MEDIACAT PR PLUS MART 2010 dosyasını görüntülemek için

advertisement
DÜNYA STANDARTLARINDA İLETİŞİM
Kurumunuzun, markanızın, ürününüzün itibarını ve rekabet gücünü
artırmak, değişiminizi ve gelişiminizi desteklemek için, iletişimi katma
değer yaratan bir faaliyet olarak tasarlayan ve uygulayan, uluslararası
standartlarda hizmet veren* İletişim Danışmanlığı Şirketleri ile işbirliği
yapmalısınız.
İDA, Uluslararası İletişim Danışmanlığı Birliği ICCO’nun üyesidir.
* İDA üyesi iletişim danışmanlığı şirketleri, hizmette kalite sürekliliğini sağlayabilmek için, derneğe üye olduktan sonra 3 yıl içinde
CMS Danışmanlık Yönetim Standartı’nı almayı taahhüt ederler.
www.ida.org.tr/hakkimizda.asp
İçindekiler
Sosyal medya ve PR
2 İDA BAŞKANI CENGİZ TURHAN
İletişim Danışmanlığı sektörü 2010 yılına hızlı girdi
4 TÜSİAD GENEL SEKRETERİ ZAFER YAVAN
“Üyelerimiz 2010’da bir felaket senaryosu görmüyor”
G
eçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da PR PLUS ekinin ‘Yazı Kurulu’
görevini, MediaCat yazı işleri ekibinin desteğini alan İletişim
Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) üstlendi.
PR PLUS’ın bu yılki sayısının önceliği, iletişim sektörünün zorlu
geçen 2009 yılının ardından bir değerlendirmesini yapmak. İDA
Başkanı Cengiz Turhan’ın geçtiğimiz yılı değerlendiren ve bu yıla
olumlu girildiğini dile getiren ifadelerinin ardından TÜSİAD Genel
Sekreteri Zafer Yavan, yaptığımız söyleşide 2010’un tüm sektörler
için daha iyi geçeceğinin sinyallerini veriyor. Yavan’ın da belirttiği
üzere, 2010’da TÜSİAD üyeleri ufukta bir felaket görmüyor. Tüm bu
olumlu havayı, Edelman Güven Barometresi de doğruluyor. Avrupa
İletişim Araştırması ise bu olumlu havanın yaratacağı ivmenin nasıl
bir iletişim zemini ile etkileşeceğini gözler önüne seriyor.
Kapak konumuz, sadece reklamveren tarafında değil ajans
tarafında da ciddiyetle ele alınması gereken bir konu: Sosyal medya.
Online dünyada fark yaratmanın yollarından sosyal medyanın
ölçümlemesine, halkla ilişkiler ile sosyal medya karşılaşmasından
web 2.0 etiğine dek pek çok konuyu, kapsamlı kapak dosyamızda
bulabilirsiniz.
Bu yılki ekimiz sadece sektörümüzün dinamiklerine değil,
sektöre insan yetiştiren iletişim fakültelerinin durumuna da ışık
tutuyor. İletişim fakültesinden gerçek hayata geçişte yaşanan
ikilemler mercek altına alınırken, genç iletişim profesyonelleri hem
sektörün bugünkü durumunu hem de geleceğini değerlendiriyor.
İletişimin atardamarı olan özel projelerin 2009’dan başarılı
örneklerine yer verdiğimiz sayfalarımız da yapılan çalışmaların
sosyal sorumluluktan lansmanlara, basın toplantılarından marka
aktivasyonlarına uzanan geniş yelpazesini gözler önüne seriyor.
Keyifle okumanız dileğiyle…
7 MERAL SAÇKAN
Pazarlama iletişiminde halkla ilişkiler neden yükseliyor?
8 BAROMETRE
Edelman Güven Barometresi
10 KİD BAŞKANI SUAT ÖZYAPRAK
Dünya yeni normali ararken biz Kurumsal İletişimciler Derneği’ni neden kurduk?
12 AVRUPA İLETİŞİM ARAŞTIRMASI
Paydaş güveninin ve değişim yönetiminin anahtarı iletişimde
14 DR. ZEHRA GÜNGÖR
İletişim yönetiminin dostları
16 VECDİ SEVİĞ
Kamuda karar alma süreçlerine katılım
18 KAPAK: SOSYAL MEDYA
Online dünyada fark yaratın!
20 ERCÜMENT ŞENER
Gitar değil paradigma kırılması
22 DR. ERKAN SAKA
Halkla ilişkiler sosyal medya ile karşılaşırken…
23 UFUK ÖZGÜL
Web 2.0 için PR etiği
24 AYLİN TAŞKINER
Sosyal medya: Ne kadar ölçülebilir ve yönetilebilir?
25 ELİF AYDAR
İçinden ‘PR’ geçen filmler
26 PROF. DR. ALİ MURAT VURAL
İletişim fakülteleri ne öğretiyor? Gerçek hayat ne istiyor?
İDA Yönetim Kurulu
28 İLETİŞİM VE GELECEK
Genç iletişim profesyonelleri sektörü değerlendiriyor
32 İDA ÜYELERİNDEN 2009 UYGULAMALARI
MediaCat
MediaCat’in ücretsiz ekidir. Mart 2010
GENEL YAYIN YÖNETMEN‹
Pelin Özkan
[email protected]
GRUP D‹REKTÖRÜ
Serdar Karabayraktar
[email protected]
YAYIN DİREKTÖRÜ VE
SORUMLU YAZI ‹fiLER‹ MÜDÜRÜ
Aflk›n Baysal
[email protected]
EDİTÖR
Hande Çetin
[email protected]
YAZI ‹fiLER‹
Enes Taflk›ran
[email protected]
GÖRSEL YÖNETMEN
İlker Kurt
[email protected]
Ece Saçar
[email protected]
KAPAK TASARIM
Özer Özbey
Hazel Değer
[email protected]
REKLAM KOORDİNATÖRÜ
Neval Y›lmaz
[email protected]
YÖNET‹M YER‹
Nispetiye Caddesi, Akmerkez E Blok
Kat: 6 Etiler/‹STANBUL
Tel: (212) 282 26 40
Faks: (212) 282 26 32
e-posta: [email protected]
http://www.mediacatonline.com
ABONE DEPARTMANI
KOORDİNATÖRÜ
Seda Çolak
[email protected]
BASKI
Görsel Dizayn Matbaacılık
(212) 671 91 00
İLETİŞİMSEKTÖRÜ/İDA
İletişim
Danışmanlığı
sektörü 2010
yılına hızlı girdi
sektörel ağırlıklarına göre, şirket büyüklüklerine
göre, hizmet verdiğimiz yabancı şirket sayısına
ve türüne göre farklı düzeylerde etkilenmemiz
kaçınılmazdı.
CENGİZ TURHAN
İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) Yönetim Kurulu Başkanı
Grup 7 İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı
İletişim Danışmanlığı
Şirketleri Derneği’nin
(İDA) Yönetim Kurulu
Başkanı ve Grup 7
İletişim Danışmanlığı
Ajans Başkanı
Cengiz Turhan,
profesyonelleşmiş
şirketlerin iletişimden
aldıkları verimi artırmaya
çalıştıklarını söylüyor.
Turhan’a göre 2010’da
sektörün duraklayan
büyümesi devam edecek.
2 MediaCat Özel Eki
MART 2010
K
riz söz konusu olunca, yalnız
ülkemizde değil dünyada da ilk
tepkinin masrafları kısmak olduğunu, iletişim çalışmalarının da
bundan ciddi bir pay alabildiğini görüyoruz.
Ancak, bu ilk izlenimi kolaylıkla genelleştirmek mümkün değil. Çünkü bir yandan da bu
çalışmalarını kararlılıkla sürdüren şirketler var.
İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği’nin
(İDA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Grup 7
İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Cengiz
Turhan, profesyonelleşmiş şirketlerin iletişime
devam edip, bu faaliyetten aldıkları verimi
artırmaya çalıştıklarını söylüyor. Turhan,
2010’da sektörün duraklayan büyümesine
devam edeceğini belirtiyor.
PR sektörü 2009 yılını nasıl geçirdi?
Krizden etkilenme düzeyiniz nedir?
Hem dünyada hem Türkiye’de, kriz farklı sektörleri, farklı düzeylerde etkiledi. Ayrıca krizin
etkileri ülkeden ülkeye farklılıklar gösterdi.
Bizlerin de portföylerimizdeki müşterilerin
Yabancı ve yerli şirketler krize farklı
tepkiler mi verdiler?
Evet, yabancılar daha erken ve daha çok paniklediler. Türkiye’deki yabancı şirketlerin
çoğu, küresel kararlar çerçevesinde hareket
ettiler. Sert bütçe kısıntıları, ödeme gecikmeleri
meydana geldi ya da hizmet alımı tamamen
durduruldu. Ama tabii bu mutlak anlamda
genelleme yapılabilecek bir tablo değil. Bu
şekilde davranan yerli şirketler de oldu. Küçük
ve orta boy şirketlerde, geleneksel yönetimin hâkim olduğu şirketlerde, ezbere alınan
önlemlerin etkisini daha çok gördük. Daha
kurumsallaşmış, profesyonelleşmiş şirketlerde ise tutum tümüyle farklıydı. Bu yapılar
iletişim bütçelerini daha az kısarak veya hiç
kısmayarak ama iletişimin verimini artırmaya
çalışarak krize yaklaştılar.
Küçük PR şirketlerinin krizden daha
kârlı çıktıklarına dair birtakım
yorumlar yapıldı…
Aslında bu çok doğru değil. Küçük şirketin
riski böyle dönemlerde daha büyük olabilir. Bir tek müşteri kaybı bile sizi sarsabilir.
Ama İDA üyesi öyle küçük şirketler var ki
son derece sağlam bir müşteri portföyü ile
krizi pek sarsılmadan atlatabildiler. Peki, bu
yorumlar nereden kaynaklanıyor? Bu yorumların kaynağı kısmen veya tamamen kayıt
dışı çalışanlar sanıyorum. Müşteriniz kayıt
dışına kayabiliyorsa, siz de kayabilirsiniz.
Ücretleri düşük gösterirsiniz. Açıktan para
alırsınız, açıktan ödeme yaparsınız. O zaman
sınırsız fiyat kırma imkânınız olur ve böyle
dönemler sizin için bir fırsat haline dönüşebilir. İDA üyeleri bu konuyu bir etik meselesi
olarak görürler. Kayıtlı çalışmak bizim için
bir ahlâki zorunluluktur. Bunun ötesinde
de müşterilerimiz tamamen kayıtlı çalışan
yapılardır. Dolayısıyla bizim maliyetlerimiz
de buna göre şekillenir.
Peki, toplamda baktığınızda
sektörün 2009 bilançosu nasıl
şekillenmiş oldu?
Henüz denetlenmiş kesin rakamlarımız ortaya
çıkmadı. Ama yaptığımız ön soruşturma, İDA
üyelerinin ciro olarak 2009’u ortalama 2008
seviyesinde tamamladığını veya onun biraz
altında kaldığını gösteriyor. Tabii burada
dikkat edilmesi gereken önemli bir husus
var: Bizler 2007 ve 2008 yıllarındaki ortalama yüzde 20’ler civarında seyreden büyüme
rakamlarından geliyoruz. Sektörün gerçekten
yükseldiği bir dönemdeyken kriz duvarına
çarptık. Yükselme çizgisi düzleşti.
Peki, 2010’da eski ivmenizi
yakalayabilir misiniz?
Aynı ivmeyi yakalamak krizden hemen çıkar
çıkmaz mümkün değil. Yeni bir kriz dalgası
kuşkusunu da henüz kimse üzerinden tam
olarak atamadı. Eski ivmemizi 2011’den önce
yakalayabileceğimizi sanmıyorum. Ama tabii
yine de büyüyeceğiz sanırım. Çünkü sürpriz
bir olumsuz gelişme olmazsa, Türkiye 2010’da
yeniden bir büyüme içine girecek. PR sektörü
de bundan payını alacaktır kuşkusuz. Her yıl,
yılbaşı rehaveti ile yarıyıl tatili hazırlıkları
arasında nispeten sakin geçen Ocak ayında,
bu yıl İDA üyesi şirketler müşteri adaylarına
sunum yapmaktan, teklif vermekten yorgun
düştü. 2010’a bayağı hızlı, canlı bir giriş yaptık.
Böyle devam etmesini diliyoruz.
2010’daki önemli konkurlardan biri de
Türk Telekom konkuruydu herhalde?
Büyük bir müşterinin, İDA’nın üyesi olduğu uluslararası kuruluş olan ICCO’nun
standartlarını referans noktası olarak
alan bir konkur açması üyeleriniz arasında heyecan yaratmış olmalı…
Hiç kuşkusuz öyle oldu. Gerçi bu ilk değildi.
Daha önce Merkez Bankası YTL’den TL’ye geçiş
süreci öncesinde iletişim danışmanını seçmek
için İDA’ya başvurmuş ve seçimini doğrudan
İDA üyeleri arasından yapmıştı. Geçtiğimiz
aylarda GAP idaresi tarafından kamuoyunda
fazla duyulmayan bir başka ihale daha açıldı
ve burada da İDA standartları gündeme geldi.
Ancak Türk Telekom, ilk defa meselenin adını
açıkça koydu: Adayların ICCO standartlarına
sahip olmalarını veya bir yıl içinde bu standardı
almaya girişmesini şart koştu.
Nedir bu standartlar; hizmet alan
açısından ne önemi var?
Uluslararası İletişim Danışmanlığı Birliği
ICCO’nun üyeleri olan derneklere, kabul etme
zorunluluğu koyduğu birtakım etik ilkeler
ve standartlar var. Bizler İDA üyeleri olarak
bu ilke ve standartları kabul etmek şartıyla
bu çatı altında yer alıyoruz. Biz Türkiye’de,
yurt dışında genellikle kabul gören ilkeleri de
kapsayan ama çok daha ayrıntılı bir Meslek
Ahlakı İlkeleri’ne sahibiz. Ayrıca bize üye olan
şirketler belirli bir süre sonra, CMS (Consultancy
Management Standart) dediğimiz Danışmanlık
Yönetim Standardı’nı almak zorundalar.
Bu tür standartlar daha çok standardı
alan şirketi ilgilendirmiyor mu? Bunun
müşterinizi ilgilendiren tarafı ne?
Genelde standartlar şirketlerin kendilerine
çekidüzen vermeleri içindir. Bunun müşteriye dolaylı bir yansıması her zaman vardır. İyi
işleyen, iyi yönetilen bir şirket, iyi mal veya
hizmet üretir diye düşünülebilir. Bizim CMS
standardı ise bunun ötesine geçerek, doğrudan
müşteriyi ilgilendiren konulara giriyor. Bizim
müşteriye hizmeti nasıl verdiğimizi de sorguluyor. Ajans içindeki tüm danışmanların aynı
kalitede hizmet vermesini sağlamak için nasıl iç
mekanizmalar geliştirdiğimizi, bir müşteriden
diğerine hizmet kalitemizin düşmemesi için ne
tür önlemler aldığımızı, hatta müşterimizin gizli
bilgilerini nasıl sakladığımızı bile sorguluyor.
Elemanlarımızı sürekli eğitmemiz, her yıl belirli
programlar çerçevesinde her elemana erişen
kurum içi ve kurum dışı eğitimlerle eleman
kalitemizi sürekli iyileştirdiğimizi gösterebilmemiz lazım. Bu çalışmaları sürekli kılmak,
hepsine emek, zaman ve kaynak ayırmak ve
bunları belgelemek zorundayız.
Bu standardı ICCO mu oluşturdu,
nasıl denetleniyorsunuz?
Avrupa’da PR sektörünün en gelişmiş olduğu
ülke İngiltere. Bu standart da İngiltere’deki
PRCA adlı birliğin ürettiği bir kurallar dizisi.
ICCO bunun kullanım haklarını alarak küresel
bir standart haline getirdi ve tüm üye ülkelerde
uygulamaya soktu. Bunun için uluslararası bir
denetim şirketi ile merkezi bir anlaşma yapılıyor.
Bu şirket diyelim Türkiye’ye kendi denetçilerini gönderiyor. Türkiye’de denetimi Türkçe
yapacak elemanlar yetiştiriyor. Bu elemanlar
bizim üyemiz olan ajansları denetliyor. Denetim
sonuçları merkeze gönderiliyor. Orada ikinci bir
masa başı denetim daha yapılıyor ve sonunda
hak kazanmışsanız sertifikanız veriliyor. Bu
süreçte İDA da üyelerine standartla ilgili bilgi
ve ön eğitim verme işini üstleniyor.
Bu standardı alınca iş bitiyor mu?
Standardı alan tüm şirketler tek tip
hizmet mi veriyor?
Kuşkusuz bu sadece bir temel; ama standart
sahibi şirketleri sektörün geri kalanından ciddi
biçimde ayıran önemli bir temel… Bu temelin
üstüne siz, önce sürekliliği koymak zorundasınız. Bu sertifika iki senede bir yenileniyor.
Sonra sürekli iyileştirmeyi koymalısınız. İyileştirmenin sonu yok. Her ajansın farklı bir
şirket kültürü var, daha başarılı olduğu alanlar
var. Tecrübe birikimi var. Farklı yaratıcılıklar,
farklı iş felsefeleri var. Müşterilere danışmanlık
veren takımların eleman kompozisyonlarının
bile yarattığı farklılıklar var. Bütün bunlar,
temelde belirli bir asgari standardın üzerine
konan her iletişim danışmanı ajansın ötekinden
farklı olmasını sağlayan unsurlar…
Türkiye’deki PR şirketleri yaratıcılık
konusuna nasıl yaklaşıyor?
İDA üyelerinin çoğunluğu bu sektörde 1520 yılını tamamlamış şirketler. Türkiye için
önemli bir süredir bu. Yaratıcılık bugün ortaya
çıkmış bir talep değil. Pazarlama ve iletişim
dünyasında her zaman var olmuş bir taleptir.
Yaratıcılık iletişim ajanslarının, PR şirketlerinin verdiği hizmetin sadece bir parçasıdır.
Gerekli ama yeterli olmayan bir parçasıdır.
İstikrarlı hizmet, stratejik bakış, kurumsal
itibara ve iş sonuçlarına yapılan katkı gibi
çok önemli başka bileşenler de var. En yaratıcı
sektörlerden biri kabul edilen reklamcılıkta bile
365 gün yaratıcılık peşinde koşulmaz. Öyle
olsaydı yaratıcılığı kriter olarak alan Kristal
Elma’nın yanı sıra iş sonuçlarını ödüllendiren
Effie gibi bir ödül olmazdı. Bizim sektörde bir
tek TÜHİD’in Altın Pusula ödülü var. Onda,
hem projelerin yaratıcılığına, hem de yarattığı
etkiye, yani iş veya itibar sonuçlarına, paydaşlarda yarattığı düşünce ve davranış değişikliğine
bakılır. Bunlara ilişkin ölçümlemeler istenir.
Yaratıcılık, iletişimden beklediğiniz çıktılara
hizmet ediyorsa değerlidir. Bazen bu bakış
açısının kaybedildiğine şahit oluyoruz.
Peki, yeni gerçeklere yeterince
hızlı adapte olabildiğinizi söyleyebilir
misiniz? Mesela sosyal medya
ile Türkiye’deki PR şirketlerinin
arası nasıl?
Yeni gerçeklere gerektiği kadar hızlı adapte olamazsanız zaten silinir gidersiniz. Bu
sosyal medya için de geçerli… İDA üyeleri
müşterilerinin taleplerini karşılamak üzere
uzman üçüncü partiler çalıştırmaktan, “inhouse” ekipler kurmaya, hatta yalnızca sosyal
medya ile ilgilenen yan şirketler oluşturmaya
kadar bir dizi aksiyon geliştirmiş durumda.
Ama bunu yaparken, bir yandan da konuya
dikkatle yaklaşıyoruz. Her yeni mecra bir
heyecan dalgası yaratır. Ancak zaman içinde normalleşir ve mecralar yelpazesi içindeki
yerini bulur. Bizim için önemli olan, sosyal
medyanın iletişim stratejisi içindeki yeridir.
Paydaşlarla ilişkilerde üstleneceği roldür.
Bir de PR şirketlerinin basın
mensupları ile ilişkileri konusu var.
2009’da çokça konuşuldu…
Bazı konular var, bunlar birileri tarafından
tekrar tekrar keşfediliyor. Biz bu konuyu ikiüç senedir zaten tartışıyoruz. TÜHİD, İDA,
Gazeteciler Cemiyeti, Ekonomi Gazetecileri
Derneği bu tartışmaların içinde. Kat edilmiş
bayağı mesafe var. Bu zeminde, “gazetecileri
taciz etme” meselesinin çok daha derinine
giden tartışmalar yapıldı. Şu bir gerçek ki
işleri gereği, iletişim danışmanı şirketlerle
yoğun ilişki içinde olan gazeteciler, bizlerin
nasıl çalıştığını bilir. Piyasada dolaşan gel-geç
yapılardan farklı olarak bizi bir haber kaynağı
YARATICILIK,
İLETİŞİMDEN
BEKLEDİĞİNİZ ÇIKTILARA
HİZMET EDİYORSA
DEĞERLİDİR. BAZEN
BU BAKIŞ AÇISININ
KAYBEDİLDİĞİNE ŞAHİT
OLUYORUZ
olarak görür. Birçok gazeteci arkadaşımız iş
değiştirdiğinde iletişim danışmanı şirketlere,
burada tanıdığı danışmanlara yeni adresini
mutlaka bildirir. Bizler de gazetecinin hayatını
maksimum ölçüde kolaylaştıracak biçimde,
onların zamanlarına ve formatlarına uygun
olarak çalışmaya özen gösteririz. Bazen sakınan
göze çöp battığı da olur ama herkes bunu
bilir ve üzerinde de fazla durmaz. Ancak bu
ilişki ile yeni tanışanlar ve talihsiz bir giriş
kapısından bu evrene girenler zaman zaman
bu konuların tekrar alevlenmesine neden
olabiliyorlar. Biz de bıkmadan usanmadan
anlatmaya çalışıyoruz. Basınla ilişkiler bizim
işimizin yalnızca bir parçası. Tek yaptığımız
işin bu olduğunu sananların sektörü biraz daha
yakından tanımaya ihtiyaçları var. İletişim
Danışmanlığı gerçek anlamda bir buz dağıdır.
Suyun üzerinde kalan kısım, yalnızca bir iletişim
projesinin sonuçlarının mecralar aracılığıyla
paylaşıldığı kısımdır. Ama bu paylaşıma gelene
kadar yapılanlar işin asıl önemli kısmını, asıl
uzmanlık alanını oluşturur.
Yeniden 2010’a dönecek olursak,
2010’da geçen yıldan farklı olarak
hangi iş alanlarında daha fazla yeni
müşteri bekliyorsunuz?
Sektörel bakımdan çeşitlilik her zaman olduğu gibi 2010’da da kapımızda olacak. Ancak, finans sektöründe tahvil ve hisse senedi
arzlarının artmasını bekleyebiliriz. İletişim
açısından önemli bir alan. Sektöre, daha önce
hakla ilişkiler hizmeti almamış yeni müşteri
girişlerinin olacağını tahmin ediyoruz. Bunun
bazı belirtilerini şimdiden görebiliyoruz. Bir
de, kısmen ya da tamamen suskun şirketlerin yeniden harekete geçecekleri anlaşılıyor.
Raflardaki projelerin inmesi ve yenilerinin
talep edilmesi söz konusu olacak.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
3
İLETİŞİMSEKTÖRÜ/EKONOMİ
“Üyelerimiz 2010’da
bir felaket senaryosu
ihtimali görmüyor”
PR PLUS için bir söyleşi gerçekleştirmek üzere ziyaret
ettiğimiz TÜSİAD Genel Sekreteri Zafer Yavan, dernek
üyelerinin 2010 ve 2011’e dair beklentilerini bizimle
paylaşırken, CEO Endeksi’nden çıkan sonuçları da
değerlendirerek Türkiye’yi önümüzdeki dönemde yeni bir
felaket senaryosunun beklemediği mesajını verdi.
ZAFER YAVAN
TUSİAD Genel Sekreteri
E
konomik çalkantılarla geçen
bir yılın ardından, TÜSİAD’ın
yeni yıldan beklentilerini konuşmak üzere, Genel Sekreter Zafer
Yavan’ın kapısını çaldık. En son Aralık ayında
açıkladıkları CEO Endeksi’nin sonuçlarını,
bir önceki ayların sonuçları ile karşılaştırarak
değerlendiren ve sektörü ne gibi değişikliklerin beklediğine dair sorularımızı yanıtlayan
Yavan’ın açıkladığına göre TÜSİAD üyeleri
2010 için herhangi bir felaket senaryosu öngörmüyor. Ancak 2009 yılında yakalanan
eksi değerdeki büyüme oranının normale
dönebilmesi için en iyi ihtimalle 2011’in ilk
çeyreğine dek beklemek gerekiyor.
4 MediaCat Özel Eki
MART 2010
TÜSİAD’ın yeni yönetimi programıyla olduğu kadar, 2010 için yaptığı büyüme
senaryoları ile de ilgi çekti. Bu senaryoların hareket noktası nedir?
Bunu anlayabilmek için biraz geriye gitmek
lazım. Türkiye’de büyüme aslında 2006 itibariyle yavaşlamıştı. Bunun nedeni, dış finansman
katkısı ile büyümenin gelebileceği noktaya
gelmiş olmamız ve artık daha üretken, verimli,
inovasyona dayalı bir ekonomiye geçme zorunluluğunun ortaya çıkmış olmasıydı. Aynı
dönemde kamu maliyesinde de bozulmalar
başladı. IMF programının aşamaları birleştirilerek aşılmaya başlandı. Kısacası makro
politikadan anladığımız bütünlük bozuldu,
Avrupa Birliği işi de biraz tavsadı.
Dolayısıyla biz 2007’nin üçüncü çeyreği itibariyle Türkiye’de yavaşlayan, eski
refah beklentisini kaybetmiş, yeni hikayesi
olmayan bir noktaya doğru sürüklenmeye
başladık. 2008’in ortalarında Amerika’daki
kriz baş gösterdi. Üçüncü çeyrekte patladı
ve Türkiye özellikle AB ile olan dış ticaretin
büyüme üzerindeki etkisinin yoğunluğundan
dolayı, içinde bulunduğu gelişmekte olan
ülke grubundakilerden daha fazla krizden
etkilendi. Bu grupta en fazla küçülen birkaç
ülkeden biri olarak, bu sene itibariyle yüzde
6 küçüldük. Hükümet, 6 ay gecikmeli olarak
destek paketlerini devreye soktu. Ama kamu
dengemiz daha önce bozulmuş olduğu için
yeterince güçlü destekler oluşturamadık. Yine
de Tayland , Vietnam’da, Çin ve Hindistan’da
gibi, güçlü paketler kullanan ülkelerden daha
fazla bütçe açığı ile 2010’a girdik.
Bütün bu olumsuz tabloya rağmen,
bizdeki yöneticilerin Avrupa’dakilere
göre daha soğukkanlı hareket ettiği
konusunda ne diyorsunuz?
1994 ve 2001 krizi tepe yöneticilerin oldukça
ciddi tecrübe edindiği bir kriz. Dolayısıyla
özel sektör ve yöneticiler olarak krize bağışıklık kazanmış haldeyiz. İkincisi, Lehman
Brothers batmadan önceki ilk sarsıntıda
biz IMF programının içindeydik. IMF’den
çıkar çıkmaz bütçede çok sıkı sapmalar yapamazsınız çünkü post-program aşamasında
oluyorsunuz. Dolayısıyla krizlerle mücadele,
sürekli bir kamu mali disiplini içinde olma
kültürü bizim tepe yöneticilerin sürekli hazırda durmasını sağladı.
2008’in üçüncü çeyreğinden bugünlere
gelen en temel problem, borcun çevrilebilir-
liği… Finans sektörünün de içinde bulunduğu büyük şirket gruplarında borç çevrimi
dönemi 3-4 ayda atlatıldı. Bu da ekonominin
büyüklerinde bir kendine güvenin ortaya
çıkmasını sağladı.
Aralığa geldiğimizde konjonktürün
olumluya dönme beklentisi tavana
ulaştı herhalde…
Eylül-Ekim gibi beklenti düşer gibi oldu
ama Kasım-Aralıkta yukarı çıktı.
Krizin ilk 6 ayındaki aşırı gergin
atmosferin, 2009’un ilkbahar
ortalarında hafifçe gevşemesinin
nedeni bu muydu? Borçların
çevrilebildiğinin görülmesi mi?
Evet, büyük gruplar borcunu çevirebildiğini
gördü, gösterdi. Ama tabii, özel sektör, borçlarını çevirebilmek için biriktirdiği kaynakların
önemli bölümünü de kullanmış oldu. Bir dış
kaynak ile desteklenmiş olsaydık büyüme
trendi biraz olumluya dönebilirdi. İhtiyati
stand-by olanağımız hemen mümkündü.
Gerçekleştirseydik, mali uygulamaları daha
erken yapmış ve 30 milyar dolar civarında bir
kaynağı almış olacaktık. IMF, içinde bulunduğumuz ülke grubundakilerden hiçbirisi
ile bu kadar kısa sürede anlaşma yapamazdı.
Bunu anlatmakta belki biz de güçlük çektik
çünkü IMF parası ile borcu çevirmek arasında
bir ahlaki çekişme başladı. Nitekim o ahlaki
problem kamuoyuna farklı yansıyabilir diye
tedricen TÜSİAD ve benzer kurumlar bu
tartışmadan çıktılar. IMF anlaşması yapmış
olsaydık eksi 6 yerine eksi 4 küçülecektik;
2010’da da 3 yerine 4,5 büyüyebilirdik.
Buna paralel olarak Tüketici Güven
Endeksi’nde de bir yükselme gözlendi
aslında…
Tüketici Güven Endeksi ve Reel Sektör Güven
Endeksi’nin ikisinde de yükseliş var. Fakat
bununla birlikte tüm dünyada olduğu gibi
bizde de enflasyon bekleyişleri arttı. Haziran
ayında Aralık’a göre daha düşük bir büyüme
ve enflasyon beklentisi varken iki beklenti
de Aralık’ta yukarı çıktı.
Siz bu dönemin neresinde “CEO
endeksi” yapmaya başladınız?
Endekslerde zamana bağlı bir
psikolojik değişiklik gözlemek
mümkün mü?
2009’un Haziran’ında başladık, altı ay üst
üste yaptık. Büyümeyle ilgili bir sonraki
çeyreğe ve yıla dair bekleyişler, endekslerde
her ay düzeldi. Dış ekonomiye yönelik bekleyişler de düzeldi. Aynı endeksleri yapan
ülkelere bakınca da benzer gözlemleri görmek
mümkün. Bir bekleyiş dinamiği oluştu. Açık
söylemek gerekirse ne Türkiye ekonomisinde
ne de AB ve dünya ekonomisinde bu bekleyişlerin düzelmesinin somut bir temeli
henüz yok. Krizi ortaya çıkaran nedenlerin
hiçbirinde belirgin düzelmeler yok. Finansal
regülasyonlar aynı, Obama yönetimi aynı,
AB problemleri aynı… Ne var? Krizden
sıkıldık. Özellikle Avrupalı vatandaşların,
uzayan tüketim davranışı değişikliklerine
tahammülü yok.
Senaryolara dönecek olursak…
Krizi bu resimden çıkarınca, 2007 itibariyle Türkiye nasıl bir büyüme trendinde
olurdu? Bunun devamı nasıl gelirdi diye
bakarsak, 2010 resmine ulaşıyoruz. Bizim
tahminimiz, potansiyel büyümesi oranında;
yüzde 3,5-4,5 civarında bir büyüme trendine
girerdi Türkiye kriz olmasaydı. Bugün de
2010 için beklentimiz bu yönde. En yüksek
olasılıklı baz senaryoda telaffuz ettiğimiz
rakam yüzde 3,5.
İyimser senaryomuzu, AB’nin biraz daha
çabuk toparlanmasına bağladık. Dolayısıyla
bir dış unsur varsayımımız var. İkinci olarak
Türkiye’nin, “mali kural”a ya da benzeri
bir kamu maliyesi anlayışına ihtiyacı var.
Batı dünyası gibi biz de şunu düşünmek
zorundayız: 2009 yılında kullanılan talep
artırıcı paketlerin üzerimize bindirdiği yükten 2010’da nasıl kurtulacağız? Güneydoğu
Asya ülkelerinde böyle bir problem yok.
Ciddi bir mali oyun alanları var ve kriz
öncesinde, GSMH’nın yüzde 2-3 fazlası
olan ülkeler kabaca bir denge kurup talebi
hareketlendirdiler. Biz bu iki ucun ortasındayız. Dolayısıyla bizim daha fazla kafa
yormamız lazım. Anglosakson ülkeleri gibi
ortak bir çıkış bulalım, gerekirse 2011’in
ilk çeyreğine dek bekleyelim anlayışında
olamayız. Bu, daha büyük itibarsızlık yaratır. Öte yandan Güneydoğu Asya’ya da
hiç benzemiyoruz. Neredeyse Türkiye’nin
en düşük itibarlı olduğu 97-98 döneminin
bütçe açıklarına doğru gidiyoruz.
Ayrıca yüzde 90’a varan dolaylı bir vergi kompozisyonu, bizi hem doğudan hem
de batıdan ayırıyor. Büyüme olmaz, vergi
BÜYÜMEYLE İLGİLİ BİR SONRAKİ ÇEYREĞE VE
YILA DAİR BEKLEYİŞLER, CEO ENDEKSİMİZDE HAZİRAN
2009’DAN İTİBAREN HER AY DÜZELDİ. DIŞ EKONOMİYE
YÖNELİK BEKLEYİŞLER DE DÜZELDİ. BİR BEKLEYİŞ
DİNAMİĞİ OLUŞTU AMA BUNUN SOMUT BİR TEMELİ
HENÜZ YOK
düşer; vergi düşer, büyüme düşer. Bu bir
kısırdöngüdür. Sağlam vergi ya da kamu
gelirini de yitirmiş durumdayız. Bu yüzden
mali kuralların getirilmesi, Türkiye’nin hangi
kamu geliriyle ve nasıl bir harcama kompozisyonuyla 2010-2011 dönemine gireceği
anlayışının yerleşmesi şart. Olumlu senaryodaki varsayımlarımız bunlar. Kontrollü
mali daralma kredibiliteyi artıracak. Normal
şartlarda kamu harcamalarının azaltılması
ekonominin talebini düşürür ama Türkiye söz
konusu olduğunda harcamaların daraltılması
ve vergiyle ilgili anlaşılabilir bir yol haritasının
çizilmesi, olumlu senaryonun unsurları.
Bu senaryoda IMF var mı yok mu bilmiyoruz ama yüzde 3-4’ün üzerinde bir
büyümenin dış kaynakla 5’e, 6’ya çıkartılacağını düşünüyoruz. En olabilir durum 3,5
ise 6’ya çıkarılabilir. Kapasite buna müsait
ama bunun ısınma yaratmadan elde edilebilmesi lazım ki sürdürülebilsin. O yüzden
de dış kaynak ihtiyacımız var. O kaynağın
geleceğini varsayalım. Zımnen bir IMF anlaşması varsaydınız mı derseniz, evet. Veya
IMF anlaşmasının getireceği kadar bir dış
kaynağın Türkiye’ye 2010-2011 döneminde
girebileceğini varsaydık. Kamu mali disiplininin ve onu kurumsallaştıran bir mali kuralın
getirilmesi, ısınmayı engelleyecek büyüklükte
bir dış kaynak ve AB’nin de tepe noktada
büyümesi durumunda, Türkiye’nin de yüzde
5,9 büyüyeceğini varsayıyoruz.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
5
İLETİŞİMSEKTÖRÜ/EKONOMİ
Evet, böyle düşünülebilir.
Burada tek bir risk var.
Kriz döneminin getirisi
olarak, faizlerde ve mali
yapılandırmada bozulmalar yaşandı. Onların
etkileri 2010’un ikinci
çeyreğinden itibaren,
özellikle de üçüncü
çeyrekte gözlemlenecek.
Büyük bir faiz transferini özel kesime yapıyor
olmanızdan dolayı, bir
talep canlılığı ortaya
çıkabileceği gibi, bütçe
dengelerinin itibarı da
sarsabilir. Ama ne kısa
dönemde ne de uzun
dönemde, üyelerimiz
Türkiye’de bir felaket
senaryosu ihtimalini
görmüyor.
TÜKETİCİ GÜVEN
ENDEKSİ VE REEL SEKTÖR
GÜVEN ENDEKSİ’NİN
İKİSİNDE DE YÜKSELİŞ
VAR. BUNUNLA BİRLİKTE
TÜM DÜNYADA OLDUĞU
GİBİ BİZDE DE ENFLASYON
BEKLEYİŞLERİ ARTTI.
HAZİRAN AYINDA ARALIK’A
GÖRE DAHA DÜŞÜK BİR
BÜYÜME VE ENFLASYON
BEKLENTİSİ VARKEN İKİ
BEKLENTİ DE ARALIK’TA
YUKARI ÇIKTI
Bu kaynaklar yılın ikinci yarısından
önce giremez herhalde. Bundan
iyimser senaryonuzda asıl olarak
yılın ikinci yarısının daha hareketli
geçeceği sonucunu çıkarabilir miyiz?
6 MediaCat Özel Eki
MART 2010
Bu iddialı bir ifade…
Peki kötümser
senaryoda da aynı
şekilde bir büyüme öngörülüyor mu?
Onda yüzde 0-3 arası büyüyoruz. Telaffuz
ettiğimiz rakam, yüzde 1,4. Büyüme 5,9
olsa, bu istihdam piyasasında da bir rahatlama yaratır. En azından 13,6 oranındaki
işsizlik bir inme eğilimine girmiş olur. Bu
çok önemli. Dolayısıyla biz aslında 1,4’ün
sosyal olarak Türkiye’yi hırpalayacak bir büyüme senaryosu olacağını düşünüyoruz. Eksi
6’nın üzerine gelecek pozitif 1,4 büyüme;
ikinci bir eksi 6 küçülme kadar olumsuz etki
yaratabilir. Dolayısıyla bizim 1,4’lük senaryonun gerçekleşmemesi için hızlıca önlem
alınması gerekiyor ki bunun işaretlerini de
görüyoruz. Komşu ülkelerle sıfır problem
politikası, farklı ticari alanlara kayma tecrübesi az da olsa dış ticarette AB’nin payını
birkaç puan aşağı çekmiş durumda. Bu da
ekonomiye olumlu etki yapacaktır.
Şirketlerin, mal ve hizmet ihracatında
AB’ye ne kadar az bağımlı ise, kendi
geleceğine o kadar umutla baktığını
söyleyebilir miyiz?
Kısa dönem için bunu söylemek mümkün.
Olumlu senaryomuzda, Rusya nasıl bir oyuncu olacak, İran nükleer krizi nasıl aşacak,
Obama’nın asker çekmesi kararlaştırılan
sürede gerçekleşecek mi, gibi sorulara olumlu yanıtlar verdik. Kötümser senaryoda da
Obama yönetiminin beklentilerin hiçbirini
karşılamadığı gibi bir varsayım var. Yüzde
1,4’lük büyüme, içerdeki yöneticilerin beceriksizliğini değil, dışarıdaki olumsuzlukların
bir sonucu daha çok.
Enflasyon nasıl seyredecek?
Her halükarda enflasyon artacak. Çok taze bir
enflasyon hafızamız olduğu için, iki haneli
enflasyonlara çıkmamız enflasyon paniğini
belirginleştirebilir. AB’de ücret-enflasyon
spirali 20 sene önce kırıldığı için, eski durumlarına dönmeleri çok zor. Öte yandan, yüzde
10’a dek olan alanda ABD ve AB’den daha
şansıyız çünkü bu orana dek olan enflasyon,
ihmal edilebilir olarak görülüyor. Türkiye’de
tek haneli enflasyon, panik yaratıp markup’ları, kâr marjlarını, fiyat bindirmelerini
yukarı çekecek bir enflasyon değil. Yüzde
10 bandında kalırsak bunu da avantaj olarak
değerlendirmeliyiz.
CEO’larla Aralık’ta görüştüğünüz
sırada, 2010 senaryolarını
tamamlamamıştınız. Yeni açıkladığınız
senaryolar, CEO’ların beklentilerini
hangi yönde etkileyecektir?
Açıkladığımız senaryonun rahatlatıcı olduğunu
düşüneceklerini tahmin ediyorum. Baz senaryo,
yani en yüksek olasılıkla oluşabilecek senaryoda
öngördüğümüz büyüme oranı yüzde 3,5. Burada
artık şirket batışlarından bahsetmek mümkün
olmayacak. Kapasite artışı planlarını yapma,
yurtdışından firma alıp büyüme gibi sermaye
açılımlarını mümkün kılacak bir eşik. Ama
Türkiye’yi arzu edilen sürdürülebilir büyüme
noktasına taşımayacağı da aşikâr. Bizim aslında
6-6,5’luk büyümeyi bir 4-5 sene daha götürebilmemiz lazım. Türkiye’deki büyüme yüzde
5’e çarptığı anda, dış tasarruf gereği tekrardan
doğacak. Çok kontrollü olmalıyız.
Burada büyük firmalarla küçük
firmaların beklentileri ve davranışları
arasında bir fark olabilir mi?
CEO Endeksi büyük firmaların bekleyişini
yansıtıyor. Buna rağmen Reel Sektör Güven Endeksi’nin de paralel hareket ettiğini
gördüğümüze göre, demek ki büyüklerle
küçükler arasında, bekleyiş anlamında bir
fark yok. Ama bence küçüklerin göremediği bariz bir şey var: yeni dönemde daha
formal bir finansal yapıda, daha sert ve sıkı
bir regülasyon ortamında, daha düşük kâr
marjları ile çalışılacağı kesin. Bu durum
KOBİ ölçeğindeki firmaların sınırlı finansal etkileşimini daha da kötüleştirecektir.
TÜSİAD yeni dönemde büyüme modelini,
KOBİ’lerle birlikte büyüme olgusuna taşıdı.
2010-2011’de “biz 500 büyük firma olarak
borçlarımızı çeviriyoruz, dış ticaret partnerlerimizle ilişkimiz düzeldikten sonra yolumuza
devam edebiliriz” anlayışı sona eriyor. Çünkü
otomotiv sektörünün aşağısına indiğinizde,
hem istihdamın hem de değer yaratma zincirinin önemli bir bölümü KOBİ’lerin üzerine
biniyor. Tekstilde öyle, inşaatın neredeyse
tümü öyle… KOBİ’leri kalkındırmak, onları
kurumsallaştırmak, birleştirerek büyütmek
gibi bir teşvik paketinin sanayi stratejisinin içine yerleştirilmesi gerekiyor. Niye
Çorum’daki mobilya şirketi KOBİ olarak
doğup ölüyor da İskandinav örnekler gibi
birleşerek daha verimli şirketlere dönüşemiyor, sorununa artık eğilmek zorundayız.
Bunun aynı zamanda istihdam problemine
de çözüm olduğunu düşünüyoruz. KOBİ
faaliyetlerinin önemli bir bölümü kayıt dışı.
Bunu hem kayıt içine alacağız, hem orada
kalmasını sağlayacağız hem de büyümesini
teşvik edeceğiz. Türkiye’nin bundan sonraki
iddiası bu olabilir.
Devlet destek vermese bile büyük şirketlerin
KOBİ’leri desteklemesi, kalkındırması lazım.
Bu son kertede sosyal sürdürülebilirlik konusuna da geliyor. Yeni ve doğru bir alandayız.
Çünkü katma değerin yüzde 80’ine yakını
3000-3500 firmanın elinde. Oysaki işgücünün
yüzde 65’ini, katma değerin yüzde 15’ini sağlayanlar istihdam ediyor. Bu örnek ne ABD’de
ne Çin’de ne de Batı Avrupa’da var.
Buna göre 2010 ve sonrasında
Türkiye ekonomisi, KOBİ havuzundan
sıyrılan yeni oyuncular görecek
diyebilir miyiz?
Evet, aynı zamanda sıyrılamayıp yok olan
KOBİ’leri de göreceğiz. Cebine 20 bin TL atıp
hiçbir iş yapamadığından dolayı KOBİ olan
işletmenin de tasfiye olması kaçınılmazlaşacak. Nasıl bölgesel kalkınma, finansal sığlık,
kayıt dışı birer yapısal problemse, KOBİ’lerle
büyük firmaların arasındaki kopukluk ve
KOBİ’lerin çok küçük ölçeklerde kalması ve
kurumsallaşamaması da büyümenin önünde
bir engel olarak duruyor.
İLETİŞİMSEKTÖRÜ
Pazarlama
iletişiminde halkla
ilişkiler neden
yükseliyor?
Pazarlamacıların kabusu olan
yüzyıllık soruların başında şu
üç konu hep önde gelmiştir:
Nasıl yeni müşteriler kazanırız,
eski müşterileri nasıl elde
tutarız ve bizi rakiplerimizden
farklılaştıracak ne yapabiliriz?
Bu soruların eski yanıtları
hiç kuşkusuz; reklama
tonlarca para harcamak,
promosyon yapmak ve
yorgun satış ordusunu tekrar
sahaya sürmekti. 1990’ların
ortasından itibaren yeni bir
yanıt pazarlamacıların hayatını
kurtardı: Bütünleşik pazarlama
iletişimi…
— MERAL SAÇKAN
MPR Pazarlama Halkla İlişkiler
Yönetim Kurulu Başkanı
B
ütünleşik pazarlama
iletişiminin çok basit bir çıkış
noktası vardı. Tüketiciler
markalar hakkında birtakım
izlenimler biriktirirler (ama hangi iletişim
disiplininden geldiğini fark etmezler).
Satın alma anında da bu izlenimlerin
etkisiyle hareket ederler. Yani ekonomik
oylarını kullanırlar. O halde tüketiciyle
temas kurduğumuz bütün noktalarda
aynı mesajı verelim ki bir algı bulanıklığı
yaratmayalım.
Bütün pazarlamacıların hayaliyse
mümkünse markalarının tek kelimeyle,
hadi bilemediniz iki kelimeyle
hatırlanmasıdır (“Dünyanın en güvenilir
otomobili Volvo’dur” izlenimini başaran
pazarlama yöneticileri artık tanrılar katına
çıkmıştır).
Bütünleşik pazarlama iletişiminin
gizli silahı olan halkla ilişkilerin
iletişime sağladığı katma değer
gittikçe büyüyor. Çünkü en inanılır
ve güvenilir iletişim disiplini olan PR,
hem reklamın inandırıcılığını sağlıyor,
hem promosyonun etkisini arttırıyor
hem de pazarlamacıların para harcamak
istemediği ikincil pazarlarda mesajları
yayarak pazarı büyütüyor. Bazen de,
sadece halkla ilişkilerle pazara giriş
yapmak, pazarlamacılara bir süre nefes
alma imkanı tanıyor.
ve yeni medya pazarlamacıların hayatını
gittikçe zorlaştırmakta, kabuslarını
çoğaltmakta…
YENİ BÜTÇELER, YENİ HEDEFLER
KRİZ YÖNETİMİ VE SOSYAL
PAYDAŞ İLİŞKİLERİ
Tabii halkla ilişkilerin iletişim
bütçelerinden daha yüksek pay alması,
araştırmalarda, pazarlama yöneticilerinin
önümüzdeki beş yılda PR’a daha fazla
kaynak ayıracaklarını söylemeleri
bu iletişim disiplininin pazarlama
sonuçlarına olumlu katkılarının bir başka
ölçütü.
Zaman ve mekan kısıtlılığı olmadan,
PR’ın dramatik etkisini kullanarak
yapılan yeni ürün lansmanları, tüketiciler
için düzenlenen etkinlikler, yarışmalar,
fikir liderleri buluşmaları, satış örgütü
toplantıları pazarlamacıların daha az
maliyetli, ama daha çok etkili buldukları
iletişim çalışmaları olmaya başladı.
Pazarlamacılar halkla ilişkilerin içerik
üretmede, konu/hikaye yaratmadaki
gücünü gördüler. Bazı şirketler PR
ajanslarının başarı kriterleri arasına artık
‘geçen yıl benim için kaç hikaye ürettin’
diye eşikler koymaya başladı.
Bir yandan da içinde bulunduğumuz
ortama bakmak lazım. Medyanın
bölümlenmesi, reklamın çok yüksek
maliyetinin olması ve buna karşın
etkisinin sorgulanması, tüketicilerin aynı
anda üç-dört mecrayı kullanıyor olması
(TV açıkken, bilgisayar, cep telefonu ile
de meşgul olması), teknolojinin gücü
Pazarlama iletişiminde halkla ilişkilerin
öneminin artmasının iki nedeni daha
var. Bunlardan ilki, kriz yönetimi
uzmanlığıdır. Her şirket en değerli varlığı
olan markalarının, kötü bir kriz yönetimi
sayesinde bir günde yok olacağını biliyor.
Bu nedenle ‘güven bankasını’ doldurma
işini halkla ilişkilere bırakıyor.
İkincisi de pazarlamacıların daha az
bildiği bir konu: Sosyal paydaş ilişkileri.
Buna bir kurumun kâr yapma şansına
müdahale edebilecek her türlü grupla
güvene dayalı bir ilişki tesis etmek de
diyebiliriz. Bazen pazarlamacılar için
öyle kritik baskı grupları oluşuyor ki,
köprüleri yıkıp atmak çok pahalıya mal
olabiliyor. Bu nedenle halkla ilişkiler,
pazarlamanın can simidi olabiliyor. Kamu
otoriteleri, yerel yönetimler, STK’lar veya
sektörel oluşumlarla kurulan diyalog, hiç
beklemediğiniz bir anda şirketin o yılki
pazarlama hedefini tutmasında önemli bir
rol oynayabiliyor.
Halkla ilişkilerin pazarlama
iletişimine olan katkısı kriz sonrasında,
pazarlamacıların sıkça kullandığı ‘yeni
normal’ düzende de artarak sürecek
diye düşünüyorum. Bize düşen görev
pazarlamacıları anlamaya çalışmak...
MART 2010 MediaCat Özel Eki
7
İLETİŞİMSEKTÖRÜ /GÜVENBAROMETRESİ
Dünya ekonomisindeki iyileşme belirtileri
iş dünyasına güveni artırdı…
E
Geleneksel olarak her
yıl Davos’ta Dünya
Ekonomik Forumu’nda
açıklanan Edelman
Güven Barometresi’nin
bu seneki sonuçlarına
göre, Amerika ve Batı
ekonomilerindeki iyileşme
belirtileri iş dünyasına olan
güveni artırmaya başladı.
Araştırmaya katılanların
çoğunluğu, iş hayatının
normale dönmesini
beklerken, sürecin yavaş
işlediği görüşünde.
delman Güven Barometresi
araştırmasına göre, Amerika ve
Batı ekonomilerindeki iyileşme
belirtileri, iş dünyasına olan
güveni artırıyor. Araştırmaya katılanların
çoğu, iş hayatının normale dönmesini
beklerken, sürecin yavaş işlediği görüşünde. Effect Halkla İlişkiler’in Türkiye
Temsilcisi olduğu ve dünyanın en büyük
bağımsız halkla ilişkiler ajansı Edelman
Public Relations tarafından, bu yıl 10.’su
gerçekleştirilen Edelman 2010 Güven
Barometresi araştırma sonuçları açıklandı.
Çarpıcı sonuçların çıktığı araştırmaya,
Avrupa, Asya, Kuzey Amerika ve Latin
Amerika bölgesini kapsayan 22 ülkeden
4.875 kişi katıldı. Edelman’ın araştırma
kolu StrategyOne şirketi tarafından gerçekleştirilen araştırmanın katılımcılarını,
24-64 yaş arasındaki, iyi eğitimli, üst
düzey gelir grubuna sahip profesyoneller
ve fikir önderleri oluşturdu.
Geleneksel olarak her yıl Davos’ta
Dünya Ekonomik Forumu’nda açıklanan
Edelman Güven Barometresi’nin bu seneki
sonuçlarına göre, Amerika ve Batı ekonomilerindeki iyileşme belirtileri iş dünyasına olan güveni artırmaya başladı. Araştırmaya katılanların çoğunluğu, iş hayatının
normale dönmesini beklerken, sürecin
yavaş işlediği görüşünde. Amerika’da iş
dünyasına güvenenlerin oranı bu yıl yüzde
54 oldu. İş dünyasına duyulan güvende
geçen yıla göre 18 puanlık artış oldu.
GÜVEN BAROMETRESİ’NDEN
ÇARPICI SONUÇLAR
• İş dünyasına en fazla güvensizlik ABD
ve İngiltere’de 2007-2010 yılları arasında, iş dünyasına en fazla güvensizlik Amerika ve İngiltere’de gözlendi.
Bu yıllar arasında Amerika’da bankalara olan güven 39 puan gerileyerek,
8 MediaCat Özel Eki
MART 2010
yüzden 68’den yüzde 29’a, İngiltere’de
ise 20 puan gerileyerek yüzde 41’den
yüzde 21’e düştü. Edelman araştırmasına katılanların yüzde 70’i, iş ve
finans dünyasındaki işleyişin iyiye
doğru gittiğini düşünmekle birlikte,
bankalara hala bir güvensizlik duyuyor
ve bu güvensizlik özellikle Batı toplumlarında hâlâ yüksek.
• Güven ve şeffaflık, ürün-hizmet kalitesi kadar önemli. 2010 Güven Barometresi sonuçları, bu yıl ilk defa “şirket itibar ve güveni” açısından, güven
ve şeffaflığın, hizmet ve ürün kalitesi
kadar önemli olduğunu gösterdi. ABD
ve Batı Avrupalı katılımcıların önemli
bir bölümü için bu iki özellik, ürün
kalitesinden daha üst sıralarda yer
aldı. Finansal performans ise araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerde, “10
kriter” sıralamasında, önem sıralamasında en alt sırada yer aldı.
• CEO’lar güven kazanmaya başladı
Geçen yıl ekonomik krizle birlikte
inişe geçen CEO’ların güvenilirliği,
birçok ülkede iyileşme gösteriyor. Bir
önceki yıla göre, CEO’lara duyulan
güven; Amerika’da 9 puan artışla yüzde 26, İngiltere’de ise 13 puan artışla
yüzde 33 oldu. Bu yükselişe rağmen,
CEO’lar Amerika’da ve Almanya’da
güvenilir şirket sözcüleri arasında hâlâ
en alt sıralarda yer alıyorlar. CEO’lara
her zaman güven duyulan BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerinde, CEO’ların güvenilirliği bu
sene de 7 puanlık bir artış gösterdi ve
yüzde 44’ten yüzde 51’e yükseldi.
• Hâlâ en güvenilir bilgi kaynakları akademisyenler ve endüstri analistleri. Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da, bir şirket
hakkında en güvenilir bilgi kaynakları
olarak; akademisyenler, uzmanlar ve
endüstri analistleri görülüyor. Ancak
bir önceki yıla göre bu yıl; çalışanları,
STK’ları ve analistleri en güvenilir
bilgi kaynağı olarak görenlerin oranı
yüzde 57’den yüzde 50’ye düştü.
• Sektör analizleri ve makalelerin yıldızı
parlıyor. Edelman araştırmasına göre,
ekonomi yayınlarında yer alan sektör
analizleri yüzde 47’lik bir oranla, makaleler ise yüzde 42’lik bir oranla bir
şirket hakkında bilgi edinmek için en
güvenilir kaynaklar olarak kabul ediyor. Buna karşın televizyon, gazeteler
ve radyoları içinde barındıran popüler
medyanın güvenilirliği ise giderek
azalıyor.
• Teknoloji, en saygın sektör konumunda. Teknoloji, geçen yılki 76’lık
seviyesine göre, yüzde 79’a yükselerek,
kurumsal sorumluluk ve güvenilirlik
açısından en çok saygı duyulan sektör
olmayı sürdürdü. Batı ülkelerinde
bankalar, güvenilirlik açısından medya şirketlerinin ve sigorta şirketlerinin
üstünde yer aldı ve alt sıradan 3.
oldu. Batı ülkelerinin aksine bankalar
Çin’de, en çok güven duyulan kurumlar arasında birinci, Hindistan’da ise
teknoloji sektöründen sonra ikinci
sırada yer alıyor.
BAROMETRE’DE ÖNE ÇIKANLAR
• İsveç, Kanada ve Almanya global
şirketlerin genel müdürlük merkezleri
konumlaması için en güvenilir ülkeler
arasında yer alıyor (sırasıyla; yüzde 76,
76 ve 75). Geçen yılki araştırma sonuçlarına oranla 10 puanlık bir artışla
katılımcıların yüzde 61’i Amerika’yı
ve yine geçen yıla göre 7 puan artışla
katılımcıların yüzde 34’ü Çin’i global
şirketlerin genel müdürlük merkezleri
konumlaması için güvenilir ülkeler
arasında görüyor.
• Araştırmanın yapıldığı 22 ülkede,
CEO’ların iş kararlarında hangi sosyal
paydaşların daha önemli olması gerektiği sorusuna katılımcıların hepsi,
bütün sosyal paydaşların aynı derecede
önemli olduğu cevabını verdi.
• İtalya’da iş dünyasına olan güven
geçen yıla oranla 26 puan, Amerika’da
18, Hollanda’da 15 ve İspanya’da 14
puan yükseldi. Rusya’da ise iş dünyasına güven 10 puan düştü.
• Devlete olan güven Amerika’da 16
puan artarak yüzde 46’ya yükselirken,
Rusya’da 10 puan düştü ve yüzde 38’e
geriledi. Araştırmanın yapıldığı diğer
ülkelerde ise devlete olan güven aynı
kaldı.
• 20 ülkede, kurum ve ürün adına yapılan reklamlar, yüzde 17 oranı ile en
az güvenilen bilgi kaynakları arasında
yer aldı.
• Amerika, İngiltere ve BRIC ülkelerindeki katılımcıların yüzde 70’ten
fazlası, iyi performans sergilemeyen
yöneticilerin işten uzaklaştırılması,
sübvansiyonların geri ödenmesi veya
kıdemli yöneticiler ile diğer yönetici
ve çalışanlar arasındaki maaş farklarının aza indirilmesi gibi uygulamaları, bir şirket için itibarı yeniden
inşa edecek uygulamalar olarak
görüyor.
GÜVEN VE ŞEFFAFLIK, ÜRÜN-HİZMET KALİTESİ KADAR ÖNEMLİ! (YÜZDE OLARAK)
0
Önceki yıllarda yapılan
Güven Barometresi
araştırmalarının odak
noktaları:
• 2001 – STK’ların önemi artıyor,
kurumsal sosyal sorumluluk ve iş
hedeflerinin ilişkilendirilmesi ihtiyacında
artış var.
• 2002 – STK’lara olan güven, hükümet
ve iş dünyasına olan güvene yaklaşıyor.
İş dünyasındaki krizlerle birlikte yıldız
CEO devri düşüşe geçiyor.
• 2003 – Editoryal makalelere olan güven,
reklamlara olan güvenden daha fazla.
• 2004 – İş dünyasına ve hükümetlere
olan güven güçlü, Avrupa’daki
Amerikan firmalarının güven sıkıntısı
var.
• 2005 – Önemli kurum ve yöneticilere
olan güven, meslektaşlara olan güvene
doğru kayıyor.
• 2006 – Şirketlerin en güvenilir
sözcülerini, insanların tarz olarak
kendisine yakın bulduğu ve kendisine
benzeyen kişiler oluşturuyor. Şirket
çalışanlarının söylediklerine olan güven
ise, CEO’lara olan güvenden fazla.
• 2007 – İş dünyasına hükümetten ve
medyadan daha fazla güven duyuluyor.
• 2008 – Genç nesil fikir önderleri (2534) iş dünyasına, önceki nesil fikir
önderlerine göre (35-64 yaş) daha çok
güveniyor.
• 2009 - Araştırmaya katılanların çoğu,
başta ekonomik kriz olmak üzere
sağlıktan global ısınmaya kadar pek çok
sorunun çözümünü devlet-özel sektör iş
birliğinde görüyor.
BİR ŞİRKET HAKKINDA EN ÇOK GÜVENİLEN
BİLGİ KAYNAKLARI (YÜZDE OLARAK)
İyi finansal sonuçları olması
38
İyi bir CEO’su olması
39
Ürün ve hizmetlerinde inovatif olması
İyi bir kurumsal vatandaş olması
45
50
Şirket çalışanları
32
Bürokratlar
35
Dürüst ve rekabetçi fiyat politikası uygulaması
52
CEO
40
Sosyal paydaşlarıyla sık ve dürüst iletişim kurması
58
Arkadaş ve meslektaşlar
44
İyi bir işveren olması
63
Güvenebilecek bir şirket olması
Şeffaf ve dürüst iş yapması
66
67
STK’lar
45
Analistler
52
Kaliteli ürün ve hizmet sunması
68
Akademisyen ve uzmanlar
64
10
20
30
40
50
60
70
0
10
20
30
40
50
60
70
“Hastanın
iyileşmesine çok
zaman var”
RICHARD EDELMAN
EDELMAN BAŞKANI VE CEO’SU
“Güven artık iş dünyası için geliştirilmesi
ve gerçekleştirilmesi gereken bir taahhüt”
saptamasında bulunan Richard Edelman,
“Kurumsal itibarı şekillendiren unsurların,
Güven Barometresi araştırmasını
yapmaya başladığımız 10 yıl öncesine
göre çok değiştiğini gözlüyoruz” dedi.
İş dünyasına olan güvenin yeniden inşa
edilmeye başlandığını ancak hastanın
tamamen iyileşmesi için daha çok kat
edeceği yol olduğunu söyleyen Edelman
“İş hayatındaki güven hâlâ çok hassas
ve kırılgan. Kısa dönemde alınan
önlemlerin sadece kriz odaklı olduğu
görüşü geçerli ve devlet hâlâ gözlemci
konumunda kalmak zorunda. Şirketler,
bu şüpheli durumun yanlış olduğunu
kanıtlamalı ve hem kar hem amaç odaklı
olabileceklerini göstermeliler” diye devam
etti. Araştırmaya göre, güvene dayalı yeni
bir iş anlayışını benimseyen CEO’ların
güvenirliklerinin arttığını belirten Edelman,
sosyal paydaşların bir suçlu aramanın
çok ötesinde olduğunu; iyi performans
sergileyen, dürüst, sürekli iletişim
kurabilen ve iş dünyasının toplumdaki
yerini ve önemini kavrayan liderler
arandığını sözlerine ekledi.
80
MART 2010 MediaCat Özel Eki
9
İLETİŞİMSEKTÖRÜ
Dünya yeni normali
ararken biz Kurumsal
İletişimciler Derneği’ni
niye kurduk?
Siyasi açıdan devletçi
politikaların kriz sonrası
dünyasında daha etkin
olacağını söyleyenlerle
birlikte, özellikle
ekonomik alanda bir
“yeni normal” arayışı
hakim. Peki bu ortamda
iletişimin yeni normali
ne olacak?
— SUAT ÖZYAPRAK
Kurumsal İletişimciler Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Sabancı Holding Kurumsal
İletişim Direktörü
10 MediaCat Özel Eki
MART 2010
Ö
ncelikle İDA Başkanı sevgili
Cengiz Turhan’a bu yazı ile günümüzdeki iletişimin değişen
dinamikleri, bu dinamiklerin
şekil verdiği ortam ve Kurumsal İletişimciler
Derneği’nin (KİD) bu ortamda hangi amaçlarla
kurulduğuna dair prensiplerini iletişim sektörünün profesyonelleri ile paylaşma imkanı
verdiği için teşekkür ederim.
Aslında bu yazı, KİD’in istişare toplantılarının
ilk halkasını oluşturan bir grup iletişimci ile KİD
üyelerinin bir araya geldiği toplantıda, Sayın Ali
Saydam tarafından dile getirilen bir isteğe de
kısmen cevap veriyor olacak. Sevgili Saydam,
dünyanın yeni normalini aradığı bu dönemde
iletişim dinamiklerinin bundan nasıl etkileneceğini
merak ettiğini, KİD’in böyle bir konu hakkında
fikir üretmesini beklediğini belirtti.
Siyaset, ekonomi ve sosyal bilimcilerin birçoğu, yaşanan ekonomik kriz sonrasında dünyanın
artık eski dünya olmayacağı konusunda neredeyse
hemfikir. Siyasi açıdan devletçi politikaların
kriz sonrası dünyasında daha etkin olacağını
söyleyenlerle birlikte, özellikle ekonomik alanda
bir “yeni normal” arayışı hakim. Yeni normalden
kasıt, daha az risk, daha çok tedbir, daha çok
düzenleme (regülasyon). Diğer yandan daha çok
düzenleme beklentisi, düzenleyici kurumların
rol tarifi ve etkinliklerini de yeniden ele alma
ihtiyacını ortaya koydu.
Bu anlamda IMF’nin yapısı ve işlevi yeniden ele alınırken, G-8 politik ve ekonomik
ağırlığını G-20’ye devretti.
Sosyal açıdan konuya yaklaştığımızda ise
kriz sonrasında çalışma hayatı ve iş gücü pazarının önemli farklılaşmalara gebe olduğunu
görüyoruz. İş profillerinde önemli değişimler
olmasıyla birlikte enerji, çevre, teknoloji gibi iş
sahalarının yeni istihdam alanları olarak ağırlık
kazanmaları bekleniyor.
Peki, şimdi Sevgili Saydam’ın ortaya attığı
soruyu bir de biz soralım: Bu ortamda iletişimin
yeni normali ne olacak?
İLETİŞİMİN YENİ NORMALİ
Yanıta güvenden başlayalım. Yeni dönemde
şirketler ve kurumlar için governance (iyi yönetişim) ve güven, önde gelen unsurlar olacak.
Bu dönemde işletmelerin daha konvansiyonel
ama sağlam adım atma güdüleri öne çıkacak.
Bu nedenle kurumların itibar yönetimi konusu
ağırlık kazanarak, ‘güven’e oynayan iletişim
süreçleri ön plana çıkabilir. Yeni dönemde itibar
yönetiminin ön plana çıkmasından kaynaklı
bu işin profesyonellerinin, organizasyonel yapılardaki konumlarını da değiştireceği tahmin
ediliyor. İletişim profesyonellerinin organizasyon
içindeki ağırlıkları artarken yönetim kademesiyle
daha da yakınlaşması, yönetim kurullarında
söz sahibi olması bekleniyor.
Hesap verebilirlik ve şeffaflık (çünkü krizin
sebeplerinden biri olarak bu eksiklik gösterilmişti) diğer önemli konular olacağı için,
özellikle şirketler, ölçülebilir, daha somut sonuçları olan iletişim projelerine yönelebilirler.
Diyebilirsiniz ki, zaten bir iletişimci aksini
düşünemez. Burada kastettiğim, toplum, kendi
hayatında gerçekten fark hissettiği projelerden
dolayı şirketleri itibarlı kılacaktır.
Yeni normal arayışları içinde iş tanımlarının,
çalışma biçimlerinin ve iş profillerinin değişme
olasılığı da bulunuyor demiştik. Bu nedenle iç
iletişim, iletişim profesyonellerinin (ağırlıklı
olarak kurumsal iletişim departmanlarının)
ana işlerinden biri olacaktır.
Yeni dönemde beklenen yeni normal gelişmelerden biri de ‘zenginleşmelerde’ olacak gibi
görünüyor. Dünyada yeni dönemde dramatik büyümeler yerine daha küçük rakamlı ama istikrarlı
büyümeler bekleniyor. Bu durum milli gelirdeki
kişi başına düşen artışın yavaşlaması sonucunu
ortaya çıkaracağı için, tüketici hareketleri de
bundan doğrudan etkilenecek. Bugüne kadar
yapılan ‘isteği kamçılayarak’ tüketimi artıran
pazarlama iletişimi modeli, belki de evrilerek
‘ihtiyaç duyulan’ kadar harcayacak tüketici için
yeni iletişim modelleri üretecek.
YEDİĞİNDEN FAZLA
GOL ATMAK ZORUNDASIN
Ama bence yeni dönemin en büyük mücadele
alanı teknolojik gelişmeler ile ortaya çıkan, yeni
iletişim dünyasıdır ki bu gelişme doğrudan krizle
bağlantılı değildir. Daha çok sosyolojik açıdan
bakıldığında bireyselliğin zirveye çıkışı olarak
yorumlanabilir. Günümüzde yaşanan sosyal
medya gerçeği şu anda hiçbir medya organının
sahip olmadığı bir erişim gücüne işaret ediyor.
Bu hem bir fırsat hem de bir risk.
Yukarıda yeni normalin daha çok regülasyonu öngördüğünü belirtmiştim. Oysa sosyal medya gerçeğinde halen neredeyse hiçbir
regülasyon ve kontrol mekanizması yok. O
nedenle iletişim açısından online dünyanın
yeni normali ‘yediğinden fazla gol atmak’
olacaktır. Bunun basitçe anlatımı: Bu yeni
ortamda hakkında negatif haber/yorum/yazı/
fikir çıkmasını engelleyemiyorsun. Bir online
dünya sakini “X’ten şikayeti olanlar.com” diye
bir blog yaptığında, sen buna dur diyemiyorsun. O zaman ne yapacaksın? Negatif oranını
azaltmak için pozitif tarafı yükselteceksin. Bu
durum, online tarafı sadece haber yansıması
noktasında takip eden iletişimcileri, artık bu
dünyanın oyuncusu olmaya zorlayacak gibi.
Böylece iletişim sektörü istihdam pazarında
da yeni iş tanımları ortaya çıkabilir.
KİD BİR İHTİYACIN CEVABI OLDU
İşte KİD böylesine iletişim araçlarının ve
ekonomik modellerin değişime uğradığı bir
ortamda dünyaya geldi. Çünkü kurumsal iletişim dinamiği kendi özel tanımlarını ortaya
koymaya, klasik anlamdaki halkla ilişkilerden
ayrışmaya başladı. Bu ayrışmanın hayata geçtiği
noktalarda ise tarif etme ve tarif edileni paylaşma ihtiyacı ortaya çıktı. KİD aslında doğal
bir ihtiyacın cevabı oldu diyebiliriz.
Önceleri arkadaş grupları içinde ya da ikili
konuşmalarda dile getirilen bir araya gelme
fikri, yaklaşık 2 yıl kadar önce Bahçeşehir
Üniversitesi’nde Haluk Gürgen hoca tarafından
düzenlenen bir kahvaltıda daha geniş bir ilgili
kitlenin paylaşımına konu oldu. Sonrasında ise
Sayın Ali Saydam’ın düzenlediği bir toplantıda
kurumsal iletişimciler olarak bir araya geldik
ve dernek fikrini tartıştık. Ardından büyük
topluluk içinden çıkan bir aksiyon grubu genel kavramların oluşturulması için bir çalışma
başlattı. Bu çalışmaları takiben de aksiyon grubu, kendi içinden bir geçici (kurucu) yönetim
kurulu seçti. Yönetim kurulu uzun çalışmalar
sonucu dernek tüzüğünü meydana getirdi. Bir
yandan da üye altyapısı oluşturma çalışmalarını
yürüttük. 2009 yılı Haziran ayında KİD’in yasal
kurulumunu gerçekleştirdik. Ancak sektöre
duyurmak için genel kurulumuzu yapmanın
doğru olacağını düşündük ve geçen yılın Aralık
ayında ilk genel kurulumuzu yaptık.
Şunu büyük bir memnuniyetle söylemeliyim ki halihazırdaki üye yapımız sektörün
yüzde 80-85’ini temsil eder nitelikte. Derneğin
kurulduğu bilgisini sektörle paylaştıktan sonra
yoğun şekilde üyelik talebi almaya başladık.
Bu da aslında böyle bir yapıya duyulan ihtiyacı
açıkça gösteriyor.
KİD olarak öncelikli hedeflerimizi, kurumsal iletişim mesleğinin bilinirliğini, mesleki
paylaşım ve dayanışmayı artırmak, mesleki
standartları yükseltmek, üyelerinin eğitim,
ekonomi, çevre alanlarında ve yasal alanda ortak
akıldan yararlanmaları için gerekli platformları oluşturmak şeklinde tanımladık. Ayrıca,
üyelerimizin sosyal, ekonomik ve profesyonel
gelişimlerine katkıda bulunacak, yeni kuşak
iletişimcilerin mesleğin ihtiyaçlarına göre
eğitilmesi için üniversitelerle ortak çalışmalar
yapacak platformları oluşturmayı da önemli
faaliyet alanlarımız içinde görüyoruz.
Ancak biz yola çıkarken, standartların
oluşturulmasının ilk adımı olarak üye profilinin tanımlanması gerektiğini düşündük.
Buna göre Kurumsal İletişimciler Derneği’ne,
çalıştıkları kurumlarda yönetim kurulu başkanı,
CEO, genel müdür, genel müdür yardımcısı
veya direktöre rapor eden, karar alma ve bütçe
kullanma yetkisine sahip, kurumsal iletişimden
en üst düzeyde sorumlu kişiler üye olabilirler.
Derneğe üyelik kurumsal, temsiliyet bireyseldir.
Giriş ücreti 1500 TL olup, yıllık aidatlar ise
1000 TL düzeyindedir.
KİD olarak şuna kuvvetle inanıyoruz ki
bizim kendi standartlarımızı oluşturmamız
öncelikle meslektaşlarımıza önemli faydalar
sağlayacaktır. Tanımların ortaya konması,
kendi kurumlarımızda görev tanımlarımızın
daha net olarak belirlenmesi ve iş süreçlerinde
alacağımız rollerin yeniden tanımlanması gibi
sonuçlara yol açacaktır. Buradan sektördeki
bütün arkadaşları bu çatı altına davet etmek
istiyorum. Ayrıca KİD’in kendi iş standartlarını
oluşturmasının tüm iletişim sektörü oyuncularını
da olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyorum.
Şu ana kadar yapılan temaslar bu yönde de
bir beklentiyi ortaya koymakta. Bu amaçla
ilk dört aylık çalışma planımızı da iletişim
şirketlerinin yöneticileri ile (bu isimler, sektörün iki önemli kurumu olan İDA ve TÜHİD
temsilcileri) oluşturduk. Bundan sonraki istişare
toplantılarımızı iletişim dünyasının akademi
ayağı ile gerçekleştireceğiz. Sonrasında ise fikir önderleri ve önemli paydaşlardan biri olan
medya temsilcileri ile bir araya gelmeyi planlıyoruz. İlerleyen dönemde iletişim sektörünün
diğer dernekleri ile de görüşmeyi planlıyoruz.
Sektörün talebi ve kaynağı yaratan önemli bir
oyuncusu olarak işbirliği üzerine kurulu bir
çalışma anlayışımız olacak.
Son olarak, tekrar altını çizmek isterim ki
Kurumsal İletişimciler Derneği olarak temel
amacımız, mesleğimizin standartlarını tanımlamak ve profesyonel dünyada daha etkin bir
konuma taşımaktır. Bu hedefe yönelik çalışmalar hem bu işin profesyonellerine hem de
kurumlara değer katacaktır. Biz bir başlangıç
yaptık, ancak daha gidilecek çok yol var. Tüm
meslektaşlarımızı da bu oluşumda yer alarak
katkıda bulunmaya davet ediyorum.
YENİ DÖNEMDE İŞLETMELERİN DAHA
KONVANSİYONEL AMA SAĞLAM ADIM ATMA GÜDÜLERİ
ÖNE ÇIKACAK. BU NEDENLE KURUMLARIN İTİBAR
YÖNETİMİ KONUSU AĞIRLIK KAZANARAK, ‘GÜVEN’E
OYNAYAN İLETİŞİM SÜREÇLERİ ÖN PLANA ÇIKABİLİR
KİD YÖNETİM KURULU
Suat Özyaprak
Başkan (Sabancı Holding)
Murat Ermert
Başkan Yardımcısı (Yapı Kredi)
Barbaros Talı Başkan Yardımcısı (Anadolu Grubu)
Şule Yücebıyık Genel Sekreter (Borusan Holding)
Banu Kalay Erton Üye-Sayman (Tofaş)
Elif Göktan Üye (Havaş)
Pelin Temelli Üye (Bahçeşehir Üniversitesi)
DİĞER KİD ÜYELERİ
Altuğ SOYTUNA TFF
Armağan ENGEL Fortis
Aslı ALIVEREN Finansbank
Aybala ŞİMŞEK Şekerbank
Banu KARAMUK Teknosa
Banu ORKUN AvivaSA
Bengi VARGÜL Deniz BAYEL FEYİZOĞLU Dori KISS KALAFAT Elif GÜLEZ Kadri MUTLU Kerem AYIRTMAN TAV
Doğuş Grubu
Tekfen
Sabancı Üniversitesi
Denizbank
Nestle
Meltem PERDECİ Enerjisa
Murat GÖLLÜ Akbank
Nevra ÇAĞMAN Tunç ÖZKAN Uğur NALBANTOĞLU Belin ALEV Bayer
Koç Holding
Yapı Kredi
Bosch Sanayi ve Ticaret A.Ş.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
11
İLETİŞİMSEKTÖRÜ
Paydaş güveninin ve değişim
yönetiminin anahtarı iletişimde
Avrupa İletişim Araştırması (European Communication Monitor); EUPRERA (Avrupa Halkla İlişkiler Eğitimi ve Araştırması Derneği) tarafından,
European Association of Communication Directors (EACD) ve Communication Director dergisi işbirliği ile, Cision sponsorluğunda 2007
yılından bu yana düzenli olarak gerçekleştiriliyor. Avrupa’daki iletişim yöneticilerinin ve danışmanlarının sektörle ilgili görüşlerini ve
öngörülerini ortaya koyan araştırmaya, 2009 yılında Türkiye’nin de dahil olduğu 34 Avrupa ülkesinden 1.850’den fazla iletişim profesyoneli
(kurum içi iletişim yöneticileri ve ajanslarda çalışan iletişim uzmanları) katıldı. Araştırma, kriz döneminde iletişim sorunları, stratejik
iletişimin gündemindeki özel konular, iç iletişim, sosyal medya iletişimi ve ölçümleme/değerlendirme alanlarındaki eğilimler ile iletişim
fonksiyonun şirket yönetimindeki etkisi gibi konularda önemli ipuçları sunuyor.
S
tratejik iletişimin iş hedefleri üzerine temellenmesi gerekliliği artık
tartışma götürmez. Peki, bu açıdan
bakıldığında Avrupa’daki tablo ne?
Araştırmaya katılan iletişimcilerin yüzde 84,8
gibi büyük bir çoğunluğu, paydaş iletişimi
kanalıyla kurumsal hedefleri desteklemeye
odaklanıyor. Kurumsal stratejinin şekillendirilmesi sürecinde sorumlulukları olduğunu
düşünenlerin oranı ise yüzde 61.
Araştırma, iletişim profesyonellerinin
üstlendiği rollerin, onların iş stratejilerine
yakınlık ya da uzaklıkları üzerinde belirleyici
olduğunu da gösteriyor. İletişimcilerin üstlendiği en ağırlıklı rol ise, yüzde 56 oranında
“stratejik destekçilik”.
Avrupa çapında yüzde 73 oranında iletişim profesyoneli, tavsiyelerinin üst yönetim
tarafından ciddiye alındığını belirtiyor. Öte
yandan, stratejik karar alma ve planlama
süreçlerinde tavsiyelerinin birebir etkili olduğunu söyleyenlerin oranı ise sadece yüzde 64. İletişim profesyonelinin etki gücü,
üstlendiği rol, kurum içindeki pozisyon ve
deneyimle de doğru orantılı.
KÜRESEL KRİZİN ETKİLERİ
Araştırma, ekonomik kriz ve dolayısıyla
medyanın yaşadığı sıkıntılı süreçte, iletişim
uzmanlarının ciddi bütçe kısıntıları ile karşılaştığını gösteriyor. Bu süreçte, yüzde 60 gibi
bir çoğunluk öncelikli konulara ve bunların
12 MediaCat Özel Eki
MART 2010
uygun paydaşlarla iletişimine odaklandıklarını
dile getiriyor. Halkla ilişkiler profesyonellerini
her ne kadar kısılan bütçelerden (yüzde 47)
ve işten çıkarmalardan (yüzde 22) rahatsızlık
duysalar da, 2010’a daha iyimser bakıyorlar.
Kurumsal iletişim departmanlarında çalışanların
yüzde 85,1’i ve ajans çalışanlarının yüzde 83’ü,
2010 için olumlu düşünüyor.
Araştırmaya katılan iletişimcilerin yüzde
72,2’si reklam gelirlerinin düşmesi ve online mecraların hareketlenmesi sonucu oluşan
medya ortamını izlediklerini ve bu yeni ortama uyum sağlamaya çalıştıklarını belirtiyor.
Yüzde 40 oranında iletişimci ise, başarılı bir
kriz yönetimi uygulayabilen konvansiyonel
medya kanallarının, kriz sonrasında etkilerini
artıracağını düşünüyor.
GELİŞİM POTANSİYELİ EN YÜKSEK
ÇALIŞMA ALANLARI
Araştırmaya katılanların büyük bir çoğunluğu
hem bugün hem de yakın gelecekte kurumsal
iletişimin en önemli çalışma alanı olacağına
inanıyor. İç iletişim ve değişim yönetimi ise,
yakın gelecekte marka ve pazarlama iletişimine
yetişecek gibi gözüküyor. Öte yandan kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik,
önemini arttırmaya devam ediyor.
Araştırma sonuçları hızlı bir gelişim
içinde olan online iletişimin daha da değer
kazanacağını ortaya koyuyor. Katılımcıların
büyük bir çoğunluğu bugün konvansiyonel
medyayı önem sıralamasında ilk sırada gös-
terirken, 2012’de online iletişim kanallarının bunun önüne geçeceğini ve ilk sıraya
yerleşeceğini öngörüyor.
İNTERAKTİF İLETİŞİM, TRENDLER
VE ONLINE TOPLULUKLAR
Son birkaç yıldır şirketler için sosyal ağlar
kaygıyla takip edilen mecralardan çok, birer
iletişim aracı niteliğine büründü. Araştırmaya
katılan iletişim profesyonelleri, sosyal medya
(bloglar), online topluluklar ve online gazetecilere yönelik iletişim araçlarının yüzde
35 oranında bir büyüme göstereceğini öngörüyor. Konvansiyonel medyaya yönelik
ROL DAĞILIMI: PR uzmanları farklı roller üstleniyor ve bu roller
onların iş stratejileriyle ilişkilerini şekillendiriyor.
DAİMA
İş stratejilerini belirlemeye yardımcı
İŞ DANIŞMANLARI
%5
BİRAZ
İletişimi
yöneterek iş
hedeflerine
ulaşilmasinda
destekçi
UZMANLAR
% 10.2
STRATEJİK
DESTEKÇİLER
% 55.7
SIKLIKLA
İletişimi
yöneterek iş
hedeflerine
ulaşlmasinda
destekçi
OPERASYONEL
DESTEKÇİLER
% 29.1
ASLA
İş stratejilerini belirlemeye yardımcı
www.communiationmonitor.eu / Zerfass et al. 2009
34 Avrupa ülkesinden 1863 PR uzmanına soruldu: Günlük işlerinizi düşündüğünüzde, iş hedeflerinize ulaşmak için iletişim
planlaması ve yönetilmesine ne kadar odaklanıyorsunuz? (1=biraz, 7=sıklıkla) / İş stratejilerinin geliştirilmesinde kendinizi sorumlu
hissediyor musunuz? (1=asla, 7=daima)
Gelişmesi Beklenen Disiplinler ve Çalışma Alanları
Gelişmesi Beklenen İletişim Kanalları
Basın ve Medya
İlişkileri: Yazılı Basın
Kurumsal İletişim
Pazarlama/Marka
ve Tüketici İletişimi
Online İletişim
Kriz İletişimi
Birebir İletişim
İç İletişim ve
Değişim Yönetimi
Basın ve Medya
İlişkileri: TV/radyo
Basın ve Medya
İlişkileri: Online Medya
Halkla İlişkiler, Lobicilik
Etkinlikler
Sorun Yönetimi
Yatırımcı İlişkileri,
Finansal İletişim
Kurumsal Sosyal Sorumluluk
ve Sürdürülebilirlik
İç İletişim
Kurumsal Yayın/Medya
Ücretli İçerik
Sözsüz İletişim
Kişisel Koçluk ve İletişim
Yeteneklerini Geliştirme
%0
Sponsorluk
%10 %20 %30 %40 %50 %60 %70 %80 %90 %100
Bugünkü önem
Sosyal Medya
%0
2012’deki önem
%10 %20 %30 %40 %50 %60 %70 %80 %90 %100
2012’deki önem
Bugünkü önem
www.communicationmonitor.eu / Zerfass et al. 2009
34 Avrupa ülkesinden 1863 PR uzmanına soruldu: Bu çalışma alanlarının hangisi kurumunuz ya da ajansınız için önem
taşıyor? Önümüzdeki 3 yıl içerisinde önem kazanıp kazanmayacağını düşünüyor musunuz? (1=önemli değil; 5=çok önemli);
disiplinlerin önem sıralaması=değerlendirme skalası 4-5.
basın iletişiminde ise yine yüzde 35 gibi
ciddi bir oranda düşüş bekleniyor. İletişim
profesyonellerinin online iletişim araçlarını
ne amaçla kullandıklarına baktığımızda ise;
amaçların kurumun açık iletişim anlayışını
sergilemekten yeni ilişkiler kurmaya dek
uzanan geniş bir yelpaze sergilediğini görüyoruz. Avrupa’da iletişimcilerin yüzde 85’inin,
LinkedIn ve Facebook başka olmak üzere,
sosyal paylaşım ağlarına bizzat üye olması
da dikkat çekici.
İLETİŞİM YÖNETİMİNDE
ÖNE ÇIKACAK KONULAR
Halkla ilişkiler ve iletişim yönetimi için
önümüzdeki üç yıl içinde hangi konuların
öne çıkacağı sorulduğunda, katılımcılar iki
konuda hemfikir: Yüzde 47,3’lük bir kesim
kurumsal stratejiler ile iletişim arasında bir
bağ kurulması ihtiyacından bahsederken;
yüzde 47,3’lük bir başka kesim ise dijital devrim ile sosyal medyanın gelişimine
ayak uydurulması gerekliliği üzerinde
duruyor. Bunun yanı sıra kriz süreci ile
birlikte şirketlere ve üst düzey yöneticilere
duyulan güven ve zedelenen itibarı tekrar
yükseltmek için sürdürülebilirlik ve sosyal
sorumluluk konuları yüzde 38 oranında
önem taşıyor.
www.communicationmonitor.eu / Zerfass et al. 2009
34 Avrupa ülkesinden 1863 PR uzmanına soruldu: Bu metotların hangisi paydaşlar ve tüketiciler açısından daha önemli?
Önümüzdeki 3 yıl içerisinde bu durumun değişip değişmeyeceğini düşünüyor musunuz? (1=önemli değil; 5=çok önemli);
disiplinlerin önem sıralaması=değerlendirme skalası 4-5.
ÖLÇÜMLEME VE DEĞERLENDİRMEDE
HÂLÂ ALINMASI GEREKEN
MESAFE VAR
İç iletişimin yakın gelecekteki
önemli konuları
Avrupa’daki iletişim yöneticilerinin en fazla
itibar ettiği değerlendirme yönetimi yüzde
84 ile medya takibi ve medya yansıması sayısı
olurken, internet/intranet kullanım/tıklanma
oranları ise yüzde 64 ikinci sırada yer alıyor.
İletişimci gibi hareket edecek yöneticilerin yetiştirilmesi
İÇ İLETİŞİM YENİDEN YAPILANMADA
ANAHTAR ROL OYNUYOR
Cilalı haberler yerine özgün içerikler üretilmesi
Araştırma, yakın gelecekte giderek önem kazanacak çalışma alanlarından iç iletişimin öncelikli
konularını da ortaya çıkarıyor. Katılımcıların
üçte ikisi, kriz sonrası yeniden yapılanma ve
değişim yönetimi sürecinde iç iletişimin yönlendirici ve belirleyici olduğunu dile getiriyor.
İletişim profesyonellerinin yüzde 74 gibi önemli
bir çoğunluğu, yöneticilerin birer iletişimci
gibi düşünme ve davranma doğrultusunda yönlendirilmeleri gereğini, en anlamlı çabalardan
biri olarak değerlendiriyor.
(Araştırma raporunun tümü için:
www.communicationmonitor.eu)
Kaynak:
Zerfass, A., Moreno, A., Tench, R., Vercic, D., & Verhoeven, P. (2009): European Communication Monitor 2009.
Trends in Communication Management and Public Relations
– Results of a Survey in 34 Countries. Brussels: EACD,
EUPRERA; ISBN: 978-3-9811316-2-8
İç iletişim için online grupların kullanılması
Yorumlarla gerçeklerin
birbirinden ayrılması
0
10
20
%65
%53,8
%39,4
Metin yerine video kullanımı
Bilgi kanallarının
sadeleştirilmesi
%74,3
%37,1
%28,2
30
40
50
60
70
80
www.communicationmonitor.eu / Zerfass et al. 2009
34 ülkeden 1863 PR uzmanına soruldu: İç iletişim uygulamalarını göz önüne aldığınızda, önümüzdeki üç yıl içerisinde hangi
konuların önem kazanacağını düşünüyorsunuz? (1=önemsiz; 5=çok önemli), değerlendirme skalası 1-2.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
13
İLETİŞİMSEKTÖRÜ
İletişim yönetiminin
dostları
Diplomasi de, iletişim yönetimi ve halkla ilişkiler de
güvene dayalı olarak çalışan disiplinlerdir. İletişim
uzmanları da iş ortaklarının itibarlarını korurken
diplomasinin en önemli unsuru olan müzakere
yönetimi stratejilerini kullanmaktadırlar. Sadece
bu iki nedene bile bakarak diplomasinin ve iletişim
yönetiminin gelişimlerinde kesin benzerlikler olduğu
söylenebilmektedir ve iki disiplinin ortak kullanım alanları
kolaylıkla saptanabilir.
— DR. ZEHRA GÜNGÖR
Stage İletişim
Danışmanlığı Başkanı
D
iplomasiyle ilgili tarih
boyunca kullanılan birçok
unsurun iletişimde de
kullanıldığı görülmektedir.
Her iki disiplinin de özü aynı noktada
buluşmaktadır. Retorik, ikna, uzlaşma,
savunma, müzakere, propaganda gibi
iletişim türlerinin her iki disiplini de
yakından beslediğine tanık olunmaktadır.
Retorik, konuşma, savunma temsile
yönelik, müzakere ve uzlaştırma
da diyaloga yönelik unsurlardır.
Diplomasinin öğüt verme unsuru iletişim
yönetiminde danışmanlık olarak ortaya
14 MediaCat Özel Eki
MART 2010
çıkmaktadır. Bilgi toplama unsuru ise her
iki disiplinin çalışmalarına başlarken ilk
hareket edeceği noktalardan biri olarak
görülmektedir.
Temsile dayalı fonksiyonlar bireysel
çıkarları kabul ederek promosyon ve ikna
stratejilerini önermektedirler. Bunlar aynı
zamanda planlamanın ve uygulamanın
da sürdürülmesi anlamına gelmektedir.
Müzakere, uzlaştırma ve danışmanlık gibi
diyaloga dayalı unsurlar tarafsız ve nesnel
olmak zorunluluğu taşımaktadır. Bu
unsurları son yıllarda iletişim yönetimi,
halkla ilişkiler de mesleki olarak sıkça
kullanmaktadır.
İLETİŞİM YÖNETİMİNDE
DANIŞMANLIK ROLÜ
İletişim yönetiminin, danışmanlık rolünü
de üstlendiği görülmektedir. Diplomatik
çevrelerde danışmanın görevi, deneyimli
elçilik hizmetidir. İletişim yönetimi
uzmanlarının da, diplomatların da, hem
yorumlayan ve sunum yapan rolleri,
hem de sorunlar hakkında iletişim
yönetimini ciddi bir şekilde kullanma
özellikleri bulunmaktadır. Diplomatlar
ve iletişimciler, yaptıklarını medya
aracılığıyla iletmekte ve gündemdeki
sorunlar üzerine uygun zemin sağlama
konusunda medya eğitimli olmak
zorundadırlar. Öte yandan iletişim
alanında diplomatların politik rolü de
kabul edilmektedir.
İletişimciler ve diplomatlar arasında
statü ve saygıdeğerlik anlamında esaslı
niteliksel farklılıklar bulunduğu iddia
edilse de zaman içinde aradaki bu
makasın hızla kapanacağı kesindir.
Çünkü diplomatların ve iletişimcilerin
çalışmalarında hem kişisel, hem de
işlevsel olarak gözle görülür benzerlikler
bulunmaktadır.
Diplomatlar ve iletişim uzmanları için
politik rol, daha çok kamuoyu yönetimine
bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.
Geleneksel diplomatlar da kamuoyunun
gücünü kabul etmektedirler. Ayrıca
siyasal iletişim teknikleri de diplomatik
rol için önemli konuların başında
gelmektedir.
Örgütlerin, kurumların ihtiyacı olan
dış ilişkileri, sorun yönetimini, hatta
kriz yönetimini ve lobiciliği iletişim
yönetiminin bir işlevi olarak yürüttükleri
görülmektedir. Bu alanlarda iletişim
danışmanlığı hizmeti veren iletişim
uzmanlarının ise çoğunlukla yönetime
yakın yetki ve üst düzeyde temsil
hakları bulunduğu bilinmektedir. Aynı
şekilde devletlerin de müzakerelerini
sürdürürken, barışı masada korumak için
proaktif bir yaklaşımla sorun yönetimi
kurallarına ya da olası krizlerde reaktif
iletişim yaklaşımıyla kriz yönetimini
uygulamaları için güvenilir, yetkili
usta diplomatlara ya da liderlere
ihtiyaçları bulunduğunu söylemek yanlış
olmamaktadır.
ÜLKELERDEN GÜÇLÜ ÖRGÜTLER
PR hizmetine gereksinim duyan
birçok çokuluslu örgütün yapısı da bir
ülkeye benzetilebilir. Kaldı ki dünyada
ekonomik açıdan gelişmekte olan birçok
ülkenin ekonomik yapısından daha güçlü
olan çokuluslu örgütlerin bulunduğu
aşikârdır. Diplomasinin esas amacının
barışı korumak olduğu söylendiği
kadar, iletişim yönetiminin de proaktif
yaklaşımlarla sorun yönetimi kurarak
örgütlerin menfaatine hizmet vermesi
savunulabilmektedir.
Teknolojinin uluslararası boyutta
iletişimi kolaylaştırması sonucu dünyanın
global bir köye dönüşmesiyle birlikte
diplomasinin ve iletişim yönetiminin etki
ve etkinlik alanları hem genişlemekte,
hem de örtüşen birçok ortak unsurlarının
olduğu görülmektedir. Dahası, kamusal
alan daha da önem kazanmaktadır.
SİYASİ İLETİŞİM
VE LOBİ ÇALIŞMALARI
Hükümet dışı baskı gruplarının, sivil
toplum örgütlerinin diplomasi araç
ve yöntemleriyle diğer ulus devletlere
yönelik yaptıkları lobi çalışmaları,
klasik diplomasinin ötesinde bir iletişim
taktiği değil de nedir? Kamuoyunu
etkileme yolunda yapılan bu çalışmalar
siyasi iletişimin de bir parçası olarak
görülmektedir.
İkna, propaganda ve medya
desteğiyle oluşturulan bu diplomasi
atağını ekonomi, eğitim, kültür ve
dış ilişkilerdeki önemli adımlar da
beslemektedir. Her iki “sanat” da geniş
kitleler ve siyasi unsurlarla ilgileneceği
için, etik konusu hem diplomasiyi hem
de iletişimi yakından ilgilendirmektedir.
Diplomasi de iletişim yönetimi de siyasi
manipülasyona izin vermemelidir. Ancak
her ikisinin de ikna edici yanının çok
güçlü olması gerektiği bilinmektedir.
Kitlelerin görüşlerini örgütsel amaçlar
doğrultusunda değiştirmek için kullanılan
ikna, siyasi iletişimin de en önemli
araçlarından biridir.
MÜZAKERE VE ARABULUCULUK
Uzmanlar iki yönlü iletişim yönetiminde
müzakere ve arabuluculuğun önemine
dikkat çekerken, görüşme ve uzlaşmanın
DÜNYANIN GLOBAL BİR KÖYE DÖNÜŞMESİYLE
BİRLİKTE DİPLOMASİNİN VE İLETİŞİM YÖNETİMİNİN
ETKİ VE ETKİNLİK ALANLARI HEM GENİŞLEMEKTE, HEM
DE ÖRTÜŞEN BİRÇOK ORTAK UNSURLARININ OLDUĞU
GÖRÜLMEKTEDİR. DAHASI, KAMUSAL ALAN DAHA DA
ÖNEM KAZANMAKTADIR
da bu alandaki rolünün büyük olduğuna
değinmektedirler.
IPRA’nın eski başkanlarından
Carroll Bateman’ın, “PR profesyonelleri,
dünya toplumunun uzlaştırıcıları ve
iletişimi kolaylaştırıcı dünya barışını
kurmaya yardımcı kişilerdir” şeklindeki
görüşlerinin altında PR ve diplomasinin
ortak noktaları bulunduğu gerçeği
yatmaktadır.
Her iki bilimin akademik
uygulamalarına da bakılacak olunursa,
dünyada uluslararası ilişkilerde ilk
kürsünün 1920’lerde, halkla ilişkilerle
ilgili kürsünün de 1930’lu yıllarda
kurulduğunu görülmektedir. Her iki
bilimin ortak karakterlere sahip olduğunu
söylerken, birçok üniversitede de halkla
ilişkilerin (iletişim yönetimi) uluslararası
ilişkilerden doğmuş olduğu gerçeğine de
dayanılmaktadır.
Bugün uzmanlar uluslararası
ilişkilerin kendi başına bir konu
olmadığını, bilgi birliğinden yoksun ve
diğer disiplinlere dayalı olduğunu ileri
sürmektedirler. İletişim ve PR’ın da aynı
özellikleri gösterdiğini söyleyebiliriz.
Hukuk, sosyoloji, tarih, ekonomi,
dilbilim, ahlak, felsefe, psikoloji hem
uluslararası ilişkileri hem de PR’ı
besleyen temel öğretiler olarak karşımıza
çıkmaktadırlar.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
15
LOBİCİLİK
T
Kamuda karar alma
süreçlerine katılım
“Lobi” sözcüğüne ülkemizde, dünyadakinden farklı şekilde, olumsuz bir anlam
yüklenmektedir. Ancak hemen vurgulamak gerekir ki, uluslararası gelişmelerin de
beraberinde getirdiği yaklaşım modelleri, birçok zeminde, karar mekanizmalarına
tarafların tezlerini anlatabilmeleri için olumlu ortamı yaratmayı teşvik etmektedir.
Uygulamalardan başarılı sonuç alabilmek, sürecin aşamalarını ve gelişme ortamını
kavramakla mümkündür. Bu da profesyonel bir çalışmayı gerektirmektedir.
— VECDİ SEVİĞ
Anses İletişim Ortağı
16 MediaCat Özel Eki
MART 2010
üm dünyada uzun yıllar,
devlet ve buna bağlı resmi
kuruluşlar tarafından alınan
kararlardan etkilenenler,
karar süreçlerine dahil olma çabası
içinde olmuşlardır. Ülkelerin siyasal
tercihlerine göre oluşturulan yönetim
mekanizmalarının aldığı kararlardan
etkilenenler, etkilenecek olanlar,
alınacak kararların kendilerine olumsuz
yansımaması için değişik arayışları her
zaman sergilemişlerdir. Günümüzde,
uluslararası örgütlerin düzenlemelerinin,
ulus devletlerin kararları aşan niteliği
konuya yeni boyut kazandırmıştır.
Kamu karar süreçleri olarak
adlandırabileceğimiz ve geniş anlamda
uluslararası örgütlerin kararlarına
da dahil olma çalışmalarını içeren
girişimler, alınacak kararların sağlıklı
uygulanabilmesine giden yolun
temel taşlarındandır. Karar alma
yöntemlerinin tartışmaya, katılıma
açık süreçler içermesi demokrasinin
de unsurlarından biridir. Çağdaş
yönetim biçimlerinde, toplumun
değişik kesimlerini ilgilendiren kararlar
artık, kapalı bir süreç değil, tartışma
platformunun ürünü haline gelmiştir.
Bu platformda, karardan kendi
çıkarlarının etkileneceğini düşünen
herkesin söz hakkına sahip olması
kabul edilmiştir. Böylece kararlar,
çok aktörün içinde olduğu çalışmanın
ürününe dönüşebilmektedir. Bu ürünün
ortaya çıkmasında çok sayıda oyuncu,
çok sayıda yaklaşım sergilerken, çok
sayıda ve çoğu zaman karşıt çıkarlar
çarpışmaktadır. Bunun sonunda belli
uzlaşmaya gidilmesi özlenen çözümdür
ve “ortalama” bir karar oluşturulabilir.
Kuşkusuz, böyle bir katılımcılığın
gerçekleşmesi, kararın süreç olarak
değerlendirilmesine bağlıdır. Bu her
zaman mümkün olmayabilir.
Sürecin oluşturulması, konunun
taraflarının bir araya getirilmesi
çoğunlukla işin uzmanlarının dahil
olacağı çalışmaları gerektirir. Kamu
karar süreçlerini, platform oluşturularak
karar taslaklarını tartışmaya açtırmak
için önceden programlanmış, ikna
çabalarını belli planlarla uygulamaya
koyabilecek yapılanmaları da gerekli
kılar.
Amerika Birleşik Devletlerinde,
1800’lerin başlarında kararları
etkileme çabalarının devlet düzeninin
bozulmasına yol açma olasılığı görülünce
bazı kuralların getirilmesi arayışları
başlatılmıştır. O tarihlerde “karar
mekanizmalarını etkilemek amacıyla
yapılan özel girişimler” olarak anılan
bu faaliyetlerin, “lobicilik” olarak
anılması da 1839’a rastlar. ABD’de,
kararları etkilemeyi mesleki çalışma
olarak kabul eden ve kayıt sistemi
getiren yasal düzenlemeye 1876 yılında
gidilmiş, 1879’dan itibaren de meslek
olarak “lobici” sözcüğü kullanılmaya
başlanmıştır.
AB VE OECD’NİN YAKLAŞIMI
Karar verme süreçlerini etkileme
mekanizmalarının Avrupa’daki
yansımaları, Avrupa Birliği’nin
yapılanmasına paralel bir gelişme
izlemektedir. Milli devletlerin karar
mekanizmalarından uluslararası
örgütlenmeye geçiş çalışmalarıyla
beraber toplulukta da arayışlar
başlamıştır. İlk yıllarda, birlik
kurumlarının, özellikle Parlamento’nun
yetki ve ilgi alanlarının sınırlı tutulmuş
olması profesyonel ikna yöntemlerinin
uluslararası alanda devreye girmesini de
geciktirmiştir.
Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin
önemli bir bölümünde, karar
mekanizmalarına görüşlerini ileten
baskı grupları ya da bunların
temsilcilerinin uymak zorunda
oldukları kurallar konusunda
ulusal düzeyde özel düzenlemeye
rastlanmamaktadır.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü (OECD), lobicilikte
saydamlık ve dürüstlük kapsamında
kamu beklentilerini karşılamak için
politika seçenekleri ile karar vericileri
desteklemek üzere bir çalışma
başlatmıştır. Halen sürdürülmekte olan
çalışma kapsamında, bir taslak metin
oluşturulmuştur. Bu metin, “açıklık,
saydamlık, dürüstlük için etkili bir
çerçeve oluşturma”, “saydamlığın
artırılması”, “dürüstlük kültürünün
teşvik edilmesi”, “etkili uygulama ve
uyum mekanizmalarının oluşturulması”
ilkelerini içermektedir.
OECD’nin sürdürülen
çalışmalarındaki hedeflerden biri kamu
karar süreçlerindeki bilgilere erişimi
sağlamaktır. Buna paralel olarak
demokrasi geleneğine uygun, işler ve
saydam mekanizmaların oluşturulması
gerekmektedir. Bu noktada da lobicilik,
açık, dürüst ve saydam mekanizmalarla
işlerliğini yürüten politika süreçlerinin
önemli bir parçası sayılmaktadır.
Burada kamu politikalarına yüklenen
açıklık ve saydamlık, lobicilik
faaliyetleri için de geçerlidir. Bu ise
lobiciliğin kamu nezdinde doğru
ifadelerle tanımlanması ile başlayan,
lobicilerin kamu görevlileri, diğer
ÇAĞDAŞ YÖNETİM BİÇİMLERİNDE, TOPLUMUN
DEĞİŞİK KESİMLERİNİ İLGİLENDİREN KARARLAR ARTIK,
KAPALI BİR SÜREÇ DEĞİL, TARTIŞMA PLATFORMUNUN
ÜRÜNÜ HALİNE GELMİŞTİR. BU PLATFORMDA,
KARARDAN KENDİ ÇIKARLARININ ETKİLENECEĞİNİ
DÜŞÜNEN HERKESİN SÖZ HAKKINA SAHİP OLMASI
KABUL EDİLMİŞTİR
lobiciler, müşterileri ve kamuoyu
ile olan ilişkilerinde profesyonel
standartları takip etmeleri sürecini de
kapsamaktadır.
TÜRKİYE’DE DURUM
Ülkemizde de toplumun değişik
kesimlerinin karar süreçlerine
katılımı yönünde son 20 yıldır
önemli adımlar atılmıştır. TBMM İç
Tüzüğü’nün Komisyon çalışmalarını
düzenleyen, 31. maddesinde yer
alan, “Komisyonlar fikirlerini almak
üzere, uzmanlar çağırma yetkisine
sahiptirler” hükmünün uygulaması
önem kazanmıştır. Son yıllarda,
komisyonlarda tartışılan konuların tarafı
olan kamu kurumu niteliğinde meslek
örgütleri, sivil toplum örgütleri, çeşitli
mesleki organizasyonların temsilcilerinin
toplantılara çağrılması uygulamaya
hakim olmuştur. Hazırlık çalışmaları
sürdürülen yeni İç Tüzük’te bu konunun
daha açık düzenlenmesi eğilimi
hakimdir.
Öte yandan, 27 Şubat 2006 tarihinde
yürürlüğe giren, “Mevzuat Hazırlama
Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”
Türkiye’de karar alma mekanizmasının
nasıl bir süreç izlemesi gerektiğini
düzenlemektedir. Zaman zaman, bu
sürecin bazı aşamaları atlanarak mevzuat
düzenlemesine gidilmektedir. Ancak,
Yönetmelik gerçek uygulamanın ne
olduğunu göstermesi açısından önemli
bir belge niteliği taşımaktadır.
Söz konusu yönetmelik, mevzuat
taslakları hakkında “konuyla ilgili
mahallî idareler, üniversiteler,
sendikalar, kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşları ile sivil toplum
kuruluşlarının görüşlerinden de
faydalanılır” hükmünü içermektedir.
Ayrıca, yönetmeliğe göre “kamuoyunu
ilgilendiren taslaklar Başbakanlığa
iletilmeden önce, teklif sahibi bakanlık
tarafından internet, basın veya yayın
aracılığıyla kamuoyunun bilgisine
sunulabilir. Bu suretle taslak hakkında
toplanan görüşler değerlendirildikten
sonra teklifte bulunulur”. Bu hükümlere
amaç doğrultusunda uyum, her zaman
sağlanamamakla birlikte, geçmiş yıllara
göre daha fazla katılımcılığa olanak
sağlamaktadır.
Ülkemizde, “lobi” sözcüğüne
yüklenen anlam, dünyadakinden farklı
bir görünüm sergilemektedir. Genel
olarak “olumsuz” anlam yüklenen
bu kavramın yerine hangi sözcüğün
kullanılacağı konusunda da fikir birliği
yoktur. Ancak, hemen vurgulamak
gerekir ki, uluslararası gelişmelerin
de beraberinde getirdiği yaklaşım
modelleri, birçok zeminde, tarafların
karar mekanizmalarına tezlerini
anlatabilmeleri için olumlu ortamı teşvik
etmektedir. Uygulamalardan başarılı
sonuç alabilmek, sürecin aşamalarını
ve gelişme ortamını kavramakla
mümkündür. Bu da profesyonel bir
çalışmayı gerektirmektedir.
Kamu karar mekanizmalarının
çağdaş yöntemlere uyumunun artması
ile birlikte, kararlardan etkilenenlerin de
daha profesyonel tutum sergilemeleri ve
bu alandaki uzmanlıklara itibar etmeleri
beklenen doğal gelişmedir.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
17
KAPAK
Online dünyada fark yaratın!
Zaman değişiyor. Bilinen iletişim kuralları yıkıladursun,
yepyeni iletişim yöntemleri son hızıyla ortaya çıkıyor.
Dijital PR da bunun son halkası. Burson Marsteller
EMEA Ülkeleri Dijital PR Başkanı Daniel Jörg, 5–6 Şubat
tarihlerinde Zarakol İletişim Hizmetleri’nin konuğu olarak
İstanbul’da bir workshop düzenledi ve dijital PR’ın hassas
konumu, bu disiplindeki etik kavramı ve yeni düzende
geleneksel mecraların durumu hakkındaki sorularımızı
yanıtladı. — ECE SAÇAR
S
on günlerde önem kazanmaya
başlayan bir sorulardan biri
“Sosyal medya çağında halkla
ilişkiler nasıl olmalı?”. Bu
soruya cevap verebilmek için öncelikle
günümüzde dijital iletişimin genel
görünümüne bir göz atmak gerekiyor.
Zaman değişiyor. Bilinen iletişim
kuralları yıkıladursun, yepyeni iletişim
yöntemleri son hızıyla ortaya çıkıyor.
Dijital iletişim ticari bir araç olarak
görülmeye başlıyor.
SOSYAL MEDYANIN ETKİSİ
Sosyal medya yeni iletişim kanallarının
en büyük kullanım mecrası ve geleneksel
medyanın üzerinde de büyük etkisi var.
Brodeur & Marketwire’in 2008 yılında
yaptığı araştırmaya göre, gazetecilerin
yüzde 75’inden fazlası yazılarına ilham
vermesi ve yazdıklarına farklı bakış
açıları kazandırması nedeniyle blogları
okuyor. Yine gazetecilerin yüzde 21’i
blogları düzenli olarak takip ederken,
yüzde 57’si de haftada en az iki üç kere
blog sayfalarını ziyaret ediyor. Sosyal
medya sitelerinin kullanımı her yıl
yüzde 82 oranında artıyor. Dünyada
sosyal medya kullanan insanların yüzde
67’si Facebook’u kullanıyor. Sitenin
18 MediaCat Özel Eki
MART 2010
tekil ziyaretçi sayısı 206,9 milyon. Son
günlerde ise sosyal medyada en etkili araç
Twitter. Twitter, PR aktiviteleri için gün
geçtikçe daha da etkili bir hale geliyor.
İstatistiklere göre, tüketicilerin
yüzde 50’sinden fazlası bir ürün alacağı
zaman, ilk olarak alacakları ürün
hakkında internetten araştırma yapıyorlar.
Online medyada karşılaştıkları kullanıcı
yorumları onlar için önemli bir dayanak
noktası oluşturuyor ve buradan aldıkları
bilgilere göre ürünü alıp almamaya karar
veriyorlar. Bu gibi etkiler de dijital
dünyada PR’ın ne kadar önemli olduğunu
ortaya koyuyor. Çünkü artık tüketiciler
bilinçsiz değil. 7/24 kesintisiz bir
şekilde teknolojiye ve teknolojinin onlara
sunduğu kaynaklara ulaşım imkânları var.
Herkesle fikirlerini paylaşabiliyorlar. Bir
ürün hakkındaki olumlu veya olumsuz
bütün düşüncelerini aktarabiliyorlar. Ve
bu şekilde başka insanları da etkiliyorlar.
Peki, sosyal medya bu kadar
etkiliyken, bu mecrada PR nasıl
yapılmalı? Öncelikle şunu bilmek lazım,
önemli olan bütün platformlarda olmaya
çalışmayıp, ürünle veya olayla ilgili
hedef grupların yer aldığı platformları
belirleyip, o platformlarda yer almak.
Bu da tabii ki iletişim planlarının
projeden projeye tekrar tekrar ele alınıp
değiştirilmesi ve yeniden belirlenmesiyle
mümkün oluyor. Fakat günlük dijital PR
çalışmalarında unutulmaması gereken
bazı kategoriler var. Bunlar; bloglar,
micromedia (Twitter gibi), sosyal ağlar,
video ve fotoğraf paylaşım siteleri,
bookmark ve reyting siteleri. Bu sitelerle
iletişimimizi koparmamalıyız. Fakat bu
kadar çok siteyle nasıl başa çıkacağız? Bu
noktada Daniel Jörg, Burson Marsteller’in
dijital bakış açısından, görev modelinden
ve bu sürecin nasıl işlediğinden
bahsederken, sosyal medyada yer alan bazı
örnekler veriyor. Blendec blenderlarının
“Will it blend?” isimli kampanyası,
Obama’nın Youtube’da vatandaşların
sorularını yanıtlaması, Pepsi’nin
Superbowl reklamları için ayırdığı bütçeyi
sosyal sorumluluk projelerine aktarması
gibi projeler sosyal medyanın etkili bir
şekilde kullanımına en güzel örnekler.
DİJİTAL PR’DA GELECEK
İleride sık sık duyulacak şeylerden biri PR
ajanslarının “Bizim dijital bir ajansımız da
var” demeleri olacak. Markalar ajanslardan
dijital alanda da bir şeyler yapmalarını
beklemeye çoktan başladı bile. Hatta
ajanslar da bu şekilde hizmetler vermeye...
Burada önemli olan “Dijital ajans bütün
müşterilerini çok iyi tanıyor mu, onların
potansiyellerini yeterince biliyor mu?”
ve “Ajans projedeki mesajları tüketiciye
yönelik bir şekilde, tam olarak aktarabilecek
mi?” sorularının yanıtları. Bütün bunlar
ajansınızın uzmanlığına bağlı. Tabii
markalar da sadece işler kötü gittiğinde
değil, dijital projelerinin başından itibaren
PR ajanslarını takip altında tutmalı.
Türk halkı sosyal medyayı seviyor ve çok fazla kullanıyor.
Aşağıdaki tabloya bakınca sosyal medyanın Türk halkı
üzerinde nasıl bir etki yarattığını tahmin edebiliriz.
Türkiye’deki Toplam Tekil Ziyaretçinin Ziyaret Ettiği İlk 12 Site
Türkiye toplamı, 15+, Ev ve İş Yerlerinden Bağlananlar
MEDYA
Toplam İzleyici
Google Siteleri
Microsoft Siteleri
Facebook.com
Doğan Online
Milliyet Grubu
Mynet
Blogcu.com
Hürriyet İnternet Grubu Nokta İnternet Teknolojileri Yahoo Siteleri
AOL LLC
eBay
TOPLAM TEKİL ZİYARETÇİ
19,745
18,361
17,597
16,050
11,148
8,785
8,321
8,239
7,471
7,072
6,448
5,894
5,892
Kaynak: comScore World Metrix - Eylül 2009
YÜZDE
100.0
93.0
89.1
81.3
56.5
44.5
42.1
41.7
37.8
35.8
32.7
29.8
29.8
“Ajanslar geleneksel mecra
kurallarını online’da da kullanmalı”
O
nline alanda yaratıcılıktan
çok etik kuralların ve
sosyal mecrada markaların
yönetimi gibi konular
ve önümüzdeki dönemlerde etkisini
daha da artıracak olan dijital dünyada
halkla ilişkilerin nasıl olması gerektiği
hakkında önemli bilgiler veren Daniel
Jörg’le worksop’u sonrasında bir söyleşi
gerçekleştirdik.
Blogger’lar ve gazeteciler, her ikisi de
insanlar üzerinde yazdıklarıyla etkili
oluyor. Günümüzde biri diğerinden
daha etkili hale geldi mi?
Blogger ilişkileriyle geleneksel medya
ilişkilerinin birbirinin yerini tuttuğunu
düşünmüyorum. Burada önemli olan
doğru projeleri doğru mecralarda
konumlamak. Mesela Sony Ericsson gibi
yaşam tarzı odaklı markalardansanız,
hem blog yazan hem de blog okuyan
insanlara yönelik, ağızdan ağza pazarlama
etkisi yaratacak olayları bu kişilerin
deneyimlemesini sağlamalı, aynı zamanda
da geleneksel medyayı kullanmalısınız.
Planlarınızı buna yönelik yapmalısınız.
Sadece blogger’lara veya gazetecilere
ulaşarak değil, doğru planlar yaparak
her ikisini de etkin şekilde kullanmayı
başarmak gerekir. Birini kullanmak
hiçbir etki yapmaz. Offline veya online
medyada yer alacak markanın ürününün
konumlandırılması bu açıdan çok önemli.
Ne tarz ürün sattığınız da bu konuda çok
önemli. Mesela enerji üreten firmaları
göz önüne alırsak, insanlar genelde enerji
kullanımıyla online olarak ilgilenmezler,
sadece enerjiyi kullanmaya bakarlar veya
nükleer firmalarla ilgilenmezler. Sadece
küçük bir grubun ilgi alanına girebilir.
Bu da işe yaramaz. O yüzden projenin
niteliğiyle mecranın uyuşması, hedef
grubun doğru belirlenmesi gerekir.
Etki yaratmak bütün platformları
kullanmak demek değildir, önemli olan
doğru platformu bulup oradan insanlara
ulaşmaya çalışmaktır. Bunu sağlamak için
de hedef kitlenizin nerede olduğunu bilip,
oradan başlamanız gerekiyor.
gerekiyor. Tabii bu kurallar her pazarda
farklılık gösterebilir. Bu yüzden kendi
pazarını iyi tanımak ve diğer ülkelerdeki
gelişmeleri takip etmek gerekiyor.
Dijital PR ajansları bu hedef
grupları nasıl belirlemeli
ve nasıl bir yol izlemeli?
İnternet üzerinden bu gibi araştırmalar
çok kolay bir şekilde yapılabilir.
Kullanım detaylarını inceleyebilir,
bu tarz bilgilere çok rahat bir şekilde
ulaşabilir. Mesela Facebook’un
kullanımını ülke ülke görebilirsiniz.
Hedef kitlenizi belirlemekle ilgili diğer
birçok araştırmayı online bulabilirsiniz.
Bu tarz araştırmaları internet mecrasında
yapmak geleneksel medyada olduğu
kadar zor olmuyor çünkü online servisler
kullanıcılarının bilgilerini tutuyor ve
bu tarz bilgileri size sağlayabiliyorlar.
Servislerle iletişime geçmek bilgilere
ulaşmak için yeterli ve bunu yapmak
gerçekten çok kolay.
Dijital PR yepyeni bir alan ve insanlar
bu konu hakkında fazla bilgi sahibi
değiller. Markalar da bu bilinçsizlik
sonucu online’da yara alabiliyorlar.
Bunu engelleyebilmek için neler
yapmak gerekiyor?
Sosyal medyadan önce de insanlar dışarıda
arkadaşlarıyla ürünler ve markalar
hakkında konuşuyorlardı. Kötü yorumlar
yapıp, kötü tecrübelerini paylaşıyorlardı.
Bu her zaman oluyordu. Sosyal medyada
da insanlar bunu yapıyorlar ve bu kez
markaların buna müdahale etme gücü
var. Tabii ki her yorumu ciddiye almak
Dijital PR’ın etik kuralları neler?
Bütün geleneksel mecralar reklamcılar
için bazı kurallar içerir. Dijital alanda,
özellikle sosyal medyada henüz bu tarz
kurallar oluşmadı. Fakat dürüst ve şeffaf
olmak gibi genel kurallar dijital medyada
da aynı, sonuçta burası da reklam yapmak
için yeni bir mecra. Bence PR ajansları için
de geleneksel mecralarda ne yapılıyorsa,
hangi kurallar geçerliyse, onlar online
alanda da kullanılmalı. Sosyal medya
PR’ının başlangıcında bazı kötü olaylarla
karşılaşıldı. Mesela Amerika’da bazı
markalar blogger’lara kendileri hakkında
yazmaları için para ödediler ve bunlar
daha sonra ortaya çıktığında geri dönüşler
tamamen olumsuz oldu. Ya da uydurma
hesaplar açarak kendilerini övmeye
çalıştılar. Bu tarz yaklaşımlar yanlış.
Geleneksel etik kuralları unutmadan
sosyal medyada da bunlarla devam etmek
gerekmiyor. Her tekil kullanıcının yaptığı
yorum bir kriz yaratacak diye bir durum
yok. Çünkü çok fazla sayıda dürüst
olmayan insan ve sahte hesap var. Bu tarz
yorumlar yapan insanları takip ederken
geçmişlerine de bakmak lazım. Her şeyi
kontrol ettikten sonra profillerinin ve
söylediklerinin ciddiyetini anlayabiliriz.
Bütün kötü eleştirileri değil, ilgili olanları
göz önünde bulundurup ona göre önlem
almak gerekir. Zaten geleneksel mecrada
da bu şekilde davranılıyor. Online alanda
da dürüstlük ve şeffaflık ilkesinden taviz
vermemek, marka algısını doğru bir
şekilde yaratmak lazım. Dijital ajanslar
PR’ın içine entegre edilirken, iletişim
stratejileri çok iyi bir şekilde planlanmalı
ve doğru mesajı doğru yerde vermeye özen
göstermelidir.
DANIEL JÖRG
Burson Marsteller EMEA Ülkeleri
Dijital PR Başkanı
MART 2010 MediaCat Özel Eki
19
KAPAK
Yeni medya ve kriz yönetimi
Gitar değil
paradigma kırılması
Sosyal medyada yayılan iletişim krizlerinde, eğer yarattığı
etki yeterince büyükse, olayın gerçek mi yoksa hayal
mahsulü mü olduğu sorgulanmıyor.
— ERCÜMENT ŞENER
Ünite İletişim Yönetim Kurulu Üyesi & Yaratıcı Yönetmen
Y
eni Medya ve Kriz
Yönetimi” ile ilgili bir
makale kaleme almak için
araştırma yaparken, nereden
başlayacağıma dair ilhamı, kelimenin
tam anlamıyla “gökte ararken yerde
buldum”. Sözü fazla dolandırmaya
gerek yok. İletişim sektörünün
profesyonelleri henüz tazeliğini koruyan
olayı hatırlayacaktır: Kanadalı Dave
Carroll adlı bir müzisyen 2008’de
Amerika’da ünlü bir havayolu şirketinin
uçağına biner; valizler uçağa yüklenirken
bagaj olarak verdiği 3.500 dolarlık
gitarının, havayolunun yer hizmetleri
çalışanları tarafından savrulduğunu ve
kırıldığını görür… Uçuştan hemen
sonra şikayetini hemen bildirmez, ancak
bir hafta sonra şikayet formu doldurur
ve zararının tazmini için mücadelesine
başlar. Yaklaşık bir yıl süren, ancak
bir yere varmayan bu mücadele
sonucunda, bireysel protestosunu bir
şarkı aracılığıyla göstermeye karar verir.
Şarkıya klip çeker ve Youtube’a koyar.
Video, iki gün içinde 50 bin; 12 gün
içindeyse 2,3 milyon kez izlenir. Havayolu
şirketi, olayın patlak vermesinin ikinci
gününde müzisyen ile irtibata geçer ve
zararını tazmin etmeyi önerir. Ancak
iş işten geçmiştir. Müzisyen, şirketin
parasını istemediğini, yine de teklif edilen
20 MediaCat Özel Eki
MART 2010
paranın bir hayır kurumuna aktarılmasını
kabul edebileceğini belirten yeni bir
videoyu Youtube’a koyar. Şirket, bağışı
yapar ve bir kamuoyu açıklamasıyla
olaydan çıkaracağı öğrenileri müşteri
deneyimi süreçlerini iyileştirmek için
kullanacağını duyurur.
Ve olay kapanır… mı? Ne yazık
ki hayır… Bir yıllık mücadelesinin
intikamını tam alamadığı duygusuyla,
şarkının yarattığı devasa viral etkiden de
cesaret alan müzisyen, ilk klibin ortaya
çıktığı 2009’un Temmuz’unu takip eden
birkaç ay içinde ikinci protesto şarkısının
da klibini Youtube’a yükler. İki klip
bugüne gelindiğinde 7,5 milyondan fazla
kez izlenmiştir.
Olayın patlak vermesinin üzerinden
yaklaşık sekiz ay geçmesine rağmen
havayolu şirketi için kabus devam
ediyor. Müzisyen, havayoluna karşı
yürüttüğü bireysel kampanyasına 2
Mart’ta üçüncü şarkısını yayınlayarak
devam edecek (www.davecarrollmusic.
com). Bu arada, müzisyenin olayı
anlatmak üzere konferanslara, hatta
tüketici hakları konusundaki kanun
çalışmaları kapsamında Kongre’ye bile
davet edilmesi cabası. Şimdiden birçok
tez çalışmasına konu edilmiş olan olay,
Harvard Business School tarafından
sosyal medya ve kriz yönetimi hakkında
bir vaka incelemesi olarak bu yıl içinde
kitaplaştırılarak basılacak.
Olayın kahramanı ise kendi web
sitesinde artık şu sözlerle tanımlanıyor:
“O; bireyin gücünü ortaya sererek, sosyal
medya çağında anında bir fenomen ve
müşteri deneyiminin iyileştirilmesi
için yapılması gerekenlerin global bir
savunucusu oldu.”
Bütün olan biten analiz edildiğinde,
kırılanın salt bir gitar olmadığı, olayın
kriz iletişimi yönetimine ait paradigmanın
kırıldığının somut bir kanıtını teşkil
ettiği sonucuna varılabilir. Gelin konunun
biraz daha derinine inelim…
SOSYAL MEDYADA
İLETİŞİM KRİZLERİ
Sosyal medyada yayılan iletişim
krizlerinde, eğer yarattığı etki yeterince
büyükse, olayın gerçek mi, yoksa hayal
mahsulü mü olduğu sorgulanmıyor.
Dikkat edilirse bu olayda da yaşandığına
inanılanlar tamamen müşterinin (hem
de olaydan bir hafta sonraki) beyanına
dayanmış durumda. Yani, hizmet/
ürünü sağlayan şirket olarak haklı
bile olabilirsiniz, ancak bunun önemi
neredeyse yok.
Kurum olarak, her ne kadar
samimiyetle hatanızı telafi etmek
isteseniz, hatta kötü deneyim yaşayan
müşterinizi ikna etmeyi başarsanız da,
krizin izleri (hukuki süreçten zaferle
çıksanız bile) hiçbir zaman silinemiyor.
Bugün sadece Youtube’da olayla ilgili
661 adet videoya rastlamak mümkün.
Google’da videonun ismiyle yaptığınız
bir arama ise, krizin internette 11
milyonun üzerinde ilgiyi sayfaya
bulaştığına işaret ediyor.
Kriz sosyal medya aracılığıyla sanal
ortamda yayılsa da yaptığı tahribat
son derece gerçek olacaktır. The Times
Online’da olaya ilişkin “İntikam Soğuk
Yenen Bir Yiyecektir” başlığıyla
yayımlanan bir yazar yorumunda, krizin
patlak vermesinden sonraki 4 gün içinde
şirketin hisse senedi değerindeki yüzde
10 düşüşün, 180 milyon dolarlık bir
zarara yol açtığına işaret ediyor. Buna,
şirketle uçmaktan vazgeçenlerin şirketin
gelirlerine yaptığı olumsuz etki dahil
değil.
Paradigma, herhangi bir alanda
yerleşik yazılı ve yazılı olmayan tüm
kurallar ve uygulamaların bütününü
tanımlıyorsa, sosyal medya çağında kriz
iletişimi yönetiminin nasıl bir paradigma
değişimine tabi olacağı da önem
kazanıyor.
Bunun için kriz iletişiminde bazı
noktalarda konvansiyonel yöntemlere
ilişkin bildiklerimizi unutup, bazı
yeni davranış modelleri geliştirmemiz
gerekiyor. Bunlardan en önemlilerini ise
şöyle sıralamak mümkün:
• Kulak kesilin: Eğer Google Alerts ya
da Twilert gibi internette markanızın
ismi her geçtiğinde e-posta kutunuza
bunu getiren bir sayısal izleme
servisine üye hâlâ üye değilseniz,
hemen olun. Krizde erken teşhisin
en etkin yolunun erken istihbarat
almaktan geçtiğini, sosyal medya
çağında ise erken istihbaratın artık
dakikalar, hatta bazen saniyeler
mertebelerine indiğini, olayı sadece
bu süreler için avucunuzun içinde
tutabileceğinizi unutmayın.
• Muhatap/aksiyon almak için fazla
düşünmeyin/oyalanmayın: Kriz
anında en önemlisi, sorunu doğru
algılayıp, dürüst ve samimi tonda
sorunla ilgilendiğinizi bildirmek.
Ancak artık daha da önemlisi sosyal
medya ortamında bunu saniyeler
içinde başarabilmek. Markanız
hakkındaki olumsuz bir deneyimin
saniyeler içinde yüzlerce, binlerce
mevcut ve potansiyel tüketicinize
ulaşabileceğinden hareketle, negatif
paylaşımların önüne geçebilmek için
olayın kahramanı ile derhal iletişime
geçin; hem marka olarak sosyal
medyadaki varlığınız ve bilgi alma
gücünüzle şaşırtın, hem de durumu
önemsediğinizi hissettirin.
• Markanızın sosyal medyadaki
varlığını yapılandırın: Markaların
birçoğu için, sosyal medyada
kendilerine karşı negatif yorumları
nasıl kontrol edeceğini kestirememesi
en büyük handikap. Ancak bundan o
kadar da çok korkmayın. Göreceksiniz,
sosyal medyada hedef kitlelerinizi
onlarla aynı dili konuştuğunuza, bire
bir iletişim kurmaya açık olduğunuza
ikna ettiğiniz sürece, insanlar
markanızla ilgili kötü yorumlardan
çok, iyi deneyimlerini paylaşmayı
seçeceklerdir.
• Krizin hayaletiyle yaşamayı
öğrenin: Sanal medyada, sosyal
ağlarda krizin etkileri ve izlerinin
azalabileceği, ancak hiçbir zaman yok
olmayacağı gerçeğinden hareketle,
sürekli olarak takipte ve tetikte olun.
Aynı kriz vakasının ortadan silindiği
sanılıp, dönemsel olarak hortladığı
gerçeği tecrübeyle sabittir.
Bir paradigma değişimi yaşanıyorsa
geçiş sancılı olacaktır. Kabul edilmiş
kurallar yerini kalıpları kıran algılama,
yorumlama ve bilme süreçlerine
bırakırken, kaçınılmaz olarak acı
derslerden öğreneceğiz. Kriz yönetimi
iletişimi, tek bir doğruya bağlı
olmayan, tecrübeler ve bilgilerle
olduğu kadar altıncı hislerle, bir diğer
deyişle EQ (emotional intelligence/
duygusal zeka) ile de yoğrulan bir
kavramdır. Bu kavramı yeni medyada
nasıl şekillendirebileceğimizin
yolunu bulmak için sosyal medyada
biraz sosyalleşmenin ve sosyal medya
tüketicileriyle empati yapmanın
hiçbir markaya ya da kuruma zararı
dokunmaz.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
21
KAPAK
Halkla ilişkiler
sosyal medya ile
karşılaşırken…
Tüm PR konferanslarında sosyal medya merkezi bir
konum alıyor artık. BBC gibi bir yayın organı bile sosyal
medya şablonları üzerine yeniden yapılanıyorsa halkla
ilişkiler profesyonellerinin de bundan uzak durması
düşünülemez.
H
er yeni medyanın çıkışında
olduğu gibi internetin, daha
sonra da internet içinden
yükselen web 2.0’ın çıkışı da
ütopik heyecanlar yarattı ve bu heyecanların
sektörel yansımaları ilgili çevrelere ütopik
hayaller kurdurdu ya da o çevreleri korkuttu.
Örneğin, sosyal medya ve gazetecilik ilişkisi üzerine yapılan tartışmaların çoğunda
gazetecilik adına bir korku hâkim. Halkla
ilişkiler, sektör ve akademik disiplin olarak biraz geriden geldi ama görebildiğim
kadarıyla arayı kapatmak için büyük bir
uğraş veriyor.
Yazımın devamında ütopik hayaller ya
da felaket korkuları uçlarına çekilmeden sosyal medyanın halkla ilişkilerle karşılaşması
üzerine çok kısa bir beyin fırtınası yapmak
istiyorum. Bunu yaparken de ütopik bir duruşa
kaymadan sosyal medyanın potansiyellerini
vurgulamak isterim. Bu potansiyeller üzerinde dünyada ve Türkiye’de halkla ilişkiler
uzmanları ve akademisyenleri arasında çeşitli
derecelerde tartışmalar ve uygulamalar çoktan
başlamış durumda. Hemen hemen tüm PR
konferanslarında sosyal medya merkezi bir
konum alıyor artık. Benim de katıldığım
EUPRERA toplantıları neredeyse tamamen
sosyal medya üzerine kurgulanıyor örneğin.
22 MediaCat Özel Eki
MART 2010
— DR. ERKAN SAKA
İstanbul Bilgi Üniversitesi
Halkla İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
BBC gibi bir yayın organı bile sosyal medya şablonları üzerine yeniden yapılanıyorsa,
halkla ilişkiler profesyonellerinin de bundan
uzak durması düşünülemez.
SOSYAL MEDYAYLA
İLGİLİ BİRKAÇ ÖZELLİK
Sosyal medya öncelikle bir öğrenme aracıdır.
Hedef kitlenize ya da kişilerinize yönelik size
hazır ve kişiselleştirilmiş bilgi sunar. Ancak
bu bilgiden yararlanmak süreç işidir. Bir
oturuşta bile bir kişi hakkında epey bilgi
edinilebilir ama kişinin Facebook, Twitter,
Frienfeed gibi hesaplarının bir süre takibiyle
daha yetkin bir bilgiye sahip olunacaktır.
Sosyal medya başka hiçbir medyanın sunamadığı bir mahremiyet hissi yaratır. Bazen
daha özel bilgiler de edinilebilir gerçekten
ama her zaman böyle olması gerekmez. Yine
de halkla ilişkiler profesyonelleri ile kullanıcıların sosyal medya kanalı üzerinden
kurulan ilişkilerinde daha yakınlaştırıcı bir
etkilenme olma ihtimali vardır.
Sosyal medya aynı zamanda bir ‘öğretme’
aracı olabilir. Gazeteciler ve diğer hedef kitleleri için kaynak sunucu durumunda olan
halkla ilişkiler profesyonelleri, sosyal medyanın
farklılaşmış formatlarında daha hızlı erişilebilir
bilgi kaynakları yaratabilirler. Bunu da, hızlı
enformasyon tüketimi yaşanan günümüzde
sosyal medyanın iyi bir takipçisi olup, doğan
bilgi ve hizmet ihtiyaçlarını doğru tespit
ederek yapabilirler.
Sosyal medya, öğrenme ve öğretme
sürecinin kamusal bir zeminde devam edebilmesini sağlar. Tabii ki her zaman özel
kanallarla iletişim mümkündür ama örneğin
Twitter’da hesap açmış bir markanın, takipçilerinin sorularına kamusal olarak maruz
kalma ve cevap verme yükümlülüğü vardır.
Her zamankinden çok daha hızlı, kişiselleştirilmiş ve kamusal alanda meydana gelen
etkileşimin idare edilmesi yeni yetenekler
ve hazırlıklar gerektirmektedir.
Sosyal medya, medya okuryazarlığını yaymıştır. Kitap ve gazete okuma oranının özellikle
gençler arasında düştüğü bir zamanda yeni bir
okuma, medyayla yeni bir etkileşim kurma ortamı ortaya çıkmıştır. Eski medyalar üzerinden
düşünüldüğünde bu yeni medya okuryazarlığının faydalı olmayabileceği iddia edilebilir
ama yeni medya yeni bir düşünüş tarzını da
beraberinde getirmektedir. Buna göre varolan
görüşleri de gözden geçirmek gerekir.
SOSYAL MEDYAYA ÖZGÜ BİR STRATEJİ BELİRLEME ZORUNLULUĞU
Tabii sosyal medyayı kullanmak yeni bir
dili ve kurallar bütününü de beraberinde
getiriyor. Twitter’da niyetinizi 140 vuruşla
ifade etmek gibi. Ama sırf niceliksel değil
niteliksel değişiklikler de gerekiyor. Çevrimdışı dünyada kullanılan basın bültenleri
gibi formatlar çoğu zaman işe yaramıyor.
Her sosyal medya aracının farklı özellikleri
var. Sosyal medyaya göre içerikler, çalışma
tempoları ve kullanılan formatlar gözden
geçirilmelidir. Bu yapılmadığı zaman sosyal
medya kullanımları ters tepebilir. Uygun bir
stratejiyle maliyeti görece düşük, oldukça
verimli bir kampanya yapılması mümkünken
hem çok masraflı hem de tamir edilmesi
zaman alacak imaj zararlarına uğratacak bir
kampanyaya girişmek de olasıdır...
GELECEK SOSYAL MEDYANIN
Bu bir temenni değil, bir tespit. Sosyal
medya kullanımları ve buraya akan reklam
harcamaları sürekli artış gösteriyor. Türkiye
de -henüz yaratıcı içerik açısından olmasa
da- kullanımda dünya ortalamasının üstünde bir seyir izliyor. Sosyal medya içerdiği
potansiyellerle heyecan verici ama mesleki
ve gündelik hayatlarımızda otomatik olarak niteliksel bir sıçrama garantisi vermiyor.
Niteliksel sıçramalar ancak geliştirdiğimiz
stratejilerle mümkün olabilecek.
KAPAK
Web 2.0 için
PR etiği
Halkla ilişkilerde etik yeni bir konu değil elbet, hatta
meslek kadar eski... Nitekim mesleğin saygınlığının
artmasının etik kodlara uyumla paralel ilerlediğini
söyleyebiliriz. Ne de olsa ilgili her kitap tanımında geçtiği
gibi “hedef kitlelerle iki taraflı kazanım yaratma” ancak ve
ancak şeffaf ve dürüst bir iletişim modelinden geçiyor.
— UFUK ÖZGÜL
Global Tanıtım
Dijital Medya Planlamacısı
G
üvenilen kaynakla bilgi
alışverişi... İnternetin
olmadığı dönemlerde
kısıtlı iletişim teknolojileri
ile gerçekleştirilen eylem, özellikle web
2.0 teknolojilerinin hayatımıza girmesi
ile hızlandı, kapsamı genişledi ve
kulaktan kulağa yayılımı arttı. Günümüz
koşullarında birçok aktif internet
kullanıcısı, aynı anda hem hedef kitle
hem de rol modeli işlevini görürken,
içerik sağlayıcıları ve halkla ilişkiler
fonksiyonları arasında “etik” bir bağ
kurulmaya çalışılıyor.
Halkla ilişkilerde etik yeni bir
konu değil elbet, hatta meslek kadar
eski... Nitekim mesleğin saygınlığının
artmasının etik kodlara uyumla paralel
ilerlediğini söyleyebiliriz. Ne de olsa
ilgili her kitap tanımında geçtiği gibi
“hedef kitlelerle iki taraflı kazanım
yaratma” ancak ve ancak şeffaf ve dürüst
bir iletişim modelinden geçiyor.
Halkla ilişkiler tarihi bu çerçeveden
uzak olumsuz vakalar barındırsa da
bugün bir meslek sahibi olarak anılmak
isteyen her iletişim profesyoneli bu
etik kodlara uyacağını taahhüt eder,
bu prensipleri kabul eden şirketlerde
çalışmak ister.
SOSYAL MEDYA HAYATIMIZDA
Sosyal medyanın geleneksel medya
kanallarına nispeten özgür yapısı ile
hayatımıza girmesi ile birlikte halkla
ilişkiler fonksiyonu da daha esnek ve
yaratıcı olma şansı yakaladı, hedef
kitlelerle doğrudan iletişim kurma ortamı
doğdu. Bu ortamda markanın/kurumun
pozitif içerik yaratma arayışı tüketicilerin
gerçek düşüncelerini paylaşması ile
şekillendi, oyunun kuralları belirlendi,
yanıltıcı/sahte içerik elendi.
Sosyal medyanın bu kadar
yükselmesinin başlıca sebeplerinden biri
de bu değil miydi? İletişimi gerçekten
kişiler ve gruplar arası boyuta taşıyan,
daha güvenilir olarak anılan bir ortam?
Bu noktada çevrimiçi ya da çevrimdışı
yürütülen iletişim çalışmaları için
bağımsız bir etik kod yaratmak anlamsız
olurdu.
Sosyal medyada PR etiği ders
konularına bile girmeye başlarken, mesleki
dernekler de bir prensip oturtmaya
çalışıyor. CIPR da (Chartered Institute of
Public Relations) bu prensip çerçevesinde
yayınladığı sosyal medya için etik
kodlarında uygulayıcılara yol gösteriyor. Bu
manuel'in bir bölümünde sosyal medyanın
dinamiğini tanımlarken diyor ki:
“İTİBAR SÜREKLİDİR”
Yani bir marka/kurum geleneksel
mecralarda hedef kitle ile buluşurken
hangi algıyı uyandırıyorsa sosyal medya
da onun bir uzantısı olacaktır. Bu sebeple
markaların dolayısıyla onlara bir iletişim
stratejisi çizen PR uzmanlarının da
sosyal medya ortamında sahte kimlikler
ve sahte içerikler ile uzun vadede gerçek
bir iletişim başarısı yakalayamayacakları
görülüyor.
Sosyal medya nedir diye başlayan,
PR uzmanlarına yol çizen, SEO, online
reklamcılık gibi konularla bağlantı
kuran ve uygulama noktasında tüm
bunları etik bir resme oturtan bu kılavuz,
bugün “ben online PR yapıyorum” diyen
herkesin elinde olmalı... Ancak ve ancak
bu şekilde sektör standartları belirlenir,
sosyal medya markaların uzun vadeli
başarı beklediği, hedef kitlelerin de
güven duyduğu bir ortam haline gelir.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
23
KAPAK
Sosyal medya:
Ne kadar ölçülebilir
ve yönetilebilir?
Dünya artık web 2.0’ı değil, web 3.0’ı konuşmaya
başladı… Çok yakında PR 3.0’dan da söz edilmeye
başlanacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Teknolojinin
böylesine baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzde,
iletişimcilerin değişime herkesten daha açık olması
kaçınılmaz.
— AYLİN TAŞKINER
Bersay İletişim
Danışmanlığı Genel Müdürü
S
on yıllarda yurtdışında iletişim sektörünün gündemini belirleyen sosyal
medya, daha geniş kapsamıyla online
iletişim meselesi, yaklaşık bir yıldır
Türkiye’deki iletişim profesyonellerinin de sıkça
tartıştığı bir konu haline geldi. Konvansiyonel
halkla ilişkiler araçlarının giderek birbirine
benzer uygulamalara dönüştüğü sektörümüz
için, sosyal medya platformu yepyeni ve heyecanlı açılımlar sunmaya başladı. Ancak online
iletişimin kuralları ve sunduğu imkanlarla ilgili olarak hem sektörümüzde hem markalar
ve kurumlar nezdinde ciddi kafa karışıklığı
varken, özellikle bu alanın ölçülebilirliği ve
kontrol edilebilirliği yönünde de ciddi kaygılar
olduğu ortada. Konvansiyonel alandan farklı
dinamiklere, farklı kurallara sahip bu yeni
dünyanın keşfinin henüz başlarındayız.
Müşterilerimizin sosyal medya üzerinde
yoğunlaşan online iletişime yönelik ilgi, talep
ve soruları giderek artıyor. Dolayısıyla hem
bu talepler hem de online taraftaki gelişmeler neticesinde ajansların kısa vadede bu alana
yatırım yapması ve yetkin kadrolar ile online
iletişim danışmanlığı hizmeti sunmaya başlaması gerekiyor.
PR Week’in Ocak sonundaki sayısında Chris
Daniels imzasıyla yayınlanan haberde, Kuzey
24 MediaCat Özel Eki
MART 2010
Amerika ve Avrupa’da iletişim ve medya sektörünün geleceği üzerine öngörülerde bulunan
VSS (Veronis Suhler Stevenson) adlı girişim sermayesi şirketinin bir değerlendirmesi yer aldı.
Bu değerlendirmeye göre, Kuzey Amerika ve
Avrupa’da önümüzdeki 3 yılda gerçekleşecek
iletişim harcamalarının tutarı 8 milyar dolar
seviyesine ulaşacak ve bunun 3 milyar doları sosyal
medyanın da etkin rol oynadığı WOM (ağızdan
ağza pazarlama) projelerine aktarılacak.
Aslında bu büyümenin ipuçları son birkaç
senedir görülüyordu. Öyle ki, yine aynı haberde
verilen bilgiye göre, 2008 yılında konvansiyonel PR’a harcanan toplam tutardaki büyüme
-bir önceki yıla göre- yüzde 4 iken, bu rakam
sosyal medyayı da kapsayan WOM tarafında
yüzde 14 olarak gerçekleşti. Yurtdışındaki bu
cesaret verici gelişmeleri ve ülkemizde sayıları
her geçen gün artan, içerik olarak zenginleşen
ve çeşitlenen sosyal platformları göz önüne aldığımızda; online iletişim danışmanlığı konusunda takibi, ölçümlemesi, raporlaması ve proje
uygulamalarıyla içeriği net tanımlanmış bir
paketi, yine bu alanın dinamiklerine hakim,
yetkin kadrolarla sunabiliyor olmanın önemi
daha da artıyor. İşte bu noktada marka ve kurumların algılarını yöneten firmalara büyük
sorumluluklar düşüyor.
Şu anda sosyal medyada hedef kitleye
ulaşmak amacıyla sadece pazarlama odaklı ve
ithal projeler hayata geçirilse de sosyal medya
ve online uygulamaların aslında markanın ana
iletişim stratejisi ile entegre olarak kurgulanması
gerektiği bilincinin yaratılması gerekiyor. Ancak
böylece sosyal medya çözümleriyle uzun vadeli
ve etkili sonuçlar yaratmak mümkün. Diğer
taraftan sosyal medya ve dolayısıyla online iletişimin gelir geçer bir şey olmadığını anlatmak,
iletişimin yeni boyutu olduğunu göstermek, bu
doğrultuda marka ve kurumları yönlendirerek,
bu alana yatırım yapmalarını sağlayarak sektörün
gelişmesine destek olmamız kaçınılmaz.
Özetle; biz iletişimcilerin sosyal medyanın
etkisiyle online iletişimin önlenemez yükselişini
ve kendine has dinamiklerini fark etmesi ve bu
doğrultuda da altyapıları hazırlaması büyük
önem taşıyor.
Hem iletişim ajanslarının hem de kurumların iletişim departmanlarında online alanda
yetkinlik kazanmış isimleri istihdam etmesi
gerekiyor.
Öte yandan sosyal mecralarda markalarla
ilgili konuşulanları anlık takip eden, verileri
ölçümleyen ve arzu edilen periyodlarda raporlayan yazılım sistemlerinin hayata geçirilmesine
destek olunması da hem sektörün gelişmesi hem
de online iletişim stratejilerinin oluşturulması
açısından önem teşkil ediyor.
Elbette internetin sunduğu iletişim fırsatlarının daha iyi kavranması, bu mecrada söz
sahibi fikir önderleriyle ilişkilerin güçlendirilmesi, sosyal medyanın dinamiklerinin, dilinin ve kurallarının içselleştirilmesi yönünde
eğitimler, toplantılar düzenlenmesi gerekiyor.
Ve son olarak kontrol edilemeyen ama şekillendirilebilen bir mecra olan internet medyasında
“iletişimi yönetme”nin ne gibi ölçümlenebilir
parametrelere dayanılabileceği konusunda ciddi
çalışmalar yapılması şart...
Dünya artık web 2.0’ı değil, web 3.0’ı
konuşmaya başladı… Çok yakında –bizler
henüz PR 2.0’ı yeni yeni tanımaya başlamış
olsak da- PR 3.0’dan söz edilmeye başlanacağını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Teknolojinin böylesine baş döndürücü bir hızla
geliştiği günümüzde, işimizin doğası gereği
biz iletişimcilerin değişime herkesten daha açık
olması kaçınılmaz. İnternetin bizlere sunduğu
bu yeni dünyayı, konvansiyonel paradigmalarımızın dışında yepyeni bir anlayışla keşfederek, değerlendirmenin ve gerek insan değeri
gerekse altyapı anlamında bu alana yatırım
yapmanın, orta vadede önemli bir rekabetçi
avantaj sunacağına inanıyorum.
PRVEFİLMLER
İçinden ‘PR’
geçen filmler
PR profesyonellerinin sinema ve dizi filmlerindeki
temsilcilerine baktığımızda hiç beklenmedik bir görüntü
karşımıza çıkıyor. Üstelik de bu temsiller sadece birkaç
örnek ile sınırlı değil, neredeyse tüm filmlerde "PR’cılarla"
ilgili yanlış bir algı hüküm sürüyor.
Dustin Hoffman ve Robert De Niro, Wag The Dog filminin başrollerindeydi.
F
ilm ve dizilerde PR’a ve
“PR’cı”ya bakış dendiğinde
karşıma bu kadar çok kaynak
çıkacağını tahmin etmemiştim.
Bu konuda yapılmış son derece ciddi
üniversite araştırmaları bile varmış.
Mesela Amerikalı Karen S. Miller’ın
“Film ve Romanlarda Halkla İlişkiler
– 1930’dan 1995’e” adlı 26 sayfalık
araştırmasında film ve kitaplardaki PR’cı
karakterler çeşitli ruh hallerine göre
kategorize bile edilmiş.
Türkiye’de Gazi Üniversitesi İletişim
Fakültesi’nden Uzm. Dr. Aydan Özsoy
ise, çeşitli Türk dizilerindeki “PR’cı”
karakterleri ve yaptıkları işi irdelemiştir. İşte
biz de bu değerli çalışmalardan yol çıkarak,
konuyla ilgili kısa bir derleme yaptık.
“PR’CI” TANIMI
Film ve dizilerde yapılan “PR’cı” tanımı,
bu işin uzmanlarını tatmin etmekten çok
uzaktır. Genel olarak iki farklı “PR’cı”
karakteri karşımıza çıkar: Ya sadece
parti düzenleyen kişiler ya da işi gücü
yalan söyleyip insanları kandırmak olan
kişiler… Bu tespiti örnekleyelim mi?
Wag The Dog, bir ülke başkanının
skandalını örtbas etmek için “Başkan’ın
Adamları”nın yalandan bir savaş
yaratmasının eğlenceli hikayesini anlatır.
“Phone Boot”da, telefon kulübesinde
tutsak kalıp telefonu kapatırsa öleceğini
söyleyen bir sapık tarafından taciz
edilen karakter bir “PR’cı”dır. Sapık ona
bugüne kadar söylediği tüm yalanların
ve toplumu yozlaştırmanın cezasını
çektirmek için film boyunca eziyet eder.
1957 yapımı ve başrollerini Burt
Lancaster ve Tony Curtis’in paylaştığı
“Sweet Smell of Success”de “PR’cı”
kahramanımızın patronu “Bizim işimiz
yalancı olmaktır, seni de zaten yalancı
olduğun için işe aldım” der. İngilizlerin
efsanevi dizisi “Absolute Power”da hikaye,
hükümet işlerinin yürütüldüğü bir PR
ajansında geçer. Dizide ajansın sahibi “spin
doctor”ların çeşitli manipülatif çözümlerinin
eğlenceli hikayesini seyrederiz.
Yukarıdaki örneklerin hepsinde meslek
manipülasyon ve yalan üzerinden tarif
edilir. Efsane dizi “Sex and The City”de
ise bambaşka bir “PR’cı” karşımıza çıkar.
Samantha, işi gücü sadece parti düzenlemek
olan bir halkla ilişkiler uzmanıdır.
MTV’nin 2005 yılında yayınlanan “Power
Girls” isimli reality show’unda 4 genç kızın
bir ajansta işe başlayabilmek için verdikleri
mücadele anlatılır. Kızların ağırlıklı görevi
parti düzenlemektir. Reality show yıldızı
Kim Kardashian, yapımcılığını üstleneceği
ve yakın zamanda Amerika’da başlayacak,
ünlülerin PR’ı ile ilgili belgesele “The
Spindustry” adını vermiştir. Bu şovun
ismi de yukarıdaki tespitleri doğrular
niteliktedir.
“PR’cı”yı ve yaptığı işi biraz daha
bizim tarif ettiğimiz anlamda beyaz
— ELİF AYDAR / BG İletişim Genel Müdür & Ortak
perdeye taşıyan “Hancock” filminde ise,
bir süper kahramanın çeşitli sebeplerden
zedelenen imajını bir “PR’cı” düzeltir.
TÜRKİYE’DEKİ DURUM
Türkiye’de halkla ilişkiler daha çok
dizilerde karşımıza çıkar. Ve bu dizilerde
hiç istinasız “PR’cı”lar hep kadındır ve
kafaları hep kötülüğe çalışır.
“Binbir Gece”deki PR ajansı çalışanı,
bir taraftan büyük patronlardan birisiyle
ilişkisini yakın tutmaya çalışırken bir
taraftan da basın kontaklarını yalan
haberler yaptırmak amacıyla kullanır.
“Yemin” dizisinde, holdingin “PR’cı”sı
patronu faka bastırmak için çeşitli planlar
yapan ve uygulayan kötü bir kadındır.
“Yağmur Zamanı” dizisindeki “PR’cı”
kadın, sevdiği erkeği elde etmek için
çeşitli oyunlarla karşımıza çıkar.
Türkiye’den PR’a en eğlenceli
tanım ise Levent Kırca’dan gelir.
Olacak O Kadar’daki “Halkla İlişkiler”
parodisinde halkla ilişkiler merkezi denen
mekanda kadın kılığına girmiş adamlar
müşterilerinin dertlerini dinler.
Bu kadar örneği inceledikten
sonra, görüyoruz ki gerek dünyada
gerekse Türkiye’de film ve dizilerde
bu meslek ve onu icra edenler doğru
yorumlanmamaktadır.
Bu arada, son söz olarak, bir görüş de
der ki gerçek PR profesyonelleri filmlere
konu olsa, bu filmler çok sıkıcı olurdu…
Mesleğimizle ilgili
algıyı değiştirmek yine
bizlere düşüyor.
Evet, PR bir algı yönetimidir ama bunu
kafası sürekli manipülasyona işleyen
“PR’cı” üzerinden anlatmak işin
tanımına haksızlıktır. “PR’cı”lar tabii ki
partiler düzenlerler ama bu bütünsel
bir iletişim stratejisinin sadece bir
ayağıdır.
Türkiye’de özellikle filmlerde ve
dizilerde bir meslekle ilgili yapılan
kötü ve yanlış yorumlar sonrasında
mesleki örgütler “ayaklanır”. Tabii
ki meslek örgütleri temsil ettikleri
grupların çıkarlarını koruyacaktır.
Ancak bu, sadece anlık tepkiler
vermekle değil sürekli ve istikrarlı bir
iletişim çabası ile sağlanabilir. İşte bu
da gerçek tanımıyla bizim işimizdir! Bu
durumda kendimize bazı ev ödevleri
çıkarabiliriz. İletişimciler olarak
kendimizi, yaptığımız işi ve donanımızı
daha sistemli ve yoğun bir şekilde
anlatabiliriz.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
25
İLETİŞİMVEGELECEK
A
slında yalnızca bir yılda
verilen mezun sayısı ile
neredeyse tüm dünyanın
iletişim sektörünün
istihdam ihtiyacını karşılamak mümkün.
Buna rağmen halen İletişim Fakültesi
açmak için sırada bekleyen vakıf
ve devlet üniversiteleri bulunuyor.
Görünürde, son yılların en popüler
meslek alanlarından biri olan İletişim,
gençlerin yükseköğrenim tercihlerinde
de gelip başköşeye oturmuş durumda
ancak iletişim fakültelerinin çok büyük
bir çoğunluğunun yeterli teknolojik
donanıma ve akademik kadroya sahip
bulunmadığı da bir gerçek. Üstelik
İstanbul, Ankara, Eskişehir ve İzmir
dışındaki iletişim fakülteleri akademik
kadro eksikliklerinden de öte, iletişim
sektörünün profesyonellerinden destek
alma, onların bilgi ve deneyimlerinden
yararlanabilme şansına da sahip değiller.
TEST KÜLTÜRÜ KUŞAĞI
İletişim fakülteleri ne öğretiyor?
Gerçek hayat ne istiyor?
Bugün Türkiye’de 16’sı vakıf üniversitelerinde olmak üzere toplam 33 iletişim fakültesi
bulunuyor. Yaklaşık 5 bin öğrencinin öğrenim gördüğü bu fakültelerin yanı sıra Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Halkla İlişkiler Ön Lisans Programı da öğrenci kabul
ediyor ve bu programda da tam 56 bin 454 öğrenci bulunuyor. Böylelikle iletişim
öğrenimi gören yaklaşık 62 bin öğrenci, istihdam olanakları son derece kısıtlı bir sektör
için, büyük bir yarışın içine girmiş bulunuyor.
— PROF. DR. ALİ MURAT VURAL
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
Bersay İletişim Enstitüsü Eğitim Koordinatörü
26 MediaCat Özel Eki
MART 2010
Belki hayli iddialı bir yaklaşım olabilir
ama iletişim alanını kendine meslek
alanı olarak seçen gençlerin büyük bir
çoğunluğu, bu alanı niçin seçtiğini,
kişilik ve yeteneklerinin bu mesleğe
uygun olup olmadığını bilmiyor bile.
Üstelik daha ilköğretimin birinci
sınıfından itibaren, bir üniversite
kazanıp, nihayet mesleki temel bilgi
ve donanımı edinecekleri üniversiteye
girinceye kadar yalnızca test kültürü
ile büyümüş, hayatı büyük oranda beş
seçenekli soru gibi algılayan, herhangi
bir sorunun çözümü için önce seçenekleri
görmek isteyen, hızlı soru çözme yeteneği
kazanmayı en önemli yetenek kabul
edip böyle büyümüş bir kuşaktan söz
ediyoruz. Bu kuşaktaki her 100 gençten
90 tanesinin hiç kitap okumamış, roman,
şiir, öykü ile hiç tanışmamış, gazete
ve dergi okumayı sevmeyen, ülkenin
temel meseleleri ile hiç ilgilenmemiş
olduklarını, hedefsiz ve neyi istediklerini
tam olarak bilemediklerini söylersek,
herhalde abartmamış oluruz. Belki bunlar
çok üzücü ve rahatsız edici ama maalesef
durum bu.
Elbette yüzde 10 ya da zorlayarak
yüzde 20’lik “bilgili ve farkında olan” bir
grubun varlığını da gözardı edemeyiz.
İLETİŞİM, GENÇLERİN YÜKSEKÖĞRENİM
TERCİHLERİNDE DE GELİP BAŞKÖŞEYE OTURMUŞ
DURUMDA. ANCAK İLETİŞİM FAKÜLTELERİNİN ÇOK
BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUĞUNUN YETERLİ TEKNOLOJİK
DONANIMA VE AKADEMİK KADROYA SAHİP
BULUNMADIĞI DA BİR GERÇEK. ÜSTELİK İSTANBUL,
ANKARA, ESKİŞEHİR VE İZMİR DIŞINDAKİ İLETİŞİM
FAKÜLTELERİ AKADEMİK KADRO EKSİKLİKLERİNDEN DE
ÖTE, İLETİŞİM SEKTÖRÜNÜN PROFESYONELLERİNDEN
DESTEK ALMA, ONLARIN BİLGİ VE DENEYİMLERİNDEN
YARARLANABİLME ŞANSINA DA SAHİP DEĞİLLER
Onlar, o gençler, zaten daha en başta
kendilerini belli ediyorlar. Sınav ve
ödev kağıtlarına, hazırladıkları projelere
yansıyan Türkçe'yi doğru kullanabilme
ve kendilerini doğru ifade edebilme
becerileri, bir ufka sahip oluşları,
özgüvenleri, diyalog biçimleri, merakları,
ilgileri, heyecanları, onların farklılığını
oluşturuyor. Üniversite eğitimi de zaten
asıl olarak onların işine yarıyor, diğerleri
için bir oyalanma süreci olurken.
DİSİPLİNLERARASI
BİR SOSYAL BİLİM
Peki, üniversite sektörün ihtiyacı
olan insanı yetiştirebiliyor mu?
Bu sık sorulan soru aslında o çok
eleştirilen yükseköğretim sistemi ya
da ders programları kadar eleştirilmeyi
gerektiren, hayli etik dışı bir yaklaşımı da
barındırıyor kendi içinde.
İletişim; Sosyoloji, Psikoloji,
Antropoloji, İşletme, İktisat, Tarih,
Edebiyat gibi disiplinlerle etkileşen,
disiplinlerarası bir sosyal bilim
alanıdır. İletişim eğitimi, temel bir
bilgi donanımı, temel bir kültür, bir
entelektüel birikim ve duruş sağlamaya,
aydınlanmış ve aydınlatmaya yönelik
kafaların oluşmasını sağlamaya yöneliktir.
İletişim alanında öğrenim görenlerin,
toplumsal bir bakış açısına, eleştirel
yaklaşıma, gelişme sürecine girmiş bir
dünya görüşüne sahip olmaları, insanı
tanıyıp insana, toplumu tanıyıp topluma
yakın olmaları ve nihayet önce kendilerini
sonra da sözcülüğünü yaptıkları kişilerin
sözünü en iyi biçimiyle ifade etmeleri
beklenir. Yoksa sektörünün içinde, kısa
bir oryantasyon ve masa başı eğitimle
edinebilecekleri teknik bilgi ve beceriye
sahip teknisyenler olmaları değil.
Oysa haksızlık yapmak istemesek
de genel olarak biliyoruz ki, iletişim
sektörünün tüm alanlarındaki karar
vericilerin büyük bir çoğunluğu, bugün
iletişim fakültelerinin kendileri için ucuza
çalışan, hiçbir şeye itiraz etmeyen, görüş
vermeyen, hemen işe koşabilecekleri birer
teknisyen yetiştirmesini beklemektedir.
Oysa teknisyenlik dört yıllık evrensel
bilgi donanımını gerektirmemektedir.
Bu nedenle sektörün profesyonellerinin
sürekli olarak iletişim eğitimine
yönelttikleri eleştirilerin de artık
daha samimi bir içeriğe bürünmesi
gerekmektedir. “Sektöre uygun teknik
bilgilere sahip teknisyenleri neden
yetiştiremiyorsunuz” demek yerine,
“entelektüel birikime sahip, memleketin
kültürel kodlarını çözmüş, evrensel
bakış açısına sahip aydın insanı neden
yetiştiremiyorsunuz” sorusu yöneltmek
aslında çok daha samimi ve işlevsel bir
soru olurdu. Çünkü yetiştirilmesi gerekip
de yetiştirilemeyen budur aslında.
Hayli zamandır iletişim fakülteleri
üzerinde, sektör tarafından sıklıkla
gerçekleştirilen eleştiriler nedeniyle, bu
fakülteler bir tür baskı altına girmiş,
akademik bilgi ve donanıma sahip
kadrolarından, -bilgi ve becerileri bu
yönde olmasa da- sektörün ihtiyacı olan
teknik bilgi ve becerilere sahip adamlar
yetiştirmelerini beklemeye başlamıştır.
Oysa iletişim sektörünün hiçbir alanı
ile hiçbir türden teması olmayan bir
akademisyen, sektörün ihtiyacı olan birini
nasıl yetiştirebilir ki? Gerçi iletişim
sektöründen habersiz bir akademisyenlik
ve akademik çalışmalar gerçekleştiriyor
olmak da ayrı bir tartışma konusunu
oluşturmaktadır.
Sonuç olarak; iletişim fakültelerinden,
biraz bilgiye boğulmuş ama bilgiyi
içselleştirememiş, biraz iletişim
sektörünün hizmetini görebilecek teknik
bilgi ve becerilere hâkim ancak tam
olarak da neye nereden başlayacağını
bilemeyen, pratiğe tam hâkim olamayan,
bilgi sahibi olmak yerine haberdar
(informe) olmayı entelektüellik sanan
ve tercihini bu yönde kullanan bireyler
mezun olmaya başlamıştır. Ancak daha
önemlisi bu mezunlar, gelecek endişesi
içinde, moral ve motivasyonsuz olarak ve
tam da ne yapacaklarını bilemeden hayata
atılmaktadırlar.
Oysa iletişim sektörü ya da diğer
deyişle gerçek hayat, artık, elbette
pratiğe hâkim, hemen işbaşı yapabilecek,
moral ve motivasyonu yüksek, atak,
çabuk öğrenen, teknik bilgi donanıma
sahip olmasının yanısıra, öyle gazete
entelektüelliği ile durumu kurtarmaya
çalışmayan, bir dünya görüşü olan,
okuyan, sorgulayan, düşünüp tartışan,
toplumla kavga etmeyen, kendiyle
barışık, toplumu anlamaya çalışan, eli
kalem tutan, yerelden evrensel değer ve
anlatıma rahatlıkla uzanabilen, kültürlü,
bilgili, çok dilli iletişim uzmanlarına
ihtiyaç duymaktadır. Bunların birbirlerini
bulma olasılığı ise, ancak yüzde 5-10
düzeyinde gerçekleşebilmektedir
diyebiliriz.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
27
İLETİŞİMVEGELECEK
Genç iletişim profesyonelleri
sektörü değerlendiriyor…
Genç iletişim
profesyonellerine
sorduk: Sizce
önümüzdeki 5
yıl içerisinde
halkla ilişkiler
profesyonellerinden
nasıl bir donanım
beklenecek? Genç
bir iletişimci olarak
sektörümüzün
geleceğini siz nasıl
yorumluyorsunuz?
Görünen o ki tüm
olumsuzluklara
rağmen genç
profesyoneller
sektörün
geleceğinden
umutlu…
28 MediaCat Özel Eki
MART 2010
ASLI EŞBAH
Stage İletişim Danışmanlığı
Müşteri Direktörü
BAŞAK BEZGİN
Zego İletişim
Müşteri İlişkileri Yönetmeni
BANU ERDİ
Ünite İletişim
DENİZ HAZAR
BG İletişim
Müşteri Yönetmeni
Türkiye’de 1960’lı yılların sonlarına
doğru profesyonel bir meslek olarak
benimsenen halkla ilişkiler, belki de
tanımı gereği fazlasıyla yoruma açık.
Yolda geçen hemen herkesin, hiçbir
akademik donanımı ya da profesyonel
tecrübesi olmadan yapabileceğini
düşündüğü bir meslek dalı. Oysa
bizim mesleğimizde gündemi yakın
bir şekilde takip etmenin yanı sıra,
teorik olarak da kendinizi beslemiş
olmak gerekiyor.
Öte yandan son yıllarda hızla
gelişen teknoloji sayesinde yepyeni
iletişim kanalları oluştu. İnternet
ile birlikte televizyon, gazete gibi
kitle iletişim araçlarına bir yenisi
daha eklendi. İnternet ortamında
açılan web siteleri, bloglar, sosyal
paylaşım siteleri aracılığı ile daha
fazla kişi sesini duyurup fikirlerini
paylaşabiliyorlar. İletişimde sizin
verdiğiniz tek yönlü mesajlar kadar
geri bildirimler sesini daha fazla
duyurmaya başladı. Bu kanalları etkin
bir biçimde kullanabilmemiz için
bilgi teknolojisinden de anlamamızı
zorunlu kıldı. Özetle mesleğimizdeki
gelişim ve değişim, gerek sosyal
bilimlerde gerekse teknolojide
yaşanan gelişimden fazlasıyla
nasibini aldı.
Önümüzdeki dönemde iletişimcilerin
teknolojik gelişmeleri takip etmeleri ve
bu gelişmeleri doğru yorumlayarak,
içerik oluşturabilme yetenekleri önem
kazanacak. Global gelişmeleri izlerken
lokalde de sosyolojik değişimleri iyi
izleyip, markalar ile empati kurup, iyi
yorumlayabilecek donanıma ihtiyaç
duyulacak. Strateji ve proje geliştiren,
bunları uygulayabilen profesyonellere
ihtiyaç artacak.
Yaşanan son krizle birlikte
iletişimin önemi sadece büyük
şirketler tarafından değil, orta ve
küçük ölçekteki şirketler tarafından
da anlaşıldı. İletişimin sadece yazılı
basın ve görsel basınla olan ilişkiler
değil, bir bütün olarak ele alınması
gerekliliği görüldü. Özellikle internet
ve teknoloji alanında yaşanan
gelişmeler, iletişimcilerin ufkunu
açtı. Bunların sonucunda şirketlerin
karar alma ve strateji geliştirme
süreçlerinde iletişimin önemi iyice
ortaya çıktı, performans kriterleri
yükseldi. Gelecek yıllar gerek iletişim
ajansları gerekse de kurumsal
iletişimciler için beklentilerin çok
daha yüksek olduğu, ortaya çıkan
projelerin ise çok daha parlak olacağı
bir dönem olacak.
Halkla ilişkiler biliminin temel
görevlerinin başında toplumun
nabzını tutmak, dönüşümleri,
hareketlenmeleri önceden hissetmek
var. Bu doğrultuda, halkla ilişkiler
profesyonellerinden şimdi ve
gelecekte beklenebilecek en öncelikli
donanım, bu vizyona sahip olmak.
Bir gerçek var artık “Dünya
döndükçe iletişim ondan önce
koşuyor”. Her gün doğan yeni
iletişim kanalları, bilgi transferindeki
hız ve çeşitlilik, sürekli bir değişimi
beraberinde getiriyor. Halkla ilişkiler
profesyonellerine düşen ise, bu
gelişmelerin bir parçası olmak ve
hatta değişim rüzgarını oluşturmak.
Farklılaşmanın giderek önemli
olduğu dünyamızda halkla ilişkiler
bilimi, algıyı yöneten ve kişisel
iletişime zemin hazırlayarak ikna
eden değerli bir disiplin. Kurum ve
markalar, toplumsal trendleri, politik,
ekonomik ve sosyal dönüşümleri
takip eden, bu vizyon çerçevesinde
stratejik bir yaklaşımla paydaşlara
ulaşan halkla ilişkiler sektörüne gün
geçtikçe daha çok ihtiyaç duyacaktır.
Önümüzdeki beş yılda hizmet
verdiğimiz firmalar için pazarlama
stratejilerine dahi yön verebilecek
entegre pazarlama çözümleri de
üretmeye başlayacağız. Çünkü iş
süreçlerinin denetlenmesinden iç
iletişime, kurumsal itibardan kriz
yönetimine bir kurum için gösterdiğimiz
iletişim hedefleri, global ekonominin en
az kaynakla en çok başarıyı elde etmek
için her gün daha da zorlamasıyla
halkla ilişkiler algısını yeniden lüks
hizmet kategorisine sokma eğiliminde.
Global ekonomik trendler her
geçen gün kaynakların daha efektif
kullanımını şart koşan yeni değerlerle
şekilleniyor. Geçen yıl başlayan bu
yeni bakış, tüm sektörlerdeki iş yapış
biçimlerinde olduğu gibi halkla ilişkiler
sektöründe de yeniden yapılanma
ihtiyacı yaratacak. Bununla başa
çıkabilmenin yolu ise daha profesyonel
ve ölçülebilir iş süreçleri ile hem
kendimizi hem de çalıştığımız kurumları
eğitmekten geçiyor. Uluslararası iş
yapış biçimlerine entegrasyon ve
mesleki bilgi platformlarında aktif
olmanın yanı sıra kendi ölçülebilir
hedeflerimizi sorgulayacak ve her işe
daha gerçekçi değerler biçeceğiz yakın
gelecekte.
DENİZ SAYDAM
Bersay İletişim Danışmanlığı
Proje Yönetmeni
DUYGU NERGİZ
Global Tanıtım
nıtım
ELİF SEÇKİN
N’PR İletişim Danışmanlığı
İletişim Yönetmen Yardımcısı
ESER ALTINOK TİMURHAN
N’PR İletişim Danışmanlığı
İletişim Yönetmeni
HALE ATILGAN
BG İletişim
Müşteri Yönetmeni
Halkla ilişkiler mesleğinin müşteriler
için katma değerli hizmetler üretmek
yolunda kendini geliştireceği
öngörülür ise, önümüzdeki beş yılda
profesyonellerin dünya görüşü de önem
kazanacak. Kitabi bilginin yanı sıra
zihni, duygusal ve deneyimsel bilgilerin
de ciddi bir oranda etkisi ortaya çıkacak
ve sektörü şekillendirecek.
Genç bir iletişimci olarak,
geleceğin bugünden daha zor
olacağı kanaatindeyim. Müşterilerin
ajanslara oranla daha fazla
imkanlarının olmasına paralel
olarak gelişen bilgi teknolojileri,
ajanslara kıyasla müşterileri daha
da güçlendirecek. Müşteri ile doğru
orantılı olarak gelişemeyen hatta belki
de dönüşemeyen ajansların ciddi
sıkıntılar yaşayacağıysa aşikar.
Diğer yandan değer yaratan
hizmetlerin ortaya çıkışı ile uygulama,
fikri üretim ile ayrılacak ya da kendi
içinde farklı olarak tanımlanacak.
Şöyle ki, müşterisi için katma değer
yaratabilen ajanslar kurumlar için
gerçek birer “stratejik iş ortağı” haline
gelirken, sadece medya ilişkileri
etrafında kilitlenen ve uygulama
alanında kalan ajansların “basın
ajansı” olma yoluna girecekler.
Önümüzdeki 5 yıl içerisinde halkla
ilişkiler profesyonellerinin danışmanlığını
yaptıkları markaları farklılaştırabilmeleri
kritik bir öneme sahip olacak. Hizmet
verilen markanın tüm paydaşlarını
ortak paydada bir araya getirebilecek
stratejinin yaratılması daha önemli hale
gelecek. Önemli bir başka nokta ise
dijital mecralarının öneminin artacak
hatta geleneksel mecraların yerini
alacak olması. Dijital mecranın bu
kadar kritik bir öneme sahip olmasının
en büyük sebebi ise hedefe doğrudan
ulaşılabilecek bir yol yaratmasının
yanı sıra WOM çalışmalarının
her zamankinden daha fazla
yayılabilmesidir.
Halkla ilişkiler mesleğinin tarihçesi
1900’lü yılların başlarına dayansa
da günümüzdeki önemi hızlanarak
artmaktadır. Artan bu öneme paralel
olarak, şirketlerin de daha kalifiye
insan kaynaklarına yönelmesi söz
konusu. Gerek kriz yönetimindeki
olumlu etkisi gerekse itibar yönetimi
konusundaki kritik pozisyonu halkla
ilişkiler mesleğinin son yıllarda ne
kadar önemli olduğunu şirketlere
kanıtladı. Ayrıca şirketler daha az
kaynakla daha fazla verim almaya
odaklandılar. Kurumsal şirketlerin
halkla ilişkiler danışmanlarına
verdikleri önemi birebir yaşayan bir
genç iletişimci olarak sektörün her
geçen gün daha da güçleneceğine
olan inancım tam. Sektörü daha
da ileriye taşımanın yolu ise dünya
trend’lerini mümkün olduğunca
yakından takip etmek ve geleceğin
olmazsa olmazı “online dünyada” iş
yapabilme yetisini güçlendirmek.
Son yıllardaki teknolojik gelişmeler
iletişim araçlarını çeşitlendiriyor,
internet hepimizin önüne yepyeni
ve bildiğimiz tüm kalıpları sarsan bir
iletişim diyarının kapılarını aralıyor:
Sosyal medya…
Sosyal medya özellikle son
bir yılda önlemez bir yükselişte ve
görünen o ki bu hızla da devam
edecek. Bugün danışmanlığını
yaptığınız firma için stratejik bir
medya planlama sürecinden
bahsederken sosyal medya
mecralarını yadsımak mümkün
değil. Bir tıkla milyonlarca insanla
paylaşılabilen bilgiler artık hepimizi
ufuklarımızı aşmaya ve yönettiğimiz
süreçlerde çok daha dinamik ve
yaratıcı bir bakış açısını benimseye
zorluyor.
Önümüzdeki beş yıl içerisinde
elbette tüm iş dünyasında olduğu gibi
bizim sektörümüzde de bu değişime
ayak uydurabilenler hatta bu değişimi
yaratanlar, trendlere yön verenler
hayatta kalacak.
İletişim danışmanlığını basın
bülteni hazırlayıp göndermekten
ve reklam eş değer karşılığını
müşterinize sunmaktan ibaret gören
bir danışmanlık anlayışı artık ve
ne mutlu ki iletişim tarihinin tozlu
raflarına karışacak. Devir artık
kendine yatırım yapan, gelişen,
iş yaşamının yeni dinamiklerini
hissederek sürdürülebilir ve
bütünleşik bir itibar yönetimi için
firmalara vizyon açan, strateji
geliştiren iletişim profesyonellerinin
devri olacak…
Günümüz iş dünyasını tanımlamak
ve gelecek 5 yıla dair öngörüde
bulunmak için bir an olsun durup
düşündüğümüzde zihnimize gelecek ve
içini doldurmamız gereken bir kavram
var: Değişim. Değişim, önümüzdeki
dönemde belki de en çok danışmanlık
verdiği kurumların geleceğini
yönetmek hedefiyle çalışan PR
profesyonelleri için kilit kavram haline
gelecek. Önümüzdeki dönemde PR
profesyonellerinden yalnızca değişimi
yakalamaları değil değişimi yaratmaları
beklenecek. Oyunun kurallarının
kökten değiştiği, içinde bulunduğumuz
bu yeni dünya düzeninde analitik
düşünebilen, teknolojik değişim ve
dönüşümün tüm unsurlarına hakim
olarak bilgiyi arayan ve ona ulaşan,
değişen, gelişen, vizyon açan, etik
ilkeleri gözeten, yalnızca kendi kariyeri
ya da bağlı bulunduğu firma için değil
iletişim sektörüne katkıda bulunmak
için çalışan profesyoneller başarılı
olacak ve başarıyı yakalayacak.
PR’ı medyada haber çıkarmaktan
ibaret, başarısını sütun santim
ölçümlemeleriyle sınırlı görmeyen,
müşterilerine etik ve sosyal sorumluluk
anlayışıyla geleceklerini planlamaları
yönünde danışmanlık verirken bir
yandan kendi iç süreçlerinde de
kalite standartlarına, meslek ahlak
ilkelerine göre hareket eden ajanslar
fark yaratacak. İDA, TÜHİD, ICCO gibi
derneklerin yarattığı sinerji sayesinde
sektör kendi itibarını da başarıyla
yönetecek. Önümüzdeki beş yılı
şekillendirecek etkin iki kavram ise
sosyal medya ve sosyal sorumluluk
olacak.
Öncelikle mesleki eğitim almış ve
aldığı eğitim doğrultusunda çalışma
hayatını devam ettirmiş iletişimciler
değer kazanacak. Bu iletişimciler
ise zaten olması gerektiği gibi işinin
inceliklerini bilen, gündemi takip eden,
detaylara dikkat eden ama aynı zaman
büyük resmi gören kişiler olacak. Bu
özellikler hâlihazırda tüm halkla ilişkiler
sektöründe çalışan iletişimcilerde
mevcut olmalı. Teknoloji hızla ilerledikçe
yerinde saymamak, kendini hızla bu akış
içerisinde dimdik bulmak adına dünyada
olan biteni sürekli takip etmek ve yeni
gelişen trendlere hakim olmak gerekiyor.
Artık hizmet alan şirketler eskisi
gibi değiller. Global dünyanın bize
kazandırdıkları ile herkes talep ettiği
ve karşılık olarak ücret ödediği işten
en iyi şekilde karşılık almak istiyor.
Sahip oldukları bilgi ve donanım ile de
ne istediklerini gayet iyi biliyorlar. Bu
durum ise halkla ilişkiler ajanslarını
daha rekabetçi bir geleceğe doğru
yönlendiriyor. Rekabetçi ortam ise
zamanla sadece işini iyi yapan ve
alanında tecrübeli ajansların var olmasını
sağlayacak. Bunda en büyük rolü ise
ajansların hizmet kalitesini ortaya koyan
mesleki standartlar oynayacak.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
29
İLETİŞİMVEGELECEK
MELİS YÜRÜTEN
Bersay İletişim Danışmanlığı
Proje Yönetmeni
MİNE TOKATLI
Excel İletişim Danışmanlığı
İletişim Uzmanı
ÖZGE ÖZTÜRK
Excel İletişim Danışmanlığı
İletişim Uzmanı
ÖZLEM BEKİROĞLU
Grup 7 İletişim Danışmanlığı
Müşteri İlişkileri ve Proje Yönetmeni
PINAR BOLAT
Global Tanıtım
nıtım
Halkla ilişkiler sektöründe, gelecek
dönemlerde iletişim alanında eğitim
almış profesyonellerin sayısının
artacağına inanıyorum. Yine
önümüzdeki dönemde, bu alanda
hizmet sunanların sadece iletişim
alanında uzman olması değil aynı
zamanda müşteri portföylerine göre
ekonomi, perakende, gayrimenkul
veya bilişim sektörüyle ilgili belli bir
derinliğe de sahip olması beklenecek.
Bu sektörde hizmet üretenler yakın
gelecekte sosyal medya, on-line
pazarlama ve marka yönetimi gibi
konularda da uzmanlaşacaklar.
Kurumsal iletişim bölümlerinde
çalışan meslektaşlarımızın da giderek
daha donanımlı hale gelmesiyle,
hizmet kalitesinde farklılaşmak ve
rekabetçi üstünlük kazanmak isteyen
ajanslar İK politikalarında değişikliklere
gidecek. Bu doğrultuda “insan değeri”
kavramının sektörümüzde gerçek
anlamına kavuşacağını düşünüyorum.
Kurumların çalışmak için
entelektüel kapasite, yaratıcılık
gibi alanlarda insan değeri yüksek
ajansları tercih edeceğini; ajansların
da rekabette var olabilmek adına
insana yaptıkları yatırımı artıracaklarına
inanıyorum.
“Halkla İlişkiler Profesyoneli” ya da
artık daha yaygın ismiyle “İletişim
Danışmanı”nın, teorik bilgi ve
birikimine ek olarak hızla gelişen
ve yenilenen dünyayı eş zamanlı
algılaması, ayak uydurması ve aldığı
yeni bilgileri süzgeçten geçirip iş
ortağı için stratejik çözümler bulması
her zamanki gibi önem taşıyacak. Öte
yandan müşterisiyle iletişiminde iş
ortağı olma hassasiyetini vurgulayan,
açık fikirli, yazan, okuyan, araştıran,
çözüm bulan ve en önemlisi her
anlamda değişimleri takip edip
kendini yenileyen iletişimciler hep bir
adım önde olacak.
Bilinçli kurumlar ve profesyonel
iletişim danışmanları sayesinde,
doğru iletişim yöntemleriyle başarılı
ve nitelikli çalışmalar hayata geçiyor.
Mesleğin etik kuralları daha özenli
uygulanıyor, dernekler daha etkin
çalışıyor. Artık herkes daha fazla
fikir alışverişinde bulunuyor. Tüm
bunlar sektörün gelişimine ivme
kazandırıyor. Bunların yanında iletişim
fakültelerinde yetişen yeni soluklarla
sektörün insan kaynağının daha da
verimli olacağını göreceğiz. Kurumlar
iş hedeflerinin gerçekleşmesinde tüm
iletişim çalışmalarının da olumlu etkisi
olduğunu gördükçe iletişimin her
alanına daha fazla yatırım yapacaklar,
böylece sektörümüz daha da kaliteli
hale gelecek.
Teknolojik gelişmelerin kesintisiz
devamı ve insan kaynağını oluşturan
nesillerin doğal değişimi ile sektör de
farklı bir noktaya doğru taşınmakta.
TV, radyo, basın gibi geleneksel
kanalların egemen etkisi artık eskide
kaldı. Çünkü internet, iletişimin
yöneticilerinden biri oldu. Hatta
iletişim tarihini İnternetten Önce ve
Sonra diye ayırabiliriz.
Her an yeni bir kavramla
bizi tanıştırmaya devam eden bu
“vazgeçilmezimizin”, şimdi olduğu
gibi önümüzdeki dönemde de
“sonrasını” anlamak iletişimin temeli
olacak. İletişim bir ekip oyunu ve
stratejisini sürekli yenileyebilecek
oyuncuya masada her zaman yer
bulunacak. Bundan sadece birkaç
sene önce medya-ajans-marka 3’lüsü
varken, sosyal medya kavramıyla
okeye 4. çoktan bulundu. Değişim
artık yıllar içinde değil birkaç
saat içinde bile gerçekleşebiliyor.
İletişimdeki değişen kavramlarla
birlikte iletişimcinin de bu süreçte
kendini yenilemesi önem kazanıyor.
Yeni bir bakış, yeni bir çözüm
yolu bulan fark yaratmaya devam
edecek. Yeniyi sadece takip eden
değil, takip edilecek yeniyi yaratan
çalışanlar çoğalacak. Çünkü bundan
birkaç yıl sonra Y jenerasyonu
sektörün temel işgücünü oluşturacak.
Hep söyleyecek yeni bir fikri olan,
hayattan daha fazlasını isteyen, kendi
kariyerini önemseyen ve bunun için
kendine yatırım yapan iletişimciler
artacak.
Halkla ilişkiler profesyonellerinin
donanımlarının, farklı iletişim
mecralarının gelişimiyle doğru orantıda
ilerlemesi gerekiyor. Hızla gelişen ve
iletişimin daha da yaygınlaştırılması
amacıyla kullanılmaya başlayan sosyal
medyayı örnek olarak alabiliriz. Ancak
sosyal medya bizim okullarda görüp
öğrendiğimiz araçlar arasında yer
almıyor. Bu nedenle bizlerin bu ve
benzeri yeni kavramları deneyerek
uzmanlaşmamız gerekecek. Geleneksel
iletişim yöntemleri de hiçbir zaman
önemini yitirmeyecek. Bu nedenle,
stratejik düşünme yeteneği, yaratıcılık
ve proaktif yaklaşımın, araştırmacılık,
bilgi birikimi ve tecrübe ile
birleşmesinin, sektörde uzmanlaşmak
için gerekli nitelikler olduğu
kanısındayım.
Halkla ilişkiler sektöründe bugün
iletişim stratejilerine baktığımızda,
genellikle medya ilişkilerinin ön planda
olduğunu görüyoruz. Önümüzdeki
dönemlerde de bu önemini koruyacak,
ayrıca kriz iletişimi, kurumsal itibar
yönetimi, kurum içi iletişim ve kurumsal
sosyal sorumluluk gibi alanlar da
iletişim faaliyetlerine yönelik önemli
araçlar arasında olmaya devam edecek.
Tüm bu iletişim faaliyetlerinin
yürütülmesi için doğru mecraların
kullanılması da ayrı bir strateji
gerektirecek. Müşteriler hedef
kitlelerine en etkili biçimde ulaşmanın
yöntemlerini her geçen gün daha da
fazla sorgulamaya başlayacak. Ancak,
iletişimin daha da yaygınlaştığı bir
ortam, bilgiye erişimi kolaylaştırsa
da, nitelikli ve doğru bilgi akışını
zorlaştıracak.
Özellikle dünyayı sarsan bu son
ekonomik kriz ile birlikte daha kısa
vadeli planlara eğilim artarken uzun
vadeli hedefler ve stratejiler artık
arka koltukta yer alıyor. Bu yeni
oluşan durum ise daha pratik hareket
edebilen ve stratejik düşünebilen
halkla ilişkiler uzmanları gerektiriyor.
Halkla ilişkiler profesyoneli, artık
stratejik düşünebilmenin yanı
sıra aynı zamanda bütünleşik de
düşünmek zorunda. Müşteriye
sadece hangi projelerin önerildiği,
basın bülteninde ne yazıldığı,
sunumlarda ne sunulduğu değil
aynı zamanda nasıl sunulduğu, nasıl
paketlendiği önem kazanıyor.
Stratejik düşünüp bütünleşik
hareket etmeyi tamamlayabilecek bir
diğer özellik ise trendleri sıkı takip
etmek ve bunları yaratıcı ama aynı
zamanda uyumlu/pürüzsüz şekilde
markanın stratejilerine oturtmak
olarak sıralanabilir. Dijital ortamda
“community”lerle birebir iletişimin
de daha fazla önem kazandığını
söyleyebiliriz. Markayı hedef
“community”lerle bir araya getirmek,
onları nokta vuruş stratejilerle
yakalayarak doğru mesajları iletmek
sadakat yaratılmasında önemli bir
avantaj sağlıyor. Artık müşteriler de
bu konulara zaman geçtikçe daha
çok ilgi duyuyor ve dijital ortamı
yeni bir mecra olarak görüyor.
Dijital ortamda başarılı olabilmek
içinse iletişim konusunda doğru
yönlendirilmeye ihtiyaçları var ve
bu da halkla ilişkiler uzmanlarının
alanlarından bir tanesi olarak öne
çıkıyor.
30 MediaCat Özel Eki
MART 2010
SEMİN ATEŞ DUMANİ
Medyaevi İletişim
Proje Yönetmeni
SERHAT TUNÇAY
Ünite İletişim
nıtım
TÜLAY KILIÇDAĞI
MPR Pazarlama Halkla İlişkiler
Grup Müşteri Direktörü
ZEYNEP KUNT
Grup 7 İletişim Danışmanlığı
Müşteri İlişkileri ve Proje Yönetmeni
ZEYNEP YILDIRIM
Medyaevi İletişim
Proje Yönetmeni
Halkla ilişkiler profesyoneli kurum ve
hedef kitle arasında karşılıklı anlayış
geliştirme ve sürdürülebilir bir iletişim
ortamı oluşturmak, mesaj alışverişini
düzenlemek gibi kritik bir görev
üstleniyor. Bunları sağlamak için de
ciddi bir planlama süreci gerekiyor.
Bu açıdan önümüzdeki yıllarda daha
da stratejik düşünebilen, doğru ve
gerçekleştirilebilir stratejiler geliştiren
kişiler sektörde var olabilecek. Belki
şu an kulağa garip gelebilir ama
belli bir zaman sonra sektörümüzde
mühendis halkla ilişkiler
profesyonelleri görebiliriz.
Sektörümüzün hâlâ gelişmekte
olduğuna inanıyorum. Bizler
doğmadan evvel halkla ilişkiler bir
meslek olarak dahi algılanmıyordu;
oysa günümüze baktığınızda artık
Türkiye’de halkla ilişkiler önemli ve
etkili bir meslek halini aldı. Sektör
sürekli gelişiyor ve pazara yeni
aktörler dahil oluyor. Bu gelişim
paralelinde de sektörümüzde çeşitli
evrimler olacağına inanıyorum. Çeşitli
iletişim alanlarında uzman firmalar
önümüzdeki yıllarda sektörün başatı
olacak. Örneğin kriz iletişiminde
uzmanlaşmış bir firma krize açık
sektörlerin tercihi olacak. İletişimini
lider iletişimi üzerine kurgulamış
sektörlerde faaliyet gösteren bir firma
içinse bu alanda uzman bir halkla
ilişkiler ajansı ön plana çıkacak.
Bunlara ek olarak, sadece özel sektör
firmaları için değil kamu sektöründe
faaliyet gösteren kurumlar için de
artık halkla ilişkiler firmalarının
vazgeçilmez olacağı kanaatindeyim.
Genel anlamda küresel ekonomi
için çok zorlu ve çalkantılı bir yılı
geride bırakırken iş hayatında birçok
değerin yeniden tanımlandığına
şahit oluyoruz. Bu değişim,
sektörümüzü daha ‘katma değer’
yaratan bir konuma taşıyacaktır
diye düşünüyorum. Bu çerçevede
itibar yönetimi, algı yönetimi ve kriz
yönetimi gibi uzmanlık alanları çok
daha önemli bir konuma gelecektir.
Teknoloji ve telekomünikasyon
sektöründeki ilerlemenin de
katacağı ivme ile sosyal medyanın
yükselişi kaçınılmaz görünmektedir.
Hatta önümüzdeki beş yıl içinde
geleneksel ve sosyal medya ayrımının
tamamen ortadan kalkarak, birbiri
ile uyum içinde yeni bir platform
yaratacağına inanıyorum. Bu denli
dinamik bir sektörde katma değerli
hizmet verebilmek adına mikro ve
makro global gelişmeleri ve tüketici
trendlerini yakından takip ederek
bu gelişmelere hızla adaptasyon
sağlayabilmek ve hatta trend
öncüsü olmak sektör profesyonelleri
açısından bir hayli önem taşımaktadır.
Kurumların ihtiyaç duydukları
halkla ilişkiler hizmeti konusunda
gitgide daha bilinçli bir yaklaşıma
sahip olduklarını görüyoruz. Bu da
sektörümüzün daha profesyonel
bir zeminde değerlendirilebilmesi
anlamına geliyor. Bu gelişmeden
hareketle, önümüzdeki dönemde,
işini doğru yapan iletişim danışmanı
şirketlerin konumlarını güçlendirirken
bazılarının ise sektöre veda etmesi
kaçınılmaz görünüyor.
Halkla ilişkiler bugün, geçen yüzyılın
başında ortaya çıktığından çok farklı bir
yerde. Müşterilerin iletişim ihtiyaçları
da çok çeşitlendi. Bu da doğal
olarak sektörde uzmanlık alanlarının
gelişmesini gerekli kılıyor. Sektörün
çok daha ileri seviyede olduğu
Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde
var olan uzmanlaşmayı önümüzdeki
yıllarda biz de hızla yaşayacağız.
Önümüzdeki 5 yıl içinde halkla ilişkiler
profesyonellerinden, bir uzmanlık
alanına sahip olmaları ve bu uzmanlık
alanının ihtiyaçlarına yönelik eğitim ve
kariyer altyapısı edinmeleri beklenecek.
Amerika ve Avrupa ülkelerindeki
PR sektörleri ile kıyasladığımda
Türkiye’deki PR sektörünün henüz
gelişme evresinde olduğunu
düşünüyorum. Müşteri tarafında, PR
ajansından beklenti ve PR ajansının
yetkinliği konusuna yaklaşımda bir
zihniyet değişimine ihtiyacımız var.
Bugün Türkiye’de PR ajansına, sihirli
değneğiyle dokunarak şirketin medya
yansımasını artıracak kurumlar olarak
bakılıyor. Bundan daha kötüsü,
ajans çalışanlarına kurumsal iletişim
departmanının yetişemediği her
türlü işin yükleneceği kişiler olarak
bakılması… Kurum tarafının öncelikli
olarak stratejik iletişimin önemini
kavraması ve PR ajansı ile kurumsal
iletişimin nasıl bir işbirliğinde
çalışmasının faydalı olacağını
kavraması lazım. Tabii eş zamanlı
olarak PR ajanslarının da nitelikli
çalışanlarını alt uzmanlık alanlarına
yöneltmeleri ve gerçek birer iletişim
danışmanı olmalarını sağlamaları
gerekiyor.
Bilgi akışının giderek hızlandığı,
iletişim kanallarının farklılaşarak
çoğaldığı ve disiplinlerarası sınırların
giderek silikleştiği bir dönemde
yaşıyoruz. İletişimin parçası olan
unsurlar da buna paralel olarak
değişiyor, zenginleşiyor ve daha
karmaşık bir yapıya sahip oluyor.
Halkla ilişkiler alanında çalışanların
bu hızlı değişimi çok iyi analiz ederek,
iş yapış biçimlerine adapte etmeleri
gerekiyor. Farklı platformlarda gerektiği
zaman proaktif olunması önemli.
Bunun için dünyayı hızla saran sosyal
medya ağlarındaki iletişimi de yönetme
becerisine sahip olunmalı.
Artık yalnızca mesleki ve
akademik formasyona sahip olmak
yeterli değil. Yeniliğe ve değişime
açık olmak, verileri doğru analiz
edebilecek analitik düşünce
yeteneği, fırsatları ve riskleri doğru
zamanda değerlendirecek esneklik,
yazılı ve sözel ifade, güçlü sosyal
network, empati becerisi, yeni
iletişim teknolojilerine hakimiyet,
mesleki becerilerin tamamlanmasını
sağlayacak donanımlar içinde
öncelikli olanlar.
Bizler yine müşterilerimizle
birlikte, formülü kanıtlanmış kurumsal
iletişim ve pazarlama iletişimi
yöntemlerini yaratıcı, fark yaratan
iletişim projeleriyle desteklemek için
çalışacağız.
Diğer iletişim disiplinleriyle
belki her zamankinden daha fazla
dirsek temasında olacağız, bunun
yanı sıra, teknolojinin de gücünden
yararlanarak, farklı hedef kitlelerle
farklı platformlarda buluşacağız.
Markaların halkla ilişkiler
firmalarından iş hedefleriyle ilgili
yönlendirmeler de beklediğini
göz önünde bulundurursak,
profesyonellerden, halkla ilişkileri
kurumsal iletişim ve medya
iletişiminin ötesinde pazarlama
iletişiminin önemli bir unsuru olarak
görmeleri ve buna kafa yormaları
beklenecek. Bu da geleneksel
medyada yansıma almanın yanı sıra
online görünürlük sağlama, denenmiş
haber garantili yaklaşımların üstüne
yeni PR uygulamaları ile bir taş
koyabilme hedefini beraberinde
getirecek. Ayrıca ölçümlemeleri ve
geri bildirimleri analitik ve sosyolojik
olarak değerlendirme yetisine
sahip olan iletişimcilerin de fark
yaratacağını düşünüyorum.
Şu an ağırlıklı olarak müşteri
ve medya ilişkileri ile yürüyen PR
gemisinin gelecekte daha çok tüketici
ve paydaş iletişimi ile koşacağını
tahmin ediyorum. Her marka gözle
görülmeyen alanlardaki faaliyetlerini
güçlendirmek durumunda kalacak.
İnsan kaynakları, iş yapış biçimi,
iş ortaklıkları, teknolojik donanım,
yaratıcılık gibi birçok değişken
markanın geliştirmesi gereken
alanlar olacak. Markanın algısı ve
finansal sonuçlar bunca değişkene
bağlıyken, tüketicinin ve paydaşların
geri bildirimleri, onlarla kurulacak
birebir ve tabii ki online ilişki daha
da önem kazanacak. Tüm mecraları
bütünleşik olarak düşünen markalar
kazanacak, yatırımın, yaratıcılığın ve
insana verilen değerin gücüne inanan
markalar daha da ileriye gidecektir.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
31
İDAÜYELERİNDEN2009UYGULAMALARI
İLETİŞİMİN ATARDAMARI: PROJELER
Kurumların bütünsel iletişim stratejileri doğrultusunda üretilen ve hayata geçirilen projeler, iletişim çabalarını
paydaşlar ve kamuoyuyla buluşturuyor. İDA üyesi iletişim danışmanları, 2009 yılı boyunca ürün lansmanlarından
sosyal sorumluluğa, basın toplantılarından marka aktivasyonlarına uzanan geniş bir yelpazede bir dizi projeye
imza attılar.
5. DÜNYA SU FORUMU
KÜÇÜKLERE BÜYÜK DESTEK
Proje Adı: 5. Dünya Su Forumu
İletişim Danışmanlığı Ajansı: Bersay İletişim
Dünyanın en büyük su organizasyonu olan 5.
Dünya Su Forumu, 2009 yılında 16-22 Mart
tarihleri arasında İstanbul’da düzenlendi.
Forum kapsamında, ‘Farklılıkların Suda
Yakınlaşması’ teması çerçevesinde 123
ülkenin devlet bakanları ve yerel yönetimleri
konuyu ayrıntılarıyla değerlendirmek üzere
İstanbul’u ziyaret ettiler.
Bersay Danışmanlık, 5. Dünya Su
Forumu için Forum Sekreteryası’ndan
alınan davet ile Forum stratejik iletişim
yaklaşımını hazırladı. Hazırlanan stratejik
yaklaşım, iletişim hedefleri, Forum öncesi
stratejik iletişim uygulamaları, Forum sırası
stratejik iletişim uygulamaları ve Forum
sonrası stratejik iletişim uygulamaları olarak
dört bölümden oluşuyordu. Forum öncesinde kalan kısa zamanda mümkün olduğunca
geniş kitlelere, İstanbul halkına ve Forum’un sosyal paydaşlarına ulaşıp bilinirlik yaratılması
planlandı.
Öncelikle sadece medya nezdinde bir algı araştırması gerçekleştirildi. Basınla ilişkiler
çalışmalarına T.C. Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun himayesinde,
Forum Sekreteryasının ev sahipliğinde, köşe yazarları ve genel yayın yönetmenlerinin
katıldığı bir akşam yemeği ile başlandı ve hemen ertesi gün geniş katılımlı bir basın
toplantısı düzenlendi. İstanbul’un Mart ayında büyük bir projeye ev sahipliği yapacağının
vurgulanması ve su konusunda bir bilinç yaratmak amacıyla Anadolu ve Avrupa
yakasındaki önemli cadde ve meydanlara kum saati şeklinde “Su Saatleri” yerleştirildi.
Şubat ayında, “1. İstanbul Su Forumu” adı altında bir forum planlandı. 2 bin kişinin
davet edildiği etkinlik 14-15 Şubat tarihlerinde gerçekleştirildi. İletişim planlamasında
yer alan sosyal paydaş yönetimi etkinlikleri çerçevesinde 3 Mart tarihinde ise, iş dünyası
ve fikir önderlerine yönelik bir kokteyl düzenlendi.
16–22 Mart tarihleri arasında gerçekleşen Forum sırasında, tüm sosyal paydaşlarla
ilişkilerin yönetilmesi konusunda verimli bir çalışma gerçekleştirildi. 5. Dünya Su Forumu
kapsamında yapılan medya ilişkileri çalışmaları sonucunda 1 Ocak–10 Nisan 2009
tarihleri arasında toplam 1.525 adetlik basılı yansıma gerçekleşti. Bu yansımaların 744
adeti, 1.826 adetlik online yansımanın ise 1.239 adeti Forum esnasında gerçekleşmiştir.
32 MediaCat Özel Eki
MART 2010
Proje Adı: Küçüklere Büyük Destek
Proje Sahibi: ING Bank
Proje Ortağı: İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi
İletişim Danışmanlığı Ajansı: BG İletişim
ING Bank, İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi (ÇOÇA) işbirliği ile 20
Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde “Küçüklere Büyük Destek” adıyla bir projeye
start verdi. Çocuk hakları konusunda bir bilinç oluşturmak amacıyla tasarlanan proje,
aynı zamanda ING Grubu’nun “Global Challenge” (Küresel Yarış) adı altında tüm
ülkelerde gerçekleştirdiği UNICEF için küresel fon toplama etkinliğinin de Türkiye ayağı
oldu.
İki etabı olan projenin ilk kısmı, 20 Kasım günü, ING Bank çalışanlarının 9–13 yaş
arasındaki çocuklarının banka merkezine davet edilmesi ile başladı. Çocuklar, gün
boyunca içeriği ÇOÇA tarafından oluşturulan yaratıcı atölyelere katılarak çocuk haklarını
eğlenceli ve eğitici bir yolla öğrendiler.
Projenin ikinci ayağında ise, 20 Kasım’ı takip eden 2 haftalık süre içerisinde Türkiye
çapında tüm ING Bank çalışanları arasında bir bağış kampanyası başladı. 5 Aralık’ta
sona eren bu kampanyada toplanan miktar, önce ING Bank Türkiye tarafından sonra
ise ING Grubu tarafından eşleştirilerek dört katına çıkartıldı. Toplam bağış ise Milli
Eğitim Bakanlığı’nın UNICEF kanalıyla yürütülen “Okul Öncesi Eğitimin Güçlendirilmesi”
projesine aktarıldı. Tümüyle gönüllülük esasına dayalı toplanan bu fon ile, ING Bank iki
anaokulunu donatacak.
ING Bank’ın her sene çapını genişleterek sürdürme amacını taşıdığı bu projeye
iletişim danışmanı ajansı BG İletişim, projenin geliştirilmesi, iş ortakları ile koordinasyon
ve projenin iç ve dış iletişimi aşamalarında katkıda bulundu. Sonuç olarak 2 hafta gibi
kısa bir sürede toplanan bağış miktarı ile başta hedeflenen tek anaokulu sayısı 2’ye çıktı.
DUMANSIZ HAVA SAHASI
ÇOK YAŞA BEBEK
Proje Adı: Çok Yaşa Bebek
Müşteri: Türkiye Bankalar Birliği
Proje ortakları: Çocuk Acil
Tıp ve Yoğun Bakım Derneği
(ÇATYOBADER), Türk Pediatri
Kurumu, Hacettepe Üniversitesi
İletişim Danışmanlığı Ajansı: Grup 7
Proje Adı: Dumansız Hava Sahası
Müşteri: T.C. Sağlık Bakanlığı
İletişim Danışmanlığı Ajansı: Excel İletişim
Dumansız Hava Sahası projesi ile 19 Mayıs 2008 tarihinden başlayarak, değişik fazlarla
uygulamaya girmesi planlanan ve kapalı yerlerde tütün ve tütün mamulleri tüketimine
ilişkin düzenlemeleri içeren yasanın kamuoyu tarafından benimsemesi hedeflendi. Proje
kapsamında iletişim danışmanlığı ajansı, analiz ve değerlendirme aşamasının ardından, yasak
kavramının tetikleme etkisi, hak ve özgürlükler ile ilişkisi; sosyo-kültürel köklü alışkanlıklar,
pasif içici ve aktif içiciler arasındaki olası kutuplaşma, karşıt söylem sahibi sektör ve gruplar,
tütün ürünlerinin zararlarına ilişkin düşük bilinirlik gibi temel bariyerler tespit etti.
Projede pasif içicileri korumak birincil hedef olarak belirlendi. Aktif içiciler
“dışlanmayıp”, aksine “başkalarına zarar vermeyi tercih etmeyecek kadar medeni
bireyler” olduklarının altı çizildi. Aktif içicilere de “aktif” olarak kampanyanın sözcülüğü
verildi ve tütün ürünlerinin kullanımının kanunla engellendiği ortamları tanımlayan yeni
bir kavram geliştirildi: “Dumansız Hava Sahası”.
Toplumun her kesiminden rol modeller belirlenip kampanyanın tüm mecralardaki
sözcüleri olarak kullanıldı. Bu uygulamaya özel olarak sağlanmış olan, TV ve radyo yayın
haklarının, efektif kullanımı konusunda Türkiye’de türünün ilki olan bir yöntem geliştirildi
ve uygulamaya konuldu. Yasanın 19 Mayıs 2008 tarihinde başlıyor olmasını da dikkate
alınarak, kampanyanın “yapıcı”, “birleştirici” yaklaşımın bir uzantısı da olarak, tüm siyasi
parti liderlerine çağrı yapıldı. Hemen hepsinin katılımıyla, aynı gün ve kampanyanın ilk
fazı boyunca yan yana gelerek topluma uygulamaya destek çağrısı yapmaları sağlandı.
2009 yılı değerlendirme araştırmasına göre kamuoyunun;
• Yüzde 86,7’si yasanın kabul gördüğünü ve uyum sağlandığı,
• Yüzde 93,8’i devletin vatandaşlarının sağlığını korumaya yönelik hakkını kullanması
gerektiğini,
• Yüzde 95,3’ü sigaranın doğrudan sağlık problemlerine yol açtığını,
• Yüzde 19’u evlerinde sigara içmemeye başladığını,
Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB)
bebeklere tam ve yeterli tıbbi
müdahale sunulmasına katkı
sağlamak amacıyla 2003 yılında
başlattığı “Çok Yaşa Bebek” projesi,
2009 yılında yeni bir açılımla daha da
güçlendi. Bugüne kadar, bebek/çocuk
sağlığının korunmasına, yenidoğan
ölüm oranlarının düşürülmesine,
ebeveynlerin çocuk sağlığı/ev kazaları
gibi konularda bilinçlendirilmesine
katkı sağlayan proje, 2009 yılında
tıp fakültelerinde çocuk doktorları
için çocuklarda temel yaşam ve ileri
yaşam desteği eğitimi de vermeye
başladı.
Amerikan Kalp Cemiyeti’nin, Amerikan Pediatri Akademisi ile işbirliği yaparak
geliştirdiği ve dünyada 30’dan fazla ülkede verilen Çocuklarda İleri Yaşam Desteği
Kursları (Pediatric Advanced Life Support/PALS), TBB - Çocuk Acil Tıp ve Yoğun Bakım
Derneği işbirliğiyle uygulandı. Kurslarda doktorlara, kritik hastalığı olan veya kalbi
durmuş çocukların tanınması ile atılacak ilk tedavi adımları konusunda teorik ve pratik
bilgiler verildi. Kurslar 2 gün sürdü ve her kurs 18 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi.
"Çok Yaşa Bebek" projesinin konsepti Grup 7 tarafından geliştirildi. Proje
koordinasyonunu ve uygulama çalışmalarını da gerçekleştiren Grup 7, eğitim
kitapçığı, afiş, broşür, film ve web sitesi gibi tanıtım materyallerinin içerik ve tasarım
çalışmalarında da görev aldı. "Çok Yaşa Bebek" projesinin iletişim stratejisi G7
tarafından hazırlandı ve uygulandı.
Projenin 2009 yılında geliştirilen yeni ayağında İstanbul, İzmir ve Adana’da
düzenlenen 5 PALS kursu ile 96 hekime eğitim verildi. Cihaz dağıtımında özel eğitimli
doktorların varlığı, dağıtım kapasitesini genişleten en önemli faktörlerden biri. Bu
nedenle kursların, önümüzdeki yıllarda il sayısı çoğaltılarak devam ettirilmesi planlanıyor.
Proje kapsamında bugüne kadar Türkiye’nin 63 ilinde ihtiyaç tespiti yapılan 160
hastanenin yenidoğan, çocuk acil ve yoğun bakım bölümlerine 780 tıbbi cihaz bağışında
bulunuldu. Bağışlanan bu cihazlarla bugün 20 bini aşkın bebek “hayat”a tutunuyor.
Ebeveyn eğitimleri çerçevesinde ise bugüne kadar Diyarbakır, Edirne, İstanbul, Kocaeli,
Şanlıurfa, Mardin, İzmir, Van ve Trabzon’da yapılan eğitimler ile yaklaşık 2.500 anne babaya ulaşıldı.
• Ve çalışanların yüzde 44’ü mesai saatlerinde sigara tüketimlerinin azaldığını belirtti.
Projenin yakaladığı hızlı başarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından özel ödüle layık
bulundu. Kampanya Galatasaray Üniversitesi tarafından ‘Yılın En Başarılı Sosyal
Kampanyası’ seçildi. Farmaskop Sağlık İletişiminde Yaratıcılık Ödüllerinde Onur ve
Başarı Ödüllerini aldı. Benzer uygulamaları yapan ülkelerden TC Sağlık Bakanlığı’na
kampanya stratejine yönelik bilgi aktarımı ve briefing talepleri geldi.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
33
İDAÜYELERİNDEN2009UYGULAMALARI
FASHIONABLE İSTANBUL E-İLETİŞİM
TNT EKSPRES BİLGİ VE KÜLTÜR TAŞIYOR
Proje adı: Fashionable İstanbul E-İletişim
Müşteri: RBM
İletişim Danışmanlığı Ajansı: Global Tanıtım
İstanbul’un dünya moda başkentleri
arasında yer alması için düzenlenen
Fashionable İstanbul’un hedef
kitlelere farklı ve daha geniş bir şekilde
ulaştırılmasını sağlamayı amaçlayan projeye
Global Tanıtım, medya ilişkileri ve dijital
medya desteği anlamında danışmanlık
verdi.
Proje, Ekim 2009’da dünyaca
ünlü tasarımcıları İstanbul’da ilk kez
buluşturan, İstanbul’un dünya moda
başkentleri arasında yer almasını
hedefleyen Fashionable İstanbul için, yazılı
ve görsel medyayla birlikte Türkiye’de
ilk kez uygulanan dijital medya iletişim
çalışmasıydı. Değişen dinamikler doğrultusunda moda bloglarının da modaya yön
vermedeki etkileri gözetilerek Fashionable İstanbul etkinliğinde yer almaları, özel içerik
üretmeleri sağlanarak sosyal medya katılımcılarıyla buluşması ve etkinlik heyecanının
paylaşılması hedeflendi. Moda blog içeriğinin etkinliğe uygunluğu, yazarının içerik
üretme frekansı ve moda alanındaki bilgisi gözetilerek belirlenen 7 blog yazarıyla
iletişime geçildi. Etkinlik öncesinde, blog yazarlarıyla sohbet toplantısı organize edildi,
etkinlik hakkında bilgi verildi. Etkinlik süresince içerik paylaşımlarını kolaylaştırmak
için kendilerine laptop ve internet bağlantısı tahsis edildi, basın odasını kullanmaları
sağlandı, fotoğraflar konusunda yardımcı olundu ve backstage’e girişleri sağlandı.
Etkinlik ertesinde gerçekleştirilen ölçümleme sonuçlarına göre sadece davet edilen blog
yazarları tümü olumlu 50’nin üzerinde blog yazısı, yüzlerce tweet, 350’den fazla fotoğraf
yayınladı. İçerikleri takip eden diğer sosyal medya katılımcılarının yorumları ve sosyal
paylaşım araçlarıyla erişim yükseldi ve yansımalar devam etti.
34 MediaCat Özel Eki
MART 2010
Proje Adı: “Tnt Ekspres Bilgi Ve Kültür Taşıyor” Kitap Toplama Kampanyası
Müşteri: TNT Ekspres Türkiye
İletişim Danışmanlığı Ajansı: Medyaevi
TNT Ekspres Türkiye’nin büyük bir heyecanla sürdürdüğü ve faaliyette olduğu diğer
ülkelerde örnek olarak gösterilen “TNT Ekspres Bilgi ve Kültür Taşıyor” kitap toplama
kampanyası, 2000 yılından beri devam etmektedir. Türkiye’nin en önemli sorunlarından
biri olan okullardaki kütüphane ve kitap eksikliğinden yola çıkılarak başlatılan proje, bu
konuda kamuoyu bilinci yaratmak, çocuklara ve onların geleceğine katkıda bulunacak
bir destek zinciri oluşturmayı hedeflemektedir.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği iş birliği ile her yıl düzenli olarak Kütüphaneler
Haftası'ndan İlköğretim Haftası'na kadar süren kampanya kapsamında, TNT Ekspres
kuryeleri, 444 0 868 no’lu telefonu arayarak kitap bağışlamak isteyenlerin kitaplarını
kapılarından ücretsiz teslim aldılar. Okullara gönderilecek kitaplar, TNT Ekspres Türkiye
gönüllü çalışanları tarafından gidecekleri okulların önceliklerine ve ihtiyaçlarına göre
tasnif edildi. 10. yılına giren proje ile 27 bin kişi ve kurum tarafından 1863 okula 3
milyon 850 bin kitap yola çıktı ve Türkiye’nin dört bir yanında okullara ulaştırıldı.
Projenin geliştirilmesi ve Türkiye çapına taşınması sürecinde TNT Ekspres ve
Medyaevi ortak çalıştılar. Medya mensuplarından alınan destek de önemli bir aşamaya
ulaştı. Bizzat kitap bağışı yapan ve projeyi gündeme taşıyan medya mensuplarının da
katkısıyla proje zenginleştirildi.
TNT Ekspres Türkiye, şimdi okullara sadece kitap ulaştırmakla kalmayıp bu kitapları
okumaya teşvik etmek amacıyla “İşte Benim Öyküm” yarışmasını da düzenlemektedir.
Bu sene dördüncüsü gerçekleştirilecek “İşte Benim Öyküm” öykü yarışması, ilköğretim
öğrencilerinin kendilerine ulaştırılan bir kitaptan esinlenerek kendi öykülerini yazmalarını
teşvik etmedir. “TNT Ekspres Bilgi ve Kültür Taşıyor”, Türkiye’nin en uzun soluklu sosyal
sorumluluk projeleri arasında yer alıyor. Proje, 2004 yılında Platin Zirvedekiler Yarışması
“Türkiye’ye Işık Saçan 10 Sosyal Sorumluluk Projesi”nden biri seçildi. 2006 yılında da
TÜHİD Altın Pusula Büyük Ödül’üne layık görüldü.
DOĞU ANADOLU TURİZM GELİŞTİRME PROJESİ MİKROKREDİ’DEN MAKRO KADINLARA
Proje Adı: Mikrokredi’den
Makro Kadınlara
Müşteri: Zennan Zeytinyağları
(N’PR İletişim)
İletişim Danışmanlığı Ajansı:
N’PR İletişim
Proje Adı: Doğu Anadolu Turizm Geliştirme Projesi (DATUR)
Müşteri: Efes Pilsen
STK ve Proje Ortakları: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
(UNDP) ve Turizm Bakanlığı
İletişim Danışmanlığı Ajansı: MPR
Sürdürülebilir kalkınmada turizmin öneminden hareket eden Efes Pilsen, DATUR ile
insan-doğa-çevre uyumu çerçevesinde mevcut doğal ve kültürel değerleri korumayı
ve bölgenin ekonomik sorunlarının başında gelen istihdama katkı sağlamayı amaçladı.
Proje kapsamında iletişim danışmanlığı ajansı MPR, değişik kitle ve mecralara dokunan
bir iletişim stratejisi izledi. Projenin 1. ve 2. yılında Turizm Bakanı’nın da katıldığı bir
basın toplantısı düzenledi. Hedefler ve sonuçlar kamuoyu ile paylaşıldı. Projeyi anlatan
tanıtım filmi büyük ilgi gördü. Ekonomi basını bölgeye davet edildi. Projenin getirdikleri
yerinde paylaşıldı.
Ekonomi müdürleri ve köşe yazarlarının da katıldığı yönetim kurulu toplantısı da
geçen yıl bu bölgede gerçekleştirdi. Efes’in turizme katkısı, sosyal sorumluluk projelerine
olan inancı vurgulandı. Sabah gazetesi yazarları ‘Kuş Gözlem Festivali’ne davet edildi.
Bölgeye özel tatları, yöresel lezzetleri ön plana çıkarmak için bir grup gurme gazeteciye
özel gezi düzenlendi. Projenin kadın istihdamına katkısını anlatmak için Cumhuriyet
gazetesi yazarları bölgeye götürüldü. Habertürk TV ‘’Pakize Suda’yla Lezzet Durakları”
programı bölgeyi ziyaret etti. İz TV ‘‘Sırt Çantam’’ isimli programında bölgeyi konu aldı.
Yeni dönemde bölgede ünlü bir yönetmenin gözünden belgesel çekilmesi ve bölge
gençlerine de dokunan bir konser yapılması hedefleniyor.
Yürütülen iletişim projesinin sonucunda bölgedeki rafting turları hız kazandı.
2009’da Çoruh Vadisi Kuş Gözlem Festivali’nin ikincisi yapıldı. Ayı Gözlem Turu için
ulusal ve uluslararası turlarla bağlantıya geçildi, gerekli envanter toplandı, ilk turistler
ağırlandı. Flora zenginliği için yerel halktan 102 kişiye eğitim verildi, 105 öğrenciyle
sevgi bahçesi oluşturuldu. Çoruh Vadisi’ndeki 74 noktaya yönlendirici, tanıtıcı reklam
panoları yerleştirildi. Turist sayısında artış sağlandı. Yerel turizm komiteleri kuruldu. Yeni
pansiyonlar ve restoranlar açıldı.
1993’den beri pek çok
başarılı projeye imza atan
N’PR İletişim için, 2009
yılında hayata geçirilen
Zennan Zeytinyağları’nın
önemi büyük. Hizmet verilen
tüm müşteriler dışında
N’PR’yi ayrı bir “account”
olarak gören, N’PR markası
için de sürdürülebilir bir
proje arayışında olan ajans,
yoksullukla savaş ve kadın
istihdamı konusunda kolları
sıvadı.
N’PR İletişim, ülkemizde
kadınların yüzde 25’inin
işgücüne katıldığı, çalışan
her 10 kadından 6’sının kayıt
dışı ortamda çalışabildiği
gerçeğine dikkat çekmek,
imkanları olmayan girişimci ruhlu kadınlara bir ışık yakmak hedefiyle, yoksullukla
mücadelede önemli rol oynayan, kurucusu Prof. Muhammed Yunus’a 2006 yılında
Nobel Ödülü kazandıran Mikrokredi Projesi yararına “Mikrokredi’den Makro Kadınlara”
adını verdiği bir kurumsal hayırseverlik projesi başlattı. 8 Mart 2009 Dünya Kadınlar
Günü’nde Mikrokredi Türkiye Uygulaması’na katkıda bulunmak amacıyla gerçekleştirilen
keyifli bir etkinlikle projenin startı verildi. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) işbirliği
ile düzenlenen, Başbakan Yardımcısı Abdülkadir Aksu, TAV Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Hamdi Akın gibi iş ve siyaset dünyasından ünlü erkeklerin kadınlar için mutfağa
girdiği buluşmada 20 kadına mikro finansman sağlandı.
“Mikrokredi’den Makro Kadınlara” projesinin ikinci ayağında ise Gemlik yöresindeki
girişimci kadınlara finansman sağlamak için yöredeki zeytinyağı üreticisi kadınlardan
satın alınan yağlar markalaştırıldı. Anadolu’nun bereketli topraklarının zeytinlerinden
elde edilen zeytinyağı için Anadolu kadınının gücünü çağrıştıran Farsça’da “Kadınlar”
anlamına gelen “Zennan” isminde karar kılındı ve Zennan ajansın kurumsal hediyeliği
olarak kullanmaya başlandı.
Ajans, müşterilerinde de bir farkındalık yaratarak onlara bu konuda öncülük etmeyi
hedeflediği sürdürülebilir bir proje sundu. Mikrokredi kullanarak kendi işinin sahibi olan
girişimci kadınlara yaratılan kaynakla, kadınların ekonomik özgürlüklerini elde ederek
sisteme entegre olmaları teşvik edildi.
MART 2010 MediaCat Özel Eki
35
İDAÜYELERİNDEN2009UYGULAMALARI
YARININ İZLERİ
VODAFONE 3G TÜRKİYE LANSMANI
Proje Adı: Yarının İzleri
Müşteriler: Unilever
Türkiye ve Tesco Kipa
STK Ortağı: TOÇEV
Kamu Ortağı: TC Milli
Eğitim Bakanlığı
İletişim Danışmanlığı
Ajansı: Ünite İletişim
“Yarının İzleri”, küresel
ısınma ve ekolojik
ayakizi konusunda
farkındalık yaratmak,
sorunun çözümü ile ilgili
öncelikle ilköğretim 3.,
4. ve 5. sınıf öğrencilerini
bilgilendirmek ve bilinç
oluşturmak amacıyla
hayata geçirilen bir eğitim
projesidir. Kasım 2008’de pilot olarak İstanbul’da başlayan “Yarının İzleri”, 2010 yılı
sonunda Türkiye genelinde 20 bin öğrencinin eğitimini tamamlamayı hedeflemektedir.
TOÇEV tarafından düzenlenen interaktif tiyatro gösterisi, gazeteci/belgeselci
Mithat Bereket ve ekibinin hazırladığı belgesel film, MEB onaylı oyunlu kitapçık
ve www.yarininizleri.org.tr aracılığıyla, Türkiye genelinde seçili okullarda eğitim
düzenlenmektedir. Eğitim içeriği öğretmenler ile paylaşılmış ve bilginin velilere ulaşması
sağlanmıştır. Ayrıca, küresel ısınma konusunda etkili yazar/gazeteci Mark Lynas’ın
6 Derece (Six Degrees) adlı kitabı, “Yarının İzleri” projesi kapsamında fikir önderi
niteliğindeki 10 bin kişiye dağıtılmıştır.
Proje içeriği, Unilever ve Tesco Kipa’nın küresel sosyal sorumluluk anlayışları
dikkate alınarak Ünite İletişim tarafından tasarlanmış ve TOÇEV ile birlikte geliştirilmiştir.
Ünite İletişim, proje koordinasyon merkezi olarak görev üstlenmiş; içerik üretimi,
görsel tasarım, ulusal ve yerel medya ilişkileri dahil bütünleşik bir iletişim planı hayata
geçirmiştir.
Proje, Kasım 2008’de pilot olarak İstanbul’da başlamıştır. Bugüne kadar 10 il
ziyaret edilerek, 12 bin 251 öğrenciye interaktif eğitim verilmiştir. Öğretmen, veli ve
fikir önderi iletişimin yanı sıra, ulusal ve yerel medyanın projeye ilgisi sonucu proje
içeriği geniş kitlelere ulaşmıştır. TOÇEV’in ön araştırması ve gözlemleri çerçevesinde;
içeriğin anlaşılması, hatırlanması ve uygulanması yönünde olumlu bir gelişme sağlandığı
saptanmıştır. Eğitim olan öğrencilerin davranış değişiklikleri ile ilgili bilimsel araştırmanın,
projenin 2. yılı sonunda yapılması planlanmaktadır.
“Yarının İzleri” projesi, global iş ortakları Tesco ve Unilever tarafından düzenlenen
‘2008/2009 Uluslararası Değer Ödülleri’ kapsamında ‘Sosyal Sorumlulukta En İyi
Sürdürülebilir Girişimcilik Ödülü’nü kazanmıştır.
36 MediaCat Özel Eki
MART 2010
Proje Adı: Vodafone 3G Türkiye Lansmanı
Müşteri: Vodafone Türkiye
İletişim Danışmanlığı Ajansı: Zarakol
Vodafone 3G Türkiye Lansmanı projesinde amaç, 3G teknolojisi çerçevesinde
Vodafone’un dünyada iletişim alanındaki üstünlüklerinin ve teknolojisinin medya aracılığı
ile Türk tüketicisine yansıtılması ve marka bilinirliğini artırılmasıydı. 30 Temmuz 2009
tarihinde Vodafone 3G Lansmanı yapıldı. Lansman öncesi, lansman ve lansman sonrası
olarak üç aşamalı bir halkla ilişkiler planı hazırlandı.
Lansman öncesinde, gazetelerin Genel Yayın Yönetmenleri için düzenlenen tekne
gezisinde, yöneticiler gazetelerini tekneden 3G teknolojisiyle doğrudan bağlantı kurarak
yönettiler. 3G Web sayfasının lansmanı yapıldı. 3G için kayıtlar başlatıldığı duyuruldu
ve Roke’n Coke etkinliği sırasında alana kurulan standa katılımcılara 3G denemesi
yaptırıldı.
Lansmanda 64 basın mensubunun katılımıyla Vodafone 3G basın toplantısı yapıldı.
Toplantı odasından Vodafone’nun Londra Merkezi ile 3G teknolojisi aracılığı ile görüntülü
canlı bağlantı kuruldu ve Vodafone CEO’su Vittorio Colao görüşlerini açıkladı.
Lansman sonrasında ise Vodafone Yöneticileri için özel röportajlar organize edildi.
Vodafone 3G’nin çapraz pazarlama aktivitelerinin basın duyuruları yapıldı. Reklam
filmlerinin basın duyuruları yapıldı ve Türkiye’nin ileri gelen kişilerinin katılımıyla bir VIP
gecesi organize edildi.
Vodafone 3G hizmetinin deneysel ağırlıklı projelerle yapılan PR lansmanı sonucunda
televizyonda 97, basında 288 ve web’de 694 tane olmak üzere, toplamda 1079 adet
haber yayınlandı.
İDA - LSPR STRATEJİK İLETİŞİM SERTİFİKA PROGRAMI
22 Mart – 29 Nisan 2010
İletişimin can alıcı konularını, temel tekniklerini, gelişen ve değişen iletişim gündemini
Türkiye’nin önde gelen iletişim uzmanlarından dinleyin. Bilgi ve deneyiminizi,
İDA- LSPR (London School of Public Relations) Sertifikası ile belgeleyin.
Halkla İlişkiler Süreci • Halkla İlişkiler ve Pazarlama İletişimi
• Kurumsal İşler ve Lobicilik • İletişim Araştırmaları
• Medya Analizi • Müşteri Yönetimi • Kurumsal Kimlik ve İtibar
• Risk, Gündem ve Kriz Yönetimi • Kurumsal Sosyal Sorumluluk
• Medya İlişkileri • İç İletişim • Markalar ve Marka Yönetimi
• Halkla İlişkilerde Temel Finans ve İş Operasyonları
• Sponsorluk ve İletişim Platformları
• Internet ve Interaktif İletişim Kanallarının Etkin Kullanımı
Cüneyt Devrim (Project House), Ali Doğan (Danışman), Bârika Göncü
(BG İletişim), Kamuran Gülcen (Groupama), Figen İsbir (Excel/Hill & Knowlton),
Salim Kadıbeşegil (Orsa), Gonca Karakaş (Effect), Elvan Oktar (Era Research),
İpek Özgüden Özen (On İletişim), Meral Saçkan (MPR), Vecdi Seviğ (Anses),
Cengiz Turhan (Grup 7), Halef Remzi Vayıs (Medya Takip Merkezi)
Kayıt ve bilgi için: Tülay Göreç • Telefon: (212) 241 02 64 - 241 02 55 • Faks: (212) - 241 02 65 E-posta: [email protected] • www.ida.org.tr
‹DA ÜYESİ fiİRKETLERİMİZ
www.bgiletisim.com
www.bersay.com.tr
www.excel.com.tr
www.mpr.com.tr
www.bpmlook.com
www.globaltanitim.com
www.npr.com.tr
www.stagepr.com
www.grup7.com.tr
www.oniletisim.com
www.tribeca.com.tr
www.zarakol.com.tr
www.effect.com.tr
www.medyaevi.com.tr
www.saydampr.com
www.unite.com.tr
www.zego.com.tr
Download