Bir önceki bölümde anlattığımız sorunlar bağlamında bu bölümde Ürdün’ün bu sorunlarla nasıl baş etmeye çalıştığı incelenecek, mülteciler, ekonomik ve güvenlik odaklı sorunlarda Ürdün’ün nasıl politikalar geliştirdiği anlatılacaktır. Ürdün, özellikle istikrarsızlığın yayılmasını durdurmak ve bölgedeki radikalleşmeyi önlemek için kritik önemde tehditlerin etkisini azaltmak amacıyla, uluslararası dış yardımların ve borç alımlarının miktarını arttırmış ve ordusunu güçlendirmiştir. 2.4. Mülteciler Konusundaki Adımlar Ürdün Suriye’den mülteci akımının başlangıcından beri bunu bir tehdit olarak algılamış, mümkün olduğunca sorunu bölgesel ve uluslararası forumlara taşımaya çalışmıştır. Özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi sıfatıyla mülteciler konusunun gündemine alınması için çaba sarf etmiştir. 42 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri Ürdün’ün konuya dair temel sıkıntıları şu şekilde özetlenebilir: Suriye ile ikili ticaretin devam ettirilememesi ve Suriye üzerinden transit ticaretin durması Ürdün’ün ekonomisine zarar vermiştir. Buna ilaveten her ne kadar mültecilere yardım sağlansa da eğitim ve sağlık hizmetleri üzerine binen yük ve temel hizmetlerin kalitesinin düşmesi ve kısıtlı olan su kaynakları konusu gibi yan etkiler vardır. Mülteci yükü paylaşımı, hem Ürdün’ün hem de bölge istikrarı ve kalkınmanın sürdürülmesi açısından herkesin yararına olacaktır. Bu görüşler tüm diplomatik görüşmelerde sürekli vurgulanmakta, müzakerelerde Ürdün’ün elini güçlendirmektedir. Örnek olarak Kral II. Abdullah Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 24 Eylül 2014 tarihinde yaptığı konuşmasında, 28 Mart 2015 tarihinde 26. Arap Birliği toplantısında ve televizyonda yayınlanan röportajlarında da ülkesinde yaklaşık bir buçuk milyon mülteci olduğunu, bunun nüfusun yüzde 25’ini oluşturduğunu ve bunların yaklaşık yüzde 90’ının kamplar dışında yaşadığını ifade etmiştir. Bu konuşmalarda Birleşmiş Milletlere mülteciler konusunda verdiği katkıdan dolayı teşekkür ederken, uluslararası yardımların sadece masrafların yüzde 25’ini karşıladığını söylemiş, hem uluslararası topluma hem de Arap ülkelerine yük paylaşımı konusunda çağrıda bulunmuştur. UNHCR Ürdün’e 2012’den beri özel önem vermektedir. UNHCR Yüksek Komiseri António Guterres 2015 yılı için Ürdün’ün Suriyeli mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak için üç milyar dolara ihtiyacı olduğunu ve Dünya Bankası’nın Ürdün’e orta gelir düzeyi ülke olduğu için yardım sağlamadığını da belirterek, uluslararası toplumu yardıma çağırmıştır. Körfez ülkeleri de Suriyeli mülteciler konusunda finansal yardım sağlamakta, yardımların bir kısmı Ürdün merkezi hükümetine ve yerel yönetimlere direkt verilmektedir. En büyük mülteci kampı Zaatari Kampı’ndan sonra kurulan ‘Ürdün-Emirlikler’ Kampı tamamen Birleşik Arap Emirliği tarafından finanse edilmektedir. Bu kampta hangi Suriyelilerin kalacağına da Birleşik Arap Emirlikleri karar vermektedir. Diğer Körfez ülkeleri de ciddi yardımlarda bulunmaktadırlar. Mesela, Kuveyt 2015 yılı başında 18 milyon dolarlık bir yardımda bulunmuş, bu yardımın Ürdün’ün kuzeyindeki Irbid ve Mafrak gibi illerin sağlık ve belediye hizmetlerinin geliştirilmesi için kullanılmasına karar verilmiştir. Diğer mülteci alan komşu ülkeler gibi Ürdün için de mültecilerin ülke güvenliği ve kamu düzeni için tehdit oluşturabileceği düşünülmektedir. Örneğin Kral II. Abdullah kendisine bu konuda sorulan bir soruya şu şekilde cevap vermiştir. “Tabii ki her zaman mültecilerin güvenlik tehdidi oluşturması mümkün. Problemin bir kısmı şununla ilgili: bu kadar yüksek sayıda kişi giriş yapıyor; teknik olarak bunların hepsi mülteci değil, bunların içinde bazı kötü elmalar var.” 43 Haya Al – Turk Bu bağlamda, Ürdün rejimi ülke güvenliğinin öncelikleri olduğu ve gerekirse bu konularda önlem alabileceklerini, silahlı kuvvetleri ve güvenlik güçlerini kullanacakları yönünde mesajlar vermektedirler. Mülteciler sorunu ile kamplar ve yardımlar yoluyla baş edilmeye çalışılmaktadır. Ürdün’de Suriyeliler için kamplar açılmıştır. Bu mültecilere hem uluslar arası uluslararası toplumdan hem de Arap ülkelerinden yardım temin edilmeye çalışılmaktadır. • Ürdün’deki Suriyeli mülteci kampları UNHCR verilerine göre Nisan 2014 itibarıyla Ürdün’de kayıtlı 588,792 Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Ancak Ürdünlü yetkililer ve UNHCR temsilcileri ile görüşmelerde gerçek rakamın 1.3 milyon civarında olduğu dile getirilmektedir. UNHCR’a kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı ile gerçek rakam arasındaki fark Suriye’de ayaklanma başlamadan önce farklı nedenlerle Ürdün’e gelmiş Suriyelilerin iç savaş sonrasında ülkelerine dönememesi ve mülteci olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Mültecilerin demografik yapısı Yaş 0-4 5-11 12-17 Erkek 8.3% 11.3% 6.9% Kadın 7.9% 10.7% 6.5% 18-59 21.3% 23.5% 60+ Toplam 1.5% 49.3% 2.1% 50.7% Syria regional refugee response, UNHCR, son erişim 1/6/2016 Yukarıdaki tabloya göre Ürdün’deki mülteci kadınların sayısı erkeklerden yüksek olmakla beraber ciddi bir fark görülmemektedir Genç nüfusun oldukça fazla olması, olumlu ve olumsuz muhtemel etkileri dolayısıyla en önemli noktalardan biridir. Özellikle IŞİD ve cihatçı fikirleri yayılması veya terör örgütlerine katılabım açısından bu kitle tehdide açık durumdadır. Çocuk sayısı da oldukça yüksektir ki bu eğitim ve sağlık hizmetlerinin üzerinde önemle durulmasını gerektirmektedir. Yeni doğan çocuklara ve annelerine de gereken sağlık ve gıda hizmetleri üzerinde durulmalıdır. Zaatari kampı: 29 Temmuz 2012 tarihinde kurulmuştur. Kamp yetkilileri tarafından verilen rakama göre 18 Mart 2014 tarihi itibarıyla kampta 109 bin Suriyeli mülteci barınmaktadır. 44 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri UNHCR’nin 30 Mart 2014 tarihli rakamına göre ise mülteci sayısı 106,073’tür. Kamp nüfusu zamanla değişkenlik göstermektedir. Bunun nedenleri Ürdün’e mülteci geçişinin bazı dönemlerde azalması veya mültecilerin bir kısmının ayrılarak şehir merkezlerine yerleşmesidir. Kamp içinde güvenlik Ürdün emniyeti, dışında ise ordusu tarafından sağlanmaktadır. Bazı iddialara göre kamp içinde mafyalaşma söz konusudur. Kampın merkezi denebilecek olan ve kampı baştan sona kesen ana cadde üzerinde her türlü dükkan yer almaktadır. Bu cadde üzerinde dükkan açabilmek için söz konusu gruplara para vermek gerektiği durumlar olabilmektedir. Diğer bir güvenlik sorunu, kamptaki kontrol ve üstünlüğün Ürdün’e ilk göç dalgası sırasında gelen Dera’lılarda olmasıdır. Dera’lı Suriyeliler aşiretçilik/bölgecilik yaparak farklı vilayetlerden gelen mültecilerin rahat bir şekilde barınmasına imkan tanımamaktadır. Bu nedenle Ürdün genelinde Dera’dan gelen Suriyeli sayısı yaklaşık 50% iken Zatari’deki Suriyelilerin büyük çoğunluğunu Dera’dan gelenler oluşturmaktadır. Kampta 23 bin konteynır ve 3.000 çadır yer almaktadır ve her aileye bir konteynır/ çadır verilmektedir. Çoğunluğu Suudi Arabistan ve Katar’dan gelen konteynırlarda su ve elektrik bulunmaktadır. Ortak alanlarda yer alan banyo ve tuvaletler ise yaklaşık 15 aile tarafından kullanılmaktadır. Kampın hijyen açısından da olumlu koşullara sahip olduğu söylenemez. Yağmurlu günler ertesinde su ve çamur birikintileri, atık suların çocukların yaşam alanı içinde açık şekilde akıyor olması risk oluşturmaktadır. UNHCR, kampta nakit yardımı, yiyecek dağıtımı ve barınma gibi hizmetler sunmaktadır. UNHCR tarafından kayıt altına alınan her Suriyeli kimlik kartı sahibi olmakta ve bununla nakit ve gıda yardımı alabilmektedir. Her aileye haftada belli bir miktar nakit ödemesi yapılmaktadır. Kampta UNHCR ile birlikte 80 kurum daha koordineli olarak faaliyet göstermektedir. UNHCR yetkililerinden alınan bilgiye göre, Zatari’deki Suriyelilerin yaklaşık yüzde 60’ı çocuklardan oluşmaktadır. Ayrıca kampta bugüne kadar 3.500 doğum gerçekleşmiştir. Emirates-Jordanian/Emirlik-Ürdün Kampı: Zarka vilayeti sınırları içinde yer alan kamp doğrudan Birleşik Arap Emirlikleri tarafından finanse edilmekte ve yönetilmektedir. UNHCR sadece koruma ve kayıt altına almadan sorumludur. Kampın yeri Ürdün hükümeti tarafından seçilmiş ve ücretsiz olarak Birleşik Arap Emirlikleri’ne verilmiştir. Kamp yerleşim yerlerinden uzak, izole bir konumdadır. Dışarıdan bakıldığında çölün ortasında bir yer görüntüsü içindedir. Kampla ilgili her şey Birleşik Arap Emirliği yetkililerinin onayından geçmektedir. 2013 yılı başında kurulan kamp 5.000-6.000 kişilik kapasiteye sahiptir. Kamp yetkililerinin verdiği bilgiye göre Mart 2014 tarihi itibarıyla 4.100 Su45 Haya Al – Turk riyeli barınmaktadır. Kapasitenin 10 bin olacak şekilde artırılması planlanmaktadır. Emirlik-Ürdün kampındaki Suriyelilerin UNHCR kayıtları olmasına rağmen, UNHCR kartları bulunmamaktadır. Bu kampta kalanlar kendine özel bir kimlik kartına sahiptir. Polis sadece kamp dışı güvenliği sağlamaktadır ancak talep olması halinde kampa girebilmektedir. Kampa kabul edilmek için en önemli şart tüm aile olarak göç etmiş olmalarıdır. Dolayısıyla kampta bekar yetişkin erkek yaşamamaktadır. Mültecilerin geldikleri vilayetler sırasıyla Dera, Şam ve Humus’tur. Suriye’den ayrılma nedeni olarak en fazla can güvenliğinin ortadan kalkması dile getirilmektedir. Göçmenlerin çoğunluğu pasaport sahibi değildir, bu nedenle başka bir ülkeye geçiş şansları bulunmamaktadır. Azrak Kampı: 2013 yılında açılması planlanan ancak 2014 yılında mülteci kabulüne başlayan kamp 130 bin kişiye göre inşa edilmiştir. Yeni göç dalgalarına hazırlık için kurulan kamp Zarka ve Azrak vilayetleri arasında yer almaktadır. Ürdünlü yetkililerin ifadesine göre kamp konfor, temel hizmetler, düzen, sosyal alanlar gibi açılardan Zatari’ye göre çok daha iyi koşullara sahip olarak inşaa edilmiş, 2016 yılında UNHCR’e göre 27,714 mülteci barındırır niteliktedir ki bunların 56%’sı çocuklardan oluşmaktadır. 2.5. Güvenlik Konusundaki Adımlar Ürdün-Suriye sınır güvenliği, Ürdün içerisinden çıkan cihatçılar ve IŞİD, güvenlik bağlamında öne çıkan başlıklardır. Bunlar Ürdün’ün güvenliğini ciddi biçimde tehdit etmektedir. Bu noktalardaki başarı Ürdün’ün kendi güvenliğini doğrudan etkileyecektir. Ürdün Uluslararası Koalisyon’un yaptığı operasyonlara IŞİD’a karşı askeri hava saldırılarına katılarak ve istihbarat ve diplomatik işbirliği sağlayarak destek vermektedir. ABD Kongresi’nin raporuna göre Ürdün 60’ı F-16 olmak üzere 85 uçakla IŞİD’a karşı hava saldırılarına destek vermekte, fakat kara harekâtına asker göndermemektedir. Bunun sebebi Ürdün askerlerinin katılımının Krallığı IŞİD’ın hedefi haline getirebileceği korkusudur. Ürdün’ün sağladığı en önemli destek istihbarat paylaşımı, Suudi Arabistan’ın yardımıyla Irak Özel Askeri Güçlerinin ve Beşar Esad’ın rejimini yıkacağı düşünülen Suriyeli muhaliflerin Ürdün topraklarında eğitimidir. ABD desteği güvenliğin yanı sıra ekonomik ilişkiler açısından da önemli rol oynamaktadır. Son yıllarda Ürdün’e en önemli yardım daha önce de olduğu gibi ABD’den gelmektedir. Bölgedeki istikrarsızlıktan rahatsızlık duyan ABD, Ürdün’e mali yardımını arttırarak devam ettirmektedir. 46 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri Ürdün, IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyona destek vererek aynı zamanda bölge ülkeleriyle de ilişkilerini daha da geliştirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin Bağdat hükümeti Ürdün’den teröre karşı mücadelesinde destek istemektedir, işbirliği kurmaya çalışmaktadırlar. Koalisyona verilen desteğin olası olumsuz etki ve sonuçları Ürdün tarafından göz ardı edilmemektedir. Bunlardan en önemlisi IŞİD’in 3 Ocak 2015’te bir aya kadar elinde tuttuğu Ürdün vatandaşı F-16 pilotu Mu’aath Kasasbeh’i yakarak öldürmesi ve buna dair görselleri sanal âlemde paylaşmasıdır. IŞİD’in Kasasbeh’i infaz etmesinin nedeni Ürdün’ün El-Kaide’nin 2005’te Amman’daki otel saldırılarına karışan Iraklı kadın intihar bombacısı Sajida al-Rishawi hakkında idam kararı vermesidir. IŞİD eğer Ürdün al-Rishawi’yi kısa süre içinde salıvermezse rehin aldığı Ürdünlü pilotu hemen öldürmekle tehdit etmiştir. Fakat Ürdün pilotun önceden öldürüldüğüne dair bilgi elde ettiği için eylemciyi teslim etmemiştir. Bunun üzerine Ürdün de Sajida al-Rishawi ve Ziad al-Karbouli isimli IŞİD mensubu bir militanı idam etmiştir. Ürdünlü pilot, Koalisyon Güçlerinin IŞİD’a esir düşen ve öldürülen ilk pilotu olmuştur. Bu olay hükümetin IŞİD karşıtı söylemini daha da sertleştirmesine sebep olmuştur. Pilotun öldürülmesini takip eden günlerde Ürdün, Koalisyon güçleriyle birlikte günlerce IŞİD mevzilerine hava saldırısı düzenlemiştir. Öldürülen pilot için Ürdün’de halk tepkisi oluşmuş ve intikam istekleri dile getirilmiştir. Ürdün yönetimi de hem toplumsal gücünü kaybetmemek için hem de Ürdün’ün gücünü göstermek amacıyla ciddi bir şekilde IŞİD’e karşı operasyonlar yapmaktadır. IŞİD’e karşı Arap dünyasındaki halkların bakışı (Olumlu – Olumsuz) Ülke Ürdün Suudi Arabistan Irak Lübnan Mısır Çok Ne olumlu ne Çok Olumlu Olumsuz olumlu de olumsuz olumsuz Cevap vermedi/ bilmiyor 1 1 1 1 96 - 1 1 2 1 94 1 1 - 1 - 1 1 4 8 93 91 - 3 6 7 11 72 1 Arab center for reasearch and policy studies 2015. Tabloya göre, IŞİD ile olan mücadele ve özellikle Ürdünlü pilotun öldürülmesi neticesinde Ürdün’de IŞİD karşıtı tutumun oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Suudi Arabistan da 94% IŞİD’e karşıtı tutumla Ürdün’ü izlemektedir. Mısır’ın doğrudan tehdit altında hissetmemesi ve ülkede IŞİD bağ47 Haya Al – Turk lantılı büyük bir olay yaşanmaması, kıyasen IŞİD’e olumlu bakan yüzdenin daha yüksek olmasının sebebi olarak görülebilir. 2.6. Ekonomi Konusundaki Adımlar Avrupa ile yapılan yeni ticaret anlaşmasına göre Ürdün 200.000 Suriyeli mülteciyi istihdam edecek ve böylece mültecilerin olumsuz etkileri önemli oranda azaltılacaktır. Buna karşı Ürdün’ün sanayi ve tarım ürünleri daha kolay ve yoğun şekilde Avrupa marketlerinde satılabilecektir. Mülteciler konusu Ürdün açısından bir fırsat gibi kullanabilecektir. Özellikle yatırımcılar, mültecilere iş imkanları sağlarsa Ürdün ekonomisi açısından da fayda sağlanabilecektir. Örneğin, İrbid şehrinde 12 fabrika Suriye’den nakil edilmiştir, bu fabrikalar bağlamında yapılabilecek ekonomik anlaşmaların olumlu etkileri olması mümkündür. Bu yolla aynı zamanda Ürdün’den ihracat da yükseltilebilecektir. Bu ve benzeri adımlarla hem üretim hem sanayi ve ithalat açısından iyileştirmeler sağlanması mümkündür. Bu noktalara ilaveten, iş gücünün değerlendirilmesi ve ücretlendirilmesi riskler barındıran bir konu olmakla beraber, doğru yönetildiği takdirde Ürdün ekonomisine olumlu etkiler yapabilecektir. Bir yandan bu konuda etkili adımlar atılamaması iş gücünde eşitliksizlik ve tansiyona sebep olabilecek ve/ veya iş imkanlarına eşit ulaşım sağlanamaması radikalleşmeye müsait bir zemin oluşturabilecekken, bu dinamiklerin akılcı yönetimi ülkeye önemli bir iş gücü sağlayabilecek, mülteci meselesinin yönetimine de katkı sunacaktır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Suriye Krizine Dair Senaryolar 3.1. Dünyanın Gözünden Suriye’nin Geleceği Arap dünyasındaki halklara göre Suriye’nin geleceğine bakıldığında birkaç unsur öne çıkmaktadır. Aşağıdaki grafiğe göre en çok tercih edilen çözüm rejiminin değişimidir. Bunu Suriye’de iç savaş ortamının bitirilmesi takip etmektedir. IŞİD, bu krizin devam eden sebeplerinden birisi olduğu için örgütün ortadan kaldırılması da bir çözüm olarak görünmektedir. 48 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri Suriye Krizinin Çözümüne Dair Arap Kamuoyunun Çözüm Önerileri Rejimin değişmesi Barışçıl Çözüm İç Savaşın bitirilmesi ve muhalefetin ortadan kaldırılması IŞİD’in ortadan kaldırılması Diğer Bilmiyor / istemiyor 8% 9% 12% 62% 8% 1% - Arab center for reasearch and policy studies, 2015. Suriye savaşının sonucunun nasıl olacağı belli değilse de birkaç ihtimal üzerinde durulabilir: Birincisi rejimin değişmesidir. Bunun gerçekleşmesi için birkaç araç vardır; Beşar Esad’ın istifası ve yargılanması; Rejimin rejimin devrilmesi; sonuna kadar Suriye devrimine destek verilmesi; Esad’a karşı güçlü bir uluslararası tutum; Askeri askeri müdahale. İkincisi muhalif ayaklanmanın sonlandırılmasıdır. Bu da muhalifler ve silahlı grupların ortadan kaldırılmasıyla ve dış destek durdurulursa gerçekleştirilebilir. Üçüncüsü barışçıl ve siyasi bir çözümdür. Bu senaryo iki taraf arasında başarılı ve uzlaşmacı görüşmeler yapılmasını gerektirmektedir. En kötü senaryolardan birinin Suriye’nin parçalaması olduğu düşünülmektedir. Özellikle mezhepsel bölünme durumunda ne Ürdün ne de diğer bölge ülkeleri durumdan memnuniyet duyacaktır. Böyle bir senaryo aynı zamanda bölgesel çatışma dinamiklerini de sürdürme potansiyeli taşıyacaktır. 3.2. Senaryoların Ürdün’e Etkileri Ürdün halkının çoğunluğu, Suriye rejimin sonlandırılmasını en uygun çözüm olarak görmektedir. Ancak sürecin belirsizliği dolayısıyla diğer ihtimallerin de dikkatle değerlendirilmesi gerekmektedir. Siyasi çözüm de en hafif zarara sebep olabilecek bir çözüm olabilecek, böylesi bir çözüm güvenlik tehditlerini 49 Haya Al – Turk de bertaraf edebilecektir. Mülteci meselesi açısından bakılırsa, savaş ne zaman biterse bitsin mülteci sorununun hızlı biçimde çözülmesi mümkün görünmemektedir. Muhalefetin ortadan kaldırılması ya da Esad’a karşı uluslar arası uluslararası müdahale durumunda Ürdün’ün güvenliği açısından tehlikeler ortaya çıkabilecektir. En kötü olarak değerlendirilen ve Ürdün açısından en tehlikeli senaryo Suriye’nin mezhepsel olarak Şii ve Sunni bölgelerine bölünmesidir. Bu durum bölgesel olarak da istikrarsızlık oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu senaryolar üzerinde durulurken önemli bir konu da gözden kaçırılmamalıdır ki bu da Arap ülkelerinin meşruiyet konusundaki zayıf durumudur. Genel olarak Arap ülkeleri hükümetlerinin meşruluğu kırılgan ve zayıftır. Bundan ötürü siyasi sisteme karşı halkın sadakatı sınırlıdır ve bu sadakat korku ve menfaat üzerinden şekillenmektedir. Bu meşruiyet sorununun demokratikleşme noktasındaki eksikliklerden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bu eksikliğin neticesi Arap Baharı sürecinde görülmüş ve kanlı sonuçlarına şahit olunmuştur.Yönetime gelen diktatoryal rejimler halk ayaklanmalarının önünü açmakta, halk desteğinden yoksun hükümetler kırılgan bir yapı oluşturmaktadır. Siyasal iktidarların “sürgünü” de bu demokrasi dışı görüntüyü destekleyici hamlelerdir. Bu hamle neticesinde halkın iktidarla uyumlu kültürel ve ideolojik yönelimleri de sistemden dışlanmakta, yabancılaşmaya sebep olmaktadır. Dolayısıyla halk merkezli sağlanamayan meşruiyet de nihayeten silah ve şiddet yoluyla temin edilmeye çalışılmaktadır. Suriye ve diğer Arap ülkelerinde çözüm halktan gelen talep doğrultusunda ve halk tarafından başlatılırsa uzun vadeli ve kalıcı bir çözüm sunabilecektir. Aksi takdirde bu coğrafyada çatışmaların nihayete erdirilmesi mümkün görünmektedir. Suriye’de siyasi çözüm bağlamında da aynı aktörlerin yönetimde kalması makul bir çözüm olarak görünmemekte, ülkedeki dinamikler de bunu mümkün kılmamaktadır. Aksi yönde bir ısrarın hem ülke hem de bölge adına yeni olumsuz sonuçlar doğurması ve var olanları değiştirmesi oldukça olasıdır. Sonuç Ürdün, geçmişten gelen mülteci tecrübesi ile Suriyeli mülteciler konusunda krizi fırsata dönüştürme açısından en başarılı ülke konumundadır. Bu tespit Suriyelilerin olumsuz etkisinden ziyade katkısının daha fazla olduğu anlamında gelmemektedir. Ancak Ürdün mültecilere ev sahipliği yapan dört ülke arasında, aldığı uluslararası yardımlar sayesinde belki de en az mali yük altında kalan ülkedir. Ürdün’ün zayıf ekonomisi ve doğal kaynaklarının olmaması kriz durumlarında avantaja dönüşmekte, uluslar arası uluslararası yardım artan biçimde ülkeye girmektedir. Böylece bütün zayıflığına ve ülke nüfusundan daha fazla 50 President Rouhani Iran’s ‘Woman After Mücadele One Year in Office Suriye Krizinin Ürdünand Üzerindeki EtkisiQuestion’ ve Ürdün’ün Yöntemleri mülteci ağırlıyor olmasına rağmen ağır yükün altından kalkmayı başarabilmektedir. Ürdün’ün en önemli özelliklerinden biri Ortadoğu’da istikrar adası olmasıdır. Bu durum kriz anlarında bölge insanlarının Ürdün’e akın etmesine yol açmaktadır. İsrail gibi önemli bir müttefik de Ürdün’deki Suriyeli mültecilere yardımlar gerçekleştirmektedir. Ürdün’e en önemli sıkıntısı olan su konusunda önemli katkı sağlamaktadır. Bütün bunlara rağmen Ürdün’e uluslararası yardımın artarak devam etmesi gerekmektedir. Ürdün ve Suriye ilişkileri tarihten itibaren düzenli bir biçimde olumlu bir seyir izlemediyse de Ürdün Suriye halkına gereken desteği verme yönünde iradesini her dönem ortaya koymuştur. Ürdün için anlattığımız gibi siyasi ve barışçıl çözümler en uygun olmakla beraber, diğer alternatif senaryolara göre de eylem planları hazır olmalıdır. Bu çözüm de hem Suriye hem diğer Arap ülkelerinde halkın iradesine azami dikkati gerektirmektedir. Toplumsuz bir çözümün uzun vadede kalıcı olmayacağı acı tecrübelerle görülmüştür. Suriye krizi kısa vadede sonlanmaktan oldukça uzaktır. Bununla beraber Suriye, tek Arap iç çatışması da değildir. Krizin etkileri Ürdün’de ve başka bölgesel ülkeler üzerinde ciddi sonuçlar doğurmakta mülteci meselesi, güvenlik ve ekonomi odaklı sorunları beraberinde getirmektedir. Suriye’nin, krizin çözümünü takiben dahi kısa vadede eski durumuna dönmesi ve mültecilerin geri dönüşü mümkün görünmemektedir. Savaş sonrasında uluslar arası uluslararası çaba ve bölge ülkelerinin katkısıyla Suriye’nin yeniden yapılandırılmasının hayati önem arz ettiği açıktır. KAYNAKÇA Al-Manaseer.Muhammad.(2010). 91 ( صفحة من تاريخ االردن حلقةÜrdün tarihinden bir sayfası, bölüm 91 ). Ammon News Journal. Erişim: 01.06.2016 http://www.ammonnews.net/article.aspx?articleno=55309 Al-Shboul.Faisal.(1995). ربع قرن من التقلبات: السورية- العالقات األردنية. (Ürdün-Suriye ilişkileri: İniş çıkışlardan bir çeyrek yüzyıl). Al-Hayat. Erişim: 01.06.2016 . العالقات األردنية السورية إلى أين؟.. سنوات من الثورة4 ( بعدDevrimdenin 4 yıldan sonra, Ürdün-Suriye ilişkileri, nereye kadar?). Alkhaleejonline. (2016). Erişim:01.06.2016 Al-Sharif. Osama. Jordan’s balancing act on Syria. Al-monitor. (2014). Erişim: 01.06.2016 http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/01/ jordan-syria-relations-tensions-moallem-critique-refugees.html# Mencütek, Zeynep, “Suriye Krizi’nin Ürdün Dış Politikasına Etkisi: Suriyeli Mülteciler ve Işid’e Karşı Koalisyona Katılım Suriye Krizi’nin Ür51 Haya Al – Turk dün Dış Polıtıkasına Etkısı: Surıyelı Mültecıler ve Işid’e Karşı Koalısyona Katılım”, Orsam Ortadoğu Etütleri, 2015. Jordan global appeal, UNHCR, the UN refugee agency, 2015 update, Erişim: 01.06.2016 http://www.unhcr.org/5461e6070.html. Tabler, Andrew, “Jordan and the Syria Crisis: Mitigating the ‘Known Unknowns”, The Washington Institute, 2014, Erişim: 01.06.2016 http://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/jordan-and-the-syria-crisis-mitigating-the-known-unknowns Orhan,Oytun, Suriye iç savaşı ve Ürdün, Ortadoğu analiz, 2016. Orhan, Oytun, Suriye’ye komşu ülkelerde Suriyeli mültecilerin durumu, ORSAM, 2014. Malkawi, Khetam, Laub, Karin, In new trade deal Jordan to employ 200,000 Syrian refugees, tımes Times of Israil, 2016. Erişim:01.06.2016 http://www.timesofisrael.com/in-new-trade-deal-jordan-to-employ-200000-syrian-refugees/. Syrian Refugees A snapshot of the crisis – in the middle east and europeEurope. Jordan. 2014. Erişim: 01.06.2016 http://syrianrefugees.eu/?page_id=87. Frehat, Muaath, مخاطر وفرص: أزمة الالجىين السوريين في االردن, (Ürdün’deki Suriyeli mültecilerinin krizi: Riskler ve fırsatlar), 2016, Hawkameh. Erişim: 01.06.2016 http://governance.arij.net/blog/%D8%AA%D8%AD%D9%82%D9%8A%D9%82%D8%A7%D8%AA/161. Arap indeks , Arap kamuoyu ölçüm programı, Arab center for research and policy studies. 2015. www.dohainstitute.org. Owen, Lord, Why Jordan is key to ending the Syria crisis, Huffington Post, 2015. Erişim: 01.06.2016 http://www.huffingtonpost.com/lord-david-owen/jordan-syria-crisis_b_8118734.html. هل من أصدقاء لنظام األسد في األردن؟, (Ürdün’de Essad rejiminin arkadaşkları var mı ?), Arab center for research and policy studies, 2012. Erişim: 01.06.2016 http://www.dohainstitute.org/release/3c11bb79-679546c1-993b-951a6c594c46. Al-Khazendar, Sami, الصراعات العربية الداخلية, ( Arap iç çatışmaları), Yarmouk Üniversitesi, Ürdün, 2004. “Charlie Rose interview with King Abdullah II on Syrian Refugees,” CBS TV Station, 5 Aralık 2015, https://www.youtube.com/watch?v=F3jNfK4Wg00. 52 DAEŞ’İN ORTA ASYA’YA YÖNELİK TEHDİDİ Irina Chesnokova Giriş Orta Asya’nın Araplar tarafında fethi, bölgede İslamlaşma sürecini başlatmıştır. İlk etapta Orta Asya’da Araplarla kanlı çatışmalar yaşanmış ve yerel toplumlar hemen bu dini kabullenmemişlerdir. Sonraki dönemlerde ise dini yayma misyonu, İslamın daha çatışmasız biçimde ve zamana yayılarak alan kazanması şeklinde devam etmeye başladı. 10. yüzyılda Orta Asya (Buhara, Semerkant, Balasagın şehirleri), İslam medeniyetinin merkezlerinden olmuştur. Ekonomik yapı doğal olarak toplumların kültüründe önemli etkiler oluşturmaktadır. İslam, göçmen toplumların yaşamında bir anda devrimsel bir dönüşüme neden olmadı ve toplum yapısını zamanla etkiledi. Bu manzarada göçebe toplumlara nazaran yerleşik toplumlar daha erken dönemlerde İslam’la tanışıp, İslam’ı kabul etti. Moğol saldırıları, İslam medeniyetinin ilerlemesini zayıflatmıştır. Buna rağmen, Orta Çağ’da İslam, Orta Asya’nın tüm bölgelerinde toplumların hayatının önemli bir parçası oldu. Rusya İmparatorluğu, Orta Asya’da öncelikle jeopolitik unsurları dikkate alarak halkın dini hayatına müdahale etmedi. Bolşevik devrimden sonra ise Marksist ideoloji ile uyumsuz olduğu için SSCB yönetimi dini topyekün reddeti ve dini kurumları yok etme politikası izledi. Devlet ve din birbirlerinden keskin sınırlarla ayrıldı. 1990 yılında ‘Din Özgürlüğüne Dair Kanun’ çıktıktan sonra bu politikaya sona verildi. Sovyet geçmişinde din ve dini kurumlar resmi olarak olmadığı için bir boşluk oluştu ve demokratikleşme penceresinde o boşluk geleneksel ve alternatif dini akımlar tarafından doldurulmaya başlandı. Bağımsızlıkların kazanılması ve devlet yapısı kurulması sırasında Orta Asya’daki devletler için İslam’ı yeniden keşfetme süreci başladı. Bu süreç milli kimliğin oluşturulmasında da en önemli unsurlardan biri oldu. Maalesef, siyasi ve sosyo-ekono- 53 Irina Chesnokova mik meseleler sebebiyle; İslamlaşma süreci ile toplumun radikalleşmesi paralel olarak sürmektedir. Taliban, Hizb-ut Tahrir ve IŞİD gibi terör örgütlerinin düşünceleri Orta Asya’daki devletlerin vatandaşlarının bir kısmından destek görmektedir. Orta Asya’dan yaklaşık 2 bin kişinin Suriye’deki savaşa katıldığı düşünülmektedir (1:15). Fakat IŞİD’in Suriye’ye ve Irak’a yönelik tehdidi çoktan iki devletin sınırlarından dışına çıkıp tüm dünyayı doğrudan ve dolaylı olarak tehdit etmektedir. 2014 yılında örgüt, ‘on-devletli çözüm’ haritası yayınlamıştır. IŞİD’e göre, Orta Asya devletleri, Afganistan, Pakistan, İran ve Hindistan’ın bazı bölgeleri, Horasan eyaletini oluşturmaktadır (2). Ocak 2015 yılında IŞİD, Afganistan ve Pakistan’daki bazı bölgelerde, Horasan eyaleti militan grubunun kuruluşunu ilan etmiştir. Dolayısıyla Orta Asya’daki devletler tarafından aşağıdaki 3 güvenlik tehdidine dikkat edilmelidir: 1. Ülkelerdeki IŞİD’e sempati duyan, fikirlerini kabul edip destek veren ve ülkede IŞİD adına faaliyet yapan kişiler. 2. Sınır güvenliği sorunu; 3. IŞİD’e katılan ve sonra kendi ülkelerine dönen terörist savaşcılar; Bu rapor, Orta Asya’da geçmişte radikal hareketlerin nasıl kendine yer bulduğu, IŞİD ile bağlantılı radikal hareketlerin olup olmadığı, yerel terör örgütlerinin IŞİD ile bağlantıları, toplumdaki IŞİD’e sadakat gösteren, IŞİD’e katılan kişilerin nitelik ve nicelik açısından tespiti ve ülke yönetimlerince radikalizme karşı yapılan ve terör faaliyetlerinin azaltmasına yönelik önlemler gibi soruların aydınlatılmasını amaçlamaktadır. Özbekistan Post-Sovyet bölgesinde Özbekistan, radikalizm bağlamında ciddi sorunlar yaşamaktadır. Uzmanlara göre, Özbekistan hükümetinin, din üzerinde kontrol politikası sebebiyle, ülkede radikal dini akımlar ve terör olayları yayılma imkanı bulmaktadır. Özbek İslam Hareketi (ÖİH) Hizb-ut Tahrir (HT), İslami Cihad İttihadi (Jama’at al-Jihad al-Islami, İCİ) gibi hükümete karşı radikal grupların önemli etkisi bulunmaktadır. Eylül 2014’de Özbek İslam Hareketi’nin lideri Osman Gazi IŞİD’i desteklediğini ilan etti ve insanların bu örgüte katılımını sağlamaya başladı (3:8). Temmuz 2014’de Taşkent’te IŞİD bayrağı asıldı (4). Mart 2015’de ÖİH, IŞİD lideri Ebu Bekir El-Bağdadi’ye biat edip IŞİD’in Afganistan ve Pakistan bölgesini kapsayan Horasan Eyaleti’nin parçası haline geldi. Daha önce ÖİH, Tacikistan’da iç savaş sırasında Birleşik Tacik Muhalefeti tarafında savaşmış, El-Kaide ve Taliban’ın müttefiki olarak askeri kamplarda eğitimler almış ve Afganistan’daki çatışmalara Taliban’ı destekleyerek katılmış- 54 DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi tır. Böylece ÖİH, zamanla yurt içinde ve dışında terör eylemleri gerçekleştiren ve silahlı çatışmalara katılan askeri bir yapıya dönüşmüştür. 2000 yılında İran radyosunun röportajında ÖİH’in lideri Tahir Yuldaş, hareketin İslam Kerimov yönetimini devirmeyi amaçladığını ifade etmiştir. Afgan üst düzey istihbarat subayı, ÖİH’in 5-6 bin militanının Afganistan’da bulunduğunu bildirdi (5). Tablo 1. Özbekistan’daki Büyük Terör Saldırıları, 1999-2013 Tarih/Yer Vukuat 26/10/2013 Semerkand (6) Restoranda bomba patlaması 26/05/2009 Kırgızistan Jalal-Abad bölgesi ve Özbekistan Andican bölgesi; Andican (7) 16/06/2009 Taşkent (7) 31/06/2009 Taşkent (7) 13/05/2005 Andican (8) Kırgız-Özbek sınırına saldırılması; 2 intihar patlaması Taşkent’in en büyük medresesinin müdür yardımcısı öldürüldü Baş imama yönelik saldırı Protesto Eylemi İcra Kayıp Asker/Polis Sivil Eden Doniyor Oripov - - Militan 1 ÖİH (sorumlu tutuldu), İCİ (sorumluluğu üstlendiğini belirtti) Akramiya, HT parçası (hükümet tarafından suçlandılar) 2 7 (?) 2 - 1 - - - - 31 60 94 55 Irina Chesnokova 28.03-01.04. 2004 Taşkent Buhara (9) 30/06/2004 Taşkent (10) 16/01/1999 Taşkent (11) Pazar yanında patlama; 2 bomba patlaması ABD, İsrail büyükelçilikleri ve Cumhuriyet Başsavcı binası yanında bomba patlaması Hükümet binalarına yönelik altı bomba patlması 47 İCİ 3 5 ÖIH ve İCİ üstlendi HT, Erk parti, ÖİH, Taliban (hükümet tarafından suçlandılar) 4 16 (28) Hizb-ut Tahrir, Özbekistan’da gerçekleşen terör olaylarına dair suçlamaları reddedip barışcıl yöntem benimsediğini iddia etmektedir. Fakat örgüt, ülkede IŞİD’in yanında savaşılması için toplumda ikna propagandası yapıp, broşürler dağıtılması, gösteriler düzenlenmesi gibi stratejik faaliyetler gerçekleştirmektedir. Özbekistan Diyanet İşleri Başkanlığı’na göre, 200 Özbekistan vatandaşı Irak ve Suriye’de savaşmaktadır. Suriye’de Halep çevresinde üç Özbek grup El-Kaide’nin Suriye kanadı, eski Nusra Cephesi’nde savaşmıştır. İmam al-Bukhoriy Brigade grubunda (Imom Buxoriy Katibasi) 400-700 kişi bulunmaktadır. Örgüt, askeri eğitim kampları düzenlemektedir. Nusra Cephesi Özbek Tugayı, medya ve web sitesi üzerinden militan devşirme faaliyetleri yürütmektedir (12). Özbekistan yasalarına göre, terör eylemleri gerçekleştirme amacıyla eğitim alan kişiye 300-600 asgari ücret tutarında para cezası, ya da 3-5 yıl arası hapis ve zorunlu çalışma cezası verilmektedir. Kişinin gönüllü olarak, suçun meydana çıkmasına ve diğer suçluların yakalanmasına hizmet ve yardım etmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz (Ceza Kanun’nun 1552’ci madesi) (13). Human Right Activist’e göre, 2015 yılında IŞİD ve HT arasındaki ilişki dolayısıyla ve dini radikalizmle alakalı olarak 12.800 kişi cezaevlerinde bulunmaktadır (14). 56 DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi 2006 yılında Çirçik’te radikalizmle alakasından şüphelenilen kişilere ve onların ailelerine yönelik destek programı düzenlenmiştir. Radikal kişilerin bulunduğu her aile için hoca/danışman atanarak onunla, ailenin sorunları üzerinde görüşmeler, psikolojik yardım ve gerekirse iş imkanı sağlanması amaçlandı (3:14). Özbekistan’da bağımsızlıktan beri geçen 26 yıldaki din ile ilgili baskı politikası, yoksuzluk ve sosyal-ekonomik meseleler nedeniyle toplumda marjinalleşme ortaya çıkmış ve bu kimseler devlet dışında ‘adalet’ arayışına girmişlerdir. Kerimov’un ölümünü müteakip yeni hükümetin bu alanlarda muhalefetle, toplumla, dinle ve komşularla ne kadar doğru ve akıllı ilişkiler kurabileceği önümüzdeki dönem için belirleyici olacaktır. Tacikistan 1992-1997 Tacikistan iç savaşı sırasında Tacikistan iktidarına İmam Ali Rahman önderliğinde laik bir hükümet gelmiştir. Hükümet ve muhalefet arasında uzlaşma sağlanmasına rağmen gerilim devam etti ve radikal gruplar Raşt ilçesi ve Dağlık Badahşan Özerk Yönetimi gibi bölgelere kendi birliklerini yerleştirdiler. Bu grupların Tacikistan’da iç savaş nedeniyle ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu ‘uzlaşmaz muhalif ’ gruplar ülkede dini radikal akımların yayılmasını desteklemekte ve diğer yabancı terör gruplarlarıyla beraber hükümete karşı çıkmaktadır (Tablo 2). 2010 yılında terör faaliyetleri artmıştır. 2011 yılında ÖİH’e karşı iki ceza davası, Hizb-ut Tahrir’e karşı 17 dava, Tebliğ Cemaati’e karşı 4 dava açılmıştır (15). 2013 yılında Tacikistan İçişleri Bakanı Ramazon Rakhimov, terör örgütlerinin Tacikistan’a sızarak Duşanbe, Kurgantepe (güney bölgede) ve Soğd ilinde (kuzeyde) yerleşip aktif hale geldiğini söylemiştir. Tacikistan İçişleri Bakanlığı’nın raporuna göre, ÖİH tarafından 73 suç işlenmiş, 21 Hizb-ut Tahrir ve 7 Tebliğ Cemaati üyesi tutuklanmıştır (16). Ülkede gerçekleşen terör eylemleri, ilk önce hükümete ve iç kuvvetlere yönelik yapılmıştır. Bununla beraber yabancı örgütlerce Tacikistan sınırına yönelik saldırılar da gerçekleştirildi. Özellikle, ÖİH ve Taliban’ın yerleştiği Tacik-Afgan sınırı endişe sebebi olmaktadır. 57 Irina Chesnokova Tablo 2. Tacikistan’daki Büyük Terör Saldırıları, 1999-2015 Tarih/Yer Vukuat 4/09/2015 Havalimana Duşanbe (17) saldırılması 3/09/2010, Huced (18) Bölgesel Örgütler,Suçlarla Mücadele Dairesi yanında intihar, araç patlaması Eylemi İcra Eden Sivil Militan Aduhalim Nazarzoda’nın terör grubu 8 - 9 ÖİH 2 - 1 - 1 - Acil Durumlar ve Doğal Afetler Sonuçları giderilmesi 14/11/2007 üzerinde konferansın Duşanbe (19) yapılacağı ‘Kohi Vada’ binası yanında patlama 12/05/2006 Tacik-Kırgız sınırı Tacik Sınır Koruma Kuvvetleri’ne saldırı ÖİH 3 - ? 31/01/2005 13/06/2005 1 Sivil Savunma, Acil Durumlar ve Doğal Afetler Sonuçları giderilmesine dair Tacikistan Bakanlığı yanında araç patlamaları ÖİH 4 - 1 - - 02/2000 Duşanbe Duşanbe belediye Başkanının aracının patlaması - 1 - 1 http://osh.turmush.kg/ru/news:3556 58 Kayıp Asker/ Polis DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi 2015 yılında Norak ve Şahritus kentlerinde İŞİD bayrağı yerel cematlerden birinin üyeleri olan birkaç genç tarafından asılmıştır (21). Tacikistan’da 2003-2008 yılları arasıda ABD Özel Kuvvetleri’nin eğitim verdiği Albay Gulmurod Halimov 2015 yılında IŞİD’e katıldı. Halimov, örgütün Irak’ın eski lideri ‘Çeçen’ Ebu Ömer el-Şişani’nin öldürülmesinin ardından Irak’ta operasyonlardan sorumlu en üst düzey komutanlığına getirildi (22). 2016 yılında Tacikistan İçişleri Bakanlığı ve Rusya İçişleri Bakanlığı Moskova’da ve Duşanbe’de 9 Mayıs’ta terör eylemleri hazırlayan İŞİD militanlarının gözaltına alındığını bildirdi (23). Tacikistan İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 1.300 Tacikistan vatandaşı yabancı ülkelerde çatışmalara katıldı. 2014 yılında Tacikistan vatandaşlarının yabancı bir ülkede silahlı çatışmalara katılması halinde, 12-20 yıl arası hapis cezasına çarptırılması öngörüldü ve Ceza Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Irak’tan ve Suriye’den 147 kişi ülkeye geri döndü, bunlardan 50 kişi teslim olduğu için suçları affedildi. Uzmanlara göre, ülkenin yönetimi radikallere karşı sert tedbirler almaktadır. 2009 yılında çıkan dinle ilgili yeni kanun, dini kuruluşların resmi makamlarca kayıt edilmesi sürecini daha zorlaştırıldı. 2010 yılında Tacikistan Devlet Başkanı, yurt dışındaki medreselerde eğitim alan öğrencileri ülkelerine dönmeye çağırdı. 2011 yılında geri dönmeyen öğrencilerin ailelerine karşı dava açıldı (20:72). Ülkede başörtüsü satan dükkanlar kapatıldı ve 13.000 erkeğin sakalları kestirildi. Bunu dışında tek yasal İslami parti olan Tacikistan İslam Rönesans Partisi kapatıldı (24). Bu baskıların ülkede radikalleşmeye katkı sunduğu düşünülmektedir. Kırgızistan Kırgızistan hükümeti, ülkesindeki siyasi ve inançsal oluşumlara, diğer Orta Asya ülkelerine nazaran daha toleranslı davranmaktadır. Buna karşın yaşanan ciddi ekonomik sorunlar ülkenin siyasi istikrarı sağlama konusunda pek başarılı olamamasına sebep olmuştur. Özellikle Celal-Abad, Oş ve Batken gibi Kırgızistan’a ait Fergana bölgesindeki illerde ciddi siyasi ve sosyal-ekonomik sorunlar yaşanmaktadır. Devlet, sınır güvenliğini ve kontrolünü sağlayamadığı için radikal dini gruplar bölgeye kolay geçebilmekte ve bölgesel güvensizliğe neden olmaktadırlar (Tablo 3). 59 Irina Chesnokova Tablo 3. Kırgızistan’daki Büyük Terör Saldırıları Tarih/Yer Vukuat Kayıp Eylemi Asker/ İcra Eden Sivil Militan Polis Tacik-Kırgız sınırını 1999-2000 geçtikten sonra Batken, Kırgızistan’da Japonya ÖİH Çonğ-Alay ilçeleri vatandaşları ile sivil, (25) askeri personelin rehin alınması 17 15 1150 27/12/2002 Bişkek, Bomba patlaması Dordoy pazar (26) - 8 - - 1 - ÖİH 9/05/2003, Oş,’Bakay’ bankası Bomba patlaması ÖİH (26) Mays, 2000, Bişkek Çin pazarını ateşe verdi; Xinjiang’lı Tüccarın rehin alınması DTİH 25/05/2000, Çin çalışma grubuna Bişkek saldırılması 09/09/2010 Bişkek; Tokmo (27) 60 Sinagog bahçesinde patlama; Spor salonu yanında patlama; Polis binası yanında araç patlaması Mehdi Ordusu 1 - 1 - - - DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi 30/08/2016 Bişkek, Çin Halk Araç patlaması Cumhuriyeti Büyükelçiliği (28) DTİH (Jabhat Al-Nusra ile bağlı Suriye’deki terörist uygur gruplara yaptırıldı) - 1 Kırgızistan’da ÖİH ve Doğu Türkistan İslam Hareketi (DTİH) tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları Çin ve Özbekistan hükümetlerine tehdit olarak adlandırabilir. Bu açıdan Kırgızistan, yabancı terör örgütleri ve yabancı ülkeler arasında çıkan çatışma nedeniyle önemli bir terör sahasına dönmüş durumdadır. Bir taraftan da radikal örgütler ve terör örgütleri doğrudan Kırgızistan hükümetini tehdit etmektedir. ÖİH’in başkanı Abu Osman Adil, 2010 yılında Güney Kırgızistan’da yaşayan Özbek ve Kırgızlar arasındaki çıkan olaylarda Kırgız hükümetini suçladı ve Müslümanları cihada çağırdı. Kırgızistan hükümeti Kırgızistan’da ÖİH, DTİH, Hizb-ut Tahrir, Taliban, Akromiya, Jama’at al-Jihad al-Islāmī, Takfir vel-Hicer gibi örgütlerin faaliyetlerini yasaklamıştır (29). Bunun dışında ülkede diğer kayıtlı olmayan radikal örgütler bulunmaktadır. Kırgızistan İçişleri Bakanlığı verilerine göre, ülkeden Suriye’deki silahlı çatışmalara katılmak için 571 Kırgızistan vatandaşı gitmiştir. Bu savaşa Fergana bölgesinde yaşayanların yüksek ölçüde katılımı bulunmaktadır: Oş ilçesinden 267 kişi, Celal-Abad ilçesinden 81 kişi ve Batkent ilçesinden 42 kişi katılmıştır. 58 kişi aileleri ile birlikte gitmişlerdir (30). Kırgızistan Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi, 130-140 çocuğun Irak ve Suriye’ye götürüldüğünü bildirmiştir. Bunların çoğu 14-15 yaşındaki çocuklardır. Ayrıca 10 yaşında 85 çocuk, 14 yaşında 25 çocuk, 16 yaşında olmayan 11 çocuk ve 18 yaşında olmayan kız çocuklarının da bulunduğu bildirilmiştir (31). Kırgızistan’da hükümetin radikalizme karşı mücadelede devlet programı uygulaması ve bunun finanse edilmesi gerekmektedir. 2015 yılında Kırgızistan Parlamentosu, Ceza Kanunu’nda yaptığı değişiklikle yabancı ülkelerdeki silahlı çatışmalara ve savaşa katılan radikal kişilerin terörist kabul edilerek bu teröristlerin savaşa hazırlanmasını suç sayıp, 8-15 yıl arası hapis cezasına çarptırılmasını onayladı ve 2015 yılında gerekli değişiklik yapıldı (3:14). Kırgızistan’a dönen 50 kişiden 13 kişiye hapis cezası öngörülmektedir. 61 Irina Chesnokova Kazakistan Kazakistan’da 2011 yılındaki ilk terör olayından sonraki beş sene içinde sekiz büyük terör eylemi gerçekleşti (Tablo 4). Aktöbe ve Almatı’daki terör olaylarından sonra 15 Ocak 2017 yılına kadar terör tehdidi ‘sarı’ (‘orta’) seviyede değerlendirilmiştir (32). Eylül 2016 yılında KTK kanalı, 2016’ın başından itibaren Kazakistan’da terör ve dini-radikalizm suçu işlemiş 60 kişinin gözaltına alındığını ve sekiz radikal grubun etkisiz hale getirildiğini bildirmiştir. Terörizmle suçlanan grupların, Kazakistan Savunma Bakanlığı’na ve sınır karakolundaki askeri birliklere yönelik saldırıları, diğer iki terör grubunun Rusya’nın Balhash’taki askeri birliğine yönelik saldırıları, bunun dışında Taldikorgan havalimanında uçak kaçırma ve bunu terör eyleminde kullanma gibi planları Kazakistan Ulusal Güvenlik Kurulu tarafından engellendi (33). Tablo 4. Kazakistan’daki Büyük Terör Saldırıları, 2011-2016 Tarih/Yer Vukuat 18/08/2016 İçişleri Daire’ye ve Almatı (32) Ulusal Güvenlik Kurulu Şubesine yönelik saldırması 5/06/2016 İki Silah dükkanına, Aktöbe (32) askeri birliğe yönelik saldırı Eylemi İcra Eden Saldırgan tek kişi Kayıp Asker/ Sivil Militan Polis 8 1 - Saldırgan Su3 riye’deki imam “uzaktan iletişim ile yönlendirdi” 14/09/2012 Polise yönelik saldırılar Atyrau (34) 12/08/2012 İle-Alatau milli Selefiler Almatı (35) parkındki insanlara saldırılması 11/07/2012 Evde bomba patlaması İslamcılık Almatı (36) 12/11/2011 Polise yönelik Taraz (37) saldırılar; intihar saldırısı 62 İslamcılık 5 4 18 - 4 12 - - 9 (militan aileleri) 1 2 DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi 31/10/2011 Ulusal Güvenlik Ku- Jund al-Khilafah Atyrau (8) rulu Şubesi, Savcılık binası ve Oblast Akimat yanında patlama Nov 2011 Jund al-Khilafah 2 Almatı (37) 17/05/ 2011 Ulusal Güvenlik KuAktöbe (8) rulu Şubesi’nde intihar saldırısı - 1 - 5 - 1 Görüldüğü üzere, Kazakistan’da genelde devletin iç kuvvetlerine, yani devlete yönelik tehdit söz konusudur. Genelde, teröristler spesifik terör örgütleri ile ya doğrudan bağlantılı değildir ya da teröristler potansiyel örgüt üyeleri ile online iletişim kurmuşlardır. Propagandaya maruz kalan radikal ideolojiye sempati duyan teröristler, tam profesyonel savaşçılar değildir. Tarihsel olarak Kazakistan’da Hanefi mezhebi daha çok yaygınlık kazanmıştır. Toplumdaki marjinal grupların radikalleşmesi öncelikle Selefi düşüncenin yayılması ile bağlantılıdır. Ortadoğudaki Selefiler, Kazakistan yönetimine karşı ciddi bir tepki göstermiştir. Özelikle, 2011 yılında Moritanyalı Şeyh Abu-Mundhir al-Shinqiti, Kazakistan’da polise yönelik saldırıları haklı bulmuş ve Kazakistan’daki Müslümanlara sabır yerine cihad yapma çağrısında bulunan bir fetva yayınlamıştır (38:9). Bugün hilafet propagandasıyla, 150 Kazakistan vatandaşı Suriye ve Irak’taki savaşa katılmıştır. Kazakistan Ulusal Güvenlik Kurulu’na göre terörist savaşçılar ile birlikte bu kişilerin 200 kadar eşleri ve çocukları bulunmaktadır. Terörist savaşçılar geri döndüğü takdirde terör tehdidinin daha üst seviyelere çıkması beklenmektedir. Kazakistan hükümeti bu tehdide karşı sert önlemler almıştır. 1 Ocak 2015’ten itibaren Kazakistan vatandaşlarının yabancı bir ülkede silahlı çatışmalara katılması suç olarak değerlendirilmektedir. 2003 yılında terörizm ve radikalizm ile mücadelede devlet kuvvetlerinin daha etkin çalışılabilmesi için Antiterörist Merkez açılmıştır (39). 2013 yılında ‘2013-2017 Terörizme ve Radikalizme Karşı Devlet Programı’ kabul edilmiştir (40). Buna ilaveten ülkede cezaevlerinde radikalizme karşı çalışma programları gerçekleştirilmektedir (41). Nur-Astana camisinin açılması, Suudi Arabistan kültür merkezi gibi bazı dini kuruluşların kapatılması, web sitelerin kontrol edilmesi gibi tedbirler de alınmaktadır (38:9). Türkmenistan Türkmenistan, Orta Asya’da en izole ülkelerden biridir, bu nedenle iç problemlerin ne kadar büyük olduğu konusunda bilgiler çelişkili ve eksiktir. Güvenlik açısından şu anda Afgan–Türkmen sınırı Türkmenistan açısından bü- 63 Irina Chesnokova yük endişelere neden olmaktadır. Türkmen ‘Gündoğar’ haber sitesi, Badis (Murgab ilçesi), Heart (Köşke-e Kuhna ilçesi) ve Faryab vilayetlerinde Türkmen ordusu ve Taliban arasında çatışmalar olduğunu bildirmektedir. ‘Gündoğar’a göre, Taliban için bu bölge stratejik açıdan önemlidir: bir tarafta Taliban, sınırda görev yapan Türkmen askerleri için ‘kotel’/’kazan’/‘tuzak’ hazırlamaktadır. Buna ilaveten bölgede sağlayabileceği kontrol ile Taliban kendi lojistik sorunlarını daha kolay çözebilecek ve bu bölgedeki demiryolları ve karayollarını kendi emrine tahsis edebilecektir (42). Taliban ve IŞİD arasında anlaşmazlık olmasına rağmen, Taliban’a bağlı bazı radikal İslamcı gruplar, ‘Özbekistan İslam Hareketi’ (ÖİH) gibi, IŞİD’e biat etmiştir. Orta Asya ve Orta Doğu Ülkeleri Araştırma Merkezi’nin başkanı Semen Bagdarasov 2014 yılında verdiği röportajda şöyle demiştir: “Sınır güvenliği açısından 900 km Türkmen-Afgan sınırı, Orta Asya-Afganistan sınırlarından en zayıf olanıdır. Bu nedenle Özbekistan İslam Hareketi Afganistan’ın Faryab vilayetine geçmeyi ve burayı ele geçirmeyi istemekte ve sonra Türkmenistan’ın Mary vilayetine geçmeyi hedeflemektedir.” Bagdarasov, ÖİH’de 10-15 bin savaşçının bulunduğunu ifade etmiştir (43). Fakat 2013 yılında Kremlin Afganistan Özel Temsilcisi Zamir Kabulov, Tacik-Türkmen-Afgan sınırında toplam 6-7 bin terörist olduğunu bildirmiştir. 2015’ın ilkbaharında Marchak köyü için 600 terörist ve Köşke-e Kuhna köyü içinse 250 terörist çatışmıştır. Haziran sonunda çıkan çatışmada 12 Türkmen askeri Afgan teröristler tarafından öldürmüştür. Diğer kaynaklara göre, Kuzey Afganistan’da 5-10 bin Taliban militanı bulunmaktadır (44). Mary vilayetinde ülkenin en büyük doğalgaz sahası bulunmakta ve bu bölgeden ‘Türkmenistan–Çin’ ve ‘Orta Asya–Merkez’ gaz şebekeleri geçmektedir. Bunun dışında bu bölgede büyük demiryolları ve havalimanı bulunmaktadır ve bölge aynı zamanda bir sanayi ve tarım bölgesidir. Dolayısıyla radikal örgütler için bu bölge önemli bir ekonomik kaynak oluşturmaktadır (45). 2013 yılında Suriye’de El-Kaide adına savaşan bir esir, savaşçıların Aşkaabat’taki kampta hazırlık yaptıklarını söylemişti. Bunun dışında, International Crises Group’a göre, 400 Türkmen IŞİD saflarında savaşmaktadır (46). Batılı uzmanlardan Noa Tucker’e göre, Türkmenistan için IŞİD tehlikesi yoktur, bu konu Rusya medyası tarafından büyütülmüştür (47:1). Fakat Türkmenistan Devlet Başkanı Kurbankulu Berdimuhammedov, güney sınırını korumak için önemli bir adım atmış ve Türkmenistan’ın tarafsızlık politikası olmasına rağmen, komşu ülkelerle güvenlik konusunda güvene dayalı, iyi komşuluk ve ortaklık ilişkilerine dayanan işbirliği kurmaya çalışmıştır. Bu sebepten 2015 yılından itibaren Türkmen-Afgan sınırında Özbek askerler ve Rusya’nın uzman askeri personeli bulunmaktadır (48). 2015 Eylül’ünde İran Savunma Bakanı Hossein Dehgan Türkmenistan’ı ilk defa ziyaret etmiştir. Afganistan’ın Türkmenistan’ı işgali durumunda İran-Türkmen işbirliği toplantıdaki temel konu olmuştur (49). Haziran 2016’da Berdimuhammedov, 64 DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet Başkanları Zirvesi’ne şeref konuğu olarak katılmış ve konuşmasında Şangay İşbirliği Örgütü’nün bölgedeki güvenlik dengesi açısından rolüne değinmiştir (50). Sonuç Orta Asya’da son zamanlarda gerçekleşen terör eylemleri öncelikli olarak ülke yönetimlerine, polis ve sınır kuvvetlerine yönelikti. Yani başta devlete ve devlet rejimine karşı tehdit oluşturmaktadır. Sosyal-ekonomik ve siyasal koşullar, toplumda hükümetten hoşnutsuzluk ve hükümete karşı nefret duygularına sebep olmaktadır. Hayal kırıklığına uğramış vatandaşlar, bu sorunların çözülmesi için devlet dışında çözüm bulmaya çalışmaktadırlar. Din, sosyal adalet ve başka yollarla adalet arayanların ilk başvuracağı kurum olarak adlandırabilir. Bu nedenle dini yapılanmaların popülerliği artmaktadır. Orta Asya’da İslam, artık kültürün pasif bir unsuru değildir, siyasette aktif rol oynamaktadır. İslami parti ya da hareketler toplumda artan oranlarda olumlu karşılanmaktadır. Muhaliflere baskı yapılması, dini muhaliflerin radikalleşmesi ve şiddet uygulanması protestoların sertleşmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla devletlerin ivedilikle sosyal-ekonomik sorunlara eğilmesi gerekmektedir. IŞİD, Suriye’deki etkisi sebebiyle güçlü bir yapı ihtiyacı duyan ÖİH’i yanına çekmiştir. Bugün ÖİH, Orta Asya’daki ülke yönetimlerince ilan edilen terör örgütlerinden en aktifi olanıdır. ÖİH’in etkinliği Özbekistan’a, Kırgızistan’a ve Tacikistan’a yönelik tehdit oluşturmaktadır. ÖİH, ülkelere saldırmak için üç ülkenin ortak alanı olan Fergana Vadisi’ni köprübaşı olarak kullanmaktadır. Örgüt, IŞİD’in Afganistan ve Pakistan bölgesini kapsayan Horasan Eyaleti’nde bulunan militan grubunu da temsil etmektedir. Bu anlamda IŞİD ve bölge özelinde ÖİH, Orta Asya’ya yönelik varoluşsal tehdit olarak adlandırabilir. Dolayısıyla bu konuda Orta Asya’daki durum, Ortadoğu’da savaşan IŞİD’in başarı /başarısızlığı ile ve komşu-ülkelerle işbirliğine bağlı olmaktadır. Batılı uzmanlara göre, IŞİD’e katılan ve Suriye’de savaşan Orta Asyalı kişilerin sayısı büyük bir rakam teşkil etmemektedir. Fakat yine de bu yabancı terörist savaşçıların memleketlerine döner dönmez terör eylemlere katılarak ya da propaganda yaparak potansiyel tehdit oluşturacağı öngörülmektedir. Bu nedenle bu teröristlerin geri dönüşleri endişe oluşturmaktadır. Orta Asya ülkelerinde radikal hareketlerle mücadelede uygulanmakta olan cezai tedbirlerin yanı sıra bütüncül yöntemler kullanılması ve rehabilitasyon programları geliştirilmesi gerekmektedir. Kişilerin buna karşın radikal eylemleri gerçekleştirmeye devam etmesi durumunda ise hukuki sınırlar dahilinde caydırıcı bir cezalandırma sisteminin olması gerekmektedir. 65 Irina Chesnokova KAYNAKÇA 1. Foreign fighters. An updated Assessment of the Flow of Foreign Fighters into Syria and Iraq, The Soufan Group, December 2015, 15 2. Moore Jack, ISIS Master Plan Revealed: Islamic ‘Caliphate’ Will Rule Spain, China and Balkans, 3 Eylul 2014. http://www.ibtimes.co.uk/ isis-master-plan-revealed-islamic-caliphate-will-rule-spain-china-balkans-1463782 3. International Crisis Group Working to Prevent Conflict Worldwide, Сирия Зовет: Радикализация в Центральной Азии, Брифинг по политике. Брифинг по Европе и Центральной Азии № 72 Бишкек/Брюссель, 20 Ocak 2015, sf.8 4. RFERL, В Ташкенте повесили флаг боевиков ИГИЛ, 4 Eylul 2014. http://rus.ozodi.org/a/26565897.html 5. Eremenko Alexey, Winderem Robert, ‘Second Front of Jihad’ Looms on Russia’s Boder in Central Asia, 28 Haziran 2016. http://www.nbcnews.com/news/world/second-front-jihad-looms-russia-s-bordercentral-asia-n592976 6. US Department of State Publication Bureau of Counterterrorism, Country Report on Terrorism 2013, Nisan 2014, sf.204 7. US Department of State Publication Bureau of Counterterrorism, Country Report on Terrorism 2009, Ağustos 2010, sf.162 8. Теракты в Центральной Азии: как это было, 18 Ekim 2015. http://theopenasia.net/articles/detail/terakty-v-tsentralnoy-azii-kak-eto-bylo/ 9. Nichol Jim, Central Asia: Regional Developments and Implications for U.S. Interests, 21 Mart 2014, sf.28 10. US Department of State Publication Bureau of Counterterrorism, Country Report on Terrorism 2004, Nisan 2005, sf.43 11. Калишевский Михаил, Узбекистан: Война Ислама Каримова с Исламом радикальным, 19 Şubat 2014. http://www.fergananews. com/articles/8058 12. Tucker Noah, Central Asian Involvement in the Conflict in Syria and Iraq: Drivers and Responses, 4 Mayıs 2015, sf. 4-5 13. Закон Республики Узбекистан ‘О Внесении Изменений и Дополнений в Некоторые Законадательные Акты РУ’, 20 Ocak 2014. http:// www.senat.uz/ru/laws/zru-365_20.01.2014.html 66 DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi 14. Botobekov Uran, Is Central Asıa Ready to Face ISIS?, 8 Temuz 2016. http://thediplomat.com/2016/07/is-central-asia-ready-to-face-isis/ 15. Попов, Военно-Политическая обстановка в Таджикистане: Угрозы и Тенденции, 19 Ekim 2012. http://riss.ru/analitycs/2637/#sdfootnote1sym 16. Террористы из Афганистана Осели во Всех Регионах Таджикистана, МВД. http://counter-terror.kz/ru/article/view?id=158 17. DND News, Terrorist Attacks in Dushanbe Tajikistan killed 11 law enforcers, 4 Eylul 2015. http://www.dnd.com.pk/terror-attacks-in-dushanbe-killed-11-law-enforcers/97212 18. Asia-Plus, Ответственность за Взрыв в Худжанде Взяла на себя неизвестная Исламская Группировка, 9 Eylul 2010. http:// www.news.tj/ru/news/otvetstvennost-za-vzryv-v-khudzhande-vzyala-na-sebya-ranee-neizvestnaya-islamskaya-gruppirovka 19. Хамрабаева Наргис, Рахманова Малика, В Центре Душанбе Прогремел Взрыв, 14 Ekim 2007. http://www.toptj.com/ news/2007/11/14/v_centre_ dushanbe_progremel 20. Lemon Edward J., DAESH and Tajikistan. The regime’s (in) security policy, The RUSI Journal, 2015, sf.70 21. Надин Бахром, Экстремисты вывесили флаги ИГИЛ в Таджикистане, 3 Eylul 2015. http://inozpress.kg/news/view/id/46720 22. Бывший таджикский милиционер возглавил террористическую ячейку ИГИЛ в Сирии, 5 Eylul 2016. 23. Юлдашев Аваз, Спецслужбы Таджикистана и России Предотвратили терракты в Душанбе и Москве, 10 Mayıs 2016. http://news.tj/ru/ news/spetssluzhby-tadzhikistana-i-rossii-predotvratili-terakty-v-dushanbe-i-moskve 24. MK.RU, Эксперты Заявили обо Опасности Для России ‘Второго Фронта Джихада’, 26 Haziran 2016. http://www.mk.ru/politics/2016/06/26/eksperty-zayavili-ob-opasnosti-dlya-rossii-vtorogo-fronta-dzhikhada.html 25. https://ru.wikipedia.org/wiki/Баткенские_события 26. Государственная Комиссия по Делам Религий Кыргызской Республики, Государственная Политика в Религиозной Сфере и Основные Религиозные Течения в Кыргызстане, Методическое пособие, Бишкек: 2015, sf.62 67 Irina Chesnokova 27. Синагогу в Бишкеке взрывала ‘Армия Махди’, 18 Ocak 2011. http:// eajc.org/page16/news21345.html 28. В Киргизии назвали Виновника теракта у Посольства КНР в Бишкеке, 6 Eylul 2016. http://www.interfax.ru/world/526964 29. Государственная Комиссия по Делам Религий Кыргызской Республики, Государственная Политика в Религиозной Сфере и Основные Религиозные Течения в Кыргызстане, Методическое пособие, Бишкек: 2015, sf.56 30. Ганыева Нуржамал, Терроризм: Внешние и Внутренние Факторы, 25 Ьфке 2016.http://24.kg/obschestvo/29682_terrorizmkg_vneshnie_i_vnutrennie_faktoryi_/ 31. Касмалиева Айзада, “Дети –жертвы радикалов и экстремистов”, 30 Mart 2016. http://rus.azattyk.org/a/27643417.html 32. Касымова Анеля, “Антитеррористическая Соцреклама Появилась в Астане”, 29 Ağustos 2016. http://www.inform.kz/ru/antiterroristicheskaya-socreklama-poyavilas-v-astane_a2942851 33. Рамазанов Олжас, ‘В Казахстане Планировали ‘11 Сентября’: Террористы Собирались Угнать Самолет’, 05 Eylül 2016. http://www.ktk.kz/ru/news/video/2016/09/05/71928 34. TENGRI NEWS, ‘Ликвидировано четверо подозреваемых в нападении на ГУВД Атырау’, 21 Eylül 2016, https://tengrinews. kz/kazakhstan_news/foto-likvidirovanyi-chetvero-podozrevaemyih-napadenii-guvd-220668/ 35. NUR.KZ, ‘Стали Известны Новые Подробности Убийства 12 Человек в Иле-Алатауском парке’, 5 Ağustos 2014. https://www. nur.kz/324988-stali-izvestny-novye-podrobnosti-ubijstva-12-chelovek-v-ile-alatauskom-parke.html 36. NUR.KZ, ‘На Месте Взрыва в Алматинской Области Найдены тела 8 человек’, 13 Temuz 2012. https://tengrinews.kz/events/meste-vzryiva-almatinskoy-oblasti-naydenyi-tela-8-217310/ 37. Pannier Bruce, Why Do So Many Bad Th’ngs Happen To Western Kazakhstan? 6 Haziran 2016. http://www.rferl.org/a/kazakhstan-aqtobe-attack-western-kazakhstan-unreast/27782507.html 38. Zenn Jacob, ‘Kazakhstan Struggles to Contain Salafist-Inspired Terrorism’, Terrorism Monitor, № 17, 14 Eylül 2012, sf. 7-10 68 DAEŞ’in Orta Asya’ya Yönelik Tehdidi 39. Борьба с Терроризмом и Экстремизмом в Казахстане, 10 Aralık 2013. http://mfa.gov.kz/index.php/ru/vneshnyaya-politika/aktualnye-voprosy-vneshnej-politiki-kazakhstana/protivodejstvie-novym-ugrozam-i-vyzovam/12-material-orys/617-borba-s-terrorizmom-i-ekstremizmom-v-kazakhstane 40. Госпрограмма по борьбе с терроризмом и экстремизмом утверждена в Казахстане, 2 Ekim 2013. https://tengrinews.kz/ kazakhstan_news/gosprogramma-borbe-terrorizmom-ekstremizmom-utverjdena-242752/ 41. Батракова Наталья, Кто друг, а кто враг Казахстану в борьбе с терроризмом? 06 Eylül 2016. http://www.ktk.kz/ru/blog/article/2016/09/06/71933 42. Верхотуров Дмитрий, “Мургабский “котел”?”, 5 Temmuz 2015. http://gundogar.org/?02340516031000000000000011000000 43. “В Туркмении Может Возникнуть второй ИГИЛ”, Bagdasarov ile Röportaj, 16 Eylül 2014. http://radiovesti.ru/episode/show/episode_id/29108 44. Зуев Иван, ИГИЛ прорывает границу с Туркменистаном – пограничники несут потери, 24 Temmuz 2015. http://www.nakanune.ru/news/2015/7/24/22409079/ 45. Кочоян Джамиля, “ Терроризм в Туркменистане: факторы риска и уязвимости”, 30 Temmuz 2015, https://regnum.ru/news/polit/1947695.html 46. Botobekov Uran, Is Central Asia Ready to Face ISIS? 8 Temmuz 2016. http://thediplomat.com/2016/07/is-central-asia-ready-to-face-isis/ 47. Tucker Noah, Turaeva Rano, ‘Public and State Responses to ISIS Messaging: Turkmenistan’, CERIA Brief, № 15 Şubat 2016, sf. 1-7 48. “Иностранные военные помогают охранять границу Туркменистана”, 23 Mart 2015. http://www.chrono-tm.org/2015/03/inostrannyie-voennyie-pomogayut-ohranyat-granitsu-turkmenistana/ 49. Сатановский Евгений, “Туркменский Интерес ИГИЛ”, 9 Eylül 2014. http://rusvesna.su/recent_opinions/1412855896 50. ‘Президент Туркменистана принял участие в саммите ШОС’, 25 Haziran 2016. http://www.turkmenistan.ru/ru/articles/41803.html 69 Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep TÜM SAVAŞLARIN ATASI: SURİYE ÇATIŞMASININ ODAK NOKTASI HALEP Muamer Fazlic Giriş Bu makale, Suriye iç savaşının en önemli cephesi olan Halep ile ilgili fikir ve eğilimleri tartışma amacı taşımaktadır. İlk olarak, Beşşar Esad’a karşı ayaklanmaya sebep olan çatışma hakkında genel bilgiler verilecektir. Öncelikle bu makalede, Halep savaşının başlaması, tarafları ve zaman içindeki gelişmeler hakkında kısaca bilgi verilecektir. Ardından, şehrin tüm taraflar için önemi, avantajları ve şehrin kontrolünün kaybedilmesi durumunda ortaya çıkabilecek meseleler tartışılacaktır. Ayrıca, Halep’in hem bölgesel hem küresel aktörleri ilgilendiren bir savaş olması sebebiyle; ılımlı muhaliflerin silahlanması, güçleri ve diplomasi ile ilgili olası sonuç ve senaryolar tartışılacaktır. Makalenin son kısmında ise çatışmayı durdurmaya yönelik adımlar atılmadığı takdirde daha kötü hale gelebilecek olan insanlık felaketi ele alınacaktır. Suriye’deki İç Savaş Arap Baharı Tunus, Mısır, Yemen ve Libya gibi birçok Arap ülkesinde karışıklığa yol açtı ve en nihayetinde 2011’de Suriye’ye ulaştı. 15 Mart’ta, yerel halktan bir grubun okulda hükümet karşıtı duvar yazıları yazan öğrencilere yapılan işkenceyi protesto etmesiyle ayaklanma başladı. Beşşar Esad bu olaya, şehre tanklar göndererek ve protestoculara ateş açarak karşılık verdi. Bu barışçıl gösteri, 6 yıl süren ve yakın zamanda bitmesi beklenmeyen bir iç savaşa dönüştü. Ardından, bu çatışma mezhep savaşına dönüşerek yeni bir boyut kazandı ve maddi destek, silah ve savaşçı sağlayarak, birçok dış aktör çatışmaya müdahil oldu. Durum, sivillere karşı her tür suçu işleyen IŞİD’in Irak’ta ortaya çıkması ve Suriye’nin doğu bölgelerinde güç kazanmasıyla daha kötü hale büründü. Şu ana kadarki sonuçlar oldukça sarsıcıdır; yaklaşık 300.000 insan ölü ve 250.000 kişi yaralı ya da kayıp olarak kayda geçmiştir. Birkaç milyon insan Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi komşu ülkelerde kendilerine kalacak yer 71 Muamer Fazlic bulurken, bazıları Avrupa ülkelerine giderek Avrupa Birliği’nde mülteciler konusunda bir takım sıkıntılara sebep olmuştur. Şiddetli savaşlar her gün devam etmiştir, ölü sayısı artmıştır ve insanlık trajedisi en yüksek seviyelere çıkmıştır. Suriye’nin cevheri ve medeniyetlerin incisi olan Halep, Suriye ordusu, müttefikler ve diğer ülkeler tarafından desteklenen muhaliflerin şiddetli bir şekilde yüzleştikleri yer haline geldi. 2012’den bu yana Halep Savaşı farklı evrelerle devam etti ve şu anda açıkça görülüyor ki bu savaşın galibi aynı şekilde iç savaşın galibi de olacaktır. TURKEY Aleppo MED SEA Lake Al Assad Eu p hra Krac Dese Chevaliers SYRIA tes Ri ver Palmyra Maalula Damascus Halep Savaşı’nın Başlangıcı ve Takip Eden Gelişmeler Halep Savaşı, 19 Temmuz 2012 tarihinde başlamıştır. Savaş, yaklaşık 6,500 kişiden oluşan muhalif grubun şehre girmesi ve doğu kısmını kuşatması sonucu başlamıştır. Halep’e giren bu muhalif grupların içinde en öne çıkanı ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olmuştur. Başlangıçta ayaklanma birçok başarı kazanmış ve bu da Çeçenler, Libyalılar ve Fransızlar gibi birçok dış savaşçıların katılımına sebep olmuştur. Diğer yandan, Suriye ordusu Hıristiyanlar, Ermeniler ve Kürtler tarafından desteklenmiştir. Savaş boyunca birçok farklı grup ve ülke (dolaylı olarak, vekaleten) savaşa katılmıştır ve şu anda olduğu gibi Suriye ordusu İranlı danışmanlar, Şiiler ve Hizbullah milisleri tarafından destek görmüştür. Öteki taraftan da, Nusra cephesinin El Kaide’ye bağlı terör örgütü olarak kabul edilmesine rağmen, temel muhalif gruplar olarak ÖSO ve El Nusra bulunmuştur. Halep’in kuzeyinde bir bölüme Kürt Birlikleri (YPG) yerleşmiştir ve rejimle işbirliği yapmıştır. Halep’in güneybatı ve doğusunun büyük bir kısmının alınmasıyla ayaklanmalar önemli başarılar kazanmıştır. Üstelik tedarik yollarını güvence altına almak için oldukça stratejik bir bölge olan Anadan’ı almışlar ve kuzeyde 72 Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep Türkiye’yle güçlü bir bağlantı kurmuşlardır. Ayrıca devam ederek Şam Ulu Cami ve ünlü Sultan Selahaddin Eyyubi Türbesi gibi bazı merkez noktalarını almışlardır. Ayaklanmalar rejim bölgelerini çevreleyip hakimiyet altına alarak oldukça başarılı olmuştur. Ama 2013’te durum yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Suriye Ordusu kuşatmayı kırmıştır, fakat onları doğuya sürmeyi başaramamıştır (Micallef, 2016). Yaklaşık iki yıl boyunca, gerek Halep cephesinde gerekse diğer cephelerde kayda değer bir gelişme görülmemiştir. Suriye’deki savaş, tarafların birbirini sürme veya kuşatma güçlerinin olmadığı durağan bir noktaya ulaşmıştır. Çatışmanın bu durumu, 30 Eylül 2015’te Rusların Suriye’ye girmesi ve hava saldırılarının başlamasıyla değişmiştir. Rusya’nın Suriye Savaşı’na girmesindeki temel amaç İŞİD’i yok etmek olarak deklare edilmiştir. Lakin yapılan hava saldırılarının yaklaşık %80’i muhaliflere ve sivillere karşı yapılmıştır ve nihayetinde Rusya’nın başlıca amacının IŞİD’le savaşmak değil de Suriye’deki kendi askeri birliklerini ve çıkarlarını korumak olduğu açıklığa kavuşmuştur. Ve bunu yapabilmek için Rusya müttefiklerini ve Suriye başkanı Esad’ı desteklemeye karar vermiştir. Rus hava kuvvetlerinin istikrarlı bir şekilde kuzeye doğru yönelmesi, IŞİD tarafından alınan Halep’in ve Halep’in doğusunun kuşatılmaya başlanması ve şehrin güney kısmında elde edilen bazı gelişmeler sonucu, Rus hava saldırılarının Suriye ordusu için hayati değer taşıdığı kanıtlanmıştır (Lucas, 2015). Suriye ordusu, Rus hava saldırıları, Hizbullah ve Halep’teki ayaklanmayı kontrol altına almayı nihayet başaran Kürtler gibi bazı yarı askeri gruplar tarafından da desteklenmiştir. İlk olarak, 1 ve 4 Şubat tarihleri arasında Suriye ordusu, Türkiye’den muhaliflere gelen tedarik akışını durdurmayı başarmıştır (Micallef, 2016). İsyancıları desteklemenin tek yolu oldukça emniyetsiz olan Castello Yolu’nu kullanmak olmuştur, fakat sonrasında Aslan Birlikleri yolun 1.500 metre yakınındaki Mallah Çiftliği’ni kontrol altına alarak, muhaliflere desteği tüm taraflardan kesmeye hazırlanmıştır (South Front, 2016). Yolda sadece tahrip edilmiş araba ve kamyonların ve bomba izlerinin görülmesi sebebiyle, bu yol ‘Ölüm Yolu’ olarak da bilinir (Karimi, 2016). Yolun 17 Temmuz 2016 tarihinde son kez kapatılmasıyla şehir tamamen kuşatılmış oldu. Fakat ayaklanma burada bitmemiştir. 2016 Ağustos’unda muhalifler, kuşatmayı kırmak için Halep’in güneyinde karşı hücuma başlamıştır. El Nusra ve Fetih Ordusu’yla birlikte birçok grubun olduğu yoğun çatışma sonucunda kuşatma kırılmıştır. Yaklaşık 2.5 km genişliğinde bir geçit sağlamak için muhalifler Askeri ve Topçu Okullarını, Ramouseh bölgesini ve 1070 apartman projesini kontrol etmişlerdir (Middle East Eye, 2016). Yoğun çatışmadan bir ay sonra, Eylül’de, Suriye ordusu ve müttefikleri tekrar geçidi kapatmıştır ve bu olaydan sonra kuşatma halen devam etmektedir. 73 Muamer Fazlic Kuşatmanın kırılmasından itibaren muhalifler şehrin içindeki alanları tutmaya çalışmaktadır. Şu anda, en son yapılan saldırı Doğu Halep’te gerçekleşmiştir ve Handarat Kampı, Owaija Endüstri Alanı ve Kindi Hastanesi civarı gibi bazı alanlardaki rejime sadık birliklerin ilerlemeleri gözlenmektedir. Halep’in Önemi Suriye’nin ikinci en büyük şehrinin önemini tam anlamıyla kavramak için, tarihi arka plan, etnik gruplar, ekonomik değerler, coğrafi konum gibi birçok başlık ele alınmalıdır. Tarihi ve kültürel değerler açısından Halep’le kıyaslanabilecek çok az sayıda şehir vardır. Halep’ten ilk kez Ebla antik şehirleri arşivinde bahsedilmesi ve Yakın Doğu fırtına tanrısı Hadad Tapınağı’nın vatanı olması sebebiyle, dünyanın en eski yerleşim şehirlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Halep, tarih boyunca Hititler, Mısırlılar, Asurlular, Selevkuslar, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar ve Araplar gibi sayısız medeniyet ve kültürün evi haline gelmiştir ve şu anda Sünni toplumunun çoğunlukta olduğu (en azından savaştan önce) bir Arap şehri olarak kabul edilmektedir. Halkını da, Aleviler, Hıristiyanlar, Türkmenler ve Kürtler oluşturmuştur. Şehir üzerinde kaç ayrı medeniyet bulunduğu ve kaç medeniyetin şehirle ilgilendiği göz önüne alındığında, büyük bir sembolik değer görmemiz mümkündür. Bu değer, şehirde yapılan kazı ve bulunan mekanlardan elde edilen tarihi kalıntılarla kanıtlanmıştır. Şehirdeki en göze çarpan mekanlardan bazıları Halep Kalesi, Halep Ulu Camisi ve iyi muhafaza edilmiş şehir duvarlarıyla şehrin tarihi kısımlarıdır. Savaş başlamadan önce Halep, Arap şiiri, müziği, el sanatları ve mutfağının merkezi olmuştur (Encyclopedia Britannica, t.y.) Yukarda belirtilen tüm bu bilgiler göz önüne alındığında Suriye halkı ve şehri kontrol altına almaya çalışan insanlar için şehrin değerini anlamak zor değildir. Bu süregelen iç savaş bağlamında düşünüldüğünde, şehirdeki galibiyet, savaşta galip taraf için ciddi avantaj sağlamaktadır ve gerek muhalifler gerekse rejime bağlı taraf için önemli bir maneviyat sağlamaktadır. Halep’i kazanmak tabi ki savaşı anında bitirmeyecektir, fakat muhalifler tarafında kontrol edilen en büyük şehir olması ve kuzey Suriye’nin incisi olan bu sembolün alınmasını göz önünde bulundurursak, bu oldukça büyük bir psikolojik destek ve avantaj getirirken, çatışmanın muhtemel dönüm noktası haline gelecektir. Bu muazzam kültürel ve sembolik değerinin dışında, Halep’in, en kalabalık şehir olması ve Suriye endüstrisinin merkezi olması sebebiyle büyük önemi bulunmaktadır. Suriye’de üretilen ürünlerin yarısı Halep’te imal edilmektedir. İpek ve pamuk endüstrisi, sabun ve boyalar, işlenmiş kereste, kuru meyve ve fındıkların üretimi bunlara örnek gösterilebilir. Tarım yönünden buğday, pamuk, susam ve diğer sebze-meyveler gibi birçok ürün burada üretilmekteydi. Halep’in en ünlü ürünlerinden bir tanesi dünya genelinde ihraç edilen fıstıktı. 74 Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep Sheikh Najjar Endüstri Kompleksi ülkedeki en iyilerinden birisiydi; mamul malları ve turizm sayesinde de bu şehir Suriye’deki yükselen gelirin büyük bir kısmını oluşturmuştur. Ayrıca, İstanbul-Bağdat demiryolu ve onun Şam ve Beyrut’la bağlantısını göz önünde bulundurmak da oldukça önemlidir. Halep’in stratejik önemine geldiğimizde, iç savaş bağlamında Esad’ın tamamen kontrol atına alamadığı en büyük şehir olmuştur. Alandaki güncel durum gelecek hafta veya aylarda rejim kuvvetlerinin, Suriye Ordusu’na birçok yarar sağlayacak şekilde, bu şehrin kontrolünün tamamını alacağını göstermektedir. Aslan Birlikleri gibi birçok seçkin birlikler, yetkili gruplar, Hizbullah ya da Kudüs Tugayı’ndan gelen Şii militanlar da burada konumlandırılmıştır. Halep’in düşmesi durumunda çoğu birlik büyük ihtimalle diğer kritik bölgelere doğru gönderilecektir. Halep’in konumu büyük önem taşımaktadır, Halep’in kontrol edilmesi durumunda ya İdlib iline ya da Türkiye sınıra doğru saldırma şansı oluşacaktır. Bu, Suriye’de IŞİD’in gayri resmi başkenti sayılan Rakka’ya doğru muhtemel bir hareketin başlama noktası da olabilir. Ayrıca Halep’te birçok askeri tesis, askeri okul ve silah deposu bulunmaktadır. Büyük bir geçiş merkezidir ve burayı stratejik olarak önemli kılan ana yollar şehrin içinden geçmektedir. Tüm bunların ışığında Halep’in neden dünya manşetlerinde yer aldığını, neden Esad ve müttefiklerinin her gün acımasızca şehri bombaladığını ve neden bu alanın savaşın başından beri en tartışmalı ve yoğun yer olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Şehrin stratejik değeri gerçekten eşsizdir ve her kim kazanırsa 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük insanlık felaketinin izlerini bırakarak büyük bir avantaj sağlayacaktır. Ayrıca savaşın iki tarafı için de söylenebilecek bazı önemli hususlar vardır. Şöyle ki, muhaliflerin kaygılandığı kadarıyla Halep birçok sebepten önemli bir yere sahip. Şehrin kaybedilmesi durumunda Suriye’deki 10 büyük şehirden 9’u Esad’ın kontrolü altına girecektir (Rakka hariç) ve bu da sadece kırsal alanlarda başarılı olunan bir ayaklanma izlenimi oluşturacaktır. İkincisi, Halep’in rejim egemenliği altına girmesi durumunda İdlib iline saldırı beklenilebilir. Türkiye tarafından başlatılan Fırat Kalkanı Operasyonu yavaş yavaş fakat sürekli biçimde güneye doğru ilerlemesine rağmen Suriye’nin kuzeyi ve Mare ve Azaz gibi bazı devrim sembolleri tehdit edilebilir. Halep’in düşüşü ılımlı muhalefet için yıkıcı bir darbe olacaktır, ki böylesi bir durumda muhtemelen birçok grup anlaşma yapma ve/veya teslim olma yoluna gidebilecektir. Buna ek olarak ayaklanmanın dış destekçileri sebebin kaybolduğu fikrine ulaşabilir ve muhaliflere yardım etmeyi bırakabilir – ki bu da Esad’ın zaferi anlamına gelecektir. Öte yandan Suriye hükümetinin şehri fethetme ihtimalinin az olduğu konusunda bazı fikirler bulunmaktadır. Öncelikle Halep Sünni ağırlıklı bir şehir ve onu kaybetmek tüm Suriye’de Esad rejiminin meşruiyetini tehdit edecekti. İkincisi muhalifler bölgelerini geri aldıkları takdirde kuzey Suriye’de hükümetin geçerliliği tehlikeye girecekti ve batı Suriye’deki muhalifler hisse artışından faydalanacak ve savunmadan hücuma geçiş yapabileceklerdi. Bir diğer önemli 75 Muamer Fazlic nokta ise aslında Sünni vatandaşlardan oldukça fazlası Başkan Beşşar Esad’ı desteklemiştir. Bu savaşı kaybetmek, meşruluğunu ve şu an sahip olduğu desteği sarsacaktır. Halep’in düşmesi, küresel krize yol açabilecek bir domino etkisine yol açabilir. Muhaliflerin Halep’i kaybetmesi durumunda savaş bitmemiş olsa bile birçok insanın zihninde bitmiş olacaktır ve yeni bir mülteci dalgası Avrupa’ya doğru yol alacaktır. Avrupalıların mülteci konusunda oldukça dağınık ve bölünüş durumda oldukları aşikar ve mülteciler konusu Avrupa’da yükselen sağ görüşlü partiler tarafından kullanılmaktadır. Halep’in düşüşü aynı zamanda gerek savaş alanında gerekse politikada Rusya’nın ABD karşısındaki galibiyeti anlamına da gelmektedir, çünkü Rusya 1990’lı yıllardan beri süren reform mücadelesi yıllarından sonra resmen uluslararası sahneye dönüş yapacaktı (Friedman, 2016). Olası Sonuçlar Bütün Halep cephelerindeki son gelişmeler ve durumlar düşünüldüğünde, şu an için muhaliflerin geleceği çok parlak görünmemektedir. Önceden de bahsedildiği gibi Doğu Halep’teki gelişmeler oldukça önemli ve Esad rejimi birlikleri bölgelerdeki cephe çizgilerini ve muhtemel rotaları kesmektedir. Bu hızla, şehrin içindeki muhaliflerin kaderlerine bırakılması durumunda, Halep’in düşüşü yakındır. Ve ayrıca, teslim olup olmamaları veya son muhalif ölene ya da yakalanana kadar direnip direnmeyeceklerini belirleyecek tek husus zamandır. Savunma hatlarının derinliğine ve kuşatılmış muhaliflerin değerlerine bağlı olarak, bu savaş çok çabuk sonlanabilir veya birkaç ay içinde sonuçlar kaçınılmaz olabilir. Esad 5 yıl içinde ilk kez şehrin kontrolünü tamamıyla eline alacaktır. Rusya ve Suriye hava saldırıları, yerdeki Suriye ordusu, İran Devrim Muhafızı üyeleri ve Kudüs Tugayı gibi Şii milisler, şehrin içindeki muhalifler için çok fazla olmuştur ve başkaları devreye girmediği takdirde, yenilgilerindeki tek nokta zaman olacaktır. Buna ek olarak Ruslar, TOS-1A, havadaki oksijeni emerek dev dalga patlamaları yaratabilen termobarik füzeler fırlatan alev makineleri ve yapıları tamamıyla yok etmek için kullanılan büyük bir bomba olan BETAB-500 gibi bazı ileri teknoloji silahları kullanmaya başlamıştır (The Economist, 2016). Fakat bu savaş esasen, başta muhaliflerin oldukça dirençli olması ve Başkan Esad’ın Suriye’nin geleceğinin bir parçası olmaması gerektiğini savunan ülkelerin desteği sebebiyle bu kadar uzun sürmüştür. Bu bağlamda, birisi kesin sonuçlarla gelmeden önce bazı seçenekler göz önünde bulundurulmalıdır. Her şeyden önce şehrin batı kısmının doğusundaki kuşatmanın kırılmasının muhtemel olmamasına rağmen, Güney kısmı hala bir dereceye kadar savunmasız ve muhaliflerin komutanı kuşatmayı kırmayı denemek için kendilerini hazırladıklarını Twitter’da açıkladı (Stork, 2016). Askeri Akademi ile Topçu Okulu’nun ve Ramouseh ve Amiriyah bölgelerinin alınmasıyla 2-3 ki76 Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep lometre genişliğinde bir geçit oluşturulmuştur. En sonunda başarıları sınırlı ve yaralı sayısı oldukça yüksekti, bu yüzden bu operasyon daha iyi ve etkili olmalıydı. Aksi takdirde, ilk bakışta başarılığı olacağı ihtimali olsa bile sonunda birçok hayatın kaybı olacaktı. İkinci olarak, Körfez ülkeleri, Türkiye ve muhaliflere üst seviye teknoloji sağlayan ABD onlara silah verebilirler, böylelikle Suriye ve Rusya tarafından yapılan hava saldırılarının yıkıcı etkisini azaltmak açısından, muhalifleri Esad’ın askerlerine karşı güçlü kılabilmektedirler. Güncellenmiş MANPADS ya da bazı kaynaklarda bahsedilen adıyla ‘Stinger’ roketleri dengeleri değiştirmek ve muhaliflere Suriye ordusu ve müttefiklerini geri itmek için olanak sağlayabilmektedir. Devlet adamlarının muhaliflere modern silah sağlama konusundaki sözleri birçok kaynakta bulunmaktadır. 2015 Kasım’ında Katar Dışişleri Bakanı Dr. Khalid Al Attiyah muhaliflere silah sağlama konusunda konuşmuştur. “Suudi ve Türk kardeşlerimizle, Suriye halkını ve Suriye’yi bölünmekten korumak için ne gerekiyorsa yapmaktan, gereken eforu sarf etmekten kaçınmayacağız” demiştir (Kovessy, 2015). Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adel al-Jubeir Suriyeli muhaliflere uçaksavar füzeler verilmesinin gerekli olduğunu ve güç dengesini değiştirmenin tek yolunun bu olduğunu öne sürmüştür. Suudi Arabistan Esad’ın hiçbir koşul atında Suriye’nin geleceğinde bulunmaması gerektiği konusunda çok açık bir duruş sergilemiştir. Bakan, bu hareketin savaş uçaklarını ve muhaliflere kimyasal silahlar kullanan helikopterleri etkisiz hale getireceğini sözlerine eklemiştir. Ancak, bu tedarikin, silahların yanlış ellere gitmemesi için büyük bir özenle yapılması gerektiğini açıkça vurgulamıştır (Dearden, 2016). Bu konu, Suriye’deki cephelerdeki son gelişmeler ve Halep’teki insani felaket bağlamında, ABD ve onun körfezdeki müttefikleri, Rusya ve Suriye hava saldırılarına karşı B planını düşünmektedirler. The Wall Street Journal’daki kaynaklara göre, Mr. Kerry ve CIA yöneticisi John Brennan mevkidaşlarını ateş altında ve ateşkesin ihlali durumu olduğunda savaş alanında oluşacak kızışmanın ne kadar tehlikeli olacağı konusunda uyardı. Aynı zamanda, Obama yönetimi şiddetin devamı durumunda tüm görüşmelerin biteceği konusunda da uyarıda bulunmuştur (Entous, 2016). Muhaliflerin BM-21 Grad füzeleri kullanmaya başladıklarını görebiliriz ve onların bu roket sistemlerini bazı yerlerde özellikle Kuzey Hama’da nasıl kullanıma koyduklarını gösteren birçok video bulunmaktadır. Halep kuşatmasını kırmak için muhalifleri silahlandırmak konusu zor bir konu. Gerçek karar alındığı ve muhaliflerin destekçilerinden silah edindiği takdirde diğer ülkelerdeki diğer cephelerde de yükselmeler olabilir. Mesela eğer Suudi Arabistan uçaksavar sistemleri gönderirse Yemen’deki Husiler de Rusya’dan bir tane alabilirler. Türkiye’nin bu desteği vermesi durumunda, YPG ve PKK gibi terör örgütleri çatışmayı daha karmaşık hale getirecek bu 77 Muamer Fazlic silahları kullanabileceklerdir. Ayrıca her zaman silahların yanlış ellere gitmesi tehlikesi de vardır. Bu sadece çatışmayı artırmaz, ayrıca sistemler sivil uçakların düşürülmesi için kullanılabilir. Yani bu gerçekleşebilecek , mantıklı bir endişedir. Tüm bu muhtemel sonuç ve problemlere ek olarak ayrıca, bu silahın çatışmada ne kadar belirleyici olabildiği sorusu vardır. Fakat bu rejim uçaklarına karşı etkili olabilir çünkü savaş boyunca düşürülen bir takım savaş uçağı ve helikopter gördük. Halep Savaşı ile ilgili üçüncü olasılık ABD ile koordineli olarak, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel askeri güçlerden birinin doğrudan müdahale etmesidir. Bu olasılığın diğerlerine göre olma ihtimali en azdır, çünkü bu Rusya ile kaçınılmaz karşılaşma anlamına gelebilir ve hatta 3. Dünya Savaşı’nın başlamasına sebebiyet verebilir. 2016 Temmuz’unda, 50 Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Başkan Obama’ya, Esad’a karşı saldırı düzenleyip onu devirmesi için dilekçe imzalamıştır (Landler, 2016). Ateşkes ihlalinin, yoğun ateş kullanımının ve Halep’teki sivillerin ve hastanelerinin bombalanmasının ortasında, CIA ve Ortak Genelkurmay Başkanları, Esad rejiminin kısmen bombalanması konusunda anlaştı (Durden, 2016). Bu gelişmeler ABD ve Rusya arasında savaşın başından itibaren en ciddi krizleri yarattı. Anlaşmalar askıya alındı ve ünlü Rus S-300 ve S-400 sistemleri çalıştırıldı denilebilir. Rus Savunma Bakanlığı sözcüsü General Igor Konashenkov bazı sürprizler olabileceğini ve görünmez uçaklar hakkında mitlerin çürütüldüğünü söyleyerek ABD’ye gözdağı vermiştir (Reevell, 2016). Halep ve diğer bazı kritik noktalarla ilgili dördüncü olasılık da uçuş izninin olmadığı bir bölge oluşturmaktır. ABD, hava saldırılarının durdurulması ve yolların muhalif bölgelerdeki sivillere yapılacakinsani yardımlara açılması gerektiği konusunda ısrarcı bir tutum sergilemiştir. Birçok konudaki John Kerry ve Sergei Lavrov arasında anlaşmalar bozulmuştur. Uçuşa kapalı alanını öne süren ABD’nin yerine, Rusya bu alanları uygulamaya koymuş ve S300 ve S400 sistemleri ile birlikte kontrol altına almıştır. Tüm bu uluslararası efor ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantılarına rağmen ateşkes hala plan dahilinde bulunmamaktadır. Güvenlik Konseyi’nin 8 Kasım’daki oturumunda Fransız kararının Rusya tarafında veto edilmesi, kesin olarak Halep’teki insanlar için bir mola olmayacağı anlamına gelmektedir (Russia vetoes, 2016). Tartışılan diğer bir olasılık Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlatan ve güneye doğru ilerleyen Türkiye’nin, şehir içindeki muhaliflere yardım etmeye çalışmış olmasıdır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre operasyonun başlıca hedefi el-Bab ve Menbic’in alınarak 5.000 kilometrekarelik alanın güvenliğini sağlanması ve güvenli bir bölge oluşturulmasıdır (Habertürk, 2016). Fakat Türkiye’nin Türk hava sahasını ihlal eden Rus SU-24 uçağını düşürmesi krizinden sonra Rusya ile yeni bir çatışma olasılığı olabileceğinden, Türkiye bölgenin içine daha çok girmeyecektir. 78 Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep Halep, Bütün Dünya İçin Bir Sınav Halep’in askeri, ekonomik ve stratejik değerleri tartışılmazdır. Ama tartışılması gereken en önemli yönü insani yönüdür ve tüm dünya Suriye halkının özellikle çocuklarının katliamını durdurmak için uygun çözüm bulma konusunda başarısız olmuştur. Halep’te ateşkes konusunda yapılan tüm görüşmelerde Rusya ABD’den ılımlı muhalifler ile el Nusra başta olmak üzere terörist grupları ayırmasını talep etmiştir. Bu organizasyon büyük olasılıkla muhalifler arasında en donanımlı ve sayıca en çok olanıdır ve diğer kesimler kendilerini Nusra cephesinden ayırma konusunda tereddütlülerdir. Fakat aynı zamanda Esad, Nusra’yı terör örgütü olarak gördüğü için onu kendi yaptıklarını meşrulaştırmak için kullanmıştır. Ve tüm dünyaya iki seçenek sunmuştur- ya teröristler ya da onlara nazaran daha az zararlı olan Esad. Bu, rejim ve Rus hava kuvvetleri tarafından ciddi anlamda kötüye kullanılmıştır. Hastane, okul ve fırın gibi sivil alanlar hedef alınmıştır ve şehirdeki muhalif kısımların ellerinde ne kadar ilaç kaldığı da tartışılır. Doğu ve Güney Halep’te tuzağa düşürülen insanların tam olarak sayısını tahmin etmek imkansızdır ama medya aracılığıyla duyurulana göre yaklaşık olarak muhaliflerin bölgesindeki bu kişilerin sayısı 250.000 ile 275.000 arasındadır (BBC News, 2016; Gladstone, 2016; Reuters, 2016). Bu şehir uzunca bir süre kuşatma altında olmuştur ve yaralı insanların alacağı tedaviler için endişeli olmak gayet de yerinde olacaktır. Sadece ilaçlar değil, yiyecek ve su konusu da düşünülmesi gereken bir konudur. Yakın zamanda, 29 Eylül 2016’daki sayısız hava saldırılarının birinde bir su boru hattı hedef alınmıştır (Reuters, 2016). Bu şehrin büyük bir kısmının susuz kalmasına ve bazı hastalıkların gün yüzüne çıkmasına dair kaygıların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. BM raporunda belirtilene göre 9.100 insana bir doktorun düşmesi hastalık ve bomba ile yaralanmanın dışında yeni bir kaygı sebebi olmuştur. Birkaç hastaneden geriye kalanda yatan hastalar da acı ve ızdırap içinde belki de hiç gelmeyecek yardımı beklemektedirler. Kan üniteleri eksik olduğu için doktorlar kan nakli yapamamakta; ambulanslar yağmalanmış durumda; iğne ve bandaj gibi bir yenisi şehre gelemeyecek olan tıbbi materyaller tekrar kullanılmaktadır (BBC News, 2016). Su, yemek ve ilaçlar her birey için en önemli ihtiyaçtır fakat Suriye rejiminde onlar, muhaliflerin depoları azaldığı için birer silah olarak kullanılmaktadır. Savaşın önceki dönemlerinde Suriye ordusu muhalifleri kuşatma tekniğini kullanmaktaydı ve Halep’teki bu kuşatma kadar hiçbir kuşatma sert ve yoğun olmamıştır. Ayrıca, Suriye Ordusu şehirden ayrılmak isteyen siviller için geçitler açtığını öne sürmüştü fakat gerçekte son derece alaycı bir açıklamaydı. Kuşatma altındaki insanlar genellikle geçitleri kullanmamışlardır ve insanların kaçmak için sıraya girmemelerinin başlıca sebebi de birçok insanın öldüğü gözaltı merkezlerine gönderilmeleri olmuştur (The Guardian view, 2016). 79 Muamer Fazlic Halep her gün kadın ve çocukların ölüm fotoğrafları, bomba sonrası enkazlardan kurtarılan bebeklerin içler acısı ve şok edici videoları, bütün bir ailenin yeryüzünden yok oluşunu resmeden fotoğraflar ve nasıl yaşamayı başardıklarını anlatan insanların hikayeleri ile dolup taşıyor. Halep gerçeği ve yerlilerin yaşadıkları, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük insanlık felaketi olan Srebrenitsa ve Ruanda’yı çoktan aşmıştır. Uluslararası topluluk Rusya ve Suriye hükümetlerine ulaşmış ve onlara işgal bölgelerine insani yardım yolları açmak için çağrıda bulunmuştur. BM’nin son yardım yollama girişimlerinden birisi 20 Eylül gecesi gerçekleşen en az 12 kişinin öldüğü, Urum al-Kubra kasabasındaki 31 yüklü aracın yağmalandığı konvoy saldırısıyla sonuçlanmıştır. BM yardım şefi Stephen O’Brien eğer Rusya ya da Suriye rejiminin konvoyu bombaladığı kanıtlanırsa bunun bir savaş suçu olarak kabul edileceğini beyan etmiştir (Coghlan, 2016). Halep’teki hikayeler insanların kuşatma altındayken yaşadığı acımasız gerçekliği örneklemektedir. Bir raporda küçük bir kızın bacağına sarılan annenin hikayesi anlatılmıştır: “Buldum onu. Bu kızımın bacağı. Kaybetmeyeceğim onu, o benim.” (Rashwani 2016). Çocuklar genç, masum ve bihaberler; hala dışarı çıkıp bombaların oluşturduğu kraterlerde oynama ve yüzme peşindeler. Hala savaş uçaklarını duymadıklarında enkazlardan okula gidiyorlar. Enkazdan kurtardığı 1 aylık bebeğini tutarken gözyaşlarına boğulan bir işçinin fotoğrafı, Halep sivillerinin acı dolu ve yürek burkan kaderlerinin kanıtıdır (Reilly, 2016). Bir Halep vatandaşı bombalar durduğunda evinden çıkmasının ailesini son gördüğü an olduğunu anlatıyor (The Economist, 2016). Akla şu soru geliyor, masum insanların hayatlarını kurtarmak için, dünya başarısızlığının eş anlamlısı olan Halep’i önlemek için ne yapılmalı? Açıkçası en mantıklı çözüm diplomasi ve gerçek anlamda yapılan bazı girişimler. Birleşmiş Milletler’in insani yardım izni için Suriye hükümetine yaptığı baskı her zamankinden fazla olmalıdır. Büyük bir geri adım, 3 Ekim 2016’da Rusya ve ABD’nin, Suriye üzerindeki anlaşmalarını askıya almalarıyla gerçekleşmiştir (Gordon & Kramer, 2016). O zamandan beri bu ikisi arasındaki ilişki oldukça yoğun ve diplomatların tonu günden güne sert hale gelmiştir. Amerika’nın Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Samantha Power Rusların Halep’te barbarca davrandığını dile getirmiştir. Öte yandan, İngiliz temsilcisi Matthew Rycroft, Rusya ve Suriye’nin savaş suçlarının işlenmesinde ortak olduklarını öne sürmüştür (The Economist, 2016). İki taraf da müttefiklerini kontrol altına alamadıkları konusunda birbirlerini suçlamışlardır ve böylelikle ateşkes imzalanamamıştır. Diğer bir olasılık da Başkan Esad’ın sürekli olarak şehirdeki muhalif bölgelerine bombalar yağdırma sebeplerini ortadan kaldırmak için Nusra cephesi gibi terör örgütlerine karşı ortak uluslararası etkiye sahip olmaktır. Eğer radikal gruplar ortadan kaldırılırsa hikaye tamamen değişir ve Suriye hükümetinin acımasız eylemleri tamamen açık hale gelir. Uluslararası toplum bu stratejilere ve diplomasiye başvurmalı ve aynı anda radikal gruplarla mücadele etmelidir. 80 Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep Açlık çeken insanlar için şehre gıda girişini sağlamak için geçitler oluşturulmalı ve ateşkes 48 saat boyunca aktif olmalıdır. Yiyecek ve tıbbi yardım sorgusuz sualsiz yapılmalı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin hiçbir üyesi kararları veto etmeye teşebbüs bile etmemelidir (Koenders, 2016). Son Açıklamalar Halep Savaşı mutlaka gelecekte tarih kitaplarında yerini alacaktır. Şehrin önemi ve değeri insanları ‘Suriye’nin Halep’i Rusya’nın Stalingard’ı gibi karşılaştırmalar yapmaya yöneltmiştir. Beraberinde getirdiği tüm dehşet, savaşa katılan insanların kafalarına kazınmış olacaktır. Halep’in sonu Suriye Savaşı’nın sonu anlamına gelmemektedir fakat muhtemelen sonunu belirlemede etkili olacaktır. En nihayetinde bir taraf galip gelecektir. Eğer muhalifler devam edip bir şekilde durumu lehlerine çevirebilirlerse, bu onlara savaş alanında ya da anlaşma masasında Suriye’nin geleceği hakkında söz söyleme hakkı sağlayabilecektir. Esad rejiminin kazanması durumda ise, bu Suriye devriminin sonunun başlangıcı olacaktır. Fakat bu olabildiğince sembolik ve askeri anlamda büyük olan galibiyet, insanlığın büyük bir başarısızlığı ve barışı kazanıp yeni bir politik sahne kurmak için gerekeni yapmak yerine Suriye İç Savaşı’nın beş yıl boyunca devam etmesine izin veren uluslararası toplum için mutlak bir yenilgidir. Tarihi ve güzel bir şehrin tahribatı, yaralıları korumak için bir şey yapmama ve savaşın iki tarafının silahlarını bırakıp daha diplomatik bir şekilde konuşmaya zorlanmaması insanlığın vicdanında büyük bir lekedir. Yine tam da şu anlarda, günden güne ölü sayısı hakkında bilgi veren ve onların şok eden hikayelerini ele alan medya aracılığıyla görebildiğimiz ve hatta gözümüzün önünde olan çok daha kötü bir durum yaşanıyor olabilir. Sonunda sivillerin tekrar uyuyabildiği ve Halep ızdırabının sona erdiğini ummaktan başka bir şey yok. KAYNAKLAR BBC News. (2016). Syria conflict: Life under siege in rebel-held Aleppo. http://www.bbc.com/news/world-middle-east-37561618 adresinden erişildi. Coghlan, T. (2016). Outrage at strike on UN aid convoy in Syria. The Times. http://www.thetimes.co.uk/article/assad-bombs-aleppo-as-truce-collapses-766w5msgt adresinden erişildi. Dearden, L. (2016). Saudi Arabia recommends giving surface-to-air missiles to Syrian rebels to ‘change balance of power’. http://www. independent.co.uk/news/world/middle-east/saudi-arabia-recommends-giving-surface-to-air-missiles-to-syrian-rebels-to-change-balance-of-power-a6886206.html adresinden erişildi. 81 Muamer Fazlic Durden, T. (2016). US Considering Air Strikes On Assad Regime After Top General Warns It Could Lead To War With Russia. http://www. zerohedge.com/news/2016-10-04/us-considering-air-strikes-assadregime-after-top-general-warns-it-could-lead-war-ru adresinden erişildi. Encyclopædia Britannica. (t.y.). Aleppo. https://global.britannica.com/place/ Aleppo adresinden erişildi. Entous, A. (2016). U.S. Readies ‘Plan B’ to Arm Syria Rebels. The Wall Street Journal. http://www.wsj.com/articles/u-s-readies-plan-b-to-arm-syria-rebels-1460509400 adresinden erişildi. Friedman, U. (2016). What Is Aleppo? http://www.theatlantic.com/international/archive/2016/09/what-is-aleppo-syria/499142/ adresinden erişildi. Gladstone, R. (2016). Why So Many Children Are Being Killed in Aleppo. The New York Times. http://www.nytimes.com/2016/09/28/world/middleeast/syria-aleppo-children.html adresinden erişildi. Gordon, M.R. & Kramer, A.E. (2016). Tension With Russia Rises as U.S. Halts Syria Negotiations. The New York Times. http://www.nytimes.com/2016/10/04/world/middleeast/us-suspends-talks-withrussia-on-syria.html adresinden erişildi. Habertürk. (2016). Cumhurbaşkanı Erdoğan Dubai kanalına konuştu. http://www.haberturk.com/dunya/haber/1305059-cumhurbaskani-erdogan-dubai-kanalina-konustu adresinden erişildi. Karimi, F. (2016). ‘Death Road’ stands in way of crucial aid to eastern Aleppo. The CNN. http://edition.cnn.com/2016/09/15/middleeast/syria-ceasefire-castello-road/ adresinden erişildi. Koenders, B. (2016). Aleppo must not become synonymous with global inaction. http://www.independent.co.uk/voices/aleppo-must-not-become-synonymous-with-global-inaction-a7165081.html adresinden erişildi. Kovessy, P. (2015). Qatar raises stake in Syrian conflict with talk of military intervention. http://dohanews.co/qatar-raises-stake-in-syrian-conflict-with-talk-of-military-intervention/ adresinden erişildi. Landler, M. (2016). 51 U.S. Diplomats Urge Strikes Against Assad in Syria. The New YorkTimes. http://www.nytimes.com/2016/06/17/world/ middleeast/syria-assad-obama-airstrikes-diplomats-memo.html adresinden erişildi. 82 Tüm Savaşların Atası: Suriye Çatışmasının Odak Noktası Halep Lucas, S. (2015). The effects of Russian intervention in the Syria crisis. Birmingham, UK: GSDRC, University of Birmingham. Micallef, J.V. (2016). The Battle for Aleppo: Syria at a Crossroads. The World Post: Berggruen Institute. http://www.huffingtonpost.com/joseph-v-micallef/the-battle-for-aleppo-syr_b_9234146.html adresinden erişildi. Middle East Eye. (2016). Syrian government strikes back after rebels break siege of Aleppo. http://www.middleeasteye.net/news/fighting-ongoing-syrias-aleppo-after-rebels-claim-lifting-siege-1906770664 adresinden erişildi. Rashwani, M. (2016). Life and death in Aleppo, a city recently under siege. https://www.theguardian.com/world/2016/aug/13/syria-aleppo-siege-diary-air-strikes-mahmoud-rashwani adresinden erişildi. Reevell, P. (2016). Russia Warns US Not to Intervene in Syria, Threatens to Shoot Down Any Airstrike Attempts. ABC News. http://abcnews.go.com/International/ russia-warns-us-intervene-syria-threatens-shoot-airstrike/story?id=42618586 adresinden erişildi. Reilly, K. (2016). Video Shows Syrian Rescuer Weeping After Saving Baby From Airstrike Rubble. http://time.com/4515174/syrian-rescue-infant-airstrike-video/ adresinden erişildi. Reuters. (2016). Syrian army, rebels wage fierce battles in Aleppo. http://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-syria-aleppo-idUSKCN1200Q9 adresinden erişildi. Russia vetoes French-drafted UN resolution on Aleppo truce. (2016). http://www.france24.com/en/20161008-russia-vetoes-french-draft-un-resolution-aleppo-truce-syria adresinden erişildi. South Front. (2016). Battle for Castello Road, Aleppo City on July 10. https://southfront.org/battle-for-castello-road-aleppo-city-on-july-10/ adresinden erişildi. Stork. (2016). Status: “#FSA commander: battle to break the siege of #Aleppo soon, all groups in one operation room under one leadership.” https:// 83 Muamer Fazlic www.twitter.com/NorthernStork/status/784683468068384769 adresinden erişildi. The Economist. (2016). The agony of Aleppo: America’s ceasefire deal with Russia never stood a chance. http://www.economist.com/news/ middle-east-and-africa/21707937-americas-ceasefire-deal-russia-never-stood-chance-agony-aleppo adresinden erişildi. The Guardian view on the battle for Aleppo: stop it now. (2016). https://www.theguardian.com/commentisfree/2016/jul/29/the-guardianview-on-the-battle-for-aleppo-stop-it-now adresinden erişildi. 84 Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları IRAK TÜRKMENLERİNİN UĞRADIKLARI ASİMİLASYON POLİTİKALARI Noor Bayati Özet Bu makale Irak Türkmenlerinin tarih boyunca Irak’ta yaşadıkları baskılar ve zulümleri ele almaktadır. Irak genelinde 1920 yılından günümüze kadar Türkmenleri asimile etmek ve yaşadıkları bölgeleri kimi zaman Araplaştırmak ve Kürtleştirmek amacıyla, çeşitli yöntemlere başvurulmuştur. Kamu alanlarında Türkçe konuşmayı yasaklamak gibi insan haklarına tamamen aykırı kararlar alınmış ve uygulanmıştır. Yüzlerce Türkmen köyü, kasabası çeşitli bahanelerle yıkılmış, Türkmen halkı başka yerlere göç etmeye zorlanmışlar. Birçok yerleşim yerinin Türkçe olan adları Arapçayla değiştirilmiştir. Binlerce Türkmen, Irak yönetiminin ırkçı ve insanlık dışı uygulamalarının en açık örneği olan ülkede Türkmen varlığını yok etme politikası bağlamında için yoğun asimilasyona maruz kalmıştır. Bu kapsamda: • Türkmenlerin kendi dillerinde eğitimleri yasaklanmış, • Resmi dairelerde aralarında Türkmence konuşmaları yasaklanmış, • Türkmenlere alım-satım yasaklanmış, • Kerkük başta olmak üzere Türkmenlere ait verimli tarım arazileri yönetim tarafında istila ederek yönetime yakın kişilere dağıtılmış, • Türkmen bölgelerinde, camilerde Türkmence vaaz ve hutbe verilmesi yasaklanmıştır, • Nüfus sayımlarında hiçbir zaman Türkmenlerin gerçek nüfusunu göstermemişlergösterilmemiştir. Anahtar Kelimeler: Irak, Türkmeneli, Katliam, Kerkük 85 Noor Bayati TÜRKMENLERİN TARİHİ KÖKENİ Giriş Türkmenler Orta Asya’dan gelen bir Türk kavmidir. Türkmenlerin Irak’a ilk gelişleri M. 764, H. 54 tarihlerine kadar uzanmaktadır (Hürmüzlü, 2003: 13). Günümüzde Türkmen kelimesi uluslararası kullanım olarak genellikle Türkmenistan’da ve Orta Asya’nın bazı bölgeleri ile Kafkasya’da ( Kafkas Türkmenleri) yaşayan halk ve Irak Türkmenleri için kullanılmaktadır. Ağırlıklı olarak Müslüman Oğuz boyları için kullanılmaya başlanılan Türkmen adı bugün dar manada Türkmenistan Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkmenler ile Irak, İran, Suriye ve Anadolu’daki Türkmen boyuna mensup olanlar için kullanılmaktadır. İslamiyeti kabul etmiş Oğuz boylarıdır. Türkmen adı, Türk men “ben Türküm”, “imanlı Türk” gibi değişik anlamlarda kullanılmıştır. Türkiye Türkmenleri ise halihazırda genellikle bozkır alanlarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Türkmenler Irak’ta 1959 yılından sonra Bağdat yönetimi tarafından “Türkmen” topluluğu diye isimlendirilen Türkler, bilindiği gibi, Lozan konferansı sırasında İngiliz heyeti tarafından da Türkmenler olarak ifade edilmişlerdir (Saha, 1969, 345-346). Irak Türkmenleri 3,5 milyon civarında bir nüfusa sahip olup, asırlar önce Orta Asya’dan batıya göç ederek Irak’ın kuzey ve orta bölgelerine yerleşmiş ve burayı kendilerine vatan edinmişlerdir. Oğuz boyundan olan bu Türk gruplarının Irak bölgesine göç etmeleri, Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden çok önceki tarihlere rastlamaktadır. Bu göçler uzun yıllar süren ve birbirini izleyen dalgalar şeklinde gerçekleşmiştir. Irak Türkmenleri bugün Irak’ın kuzey batısında yer alan Telafer ilçesi ve bu ilçeye bağlı belde ve köylerden başlayarak, sırasıyla Musul civarındaki belde ve köyler, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Tazehurmatu, Kifri, ve Bağdat’ın kuzeyine kadar uzanan onlarca Bayat boyuna mensup belde ve köylerde yaşamaktadırlar (Gökler, Hürmüzlü, 2014: no 35). Türkmenler Irak’a büyük topluluklar halinde hicret etmişlerdir. Emevi halifesi Muaviye tarafından vali olarak Horasan’a gönderilen Übeydullah Bin Ziyat Türkmenlerden 2.000 okçu ve savaşçı seçip Irak’a göndererek Basra’da yerleşmelerini sağlamıştır. Bu savaşçılar da Basra’daki Irak limanına yapılan dış saldırılar ve Yemen’de isyan eden oymakları bastırmak amaçları ile kullanmıştır. Ayrıca bu Türkmenler, Araplarla karışıp Kuran-ı Kerim’in dili olan Arapçayı öğrenmiş ve Allah rızası için İslam düşmanları ile savaşmaya başlamışlardır. Böylece Irak’a Türkmenlerin hicreti askeri nedenlerden dolayı devam etmiştir. Daha sonra Irak’ta yerleşip ticaret, sanayi, ziraat ve siyaset gibi değişik işlerde alanlarda faaliyet göstermişlerdirçalışmışlardır. İşlerinde emanet ehli ve dürüst olan Türkmen86 Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları ler, Emevi Devletinin ilgisini çekip büyük bir kısmı orduda önemli görevlere gelmiştir Irak’taki Türk varlığının demografik unsurunu Türkmenler oluşturmaktadır. Türkmenler genel olarak ve yoğunlukla Kerkük-Erbil-Musul-Süleymaniye, Selahaddin ve Diyale şehirlerinde ve çevrelerinde yaşarlar. Kuzeyden-Güneye, Batıdan-Doğuya Irak topluluklarının hemen hemen her yerinde tarihi ve kültürel miraslarını koruyarak Türk varlığını temsil eden Türkmenler, her alanda önemli bir güç teşkil ederler. Türklerin Irak’a gelişlerinin, Abbasi döneminde ve özellikle Halife Me’mun Halife Mu’tasım’ın iktidarları sırasında meydana gelen bir takım siyasi gelişmelerden dolayı daha da sıklaştığını görüyoruz. Halife Me’mun’un tahta oturmasında büyük rol oynayan Türkler Bağdat’a yerleştirilmişlerdi. (Saatçi,1996, 10-40). Irak’ta Türk Varlığı Türkmenler, Araplar ve Kürtlerden sonra Irak’taki en önemli üçüncü etnik grubu temsil etmektedirler. Gerçek temsil güçleri 1921 yılından itibaren Irak yönetimleri tarafından ekonomik ve siyasi nedenlerle azaltılmıştır (Alpay, 2015:18). Osmanlı’nın Musul vilayetinin İngiltere kontrolüne geçmesi, Türkmenlerin Anadolu’dan kopmalarıyla sonuçlanmıştır. Bunun sonucunda Türkmenler, giderek daha fazla Arap milliyetçiliği temelinde tanımlanan bir ülkede azınlık durumuna düşmüşleredir. Türkmenlere karşı Irak devletinin tavrı zaman içinde değişikliğe uğramış ve istikrarsız bir seyir izlemiştir. 1925’te ilan edilen anayasada hiçbir etnik gruptan söz edilmediği gibi Türkmenlerden de söz edilmemiştir. Ancak 1932’de Irak devletinin İngiliz mandasından çıkarak bağımsızlığını kazandığı günlerde Irak’ın Milletler Cemiyeti’ne verdiği beyannamede; Irak Türkmenlerinin haklarının korunacağı, varlıklarının tanınacağı, kendi dillerinde eğitim yapmalarına izin verileceği, Türk dilinin Türk bölgelerinde resmi dil olmasının ötesinde, bu bölgelerde görev yapacak memurların mümkün olduğunca Türk kökenli olacağı konularında güvenceler verilmiştir. Çeşitli değişiklikler geçiren bu anayasa, krallık rejiminin yıkılması ve cumhuriyetin kurulması ile yerini 1958 Anayasası’na bırakmıştır. Yeni anayasa Irak’ı Arapların ve Kürtlerin vatanı olarak gösterirken Türkmenlerden söz etmemiştir. Daha sonra 24 Ocak 1970 tarihinde çıkan bir kanunla ilkokullarda Türkçe eğitim yapma kararı aldıktan bir yıl sonra aynı hükümet, kararı yok sayıp Türkçe eğitim yapmayı yasaklamıştır. Türkmenlerin en kötü dönemi ise, Irak halkının diğer unsurları için de son derece korkunç bir devir olan Baas iktidarıdır. Saddam Hüseyin’in kanlı rejimi ile özdeşleşen bu iktidar boyunca Türkmenler büyük baskılara maruz kalmıştır. Bazı liderler tutuklanıp yargılanmış ya da kurmaca davalarla hapiste yatmışlardır. 87 Noor Bayati Irak’ta Türkmenlerin Nüfusu Irak hükümeti devamlı olarak Türkmen nüfusunu az gösterilmeyealtmaya çalışmıştır. Dolayısıyla şimdiye kadar Türkmen nüfusunu tespit eden tarafsız bir sayım yapılmamıştır. 1957 yılında yapılıp sonuçları 1959’da açıklanan sayımda Irak’taki Türkmenlerin sayısı yaklaşık 567.000 kişi olarak tespit edilmiştir. Bu tüm Irak nüfusunun yaklaşık %10’unu oluşturmaktadır. Ama Irak hükümeti her türlü yolu deneyerek bu gerçeği saklamaya çalışmıştır. Irak’ta belki de en doğru nüfus sayımı 1957 yılında gerçekleştirilmiştir (Hürmüzlü, 2016: 122). 1988 yılında Irak’ta yayınlanan devlet istatistiklerinde yer alan bilgilere göre Irak’ta kilometre kareye düşen nüfus yoğunluğu 42 kişi, ortalama doğum oranı % 4,5, yıllık nüfus artış hızı % 3.7, doğurgan kadına düşen ortalama çocuk sayısı 7, ölüm oranı % 87’dir. Bu istatistik verilere göre yapılan nüfus yansıtımı 1976 sayımında 11.505.000 iken, 1988’de Irak Planlama Başkanlığı verilerine göre 18.100 olarak bulunmuştur. Irak’ta yapılan tahminlerde ise yine aynı sonuç alınmıştır. Buradaki rakamlardan yola çıkarak 1921, 1926, 1947, 1957, 1965 ve 1969 yılları içerisinde yaşayan etnik yapıya göre elde edilen nüfus oranları; Hıristiyanlar %3, Türkler %16, Kürtler %18, Araplar %63 olarak ortaya çıkmaktadır. Bu oranlara göre nüfus sayısı 18.100.000 iken Irak’ta yaşayan etnik nüfusların sayısı; Hıristiyanlar 546.000, Türkler 2.880.000, Kürtler 3.240.000, Araplar 11.444.000’dir. Irak Planlama Bakanlığı verilerine göre, 2000 yılı için Irak’ın nüfusu 20.000.000 olarak gösterilmektedir. Bu rakamı doğru kabul edersek Irak’ta Türkmenlerin nüfusunun 3.200.000 civarında olması gerekir (Eroğlu, 2005, 79). Irak’ta 12 Ekim 1987 tarihinde bir nüfus sayımı yapılacağı duyurulmuştu. Yine Arap ve Kürt kökenlilerin kimliklerini tespit etmek amaçlanmış, böylece, Türklerin kendi kimliklerini kullanmalarını engellemek gibi haksız bir uygulama ortaya çıkmıştır. Irak’taki Türklerin pek çok itirazlarına rağmen, Bağdat yönetimi bu sayımın yapılmasında ısrar ediyordu. Bu sayımın yapılmasına karşı en büyük tepki sürgünde yaşayan Irak Türklerinden geldi. Irak Baas hükümeti iktidara gelmesinden bu yana uyguladığı baskı politikasından Kerkük, Erbil, Musul, Diyala, Telafer, Ömer Mendan, Şahraban, Selamiya, Karakoyunlu, Tuzhurmatu, Tazehurmatu, Beşir, Tisin, Hanekin, Mendili gibi köy, bucak, ilçe, kasabalar, ve özellikle de Altunköprü nasibini almıştır. Diktatör idare idamlar, hapis cezaları ve korkuyu yaymak yoluyla Türkmenleri yıldırmayı amaçlamıştır (Küzeci, 2004: 200-201). 1924 yılındaki Kerkük’te 1924 yılındaki Live katliamı bu çabanın en trajik yansımalarındandır. Bu katliamda 100 kişinin canına kıyılmış, 300 kişi yaralanmıştır. 1946 yılındaki katliam da ise 120 kişi katledilmiş, 180 kişi yaralan88 Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları mıştır. 1980’deki Liderler katliamıyla Türkmen lider kadronun yok edilmesi amaçlanmıştır. Bu ve benzer pek çok olay Irak’taki Türkmenlerin hep zulüm gördüğünü ve kendi ayakları üzerinde durabilmelerinin bilinçli ve acımasız biçimde engellendiğini göstermektedir (Küzeci, 2004:328). Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Katliamlar Kaçakaç Katliamı Osmanlı İmparatorluğu topraklarından koparılan Irak, 1918-1920 yılları arasında, İngilizlerin işgaline, ardından doğrudan İngiliz yönetimine tabi olmuştu. Irak’ın tek hâkimi olan Arnold Wilson, profesyonel bir işgal valisiydi. Yerine göre anlayışlı tavrının arkasında gösterdiği sertlik siyaseti hafızalardan silinmemiştir. Durumun belirsizliği ve tüm Irak halkının Osmanlı özlemi sebebiyle 30 Haziran 1920 tarihinde Rumeyse’de meydana gelen ufak bir olay, kısa süre içerisinde geniş çaplı halk ayaklanmasına dönüştü. 4 Temmuz 1920’den itibaren Rumeyse’de başlayan halk ayaklanması, Irak’ın orta ve kuzey kesimine sıçradı. İngiliz yönetimini hiç bir şekilde benimsememiş olan Türkmenler, 1920 ayaklanmasında aktif rol oynadılar. 13 Ağustos 1920’de, Şahraban’da başlayan Türkmen Ayaklanması esnasında 4 İngiliz subayı öldürüldü. Hanekin ve Kızlarbat’ta 14 Ağustos’a kadar süren olaylarda; bölgenin İngiliz sorumlusu öldürüldü. Kifri halkının yardımına koşan civardaki köylüler de Irak’ın İngiliz siyasi hâkimi binbaşı G.N. Salman’ı öldürdüler. Telafer Türklerince Şanlı Kaçakaç Destanı olarak anılan 1920 ayaklanması, Türkmeneli’nde işgal güçlerine karşı verilen ilk büyük direniştir. Kahraman Türkmen ilçesi Telafer, diğer Türkmen şehir, kasaba, bucak ve köylüleri gibi İngilizlerin oyununa gelmemiş, Irak’ta kukla kraliyet sistemini kabul etmemiştir. Başka bir ifadeyle; İngiliz mandasının değiştirilmiş şekil olan kraliyete karşı, Musul’da faaliyet gösteren Türk Cemiyeti’nin ideolojisi doğrultusunda mücadele vermiş şan ve şeref kazanmıştır. İngiliz kışlasını kuşatan kahraman Türkmenler, birçok İngiliz gurkalarını ve subaylarını öldürmüşlerdir. İngilizlerin çok sayıda birliklerini askerinin kasabaya yöneldiğini duyan Türkmenler, yaşlıları kasabada bırakarak çoluk çocuk, kadın erkek Kaçakaç Dağları’na çakmışlardır. Dağların sarp yamaçları ve yalçın eteklerine sığınan halk, tam 3 ay müddetle, sıkıntıları önemsemeden dağlarda barınmaya çalışmıştır. Geride bırakılan tarlalar, buğday ambarları işgal güçlerince tahrip edilmiş, bununla da yetinmeyen İngilizler 3 ay boyunca dağlarda direnen halkın geri dönmesini müteakip, kasabanın önde gelenlerini tutuklayıp bunların büyük kısmını idam etmiş, bir kısmını da sürgüne göndermiştir. Telafer Kasabası’nın “Kaçakaç Yılı” adı ile anılan bu yılları, Türkmenlerin hafızasında hala bütün canlılığıyla durmaktadır (Küzeci, 2004, 33). 89 Noor Bayati Levi Katliamı (Kerkük-1924) Irak Türklerinin maruz kaldığı kötü muameleler zamanla soykırıma dönüşmüş olup, İngilizler Irak’ta kurmayı başardıkları kukla kraliyet sistemi için yapılan 1921 Hhalk oylamasında, Kral Faysal’ın aleyhimnde oy kullanan Türkmenlere karşı kötü muamelenin başlayacağı tahmin edilmekteydi. Bunun ilk belirtisi; Kerkük’te Türkmenlere karşı işlenen ve edebiyatımızda Levi, Nesturi veya Ermeni Katliamı adı ile anılan 4 Mayıs 1924 katliamıdır. İngiliz ordusundaki gurkalar (paralı askerlik yapanlar) bu işle görevlendirilmiştir. Hazırlaan plana göre; Mayıs 1924’ün (Ramazan 1324)’ün ilk günlerinde, Kerkük civarında mevzilenen gurkalar, şehir içindecinde Türkmenlere karşı, kışkırtma yapacaklardır. Şehirde bulunan İngiliz yanlısı kişiler, işgal ordusunca silahlandırılmışlardır. 4 Mayıs 1924, Ramazan bayramı arefesinde, zorbalık yapan bir İngiliz askerinin büyük çarşıda bir şekerciden aldığı şekerlerin parasını keyfi olarak vermeyeceğini, vergi kestiğini söylemesi üzerine Türkmen bakkalın bu hakarete karşı koymasıyla, planlanan olayların fitili ateşlenmiştir. Silah sesleri duyulmaya başlayınca, hazır durumda bekleyen ve Kerkük Kalesi’ne giden yolların üzerinden mevzilenen İngiliz paralı askerleri, rastgele Türkmenlere saldırarak, Büyük Çarşı’yı baştanbaşa yakmış ve önlerine gelen olaylardan habersiz, savunmasız Türkmenleri kurşuna dizmişlerdir. İngiliz askerleri Ramazan arefesinde hamamlarda bulunan masum Türkmen kadınlarına saldırmıştır. Bu haberler karşısında Kerkük Türkmenleri ve civardaki köylüler silaha sarılmış ve İngiliz güçlerine karşı mücadeleye girmişlerdir. İngiliz hava kuvvetleri de şehri bombalamaya başlamıştır. Tam 72 saat, 3 gün 3 gece süren katliamda Kerkük’ün önde gelenlerinden Şeyh Mahmut oğulları başta olmak üzere, 280 masum Türkmen şehit edilmiştir. Kerkük Kalesi ve civarındaki evlerden yağmadan kurtulan ev veya iş yeri kalmamıştır (Küzeci, 2004, 37-38). Gavurbağı Katliamı - 1946 İstiklal Savaşı günlerine doğru, Bağdat’ın son Türk Valisi Süleyman Nazif ’in, vatan kaybetme acısını dile getirdiği “Düasıla” yı yeniden hatırlayalım: “Bu şebde cuşişi yadınla ağladım durdum / Gel, ey benim kerime-i tarih olan güzel yurdum...”. 1946’da Kerkük’te bir felaket daha meydana geldi. Kerkük petrol şirketinde çalışan işçiler, ücret, çalışma ve hayat şartlarının düzeltilmesi için, şirket yöneticilerine başvurdular. İsteklerinin ciddiye alınmadığını gören işçiler, bu sefer isteklerini sıraladıkları dilekçeleri, gazetelerde yayınlayarak, kamuoyuna duyurma yoluna gittiler ve durumu protesto etmek için, 1 Temmuz 1946’da topluca işi bıraktılar. İşçiler daha sonra Gavurbağı Meydanı olarak bilinen yerde, her akşam toplanarak konuşmalar ve gösteriler yapmaya başladılar. 4 Temmuz günü, şirket yöneticilerinin isteği üzerine polis, greve ön ayak olanların bir kısmını tutuklayınca, işçiler ve aileleri daha fazla galeyana geldiler. Polis güçleri, grevi kırmak bahanesiyle, 12 Temmuz günü işçilerin her akşam toplandıkları Gavurbağı Meydanı’nı kuşatma altına aldılar. Bu arada 90 Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları işçiler ve onları destekleyenleri otomatik silahlarla taramaya başladılar. Gavurbağı Katliamı olarak anılan bu katliamda içlerinde bir kadın ve çocuk da bulunan, yirmiye yakın sivil Türkmen can verdi, yüzlercesi çeşitli yerlerinden yaralandı. 12 Temmuz olaylarında ölenler, Kerkük’te çok büyük üzüntülerle toprağa verildi. Cenaze törenlerinde halk, hükümeti ve şirket yöneticilerini lanetledi (Küzeci, 2004, 47). Baas rejiminin kurulması sonrasında da Türkmenlere yapılan eziyetler son bulmamıştır. Buradan sonra da 1958 sonrası örneklere değinilecektir. Kerkük Katliamı - 1959 Türkmenlerin varlık mücadelesinde geniş yer tutan, 14 Temmuz 1959 katliamı, eski kuşaklarda olduğu kadar yeni nesillerde de tüyler ürperten etkisini sürdürmektedir. O günlerin akıllardan silinmeyen anıları, Türkmen toplumuna karşı beslenen düşmanlık duyguları, 1918’den beri tarzı, sistemi değişse de, değişmeyen, Türk’e karşı soykırım yani yok etme politikaları olmuştur. Türkmenleri yok etmeğe yönelik saldırılar, 14 Temmuz 1959’da, kraliyetin devrilmesi ile daha da derinleşti ve nihayetinde 14 Temmuz katliamı yaşatıldı. Vahşi Roma geleneğindeki gibi, Tters giden atlara bağlanan insanların vahşi Roma geleneğindeparçalanmasından eğelenme “insan parçalatılarak eğlenme” yöntemi Türkmenlere uygulandı. Dünya kamuoyunun sessiz kaldığı ve Türkiye’nin kısıtlı iletişim araçlarıyla yeterince haberdar olamadığı olay, bazı radyolarda “gelişen hadiselerde İngiliz askerlerine herhangi bir şey olmamıştır” şeklinde verilmiştir. 14 Temmuz 1958 devrimin yıl dönümü münasebetiyle, Kerküklü Türkmenler şehri çeşitli süs ve renkli bezlerle bezemişlerdir. 14 Temmuz 1959 doğuşunda sabahında başlayan tören ve gösterilerde, akşam saat 7’ye yaklaşırken, 14 Temmuz gazinosu önünde ilk ateş sesi duyuldu. Gazinosunu, Cumhuriyet coşkusuna katılmak amacıyla süslemiş olan Osman, ilk kurban olmuştur. Akabinde 32 Türkmen vatansever katliam kurbanları arasında yer almıştır. Bu kişiler: Albay Ata Hayrullah, Yarbay İhsan Hayrullah, İş adamı Selahattin Avcı, Memur Mehmet Avcı, Öğretmen Nihat Muhtar, iki Öğrenci kardeşler Emel ve Cihat Muhtar, Ev hanımı Kemal’in annesi, Polis Salah Köprülü, Tamirci İbrahim Ramazan, Teknisyen Abdullah Beyatlı, Kasap İbrahim Hamza, Mühendis Kemal Abdussamat, Kasım Neftçi… (Küzeci, 2004, 49). Türkmen Liderlerinin İdamları, - 16 Ocak 1980 Irak’taki Baas rejiminin Türkler üzerindeki baskıları, 1979 yılında iyice arttı. Irak Türklerinin lider durumunda olan önemli şahsiyetleri, 1979 yılında gözaltına anılarak, ağır işkencelere maruz kaldı. Bunların arasında, Türkmen kardeşlik ocağının uzun yıllar başkanlığını yapmış Emekli Albay Abdullah Abdurrahman ile Bağdat Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Necdet 91 Noor Bayati Koçak başta geliyordu. Ayrıca Abdullah Abdurrahman’ın yakın çalışma arkadaşı Dr. Rıza Demirci ve Müteahhit Adil Şerif de tutuklanarak, işkencelere tabi tutulmuşlardı. Bu tutuklamalar Türk halkı üzerinde büyük tepki ve üzüntü yaratmıştı. Baas yönetimi günlerce baskı ve insanlık dışı işkencelere ilaveten Türklerin sevilen liderlerini suçlu göstermeğe gayret sarf etmesine rağmen, hiçbir sonuç alamamıştı. Bağdat yönetimi Türk toplumuna korku vermek gayesiyle, Abdullah Abdurrahman, Necdet Koçak ve Adil Şerif ’i 16 Ocak 1980 tarihinde idam etti. Ağır işkence altında can verdiği için Rıza Demirci’nin akıbeti hakkında uzun yıllar haber alınamadı. Ancak, 1998 yılında ailesine gönderilen bir yazıda; Rıza Demirci’nin idam edildiği, ve artık aranmaması gerektiği ifade edilmiştir, kendisinin mezarı da henüz bulunamamıştır. (Küzeci, 2004, 118-121). Musul Katliamı 1988 yılında Musul bölgesinde yer alan en büyük Türkmen ilçesi Telafer’de birçok Türkmen idam edildi. İdamları infaz edilenler arasında Halil İhsan Taki (maden mühendisi), Ali Asgar Hasan Taki (endüstri meslek lisesi öğrencisi), Mehmet Hasan Taki (lise öğrencisi), Hatice Muhsin Al-i Vahap (ev hanımı), Salim Hasan Taki (başkomiser), ve Adnan Muhsin Al-i Vahap (endüstri meslek lise öğrencisi) adlı kişiler bulunuyordu. Bunların arasında tek kadın olan Hatice’nin hamile olduğu halde idam edilmesi, Baas yönetiminin uyguladığı zulüm ve insan haklarına gösterdiği saygı hakkında çok açık bir fikir vermesi açısından çarpıcı bir örnek sayılır. Bağdat yönetimi, 1989 yılında Musullu Şebekler üzerinde de ağır baskılar uygulamaya yöneldi. Özellikle Zap Suyu’nun Dicle’ye aktığı ve adına ortakol denilen bölgede yer alan Haraba, Gökçeli, Bazvaya ve Karatepe köylerinin sakinleri, sırf Türkmen Şebek olmaları yüzünden boşaltıldı. Buradan alınan Türkler, Süleymaniye’nin Harir ve ülkenin kuzeyindeki diğer bölgelere dağıtıldılar (Saatçi, 1996: 246-247). 1980-1991 Yılları, Irak-İran Savaşı 16 Ocak 1980’de idam edilen Türkmen liderlerinden sonra, Irak yönetimi Türkmenleri iyice kıskaç altına almıştır. Devlet Ddairelerinde,; üniversite, enstitü, okul, hastane, spor kulübü vb. kuruluşlarda Türkmenleri sıkı takip altına alarak, Irak Türklüğü’nün silinmesi politikasını ciddi boyutta uygulamaya başladı. 22 Eylül 1980 tarihinde devrik Irak diktatörü Saddam Hüseyin kitle iletişim araçlarıyla halka sesleniş konuşmasında, 1975 Cezayir Antlaşması’nı tarafsız tek taraflı olarak iptal ederek Irak–İran Savaşı’nı başlattığını ilan etti. 8 yıl süren savaş, ülkede genel olarak durumu kötüleştirirken, Türk toplumunun durumunu daha vahim hala getirdi. Bağdat yönetimi Türkleri bir yandan savaş cephelerinin ön saflarına sürerken, diğer yandan da Türklerin ileri gelenlerini gerekçesiz yere idam sehpasına gönderdi. Saddam yönetimi Irak-İran savaşı sebebiyle özellikle Türkmen Şii kesimi üzerinde ağır baskı92 Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları lar uyguladı. Asılsız haksız suçlamalarla birçok Türk aydınını idam sehpasına gönderdi (Küzeci, 2004: 149). Tazehurmatu Katliamı - 26 Mart 1991 36. paralelin kuzeyinden başlatılan isyanlar güneye doğru genişlemeye başlamış, Irak’ın daha güneyine sıçraması olasılığı baş göstermişti. Bağdat’tan yola çıkan ordu birlikleri, ve İran muhalefet birlikleri “Mücahidin-i Halk” ile işbirliği halinde, Türklerin önemli bir ilçesi olan Tazehurmatuya ulaşmış; hiçbir olayla ilgisi olmayan kendi halinde yaşayan halkıa rastgele kurşuna dizmiş, ardından Balkanlarda, Kafkaslarda da örneği görülen kültür düşmanlığının bir yansıması olarak tarihi Türk eserlerini de yıkmışlardır. Güneyden Kerkük’e yaklaşan adı geçen kuvvetler şehri ilk önce helikopterlerle taramış, daha sonra top ateşine tutmuştur. Şehirde herhangi bir mukavemetle karşılaşmadıkları halde bombalamalar sürmüştür. Bunları gören ve bu silahlı orduyla başa çıkamayacağını anlayan Kürt aşiretler dağlara, kuzeye doğru süratle kaçarken, Türkmenler, böyle bir tedbiri ve dağ hayatına alışkanlıkları olmadığı için ve daha önemlisi bir isyanın içerisinde olmadıkları için şehirde, evlerinde beklerken akıl almaz katliamlara uğramış, 28 kişi hayatını kaybetmiştir (Küzeci, 2004: 186-187). Altunköprü Katliamı - 28 Mart 1991 Altunköprü Kerkük ve Erbil arasında olan Türkmen kasabasıdır. 27 Martta Kerkük’ü istila eden ordu birlikleri, kenti kontrol altına aldı. Önemli bir Türk kasabası olan Altunköprü’de halk, kendini güven altında hissetmeyince, daha kuzeyde olan Erbil’e doğru ilerlemeye devam etti. Bazı aileler de, daha kuzeye, Türkiye sınırına doğru yol almağa başladı. 28 Mart 1991 tarihinde Altunköprü’yü ele geçiren ordu birlikleri, burada eşi görülmemiş cinayetler işledi, 100 yakın Türkmeni katletti. Altınköprü’de askeri güçlerin topladığı yüze yakın masum kişi, ayaklanmaya kalkıştıkları gerekçesiyle, sorgusuz sualsiz kurşuna dizildi. Bunların aralarında da Altunköprü’deki akrabalarının yanına misafir olarak gelen ve hiçbir şeyden haberi olmayan insanlar da vardı. İçlerinde 7-8 yaşlarındaki çocuklar ile birlikte kurşuna dizilen suçsuz aileler de bulunuyordu (Saatçi, 1996: 251). Erbil Türkmen Katliamı - 31 Ağustos 1996 Barzani ve Talabani güçleri arasında süren kanlı çatışmalar yıllar boyunca devam etmekteydi. Bu bağlamda iki taraftan binlerce Kürt hayatını kaybetmişti. Talabani güçleri 1994 senesinden beri Erbil şehrini kendi kontrolü altına almak için Barzani güçleriyle 1994 senesinden beri süren silahlı çatışmaların sonunda 1995 senesinde tamamen kontrolü ele ne geçirmiştir. Barzani Erbil şehrini ele geçirmek için yeterince gücü olmadığı için Saddam Hüseyin’le temasa geçtikten sonra iki taraf arasında gizli bir anlaşma imzalanmıştır. 93 Noor Bayati 31 Ağustos 1996 sabah saat dört civarında Kuştepe ve Dibege Mahmur civarında yoğun ve sürekli silah patlamaları sesleri duyulmaya başlanmıştır. Saddam’ın tank ve özel timleri artık Erbil Türkmen şehrinde dolaşıyorlardı ve Talabani güçleri kısa bir çatışma sonrası yüzlerce ölü bırakıp şehri terk etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Erbil halkı bu olayı dehşetle seyrediyorken, o ana kadar peşmerge kıyafeti giyen Saddam askerleri artık kendi askeri kıyafetleriyle dolaşmaya başlamışlardır ve bunlarla beraber Barzani güçleri görülünce Erbil halkı durumu iyice anlamaya başlamıştı. Kerkük katliamının metotları kullanılarak Saddam’ın askerleri eliyle ileri gelen Türkmen aydınlarının evleri aranmaya ve adresleri tespit edilmeye başlanmıştır. Evlerinden alınan masum Türkmenlerin nerelere götürüldüklerini bugüne kadar bilinememiştir ve tutuklanan Türkmenlerin geleceği meçhul kalmıştır. Türkmen evleri yağmalanmaya başlanırken bunun yanında Talabani güçlerine ait olan ölü ve yakalananların da evleri yağmalanmaya başlanmıştır. Irak Oordusu Erbil şehrine girerken mülteci kampındaki mültecilere saldırıp büyük çok sayıda masum insanları öldürmüştürlerdir. Barzani ve Irak İstihbaratı Özel özel Timleri timleri beraberce Türkmenlerin Radyo ve Televizyon binası işgal edilip sekiz Türkmen tutuklamışlardır. Türkmen Öğrenci ve Türkmen Kadınlar Birlikleri bu yağma ve saldırılardan nasiplerini almışlardır. Irak Türkmen Cephesi ve diğer Türkmen Kkuruluşlarına göre ın saldırı sonucunda aşağıda isimleri geçen Türkmenler 2 Eylül 1996 olayında şehit veya kayıplar listesinde yer almaktadırlar. 1- Aydın Şakir Iraki Kerkük-1936, 1998-idamı 2- Ferhat Kasım Kerküklü Kerkük-1946 3- Ayad Vahit Sadullah Erbil-1960 4- Ali Hasan H.Acemoğlu Kerkük-1965,24.07.1997-idam 5- Abdulrahman Ö.Bakkaloğlu Kerkük-1972 6- Ali Yayçılı Kerkük-1971, 24.07.1997-idam 7- Ahmet Nureddin Kayaçı Kerkük-1976, 24.07.1997-idam 8- Memet Reşit Tuzlu Tuzhurmatu-1953 9- Mikail Şahbaz Samet Erbil-1973 10- Tarık Faik Nureddin Erbil-1970 11- Sirvan Ahmet Abdulkadir Kerkük-1960 12- Munin Muhammed Emin Erbil-1947 13- Halit İbrahim Ahmet Erbil-1945 94 Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları 14- İbrahim Abdülrahman Erbil-1964 15- Mazin Faruk Erbil-1968 16- Necmeddin Nureddin Erbil-1937 17- Şakir Zeynel Abidin 18- Neşet Faysal Abdullah Erbil-1960 19- Şirzat Yusuf Aziz Erbil-1954 20- Şahin Yunus Mahmut 21- Hacer Abdülgani Şahap Erbil-1972 22- Halit Abdullah Erbil-1974 23- Nasret Halil Abdullah Erbil-1977 24- Yılmaz Halil Muhyeddin Kerkük-1969 25- Ayad Ahmet Kerkük-1963 26- Abdülrahman Kaleli Kerkük-1974 27- Heyar Erbilli. Erbil 28- Abdülmümin Samat Emin Erbil-1947 29- Şaban Şahbaz Samet Erbil 30- Şivan Şahbaz Samet Erbil 31- Ramazan Cemal Kerim Erbil,Ekim1997-idam 32- Fuat Kazım Nazım. Ekim1997- idam 33- Adil Bekir Selim Erbilli Erbil 34- Şer Bekir Şakir. Erbil 35- Ali A. Abdullah. Kerkük-1965 36- Feyz Hadi 37- Emir Kerim Ali. Ekim1997-idam Buların haricinde isimlerine ulaşılamayan yüzlerce masum Türkmen zindanlarda ve işkence odalarında hayatlarını kaybetmişlerdir. (Can, 2011). 95 Noor Bayati 2003 Sonrası Irak Türkmenleri ABD’nin Irak’a müdahalesinin ardından, Irak’ın yeniden yapılandırılması, çalışmaları ve bununla birlikte ifade özgürlüğünün görece gelişmesiyle Irak’taki tüm etnik ve dini gruplarda olduğu gibi Türkmenler arasında da yeni siyasi oluşumlar ortaya çıkmıştır. Ancak 1995’ten günümüz e kadar Türkmenleri temsil kabiliyeti ve tanınırlığı açısından ITC’nin, Türkmenlerin en fazla tanınan siyasi kuruluşu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 20 Mart 2003’te ABD’nin harekâtıyla başlayan savaş, kısa sürede Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasıyla sona ermiş, ülke ABD askeri güçlerince işgal edilmiştir. Türkiye’nin savaşa girmemesi Irak’ın Kkuzeyindeki dengeleri Kürtler lehine değiştirmişerek, bölgede Türkiye ile Kürt gruplar arasında adı konulmayan bir güç mücadelesi başlamıştır (Alpay, 2015, 58). ABD’nin Irak’a girişi ile Irak Türkleri için yeni bir belirsizlik dönemi başlamıştır. Türkmenler büyük katliamlar, ailesel ve toplumsal yıkmalar yaşadıklarından dolayı belirsizlik onlar için umutla kaygı arasında bir sınır olmuştur. İşgal devam ederken 10 Nisan 2003 tarihinde, Irak askerlerinin Kerkük’ten Güneye doğru çekilmesi ile birlikte, KYB ve KDP’li Kürt Peşmergeler ile silahlı gruplar Kerkük’e gidrerek devlet dairelerini yağmalamış, sivil halka ait eczaneler, dükkânlar, evler ve özel araçları yakmış ve Türkmenlere karşı taciz ve eylemlerde bulunmuşlardır. KDP Peşmergeleri, 11 Nisan 2003 tarihinde, Musul’a gidrerek Kerkük’tekine benzer yağma ve talan olayları gerçekleştirmiştir. (Küzeci, 2004:322-323). Kürtler aynı şekilde 1991’de yaptıklarını tekrarlamışlar, ilk hedef olarak tapu ve nüfus dairelerini hedef almışlardır. Kerkük’ü hedef alan Kürtlerin hareketlerinin temel hedefi, şehirdeki demografik yapıyı değiştirmektir. Kürt grupların, Kerkük’teki emellerine ulaşabilmek için sözde Kerkük’ten gözettirildikten göç ettirildiğini ileri sürdükleri kişileri, bu kente yerleştirebilmek için binlerce sahte belge hazırladıkları ileri sürülmüştür. İşgal sonrası Kerkük’te okul, nüfus ve tapu müdürlüklerinin büyük çoğunluğu da Peşmergelerin eline geçmiştir. Saddam döneminden kalma Kerkük’teki askeri garnizon içinde bulunan lojmanlara, Peşmergeler aileleriyle birlikte yerleştirilmiştir (Alpay, 2015: 59). Boşaltılan hükümet binaları ve Şorca mahallesindeki ana stadyum, Kürt aileler ile bir zamanlar Kerkük’ten sınır dışı edilen kuruluşlara tahsis edilmiştir. Süleymaniye, Duhok, Zaho ve Erbil’den getirilen Kürtler kamuya ait kuruluşlarda görevli Türkmen çalışanların yerlerine yerleştirilmiştir. Eski personel zor kullanılarak görevden uzaklaştırılmıştır (Alpay,2015: 58-60). Türkiye yaşanan bu gelişmelere tepki göstermiş ve sonraki süreçte ABD duruma müdahale etmiştir. ABD öncülüğünde Kerkük vilayet yönetimi yapılandırılmıştır. 2003 öncesi dönemde Kerkük’ün güvenliğinden sorumlu birimlerde Türkmen çoğunluğuna rastlanırken, bu dönemden sonra Kürtler ağırlık kazanmıştır ( Duman, 2010,57). Sonuç olarak savaştan sonra Türkmenler için olumlu yönde bir değişim gerçekleşmediği söylenebilir (Alpay,2015: 60). 96 Irak Türkmenlerinin Uğradıkları Asimilasyon Politikaları Türkmen terör mağdurları Malumdur ki (IŞİD) terör örgütü saldırıları sonucu bugün Irak’ta bir milyonun üstünde Türkmen evinden, toprağından uzakta yaşamaktadır. Bu Türkmenler, Irak’ın diğer bölgelerinde açılmış kamplarda, okul, spor salonları, cami, ibadet evleri ve büyük fabrika depolarında kalmaktalardır. Haziran 2014 tarihinden beri Irak’ın başta 3 Mmilyon nüfuslu Musul şehri olmak üzere Irak’ın birçok bölgesini işgal eden El-Kaide uzantısı Tterör Öörgütü İŞİD sonrası Irak ve Türkmenlerin durumu adeta bir çıkmaza girmiştir. İŞİD sonrası Irak’ın Şii, Sünni ve Kürt bölgelerine bölünmesi durumunda 3 milyon nüfusa sahip olan ve 3. asli unsur olan Türkmenlerin ve özellikle de Kerkük halkının hangi bölgede kalacağı ve nasıl haklara sahip olacağı konusu yılan hikâyesine dönüşmüş, önemli bir bölgesel bilmece halini almıştır. (Küzeci, 2016). Sonuç 1918’de Osmanlı Irak’tan çekildikten sonra Irak’taki tüm iktidar dönemlerinde Türkmenlere karşı baskıcı bir politika izletmiştirizlenmiştir. İster İngiliz mandası dönemi, ister Kraliyet, Cumhuriyet ve Saddam dönemleri olsun Türkmenlere karşı uygulanan sindirme, yok etme, asimilasyon politikaları Irak tarih sayfalarında bir kara leke olarak kazınmıştır. Baas Partisi ve Saddam rejiminin Irak halkına 35 yıl uyguladığı iktidarda kalma politikası Türkmenleri de Arap ve Kürtler kadar etkilemiş, belki daha derinden etkisini göstermiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Türkmenler’in Türkiye’ye olan gönül bağlarıdır. Yüzlerce Türkmen gencinin ve aydınlarının idam raporlarında “Turancı ve Türkiye Casusu” gibi suçlamalar yer almıştır. Ne yazık ki 2003’ten bugüne değin de Türkmenlerin hakları demokratik, özgür ve güvenilir biçimde garanti altına alınabilmiş değildir. KAYNAKÇA AA, Altınköprü katliamı şehitleri anıldı, http://aa.com.tr/tr/dunya/altinkopru-katliami-sehitleri-anildi/171227 Alpay, Ahmed Hamza, Irak Türkmenlerinin Türkiye açısından Açısından jeostratejisi Jeostratejisi ve Türkiye’nin stratejik Stratejik perspektifiPerspektifi, Ankara, 2015, s.18, 58, 58-60, 60.. Bilim Araştırma Vakfı, Musul Kerkük Türkmenler İçin Gerçek Çözüm, http://www.bilimarastirmavakfi.org/musulvekerkuk/musulkerkuk02.html#6 Can, Aymaral, forum-aktiv.com, 2011. 97 Noor Bayati Duman, Bilgay, “2003 sonrası Irak Siyasetinde Türkmenler ve 2010 seçimleri”, Ortadoğu Analiz, Cilt 2- Sayı16, s. 57. Eroğlu, Cengiz, “ Irak’ta Türkmen var mı”, Global Strateji, S.1, Ankara, 2005, s. 79. Hürmüzlü, Erşat, Türkmenler ve Irak, İstanbul, Kerkük Vakfı, 2003, s. 13. Hürmüzlü, Habib ve Firuze Yağmur Gökler, “ORSAM Aylık Irak Türkmenleri Güncesi”, Sayı:56, 16-31 Mart 2015, s.8. Hürmüzlü, Habib, Kavmun Yud’awna Turkman, Kerkük Vakfı, Ankara, 2016., 122. Küzeci, Şemsettin, Kerkük Soykırımları, Ankara, 2004, s. 200-201. s.328, 33, 37-38, 49,118-121, 246-247, 149,186-187, 322-323. Saatçi, Suphi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı., İstanbul, 1996, s.1040, 251. Saha, L. Meray, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler., İA.Ü.S.B.F.yay., Ankara, 1969, s. 345-346. Türk Dünyası, Irak Türkmenleri, http://www.hurgokbayrak.com/yeni_sayfa_245.htm. “Irak’ta Ulusal Konferans Toplandı”, Yeni Şafak Gazetesi, http: // yenisafak. com.tr/arsiv/2004. 98 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLERİN İSTİHDAMI, TEMEL İSTİHDAM POLİTİKALARI Aybike Açıkel Giriş Suriye’de 2011 yılı Mart ayı itibariyle başlayan, rejim karşıtı faaliyetlerde bulunan muhalif gruplar ile rejim arasında yaşanan çatışmaların zamanla artan şiddeti ve boyutu, başta komşu ülkeler olmak üzere, Avrupa’ya kadar varan bir sorun haline gelmiştir. Çatışmaların kısa sürede bir iç savaşa dönüşmesi ile birlikte 10 milyona yakın Suriyeli ülke içinde yerlerinden edilmiş, 5 milyona yakını da komşu ülkelere sığınmıştır.1 5 yılı aşkın süredir yaşanan çatışma ortamından kaçan pek çok Suriye vatandaşı, öncelikle Türkiye’ye ve diğer komşu ülkelere sığınmışlardır. Suriyelilerin yaşadıkları bu durumu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres “çağımızın en büyük insani acil durumu” olarak değerlendirmiştir.2 Gelinen noktada görülmektedir ki, Suriyeli sığınmacı krizi, başta Türkiye olmak üzere tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun alanıdır. 2011 yılından bu yana yapılan pek çok araştırma, iç savaşın başladığı günden bugüne kadar Türkiye’ye gelen Suriyeli sığınmacı sayısının artarak devam ettiğini ve Suriye’de yaşanan olayların gün geçtikçe artan şiddeti ve ülkedeki yaşam alanlarının yok edilmiş olması nedeniyle geri dönüşün kısa vadede mümkün olmadığını göstermektedir.3 Türkiye bugüne kadar Suriyeli sığınmacıların geçici oldukları düşüncesi ile insani yardım çerçevesinde temel ihtiyaçların karşılanması konusunda kısa vadeli ve anlık çözümlere odaklı politikalar izlemiştir. Ancak süreç ilerledikçe Türkiye’nin kısa vadeli politikaları 1 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php. 2 “Suriyeliler artan güvensizlik ve kötüleşen şartlardan kaçarken, Suriyeli mültecilerin toplam sayısı 3 milyona erişti”, http://www.unhcr.org/turkey/home.php?content=581. 3 Kılıç Buğra Kanat, Kadir Üstün, “Turkey’s Syrian Refugees: Towars Integration”, SETA, 2015, http:// file.setav.org/Files/Pdf/20150428153844_turkey%E2%80%99s-syrian-refugees-pdf.pdf. 99 Aybike Açıkel terketmesi, uzun süreli ve kalıcı politikalar ile altyapıyı güçlendirecek uygulama alanları üretmesi gerektiğine dair görüş güçlenmektedir. Uzun vadede dönüşün mümkün olmadığı düşünüldüğünde uyum çalışmalarına da hız verilmesi gerekmektedir. Sözkonusu sorun alanlarından en önemlisi uyumun başlangıç kriteri olan işgücü piyasasına giriş yani istihdam olmaktadır. Suriyeli sığınmacıların büyük bir çoğunluğu, çalışma haklarının olmaması nedeniyle son derece yüksek standartlara sahip barınma merkezlerinde yaşamayı reddetmektedirler ve çadır, battaniye, giyecek gibi yardımlar yerine çalışma hakkı istemektedirler. Fazla sayıda Suriyeli geçici işlerde çalışıyor olsa dahi yasal olmaması, hem emek sömürüsü hem de kayıt dışı istihdam, işverenin suçlu duruma düşmesine neden olduğu için acilen düzenlenmesi gereken konulardan biri olmuştur. Son zamanlarda oturma izni verilen Suriyelilere 2016 yılında çalışma izni de sağlanmış olmasına rağmen sorun henüz çözülmüş değildir. Suriye’ye geri gönderilme korkusuyla kayıt altına alınmaktan çekinen sığınmacılar, çalışma izinleri olmaksızın çalışmaya devam etmektedirler. TÜİK tarafından 8 Mart 2014’te açıklanan verilere göre, 2013 yılında iş piyasası büyüyen yani işçi alımı yapan ve en fazla işsizliğin düştüğü üç il Gaziantep, Kilis ve Adıyaman’dır. Bu üç ilin ortak özellikleri ise fazla sayıda Suriyeliyi barındırmalarıdır. Bu durum Suriyeliler ile birlikte yeni bir piyasanın ortaya çıktığını, işsizliğin düştüğünü göstermektedir. Olumsuz durumlara rağmen, krizi bazı bölgeler ve sektörler için fırsata dönüştürebilmek gerekmektedir. Bu çalışmada, Suriyelilerin güncel istihdam durumları ve uyuma zemin hazırlaması amacıyla temel sorun alanları analiz edilecektir. 2011 yılından itibaren Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin büyük bir çoğunluğunun geçici ve kısa süreli yaşayacakları güvenli bölge olarak gördükleri Türkiye’de, kalma sürelerinin uzamasıyla ve yanlarında getirdikleri paraların bitmesiyle çalışma zorunlulukları ortaya çıkmıştır. AFAD’ın 2013 yılında yaptığı bir araştırmaya göre kamp dışında yaşayanların dörtte üçü belirli dönemlerde iş aramışlardır.4 Bu çalışmanın amacı, savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin çalışma hayatındaki rolleri, iş piyasasında sahip oldukları haklar ile sahip olmaları gereken hakların karşılaştırılması, Türkiye ekonomisine etkileri, istihdam konusundaki temel sorun alanları, nasıl politikalar uygulandığı ve halihazırda uygulanan politikaların ne tür eksiklikleri olduğunu belirleyerek yapılması gerekenlere yönelik öneriler sunmaktır. Aynı zamanda son yıllarda artış gösteren Suriyelilerin açtıkları işletmelerin durumları, önlenemez bir biçimde artan çocuk işçiliğinin önüne geçilmesi için yapılması gerekenlerin, yasal ve toplumsal zeminde açıklanması amaçlanmaktadır. 4 https://www.afad.gov.tr/upload/Node/2376/files/60-2013123015491-syrian-refugees-in-turkey-2013_ baski_30_12_2013_tr.pdf. 100 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları Türkiye’deki Suriyelilerin Güncel Durumları Suriye’de 2011 yılında başlayan iç çatışma ve savaş giderek artarak devam etmiş ve yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Bu süreçte yaklaşık olarak 7.65 milyon Suriyeli evini terk etmek zorunda kalmış, 4.8 milyona yakın Suriyeli de güvenlik gerekçesiyle komşu ülkelere sığınmıştır.5 Suriye krizinin en başından beri oluşmuş olan trajedide en büyük yükü Suriye’ye komşu ülkeler üstlenmişlerdir. Mısır’a sığınan 150 bine yakın Suriyeli dışarıda tutulacak olursa Suriyelilerin yüzde 90’ından fazlası komşu ülkelere göç etmişlerdir. Bununla beraber, Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin tamamı aynı koşullara sahip değildirler. Her ülke farklı bir politika izlemiş ve bu durum da kaçınılmaz olarak Suriyelilerin sığındıkları ülkelerde karşılaştıkları koşulların farklı olmasına neden olmuştur.6 Şekil 1: Yıllara Göre Geçici Koruma Kapsamındaki Suriyeliler 3.000.000 2.503.549 2.500.000 2.000.000 2.726.980 1.519.286 1.500.000 1.000.000 500.000 0 0 14.237 2011 2012 224.655 2013 2014 2015 2016* Kaynak: GİGM, 2016 Türkiye, 2009 yılında Suriye ile birlikte karar verdikleri karşılıklı olarak vizeleri kaldırma anlaşması çerçevesinde “açık kapı politikası” uygulamış, giriş yapan hiçbir Suriyeliyi geri göndermemiş, onlara “Geçici Koruma Statüsü” vermiştir. GİGM’in sunduğu resmi rakamlara göre 2 milyon 726 bin Suriyeli Türkiye’ye sığınmıştır. Yine GİGM’in verilerine göre 2012 yılında Türkiye’ye giriş yapmış Suriyeli sayısı 14 bin 237 iken, 2016 yılı itibariyle Suriyeli sığınmacı sayısı 2 milyon 726 bin olmuştur. (Şekil1) 5 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php. 6 Ferhat Pirinççi, “Avrupa ’nın Suriyelilerle İmtihanı”, Orsam Bölgesel Gelişmeler Değerlendirmesi, Eylül 2015. p.5. 101 Aybike Açıkel Şekil 2: Geçici Barınma Merkezleri İçinde ve Dışında Kalan Suriyeliler 2.726.980 2.472.952 3.000.000 2.500.000 2.000.000 1.500.000 1.000.000 254.028 500.000 0 GEÇİCİ BARINMA MERKEZİ DIŞINDA KALANLAR GEÇİCİ BARINMA MERKEZİNDE KALANLAR TOPLAM Kaynak: GİGM, 2016 Şekil 3: Suriyelilerin en Fazla Bulunduğu İlk On İl 394.995 394.657 376.591 319.183 İR İZ M AR D İN A M RS İS BU Kİ L ER Sİ N M TE P İA N TE P AZ AZ G 97.539 94.040 91.411 G İA N AT AY H BU TA N İS U LI N ŞA L 149.297 137.289 124.203 RF A 400.000 350.000 300.000 250.000 200.000 150.000 100.000 50.000 0 Kaynak: GİGM, 2016 Suriye’den 2011 yılında gelen ilk gruplar, AFAD tarafından Hatay ilinde kurulan beş küçük kampa yerleştirilmişlerdir. Bu kamplar kısa sürede dolunca önce Kilis’te, sonra da Gaziantep’te konteyner kentler kurulmuştur. Bu üç ili Şanlıurfa, Osmaniye, Malatya, Adıyaman, Kahramanmaraş, Mardin ve Adana’da yapılan sığınma merkezleri izlemiştir. 2016 yılı Ağustos ayı itibariyle Türkiye’deki barınma merkezlerinde yaşayan Suriyeli sayısı 254.028 iken, geri kalan 2 milyon 472 bin kişi de sığınma merkezlerinin yaşamaktadırlar (Şekil 2). Bu demektir ki, Suriyelilerin yüzde 85’i gibi büyük bir oranı kampların 102 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları dışında dağınık ve karışık olarak şehirlerde yaşamaktadırlar. Suriyeli sığınmacıların yoğunlukla yaşamayı tercih ettikleri üç il, Şanlıurfa, İstanbul ve Hatay olmuştur (Şekil 3). Kamplarda yaşayanlar AFAD’dan kişi başına ayda 85 TL almaktadır. Ayrıca kadınlar da kamplardaki mesleki ve beceri kurslarında ürettikleri ile ayda 500 TL’ye kadar gelir sağlayabilmektedir. Kampta yaşayan Suriyeli öğretmenlere de ayda 600 TL ödenmektedir. Buna karşın şehirlerde yaşayan Suriyeliler ise temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için iş bulmak zorundadırlar.7 Suriyeli krizi Türkiye’nin genel mülteci politikası açısından bir dönüm noktası olmuştur. Sözkonusu krize kadar Türkiye’deki mültecilere uygulanan politikalar sadece iki yasal doküman zeminine dayanmaktadı ve her ikisi de Ortadoğu’dan gelen insanları kapsamamaktaydı.8 İlk yasal zemini oluşturam metin, İskan Kanunudur. Sözkonusu kanun, ülkeye girişi, ikameti ve mülteci olma statüsünün şartlarını belirlemekte; “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelip bu kanun gereğince kabul olunanları” göçmen olarak kabul etmektedir.9 “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancılar..” kanun kapsamında göçmen olarak değerlendirilmemiştir. Bu tanım, tartışmalı olarak Suriye’den gelen Türkmenler hariç diğer sığınmacıları kapsamamaktadır. Türkiye’de bağlayıcılığı olan bir diğer yasal referans ise 1951 tarihli “Mültecilerin Hukuki Durumlarına İlişkin Cenervre Konvansiyonu” ve tamamlayıcısı niteliğindeki 1967 Protokolü’dür. Türkiye kendini korumak amacıyla Cenevre Sözleşmesini iki çekince ile sınırlandırmıştır. Birincisi, “Bu sözleşmenin hiçbir hükmü, mülteciye Türkiye’de Türk uyruklu kimselerin haklarından fazlasını sağladığı şeklinde yorumlanamaz” biçimindedir. Diğeri ise, coğrafi sınırlamaya yöneliktir. Buna göre, Türkiye Cenevre Sözleşmesindeki genel tanım yerine sadece Avrupa ülkelerinden, yani Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerden gelecek sığınmacıları mülteci olarak kabul etmekteyken Avrupa ülkeleri dışından gelenleri sığınmacı olarak tanımlamaktadır. Statüsü sorununa müteakip, Türkiye’de özellikle 2011 yılından sonra artarak devam eden göç akınları karşısında kanuni yetersizlikler göze çarpmaya başlamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’den sıkça Türkiye aleyhine alınan ihlal kararları ve AB öncü olmak üzere, uluslararası kuruluşlardan bu yönde gelen talepler neticesinde, 11 Nisan 2013 tarihinde, “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” yürürlüğe girmiştir.10 Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK), Türkiye’de mevcut yasaların yetersizliği nede7 Açık Toplum Vakfı, “Kayıp Neslin Eşiğinde, Türkiye’deki Suriyeli Mülteci Çocuk ve Gençlerin Eğitime Erişimde Karşılaştıkları Zorluklar”, 2015. 8 Suna Gülfer Güler Ihlamur, “Turkey’s Refugee Regime Streched to the Limit? Turkey’s Two Tired Asylum Regime” 9 http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5543.pdf. madde 3. 10 http://www.goc.gov.tr/icerik6/6458-sayili-yabancilar-ve-uluslararasi-koruma-kanunu-yururluge-girdi_350_361_607_icerik. 103 Aybike Açıkel niyle uluslararası mevzuatlara uygun şekilde hazırlanmıştır. Yasa, mültecinin dışında, şartlı mülteci, ikincil koruma ve geçici koruma gibi yeni kavramları ortaya çıkarmıştır. İkinci adım olarak YUKK’un 91. Maddesinde tanımlanan Geçici Koruma kavramının içeriğinin Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir. Buna istinaden Geçici koruma yönetmeliği 2014 yılının Ekim ayında yürürlüğe girmiştir. YUKK yasasında tanımı yapılan Geçici Koruma hukuki temellere oturtulmuştur. Buna göre Geçici koruma; “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma” olarak açıklanmıştır.11 Böylelikle uzayan süreç ile birlikte tanımlamada da yetersiz kalan “misafirlik” kavramı yerini hukuki temellere oturtulmuş “geçici korunan” statüsüne bırakmıştır. Bu yönetmelik kapsamına giren yabancılara sağlık hizmetleri, iş piyasasına erişim, sosyal yardım ve tercümanlık gibi hizmetlerin sağlanabilmesi detaylı olarak düzenlenmiştir. Geçici koruma kimlik belgesine sahip olanlar, Bakanlar Kurulunca belirlenecek sektörlerde, iş kollarında ve coğrafi alanlarda çalışma izni almak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurabileceklerdir.12 Türkiye’deki kampların standartları diğer ülkelere kıyasla oldukça yüksektir. Barınma merkezlerinde okul, cami, ticaret, polis ve sağlık merkezi, basın birimi, çocuklar için oyun alanları, televizyon izleme üniteleri, market, biçki-dikiş kursları, su deposu, arıtma merkezi, trafo ve jeneratör gibi donanımlar yer almaktadır. Barınma merkezlerinde verilen ‘Gıda Kartı’ sayesinde barınma merkezlerindeki Suriye vatandaşları marketlerde alışverişlerini yaparak gıda ihtiyaçlarını karşılayabilmektedirler.13 Ayrıca Barınma Merkezlerinde kalan her ailenin sahip olduğu AFADKart’a yapılan tüm yardımlar ve gerçekleştirilen tüm işlemler işlenmektedir. Böylelikle sığınmacılara yapılan yardımlar kontrol edilmekte ve devamlılığı sağlanmaktadır.14 Her şeye rağmen, kamplarda yaşayan Suriyelilerin sorunsuz yaşadıkları iddia edilememektedir. Mülteciler belli bir alan içinde her gün aynı şeyleri yapıyor olmaktan dolayı memnuniyetsizlik duymaktadırlar. Pek çok kişi gelir elde etmek için çalışmak istemektedir. 2011 yılında başlayan bu süreç, geri dönüşe dair azalan umutlarla Türkiye’de barınmakta olan Suriyelilerin büyük çoğunluğunun ülkelerine geri dönmeyeceklerini kabullenmeleri ile devam etmektedir. Tarihte, 1992-1995 yılları arasında Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte Bosna-Hersek’ten kaçan mültecilerin neredeyse yüzde elliden fazlasının geri dönmemiş olması, bize 11 GKK md.3-f 12 GKK, M.29 13 http://www.nytimes.com/2014/02/16/magazine/how-to-build-a-perfect-refugee-camp.html?_r=0. 14 https://www.afad.gov.tr/TR/HaberDetay.aspx?IcerikID=4802&ID=5. 104 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları Suriyelilerin çoğunun ülkelerinde savaş bitse bile geri dönmeyeceklerini tecrübe ile göstermektedir. İçişleri Bakanlığının yayınladığı verilere göre, Suriyelilerin %40’tan fazlası İstanbul, İzmir, Konya, Kocaeli, Bursa, Ankara gibi açık pozisyonların daha çok ve istihdamın daha kolay olduğu illere yayılmışlardır.15 Bilindiği üzere, sosyal entegrasyonun en temel koşullarından birisi iş gücü piyasasına giriştir. Suriyeliler ve Ekonomik Etkileri İç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan yaklaşık 3 milyon Suriyelinin ekonomiye etkisi son zamanlarda daha da belirgin hale gelmeye başlamıştır. Suriye’de yaşanan kriz tüm bölge ülkeleri gibi Türkiye’yi de bir çok alanda etkilemiştir. Doğrudan etkisinin başında hiç şüphesiz iki ülke arasındaki ticaret hacminin azalması gelmektedir. İkinci etki unsuru ise turizmdir. 2011 yılında başlayan iç savaş, turizmin yerini zorunlu göçe bırakmıştır. Bir başka etki ise emlak piyasasında yaşanan gelişmelerle alakalıdır. Kriz sonrası sığınmacıların artan talepleri özellikle Gaziantep, Hatay, Kilis, Adana gibi bölge illerinde kiraların üç dört katına çıkmasına neden olmuştur.16 Bu durum ev sahipleri için fırsata dönüşürken, zorla evlerinden çıkarılan yerel halk nezdinde Suriyelilere karşı algının olumsuz olmasına neden olmuştur. Özellikle de sınır illerinde ortaya çıkan en önemli etki ise hayat pahalılığıdır. Artan taleplerle birlikte temel gıda maddeleri, ev fiyatları gibi önemli geçim argümanları pahalılaşmıştır ve buna bağlı olarakta bu bölgelerde enflasyon oranı Türkiye ortalamasının üzerinde seyretmektedir. Türkiye genelinde 2015 yılı Ocak ayında enflasyon yüzde 9.58 olarak açıklanırken TÜİK verilerine göre mültecilerin yoğun olarak yaşadığı Gaziantep, Adıyaman, Kilis bölgesindeki enflasyon ise yüzde 10.67 olarak gerçekleşmiştir.17 Türkiye’deki Suriyelilerin Türkiye ekonomisine doğrudan ve en büyük etkileri ise hiç şüphesiz kamudan yapılan harcamalardır. Türkiye, diğer ülkelerden farklı olarak Suriyelilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla neredeyse tamamen kendi öz kaynaklarını kullanmış, uluslararası destek ise yok denecek kadar az olmuştur. Resmi verilere göre, 2016 yılı itibariyle Türkiye’nin Suriyelilere toplam insani yardımı 12 milyar ABD doları iken, uluslararası camianın toplam yardımı 215 milyon ABD dolarıdır.18 Türkiye’nin yaptığı yaklaşık 37 milyar TL’lik yardım, Suriye krizi için bugüne dek yapılmış en büyük desteği ifade etmektedir. Bu meblağnın Türkiye için ne derece önemli ve ciddi bir maliyet unsuru olduğu açıktır. Suriyelilerin açlık sınırında yaşadığı varsayılırsa 15 İç İşleri Bakanlığı verileri Oytun Orhan ve Sabiha Şenyücel Gündoğdu, “Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri” Orsam Rapor No: 195 16 İdil Bilgiç Alpaslan, “Suriye Krizi Türkiye Ekonomisini Nasıl Etkiler?”, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, 2012. 17 Cengiz Bahcekapili, Buket Cetin, “The Impacts of Forced Migration on Regional Economies: The Case of Syrian Refugees in Turkey” 2015. 18 https://www.afad.gov.tr/tr/2373/Giris. 105 Aybike Açıkel yıllık toplam harcamalar milli gelirin yüzde 0.5’ine, yoksulluk sınırı alınırsa yüzde 1.7’sine ulaşmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’de yaşayan 2.7 milyon Suriyelinin 2015 yılında beklentileri aşan büyümede önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Ancak bu büyümenin neden olduğu enflasyon ve yükselen işsizlik oranı durumun olumsuz taraflarıdır.19 Morgan Stanley ekonomisti olan Ercan Ergüzel, Suriyelilerin temel ihtiyaçlara yönelik artan talebinin tüketim harcamalarında, dolayısıyla da büyümede etkili olduğunu ifade etmiştir. Hazırladığı bir rapora göre, bunu tarım sektöründeki büyüme trendi de doğrulamakta ve 2015 yılının son çeyreğinde yüzde 7,6 büyüyen tarım sektörü 2005’den bu yana en güçlü büyümeyi göstermektedir.20 Aynı şekilde temel gıda ihtiyaçlarından sonra artan talebe yönelik ortaya çıkan sektörel bazlı görünen beyaz eşya, yatak gibi ev gereçleri ve diğer öncelikli ihtiyaçlar, makro verilerde daha çok varlığını göstermektedir.21 Türkiye’deki Suriyelilerin Çalışma Hakları Türkiye’deki yabancıların çalışma şartları 4817 sayılı “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun” tarafından düzenlenmiştir. Ancak sözkonusu kanun tanımındaki “yabancı” kavramı, Türkiye’deki Suriyelilerin %2’si dolaylarında bir nüfusu ifade etmektedir. Suriye’den pasaportlarıyla yani resmi yollardan Türkiye’ye sığınanlar ile pasaportsuz illegal yollarla sığınanların çalışma hakları açısından da farkları bulunmaktaydı. 2011 yılının Nisan ayından sonra bu farklara ve karmaşaya ithafen Türkiye’ye giriş yapmış 80 bin kişiye, kayıt altına alındıktan sonra ikamet izni ve çalışma kolaylığı sağlanmıştır. Öncelikli olarak açık iş alanlarına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca uygun bulunanların yerleştirilmesi ile süreç devam etmiştir. Bu anlamda, Emniyet makamlarından alınmış en az 6 aylık ikamet izni bulunan Suriyelileri istihdam etmek isteyen işverenler, belirlenmiş usul ve esaslara göre başvuru yapabilmekteydiler. Ardından Ekim 2014’te yürürlüğe giren “Geçici Koruma Yönetmeliği”nin “İş Piyasasına Erişim Hizmetleri” başlıklı 29. Maddesinde geçici korunanların çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar, İçişleri Bakanlığının görüşü alınarak ÇSGB’nin teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir düzenlemesi yapılmıştır. Bakanlar Kurulu konu ile ilgili nihai olarak karar veren kurum olarak belirlenmiştir. Aynı zamanda Geçici koruma kimlik belgesine sahip olan yabancılar, Bakanlar Kurulunca belirlenecek sektörlerde, iş kollarında ve coğrafi alanlarda çalışma izni almak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurabileceklerdir. Bununla birlikte, “geçici korunanlara verilen çalışma izinlerinin süreleri, geçici korumanın süresinden fazla olamaz, geçici koruma sona erdiğinde de, bu kapsamda verilen çalışma izni sona erer, 19 http://www.sozcu.com.tr/2016/ekonomi/10-suriyeli-6-turk-vatandasini-issiz-birakiyor-1099162/. 20 Kerim Karakaya, “Suriyeli mülteciler yavaşlayan Türkiye ekonomisine 2015’te doping yaptı. Peki, etkileri kalıcı olacak mı?” makalesinden alıntıdır. 2016. 21 Nevzat Devranoğlu, “Fridges and flour: Syrian refugees boost Turkish economy”, 2016. http://www. reuters.com/article/us-mideast-crisis-turkey-economy-idUSKCN0VS1XR. 106 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları geçici korunanlara verilen çalışma izni, ikamet izinleri yerine geçmez” denilmektedir.22 Yeni düzenlemelerin yapıldığı 2014 yılı Ekim ayından Ocak 2016’ya kadar Suriyelilerin iş piyasasına girişlerini sağlayacak yasal herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre 20112015 yılları arasındaki beş yıllık dönemde çoğunluğu şirket ortağı olan 6 bin Suriyeliye, imalat ve ticaret sektöründe yeni bir iş yeri açarak faaliyet göstermeleri için çalışma izni verilmiştir. 2014 yılına kadar Türkiye’deki Suriyelilerden çalışma izni alanların sayısı sadece 3.856’dır. Bu sayının 2.328 ile en yüksek oranı (%63,1) hizmet sektöründedir.23 Bu şekilde belirsizliğin devam ettiği kayıt dışı istihdamın çoğaldığı bir ortamda 2016 yılının Ocak ayında Bakanlar Kurulunca imzalanarak yürürlüğe giren yönetmelik uyarınca Türkiye’deki Suriyelilere çalışma izni verilmiştir. 15 Ocak 2016 tarihinde ve 29594 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik” ile çalışma çağındaki 1 milyona yakın Suriyelinin kayıt içi ekonomiye dahil olması amaçlanmıştır. Çalışma izni kapsamında, Suriyeliler geçici koruma kimlik belgesi aldıktan 6 ay sonra çalışma izni için başvurabilecektir. Sığınmacılar sadece ikamet ettikleri illerde çalışma iznine kavuşabileceklerdir ve onları sınırlandırmanın bir başka koşulu da çalıştıkları işyerindeki yerel işçi sayısının yüzde 10’unu geçmeyecek olmalarıdır. İçişleri Bakanlığı tarafından Suriyelilere verilen geçici koruma belgesinin ili çalışabilecekleri ilin sınırını da çizmiştir ve bu karmaşıklığı önleyici faaliyetlerin başında gelmektedir. Çalışma izni verilen Suriyeli mültecilere de asgari ücret uygulanacak, Suriyeli işçilere en düşük 1.300 TL maaş veilecektir böylece emek sömürüsünün önüne geçilecektir. Yönetmelikte geçici koruma sağlanan yabancıların çalıştırılabilmesi için işverenden belirli şartların yerine getirilmesinin istenmektedir. Çalışmalarına izin verilen yabancı işçilerin sayısı, işyerindeki Türk vatandaş sayısının yüzde 10’unu geçemeyecektir. Fakat, başvuru tarihinden itibaren, geriye dönük olarak 4 hafta, açık iş pozisyonunun kapatılamadığı işveren tarafından belgelenirse yüzde 10 kotası uygulanmayacaktır 10 kişiden az eleman çalışan işyerlerinde ise en fazla bir kişi çalıştırılabilecektir. Geçici koruma kimlik belgesi olup mevsimlik tarım ve hayvancılık işlerinde çalışacaklar, kota uygulaması dışında, Valiliklerin koordinasyonunda çalışma izni muafiyeti sağlanacaktır.24 Suriye’deki halihazırda devam eden savaş bitip ülke yeniden yaşanabilir bir hale gelene kadar 3 milyona yakın Suriyelinin Tür- 22 http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/10/20141022-15-1.pdf. Madde 29 23 http://www.hurriyet.com.tr/bes-yilda-6-bin-suriyeliye-calisma-izni-verildi-30165957. 24 ÇSGB, “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Uygulama Rehberi” 2016. 107 Aybike Açıkel kiye’den ayrılması mümkün gözükmemektedir. Aynı zamanda bu süreçte 1 milyon kişinin emek piyasasına entegre edilmesi gerekmektedir.25 Türkiye’deki Suriyelilere Uygulanan İstihdam Politikaları 2011 yılından itibaren Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin büyük bir çoğunluğunun geçici ve kısa süreli yaşayacakları güvenli bölge olarak gördükleri Türkiye’de, kalma sürelerinin uzamasıyla ve yanlarında getirdikleri paraların bitmesiyle çalışma zorunlulukları ortaya çıkmıştır. AFAD’ın 2013 yılında yaptığı bir araştırma göstermektedir ki kamp dışında yaşayanların dörtte üçü belirli dönemlerde iş aramışlardır.26 Kamplardaki son derece yüksek standartlara rağmen Suriyelilerin kamplarda kalmayı tercih etmedikleri bilinmektedir.27 Kamptakilere çalışma hakkının tanınmaması bunda önemli bir nedendir. UNHCR Türkiye Temsilcisi Carol Bachelor, kamptan ayrılan Suriyelilerle ilgili yaptıkları incelemelerde, giden Suriyelilerin Türk yetkililerce gönderilmediklerini tamamen kendi istekleri ile kamptan ayrıldıklarını bunun da “geri göndermeme” ilkesi bakımından önemli olduğunu belirtmiştir.28 Suriyelilerin iş hayatında yer alması sanayici ve esnaflar bakımından olumlu bir gelişme olarak görülmektedir. Bunun en öenmli sebebi ise, işgücü piyasasında arzdan kaynaklanan ücret avantajıdır. Bu durum ucuz işgücünün artmasına ve işverenin buna yönelmesiyle hali hazırda çalışanların işlerinden olma ve iş arayanların tercih edilmeme endişesi yerel halkın kaygılarını arttırmaktadır. Bunun sonucunda yerel halk Suriyelileri işgücü piyasasında tehdit olarak görmektedir. Normal koşullarda en az 1000 tl’lik ücretle yapılacak bir işi, 300-400 lira gibi çok daha cüzi rakamlarla ve sigorta, prim gibi tüm sosyal haklardan da muaf çalışanlar bölgede işveren açısından olumlu olarak karşılanmaktayken, bölge halkı tedirgin olmaktadır. Ucuz işgücü algısı yabancılara karşı nefreti ve birarada yaşama isteğini azaltan en önemli nedenlerin başında gelmektedir.29 Nüfusunun çoğunu Suriyelilerin oluşturduğu, Gaziantep’te oluşturulan ve Gaziantep Ticaret Odası’nın da dahil olduğu “Gaziantep Ortak Akıl Platformu”nun Şubat 2014 tarihli raporunda önemli tespitler bulunmaktadır. Raporda, “Suriyeliler Çalışma Hayatına Dahil Edilmeli” başlığı altında sığınmacılara geçici çalışma izninin verilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve bunun 25 Esra Özpınar, Yasemin satır Çilingir, Ayşegül Taşöz Düşündere,”Türkiye’deki Suriyeliler: İşsizlik ve Sosyal Uyum”, 2016. 26 AFAD, Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013 Saha Araştırması 27 https://www.opendemocracy.net/can-europe-make-it/bill-frelick/why-don%E2%80%99t-syrians-stay-inturkey. 22.12.2015. 28 http://www.brookings.edu/events/2014/09/16-syrian-displacement. 29 M. Murat Erdoğan, “Türkiye’deki Suriyeliler Toplumsal Kabul ve Uyum”, 2015, p.189. 108 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları için yasal zeminin oluşturulması ve hızlandırılması, kayıt altına alınmış ve en az altı aydır Türkiye’de ikamet edenlere herhangi bir prosedür aranmadan çalışma izninin verilmesine dair talepler dile getirilmiştir. Suriyeli çalışanların sağlık giderlerinin devlet tarafından karşılanması gerektiği de belirtilmiştir. Rapor, verilecek çalışma hakkının çalışma etiğini bozmayacak ve kalıcılığa neden olmayacak şekilde tasarlanmasını talep etmektedir. Böylelikle, geçici çalışma izinleri, savaşın bitmesi ile son bulacak ve Suriyelilerin evlerine dönerken tazminat taleplerinin de önüne geçilmiş olacaktır.30 TÜİK tarafından 8 Mart 2014’te açıklanan verilere göre, 2013 yılında iş piyasası büyüyen yani işçi alımı yapan ve işsizliğin en fazla düştüğü üç il Gaziantep, Adıyaman ve Kilis (GAK)’tir. Bu durum Suriyeliler ile birlikte yeni bir piyasanın ortaya çıktığını işsizliğin düştüğünü göstermektedir. Bu üç şehrin 2012 yılında 631 bin olan istihdamı 2013 yılında 707 bine yükselmiştir. Gaziantep Kilis ve Adıyaman’da 2012 yılında 84 bin olan işsiz sayısı 56 bine düşmüştür. Böylece, Gaziantep, Kilis ve Adıyaman’daki işsizlik oranı yüzde 11.8’den 7,3’e düşmüştür. Bu üç şehirdeki istihdam artışının yaklaşık 22 bini tarım, 7 bini sanayi, 47 bini de hizmet sektöründe oluşmuştur.31 Bu veriler Suriyeliler ile birlikte ortaya çıkan yeni bir ekonomik yapıyı göstermektedir. Aynı şekilde bir başka araştırma da, en yoğun Suriyeli mülteci nüfusu barındıran GAK bölgesi, paradoksal işsizlik oranının belirgin olarak düştüğünü, bu düşüşün ağırlıklı olarak vasıfsız işgücü kategorisine yani lise ve altı eğitim düzeyinde meydana geldiğine atıfta bulunmuştur. İşverenler tarafından belirtilen en fazla açık iş alanı, dikiş makinesi operatörü (tekstil), satış elemanı, garson, kaynakçı, güvenlik görevlisi, tornacı, şoför, mobilyacı, elektrikçi, çağrı merkezi görevlisi mesleklerindedir ve Türkiye genelinde her 100 kişilik kadronun 95,6’sı dolu; 4,4’ü ise boş olup doldurulmaya hazırdır.32 Suriye’de çıkan ekonomik krizin sonucu olarak ülkesini terk ederek Türkiye’ye gelen Suriyeli iş adamlarının Türkiye’de ciddi boyutlarda yatırımlar yaptıkları da bilinmektedir. 2013 yılında Suriye menşeli yatırımın 4 milyar dolara yakın olduğunu belirten kaynaklar olmasına karşın bu bilginin kesinliği teyit edilmemiştir. Ayrıca, 1930’lu yıllarda yaşanan Hatay sorunu neticesinde Türkiye ile Suriye arasında, Bakanlar kurulu kararı ile 1939 yılından itibaren, Suriye vatandaşlarının Türkiye’de mülk edinmeleri yasaklanmıştır. Sözkonusu yasak 2012 yılında çıkarılan yasada “yabancıların mülk edimesi” konusunda aynı şekilde devam ettirilmiştir. İlerleyen dönemlerde vatandaşlığa 30 Gaziantep Ortak Akıl Raporu, Suriyeli Sığınmacılarla İlgili Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Şubat 2014. 31 “Gaziantep, Adıyaman ve Kilis ekmek kapısı oldu”, http://aa.com.tr/tr/ekonomi/gaziantep-adiyaman-ve-kilis-ekmek-kapisi-oldu/176436. 32 “Bu işlere işçi bulmak zor!” http://finans.mynet.com/haber/detay/ekonomi/bu-islere-isci-bulmak-zor/89156/. 109 Aybike Açıkel alınmamaları ve Türkiye’de yaşamaya devam etmeleri halinde bu yasağın gözden geçirilmesi gerekecektir.33 Suriyeliler Tarafından Açılan İşletmeler Suriyeliler konusunda en büyük sorunlardan birisi hiç şüphesiz haksız rekabetin yoğun olarak yaşandığı iş piyasası ve buna müteakip açılan kayıt dışı işletmelerdir. Yerel halk üzerinde en büyük tedirginlik kaynağı vergisini ödemeyen, denetimsiz Suriyelilerle adil ve eşit olmayan bir çalışma ortamında rekabet etmektir. Sözkonusu huzursuzlukların önlenmesine yönelik olarak, Antakya Berberler ve Kuaförler Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ali Mansuroğlu, korsan işletmelerle mücadele etmeye çalıştıklarını ancak yaptırım güçleri olmadığı için Antakya Belediyesi Zabıta Müdürlüğüne, Ruhsat Müdürlüğüne, İl Sağlık Müdürlüğüne ve Vergi Dairesi Başkanlığı Vergi Denetim Şubesine ayrı ayrı dilekçeler vererek yetkili birimleri yazılı olarak uyardıklarını belirtmiştir. Sözkonusu dilekçede “Antakya ilçemizde kayıt dışı çalışan berber, kuaför ve güzellik salonlarının denetlenmesi hususunda Oda olarak gerekli olan resmi mercilere dilekçelerimizi verdik. Amacımız üyelerimizin haklarını korumak ve haksız kazancın önüne geçmektir. Adil ve eşit bir çalışma ortamı sağlamaya çalışıyoruz. Ayrıca Suriyeliler tarafından açılan işletmelerin daha bir titizlikle incelenmesini istiyoruz” ifadelerine yer verilmiştir.34 Denetimsizliğin yarattığı huzursuzlık ortamına ek olarak bir de Suriyelilerin açtıkları işletmelerde kullandıkları tabelaların Arapça olması yerel halk nezdinde başka bir sorun kaynağıdır. Mersin Esnaf Odaları Birliği’nin verilerine göre Suriyeli’lere ait kayıtlı 42, kayıt dışı 1000’in üzerinde iş yerinin bulunduğu kentte Arapça yazılı tabelalar vatandaşların tepkisini çekmeye başlamıştır. 167 bini kayıtlı olmak üzere yaklaşık 320 bin Suriyeli’nin yaşadığı kentte artan şikayetler üzerine Mersin Büyükşehir Belediyesi, tabelaların Türkçe tabelalarla değiştirilmesine karar vermiştir.35 Suriyeliler için Türkiye’de iş kurmanın, diğer komşu ülkelere nazaran daha kolay olması ile işletme sayısının artışının ilgisi bulunmaktadır. Resmi verilere göre de 2016 yılının ilk yedi ayında kurulan yabancı ortak sermayeli şirket sayısı 2.786’dır. Bu şirketlerin 1.102’si Suriye ortaklıdır. Sadece Temmuz ayında kurulan 230 yabancı ortak sermayeli şirketin ise 95’i Suriye ortaklıdır.36 Resmi 33 “ORSAM Report No: 189 The Situation Of Syrian Refugees in the Neighboring Countries: Findings, Conclusions and Recommendations “, http://www.orsam.org.tr/en/showReport.aspx?ID=2638. 34 Ali Yolcu, “Kayıt dışı işletmeler incelensin!”, http://www.ozyurtgazetesi.com/kayit-disi-isletmeler-incelensin-24215.html. 35 “Arapça tabelalar ‘Türkçe’ olacak”, http://www.yenisafak.com/gundem/arapca-tabelalar-turkce-olacak-2508719. 36 TOBB, “2016 Temmuz Ayına Ait Kurulan/Kapanan Şirket İstatistikleri Haber Bülteni”, 19 ağustos 2016. 110 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları olmayan verilere göre ise kayıtdışı işletmeler dahil, 2011 yılından beri 4 bin civarında Suriyeliler tarafından şirket açılmıştır. Bu kayıtdışılığın önlenmesi gerekmektedir ancak Türkiye ekonomisinin bu denli büyük bir demografik değişiklikle başa çıkabileceği konusunda belirsizlikler vardır.37 Gaziantep Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Bartık, odaya kayıtlı Suriyeli firma sayısının savaş öncesi 11 iken, 2016 Eylül ayı itibariyle 800’e yaklaştığını, bu artışın daha da devam edeceğini belirtmiştir. Sözkonusu şirketlere yol göstermesi amacıyla oda bünyesinde Suriye Masası kurulduğunu bu sayede sözkonusu işletmeleri kontrol altında tuttuklarını ve savaş bitse dahi yatırıma devam edeceklerini ifade etmiştir.38 Çalışma kapsamında İstanbul’un Fatih ilçesinde pek çok Suriyeli vatandaşın işlettiği iş yeri ziyaret edilmiş ve neredeyse hepsinin kayıt altına alınmamış çalışanların olduğu, kayıt dışı işletmeler olduğu belirlenmiştir. Yasal olarak izlemeleri gereken prosedürlerden haberleri olmayan ve Türkçe bilmeyen bu işyeri sahipleri bugüne kadar hiçbir denetim geçirmediklerini belirtmektedirler. Sayısı her geçen gün artan Suriyelilerin iş piyasasına giriş oranları geçtiğimiz yıllara oranla daha da artmıştır. Suriyeli ortaklı firmaların büyük çoğunluğunda Suriyelilerin istihdam edildikleri bilinmektedir. Benzer şekilde Türk girişimcilerden de Suriyelilere destek verme amacıyla sadece Suriyeli istihdamı yapanlar vardır.39 Temel Sorun Alanları Türkiye, Suriye’deki iç savaşın uzun sürmeyeceği düşüncesi ile birlikte göç dalgasının sonuçlarını herhangi bir hukuki statüye dayandırmamış, soruna sadece insani dram açısından bakmıştır. Hükümet’in Suriyeden gelen sığınmacılara yönelik hazırladığı 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği ile bellirli oranlarda oluşturulan Suriyeli çalıştırma zorunluluğu daha da geliştirilerek Ocak 2015’te yasalaştırılarak uygulamaya konmuştur. Türkiye’nin konu ile ilgili düzenlemelerinin temelindeki, insani yardım gayesi takdire şayandır. Ancak gelinen noktada görülmektdir ki, konuyla ilgili yapılan tüm düzenlemeler kendi işgücünü ve işgücü piyasalarının dengesini korumayı, yerel halkın konuya yaklaşımını ve tepkisini dikkate alan bir şekilde yapılmalıdır. 2014 yılında yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, Türklerin ülke genelinde “Suriyeli Sığınmacılara Türkiye İçinde Çalışma İzni Verilmeli midir?” önermesine, %47,4‘lük oranla “Kesinlikle çalışma izni verilmemelidir”, 37 Mehul Srivastava, “Syrian refugee entrepreneurs boost Turkey’s economy”, http://www.ft.com/cms/s/0/93e3d794-1826-11e6-b197-a4af20d5575e.html#axzz4JhvArAVk. 38 M. Tekin Çiçek, “Gaziantep ekonomisinde Suriyelilerin ağırlığı arttı” http://www.dunya.com/yurttan-haberler/gaziantep-ekonomisinde-suriyelilerin-agirligi-artti-haberi-328566. 39 “Malatyalı Girişimci İşletmesinde Sadece Suriyelileri Çalıştırıyor”, http://www.haberler.com/malatyali-girisimci-isletmesinde-sadece-8698286-haberi/. 111 Aybike Açıkel %29,5’inin de “belirli işlerde kısmi/geçici çalışma izni verilmelidir” şeklinde görüş bildirdikleri bilinmektedir.40 Suriyelilerin kayıt dışı bir ekonomi yaratarak, vergi ödemeyerek haksız rekabet ortamı yarattıklarını ve kendilerinin de mağdur olduklarını düşünen yerel halk açısından oldukça rahatsız edici bir durum ortaya çıkmaktadır. Suriyelilerin Türkiye’ye ekonomik etkisini inceleyen bir rapora göre de sınır illerinde işini kaybedenlerin %40’ı ile %100’ü arasında değişen oranlardaki bölümü “Suriyeliler nedeni ile işini kaybettiğine” inanmaktadırlar. Bu sonuç, yerel halk arasında işlerinin ellerinden alındığı şeklinde bir algıya neden olmaktadır.41 Önceleri sadece Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları Adana, Kilis, Gaziantep gibi bölge illerinde Suriyelilere yönelik gösterilen tepkiler zamanla ülke geneline yayılmıştır.42 Çalışma hakları konusunda yaşanan başlıca sorun ise işverenlerin ucuz işgücünü tercih etmeleridir. Özellikle bölge illerinde ücretlerin oldukça düştüğü, yerel olarak işsizliğin arttığı ve bunun da toplumsal huzursuzluğa dönüştüğü bilinmektedir. Bazı bölgelerde işverenler nezdinde Suriyeliler avantaj olarak görünmektedirler. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in 2 Şubat 2014 tarihindeki“Gaziantep’te bulunan 140 bin Suriyeli, fabrikalar için “ilaç gibi” geldi” sözleri43 bunu doğrularken, eleştirilere de neden olmuştur.44 Yaşamını devam ettirmek isteyen Suriyelilerin çaresizlikleri nedeniyle ucuz işgücünden faydalanmak isteyen esnaf ve sanayiciler bunu fırsat olarak görmüş olsalar da bunun sürdürülebilir bir düzen olmayacağı açıktır. 2015 yılı Aralık ayı itibariyle resmi verilere göre 3686 kayıtlı olarak çalışan Suriyeliye karşın, 400 bin kişi kayıt dışı, düşük ücretli ve sağlıksız koşullarda çalışmaktadır.45 2016 yılının Ocak ayında yürürlüğe giren çalışma izni ilk günlerde heyecan yaratmıştır ancak beklenen ilgiyi görmemiştir. Kayıt altına alınmaktan kaçınan pek çok Suriye vatandaşı Türkiye’de çalışma iznine başvurmamıştır. Çalışma izninin yasalaşmasından 4 ay sonra, İzmir’de, aralarında Suriyelilerin de işveren konumunda olduğu 4 bin 800 ayakkabı imalathanesinde çalışan 3 bin 500 Suriyeliden, kendilerinin istememesi ya da çalıştıkları işyeri sahiplerinin rızası olmaması sebebiyle sadece 550 kişi ‘çalışma izni’ için başvurmuştur. İzmir Ayakkabıcılar Odası Başkanı Yalçın Ata’nın “Çalışma izninin verilmesi, herkesin kayıt altına alınmasını sağlayacaktı. Ama aradan geçen sürede 550 40 M. Erdoğan, sf. 81. 41Orsam, “The Economic Effects of Syrian Refugees on Turkey: A Synthetic Modelling” by Harun Öztürkler ve Türkmen Göksel, 2015. Page.16. 42 Emre Can Dağlıoğlu, “Suriyeli mültecilere saldırılar artıyor”, http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11653/ suriyeli-multecilere-saldirilar-artiyor. 43 Vahap Munyar, ““Gaziantep’teki 140 bin Suriyeli, fabrikalar için ‘ilaç’ gibi geldi”, http://www.hurriyet.com.tr/gaziantep-teki-140-bin-suriyeli-fabrikalar-icin-ilac-gibi-geldi-25716877. 44 http://www.gaziantephaberler.com/haber/-ilac-degil-zehir-zikkim-oldular-haberi-29981.html. 45 Şebnem Turhan, “Kayıtlı: 3.686 Kayıt dışı: 400.000”, http://www.hurriyet.com.tr/kayitli-3-686-kayit-disi-400-000-40024074. 112 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları Suriyeli kayıt yaptırdı. Kimisi kendisi istemedi, kimisini de imalatçılarımız istemedi. Çünkü ek maliyet gelecekti, bundan kaçındılar. Şu anda kayıt dışı işçi çalıştırılması, devam ediyor. Hatta bazı Suriyeliler kendileri imalat kurdu. Bunların da ne bizim odaya ne de devlete kayıtları var. Eskiden kayıt dışı adam çalıştırdıkları için yüksek oranda ceza ödeyenler vardı. Ama bakanlık müfettişleri bu yöndeki denetimlerini çalışma izni düzenlemesinden dolayı iyi niyetli olarak biraz esnetti. İmalatçılar da bunu kullanma yoluna gitti. İşçilerin kayıt altına alınması, sektörün daha kaliteli üretim yapmasını sağlardı” sözleri çalışma izninin hukuki temellere dayanmasının çözüm olmadığını, pratikte de yeni uygulamalar yapılması gerektiğini doğrular niteliktedir. 46 2014 yılında yapılan bir saha araştırmasında Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde istihdam sorunları belirlenmiştir. Yapılan mülakatlarda, Suriyeli sığınmacıların ifadelerinde sıkça bir Türk çalışanın yarısından daha az ücrete daha fazla çalıştırıldıkları yer almaktadır. Bu sığınmacılar, daha uzun saatler, düzensiz, güvencesiz ve yoğun olarak emek gerektiren tarım, inşaat, tekstil gibi sektörlerde çalıştırılmaktadırlar. Burada eğitimli olan ile eğitimsiz olanın farkı olmamaktadır. Ancak istisnai olarak erkekler arasında Suriye’deki mesleklerini devam ettirebilenler; terzi, kasap, kuaför, duvar ustası, varken; kadınlar arasında da evde, terzilik, ekmek pişirip satma ve kuaförlük yapanlar vardır. Bu çalışma grubu içerisnde yer alan kişilerin çoğunun Türkiye’de akrabalarının olduğu gözlenmişir. Şanlıurfa’da İngilizce öğretmeni, Batman’da kadın öğretmen, Şanlıurfa’da mühendis sığınmacı örnekleri göstermektedir ki yaşanılan bölgenin, mesleğe uygun olamaması da bir başka sorundur.47 Sözkonusu araştırmada sabit geliri olmayan özellikle de kadın ve çocukların şehirlerde çeşitli yerlerde dilendikleri ifade edilmiş, inceleme esnasında Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde, trafik ışıklarında dilendikleri gözlenmiştir.48 Ancak konuyla ilgili bir başka araştırma da Suriyeli dilencilerin yaratmaya çalıştıkları algının tersine, aslında Türkiye’deki yaşam koşullarından ötürü dilencilik yapmaya başladıklarının gerçeği yansıtmadığı ve ülkelerinde zaten profesyonel olarak dilencilik yapan kişiler oldukları sonucunu ortaya koymuşturr.49 Dünya Bankası’nın Ağustos 2015’te İçişleri Bakanlığı ve AFAD’ın verilerine dayanarak hazırladığı “Suriyeli İlticacıların Türk İstihdam Piyasasına Etkileri”50 başlıklı raporda önemli tespitler bulunmaktadır. Suriyeli göçmenlerin gelişiyle istihdamı zorlaşan mevsimlik ve kısa süreli kayıt dışı işgücünün 46 Taylan Yıldırım, “Suriyelilere ‘çalışma izni’ rağbet görmedi”, http://www.dha.com.tr/suriyelilere-calisma-izni-ragbet-gormedi_1272436.html. 47 Türk Tabipler Birliği, “Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri Raporu”, 2014, sayfa 45. 48 İbid. 45. 49 M. Erdoğan 38. 50 World Bank Group, “The Impact of Syrian Refugees on the Turkish Labor Market”, by Ximena V. Del Carpio Mathis Wagner, http://documents.worldbank.org/curated/en/505471468194980180/pdf/ WPS7402.pdf. 113 Aybike Açıkel sürekli istihdam edildikleri yörelerden başka iş bulabilecekleri bölgelere doğru bir hareketlilik içine girdikleri belirtilmiştir. 10 göçmenin gelip yerleştiği bölgede ortalama 2,5 yerli işgücünün başka bölgeye göç ettiği vurgulanmaktadır. Suriyeli sığınmacıların çalışma izni engeli varken, bulundukları illerde kayıt dışı istihdamı teşvik etmiş, bundan dolayı Türk vatandaşlarının yasal istihdamında artış olduğu saptanmış ve sığınmacıların istihdamı nitelikli işgücü istihdamını artırmıştır. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından “Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki Görüş, Beklenti ve Önerileri” başlığını taşıyan 2015 Aralık tarihli bir araştırmaya ilişkin genel bir değerlendirme yapan Yağız Eyüboğlu; “Suriyeli sığınmacıların önemli bir bölümü geçimlerini sağlamak için iş aramaktadır. İşgücü piyasasına dahil olan bu yeni işgücü güvencesiz, sigortasız, olumsuz iş sağlığı ve güvenliği koşullarında, düşük ücretle küçük ölçekli işyerlerinde kayıt dışı olarak istihdam edilmekte; bir bölümü de mevsimlik tarım işleri, inşaat gibi düşük nitelikli işlerde çalışmakta ve çocuk işçiliği sorunu yaşanmaktadır. Öte yandan, Suriyeliler tarafından kurulan işyerlerinin tamamına yakını da kayıt dışıdır. Konfederasyonumuz, Türk işgücü piyasasının başta işsizlik ve kayıt dışı istihdam olmak üzere mevcut durumu dikkate alınarak, Suriyeli sığınmacıların mesleki yeterlilikleri çerçevesinde bazı bölge ve sektörlerde ekonomik ve sosyal dinamiklerin de değerlendirilmesi ile sınırlı ölçüde istihdam edilmesinin uygun olacağı, girişimci nitelikte olanların bu özelliğinden yararlanılması ve sığınmacıların kayıt dışı istihdam sorununu büyütmesini önleyecek tedbirler alınması gerektiği görüşündedir.” sözleri durumun vahametini kanıtlar niteliktedir.51 Suriyeliler için Türkiye’de çalışmak daha fazla hayatta kalabilme şansı olarak görülmektedir. Yaşanan olaylar ve hayatta kalma mücadelesi ile işverenlerin sunduğu tüm imkanları kabul etmek zorunda kalan, geçici işlerde, kötü koşullarda çalışan, iş bitiminde para alamayan Suriyeliler kalıcı iyileştirmeler beklemektedirler. 52 Emek sömürüsüne maruz kalan Suriyeli çocuk işçiler ise yaşanan insanlık dramının en kötü tarafını oluşturmaktadırlar. Bu konuya dair ciddi raporlar ve duyumlar vardır. Gaziantep, Kilis ve Antakya’da haftalık 40 TL’ye, haftanın yedi günü, günde 14 saat çalışan çok sayıda çocuğun olduğu iddası bunlardan birisidir.53 Türkiye’de 500 bine yakın Suriyeli çocuğun okula gidememesi, iş piyasasındaki çocuk emek gücünün artması ile doğrudan ilgilidir.54 51 TİSK, http://tisk.org.tr/wp-content/uploads/2015/12/bas%C4%B1n-b%C3%BClteni.pdf. 52 Danish Refugee Council, “48th Edition of Field Exchange: Turkey”, “DRC experiences of cash assistance to non-camp refugees in Turkey and Lebanon” by Louisa Seferis. 53 The Guardian, Constanze Letsch, “Syrian refugees trigger child labour boom in Turkey”, https://www. theguardian.com/law/2014/sep/02/syria-refugees-child-labour-turkey. 54 “Child Labour in Turkey: Situation of Syrian Refugees and the Search for Solutions” Conference Report, http://www.hayatadestek.org/media/files/reports/11.03.2016%20Konferansi_T%C3%BCrkiye’de%20 114 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları 2012 yılında TÜİK tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 1 milyona yakın çocuk okula gitmemektedir ve işgücü piyasasında aktif olarak çalışmaktadır.55 Bu sayının 2012 yılından bu yana Suriyeli çocukların da eklenmesiyle arttığı bilinmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 32. Maddesi “çocuğun ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte işlerde çalıştırılmaya” karşı korunma hakkını savunmaktadır.56 Ancak Türkiye ekonomisinde var olan kayıt dışı istihdamın yaygınlığı, fazla sayıda küçük işletmenin varlığı ve sendikaların zayıflığı konunun çözümünü güçleştiren nedenlerdir. Eğitim haklarından da alıkonan bu kayıp nesil, Türkiye’nin nitelikli iş gücü yetiştirme politikası açısından da önemli bir sorundur. Türkiye, uluslararası çevrelerden de görülen örneklerden yola çıkarak yeni bir yol haritası çizmelidir. Şunu belirtmek gerekir ki, Lübnan’da çalışma hakkı olmayan Filistinlilerin durumu insani açıdan yürek burkucu olsa da ülkenin refahı için oldukça tehlikeli bir durumdur. Halkın büyük kısmının ekonomik sıkıntılar ve işsizlikle boğuştuğu Lübnan’da57 bir Filistinli mülteci, geçerli bir çalışma izni olmaksızın hiçbir işte çalışamamaktadır. Yasalara göre, en az 10 yıl boyunca Lübnan vatandaşı olan kişiler hükümete bağlı bir birimde yada Lübnan barosu gibi yerlerde çalışabilmektedirler. Buna karşın Lübnan devleti Filistinlilere vatandaşlık vermediği için, Filistinliler nitelikli işlerde çalışamamaktadırlar. Sivil toplum örgütlerinde ya da resmi izin gerektirmeyen tarım, hayvan bakıcılığı ya da kamplarda yapılabilecek küçük işlerde iş bulabilmektedirler.58 Bu uygulamalarla geri dönüşü teşvik etmeyi amaçlayan Lübnan Hükümeti’nin bu şekilde yarattığı gerilim ortamı her an patlamaya hazır bir toplumsal yapıyı oluşturmaktadır. 2016 yılının Mart ayında Lübnan’da, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansının sağlık yardımlarını kısıtlama kararı neticesinde, Filistinliler, “Filistinlilere çalışma izni verilmiyor” ve “Filistinlilerin onurlu ve insan gibi yaşamalarına izin verilmiyor” yazan dövizler taşıyarak, eylemlerde bulunmuşlardır.59 Benzer şekilde, uluslararası standartların çok altında yaşam standartlarına sahip Filistinlilerin, istihdam sağlayamamaları ve neticesinde oluşan geçim kaynağı eksikliği ile ülkede%20Suriyeli%20%C4%B0%C5%9F%C3%A7ili%C4%9Fi%20Sorunu%20Mevcut%20Durum%20 ve%20%C3%87%C3%B6z%C3%BCm%20%C3%96nerileri_ENG.pdf. 2016. 55 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13659. 56 http://www.unicef.org/turkey/pdf/_cr23.pdf. 57 The World Bank; “Lebanon Economic Monitor-Te Brunt of the Syrian Conflict” , Fall 2013, http://www.worldbank.org/content/dam/Worldbank/Feature%20Story/mena/Lebanon/lebanon-lEM-fall-2013.pdf. 58 İHH, “Siyonizm Düşünden İşgal Gerçeğine Filistin”,2010, sayfa 113. 59 “Lübnan’da Unrwa Protestosu”, http://www.haberler.com/lubnan-da-unrwa-protestosu-8220619-haberi/. 115 Aybike Açıkel ki suç oranlarının artışının ilgisi bulunmaktadır. Gençler arasında çetelere ve illegal örgütlere katılma eğilimi, hırsızlık gibi yüz kızartıcı suçlara teşebbüslerde artış yaşandığı bilinmektedir. Aynı zamanda yerel halk ile mülteciler arasında kökleşen farklı algıların yarattığı uçurum sorunu daha büyük boyutlara taşımaktadır.60 Sonuç ve Öneriler Suriye’de 2011 yılında başlayan çatışmaların şiddeti artarak devam etmiş ve bir iç savaşa dönüşmüştür. Bunun neticesinde milyonlarca insan yerlerinden edilmiş ve güvenli olduğuna inandıkları bölgelere göç etmişlerdir. Bu süreçte en büyük yükü hiç şüphesiz Suriye’ye komşu ülkeler üstlenmişlerdir ve Suriyelilerin yüzde doksanından fazlası komşu ülkelere göç etmişlerdir. Komşu ülkeler içerisinde de mülteci krizini en iyi koordine eden ülke hiç şüphesiz Türkiye’dir. Türkiye’ye göç edenlerin karşılaştıkları zorlukların başında ekonomik problemler gelmektedir. Bu problemlerin başında uyum, uyumunda istihdam unsuru gelmektedir. Türkiye, Nisan 2011’de Suriyeli mültecilere kapılarını açtığında yardımlarını ve geçici korumayı sağladığında beklenti, krizin hızlı bir şekilde çözüme kavuşacağı ve akabinde sığınmacıların evlerine döneceği yönünde gelişmiştir. Ancak kısa sürede bitmesi beklenen kriz, giderek daha da büyüyen yıkım ve yerinden edilme gerçeğini getirerek kalıcı hale gelmiştir. Süreç ilerledikçe ve zaman geçtikçe beklenenin aksine Suriye’deki savaşın hala sürüyor olması ve yakın gelecekte de muhtemel bir barışın görünmüyor olması, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşlerini imkansız kılmaktadır. Gelinen noktada farkedilmektedir ki, Türkiye’nin kısa vadeli politikaları terketmesi, uzun süreli ve kalıcı politikalar ve uygulama alanları üretmesi gerekmektedir. Bu politikaların en önemlisi hiç şüphesiz istihdam alanındadır. Türkiye, bu konu üzerinden kalıcı iyileştirmeler yapıp, Suriyelilerin entegrasyonlarına uygun bir ortam hazırladıktan çıkması kaçınılmaz olan sonra toplumsal huzursuzluğu önleyebilecektir. Yüksek eğitim düzeyine sahip, geliri iyi olan kişilerin yapmayacağı işlerde çalıştırılmak üzere işgücü ithal eden Almanya gibi Türkiye’de bu durumu fırsata çevirebilme yetisine sahiptir. Almanya’nın entegrasyon politikalarında iyi eğitim almış bireyleri geliştirme ve eğitimlerini iyileştirme gibi imkanlarla yetiştirerek verim alma potansiyeli önemli yer tutmaktadır. Türkiye’nin de benzer perspektiften durumu fırsata dönüştürme şansı vardır. Ülkelerindeki savaş ortamı nedeniyle yatırımlarını Türkiye’ye yapan Suriyelilerin varlığını korumak için de yeni uygulamalar ve teşvikler hazırlanmalı 60 Ayşe Selcan Özdemirci, “Suriye Krizi Sonrası Lübnan’da Mülteci Sorunu”, Mart 2014. 116 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları ve kurumsal altyapı güçlendirilmelidir. Türkiye’nin, Suriyelilerin yarattığı bu girişimci gücü uzun soluklu kılması gerekmektedir. Türkiye’de işsizlik oranına rağmen doldurulamayan pozisyonlar, kalifiye eleman eksikliği ya da asgari ücretle çalışmayı kabul etmeyen yerel işçilerin yarattıkları boşluk işçi piyasasında arz-talep uyuşmazlığına neden olmaktadır. Bu nokta da Suriyeli sığınmacıların bu boşlukları kısa süre de doldurmaları beklenmektedir. Kamp içinde veya dışında yaşayan sığınmacıların istihdam pastasına dahil edilmeleri menuniyeti ve verimi artracaktır. Meslek sahibi olanların ise mesleklerini icra edebilecekleri ortamın ve ağların oluşturulmasına yardımcı olunmalıdır. Sığınmacıların neredeyse yarısının 19-45 yaş aralığında genç nüfus olması, nüfusun aktif ve dinamik yapısı itibariyle iş piyasasında olumlu etkiler yaratacağı kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Açık pozisyonlarını dolduramayan iş verenler açısından da sevindirici olan bu durum, iş piyasasına katılımın artmasıyla karşılıklı olarak beklentilerin karşılanması itibariyle önemlidir. Eğitim hizmetlerine erişim ile istihdam politikalarının iyileştirilmesi, birbirlerine olan etkileri itibariyle farkına varılması gereken önemli bir konu alanıdır. Aile geçimine katkı sağlamak amacıyla çalışan pek çok çocuk eğitim hayatından mahrum bırakılmaktadır. Türkiye tarafından eğitim devamlılığına ve sığınmacıların istihdam edilmesine yönelik pek çok önemli adım atılmıştır ancak konu üzerinde daha köklü ve kalıcı iyileştirmeler yapılması gerekmektedir. Öncelikle yapılması gereken dil öğrenimini sağlamaktır. Özellikle sığınmacıların yoğun bulundukları iller başta olmak üzere sığınmacıların yaşadıkları illerde entegrasyon kursları açılmalıdır ve katılım uygun görüldüğü takdirde zorunlu olmalıdır. Bu kurslarda sistemli şekilde Türkçe dersleri verilmelidir. UNICEF’in “Suriye’nin kayıp nesli” olarak tanımladığı sığınmacı çocukların topluma olumlu yönde katkıları olmamasına karşın suça karışma, toplumsal istikrarı bozma gibi olaylara karışma ihtimalleri vardır. Bu ancak eğitim ile önlenebilmektedir. Dil bariyerlerinin kaldırılmasının ardından eğitimin devamlılığı sağlanmalıdır. Çocukların eğitiminin dışında, sığınmacı yetişkinlere mesleki eğitim kursları ile meslek kazandırılması hedeflenmelidir. Geleneksel eğitimin ardından mesleki eğitim için araç ve gereçler sağlanmalı ve kişiler bilgi ve becerelerine en uygun mesleki eğitim alanına yönlendirilmelidir. Bu sayede iş piyasası için de, kalkınmayı destekleyecek daha eğitimli ve vasıflı insan kaynakları artacaktır. Türkiye, Suriyelileri piyasadan çıkarmaktan ziyade eşit koşullarda rekabeti amaçlayan girişimlerde bulunmuş, birtakım yenilikler yapmıştır. Yabancı İstihdam Kanun Tasarısı bu amaçla oluşturulmuş ve 2016 yılının Ocak ayında TBMM onayına sunulmuş ve akabinde onaylanmıştır. Bu kanun ile Suriyelilerin çalışma hakları meşrulaşmış ve barındırdığı caydırıcı önlemlerle de kayıt dışı istihdamın minumum seviyeye düşürülmesi amaçlanmıştır. Türkiye’ye 117 Aybike Açıkel sığındıkları günden bu yana en temel istekleri “çalışma hakkı” elde etmek olan pek çok Suriyeli çalışma izni için başvurmamıştır. Bu durumda, en temel sorunun “çalışma hakkı”ndan ziyade “kayıt altına alma” olduğu anlaşılmaktadır. Güvenlik gerekçesiyle ülkelerini terkeden pek çok Suriyelinin kayıt dışı yaşama isteğinin temelinde geri gönderilme korkusu vardır ve bu daha iyi şartlarda iş bulma isteğinin önüne geçmektedir. Türkiye, sürecin en başından beri ‘geri göndermeme’ ilkesine bağlı kalmış olmasına karşın ortaya çıkan bu durum bilincin ve bilginin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Kanunun kabulünden sonra geçen süre boyunca uygulama da farklılıklar gözlenmemiştir. Bu durum, yasanın uygulanıp uygulanmadığına dair herhangi bir denetim mekanizmasının olmamasından kaynaklanmaktadır. Öncelikli olarak kayıt altına alma sorunu çözülmelidir ve buna bağlı olarakta denetim mekanizması kurulmalı, yaptırım içeren uygulamalar konulmalıdır. Hukuki zeminin oluşturulması tamamlanmış olmasına karşın, yasanın uygulanması, sonuçların değerlendirilmesi, konuyla ilgili verilerin toplanması ve analiz edilmesini sağlayacak yeni bir hukuki alt yapı oluşturulmalıdır. Türkiye sözkonusu düzenlemeleri yaparken mevcut işgücünün ve işgücü piyasalarının dengesini korumayı ve kamuoyunun konuya yaklaşımı ve tepkisini dikkate alan bir yaklaşım içinde olmak zorundadır. Mülteci rejimi olmayan ülkelerin toplumsal düzeni ve ekonomik istikrarı olmadığı gibi güvenlik seviyesi de düşük olmaktadır. Lübnan’da yaşayan, belirli koşullarda çalışma hakkına sahip olmuş ancak vatandaşlık alamamış Filistinli mültecilerin durumu, Türkiye için yapılması gereken politikaların gerekliliğini açıkça göstermektedir. Türkiye var olan koşullara uygun olarak yeni adımlar atmalıdır. Sözkonusu düzenlemeleri yaparken de mevcut işgücünün ve işgücü piyasalarının dengesini korumayı ve kamuoyunun konuya yaklaşımı ve tepkisini dikkate alan bir yaklaşım içinde olmak zorundadır. Bünyesinde çok sayıda sığınmacı barındıran Türkiye gibi bir ülkenin istihdam entegrasyonu zamanla ve yoğun çalışmalarla mümkün olabilecektir. KAYNAKÇA AFAD. (2013) Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013 Saha Araştırması Sonuçları. https://www.afad.gov.tr/upload/Node/3925/xfiles/syrian-refugees-in-turkey-2013_baski_30_12_2013_tr.pdf AFAD. (2015). Afet Raporu I Suriye. https://www.afad.gov.tr/tr/IcerikListele1.aspx?ID=16. AFAD. (2016). Giriş https://www.afad.gov.tr/tr/2373/Giris. Alpaslan, İdil Bilgiç. (2012). Suriye Krizi Türkiye Ekonomisini Nasıl Etkiler?. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı 118 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları Bahcekapili, Cengiz ve Cetin, Buket.(2015) The Impacts of Forced Migration on Regional Economies: The Case of Syrian Refugees in Turkey. International Business Research; Vol. 8, No. 9 Brookings, “Syrian Displacement: Views from the Region” http://www.brookings.edu/events/2014/09/16-syrian-displacement 16 Eylül 2014. Carpio, X. ve Wagner, M. (2015). “The Impact of Syrian Refugees on the Turkish Labor Market” World Bank Group, http://documents.worldbank.org/curated/en/505471468194980180/pdf/WPS7402.pdf Çiçek, T. “Gaziantep ekonomisinde Suriyelilerin ağırlığı arttı” http://www. dunya.com/yurttan-haberler/gaziantep-ekonomisinde-suriyelilerin-agirligi-artti-haberi-328566 6 Eylül 2016 ÇSGB, “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Uygulama Rehberi” http://www.hurriyet.com.tr/bes-yilda-6-bin-suriyeliye-calisma-izni-verildi-30165957 26 Eylül 2015 Dağlıoğlu, E. “Suriyeli mültecilere saldırılar artıyor”, http://www.agos.com.tr/ tr/yazi/11653/suriyeli-multecilere-saldirilar-artiyor 22 Mayıs 2015 Devranoğlu, N. “Fridges and flour: Syrian refugees boost Turkish economy”, http://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-turkey-economy-idUSKCN0VS1XR 19 Şubat 2016 Erdoğan, M. (2015). Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum. İstanbul: Bilgi Yayınları Frelick, F. “Why don’t Syrians stay in Turkey?” https://www.opendemocracy. net/can-europe-make-it/bill-frelick/why-don%E2%80%99t-syrians-stay-in-turkey 29 Eylül 2015 Gaziantep Haber, “İlaç değil zehir-zıkkım oldular”, http://www.gaziantephaberler.com/haber/-ilac-degil-zehir-zikkim-oldular-haberi-29981. html 5 Şubat 2014 Gaziantep Ticaret Odası, Gaziantep Ortak Akıl Raporu, Suriyeli Sığınmacılarla İlgili Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Şubat 2014. GİGM. (2014). Geçici Koruma Yönetmeliği. http://www.goc.gov.tr/files/files/20141022-15-1.pdf GİGM. (2015). 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Yürürlüğe Girdi. http://www.goc.gov.tr/icerik6/6458-sayili-yabancilar-ve-uluslararasi-koruma-kanunu-yururluge-girdi_350_361_607_icerik. GİGM. (2016). Geçici Koruma. http://www.goc.gov.tr/icerik6/gecici%20koruma_363_378_4713_icerik 119 Aybike Açıkel Haberler, “ Lübnan’da Unrwa Protestosu”, http://www.haberler.com/lubnan-da-unrwa-protestosu-8220619-haberi/ 3 Mart 2016 Haberler, “Malatyalı Girişimci İşletmesinde Sadece Suriyelileri Çalıştırıyor”, http://www.haberler.com/malatyali-girisimci-isletmesinde-sadece-8698286-haberi/ 14 Ağustos 2016 Heyse, Kaya. (2016) Kayıp Neslin Eşiğinde “Okuyamıyorum. Yazamıyorum. Okula gitmek istiyorum.’’ Türkiye’deki Suriyeli Mülteci Çocuk ve Gençlerin Eğitime Erişimde Karşılaştıkları Zorluklar Açık Toplum Vakfı http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/Kay%C4%B1p_Neslin_ Esiginde_2.pdf Kanat, Kılıç B. ve Üstün, Kadir. (2015). Turkey’s Syrian Refugees. Report no:49. http://file.setav.org/Files/Pdf/20150428153844_turkey%E2%80%99s-syrian-refugees-pdf.pdf Karakaya, K. “Suriyeli mülteciler yavaşlayan Türkiye ekonomisine 2015’te doping yaptı. Peki, etkileri kalıcı olacak mı?” http://www.al-monitor. com/pulse/tr/originals/2016/04/turkey-syria-refugees-boost-economy-but-for-how-long.html 6 Nisan 2016 Letsch, C. “Syrian refugees trigger child labour boom in Turkey”, https:// www.theguardian.com/law/2014/sep/02/syria-refugees-child-labour-turkey 2 Eylül 2014 Mcclelland, Mac. “How to Build a Perfect Refugee Camp” New York Times http://www.nytimes.com/2014/02/16/magazine/how-to-build-aperfect-refugee-camp.html?_r=1 13 Şubat 2014 Mevzuat. (2006) İskan Kanunu. http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5543.pdf Munyar, V. ““Gaziantep’teki 140 bin Suriyeli, fabrikalar için ‘ilaç’ gibi geldi”, http://www.hurriyet.com.tr/gaziantep-teki-140-bin-suriyeli-fabrikalar-icin-ilac-gibi-geldi-25716877 1 Şubat 2014 MiReKOc. “Child Labour in Turkey: Situation of Syrian Refugees and the Search for Solutions” Conference Report, http://www.hayatadestek.org/media/files/reports/11.03.2016%20Konferansi_T%C3%BCrkiye’de%20%20Suriyeli%20%C4%B0%C5%9F%C3%A7ili%C4%9Fi%20Sorunu%20Mevcut%20Durum%20ve%20 %C3%87%C3%B6z%C3%BCm%20%C3%96nerileri_ENG. pdf. 2016. Mynet Haber, “Bu işlere işçi bulmak zor!” http://finans.mynet.com/haber/ detay/ekonomi/bu-islere-isci-bulmak-zor/89156/ 16 Eylül 2013 120 Türkiye’deki Suriyelilerin İstihdamı, Temel İstihdam Politikaları Orhan, O. “The Situation of Syrian Refugees in the Neighbouring Countries: Findings, Conclusions and Recommendations” Rapor No: 189, Nisan 2014 Orhan, O. ve Gündoğar, S. S. Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri ORSAM Rapor No: 195, Ocak 2015 Öner, Suna Gülfer Ihlamur. (2013). Turkey’s Refugee Regime Stretched to the Limit? The Case of Iraqi and Syrian Refugee Flows. http://sam.gov.tr/ wp-content/uploads/2014/02/Suna-G%C3%BClfer-Ihlamur-%C3%96ner.pdf Özcan, S., Yaşar, F. ve Kor, Z. Siyonizm Düşünden İşgal Gerçeğine Filistin İstanbul: İHH Kitap ,2010. Özdemirci, A.(2014) Suriye Krizi Sonrası Lübnan’da Mülteci Sorunu http:// bilgikultur.org/11,3,,99,suriye_krizi_sonrasi_lubnan_da_multeci_sorunu.html Özpınar, E., Çilingir, Y. ve Düşündere, A. (2016). Türkiye’deki Suriyeliler: İşsizlik ve Sosyal Uyum http://www.tepav.org.tr/upload/files/1461746316-7.Turkiye___deki_Suriyeliler___Issizlik_ve_Sosyal_Uyum.pdf Öztürkler H. ve Göksel, T. (2015). The Economic Effects of Syrian Refugees on Turkey: A Synthetic Modelling Orsam Rapor No: 196, Ocak 2015 Pirinççi, F. (2015). Avrupa ’nın Suriyelilerle İmtihanı, Orsam Bölgesel Gelişmeler Değerlendirmesi Resmi Gazete. (2016). 2016/8375 Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik. 15 Ocak 2016. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/01/20160115-23.pdf Seferis, L. (2015). 48th Edition of Field Exchange: Turkey, “DRC experiences of cash assistance to non-camp refugees in Turkey and Lebanon” Danish Refugee Council Sözcü, “10 Suriyeli 6 Türk vatandaşını işsiz bırakıyor!” http://www.sozcu. com.tr/2016/ekonomi/10-suriyeli-6-turk-vatandasini-issiz-birakiyor-1099162/ 14 Şubat 2016 Srivastava, M. “Syrian refugee entrepreneurs boost Turkey’s economy”, http:// www.ft.com/cms/s/0/93e3d794-1826-11e6-b197-a4af20d5575e. html#axzz4JhvArAVk 16 Mayıs 2016 The World Bank. (2013). Lebanon Economic Monitor-Te Brunt of the Syrian Conflict http://www.worldbank.org/content/dam/Worldbank/Feature%20Story/mena/Lebanon/lebanon-lEM-fall-2013.pdf 121 Aybike Açıkel Theirworld ve A World at School. (2015). Partnering for a Better Future: Ensuring Educational Opportunity for all Syrian Refugee Children and Youth in Turkey. http://www.aworldatschool.org/page/-/uploads/ Reports/Theirworld%20-%20Educational%20Opportunity%20 for%20Syrian%20Children%20and%20Youth%20in%20Turkey%202015_09_10%20Release.pdf?nocdn=1 TİSK. (2015). “Türk İş Dünyasının Suriyelilere Bakışı İlk Kez Araştırıldı”, http:// tisk.org.tr/wp-content/uploads/2015/12/bas%C4%B1n-b%C3%BClteni.pdf TOBB, “2016 Temmuz Ayına Ait Kurulan/Kapanan Şirket İstatistikleri Haber Bülteni”, http://www.haberler.com/kurulan-kapanan-sirket-istatistikleri-aciklandi-8711142-haberi/ 19 Turhan, Ş. “Kayıtlı: 3.686 Kayıt dışı: 400.000”, http://www.hurriyet.com.tr/ kayitli-3-686-kayit-disi-400-000-40024074 8 Aralık 2015 TÜİK. (2012). Çocuk İşgücü Anketi Sonuçları, 2012 http://www.tuik.gov.tr/ PreHaberBultenleri.do?id=13659 Türk Tabipler Birliği, “Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri Raporu”, http://www.ttb.org.tr/index.php/pdf/Haberler/hizmet-4315.pdf 25 Ocak 2014 UNHCR,(2014). Suriyeliler artan güvensizlik ve kötüleşen şartlardan kaçarken, Suriyeli mültecilerin toplam sayısı 3 milyona erişti. http://www.unhcr. org/turkey/home.php?content=581 UNHCR. (2015). Syria Regional Refugee Response. http://data.unhcr.org:http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224 UNICEF, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, http://www.unicef.org/turkey/ pdf/_cr23.pdf 1989 Yeni Safak, “Arapça tabelalar ‘Türkçe’ olacak”, http://www.yenisafak.com/gundem/arapca-tabelalar-turkce-olacak-2508719 10 Ağustos 2016 Yıldırım, G. “Gaziantep, Adıyaman ve Kilis ekmek kapısı oldu”, http://aa. com.tr/tr/ekonomi/gaziantep-adiyaman-ve-kilis-ekmek-kapisi-oldu/176436 8 Mart 2014 Yıldırım, T. “Suriyelilere ‘çalışma izni’ rağbet görmedi”, http://www.dha. com.tr/suriyelilere-calisma-izni-ragbet-gormedi_1272436.html 4 Temmuz 2016 Yolcu, A. “Kayıt dışı işletmeler incelensin!”, http://www.ozyurtgazetesi.com/ kayit-disi-isletmeler-incelensin-24215.html 8 Eylül 2016 122 ORYANTALİZM Suzan Sejfovska Özet 1795’ten sonra kurumsallaşan oryantalizmin tarihi kökeni Ortaçağ’a kadar dayanır. Yüzyıllardır süregelen İslam karşıtı birçok eserde görülen oryantalist anlayış, Batı’nın bilinçdışında Doğu’nun bir ‘öteki’ olarak algılanmasına neden olmuştur. Oryantalizm üzerine önemli çalışmaları olan Edward Said’e göre Doğu, Avrupa’nın en köklü, en büyük ve en zengin sömürgelerinin mekânı, dillerinin ve uygarlıklarının kaynağı, kültürel rakibi ve en derin, en sık tekrarlanan ‘Öteki’ imgelerinden biridir. Batı, Doğu’ya öteki açısından yaklaşarak hem kendi sınırlarını çizmekte hem de ötekini olmasını istediği gibi tanımlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır. Edward Said’e göre Batı’nın Doğu düşüncesi her zaman Batı’yı yücelten ve Batı’nın üstünlüğüne vurguyu tekrarlayan bir yapıdadır. Bu yapı ve söylem her zaman egemen olma çabasındadır. Batı ile Doğu karşılaştığında bu söylem kendini yeniden üretir. Dolayısıyla Doğu’yla ilgili çalışmalarda Batı’nın hâkimiyet algısının ve Doğu’ya karşı önyargısının temelinde, sömürü alanları yaratma düşüncesi görülmektedir. Anahtar kelimeler: Oryantalizm, Tarih, Avrupa, Balkan, Doğu, Batı, Öteki. 1. Oryantalizm nedir – doğuş sebepleri Oryantalizm; Müslüman doğu medeniyetinin (din, edebiyat, dil ve kültürü içine alacak şekilde) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını amaçlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akımdır. Oryantalizmin Arapça karşılığı ‘istişrak’tır. İstişrak ile ilgilenen kişilere de müsteşrik denilir. ‘Oryantalizm’, ‘Şarkiyatçılık’ veya ‘Doğu bilimi’ terimleri, Avrupa’ya göre konumlandırıldığında ‘Doğu’ olarak tabir edilen bölgelerin coğrafi ve fiziksel özellikleriyle bu yerlerde yaşayan milletle123 Suzan Sejfovska rin kültürleri, dilleri, dinleri, tarihleri ve siyasal pratikleri üzerine uzmanlaşmış akademisyenlerin çalışma alanı için kullanılmaktadır. Bu alanda uzmanlaşmış insanlara da ‘oryantalist’, ‘şarkiyatçı’ ya da ‘müsteşrik’ isimleri verilmiştir. Oryantalizm bilimsel olarak Doğu toplumlarının kültür ve gelenekleri üzerine uzmanlaşmış disiplini ifade eder. Bu bilimsel disiplinin kapsamı Hindistan, Çin ve Japon dinlerinden bu toplumların dillerine, Türkçe, Arapça ve Farsçadan İslam’a ve tüm bu toplumların tarihlerine kadar birçok alanı kapsayan, çok geniş terimdir. Hem oryantalizm hem de şarkiyatçılık terimlerinin kökünde bulunan ‘oryant’ ve ‘şark’ kelimeleri ‘doğu’ anlamına gelmektedir. Oryantalist kelimesi tarih içerisinde farklı anlamlara sahip olmuştur. 1683 yılında oryantalist terimiyle Doğu veya Yunan kilisesinin bir üyesi kastedilmekteydi. 1691’de Anthony Wood, Samuel Clark’ı ‘bazı Doğu dillerini bilen kimse’ anlamında orientalian olarak tanıtmaktaydı. ‘Doğu araştırmalarında uzmanlaşmış kişi’ manasında oryantalist kelimesi İngilizce’de ilk defa 1779 yılında Edward Pococke üzerine kaleme alınmış bir makalede kullanıldı. Oryantalizm, Doğu’ya sistematik bir öğrenme, keşfetme ve uygulama nesnesi olarak yaklaşan bir disiplindir. Oryantalizm kelimesi çok geniş bir coğrafyanın içine yer almaktadır. Avrupa’nın doğusundan itibaren Afrika ve Asya dünyasını, yakın, orta ve uzak Doğu’yu tarihlerini, dillerini, kültürlerini ve edebiyatlarını inceleme işi olarak son derece geniş bir sahaya yayılmıştır. Batı Asya, Orta Asya, Doğu Asya, Orta Doğu ve Uzak Doğu terimleri Avrupa merkezlidir. Hem oryantalizm hem de şarkiyatçılık terimlerinin kökünde bulunan ‘oryant’ ve ‘şark’ kelimeleri ‘doğu’ anlamına gelmektedir. Roma İmparatorluğu döneminde ‘oriens’ kelimesi, Roma’nın doğusunu batısından ayırt etmek içn kullanılmakta ve batıya göre daha medeni bir dünyayı tarif etmekteydi. Yüzyıllar sonra Roma’ya göre Doğu tabir edilmiş bölgede İslam’ın ortaya çıkması ve çok hızlı bir şekilde yayılması, sonra da Osmanlıların Doğu şeklinde anılan bölgenin önemli bölümüne egemen olması, artık Doğu’nun değişmez vasıflarından biri olarak İslam ile hatırlanmasını sağlamıştır. Doğu kelimesinin coğrafi açıdan sınırları kesin olarak ifade edilmemiştir. Bu sınırlar tarih boyunca sıkça değişkenlik göstermiştir Dinler ve kültürler, insanlık tarihi boyunca sürekli birbirlerini etkileme ve ‘öteki’ni ‘kendine benzetme’ çabası içerisinde olmuşlardır. Bunun en önemli sebebi, kendisinin bulunduğu dinin veya ideolojinin en doğru (otantik) ve en tartışılmaz olduğu inancıdır. İnançlar arasındaki ‘öteki’ni kendine benzetme girişimi, İbrahimi dinler için de söz konusudur. Nitekim Hıristiyanların ‘şeytanın yolunda olanları’ hidayete ulaştırma (misiyonerlik) çaba ve gayretlerini, bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. İslam ve diğer dinler arasındaki ilişkide iki kavramın ortaya çıktığı görülmektedir. Kavramların aidiyeti Batı kültür havzasını işaret eder ve bu coğrafyanın damgasını taşır. Zira Batı, tarih boyunca, kendi ırk, renk, kültür, ideoloji ve inanç bloğundaki çevrenin dışındakilerinin, yani ‘ötekileri’nin bulunduğu coğrafyayı ‘Barbarlar ülkesi’ olarak tanımlamaktadır. 124 Oryantalizm Köklerini Hz. Muhammed’in yaşadığı çağa kadar dayandırabileceğimiz oryantalizm, gerçekte Hıristiyan Batı dünyasının, İslâm dünyası karşısında korku ve tedirginliğinin bir yansımasıdır. Mevcut durum içerisinde, oryantalizm, İslâm ve Müslümanları Avrupa şemsiyesi içerisinde eritip tehlike olmaktan çıkarmayı amaçlamıştır. Silahlı gücün tesir sınırlarının farkında olan Batı, mücadele alanını düşünsel platforma kaydırmıştır. Bu çerçevede İslâm’ın kendisiyle varlık bulduğu Kur’ân etrafında şüphe oluşumlarının zeminini oluşturmaya çalışılmıştır. Nitekim hedeflerini gerçekleştirmek için eski ve yeni dünyada Kur’ân tercümeleri, Kur’ân tarihi ve toplanması, vahiy, nesih, kıraat gibi alanlara özel ilgi göstermişlerdir. Bahsi geçen ihtisas sahaları üzerinde oldukça uzun çalışmalar yapan Batılı araştırmacılar, araştırmalarında çoğunlukla bilimsel kriterleri öteleyerek, objektiflik ve tutarlılıktan uzak bir yöntem ve tavır sergilediler. Ortaya çıkan çalışmalar ele alındığında kin, düşmanlık ve yönlendirmeler açık olarak tespit edilebilir. Nitekim oryantalizm için söylenebilecek yalın gerçek, hayal ve efsanelere olan aşırı ilgi ve yönelişin akla gelmesi sebepsiz değildir. Bundaki en baskın arka plan, Batı’nın Doğu üzerindeki hegemonyasının varlığıdır. Oryantalizm Avrupa merkezci bir bilme biçimi olarak Avrupa kimlik ve kültürünü diğer kültürlerden üstün tutmanın da bir aracıdır. Bu yüzden de Oryantalizm (Şarkiyatçılık) esas olarak tekil akademisyenlerin cehalet, önyargı veya ırkçı olmalarından değil, onların bu egemenlik ilişkilerinin (çoğunlukla gönüllü olarak) parçası olmasından beslenir. Bundan dolayıdır ki Batılı akademisyenler tarafından Şarka dair üretilen her bilginin içinden ‘oryantalist’ bilme biçimi ile onun üretilmesini mümkün kılan güç ilişkilerinin izlerini bulup çıkarmak zor değildir. Batı ve Doğu arasındaki kutupluluğun tarihi çok eski zamanlara dayanmaktadır. Doğu-Batı kültür çatışmalarının sebepleri, Herodotos’un tarihinde de görüldüğü gibi beşinci asırdan itibaren insanlığın zihin tarihinde yerini almıştı. Bu bakış açısı en somut şekliyle XVII. yüzyıldan sonra Batılılar ve Doğulular olmak üzere edebî ve tarihî metinlerde yerini aldığında, kesin bir tanım kazanacaktı. Ayrıma dair bir diğer gösterge ise, XIX. yüzyılda sosyal bilimlerin altın çağında yani Batı kimliğinin yeniden yapılandırılması döneminde, bu iki kültür alanının karşıtlığını yansıtan kapitalist-modernist teorilerde ve akademik çalışmaların fikri temelinde bulunmaktadır. Oryantalizm yalnızca basit bir coğrafî ayrımı kendisine temel almaz; o aynı zamanda, bilimsel araştırma ve incelemeye dayalı buluş, filolojik yeniden yapılandırma, psikolojik ve sosyolojik çözümleme ve betimleme gibi araçları da kullanır. Bu şekliyle Oryantalizm, farklı bir dünyaya yönelik, belirli bir anlama, kimi durumda denetleme, değiştirme, hatta şekillendirme istencinin dile getirilişidir. Bu noktada Edward Said’in, Oryantalizmin modern siyasal düşünsel kültürün sadece temsilcisi değil, önemli bir boyutu olduğu ve bu biçimiyle Doğu’dan çok ‘Batı’ dünyasıyla ilgisi olduğu yönündeki tezi dik125 Suzan Sejfovska kati çekmektedir. Doğu, Avrupa’nın sadece komşusu değildir; Avrupa’nın en büyük, en zengin sömürgelerinin mekânı, uygarlıkları ile dillerinin kaynağı, kültürel rakibi, en derin ve en sık yinelenen öteki imgelerinden biridir. Doğu, onun karşıt imgesi, düşüncesi, kimliği, deneyimi ve hatta karanlık yüzü olarak Batı’nın tanımlanmasına yardımcı olmuştur; yani Doğu, Batı’nın maddî uygarlığı ile kültürünün bütünleyici bir parçasıdır. Oryantalizm bu bütünleyici parçayı, kültür, hatta ideoloji düzleminde, bir söylem biçimi olarak bu söylemi destekleyen kurumlarla, sözcük dağarcığı ve araştırmalarla, öğretilerle, hatta sömürge bürokrasileri ve sömürge biçemleriyle dile getirir, temsil eder. Bir bilim olarak Oryantalizmin, 18. yüzyıl sonlarında başladığı kabul edilirse, Doğu’yla –Doğu hakkında saptamalar yaparak, ona ilişkin görüşleri meşrulaştırarak, onu betimleyerek, öğreterek, oraya yerleşerek, onu yöneterek- uğraşan ortak kurum olarak, kısacası Doğu’ya egemen olmakta, Doğu’yu yeniden yapılandırmakta, Doğu üzerinde yetke kurmakta kullanılan bir Batı biçemi olarak incelenebilir, çözümlenebilir. 2. Oryantalizm eştirileri Avrupa’nın, dünyayı hızla egemenliği altına almaya başladığı bir dönem olan l8.yy’da, Doğu dünyasına, özellikle de Osmanlı -Türk kültürüne Batı’da duyulan ilginin giderek somutlaştığı söylenebilir. Bu yüzyılda, özellikle Fransa’da, belirli çevrelerde, baharat ve kahve gibi ürünlerin ithal edildiği Türkiye’yi bir zenginlikler ülkesi, gizemli, keşfedilmesi gereken, biraz da masalsı bir diyar olarak görme, neredeyse bir moda haline gelmiştir. Ticaret amacıyla Türkiye’ye gelen tüccarlarla gezginlerin Doğu kültürleriyle tanışması ve ülkelerine döndüklerinde Doğu’nun etnografik zenginlikleri ve gelenekleri üzerine anlattıklarını içeren ‘seyahatnameler’, ‘Turquerie’ denen bir tarzın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tarz, bir anlamda, bugün tartışılan ‘Oryantalizm’’in de düşünsel alt yapısını oluşturmaktadır. “ Esrar! Tevekkül! Kısmet! Kafes, han, kervan Şadırvan! Gümüş tepsilerde rakseden sultan! Mihrace, padişah, Bin bir yaşında bir şah. Minarelerden sallanıyor sedef nalınlar, 126 Oryantalizm Burunları kınalı kadınlar Ayaklarıyla gergef dokuyor. Rüzgârlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor!’’ Bu muhteşem dizeleri yazan Nazım Hikmet, ünlü “Piyer Loti’’ şiirinde Fransız yazar Pierre Loti’yi kastederek, “İşte Frenk şairinin gördüğü şark!’’ sözleriyle Oryantalizmi ana hatlarıyla tanımlar. Nazım Hikmet aynı yerde , “Lakin Ne dün Ne bu gün Ne yarın Böyle bir şark yoktu Olmayacak!’’ diyerek, Oryantalizmin tek yanlı ve kibirli bir yaklaşımla oluşturulmuş bir batı kurgusu olduğu gerçeğini dile getirir. Belki ünlü türk şairimizin bu düşüncesine sebep Oryantalistlerin Şark dünyasına karşı edindikleri yanlış bilgi ve tutum bunun yanı sıra bu bilgilerin aktarımındaki olumsuz tavırlardır. Nitekim bunu birçok Oryantalistin eserlerinde görmekteyiz. Edward W.Said, Şarkiyatçılık adlı kitabında, doğuya olan ilgiyi şöyle yorumlar: ‘Şark dipsiz acayiplikler kuyusundan çıkma, neredeyse cürüm kabilinden (ama asla gerçekten cürüm olmayan) davranışlardan ötürü seyredilir. Duyarlılığıyla Şark’ı kateden Avrupalı bir seyircidir; asla olup bitene dahil olmaz, her zaman aynı durur.’ Bu örneklere karşın, büyük, Türk ve Müslüman dostu olarak anıla gelmiş olan Pierre loti’ye yönelik Nazım Hikmet’in bu şaşırtıcı yorumu, onun gıyabında katı sınırları olan, anlayış ve algıdan uzak Oryantalizme yöneltilmiş bir eleştiri veya bir hakikat midir bilinmez ama Pierre Loti’nin Türkler nezdinde önemli bir şahsiyet olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bernard Lewis Batılı okuyucunun Ortadoğu ve İslam algısını en fazla besleyen çağdaş düşünürdür. Tarihte Araplar, Modern Türkiye’nin Doğuşu, hala güncelliğini koruyan en önemli eserlerinden sadece bazılarıdır. Türkiye’nin 1915 olaylarıyla ilgili resmi yaklaşımına çok aykırı düşmeyen tezler ileri sürmüş olması, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmanın belli başlı sebeplerinden biri olmuştur. Türkiye özellikle bu konuda son zamanlarda daha farklı dış politika çizgisi belirleyinceye kadar ABD’deki Yahudi lobisinin desteğini alabilmek için İslam ülkeleriyle mesafeli ilişkiler kurmuştur. Edward Said’in 127 Suzan Sejfovska Oryantalizm konusundaki tezlerine tek başına muhalefet edecek kadar Batının emperyal bilincine sahip çıkması; 90’lı yılların ortalarından itibaren özellikle de 11 Eylül olayından sonra yazmış olduğu eserler Batı’lı tezlere güçlü bir destek olarak algılanmıştır. Yanlış Giden Ne? Ortadoğuda İslam ve Modernite Çatışması, İslam’ın Krizi, Kutsal Savaş Kutsal Olmayan Terör vb. kitaplarında serdettiği görüşlerinden dolayı Lewis, Medeniyetleri Çatışması çığırtkanlığı yapmakla suçlanmıştır. George W. Bush’un danışmanlığını da yapan Bernard Lewis’in özellikle bu dönemde ABD’nin Ortadoğu politikasının şekillenmesinde önemli rolü olmuştur. Lewis, İslam toplumlarının Batılı değerlerle karşılaşmasıyla birlikte almış oldukları çeşitli tutumlar yanında kendi içlerinde girmiş oldukları diyalog ve tartışmaları ele aldı. Özellikle filoloji, din ve kültür alanında Oryantalizmin birikimini kullandı. Ancak her zaman kendini geliştirdiği tarihçi bakış açısını büyük bir maharetle kullandı. İslam dünyası ile ilgili çalışmalarında, sosyal, ekonomik tarihe önem vermek suretiyle, farklı açıklamalar getirmeye çalıştı. Bernard Lewis Ortadoğu ile ilgili çalışmalarında üçüncü dünyacılık dilini kullanmamaya dikkat etti. Bernard Lewis başlangıçta modern dönem öncesi İslam dünyası özellikle de Suriye üzerinde çalışıyordu. Lewis’in akademik anlamda yazmış olduğu ilk makale Ortaçağlardaki esnaf loncaları ile ilgilidir. Ancak 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte Yahudiliğin ideolojik değerleriyle kendi değerlerini özdeşleştiren Yahudi araştırmacıların Arap ülkelerinde çalışmaları iyice zorlaşmıştı. Bernard Lewis de bundan nasibini aldı ve İslam dünyası ile ilgili çalışmaları için alternatif kaynak arayışına girdi. Çalışmalarını Osmanlı arşivlerine dayalı olarak yürütme kararı aldı. Bernard Lewis 1945 ve izleyen yıllarda İsrail devletinin kuruluşuna pek olumlu bakmazken bugün geldiği nokta itibarıyla İsrail devletinin var olma hakkı bulunduğunu hararetle savunmaktadır. Lewis bununla da kalmamış İsrail demokrasisini gizli ya da açık bir biçimde Arap halklarına örnek olarak göstermiştir. Orayantalizme bugüne kadar en güçlü eleştirinin, 1978 yılında kaleme almış olduğu Oryantalizm adlı eserinde Edward Said tarafından yapıldığını görüyoruz. Filistin asıllı Amerikalı bir Hıristiyan olan Edward Said’e göre Fransızlar ve İngilizler, hatta bir ölçüde Ruslar, Portekizliler ve İtalyanlar İsviçreliler, uzun süre ‘Oryantalizm’ düşüncesi içinde yaşamışlar ve Doğu’yu Batı Avrupa’nın gördüğü şekilde düşünmüş ve onunla bu şekilde anlaşmışlardı. Oryantalizm ya da Doğubilim bu anlaşmanın adıdır. Doğu, Batı’nın en geniş sömürgelerinin bulunduğu alandır. Doğu sadece bundan ibaret değildir. Doğu aynı zamanda Avrupa’nın, ilhamını kendisinden alan kültürel bir karşıtıdır. Doğu, diğer yandan Avrupa’nın bir karşıtı olarak onun tanımının yapılmasını kolaylaştıran bir alandır. Said’e göre üniversite anlamındaki Oryantalizm ile hayali Oryantalizm arasında devamlı bir alışveriş olagelmiştir. Bu alışveriş ondokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren oldukça disiplinli ve belli bir düzen içinde sürdürülmektedir. Oryantalizm bu anlamda daha tarihsel ve 128 Oryantalizm daha maddi ölçüler taşımaktadır. Bu anlamı itibarıyla Oryantalizm, doğuyu konu edinen kurumların tamamı, verilen beyanatlar, takınılan tavırlar, yapılan benzetmeler, bir tür öğreti ve yönetim biçimidir. Said’e göre Oryantalizmin yönetim biçimi olması, Batı’nın üstünlüğünü devam ettirme taktiği olması, Doğu üzerinde otorite kurma çabası olması anlamındadır. Edward Said Oryantalizmin Avrupa’nın hiçten yere ürettiği uyduruk bir şey olmadığını, birkaç kuşağın birlikte çalışarak inşa ettiği önemli bir doktrinler ve uygulamalar paketi olduğunu savunur. Oryantalizmin stratejisi, eskiden beri Batı’nın üstün pozisyonunu yumuşatarak, Doğu’ya hissettirmeden korumak olmuştur. Edward Said’in bu eseri kısa sürede büyük bir ilgiye mazhar oldu. Bernard Lewis, New York’ta yayınlanan New York Reviw Of Books dergisininin Haziran 1982 sayısında yayınlanan ve büyük yankı uyandıran ‘The Question of Orientalism’ (Oryantalizm Sorunu) başlık yazısında, Said’e hakarete varan ağır eleştiriler yöneltir. Daha Sonra Edward Said’in ona verdiği cevap ve diğer karşı eleştiriler yayınlanır. Lewis’e göre Edward Said, Doğu’yu Arap devletlerine indirgemiş, Türk ve İran çalışmaları yanında semitik çalışma alanları da Doğu’ya dahil edilmemiştir. Arap çalışmaları da ona göre tarihsel ve filolojik bağlarından kopartılmıştır. Lewis, Said’i Oryantalizm çalışmaları konusunda yetersiz bilgiye sahip olmakla suçlar. Ona göre Edward Said, akademik çalışmalar ve bilimin ancak sınırlı sayıda var olan mallar gibi olduğunu iddia etmiştir. Batı diğer kaynaklar gibi bilimin de hiç de adil olmayan büyük ve değerli bir miktarını kapmış, Doğuya ise, bilimsel ve akademik değeri olmayan çok az miktarını bırakmıştır. Lewis’e göre Edward Said, Oryantalizm’inde inceleme konusu yaptığı Oryantalistleri adil bir biçimde seçmediği gibi, seçilen oryantalistlerin, çarpıtma konusu olabilecek ehemmiyetsiz eserleri seçilmiştir. Lewis buna örnek olarak, Said’in Edward Lane’in Arapça İngilizce sözlüğü dururken, Modern Mısır üzerine yazdığı çok değersiz sayılabilecek eserini kullanmasını ön plana çıkarmıştır. Said’in, ona göre Oryantalizm alanında ses getiren çalışmalar yapan sahanın gerçek araştırmacıları yerine Lord Cromer gibi daha çok yönetici vasıflarıyla ön plana çıkan kimseleri incelemek üzere seçmesi de kasıtlıdır. Bernard Lewis eleştirisini sertleştirerek Arap asıllı olan Edward Said’i, Tevhid kelimesini ‘monoteizm’ olarak değil de ‘Tanrı aşkının birliği’ olarak çevirdiği için Arapça bilmemekle suçlar. Lewis’in bir başka eleştirisi de yine yanlış bir tercümeyle ilgilidir. Geothe’nin ‘Gottes ist der Orient/Gottes ist der Okzident’ ifadesi, Said’in anladığı gibi ‘Tanrı Doğudur/Tanrı Batıdır’ olarak değil ‘Doğu da Allah’ındır/Batı Da Allah’ındır’ şeklinde tercüme edilmelidir. Lewis Oryantalistleri daha kesin bir dille savunmaya devam eder. Ona göre Oryantalistlerin bilgiyi iktidar aracı olarak kullanmaları kesinlikle söz konusu olmamıştır. Her ne kadar emperyal yönetimlere hizmet eden ya da onların imkanlarından yararlanan Oryantalistler olmuşsa da, bir bütün olarak tüm oryantalist çalışmaların böyle olması söz konu değildir. Çünkü oryantalist çalışmalar Müslümanlar Avrupa’dan atılmadan önce başlamıştır. 129 Suzan Sejfovska Said’e göre Avrupalıların İslam’a olan ilgisi, Hıristiyanlığın monolitik bir rakibinden kültürel ve askeri açıdan korkusuna dayanır. Avrupa bugüne kadar hayali olarak, coğrafi ve tarihsel olarak Avrupa ve Batı’nın karşısına yerleştirdiği Doğu’ya ait saydıkları İslam’a karşı, hem ilmi çalışmalarda hem de diğer alanlarda korku ve düşmanlık karışımı bir duygu besledi. Said’e göre Oryantalizm ile edebî imgelem ve emperyal bilinç arasında oldukça güçlü bağlar mevcuttur. Sömürgeci güçlerin kendi sömürgelerini haklı göstermek için Doğu ve İslamla ilgili olumsuz tasvirlerin, Oryantalistlerin yapmış oldukları çalışmalara ve araştırmalara dayanması tesadüf olamaz. Bugün bile Doğu hakkında çalışma yapan kimselerin en sık uğradığı yerlerden biri Dışişleri Bakanlığı’dır. Lewis’in Bush yönetimine danışmanlık yapmış olması ve Irak işgali yıllarında Dick Cheney ile sürekli temas halinde olması Said’i haklı kılan göstergeler arasında yer alır. Said’e göre Oryantalizm, İslam ile Avrupa kültürü arasındaki ilişki ile ilgili yapılabilecek tüm çalışmalarda kullanılması gereken zorunlu bir çerçeve değildir. Oryantalistlerin yaptığı açıklamaları dışarıda tutarak bu ilişkiyi tanımlamak pekâlâ mümkündür. 3. Balkanlar’da Oryantalizm Balkanlarda Türk topluluklarının varlıkları ve bu toplulukların kültürel etkileri, Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgede etkisini hissettirmesinden çok daha önceki dönemlere dayanmaktadır. Avarlar, Kumanlar ve Peçeneklerin Balkanlarda belirli dönemlerde varlıklarını sürdürdükleri ve bu coğrafyanın kültürel yapısına katkı yaptıkları bilinmektedir. VI. yüzyılda bölgeye yerleşen Avarlar, Balkan topluluklarını sosyo-kültürel açıdan etkilemiş bir Türk boyudur. Boşnak ve Hırvatların yöneticilerine verdikleri ‘Ban’ unvanı, Avar kökenli bir kelimedir. Balkanlardaki Slav dillerinde, Avarlar için kullanılan ‘Obri’ kelimesinden türemiş, Obrililerin yaşadıkları yer anlamındaki ‘Obrovac’ toponiminin günümüzde dahi görülmesi, Avarların bölgede etkinliğini göstermesi açısından manidardır. Osmanlının bölgeyi fethinden önce Boşnakça, Sırpça ve Hırvatçada görülen ‘Kaduna/Kadın’ kelimesinin varlığı, Avar Türkçesinin Balkanlardaki Slav dilleri üzerindeki etkisini gösteren bir diğer örnektir. Türklerin Balkan coğrafyasındaki varlıkları, Osmanlı fetihlerinden önceki yüzyıllara dayanmaktadır. Türk dili ve kültürünün bölgedeki asıl etkisi Osmanlı İmparatorluğu’nun fetih hareketleriyle başlamıştır. Osmanlıların bölgeyi fethiyle birlikte, Balkan topluluklarının yapısında büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Bu kapsamlı ve büyük etki sonucunda, binlerce Türkçe kelime Balkan dillerine girmiştir. Türkçe kelimelerin niceliği, Balkan kültürleri ve dillerindeki etkisi, araştırmacıları bu kelimeleri incelemeye yönlendirmiştir. Balkan dillerindeki Türkçe kelimeleri inceleyen araştırmacılar, temel bir problemle karşılaşmışlardır. Araştırmacıların karşılaştığı temel problem, söz konusu kelimelerin adlandırılması sorunu olmuştur. Türkçe ile birlikte Arapça-Farsça kökenli kelimelerin bu dillerde görülmesinden dolayı, bazı araştırmacılar söz konusu kelimeler için, ‘Oryantalizm’ kavramını kullanmış130 Oryantalizm lardır. Balkan dillerindeki kelimelerin büyük çoğunluğunun Türkçe olması, Arapça-Farsça kelimelerin Türkçe vasıtasıyla Balkan dillerine girmesini göz önünde bulunduran araştırmacılar ise bu kelimeler için, ‘Türkizm’ kavramını tercih etmişlerdir. Araştırmacılar, gerek ‘Oryantalizm’ gerek ‘Türkizm’ üzerine detaylı bir değerlendirme yapmadan genel olarak tercihlerini belirtmişlerdir. Oysa, Balkan dillerine bu derece etki etmiş sayıları bazı dillerde on bine yaklaşmış Türkçe kelimelerin adlandırma probleminde bir kanaate varmak için detaylı analizlerin yapılması gerekmektedir. Balkan dillerindeki Türkçe söz varlığının çokluğu, bu kelimelerin halk kültüründe, edebî eserlerde sıkça kullanılması Türkçe ve Türkçe vasıtasıyla Balkan dillerine girmiş kelimeleri adlandırma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Balkan topluluklarının dil ve kültür araştırmacıları, dillerinde önemli miktarda bulunan bu kelimeleri; ‘Oryantalizm’, ‘Turcizmi-Turcizam/Türkizm’, ‘Arabizm’, ‘Balkanizm’ gibi farklı kavramlarla adlandırmaya çalışmışlardır. Araştırmacıların büyük çoğunluğunun ‘Türkizm’ ya da ‘Oryantalizm’ olarak kavramlaştırdığı bu kelimelerin adlandırma probleminin çeşitli açılardan ele alınması gerekmektedir. Söz konusu kelimelerin şekil özellikleri, anlamları, hangi kültür havzasıyla geçiş yaptıkları, halk kültüründeki karşılıkları ve edebî dildeki konumları, sorunun çözümüne yardımcı olacaktır. Türkçe ve Türkçe vasıtasıyla Balkan dillerine girmiş kelimeleri adlandırırken; bu kelimelerin anlamları, kapsamları ve çağrışımları göz önünde bulundurulmalıdır. Batı Avrupa ve Amerikalı araştırmacıların kastettiği ‘Şark’, temelde Arap, Fars ve Türk coğrafyası olmakla birlikte; geniş manada Akdeniz’den Çin’e kadar olan bölge kastedilmektedir. Balkan dilbilimcilerin kastettiği ‘Şark’ ise Türkler, Araplar ve İranlılar; dolayısıyla Türkçe, Arapça ve Farsça’dır. Bu yönüyle Balkan araştırmacıları ile Oryantalistlerin kastettiği coğrafya ve dillerde farklılıklar bulunmaktadır. İkinci olarak, Silvestre de Sacy ve Ernest Renan gibi Oryantalist filologlar ve antropologlar açısından Oryantalizmin temel dili Arapçadır. Oryantalizm araştırmalarında, merkeze oturtulan dilin Arapça olmasına rağmen; Balkan dillerindeki kelimelerin büyük çoğunluğu Türkçedir. Türkçe olmayan kelimelerde de Türkçe ekler kullanılmakta, Türkçe kelimelerle bileşik kelimeler yapılmakta ve kalıp ifadelerin Türk kültüründeki işlevlerine sahip oldukları görülmektedir. Dolayısıyla bu kelimeler için, Oryantalizm kavramını kullanmak Balkan dillerindeki söz konusu kelimelerin büyük çoğunluğunun Arapça olduğu ya da bu kelimelerin Arap kültürü vasıtasıyla geçtiği düşüncesini ortaya çıkaracaktır. Balkan dillerindeki söz konusu kelimelerin büyük çoğunluğu Arapça kökenli olsaydı ya da bu kelimeler Arap dilinin şekil özellikleri ve Arap toplumları vasıtasıyla Balkan dillerine girseydi bu kelimelere, ‘Oryantalizm’ ya da ‘Arabizm’ denilmesi mümkün olacaktı. Osmanlı döneminde Balkan dillerine giren ve günümüzde işlevlerini sürdüren kelimeleri ‘Oryantalizm’, ‘Balkanizm’ gibi kavramlarla adlandırmak; dil, kültür ve tarihsel süreç açısından tutarlı değildir. Oryantalizm kelimesinin 131 Suzan Sejfovska dil ve kültür çalışmalarındaki anlam ve kapsamı ile Balkan dillerindeki Türkçe-Türkçeleşmiş kelimeler için kullanılan Oryantalizm kavramı arasında farklılıklar görülmektedir. Gerek dil ve kültür gerek kelimenin bilimsel çağrışımları ve kapsamı açısından Balkan dillerindeki Türkçe kelimeleri ‘Oryantalizm’ kavramıyla adlandırmanın doğru bir tercih olmayacağı görülmektedir. Balkan dillerindeki Türkçe kelimeleri bir kavram altında toplamak, söz konusu kelimeleri ötekileştirme ve zaman zaman dilden temizleme fikrini de birlikte getirecektir. Bununla birlikte, Balkan dillerindeki Türkçe-Türkçeleşmiş kelimeleri bir kavram altında toplamak bilimsel çalışmalar için gereklidir. Kanaatimizce, ‘Türkizm’ söz konusu kelimelerin adlandırılma ihtiyacını karşılayacak en güçlü terimdir. Balkan dillerindeki kelimelerin büyük çoğunluğunun Türkçe oluşu, bu kelimelerin Osmanlı döneminde Balkan dillerine geçmesi, kelimelerle birlikte Türkçe eklerin kullanılması, söz konusu kelimelerin ve kalıp sözlerin Türk kültür hayatının işlevine sahip olması, Balkan dillerindeki Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçenin gramer özelliklerine sahip olması, gibi birçok unsur kanaatimizi desteklemektedir. KAYNAKÇA Alam, M.S.; çev. Alican M. (2009), Bernard Lewis: Bilim mi yanıltmaca mı?, Tarih Okulu Sayı II. Çetinkaya, A.B. (2007), Misiyonerlerin Epistemolojik Kaynağı Olarak Oryantalizm, İslami Araştırmalar. Demirok Z. (2001), 19.Yüzyılın İkinci Yarısında Bosna Hersek’te Oryantalist Mimarlık, İstanbul Teknik Üniversitesi. Çetinkaya A. (2009), Batı’daki ‘Sürgün’ Doğulu/Yabancı Edward Said’in Gözüyle Oryantalizm – ‘Öteki’nin’ Tanımlanması, Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı I. Oral Ö. (2003), Bernard Lewis ve Oryantalist Gelenek, Türkiye Araştırmaları Litertür Dergisi, Cilt I, Sayı 2. Said E. (1998), Oryantalizm (Doğubilim), İrfan Yayıncılık. Karataş C. (2014), Emperyalizm Bağlamında Oryantalizm Kavramına Bir Bakış, Turkish Studies – İnternational Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring, Ankara/Türkey. Kafkas E.Y. (2008), Plastik Sanatlarda Oryantalizm, Marmara Üniversitesi – Güzel Sanatlar Enstitüsü – Resim Anasanat Dalı, İstanbul. Kalafat Y. , Türkiyat Oryantalizm Misiyonerlik Kavşağında Emperyalizm. 132 Oryantalizm Nar Ş. M. (2014), Oryantalizm Üzerine Antropolojik Tartışmalar, Turkish Studies – İnternational Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring, Ankara/Türkey. Bulut Y.Oryantalizm, İslam Ansiklopedisi. Bulut Y. (2012), Oryantalizm’in Ardından, Sosyoloji Dergisi, Sayı 24. İyiyol F. ; Kesmeci A. M. (2011), Balkan Dillerindeki Türkçe Kelimelerin Tanımlanması Problemi Üzerine Tespitler, Turkish Studies – İnternational Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/4, Ankara/Türkey. Saluk G. R. (2013), Oryantalizm, Andolu Fetihleri ve Manzum Bir Danişmendname Nüshası, Gazi Türkiyat. Yılmaz G. (2014), Osmanlı Yönetiminin Oryantalist İnşası, Studies of the Ottoman Doman, Cilt IV, Sayı 7. Kurşun Z. (2014), Oryantalistlerin Buluşma Noktası Olarak İstanbul: Üç Oryantalist’in Gözünde Doğu, Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Cilt I, Sayı 2. Güner S. (2008), Oryantalizm’in Ortaçağ Avrupasındaki Düşünsel Kökenleri: Batı’nın ‘Ötekileştirdiği’ Müslüman Doğu, Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 25, Sayı 1. Aydemir U. (2010), Cenap Şahabettin’in Seyahat Mektuplarında Oryantalist Etkiler, Türk Edebiyatı Bölümü, Bilkent Üniversitesi Ankara. Bedir M. (2004), Oryantalizm ve İslam Hukuku, İslam Hukuku Araştrmaları Dergisi, Sayı 4. Mennan Z. (2003), Türkiye’de Olumsuz Pierre Loti eleştirileri, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 20, Sayı 2. Güder S. (2014), Yeni Oryantalistler, Bilge Strateji, Cilt 6, Sayı 11. 133 İSRAİL SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ Gülsüm Kızılağıl GİRİŞ Sivil-asker ilişkileri; özellikle ilişkilerin gerilim düzeyi, sivillerin askerler üzerindeki denetimi, ordu ve sivil kurumlar arasında işbirliğinin kurumsallaşma düzeyi, askeri kurumların sivilleşmesi, toplumun militerleşmesi, ordu- toplum ilişkisinin yasalarla korunması gibi konular ülkeler arasında oldukça farklı açılardan ele alınmıştır. Askerlerin sivil otoriteye tabi olmasındaki farklılaşma, ulus devlet yapısına geçildiği dönemlere kadar uzanmaktadır. Bazı devletler kuruluşlarının ilk yıllarından itibaren orduyu sivil otoritenin hâkimiyeti altına vermişken; bazıları ise, toplumsal değerler bakımından, tarihten getirdiği kültürel kodları açısından, geçmişten getirdiği özellikleriyle, askere sadece güvenlik görevi değil bunun yanında modernleşme ve kalkınma temelli roller yüklemiştir. Dolayısıyla, ilk bahsedilen tarzdaki ülkelerde ordu kültürü sivil kontrole bağlı, denetim altında bir organ olarak gelişirken; ikinci tarzdaki ülkelerde askeri kültür daha özerk olmuş, kurumsallaşmış ve siyasette aktif rol oynamıştır. Konumuz olan İsrail de ise bu durum daha geçişken bir hal ortaya koymuştur. 19.yy Avrupası’nda antisemitizmin iyice yükselmesi ve milliyetçiliğin bir sonucu olarak ortaya çıkan Siyonizm, İsrail Devleti’nin kuruluşuna giden süreci başlatmıştır. İsrail, gerek siyasi yapısı gerek dini ideolojilerine varana kadar birçok konuda Ortadoğu’da bulunan ülkelerden farklılık göstermektedir. 1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK), Filistin’in kurulacak Arap ve Yahudi devletleri arasında bölüştürülmesine karar verilmesiyle bölge ülkeleri arasında gerginlik tırmanmış ve İsrail’in 14 Mayıs 1948’de bağımsızlığını ilan etmesi üzerine savaşa dönüşmüştür. Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ın İsrail’e karşı saldırıya geçmesi ile bir senelik zorlu savaşın sonunda 1949’da ateşkes ilan edildiğinde İsrail, BMGK tarafından İsrail’e verilen topraklardan daha da fazlasını ele geçirmiştir. 11 Mayıs 1949’da Birleşmiş 135 Gülsüm Kızılağıl Milletlere üye olarak kabul edilen İsrail kısa sürede dünyanın birçok ülkesi tarafından tanınmıştır.1 Kuruluşundan bu yana çatışmaların odağında olan İsrail Devleti’nde her zaman ‘savunma ve dış tehditler ‘konusunu ön planda tutmuştur. İsrail diğer devletlerle kıyaslandığında anormal bir devlettir. Çünkü doğal yollardan kurulamamış ve kuruluşundan itibaren bölgenin doğal bir parçası olma yolunda hiçbir çaba sarf etmemiştir. Zaten heterojen bir toplum yapısına sahip olan İsrail’in, komşu ülkeler ile ilişkilerini düzene koymaması ülke üzerinde yapılacak analizleri zorlaştıran bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Sürekli tehdit içinde yaşayan bir ülkede ordunun, siyasete ve ulusal güvenlik konularında karar alma süreçlerinde doğrudan rol alması beklentiler arasındadır. Schiff bu konuda İsrail ordusunu örnek vermekte ve ‘temel varlıkları konusunda tehdit algılayan İsrailliler arasında orduda hizmet etme isteğinin oldukça yüksek olduğunu’2 vurgulamaktadır. Gal’a göre de bu sürekli tehdit algısı, ‘İsrail halkında ordu hizmetini vatandaşlığın temeli olarak gören ortak bir görüşün oluşmasına yol açmıştır.’3 İsrail toplumundaki bu algılar askeri kültürün diğer ülkelerden farklı şekillenmesine sebep olmuş, asker-sivil ilişkilerinin şekillenmesinde en temel aktör haline gelmiştir. Yaptığımız bu çalışmada İsrail Devleti’nin tarihsel arka planı göz önünde bulundurularak askeri ve sivil iradelerin gelişimi ve sivil-asker ilişkileri incelenecektir. A. İSRAİL SAVUNMA KUVVETLERİ’NİN OLUŞUMU İsrail tarihinde toplumsal işleyişte karşımıza çıkan Kibbutz yapıları İsrail askeri kültürünü önemli derecede etkilemiş ve Avrupa ülkelerinden farklı şekillenmesine sebep olmuştur. Üyeleri tarafından komün şeklinde sahiplenilip yönetilen kolektif tarımsal bir yapı olan Kibbutz sistemi insanlar arasındaki bölünmeleri, resmiyeti ve hiyerarşiyi büyük ölçüde azaltmıştır.4 Bu yapı ordu ve toplum arasındaki demografik ve kültürel mesafeyi azaltarak ordu-toplum arasında keskin çizgilerin oluşumunu engellemiştir. Schiff’ e göre; ‘İsrail toplumunun resmi olmayan samimi karakteri Kibbutz yapısının bir sonucudur çünkü bu yapı sadece komün işçiliği vurgulamakla kalmaz, aynı zamanda 1 İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu, Ufuk ULUTAŞ, Selim M. BÖLME, Gülşah NESLİHAN DEMİR, Furkan TORLAK, Saliha ZİYA, Aralık 2012 2 Rebecca L. Schiff, The Military and Domestic Politics: A Concordance Theory of Civil-Military Relations. Oxon: Routledge, 2009, s.121. 3 R. Gal, A Portrait of the Israeli Soldier, New York: Greenwood Press, 1986, s.30. Aktaran: Rebecca L. Schiff, The Military and Domestic Politics: A Concordance Theory of Civil-Military Relations. Oxon: Routledge, 2009, s.121. 4 İbrahim Yasa, “Kibbutz’un Toplumsal İdeolojisi ve Yapısı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sayı. 4, cilt.27, (1969): 9-15, Erişim: Ocak, 2014, http://www.politics.ankara.edu.tr/dergi/ pdf/27/4/2_ Ibrahim_YASA.pdf 136 İsrail Sivil-Asker İlişkileri savunma stratejilerinin oluşmasında da etkilidir’.5 Kibbutz yapının tüm bu özellikleri, sivil-asker arasındaki şekilsel şartları azaltırken, işlevselliği daha ön plana çıkarmıştır. İsrail’de toplumunun görünüşte devlete uzak fakat özünde devletçi tavrı, ordu yapısına da yansımıştır. İsrail toplumundaki bu tavrın temel sebebi yine Kibbutz yapılanmasının bir sonucudur. Kibbutz yapısı; üyelerinden hem o topraklarda çalışmalarını hem de yaşadıkları toprakları savunmalarını isteyen yurttaş-asker kavramının ortaya çıkmasında etkili olmuştur.6 Bu yapı ordu ve toplum arasındaki demografik ve kültürel mesafeyi azaltmakla kalmayıp toplumun savunma alanında ordu ile yakınlaşmasını sağlamıştır. Bu yapılar sayesinde sürekli savunma ve korunma ihtiyacı tek koldan değil toplumun tamamı ile sağlamıştır. Kibbutzları koruma görevinde olan İsrail’in kurulmasında en etkin gruplar Hagana ve Irgun örgütleridir. Hagana ve Irgun Siyonist Örgütleri’nin ideolojisi hem dini hem de milliyetçi bir boyut kazanmıştır. Bu iki terör örgütünün nihai hedefleri dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan Yahudileri vaat edilmiş topraklarda (Filistin) toplamak ve Yahudi devleti kurmaktır. Bu iki örgüt İsrail Devleti’nin kurulmasında büyük katkı sağlamış ve İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) temelini oluşturmuşlardır. A.1.Hagana Siyonist Örgütü Siyonist örgütler içierisindeki en büyük örgüttür. Aynı zamanda o dönemdeki tüm Siyonist örgütlerinin başı, Siyonist hareketin organları ve İngiliz Hükümetince desteklenen İsrail Devleti Ordusu’nu oluşturan örgüttür.7 Bu nedenle İsrail Devleti’nin kurulmasında en etkili terör örgütü Hagana olmuştur. Hagana Terör Örgütü’nün kurulmasında üç önemli faktör vardı, Birinci faktör; Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesi ile başlayan Filistin’deki İngiliz mandası döneminde Filistin’e büyük miktarlarda Yahudi göçü olmuştur. Aynı zamanda Yahudilerin Filistin’de toprak satın almasına ve Siyonist harekete bağlı şirketlerin Filistin’de çalışmasına izin veren yasaların çıkması nedeniyle Filistin’de Yahudi yerleşim yerlerinin sayılarında artış yaşanmıştır. Bu yerleşim yerlerinin korunması, İngiliz askerlerine ve İngilizler tarafından kurulup Yahudilerden oluşan muhafızlar birliğine (Haşomer) bırakılmıştı. Filistinliler, İngiliz Hükümeti’nin Filistin’deki planını anlayınca bu yabancı varlıklara karşı küçük çapta saldırılar düzenledi. İngiliz askeri kamplarından uzak kalan Yahudi yerleşim yerleri bu saldırılardan olumsuz etkilendi. Yahudi muhafızlar birliğinin bu risklere karşı zayıf kalması sebebiyle daha güçlü, gerek savunma gerekse de saldırı yapabilecek Siyonist hareketin Filistin’deki tüm 5 Schiff, a.g.e., s.123 6 Sivil-Asker İlişkileri VE Ordu-Toplum Mesafesi, Dr. Salih Akyürek F., Serap Koydemir ,Esra Atalay, Adnan Bıçaksız, Bilgesam Yayınları, Ankara ,Haziran 2014 7 Hagana ve Irgun Terör Örgütleri ve İsrail’in Kuruluşundaki Rolleri, Mohammed ALKHADER, Yüksek Lisans Tezi, 2015,sayfa 54 137 Gülsüm Kızılağıl varlıklarını koruma amaçlı daha etkin bir askeri örgütün kurulması ihtiyacı doğdu.8 İkinci faktör, 1917’deki Balfour Deklarasyonu ve daha sonraki yıllarda Filistin’de baş gösteren İngiliz mandası dönemidir. Burada hem Siyonist hareket hem de Yahudiler, İngilizlerin verdiği sözü yerine getirdiklerinde Yahudi devletini koruyacak bir ordunun kurulması ihtiyacına inanıyorlardı. Üçüncü faktör ise Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ordusu içinde kurulan Yahudi birliklerdir. Bu birliklerin kurulmasında iki önemli Yahudi’nin yoğun çabası vardır. Birincisi bir Rus gazetesinin Mısır muhabiri olarak çalışan Zayef Jabotinsky, ikincisi ise Çarlık ordusunda görevli subay Yusuf Trambaldor’dur. Bu iki Yahudi’ye göre gençler, İngiliz Ordusuna katılıp hem askeri eğitim alacak hem de savaş tecrübesi yaşamış olacaktır. Savaş bittiğinde ve Yahudi devleti kurulduğunda bu devleti koruyacak ordunun çekirdeği olacaklardır.9 Örgüt içindeki birinci bölünme, eski Muhafızlar Birliği lideri Yesrail Shohat ve Yahudi Birliklerin lideri Elyaho Golamb arasında yaşandı. İki taraf arasında büyük tartışmalar oldu. Shohat ve taraftarları Hagana Örgütü’nün müstakil kalmasını ve hiçbir partiye bağlanmamasını istediler, Golamb ise durumun aynen devam etmesini savundu. Bu tartışmanın sonucunda Haziran 1921’de Ha Afoda Partisi temsilcisi, Yahudi İşçi Sendikası temsilcisi, Golamb ve Shohat bu sorunu çözmek için bir araya geldiler. Toplantıda Hagana’nın Ha Afoda Partisine bağlı kalması kararlaştırıldı. Shohat ve taraftarları ise bu kararı kabul etmeyerek ayrılma kararı aldı. Ayrılanların çoğu 1926’da geri dönerek Hagana’ya katılmıştır. İkinci bölünme ise 1931 yılında Hagana’nın Kudüs’teki lideri Abraham Tahomi tarafından başlatılmıştır. Tahomi, Hagana Terör Örgütü’nü Filistin ayaklanmaları dönemindeki başarısızlıkları, özelikle de Burak ayaklanmasında gördüğü zayıflık nedeniyle eleştiriyordu. Aynı zamanda Hagana’nın gizli bir örgüt kalmasında fayda olmadığını, onun yerine Hagana’nın orduya dönüşmesi gerektiğini savunuyordu. Bu nedenlerle Tahomi ve taraftarları, Hagana’dan ayrılıp Hagana B örgütünü kurdular.10 Hagana B Terör Örgütü, finansmanın zayıflığı, özelikle de destekçi Siyonist organların bu örgütü desteklememeleri sebebiyle silah yönünden zayıf kaldı. Bu nedenle de, 26 Nisan 1937 tarihinde Tahomi ve bir grup ayrılıkçı ana örgüte geri dönme kararı aldı. Hagana’ya geri dönmek istemeyen Mushi Rozenberg, Abraham Shtern ve David Razael gibi liderler Irgun isimli yeni bir terör örgütü kurdular.11 8 Muzakirati, (1970),Moshe DAYAN, Beyrut: Dar Alfikir Yayınları,sayfa23,24 9 Hagana ve Irgun Terör Örgütleri ve İsrail’in Kuruluşundaki Rolleri, Mohammed ALKHADER, Yüksek Lisans Tezi, 2015 10 Hagana ve Irgun Terör Örgütleri ve İsrail’in Kuruluşundaki Rolleri, Mohammed ALKHADER, Yüksek Lisans Tezi, 2015 11 A.g.e., sy.78 138 İsrail Sivil-Asker İlişkileri 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti ilan edildikten sonra 26 Mayıs 1948’de Hagana Terör Örgütü, İsrail Savunma Ordusu olmuştur.12 A.2.Irgun Terör Örgütü 27 Nisan 1937’de Hagana B örgütü, ana örgüt olan Hagana’ya geri katılma kararı aldığında bu kararı kabul etmeyen kişiler, kendilerine yeni bir örgüt kurduklarını ilan ettiler. Bu örgüte Irgun (Ha Aragon Ha Tsafi Ha Liomi) Milli Askeri Organizasyonu ismi verildi ve kısaltması ETSEL olarak belirlendi. Bu örgütün liderlerine ve kurucularına bakıldığında ilk olarak örgütün manevi babası olarak Zayef Jabotinsky ve Filistin’deki liderleri Mushi Rozenberg, David Razael ve Abraham Shtern göze çarpar.13 Irgun Terör Örgütü aşırı sağcı bir örgüttür. Irgun’un ideolojisini altı maddede özetleyebiliriz: 1. Yahudi devleti ana vatanda ancak silah gücü ile kurulur. 2. Tüm Yahudilerin Filistin’de hakları vardır. 3. Yahudi Devleti, Filistin ve Ürdün’ü kapsayacak şekilde kurulmalıdır. 4. Filistinlileri caydıracak intikam eylemleri yapılmalıdır. 5. Silahlı mücadeleyi kabul eden Yahudiler, Irgun taraftarı sayılır. 6. Anavatanda Yahudi devleti kurulmasına yardım eden millet ve hükümetler, Irgun’un müttefiki sayılır.14 Görüldüğü gibi Irgun Terör Örgütü’nün stratejisi büyük katliamlar, terör eylemleri ve Filistinlilerin arasında korku propagandası yapıp, vaat edilmiş topraklardaki Filistinlileri boşaltmak ve yerlerine Yahudileri getirerek bir Yahudi devleti kurmaktır. Irgun Terör Örgütü başkanı Menahem Begen’in anılarında söylediği şu sözler bunun en belirgin örneğidir: “Biz Siyonistler olarak bizden nefret edenlerin ve bizim yaşamamızı zorlayanların oluşturduğu problemi öldürmekle çözebiliriz.’’ Örgüt, yaptığı en büyük katliamda 9 Nisan 1948’de Kudüs’ün yakınlarındaki Filistinli Der Yasin Köyü’ne 80 Irgun ve Leyhi Terör Örgütü elemanı Hagana elemanlarının da desteği ile o dönemdeki en kanlı ve en vahşi terör eylemini gerçekleştirdi. Köyde yaşayan tüm sivil Filistinli kadın, erkek, çocuk ve yaşlı öldürüldü. Bazıları bombalanan evlerinden çıkamayıp yıkıntı altında kaldı. Bazıları duvar önüne toplanıp 12 A.g.e.,sy79 13 A.g.e,sy82, (Alıntı: Alkilani, Haytam, (1997), Alirhab Yoases Davla Namozaj İsrail, Kahire: Dar Alşoroq Yayınları.) 14 A.g.e.,sy:70 139 Gülsüm Kızılağıl topluca idam edildiler. Köyün tüm evleri yıkıldı ve bu eylemde 250 Filistinli öldürüldü.15 Hagana ve Irgun Terör Örgütleri’nin İsrail Devleti kurulmasındaki rolünü dört önemli maddede özetlemek mümkündür. 1. Filistin’in Yahudilere mahsus kalması için terörü kullanarak Filistin’i asıl sahiplerinden arındırmak. 2. Filistin’de Yahudilerin sayılarını arttırmak için yasal ve daha sonra yasadışı yollardan Filistin’e Yahudi göçmen kaçakçılığı yapmak. 3. Filistin’den toprak alabilmek için yasadışı yollardan Yahudi yerleşim yerleri kurmak ve buraları korumak. 4. Yeni kurulan İsrail Devleti’ni korumak ve onun resmi ordusunu oluşturmak. 1948 yılında İsrail Devleti ilan edilir edilmez, altı Arap ordusu ile savaşa girmiştir. Bu ordulara karşı savaşan yine Hagana ve Irgun Siyonist Terör Örgütleri olmuştur. Bu terör örgütleri savaşı kazanıp yeni kurulan İsrail Devleti’ni korumuş ve savunmuştur. 1948 yılında savaş sırasında bu terör örgütleri, İsrail Ordusu’na dönüşmüştür. İsrail Ordusu halini aldıktan sonra da sivil Filistinlilere karşı terör eylemlerini devam ettirmiş büyük katliamlara sebep olmuşlardır. Bu terör eylemlerine örnek olarak şunu verebiliriz. 11 Temmuz 1948’de Moşe Dayan’ın komutanlığında yeni kurulan İsrail Ordusu birlikleri, Led’i kuşattı ve orada katliam yaparak toplam 426 Filistinliyi öldürdü. Led ve Ramla’nın sayıları yaklaşık 60.000 kişiyi bulan Filistinli sakinleri topraklarını terk etmek zorunda kaldılar.Aslında bu terör örgütlerinin terör eylemlerinden bekledikleri katkıyı Irgun Terör Örgütü başkanı Begen çok güzel ifade etmiştir: “Der Yasin’de yaptığımız şeyleri yapmasaydık, bugün İsrail Devleti diye bir şey olmayacaktı.”16 İsrail Devleti kurulduktan sonra Irgun lideri Begen’in İsrail başbakanı olması da kuruluşta ne kadar etkili olduklarını kanıtlar nitelikte. Kuruluşundan itibaren terörizm, katliamlar ve etkin askeri karakterlerin var olması sebebiyle toplumda bu yönde evrilmiş ordu ile iç içe bir arada yaşamaya alıştırmıştır. Analizimize bütün bu askeri uğraşların ardından siyasal ve sosyal alanı incelemeye devam edeceğiz. 15 A.g.e.,sy:71 16 A.g.e.,sy:82 140 İsrail Sivil-Asker İlişkileri B. İSRAİL SİYASAL VE TOPLUMSAL YAPISI Sosyal, siyasal ve dini öğelere sahip Siyonizm hareketinin önderliğinde, dünya Yahudileri sistematik bir şekilde organize olarak ve dönemin uygun şartlarından istifade edilerek İsrail Devleti kurulmuştur. Avrupa’da yaygın olan antisemitizmle mücadelede en etkili yol olarak gördükleri bir Yahudi Devleti kurma fikrini hayata geçiren Siyonist hareket, İsrail kurulmadan önce de kurulduktan sonra da bütün dünya Yahudilerini İsrail’de toplayabilmek için yoğun bir çalışma yürüttü.17 Dünyanın dört bir yanından sayıları oldukça fazla ve farklı siyasal görüşlere, kültürel kodlara sahip olan Yahudileri aynı çatı altında toplamak ve eşit bir toplum kurmak, bu hareketin öncülerinin içeride karşılaştığı sorunlardan biri olmuştur. Dışta ise en büyük sorun şüphesiz düşman Arap devletlerinin arasında önce hayatta kalabilme daha sonra ise varlığını kabul ettirebilme çabası olmuştur. İsrail, özellikle 1967 Altı Gün Savaşları’yla Ortadoğu’daki askeri üstünlüğünü komşularına kabul ettirse de güvenlik algısını her zaman ön planda tuttu ve bu algı İsrail’in hem çevresindeki ülkelerle ilişkilerinin tabiatını hem de İsrail içinde yaşayan Arap nüfusa karşı muamelesini belirledi.18 İsrail toplumundaki siyasi ve dini bölünmüşlükler ve İsrail’in taviz vermez güvenlik algısı bugüne kadar yapılan barış girişimlerinin başarısızlık sebeplerinden olmuştur. İsrail seçim sistemi, Temel Kanun: Knesset’in 4. maddesinde, genel, ülke çapında, doğrudan, eşit, gizli ve nispi olarak tanımlanmaktadır. Din, etnik köken, cinsiyet, gelir düzeyi, eğitim veya başka bir statü farkı olmaksızın 18 yaşını dolduran her İsrail vatandaşı genel seçimlerde oy kullanma, 21 yaşını dolduran her İsrail vatandaşı ise Knesset seçimlerinde aday olma hakkına sahiptir. Sadece Cumhurbaşkanı, Haham Başı, İsrail Savunma Kuvvetleri mensubu subay, hâkim, dayan (dini mahkeme hâkimi) ve üst düzey kamu personeli görevlerini sürdürdükleri dönem içinde Knesset seçimlerinde adaylıklarını koyamazlar. Ancak kanunun o pozisyon için ön gördüğü süre kadar (100 gün veya 6 ay) önce istifa edilmesi halinde söz konusu görevlerde bulunanlar da seçimlere katılabilirler.19 Bu her ne kadar demokratik bir seçim şekli gibi gözükse de adayların parti listelerindeki sıralamasında, parti başkanı ile ilişkileri veya parti içi fraksiyonlardaki pozisyonları etkili olmaktadır. Seçmen parti listesine oy verdiği için adayın isminden çok, partinin o bölgedeki gücü ve adayın listedeki yeri adayın seçilmesinde belirleyicidir. Bu nedenle, bir aday parti tarafından yaşadığı bölgeden başka bir bölgede aday gösterilebilmekte ve o bölgeden seçimi kazanabilmektedir. Sistemin en kötü yanlarından birisi de seçilen ile seçmen arasında doğrudan hiçbir ilişkinin olmamasıdır. İngilizler, Filistin’de istedikleri sistemi doğrudan kuramamış olsalar da İngiliz Parlamen17 İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu, Ufuk ULUTAŞ, Selim M. BÖLME, Gülşah NESLİHAN DEMİR, Furkan TORLAK, Saliha ZİYA, Aralık 2012 18 A,g,e,sy:29 19 Selin Çağlayan, İsrail Sözlüğü (İstanbul: İletişim, 2010), s. 401. 141 Gülsüm Kızılağıl to geleneğinin de Knesset üzerinde etkisi olmuştur20. Yahudi yerleşimlerinin (Yişuv) siyasi kurumlarında farklı grupların eşitlik içinde temsil edilmesine özellikle önem verilmiştir. Grupların siyasi organlarda mümkün olduğunca geniş temsil hakkına sahip olmasının önü açık tutularak, meşruluğu güçlendirme anlayışı benimsenmiştir. Bu durum ülkenin uzun yıllar Eşkenazi ağırlıklı İşçi Partisi tarafından domine edilmesinin önüne geçememiştir21. Düşük baraj uygulaması, İsrail’de bir partinin tek başına iktidara gelmesini güçleştirirken, koalisyon hükümetlerini sistemin bir parçası haline getirmiştir. Bu koalisyon zorunluluğu farklı grupları temsil eden, hatta kimi zaman çıkarları doğrudan çatışan, rakip olan partileri tek bir hükümet çatısı altında bir araya gelmeye mecbur bırakmıştır. İsrail siyasetindeki temel aktörleri Yahudi partileri ve azınlık listeleri olarak iki ana gruba ayırmak mümkündür. Azınlık listelerini, Müslüman, Hıristiyan ve Dürzi Araplar oluşturmaktadır. Yahudi partilerinin en önemlileri ise, İsrail tarihine baktığımızda açıkça ağırlıkları görülmekte olan soldan merkez sola doğru kayan İşçi Partisi ve sağcı Likud Partisi’dir.22 Yeni partiler zamanla sisteme dâhil olsalar da, bu iki rakip partiden biri dâhil olmadan İsrail’de bir koalisyon hükümetinden kolay kolay söz etmek neredeyse imkânsızdır. 1977 seçimlerine kadar ülkede İşçi Partisi ve koalisyon ortaklarının hâkimiyeti açıkça görülmektedir. Ancak sosyalist İşçi Partisi’nin baskınlığı, Siyonist hareket içinden gelen ve İsrail’in kuruluşunda rol oynayan diğer iki grubun varlığını eritmemiştir. Hem liberal hem de dindar Yahudi gruplar, İşçi Partisi’nin baskınlığı ile geçen 28 sene boyunca giderek güç kazanmışlardır. Liberal Siyonistler ülkenin bağımsızlığını koruyabilmesi için pazar ekonomisine dayanan Batı tarzı bir yapılanmayı benimsenmesi gerektiğini savunmuşlar, Ortodoks Yahudiler ise devletin tamamen Halaka (Yahudi hukuku) ilkelerine uygun olarak yönetilmesini istemişlerdir. İsrail’in artan güvenlik kaygısı, siyasetindeki bu keskin kutuplaşmayı ve dengeleri de etkilemiştir. ABD’nin isteğine duyulan ihtiyaç İşçi Partisi’nin sosyalist söylemini yumuşatarak daha merkez-sol bir çizgiye kaymasına yol açmış ve liberal değerleri savunan Likud’u da güçlendirmiştir. Likud zaferi ile sonuçlanan 1977 seçimleri, İsrail siyasetinde iki kutuplu bir yapıyı ortaya çıkarması bakımından dönüm noktasıdır. Bundan sonra Sefarad, dindar, şahin sağ seçmene dayanan Likud ile Eşkenazi, seküler ve güvercin sol seçmene dayanan İşçi Partisi iktidara gelebilmek adına küçük partilerle koalisyon kurma rekabeti içine girmişlerdir.23 Ortodoks partiler ise kilit konuma gelmişlerdir. Bu rekabet 1984’te iki partinin uzlaşarak ilk 20 Samuel Sager ,“Pre-State Infl uences on Israel’s Parliamentary System,” Samuel Sager ,“Pre-State Influences on Israel’s Parliamentary System,” Parliamentary Affairs, Vol.25, Issue 1, 1971, s.37. 21 İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu, Ufuk ULUTAŞ, Selim M. BÖLME, Gülşah NESLİHAN DEMİR, Furkan TORLAK, Saliha ZİYA, Aralık 2012 22 Hikmet Özdemir “Başkanın doğrudan seçimi,” Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 4 (2000), s.91. 23 İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu, Ufuk ULUTAŞ, Selim M. BÖLME, Gülşah NESLİHAN DEMİR, Furkan TORLAK, Saliha ZİYA, Aralık 2012 142 İsrail Sivil-Asker İlişkileri defa “ulusal birlik” hükümetini kurmaları ile bir süreliğine hız kaybetse de bu uzun soluklu olmamıştır. 1984-1988 döneminin ilk ulusal birlik hükümeti nispeten başarılı iken 1988’de kurulan ikinci ulusal birlik hükümeti ancak iki sene ayakta kalabilmiştir.24 İsrail toplumu ve siyasal yapısında etkin rol alan İşçi partisinin tarihsel gelişimini ve olaylardaki aktörlüğü ele alınacaktır B.1.İŞÇİ PARTİSİ Tarihsel olarak İşçi Partisi’nin seçmen kitlesi, Eşkenazi işçi sınıfı olmuştur. Partiyi oluşturan siyasi örgütlerin en büyüğü olan Mapay’dan itibaren parti tarihine bakıldığında geniş bir seçmen kitlesinin İşçi Partisini desteklediği görülmektedir. Ancak bu durum, zaman içinde parti politikalarında meydana gelen değişikliklere, İsrail’e gelen yeni göçmenlerin neden olduğu demografik değişim ve bölgedeki siyasi konjonktürdeki dalgalanmalara bağlı olarak 1970’lerden itibaren tersine dönmüştür. İşçi hareketlerine uzanan kökleriyle İşçi Partisi, sosyal çoğulculuk ve eşitliği temel ilke alan sosyal demokrat bir parti olarak kurulmuştur. Asgari ücretin yükseltilmesi, emeklilik garantisi, yaşlı ve engellilere sosyal güvenlik hizmeti gibi sosyal devlet ilkelerini benimseyen parti, 1990’lardan itibaren serbest piyasa ekonomisini ve aşamalı bir özelleştirmeyi savunsa da devletin eğitim ve sağlık gibi alanlarda sosyal sorumluluğunun devam etmesi gerektiğine inanmaktadır. Yine de, İşçi Partisine yönelik eleştirilerin başında sosyalist köklerinden uzaklaşarak büyük iş adamlarının himayesinde bir partiye dönüşmesi iddiası gelmektedir.1950 ve 60’lar boyunca İngiliz İşçi Partisi’ne öykünen İşçi Partisi sosyal demokrat bir ekonomik politika izlerken 1970’lerden itibaren serbest piyasa ekonomisine yönelmiş, 1990’larda ise tamamen neo-liberal uygulamaları kabul etmiştir.25 İsrail’in ilk başbakanı olan Ben Gurion Siyonist hareketin sürdürülebilirliğini sağlamada önemli bir figür olmuş, İsrail’e kitleler halinde Yahudi getirilmesini sağlamış ve bu amaçla zaman zaman İngiliz mandasıyla savaşmıştır. Devlet ilanı kararı, 1948 savaşı, kitle göçlerinin absorbe edilmesi ve İsrail’in nükleer güç olması gibi önemli olayların altında Ben Gurion’un Teknik olarak Arap devletleriyle savaşta olan İsrail’in yaşaması için silahlı bir millet olması gerektiğini söyleyen Ben Gurion, BM 181 ve 194 sayılı kararlarını yok sayan bir politika izlemiştir.26 Bu dönemde misilleme doktrinine dayanan İsrail dış politikası, İsrail’e yönelik Arap saldırısına karşı, saldırıyla orantılı olmayan daha büyük bir güçle karşılık vermeyi öngörmüş- 24 Civil-Military Relation in Israel and Turkey,Metin Heper, Bilkent Universty 25 Partinin ekonomi politikaları genel olarak sosyalizmden neoliberalizme evrilmiş olsa da parti üyeleri bu konuda kendi içinde üçe ayrılmaktadır: (1)Tam anlamıyla neoliberal politikaları destekleyen Regan-Thatcher’cı muhafazakârlar, (2) Özel ve kamu sektörlerinin işbirliğine dayalı karma ekonomiyi savunan orta yolcu muhafazakârlar, (3) Dev(3) Devletin özellikle eğitim ve sağlık sektöründe sosyal hizmetleri kesmesine karşı olan Histadrut kökenli sosyal demokratlar. 26 Civil-Military Relation in Israel and Turkey,Metin Heper, Bilkent Universty 143 Gülsüm Kızılağıl tür.27 1950’lerde ABD-Sovyet rekabetinde tarafsızlık politikasını benimseyen İsrail, Sovyetlerin Arap devletleriyle ilişkisini geliştirmesi üzerine Batı yanlısı politika izlemeye başlamış, başta ABD olmak üzere batılı ülkelerden çok miktarda askeri yardım almıştır. Dönemin Dış İşleri Bakanı Moşe Dayan, Arap dünyasının İsrail’in varlığını reddetmesi nedeniyle barışın hiçbir zaman olamayacağını savunmuştur. Sonuç olarak bu dönemde hâkim dış politikası, savaş tehdidi üzerine kurgulanmıştır.28 İşçi Partisini oluşturan Mapay, Ahdut Haavoda ve Rafi Siyonist- sosyalist bir çizgi takip etmiştir. İşçi Partisi kurulmadan önce iktidarda bulunan Mapay, Ben Gurion’un liderliği boyunca Siyonist ajanda üzerinden Yahudilere ulusal vatan inşa etmeyi hedeflemiştir. Bu doğrultuda, İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte 1 milyondan fazla Yahudi göçmenin kabulü ve bu göçmenlere ulus bilinci kazandırılması en büyük öncelik haline gelmiştir.29 Diğer yandan parti, İsrail Devleti’nin kuruluşunun ardından güvenlik ve savunma konularında oldukça katı bir politika takip etmiştir. 1956 Sina Savaşı, 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı İşçi Partisi kadrolarının hükümette olduğu döneminde gerçekleşmiştir.84 Aynı zamanda partinin özellikle 2000’li yıllarına damga vuran ismi Ehud Barak, 2000’li yıllar boyunca İsrail’in Filistinlilere ve 2006’da Lübnan’a karşı giriştiği saldırılarda da en önemli karar vericilerden birisi olarak hükümette yer almıştır.30 İşçi Partisi’ni oluşturan siyasi oluşumlardan ilki olan Mapay (Mifleget Poaley Erets Yisrael- İsrail İşçilerinin Partisi), işçi birlikleri olan Ahdut HaAvoda (1919) ve haPoel haTsair’in (1906) birleşmesi sonucunda 1930’da kurulmuştur.31 İsrail devletinin kurulmasının ardında en güçlü siyasi aktör haline gelen Mapay’ın en önemli figürü Ben Gurion olmuştur. İşçi hareketini ve Histadrut’un yönetimini kontrolüne alan İşçi Partisi, 1977’ye kadar kesintisiz olarak iktidarda yer almış, İsrail’in savunma ve dış politikası bu parti tarafından yürütülmüştür.32 Parti, gerek 1967 Savaşı’nda işgal edilen Batı Şeria, Gazze ve Sina yarımadasının geleceği konusunda lider kadro düzeyindeki anlaşmazlık, gerekse yeni göçmenlerin oylarını kendisine çekememesi nedeniyle 1970’lerde güç kaybetmeye başlamıştır.33 27 İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu, Ufuk ULUTAŞ, Selim M. BÖLME, Gülşah NESLİHAN DEMİR, Furkan TORLAK, Saliha ZİYA, Aralık 2012 28 Galia Golan, http://www.pij.org/details.php?id=1160; Shalom, s.2 29 Civil-Military Relation in Israel and Turkey,Metin Heper, Bilkent Universty 30 İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu, Ufuk ULUTAŞ, Selim M. BÖLME, Gülşah NESLİHAN DEMİR, Furkan TORLAK, Saliha ZİYA, Aralık 2012 31 William L.Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, çev. Mehmet Harmancı (İstanbul: Agora Kitaplığı,2008), s.278-279 32 Heper,sy:233 33 Selin Çağlayan, İsrail Sözlüğü (İstanbul: İletişim, 2010), s. 401 144 İsrail Sivil-Asker İlişkileri İşçi Partisi’nin oy kaybına uğramasındaki en önemli neden, İsrail devleti kurulduğundan bu yana eski göçmenleri koruyan bir politika izleyen bu partinin statükocu yapısına yeni göçmenlerin ve genç nüfusun yabancı kalması ve bir orta sınıf partisi olarak İşçi Partisi’nin yeni göçmen nüfusu oluşturan Sefarad alt sınıfının ihtiyaçlarına cevap verememesi gösterilmektedir. Ayrıca Arap sınırına yakın bölgelere yerleştirilen ve yaşanan çatışmalardan en çok zarar gören Sefarad göçmenlerin tepki oyları sağcı Likud’ta toplanmıştır. Buna ek olarak, 1990’ların ikinci yarısında Oslo Barış sürecini yürüten İşçi Partisi, çözümün gecikmesi ve iki tarafta da barış umutlarının kaybolması sonucunda tırmanan şiddet olaylarının sorumlusu olarak görülmüştür. Diğer yandan İşçi Partisi’nin, 1990’larda parti politikasına aldığı serbest piyasa ve neo-liberal ekonomi politikalarıyla geleneksel sosyal demokrat seçmenini küstürmesi, oy kaybında önemli rol oynamıştır. Son olarak İsrail’in toplumsal ve siyasal yapıda oldukça etkili olan İşçi Partisi’nin öneminin ardından sivil-asker ilişkilerinin gelişimi ele alınacaktır. C. Sivil-Asker İlişkileri Yüksek dış tehdit seviyesine ve askeri değerlerin İsrail hayatının neredeyse bütün aşamalarında bulunuyor olmasına rağmen, İsrail devleti askeri olmayan bir devlet olarak görülebilmektedir. Ancak, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), birçok Batı ordusundan ve gelişmekte olan ülke ordularından ayrılır, çünkü İsrail ordusu hem sivil yaşamda hem de hükümette oldukça görünür ve aktiftir. IDF’nin, hükümetteki karar alma gücü ve var oluşu ile toplumdaki görünürlüğü, sivil-asker arasındaki sınırları geçişken yapmıştır. Ancak bu geçişkenlik hali kurumsal ayrılığı değil, karşılıklı ve entegre bir ilişkiyi göstermektedir. Bu durumda, toplum ve hükümet ordunun istediği kaynakları temin ederken, ordu da güvenlik kararlarının alınmasında aktif bir rol oynamaktadır.34 İsrail’de ordu, toplumun üzerinde fazlasıyla kurumsal ve kültürel bir etkiye sahiptir ve bu anlamda “sivil” kavramını bu ülkeye uyarlamak oldukça güçtür ve ordu-politikacı-vatandaş arasındaki işbirliği ve uyum İsrail’in bu sivil olmayan yapısını da beslemektedir. Bunun sebebi ortada sivillerin kurumsal kontrolünü görmezden gelen ve orduya çok fazla rol ve fonksiyon yükleyen uzun süreli bir mutabakatın varlığıdır.35 Reuven Gal yazdığı kitapta İsrail askerlerini İngiliz askerlerinden şu özellikleriyle ayırır: “Bir centilmen, akademisyen veya aristokrat olmak hiçbir zaman şart değildir. Aslında çok az sayıda subay bu tarz kültürel, eğitimsel ve davranışsal tutumlara önem atfeder. Yani, bir centilmen ya da aristokrat 34 Peter D. Feaver, “The Civil-Military Gap in Comparative Perspective”, The Journal of Strategic Studies, vol.26, no.2 (June 2003), s.3-4. 35 Changing Civil- Miliraty Relations in Israel: Towards an Over-subordinate IDF?,Staart A. Cohen,sy:733 145 Gülsüm Kızılağıl olmak İsrail kültürüne çok yabancıdır ve ordu için de bir ön koşul değildir.”36 İsrailli subaylar bilinçli olarak toplumun gelenek ve değerlerini orduya aktarmaya çalışırken, İsrailli siyasiler daima askerlerden ayrı ve siviller tarafından temsil edilen bir hükümetin iddiacısı olmuşlardır. Savunma konusunda hükümetin yükümlülüklerinin ne olduğuna dair belirsizlikler vardır ve bu belirsizlik önemli siyasi ve askeri problemlere de sebep olabilmektedir. İsrail’in ayrışmış sivil bir siyasi yapısının olduğunu iddia etmek zor olmakla birlikte, ordunun birçok ulusal sektöre entegre olması, ordu ile siviller arasında bir uyumun ve anlaşmanın olduğunu da göstermektedir. Bu sebeple, uyum kavramı başka ülkelerde farklı şekillenip, farklı bir karaktere bürünse de İsrail’de uyumun anlamının derin bir entegrasyon ve siviller ile ordu arasındaki karşılıklı anlayış olduğu yargısına varılabilir. İsrail’de askere alma yöntemi ikna edici olsa da gönüllülük esasına dayanmaz ve neredeyse bütün İsrailliler orduda hizmet etmek zorundadır ve pek çoğu da tehdit algısı nedeniyle buna isteklidir. Kadın ve erkeklerin zorunlu askerliğe tabi olduğu İsrail’de birçok vatandaş profesyonel asker değildir, ancak önemli askeri meselelerde yarı zamanlı şekilde görev alırlar. Resmi olarak erkekler 55 yaşına, kadınlar da çocuk sahibi değillerse 34 yaşına kadar yedeklik hizmetinde bulunurlar.37 IDF’deki askere alma yöntemi ve İsrail toplumunun siyasal, sosyal ve kültürel yapısındaki askeri değerler; ordudan bağımsız sivil bir boyutun varlığından söz etmeyi zorlaştırır. Ayrıca İsrail’de IDF, siyasi kurumlar ve vatandaş arasında karşılıklı bağımlılık söz konusudur ve bu durum ayrık bir ilişkiden ziyade uyumlu bir ilişkinin göstergesidir. Batı Avrupa tarihine baktığımızda, sivillerle askerleri birbirinden ayıran Prusya tarzı bir üniforma kullanımı görülmektedir çünkü aristokratların baskın olduğu Prusya ordusu, kendisini toplumun geri kalanından ayırmak için sivil-asker ayrımının görünür olmasını istemiştir.38 Bu gelenek ise halen farklı ve haklı gerekçelerle tüm ordularda devam etmektedir. Bunun yanında, İsrail ordusu üniformaları ve rütbeleriyle profesyonel bir ordu olsa da Batı ordularıyla ilişkili olan işaret ve semboller İsrail ordusunda çok fazla geçerli değildir. Reuven Gal’a göre, İsrail ordusunda disiplin ve seremoniler yerine görev ve performans öne çıkmaktadır. Bu anlamda, parlayan bir çizme yerine temiz bir tüfek, ütülü bir üniforma yerine zamanında ve etkili bir performans daima tercih edilmektedir. Yani, kolalanmış üniformalar, selamlaşmalar, marşlar, 36 Sivil-Asker İlişkileri ve Ordu-Toplum Mesafesi, Dr. Salih Akyürek F. Serap Koydemir Esra Atalay Adnan Bıçaksız, Ankara ,Haziran 2014 37 A,g,e,Sy:250 38 A,g,e,Sy:250 146 İsrail Sivil-Asker İlişkileri rütbelerdeki katılık gibi diğer ordularda önemli olan konular IDF’de değerli değildir.39 Sonuç İsrail toplumu kuruluşundan bu yana toplumsal alan askeri alanla iç içe bir tavır sergilemiştir. Dünyanın dört bir yanından gelmiş, farklı kültürlere ve inançlara sahip olan toplum yapısını birleştiren tek şey; dış tehdit algısıdır. Bu algı ile birlikte ordu-toplum geçişken bir zemin oluşturmuş karizmatik liderle birlikte zaman zaman ordu demokratik adımlarla birlikte de zaman zaman toplum ön plana çıkmıştır. Seçim sistemi, meclis yapısı ile demokratik bir devlet imajına sahip olan İsrail; gelenekse anlayıştan ve Siyonizm’in gerektirdiklerini yamaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Savunma dışında İsrail’de az sayıda da olsa sivil toplum alanında post-modern tipte sosyal hareketlerin etkililiğinden söz edilebilir, ancak genel anlamda zayıf sivil toplum ve güçlü askeri toplum yapısı göze çarpmaktadır. Bu yapı daha çok fanatik sosyal tipler üretse de İkinci İntifada Hareketi’nden sonra, yükselen toplumsal sorgulama düzeyi ile birlikte, askerlikten kaçmaya çalışanlar ve vicdani retçiler hem sağ hem sol siyasi kanatta daha fazla görülmeye başlanmıştır. Bu bulgular, orduya güvenin yüksek olduğu İsrail’de tehdit temelli ordu toplum kaynaşması ve güven temelinde sorunların yaşanmaya başlandığını ve orduya dönük toplumsal sorgulamanın arttığını göstermektedir. Sonuçta bu gibi hareketler İsrail’in normalleşme sürecine girdiği izlenimini de verebilmekle birlikte toplumsal alanından genişlemesi demokratik olarak İsrail Devleti’ne önemli katkı sağlayabilir. KAYNAKÇA Furkan TORLAK, Gülşah NESLİHAN DEMİR, İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu Saliha ZİYA, Selim M. BÖLME, Ufuk ULUTAŞ Aralık 2012 Galia Golan, http://www.pij.org/details.php?id=1160; Palestine-Israel Journal 15:1-2 (2008). William L.Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, çev. Mehmet Harmancı (İstanbul: Agora Kitaplığı,2008), s.278-279 Hikmet Özdemir “Başkanın doğrudan seçimi,” Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 4 (2000), s.91. İbrahim Yasa, “Kibbutz’un Toplumsal İdeolojisi ve Yapısı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sayı. 4, cilt.27, (1969): 39 Sivil-Asker İlişkileri ve Ordu-Toplum Mesafesi, Dr. Salih Akyürek F. Serap Koydemir Esra Atalay Adnan Bıçaksız, Ankara ,Haziran 2014 147 Gülsüm Kızılağıl 9-15, Erişim: Ocak, 2014, http://www.politics.ankara.edu.tr/dergi/ pdf/27/4/2_ Ibrahim_YASA.pdf Military and Domestic Politics: A Concordance Theory of Civil-Military Relations. Oxon: Routledge, 2009, s.121. Mohammed ALKHADER, Hagana ve Irgun Terör Örgütleri ve İsrail’in Kuruluşundaki Rolleri, Yüksek Lisans Tezi, 2015,sayfa 54 Moshe DAYAN, Muzakirati, (1970),Beyrut: Dar Alfikir Yayınları. Metin Heper ,Civil-Military Relation in Israel and Turkey , Bilkent Universty Rebecca L. Schiff, The Military and Domestic Politics: A Concordance Theory of Civil-Military Relations. Oxon: Routledge, 2009, s.121. R. Gal, A Portrait of the Israeli Soldier, New York: Greenwood Press, 1986. Salih Akyürek F., Serap Koydemir ,Esra Atalay ,Adnan Bıçaksız, Sivil-Asker İlişkileri vee Ordu-Toplum Mesafesi, Bilgesam Yayınları, Ankara, Haziran 2014. Selin Çağlayan, İsrail Sözlüğü (İstanbul: İletişim, 2010), s. 401. Samuel Sager,,“Pre-State Influences on Israel’s Parliamentary System,” Parliamentary Affairs, Vol.25, Issue 1, 1971, s.37. 148 ULUSLARARASI AKTÖRLERİN SURİYE POLİTİKASI* Gözde Demirel A rap Baharı süreciyle başlayan demokrasi dalgası, Ortadoğu coğrafyasındaki bu süreci bizatihi yaşayan ülkeler özelinde farklılık arz ederken, en kanlı ve en uzun soluklu paylaşım mücadelesi Suriye üzerinde olmuştur. 2011 yılında başlayan ve “sonsuz savaş” tablosu çizen Suriye İç Savaşı, uluslararası aktörlerin bölge üzerindeki etkinliği ve bölge denkleminde doğrudan yer almaları sebebiyle bir tür vekalet savaşıdır.1 Suriye’de Mart 2011 yılında başlayan ayaklanmalar, Esed diktasına karşı halkın haklı tepkisiyle ilk kıvılcımını alırken, ilerleyen süreçte özellikle uluslararası aktörlerin doğrudan veya dolaylı müdahaleleriyle farklı bir boyut kazanmıştır.2 Bu anlamda uluslararası aktörlerden, bölgede en kritik rol oynayan; ABD, Rusya ve Çin’in Suriye politikası önem arz etmektedir. Ortadoğu’da yeniden tesis edilmeye çalışılan, hepimizin doğrudan tanığı olduğu bir tür Sykes-Picot revizyonu söz konusudur. Bu revizyon, ABD’nin Irak işgali sonrası bölgede Sunni Araplar ve Türkler aleyhine yeni bir düzen oluşturma çabasını yansıtmaktadır. Bu anlamda, Irak işgali sonrası Irak’ta oluşan yeni düzende, demografik yapıda ikincil unsur olan Irak Türkleri, etnisite mühendisliğine maruz kalmış ve nüfusun homojenliği kırılmış, Irak Türkleri birbirlerinden ayrışık ve dağınık hale getirilmiştir.3 Benzer biçimde Irak’taki toplumsal gerçeklikle örtüşmeyen, bölgeye empoze edilen nüfus ve iktidar yapılanmasının Suriye için de öngörülebilirliği alenileşmiştir. * TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Asistanı, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Söğütözü Caddesi No:43, Söğütözü -ANKARA, [email protected] 1 Marc Lynch, “How Syria Ruined the Arab Spring”, Foreign Policy, Ekim 2014. 2 Ufuk Ulutaş, Halid Hoca, “Suriye: Devrim mi, Bölünme mi?”, SETA Analiz, Sayı 95, Mayıs 2014, s.9. 3 Ed. Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt III 2001-2012, “ABD ve NATO’yla İlişkiler” Irak Türkmenleri, İletişim 2013, s.272. 149 Gözde Demirel Birinci Dünya Savaşı sonrası, Araplara “bağımsızlık” sözü verip, Sykes-Picot’yla Arapların Batı’ya bağlılığını tesis eden dönemin İngiliz Fransız ittifakı; günümüzde yerini ABD-Rus ittifakına bırakmıştır. Bölgenin local zenginlik ve kaynak paylaşımında yeni gizli ittifak; Akdeniz’e inecek yeni kuşak oluşturma hedefiyle, Kuzey Suriye’de Arap ve Türklerin yaşadığı bölge özelinde Suriye’deki gayrimeşru ve terörist gruplar üzerinden tehcir siyaseti izlemektedir.4 Bu yüzden, YPG terör örgütüne destek veren ülkeler, Ortadoğu coğrafyasında ikinci bir bölgesel otonom Kürt yönetimi oluşturarak, hem Ankara’yı sıkıştırmak, hem de kaynakların küresel güçlere akışında sürecin işlerliğini daim kılmayı amaçlamaktadır. ABD’nin Suriye Politikası Ortadoğu’da Suriye özelindeki yeni paylaşım mücadelesinde en önemli rol ABD’nindir. ABD, “izolasyonist” bir stratejiyle Amerikan anakarasının savunulmasını ve böylelikle Amerika’nın ekonomik büyümesini garanti altına almayı hedeflemektedir.5 Bunun için tercih ettiği yöntem ise uluslararası krizlere müdahil olmak yerine müdahil olma görevini diğer uluslararası aktörlerin üzerine yüklemektir.6 Bu stratejide Amerikan anakarasının savunulmasını temel hedeftir. Bu şekilde ABD, dünyaya düzen vermeye çalışan bir aktör konumundan çıkartılarak, uluslararası düzeni kendi haline bırakıp, mümkün olduğunca kendi çıkarlarına zarar vermeyecek aktörlerin, düzen sağlayıcılık görevini üstlenmesini beklemektedir.7 Suriye İç Savaşı’ndaki kilitlenme, savaşın yıkıcılığının artması ve Suriye’nin zaman içerisinde ABD’nin rahatsızlık duyduğu grupların birbirine düştüğü bir savaş alanı haline dönüşmesi, ABD müdahalesini giderek imkansızlaştırmıştır. Çeşitli cihatçı gruplar dünyanın dört bir tarafından toplanarak, Esed rejimiyle savaşır hale gelmesi ve Özgür Suriye Ordusu gibi grupların içerisinde El-Nusra gibi köktendinci radikal grupların varoluşu ABD’nin müdahalesizlik; Obama Doktrini, vizyonunu meşrulaştırmıştır.8 ABD, Irak ve Afganistan’da yaşanan meşruiyet sorununu yinelememek adına bölgeye doğrudan askeri müdahalede bulunmamış, yıpratıcı savaşın maliyetini, İran, Rusya ve Çin bloğuna yükleyerek küresel iktisadi yapıda doların egemenliğini güçlendirmiştir. Arap Baharı, Ukrayna Krizi, Libya, Irak ve Afganistan örneklerinin her birinde Obama yönetimi esnek bir strateji 4 Şaban Kardaş, “Beşinci Yılında Suriye Krizi”, OrtadoğuAnaliz, , Cilt 8, Sayı 73, Mart-Nisan 2016, s.8-9. 5 Hasan Basri Yalçın, “Obama Stratejisi ve Ortadoğu”, Akademik Ortadoğu, Cilt 9, Sayı 2, 2015, s.62. 6 Tim Anderson, “America’s Dirty War on Syria: Bashar al Assad and Political Reform”, Global Research, Aralık 2015. 7 Olson Mancur. “The Logic of Collective Action: Public Goods and the Theory of Groups”, Harvard UniversityPress, 1965. 8 Donette Murray, “Military Action but not as we know it: Libya, Syria and the making of an Obama Doctrine”, Contemporary Politics, Nisan 2013, s.154. 150 Uluslararası Aktörlerin Suriye Politikası sürdürmüştür. Arap Baharı’nda bölge dinamiklerini takip etmek ve gereksiz maceralara sürüklenmemek temel hedef olduğundan, Obama; Ortadoğu’da oyunu oldukça dikkatli ve çok taraflı bir yöntemle idare etmiştir. Libya’da yapılan müdahalede ABD bilinçli bir tercihin sonucu olarak en önde ve tek taraflı hareket ederek şiddet kullanan aktör rolünden oldukça uzak durmuştur.9 Operasyonları özellikle Fransa gibi Avrupalı aktörlerin öncülüğünde yürütmeye özen göstermiştir. Mısır’da ise, herhangi bir doğrudan müdahaleden bilerek uzak durmuş, Müslüman Kardeşler’in Mısır rejiminin ana hatlarıyla sorun yaşadığı düşünüldüğü bir anda ise ordunun müdahalesine destek vermiştir.10 Suriye’de Obama yönetimi bölgedeki müttefiklerinin tüm baskılarına karşı pahalı bir askeri operasyondan kaçınmak için her türlü çabayı göstermiş ve krizin maliyetini Rusya ve İran’ın üzerine yüklemeyi başarmıştır. Suriye’deki kriz aslında Amerikan çıkarlarından ziyade bölgesel aktörlerin çıkarlarına zarar vermektedir. Amerika’nın hoşnut olmadığı Esed rejimi ve İran yine ABD’nin hoşnut olmadığı cihatçılarla savaşmaktadır. Onların birbiriyle savaşması ve birbirini tüketmesi ABD’nin temel politikalarıyla örtüşmektedir. 11 ABD ve Rusya’nın Suriye’de on sekiz aylık geçiş süreci konusunda uzlaşısından sonra ABD politikası “Esed gitmeli” kararından 2017 sonuna dek “Esed kalmalıdır” vizyonuna evrilmiştir. Esed’in varlığı konusundaki ABDRus uzlaşısına ek olarak, Kuzey Suriye hattında da YPG-PYD bloğunun oluşturulması konusunda üstü kapalı bir uzlaşı söz konusudur. ABD’nin Rusya’nın bölgeye girişinde sessiz kalması da bu durumun bir göstergesidir.12 ABD DAİŞ’e karşı mücadele adına YPG’yi desteklemiş, YPG’yi terör örgütü olarak görmediğini belirtmiştir.13 Esed’i göndermek yerine DAİŞ’le mücadeleyi parlatıp, Türkiye’de ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturmasına rağmen, Kuzey Suriye’de demografik gerçeklerle örtüşmeyecek biçimde bir Kürt koridoru oluşturulması hedeflenmiştir. Bunu yapmada temel hedefi Ortadoğu’dan çekilirken, Ortadoğu’daki doğacak boşluğun müttefiklere bırakılmasıdır. Bu anlamda burada suni aktörler yaratmaktadır. ABD için, Ortadoğu’daki bir diğer kritik konu ise, İran’ın bir problem olmaktan çıkarılmasıdır. Bu durumda ambargoların kalkması ve oluşan İran-ABD yakınlığı Suudi Arabistan ve Türkiye’yi rahatsız etmiştir. İran’ın güçlenmesi, Yemen, Irak, Lübnan 9 A.g.m. s.158. 10 Martin S.Indyk, Kenneth G. Lieberthal, ve Michael E. O’Hanlon, “Scoring Obama’s Foreign Policy,” Foreign Affairs, Sayı 3, 2012, 29-43. 11 Murray, a.g.m., s.154. 12 Eyüp Ersoy, “ABD ve Suriye İç Savaşı: Yarından Sonrasına Hazırlık,” OrtadoğuAnaliz, Cilt 8 Sayı 73, Mart-Nisan 2016, s.46. 13 Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi PYD-YPG”, SETA Rapor, Şubat 2016, s.10-11. 151 Gözde Demirel üzerinde nüfuz sağlamasına neden olmuştur. İran’ın tehdit ettiği ülkeler ve değişen denklemden rahatsız olan Türkiye bu tablodan etkilenmiştir.14 Başkanlık seçimin de etkisiyle Obama yönetimi son virajda Suriye’de bir etkinlik yakalayamamıştır. Türk-Rus geriliminin sönümlenmesi de ABD’yi rahatlatan bir unsur olmuştur. ABD’nin Suriye’de üniter bir yapıyı destekleyeceğini öngörmek, mevcut tabloda imkansızdır. ABD Suriye’de konfederal ya da federal bir yapıyı destekleyip, suni Kürt Federal devleti ve Nusayri devleti, Suudi Arabistan’a yakın olan Sunni Arap bir federe devlet kurulmasını hedeflemektedir. ABD bağlamında NATO’nun Ortadoğu politikasına değinmek gereklidir. NATO’nun vizyonu, Soğuk Savaş sonrası sosyalizm tehdidinin yerini terörizmin almasıyla birlikte farklı bir boyut kazanmıştır. NATO imkan kabiliyetleri artırılmıştır. Buna örnek olarak, Libya’da, operasyon son derece hızlı ve planlı biçimde yürütülmüştür. NATO’nun terörizmle mücadele konusunda Libya’daki çok hızlı karar alma ve yirmi dört saat içinde uygulama durumunun aksine, Suriye’de bu tavır izlenmemiştir. Bu durumun sebebi de, ABD’nin Soğuk Savaş döneminde reaksiyonundan çekindiği aktörün Sovyetler Birliği iken günümüzde bu aktörün Rusya Federasyonu olmasıdır. Bu yüzden NATO Suriye’deki Rus hakimiyetinden dolayı, Libya’daki tavrı sergileyememiştir.15 Rusya’nın Suriye Politikası Rusya’nın Suriye politikasını anlamlandırabilmek için öncelikle Rusya’nın küresel sistemdeki konumu incelenmelidir. Rusya, Soğuk Savaş sonrasında Batı’ya ve ABD’ye karşı zemin kaybetmeye başlamıştır. Bu yüzden Rusya; NATO’nun Rus sınırına doğru uzanması tehdidi karşısında, Ukrayna’nın doğusundaki varlığı ve Kırım ilhakı nedeniyle Dünya siyasetinde yalnızlaşırken, Suriye Meselesi ile dünya siyasetinde tekrar söz sahibi olmayı hedeflemiştir.16 ABD’nin bölgeden çekilmesi ve bölgede etkin olmadaki isteksizliğini Suriye özelinde de fırsata çevirmiştir. Kaddafi rejimiyle Rusya’nın önemli ilişkileri söz konusuyken, BM Güvenlik Konseyi zirvesinde Rusya’nın Çin ile birlikte çekimser oy kullanmasına karşılık Batı’nın dominasyonuna karşı sessiz kalmak durumunda bırakılmıştır. Libya’daki kaybın ardından Suriye’yi kaybetmeyi göze alamayan Rusya, 30 Eylül 2015 itibariyle Suriye İç Savaşı’nın bir aktörü konumuna gelmiştir. 14 Jubin M. Goodarzi, “Syria and Iran: Alliance Cooperation in a Changing Regional Environment.” Ortadoğu Etütleri, 2013, s. 31-54. 15 Ali Oğuz Diriöz, “NATO’nun Ortadoğu’ya Yönelik Politikası ve Kurumsal Programları”, Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı 40, Nisan 2012, s. 51. 16 Nurşin Ateşoğlu Güney ,“Rusya Ukrayna’dan Sonra Suriye’de Neyin Peşinde”, Ortadoğu Analiz, Cilt 8, Sayı 72, Ocak-Şubat 2016, s.18-19 152 Uluslararası Aktörlerin Suriye Politikası Batının yaptırımlarının üstesinden gelme adına, 30 Eylül tarihli hava saldırılarıyla birlikte Suriye İç Savaşı’na doğrudan müdahil olmuş ve sorunu uluslararası bir krize dönmesine neden olmuştur. 17 Moskova Suriye’deki DAİŞ karşıtı hava saldırılarını, savaş alanında zemin kaybetmekte olan Esed rejimini desteklemekte bir gerekçe olarak kullanmış, böylece ileride Suriye’nin geleceğine dönük pazarlıklarda Rejim’in elini güçlü kılmayı amaçlamıştır. SU-24 uçak meselesini de bu saikle kullanmış, bu sayede Suriye kara ve deniz sahasında ciddi bir askeri yığınak oluşturmuştur. 18 Doğu Akdeniz enerji denkleminde yer alabilmek adına Esed rejimini ayakta tutan Rusya, bölgedeki Tartus deniz üssüne ek olarak, Lazkiye’de bir hava üssü elde etmiş, bölgede aktif olarak doğrudan askeri kapasite kullanımını perçinlemiştir. Küresel nedenlerin ötesinde, bölgesel anlamda da; İran-Rus hattını yeniden oluşturacak olan unsur Suriye olduğundan; Rusya, Doğu Akdeniz’deki kaynakların kontrolü ve dağıtımında söz sahibi olmak, mevcut “enerji savaşlarında” Katar boru hattının Suudi Arabistan-Ürdün üzerinden Avrupa’ya uzamasını engellemek ve Esed yönetimi sonrası doğacak yeni oluşumun Rus çıkarları aleyhine hareket etmemesini sağlamak adına Suriye’nin sahil hattına askeri mühimmat desteğini ve hava saldırılarını sürdürmektedir. 2005’ten itibaren ciddi bir şekilde gelişmeye başlayan Suriye-Rusya ilişkileri; İran, Irak Suriye ve Rusya arasında yakınlaşma oluşturmuştur. Rusya’nın Ortadoğu’daki “Şii Hilali”ne yakınlaşmasının bölgesel jeopolitik nedenlerine ek olarak iç siyasi boyutu da söz konusudur.19 Rusya için Suriye’deki tablonun bir de ulusal güvenlik boyutu vardır. Rusya Arap Baharı’nın demokrasi getireceğini değil, köktendinci cihadist İslamı doğuracağını ve besleyeceğini düşünmektedir. Kuzey Kafkasya’da kontrolde zorlandığı Sunni Müslüman gruplar mevcuttur. Bu gruplardan Suriye’deki İç Savaşa katılan ciddi savaşçı nüfus bulunmaktadır. Savaşçıların Rusya’ya geri dönmesi halinde, dönenlerin savaş tecrübesiyle dönecek olması, Rusya’da ciddi bir korkuya neden olmaktadır.20 Çin’in Suriye Politikası Çin’in Suriye Politikası ise, “aktif tarafsızlık” düsturuna dayanmaktadır.21 Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ile birlikte hareket etmiştir. Bu durum hem Rusya–Çin arasındaki ilişkilerden, hem de Çin’in, Rusya’ya benzer biçimde “çok kutupluluk”, “Batı Başatlığı karşıtlığı” vizyonundan kaynaklanmaktadır. Ekonomik anlamda da Çin ve Rusya giderek birbirine daha fazla bağımlı hale 17 Muhammed Hüseyin Mercan, “Rusya’nın Suriye’deki Askeri Varlığı ve Bunun Suriye Krizine Yönelik Politikasına Etkisi”, Ortadoğu Analiz, Cilt 7, Sayı 66, Ocak-Şubat 2015, s.18. 18 Nurşin Ateşoğlu Güney ,a.g.m., s.18. 19 A.g.m. s.18-19 20 A.g.m., s.18-19 21 Gal Luft, “China’s New Grand Strategy for the Middle East”, Foreign Policy, Ocak 2016. 153 Gözde Demirel gelmeye başlamıştır. Çin’in doğal gaz ve petrole bağlılığı ve pazar darlığı, ikiliyi birbirine yaklaştırmıştır. Rusya ise Sibirya’daki kaynakları geliştirmek adına Çin’le yakınlaşmasını sürdürmektedir. Çin dış politikasının temel prensipleri 1954 yılında Mao Zedong zamanı ortaya konan ilkelere dayanmaktadır.22 Bu ilkeler; karşılıklı egemenlik toprak bütünlüğüne saygı, karşılıklı saldırmazlık prensibi, birbirinin iç işlerine müdahale etmeme, eşitlik ve karşılıklı fayda, barış içinde birlikte var olmadır. Bu ilkelere bağlılığını koruduğunu belirten Çin, Suriye’ye Rus müdahalesi sonrası bir müdahalede bulunmayacağını açıklamıştır.23Çin’in Kırmızı Kitabı’na göre de Çin’in askeri önceliği Asya-Pasifiktir. Afrika ve Ortadoğu’nun önceliği ise ticari hedeflere dayanmaktadır. Çin’in Suriye’de vizyonunun en önemli ayağı ekonomidir.24 Çin ekonomisinin dünyaya açılması sonrası, ekonomik faydayı korumak adına hareket etmektedir. Bu anlamda, ABD’nin petrol ve doğal gazdan kaynaklı Ortadoğu’ya bağımlılığı, “Shale Devrimi”25 ile azalırken, Çin’in bağımlığı artmıştır. Bununla birlikte, Ortadoğu Çin malları için önemli bir pazardır. Çin’in Yeni İpek Yolu projesi için de Ortadoğu stratejik bir konumdadır. Suriye özelinde ise, Çin inşaat firmalarının Suriye’de yatırımları vardır. Çin’in HUAWEI firması ise Suriye’de fiber optik altyapıyı kurmaktadır. Tablonun bu yanlarıyla Çin, ekonomik çıkarlarını korumak için bölgedeki tarafsızlık politikasını “aktifleştirmeye” yönelmiştir. Çin Rusya’nın müdahalesinde Suriye Rejimi’yle müzakerenin köktendinci cihadistlere karşı olduğunu savunmaktadır. Köktendinci İslam, Rusya gibi, Çin için de bir ulusal güvenlik meselesidir. DAİŞ’e Uygur Türklerinden de katılımın olması, DAİŞ’in Çince videolar yayınlayıp, 2020’ye kadar ele geçirilmesi gereken ülkeler arasında Çin’i de sayması ve ülkedeki Doğu Türkistan sorunu, Suriye’deki İç Savaşı ve DAİŞ’i Çin için tehdit haline getirmiştir.26 Sonuç Ortadoğu, uluslararası ilişkiler disiplininin dikkatini çektiği birçok gelişmeye sahne olmuştur. Hinnebusch’un deyimiyle Ortadoğu dış müdahaleler için 22 Fahir Armaoğlu, “20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, İstanbul, Alkım Kitabevi, 18.Baskı, Nisan 2012, s.690 23 Yun Sun, “Syria : What China has learned from its Libya experience” East-West Center Asia Pacific Bulletin, Sayı 152, , Şubat 2012. 24 Müge Yüce, “Arap Baharı Sonrası Ortadoğu’da Güç Politikaları: Çin Dış Politikasının Bölge Siyasetine Etkileri”, Yeni Ortadoğu: Toplum, Siyaset ve Ekonomi Konferansı, 24-25 Mart 2016, s.26. 25 Abdülkadir Develi, “New Energy Eco-Politics: Shale Gas Evoluation.” Adam Academy Journal of Social Sciences/Adam Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2013. 26 A.g.m. s.27 154 Uluslararası Aktörlerin Suriye Politikası istisnai bir mıknatıstır. 27Bu süreç ise kimilerine göre 1774 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması, kimilerine göre ise 1798 yılında Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesiyle başlamıştır. Bu olaylar, Ortadoğu’nun bir “oyun sahnesi” olarak görülme sürecini başlatmıştır. Dolayısıyla, Ortadoğu siyasetini anlamak için bölgenin kendisinden kaynaklanan faktörlerden daha çok bölgeye yönelik politikalar geliştiren batılı devletlerin bakış açıları önem kazanmaktadır.28 Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da, Türkiye ve İran dışında, Sykes-Picot Anlaşması’yla sınırları belirlenmeyen ülke mevcut değildir. Bu yüzden, yüzyılı aşkın süredir kendi kaderini tayin etme hakkı ellerinden alınan halkların, cari koşullarda bu hakkı etmeden fersah fersah uzaklaştırıldığı görülmektedir. Bunun en önemli göstergelerinden biri, Birleşmiş Milletler yapılanmasının halkın talebi ve iradesinin tezahürü sonucu iktidara gelen Mursi yönetimine darbe yapan Sisi diktasının, BM Güvenlik Konseyi üyeliğine rekor sayıyla seçilmesi olurken, bir diğer gösterge de; BM’nin Suriye halkından ziyade, halkına zulmettiği uluslararası toplumca kabul edilen Esed Rejimini muhatap seçmesidir. Halkların iradesi ve talebi yerine diktaların başatlığının hüküm sürdüğü coğrafyada, bölgenin merkezi gücü Türkiye ise bu işleyişin değişmesinde önemli konumdadır. Türkiye sürecin uluslararası düzeyde yürütülmesinden yana olan kararlığını ve uluslararası işbirliğinin sağlanması yönündeki tavrını sürdürmektir. Bu bağlamda da, ilişkilerin görece soğuk yürütüldüğü İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır’la olan ilişkilerde birtakım adımlar atma yoluna gitmiş, “uçak krizi” sonrası Rusya’yla gerilen ilişkileri onarma adına önemli bir insiyatif almıştır. Türkiye; ABD ve Rusya’nın Suriye’de kaosun devamı konusunda anlaşması üzerine yalnız bırakılmasına ve ülkede 15 Temmuz 2016’da bastırılan darbe girişiminin etkilerine rağmen, Suriye’deki halkın ve özellikle Türkiye sınırında güvenliğin sağlanması için, 24 Ağustos 2016’da Cerablus’a “Fırat Kalkanı Operasyonu” düzenlemiş ve bölgeyi terörden arındırma ve bölgede güvenliği yeniden tesis etmek adına başarılı bir harekat gerçekleştirmiştir. Fırat Kalkanı Operasyonu, Türkiye’nin Suriye’de kalıcı barışın tesisinde hayati bulduğu Suriye üniter yapısının korunması ve Kuzey Suriye hattında Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşumlara izin vermeme siyasetinin somut göstergesi olmuştur. Rusya’nın, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve bölgenin terörist unsurlardan tamamen temizlenmesi ortak hedeflerine ulaşmak için Tür- 27 Raymond Hinnebusch, “The International Politics of the Middle East”, Manchester University Press, 2003, s.3. 28 Burak Bilgehan Özpek, “En Uzun On Yıl: 11 Eylül Sonrası Ortadoğu”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 3, Sayı 2, Ocak 2012, s.183-215. 155 Gözde Demirel kiye ile iş birliği yapması gerekmektedir.29 Bu anlamda, Ankara ve Moskova, Suriye’de düzenin tekrar tesis edilebilmesi için birlikte çalışmak, en azından birbirlerine rakip olmamak konusunda geçmişe nazaran gözle görünür bir görüş birliği içindedirler. Bölgede düzenin tamamen tesis edilebilmesiyse, Rusya ve ABD’nin ikisinin birden Türkiye’yle iş birliğine yanaşması durumunda mümkün olacaktır. KAYNAKÇA Acun Can ve Bünyamin Keskin, “PKK’nın Suriye Örgütlenmesi PYD-YPG”, SETA Rapor, Şubat 2016. Anderson Tim, “America’s Dirty War on Syria: Bashar al Assad and Political Reform”, Global Research, Aralık 2015. Arıkan Pınar, “Suriye’nin Nusayri Yüzü ve İran”, Middle Eastern Analysis/Ortadoğu Analiz, Sayı 43, 2012. Armaoğlu, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, İstanbul, Alkım Kitabevi, 18.Baskı, Nisan 2012. Develi Abdülkadir, “New Energy Eco-Politics: Shale Gas Evoluation.” Adam Academy Journal of Social Sciences/Adam Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2013. Diriöz Ali Oğuz, “NATO’nun Ortadoğu’ya Yönelik Politikası ve Kurumsal Programları” Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı 40, Nisan 2012. Erhan Çağrı, “Fırat Kartalı”, Akademik Perspektif, Eylül 2016. Ersoy Eyüp, “ABD ve Suriye İç Savaşı: Yarından Sonrasına Hazırlık”, Ortadoğu Analiz, Cilt 8, Sayı 73, Mart-Nisan 2016. Goordazi, Jubin M., “Syria and Iran: Alliance Cooperation in a Changing Regional Environment” Ortadoğu Etütleri, 2013. Güney A.Nurşin, “Rusya Ukrayna’dan Sonra Suriye’de Neyin Peşinde”, Ortadoğu Analiz, Cilt 8, Sayı 72, Ocak-Şubat 2016. Hinnebusch Raymond, “The International Politics of the Middle East”, Manchester University Press, 2003. Indyk Martin S., Kenneth G. Lieberthal ve Michael E. O’Hanlon, “Scoring Obama’s Foreign Policy” , Foreign Affairs, Sayı 3, 2012. 29 Çağrı Erhan, “Fırat Kartalı” Akademik Perspektif, Eylül 2016. 156 Uluslararası Aktörlerin Suriye Politikası Kardaş Şaban, “Beşinci Yılında Suriye Krizi” OrtadoğuAnaliz, Cilt 8, Sayı 73, Mart-Nisan 2016. Luft Gal, “China’s New Grand Strategy for the Middle East”, Foreign Policy, Ocak 2016. Lynch, Marc, “How Syria Ruined the Arab Spring”, Foreign Policy, Ekim 2014. Mancur Olson, Jr., “The Logic of Collective Action: Public Goods and Theory of Groups”, Cambridge, Hardvard University Press, 1965. Mercan Muhammed Hüseyin, “ Rusya’nın Suriye’deki Askeri Varlığı ve Bunun Suriye Krizine Yönelik Etkisi”, Ortadoğu Analiz, Cilt 7, Sayı 66, Ocak Şubat 2015. Murray Donette, “Military action but not as we know it: Libya, Syria and the making of an Obama Doctrine”, Contemporary Politics, Nisan 2013. Oran Baskın Ed., Türk Dış Politikası Cilt III 2001-2012, Ankara, İletişim 2013. Özpek Burak Bilgehan, “En Uzun On Yıl: 11 Eylül Sonrası Ortadoğu”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 3, Sayı 2, Ocak 2012. Sun Yun, “Syria: What China has learned from its Libya experience” EastWest Center, Asia Pasific Bulletin, Sayı 152, Şubat 2012. Ulutaş Ufuk ve Halid Hoca, “Suriye: Devrim mi, Bölünme mi?”, SETA Analiz, Sayı 95, Mayıs 2014. Yalçın, Hasan Basri, “Obama Stratejisi ve Ortadoğu”, Akademik Ortadoğu, Cilt 9, Sayı 2, 2015. Yüce Müge, “Arap Baharı Sonrası Ortadoğu’da Güç Politikaları: Çin Dış Politikasının Bölge Siyasetine Etkisi”, Yeni Ortadoğu: Toplum, Siyaset ve Ekonomi Konferansı, Mart 2016. Zahler, Kathy A., “The Assads’ Syria”, Twenty-First Century Books, Mart 2012. 157 ORSAM Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara Tel: 0 (312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48 www.orsam.org.tr, [email protected]