üniversite öğrencilerinde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu

advertisement
T.C.
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
PSİKİYATRİ ANABİLİM DALI
Tez Yöneticisi
Doç. Dr. Cengiz TUĞLU
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE DİKKAT
EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU
YAYGINLIĞI, EŞTANI VE
RİSKLİ SAĞLIK DAVRANIŞLARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Özlem ÖZTÜRK ŞAHİN
EDİRNE – 2009
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimimde ve tez çalışmam
boyunca gösterdiği her türlü destek ve yardımdan
dolayı tez danışmanım Doç Dr. Cengiz Tuğlu’ya,
başta Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr Dr.
Ercan Abay olmak üzere Anabilim Dalımız
öğretim üyeleri, Doç. Dr. Okan Çalıyurt ve Doç.
Dr
Erdal
Vardar’a,
istatistik
konusunda
danışmanlık aldığım Doç. Dr. Necdet Süt’e,
eğitimimde emeği geçen TÜTF’ nin diğer anabilim
dallarında görevli hocalarıma, araştırma görevlisi
arkadaşlarıma, tez verilerini toplamamda yardımcı
olan intörn doktor arkadaşlarıma ve üniversitenin
diğer bölümlerinde görevli öğretim üyelerine ve
öğrencilerine teşekkür ederim.
Bu çalışma TÜBAP-910 No’lu proje ile
desteklenmiştir. Destekleri için teşekkür ederiz.
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ .......................................................................................................... 1
GENEL BİLGİLER ...................................................................................................... 3
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU
TARİHÇE VE SIKLIK ................................................................................................ 3
NÖROBİYOLOJİ ......................................................................................................... 10
TANI ÖLÇÜTLERİ ...................................................................................................... 17
KLİNİK GÖRÜNÜM ................................................................................................... 23
AYIRICI TANI, EŞTANI, İŞLEVSELLİKTE BOZULMA VE RİSK ALMA
DAVRANIŞLARI .......................................................................................................... 27
GEREÇ VE YÖNTEMLER ....................................................................................... 37
BULGULAR .................................................................................................................... 47
TARTIŞMA ...................................................................................................................... 74
SONUÇLAR ..................................................................................................................... 90
ÖZET .................................................................................................................................. 94
SUMMARY ...................................................................................................................... 96
KAYNAKLAR ................................................................................................................ 98
EKLER
SİMGE VE KISALTMALAR
BT
: Bilgisayarlı tomografi
CDC
: Center’s of Disease Control and Prevention (Hastalık Kontrol ve Önleme
Merkezi)
ÇDEHB
: Çocukluk DEHB
DAT
: Dopamin taşıyıcısı
DEHB
: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
DRD2
: Dopamin tip 2 reseptörü
DRD4
: Dopamin tip 4 reseptörü
DSM
: Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders
EDEHB
: Erişkin DEHB
EEG
: Elektroensefalografi
ERP
: Evoked response potential (uyarılmış potansiyel yanıt)
ICD
: International Classification of Diseases
MBD
: Minimal Beyin Disfonksiyonu
MRI
:Manyetik Rezonans Görüntüleme
NCS
: National Comorbidity Survey (Amerikan Ulusal Eştanı Çalışması)
PET
: Pozitron Emisyon Tomografi
OKB
: Obsesif Kompulsif Bozukluk
RSİ
: Riskli Sağlık İndeksi
SCID
: Structured Clinical Interview for Diagnosis
SPECT
: Single Photon Emisyon Computerized Tomografi
VKİ
: Vücut Kitle İndeksi
YRBSQ
: Youth Risk Behavior Survey Questionnaire (Gençlik Riskli Davranış İzlem
Anketi)
GİRİŞ VE AMAÇ
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağında gözlenen önemli
bir nöropsikiyatrik bozukluktur. Kuzey ve Güney Amerika, Kuzey ve Doğu Avrupa ve Asya
dahil tüm dünya da yaygın olduğu gösterilmiştir ve çocuk ve ergenlerdeki sıklığı %5-10’dur
(1,2). DEHB bozukluğu geçmişte çocukluk döneminde davranış kontrolünde gelişimsel bir
gecikme olarak görülmekteydi ve bu bozukluğun ergenlikte düzeldiği düşünülmekteydi.
Öncelikle DEHB olan çocukların uzun dönem izlem çalışmalarıyla olmak üzere çocukluk
döneminde saptanan DEHB’nin erişkin dönemde de devam ettiği birçok çalışmada
gösterilmiştir (1). Yeni uzunlamasına çalışmalar çocukluk DEHB olgularının %50-70’inin
genç erişkinliğe kadar devam ettiğini göstermiştir (1). Daha sonra Amerika Birleşik
Devletleri’nde yapılan geniş örneklemli bir toplum çalışmasında erişkin dönemde %4,4
oranında DEHB olduğu saptanmıştır (3). Artık erişkin DEHB yaygın olarak kabul edilen bir
tanı olmuştur. Ülkemizde ise erişkin DEHB sıklığı hakkında yeterli veri yoktur.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu yaşama, kişiler arası ilişkilere, okul ve iş
dünyasına yansıyan çeşitli olumsuz etkileri açısından toplumun ve sağlık hizmetlerinin önemli
sorunlarından birisidir. DEHB çocukluk ya da erişkin döneminde olsun sadece hastaları değil
çevrelerini, ailelerini, ebeveynlerini de etkiler. Riskli sağlık davranışları açısından tehdit
altında olan ergen ve genç erişkinlerde DEHB varlığında sigara ve madde kötüye kullanımı,
yasal sorunlar, kötü akran ilişkileri, kendine güven kaybı, okul ve iş başarısında düşüklük ve
psikiyatrik eştanılar gözlenir. Bu kişilerde kazalar, intihar girişimi ve şiddet gibi aslında
önlenebilir ve tedavi edilebilir sorunlar olan riskli davranışların belirlenip değerlendirilmesi
de önemlidir. Çocukluk ve ergenlik döneminde edinilen riskli davranışların sonuçları erişkin
1
döneme kadar yansıyabilmektedir. Riskli sağlık davranışlarının yarattığı sorunların dikkate
alınması, sorunlarla baş edebilmede gençlere yardımcı olabilmek bakımından kaçınılmaz bir
gereksinim olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine de ülkemizde riskli sağlık davranışlarına
yönelik çalışmalar henüz yapılandırılmış ulusal bir izlem programı düzeyine ulaşmamıştır.
Psikiyatristlerin dikkat eksikliği hiperaktivite sorunu yaşayan çocukların hayatında
oynadığı rol çocukların gelişimini engelleyen, yollarını tıkayan engelleri ortadan kaldırıp
kendilerini geliştirmeye devam etmelerini sağlamaktır. Erişkinlerde, ülkemizde çocuklara ve
ergenlere sağlanan psikiyatrik hizmetlerin kısıtlılığı düşünülürse, zaten devam etmekte olan
gelişimin önündeki yolu açma görevine oluşmuş hasarın kontrolü ve telafisini de eklemek
gerekmektedir. DEHB’nin erişkinlikte aldığı biçimlerin ve yaratabileceği psikiyatrik
sorunların psikiyatri uzmanları tarafından bilinmesine ciddi bir gereksinim hissedilmektedir.
Bu çalışmanın amacı önemli bir toplum sağlığı sorunu olan DEHB’nin üniversite
öğrencilerindeki sıklığını, eşlik eden sorunlar ve riskli sağlık davranışları açısından
durumlarını belirlemek ve psikiyatrik eştanıları saptamaktır.
2
GENEL BİLGİLER
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNDA TARİHÇE VE
SIKLIK
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu yedi yaşından önce başlayan, kendini dikkat
eksikliği, aşırı hareketlilik ve dürtüsellikle gösteren nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Önde
gelen çocukluk çağı psikiyatrik hastalıklarından birisi olan bu bozukluğun erişkin
psikiyatrisindeki önemi de giderek artmaktadır.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı geçmişe dayanmaktadır. DEHB’nin
tipik bulguları 1846 yılında daha sonra Frankfurt’taki ilk akıl hastanesini kuran Heinrich
Hoffmann tarafından basılmış olan bir çocuk kitabında tanımlanmıştır (4).
Dikkat eksikliği ve davranım sorunları olan çocukların varlığına 1902 yılında George
Still tarafından dikkat çekilmiştir ve “Defects in Moral Control” adı altında Still,
hiperaktivite, öğrenme güçlükleri, dikkat problemleri ve davranım bozukluklarını içeren
sorunları tanımlamış ve etyolojide çevresel etkenler rol oynayabilse de büyük olasılıkla
genetik nedenlere bağlı olabileceğini bildirmiştir. Birinci dünya savaşı sonrasında ortaya
çıkan influenza ensefaliti epidemisi sırasında ensefalit geçirmiş olan çocuklarda hastalıktan
sonra gelişen ve Still’in tanımladığına benzeyen hiperaktivite, dürtüsellik, antisosyal
davranışlar ve duygusal değişiklikleri Kahn ve Cohen 1934 yılında “organik kökenli” olarak
tanımlamış ve bu durumun beyin sapındaki hasara bağlı olabileceğini düşünmüşlerdir. Daha
sonra 1937’de Bradley amfetamin tedavisiyle hiperaktif çocukların belirtilerinde düzelme
saptayarak bu durumu minimal beyin disfonksiyonu (MBD) ya da hasarı olarak tanımlamıştır.
1941’de Gesell yayınladığı Gelişimsel Çocuk Hastalıkları kitabında minimal beyin hasarını
daha çok kalıtsal olan motor güçsüzlük ve garip davranışlarla belirli bir durum olarak
3
tanımlamıştır. Knobloch ve Pasamanick 1959 yılında yaptıkları çalışmada MBD olan
çocukların belirtilerinin öğrenme bozuklukları, hiperaktivite gibi hafif bir sekelden mental
retardasyon, serebral palsi gibi ciddi anormalliklere varan geniş bir yelpazede olduğunu
göstermişlerdir Ayrıca Clements ve Peters tarafından 1960’lı yıllarda hiperaktif çocukların
sadece küçük bir kısmında beyin hasarı olduğu ortaya konmuştur (2,5-9).
Still “Defects in Moral Control” olarak tanımladığı olguların kronik olduğuna
inanıyordu. Böylece ilk kez DEHB’nin erişkin dönemde süreceğinden, en azından çocukluk
olgularının erişkin dönemde benzer bulgulara sahip olabileceğinden söz ediliyordu. Still
erişkin DEHB olasılığına işaret etmesine rağmen erişkinlerin bu kronik çocukluk çağı
bozukluğunun belirtilerini sergileyebileceğine ilişkin ilk çalışmalar 1960’ların sonlarına doğru
basılmaya başlanmıştır. O dönemlerde bozukluk MBD olarak tanınıyordu. Üç farklı açıdan
erişkin bozukluğundan söz ediliyordu. Harticollis (1968) ergen ve genç erişkin dönemdeki
olguların nörofizyolojik ve psikiyatrik değerlendirmelerini yayınladığı makalesinde ilk kez
DEHB’nin erişkin dönemde sürdüğünü bildirdi. Bu olguların nörofizyolojik değerlendirmesi
MBD’nunu gösteriyordu. Davranış profilleri ise Still’in tanımladığı çocuk olgulara benzer
şekilde dürtüsellik, aşırı hareketlilik, duygudurumda labilite ile saldırgan davranışlara ve
depresyona yatkınlığı içeriyordu. Bu bireylerin bazıları bu davranışları çocukluklarından beri
hiç değişmeksizin sergiliyordu. Harticollis psikoanalitik kurama dayanarak bu durumun ego
gelişimindeki erken ve olasılıkla konjenital kusurun başarılı, görev odaklı ve çok meşgul olan
ebeveyn örüntüsü ile etkileşmesi sonucu oluştuğunu ileri sürdü. Yani belirli çocuk yetiştirme
örüntüsüne sahip, mükemmeliyetçilik beklentisi içindeki ebeveynlerin yetiştirdiği, doğuştan
gelen bilişsel kusurlar sergileyen çocuklarda MBD oluşuyordu. Mendelson (1971) ve Menkes
(1967) yaptıkları izlem çalışmalarında pek çok olguda MBD/Hiperaktivite belirtilerinin
erişkin dönemde sürdüğünü gösterdiler. Cantwell (1975) ve Morison (1973) ise hiperaktif
çocukların ebeveynlerinin de hiperaktif olduğunu ve erişkin dönemde sosyapati, histeri ve
alkolizm sorunları olduğunu gösteren araştırmalarını yayınladılar (6).
Quitkin ve Klein 1969’da çalışmalarında MBD olgularında organisite-beyin hasarının
davranışsal belirtilerini araştırdılar ve kontrol grubuna kıyasla 2 kat daha fazla organisiteye
işaret eden EEG anormallikleri ve psikolojik testlerde bozulmalar saptadılar. Ayrıca dikkati
çeken bir diğer nokta erken yaşta hiperaktif-dürtüsellik ve dikkat eksikliği sergilemenin
erişkin dönemdeki dürtüsel-yıkıcı davranışları öngördüğünü yani bozukluğun erişkin döneme
dek sürdüğünü işaret eden bulgularıydı. Hartikollis’in psikoanalitik hipotezinde işaret ettiği
çocuk yetiştirme stilini hastalarında gözlemlemediklerinden Still’in görüşlerini benimsediler
4
ve “ebeveynlerin bozukluğun yol açtığı sorunlarını şiddetlendirebileceğini fakat bu dürtüselyıkıcı sendromun oluşumunda rol oynamadıklarını” ileri sürerek tedavide fenotiazin gurubu
ilaçlar ve yapılandırılmış eğitimin önemine dikkat çektiler. 1972’de Shelley ve Reister MBD
olarak tanımlanan erişkin olgularda organisiteye işaret etmişlerdir ve bu olgularda klinik
olarak odaklanma güçlüğü, duygusal labilite, dürtü kontrollerini kaybetme korkusu,
irritabilite, anksiyete ve özgüven kaybı tanımlarken EEG bulguları, silik nörointegratif
bozuklukları göstermişlerdir. Motor gelişim ve koordinasyonla ilgili sorunlar günümüzde iyi
tanımlanmaktadır (2,6).
1973’te Pontius MBD’li 100 erişkin hastadaki klinik gözlemlerini bildirmiş ve
bozukluğun frontal lob ve kaudat disfonksiyonundan kaynakladığını ileri sürmüştür. Onun
gözlemleri 1996 ve 1997 yıllarında Castellanos ve Filipek tarafından DEHB’de prefrontalcaudat ağda azalmayı gösteren araştırma sonuçlarıyla doğrulanmıştır (6,10)
Morison ve Minkoff 1975’de erişkinlerdeki patlayıcı kişilik bozukluğu ya da ataklarla
giden kontrolsüzlük sendromunun hiperaktif çocukların erişkin görünümü olabileceğini ileri
sürdü. Mann ve Greenspan 1976’da erişkinlerde MBD’nin ayrı bir klinik tanı olduğunu
tartıştılar ve belirtilerin imipramin veya uyarıcı tedaviye yanıt verdiğini buldular (6).
19. yüzyılda opium, 20. yüzyılın başlarında barbitüratlarla tedavi edilen hiperaktif
çocuklar ancak 1930’lardan sonra özgül ilaçlarla (amfetamin) tedavi edilmeye başlanmıştır.
İlk kez 1937’de Bradley hiperaktif çocuklarda benzedrinin (rasemik amfetamin sülfat) faydalı
etkileri olduğunu yayınlamıştır. 1950’lerde davranış bozukluğu sergileyen çocuklarda
klorpromazin gibi çeşitli antipsikotikler kullanılmıştır. 1954’de Avrupa’da, 1956’da Amerika
Birleşik Devletleri’nde depresyon tedavisi için kullanıma giren metilfenidat 1970’lerden sonra
DEHB tedavisinde kullanılmaya başlanmış ve uyarıcılar DEHB’de tercih edilir tedavi haline
gelmiştir. Uyarıcıların erişkin MBD olgularında etkinliğini doğrulayan ilk çift kör plasebo
kontrollü bilimsel araştırma Wood ve ark. tarafından 1976’da yayınlanmıştır ve 1970 ve
1980’li yıllarda yapılan çeşitli çalışmalarda çocukluk MBD ya da hiperaktivitesi erişkin
dönemde sürdüğü ve tedavisinde uyarıcı ve antidepresanların faydalı olabileceği bildirilmiştir.
Ancak psikiyatristlerin çocukluk DEHB’sinin erişkin görünümlerini fark etmesi ve tedavide
uyarıcıları önermesi 1990’ları bulmuştur (2,6,7,9,11).
Zametkin ve ark. 1990’da erişkin DEHB olgularında ilk nörogörüntüleme çalışmasını
yayınlamışlardır ve bu PET (pozitron emisyon tomografi) çalışmasında hem global olarak
hem de prefrontal korteks de ve anterior singulatta azalmış glikoz metabolizması
gösterilmiştir (10).
5
Bilimsel sınıflandırma çalışmaları 1968 de DSM–II ile başlamış ve tanı ölçütlerinde
“Çocukluğun hiperaktif reaksiyonu” olarak yer almıştır ve bir erişkin bozukluğundan söz
edilmiyordu. Tek bir semptom olarak motor etkinliği ön plana çıkartan bu tanımlamalar
etyoloji ile ilgili bir görüş bildirmemektedir. Bu hiperaktif tepkiler eğer davranım bozukluğu
ile birlikteyse “Hiperkinetik davranım bozukluğu” olarak adlandırılmıştır. DSM-III’ de (1980)
ise dikkat eksikliği bozukluğu bir çocukluk tanısı olarak tanımlandı ve “Hiperaktivitenin eşlik
ettiği dikkat eksikliği” ve “Hiperaktivitenin eşlik etmediği dikkat eksikliği” olarak
adlandırıldı. DSM III’te tanı ölçütlerinde değişiklik yapılarak hastalığın ana belirtileri “dikkat
eksikliği” “dürtüsellik” ve “hiperaktivite” olarak belirlenmiştir. Ayrıca Dikkat eksikliği
bozukluğu-rezidüel tip olarak çocuklukta tanı konan olgulardan belirtileri devam edenlerde
erişkin tanısına olanak sağlandı. Bu DSM-III kategorisi erişkinlerin tüm DEHB bulgularını
göstermeyeceği düşüncesini içeriyordu. Gözden geçirilmiş DSM-III-R’de “Dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu” olarak adlandırılmış ve DEHB olan çocukların %30 kadarında
belirtilerin erişkinlikte devam ettiği belirtilmiştir. DSM-IV’te yıkıcı davranım bozuklukları
başlığı altına alınmıştır ve ek önemli tanısal açıklamalar yer almıştır. DEHB’nin de dahil
edildiği yıkıcı davranış bozukluklarının içinde, davranım bozukluğu ve karşıt olma karşı
gelme bozukluğuna da yer verilmiş, bu durumlar yüksek birlikteliğine karşın farklı klinik
durumlar olarak bildirilmiştir. Bulguların en azından 6 aydır devam ediyor olması
vurgulanmış ve bulguların anlamlı olabilmesi için yaşa uygun normların dışında olması
gerektiği üstünde durulmuştur. Günümüzde DSM-IV-TR yanı sıra ICD-10’da (International
Classification of Diseases) çocukluk dönemi psikiyatrik bozuklukları başlığı altında ele
alınmaktadır. ICD-10’da “Hiperkinetik bozukluk” olarak adlandırılan durumun 5 yaşından
önce başlaması gerektiği, hemen her alanda dikkat süresi ve yoğunluğuna ilişkin sorunların
bulunduğu ve aşırı motor hareketliliğin olduğu bildirilmiştir. ICD-10’da ek olarak sıklıkla
motor ve dil gelişiminin geciktiği bildirilmiştir. DSM-IV-TR erişkin tanısına izin vermektedir
ancak yinede olguların çoğunda belirtilerin genç ergenlik ve genç erişkinlikte kaybolacağı
belirtilmiştir. Sayıları gittikçe artan yeni çalışmaların gelecekteki DSM baskılarında tanı
ölçütlerinin erişkinlere daha uygun olmasını sağlaması beklenebilir (1,2,9,12,13).
Epidemiyolojik çalışmalar DEHB’nin yaygın bir bozukluk olduğunu göstermiştir.
Tanıma göre sıklığı farklılıklar göstermekle birlikte, DSM-IV tanı ölçütlerine göre çocuk ve
ergenlerdeki sıklığı %5-10’dur. Dünyanın değişik ülkelerinde yaygınlığı ortaya konmuştur ve
sadece batı ülkelerinde görülen bir bozukluk değildir (1,2,11,14).
6
Yaygınlık çalışmalarında ebeveyn ya da öğretmenden bilgi alınmasına, tanı araçlarına,
kullanılan ölçeklerin kesim noktalarına, yapılandırılmış ya da yarı yapılandırılmış görüşme
şekillerine, örneklem alınan popülasyona bağlı olarak ve kullanılan tanı ölçütlerinin katılığına
göre sıklık oranları değişmektedir. ICD tanı ölçütlerinin kullanıldığında daha düşük sıklık
saptanmaktadır. Örneğin Çin’de okul çocuklarından oluşan popülasyonda ICD–10 ölçütleri
uygulandığında %0,78, DSM III ölçütleri kullanıldığında %6,1 ve DSM III-R ölçütlerine göre
ise %8,9 oranında DEHB saptanmıştır. Prevelansının mevcut verilerdeki sıklık oranlarından
oldukça yüksek olduğu ve çoğu olgunun uygun tedaviyi almadığı da tartışılmaktadır. DSM-IV
uyumlu çalışmalarda yaygınlık %0,2-12,2 arasında bildirilmektedir. DSM-III tanı sisteminin
değişerek üç alt tip oluşturulmasının altından çocuklarda yaygınlığın %16,1 gibi oranlara
çıktığı da belirtilmektedir (6,11,14-17).
Ülkemizde yapılan çalışmalarda; İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Kliniğine
1957–1978 yılları arasında başvuran olgular geriye dönük olarak değerlendirildiğinde %4,7
(25.749 başvuruda 1220 olgu) MBD tanısı konduğu bildirilmiştir. İstanbul’da ilkokul
çocuklarından oluşan örneklemde DEHB sıklığı %5 olarak bulunmuştur (18). Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisine başvuranların değerlendirildiği klinik
örneklemde yapılan çalışmada kliniğe başvuranlarda oran %10 bulunmuştur (19). Bursa ilinde
bir ilkokul örnekleminde %8,6 oranında sıklık saptanmıştır (20).
Öte yandan tedavi açısından rakamlara bakıldığında düşüklük mevcuttur. Ülkemizde
DEHB tanılı çocuk ve ergenlerin en azından %5 olduğunu, 6-18 yaş arası öğrenci nüfusun
yaklaşık 15 milyon olduğu varsayılsa ve bunların %1’inin tedavi alması gerektiği düşünülürse
DEHB tedavisi ihtiyacının 150.000 olduğu görülmektedir ancak Şubat 2004 verilerine göre
4000 kişi ilaç tedavisi altındadır (21). Çocuklara gereksiz tedavi uygulanabileceği mitinin
aksine CDC (Center’s of Disease Control and Prevention-Hastalık Kontrol ve Önleme
Merkezi) verilerine göre de DEHB’li çocuklar tedavi edilmeme eğilimindedir. Tedavi oranları
hastalık oranlarından düşüktür (7). Erişkinlerde ise tedavi alanlara bakıldığında bozukluk
%0,1 oranında gibi gözükmektedir ve bu da tedavi gereksinimi olan ama tedavi edilmeyen
büyük bir hasta grubu olduğunu göstermektedir. Erişkinlerde tedavi oranlarının düşme sebebi
ergenlikten genç erişkin döneme geçen olguların erişkin psikiyatristlere devredilmemesi ve
olguların artmış risk alma davranışı gösteren bir kısmının tedavi için başvurmamasıdır.
Tedavi altındaki erişkinlerin 1/3’ü çocukluk döneminde de tedavi almıştır (14).
Erişkinlerde DEHB’nin oluşumuyla ilgili epidemiyolojik çalışmalar yetersizdir.
DEHB’nin uygun bir şekilde örneklenmesi zordur, diğer bozukluklarla sıklıkla karışır,
7
olguların bir kısmının evsizler ve hapistekiler olması nedeniyle genel gruba yansımaması
olasıdır. Eldeki veriler DEHB’nin erişkin dönemde düşünüldüğünden yüksek oranlarda
görüldüğünü ve erişkinlerde yol açtığı etki ve sonuçların oldukça kötü olduğunu
göstermektedir (13).
Erişkin sıklığını tahmin etmeye yönelik çabalardan ilki çocukluktan erişkinliğe geçen
olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalar olmuştur. İzlenen olguların yarısından çoğunun
çalışmayı sürdürdüğü sadece 4 tane uzunlamasına çalışma mevcuttur. Montreal çalışmasında
olguların 2/3’ünde hastalığın temel semptomlarından en az birinin sürdüğü ve %34’ünde
şiddetli semptomların olduğu bildirilmiştir (6). İsveç çalışmasında da benzer sonuçlar elde
edilmiş ve 22 yaşında belirgin hastalık semptomlarının olguların %49’unda, kontrol grubunda
ise %9’unda olduğunu göstermişlerdir(22) . New York çalışmasında 23 yaşına kadar izlenen 2
farklı grup hastada olguların %31 ve %43’ünün DSM III ölçütlerine göre DEHB tanısı
aldığını gösterilmiştir (23). Hem hasta hem de ebeveyn değerlendirmelerinin kullanıldığı ve
olguların 21 yaşına kadar izlendiği Milwaukee çalışmasında kişinin kendi bildirimine dayalı
DSM-III-R’ye göre yapılan değerlendirmede genç erişkin dönemde olguların sadece %3-5’i
DEHB tanısı alırken, ebeveyn görüşmeleri DSM-IV ölçütlerine göre değerlendirildiğinde bu
oran %42’ye çıkıyordu. Bu çalışmada eğer tanı ölçütlerine ebeveyn değerlendirmelerinin de
eklenmesi söz konusu olsa başlangıçtaki hiperaktif grubun en az %66’sının genç erişkin
dönemde hastalık ölçütlerini karşıladığı tartışılmıştır (24).
Çin’de yürütülen bir izlem çalışmasında 15 yıl önce MBD tanısı konmuş çocukların
%70’inde genç erişkin dönemde DEHB semptomlarının sürdüğü gösterilmiştir (6).
Bu araştırmalar sonucunda çocukluk çağında başlayan DEHB’nin %50-70 arasında
devamlılık göstereceği beklentisiyle araştırıcılar erişkinlerde DEHB’nin yaygınlığını %2-4
arasında tahmin etmişlerdir (1).
Erişkin olguların örneklendiği bir çalışmada Massachusetts bölgesinde 17-84 yaş arası
720 erişkinde DSM-IV ölçütlerine göre %4,7 DEHB saptanmıştır (16). Amerika Birleşik
Devletleri’nde kolej öğrencilerinde yapılan çalışmalarda 1995’te %7 oranında, 1998’te %4,
2001’de kızlarda %3,9, erkeklerde %2,9 sıklık bildirilmiştir (6). Amerika Birleşik
Devletleri’nde yapılan toplum bazlı bir çalışmada 19 yaşındaki sıklık %7,5 olarak bulunurken
2005 yılında 966 rasgele seçilmiş erişkinle yapılan bir çalışmada DSM-IV’e göre %2,9 sıklık
saptanmış, eşik altı ölçütleri de karşılayanlarda dahil edildiğinde tahmini sıklık %16,4 olarak
bulunmuştur (5,25). Almanya’da, birinci basamakta ICD-10 tanı ölçütlerine göre tanı konmuş
8
ve tedavi alan kişilerin geriye dönük olarak değerlendirildiği çalışmada 7-12 yaş arası sıklık
%4,97, 13-19 yaş arası %1,31 ve 20 yaş üstü %0,04 bulunmuştur (17).
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan geniş örneklemli başka bir çalışmada ise
toplumda erişkin DEHB tahmini sıklığının %4.4 olduğu saptanmıştır (3). Bu çalışma NCS’nin
(National Comorbidity Survey-Ulusal Eştanı Çalışması) bir parçasıdır ve ulusu temsil edecek
şekilde seçilmiş 18-44 yaş arası 3199 kişi üzerinde yürütülmüştür. Taramada pozitif sonuç
verenlerin arasından körlemesine 154 kişi seçilerek DSM-IV ölçütlerine göre tanısal görüşme
yapılmıştır.
Son dönemde dünya çapında yaygınlığın araştırıldığı çalışmada Fayyad ve ark (26)
%3,4 tahmini sıklık saptamışlar ve gelişmiş ülkelerde daha yüksek (%4,2) olduğunu
bildirmişlerdir.
Ülkemizde erişkinlerde DEHB sıklığı ile ilgili toplum çalışmalarından çok özel hasta
grupları ya da DEHB’li çocukların ebeveynlerindeki sıklıkla ilgili veriler mevcuttur. Bipolar
bozukluğu olan hastalarda %15,9-16,3, alkol bağımlılığı tanısı almış hastalarda %25, DEHB
olan çocukların ebeveynlerinde %24,3-43,5 oranında erişkin DEHB bildirilmiştir (27-32).
İstanbul’da genel erişkin psikiyatri polikliniğine ilk kez başvuran ya da herhangi bir tanıyla
izlenmekte olan ardışık 850 hastanın tarandığı çalışmada DEHB sıklığı %1,6 saptanmıştır
(25).
Çocukluk döneminde çeşitli çalışmalarda erkek: kız oranı 2:1-6:1 arasında bildirilirken
erişkin örneklemlerde 1:1 bulunmuştur. Yaşla birlikte ortaya çıkan cinsiyet oranlarındaki bu
değişimin çeşitli açıklamaları olabilir. Bunlardan birisi erişkin dönemde özellikle dikkat
eksikliği semptomlarının soruna yol açması ve kadınlarda dikkat eksikliği semptomlarının
baskın olmasıyla cinsiyet oranının 1:1’e yükselmesidir. Diğer bir olasılıkta çocukların
yakınları tarafından, erişkinlerin kendilerinin başvurması ve yakınmalarını dile getirmesidir.
Dikkatsizlik daha çok bireyi, diğer yıkıcı semptomlar ise çevreyi rahatsız etmekte ve erkek
çocuklardan daha çok yakınılmaktadır. Belirtilerini dışa vuran erkeklerin tersine kız çocuklar
olumsuz geri bildirimleri içselleştirme, özür dileme, uyum sağlamaya çalışma, suçu üzerine
alma ve kavga etmeme eğilimindedirler. Beklentileri karşılamak için daha çok çalışarak ve
yetersizlikleriyle başa çıkarak başarılı öğrenciler olmayı lise dönemine dek sağlayabilirler.
Eştanıların erkek çocuklarda fazla olması da erkek çocukların daha çok tedaviye
götürülmesini doğurarak klinik örneklemlerdeki yüksek oranların toplum örneklemlerindeki
3:1’e düşmesinin sebebi olarak düşünülmektedir. Bir diğer olasılıkta diğer tıbbi durumlarda
9
olduğu gibi kadınların daha çok yakınmalarını dile getirmesi ve yardım aramasıdır
(2,7,15,16,33,34).
DİKKAT
EKSİKLİĞİ
HİPERAKTİVİTE
BOZUKLUĞUNDA
NÖROBİYOLOJİ
Çevremizden sürekli uyaran alırız ve beynimiz bunları aynı anda işleyemez. Bu
uyaranları seçmeli, zihinsel süzgeçten geçirmeli ve bilgiyi anlaşılabilir basamaklara
bölmeliyiz. Dikkat bu işleyişin bilişsel aygıtıdır. Dikkat tek bir işlev değildir ve dikkatin
kapasitesi, seçici dikkat, yanıtın seçilmesi ve yürütücü kontrol ve dikkatin sürdürülmesini
içerir. Bu farklı işlevler ilişkili ve bir sistem olarak organize olmuş farklı beyin bölgelerini
ilgilendirir.
Odaklanmak ve dikkatimizi vermek için hepimizin belirli bir dikkat kapasitesi vardır.
Dikkatimizi verme kapasitemizi pek çok neden etkiler. Bir uyaranın üzerimizde ne kadar
baskı oluşturduğu ya da kaç tane uyaran olduğu gibi dışsal etkenlerin yanı sıra çeşitli yapısal
veya enerjik içsel etkenler mevcuttur. Uyarılma, duygudurum, dürtü ve motivasyon enerjik
etkenleri oluşturur ve bireysel farklılıklar gösterir. Yapısal etkenler işleme hızı, bellek
kapasitesi ile sistemin uzamsal ve zamansal dinamikleridir. Genellikle işleme hızı arttıkça
belli bir zaman aralığında daha fazla çalışabiliriz. Odaklanmada dikkat belirli bir görev için
etkin kaynak ayırmamızı gerektirir. Uyaranlar ya da görev zorlaştıkça dikkat performansımız
düşer.
Dikkatin seçiciliği görevle ilişkili bilgiye cevaben sürecin işlemesidir. Belirli
uyaranları seçtikçe diğerlerini baskılarız ve yönetilebilir miktarda tutarız. Seçici dikkatimiz en
önemli iç ve dış uyaranlara odaklanmamızı sağlar.
Sıklıkla dikkatimiz hedefe yöneliktir. Bir uyarana yanıt verdiğimizde olasılıklardan
birini seçeriz. Niyetimiz davranışlarımızı şekillendirir. Yanıtın seçilmesindeki dikkat süreci
yürütücü işlevlerle ilişkilidir. Yürütücü işlevler niyet, seçmek, başlatmak, durdurmak,
kolaylaştırmak ve değiştirmeyi içerir. Bunların altında kategorizasyon, organizasyon,
soyutlama gibi karmaşık süreçler yatar. Nöral mekanizmalar hedef uyarana yanıtı
güçlendirebilir ve hedeflenmemiş uyaranı baskılayabilir. Yürütücü işlevler iyi işlediğinde
gereğinde baskılanır gereğinde güçlendirilir.
Dikkati sürdürmek güç bir işlevdir. Önceki eylemlerin pozitif ve negatif geri
bildirimlerini sürekli işlemeyi gerektirir ve kısıtlı bir sürdürüm kapasitemiz vardır. Uyanıklık
belirli hedeflere yönelik dikkatin sürdürülmesidir. Uyanıklık çevrede rasgele oluşan küçük
10
değişiklikleri saptayıp yanıtlamamızı sağlar. Dikkatin dört ana parçası olan uyaranların
seçilmesi, dikkat kapasitesi, yanıt seçiminin kontrolü ve dikkatin sürdürülmesi aracılığıyla
bilgi işleyişi olur (5,35,36).
Görüldüğü üzere tek bir süreç olmayan dikkat pek çok nöral sisteme yayılır ve bellek,
bilinç, uyanıklık, tetikte olmayla iç içedir. Dikkati sağlayan nöral ağlar beyinde yaygın
yerleşmiştir ve prefrontal korteks, paryetal korteks, singulat gyrus (bunlar birbiriyle karşılıklı
bağlantıları yoğun olan alanlardır), amygdala-hipokampus gibi limbik yapılar, bazal
gangliyonlar, talamus, retiküler formasyon ve serebellumu içerir. Serebellumun dikkatteki
önemi üzerinde son yıllarda oldukça fazla durulmaktadır, motor kontrol ve inhibisyonu
düzenlemesinin yanı sıra serebellum yürütücü işlevlerde dahil bilişsel süreçlerde rol oynar.
Bazal gangliyonlar yürütücü işlevlerde gerekli devrelere katılırlar. Singulat korteks
motivasyon ve yanıtları seçme ve baskılama da önemli rol oynar. Lateral prefrontal ve parietal
korteks dikkatin sürdürümü ve yönlendirilmesinde rol oynar. Parietal lobül ve superior
temporal sulkus uyaranın hedeflenmesine yardımcı olan alanlardır. Beyin sapı retiküler aktive
edici sistem ve özellikle talamik çekirdekler dikkatin tonunu düzenler ve engelleyicileri filtre
eder. Superior ve temporal kortekslerin ve korpus striatumun dikkatin odaklanması, dış
paryetel ve korpus striatal bölgelerin motor yürütücü işlevlerde, hipokampusun kodlamada,
dorsolateral prefrontal korteksin dikkatin odaklanması, kaydırılması ve çalışma belleği de
dahil planlama ve yürütücü işlevlerde önemli olduğu bildirilmiştir. Dikkat daha baskın
olduğunda sağ frontal lob baskındır. DEHB’de de bu belirli bölgeler de sorun olması beklenir.
DEHB’de temel anormallikler frontal korteks ve striatum arasındaki bağlantılardadır. Ayrıca
bozukluk serebellum ve frontal lob arasındaki devreleri de içerir (1,5,35,36).
Bozukluğun baskın olarak noradrenerjik olan frontokortikal etkinlikte ve baskın olarak
dopaminerjik olan alt striatal yapılardaki inhibitör etkinin düzenlenmesi ile ilişkili olduğu ileri
sürülmektedir. Dopaminerjik agonist etki altında olan striatal yapılar adrenerjik ajanlara
duyarlı yüksek yapılarla kontrol edilir ya da düzenlenir (5).
Yürütücü işlevlerin merkezi frontal loblardır. Frontal lob işleviyle ilişkili sorunlar
DEHB’de temeldir. Frontal loblar soyut düşünce, çalışma belleği (bilgiyi mantıklı
basamaklarda ele alma yeteneği), dürtüselliği (yapmak istediğimiz ya da yapılması gerekeni
yapabilme kapasitemiz) ve yürütücü kontrolü (gerçek dünya da başarıyı sağlayan
organizasyon, odaklanma, bütünleştirme yeteneği) düzenler. Yürütücü kontrolde yetersizlik
gösteren bireyler dürtüsel olabilir, dikkat dağınıklığı sergileyebilir ve görevlerini
tamamlamada güçlük çeker, düşünmeden ya da pervasızca davranmaya eğilimli olur. DEHB
11
olan kişilerin travmatik frontal lob hasarı olan kişilerle benzer bilişsel bozuklukları vardır
ancak belirgin patoloji sergilemezler. Yürütücü işlevlerin iyi yürütülememesi sonucu frontal
lob disinhibisyonu olur ve DEHB olan bireyler erişkin olmaktansa risk alan ergenler olarak
kalırlar (1,5,35-38).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan kişilerin rutin elektroensefalogramları
(EEG) genellikle normal olarak değerlendirilir. Ancak niceliksel veriler kullanıldığında
akranlarına kıyasla DEHB olanların %93’ünde uyarılmada artma ya da azalma saptanır.
Veriler özgül ya da tanısal olmayan güç fark edilen anormallikleri göstermektedir. Duyumsal
ya da bilişsel görevler beyinde uyarılmış potansiyel yanıtı (ERP-Evoked response potential)
oluşturur. Bir seri uyarana yanıt olarak oluşan ERP belirli beyin bölgeleriyle
ilişkilendirilebilir. Görevler değiştikçe ERP değişiklikleri ölçülerek beyin aktivitesinin nasıl
etkilendiği gösterilebilir. ERP çalışmalarında anormal uyarılma ve dikkat gösterilmiştir.
Nöropsikolojik testler algı, biliş ve davranışı ölçer ve bunları özgül beyin işlevleriyle
ilişkilendirir. Erişkin çalışmaları gözden geçirildiğinde belirtilen nöropsikolojik defisitlerin
çocuklarda yapılan çalışmalarda tanımlanmış benzer defisitler olduğu dikkat çekmiştir.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan hastaların nöropsikolojik testleri yanıt
inhibisyonu ile ilgili sorunlar gösterir. Beklenen fiziksel ya da zihinsel yanıtı baskılama
kapasitesi, dürtüsel tepkileri kontrolde tutma etkisine sahiptir. Yarı otomatik olan bu yanıtları
geciktirerek eyleme geçmeden önce düşünmeyi sağlar. DEHB olan hastalar tipik olarak
yanıtları geciktirmede güçlük sergiler. Bazı araştırmacılara göre bu güçlük bozukluğun
temelini
oluşturmaktadır.
Etkilenmiş
bireyler
eylemlerinin
ya
da
diğer
kişilerle
etkileşimlerinin anlık sonuçlarını doğru olarak değerlendiremezler ve kendilerini gözlemleme
konusunda yetersizdirler. Çoklu görevlerde güçlük çekerler. DEHB tanımı gereği bir dikkat
bozukluğudur. Ancak nöropsikolojik alanda çalışan bazı araştırmacılar DEHB olan bireylerin
dikkat alanından daha çok motor yanıtla ilgili güçlükleri olduğunu iddia etmektedir. DEHB
olan erişkinlerin özellikle yüksek düzey işlevlerle ilgili zorlukları vardır. DEHB olan
erişkinlerin nöropsikolojik bozuklukları bilişsel gereksinimler arttıkça ya da görevler
karmaşıklaştıkça artar. Bu da erişkin hastaların neden hayatlarında zorlayıcı değişiklikler
olduğunda tedavi arayışına girdiğini açıklar. Nöropsikolojik çalışmalar bozulmuş yürütücü
işlevlerin anormal beyin yapılarıyla ilişkisini göstermiştir. Üzerinde durulan beyin alanları
frontosubkortikal bölgedir, yani davranışsal ya da bilişsel işlev bozukluğu frontal bölgede gibi
gözükmektedir ancak subkortikal projeksiyonlardan etkilenebilir (1,5,35,36).
12
Çocuklarda yapılmış olan Bilgisayarlı tomografi (BT), Manyetik rezonans
görüntüleme (MRI), işlevsel MRI, Pozitron Emisyon Tomografi (PET), glikoz metabolizması,
bölgesel serebral kan akımı ve SPECT (Single Photon Emisyon Computerized Tomografi)
çalışmaları gözden geçirildiğinde belli bir tutarlılık göze çarpmaktadır. Beyin görüntüleme
çalışmaları frontal, özellikle de prefrontal kortekste boyut ve etkinlik azalması olduğunu
düşündürmektedir. BT ve MRI’ da tutarlı olarak frontal korteks, serebellum ve subkortikal
yapılarda hacim azalması gösterilmiştir. Korpus kallozum ve serebellumda küçüklük ile
anterior singulatta etkinlik azalması olduğu öne sürülmüştür. Striatal bölgelerde ve substriatal
yapılarda (talamus ve hipokampus) etkinlik azalması olduğu da gösterilmiştir. Globus pallidus
küçük ve daha az etkin bulunmuştur. DEHB olan çocuklarda beynin tüm hacmi göreceli
olarak daha küçüktür (2,5,9,39).
Birçok beyin görüntüleme çalışması DEHB olan ve olmayan erişkinler arasında
farklılıklar olduğunu göstermiştir. Bunların DEHB’nin birincil nedeni mi yoksa bu
bozukluğun ikincil sonucu mu olduğu belli değildir. PET ile değerlendirilen erişkin DEHB
olgularında prefrontal korteks glikoz kullanımında azalma saptanmıştır, bu azalma özellikle
anterior bölgelerde belirgindir ki bu bölgelerde dikkat ve diğer yürütücü işlevler sürdürülür.
Birçok SPECT çalışması striatal bölgelerde artmış dopamin taşıyıcısı (DAT) bağlanma
yoğunluğu olduğunu göstermiştir. Metilfenidat DAT’ı bloke ederek olasılıkla DAT işlevini
düzeltmektedir ve bunun DAT geni ile DEHB’nin ilişkili olduğunu düşündüren diğer
sonuçları desteklemesi ilgi çekmektedir (1,2,5,10).
İlk erişkin DEHB MRI çalışmasında beynin lateral bölgesinde dorsolateral prefrontal
korteks de belirgin olarak hacimlerin düşük olduğu ve beynin medyal duvarında dorsoanterior
singulatta belirgin hacim küçülmesi gösterilmiştir. Bu alanlar biliş, dikkat ve yönetsel
işlevlerde önemlidir. DEHB olan erişkinlerde beyaz cevher belirgin olarak daha geniş
bulunmuştur, yani DEHB’li erişkinlerin daha küçük neokorteksi ve daha geniş beyaz cevheri
vardır. Bu özelikler sadece hacimsel olarak daha küçük değil fakat aynı zamanda işlevselliği
de bozmaktadır (40).
2002 yılında Castellanos ve ark. (41) DEHB olan hastalarda kontrollerden daha küçük
olduğu bilinen beyin bölümlerinin hacimlerini ilaçların nasıl etkilediğini çocuk ve ergen
hastalar üzerinde çalışmıştır. Tedavi alan ve almayan gruplar arasında hacimsel değişiklikler
araştırılmıştır.
Bildirilen
hacimsel
değişikliklerin
eskiden
ilaçlara
bağlı
olduğu
düşünülmekteydi. Bu çalışmada ise total beyin ve serebellum hacimlerinde %3 azalma
13
bulunmuş ve bu değişikliğin tedaviden bağımsız olduğu gösterilmiştir. Bu değişiklikler yaşla
kalıcılığını sürdürüyordu, cinsiyet farkı yoktu ve DEHB’nin şiddeti ile paraleldi.
Sonuç olarak genetik veya erken çevresel etkenler beyin gelişimini etkiler, bu
değişiklikler sabittir ve uyarıcı ilaçlarla yapılan tedaviyle ilişkili değildir. Özetle DEHB’de
beyin görüntüleme çalışmaları basit bir frontal-strial patolojiden çok yaygın bir işlev
bozukluğunu göstermektedir. Lateral prefrontal korteks, dorsal anterior singulat korteks, bazal
gangliyonlar (özellikle caudat), korpus kallozum ve serebellum tutulumunun özellikle önemli
olduğu gösterilmiştir (1,2,5,10,40,41).
Ancak halen erişkin DEHB tanısı için nöropsikolojik testlerin, bilgisayarlı dikkat
testlerinin ya da beyin görüntülemesinin kullanımını destekleyen yeterli veri yoktur. Özellikle
dikkat eksikliğinin baskın olduğu ve okul başarısızlığı öyküsü olanlarda özel öğrenme
güçlükleri ve diğer bilişsel bozukluklarla ayırıcı tanı için nöropsikolojik testler yararlı olabilir.
Ancak DEHB’nin kendisinin değerlendirilmesinde nöropsikolojik testlerin gösterilmiş bir
yararı yoktur. Güncel EEG, SPECT ve PET çalışmaları DEHB olan erişkinlerde özel bulgular
olduğunu gösterse de bu çalışmaların klinik kullanılabilirliğini destekleyecek yeterince kanıt
yoktur. Erişkin DEHB tanısı dikkatli anamnez, klinik ölçütlere uyum ve diğer
psikopatolojinin ayırıcı tanısı ile konan klinik bir tanıdır (1,42).
Bazı beyin bölgeleri belli nörotransmiterlerle açıkça ilişkili olsa da (örn; kaudat
çekirdek ve korpus striatum ile dopamin ve medyan raphe bölgesi ile serotonin gibi)
nörotransmiterlerin nöroanotomik çalışmaları çok karmaşıktır. Bu karmaşıklık her bir
bölgenin farklı nörotransmiterlerle ilişkili olabilmesi ya da farklı nörotransmiter yollarından
ve çekirdeklerinden girdi alabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle nadiren belli bir
alan ile bu alanda etkili olan tek bir nörotransmiter arasında birebir ilişki kurulabilir. Bu
yüzden DEHB’de birden çok nörotransmiterin etkilenmesi olasıdır. DEHB’de dopamin ve
noradrenalin düzeylerinin düşüklüğü ve disregülasyonu olduğu; dikkatsizlik semptomlarının
serebral korteksin bilişsel işlevleri kontrol eden önemli bölgelerindeki dopamin ve/veya
noradrenalin disfonksiyonuna işaret edebileceği düşünülmekte ve bu tür semptomları bulunan
hastalarda dopamin/noradrenalin etkilerinin arttırılması gerektiği sonucu çıkmaktadır.
Gerçekten de, bu sistemleri destekleyen ilaçlar verildiğinde (uyarıcılar gibi) dikkatsizlik
belirtileri düzelebilmektedir.
Uyarıcı ilaçlarla yapılan tedavilerin yanı sıra moleküler genetik ve nörogörüntüleme
çalışmaları da DEHB etyolojisinde dopamin disfonksiyonu açıklamasını desteklemiştir.
DEHB’nin
hipoaktif
striatal
dopaminerjik
14
sistem
sonucu
kortikostrial
devrelerde
dopaminerjik ileti yetersizliği sonucu oluştuğu hipotezine göre bu yetersizlik DEHB’li
bireylerde yürütücü işlevlerde belirgin bozulmalara yol açar. Moleküler genetik çalışmalar
dopamin taşıyıcı geninin ve özellikle dopamin tip 4 reseptör (DRD4) ve dopamin tip 2
reseptör (DRD2) olmak üzere çeşitli dopamin reseptör genlerinin önemli olduğunu
düşündürmektedir. DEHB’de önemli olduğu düşünülen nöroanatomik bölgeler (kortikalstriatal-talamik-kortikal ağ) dopamin yoğunluğu olduğu bilinen bölgelerdir. Beyin Omurilik
Sıvısı çalışmalarında düşük dopamin metabolitleri gösterilmiş ve göreceli dopamin
yetersizliği desteklenmiştir.
İlaçlar dopaminerjik sistem için mezensefalondaki merkezlerden, noradrenerjik sistem
için substantia nigra, ventral tegmental alan ve lokus seroleus’dan köken alırlar. DEHB’de
önemli olan nöral ağlar; dorsolateral prefrontal korteks, anterior singulat, ventrolateral
prefrontal kortekse olan kortikal projeksiyonlar ve korteksten subkortikal bölgeye olan
karşılıklı projeksiyonlardır.
Noradrenerjik sistem tutulumuna ilişkin mevcut kanıtlara göre tonik adrenalin
seviyesindeki dengesizlik lokus seroleus nöronlarının normal inhibisyonunu bozar ve bu
dikkatsizlik, uykusuzluk ve bazı bilişsel bozukluklara yol açar. Noradrenalin nöronal
projeksiyonları gelen uyaranları almak üzere korteks arka dikkat sistemini etkin olarak uyarır.
Dopamin ve noradrenalin aynı zamanda motivasyon, ilgi ve öğrenme gibi bir yandan
yeterince uyarılmayı, bir yandan da odaklanmayı gerektiren ilişkili bilişsel işlevlerde de rol
alırlar. Prefrontal noradrenerjik yolaklar dikkatin korunması ve odaklanmasında rolünün yanı
sıra enerji, yorgunluk, motivasyon ve ilgi süreçlerine aracılık eder. Mezokortikal dopamin
projeksiyonu sözel akıcılık, dizisel öğrenme, yönetsel işlevler için uyanıklık, dikkatin
korunması ve odaklanması, davranışların öncelik sırasına sokulması ve sosyal davranış
örneklerine göre davranışların ayarlanması açısından önem taşır. Uyarılma (arousal)
genellikle dopamin ve noradrenalin artışıyla ilişkilidir ve dikkatsizlik ise bu yollarda adı
geçen nörotransmiterlerin yetersizliğini yansıtır. Ancak bu durum bilişsel bozukluğu
bulunmayan kişiler için sadece bir ölçüde geçerlidir. Dolayısıyla bu nörotransmiterlerin
fazlası dikkati güçlendirmekle birlikte bu etki sınırlı kalacaktır. İyi bir şeyin fazlası zarar
olduğundan (dopamin ya da noradrenalin gibi) aslında bilişsel performansta kötüleşmeye yol
açacaktır. Bu nedenle aşırı uyarılma halinin (hyperarousal) dikkatin süresini arttırmaktan çok
odaklanmada yetersizlik ile sonuçlanması daha olasıdır.
Hiperaktivite ve dürtüsellik semptomlarına aracılık eden yolakların dikkatsizliğe
aracılık eden dopaminerjik ve noradrenerjik yolaklarla aynı olmadıkları düşünülebilir. Bu
15
bozuklukta hem hiperaktivite hem dürtüselliğe aracılık etme olasılığı en yüksek olan yolak
nigrostriatal dopamin yolağıdır. Motor etkinlik bu yolak tarafından kontrol edilmektedir.
Klinik deneyimlere göre her iki semptom kümesinin de bulunduğu hastalarda uyarıcılarla
tedavide düşük dozların korteksi tercih ettikleri izlenimi alınmaktadır. Böylece motor
davranışlar üzerindeki etki ortaya çıkmadan dikkat üzerindeki etkiler görülmektedir. Bu
durum dikkat eksikliği bulunan pek çok hastada, nigrostriatal dopamin uçlarıyla
karşılaştırıldığında, mezokortikal dopamin uçlarının uyarıcıların etkilerine daha duyarlı
olmasından kaynaklanıyor olabilir (1,2,5,10,37,38).
Bu heterojen hastalığın olasılıkla en önemli risk etkeni genlerdir. Aile çalışmaları
ailesel bir hastalık olduğunu göstermiştir, ikiz çalışmaları monozigot ve dizigot ikizlerde
yüksek eş hastalanma göstermiştir. Evlat edinme çalışmaları biyolojik ebeveynlerde evlat
edinen ebeveynlere nazaran DEHB’nin daha yüksek oranda olduğunu göstermiştir. İkiz ve
aile genetiği çalışmaları DEHB için ortalama kalıtılabilirliğin %60-94 arasında olduğunu
ortaya koymaktadır. DEHB’deki genetik katkı boy uzunluğundaki kadardır ve şizofreni gibi
birçok psikiyatrik bozukluktakinden fazladır. DEHB olan erişkinlerin en az üçte birinin en az
bir DEHB çocuğu ve DEHB olan çocukların üçte birinin DEHB olan anne ya da babalarının
olduğu gösterilmiştir. Kanıtlar DEHB’nin her biri bozukluk için risk yaratan çok sayıda genle
ilişkili, karmaşık bir davranışsal fenotip olduğunu düşündürmektedir (1,11,39,43,44).
Moleküler genetik çalışmalar birçoğu beyin katekolamin etkinliği ile ilişkili olan
birçok aday gen saptamıştır. Birçok araştırma ekibi bağımsız olarak 11. kromozomda yerleşik
DRD4 7 tekrarlı allel geni polimorfizmi ile DEHB’nin ilişkili olduğunu göstermiştir. DRD4
ile artmış bu ilişki hem çocuk hem de erişkin olgularda gösterilmiştir. Diğer potansiyel risk
etkeni allelleri ile ilişkili majör gen etkilerine ilişkin araştırmaların tekrarlanması
gerekmektedir. Diğer aday genler seratonerjik genler (5-HTT, HTR1B), dopamin tip 5
reseptör geni (DRD5), DAT, dopamin beta hidroksilaz geni (DBH) ve sinaptik vezikül
docking fusion proteindir (SNAP-25) (44-46).
Kafa travması gibi frontal korteks hasarına yol açan durumları genlerin yol açtığı
semptomlara çok benzer semptomlar ortaya çıkarmaktadır. Özellikle annenin gebelikte
nikotin kullanımı, gebelikte alkol kullanımı, 32 haftadan erken doğum, düşük doğum ağırlığı,
serum kurşun seviyesinde artış, gebelik ve doğum komplikasyonları (gebelik toksemisi,
eklampsi, sağlıksız anne, anne yaşı, postmatürite, doğumun uzaması, fetal distres, postpartum
kanama) gibi çevresel değişkenlerin çocuklukta DEHB gelişimi için risk etkeni olduğu
bilinmektedir. Diğer çevresel risk etkenleri aile içi çatışmalar, yoksulluk ve hasta
16
ebeveynlerin varlığıdır. DEHB’nin erişkinlikte devamına neden olan etkenler henüz tam
olarak belli değildir. Anne babanın suçlu olması, anne babada zihinsel bozukluk, ailenin
maddi sorunları, koruyucu aile ve çocuk kötüye kullanımı daha kötü erişkin gidişi için risk
etkeni yaratmaktayken, yüksek zeka, ev ve okulda çocuğa tutarlı davranılması riski azaltıyor
görünmektedir. Erişkinlikte devam için özgül risk etkenleri bulundukça önleme ve uzun
dönemli gidişte düzelme için yöntemler geliştirilebilecektir (39,47,48).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu serebellumdan prefrontal kortekse uzanan
dikkat ağlarının çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan heterojen işlev bozukluğudur. Aktivasyon,
yönelim, motivasyon ve uyanıklık yürütücü işlevlerle ve DEHB’yle ilişkilidir. DEHB’nin
biyolojik temelleri üzerinde çok çalışılmış ancak hiçbir model bozukluğun altında yatan
patofizyolojiyi açıklamada tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Bozukluğun genetik temelli
olduğu açıktır. DEHB olan kişilerin frontal loblarının diğer kişilerden farklı davrandığı
açıktır. Şu anda DEHB tek bir bozukluktan daha fazlası gibi durmaktadır. Bu farkındalığa
psikiyatride sık rastlanmaktadır; yani bir kısım belirti grubu birden çok bozuklukla ilişkilidir.
DİKKAT
EKSİKLİĞİ
HİPERAKTİVİTE
BOZUKLUĞUNDA
TANI
ÖLÇÜTLERİ
Aşağıda DEHB için DSM-IV TR ölçütleri listelenmektedir (1). DEHB tanısı koymak
için listedeki tüm ölçütlerin (A-E) karşılanması gereklidir.
A. Aşağıdaki dikkatsizlik veya hiperaktivite/dürtüsellik ölçütlerinin en az 6 veya daha
fazlasının gelişim düzeyine göre uyumsuz bir şekilde en az 6 ay sürmesi (Tablo 1).
B. Bazı semptomların 7 yaşından önce olması gereklidir
C. Semptomların yol açtığı işlevsellik kaybı 2 veya daha fazla alanda gözlenmelidir (örn;
evde ve okulda)
D. Sosyal, akademik veya mesleki işlevsellikte klinik olarak belirgin bozulma olmalıdır
E. Semptomlar yaygın gelişimsel bozukluk, şizofreni, diğer psikotik bozukluklar
esnasında ortaya çıkmamalıdır veya başka bir zihinsel bozuklukla daha iyi
açıklanamamalıdır (örn; duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları, dissosiatif
bozukluklar veya kişilik bozuklukları)
Tanı için dikkat eksikliği veya hiperaktivite/dürtüsellik alanlarında yer alan 9
belirtiden 6 belirtinin karşılanması gerekmektedir. Birleşik tip DEHB tanısı konulması için
her iki alandan en az 6 belirtinin karşılanması gerekmektedir. Dikkat eksikliğinin baskın
olduğu ya da hiperaktivite/dürtüselliğin baskın olduğu tip DEHB tanısı konulması için bu
17
belirtilerden en az 6 belirtinin bulunması gereklidir. Tanı konulması için belirtilerin en az 6
aydan beri devam ediyor ve belirgin işlev kaybına yol açıyor olması gereklidir (1).
Tablo 1. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Tanı Ölçütleri
Dikkatsizlik Semptomları
Hiperaktivite/Dürtüsellik Semptomları
Sıklıkla detaylara dikkat etmekte güçlük çeker Çoğu zaman hareket halindedir ya da
veya okul ödevi, iş veya diğer etkinliklerde içinde kurulu bir motor varmış gibi
dikkatsizce hatalar yapar
davranır
Verilen görevlerde veya oyun etkinliklerinde Çoğu zaman sınıfta ya da oturması gereken
sıklıkla dikkatini sağlamada güçlük çeker
diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar
Çoğu zaman yönergelere uyamaz ve okul Sıklıkla uygunsuz olan durumlarda aşırı
ödevlerini, ufak tefek işleri ya da işyerindeki koşuşturup durur ya da tırmanır (bu durum
görevlerini bitiremez (karşıt olma bozukluğuna ya ergenlerde
da yönergeleri anlayamamaya bağlı değil)
ya
da
erişkinlerde
öznel
huzursuzluk duyguları ile sınırlı olabilir)
Kendisiyle doğrudan konuşulduğunda sıklıkla Sıklıkla aşırı konuşur
dinlemiyormuş gibi gözükür
Çoğu
zaman,
üzerine
aldığı
görevleri
ve Sıklıkla elleri, ayakları kıpır kıpırdır ya da
etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker
oturduğu yerde kıpırdanıp durur
Çoğu zaman sürekli zihinsel çabayı gerektiren Çoğu zaman sakin bir biçimde boş
görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da zamanları geçirme etkinliklerine katılma ya
bunlarda yer almaya karşı isteksizdir
da oyun oynama zorluğu vardır
Çoğu zaman üzerine aldığı görevler ya da Çoğu zaman sorulan soru tamamlanmadan
etkinlikler için gerekli olan şeyleri kaybeder
önce yanıtını vermeye çalışır
Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla Sıklıkla başkalarının sözünü keser ya da
dağılır
yaptıklarının arasına girer
Günlük etkinliklerinde çoğu zaman unutkandır
Sıklıkla sırasını beklemekte güçlük çeker
Belirtilerin şiddetinin nasıl değerlendirileceği çok açık değildir, birçok belirtinin
“sıklıkla” olması gereklidir ancak bu sıklıkla teriminden ne kastedildiği tam olarak belli
değildir. İşlev kaybı için sosyal, akademik ve diğer işlev alanları göz önüne alınmalıdır. Bir
diğer tanı ölçütü belirtilerin birden fazla ortamda (ev, okul gibi) olması gerektiğidir, bu durum
belirtilerin belli bir yaygınlık göstermesi gerektiğine işaret etmektedir. Gerçekten de sadece
bir ortamda olan dikkat eksikliği ve davranım sorunları prognoz açısından birden fazla
ortamda yaygınlık gösteren belirtiler kadar önemli değildir (1).
18
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun bir erişkin bozukluğu olarak geçerliliğine
yönelik
önemli
literatür
bulunsa
da
tanı
ölçütlerinin
geçerliliğine
fazla
dikkat
gösterilmemiştir. DSM-IV-TR tanı ölçütlerinin deneysel olarak geçerli olduğu gösterilmiştir.
Ancak DSM-IV DEHB alan çalışmaları sadece çocuk olgular için yapılmıştır. Erişkinlerdeki
DEHB ölçütleri için büyük ölçekli alan çalışmaları yapılmamıştır. Çoğu araştırıcı ve hekim
birbiriyle yarışan iki tanı sistemini, Wender tarafından önerilen Utah ölçütlerini ya da DSM
ölçütlerinin uyarlamalarını kullanmaktadır. Bu tanısal yaklaşımlar arasındaki farklar sıklıkla
göz ardı edilmektedir (1,16).
Wender’in ilk erişkin DEHB’yi tanımlama çalışmaları o dönemde hakim olan
çocukların büyüdüğü zaman bu durumdan kurtuldukları görüşüyle çelişiyordu. Wender DSMIII’e katılması düşünülen DEHB tanı ölçütlerinin daha yaşlı hastalar için gelişimsel olarak
uygun olmadığının farkındaydı. Geniş klinik deneyimine dayanarak erişkin DEHB için
ampirik temelli tanı ölçütleri geliştirmeye çalıştı. Wender tarafından geliştirilen Utah erişkin
DEHB ölçütleri Tablo 2’de özetlenmiştir (1,16,49).
Utah ölçeği hastanın ve olası ise bir ebeveyninin ya da diğer bilgisi olan bir üçüncü
tarafla görüşülerek geriye dönük bir çocukluk DEHB tanısı konmasını gerektirir. Ayrıca
erişkinlikte devam eden hiperaktivite ve dürtüsellik belirtilerinin işlev bozukluğuna neden
olduğuna ilişkin kanıt gereklidir. Son olarak, Wender tarafından erişkin DEHB hastaları için
tipik olarak tanımlanan birçok belirtinin olması tanı için gereklidir. Utah ölçütleri ağır
depresyon, psikoz ya da ciddi kişilik bozukluğu tanılarının DEHB tanısına göre öncelikli
tanılar olduğunu belirtmektedir.
Utah ölçütleri klinik uygulamada sıklıkla kullanılmaktadır ve ilaç, beyin görüntüleme
ve genetik çalışmaları için de bir temel sağlamıştır. Başta çocukluktaki DEHB tanısı ve hasta
bildirimini desteklemek amacıyla üçüncü şahıslardan alınacak bilginin gerekliliğinin üzerinde
durulması olmak üzere, Wender’in yaklaşımının bazı yönleri erişkin değerlendirmesinde
standart hale gelmiştir. Yine de, ölçütlerin birçok kısıtlılığı bulunmaktadır. İlk olarak, DSM’
nin yeni basımlarıyla beraber Utah ölçütleri giderek çocuk DEHB’ye ilişkin güncel
kavramlaştırmalardan uzaklaşmaya başlamıştır. İkincisi, Utah ölçütleri sadece hem
dikkatsizlik hem de hiperaktivite olan olgularda tanı koyar. Tanım olarak bu birincil olarak
dikkat eksikliği olan hastaları dışlar. Üçüncü olarak Utah ölçütleri diğer ciddi
psikopatolojilerin varlığında tanı konmasını engellemektedir. Utah ölçütleri genellikle
tedaviye iyi yanıt veren ve göreceli olarak homojen hasta gruplarının tanımlanmasında
19
yararlıdır. Ancak, ölçütler çok kısıtlayıcıdır ve DEHB tedavisinden yararlanabilecek birçok
hastayı dışarıda bırakmaktadır (1,42).
Tablo 2.Wender tarafından geliştirilen Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Ölçütleri
I.Geriye dönük Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı
A.Dar ölçüt: Anne baba görüşmesinde DSM-IV tanı ölçütlerinin karşılanması*
B.Geniş ölçüt: Hasta tarafından hem (1) hem de (2)’nin ve (3)-(6) arası en az bir ölçütün
belirtilmesi**
1. Çocukluk hiperaktivitesi
2. Çocukluk dikkat eksikliği
3. Okulda davranış sorunları
4. Dürtüsellik
5. Aşırı uyarılmışlık
6. Duygudurumda ani değişkenlikler
II. Erişkin Özellikleri: Halen devam eden dikkat eksikliği ve hiperaktivite güçlüklerini içeren
ek 5 belirti ve en az 3 diğer belirti
A. Dikkatsizlik
B. Hiperaktivite
C. Duygudurum labilitesi
D. İrritabilite ve sinirlilik
E. Düşük engellenme eşiği
F. Organize olamama
G. Dürtüsellik
III. Dışlama ölçütü: Ağır depresyon, psikoz ya da ciddi kişilik bozukluğunda tanı konmaz
*Anne baba bildirimi için 10 maddelik Anne Babanın Çocukluk Davranış Ölçeğinin yardımından yararlanılır.
**Hastanın çocukluk belirtilerine ilişkin geriye dönük bildirimi Wender Utah Derecelendirme Ölçeği ile
desteklenir.
Erişkinlerde kullanım için uyarlanmış DSM ölçütleri de klinik değerlendirmelerde ve
araştırma alanında sıklıkla kullanılmaktadır. Hekimler DSM ölçütlerini çocukluktaki DEHB
tanısını geriye dönük olarak koymak için kullanmaktadır. Eğer çocuklukta DEHB olduğuna
ilişkin
kanıtlar
varsa
belirtilerin
devamlılığının
değerlendirilmesi
için
hastalar
sorgulanmaktadır. Eğer hasta çocuklukta DEHB tanısı alıyor ve DSM belirtileri devamlılık
gösteriyorsa erişkin DEHB tanısı konur. Anne baba, daha büyük kardeşler ile yapılan
20
görüşmeler, okul kayıtları ve işyeri değerlendirmeleri ile elde edilebilecek diğer bilgiler tanıyı
desteklemek için kullanılabilir (1).
Bir kısım erişkin hastada DSM ölçütleri belirgin olarak uygulansa da, kanıtlar Utah
yaklaşımında olduğu gibi bu belirtilerin DEHB tedavisinden faydalanacak açıkça bozukluk
gösteren bir kısım erişkin hastayı dışlayacak şekilde katı olduğuna işaret etmektedir. DSMIV-TR erişkin tanı ölçütlerinin kısıtlılığı tabloda (Tablo 3) özetlenmiştir (1).
Tablo 3. DSM-IV TR Tanı Ölçütlerinin Kısıtlılığı
DSM-IV-TR Ölçütleri
A.Dikkatsizlik
Erişkinler İçin Kısıtlılıklar
(A1)
ve/veya 1.Belirtiler
sadece
çocuklar
için
alan
hiperaktivite/dürtüsellik (A2) belirtilerinden çalışmasından geçmiştir ve erişkinler için
6 ya da daha fazlasının gelişimsel düzeyle gelişimsel olarak uygun olmayabilir.
uyumsuz bir şekilde 6 aydan uzun sürmesi
2.Tanı için 6 belirti eşiğinin bilimsel temeli
yoktur.
B.İşlev bozukluğuna yol açan bazı dikkat 1.Başlangıç yaşının bilimsel temeli yoktur.
eksikliği
ya
da
hiperaktivite/dürtüsellik 2.DSM–IV saha çalışmalarında olguların
belirtileri 7 yaşından önce başlamıştır.
önemli bir kısmında 7 yaşından önce
belirtiler başlamamıştır.
3.Geriye dönük tanının konması zordur
C.İki ya da daha fazla ortamda belirtilere 1.Erişkinler için daha uygun olabilecek işlev
bağlı işlev bozukluğu vardır (örn; evde ve alanları tanımlanmamıştır.
okulda).
D.Sosyal, akademik ya da mesleki alanlarda 1.Açık
işlev bozulmasının açık kanıtları vardır.
uyumsal
işlev
bozukluğunu
yaşam
azaltabilecek
biçimlerinden
söz
edilmemiştir.
E.Belirtiler diğer bir zihinsel bozuklukla 1.Erişkin psikopatolojisi ile çocukluktaki
daha iyi açıklanamaz.
DEHB
belirtilerinin
ilişkisini
inceleyen
Dikkat
Eksikliği
çalışma yoktur.
2.Diğer
bozukluklar
Hiperaktivite
Bozukluğu
ile
birlikte
olduğunda nasıl ortaya çıktıklarını gösteren
erişkin çalışmaları yoktur.
21
Gelişimsel olarak uygun tanı ölçütleri geliştirilene kadar hekimler erişkin DEHB
değerlendirmesinde DSM ölçütlerinin yorumunu kullanmalıdır (1). DSM tanı ölçütleri
uygulanırken sadece 7 yaşından önce belirtilerin başlamış olması ölçütüne sıkı sıkıya
uyulmaması ve 12 yaşın altında belirtilerin başlamasının tanı koymak için yeterli kabul
edilebileceği literatürde tartışılmaktadır. Pragmatik olarak erişkin hastalar belirtilerinin
başladığı kesin zaman hakkında emin olamazlar, yapabildikleri daha çok semptomların zaten
sürdüğü ilkokul ikinci ya da üçüncü sınıf gibi bir erken çocukluk dönemini tanımlamaktır ve
bu da belirtilerin 7 yaşından önce olup olmadığı konusunda emin olmamızı engeller (50).
Erişkinlerde bir üçüncü şahsın semptomları doğrulaması nadiren olanaklı olur ve bu da hasta
bildirimini tek geçerli kaynak kılar. Yapılan çalışmalar hasta belleğinin diğer bilgilerle
birleştirildiğinde tanısal amaçlı kullanım için yeterince tutarlı olduğu bildirmektedir (50).
Hasta bildirimleri doğru olma eğilimindedir fakat sıklıkla erken yaştaki yaşantıları
konusundaki belleklerinde boşluklar vardır ve bu sadece DEHB için değil diğer durumlar
içinde geçerli genel bir durumdur ve bundan bu davranışı sergilemediklerinden çok bu
davranışı hatırlamadıkları sonucu çıkarılabilir. Sonuç olarak yaş ölçütünü uyarlama sonucu
yanlış tanı koyma riskinin tedavinin yaşam kalitesinde önemli değişiklikler doğurduğu bir
duruma tanı koyamama riskinden çok daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Diğer bir
deyişle bu hasta grubunda DEHB tanısı koyamama riski, fazladan tanı koyma riskinden çok
daha önemlidir. Bu nedenle DEHB tanısı diğer DSM ölçütleri karşılandığında ve belirtiler 12
yaş öncesi belirgin olduğunda da konabilir. Wender (51) benzer şekilde kronik yeti yitimine
yol açan durumlar için düşük riskli tedavilerin varlığı durumlarında, klinisyenlerin tedaviden
fayda görebilecek hastaları dışlamamak için daha az özgül tanı ölçütlerini kullanması
gerektiğini tartışmıştır. Barkley ve Biederman’da (52) tanı koymak için belirtilerin erken
çocukluk döneminde tek bir belirli noktada bulunması gerekliliğinin akılcı olmadığı ve
DEHB’nin
daha
çok
genel
olarak
çocuklukta
başlayan
bir
bozukluk
olarak
kavramsallaştırılmasının uygun olacağını belirtmişlerdir. Yedi yaşında başlama ölçütünün
bilimsel bir desteği olmaması nedeniyle ondört yaşından önce DEHB olduğuna ilişkin kanıt
varsa geriye dönük tanı konmuş sayılması da öneriler arasındadır (53). Hekimlere ayrıca
çocuklukta açık bir şekilde DEHB öyküsü olan olgularda geçerli tanı için gerekli olan en az 6
belirti karşılanmasa bile kişinin DEHB ile ilişkili devam eden güçlükleri olduğunda tedavi
önermeleri salık verilmektedir. Tüm ölçütleri karşılamayan ancak çocuklukta DEHB öyküsü
olup şu an devam eden belirtileri ve güçlükleri olan hastalarda kısmi remisyonda DEHB tanısı
konulmasına izin verilmektedir. Şu anda DEHB ölçülerini karşılayıp çocuklukta açıkça
22
DEHB öyküsü olmayanlarda başka türlü adlandırılamayan DEHB tanısı konabilir. Erişkin
DEHB değerlendirmesinde diğer olası eş tanılar çok dikkatli değerlendirilmelidir (1).
DİKKAT
EKSİKLİĞİ
HİPERAKTİVİTE
BOZUKLUĞUNDA
KLİNİK
GÖRÜNÜM
Dikkat eksikliği-aşırı hareketlilik diye bir durum var mıdır tartışmaları sürerken
dikkati dağınık ve hiperaktif olan çocuklar ve erişkinlerin çevrelerinin kendilerinden
beklediklerine, tam da ne olduğunu bilmedikleri bir şekilde ayak uydurmakta zorlandıkları ve
mutsuz oldukları gerçeğini hiçbir şey değiştirmemektedir (21).
Çocuklarda görülen dikkati toplama güçlüğü özellikle sıkıcı gelen durumlarda ortaya
çıkar, çocuk dinleyemez, takip edemez, organize olamaz veya önemli eşyaları kaybeder.
Dikkat eksikliği ile ilişkili olarak ailelerin en önde gelen şikâyeti dikkat gerektiren ev ödevi
gibi görevlere karşı isteksizlik, çocukların devamlı dikkat dağınıklığı nedeniyle ödevlerinin
çok uzun sürmesi, eşyalarını kaybetmeleri, başladıkları işleri bitirememeleri, basit ve
dikkatsizce hatalar yapmaları, dinlemiyor gibi görünmeleri ve de düzensiz olmalarıdır. Dikkat
sorunları her zaman görülmeyebilir ve çok yeni, ilgi çekici uyaranlarla karşılaşan çocuklarda
dikkat sorunu belirgin değildir. Ancak sıkıcı, çeldirici, yorucu, tekrarlayıcı ve motivasyonun
düşük olduğu ortamlarda odaklanma sorunları genellikle görülür. Aileler sıklıkla çocuklarının
bilgisayar oynarken ya da televizyon seyrederken çok dikkatli olduklarını belirtmektedirler.
Hiperaktif çocuğun ve erişkinin dikkati ve davranışları üzerinde denetimi, yapısal nedenlerden
ötürü ve ona ağır gelen koşullarda zayıflar. Motive olduğu veya iyi becerebildiği konularda bu
denetimi geçici olarak kurabilmesi denetim zayıflığının duruma özgü sonucunu dolayısıyla
isterse yapabileceği yargısını doğurur. Oysa dikkat, motivasyon nereyi işaret ederse oraya
yönelir. Dürtüsellik fiziksel olarak tehlikeli etkinliklere girişme, sınıfta konuşma, sırasını
bekleyememe, diğerlerinin konuşmalarının ya da oyunlarının arasına girmeyi içerebilir.
Dürtüsel davranış ayrıca arkadaşlarla, anne babayla ve öğretmenlerle tartışmalara, arkadaşlar
tarafından reddedilmeye ve zaman zaman fiziksel kavgalara neden olabilir. DEHB olguları
ödüllerin gecikmesine dayanamazlar ve dürtüsel davranışlarla kısa dönemdeki ödülleri uzun
dönemdeki daha büyük ödüllere tercih ederler. Dürtüsellik genellikle çocukların erişkinlerle
birebir beraber oldukları ortamlarda daha azdır. Aşırı hareketlilik aileler ve öğretmenler
tarafından rahatlıkla görülebilen belirtilerdir. Akrometre ölçümleri ile DEHB olgularının
kontrol olgularına göre daha hareketli olduğu nesnel bir şekilde de gösterilebilmektedir.
Aileler aşırı hareketlilik ile ilişkili belirtilerin kendi sosyal yaşamlarını çok olumsuz
23
etkilediğini genellikle belirtmektedir. DEHB olguları sıklıkla duygusal dalgalanmalar
yaşarlar. Ayrıca, sıklıkla beraber olan karşıt olma karşıt gelme bozukluğu varlığı nedeniyle
DEHB olan çocuklarla ilişki kurmak hem aileleri hem de arkadaşları için zor olabilir. DEHB
olan bireyler sosyal ipuçlarını anlamada sorun yaşarlar, sosyal durumları sıklıkla yanlış
yorumlarlar ve uygunsuz yanıt verirler. DEHB olan çocuklar sıklıkla diğer insanların
gereksinimlerine duyarsız, patronluk taslayan ve rahatsız edici kişiler olarak tanımlanırlar.
DEHB olguları hem ailelerinden hem de öğretmenlerinden ve arkadaşlarından sık sık olumsuz
geri bildirimler aldıkları için kendilerine güvenleri az, anksiyeteli ve depresif durumlara
yatkın çocuklardır. Özellikle okul çağında devam eden bu olumsuz geri bildirimler, olguların
ergenlik döneminde sorun yaşamalarına neden olur (15,51).
Hastalığa sahip kişiler aynı hastalıktan etkilenmiş kişilerle birlikte yaşamaktadır ve
ebeveyn çocuk ilişkileri daha da sorunlu olmaktadır. DEHB’li çocukların annelerinin
çocukluklarını daha kötü algıladıkları ve depresyon oranlarının daha yüksek olduğu, daha
anksiyeteli oldukları, az sevgi gösteren ve daha korumacı ebeveynlik yaptıkları gösterilmiştir.
Bu da özellikle benzer sorunları yaşayan bir çocuğa sahip olduklarında ebeveyn olmanın
getirdiği yükle çok daha zor baş etmeyi doğurmaktadır. DEHB olan ebeveynin sahip olduğu
güçlükler çocuğun semptomlarıyla etkileşerek prognozu kötüleştirir. DEHB varlığında
ebeveynlerde psikiyatrik eş tanı oranı artmaktadır ve çocuklarının ruhsal ve sosyal
işlevsellikleri daha kötü olmaktadır. “DEHB ailesi” tanımına giren yani ailede etkilenmiş en
az 2 kişinin olduğu ailelerde organizasyon, rutini düzene sokmak ve bu düzeni sürdürmek,
stresle başa çıkma, kararlı duygudurum, tedaviye uyum güçlükleri gözlenir. Ebeveynlerinde
DEHB olan ve olmayan erişkinlerin karşılaştırıldığı çalışmada; etkilenmiş ebeveynlerin
yaşam boyu yıkıcı davranışlar, madde kullanım bozuklukları, anksiyete bozuklukları, daha
erken yaşta depresyon tanısı alma, distimi ve davranım bozukluğu açısından daha büyük risk
altında olduğu gösterilmiştir. Bu eştanı oranları etkilenen bireylerin sadece kendilerinin
yaşadığı işlev bozuklukları (daha düşük eğitim alma ve daha kötü iş koşullarına sahip olma)
dışında bozukluğun ailesel yükünü de çektiğini ve işlev kaybına yol açan bu psikopatolojileri
yaşayan ebeveynler tarafından büyütülmüş olmanın yükünü de taşıdığını göstermektedir. Yani
en yüksek kalıtılabilirlik oranlarına sahip olan psikiyatrik hastalıklardan biri olan DEHB’nin
ailesel bir sorun olduğu unutulmamalıdır (13,3,54,55).
Yaşam boyu güçlüklere yol açan bu hastalığın yaşam boyu tanısı için çocukluktaki
semptomların erişkin dönemdeki eşdeğerleri yani semptom göçü tanımlanmalıdır. DEHB
belirtilerinin sıklığı yaşla azalır ve gelişimle birlikte değişir. Genel toplumda yaşla birlikte
24
DEHB belirtilerinin azalması göz önüne alınırsa erişkinler geçerli bir tanı almaları için
gereken sayıda tanı ölçütünü karşılamasalar bile aynı yaştaki arkadaşlarına göre belirgin işlev
sorunları gösterebilirler. Bu durum DEHB’de düzelmenin bozukluğun gidişinden çok
sendromun tanımından kaynaklandığını düşündürür ve erişkinlerin çoğu bozukluğun sonuçları
ile yaşam boyu uğraşırlar. Erişkin dönemde belirtilerin devamını sorgulayan çalışmalarda
sıklıkla sendromik bir düzelme olduğu ve ergenlik döneminde önce hiperaktivite, sonra
dürtüsellik semptomlarında azalma gözlendiği saptanmıştır. Bunlar daha çok göz önünde olan
semptomlardır. Ancak bozukluğun en örtülü semptomu olan dikkat eksikliği yüksek oranda
devam eder. Yerinde duramama ve hiperaktiviteyi her zaman göremediğimiz daha büyük
yaştaki ergen ve erişkinlerde tam da bu nedenle dikkat eksikliği semptomlarını mutlaka
sorgulamalıyız (14,56).
Çocukluktaki temel semptomlar olan dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik
gelişimle
değişime
uğrayarak
erişkinlerde
yönetsel
işlevlerde
ve
duygudurum
düzenlenmesinde belirgin güçlüklere yol açar. Erişkindeki temel semptomlar dikkat,
inhibisyon ve kendini kontrolle ilişkili bozuklukları içerir. Dikkat süresinin kısalığı
DEHB’nin en önemli parçasıdır. DEHB’li bireyler sıklıkla daha az önemli işlerin dikkatlerini
dağıtarak önlerine çıktığından ve önemli işlerini tamamlayamadıklarından yakınırlar.
Genellikle pek çok görevi aynı anda sürdürmek zorunda kalırız. DEHB olan bireyler hangi
görevin daha önemli olduğuna karar vermede güçlük çekerler. Herhangi birisinin daha önemli
olduğuna karar verdiklerinde bile görev tamamlanana kadar onu sürdürebilmeleri zordur.
Daha az önemli diğer görevlerle dikkatleri dağılabilir (örn; temizlik, telefon görüşmeleri) ve
önemli görevlerini gözden kaçırabilirler. Dikkatsizliğin yol açtığı sorunlardan bir diğeri de
önemli eşya (anahtar, cüzdan, not defteri, ajanda gibi) ve önemli belgeleri sıklıkla kaybetme,
posta, önemli evraklar ve faturaları düzenleme ve takip etmede güçlüktür. Toplantılarda,
okurken veya işlerini sürdürürken dikkatsizlik semptomları gösteren erişkinler kolayca
sıkılırlar, okuma ve kâğıt işlerinde dikkati toplayamazlar, kaytarma eğiliminde olurlar, sıkıcı
gelen, ilgilerini çekmeyen işlerden kaçınırlar, işyerinde yavaş ve verimsiz çalışırlar, dürtüsel
kararlar verirler, kötü zaman yönetimi, organizasyon ve planlama da güçlük semptomları
gösterirler (8,14,16,56,57).
Erişkinlik dönemi organize olmayı gerektirdiğinden dikkatsizlik sorunlarının yol açtığı
işlevsellik kaybı bu dönemde daha fazladır. Organizasyon ve planlama alanlarındaki güçlükler
sıkıcı ve güç gelen görevleri yerine getirirken mantıklı aşamalara bölememeyi içerir. Pek çok
kişide bu durum vazgeçmeye, kaytarmaya, endişe ve yetersizlik duygularının gelişimine ve iş
25
gücü kaybına yol açar. Bu nedenle, örneğin sahip olduğu yeteneklere göre daha basit işlerde
çalışma ya da işsiz kalma ve hiçbir zaman yeni iş arama çabalarını tamamlayamama söz
konusudur. Bu durum bir iş sahibi olamamalarına, aslında hak ettiklerinden daha düşük
maaşla çalışmalarına ya da kendilerine uygun olmayan işlerde çalışmalarına yol açabilir
(8,14,57).
Yaşla değişime daha duyarlı olan hiperaktivite-dürtüsellik semptomlarının zamanla
azalmaları sebebiyle uzun süre DEHB’nin sadece bir çocukluk çağı hastalığı olduğu
düşünülmüştür. Hiperaktivite eğer halen mevcutsa çocukluktakinden en önemli farkı daha
amaca yönelik bir hal almasıdır. Ayakta çalıştıkları, aynı anda pek çok işi yürüttükleri, etkin
oldukları işlerde çalışabilirler ve buna rağmen yakınmaları sürebilir. Evde de sürekli etkinlikte
bulunma istek ve çabaları eşleriyle ilişkilerini bozabilir. Yerinde duramama erişkinlerde öznel
huzursuzluk şeklinde tanımlanabilir. Kıvranmak, yerinde duramamak, oturamamak, sırasını
bekleyememek, sürekli koşmak ya da tırmanmak, sessiz etkinliklere sakince katılamamak,
çok konuşma, soru bitmeden cevabı yapıştırma, başkalarının sözünü kesme veya araya girme
gibi semptomlar erişkin dönemde işinde verimsiz olma, toplantı boyunca oturamama ya da
sıkıcı toplantılarda çok kötü vakit geçirme, beklenmesi zorunlu olan koşullarda sırasını
bekleme güçlüğü çekme, çok hızlı araba kullanma ve belki de kazalara karışma şekline
dönüşür. Dürtüsellik engellenme eşiğindeki düşüklükle ilişkilidir ve olgunlaşamamayla
sonuçlanır. Erişkin dönemde görülen dürtüsel davranışların sonuçları daha önemlidir ve yeni
bir
iş
bulmadan
aniden
işini
bırakma,
ilişkilerini
kolayca
bitirme,
çocuklarına
tahammülsüzlüğe yol açar. Engellenme eşiğinde düşüklük, çok konuşma, karşısındakinin
sözünü kesme, sosyal ilişkilerin engellenmesi, uygunsuz yorum ve kararlar gibi yaşamın
gidişini önemli derecede etkileyecek sorunlar yaşarlar (8,15,16,57).
Bunlar bir erişkinin yaşamını derinden etkileyebilecek semptomlardır. Bu temel
semptomlar erişkin dönemde okul, iş performansında ve kişilerarası ilişkilerde bozulma
(bozulmuş ilişkileri, sorumluluklarını yerine getirememe, karşısındakini dinleyememe, yakın
özel ilişkilerde güçlük gibi) ve diğer davranışsal uyum problemlerine (örn; kapasitesinin
altında düşük düzeyde eğitim almak, parasını kötü yönetme, ev işlerini organize edememe,
rutinin kaotik-karmakarışık-hal alması) yol açar (15,16).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilgili güçlükleri çocukluklarından beri
yaşayan kişiler; erişkin dönemde de gerek aynı belirtileri sergilemeleri, gerekse de literatürde
tartışıldığı üzere kimi zaman belirtilerinin gerilemesi durumunda bile çocukluk döneminde
almış oldukları hasarların yansımalarını yaşam boyu taşırlar. Erişkin dönemde DEHB kişinin
26
davranışları, duyguları, ilişkilerini ve kendisini nasıl değerlendirdiğini kuvvetli bir biçimde
etkiler ve erişkin dönemdeki özsaygı ve utancın birincil belirleyicisi kişinin kendini çocukluk
ve ergenlik döneminde nasıl değerlendirdiğidir (16). Erişkin olguların yaşadıkları sorunları
açıklayan bilişsel davranışçı modele göre; erişkin DEHB olguları çocukluk çağından beri
başlamış olan ve etkili başa çıkma becerilerini engelleyen temel nöropsikiyatrik bozukluklara
sahiptirler. Dikkatte çelinebilirlik, organize olamama, verilen görevleri sürdürme güçlüğü ve
dürtüsellik gibi özgül semptomlar DEHB olan bireylerin etkili başa çıkma becerileri
geliştirmesini öğrenmelerini ya da kullanmalarını önleyebilir. Etkili başa çıkma becerilerinin
yokluğu nedeniyle bu bozukluğa sahip kişilerin çoğu başarısızlık yaşamıştır ya da yenilgi
olarak adlandırabilecekleri deneyimleri olmuştur.
Bu başarısızlık öyküleri kişinin kendi
hakkında olumsuz düşünceler geliştirmesine yol açabilir. Bunun yanı sıra üstlendikleri
görevler konusunda da işlevsel olmayan düşünceler geliştirebilirler. Sonuç olarak ortaya çıkan
bu olumsuz düşünce ve inançlar kaçınma davranışları ya da dikkatte çelinebilirliği arttırabilir.
Bu düşünce ve inançların sonucu olarak kişiler görev ya da sorunla karşı karşıya kaldıklarında
dikkatleri daha çok kayabilir ve ilişkili davranışsal semptomlar daha da kötüleşebilir (58).
Safren ve ark. (58); izlemekte oldukları hastalarının daha çok organizasyon ve
planlama güçlükleri, dikkat dağınıklığı, anksiyete ve depresyon ile kaçınma-kaytarma
davranışlarından yakındıklarını bildirmektedirler. Ek olarak öfke, düşük engellenme eşiği,
tahammülsüzlük ve iletişim güçlükleri bildiriyorlardı. Temel DEHB belirtilerine ikincil olarak
hastaların birçoğunda duygudurumla ilgili sorunlar da mevcuttu.
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNDA AYIRICI TANI,
EŞTANI, İŞLEVSELLİKTE BOZULMA VE RİSK ALMA DAVRANIŞLARI
Ömür boyu devam eden dikkatsizlik, dürtüsellik ya da hiperaktivite yakınmaları olan
tüm erişkinlerde DEHB tanısı düşünülmelidir. DSM belirtilerinin erişkin DEHB’yi diğer
psikopatolojilerden ayırt edip etmediğini inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Dikkatin
sürdürümünde sorun, motor huzursuzluk, artmış konuşma gibi birçok DEHB belirtisiyle diğer
psikiyatrik durumlarda da sıklıkla karşılaşılır. Hekimler DEHB belirtilerini diğer psikiyatrik
bozukluk belirtilerinden ayırt edebilmelidir, ancak aynı zamanda da diğer bozukluklarla
beraber görülme riskinin yüksek olduğunu unutmamalıdır. Depresif belirtiler DEHB
belirtilerinden odaklanma güçlüğü ve motor huzursuzluğun sadece disforik duygudurum,
anhedoni ve artmış irritabilite sırasında olması ile ayrılır. İştah ve uyku değişiklikleri gibi
somatovejetatif belirtilerin ayrı ayrı dönemler halinde ortaya çıkması depresyon tanısını daha
27
da destekler. DEHB ve depresyon birlikte görülen hastalar esas DEHB belirtilerinin
duygudurum dönemleri dışında da var olduğunu bildirirler. Benzer şekilde bipolar I bozukluk
hastaları düşünce uçuşması, hızlı konuşma ve dürtüsel davranışları sadece kabarmış
duygudurum dönemlerinde bildirmektedir. Daha tartışmalı olan bir durum DEHB’nin
hipomani ve hızlı döngülü bipolar bozukluk ile örtüşmesidir. Öyküde açık bir şekilde belli
olan ayrı duygudurum dönemleri ve güçlü aile öyküsü tanının konmasına yardımcı olabilir.
Belirtiler DEHB’de kronik seyirli, bipolar bozuklukta dönemseldir. Aşırı hareketlilik bipolar
bozuklukta zararlı sonuçlara yol açabilecek etkinliklerle ilişkili, DEHB’de ise her alanda
yaygındır. DEHB’de benlik saygısında düşmeye sıklıkla rastlanırken manide bu gözlenmez.
Anksiyete bozuklukları DEHB’den yaygın ve kontrolü güç ya da belli bir ortam ya da uyarana
ilişkin nesnel endişenin varlığı ile ayrılır. Psikoaktif madde kullanımı olan hastalarda DEHB
belirtilerinin başlangıcının madde kullanımından önce olması gerekmektedir. Erken dönemde
okul güçlükleri ve çocukluk davranım bozukluğu öyküsü olanlarda hem DEHB hem de
madde kötüye kullanımı eş tanısı olma olasılığı fazladır (1,8,16,59).
Hiperaktivite ve dürtüselliğin olmadığı durumlarda okul başarısızlığı ve dikkatsizlik
olan erişkinler özel öğrenme güçlüğü açısından değerlendirilmelidir. Bu genelde akademik
düzeyi belirlemek için nöropsikolojik test bataryalarının kullanımını gerektirir. Belirgin
şekilde sıra dışı, beklenmedik ilgi alanları, sosyal işlev bozukluğu olanlarda Asperger
sendromu ya da yüksek işlevli otizm düşünülmelidir. DSM’ de yaygın gelişimsel bozukluğu
olanlara DEHB tanısı konulmasa da, DEHB benzeri belirtileri olan birçok yaygın gelişimsel
bozukluk hastası DEHB tedavisine iyi yanıt vermektedir (1,16).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocukların en az %50’sinde diğer bir eş
tanı olduğu düşünülmektedir. Davranım bozukluğu (%15-20), karşıt olma karşıt gelme
bozukluğu (%33-60), öğrenme bozuklukları (%20-30), depresyon (%30), bipolar bozukluk,
anksiyete bozuklukları(%25-30), enürezis ve dil bozuklukları sıklıkla eşlik eden durumlardır.
Yani çocukların çok azında sadece DEHB vardır. Yıkıcı davranış bozuklukları, davranım
bozukluğu ve karşıt olma karşıt gelme bozukluğu erkek çocuklarda daha çok görülür, bu
nedenle erkek çocuklar tedavi için daha çok başvurur. Yaşla birlikte depresyon ve davranım
bozukluğu eştanı oranları artar. Özel öğrenme güçlüğünün varlığında çocuklar daha dikkatsiz
ve huzursuz olmakta, akademik başarıları daha düşük ve yavaş olmaktadır. Bipolar bozukluk
eştanısı çok tartışılmıştır. Ancak DEHB olan çocuklarda yapılan çalışmalarda iki uçlu
bozukluk nadiren tanımlanmıştır. Bunda son zamanlarda iki uçlu bozukluk için çocukluk
dönemi tanı ölçütlerinde yapılan değişikliklerin rolü olduğu düşünülmektedir ve aslında
28
bipolar bozukluğun sıklığı düşüktür. DEHB varlığında çocukluk döneminde anksiyete
bozuklukları sıklığının çeşitli çalışmalarda %13-50 oranlarında olduğu; bu çocukların tedavi
yanıtlarının daha düşük olduğu ve uzun dönem işlevsellik kayıpları ile diğer psikopatolojileri
geliştirme risklerinin ise daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Aile çalışmalarında anksiyete
eştanısının ailedeki DEHB’den çok anksiyete bozuklukları ile ilişkisi gösterilmiştir.
Çocuklarda yapılmış olan çalışmalarda anksiyete varlığında DEHB’nin daha çok akademik ve
bilişsel güçlüğe yol açtığı gösterilmiştir (1,2,15,60).
Ülkemizde DEHB’li çocuklarla yapılan çalışmalarda da yüksek oranda eştanı
saptanmıştır. Pekcanlar’ın çalışmasında (61) olguların %86’sında en az bir bozukluk eştanısı
saptanmış olup en sık %76 karşıt olma karşıt gelme bozukluğu, %13 davranım bozukluğu ve
%6 duygudurum bozukluğu (majör depresyon+distimi) saptanmıştır. Soykan (62)
çalışmasında DEHB’li çocuklarda kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha
fazla depresyon olduğunu göstermiştir. Tahiroğlu (63) %32 karşıt olma karşıt gelme
bozukluğu, %14,9 davranım bozukluğu, %12,4 özel öğrenme güçlüğü ve %4 depresyon
saptanmıştır.
Dikkat
eksikliği
hiperaktivite
bozukluğu
olan
erişkinler
kontrollerle
karşılaştırıldığında belirgin olarak daha fazla eşlik eden psikopatoloji ve uyum işlevlerinde
belirgin azalma yaşarlar. DEHB eştanı oranları hayli yüksektir ve çeşitli çalışmalarda %65-89
arasında oranlar verilmektedir. Eştanı durumları hakkındaki veriler DEHB’de çocukların
uzunlamasına izlendiği çalışmalardan ve erişkin DEHB tanısı konanların geriye dönük
değerlendirmesinden gelir. Çocuklarda daha çok davranış bozuklukları görülürken gençlerde
anksiyete bozukluğu ve erişkinlerde hem anksiyete hem duygudurum bozuklukları önem
kazanmaktadır. Çocukların uzunlamasına izlendiği çalışmalarda eştanı oranları daha düşüktür.
Eş tanıların DEHB gidişine uzun dönemdeki katkıları yeteri kadar incelenmemiştir
(1,8,16,64).
%35-50 oranında distimik bozukluk ya da majör depresyon eştanısı, %40-50 anksiyete
bozukluğu, %40-50 madde bağımlılığı bildirilmektedir. Ayrıca %27-46 oranında alkol kötüye
kullanımı ve bağımlılığı, alkol kötüye kullanımı olan hastalarda DEHB’nin daha fazla
görüldüğü, %50 oranında nikotin bağımlılığı bildirilmiştir (1,8,16,64-67).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocukların genç erişkin döneme
(ortalama 22 yaş) kadar izlendiği çalışmada olguların kontrol grubuna oranla nikotin, alkol ve
madde bağımlılığı, duygudurum ve anksiyete bozuklukları açısından yüksek risk altında
olduğu gösterilmiştir (68).
29
Biederman'ın çalışmasında (33) kadın ve erkeklerde sırasıyla yaşam boyu madde
kötüye kullanımı %26 ve 44, alkol bağımlılığı %24 ve 39, M. Depresyon %23 ve 21, sosyal
fobi %23 ve 11, yaygın anksiyete bozukluğu %34 ve 28, panik bozukluğu %15 ve 6, alkol
kötüye kullanımı %13 ve 24, madde bağımlılığı %12 ve 27, agarofobi %9 ve 9, bipolar I veya
II %10 ve 10, obsesif kompulsif bozukluk (OKB) %7 ve 3 bulunmuştur.
Yaşam boyu herhangi bir psikiyatrik bozukluk eştanısı NCS’de %89, duygudurum
bozuklukları %38, anksiyete bozuklukları %47, madde bağımlılığı %15 bulunmuştur. Ayrıca
duygudurum bozukluğu olanlarda DEHB %13 (normal popülasyonun 3 katı), anksiyete
bozukluğu olanlarda %9,5 ve madde bağımlılığı olanlarda %12,3 olarak saptanmıştır (3).
Fayyad ve ark. (26) belirgin duygudurum bozukluğu olanlarda DEHB’nin 4 kat fazla
olduğu, ayrıca anksiyete bozukluğu ve madde bağımlılığı olanlarda DEHB sıklığının
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklı ve daha yüksek olduğunu gösterdiler. DEHB’lilerde
duygudurum bozukluğu %25, anksiyete bozukluğu %38 ve madde bağılılığı tanısı %12
oranlarında eşlik ediyordu.
Gerek çocuklarda yapılan izlem çalışmaları, gerekse erişkin çalışmalarında antisosyal
kişilik bozukluğu oranları yüksek bulunmaktadır. Antisosyal kişilik bozukluğu %10-23
oranında görülebilmektedir. İki prospektif çalışmada kontrol grubuna kıyasla DEHB olanlarda
antisosyal kişilik bozukluğu %2-2,5’e oranla %18-23 olmuştur. Suçlu ve hapishanede yatan
ergen ve genç erişkinlerde DEHB sıklığı %4-72 oranında bildirilmektedir. DEHB daha erken
yaşta suç işleme ile ilişkilidir ve genetik çalışmalarda daha ciddi bir alt tipin genetik
yüklülüğünün söz konusu olduğu bulunmuştur. Ayrıca sınırda kişilik bozukluğunun da artmış
olduğu ve sınırda kişilik bozukluğu olan kişilerin bir alt grubunda eştanı olarak DEHB’nin
olduğuna ilişkin kanıtlar vardır (16,64).
Anksiyete bozukluklarından sosyal fobi %20-34 oranında gözlenirken OKB oranları
genel toplumdaki oranları geçmemektedir. Yaygın anksiyete bozukluğu bazı çalışmalarda
genel toplumla aynı oranda, bazı çalışmalarda da %10-45 gibi geniş bir aralıkta
bildirilmektedir. Bu oranlar eştanı hakkında açık bir fikir sunmaktan çok olasılıkla DEHB’nin
yaygın anksiyete tanısını yanlış olarak daha fazla koyma eğilimine yol açabileceğini
yansıtmaktadır. DEHB’de strese dayanıklılığın düşüklüğü bir grup hastada korku ve duygusal
dalgalanmalarla sonuçlanmakta bu da yanlış tanıyı doğurabilmektedir (1,8,16,64). Anksiyete
bozuklukları riskini genel toplumdan yüksek bulmayan çalışmalarda vardır (65-67).
Bazı çalışmalarda bipolar bozuklukta DEHB yüksek oranda saptanırken (1,64) bunu
bildirmeyen çalışmalarda vardır (3,65,66). Halen DEHB ve bipolar bozukluğun birlikteliğiyle
30
ilgili yeterince açık kanıt yoktur. Olasılıkla bir alt grup bipolar bozuklu hastada bipolar
bozukluğun gelişimsel öncüsü olarak DEHB benzeri semptomlar gözlenmektedir. DEHB ile
bipolar bozukluk arasındaki semptom örtüşmesi tanısal karışıklığa yol açmaktadır.
Çelinebilirlik, dürtüsellik, hiperaktivite ve duygudurumda oynamalar her iki bozukluk içinde
karakteristiktir ve bu durum her iki bozukluk arasındaki ilişkinin daha iyi aydınlatılması
gerekliliğine işaret etmektedir (59).
Erişkin DEHB olan kişilerde %35-50 oranında distimik bozukluk ya da majör
depresyon görülebildiği (8,64-67) depresyonun daha erken yaşta ortaya çıktığı (65,67)
gösterilmiştir. DEHB’li bireyler karşılaştıkları önemli yaşam olaylarının üstesinden gelme
becerilerinin olmaması durumunda depresyon açısından risk altındadırlar. Stresli durumlar
karşısında DEHB olan kişilerin zaten mevcut olan uyku, iştah ve odaklanma ile ilgili
güçlükleri artabilir. Depresyonla DEHB’nin yüksek eştanı oranlarını açıklayabilecek çeşitli
kuramlar öne sürülmüştür. Bunlara göre DEHB duygudurum bozukluklarının bir varyantı
olabilir, duygudurum bozuklukları DEHB’nin sonucu olabilir. Herhangi birine yatkınlık
diğerine de yatkınlığı doğurabilir. Her iki bozukluk genetik olarak ilişkili olabilir. Depresyon
altta yatan kronik ve ciddi bir süreç olan DEHB’ye ikincil olabilir. Yapılan çalışmalarda
erişkin DEHB’lilerin akrabalarında istatistiksel olarak anlamlı oranda DEHB ve depresyon
saptandığına dikkati çekmiştir. DEHB’li çocukların annelerinin depresyon oranlarının daha
yüksek olduğu, ebeveynlerinde DEHB olan ve olmayan erişkinlerin karşılaştırıldığı bir
çalışmada; etkilenmiş ebeveynlerin daha erken yaşta depresyon tanısı alma ve distimi
açısından daha büyük risk altında olduğu gösterilmiştir (1,16,54,55,64,69).
Tıkınırcasına yeme bozuklukları ve bulimia nervozanın genel topluma kıyasla
DEHB’de daha sık olduğu ve DEHB’de yaşam boyu bulimia nervoza riskinin %3-9, yeme
bozukluklarının %9-11’e kadar artan oranlarda olduğu bildirilmektedir (64-66). Ayrıca bazı
araştırmalarda obezite tedavisi alan erişkinlerde yüksek DEHB oranları bildirilmiştir.
Altfas’ın çalışmasında (70) DEHB sıklığı %27,4 bulunmuş, özellikle beden kitle indeksi 40
ve üzerinde olan grupta %42,6’ya dek çıkmıştır. Bu çalışmada değinilen bir diğer özellikte
DEHB varlığında tedavi başarısının düşüklüğü olmuştur. Fleming ve Levy’nin çalışmasında
(71) beden kitle indeksi 35 üzerinde olan kadınlarda DEHB belirtileri %26,7 oranında
bulunmuş. Ayrıca DEHB olan çocuklarda obezite sıklığındaki artış da dikkat çekmektedir
(72).
Dikkat
eksikliği
hiperaktivite
bozukluğu
olanlar,
olmayan
erişkinlerle
karşılaştırıldığında psikoaktif madde kötüye kullanımı ve bağımlılığının daha yüksek olduğu
31
gösterilmiştir. DEHB genel topluma kıyasla madde bağımlılığı riskini iki kat artırmaktadır.
DEHB’de madde bağımlılığı eştanısı %40-50 olurken madde bağımlılarında DEHB eştanısı
%15-25’tir. DEHB’de daha erken yaşta kullanıma başlama, kötüye kullanım ve bağımlılık
arasındaki geçiş süresinin daha kısa olması, düzelme oranlarının daha düşük olması ve madde
kullanımını bırakmakta daha fazla zorlanma söz konusudur. DEHB olgularının herhangi bir
maddeyi diğerine tercih ettiği gösterilememiştir. Her çeşit madde kullanım bozukluğu söz
konusudur. Çünkü DEHB semptomlarının çeşitliliği farklı çeşit psikoaktif madde
kullanımlarına yatkınlık yaratır. Uyarıcılar, nikotin, kokain geçici olarak bilişsel performansı
iyileştirebilirken alkol, esrar ve opiatlar duygusal dalgalanma ve düzensizlikleri, içsel
huzursuzluğu ve artmış uyarılmayı azaltır. Bir çalışmada en çok kötüye kullanılan maddenin
%67 ile esrar olduğu, bunu %23 kokain ve %18 uyarıcıların izlediği saptanmıştır. DEHB’de
madde kullanımı açısında risk grupları dürtüsellik semptomları, kötü akran gruplarının seçimi,
eşlik eden davranım bozukluğu veya antisosyal kişilik bozukluğu, farmakolojik tedaviye geç
başlanmış olması, paylaşılmış genetik riskler ve kendi kendine tedavi arayışıdır.
(8,64,66,67,73,74).
Madde kullanım bozuklukları eştanısını açıklamaya yönelik kuramlardan ilki
DEHB’de yüksek oranda bulunan davranım bozukluğu ve antisosyal kişilik bozukluğudur.
Özellikle ergenlik döneminde davranım bozukluğu bulunmasının madde kullanım
bozukluğuyla güçlü ilişkisi gösterilmiş olsa da bazı çalışmalar davranım bozukluğu dışında
yenilik arayışı gibi DEHB belirtilerinin de özellikle madde kullanım riskini arttırdığını
göstermiştir (75). Erişkin dönemde ise antisosyal kişilik bozukluğu olmaksızın DEHB’nin
madde kullanım bozukluğu için risk etkeni olduğu kabul görmektedir. DEHB’li bireyler
kronik belirtileri nedeniyle akademik, mesleki ya da kişilerarası ilişkilerinde güçlük yaşarlar
ve bu güçlükler benlik saygısında düşme ve/veya depresyona yol açarak kişinin güçlükleriyle
baş etme yöntemi olarak maddeyi kullanmasıyla sonuçlanabilir. Kafein, nikotin, kokain gibi
uyarıcılar belirtilerinden kısa sürede olsa kurtulmalarını sağlayarak kendi kendine tedavi
amaçlı kullanımı açıklayabilir ki, özellikle bu amaçla en çok kullanılanı toplumsal kullanımı
kabul görmüş olan bir madde de nikotindir. DEHB’nin temel belirtilerinden olan dürtüsellik
kişilerin madde kullanımına başlamanın olası olumsuz sonuçlarını düşünmeksizin yeni bir
maddeyi kolayca denemelerini sağlayabilir. Bazı çalışmalarda bu kişiler belirtilerini
yatıştırmaktan çok akranlarının etkisi altında kalarak dürtüsel davranışları doğrultusunda
erken yaşta çeşitli maddeleri denediklerini bildirmişlerdir. Bazı genetik etkenlerde DEHB
madde bağımlılığı birlikteliğine katkıda bulunabilir. Dopamin taşıyıcısı düzensizlikleri hem
32
DEHB hem de madde kullanım bozukluklarında gösterilmiştir. Madde kullanımının nukleus
accumbens’e salınan dopamin miktarını arttırdığı iyi bilinmektedir, bu da DEHB belirtilerini
kendi kendilerine tedavi etmek amacıyla kişilerin madde kullanımını açıklayabilir. Ailesel
geçiş konusunda yapılan bir çalışmada DEHB olanlarda kendilerinde madde kullanım
bozukluğu olsun ya da olmasın akrabalarında madde kullanım bozukluğu sıklığının artmış
olduğu gösterilmiştir (74-78).
Uyarıcı tedavinin ilaç arama davranışına yol açıp açmayacağı bir diğer tartışma
konusudur. Uyarıcı önerilen kişilerde davranışsal duyarlılık olabileceği ya da uyarıcı
önerilmiş olmasının kişide diğer maddeleri de bağımlılık yapmaksızın kullanabileceği
düşüncesini doğurabileceği ileri sürülmüştür. Ancak çoğu çalışmada bu gösterilememiştir
(76,79). Uyarıcı tedavinin erişkin madde kötüye kullanım riskini ne arttırdığı, ne de azalttığını
yani bir etkisi olmadığını bildiren çalışmalar vardır (80). Bunun yanı sıra DEHB tedavisinde
kullanılan uyarıcı tedavinin ilaç arama davranışına yol açmadığı, yapılan çalışmaların meta
analizinde tersinin görüldüğü yani tedavi edilen çocukların ergenlik döneminde bağımlılıkla
ilgili problem yaşama riskinin iki kat azaldığı gösterilmiştir (81).
Mortalite ve morbiditesi yüksek önemli bir halk sağlığı sorunu olan ve kardiyak,
pulmoner ve çeşitli kanserlerin oluşumundan sorumlu olan sigaranın uygulanan çeşitli
kampanyalarla genel toplumda içilme oranları azalırken DEHB tanısı alanlarda sigara içiciliği
yüksek oranda devam etmektedir. Sıklıkla ergenlik döneminde sigara denenmekte ve 18
yaşından sonra düzenli bir alışkanlık halini almaktadır. CDC verilerine göre 18-24 yaş arası
erişkinlerin %24’ü sigara içicisidir. DEHB olan erişkin ve ergenlerde sigara içiciliğinin genel
popülasyona kıyasla daha yüksek olduğu (sırasıyla %26’ya karşın %41-42 ve %10-24’e
karşın %19-46) çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Ayrıca çalışmalarda DEHB’li bireylerin
akranlarına kıyasla daha erken sigaraya başladığı ve denedikten sonra da daha yüksek oranda
düzenli içiciliğe geçtiği bulunmuştur. Ayrıca bu bireyler sigarayı bırakma konusunda daha
çok zorlanmaktadır. Genel toplumda sigarayı bırakma oranı %48,5 iken DEHB’lilerde
%29’dur. Sigarayı bırakma dönemleri de daha zorlu geçmektedir. DEHB’lilerde gözlenen
yüksek sigara içiciliği ve sigara bırakma güçlüğünün çeşitli nedenleri olabilir. Kontrol
grubuyla karşılaştırıldığında DEHB olanlarda ilgili striatal bölgelerde dopamin taşıyıcısının
(DAT) arttığı gösterilmiştir. Bu artmış DAT yoğunluğunun olası anlamı DEHB’li olguların
presinaptik dopamin oto reseptörlerinin normal etkinliğinden daha düşük dopamin düzeyi
gösterdiği ve bununda önemli uyaranlara yanıt olarak abartılı fazik dopamin yanıtıyla
sonuçlanması olabilir. Nikotinin hayvanlarda ve sigara içen bireylerde striatumda dopamin
33
salınımını uyardığı gösterilmiştir ve nikotinle uyarılmış fazik dopamin salınımı DEHB
semptomları olanlarda, olmayanlara kıyasla daha ödüllendirici olabilir. Bu artmış
ödüllendiricilik ilk kullanımdan sonra daha yüksek nikotin güçlendirici etkisine ve böylece bu
kişilerin düzenli nikotin kullanıma geçmesini kolaylaştırmaya yarar. Diğer bir deyişle
dopamin sistemindeki temel farklılıklar nedeniyle DEHB olan kişiler olmayanlara göre
nikotinin başlangıçtaki ödüllendirici etkisini daha fazla yaşarlar. Elimizdeki kanıtlar nikotinin
DEHB’li bireylerde gözlenen bazı belirti ve yönetsel işlev bozukluklarını (dikkat, çalışma
belleği, yanıt inhibisyonu) iyileştirdiği yönündedir. Hayvan ve insan çalışmalarında nikotinin
dikkat üzerine iyileştirici etkisi gösterilmiştir. Hem sigara içenlerde hem de içmeyenlerde
nikotin uygulamasının dikkat testlerindeki performansı iyileştirdiği gözlenmiştir. Ayrıca
nikotin uygulamasının DEHB tanılı hem sigara içen hem de içmeyen kişilerde bilişsel
peformansı iyileştirdiği gözlenmiştir. Özellikle transdermal nikotin dikkat testlerini, DEHB
semptomatolojisinin genel klinik etkilerini iyileştirir. Nikotin agonistlerinin şimdi ya da
yaşam boyu sigara içiciliğinden bağımsız erişkinlerde DEHB belirtilerini belirgin azalttığı
gösterilmiştir (8,82-86).
Öte yandan DEHB olanlarda sigara yoksunluğu daha şiddetli olmakta ve bunun da
nikotin yoksunluğundan sonra prefrontal korteks ve anterior singulatta azalmış dopaminerjik
ileti sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Nikotinin aynı zamanda DEHB’lilerde birincil olarak
artmış dopamin transporter bölgelerini azaltarak bir uyarıcı gibi de davrandığı gösterilmiştir.
Uyarılma üzerine olan etkisinin kendi kendine tedavi amaçlı olarak sigara kullanımına yol
açmasının yanı sıra, nikotinin aynı zamanda DEHB’nin çökkün duygudurum, öfke gibi
belirtilerinde de iyileşmeye yol açtığı düşünülmektedir. Nikotin bantı ve uyarıcı ilaçların
birlikte ya da tek başlarına kullanıldığında plaseboya kıyasla odaklanma ve temel DEHB
belirtilerini azalttığı gösterilmiştir (8,82,85).
Rodriguez ve ark. (87) DEHB dikkat eksikliği semptomlarının ergenlik döneminde,
hiperaktivite semptomlarının genç erişkin dönemdeki nikotin bağımlılığını etkilediğini
gösterdiler. Diğer madde bağımlılıklarından farklı olarak DEHB’nin sigara kullanımı
açısından davranım bozukluğu varlığından bağımsız risk oluşturduğu çok sayıda prospektif
çalışmada gösterilmiştir (88).
Yaşam boyu etkileri oldukça geniş olan bu bozuklukla ilgili epidemiyolojik
örneklemlerde DEHB’li kişilerin yaşadığı problemlerin sadece hastalık semptomlarından veya
psikiyatrik eştanı sorunlarından kaynaklanmadığı, yaşamın diğer birçok alanlarında da
güçlükler çektikleri gösterilmiştir. Çocuklarda akademik problemler, okulda güçlükler,
34
bozulmuş aile ve akran ilişkileri mevcuttur. Biraz daha büyüdüklerinde kendine güven kaybı,
kaza ve yaralanmaya eğimli olurlar. Ergenlik döneminde olguların %70-80’ninin belirtilerinin
sürdüğü ve belirgin güçlük yaşamaya devam ettikleri gösterilmiştir. Bu dönemde eğitimle
ilgili güçlükleri devam eder, daha küçük yaşta okuldan ayrılabilirler, daha çok sınıfta
kalabilirler, akranları, öğretmenleri, ebeveynleri ve kardeşleriyle ilişkilerinde güçlük çekerler,
olgunlaşmamıştırlar ve özsaygıları daha düşük olma eğilimindedir. Bu dönemle birlikte sigara
içme, madde kötüye kullanımı ve motorlu araç kazaları ortaya çıkar. Bilindiği gibi, motorlu
araç kazaları ergenlik döneminde mortalitenin en önde giden nedenlerindendir. Bu dönemde
davranım sorunları daha ciddi hale gelir, daha çok problem yaratır ve bu nedenle suça karışma
görülebilir (14,16).
Erişkin dönemde ise yasal sorunlar, iş ve meslek yaşamında güçlüklerle karşılaşırlar.
Yaşam boyu akademik başarıları düşük ve iş hayatları başarısız olma eğilimindedir. Bu
kişilerin eğitim düzeyinin daha düşük olduğu, daha az genel ve profesyonel eğitim aldıkları,
liseyi bitirememe oranının 3-10 kat fazla olduğu, üniversite derecelerinin daha düşük olduğu
ve bunların sonucunda iş performanslarının düşük ve işsizlik oranlarının daha fazla olduğu
(üç kat daha fazla işsiz kaldıkları), iş yaşamında daha alt düzeyde işlevsellik gösterdikleri,
daha az nitelikli işlerde çalıştıkları ve kazançlarının daha az olduğu birçok çalışmada
gösterilmiştir (3,26,65-67,89,90).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan erişkinlerde kendine güven azlığı ve
uzun dönem ilişkilerde başarısızlık daha fazla görülür. Boşanma oranlarının iki kata kadar
daha yüksek olduğu ve daha az kalıcı ilişkiler kurdukları gösterilmiştir (3,8,26,65,90). DEHB
olan kadınlar daha çok boşanma eğilimindedir ve tek başlarına ebeveynlik yapmak
durumunda kalırlar (34).
Elde edilen veriler DEHB’nin çocukluk döneminde tanınmadığında erişkin dönemde
de sıklıkla tanı konamadığını göstermektedir. Tanı alamayan bu olguların tanı ve tedavi
alanlara kıyasla daha yüksek eştanı oranları gösterdiği, işlevsel bozulmanın daha fazla olduğu,
depresyon, alkol kullanım bozukluklarının daha fazla görüldüğü, eğitimlerinin daha düşük
olduğu ve daha çok duygusal ve kişilerarası ilişkilerde sorun yaşadıkları gösterilmiştir (91).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan erişkinler sağlık konularında sıklıkla
kötü karar verirler, yüksek riskli etkinliklere katılırlar ve tehlikeli bir şekilde araba kullanırlar.
Trafik kurallarını çiğnemek, hızlı araba kullanmaktan dolayı ceza yemek açısından daha
yüksek risk altındadır, trafik kazalarına daha sık karıştıkları ve daha çok yaralandıkları
gösterilmiştir. Daha çok intihar girişiminde bulundukları, sosyal açıdan daha yalnız
35
yaşadıkları, sosyal becerilerinin kötü ve özsaygılarının daha düşük olduğu gösterilmiştir.
DEHB görüldüğü üzere morbiditesi yüksek olan bir hastalıktır. Erişkin DEHB olgularının
bazıları ise işlev kaybını en aza indirecek şekilde yaşam ortamlarını uyarlamayı
başarmaktadır. Bireyler kendilerine uygun işler bulurlar, yalnız yaşayabilir ya da uygun uzun
süreli ilişkiler geliştirebilirler ve DEHB ile ilişkili güçlükleri kapatacak şekilde diğer
konularda başarılı olabilirler. DEHB ile ilişkili güçlüklerin başarılı bir şekilde düzelmesinde
belirleyici olan etkenlerin tanımlanması için yeni çalışmalar gerekmektedir (8,14,16).
36
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Kesitsel tanımlayıcı desende tasarlanmış bu araştırmanın evreni Trakya
Üniversitesinin Edirne il merkezindeki bütün fakülte ve yüksekokullarında eğitim gören
öğrencilerden oluşmuştur. İnternette yayınlanmış olan Trakya Üniversitesi 2007–2008 öğretim
yılı öğrenci sayıları esas alınarak çalışma evrenini oluşturan öğrenci sayısının 13586 olduğu
belirlendi. Hastalığın prevalansı %4 olarak öngörüldüğünde (1,21) 0,009 hata payı ile α=0,05
(%95 güvenle) toplam öğrenci sayısına göre örneklem sayısı n=1728 kişi olarak belirlenmiştir.
2000±%5 kişilik örneklemde çalışılma kararı alındı. Evreni temsil edecek örneklem tabakalı
küme örneklemi ile belirlendi. Cinsiyet ve sınıfa göre tabakalanmış 2000 kişilik örneklem
öğrenci sayılarına göre okullara paylaştırıldı (Tablo 4).
01.03.2008 ile 31.5.2008 tarihleri arasında veri toplamak için okullara gidildi.
Okulların bölüm, sınıf ve cinsiyetlere göre öğrenci dağılımı okul yönetimlerinden güncellendi.
Okullar için belirlenmiş örneklem sayıları sınıflara ve cinsiyete paylaştırıldı. Örneklem sayısı
düşük olan okullarda sınıflara göre tabakalandırmada kümeler birleştirildi. Birden fazla bölüm
olan okullarda seçilecek katılımcılar farklı bölümlere dağıtıldı. Okulun mevcudu, sınıf ve
cinsiyete göre belirlenmiş olan çalışmaya katılması gereken en az öğrenci sayısı kadar öğrenci
ilgili okuldan rastlantısal olarak seçildi. Katılımcıların okul ve sınıflara göre ve okudukları
bölüm ve cinsiyetlerine göre sayıları sırasıyla Tablo 5 ve Tablo 6’da gösterilmiştir.
Hazırlanmış olan anketi gönüllü öğrenciler okullarında araştırmacı ve yardımcı
araştırmacıların (araştırmacıya yardım eden Tıp fakültesi 6. sınıf öğrencileri) gözetimi altında
doldurdular.
37
Tablo 4. Trakya Üniversitesi Fakülte ve Yüksekokullarında okuyan öğrenci sayıları ve
tabakalı küme yöntemi ile hesaplanan örneklem sayısı
OKUL
Öğrenci
Çalışmaya Alınması Planlanan
Sayısı
Öğrenci Sayısı
Fen-Edebiyat Fakültesi
2932
431±22
Mühendislik Mimarlık Fakültesi
1016
150±8
Tıp Fakültesi
867
128±4
Eğitim Fakültesi
1742
256±13
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
1346
198±10
Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu
261
39±2
Sağlık Yüksekokulu
404
59±3
Devlet Konservatuarı
42
6±1
Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu
208
31±2
Yabancı Diller Yüksekokulu
207
31±2
Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu
2630
387±19
Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
1458
215±11
Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
444
65±3
Arda Meslek Yüksekokulu
29
4±1
13586
2000±100
TOPLAM
Çalışmada kullanılan anket katılımcıların demografik bilgileri, DEHB tanısına yardımcı
olmak için Wender Utah Ölçeği ve riskli sağlık davranışlarını belirlemek için YRBSQ’dan
(Youth Risk Behavior Survey Questionnaire-Gençlik Riskli Davranış İzlem Anketi) alınan
soruları içermekteydi (Ek 1). Wender Utah Ölçeği; çocukluktaki DEHB belirtilerini geriye
yönelik sorgulamak ve erişkinlerde DEHB tanısının konmasına yardımcı olmak amacıyla
geliştirilmiş beşli likert tipi bir ölçektir. Ölçeğin 25 maddelik formunun Türkçe uyarlamasının
geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Öncü ve ark. (92) tarafından yapılmıştır.
38
Tablo 5. Katılımcıların okul ve sınıflara göre sayıları
Hazırlık
1. sınıf
2. sınıf
3. sınıf
4. sınıf
110
88
78
153
429
60
25
12
46
155
Tıp Fakültesi
17
20
19
23
Eğitim Fakültesi
62
49
78
66
255
46
39
38
67
200
24
14
3
17
20
Okul
Fen-Edebiyat
5. sınıf
6. sınıf
Toplam
Fakültesi
12
Mühendislik
Mimarlık Fakültesi
İktisadi
ve
İdari
21
28
128
Bilimler Fakültesi
Beden
Eğitimi
ve
41
Spor Yüksek Okulu
Sağlık Yüksek Okulu
2
21
58
Devlet Konservatuarı
4
Uygulamalı Bilimler
32
32
12
32
6
Yüksek Okulu
Yabancı
Diller
20
Yüksek Okulu
Teknik
Bilimler
Meslek
Yüksek
151
224
375
114
107
221
Okulu
Sosyal
Bilimler
Meslek
Yüksek
Okulu
39
Tablo 5. (devamı) Katılımcıların okul ve sınıflara göre sayıları
Sağlık
Hizmetleri
Yüksek
29
Arda Meslek Yüksek
4
Meslek
34
63
Okulu
4
Okulu
32
Toplam*
665
619
258
376
21
28
1999
*29 öğrencinin sınıfı belli değildir.
Bu geçerlilik ve güvenilirlik çalışmasında yapılan faktör analizinde “İrritabilite”,
“Depresyon”, “Okul sorunları”, “Davranış sorunları / Dürtüsellik”, ve “Dikkat eksikliği” adları
verilen 5 faktör elde edilmiştir. Bu faktörler (alt ölçek puanları) her bir katılımcı için
hesaplanarak yaptığımız istatistiksel analizlerde kullanılmıştır. Geçerli, güvenilir ve yaygın
biçimde kullanılan bu ölçekte erişkinlerden çocukluktaki durumları hakkında yöneltilen
soruları “Hayır ya da çok hafif”, “Hafif”, “Orta derecede”, “Fazla” ya da “Çok fazla” şeklinde
yanıtlandırılması istenir ve bu yanıtlara sırasıyla 0, 1, 2, 3 ve 4 puan verilir. Beşinci faktör
altında yer alan “Kararlı, sebatkâr ve inatçıydım, iradem güçlüydü” maddesi eksi faktör yükü
nedeniyle ters çevrilerek puanlanmaktadır. Tüm maddelerin toplanmasıyla toplam ölçek puanı
elde edilir. Kesme noktası 36 ve üzerindeki değerlerin alınması DEHB olan erişkinlerin
%82,5’ini
(duyarlılık)
ve
kontrol
grubunun
%90,8’ini
(özgüllük)
doğru
olarak
sınıflandırmaktadır (92).
Amerika Birleşik Devletleri’nde Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Center’s of
Disease Control and Prevention, CDC) tarafından geliştirilmiş olan YRBSQ sosyal
problemlere, morbidite ve mortaliteye neden olan sağlık açısından riskli davranışları izlemek
amacıyla kullanılmaktadır. YRBSQ; kasıtlı kasıtsız yaralanmalar, tütün kullanımı, alkol ve
madde kullanımı, sorunlu cinsel davranışlar (istenmeyen gebelik, cinsel yolla bulaşan
hastalıklar), beslenme alışkanlığı ve fiziksel etkinlik olarak altı kategoriden oluşmaktadır (93).
Amerika Birleşik Devletleri’nde ulusal düzeyde iki yıl ara ile bu YRBSQ anketini
uygulamaktadır (93).
40
Tablo 6. Çalışmaya dahil edilen öğrencilerin bölüm ve cinsiyete göre dağılımı
Okul / Bölüm
Erkek
Kadın
Toplam
238
201
439
Biyoloji
35
35
70
Fizik
26
29
55
Matematik
20
7
27
Kimya
37
16
53
Türk Dili Edebiyatı
43
52
95
Tarih
20
12
32
Sanat tarihi
15
23
38
Arkeoloji
33
18
51
Bilinmeyen
9
9
18
107
48
155
Bilgisayar Mühendisliği
37
19
56
Makine Mühendisliği
55
11
66
Mimarlık
15
18
33
Tıp Fakültesi
66
62
128
Eğitim Fakültesi
84
173
257
11
13
24
Sınıf Öğretmenliği
49
102
151
Fen Bilgisi Öğretmenliği
16
40
56
Almanca Öğretmenliği
7
17
24
Bilinmeyen
1
1
2
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
66
136
202
İktisat
9
30
39
Kamu Yönetimi
27
55
82
İşletme
21
31
52
Uluslararası İlişkiler
8
19
27
Bilinmeyen
1
1
2
26
15
41
17
10
27
Fen-Edebiyat Fakültesi
Mühendislik Mimarlık Fakültesi
Sosyal Bilgiler
Öğretmenliği
Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu
Beden Eğitimi Öğretmenliği
41
Tablo 6. (devamı) Çalışmaya dahil edilen öğrencilerin bölüm ve cinsiyete göre dağılımı
Antrenörlük
9
5
14
-
58
58
Hemşirelik
-
41
41
Ebelik
-
17
17
Devlet Konservatuarı
4
2
6
Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu
13
19
32
Bankacılık
6
13
19
Turizm
7
6
13
9
24
33
Mütercim Tercümanlık
6
17
23
İngilizce Öğretmenliği
3
7
10
36
27
63
Tıbbi Sekreterlik
2
2
4
Protez Ortez
19
11
30
Odyometri
2
6
8
Radyoloji
13
8
21
Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu
216
169
385
Bilgisayar Programlama
1
1
2
El Sanatları
-
51
51
Elektrik
43
-
43
Endüstriyel Elektronik
22
4
26
Harita Kadastro
16
11
27
Makine
37
1
38
Mimari Dekorasyon
3
17
20
Mobilya
17
-
17
Radyo-TV
11
21
32
Restorasyon
15
14
29
Seramik
7
13
20
Serigrafi
13
1
14
Tekstil
27
31
58
Bilinmeyen
4
4
8
Sağlık Yüksekokulu
Yabancı Diller Yüksekokulu
Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
42
Tablo 6. (devamı) Çalışmaya dahil edilen öğrencilerin bölüm ve cinsiyete göre dağılımı
Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
95
130
225
Gümrük İşletme
29
21
50
Turizm Otel İşletme
2
6
8
Halkla İlişkiler
9
44
53
Muhasebe
30
36
66
Büro Yönetimi Sekreterlik
24
23
47
Bilinmeyen
1
-
1
1
3
4
1
3
4
961
1067
2028
Arda Meslek Yüksekokulu
Gıda Teknolojisi
Toplam
Veri toplamak amacıyla geliştirdiğimiz ankette verilerimizin ulusal ve uluslararası diğer
çalışmalarla karşılaştırılabilir özellikte olması amacıyla YRBSQ anketinin yaralanmalar,
sigara, alkol, madde kullanımı, cinsel davranış, beden algısı ve fiziksel etkinlik alt
başlıklarında yer alan riskli sağlık davranışları sorgulanmıştır. Bu anketin Türkçede geçerlilik
güvenilirlik çalışması yapılmamıştır.
Katılımcıların boy ve vücut ağırlığı değerleri kullanılarak Vücut Kitle İndeksi (VKİ)
hesaplandı ve Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından önerilen düzende gruplandılar (94).
Riskli sağlık davranışları (motosiklete ya da bisiklete binerken kask takmama, emniyet
kemeri takmama, alkollü sürücü ile yolculuk etme, alkollü araba kullanma, üzerinde tabanca
taşıma, üzerinde kesici-delici alet taşıma, kavgaya karışma, partneri tarafından fiziksel şiddete
maruz kalma, depresif duygudurum bildirme, intihar düşüncesi-planı ya da girişimi olması,
aktif alkol kullanımı, aktif sigara kullanımı, uyarıcı ya da keyif verici maddelerden herhangi
birinin kullanımı, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki sonucu gebe kalmak, evli olmayıp
korunmasız cinsel ilişki de bulunmak, fazla cinsel partneri olmak, kilo vermek için kusmak ya
da ilaç kullanmak, günde iki saatten fazla televizyon seyretmek ve egzersiz yapmamak)
toplanarak riskli sağlık davranışlarının toplam sayısı her bir katılımcı için hesaplandı ve bu sayı
Riskli Sağlık İndeksi (RSİ) olarak istatistiksel analizlerde kullanıldı.
Yıl kaybı olanlar ve olmayanlar bir ikili değişkende yıl kaybı var ya da yok şeklinde
kodlanıp kullanıldılar.
Öğrenciler fakültede ya da yüksekokulda okumalarına göre bir ikili değişkende
kodlanıp kullanıldılar.
43
Eksik doldurulması, boş bırakılması ya da gelişigüzel ardı sıra aynı yanıtların verilmesi
durumunda Utah ölçeği geçersiz sayıldı. Utah ölçeğinden 36 puanın üstünde alarak görüşmeye
gelen 4 katılımcı, görüşme esnasında anketi görüşmeye gelmek için gelişigüzel doldurduklarını
ifade ettiklerinden Utah ölçekleri geçersiz sayıldı ve değerlendirme dışında tutuldular. Utah
ölçeği geçersiz katılımcıların verileri ölçekle ilgili istatistiksel analiz yapıldığında dışarıda
bırakıldı. Katılımcıların 1998’inin (%98,5) Utah ölçeği geçerli, 30’unun (%1,5) Utah ölçeği
geçersizdi. Utah ölçeğinden, orijinal çalışmada olduğu gibi Öncü ve ark. tarafından da
geçerlilik-güvenilirlik çalışması ile doğrulanan kesme değeri olan 36 puan ve üzerinde alanlar
Utah yüksek grup, 36 puandan düşük alanlar Utah düşük grup olarak tanımlanıp kodlanıp
analizlerde bu şekilde kullanıldılar.
Doldurulmuş olan anketler öğrencilerden teslim alınırken ankette yer alan Utah
ölçeğinden öğrencilerin almış olduğu puan araştırmacı ve yardımcı araştırmacılar tarafından
hemen hesaplandı. Otuz altı ve üstünde puan alan öğrencilerden, yapılan açıklama sonrası
araştırmacıyla yüz yüze görüşme yapmayı kabul eden gönüllü öğrencilerin iletişim bilgileri
alındı. Bu öğrenciler araştırmacı tarafından telefonla aranarak uygun oldukları bir tarihe
randevu verildi ve 01.03.2008 ile 30.6.2008 tarihleri arasında yüz yüze görüşmeler yapıldı.
Fen-Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Tıp Fakültesi, İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, Devlet Konservatuarı, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Sağlık
Yüksekokulu ve Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrenciler ile T.Ü. Tıp
Fakültesi
Psikiyatri
Anabilim
Dalı
polikliniğinde
görüşüldü.
Üniversitenin
diğer
yerleşkelerinde yer alan diğer okulların öğrencilerinin psikiyatri polikliniğine ulaşım güçlüğü
olabileceği göz önünde bulundurularak görüşme yapılan öğrenci sayısını arttırabilmek için
gerekli izinler alınarak Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrencilerin
görüşmeleri kampüslerindeki sağlık merkezinde; Eğitim Fakültesi, Uygulamalı Bilimler
Yüksekokulu, Yabancı Diller Yüksekokulu, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ve Arda
Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrencilerin görüşmeleri aynı kampüste yer alan T.Ü. Aile
Hekimliği Anabilim Dalı polikliniğinde yapıldı. Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu
kampusundaki sağlık merkezinde yapılan SCID (Structured Clinical Interview for Diagnosis)
görüşmelerinin yarısı T.Ü Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalında görevli olan bir 3. yıl
psikiyatri asistanı tarafından, diğer görüşmeler ise araştırmacı tarafından yapıldı. En az 45
dakika süren görüşmelerde DSM-IV DEHB tanı ölçütlerinin sorgulandığı yarı yapılandırılmış
bir görüşme yapıldı (Ek 2). Katılımcıların çocukluk ve şu anki durumları, çeşitli işlevsellik
alanlarındaki güçlükleri değerlendirildi, DSM-IV’te yer alan tüm DEHB ölçütleri ayrı ayrı
44
sorgulandı, ölçütlerde belirtilen davranışlardan çocuklukta ve halen sıklıkla yakınılanlar pozitif
kabul edilip DSM-IV’e göre halen DEHB tanısını karşılayan olgular belirlendi. Çocukluğunda
tanı ölçütleri karşılayan olgular yani kısmi remisyonda olan DEHB olguları çocukluk DEHB
(ÇDEHB), halen tanı ölçütlerini dolduranlar erişkin DEHB (EDEHB) ve diğerleri de DEHB
olmayan grup olarak ayrıldılar. Ayrıca tüm görüşmelerde psikiyatrik eştanıyı belirlemek
amacıyla SCID-I uygulandı.
Hem psikiyatri hem de genel tıp hastalarına uygulanabilen SCID-I dili ve tanı kapsamı
ile 18 yaş üstü kullanımı uygun olan majör DSM-IV eksen I tanılarının konması için
geliştirilmiş yarı yapılandırılmış bir klinik görüşme ölçeğidir. Bu çalışmada kullanılan klinik
değerlendirmede standardizasyonu sağlamak için geliştirilmiş olan SCID-CV (Klinik versiyon)
kullanım kılavuzu ve puanlama cetvelinden oluşmaktadır. DSM-IV’e göre düzenleme
çalışmaları yapıldıktan sonra 1996’da yayımlanan SCID-I Klinik Versiyon’un Aytül
Çorapçıoğlu ve ark. tarafından Türkiye için uyarlama ve güvenilirlik çalışmaları yapılmıştır
(95).
Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan ve yüz yüze görüşme yapmayı kabul eden 280
kişinin tümüne telefonla ulaşılarak görüşme için randevu verildi, randevuya gelmeyen
katılımcılar ikinci kez telefonla aranarak tekrar randevu verildi ve ancak ikinci randevuya da
gelmemeleri durumunda çalışma dışı bırakıldılar. Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan 369
kişiden 231’i (%62,6’sı) ile yüz yüze görüşüldü. 89 kişi (%24,1) görüşme yapmayı kabul
etmedi, 49 kişi (%13,3) görüşme yapmayı kabul etti ama verilen randevuya gelmedi.
Çalışmanın yürütülmesi için Trakya Üniversitesi Yerel Etik Kurulu’ndan etik onayı ile
Trakya Üniversitesi idari izinleri alındı (Ek 3,4). Çalışma yürütülmeden önce ve ilgili fakülte
ve yüksekokul yönetimlerine başvurularak eğitim ve çalışma düzenini aksatmayacak bir
çalışma ve zaman planı üzerinde anlaşıldı. Çalışma giderlerinin bir bölümü için Trakya
Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri desteği (TÜBAP-910) sağlandı (Ek 5).
Elde edilen veriler gözden geçirildikten sonra dijital ortama aktarıldı. Dijital veriler
gözden geçirilip aktarma işlemindeki hatalar giderildi. Statistica 7.0 paket istatistik programı
(Seri No=31NGYUCV38) kullanılarak uygun analizler yürütüldü. Veriler sıklık ve yüzde
olarak ifade edildiler. Sürekli değişkenlerin normal dağılıma uygunlukları tek örneklem için
Kolmogorov Smirnof testi ile irdelendi. Değişken özelliklerine göre Ki Kare testi, Fisher
exact test, Kendall’s tau-b testi, Kruskal Wallis testi, Mann Whitney U testi, Pearson
Korelasyon testi ile hipotez testleri uygulandı. Her analiz için test değeri ve mutlak p değeri
verildi. Genel istatistiksel anlamlılık sınırı olarak p<0,05 kabul edildi. RSİ değişkenine etki
45
eden etkenler için lineer, DEHB olan olgularda erişkin DEHB tanısı alma ve tüm
katılımcılarda DEHB ve erişkin DEHB tanısı almaya etki eden etkenleri belirlemek için
lojistik regresyon modelleri kullanıldı.
46
BULGULAR
TANIMLAYICI İSTATİSTİKLER
Çalışmaya dahil edilen 2028 kişinin 961’i (%47,4) erkek, 1067’si (%52,6) kadındı.
Katılımcıların 32’si (%1,6) hazırlık, 665’i (%33,3) 1. sınıf öğrencisi, 619’u (%31) 2.
sınıf öğrencisi, 258’i (%12,9) 3. sınıf öğrencisi ve 376’sı (%18,7) 4.sınıf öğrencisi, 21’i 5.sınıf
(%1,1) ve 28’i (%1,4) 6. sınıf öğrencisiydi.
Yaşla ilgili soruya yanıt veren 949 (%98,8) erkek katılımcının yaşı ortalama
21,17±2,33, ortanca 21 (en düşük 17, en yüksek 42) idi. Aynı soruya yanıt veren 1060
(%99,3) kadın katılımcının yaşı ortalama 20,96±2,03, ortanca 21 (en düşük 17, en yüksek 39)
idi. Erkek ve kadın katılımcıların yaşları anlamlı farklı değildi (Mann Whitney U=485262,5;
p=0,167).
Anne eğitim durumu ile ilgili soruyu 2022 (%99,7) kişi cevaplamıştı. En kalabalık
grup (%48) ilkokul mezunu annelere aitti. Annelerin %5,3’ü okur-yazar değildi. Baba eğitim
durumu ile ilgili soruyu 2009 (%99,1) kişi cevaplamıştı. En kalabalık grubu (%36,6) ilkokul
mezunu babalar oluşturuyordu. Okur-yazar olmayan baba oranı %0,8 idi. Anne ve babanın
eğitim durumlarının ayrıntıları Tablo 7’de verilmiştir.
Annesinin mesleği ile ilgili soruya 1842 (%90,8) kişi yanıt vermişti ve katılımcıların
annelerinin çoğu (%78,5) ev hanımıydı. Babasının mesleği ile ilgili soruya 1691 (%83,4) kişi
yanıt vermişti ve babaların çoğu (%29) kalifiye işçi ya da serbest meslek sahibi idi. Anne ve
baba mesleklerinin ayrıntıları Tablo 8’de verilmiştir.
2020 (%99,6) kişi annesinin çalışma durumu ile ilgili soruya yanıt vermişti ve
katılımcıların annelerinin %60,7’si hiç çalışmamış, %14,8’i halen çalışıyor, %12,7’si daha
47
önce çalışmış ve %11,8’i emekliydi. 1957 (%96,5) kişi babasının çalışma durumu ile ilgili
soruya yanıt vermişti ve katılımcıların babalarının %59,4’ü halen çalışıyor, %35,9’u emekli,
%4,3’ü daha önce çalışmış ancak halen çalışmıyor ve %0,4’ü hiç çalışmamıştı.
Tablo 7. Çalışmaya katılan öğrencilerin Anne Babalarının eğitim durumları
Anne
Baba
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Okuryazar değil
107
%5,3
16
%0,8
Okuryazar
93
%4,6
30
%1,5
İlkokul mezunu
972
%48
737
%36,6
Ortaokul mezunu
260
%12,9
368
%18,3
Lise Mezunu
412
%20,4
514
%25,6
Yüksekokul mezunu
62
%3,1
118
%5,9
Fakülte mezunu
109
%5,4
208
%10,4
6
%0,3
18
%0,9
2022
%100
2009
%100
Yüksek lisans-doktora
Toplam
Katılımcıların %98,2’si (1991) bekar, %1,4’ü (28) evli, %0,2’si (4) boşanmıştı ve
%0,2’si (5) soruyu yanıtlamamıştı
Vücut ağırlıkları ile ilgili soruyu erkek öğrencilerin %98,6’sı (948) ve kız öğrencilerin
%97,2’si (1037) yanıtladı. Kızların vücut ağırlıklarının ortalaması 56,02±7,80 kg (ortanca: 55
kg, en düşük: 40 kg, en yüksek: 100 kg), erkeklerin vücut ağırlıklarının ortalaması
71,92±11,33 kg (ortanca: 71 kg, en düşük: 47 kg, en yüksek: 125 kg) olarak bulundu. Boy ile
ilgili soruyu erkek öğrencilerin 953’ü (%99,2) ve kız öğrencilerin 1042’si (%97,7) cevapladı.
Kızların boy ortalaması 164,59±5,68 cm (ortanca: 165 cm, en düşük: 142 cm, en yüksek: 185
cm), erkeklerin boy ortalaması 177,15±6,63 cm (ortanca: 178, en düşük: 152 cm, en yüksek:
198 cm) olarak bulundu.
Verileri tamam olan 947 (%98,5) erkek öğrenci ve 1026 (%96,2) kız öğrenci için VKİ
değeri (kg/m2) hesaplandı. Erkeklerin VKİ ortalaması 22,85±3,04 (ortanca: 22,53, en düşük
48
16,41, en yüksek 38,95), kızların VKİ ortalaması 20,68±2,56 (ortanca: 20,20, en düşük 15,24,
en yüksek 39,06) olarak bulundu. Kızların VKİ ortalaması erkeklerin VKİ ortalamasından
düşüktü (Mann-Whitney U=272064,0; p<0,001). Ayrıca katılımcıların VKİ’leri yaşları ile
birlikte artmaktaydı (Pearson Korelasyon=0,098; p<0,001). Kadın ve erkek katılımcıların
VKİ’ ne göre sınıflandırılması Tablo 9’da verilmiştir.
Tablo 8. Çalışmaya katılan öğrencilerin Anne Babalarının meslekleri
MESLEKLER
ANNE
Sayı
Mesleği yok, işsiz, ev hanımı, öğrenci
BABA
Yüzde
Sayı
Yüzde
1446
%78,5
4
%0,2
Kalifiye olmayan işçi
76
%4,1
272
%16,1
Üretim işçisi
13
%0,7
192
%11,4
Hizmet işçisi
16
%0,9
72
%4,3
Satışla ilgili işler
14
%0,8
158
%9,3
Büro ve eğitim hizmetleri
171
%9,2
357
%21,1
Silahlı kuvvetler mensubu
-
-
27
%1,6
Kalifiye işçi ya da serbest meslek sahibi
61
%3,3
491
%29,0
Yüksek okul mezunları
37
%2,0
84
%5,0
Yönetici-işadamı
8
%0,4
34
%2,0
1842
%100
1691
%100
Toplam
Katılımcıların 723’ünü (%35,7) yüksekokul, 1305’ini (%64,3) fakülte öğrencileri
oluşturuyordu. Kız öğrencilerin fakültedeki oranı (%54,7) yüksekokuldakine kıyasla (%48,8)
anlamlı olarak daha yüksekti
(X2=6,470; p=0,011). Anne ve baba eğitimleri arttıkça
öğrencilerin fakültede okuma oranı anlamlı olarak artıyordu (sırasıyla Kendall’s tau-b=0,128;
p<0,001 ve Kendall’s tau-b=0,165; p<0,001).
49
Tablo 9. Kadın ve erkek katılımcıların vücut kitle indeksine göre sınıflandırılması
Erkek
Kadın
Sayı
Toplam
Sayı
Yüzde
Yüzde
Sayı
Yüzde
Zayıf (VKİ < 18,5)
44
%4,6
198
%19,3
242
%12,3
Normal (VKİ:18,5-24,9)
710
%75,0
777
%75,7
1487
%75,3
Fazla kilolu (VKİ:25-29,9)
170
%18,0
47
%4,6
217
%11,0
Obez (VKİ >30)
23
%2,4
4
%0,4
27
%1,4
Toplam
947
%100
1026
%100
1973
%100
Ailede birlikte yaşayan kişi sayısı sorusunu 1873 (%92,4) katılımcı yanıtlamıştır. Bu
katılımcıların ailelerinde yaşayan kişi sayısı ortalaması 4,21±1,45 (ortanca 4, en düşük 1, en
yüksek 19) idi.
Ailenin ortalama aylık geliri sorusunu 1664 (%82,1) katılımcı yanıtlamıştır. Bu
katılımcıların aylık ortalama aile geliri 1560,83±1650,74 YTL (ortanca 1000 YTL, en düşük
100 YTL, en yüksek 30000 YTL) idi.
Öğrencilerin çoğu evde öğrenci arkadaşları ile (%42,4) yaşıyordu, bunu öğrenci yurdu
(%35,7), ailenin yanı (%16,8) ve diğer (akraba yanı, pansiyon, tek başına evde) seçenekler
(%4,6) izliyordu, %0,5’i soruyu yanıtlamamıştı.
Öğrencilerin %65,3’ünün eğitim hayatlarında hiç yıl kaybı olmamıştı, %21,1’i 1 yıl,
%8,4’ü 2 yıl, %2,8’i 3 yıl, %1’i 4 yıl, %0,7’si 5 yıl ve üzeri yıl kaybetmişti, %0,7’si soruyu
yanıtlamamıştı.
Erkeklerde ehliyet sahibi olma oranı (%40,4), kadınlara (%17,3) oranla yüksekti
(X2=133,067; p<0,001).
UTAH ÖLÇEĞİ İLE İLGİLİ İSTATİSTİKLER
Katılımcıların Utah ölçeğinden aldığı ortalama puan 23,54±14,69 (ortanca 21, en
düşük 1, en yüksek 93) idi. Utah ölçeği geçerli olanların (1998 öğrenci; %98,5) 1629’u
(%81,5) ölçekten kesme değeri olan 36 puanın altında, 369’u (%18,5) 36 puan ve üstünde
puan aldı. Erkeklerin Utah ölçek puanı (24,70±14,25; ortanca 23, en düşük 1, en yüksek 93),
kadınların Utah ölçek puanından (22,51±15,01; ortanca 19, en düşük 1, en yüksek 89) anlamlı
50
olarak daha yüksekti (Mann-Whitney U=440861,0; p<0,001). Ölçekten 36 ve üstü puan
alanların oranı cinsiyetler arasında anlamlı farklılık göstermiyordu (X2=1,677; p=0,195). Yaş
arttıkça ölçekten alınan puan azalıyordu (Pearson korelasyon= -0,072; p=0,001). Ölçekten 36
ve üstü puan alanlarla 36 puan altında alanların yaşları arasında anlamlı fark yoktu (MannWhitney U=279799,5; p=0,110). Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça eğitimde kaybedilen
yıl sayısı artmaktaydı (Pearson korelasyon = 0,081; p<0,001). Ailenin ortalama aylık geliri
arttıkça Utah ölçeğinden alınan puan artmaktaydı (Pearson korelasyon = 0,058; p=0,019).
Ailede birlikte yaşayan kişi sayısı ile Utah ölçeğinden alınan puan arasında ilişki yoktu
(Pearson korelasyon = 0,020; p=0,384). Utah ölçeğinden 36 puan altı ile 36 puan ve üstü
alanların
ailelerinin
ortalama
aylık
geliri
farklılık
göstermiyordu
(Mann-Whitney
U=193420,0; p=0,094). Utah yüksek ve düşük gruplar ailelerinde birlikte yaşayan kişi sayısı
açısından farklılık göstermiyordu (Mann-Whitney U=253391,5; p=0,736). Yıl kaybı olanların
Utah puanı (25,43±15,81) olmayanlardan (22,58±14,01) anlamlı olarak daha yüksekti (MannWhitney U=398002,0; p<0,001). Utah düşük grupta eğitim esnasında yıl kaybedenlerin oranı
(%32,5) Utah yüksek gruba göre (%41,4) anlamlı olarak daha düşüktü (X2=10,657; p=0,001).
Anne eğitimi ile Utah ölçeğinden alınan puan ilişkili değildi (Kendall’s tau b= -0,024;
p=0,153). Baba eğitimi arttıkça Utah ölçeğinden alınan puan azalıyordu (Kendall’s tau b = 0,034; p=0,042). Yüksekokulda okuyanların Utah ölçeğinden aldığı puan (24,96±14,49)
fakültede okuyanların puanından (22,75±14,75) anlamlı olarak daha yüksekti (Mann-Whitney
U=410245,0; p<0,001). Utah yüksek ve düşük gruplar arasında fakülte ya da yüksekokulda
okuma açısından fark yoktu (X2=0,450; p=0,502).
RİSKLİ DAVRANIŞLARA YÖNELİK KARŞILAŞTIRMALAR
“Motosiklete biner misiniz, binerken kask takar mısınız?” ve “Bisiklete biner misiniz,
binerken kask takar mısınız?” sorularına verilen yanıtlar Tablo 10’dadır.
Motosiklete
binerken
kask
takma
davranışları
açısından
farklı
gruplardaki
katılımcıların Utah ölçek puanları anlamlı farklı değildi (Kruskal Wallis X2=3,416; p=0,181).
Katılımcıların Utah puanı ile motosiklete binerken kask takma davranışı arasında anlamlı
korelasyon yoktu (Kendall’s tau b = -0,057; p=0,084). Bisiklete binerken hiç kask takmayan
(23,80±14,49), bazen kask takan (17,03±10,95) ve her zaman kask takan katılımcıların
(19,00±15,81) Utah ölçek puanları arasında anlamlı fark vardı (Kruskal Wallis X2=10,050;
p=0,007). Katılımcıların Utah puanı arttıkça bisiklete binerken kask takma davranışı
kötüleşiyordu (Kendall’s tau b = -0,065; p=0,002).
51
Tablo 10. Motosiklete ve bisiklete binerken kask takma davranışı
Motosiklet
Sayı
Bisiklet
Yüzde
Sayı
Yüzde
Binmem
1437
%70,9
377
%18,6
Binerim hiç takmam
301
%14,8
1596
%78,7
Binerim bazen takarım
219
%10,8
38
%1,9
Binerim her zaman takarım
60
%3,0
8
%0,4
Yanıt vermeyenler
11
%0,5
9
%0,4
2028
%100
2028
%100
Toplam
Katılımcıların %17,8’i emniyet kemerini hiç takmadığını, %51,3’ü bazen taktığını,
%30,5’i sürekli taktığını bildirmiş, %0,4’ü soruyu yanıtlamamıştır. Emniyet kemeri hiç
takmadığını bildirenlerin (30,65±16,13), bazen taktığını bildirenlerin (23,56±14,16) ve sürekli
takanların (19,30±12,84) Utah puanları arasında anlamlı fark vardı (Kruskal Wallis
X2=138,036; p<0,001). Katılımcıların Utah puanı arttıkça emniyet kemeri takma davranışı
kötüleşiyordu (Kendall’s tau b = -0,205; p<0,001).
Katılımcıların %16,1’i son bir ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk ettiğini,
%83,6’sı etmediğini bildirmiş ve %0,3’ü soruyu yanıtlamamıştır. Son bir ay içerisinde alkollü
sürücü ile yolculuk ettiğini bildirenlerin Utah puanı (30,47±16,05) etmeyenlerin puanından
(22,19±14,03) anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=183149,0; p<0,001). Ayrıca Utah
puanı yüksek grupta son bir ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk ettiğini bildirenlerin
oranı da (%29,2) düşük gruptaki orandan (%13,2) anlamlı olarak yüksekti (X2=56,024;
p<0,001). Katılımcıların %4,9’u son 1 ay içerisinde alkollü araba kullandığını, %94,7’si
kullanmadığını bildirmiş ve %0,4’ü soruyu yanıtlamamıştır. Son 1 ay içerisinde alkollü araba
kullandığını
bildirenlerin
Utah
puanı
(28,80±16,13)
kullanmayanların
puanından
(23,25±14,57) anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=73321,5; p<0,001). Utah yüksek
grupta son bir ay içerisinde alkollü araba kullandığını bildirenlerin oranı (%7,4) düşük
gruptaki orandan (%4,4) anlamlı yüksekti (X2=5,415; p=0,020).
52
“Son 1 ay içerisinde üzerinizde tabanca taşıdınız mı?” ve “Son 1 ay içerisinde
üzerinizde bıçak-çakı gibi kesici delici alet taşıdınız mı?” sorularına katılımcıların verdiği
yanıtlar Tablo 11’dedir.
Tablo 11. Son bir ayda üzerinde tabanca - kesici delici alet taşıma durumu
Tabanca
Sayı
Kesici delici alet
Yüzde
Sayı
Yüzde
Hayır
1965
%96,9
1792
%88,4
Evet
56
%2,8
224
%11
Yanıt yok
7
%0,3
12
%0,6
2028
%100
2028
%100
Toplam
Son 1 ay içerisinde üzerinde tabanca taşıdığını bildirenlerin Utah puanı (33,46±15,98)
taşımayanların puanından (23,25±14,57) anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=33213,0;
p=<0,001). Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde üzerinde tabanca taşıdığını bildirenlerin
oranı (%6,0) düşük gruptaki orandan (%2,1) anlamlı olarak yüksekti (X2=16,571; p<0,001).
Son bir ay içerisinde üzerinde bıçak taşıdığını bildirenlerin Utah puanı (32,57±15,16)
taşımayanların puanından (22,41±14,24) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=115578,0;
p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde üzerinde bıçak taşıdığını bildirenlerin oranı
(%21,0) düşük gruptaki orandan (%8,8) anlamlı yüksekti (X2=44,889; p<0,001).
“Son 1 yılda hiç fiziksel kavgaya karıştınız mı?” ve “Son 1 yıl içerisinde hiç kız veya
erkek arkadaşınız tarafından fiziksel şiddete maruz kaldınız mı?” sorularına katılımcıların
verdiği yanıtlar Tablo 12’dedir.
Son bir yıl içerisinde fiziksel kavgaya karıştıklarını bildirenlerin Utah puanı
(31,34±15,31) karışmayanların puanından (22,10±14,14) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney
U=162970,0; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 yıl içerisinde fiziksel kavgaya karışanların
oranı (%27,5) düşük gruptaki orandan (%12,7) anlamlı yüksekti (X2=50,281; p<0,001). Son 1
yıl içerisinde kız veya erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını bildirenlerin
Utah puanı (32,25±17,51) kalmadığını bildirenlerin puanından (23,15±14,45) anlamlı
yüksekti (Mann-Whitney U=52409,5; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 yıl içerisinde kız
veya erkek arkadaşınız tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını bildirenlerin oranı (%7,1)
53
düşük gruptaki orandan (%3,4) anlamlı yüksekti (X2=10,407; p=0,001). Utah puanı ile kavga
veya partner şiddetinin ağırlığı arasında korelasyon yoktu (sırasıyla Kendall’s tau b = -0,011
ve -0,109; p=0,816 ve 0,241).
Tablo 12. Son bir yılda kavgaya karışma veya partneri tarafından şiddete maruz
kalma oranları
Kavga
Sayı
Partner şiddet
Yüzde
Sayı
Yüzde
Hayır
1706
%84,1
1937
%95,5
Evet, ama hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde
290
%14,3
78
%3,8
21
%1,0
6
%0,3
11
%0,5
7
%0,3
2028
%100
2028
%100
yaralanmadım
Evet, ve hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde
yaralandım
Yanıt yok
Toplam
Katılımcıların %47,6’sı son 1 yıl içerisinde 15 gün veya fazla süreyle günlük işlerini
aksatacak kadar üzüntü, moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiğini bildirirken %51,7’si
hissetmediğini bildirmiş ve %0,7’si soruyu yanıtlamamıştır. Son 1 yıl içerisinde 15 gün veya
fazla süreyle günlük işlerini aksatacak kadar üzüntü, moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiğini
bildiren katılımcıların Utah puanı (28,64±15,67) hissetmemiş olanların puanından
(18,86±11,94) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=300832,5; p=0<0,001). Utah yüksek
grupta son 1 yıl içerisinde 15 gün veya fazla süreyle günlük işlerini aksatacak kadar üzüntü,
moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiğini bildirenlerin oranı (%73,6) düşük gruptaki orandan
(%42,1) anlamlı yüksekti (X2=119,641; p<0,001).
“Son 1 yıl içerisinde hiç intihar düşüncesi, planı ya da girişiminiz oldu mu?” sorusuna
katılımcıların verdiği yanıtlar ve ortalama Utah puanları Tablo 13’dedir.
Utah puanı arttıkça intihar davranışı ağırlaşıyordu (Kendall’s tau b = 0,217; p<0,001).
Utah grupları düşükten yükseğe değişirken intihar davranışı ağırlaşıyordu (Kendall’s tau b =
0,262; p<0,001).
54
Tablo 13. Son bir yılda intihar düşüncesi, planı ya da girişimi olma durumu
Sıklık
Yüzde
UTAH puan ortalaması
Hayır
1803
%88,9
22,05±13,76
Evet, ama plan yapmadım
158
%7,8
36,32±16,29
Evet, planladım ama gerçekleştirmedim
38
%1,9
33,46±17,17
Evet, girişimde bulundum
19
%0,9
39,11±16,74
Yanıt yok
10
%0,5
2028
%100
Toplam
Katılımcıların %98’inin (1988 kişi) yanıtladığı soruda 867 kişi (%43,6) yaşamı
boyunca hiç sigara kullanmadığını, 1121’i (%56,4) kullandığını bildirmiştir. Sigara denediğini
bildiren 1121 kişinin 1012’si ilk kez sigara denediği yaş sorusunu yanıtlamıştır. %90,3 geçerli
yanıt üzerinden sigara deneme yaşı ortalama 15,65±3,19; ortanca 16 (en düşük 4, en yüksek
24) idi. Sigara denediğini bildiren 1121 kişinin 1079’u (%96,3) halen düzenli sigara içip
içmediği sorusunu yanıtlamıştır. 639’u (%59,3) düzenli sigara kullanmaktayken 440’ı
(%40,7) sigarayı bırakmıştır. Düzenli sigara kullananların %92,2’si (589 kişi) günde içtiği
sigara sayısını bildirmiştir. Günde içilen sigara sayısı ortalama 13,48±8,09 adet/gün; ortanca
12 (en düşük 1, en yüksek 40) idi. Düzenli sigara kullananların %80,4’ü (514 kişi) sigara
kullandığı süreyi bildirmiştir. Sigara içme süresi ortalama 4,44±2,74 yıl; ortanca 4 (en düşük
0,5, en yüksek 17) idi. Sigara içilen süre arttıkça günde içilen sigara sayısı artmaktaydı
(Kendall’s tau b= 0,204; p<0,001). Düzenli sigara kullananların %97,7’sinin (624 kişi)
yanıtlarına göre 386 kişi (%61,9) sigara bırakmayı denemiş, 238 kişi (%38,1) böyle bir
girişimde bulunmamıştır. Yaşamı boyunca hiç sigara kullanmadığını bildirenlerin Utah puanı
(19,92±12,74) kullananlardan (26,41±15,54) anlamlı olarak daha düşüktü (Mann-Whitney
U=351974,5; p<0,001). Utah yüksek grupta sigara içenlerin oranı (%73,9) Utah düşük grupta
sigara içenlerin oranından (%52,4) anlamlı olarak daha yüksekti (X2=55,957; p<0,001). Utah
ölçeğinden alınan puan yükseldikçe sigara deneme yaşı düşmekteydi (Kendall’s tau B= 0,094; p<0,001). Düzenli sigara içenlerin Utah ölçek puanı (28,30±15,64) içmeyenlerin
puanından (23,76±15,33) istatistiksel olarak anlamlı daha yüksekti (Mann-Whitney
U=110499,0; p<0,001). Utah yüksek grupta düzenli sigara içenlerin oranı (%65,8), Utah
55
düşük gruptakilerin oranından (%57,1) anlamlı daha yüksekti (X2=6,141; p=0,013). Utah
ölçek puanı arttıkça günde içilen sigara sayısı artıyordu (Kendall’s tau b=0,64; p=0,031). Utah
ölçek puanı ile sigara içilen süre arasında ilişki yoktu (Kendall’s tau b= 0,014; p=0,651).
Sigara bırakmayı denemek Utah puanıyla ilişkisizdi (Mann-Whitney U=54434,5; p=0,748).
Utah yüksek ve düşük gruplarda sigara bırakmayı deneyenlerin oranları arasında anlamlı fark
yoktu (X2=0,150; p=0,699).
Geçerli yanıt veren 1982 kişiden (katılımcıların %97,7’si) 675 kişi (%34,1) hiç alkol
kullanmayı denemediğini, 1307 (%65,9) kişi kullandığını bildirmiştir. Alkol kullanmayı hiç
denememiş olanların Utah puanı (19,81±12,89) deneyenlerin puanından (25,52±15,32)
anlamlı düşüktü (Mann-Whitney U=333176,5; p<0,001). Utah yüksek grupta alkol
kullanmayı denemiş olanların oranı (%78,9) düşük grupta denemiş olanların oranından
(%62,7) anlamlı yüksekti (X2=34,672; p<0,001). Alkol kullanmış olan 1307 kişiden 1094’ü
(%83,7) ilk kez alkol kullandığı yaş sorusunu yanıtlamıştır. Katılımcıların ilk kez alkol
kullanım yaşı ortalama 15,89±2,99; ortanca 16 (en düşük 5, en yüksek 25) idi. Utah puanı
arttıkça ilk kez alkol kullanma yaşı azalıyordu (Kendall’s tau b= -0,139; p<0,001). Alkol
kullanmış olan 1307 kişiden 1262’si (%96,5) son 1 ay içerisinde alkol kullanıp kullanmadığı
sorusunu yanıtlamıştır. 403 kişi (%31,9) kullanmamış, 859 kişi (%68,1) kullanmıştır. Son 1
ay içerisinde alkol kullananların Utah puanı (27,04±15,60) kullanmayanların puanından
(22,38±14,29) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=135133,0; p<0,001). Utah yüksek grupta
son 1 ay içerisinde alkol kullanma oranı (%77,7) düşük grupta kullananların oranından
(%65,8) anlamlı yüksekti (X2=14,216; p<0,001). Son 1 ay içerisinde alkol kullanan 859
kişiden 206’sı (%23,9) bir defada 5 standart içkiden fazla alkol kullanmıştı. Bu kişilerin Utah
puanı (32,02±16,70) kullanmayanlardan (22,58±14,13) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney
U=120777,5; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde bir oturuşta 5 standart içkiden
fazla alkol kullanma oranı (%21,1), Utah düşük grubun oranından (%7,8) anlamlı yüksekti
(X2=58,156; p<0,001). Utah puanı arttıkça son bir ay içerisinde bir defada 5 içkiden fazla içki
tüketilen gün sayısı artıyordu (Kendall’s tau b= 0,112; p=0,040).
Katılımcıların 105’i hayatı boyunca en az 1 kez esrar denediğini bildirmişti (%5,2).
Bunların 34’ü (%32,4) 1 kez, 13’ü (%12,4) 2 kez, 34’ü (%32,4) 3 ila 10 kez, 3 kişi 10 ila 20
kez (%2,8), 21’i (%20,0) 20 kereden fazla ya da çok kez esrar kullandığını bildirdi. 92 kişi
esrar kullandığı yaş sorusunu yanıtladı. Yaş ortalaması 17,84±2,71; ortanca 18 (en düşük 10,
en yüksek 26) idi. Esrar kullananların Utah puanı (38,38±16,20) kullanmayanların puanından
(22,75±14,18) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=44223,5; p<0,001). Utah yüksek grupta
56
esrar kullananların oranı (%15,4) düşük grupta kullananların oranından (%2,8) anlamlı
yüksekti (X2=99,923; p<0,001).
Katılımcı 13’ü hayatı boyunca en az 1 kez kokain denediğini bildirmişti (%0,69).
Bunların 9’u (%69,2) 1 kez, 3 kişi (%23,1) 2 kez, 1 kişi (%7,7) 20 kez kullandığını bildirdi. 9
kişi kokain denediği yaş sorusunu yanıtladı. Yaş ortalaması 17,67±2,00; ortanca 18 (en düşük
14, en yüksek 21) idi. Kokain kullananların Utah puanı (56,00±12,34) kullanmayanların
puanından (23,35±14,49) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=1270,0; p<0,001). Utah yüksek
grupta kokain kullananların oranı (%3,0) düşük grupta kullananların oranından (%0,1)
anlamlı yüksekti (Fisher’s Exact test p<0,001).
Katılımcıların 25’i hayatı boyunca en az 1 kez uçucu madde (yapıştırıcı, bali, boya ya
da tiner) denediğini bildirmişti (%1,2). Bunların 9’u (%36,0) 1 kez, 9’u (%36,0) 2 ila 10 kez,
7’si (%28,0) çok kez kullandığını bildirdi. 23 kişi maddeyi denediği yaş sorusunu yanıtladı.
Yaş ortalaması 16±3;44, ortanca 17 (en düşük 10, en yüksek 20) idi. Uçucu madde
kullananların Utah puanı (44,25±18,90) kullanmayanların puanından (23,29±14,46) anlamlı
yüksekti (Mann-Whitney U=8925,5; p<0,001). Utah yüksek grupta madde kullananların oranı
(%4,1) düşük grupta kullananların oranından (%0,6) anlamlı yüksekti (Fisher’s Exact test
p<0,001).
Katılımcıların 3’ü hayatı boyunca en az 1 kez eroin denediğini bildirmişti (%0,14).
Bunların 2’si 1 kez, 1 kişi 2 kez kullandığını bildirdi. Kullananların eroini ilk kez denedikleri
yaşları 14, 18 ve 20 idi. Eroin kullananların Utah puanı (54,50±19,09) kullanmayanların
puanından (23,51±14,66) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=268,5; p=0,034). Utah yüksek
grupta eroin kullananların oranı (%0,5) düşük grupta kullananların oranından (%0,0) anlamlı
yüksekti (Fisher’s Exact test p=0,034).
Katılımcıların 26’sı hayatı boyunca en az 1 kez uyarıcı-keyif verici yasa dışı ilaç
denediğini bildirmişti (%1,3). Bunların 11’i (%42,3) 1 kez, 10’u (%38,5) 2 ila 10 kez, 5’i
(%19,2) 10 kereden fazla kullandığını bildirdi. 23 kişi ilaç denediği yaş sorusunu yanıtladı.
Yaş ortalaması 19,04±2;4 ortanca 18 (en düşük 13, en yüksek 25) idi. İlaç kullananların Utah
puanı (39,24±16,62) kullanmayanların puanından (23,35±14,56) anlamlı yüksekti (MannWhitney U=11219,0; p<0,001). Utah yüksek grupta ilaç kullananların oranı (%4,1) düşük
grupta kullananların oranından (%0,6) anlamlı yüksekti (Fisher’s Exact test p<0,001).
Hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici yasa dışı madde ya da ilaç
denediğini 118 kişi bildirmişti (%5,8). 84 kişi (%4,1) hayatı boyunca en az 1; 15 (%0,7) kişi
2; 18 kişi (%0,9) 3 ve 1 kişi (%0,1) 4 farklı çeşitte uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç
57
kullanmıştı. Hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici madde denemiş olan 118
kişinin Utah puanı (37,76±16,91) kullanmayanların puanından (22,68±14,09) anlamlı
yüksekti (Mann-Whitney U=52460,0; p<0,001). Utah yüksek grupta hayatı boyunca en az bir
çeşit uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç kullanmış olanların oranı (%17,1) düşük grupta
kullananların oranından (%3,2) anlamlı yüksekti (X2=106,866; p<0,001). Utah puanı arttıkça
kullanılan madde çeşidi artıyordu (Kendall’s tau b= 0,172; p<0,001).
Evli olan ya da soruyu yanıtlamayan toplam 56 katılımcı dışarıda bırakılarak yapılan
değerlendirmelerde; katılımcıların %31,2’si (616 kişi) cinsel ilişkide bulunduğunu, %68,8’i
(1356 kişi) bulunmadığını bildirmiştir. Cinsel ilişkide bulunanların Utah puanı (27,22±15,15)
bulunmayanların puanından (21,98±14,23) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=317480,5;
p<0,001). Utah yüksek grupta cinsel ilişkide bulunmuş olanların oranı (%41,5) düşük
gruptakilerin oranından (%28,9) anlamlı yüksekti (X2=21,855; p<0,001). Cinsel ilişki yaşamış
olan 616 katılımcıdan 504’ü (%81,8) ilk kez cinsel ilişki kurduğu yaşı bildirmiş olup ortalama
yaş 17,31±2,08 (ortanca 17, en düşük 12, en yüksek 28) idi. Utah puanı arttıkça ilk kez cinsel
ilişkide bulunma yaşı düşüyordu (Kendall’s tau b=-0,107; P=0,001). Cinsel ilişki yaşamış
olan 616 katılımcıdan 367’si (%59,6) şimdiye kadar cinsel ilişki kurduğu partner sayısını
bildirmişti. Şimdiye kadar; 71 kişi (%19,4) 1, 65 kişi (%17,7) 2, 44 kişi (%12,0) 3, 27 kişi
(%7,4) 4, 25 kişi (6,8) 5, 75 kişi (%20,4) 6 ila 10, 32 kişi (%8,7) 11 ila 20, 28 kişi (%7,6)
20’den fazla cinsel partneri olduğunu bildirdi. Utah puanı arttıkça cinsel partner sayısı da
artıyordu (Kendall’s tau b= 0,111; P=0,001). Soruyu yanıtlamış 595 (%96,6) katılımcıdan
180’i (%30,3) son 3 ay içerisinde birden fazla cinsel partneri olduğunu bildirmiştir. Birden
fazla partneri olanların Utah puanı (29,28±14,59) olmayanların puanından (26,40±15,39)
anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=31427,5; p=0,010). Utah yüksek grupta fazla
cinsel partneri olanların oranı (%37,7) düşük gruptakilerin oranından (%27,7) anlamlı
yüksekti (X2=5,215; p=0,022). Evli katılımcılar dışarıda bırakılarak yapılan değerlendirmede
soruya yanıt veren 503 (%81,7) katılımcıdan 44’ü (%8,7) gebelikle sonuçlanan bir cinsel
ilişkisi olduğunu, 459’u (%91,3) olmadığını bildirmiştir. Gebelikle sonuçlanan bir cinsel
ilişkisi olanların Utah puanı (32,09±14,81) olmayanların puanından (26,85±14,43) anlamlı
yüksekti (Mann-Whitney U=5553,5; p=0,044). Utah yüksek grupta olup ta gebelikle
sonuçlanan bir cinsel ilişkisi olanların oranı (%10,3) ile düşük gruptakilerin oranı (%5,6)
arasındaki fark anlamlı düzeyde değildi (X2=3,004; p=0,083). Evli katılımcılar dışarıda
bırakılarak yapılan değerlendirmede, soruya yanıt vermiş 558 (%90,6) katılımcıdan, 212 kişi
(%38) son cinsel ilişkisinde doğum kontrol yöntemi kullanmadığını, 237 kişi (%11,7) yöntem
58
olarak kondom kullandığını, 25 kişi (%1,2) doğum kontrol hapı kullandığını, 4 kişi (%0,2)
hem kondom hem doğum kontrol hapı kullandığını ve 80 kişi (%3,9) diğer yöntemleri
kullandığını
belirtmiştir.
Doğum
kontrol
yöntemi
kullananların
Utah
puanı
ile
kullanmayanların puanları arasında fark yoktu (Mann-Whitney U=29648,5; p=0,106). Utah
yüksek grupta olup ta doğum kontrol yöntemi kullananların oranı (%58,6) ile düşük gruptaki
oran (%63,5) arasında fark yoktu (X2=1,004; p=0,316). Katılımcıların 1927’sinin yanıtladığı
soruda (%95,0); 436’sı (%22,6) cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgi sahibi
olmadığını, 1491’i (%77,4) olduğunu bildirmiştir. Bilgi sahibi olduğunu bildiren 1491 kişiden
1033’ünün (%62,3) yanıt verdiği soruda 518 kişi (%50,1) bilgi kaynağının öğretmen-okul;
136 kişi (%13,2) doktor-sağlık çalışanı; 93 kişi (%9,1) aile, 87 kişi (%8,4) medya; 29 kişi
(%2,8) arkadaş olduğunu; 86 kişi (%8,3) kendisinin araştırdığını; 26 kişi (%2,5) diğer
kaynaklardan; 58 kişi (%5,6) birden fazla kaynaktan bilgi aldığını bildirmiştir. Katılımcıların
923’ünün (%61,9) yanıtladığı soruda; cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkında bilgi edinilen
ortalama yaş 15,66±2,52 (ortanca 16, en düşük 8, en yüksek 26) idi.
Katılımcıların %99,0’unun (2008 kişi) yanıtladığı soruda %48,3’ü kendini ideal kilolu,
%27,1’i hafif kilolu, %17,0’si hafif zayıf, %4,1’i çok zayıf, %3,5’i çok kilolu bulmaktaydı.
Katılımcıların VKİ’ ne göre beden imajı algısı aşağıdaki tablo 14’dedir.
Katılımcıların beden algıları, VKİ’leri ile ilişkiliydi (Kendall’s tau b= 0,452; p<0,001).
Katılımcıların Utah puanı arttıkça VKİ’leri de artmaktaydı (Kendall’s tau b= 0,047; p=0,002).
Katılımcıların beden algıları, Utah puanları ile ilişkili değildi (Kendall’s tau b= 0,016;
p=0,366). Utah yüksek ve düşük gruplar arasında VKİ açısından fark yoktu (X2=5,569;
p=0,135). Katılımcılar VKİ’lerine göre gruplandırıldıklarında Utah puanları birbirinden
anlamlı farklıydı (Kruskal Wallis X2=17,259; p=0,001). Zayıf katılımcıların Utah puanı
21,54±14,68, normal kilodaki katılımcıların Utah puanı 23,45±14,64, fazla kilolu
katılımcıların Utah puanı 26,17±15,31 ve obez katılımcıların Utah puanı 28,07±15,16 idi.
Katılımcıların %99,1’inin (2009 kişi) yanıtladığı soruda 553 kişi (%27,5) son 1 ay içerisinde
kilo vermek ya da kilosunu korumak için diyet yaptığını 1456 kişi (%72,5) yapmadığını
bildirmiştir. Diyet yapanların Utah puanı (25,44±15,51) yapmayanların puanından
(22,92±14,31) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=356290,5; p=0,002). Utah yüksek grupta
diyet yapanların oranı (%32,6) düşük gruptakilerin oranından (%26,3) anlamlı yüksekti
(X2=5,955; p=0,015).
59
Tablo 14. Vücut kitle indeksine göre beden imajı algısı
Beden Algısı
Vücut Kitle Çok zayıf
Hafif zayıf
İdeal kilolu Hafif kilolu
Çok kilolu Toplam
İndeksi
Zayıf
46
102
90
3
0
241
(%19,1)
(%42,3)
(%37,3)
(%1,2)
(%0)
(%100)
36
231
808
376
22
1473
(%2,4)
(%15,7)
(%54,9)
(%25,5)
(%1,5)
(%100)
Fazla
0
1
57
125
30
213
kilolu
(%0)
(%0,5)
(%26,7)
(%58,7)
(%14,1)
(%100)
Obez
0
0
1
16
10
27
(%0)
(%0)
(%3,7)
(%59,3)
(%37,0)
(%100)
82
334
956
520
62
1954
(%4,2)
(%17,1)
(%48,3)
(%26,6)
(%3,2)
(%100)
Normal
Toplam
Katılımcıların %98,9’unun (2006 kişi) yanıtladığı soruda 33 kişi (%1,6) son 1 ay
içerisinde kilo vermek ya da kilosunu korumak için kustuğunu 1973 kişi (%98,4) kusmadığını
bildirmiştir. Kilo vermek ya da kilosunu korumak için kustuğunu bildirenlerin Utah puanı
(35,94±21,23) diğerlerinin puanından (23,37±14,46) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney
U=20986,5; p=0,001). Utah yüksek grupta kilo vermek ya da kilosunu korumak için
kustuğunu bildirenlerin oranı (%3,8) düşük gruptakilerin oranından (%1,2) anlamlı yüksekti
(X2=12,764; p<0,001). Katılımcıların %99,0’unun (2008 kişi) yanıtladığı soruda 25 kişi
(%1,2) son 1 ay içerisinde kilo vermek ya da kilosunu korumak için ilaç kullandığını, 1983
kişi (%98,8) kullanmadığını bildirmiştir. Kilo vermek ya da kilosunu korumak için ilaç
kullandığını bildirenlerin Utah puanı (28,88±13,79) diğerlerinin puanından (23,54±14,71)
anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=18210,5; p=0,028). Utah yüksek grupta kilo vermek ya
da kilosunu korumak için ilaç kullandığını bildirenlerin oranı (%1,6) ile düşük gruptakilerin
oranı (%1,2) arasında fark yoktu (Fisher’s Exact test p=0,443). Katılımcıların %99,1’inin
(2010 kişi) yanıtladığı soruda 791 kişi (%39,4) son 1 ay içerisinde kilo vermek ya da kilosunu
korumak için egzersiz yaptığını, 1219 kişi (%60,6) yapmadığını bildirmiştir. Kilo vermek ya
da kilosunu korumak için egzersiz yaptığını bildirenlerin Utah puanı ile diğerlerinin puanı
(23,37±14,46) arasında anlamlı fark yoktu (Mann-Whitney U=466305,5; p=0,781). Utah
yüksek grupta kilo vermek ya da kilosunu korumak için egzersiz yaptığını bildirenlerin oranı
60
(%38,9) ile düşük gruptakilerde ki oran (%38,5) arasında anlamlı fark yoktu (X2=0,049;
p=0,826). Katılımcıların %99,3’ünün (2013 kişi) yanıtladığı soruda 998 kişi (%49,6) hafta içi
günlerde 2 saatten fazla televizyon seyrettiğini, 1015 kişi (%50,4) seyretmediğini bildirmiştir.
Hafta içi günlerde 2 saatten fazla televizyon seyrettiğini bildirenlerin Utah puanı
(24,10±14,38) diğerlerinin puanından (23,09±15,00) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney
U=464032,0; p=0,021). Utah yüksek grupta hafta içi günlerde 2 saatten fazla televizyon
seyrettiğini bildirenlerin oranı (%51,4) düşük gruptakilerin oranından (%49,2) farklı değildi
(X2=0,577; p=0,448). Katılımcıların %99,2’sinin (2011 kişi) yanıtladığı soruda 856 kişi
(%42,6) haftada en az 1 gün 20 dakika egzersiz yaptığını, 1155 kişi (%57,4) yapmadığını
bildirmiştir. Haftada en az 1 gün 20 dakika egzersiz yaptığını bildirenlerin Utah puanı
(22,19±13,54) diğerlerinin puanından (24,60±15,43) anlamlı düşüktü (Mann-Whitney
U=443688,0; p=0,002). Utah yüksek grupta haftada en az 1 gün 20 dakika egzersiz yaptığını
bildirenlerin oranı (%36,8) düşük gruptakilerin oranından (%44,1) anlamlı düşüktü
(X2=6,483; p=0,011).
Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça RSİ skoru da artmaktaydı (Kendall’s taub=0,320; p<0,001). Utah düşük grupta ortalama RSİ skoru (3,78±2,28; ortanca: 3, en düşük:
0, en yüksek: 15), Utah yüksek gruptaki ortalama RSİ skorundan (5,93±3,05; ortanca: 5, en
düşük: 1, en yüksek: 16) anlamlı düşüktü (Mann-Whitney U=173490,0; p<0,001) (Şekil 1).
GÖRÜŞME YAPILANLARLA İLGİLİ VERİLER
Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan 369 kişiden 231’i (%62,6’sı) ile yüz yüze
görüşüldü. 89 kişi (%24,1) görüşme yapmayı kabul etmedi, 49 kişi (%13,3) görüşme yapmayı
kabul etti ama verilen randevuya gelmedi. Görüşme yapılan, görüşme yapmayı kabul etmeyen
ve randevuya gelmeyen kişiler arasında cinsiyet açısından (X2=1,615; p=0,446) ve yıl kaybı
olup olmaması açısından (X2=1,713; p=0,425) fark yoktu. Yüksekokulda okuyan öğrencilerin
77’si (%55,8’i) ile yüz yüze görüşüldü, 33 kişi (%23,9) görüşme yapmayı kabul etmedi, 28
kişi (%20,3) görüşme yapmayı kabul etti ama verilen randevuya gelmedi. Bu oranlar 154’ü
(%66,7) ile yüz yüze görüşülen, 56’sı (%24,2) görüşme yapmayı kabul etmeyen ve 21’i
(%9,1) görüşme yapmayı kabul eden ama verilen randevuya gelmeyen fakülte
öğrencilerindeki katılım oranlarından anlamlı farklıydı (X2=9,794; p=0,007).
Randevuya gelen katılımcıların Utah puanı ortalama 48,20±11,27 (ortanca: 44, en
düşük: 36, en yüksek: 93), görüşme yapmayı kabul etmeyen katılımcıların Utah puanı
ortalama 46,64±8,87 (ortanca: 44, en düşük: 36, en yüksek: 73), randevuya gelmeyen
61
katılımcıların Utah puanı ortalama 47,16±8,99 (ortanca: 47, en düşük: 36, en yüksek: 79) idi,
gruplar arasında anlamlı fark yoktu (KW=0,340; p=0,844).
20,00
Riskli sağlık indeksi skor ortalaması
1.513 1.968
1.349
1.512 1.925
15,00
1.994
1.485 1.510
1.850 1.866
1.731 1.976
1.508
1.957
1.914 1.898
1.974
10,00
5,00
0,00
Utah
,00düşük
Utah yüksek
1,00
Şekil 1. Riskli sağlık indeksi skor ortalamasının Utah düşük ve Utah
yüksek grup ile ilişkisi
Randevuya gelen katılımcıların yaşı ortalama 21,06±2,14 (ortanca: 21, en düşük: 17,
en yüksek: 32), görüşme yapmayı kabul etmeyen katılımcıların yaşı ortalama 20,79±2,06
(ortanca: 20, en düşük: 18, en yüksek: 28), randevuya gelmeyen katılımcıların yaşı ortalama
20,47±2,04 (ortanca: 20, en düşük: 18, en yüksek: 28) idi, gruplar arasında anlamlı fark yoktu
(KW=4,946; p=0,084)
Gruplar arasında anne eğitimi, baba eğitimi, ailelerin ortalama aylık geliri ve eğitimde
kaybettiği yıl sayısı açısından anlamlı fark yoktu (sırasıyla KW=0,954; p=0,621; KW=3,854;
p=0,146; KW=0,219; p=0,896; KW=1,564; p=0,458).
62
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU SIKLIĞI
Görüşme yapılan 231 kişiden 51 kişide (%22,1) DEHB yoktu, 104 kişi (%45,0) DSMIV’e göre çocukluk döneminde DEHB ölçütlerini dolduruyordu ancak erişkin dönemde tanı
ölçütlerini doldurmuyordu ve çocukluk DEHB grubu (kısmi remisyonda DEHB) olarak kabul
edildi ve 76 kişi (%32,9) DSM-IV’e göre erişkin dönemde halen tanı ölçütlerini karşılıyordu
ve erişkin DEHB tanısı kondu. Çocukluk DEHB olgularının %42,2’sinin erişkin dönemde de
DSM-IV’e göre DEHB ölçütlerini karşılamaya devam ettiği saptandı.
Erişkin DEHB grubunda 34 kişide (%44,7) DSM-IV’e göre DEHB-dikkatsizliğin önde
geldiği tip; 25 kişide (%32,9) DEHB-Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde geldiği tip ve 17
kişide (%22,4) DEHB-Bileşik tip saptandı. Aşağıdaki şekilde (Şekil 2) çalışmaya katılan,
görüşme yapılan ve erişkin DEHB saptanan kişi sayıları özetlenmiştir.
Çalışmaya Dahil Edilen Kişi Sayısı
2028 (%100)
Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan kişi sayısı
369 (369/2028=%18,2)
Yüz yüze görüşme yapılan kişi sayısı
231 (231/2028=%11,4)
DSM-IV’e göre erişkin dönemde DEHB ölçütlerini dolduran kişi sayısı
76 (76/2028=%3,7)
Tahmini sıklık=121 (369x76x100/231x2028=%5,9)
Şekil 2. Çalışmaya katılan, görüşme yapılan ve Dikkat eksikliği hiperaktivite
bozukluğu saptanan kişi sayıları
63
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU SAPTANANLARLA
İLGİLİ VERİLER
Çocukluk DEHB grubundaki 104 kişiden 11’i yapılan görüşme sırasında kendilerine
(%10,6) çocukluk döneminde DEHB tanısı konduğunu belirtirken; erişkin DEHB grubunda
bu oran 76 kişide 13 idi (%17,1). DEHB tanısı alma açısından gruplar arasında anlamlı fark
yoktu (X2=1,620; p=0,203). Çocukluk DEHB grubunda olup ta, çocukluk döneminde DEHB
tanısı konmuş olan 11 kişiden 9’u; Erişkin DEHB grubunda olup ta, çocukluk döneminde
DEHB tanısı konmuş olan 13 kişiden 11’i (%14,5) çocukluk döneminde tedavi aldığını
bildirmiştir. Her iki gruptan olguların hatırladıkları tedavileri Tablo 15’de gösterilmiştir.
Tablo 15. Olguların çocukluk döneminde aldıkları tedaviler
Tedavi
Çocukluk Dikkat Eksikliği Erişkin
Dikkat
Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu
Hiperaktivite Bozukluğu
Önerilerde bulunuldu
7
2
İmipramin tb
0
1
Karbamezepin solüsyon
0
2
Haloperidol damla
0
3
Adını hatırlamadığı ilaç tedavisi
2
3
Toplam
9
11
Hastalar tarafından dikkatsizlik ve hiperaktivite-impulsivite semptomlarının başladığı
ve sonlandığı bildirilen yaş grupları ve kendi grupları içindeki yüzdeleri ÇDEHB ve EDEHB
gruplarında Tablo 16’da gösterilmiştir.
Özgeçmişte bildirilen çeşitli hastalıkların sıklıkları ve yüzdeleri ÇDEHB ve EDEHB
grupları için Tablo 17’de gösterilmiştir.(Not: birden fazla hastalık bildiren kişiler vardır).
Özgeçmişte bildirilen çeşitli tedavilerin sıklıkları ve yüzdeleri ÇDEHB ve EDEHB
grupları için Tablo 18’de gösterilmiştir.(Not: birden fazla tedavi bildiren kişiler vardır).
64
Tablo 16. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
gruplarında dikkatsizlik ve hiperaktivite-impulsivite semptomlarının başladığı ve sonlandığı bildirilen yaş
grupları ve yüzdeleri
Dikkatsizlik semptomlarının
Başlama yaşı
Hiperaktivite-İmpulsivite semptomlarının
Bitme yaşı
Başlama yaşı
Bitme yaşı
ÇDEHB
EDEHB
ÇDEHB
EDEHB
ÇDEHB
EDEHB
ÇDEHB
EDEHB
Hatırlamıyor
14 (%13,5)
4 (%5,3)
11 (%10,5)
2(%2,6)
1(%0,9)
2(%2,6)
22(%21,2)
4(%5,3)
7 yaş altı
20 (%19,1)
12 (%15,8)
-
-
92(%88,6)
66(%87,0)
-
-
7–12 yaş
51 (%49,1)
42 (%55,3)
-
-
-
-
9(%8,7)
5(%6,6)
12–15 yaş
6 (%5,8)
9 (%11,9)
3 (%2,9)
-
-
2(%2,6)
17(%16,4)
6(%7,8)
15–18 yaş
6 (%5,8)
6 (%7,8)
6 (%5,8)
-
-
-
14(%13,5)
10(%13,2)
18 yaş üstü
1 (%0,9)
1 (%1,3)
-
-
-
-
4(%3,8)
-
Yakınma yok
6 (%5,8)
2 (%2,6)
6 (%5,8)
2(%2,6)
11(%10,5)
6(%7,8)
11(%10,5)
6(%7,8)
Halen
-
-
78 (%75,0)
72(94,8)
27(%25,9)
45(%59,3)
104(%100)
76(%100)
yakınma var
Toplam
104 (%100) 76 (%100)
104 (%100) 76(%100)
65
104(%100)
76(%100)
Tablo17. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Erişkin Dikkat
Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu gruplarında özgeçmişte almış oldukları
tanılar
ÇDEHB (N=104)
EDEHB (N=76)
Depresyon
9(%8,7)
15(%19,7),
Anksiyete Bozuklukları
5 (%4,8)
4(%5,3)
Diğer psikiyatrik hastalıklar
2 (%1,9)
5(%6,6)
Astım
7(%6,7)
1(%1,3)
Anemi
3(%2,9)
2(%2,6)
Migren-Baş ağrısı
3(%2,9)
4(%5,3)
Mide ülseri-gastrit
-
4(%5,3)
Kırık-çıkıklar
1(%0,9)
3(%3,9)
Alerjik hastalıklar
-
5(%6,6)
Cilt hastalıkları
2(%1,9)
1(%1,3)
Diğer fiziksel hastalıklar
19(%18,3)
9(%11,9)
Tablo 18. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Erişkin Dikkat
Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu gruplarında daha önceki ilaç kullanımları
ÇDEHB (N=104)
EDEHB (N=76)
Antidepresan
13(%12,5)
20(%26,3)
Diğer psikiyatrik ilaç tedavileri
1(%0,9)
4(%5,3)
Diğer ilaç tedavileri
10(%9,6)
4(%5,3)
Tablo 19’da, her bir DEHB DSM ölçütünü erişkin dönemde karşılayan olguların
sayıları ve oranları verilmiştir. Daha fazla oranda karşılanan ölçütler tabloda koyu renk ile
gösterilmiştir. Olgu sayıları ve oranları hem erişkin DEHB grubu hem de tüm DEHB grubu
(çocukluk ve erişkin olguların tümü) için gösterilmektedir.
Yapılan SCID görüşmeleri sonucunda ÇDEHB, EDEHB ve DEHB olmadığı
düşünülen gruplarda tanı konan psikiyatrik hastalıkların sıklığı ve yüzdeleri Tablo 20’de
gösterilmiştir.
66
Tablo 19. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu grubu (çocukluk ve erişkin olguların
tümü) ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu grubunda erişkin
dönemde pozitif olan DSM ölçütleri
DEHB
(N=180)
Dikkatini ayrıntılara verememe veya okul ödevlerinde, işlerinde 82(%45,6)
ya da diğer etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapma
Üzerine aldığı görevlerde ya da etkinliklerde dikkatinin dağılması 141(%78,3)
Doğrudan onunla konuşulduğu halde dinlemiyor gibi görünmesi
64(%35,6)
Talimatları izleyememesi ve okul ödevleri ya da işyerindeki 53(%29,4)
görevleri tamamlayamaması (karşıt olma bozukluğu ya da
yönergeleri anlayamamaya bağlı olmayan)
Üzerine aldığı işleri veya etkinlikleri düzenlemekte zorluk 106(%58,9)
çekmesi
Sürekli zihinsel çaba gerektiren işlerden kaçınma, bu görevlerde 73(%40,6)
yer almaya kaşı isteksizlik
Çoğu zaman işine gerekli olan eşyaları kaybetme (kalem, kitap, 90(%50)
gözlük)
Dikkatin dış uyaranlarca kolayca dağılması (araba kornası, geri 120(%66,7)
plandaki konuşmalar)
Gündelik işlerinde unutkan olma
54(%30)
Genellikle ellerin ayakların kıpır kıpır olması ya da oturduğu 98(%54,4)
yerde kıpırdanıp durma
Genellikle oturması gereken yerlerde (sınıfta ya da diğer 84(%46,7)
durumlarda) oturduğu yerden kalkma
Çoğu zaman içinde huzursuzluk hissetme
110(%61,1)
Genellikle boş zamanlarını sakin bir şekilde değerlendirmede 45(%25)
zorlanma
Çoğu zaman hareket halinde olma ya da bir motor tarafından 67(%37,2)
sürülüyormuş gibi davranma
Genellikle çok konuşma
104(%57,8)
Çoğu zaman sorulan sorular tamamlanmadan cevabını yapıştırma 94(%52,2)
Çoğu zaman sırasını beklemesi gereken durumlarda güçlük 113(%62,8)
çekme
Genellikle başkalarının sözünü kesme veya yaptıklarının arasına 43(%23,9)
girme
EDEHB
(N=76)
50(%65,8)
69(%90,8)
39(%51,3)
36(%47,4)
59(%77,6)
38(%50)
51(%67,1)
59(%77,6)
34(%44,7)
56(%73,7)
50(%65,8)
57(%75)
29(%38,2)
43(%56,6)
58(%76,3)
54(%71,1)
59(%77,6)
28(%36,8)
Yapılan SCID görüşmesi sonucunda ÇDEHB grubunda yaşam boyu ve şu anda toplam
23 kişide (%22,1); EDEHB grubunda ise toplam 22 kişide (%29,0) depresyon tespit edilmiş
olup oranlar anlamlı olarak farklı değildi (X2=1,093; p=0,296).
67
Tablo 20. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Erişkin Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
olmayan gruplarda tanı konmuş olan psikiyatrik hastalıkların sıklığı ve
yüzdeleri
ÇDEHB
EDEHB
DEHB
(N=104)
(N=76)
grup
olmayan
(N=51)
Majör depresif dönem
23 (%22,1)
22 (%29,0)
8 (%15,7)
Bipolar II bozukluğu
1(%0,9)
-
-
BTA anksiyete bozukluğu
6(%5,8)
1(%1,3)
-
1(%1,3)
-
Agorofobi
olmadan
panik -
bozukluğu
Sosyal fobi
19(%18,3)
6(%7,8)
16(%31,3)
Özgül fobi
21 (%20,2)
22 (%29,0)
18(%35,3)
4(%5,3)
3(%5,9)
Farklılaşmamış
somatoform 1(%0,9)
bozukluk
Alkol kötüye kullanımı
6(%5,8)
9(%11,9)
-
Kannabis kötüye kullanımı
2(%1,9)
1(%1,3)
-
Anoreksiya nervoza
-
1(%1,3)
-
Bulimia nervoza
-
2(%2,6)
-
stres 3(%2,9)
1(%1,3)
-
Uyum bozukluğu
1(%0,9)
1(%1,3)
10(%19,6)
Distimik bozukluk
-
-
2(%3,9)
Obsesif kompulsif bozukluk
1(%0,9)
1(%1,3)
-
Eştanı olmayan
51 (%49,0)
27 (%35,5)
Travma
sonrası
bozukluğu
(Not: Birden fazla tanı alan kişiler vardır ve yaşam boyu ve şu anda ölçütleri karşılayan kişilerin
oranları birleştirilmiştir. SCID görüşmesinde uyum bozukluğu tanısı yaşam boyu konamadığından sadece uyum
bozukluğu için tablodaki oranlar şu anda tanı alan olguları içermektedir).
Yapılan SCID görüşmesi sonucunda DEHB olmadığı düşünülen grupta yaşam
boyu depresyon 6 kişide (%11,8); DEHB grubunda (EDEHB ve ÇDEHB grubunun
toplamında) ise 38 kişide (%21,1) tespit edilmiş olup oranlar anlamlı farklı değildi (X2=2,251;
p=0,133). Yapılan SCID görüşmesi sonucunda DEHB olmadığı düşünülen grupta şu anda
68
depresyon 2 kişide (%3,9); DEHB grubunda (EDEHB ve ÇDEHB grubunun toplamında) ise
7 kişide (%3,9) tespit edilmiş olup oranlar anlamlı farklı değildi (Fisher’s Exact test;
p=1,000).
Yapılan SCID görüşmesi sonucunda ÇDEHB grubunda yaşam boyu depresyon 17
kişide (%16,3); EDEHB grubunda ise 21 kişide (%27,6) tespit edilmiş olup fark istatistiksel
olarak anlamlı değildi (X2=3,358; p=0,067). Yapılan SCID görüşmesi sonucunda ÇDEHB
grubunda şu anda depresyon tanısı 6 kişide (%5,8); EDEHB grubunda ise 1 kişide (%1,3)
tespit edilmiş olup oranlar anlamlı olarak farklı değildi (Fisher’s Exact test; p=0,241). Yapılan
SCID görüşmesi sonucunda DEHB olmadığı düşünülen grupta yaşam boyu ve şu anda toplam
8 kişide (%15,7); DEHB grubunda (EDEHB ve ÇDEHB grubunun toplamında) ise toplam 45
kişide (%25,0) depresyon tespit edilmiş olup oranlar anlamlı farklı değildi (X2=1,950;
p=0,163).
LİNEER REGRESYON ANALİZLERİ
Riskli sağlık indeksi ortalama skorlarına etki eden değişkenler Backward yöntemli
lineer regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; Utah ölçek
puanı, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin
ortalama aylık geliri, erişkin tip DEHB tanısı almak, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı,
okul tipi, DEHB tanısı almak (çocukluk ve erişkin tüm DEHB olguları) dahil edildi. Analiz
sonucunda cinsiyet, anne eğitimi, baba eğitimi, gelir, Utah skoru, yaş ve okul tipinin RSİ
üzerine etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu.
Riskli sağlık indeksi ile ilgili regresyon modeli geneli istatistik anlamlılığa sahipti
(F=90,308, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,294 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan
değişkenlerden sonraki model sonuçları Tablo 21’de verilmiştir.
Görüşme yapılan olgularda RSİ ortalama skorlarına etki eden değişkenler Backward
yöntemli lineer regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; Utah
ölçek puanı, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin
ortalama aylık geliri, erişkin tip DEHB tanısı almak, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı,
okul tipi, DEHB tanısı almak (çocukluk ve erişkin tüm DEHB olguları) katıldı. Analiz
sonucunda cinsiyet, ailede birilikte yaşayan kişi sayısı ve DEHB tanısı almanın RSİ üzerine
etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu.
69
Tablo 21. Riskli sağlık indeksine etki eden etkenlerin lineer regresyon analizi
Değişkenler
Β değeri
P
Sabit
0,639
0,286
Cinsiyet*
1,358
<0,001
Anne eğitimi
0,251
<0,001
Baba eğitimi
-0,154
0,003
-0,00015
<0,001
UTAH skoru
0,072
<0,001
Yaş
0,059
0,037
-0,682
<0,001
Ailenin aylık geliri (YTL)
Okul tipi**
* kadın=0, erkek=1; ** yüksek okul=0, fakülte=1
Görüşme yapılan olgularda RSİ ile ilgili regresyon model geneli istatistik anlamlılığa
sahipti (F=8,548, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,116 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından
ayıklanan değişkenlerden sonraki model sonuçları Tablo 22’de verilmiştir.
Tablo 22. Görüşme yapılanlarda Riskli sağlık indeksine etki eden etkenlerin lineer
regresyon analizi
Değişkenler
Β değeri
P
Sabit
5,784
<0,001
Cinsiyet*
0,934
0,026
-0,461
0,008
1,673
0,001
Ailede yaşayan kişi sayısı
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almak
* kadın=0, erkek=1
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olanlarda erişkin DEHB tanısı almaya etki
eden değişkenler Backward yöntemli lojistik regresyon modelinde incelendi. Modelde
başlangıç değişkenleri olarak; Utah alt ölçek puanları, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde
sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık geliri, cinsiyet, eğitimde kaybettiği
yıl sayısı, okul tipi katıldı.
Erişkin DEHB tanısı almak ile ilgili regresyon modelinin genel açıklayıcılığı %65,7 ve
R2=0,080 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonra Utah ölçeği
70
depresyon alt ölçek puanı ve Utah ölçeği davranış sorunları alt ölçeği puanı değişkenleri
modelde yer aldı ve model sonuçları Tablo 23’de verilmiştir.
Tablo 23. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan olgularda Erişkin Dikkat
Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almaya etki eden etkenlerin lineer
regresyon analizi
Değişkenler
Sabit
UTAH depresyon alt ölçek puanı
UTAH davranış sorunları alt ölçek puanı
P
0,001
0,030
0,101
Odd’s
değeri
0,138
1,120
1,070
%95 güven aralığı
Alt sınır
1,011
0,987
Üst sınır
1,240
1,160
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almaya (kısmi remisyonda olgular ve
erişkin olgular dahil tüm DEHB olguları) etki eden değişkenler Backward yöntemli lojistik
regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; UTAH alt ölçekleri,
anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık
geliri, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı, okul tipi, seçilmiş riskli sağlık davranışları
(motosiklete binerken kask takmamak, bisiklete binerken kask takmamak, emniyet kemeri
takmamak, alkollü sürücü ile yolculuk etmek, alkollü araba kullanmak, üzerinde tabanca
taşımak, üzerinde kesici-delici alet taşımak, kavgaya karışmak, partneri tarafından fiziksel
şiddete maruz kalmak, depresif duygudurum bildirmek, intihar düşüncesi-planı ya da girişimi
olmak, aktif alkol kullanımı, aktif sigara kullanımı, kullanılan uyarıcı ya da keyif verici
madde sayısı, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki sonucu gebe kalmak, evli olmayıp
korunmasız cinsel ilişki de bulunmak, fazla cinsel partneri olmak, kilo vermek için kusmak ya
da ilaç kullanmak, günde iki saatten fazla televizyon seyretmek ve egzersiz yapmamak)
katıldı.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almak ile ilgili regresyon modelin genel
açıklayıcılığı %92,1 ve R2=0,541 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan
değişkenlerden sonraki model sonuçları Tablo 24’de verilmiştir. Analiz sonucunda DEHB
tanısı alma olasılığını, yüksekokulda okumanın OR=1,654 (%95 Cl: 0,996-2,571) kat
arttırdığı (p=0,052), Utah irritabilite alt ölçek puanının OR=1,223 (%95 Cl: 1,164-1,258) kat
arttırdığı (p<0,001), Utah depresyon alt skorunun OR=1,107 (%95 Cl: 1,036-1,184) kat
arttırdığı (p=0,003), Utah davranış sorunları alt skorunun OR=1,127 (%95 Cl: 1,054-1,205)
kat arttırdığı (p<0,001), Utah dikkat eksikliği alt skorunun OR=1,145 (%95 Cl: 1,073-1,222)
71
kat arttırdığı (p<0,001), uyarıcı keyif verici madde sayısındaki artışın OR=1,893 (%95 Cl:
1,247-2,875) kat arttırdığı (p=0,003), tabanca taşımanın OR=3,267 (%95 Cl: 0,798-13,333)
kat arttırdığı (p=0,100), bıçak taşımanın OR=2,132 (%95 Cl: 1,025-4,444) kat arttırdığı
(p=0,042), fazla televizyon seyretmenin OR=1,689 (%95 Cl: 1,050-2,717) kat arttırdığı
(p=0,031) bulundu.
Tablo 24. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğuna etki eden etkenlerin lineer
regresyon analizi
Değişkenler
Sabit
Okul (*)
UTAH irritabilite alt ölçek puanı
UTAH depresyon alt ölçek puanı
UTAH davranış sorunları alt
ölçek puanı
UTAH dikkat eksikliği alt ölçek
puanı
Uyarıcı-keyif verici madde sayısı
Tabanca (**)
Bıçak (***)
Televizyon seyretme (****)
P
Odd’s
değeri
%95 güven aralığı
Alt sınır
Üst sınır
<0,001
0,052
<0,001
0,003
<0,001
0,001
1,654
1,223
1,107
1,127
0,995
1,164
1,036
1,054
2,751
1,258
1,184
1,205
<0,001
1,145
1,073
1,222
0,003
0,100
0,042
0,031
1,893
3,267
2,132
1,689
1,247
0,798
1,025
1,050
2,875
13,333
4,444
2,717
* 0=fakülte, 1= yüksekokul; ** 0=tabanca taşımamak, 1=tabanca taşımak; *** 0=bıçak taşımamak, 1=bıçak
taşımak; **** 0=fazla Televizyon seyretmemek, 1=fazla Televizyon seyretmek.
Erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler Backward yöntemli lojistik
regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; UTAH alt ölçekleri,
anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık
geliri, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı, okul tipi, seçilmiş riskli sağlık davranışları
(motosiklete binerken kask takmamak, bisiklete binerken kask takmamak, emniyet kemeri
takmamak, alkollü sürücü ile yolculuk etmek, alkollü araba kullanmak, üzerinde tabanca
taşımak, üzerinde kesici-delici alet taşımak, kavgaya karışmak, partneri tarafından fiziksel
şiddete maruz kalmak, depresif duygudurum bildirmek, intihar düşüncesi-planı ya da girişimi
olmak, aktif alkol kullanımı, aktif sigara kullanımı, kullanılan uyarıcı ya da keyif verici
madde sayısı, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki sonucu gebe kalmak, evli olmayıp
korunmasız cinsel ilişki de bulunmak, fazla cinsel partneri olmak, kilo vermek için kusmak ya
da ilaç kullanmak, günde 2 saatten fazla televizyon seyretmek ve egzersiz yapmamak) katıldı.
72
Erişkin DEHB tanısı almak ile ilgili lojistik regresyon modelin genel açıklayıcılığı
%96,4 ve R2=0,441 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonraki
model sonuçları Tablo 25’de verilmiştir. Analiz sonucunda erişkin DEHB tanısı alma
olasılığını Utah irritabilite alt ölçeği puanının OR=1,162 (%95 Cl: 1,091-1,236) kat arttırdığı
(p<0,001), Utah depresyon alt ölçeği puanının OR=1,123 (%95 Cl: 1,031-1,223) kat arttırdığı
(p=0,008), Utah davranış sorunları alt ölçeği puanının OR=1,097 (%95 Cl: 1,011-1,190) kat
arttırdığı (p=0,025), Utah dikkat eksikliği alt ölçeği puanının OR=1,140 (%95 Cl: 1,0431,245) kat arttırdığı (p=0,004), emniyet kemeri takmamanın OR=2,206 (%95 Cl: 1,133-4,297)
kat arttırdığı (p=0,020), tabanca taşımanın OR=14,285 (%95 Cl: 1,388-142,857) kat arttırdığı
(p=0,025), kilo vermek için ilaç kullanmanın OR=7,196 (%95 Cl: 1,234-41,971) kat arttırdığı
(p=0,028), fazla televizyon seyretmenin OR=1,736 (%95 Cl: 0,906-3,222) kat arttırdığı
(p=0,096) bulundu.
Tablo 25. Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almaya etki eden
etkenlerin lineer regresyon analizi
Değişkenler
Sabit
UTAH irritabilite alt skoru
UTAH depresyon alt skoru
UTAH davranış sorunları alt skoru
UTAH dikkat eksikliği alt skoru
Emniyet kemeri (*)
Tabanca (**)
İlaç (***)
Televizyon seyretme (****)
P
<0,001
<0,001
0,008
0,025
0,004
0,020
0,025
0,028
0,096
Odd’s
değeri
0,000
1,162
1,123
1,097
1,140
2,206
14,285
7,196
1,736
%95 güven aralığı
Alt sınır
Üst sınır
1,091
1,236
1,031
1,223
1,011
1,190
1,043
1,245
1,133
4,297
1,388
142,857
1,234
41,971
0,906
3,322
* 0=emniyet kemeri takmak, 1=emniyet kemeri takmamak; ** 0=tabanca taşımamak, 1=tabanca taşımak;
*** 0=kilo vermek için ilaç kullanmamak, 1= kilo vermek için ilaç kullanmak; **** 0=fazla televizyon
seyretmemek, 1=fazla televizyon seyretmek.
73
TARTIŞMA
Tüm dünya da son dönemde yapılan çalışmalar, DEHB için erişkin dönemde majör bir
halk sağlığı sorunu olduğunu düşündürecek yaygınlık oranları bildirmektedir. Bununla
birlikte ülkemizde bu alanda yeterli epidemiyolojik çalışma yoktur. Araştırmamızın temel
amaçlarından biri bu alana katkı sağlamaktır. Bu bozukluk çocukluk çağında başlar ve etkisi
yaşam boyu sürer ancak erişkin dönemde aldığı biçimler ve eştanı sorunları nedeniyle
psikiyatri uzmanlarınca iyi tanınmamaktadır. Bu da çalışmanın ikinci temel gerekliliğini
oluşturmaktaydı.
Kesitsel tanımlayıcı desende tasarlanmış ve evrenini Trakya Üniversitesinin Edirne
şehir merkezindeki bütün fakülte ve yüksekokullarında eğitim gören öğrencilerin oluşturduğu
araştırmamızda çocukluk çağını sorgulayan Wender Utah Ölçeğinden örneklemin %18,2’si 36
ve üstü puan almıştır. Çalışmaya katılımın gönüllü olması, DEHB semptomu bildirenlerin
daha çok katılma eğilimi göstermesine yol açmış olabilir. Bu kişilerden yüz yüze görüşülen
231’i, görüşme yapmayı kabul etmeyen 89’u ve görüşme yapmayı kabul eden ama verilen
randevuya gelmeyen 49’u arasında sosyodemografik veriler açısından anlamlı fark yoktu ve
76 kişi DSM-IV’e göre erişkin dönemde tanı ölçütlerini doldurmuş ve araştırma grubunda
erişkin DEHB tahmini sıklığı %5,9 olarak bulunmuştur.
Çalışmamızda Utah ölçeğinden yüksek puan alan tüm katılımcılarla görüşmeyi
hedefledik ve %62,6’sı ile yüz yüze görüşmeler yapıldı. DEHB’li bireylerin sendromun
tanımı gereği yaşadıkları düzenli olamama, randevuları kaçırma gibi belirtilerinin bu sonuca
etkisi olabileceğini düşünüyoruz. Çalışmamızda görüşme yapılan olgu sayısı son dönemde
74
erişkin DEHB epidemiyolojisi hakkında önemli katkı sağlayan iki büyük çalışmadan daha az
olmamıştır (3,26). NCS’de 154 kişi ile DEHB semptomlarının sorgulandığı görüşmeler
yapılırken, Fayyad’ın çalışmasında diğer ülkelerde yüzyüze görüşmeler yapılmadığından
Amerika Birleşik Devletleri ayağında yapılan görüşmelerden elde edilen veriler istatistiksel
olarak kullanılarak tahmini sıklık hesaplanmıştır (3,26).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu sıklığı hakkında erişkinler üzerinde yapılan
çalışmalardan elde edilen verilere göre; tedavi altında olan olgular değerlendirildiğinde %0,04
gibi çok düşük bir sıklık oranından genç erişkin dönemde %7,5’e ulaşan daha yüksek sıklık
oranlarına kadar ulaşabilmekte ve tüm yaş grupları değerlendirildiğinde yaklaşık %4’lük
sıklık oranlarını desteklemektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde kolej öğrencilerinde
yapılan çeşitli çalışmalarda %3,4-7 oranında sıklık bildirilmiştir (6). Toplum bazlı bir çalışma
19 yaşındaki insidansı %7,5 olarak bulmuştur (25). Bütün erişkin yaş grubundaki olguların
örneklendiği bir başka çalışmada %4,7 sıklık saptanırken (16) sadece birinci basamakta tanı
ve tedavi alan olguların değerlendirildiği bir çalışmada oldukça düşük sıklık (%0,04)
bildirilmiştir (17). Son dönemde yapılan iki büyük çalışmada tüm erişkin yaş grubunda
ortalama %4,4 ve %3,4 tahmini sıklık saptanmıştır (3,26) ve bu çalışmaların sonucu erişkin
DEHB’nin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu düşündürecek dayanağı sağlamaktadır
(1).
Öncelikle çocukluktan erişkinliğe geçen olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalar
olmak üzere çalışmaların çoğunda desteklenen görüş yaşla birlikte belirtilerin ve tanı alan
olguların azaldığı yönündedir ve bizim çalışmamızın yaş ortalaması 21 olması ve DEHB
semptomu bildirenlerin daha çok katılma eğilimi göstermiş olabileceği göz önüne alındığında
bulduğumuz yaygınlık oranı geniş örneklemli çalışmaları destekler niteliktedir.
Üniversite öğrencileri Türkiye’nin her bir bölgesinden geldiğinden çalışmamızın
örnekleminin sadece yerel bir bölgeyi temsil ettiği düşünülmemelidir. Ancak örneklemimiz bu
yaş grubundaki tüm bireyleri kapsayamamaktadır. DEHB bilindiği gibi eğitimde aksamaya
yol açmaktadır ve üniversiteye gidemeyen olguların kaybı söz konusudur.
Çalışmamızda çocukluk DEHB olgularının %42,2’sinde erişkin dönemde de DSMIV’e göre DEHB ölçütlerini karşılamaya devam ettikleri saptanmıştır. Çocukluktan erişkinliğe
geçen olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalarda; genç erişkin dönemde hastalık
ölçütlerini karşılama oranları %31-66 aralığında bildirilmektedir (2,5,6,11,16). Ülkemizde
yapılan bir çalışmada Tuğlu, olguların %66,6’sının DSM-IV’e göre DEHB ölçütlerini
karşılamaya devam ettiğini bildirmiştir (32). Erişkin dönemde DEHB’nin sürmesine etki eden
75
etkenleri saptayabilmek için yaptığımız regresyon modelinde Utah ölçeği depresyon alt ölçek
puanı ve davranış sorunları alt ölçek puanının etkili etkenler olduğunu saptadık. Bilişsel
davranışçı modele göre de; çocukluk çağından beri başlamış olan ve etkili başa çıkma
becerilerini engelleyen temel nöropsikiyatrik bozukluklara sahip olan DEHB olgularının
kendi haklarında geliştirmiş oldukları olumsuz düşünceler ve inançlar kaçınma davranışları,
distraktibiliteyi ve ilişkili davranışsal semptomları kötüleştirerek hastalığın devamına katkıda
bulunur (58). Yaptığımız analizde çeşitli sosyodemografik değişkenlerin hastalığın
sürmesinde etkili olmadığını bulduk. Kessler ve ark. (96) erişkin DEHB belirleyicilerinin
sadece çocukluk dönemin semptom şiddeti ve tedavi alma durumu olduğunu ve bu etkenler
kontrol altına alındığında sosyoekonomik durum, etnik köken ya da eştanı bulunması gibi
diğer etkenlerin hiçbirinin erişkin dönemde hastalığın devam etmesi için belirleyici
olmadığını göstermişlerdir.
Çalışmada kullanılan Wender Utah Ölçeğinden erkek, yaşı daha küçük, ailelerinin
ortalama aylık geliri daha yüksek ve yüksek okulda okuyan öğrencilerin aldığı puan anlamlı
olarak daha yüksek olmuştur. Ancak ölçekten 36 ve üstü puan alanlarla 36 ve altı puan alanlar
arasında cinsiyet, yaş, ailelerinin ortalama aylık geliri ve fakülte ya da yüksekokulda okuma
açısından anlamlı fark çıkmamıştır. Yapılan görüşme sonrası DEHB tanısı konan olgularda bu
tanıyı almaya etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon analizi modelinde DEHB tanısı
alma olasılığını yüksekokulda okumanın 1,7 kat arttırdığı saptanırken cinsiyetin etkisi
gözlenmemiştir.
Olguların genç erişkin yaş grubunda olduğu çalışmamızda da saptandığı gibi
erişkinlerde cinsiyet açısından farklılık olmaması beklenmektedir. Çocukluk döneminde
çeşitli çalışmalarda erkek: kız oranı 2:1-6:1 arasında bildirilirken erişkin örneklemlerde 1:1
bulunmuştur (2,7,15,16,33,49).
Dikkat
eksikliği
hiperaktivite
bozukluğu
olgularının
eğitimlerinin
aksadığı
bilinmektedir ve bu çalışmamızda da saptanmıştır. Yaşam boyu akademik başarıları düşük
olma eğiliminde olan bu kişilerin eğitim düzeyinin daha düşük olduğu, daha az eğitim ve
profesyonel eğitim aldıkları, liseyi bitirememe oranının 3-10 kat fazla olduğu, üniversite
derecelerinin daha düşük olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir (3,26,65-67,89).
Çalışmamızda Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça eğitimde kaybedilen yıl sayısı artmakta,
yıl kaybı olanların Utah puanı olmayanlardan anlamlı olarak daha yüksek çıkmakta ve Utah
ölçeğinden 36 puandan yüksek puan alan grupta eğitim esnasında yıl kaybedenlerin oranı
anlamlı olarak daha fazla olmaktaydı.
76
Araştırmamızda erişkin DEHB tanısı alanların %44,7’sinde DSM-IV’e göre DEHBdikkatsizliğin önde geldiği tip; %32,9’unda DEHB-Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde geldiği
tip ve %22,4’ünde DEHB-Bileşik tip saptanmıştır. DSM -IV’e göre yapılan alt tiplendirmeler
hakkındaki çalışmaların çoğu çocuklarda yapılanlarla sınırlıdır ve uzunlamasına çalışmalarda
öncelikle hiperaktivite-impulsivitenin önde geldiği tip olarak başlayan hastalığın daha sonra
dikkatsizlik belirtilerinin de eklenmesiyle birleşik tipe döndüğü ve erişkin dönemde
hiperaktivitenin azalmasıyla dikkatsizliğin önde geldiği tipin baskın olduğu saptanmıştır (66).
Çalışmamızda olguların erişkin dönemde DSM ölçütlerini doldurup tanı alması erişkin
dönemde süren belirtiler açısından farklılık yaratmamıştır. Hem erişkin tanısı alan olgularda
hem de erişkin dönemde tanı ölçütlerini karşılamayan kısmi remisyonda olgularda en sık
karşılanan DSM ölçütleri üzerine aldığı görevlerde ya da etkinliklerde dikkatinin dağılması,
dikkatin dış uyaranlarca kolayca dağılması, çoğu zaman sırasını beklemesi gereken
durumlarda güçlük çekme, üzerine aldığı işleri veya etkinlikleri düzenlemekte zorluk çekme,
çok konuşma ve öznel huzursuzluk olmuştur. DSM-IV DEHB belirtilerinin erişkinlerdeki
sıklığı ve duyarlılığının araştırıldığı bir çalışmada en duyarlı belirtiler olarak bulunan belirtiler
boş zamanlarını sakin bir şekilde değerlendirmede zorlanma, sorulan sorular tamamlanmadan
cevabını yapıştırma ve sırasını beklemesi gereken durumlarda güçlük çekmek olmuştur. (25)
Bizim çalışmamızdaki olgular ise boş zamanlarını sakin bir şekilde değerlendirmede
zorlanmadan daha düşük oranlarda yakınırken o çalışmada bulunan diğer iki belirtiden
sıklıkla yakınmıştır. Safren ve ark. (58), izlemekte oldukları hastalarının daha çok
organizasyon ve planlama güçlükleri ve dikkat dağınıklığından yakındığını bildirmiştir. Bizim
olgularımızda da dikkatsizlik belirtileri, organize olamama en çok pozitif saptanan bulgular
olurken çok konuşma, öznel huzursuzluk ve sırasını bekleyememenin halen süren
hiperaktivite/dürtüsellik belirtileri olduğu saptanmıştır.
Erişkin dönemde belirtilerin devamını sorgulayan çalışmalarda sıklıkla sendromik bir
düzen olduğu ve ergenlik döneminde önce hiperaktivite, sonra dürtüsellik semptomlarında
azalma gözlendiği, ancak bozukluğun en örtülü semptomu olan dikkat eksikliğinin erişkin
dönemde yüksek oranda devam ettiği gösterilmiştir(14,96). DSM’ ye göre yarı yapılandırılmış
bir görüşme sonrası hekim tarafından tanı koyulan çalışmamızda bundan bağımsız olarak
katılımcılara hastalığın dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtilerinin sürüp sürmediği ve
hayatlarında hala soruna yol açıp açmadığı konusunda ne düşündükleri sorulmuştur. Erişkin
olguların yanı sıra kısmi remisyondaki olguların da özelikle dikkat eksikliği belirtileri olmak
üzere halen belirtilerinden önemli oranda yakındıkları saptanmıştır. Ayrıca erişkin tanısı
77
alanlarda hiperaktivite belirtilerinden hala yakınma oranı kısmi remisyonda olgulara kıyasla
daha yüksektir. Her iki grupta da hiperaktivite-dürtüsellik belirtilerinin 12-18 yaş arası
gittikçe azaldığı bildirilmiştir. Yani olguların yarısı hiperaktiviteden yakınmaya devam
etmekte ve tanı almakta, hiperaktivitesi gerileyen tanı alamayan kısmi remisyonda olguların
yaklaşık ¾’ü dikkat eksikliğinden yakınmaya devam etmektedir bu da mutlaka dikkat
eksikliği belirtilerinin sorgulanması gerektiğini düşündürtmektedir. NCS’de çocukluk
döneminde DEHB semptomu bildirenlerin %70’i erişkin dönemde de belirtilerinden
yakınıyordu (3). Bir çalışmada hiperaktivite belirtilerinin ortalama sayısının yaşla azalırken
dikkatsizlik semptom sayısının 8-15 yaş arası aynı kaldığının gösterilirken bir diğer çalışmada
erişkin olguların %93’ünün dikkatsizlikten yakınırken sadece %2’sinin dikkatsizlikten
yakınmayıp sadece hiperaktivite ve dürtüsellikten yakındığı bulunmuştur (6,11).
Tanı ölçütleri uygulanırken DSM’ deki sadece 7 yaşından önce belirtilerin başlamış
olması ölçütüne sıkı sıkıya uyulmaması ve 12 yaşın altında belirtilerin başlamasının tanı
koymak için yeterli kabul edilebileceği tartışılmaktadır (50-53). Bizim çalışmamızda olguların
özellikle hiperaktivite belirtilerini 7 yaş öncesi bildirdiğini ancak dikkat eksikliği belirtilerine
gelindiğinde çocukluk öyküsü olan ve kısmi remisyonda olan ile erişkin olguların yaklaşık
yarısının başlama yaşı olarak ilkokul yıllarının (7-12 yaş) bildirdiğini saptadık. Erişkin
olguların belirtilerinin başladığı kesin zaman hakkında emin olamadıkları ancak daha çok
semptomların zaten sürdüğü ilkokul yıllarını tanımladıkları literatürde belirtilmektedir (50).
Erişkin olguların çocukluk döneminde tanı ve tedavi alma sıklıkları düşüktür. Birinci
basamakta tanı ve tedavi alan hastaların değerlendirildiği çalışmada olguların 1/3’ünün
çocukluk döneminde de tedavi aldığı bildirilmiştir(14). Ülkemizde çocuk ve ergenlerin tedavi
açısından rakamlara bakıldığında düşük oranda tedavi aldığı bilinmektedir(21). Çalışmamızda
erişkin DEHB tanısı alanların %17,1’i ve kısmi remisyonda olguların %10,6’sı çocukluk
döneminde DEHB tanısı aldığını bildirmiştir. Tanı alma açısından gruplar arasında
istatistiksel anlamlı fark yoktu. Tedavi alma oranları ise daha düşük olup erişkin olgularda ve
kısmi remisyonda olgularda sırasıyla %14,5 ve %6,4 olarak bildirilmiştir.
Kısmi remisyonda ve erişkin olgu gruplarında özgeçmişte sırasıyla %8,7 ve %19,7
depresyon, %4,8 ve %5,3 anksiyete bozukluğu ve %1,9 ve %6,6 diğer psikiyatrik hastalıklar
bildirilmiştir. Şimdiye kadar psikiyatri dışı herhangi bir tıbbi hastalığa bağlı ilaç tedavisi
kullanımı toplam %9,6 ve %5,3’dür ve bu oranlardan daha fazla oranda psikiyatrik ilaç
tedavisi kullanımı olmuştur. Sırasıyla %12,5 ve %26,3 antidepresan, %0,9 ve %5,3 diğer
psikiyatrik ilaç tedavileri kullanımı bildirilmiştir. Bu olgular genel tıbbi hastalıklardan daha
78
çok psikiyatrik ilaç tedavisi alıyor, ancak psikiyatrik başvurularında da DEHB dışında
psikiyatrik nedenler için tedavi öneriliyor, DEHB tanınmıyor ve DEHB’nin yol açtığı ya da
maskelediği diğer nedenler için tedavi alıyor gözükmektedirler. DEHB’lilerin kontrol grubuna
kıyasla daha çok psikotrop ilaç tedavisi ve daha çok psikoterapi aldığı çeşitli çalışmalarda
saptanmıştır(89). NCS’de %40 oranında psikiyatrik tedavi alma bildirilirken DEHB’nin
tedavi edilme oranı %10’dur (3). Amerika Birleşik Devletleri’nde geniş örneklemli bir
çalışmada erişkinlerin %0,8’inin DEHB tedavisi aldığı bulunmuştur (97). Fayyad ve ark.’nın
çalışmasında (26) herhangi bir psikiyatrik tedavi alma Amerika Birleşik Devletleri’nde %50,
İspanya, Belçika ve Hollanda’da %20-24, diğer ülkelerde %59-13 olurken, DEHB için
psikiyatrik tedavi alma oranları sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde %13,2, İspanya’da
%3,2 ve Meksika’da %1,9 olmuştur. Biederman’ın (68) 10 yıl süreyle izlediği olgular genç
erişkin döneme geldiklerinde DEHB açısından son 1 yıl içerisinde %36 oranında tedavi
almıştır.
Çalışmamızda erişkin olgularda literatürle uyumlu olarak herhangi bir eştanı alma
sıklığı %64,5 olarak bulunmuştur (1,8,16,64). Erişkin olgularda kısmi remisyonda olgulardan
daha fazla eştanı saptadık. Kısmi remisyonda olguların hastalığın daha hafif formuna sahip
olduğu tartışılmaktadır ve sadece nikotin kullanımının tanı alan olgulara benzer oranda olduğu
bildirilmiştir (74). Hastalığın daha şiddetli olması durumunda erişkin dönemde olguların tanı
almaya devam ettiği ve hastalığın şiddetinin daha çok eştanı doğuracağı düşünülebilir.
Yapılan çalışmalarda anksiyete bozukluklarından sosyal fobi %20-34 oranında
bildirilirken OKB oranları genel toplumdaki oranları geçmemektedir. Yaygın anksiyete
bozukluğu bazı çalışmalarda genel toplumla aynı oranda, bazı çalışmalarda da %10-45 gibi
geniş bir aralıkta bildirilmektedir. Bu oranlarda eştanı hakkında açık bir fikir sunmaktan çok
olasılıkla DEHB’de yaygın anksiyete tanısını yanlış olarak fazla koyma olasılığını
yansıtmaktadır. DEHB’de stres dayanıklılığının azalması bir grup hastada korku ve duygusal
dalgalanmalarla sonuçlanmakta bu da yanlış tanıyı doğurabilmektedir (1,8,16,64). Anksiyete
bozuklukları riskini genel toplumdan yüksek bulmayan çalışmalarda vardır (65-67). Biz de
çalışmamızda sosyal fobi ve özgül fobi dışında anksiyete bozukluklarını düşük oranlarda
saptadık.
Psikiyatrik eştanının sık olduğu DEHB olgularında bunun yanı sıra çeşitli riskli sağlık
davranışlarının da artmış olduğu düşünülmektedir. Sigara kullanımı, alkol ve madde
kullanımı, istemli-kasıtlı (güç kullanmak veya intihar girişimleri vb.) veya istemsiz kasıtsız
(motorlu taşıt kazaları vb.) yaralanmalar, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, istenmeyen
79
gebelikle sonuçlanabilen cinsel davranışlar, sağlıksız diyet alışkanlıkları, yetersiz fizik
aktivite gibi riskli davranışlar çalışmamızda ayrıca sorgulanmıştır. DEHB’nin riskli sağlık
davranışları üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla bu riskli davranışların toplam sayısı (RSİ
skoru) hesaplanarak istatistiksel analizlerde kullanıldığında Utah ölçeğinden alınan puan
arttıkça RSİ skorun da anlamlı arttığı ve Utah ölçeğinden 36 üstü puan alanların RSİ skorunun
istatistiksel anlamlı yüksek olduğu saptandı. Ayrıca RSİ ortalama skorlarına etki eden
değişkenleri saptamak amacıyla yapılan modelde erkeklerde, anne eğitimi yüksek olanlarda,
baba eğitimi daha düşük olanlarda, aile geliri daha düşük olanlarda, Utah skoru yüksek
olanlarda, yaşı daha büyük olanlarda ve yüksek okulda okuyanlarda riskli sağlık
davranışlarının anlamlı düzeyde daha fazla olduğu saptandı. Ayrıca yapılan regresyon
modelinde Utah ölçeğinden yüksek puan alıp görüşme yapılan olgularda RSİ skorunun eğer
olgu DEHB tanısı almışsa daha yüksek olduğu saptandı, aynı analizde yine erkek cinsiyetin
RSİ skorunu arttırıcı etkisi görülürken ailede yaşayan kişi sayısının koruyucu olduğu yani
kalabalık ailelerdeki RSİ skorunun daha düşük olduğu saptandı. Sonuç olarak toplam riskli
sağlık davranışlarının Utah ölçeğinden yüksek puan alanlarda daha fazla olduğu, Utah ölçek
puanı yüksek olanlardan da görüşme sonrası DEHB tanısı alanların toplam riskli sağlık
davranışlarının tanı almayanlardan daha çok olduğu dolayısıyla DEHB’nin toplam riskli
sağlık davranışı sayısını arttırdığı saptandı. Ayrıca kısmi remisyonda ve erişkin DEHB tanısı
almaya etki eden değişkenler incelendiğinde DEHB tanısı alma olasılığını madde kullanımı,
tabanca-bıçak taşıma, emniyet kemeri takmama gibi çeşitli riskli sağlık davranışlarının
arttırdığı da saptanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri verilerine göre 10-24 yaş grubunda ölüm nedenlerinin ilk
üç sırasında %30 motorlu araç kazaları, %15 diğer kasıtsız yaralanmalar, %15 cinayet ve %12
intihar yer almaktadır (86). Türkiye ulusal hastalık yükü çalışmasına göre de 15-29 yaş arası
yaş gruplarında istemli ve istemsiz yaralanmalara bağlı ölümlerin en önde gelen mortalite
sebebi olduğu gözükmektedir (98). Motorlu taşıt kazalarında ergen ve genç erişkinlerin daha
çok oranda yer alması önemli toplum sağlığı sorunlarından birisidir. Motosiklet kazaları
yüksek oranda ölümle sonuçlanır, bu yüzden kask kullanımı önem taşımaktadır. Bisiklet
kazalarında genel olarak yaralanmalar yumuşaktır, fakat bazen önemli kafa travmaları ile
sonuçlanabilir (86). Yaralanmaların önemli nedenleri arasında bulunan araç kazalarında
kuşkusuz emniyet kemeri kullanımı öncelikle akla gelir. Emniyet kemeri kullanımı trafik
kazalarında ölüm oranını, ciddi yaralanmaları azaltır. Diğer yaş grupları ile karşılaştırıldığında
emniyet kemeri kullanımı 16-20 yaş arası gençlerde en düşük orandadır. Emniyet kemeri
80
kullanılmaması genellikle diğer riskli araba kullanımı davranışları (hızlı, alkollü araba
kullanımı) ile de ilişkilidir (99). Riskli (hızlı, alkollü veya madde etkisi altında) taşıt kullanımı
eğilimine yol açan etkenleri anlamak ciddi yaralanma ve ölümleri önleme çabalarının bir
parçasıdır. Ergen ve genç erişkin dönemdeki riskli taşıt kullanımı da dahil sorunlu
davranışların ortak özellikleri paylaştığının ve riskli taşıt kullanımı, emniyet kemeri
takılmaması, sigara, alkol, madde kullanımı, antisosyal davranış, riskli cinsel davranışların
birlikte seyrettiğinin farkına varılmaktadır (100). Engellenme eşiği düşüklüğü, agresyon,
heyecan arama davranışı, dürtüsellik riskli taşıt kullanımına yol açmaktadır ve bu
karakteristik özellikler DEHB tanılı kişileri de tarif ettiğinden DEHB’li kişilerin motorlu taşıt
kazaları açısından risk altında olması beklenir. Gerçekten de yapılan çalışmalarda DEHB olan
kişilerde özellikle belirtileri sürdüğü sürece riskli taşıt kullanımının ve olumsuz sonuçlarının
daha fazla olduğu bulunmuştur (101,102). Özellikle DEHB’ye madde kullanım bozukluğunun
eşlik etmesi daha fazla taşıt kazası ile ilişkilidir (74).
Konu ile ilgili istatistiklere bakıldığında; CDC tarafından yürütülen gençlik riskli
davranış izlem 2007 çalışması sonuçlarına göre öğrencilerin %11,1’i arabaya bindiğinde
nadiren emniyet kemeri taktığını veya hiç takmadığını, %85,1’i bisiklete binerken nadiren
koruyucu başlık kullandıklarını veya hiç kullanmadıklarını belirtmiştir. Motosiklete binerken
ise %33,9’u koruyucu başlığı nadiren kullandıklarını veya hiç kullanmadıklarını bildirmiştir.
Son bir ay içinde alkollü bir sürücü ile yolculuk etme %29,1 oranında ve son bir ay içinde
alkollü taşıt kullanma %10,5 oranında görülmüştür (86). Çalışmamıza katılanların daha riskli
davranıyor saptandığı başlıklar; arabaya bindiğinde emniyet kemeri takmama (%17,8),
bisiklete binerken koruyucu başlık kullanmama (%97,1) ve motosiklete binerken koruyucu
başlık kullanmama (%51,8) olmuştur. Son bir ay içinde alkollü bir sürücü ile yolculuk etme
ve son bir ay içinde alkollü taşıt kullanma nispeten daha düşük oranda görülmüş olup sırasıyla
%16,1 ve %4,9’dur. DEHB açısından değerlendirildiğinde motosiklete binerken kask takma
davranışları açısından farklı gruplardaki katılımcıların Utah ölçek puanları anlamlı farklı
değilken katılımcıların Utah puanı arttıkça bisiklete binerken kask takma davranışı ve emniyet
kemeri takma davranışı kötüleşiyordu. Ancak bu davranışları değerlendirirken Ülkemizde
motorsiklet kullanırken kask takılmasının yasal zorunluluk olduğu ancak bisiklete binerken
kask takma davranışı için aynı şeyin geçerli olmadığı ve bu davranışın bizim ülke
geleneğimizde aslında hemen hemen hiç yer almadığı, sadece son yıllarda yeni gündeme
girdiğini de göz önünde bulundurmamız gereklidir. Amerika Birleşik Devletleri verilerine
bakıldığında bisiklete binerken kask takmama davranışı 1991 yılında %96,2 olurken 2005te
81
%83,4’e düştüğü, 2007 yılında ise %85,1 olarak bildirildiği dikkati çekmektedir (86). Bu
konuda yapılacak bilgilendirme girişimleri ile bizim ülkemizde de bu riskli davranışların
azalması beklenebilir. Son 1 ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk etme, alkollü araba
kullanma davranışları Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça kötüleşiyordu. Bu davranışlar
Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde puan alanlarda anlamlı olarak daha fazla
görülüyordu. Ayrıca erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler incelendiğinde analiz
sonucunda erişkin DEHB tanısı alma olasılığını emniyet kemeri takmamanın 2,2 kat arttırdığı
saptandı.
Gençlerde şiddet davranışı ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan önemli bir toplum
sağlığı sorunudur. Ergen ve genç erişkinlerde şiddet oranı hem kurban hem de suç işleyenler
olarak çok yüksektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2003’de yaşları 10-24 yaş arasında olan
5570 genç insan öldürülmüş, 2004’de yaşları 10-24 yaş arasında değişen 750 binden fazla
genç insan şiddete bağlı yaralanma nedeni ile acil servislerde tedavi edilmiştir. Tıbbi
harcamalar, üretim kaybı, yaşam kalitesinin düşmesi gibi birçok nedenden ötürü gençlerde
şiddetin doğrudan veya dolaylı olarak etkileri mevcuttur. Şiddet davranışı ve maruz kalan kişi
profilleri incelendiğinde birçok risk etkeninin benzerliği göze çarpmaktadır. Risk etkenleri
şiddet uygulanan gençte de benzerdir. Ancak risk etkenleri gençlerdeki şiddet davranışının
bire bir nedeni değildir, eğilimi artıran göstergelerdir. Araştırmalarda gençlerde şiddete
maruziyete ilişkin ortak bazı risk etkenleri tespit edilmiştir, bunlar; geçmişte şiddete maruz
kalma veya dahil olma, DEHB veya öğrenme güçlüğü, küçük yaşlarda saldırgan davranış
öyküsü bulunması, madde, alkol veya sigara kullanımı, düşük zeka, davranış/dürtü
kontrolünde güçlük, sosyal bilişsel veya bilgi işlem süreçlerinde yetersizlikler, duygusal
stresin fazla oluşu, psikiyatrik tedavi öyküsü, antisosyal inanışlar ve tutumlar, aile içinde
çatışma ve şiddete maruz kalmadır (103,104).
Çalışmamızda öğrencilerin %2,8’i son 1 ay içinde üzerinde en az bir kez tabanca
taşıdığını, %11’i bıçak, çakı gibi delici ve kesici bir alet taşıdığını bildirmiştir. Amerika
Birleşik Devletleri’nde 2007 yılı verilerine göre öğrencilerin %18’i son bir ay içinde üzerinde
en az bir kez tabanca, bıçak, çakı gibi delici ve kesici bir alet taşıdığını, %5,2’si son 1 ay
içinde üzerinde en az bir kez tabanca taşıdığını, bildirmiştir (86). Gelişmiş ülkelerde gençler
arasında şiddet davranışlarının yaygın olduğuna ilişkin bir izlenim vardır. Ancak ülkemizdeki
verilerde yüksek oranlardadır. Ergin (105) Adana’da lise öğrencilerinde yaptığı çalışmada
öğrencilerin %6,4’ünün son 1 yıl içinde üzerinde en az bir kez tabanca taşıdığını, son 1 ay
içinde bıçak, çakı gibi delici ve kesici bir alet taşıma oranının %11,9 olduğunu, Kara ve ark.
82
(106) tarafından Kocaeli’nde yapılan çalışmada ise son 1 ay için tabanca, bıçak, sopa gibi bir
silah taşıma oranının %10,7 olduğu bildirilmiştir. Ancak Ergin’in (105) çalışmasında son 1 yıl
üzerinden değerlendirme yapılmıştır. Üniversite öğrencileri ile ilgili bir veriye ülkemiz için
rastlanmamıştır. Bizim çalışmamıza katılan öğrencilerin daha düşük oranlar bildirmesi
bölgesel farklılıklardan kaynaklanabilir. Ama sonuç olarak gelişmiş ülkelerdekine benzer
şekilde ülkemizde de bu riskli davranışların sorun oluşturabileceğini göz önünde
bulundurmalıyız.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu açısından bakarsak çalışmamızda üzerinde
tabanca ya da bıçak-çakı gibi kesici delici alet taşıma davranışlarının Utah ölçeğinden alınan
puan arttıkça kötüleştiği ve Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde puan alanlarda anlamlı
olarak daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Son 1 yıl içerisinde fiziksel kavgaya karışma veya
kız veya erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz kalma oranları Utah ölçeğinden
alınan puan arttıkça artıyordu ve Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde puan alanlarda
anlamlı olarak daha fazla çıkıyordu, ancak Utah puanı ile kavga veya partner şiddetinin
ağırlığı arasında korelasyon yoktu. Ayrıca kısmi remisyonda ve erişkin tüm olgular dahil
DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler incelendiğinde DEHB tanısı alma olasılığını
tabanca taşımanın 3,3 kat, bıçak taşımanın 2,1 kat arttırdığı bulundu. Erişkin DEHB tanısı
almaya etki eden değişkenler incelendiğinde ise özellikle tabanca taşımanın erişkin DEHB
tanısı alma olasılığını 14,3 kat arttırdığı bulundu.
Ergen ve genç erişkin dönemde önemli mortalite ve morbidite nedenleri olan kasıtlı ve
kasıtsız yaralanmalar açısından DEHB olan kişilerin risk altında olması beklenmektedir.
DEHB ile ilgili böyle bir veriye ülkemizde rastlanmamıştır. Çalışmamızda DEHB olgularının
her iki alanda da risk altında olduğu saptanmıştır.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireyler karşılaştıkları önemli yaşam
olaylarının üstesinden gelme becerilerinin olmaması durumunda depresyon açısından risk
altındadırlar. Erişkin DEHB olan kişilerde %35-50 oranında distimik bozukluk ya da majör
depresyon görülebildiği (8,64-67) depresyonun daha erken yaşta ortaya çıktığı (65,67)
gösterilmiştir. Çalışmamızda yapılan SCID görüşmeleri sonucunda en sık rastlanan eştanı
depresyon olmuştur. Erişkin olgularda %29, kısmi remisyon da ki olgularda ise %22,1 majör
depresyon eştanısı saptanmıştır. Literatüre göre biraz daha düşük oranların saptanmış olması
grubumuzun tüm yaş gruplarını kapsamaması ve depresyonun başlama yaşının daha yüksek
olması nedeniyle olabilir, ancak bu oranların önemli düzeyde bir depresyon komorbiditesine
işaret ettiğini söylemekte mümkündür. Ayrıca son bir yıl içerisinde onbeş gün veya fazla
83
süreyle depresif duygudurum veya intihar davranışı bildirenlerin Utah Ölçeği puanlarının
anlamlı derecede yüksek olduğu ve bu durumlara Utah Ölçeğinden kesim değerinin üzerinde
puan alanlarda anlamlı olarak daha fazla rastlandığı, Utah Ölçek puanı arttıkça ve Utah
grupları düşükten yükseğe değiştikçe intihar davranışının ağırlaştığı da bulunmuştur.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan erişkin ve ergenlerde sigara içiciliğinin
genel popülasyona kıyasla daha yüksek olduğu (sırasıyla %26’ya karşın %41-42 ve %10-24’e
karşın %19-46) çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Genç erişkin döneme dek izlenen DEHB’li
çocukların nikotin bağımlılığı açısından yüksek risk altında olduğu gösterilmiştir. Ayrıca
çalışmalarda DEHB’li bireylerin denedikten sonra da daha yüksek oranda düzenli içiciliğe
geçtiği bulunmuştur. Genel toplumda sigarayı bırakma oranı %48,5 iken DEHB’lilerde
%29’dur, DEHB’lilerde sigara yoksunluğu daha şiddetli olmaktadır (8,68,82). Ergenlik
dönemine dek takip edilen DEHB’li çocukların akranlarına kıyasla 3 kat fazla sigara içtiği ve
daha erken yaşta sigara deneyip daha erken yaşta düzenli sigara kullanıcısı oldukları, günde
içtikleri sigara miktarının daha fazla olduğu gösterilmiştir (107). Toplumu temsil eden bir
örneklemde genç erişkinler üzerinde yürütülen çalışmada retrospektif bildirilen DEHB
semptomlarının daha erken sigaraya başlama yaşı, yaşam boyu sigara içme riski, sigara içme
davranışının ilerlemesi ve daha şiddetli olması üzerine etkili olduğu ve özellikle hiperaktivite
semptomlarının sigara içmeyi deneyenlerde düzenli içiciliğe ilerlemede etkili olduğu
bildirilmiştir (108) Kolej öğrencileri üzerinde yürütülen çalışmada bildirilen DEHB
semptomlarının şiddetinin sigara içmeyle ve esrar kullanımı ile paralel olduğu gösterilmiştir
(109). Brook ve ark. (110) yaptığı prospektif çalışmada DEHB’nin ve davranım
bozukluğunun erişkin dönemde sigara içilmesinin belirleyicisi olduğu bulunmuştur.
Çalışmamızda da sigara ve DEHB arasındaki ilişkiye ilişkin yapılmış olan çalışmalarla
uyumlu olarak sigara içme ve düzenli sigara içme oranının anlamlı olarak daha yüksek olduğu
(sırasıyla %52,4’e karşın %73,9 ve %57,1’e karşın %65,8) bulunmuştur. Ayrıca DEHB
olgularında sigara deneme yaşının daha düşük olduğu, günde içilen sigara sayısının daha fazla
olduğu ancak sigara içme süresi ve sigara bırakmayı deneme açısından anlamlı fark olmadığı
da saptanmıştır.
Erken çocukluktaki davranış profilleri nedeniyle DEHB’li kişilerin kuramsal olarak
alkol kullanımı açısından risk altında oldukları düşünülmektedir ve çeşitli çalışmalarda erişkin
DEHB olgularında alkol kötüye kullanım ya da bağımlılığı ortalama %35 oranlarında
bildirilirken (33,64,111,112) alkol bağımlılarında yapılan çalışmalarda da DEHB sıklığı %1525 oranında bildirilmektedir (111-113). Ülkemizde yapılan birkaç çalışmada alkol
84
bağımlılarında %16,7 ve %25 DEHB saptanırken (29,114), erişkin DEHB’lilerde %25 alkol
kullanım bozukluğu saptanmıştır (113). Bizim çalışmamızda erişkin olgularda %11,9, kısmi
remisyondaki olgularda ise %5,8 alkol kötüye kullanımı saptanmıştır. Çalışmamıza
katılanların yaş ortalamasının düşüklüğü göz önüne alındığında özellikle halen tanı ölçütlerini
dolduran daha şiddetli olgularda alkol kullanımının ciddi risk oluşturduğu saptanmıştır.
Çalışmalarda bir diğer dikkat çekilen nokta daha erken yaşta alkolün denendiği,
kötüye kullanım ve bağımlılığın daha erken yaşta ortaya çıktığı, kötüye kullanımdan
bağımlılığa geçiş süresinin daha kısa olduğu, alkol kullanım bozukluğunun daha şiddetli
olduğu ve remisyonun daha düşük olduğu yönündedir (31,64,111-113). Bizim çalışmamızda
da alkolün denenme oranı DEHB semptomu bildirenlerde daha yüksekti. Alkol kullanmayı
hiç denememiş olan ve son bir ay içerisinde alkol kullanmamış olan katılımcıların Utah Ölçek
puanı anlamlı derecede düşüktü ve Utah ölçeğinden 36 ve üstü alan grupta alkol kullanmayı
denemiş olanların ve son 1 ay içerisinde alkol kullanmış olanların oranı anlamlı olarak
yüksekti. Ayrıca Utah puanı arttıkça ilk kez alkol kullanma yaşı azalıyordu.
Bir defada 5 içkiden fazla içme olarak tanımlanan tıkınırcasına içme ya da dipsomani
18-25 yaş arası genç erişkinlerde %44 oranlarına varan sıklıkta görülebilen ve okulla ilgili ya
da akran ilişkilerinde sorunlara yol açmasının yanı sıra diğer riskli davranışlarla da (riskli
cinsellik, riskli taşıt kullanımı) ilişkili olan ciddi ve yıkıcı bir alkol kullanım bozukluğudur
(115). DEHB’li ergen ve genç erişkinler üzerinde yapılan bir çalışmada DEHB varlığında
özellikle 15-17 yaş arası tıkınırcasına içmenin kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek
olduğu gösterilmiştir (116). Biz de çalışmaya katılanlarda DEHB varlığında tıkınırcasına
içmenin diğer öğrencilere kıyasla artmış olduğunu saptadık. Son bir ay içerisinde alkol
kullananların %23,9’u bir defada 5 içkiden fazla alkol kullanmıştı. Bu kişilerin Utah puanı
kullanmayanlardan anlamlı olarak yüksekti ve Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde bir
oturuşta 5 içkiden fazla alkol kullanma oranı diğer gruptan anlamlı yüksekti. Utah puanı
arttıkça son bir ay içerisinde bir defada 5 içkiden fazla içki tüketilen gün sayısı da artıyordu.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda psikoaktif madde kötüye kullanım ve
bağımlılığı riskinin iki kat artmış olduğu, DEHB’de madde bağımlılığı eştanısı %40-50
olurken madde bağımlılarında DEHB eştanısının %25 olduğu ve DEHB’de daha erken yaşta
kullanıma başlama, kötüye kullanım ve bağımlılık arasındaki geçiş süresinin daha kısa
olması, düzelme oranlarının daha düşük olması ve madde kullanımını bırakmakta daha fazla
zorlanma söz konusu olduğu gösterilmiştir. DEHB olgularının herhangi bir maddeyi diğerine
tercih ettiği gösterilememiştir ve her çeşit madde kullanım bozukluğu söz konusudur
85
(8,64,66,67,76).
Çalışma
grubumuzdaki
katılımcılar
DEHB
semptomu
bildirmeleri
durumunda madde kullanım bozukluğu açısından risk taşıyor görünüyordu. DEHB semptomu
bildiren katılımcıların her çeşit madde kullanımı, en az bir çeşit madde denemiş olma ve
denenmiş olan madde çeşidi açısından bakıldığında diğer gruba kıyasla risk altında olduğu
gözlenmiştir. Katılımcıların %5,8’inin hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici yasa
dışı madde ya da ilaç denediği çalışmamızda; %4,1’i hayatı boyunca en az 1; %0,7’si 2;
%0,9’u 3 ve %0,1’i 4 farklı çeşitte uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç kullanmıştı. Hayatı
boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici madde denemiş olanların Utah Ölçek puanı
kullanmayanların puanından anlamlı yüksekti. Utah yüksek grupta hayatı boyunca en az bir
çeşit uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç kullanmış olanların oranı düşük grupta
kullananların oranından anlamlı yüksekti. Utah puanı arttıkça kullanılan madde çeşidi
artıyordu. Ayrıca kısmi remisyon olguları ve erişkin olgular dahil tüm olgularda DEHB tanısı
almaya etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde, analiz sonucunda DEHB
tanısı alma olasılığını uyarıcı keyif verici madde sayısındaki artışın 1,9 kat arttırdığı da
saptanmıştır.
Esrar kullanımının dikkat ve yürütücü işlevlerdeki sorunlarla ilişkili olabileceği
düşünülmektedir ve esrar kullanan olgularda dikkat, öğrenme, çalışma belleği gibi
nöropsikolojik testlerde bozulma gösterilirken aynı zamanda DEHB sıklığının da yüksek
olduğu bulunmuştur (117,118). Kannabis kötüye kullanımının erişkin olgularda %1,3 ve
kısmi remisyonda olgularda %1,9 olduğu çalışma grubumuzda ayrıca DEHB varlığı
katılımcıların esrar deneme olasılığını arttırıyordu. Katılımcıların %5,2’si hayatı boyunca en
az bir kez esrar denemişti. Esrar deneme yaş ortalaması 17,84±2,71 idi ve esrar kullananların
Utah puanı kullanmayanların puanından anlamlı yüksek olurken Utah yüksek grupta esrar
kullananların oranı (%15,4) düşük grupta kullananların oranından (%2,8) anlamlı yüksekti.
Merkezi Sinir Sistemi uyarıcısı olan ve ödüllendirici ve pozitif pekiştirici etkili
kokainin DEHB’lilerde hem heyecan arama davranışının parçası olarak hem de kendi kendine
tedavi amaçlı kullanıldığı düşünülmektedir. Yapılan kısıtlı sayıda çalışmada kokain
bağımlılarında %12-25 DEHB sıklığı saptanmıştır ve kokain bağımlılığın tedavisinde
DEHB’nin tanınma ve tedavi edilmesinin önemine değinilmektedir (76,119,120) Bizim
çalışmamızda kokain bağımlılığı ya da kötüye kullanımına görüşme yapılan olgularda
rastlanmamış olup kokain kullanımı katılımcılar tarafından düşük oranda bildirilmekle birlikte
kullanımın DEHB varlığında olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda katılımcıların %0,69’u
hayatı boyunca en az 1 kez kokain denemişti ve kokain deneme yaş ortalaması 17,67±2,00 idi.
86
Kokain kullananların Utah puanı kullanmayanların puanından anlamlı yüksekti. Utah yüksek
grupta kokain deneyenlerin oranı düşük grupta kullananların oranından anlamlı yüksekti.
Katılımcıların en erken yaşta denemiş olduğu madde çalışmamızda uçucu madde
(yapıştırıcı, bali, boya ya da tiner) olarak saptandı. Katılımcıların %1,2’si hayatı boyunca en
az bir kez denemişti ve bunların yaş ortalaması 16±3;44 idi. Uçucu madde kullanımı da
DEHB
semptomu
bildirenlerde
karşımıza
çıkıyordu.
Kullananların
Utah
puanı
kullanmayanların puanından anlamlı yüksek olurken Utah yüksek grupta madde kullananların
oranı düşük grupta kullananların oranından anlamlı yüksekti. Literatürde tek bir çalışmada
uçucu madde kötüye kullanımı ve DEHB arasındaki ilişkiye değinilmiş ve uçucu madde
kullananlarda Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde alma oranı %83,3 olarak
bildirilmiştir (121).
Çalışmamızda opioid kullanımının da Utah ölçeğinden kesme puanın üzerinde
olanlarda olduğu saptanmıştır. Katılımcıların %0,14’ü hayatı boyunca en az bir kez eroin
denediği, eroin kullananların Utah puanının kullanmayanların puanından anlamlı yüksek
olduğu ve Utah yüksek grupta eroin kullananların oranı (%0,5) düşük grupta kullananların
oranından (%0,0) anlamlı yüksek olduğu saptanmıştır. Opioid bağımlılığı tedavisi alanlarda
yapılan kısıtlı sayıda çalışmada %19-22 oranında olguların DEHB semptomu bildirildiği
bulunurken, yarı yapılandırılmış klinik görüşmenin yapıldığı bir çalışmada DEHB’nin tek
başına opioid bağımlılığına yatkınlık oluşturmadığı saptanmıştır (76,122). Öte yandan
metadon tedavi programlarında DEHB semptomlarının taranması ve tedavi edilmesinin daha
iyi sonuçlara yol açacağı da tartışılmaktadır (123).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireylerin cinsel sağlıkları açısından da
risk taşıdığı gösterilmiştir. Çocukların genç erişkin döneme dek izlendiği çalışmada
DEHB’lilerin akranlarından 1 yaş daha önce cinsel ilişki kurma eğiliminde olduğu, daha fazla
gelişigüzel cinsel ilişki kurduğu bulunmuştur. Genç erişkinler ise normal popülasyona kıyasla
4 kat daha fazla cinsel yolla bulaşan hastalıklar için tedavi ediliyordu (%4’e karşın %16),
daha az doğum kontrol yöntemi kullanıyor, kontrol grubunda planlanmamış gebelik oranı %4
iken DEHB’lilerde bu oran %38’e çıkıyordu. Tedavi edilmemiş erişkinlerin cinsel yolla
bulaşan hastalıklara 4 kat daha fazla yakalandığı da gösterilmiştir (8). DEHB’li bireylerde
daha fazla olduğu bilinen madde kullanım bozukluklarının da kişinin yargılamasını bozarak
riskli cinsel davranışlara yol açabildiği saptanmıştır(124). Sadece erkek hastalar değil
DEHB’li kadınlarda ergenlik dönemine girdiklerinde madde kullanımı ve cinsel açıdan riskli
87
davranışlarda bulunma riski taşırlar (34) ve DEHB ve davranım bozukluğu birlikteliği yüksek
riskli cinsel davranışla ilişkilidir (125).
Bizde çalışmamızda cinsel ilişkide bulunmanın, ilk kez cinsel ilişkide bulunma yaşının
düşüklüğünün, cinsel partner sayısındaki fazlalığın DEHB semptomu bildirmeyle ilişkili
olduğunu saptadık ancak doğum kontrol yöntemi kullanma açısından gruplar arasında fark
yoktu, gebelikle sonuçlanan cinsel ilişki açısından ise sonuçlar belirleyici değildi.
Tıkınırcasına yeme bozuklukları ve bulimia nervozanın genel topluma kıyasla
DEHB’de daha sık olduğu ve DEHB’de yaşam boyu bulimia nervoza riskinin %3-9, yeme
bozukluklarının ise %9-11’e varan oranlarda olduğu bildirilmektedir (64-66). Ayrıca bazı
araştırmalarda obezite tedavisi alan erişkinlerde yüksek DEHB oranları bildirilmiştir (70,71).
DEHB olan çocuklarda obezite sıklığındaki artış da dikkat çekmektedir (72) .
Biz çalışmamızda yüksek oranda yeme bozukluğu eştanısı saptamadık. Çalışmamızda
olgular erişkin dönemde DEHB tanısını karşılayan 1 olguda (%1,3) anoreksiya nervoza, 2
olguda (%2,6) bulimia nervoza saptanması şeklindeydi. Ancak obezite ve yeme bozuklukları
lehine olacak şekilde DEHB semptomu bildiren grubun daha kilolu olduğu, kilo korumak için
kusma ya da diyet yapma davranışlarının daha fazla olduğunu, sedanter davranışlarının daha
çok olduğunu (fazla televizyon seyretmek, egzersiz yapmamak) saptadık. Ayrıca tüm olgular
değerlendirildiğinde DEHB tanısı almayı fazla televizyon seyretmenin 1,7 kat arttırdığı,
erişkin olgular değerlendirildiğinde DEHB tanısı almayı kilo vermek için ilaç kullanmanın 7,2
kat, fazla televizyon seyretmenin 1,7 kat arttırdığı da bulunmuştur.
Sonuç olarak çalışmamızda DEHB’nin sık olduğu ve önemli oranda eştanı bulunduğu,
olguların eğitimlerinin aksadığı ve psikiyatrik başvurularının olmasına rağmen DEHB
açısından tedavi almadıkları saptanmıştır. Riskli sağlık davranışlarının sadece DEHB
semptomu bildiren ve bildirmeyen gruplar arasında tartışılması ve bu konudaki verilerin
kişisel bildirime dayalı olması çalışmamızın kısıtlılığını oluşturmuştur. Kişisel bilgileri
içermeyeceği vurgulanarak öğrencilerin kendileri ile ilgili bazı konuları açıklamaktan
kaçınma isteklerinin araştırmayı etkilemesi engellenmeye çalışılmıştır. Ayrıca yapılan
analizlerde yüz yüze görüşme sonrası tanı almış olgularda bazı riskli davranışların DEHB’nin
güçlü belirleyicisi olduğu saptanmıştır. Bu nedenle çalışmamız sorguladığımız riskli sağlık
davranışlarının çoğu açısından DEHB’li bireylerin risk altında olduğunu da göstermiştir.
Yüksek oranda psikiyatrik eştanı ve pek çok alanda işlevsellikte bozulmaya yol açtığı
bilinen DEHB’nin tanınması ve tedavi edilmesiyle ilgili alanda güçlüklerimiz vardır. İlk engel
DSM ölçütlerinin gelişimsel açıdan uygun olmamasıdır ve ölçütlerin yeniden yapılandırılması
88
erişkinlerin güçlüklerini daha iyi tanımamızı sağlayabilir. Eştanı durumlarının fazlalığı
tabloyu karıştırabilir. Dikkatlerini odaklamaları gereken durumlardan kaçınarak belirtilerini
telafi etmenin yolunu bulmuş olabilmeleri bir diğer güçlüğü oluşturmaktadır. DEHB sonuçları
o kadar dramatik olmadığında tanınmayabilir çünkü depresyon ya da psikotik bozukluklar
gibi işlevselliliği ileri derecede bozmaz ya da hastane yatışı gerektiren diğer psikiyatrik
hastalıklardan farklıdır. Ayrıca işlevsellikteki dönemsel bozulmalarla giden depresyon gibi
psikiyatrik hastalıklardan farklı olarak DEHB’nin kronik doğada olması bozukluğun
tanınmasını güçleştiren bir diğer etkendir.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun sık olduğunu, DEHB’li bireylerin eştanı,
işlevsellikte bozulma, sağlığı bozan davranışlar açısından risk altında olduğunu gösterdiğimiz
çalışmamızın DEHB’nin tanınma ve anlaşılmasını sağlamada katkı sağlayacağını umut
ediyoruz.
89
SONUÇLAR
Trakya Üniversitesi öğrencilerinde DEHB sıklığı, eştanı durumları ve riskli sağlık
davranışlarının değerlendirilmesi ve bu bozukluğa sahip bireylerin psikiyatristler tarafından
daha iyi tanınıp anlaşılarak sağlık hizmeti sunumunda iyileştirmeler yapılabilmesi için katkı
sağlayacağını umduğumuz çalışmamızın sonuçları şu şekilde özetlenebilir:
1.
Katılımcıların %18,2’si Utah ölçeğinden 36 ve üstünde puan aldı. Bu katılımcılardan
görüşme yapılanların %22,1’inde hem çocukluk hem erişkin döneminde DEHB yoktu,
%45,0’ı DSM- IV’e göre çocukluk döneminde DEHB ölçütlerini dolduruyordu ancak
erişkin dönemde tanı ölçütlerini doldurmuyordu ve çocukluk DEHB grubu (kısmi
remisyonda DEHB) olarak kabul edildi ve %32,9’u DSM-IV’e göre erişkin dönemde
tanı ölçütlerini dolduruyordu ve erişkin DEHB tanısı kondu.
2.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu sıklığı hakkında erişkinler üzerinde yapılan
çalışmalardan
elde
edilen
verilere
göre;
tedavi
altında
olan
olgular
değerlendirildiğinde %0,04 gibi çok düşük bir sıklık oranından genç erişkin dönemde
%7,5’e ulaşan daha yüksek sıklık oranlarına kadar ulaşabilmekte ve tüm yaş grupları
değerlendirildiğinde yaklaşık %4’lük sıklık oranlarını desteklemektedir. Bizim
çalışmamızda ise yüz yüze görüşülen, görüşme yapmayı kabul etmeyen ve görüşme
yapmayı kabul eden ama verilen randevuya gelmeyen katılımcılar arasında
sosyodemografik veriler açısından anlamlı fark olmadığı saptanmamış ve araştırma
grubunda erişkin DEHB tahmini sıklığı %5,9 olarak bulunmuştur.
90
3.
Çocukluktan erişkinliğe geçen olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalarda; genç
erişkin
dönemde
hastalık
ölçütlerini
karşılama
oranları
%31-66
aralığında
bildirilmektedir. Bizim çalışmamızda çocukluk DEHB’ sinin olguların %42,2’sinde
erişkin dönemde de DSM-IV’e göre DEHB ölçütlerini karşılamaya devam ettiği
saptanmıştır.
4.
Alt tiplendirmeler hakkındaki uzunlamasına çalışmalarda öncelikle hiperaktiviteimpulsivitenin önde geldiği tip olarak başlayan hastalığın daha sonra dikkatsizlik
belirtilerinin
de
eklenmesiyle
birleşik
tipe
döndüğü
ve
erişkin
dönemde
hiperaktivitenin azalmasıyla dikkatsizliğin önde geldiği tipin baskın olduğu
saptanmıştır. Biz erişkin DEHB grubunda %44,7 DSM-IV’e göre DEHBdikkatsizliğin önde geldiği tip; %32,9 DEHB-Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde
geldiği tip ve %22,4 DEHB-Bileşik tip saptadık.
5.
Hem erişkin tanısı alan olgularda hem de kısmi remisyonda olgularda en sık
karşılanan DSM ölçütleri sırasıyla üzerine aldığı görevlerde ya da etkinliklerde
dikkatinin dağılması, dikkatin dış uyaranlarca kolayca dağılması, çoğu zaman sırasını
beklemesi gereken durumlarda güçlük çekme, üzerine aldığı işleri veya etkinlikleri
düzenlemekte zorluk çekme, çok konuşma ve öznel huzursuzluk olmuştur. Dikkat
eksikliği belirtilerinden halen yakınma kısmi remisyonda saptanan olgularda %75 ve
erişkin tanısı alan olgularda %94,8 ve hiperaktivite/dürtüsellik belirtilerinden halen
yakınma sırasıyla %25,9 ve %59,3 idi. Kısmi remisyonda ve erişkin olguların sırasıyla
%29,9 ve %21’i hiperaktivite dürtüsellik belirtilerinin 12-18 yaş arası azaldığını
bildirmiştir. Hiperaktivite belirtilerini 7 yaş öncesi bildirme oranı kısmi remisyonda
DEHB’de %88,6 ve DEHB olgularında %87, dikkat eksikliği belirtilerinin başlama
yaşı olarak remisyonda DEHB’de %49,1 ve DEHB olgularında %55,3 oranında
ilkokul yılları bildirilmiştir.
6.
Erişkin olgular üzerinde yapılan çalışmalarda herhangi bir eştanı alma sıklığı %65-89
oranında bildirilmiştir. Çalışmamızda erişkin olgularda herhangi bir eştanı alma sıklığı
%64,5, kısmi remisyondaki olgularda %51 oranında olmuştur. Erişkin tanısı alan
olgularda sıklık sırasına göre sırasıyla %29,0 majör depresyon, %29,0 özgül fobi,
%11,9 alkol kötüye kullanımı, %7,8 sosyal fobi, %5,3 farklılaşmamış somatoform
bozukluk, %2,6 bulimia nervoza, %1,3 anoreksiya nervoza, %1,3 BTA anksiyete
bozukluğu, %1,3 agorafobi olmadan panik bozukluğu, %1,3 kannabis kötüye
kullanımı, %1,3 travma sonrası stres bozukluğu, %1,3 uyum bozukluğu ve %1,3 OKB
91
eştanısı saptanmıştır. Kısmi remisyon da ki olgularda ise sıklık sırasına göre sırasıyla
%22,1 majör depresyon, %20,2 özgül fobi, %18,3sosyal fobi, %5,8 alkol kötüye
kullanımı, %5,8 BTA anksiyete bozukluğu, %2,9 travma sonrası stres bozukluğu,
%1,9 kannabis kötüye kullanımı, %0,9 bipolar II bozukluğu %0,9 farklılaşmamış
somatoform bozukluk, %0,9 uyum bozukluğu ve %0,9 OKB eştanısı saptadık.
7.
Riskli sağlık indeksi ortalama skorlarına etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon
modelinde analiz sonucunda cinsiyet, anne eğitimi, baba eğitimi, gelir, utah skoru, yaş
ve okul tipinin RSİ üzerine etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu.
8.
Görüşme yapılan olgularda RSİ ortalama skorlarına etki eden değişkenlerin
incelendiği regresyon modelinde analiz sonucunda cinsiyet, ailede birilikte yaşayan
kişi sayısı ve DEHB tanısı almanın RSİ üzerine etki eden anlamlı etkenler olduğu
bulundu.
9.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan olgularda erişkin DEHB tanısı almaya
etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde yöntem tarafından ayıklanan
değişkenlerden sonra Utah ölçeği depresyon alt skoru ve Utah ölçeği davranış
sorunları alt skoru değişkenlerinin etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu.
10.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almaya (kısmi remisyonda olgular ve
erişkin olgular dahil tüm DEHB olguları) etki eden değişkenlerin incelendiği
regresyon modelinde analiz sonucunda DEHB tanısı alma olasılığını yüksekokulda
okumanın 1,7 kat, Utah irritabilite alt skorunun 1,2 kat, Utah depresyon alt skorunun
1,1 kat, Utah davranış sorunları alt skorunun 1,1 kat, Utah dikkat eksikliği alt
skorunun 1,2 kat, uyarıcı keyif verici madde sayısındaki artışın 1,9 kat, tabanca
taşımanın 3,3 kat, bıçak taşımanın 2,1 kat, fazla televizyon seyretmenin 1,7 kat
arttırdığı bulundu.
11.
Erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde
analiz sonucunda erişkin DEHB tanısı alma olasılığını. Utah irritabilite alt skorunun
1,1 kat, Utah depresyon alt skorunun 1,1 kat, Utah davranış sorunları alt skorunun 1,1
kat, Utah dikkat eksikliği alt skorunun 1,1 kat, emniyet kemeri takmamanın 2,2 kat,
tabanca taşımanın 4,3 kat, kilo vermek için ilaç kullanmanın 7,2 kat, fazla televizyon
seyretmenin 1,7 kat arttırdığı bulundu.
12.
Riskli sağlık davranışları açısından değerlendirildiğinde hemen hemen sorguladığımız
tüm riskli sağlık davranışları açısından DEHB semptomu bildiren yani Utah
ölçeğinden yüksek puan alan katılımcıların risk altında olduğunu saptadık. Bisiklete
92
binerken kask takma davranışı, emniyet kemeri takma davranışı, son bir ay içerisinde
alkollü sürücü ile yolculuk etme ve son bir ay içerisinde alkollü araba kullanma, son
bir ay içerisinde üzerinde tabanca veya bıçak taşıma, son bir yıl içerisinde fiziksel
kavgaya karışma veya kız veya erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz
kalma, son bir yıl içerisinde 15 gün veya fazla süreyle depresif duygudurum bildirme,
düzenli sigara içme, alkol kullanmayı deneme, son bir ay içerisinde alkol kullanma,
son bir ay içerisinde bir defada 5 içkiden fazla alkol kullanma, daha erken yaşta alkol
kullanma, esrar, kokain, uçucu madde, eroin, uyarıcı-keyif verici yasa dışı ilaç
kullanma, cinsel partner sayısındaki fazlalık, daha kilolu olma, kilo korumak için
kusma ya da diyet yapma davranışları ve sedanter davranışların Utah Ölçeğinden
yüksek puan alan grupta daha fazla göründüğü saptanmıştır.
93
ÖZET
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu çocukluk çağında başlayan, etkisini yaşam
boyu sürdüren kronik bir nöropsikiyatrik bozukluktur. Bu çalışmada önemli bir toplum sağlığı
sorunu olan bu bozukluğun üniversite öğrencilerindeki sıklığını saptamak, eşlik eden sorunlar
ve riskli sağlık davranışları açısından durumlarını belirlemek ve psikiyatrik eştanıları saptamak
amaçlanmıştır. Kesitsel tanımlayıcı desende tasarlanmış ve evrenini Trakya Üniversitesinin
Edirne şehir merkezindeki bütün fakülte ve yüksekokullarında eğitim gören öğrencilerin
oluşturduğu araştırmamızda evreni temsil edecek örneklem tabakalı küme örneklemi ile
belirlenmiş ve Trakya Üniversitesinde okuyan öğrencilerin %14,9’una ulaşılarak haklarında
bilgi toplanmıştır. Öğrenciler içinde Wender Utah Ölçeği olan ve riskli sağlık davranışlarını
sorgulayan bir anket doldurmuş, ölçekten 36 puan üstü alan ve görüşmeyi kabul eden
öğrencilerle yüzyüze görüşülmüştür. Çalışmamızda Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu
tahmini sıklığı %5,9 olarak bulunmuş, %44,7’sinde dikkatsizliğin önde geldiği tip; %32,9’unda
Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde geldiği tip ve %22,4’ünde Bileşik tip Dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu saptanmıştır. Erişkin olgularda herhangi bir eştanı alma sıklığı %64,5,
kısmi remisyondaki olgularda %51 oranında olmuştur. Erişkin olgularda sıklık sırasına göre
sırasıyla %29,0 majör. depresyon, %29,0 özgül fobi, %11,9 alkol kötüye kullanımı, kısmi
remisyon da ki olgularda ise sıklık sırasına göre sırasıyla %22,1 majör depresyon, %20,2 özgül
fobi, %18,3 sosyal fobi eştanısı saptanmıştır. Ayrıca sorguladığımız riskli sağlık
davranışlarının neredeyse tümü açısından Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan
bireylerin risk altında olduğu da gösterilmiştir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun
erişkinlikte aldığı biçimlerin ve yaratabileceği psikiyatrik sorunların psikiyatri uzmanları
tarafından bilinmesine ciddi bir gereksinim vardır. Çalışmamızın bu eksikliği giderme ve
94
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireylere uygulanan sağlık hizmetlerinin
iyileştirilmesi açısından fayda sağlamasını umut ediyoruz.
Anahtar kelimeler: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu yaygınlığı, erişkin
DEHB, eştanı, riskli sağlık davranışları.
95
THE PREVALENCE AND COMORBIDITY OF ATTENTION DEFICIT
HYPERACTIVITY DISORDER AND EVALUATION OF THE RISKY
HEALTH BEHAVIORS IN UNIVERSITY STUDENTS
SUMMARY
Attention deficit hyperactivity disorder is a chronic neuropyschiatric disorder
influencing one’s life at all ages starting from childhood. In our study we aimed to find out the
prevalence of this important public health issue and to evaluate the comorbid disorders and
health risk behaviours at university students. The universe of this cross sectional descriptive
study was consisted of all the faculty and college students of Trakya University at the city
centre of Edirne. The representative sample was determined via stratified clustered sampling
and we contacted to 14.9% of all students of Trakya University to gather information. A
questionnaire form which included the Wender Utah scale and questions about risky health
behaviours were answered by the students and the ones whose Wender Utah scale were above
36 points were interviewed face to face with their consent. The estimated prevalence of
attention deficit hyperactivity disorder was found to be 5.9% and 44.7% of the cases being the
inattentive type, 32.9% the hyperactive-impulsive type and 22.4% the combined type. The rate
of any comorbid psychiatric disorders at the adult cases was 64.5% and at partial remission
cases it was 51%. For the adult cases 29% had comorbid major depression, 29% had specific
phobia and 11.9% had alcohol abuse and for the partial remission cases 22.1% had comorbid
major depression, 20.2% had specific phobia, 18.3% had social phobia. We have also found
96
out that nearly all of the risky health behaviours that we had questioned were seen at higher
rates in attention deficit hyperactivity disorder cases. The adult form of attention deficit
hyperactivity disorder and its psychiatric consequences should be recognised and known by
psychiatrists. At our study we targeted the problems regarding this area and our expectation is
the improvement of the health services for attention deficit hyperactivity disorder cases.
Key words: Attention deficit hyperactivity disorder prevalence, adult ADHD,
comorbidity, risky health behaviours.
97
KAYNAKLAR
1.
Hechtman L, McGough JJ. Dikkat Eksikliği Bozuklukları (Çeviri: Öner Ö, Aysev A.).
Aydın H, Bozkurt A. (Editörler). Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of
Psychiatry, 8.baskı. Ankara:Güneş Tıp Kitabevi; 2007. s.3183-205.
2.
Öner Ö, Arsev AS. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu. Arsev AS, Taner YI.
(Editörler).Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları’nda. İstanbul: Golden Print; 2007.
s.397-421.
3.
Kessler RC, Adler L, Barkley R, Biederman J, Conners K, Demler O. et al. The
Prevalence and Correlates of Adult ADHD in the United States: Results From the
National Comorbidity Survey Replication. Am J Psychiatry 2006; 163:716–23.
4.
Thome J, Jacobs KA. Attention deficit hyperactivity disorder (ADHD) in a 19th century
children’s book. European Psychiatry 2004; 19:303–6.
5.
Doyle BB. Understanding and Treating Adults with Attention Deficit Hyperactivity
Disorder. 1st ed. Washington, London: American Psychiatric Publishing, 2006:1-313.
6.
Barkley RA, Murphy KR, Fischer M. Attention Deficit Hyperactivity Disorder in Adults.
What the Science Says. 1st ed. Newyork, London: The Guilford Press, 2008:1-467.
7.
Greydanus DE, Pratt HD, Patel DR. Attention Deficit Hyperactivity Disorder Across the
Lifespan: The Child, Adolescent, and Adult. Dis Mon 2007;53:70-131.
8.
Adler LA, Spencer TJ, Stein MA, Newcorn JH. Best Practices In Adult ADHD:
Epidemiology, Impairments, And Differential Diagnosis. CNS Spectrums 2008;13:2-19.
9.
Shorter E. A Historical Dictionary of Psyhiatry. 1st ed. New York: Oxford University
Press, 2005:32-4.
10. Schneider M, Retz W, Coogan A. Thome J, Rösler M. Anatomical and functional brain
imaging in adult attention-deficit/hyperactivity disorder (ADHD) – A neurological view.
Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2006;256:32–4.
98
11. Spencer TJ, Biederman J, Mick E. Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder: Diagnosis,
Lifespan, Comorbidities, and Neurobiology. Journal of Pediatric Psychology
2007;32:631–42.
12. McGough JJ, McCracken JT. Adult Attention Deficit Hyperctivity Disorder: Moving
Beyond DSM-IV. Am J Psychiatry 2006;163:1673-5.
13. Martin A. The Hard Work Of Growing Up With ADHD. Am J Psychiatry
2005;162:1575-7.
14. Clarke S, Kohn HMR. Attention deficit disorder:not just for children. Internal Medicine
Journal 2005;35:721-5.
15. Rickel AU, Brown RT. Attention Deficit Hyperctivity Disorder in Children and Adults.
1st ed. Germany: Hogrefe Huber Publishers, 2007:1-57.
16. Weiss M, Hetchman LT, Weis G. ADHD in Adults. A Guide to Current Theory,
Diagnosis and Treatment. 1st ed. Maryland: John Hopkins University Press, 1999:1-345.
17. Schlander M, Schwarz O, Trott GE. Who cares for patients with attentiondeficit/hyperactivity disorder (ADHD)? Eur Child Adolesc Psychiatry 2007;16:430-8.
18. Motavallı N. Kentsel kesimde Türk İlkokul çocuklarında “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite
Bozukluğunun” Nozolojik bağlamda prevalansının araşırılması (tez). İstanbul: İstanbul
Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi;1994.
19. Şenol S. Dikkat Eksikliği yıkıcı davranış bozukluklarının klinik özellikleri, aynı grup ve
diğer DSM-IV tanılarıyla birliktelikleri, risklerin ve tedavi eğiliminin belirlenmesi (tez).
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi;1996.
20.
Albayrak C. Bursa ilinde bir ilkokul örnekleminde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite
Bozukluğu sıklığı ve ilgili sosyodemografik özellikler (tez). Bursa: Uludağ Üniversitesi
Tıp Fakültesi;1998.
21. Yazgan Y. Hiperaktif Çocuk Büyüdüğünde: Erişkinlikte Dikkat Eksikliği Hiperaktivite
Bozukluğu. Galenos 2006;121:135-43.
22. Rasmussen P, Gillberg C. Natural outcome of ADHD with developmental coordination
disorder at age 22 years: a controlled, longitudinal, community-based study. J Am Acad
Child Adolesc Psychiatry. 2000; 39(11):1424-31.
23. Mannuzza S, Klein RG, Bessler A, Malloy P, LaPadula M. Adult outcome of hyperactive
boys. Educational achievement, Occupational rank and Psychiatric status. Arch Gen
Psychiatry. 1993;50(7):565-76.
24. Barkley RA, Fischer M, Smallish L, Fletcher K. The persistence of attention deficit
hyperactivity disorder into young adulthood as a function of reporting source and
definition of disorder. J Abnorm Psychol. 2002;111(2):279-89.
25. Yargıç İ, Özdemiroğlu FA. Erişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu.
Işık E, Taner E, Işık U. (Editörler).Güncel Klinik Psikiyatri’de. İstanbul: Golden Print;
2008. s.477-93.
99
26. Fayyad J, DeGraaf R, Kessler R, Alonso J, Angermeyer M, Demyttenaere K. et al. CrossNational Prevalence And Correlates Of Adult Attention-Deficit Hyperactivity Disorder.
British Journal of Psychiatry 2007;190:402-9.
27. Tamam L, Tuğlu C, Karataş C, Özcan S. Adult attention-deficit hyperactivity disorder in
patients with bipolar I disorder in remission: Preliminary study. Psychiatry and Clinical
Neurosciences 2006;60:480–5.
28. Tamam L, Karakuş G, Özpoyraz N. Comorbidity of adult attention-deficit hyperactivity
disorder and bipolar disorder: prevalence and clinical correlates. Eur Arch Psychiatry
Clin Neurosci 2008;807:406-8.
29. Toksöz K. Alkol Bağımlılığı ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (tez). İzmir:
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi;2000.
30. Güneş VD. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocuk ve Ergenlerin Ana
Babalarında Psikiyatrik Özellikler ve DEHB’nun Araştırılması (tez). İzmir: Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1999.
31. Taybıl B. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocukların Anne ve
Babalarında Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Belirtilerinin Taranması (tez).
İstanbul: Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi;1999.
32. Tuğlu. C. Dikkat Eksikliği / Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocukların Babalarında Bu
Tanının ve Ruhsal Durumun Gözden Geçirilmesi (tez). Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi;1996.
33. Biederman J, Faraone SV, Monuteaux MC, Bober M, Cadogen E. Gender Effects on
Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder in Adults, Revisited. Biol Psychiatry
2004;55:692–700.
34. Quinn PO. Treating Adolescent Girls and Women With ADHD: Gender-Specific Issues.
JCLP 2005;61:579–87.
35. Wolf LE, Wasserstein J. Adult ADHD-Concluding thoughts. Ann N Y Acad Sci
2001;931:396-408.
36. Rommelse NNJ, Altink ME, DeSonneville LMJ. Are Motor Inhibition and Cognitive
Flexibility Dead Ends in ADHD? J Abnorm Child Psychol 2007;35:957–67.
37. Stahl SM. (Çeviri: Taneli B, Taneli Y.). Temel Psikofarmakoloji. 2.baskı.
Ankara:Yelkovan Yayıncılık; 2003:59-467.
38. Cabral P. Attention deficit disorders: Are we barking up the wrong tree? European
journal of paediatric neurology 2006;10:66–77.
39. Millichap JG. Etiologic Classification of Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder.
Pediatrics 2008;121:358-65.
40. Seidman LJ, Valera EM, Makris N. Dorsolateral prefrontal and anterior cingulate cortex
volumetric abnormalities in adults with attention-deficit/hyperactivity disorder identified
by magnetic resonance imaging. Biol. Psychiatry 2006;60:1071-80.
100
41. Castellanos; FX, Lee PP, Sharp W. Developmental Trajectories of Brain Volume
Abnormalities in Children and Adolescents with Attention-Deficit/Hyperactivity
Disorder. JAMA 2002;288:1740-8.
42. Rösler M, Retz W, Thome J. Psychopathological rating scales for diagnostic use in adults
with attention-deficit/hyperactivity disorder (ADHD). Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci
2006;256:3-11.
43. Haberstick BC, Timberlake D, Hopfer CJ, Lessem JM, Ehringer MA, Hewitt JK. Genetic
and environmental contributions to retrospectively reported DSM-IV childhood attention
deficit hyperactivity disorder. Psychological Medicine 2008;38: 1057–66.
44. Tuğlu C. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun Genetiği. 3P Psikiyatri, Psikoloji,
Psikofarmakoloji Dergisi 2004;12(2):89-94.
45. Thapar A, Langley K, Asherson P, Gill M. Gene-Environment İnterplay in AttentionDeficit Hyperactivity Disorder And The İmportance Of A Developmental Perspective.
British Journal Of Psychiatry 2007;190:1-3.
46. Todd RD, Neuman RJ. Gene Environment Interactions in the Development of Combined
Type ADHD. American Journal of Medical Genetics Part B (Neuropsychiatric Genetics)
2007;144:971–5.
47. Pineda DA, Palacio LG, Puerta IC, Mercha’n V, Arango CP, Galvis AY. et al.
Environmental influences that affect attention deficit/hyperactivity disorder. Study of a
genetic isolate. Eur Child Adolesc Psychiatry 2007;16:337–46.
48. Knopik VS, Heath AC, Jacob T, Slutske WS, Bucholz KK, Madden PAF. et al. Maternal
Alcohol Use Disorder And Offspring ADHD. Disentangling Genetic And Environmental
Effects Using A Children-Of-Twins Design. Psychological Medicine 2006;36:1461–71.
49. Tuğlu C, Ayas M, Abay E. Erişkinlerde Dikkat Eksikliği / hiperaktivite bozukluğu.
Psikiyatri Bülteni 1995;3:142-4.
50. Murphy P, Schachar R. Use Of Self-Ratings In The Assessment Of Symptoms Of
Attention Deficit Hyperactivity Disorder In Adults. Am J Psychiatry 2000; 157:1156–59.
51. Wender PH. Attention Deficit Hyperctivity Disorder in Children, Adolescents and
Adults. 1st ed. Newyork: Oxford University Press, 2000:1-271.
52. Barkley RA, Biederman J. Toward a broader definition of the age-of-onset criterion for
attention-deficit hyperactivity disorder. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry
1997;36(9):1204-10.
53. Faraone SV, Biederman J, Spencer T. Diagnosing Adult Attention Deficit Hyperactivity
Disorder: Are Late Onset and Subthreshold Diagnoses Valid? Am J Psychiatry
2006;163:1720–9.
54. Shur S, Gau F. Parental and family factors for attention-deficit hyperactivity disorder in
Taiwanese children. Australian and New Zealand Journal of Psychiatry, 2007;41:688-96.
101
55. Minde K, Eakin L, Hechtman L. The psychosocial functioning of children and spouses of
adults with ADHD. Journal of Child Psychology and Psychiatry 2003; 44:637–46.
56. Wasserstein J. Diagnostic Issues for Adolescents and Adults With ADHD. JCLP
2005;61(5):535–47.
57. Young JL. Grown Up. A Guide to Adolescant and Adult Attention Deficit Hyperctivity
Disorder. 1st ed. Newyork, London:W. W. Norton & Company Press, 2007:1-303.
58. Safren SA, Perlman CA, Sprich S, Otto. MW. Mastering Your Adult ADHD. A
Cognitive Behavioral Treatment Program. 1st ed. New York:Oxford University Press,
2005:5-146.
59. Tuğlu C. Bipolar Bozukluk ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Arasındaki
İlişki. Duygudurum Bozuklukları 2001;5:247-51.
60. Manassis K, Tannock R, Young A. Cognition in anxious children with attention deficit
hyperactivity disorder: a comparison with clinical and normal children. Behavioral and
Brain Functions 2007;3:4-14.
61. Pekcanlar A. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda komorbidite, DSM-IV belirti
sıklığı ve aile işlevleri (tez). İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1998.
62. Soykan AA. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukların ruhsal ve organik
yönden araştırılması (tez). Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1991.
63. Tahiroğlu YA. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı alan çocukların
sosyodemografik özellikleri, eşlik eden bozukluklar ve tedavi yaklaşımları (tez). Adana:
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi;2003.
64. Sobanski E. Psychiatric comorbidity in adults with attention-deficit/hyperactivity disorder
(ADHD). Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2006;256:26–31.
65. Sobanski E, Brüggemann D, Alm B. Psychiatric comorbidity and functional impairment
in a clinically referred sample of adults with attention-deficit/hyperactivity disorder
(ADHD). Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2007;11:712-8.
66. Sobanski E, Bruggemann D, Alm B. Subtype differences in adults with attentiondeficit/hyperactivity disorder (ADHD) with regard to ADHD-symptoms, psychiatric
comorbidity and psychosocial adjustment. European Psychiatry 2008;23:142-9.
67. McGough JJ, Smalley SL, McCracken JT. Psychiatric Comorbidity in Adult Attention
Deficit Hyperactivity Disorder: Findings From Multiplex Families. Am J Psychiatry
2005;162:1621–7.
68. Biederman J, Monuteaux MC, Mick E. Young Adult Outcome Of Attention Deficit
Hyperactivity Disorder: A Controlled 10-Year Follow-Up Study. Psychological Medicine
2006;36:167–79.
69. Fischer AG, Bau CHD, Grevet EH. The role of comorbid majör depressive disorder in the
clinical presentation of adult ADHD. Journal of Psychiatric Research 2007;41:991–6.
102
70. Altfas JR. Prevalence of attention deficit/hyperactivity disorder among adults in obezity
treatment. BMC Psychiatry 2002;2:9-17.
71. Fleming JP, Levy LD, Levitan RD. Symptoms of attention deficit hyperactivity disorder
in severely obese women. Eat Weight Disord 2005;10(1):10-3.
72. Davis C, Levitan RD, Smith M. Tweed S, Curtis C. Associations among overeating,
overweight, and attention deficit/hyperactivity disorder: A structural equation modelling
approach.Eating Behaviors 2006;7:266–74.
73. Wilson JJ. ADHD and Substance Use Disorders: Developmental Aspects and the Impact
of Stimulant Treatment. The American Journal on Addictions 2007;16:5–13.
74. Faraone SV, Wilens TE, Petty C, Antshel K, Spencer T, Biederman J. Substance Use
among ADHD Adults: Implications of Late Onset and Subthreshold Diagnoses. The
American Journal on Addictions 2007;16:24-34.
75. Putnis AL. Substance Use Among Young Offenders: Thrills, Bad Feelings, or Bad
Behavior? Substance Use & Misuse 2006;41:415–22.
76. Kalbag AS, Levin FR. Adult ADHD and Substance Abuse: Diagnostic and Treatment
Issues. Substance Use & Misuse 2005;40:1955–81.
77. Adler LA. Familial Transmission of ADHD and Psychoactive Substance Use Disorders.
Am J Psychiatry 2008;165:11-2.
78. Szobot CM. Rohde LA, Bukstein O, Molina BSG, Martins C. Is attentiondeficit/hyperactivity disorder associated with illicit substance use disorders in male
adolescents? A community-based case–control study. Addiction 2007;102:1122–30.
79. Faraone SV, Biederman J. Wilens TE, Adamson JA Naturalistic Study Of The Effects Of
Pharmacotherapy On Substance Use Disorders Among ADHD Adults. Psychological
Medicine 2007;37:1743–52.
80. Volkow ND, Swanson JM. Does Childhood Treatment Of ADHD With Stimulant
Medication Affect Substance Abuse İn Adulthood? Am J Psychiatry 2008;165:553-5.
81. Wilens TE, Faraone SV, Biederman J, Gunawardene S. Does Stimulant Therapy of
Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder Beget Later Substance Abuse? A Meta-analytic
Review of the Literature. Pediatrics 2003;111;179-85.
82. McClernon FJ, Kollins SH, Lutz AM. Effects of smoking abstinence on adult smokers
with and without attention deficit hyperactivity disorder: results of a preliminary study.
Psychopharmacology 2008;197:95–105.
83. Poltavski DV, Petros T. Effects of transdermal nicotine on attention in adult non-smokers
with and without attentional deficits. Physiology & Behavior 2006; 87:614–24.
84. McClernon FJ, Fuemmeler BF, Kollins SH. Interactions between genotype and
retrospective ADHD symptoms predict lifetime smoking risk in a sample of young
adults. Nicotine & Tobacco Research 2008;10:117–27.
103
85. Gehricke JG, Whalen CK, Jamner LD. The reinforcing effects of nicotine and stimulant
medication in the everyday lives of adult smokers with ADHD: A preliminary
examination. Nicotine & Tobacco Research 2006;8:37–47.
86. Centers for Disease Control and Prevention. Youth risk behavior surveillance. United
States. Morbidity & Mortality Weekly Report. [serial online]. 2007.
http://www.cdc.gov/HealthyYouth/YRBS/.
87. Rodriguez D, Tercyak KP, McGovern JA. Effects of Inattention and
Hyperactivity/Impulsivity Symptoms on Development of Nicotine Dependence from Mid
Adolescence to Young Adulthood. Journal of Pediatric Psychology 2008;33(6):563–75.
88. Flory K, Lynam DR. The Relation Between Attention Deficit Hyperactivity Disorder and
Substance Abuse: What Role Does Conduct Disorder Play? Clinical Child and Family
Psychology Review 2003;6:1-16.
89. Sprafkin J, Gadow KD, Weiss M. Psychiatric Comorbidity in ADHD Symptom Subtypes
in Clinic and Community Adults. Journal of Attention Disorders. 2007;11:114-24.
90. Biederman J, Faraone SV, Spencer TJ, Mick E, Monuteaux MC, Aleardi M. Functional
impairments in adults with self-reports of diagnosed ADHD: A controlled study of 1001
adults in the community. J Clin Psychiatry 2006;67(4):524-40.
91. Able SL, Johnston JA, Adler LA, Swindle RW. Functional And Psychosocial İmpairment
in Adults with Undiagnosed ADHD. Psychological Medicine 2007;37:97–107.
92. Öncü B, Ölmez Ş, Şentürk V. Wender Utah Derecelendirme Ölçeği Türkçe formunun
Erişkin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda geçerlilik ve güvenilirlik
çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi 2005;16(4):252-9.
93. Brener ND, Kann L, McManus T, Kinchen SA, Sundberg EC, Ross JG. Reliability of the
1999 youth risk behavior survey questionnaire. J Adolesc Health 2002;31:336-42.
94. Pyeritz RE. Yeme Bozuklukları (Çeviri: Özşahin K.) Mıstık S.(Editör). Cecil Essentials
of Medicine, 7.baskı. Ankara: Nobel Tıp Kitabevi;2008. s.605-12.
95. Çorapçıoğlu A, Aydemir Ö, Yıldız M, Esen A, Köroğlu E. DSM-IV Eksen I Bozuklukları
için Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Klinik Versiyon, SCID-I. Ankara:Hekimler Yayın
Birliği,1999.
96. Kessler RC, Adler LA, Barkley R. Patterns And Predictors Of AttentionDeficit/Hyperactivity Disorder Persistence İnto Adulthood: Results From The National
Comorbidity Survey Replication. Biol Psychiatry 2005;57:1442–51.
97. Castle L, Aubert RE, Verbrugge RR, Khalid M, Epstein RS. Trends in medication
treatment for ADHD. J Atten Disord. 2007;10(4):335-42.
98. T.C. Sağlık Bakanlığı, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Hıfzıssıhha
Mektebi Müdürlüğü. Türkiye hastalık yükü çalışması. Ankara:2004.
104
99. Ouimet MC. Morton BS. Noelcke EA. Perceived Risk and Other Predictors and
Correlates of Teenagers' Safety Belt Use During the First Year of Licensure. Traffic
Injury Prevention 2008;9:1–10.
100. Vassallo S, Smart D, Sanson A. Risky driving among young Australian drivers II: Cooccurrence with other problem behaviours. Accident Analysis and Prevention 2008;
40:376–86.
101. Thompson AL, Molina BSG, JrPelham W, Gnagy EM. Risky Driving in Adolescents and
Young Adults with Childhood ADHD. Journal of Pediatric Psychology 2007;32(7):745–
59.
102. Fischer M, Barkley RA, Smallish L, Fletcher K. Hyperactive children as young adults:
Driving abilities, safe driving behavior, and adverse driving outcomes. Accident Analysis
and Prevention 2007;39:94–105.
103. Centers for Disease Control and Prevention. Youth violence: Fact Sheet. [serial online].
2007. http://www.cdc.gov/ViolencePrevention/youthviolence
104. Rudatsikira E, Muula AS, Siziya S. Variables associated with physical fighting among
US high-school students. Clinical Practice and Epidemiology in Mental Health
2008;4:16-24.
105. Ergin A. Adolesanların Sık Karşılaştığı Kasıtsız Ve Kasıtlı Yaralanmalara Yönelik Riskli
Davranışların Adana İl Merkezindeki Lise Öğrencileri Arasındaki Yaygınlığı (tez).
Adana: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2002.
106. Kara B, Hatun Ş, Aydoğan M, Babaoğlu K, Gökalp AS. Kocaeli ilindeki lise
öğrencilerinde sağlık açısından riskli davranışların değerlendirilmesi. Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Dergisi 2003;46:30-7.
107. Molina BSG, Marshal MP, Pelham WE, Wirth RJ. Coping Skills and Parent Support
Mediate the Association Between Childhood Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder
and Adolescent Cigarette Use. Journal of Pediatric Psychology 2005;30(4):345–57.
108. Fuemmeler BF, Kollins SH, McClernon F. Attention Deficit Hyperactivity Disorder
Symptoms Predict Nicotine Dependence and Progression to Regular Smoking from
Adolescence to Young Adulthood. Journal of Pediatric Psychology 2007;32(10):1203–
13.
109. Upadhyaya HP, Carpenter MJ. Is Attention Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD)
Symptom Severity Associated with Tobacco Use? The American Journal on Addictions,
2008;17:195–8.
110. Brook JS, Duan T, Zhang C. The Association between Attention Deficit Hyperactivity
Disorder in Adolescence and Smoking in Adulthood. The American Journal on
Addictions 2008;17:54–9.
111. Ohlmeier MD, Peters K, Wildt BT, Zedler M, Ziegenbein M. Comorbidity Of Alcohol
And Substance Dependence With Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder (ADHD).
Alcohol & Alcoholism 2008;43(3):300–4.
105
112. Kim JW, Park CS, Hwang JW, Shin MS, Hong KE. Clinical and Genetic Characteristics
of Korean Male Alcoholics with and without Attention Deficit Hyperactivity. Alcohol &
alcoholism 2006;41(4):407–11.
113. Biçer D. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Erişkinlerin Dikkat Eksikliği,
Hiperaktivite, Dürtüsellik Belirtileri ile Eştanı ve Psikososyal Profili (tez). İstanbul:
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2004.
114. Tuğlu C, Vardar E, Abay E. Alkol Bağımlılarında Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite
Bozukluğu Tanısı ve Kişilik Özellikleri. 5. Gazi Psikiyatri Günleri İnteraktif Sempozyum
Özet Kitabı s.225, Antalya, 2001.
115. Ventura HE, Gibson CL, Miller JM, Piquero JM. Binge Drinking: Patterns, Explanations,
and Policy. Preedy V.R, Ross R.(Ed). In:Comprehensive Handbook of Alcohol Related
Pathology vol 1, London:Academic Pres; 2004; pp:59-73.
116. Molina BSG, Pelham WE, Gnagy EM, Thompson AL, Marshal MP. AttentionDeficit/Hyperactivity Disorder Risk for Heavy Drinking and Alcohol Use Disorder Is
Age Specific. Alcohol Clin Exp Res 2007;31(4):643–54.
117. Harvey MA, Selman JD, Porter RJ, Frampton CM. The relationship between non-acute
adolescent cannabis use and cognition. Drug and Alcohol Review 2007;26:309–19.
118. Fergusson DM, Boden JM. Cannabis use and adult ADHD symptoms. Drug and Alcohol
Dependence 2008;95:90–6.
119. Soler AR, Martinez AV, Munuera JN. Cocaine and other psychostimulant consumption:
their relationship with the childhood hyperactivity syndrome. Actas Esp Psiquiatr
2004;32(6):346-52.
120. Levin FR, Bisaga A, Raby W, Aharonovich E, Rubin E. Effects of major depressive
disorder and attention-deficit/hyperactivity disorder on the outcome of treatment for
cocaine dependence. Journal of Substance Abuse Treatment 2008;34:80–9.
121. Matsumoto T, Kamijo A, Yamaguchi A, Iseki E, Hirayasu Y. Childhood Histories of
Attention-Deficit Hyperactivity Disorders in Japanese Methamphetamine and Inhalant
Abusers: Preliminary Report. Psychiatry and Clinical Neurosciences 2005;59:102–5.
122. Davids E, Bünau UV, Specka M, Fischer B, Scherbaum N, Gastpar M. History Of
Attention-Deficit Hyperactivity Disorder Symptoms And Opioid Dependence: A
Controlled Study. Progress İn Neuro-Psychopharmacology & Biological Psychiatry
2005;29:291–6.
123. Kolpe M, Carlson GA. Influence of Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder Symptoms
on Methadone Treatment Outcome. The American Journal on Addictions. 2007;16:46–8.
124. Dunn MS, Ilapogu V, Taylor LS, Naney C, Blackwell R. Self Reported Substance Use an
Sexual Behaivors Among Adolescents in a Rural State. Journal of School Health
2008;78(11):587-93.
106
125. Monuteaux MC, Faraone SV, Gross LM, Biederman J. Predictors, Clinical
Characteristics, And Outcome Of Conduct Disorder İn Girls With Attention-Deficit/
Hyperactivity Disorder: A Longitudinal Study. Psychological Medicine 2007;37:1731–
41.
107
EKLER
108
EK 1: Anket Formu
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİNDE DİKKAT EKSİKLİĞİ
HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU SIKLIĞI VE EŞTANI DURUMLARI
Tıpta Uzmanlık Tezi
Dr. Özlem ÖZTÜRK ŞAHİN
TÜTF Psikiyatri AD
Danışman: Doç Dr Cengiz TUĞLU
Açıklama:
Sayın Katılımcı;
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı olarak Trakya
Üniversitesi öğrencilerinde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu sıklığını ile etkileyen
etkenler ve sonuçlarını belirlemek amacıyla bilimsel bir araştırma yürütülmektedir. Çalışma
için Trakya Üniversitesi’nin idari ve Trakya Üniversitesi Yerel Etik Kurulunun etik izinleri
alınmıştır.
Ekteki anket bu araştırma için hazırlanmıştır. Sizden bu anketi doldurarak çalışmaya
katılmanızı istiyoruz. Bu araştırma nedeniyle elde edilecek bilgiler sadece bilimsel amaçlarla
kullanılacak ve tamamen gizli tutulacaktır. Çalışmaya katılmak zorunlu olmayıp katılıp
katılmamaktan dolayı herhangi bir ödül ya da ceza ile karşılaşmayacaksınız.
Eğer sizde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu bulunabileceğine ilişkin bir
kanıt elde edilirse, anket başlangıcında verdiğiniz isim iletişim bilgileriniz yardımıyla size
ulaşılıp bu konuda özel bir görüşme yapılacaktır. İsim ve iletişim bilgileriniz başka amaçlarla
kullanılmayacak ve başkalarıyla paylaşılmayacaktır.
Lütfen ilgili direktiflere uygun olarak ekteki anketimizi doldurarak çalışmamıza
katılınız. Herhangi bir sorunuz olduğunda anketi size ulaştıran araştırmacılardan ya da aşağıda
iletişim bilgileri verilen araştırmacılardan bilgi alabilirsiniz. Katılımınız için teşekkür ederiz.
Dr. Özlem ÖZTÜRK ŞAHİN: Tel: 2357641-2299
(Bu kısmı doldurmayın!
Form No: ….………………....
Okul: ….………………....)
Demografik Veriler:
1. Doğum tarihiniz (yıl) ….………………....
2. Cinsiyetiniz
erkek …
kadın …
3. Vücut ağırlığınız
….………………....kg
4. Boyunuz
….………………....cm
5. Medeni durumunuz
… bekar
6. Annenizin eğitimi:
… evli
… diğer....................
… Okur Yazar değil … Okur Yazar
… İlkokul
… Ortaokul
… Yüksek okul
… Fakülte
… Lise
… Yüksek lisans/Doktora
(eğer mezun olamadıysa kaç sınıf okumuş)……………………………
7. Annenin mesleği..........................................
8. Annenizin çalışma durumunuz ne?
… Çalışıyor
… Emekli
… Çalışmıyor,daha önce çalışıyordu
… Çalışmıyor daha önce de çalışmadı
9. Babanın eğitimi:
… Okur Yazar değil … Okur Yazar
… İlkokul
… Ortaokul
… Yüksek okul
… Fakülte
… Lise
… Yüksek lisans/Doktora
(eğer mezun olamadıysa kaç sınıf okumuş)……………………………
10. Babanın mesleği:.........................................
11. Babanızın çalışma durumunuz ne?
… Çalışıyor
… Emekli
… Çalışmıyor,daha önce çalışıyordu
… Çalışmıyor daha önce de çalışmadı
12. Ailenizde birlikte yaşayan kişi sayısı:
............................
13. Ailenizin ortalama aylık geliri:
.............................YTL
14. Şu an nerede yaşıyorsunuz?
a) ailemin yanında
b) öğrenci yurdu
c) öğrenci evi
d) diğer (belirtiniz): ..............................................
15. Eğitiminiz sırasında yıl kaybınız oldu mu?
a) hayır
b) evet
......................yıl
16. Ehliyetiniz var mı?
Evet var
…
Hayır yok
…
17. Motorsiklete biner misiniz, binerken kask takar mısınız?
a) hayır binmem
b) evet binerim ve binerken hiç kask takmam
c) evet binerim ve binerken bazen kask takarım
d) evet binerim ve binerken her zaman kask takarım
18. Bisiklete biner misiniz, binerken kask takar mısınız?
a) hayır binmem
b) evet binerim ve binerken hiç kask takmam
c) evet binerim ve binerken bazen kask takarım
d) evet binerim ve binerken her zaman kask takarım
19. Arabaya bindiğinizde emniyet kemeri takar mısınız?
a) hayır
b) evet bazen
c) evet sürekli
20. Geçen 1 ay içinde hiç alkollü sürücü ile yolculuk ettiniz mi?
a) Evet
b) Hayır
21. Son 1 ay içerisinde hiç alkollü araba kullandınız mı?
a) Evet
b) Hayır
22. Son bir ay içerisinde hiç üzeriniz de tabanca taşıdınız mı?
a) Evet
b) Hayır
23. Son bir ay içerisinde hiç üzeriniz de bıçak-çakı gibi kesici-delici alet taşıdınız mı?
a) Evet
b) Hayır
24. Son 1 yılda hiç fiziksel kavgaya karıştınız mı?
a) hayır
b) evet ama hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralanmadım
c) evet ve hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralandım
25. Son 1 yıl içinde hiç kız veya erkek arkadaşınız tarafından fiziksel şiddete maruz
kaldınız mı?
a) hayır
b) evet ama hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralanmadım
c) evet ve hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralandım
26. Son 1 yıl içerisinde hiç 15 gün veya fazla süreyle günlük işlerinizi aksatacak kadar
üzüntü, moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiniz mi?
a) Evet
b) Hayır
27. Son 1 yıl içerisinde hiç intihar düşüncesi, planı ya da girişiminiz oldu mu?
a) hayır
b) evet intihar etmeyi düşündüm ama plan yapmadım
c) evet, intiharı planladım ama gerçekleştirmedim
d) evet intihar girişimim oldu
28. Yaşamınız boyunca hiç sigara kullandınız mı?
a) hayır
LÜTFEN 31. SORUYA GEÇİNİZ
b) evet, ilk kez………..yaşında denedim
29. Halen düzenli sigara kullanır mısınız?
a) hayır
LÜTFEN 31. SORUYA GEÇİNİZ
b) evet, günde.............adet,..............yıldır
30. Son 1 yılda hiç sigarayı bırakmayı denediniz mi?
a) Evet
b) Hayır
31. Yaşamınız boyunca hiç alkol kullandınız mı?
a) hayır
LÜTFEN 33. SORUYA GEÇİNİZ
b) evet, ilk kez………..yaşında denedim
32. Son 1 ay içerisinde hiç alkol kullandınız mı?
a) hayır
b) evet, .....…….kez bir defada 5 içkiden az
c) evet, .............kez bir defada 5 içkiden fazla
33. Eğer kullandıysanız aşağıdaki maddeleri ilk kez kaç yaşında ve kaç kez kullandınız?
a) esrar………………..……………………yaşında…………………..kez
b) kokain...............…..……………………yaşında…………………..kez
c) yapıştırıcı, bali, boya ya da tiner………yaşında…………………..kez
d) eroin………………..……………………yaşında…………………..kez
e) yasa dışı ilaç………………..……………yaşında…………………..kez
f) hiç birini kullanmadım
g) diğer (belirtiniz:....………………..………
……………yaşında…………………..kez
34. Hiç cinsel ilişkide bulundunuz mu?
a) hayır
b) evet,
LÜTFEN 38. SORUYA GEÇİNİZ
ilk kez………..yaşında,
şimdiye kadar……..tane cinsel partnerim oldu
35. Son 3 ay içerisinde birden fazla cinsel partneriniz oldu mu?
a) Evet
b) Hayır
36. Hiç gebe kaldınız mı (kız öğrenciler) veya hiç gebelikle sonuçlanan bir cinsel ilişkiniz
oldu mu (erkek öğrenciler)?
a) Evet
b) Hayır
37. Son cinsel ilişkinizde doğum kontrol yöntemi (hap, prezervatif vs..) kulandınız mı?
a) hayır
b) evet……………….yöntemi
38. AIDS-HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilginiz var mı?
a.hayır
b.evet
………………………tarafından……..yaşında bilgilendirildim
39. Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
a) çok zayıf
b) hafif zayıf
c) ideal kilolu
d) hafif kilolu
e) çok kilolu
40. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için diyet yaptınız mı?
a) Evet
b) Hayır
41. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için kustunuz mu?
a) Evet
b) Hayır
42. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için herhangi bir ilaç
aldınız mı?
a) hayır
b) evet……………………….ilacı
43. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için egzersiz yaptınız
mı?
a) Evet
b) Hayır
44. Hafta içi günlerde 2 saatten fazla televizyon seyreder misiniz?
a) Evet
b) Hayır
45. Haftada en az bir gün 20 dakika egzersiz yapar mısınız?
a) Evet
b) Hayır
Lütfen aşağıdaki soruları şu yanıt anahtarını kullanarak yanıtlayınız:
A: Hayır ya da çok hafif
C:Orta Derecede
B:Hafif
D:Fazla
E: Çok fazla
BEN ÇOCUKKEN
1.Dikkatimi toplama sorunum vardı, dikkatim kolayca
dağılırdı
2.Kaygılı, tasalı, sıkıntılıydım
3.Asabi ve kıpır kıpırdım
4.Dikkatsizdim, hayallere dalardım
5.Kolayca kızar, öfkelenirdim
6.Hemen tepem atar, öfke nöbetlerim olurdu
7.Başladığım bir işi sürdürmekte, takip etmekte ya da
bitirmekte zorlanırdım
8.Kararlı, sebatkâr ve inatçıydım, iradem güçlüydü
9.Mutsuz, çökkün karamsardım
10.Anne babamın sözünü dinlemez, onlara karşı gelir,
isyankâr davranırdım
11.Kendimi küçük görürdüm
12.Alıngandım, buluttan nem kapardım
13.Huysuzdum, duygusal dalgalanmalar yaşardım
14.Kızgındım, çabuk gücenirdim
15.Düşünmeden hareket ederdim
16.Çocuksu davranırdım
17.Suçluluk duyardım, yaptıklarıma pişman olurdum
A
B
C
D
E
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
Lütfen aşağıdaki soruları şu yanıt anahtarını kullanarak yanıtlayınız: (DEVAM)
A: Hayır ya da çok hafif
C:Orta Derecede
B:Hafif
D:Fazla
E: Çok fazla
BEN ÇOCUKKEN
A
B
C
D
E
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
20.Popüler değildim, arkadaşlıklarım uzun sürmezdi, diğer
çocuklarla anlaşamazdım
…
…
…
…
…
21.Olayları
zorlanırdım
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
18.Kontrolümü kaybederdim
19.Akılsızca ya da mantıksızca davranırdım
diğerlerinin
bakış
açısından
görmekte
22.Otoriteyle, okulla sorunlarım olurdu, müdür beni odasına
çağırırdı.
BEN ÇOCUKKEN OKULDA;
23.Genel olarak başarısızdım, yavaş öğrenirdim
24.Matematikle ve sayılarla aram iyi değildi
25.Potansiyelime ulaşamadım
EK 2: Görüşme Formu
Form No: ….………………....
Okul: ….………………....)
1. Çocukluğunuzda Dikkat Eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı kondu mu? Tedavi
aldınız mı?
a) hayır
b) evet ama tedavi almadım
c) evet,
............tedavisi .........yıl kullandım
2. Herhangi bir tanı konmuş fiziksel veya ruhsal hastalığınız var mı?
a) hayır
b) evet,
........................................tanısı kondu .........................tedavisi kullandım
3. Ailenizde bildiğiniz tanı konmuş herhangi bir fiziksel veya ruhsal hastalık var mı?
a) hayır
b) evet,
..................’ya......................tanısı kondu,.......................tedavisi kullandı
4. Dikkatinizi ayrıntılara veremediğiniz olur mu veya okul ödevlerinizde, işlerinizde ya
da diğer etkinliklerinizde dikkatsizce hatalar yapar mısınız?
Nasıl
Ne sıklıkla
5. Üzerinize aldığınız görevlerde ya da etkinliklerde dikkatiniz dağılır mı?
Nasıl
6. Doğrudan sizinle konuşulduğu halde dinlemiyor gibi göründüğünüz söylenir mi?
Nasıl
Örneğin
7. Talimatları izleyemediğiniz, ve okul ödevlerinizi ya da iş yerindeki görevlerinizi
tamamlayamadığınız olur mu? (karşıt olma bozukluğuna ya da yönergeleri
anlayamamaya bağlı değildir)
Nasıl
8. Üzerinize aldığınız işleri veya etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker misiniz?
Nasıl
9. Sürekli zihinsel çabayı gerektiren işlerden kaçınır mısınız?, bu görevlerde yer almaya
karşı isteksizliğiniz olur mu?
Nasıl
10. Çoğu zaman işinize gerekli olan eşyaları kaybeder misiniz? (kalem, kitap, gözlük)
Nasıl
11. Dikkatiniz dış uyaranlarca kolayca dağılır mı? (araba kornası, geri plandaki
konuşmalar)
Nasıl
12. Gündelik işleriniz de unutkan mısınız?
Nasıl
13. Genellikle elleriniz ayaklarınız kıpır mıdır?, ya da oturduğunuz yerde kıpırdanıp
durduğunuz olur mu?
Nasıl
14. Genellikle oturmanız gereken yerlerde (sınıfta ya da……)oturduğunuz yerden kalkar
mısınız?
Nasıl
15. Çoğu zaman içinizde huzursuzluk hisseder misiniz?
Nasıl
16. Genellikle boş zamanlarınızı sakin bir şekilde değerlendirmede zorlanır mısınız?
Nasıl
17. Çoğu zaman hareket halinde mi olursunuz ya da bir motor tarafından sürülüyormuş
gibi davranır mısınız?
Nasıl
18. Genellikle çok konuşur musunuz?
Nasıl
19. Çoğu zaman sorulan sorular henüz tamamlanmadan cevabını yapıştırır mısınız?
Nasıl
20. Çoğu zaman sıranızı beklemeniz gereken durumlarda güçlük çeker misiniz?
Nasıl
21. Genellikle başkalarının sözünü keser veya yaptıklarının arasına girer misiniz?
Nasıl
22.Belirtilerin başlangıç bitiş yaşı
a.dikkat eksikliği
b.Hiperaktivite
EK 3: Yerel Etik Kurulu etik onayı
EK 4: Trakya Üniversitesinin idari izini
EK 5:Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri desteği (TÜBAP-910)
Download