TRAKYA ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt: 3 Sayı: 6 Temmuz 2013 TRAKYA UNIVERSITY JOURNAL OF THE FACULTY OF LETTERS Volume: 3 No: 6 ISSN 1309-7660 Edirne July 2013 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TRAKYA UNIVERSITY EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz 2013 Volume: 3, Number: 6, July 2013 Dergi Sahibi / Owner Trakya Üniversitesi Rektörlüğü Edebiyat Fakültesi Adına Prof. Dr. Recep DUYMAZ Editör / Editor Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU Dergi Yayın Kurulu / Editorial Board Başkan / Chairman Prof. Dr. Recep DUYMAZ Üyeler / Members Prof. Dr. Recep DUYMAZ ● Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN ● Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK ● Prof. Dr. Burçin ERDOĞU ● Doç. Dr. Tilla Deniz BAYKUZU Doç. Dr. Yüksel TOPALOĞLU ● Yrd. Doç. Dr. Bülent ATALAY Kapak Dizayn / Cover Design Öğr. Gör. Yavuz GÜNER Tashih ve Tercüme Arş. Gör. Soner TURSUN ● Arş. Gör. Asım KORKMAZ ● Arş. Gör. Ensar KARAGÖZ Arş. Gör. Feyzullah UYANIK İletişim Adresi / Address Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Balkan Yerleşkesi – Edirne / TÜRKİYE Tel.-Faks: 284 235 9527 e-mail: [email protected] Baskı / Publishing Bizim Büro Basımevi Yayın Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. GMK Bulvarı 32/C Demirtepe / ANKARA Tel: (312) 229 99 29-28 Fax. (312) 229 99 29 Mithatpaşa V. D. 1700224039 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Uluslararası Hakemli bir dergidir. Dergi, ASOS Index tarafından taranmaktadır. CEEOL (Central and Eastern European Online Library) tarafından ise gözetim altında tutulmaktadır. Bu dergide yayımlanan makaleler Yayın Kurulu’nun izni olmadan aynen veya kısmen yayınlanamaz ve iktibas edilemez. Yayımlanan yazı ve makalelerin içeriği ile ilgili tüm sorumluluk yazarlarına aittir. Kapak Resmi: Nusret Çolpan’ın Türk Tarihi Minyatürü. DANIŞMA KURULU Prof. Dr. İlker ALP ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet ALPARGU ● Sakarya Üniversitesi Prof. Dr. Nurettin ARSLAN ● Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Prof. Dr. Evangelia BALTA ● Ulusal Yunan Araştırmaları Vakfı / Yunanistan Prof. Dr. Smail ÇEKİÇ ● Sarajevo Üniversitesi / Bosna-Hersek Prof. Dr. Hayati DEVELİ ● İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Abdülkadir DONUK ● İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Recep DUYMAZ ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Nikolay EGOROV ● Çuvaş Sosyal Bilimler Enstitüsü / Çuvaşistan - Rusya Prof. Dr. Cezmi ERASLAN ● Atatürk Araştırma Merkezi Prof. Dr.Saadettin GÖMEÇ ● Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Ramazan GÜLENDAM● Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ● Ankara Üniversitesi Prof. Süleyman Sırrı GÜNER ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN ● Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet KANLIDERE ● Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. İrfan MORİNA● Priştine Üniversitesi / Kosova Prof. Dr. Refik MUHAMMETŞİN ● Tatar Devlet Sosyal Bilimler Üniversitesi / Tataristan-Rusya Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Azmi ÖZCAN ● Bilecik Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa ÖZKAN ● Üniversitesi Üniversitesi Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN ● Erciyes Üniversitesi Prof. Dr. Vitaliy RODİONOV ● Çuvaş Devlet Üniversitesi / Çuvaşistan -Rusya Prof. Dr. İbrahim SEZGİN ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet SINAV ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Miryana TEODİSİYEVİÇ ● Belgrad Üniversitesi / Sırbistan Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL ● Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Prof. Dr. Abdullah UÇMAN ● 29 Mayıs Üniversitesi Prof. Dr. Mualla UYDU YÜCEL ● İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. İlya V. ZAYTSEV ● Rus Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü / Rusya BU SAYININ HAKEMLERİ Prof. Dr. İlker ALP ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Sümer ATASOY ● Karabük Üniversitesi Prof. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU ● Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Abdülkadir DONUK ● İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Recep DUYMAZ ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Burçin ERDOĞU ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ● Ankara Üniversitesi Prof. Dr Ahmet KANLIDERE ● Marmara Üniversitesi Prof. Dr. İbrahim SEZGİN ● Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL ● Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Doç. Dr. Abdülkadir EMEKSİZ ● İstanbul Üniversitesi Doç. Dr. Zekai METE ● İstanbul Medeniyet Üniversitesi Doç. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ ● İstanbul Üniversitesi Doç. Dr. Fikret SARICAOĞLU ● İstanbul Üniversitesi Doç. Dr. Yüksel TOPALOĞLU ● Trakya Üniversitesi Doç. Dr. Okan YEŞİLOT ● Marmara Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU● Trakya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Cengiz FEDAKÂR ● Trakya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Aziz TEKDEMİR ● Trakya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Metin ÜNVER ● İstanbul Üniversitesi İÇİNDEKİLER Aziz TEKDEMİR 1867 Paris Sergisi ve Sultan Abdülaziz’in Sergiyi Ziyareti / 1-19 Hacer ATEŞ Kuzey Marmara’da Bir Liman Kentinde Ticaret XVI. Yüzyılda TekirdağRodosçuk Limanı / 21-38 Başak BOZ Edirne Hasanağa Mezarı İnsan Kalıntıları / 39-49 Darko MATOMAC A Rough Guide for the Prepositional System of the Croatian Language 51-64 Feyzullah UYANIK Biyografi Araştırmalarına Kaynak Olarak Musavver Medeniyet Gazetesi ve Türk Basın Tarihindeki Yeri / 65-84 Cengiz PARLAK XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gümülcine Şehrinin İktisadî Durumu Üzerine Tespitler / 85-120 Gürhan KIRİLEN Reformcu Kişiliğiyle Kang Youwei ve İttihatçılar Hakkındaki İzlenimleri / 121-160 Abdrasul İSAKOV Kırgızlarda ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim (VI.-XV. Yüzyıllar Arası) / 161-172 Pelin DİMDİK Levent Mete’nin Şizofreni Müzesi Romanına Dair Bir İnceleme / 173-193 Tercüme Lady BRASSEY (terc. Soner TURSUN) 1878 Yılı Edirne İzlenimleri / 195-203 Kitabiyat Asım KORKMAZ Victor SPINEI, The Romanians and the Turkic Nomads North of the Danube Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century, (10. Asırdan 13. Asır Ortalarına Kadar Tuna Deltasının Kuzeyindeki Göçebe Türkler ve Rumenler), Brill Hotei Publishing, Leiden 2009, 545 sayfa / 205-207 CONTENTS Aziz TEKDEMİR 1867 Paris Exhibition and Sultan Abdulaziz’s Visit to the Exhibition / 1-19 Hacer ATEŞ Trade in a Port City: Tekirdağ-Rodosçuk Port in the 16th Century / 21-38 Başak BOZ Human Remains From Hasanağa, Edirne / 39-49 Darko MATOMAC Hırvatçadaki Edat Sistemi İçin Kabataslak Bir Rehber / 51-64 Feyzullah UYANIK The Newspaper of Musavver Medeniyet as a Source for Biograhical Studies and its İmpartance in Turkish Press History / 65-84 Cengiz PARLAK Observations on the Economic Situation of the City of Komotini During the 15th and 16th Centuries / 85-120 Gürhan KIRİLEN Kang Youwei as a Reformer and his Impressions on Ottoman Constitutionalists / 121-160 Abdrasul İSAKOV The Twelve Year Animal Cycle Calendar in the Kyrgyz and Moghuls (6th15th Centuries) / 161-172 Pelin DİMDİK A Review on the Levent Mete’s Novel “Şizofreni Müzesi” / 173 / 193 Translation Lady BRASSEY (translater Soner TURSUN) Impressions About Edirne in 1878 / 195-203 Book Review Asım KORKMAZ Victor SPINEI, The Romanians and the Turkic Nomads North of the Danube Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century, (10. Asırdan 13. Asır Ortalarına Kadar Tuna Deltasının Kuzeyindeki Göçebe Türkler ve Rumenler), Brill Hotei Publishing, Leiden 2009, 545 sayfa / 205-207 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ Aziz TEKDEMİR ÖZ: Fuar veya sergi olarak isimlendirilen ticari, sanayi, zirai, askeri ve kültürel metaların tanıtımı amacıyla düzenlenen organizasyonları kadim zamanlara kadar götürmek mümkündür. Sanayileşmenin ve ticari faaliyetlerin gelişerek yoğunlaştığı XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra ise bu organizasyonlar uluslararası bir tanıtım unsuru haline gelmiştir. Sanayi devrimi sonrası Avrupa Devletleri’nde üretimin artması, yeni pazar ve hammadde ihtiyacını da doğurmuştu. Bu ihtiyacın giderilebilmesi için, sanayi ürünlerinin ve üretim araçlarının tanıtılması amacı ile uluslararası sergiler düzenlenmeye başlanmıştır. Ayrıca bu sergilerle ülkelerin bilim, sanayi, teknoloji ve tarım alanındaki gelişme ve yeniliklerinin herkese duyurulması amaçlanmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti uluslararası sergilere yoğun bir şekilde ilgi göstermiş, hükümran olduğu büyük coğrafyanın her biri kendine has özellikler taşıyan ürünlerini fuarlara göndererek tüm dünyaya tanıtmayı hedeflemiştir. Bu makalede dünyanın dört bir yanındaki sanayi ürünlerinden sanat eserlerine, mimari objelerden savaş aletlerine kadar farklı kategorideki birçok eşyayı ilgilileriyle buluşturan 1867 Paris Sergisi ve dönemin Fransız imparatoru III. Napolyon'un daveti üzerine Sultan Abdülaziz’in bizzat sergiyi ziyareti ele alınacaktır. Arşiv kaynakları ve birinci elden kaynaklarla Osmanlı Devleti'nin Paris'te sergilenen ürünler ve Sultan Abdülaziz'in sergiye olan ilgisi bu makalenin ana konusunu oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Üretim, Sergi, Fuar, Sultan Abdülaziz, Osmanlı İmparatorluğu, Paris. 1867 PARIS EXHIBITION AND SULTAN ABDULAZIZ’S VISIT TO THE EXHIBITION ABSTRACT: Organizations named as fair or exhibition which are held for advertimesement of commercial, industrial, agricultural, military and cultural material can be traced back to ancient times. From the second half of the 18th century on when industrialisation and commercial activity advanced and intensified such organizations became an element of international advertisement. Increase in European products after the Industrial Revolution resulted in the need for new raw material and markets. In order to satisfy the need international exhibitions started to be held with a view to advertise industrial products and production goods. These exhibitions also aimed to publicize developments and innovations of countries in the realms of science, industry, technology and agriculture. From the second half of the 19th century on the Ottoman Empire showed a great interest in international exhibitions and aimed at advertising unique featured goods of the vast geography that it dominated. In this paper Sultan Abdulaziz’s visit to the 1867 Paris Exhibition which introduced a wide range of goods such as industrial products, artworks, architectural objects, war tools upon French Emperor Napoleon III’s invitation is dealt with. The Ottoman goods exhibited in Paris and Sultan Abdulaziz’s interest in the exhibition based on Ottoman archive documents and first hand resources form the main subject of this paper. Keywords: Production, Exhibition, Fair, Sultan Abdulaziz, Ottoman Empire, Paris. Yrd. Doç. Dr. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. AZİZ TEKDEMİR Giriş: Sanayi devrimi sonrası Avrupa Devletleri’nde üretimin artması, yeni pazar ve hammadde ihtiyacını da doğurmuştu. Bu ihtiyacın giderilebilmesi için sanayi ürünlerinin ve üretim araçlarının tanıtılması amacı ile uluslararası sergiler düzenlenmeye başlanmıştır. Ayrıca bu sergilerle ülkelerin bilim, sanayi, teknoloji ve tarım alanındaki gelişme ve yeniliklerinin herkese duyurulması amaçlanmıştır1. Öncülüğünü Fransa ve İngiltere’nin yaptığı sanayi sergileri, bu ülkelerin sömürgelerinden gelen hammadde ve bu hammaddelerden üretilen sanayi ürünlerinin pazarlanmasına yönelik olarak yapılmıştır. Başlangıçta sanayi ve ticari amaçla başlatılan bu sergiler, Avrupa ile Avrupa dışında bulunan devletlerin kültür ve yerel sanatları arasında etkileşime de sebep olmuştur2. Düzenlenen ilk uluslararası sergi, Avrupa’nın güçlü sanayi ülkeleri arasında yer alan İngiltere tarafından 1851 yılında Londra’da açılmıştır. Daha sonra sırasıyla 1853 New York, 1855 Paris, 1862 Londra, 1863 İstanbul sergileri düzenlenmiştir. Osmanlı Devleti bu sergilerden, New York Sergisi’ne nakliye masraflarının çok yüksek olması sebebi ile katılamamıştır. 1867 Paris Sergisi için Yapılan Hazırlıklar ve Sergi Binasının Tasarımı: 22 Haziran 1863 tarihinde III. Napoléon 1867’de Paris’te uluslararası bir sergi düzenlenmesi emrini vermiştir. 1 Şubat 1865’te ikinci bir talimatla serginin organizasyonu için 16 kişilik komisyon kurulmuştur. Komisyona III. Napoléon’un oğlu Prens Imperial başkan olarak atanmıştır. 16 üyenin 3’ü 1851 ve 1862 Londra sergilerinde tecrübeleri ile tanınan İngilizlerden seçilmiştir3. Komisyon öncekilere göre daha geniş kapsamlı evrensel bir sergi düzenlemeyi amaçlamıştır. Sergide bireysel girişimlerin ve sanayinin tüm alanlarına yer verilmesi planlanmıştır. 1855 Paris, 1862 Londra sergilerinde Fransız komiseri olan M. Le. Play, 1867 sergisine baş komiser olarak atanmıştır4. Sergi binasının tasarımı ve sınıflandırma planları yapılırken 1862 Londra Sergisine olan tepki hissettirilmiştir. 1862 Londra Sergi binasının tasarımcıları 1867 sergi binası için de talepte bulunmuşlar, fakat Londra’da yapılan tasarım beğenilmediğinden reddedilmiştir 5. Sergi binasının inşaat 1 Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi, İstanbul 2009, s. 20; Abdullah Martal, Değişim Sürecinde İzmir’de Sanayileşme: 19. Yüzyıl, İzmir 1999, s. 28. 2 Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Uluslararası Sergilere Katılımı ve Kültürel Sonuçları” Tarih ve Toplum, C. XVI, S. 95, İstanbul 1991, s. 33. 3 Lord Cowley, Paris İngiliz Büyük elçisi Earl Granville ve Richard Cobden 3 tecrübeli İngiliz üyedir. Richard Cobden sergi açılmadan vefat etmiştir: (Jonathan Meyer, Great Exhibitions (1851-1900), Suffolk 2006, s. 170, 191). 4 Jonathan Meyer, Great…, s. 170. 5 1862 Londra Sergisi, ürünler karışık sergilendiği ve sadece iki kısım olarak planlandığı için eleştirilmiştir: (Jonathan Meyer, Great…, s. 171). 2 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ işlerini Goin’in şirketi almış, çalışmalar 3 Nisan 1867’de başlamış 8 ay boyunca her gün 400 işçi çalıştırılmıştır6. Sergi binası 460 bin metrekarelik alana, bugün Eyfel Kulesi’nin bulunduğu Champ de Mars’a7 yapılmıştır 8. Sergi binası tuğla ile ahşap malzemeden gayet zarif bir şekilde imar edilmiştir. Binanın ortasına bahçe ve küçük havuz yapılıp güzel yollar açılmış, çeşitli ağaçlar ve çiçekler dikilmiş, çimler ekilerek düzenlenmiştir. Bahçe içinde güzel bir köşk inşa olunmuş ve dünyada yer alan her milletin kullandığı para ve ölçü aletleri sergilenmiştir9. Bina iç ve dış olmak üzere iki bölüm şeklinde düzenlenmiştir. Çatısı da demir çerçeveli camdan yapılmıştır. Dış kısımda yapılacak binaların da benzer bir şekilde olması kararlaştırılmıştır. Bunların aralarına da her milletin kendi mimari usulüne uygun şekillerde binalar inşa edilmiştir10. Dışarıdaki binalardan biri de büyük bir kilise olup fakat ibadet için inşa edilmemiştir 11. Burada mabette bulunması gereken alet, eşya ve ruhani memurlara ait resmi elbiselerin sergilenmesi planlanmıştır. Kilisenin 6 Jonathan Meyer, Great…, s. 172. Paris halkı serginin açılacağı alan olarak büyük bir bulvar tasarlamaktaydı. Champ de Mars adeta medeniyet dairesinin dışında kalmış kışın bataklık, yazın ise verimsiz arazi haline gelmekteydi. Kısa zaman içerisinde Champ de Mars’ın geldiği durum Paris halkını çok şaşırtmıştır. Çünkü bölgeye binalar yapılmış o verimsiz araziler, orman ve bahçelerle donatılmıştır: Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 8 Bina 320 bin metrekare araziyi kaplamaktadır. İçinde üç arşın derinliğinde küçük dereler bulunur. 366 bin zira küp toprak getirtilip doldurulmuş 4 saatlik mesafede mahzen ve lağım kazılıp hava akımı için borular döşenmiştir. Sergi demir ve kristalden imal edilmiştir. Dikilen demir direkler birbirine akıl almaz şekilde bağlanmış ve sıralanmıştır. 14 bin tonluk dökme demir ve saç kullanılmıştır. Çatı ölçüleri hesaplanarak dört bir yanı çinko ile kaplanmış ve pencerelerine cam takılmıştır. Yaklaşık 78 bin arşın çinko, 105 bin arşın cam kullanılmıştır. Boya ve süslemeler de aynı ölçülerde yapılmıştır: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). Arşın dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk birimidir. 75-90 cm arasında değişir. (Garo Kürkman, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri, Antalya 2003, s. 412). 9 Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 10 Osmanlı Devleti için zarif bir cami ile bir kahvehane inşa edilmiştir. Mısır ve Tunus valileri sergiyi ziyaret edecekleri için kendilerine özel birer köşk yaptırılmıştır. İsveç-Norveç, Rusya, Macar, Alman ve Çin evlerinin numuneleri yapılmıştır: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 11 Gazatenin Paris muhabirine göre serginin güzel bir yerine yapılan kilise manzarayı bozmuştur: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 7 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 3 AZİZ TEKDEMİR önünden akan Seine nehrinin üzerine de bir köprü inşa edilmişti. Nehirde oluşan gölün ortasında bir ada meydana gelmiş adanın üzerine de bir fener kulesi yapılmıştı12. Ayrıca gölün içerisine her memlekete ait özel kayık, sandal ve sal konulmuştur13. Binanın dışında bir de botanik bahçesi oluşturulmuştur14. Bahçenin bir tarafına içinde 44 dükkân bulunan büyük bir bina inşa edilmesi ve borsa gibi kullanılması tasarlanmıştır 15. Sergi bölgesinin dışına adam beli kalınlığında 5000 ağaç getirilip dikilerek bir orman oluşturulmuştur16. Fransızlar sergide çalışan işçileri göz ardı etmemiş, barınmaları için kolay kurulup sökülebilen 4 tür işçi evi yapmayı planlamıştı. Her biri 7-8 bin kuruşa mal olacak evlerden biri iki kat diğerleri ise birer kat olarak tasarlanmıştı. Ayrıca işçilerin günlük yiyecekleri ve temizlikleri de düşünülmüştür. Sergi içinde bir fırın yapılarak işçilerin günlük ekmek ihtiyacı karşılanacaktı17. Bir çamaşırhane kurularak sergide çalışan işçilerin çamaşırları yıkanacaktı18. İngiltere’nin de sergide, bazı görevlerde istihdam edilmek üzere Paris’e 50 bin işçi göndereceği gazetelerden öğrenilmişti19. Sergi binasında çalışan memur ve işçilerden 5000’i maaşı az bulmuş ve işi bırakmıştır. Bunun neticesinde de sergi binasının yanında akan su yükselmiş ve taşarak binaya zarar vermiştir20. Fransa bunun üzerine maaşlara %29 zam yapılacağını açıklamıştır21. Maaşı az bulan sadece sergi binasında 12 Kulenin içerisine, sahilde bulunan fenerlerin çeşitleri ile bunların alet ve edevatı depolanmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 560, s. 2239 (17 Ş. 1283/24 Aralık 1866). 13 Osmanlı Devleti’nin bu gölde iki kayığının bulunduğu görülmektedir.(Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 616, s.2461 (13 Za. 1283/20 Mart 1867 Salı); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 641, s.2563 (25 Z. 1283/30 Nisan 1867 Salı). 14 Bahçede bitkiler dışında uzak beldelerden saksılar ile getirilecek fidanların dikilmesi de düşünülmüştür: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 560 s. 2239 (17 Ş. 1283/24 Aralık 1866). 15 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 560, s. 2239 (17 Ş. 1283/24 Aralık 1866). 16 Ağaçlar her biri dört adam boyunda olan dört tekerlek üzerine oturtulmuş dört köşe çatı şeklinde ve üstlerinde tunç makaralar bulunan arabalarla taşınmıştır. Bu ağaçlar yerlerinden sökülüp sergi arazisine dikilinceye kadar 500 bin kuruş masraf yapılmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s.2434-2435 (4 Za. 1283/11 Mart 1867 Pazartesi). 17 Fırında buğday öğütülüp un haline getirilerek hamur yapılması ve ekmek pişirilmesi tasarlanmıştır. Yapılan işlemlerin sergi ziyaretçileri tarafından izlenmesi de planlanmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 571, s. 2283-2284 (4 N. 1283/10 Ocak 1867 Perşembe). 18 Örneğin bir gömlek 10 dakika içinde yıkanıp varsa söküğü dikilip ütülenerek sahibine teslim edilecekti. Temizlenecek çamaşırın tam zamanında teslim edileceği, bir saniye bile geçirilmeyeceği, taahhüd edililecekti: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 571, s. 2283-2284 (4 N. 1283/10 Ocak 1867 Perşembe). 19 İngiltere bu işçiler için 60 bin kuruş yevmiye vereceğini ve barınmaları için de büyük bir bina inşa edileceğini taahhüd etmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 605, s. 2419 (28 L. 1283/5 Mart 1867Salı). 20 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 634, s. 2535 (15 Z. 1283/20 Nisan 1867 Salı). 21 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 628, s. 2511. (Gurre Z. 1283/6 Nisan 1867 Cumartesi). 4 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ çalışan işçiler olmamış Fransız sanayisinde çalışan işçiler de sergi sebebiyle her şeyin pahalandığını, maaşlarının yükseltilmesi gerektiğini belirterek iş bırakmışlardır 22. Sergi binası, nesne özelliği ve eşyaların geldiği ülke dikkate alınarak sınıflandırılmak istenmişse de gerçekleştirilememiştir. Binanın doğusu Fransa ve sömürgelerine ayrılmıştır. Batısında ise Prusya başta olmak üzere diğer Alman Prenslikleri, Avusturya, İsviçre, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Danimarka, İsveç-Norveç, Rusya, İtalya, Roma devletleri, Tuna prenslikleri, Osmanlı Devleti, Mısır, Tunus, Çin, Siam (Tayland), Japonya, İran, ABD, Orta ve Güney Amerika Cumhuriyetleri ve İngiltere-İrlanda yer almıştır. Bahsedilen devletler Fransız sergi ürünlerinin bulunduğu bölgeden bir koridorla ayrılmıştır23. 1867 Paris Sergisi’nin Açılışı: Sergi binasındaki işler, tamamlanmamasına rağmen serginin açılışının yapılacağı duyurulmuştur. 5 daireden oluşan serginin planı şu şekildedir. Birincisi resimlere, ikincisi altın ve gümüş eşyalara, üçüncüsü kumaş ve emtia, dördüncüsü arabalara, beşincisi makinelere ayrılmıştır. Serginin açılışına kadar sadece resimlerin olduğu bölüm tamamlanabilmiştir24. Serginin tarihi 1 Mayıs olarak planlanmıştır. Bu tarihe kadar binanın dizaynı yetiştirilememiş olmasına rağmen küçük bir seremoni eşliğinde mütevazı bir açılış yapılmıştır 25. İmparator ve eşi saat 2’de gelerek serginin açılan bölümlerini gezmiştir26. 22 Terzi esnafının kalfa ve işçilerinden 12 bin kişi, maaşlarına zam yapılmazsa çalışmayacaklarını söylemeleri üzerine durumu düzeltmek üzere 6-7 kişilik bir komisyon kurulmuş ve işçilerle iş sahibinin arası düzeltilmeye çalışılmıştır. Bilirkişiler problem çözülmezse Fransız modasının zarar göreceğini söylemiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 643, s. 2570 (27 Z. 1283/2 Mayıs 1867 Perşembe). 23 Jonathan Meyer, Great…, s. 171. 24 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 641, s. 2563 (25 Z. 1283/30 Nisan 1867 Salı). 25 Jonathan Meyer, Great…, s. 171. Osmanlı basınında serginin açılış tarihi tam olarak verilmemiş 1867 yılının Nisan ayı içerisinde yayınlanan gazetelerde açıldığı ifade edilmiştir. Muhtemelen sergi kısım kısım açılmış eşyaların hepsi yerleştirilememiştir. Bu sebeple tarih farklılıkları ortaya çıkmıştır. Biz açılış tarihini resmi olarak açıklanan 1 Mayıs 1867’yi esas alıyoruz. Paris 1867 sergisi için hazırlanan raporda serginin açılış tarihi 1 Mayıs olarak gösterilmiştir: (Reports On the Paris Universal Exhibition 1867, Executive Commissioner, London 1868, s. 1). Serginin açılışı Ağustos ayına ertelense bile sergi binasının tam anlamı ile bitirilemeyeceği, zamanında açılmasının daha doğru olduğu ve bazı eksikliklerin zamanla giderileceği düşünülmüştür. İnşaat işlerinin uzamasının sebepleri arasında Avrupa’da devam eden savaş, kolera, şiddetli hava muhalefeti ve bunun sonucunda meydana gelen nehir taşkınları gibi musibetler gösterilmektedir: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 26 Jonathan Meyer, Great…, s. 172. İmparator imparatoriçe ile beraber gelip sergiyi ziyaret ettikleri sırada Tunus’a tahsis olunan bölgeye geldiğinde Tunus komiseri imparatoru hürmet ile karşılamıştır. Mısır şarkıcısı da Osmanî makamı ile saz çalıp şarkı söyleyerek orada Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 5 AZİZ TEKDEMİR Bir taraftan binanın intizam ve süslemeleri bitirilmeye çalışılırken diğer taraftan da binanın içinde usta ve çıraklar eşyanın düzenlenmesiyle uğraşmıştır. Eşyanın çoğu yerleştirilmiş olduğundan komisyon ve komiserler sergiyi ziyaret için izin vermiştir27. Sergiyi gezmek isteyen ziyaretçilerden başlangıçta giriş ücreti olarak 20 Frank alınmış bu da sergiye olan rağbeti azaltmıştır. Sergi yöneticileri sergiye ilgiyi artırmak için yeni bir düzenleme yapmış giriş ücretini önce 10 Franka daha sonra da 5 Franka düşürmüş hatta 1 Franka indirmeyi bile tasarlamıştır 28. Ayrıca serginin ortasındaki bahçe gece yarısına kadar açık tutulmuş ziyaretçilerin yiyecek ve içecek ihtiyacı giderilmiş ve eğlenmeleri için de müzik dinletileri yapılmıştır 29. Sergiye dünyanın dört bir tarafından ziyaretçi çekebilmek için ulaşım ücretinin yarısının alınacağı Fransa Ticaret Nazırı tarafından duyurulmuş30, imparatorun Batı Afrika’daki kabile şeyhlerinden Paris’e gelmek isteyenleri getirmek üzere bir vapur sevk ettiği söylenmiştir31. Hatta bazen gelmek istemeyenlerin bile zorla getirildiği haberleri gazetelerde yer almıştır32. İlk günlerde fazla rağbet görmeyen serginin, Haziran ayı ile birlikte ziyaretçi sayısı artmaya başlamıştır 33. Günlük hâsılat 1 Haziran Cuma günü 69.000 ve bulunanları şaşkınlık içerisinde bırakmıştır. İmparator, Siam dairesine gittiğinde eşya memuru, beldesinin adetlerine göre imparatorun önünde yüz üstü kapanarak bir müddet böyle durduktan sonra imparatorun emriyle ayağa kalkmıştır. Bu hareket imparatorun çok hoşuna gittiğinden gülerek memura iltifat ettiği gibi sergi davetine icabet ettiği için aşırı memnun olduğunu Siam hükümdarına tebliğ etmesini emretmiştir. Tunus sergisi bir takım altın ürünler, ipek dokumalar vs. eşyalar ile donatılmıştır. Görenler çok memnun kalmışlardır. İmparator buradan Japonya dairesine geçmiştir. İmparator doğu bölgelerinin sergilerini dolaştıktan sonra İngiltere eşyalarının bulunduğu bölgeye gitmiş içeri girer girmez tüm makinalar çalıştırılmış sergi binası gürültüyle sarsılmıştır. İmparatoriçe İngiliz eşyalarından bir dikiş makinesi beğenmiştir: (Takvim-i Ticaret, nr. 64, s. 2, (15 Z. 1283/ 20 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2538 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 27 Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1-2( 22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceridei Havadis, nr. 635, s. 2538-2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 28 İçeri girdikten sonra birçok şeyden para alınacağı hesaplanarak giriş ücretinin bir franka indirilmesi düşünülmüştür. Örneğin her devletin kendine özgü inşa ettiği köşk ve evleri seyredenden bile para alınmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 641, s. 2563 (25 Z. 1283/30 Nisan 1867 Salı). 29 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 641, s. 2563 (25 Z. 1283/30 Nisan 1867 Salı). Serginin açılışına doğru devlet tarafından şarkıcılara davetiyeler gönderilmiştir. Davetiyelerin sayısının 147 bine yükseldiği gazete haberlerinde yer almaktadır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 617, s. 2467 (14 Za. 1283/21 Mart 1867 Salı). 30 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 608, s. 2431 (2 Za. 1283/9 Mart 1867Cumartesi). 31 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 643, s. 2570 (27 Z. 1283/2 Mayıs 1867 Perşembe). 32 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 658, s. 2632 (20 M. 1284/23 Mayıs 1867 Perşembe). 33 Günlük 40 binden fazla yabancı Paris’e giriş çıkış yapmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 673, s. 2691 (10 S. 1284/13 Haziran 1867 Perşembe) 6 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ 2 Haziran Cumartesi 71.000 Frank olmuştur34. Haziran ayının ortalarından 35 itibaren de giriş biletleri, 800 franka alıcı bulmuştur . Fransa hükümeti, Paris halkının cüzi bir harcama ile sergiyi gezebilmesi için bir şirket kurmuştur. Ziyaretçileri belirlenen noktalardan alıp sergiye götürmüş ve tekrar aynı noktaya bırakmıştır. Bu iş için katılımcılardan kişi başına 6 frank ücret almıştır36. Bunun yanı sıra devlet memurlarına da kolaylık sağlamıştır. İlk olarak erkek öğretmenlerden giriş ücretinin yarısı alınmış daha sonra aynı uygulama bayan öğretmenler için de geçerli 37 olmuştur . Serginin cazibesini arttırmak için Fransa dışından gelenler de düşünülmüştür. Özellikle komşu Alman krallıklarından gelenler için konaklama ve iaşede yardımcı olmak amacıyla Paris’te 15-20 üyeden oluşan bir komisyon kurulmuştur38. Sergi binasının ülkeler bazında sınıflandırılması ve sergilenen ürünler ise şu şekildedir; Fransızlar için inşa edilen binaların içerisinde en fazla dikkati imparatora yapılan köşk ile limonluklar çekmiştir. Fransa eşyasının konulacağı bölge sade olmasına rağmen eşyaların düzenlenmesinde gösterilen özen ve eşyaların altına döşenen yeşil kadifeden dolayı güzel bir görünüm ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti sergisinin önü zarif kemer ve Frenk çinileri ile süslenmiştir. Dikkat çeken bir diğer bina ise Mısır’ın eski eserleri ile yapılmış bir mabeddir39. Makinelerin bulunduğu bölümde, Prusya işçileri tarafından memleketlerinde bulunan muntazam binalara benzer, pirinç ile mermerden imal edilen ve genel barışı simgeleyen bir mabed numunesi Mösyö Krupp’un sergisinde dikkat çekmiştir40. İngilizlerin dairesinin ön tarafı camlı ve gayet zarif olmasının yanı sıra genişlik ve yüksekliğini kapatacak şekilde demirden yapılmış bir perde asılmış ve bir makine yardımıyla açılıp kapatılmıştır41. Diğer ülkelerin binaları da kendi 34 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 688, s. 2752 (2 Ra. 1284/4Temmuz1867 Perşembe). Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 691, s. 2764 (7 Ra. 1284/9Temmuz1867 Salı). 36 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 692, s. 2768 (8 Ra. 1284/10Temmuz1867 Çarşamba). 37 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 710, s. 2840 (4 R. 1284/5 Ağustos 1867 Pazartesi). 38 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 689, s. 2755 (4 Ra. 1284/6Temmuz1867 Cumartesi). 39 Rivayet olunduğuna göre içinde 1 milyar franktan fazla değeri olan Bulak’taki eski eserler konulacaktır: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 40 Mösyö Krupp maden ilmine sahiptir. Tek parça halinde 30 bin kilelik çelikten külçe kalıba döküm yapmıştır. Ayrıca tahminen 500 kıyye gülle atan bir topa özel olmak üzere bir atımlık çelik gülleler dökmüştür: Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 41 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11 Mart 1867 Pazartesi). 35 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 7 AZİZ TEKDEMİR tarz ve üsluplarıyla süslenmiştir42. Ayrıca sergilerin kenarlarına her ülkenin kahvehanesi yapılmış ve gazeteleri konulmuştur43. Sergide yer alan ürünler arasında çok zarif tabaklar dikkat çekmiştir. En iyi çini tabaklar Saksonya’da üretilmekteyse de Portekizliler dahi bu sanattan uzun süre kazanç elde etmiştir. Fransa da onlarla rekabet etmiş, soğan zarı gibi ince ve zarif tabaklar imal etmiştir. Belçika’dan getirilen oyalar, Kanada tarım ürünleri ve çeşitli ağaç kütükleri, Rusya’nın yeşil parlak taşları ve silahları; İsveç’in demir ve kürkü44 dikkate şayandır. İçeriye alınamayacak bazı eşyalar için ahşaptan sundurmalar dahi yapılmış İspanya, Belçika, Prusya, Flemenk, İsviçre, İngiltere ve Fransa’nın bazı makineleri45 ve ziraat aletleri konulmuştur46. Sergide teşhir edilen eşyalardan dereceye girenlere verilmek üzere 900 altın, 3000 gümüş, 3000 bronz madalya ve 4000 mansiyon ödülü 42 İtalya sergisinin önü gayet ince ve güzel oymalarla donanmış, Mısır ve Tunus sergileri de cila ile süslenmiştir. Portekiz sergisinin önü güzel kemer ve üzeri ince oymalar ile düzenlenmiştir. Flemenk dairesinin önü ise altın yaldızlı yapılmıştır. Avusturya Sergisinin girişine kül renkli kapı yapılmış pervazlar sarıya boyanmıştır. Rusya eşyalarının bulunduğu yer camdan inşa edilmiş önüne de kendi tarz ve usulleriyle güzel oymalar işlenmiştir: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). İngiltere sergideki dairesinin süslemelerine 116.652 lira harcanmıştır: Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 615, s. 2459 (12 Za. 1283/19 Mart 1867 Salı). 43 Osmanlı Devleti’nin kahvehanesinde gazete yoktur. Sebebi ise gazetecilerin vurdumduymazlığıdır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 649, s.2596, (7 M. 1284/11 Mayıs 1867 Cumartesi). Osmanlı Kahvehanesi haziran ayında tamamlanarak açılmış, çubuk ve nargile servisi yapılmıştır. Kahvehanede çalışan çıraklar şark usulüne uygun olarak güzel bir şekilde giyinmiştir. Gelen geçene buyurun bir kahve içmez misiniz diyerek müşterileri davet etmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 676, s.2703 (15 S. 1284/18 Haziran 1867 Salı). 44 Demir ve kürkten çeşitli suretler yapıp milli kıyafetlerini üzerine giydiriyorlardı. Bunlar uzaktan adeta canlı gibi duruyor yaklaşmadıkça fark edilmiyordu: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 45 Makinelerin bulunduğu bölümde iki demiryolu arabası göze çarpmaktaydı. Bunlardan birisi 4 silindir ve gayet kuvvetli diğeri zayıf fakat süratli olandı. Bir diğeri de Viyana’dan getirilen lokomotifti. Bu daireye yakın bir bölgede pek güzel ve zarif Alman demiryolu arabaları yer almaktaydı. Bunlardan başka her bölgeden gönderilmiş en büyüğünden en ufağına kadar çeşitli arabalar var ise de İngiliz, Fransız ve Avusturya arabaları birinci derecede yer almaktaydı. Bu bölümde bir de İngilizlerin yaklaşık 250 kıyye gülle atar bir topu sergilenmekteydi:(Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). Bir kıyye yaklaşık 1283 gramdır. (Garo Kürkman, Anadolu Ağırlık ve…, s. 395). 46 Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). 8 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ hazırlandığı gazete haberlerinde yer almıştır 47. Muhtemelen verilecek ödüllerde artırıma gidilmiştir. Çünkü ödül töreninde 883 altın, 3653 gümüş, 6565 bronz madalya ve 5801 mansiyon verilmiştir 48. Ayrıca İmparatoru III. Napoléon sanat alanında birincilik elde edenlere 100 bin frank vereceğini taahhüt etmiştir49. Osmanlı Devleti’nin 1867 Paris Sergisi’ne Katılımı: 1867 yılında açılan Paris Sergisi Osmanlı Devleti’nin katıldığı IV. Uluslararası sergidir. Sultan Abdülaziz’in sergiye katılmak üzere Avrupa’ya gitmesi sebebiyle, Osmanlı Devleti’nin katıldığı evrensel sergiler arasında ayrı bir önem taşımaktadır. Sultan Abdülaziz bu sergiye Fransa İmparatoru III. Napoléon tarafından şeref konuğu olarak davet edilmiştir50. Açılışta Sultan Abdülaziz’in dışında Rus Çarı, Avusturya İmparatoru, Belçika, Portekiz, İsveç ve Prusya kralları başta olmak üzere Avrupa’nın bütün önemli liderleri bulunmuştur51. Osmanlı Devleti’nde sergilere gönderilecek ürünler Ticaret Nezareti tarafından toplanır, Ticarethane’de sergilenir ve gemilere yüklenerek serginin açılacağı ülkeye gönderilirdi52. 1867 senesi Mayıs’ında düzenlenecek uluslararası sergi için ülkenin dört bir yanına haber gönderilmiş ve mahalli sanayi ve tarım ürünlerinden en kalifiyesinin seçilerek İstanbul’a sevk edilmesi istenmiştir. İstanbul ve taşradan toplanarak sergilere gönderilecek ürün ve eşyaların belirlenmesi için, Ticaret Nezareti’nde bir komisyon kurulmuş53 ve çalışma prensipleri 47 Altın madalyalardan her biri 40 frank değerindedir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 665, s.2660 (30 M. 1284/3 Haziran 1867 Pazartesi). 48 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 697, s. 2785 (15 Ra. 1284/17 Temmuz 1867 Çarşamba). 49 Prusya kralı da birincinin ülkelerinden çıkması halinde 100 bin frank vereceğini bildirmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 669, s. 2676 (5 S. 1284/8 Haziran 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 671, s. 2683 (8 S. 1284/11 Haziran 1867 Salı). 50 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 612, s. 2447 (7 Za. 1283/14 Mart 1867 Perşembe). İmparator Napolyon İstanbul sefiri vasıtasıyla Sultan Abdülaziz’i Paris’e resmi olarak davet etmiştir. Sultan Abdülaziz’de Şehzadeler ve maiyetiyle icabet edeceğini bildirmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 656, s. 2621,(17 M. 1284/21 Mayıs 1867 Pazartesi). 51 Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun…, C. XVI, S. 95, s. 36; Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 32. Paris’e davet edilen hükümdarları misafir edebilmek için 1,5 milyon frank ayrılmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 684, s. 2735 (26 S. 1284/29Haziran 1867 Cumartesi). 52 Osmanlı Devleti sergilere gönderilecek eşyaları bazen özel vapur bazen de posta vapuru ile göndermiştir. 1851 yılında düzenlenen Londra Sergisine eşyaları özel gemi ile gönderen Osmanlı Devleti, masrafları kısmak amacı ile 1862 Londra sergisine eşyaları posta vapuru ile göndermiştir. BOA., BEO., A.MKT.NZD., nr. 391/51 (11 B. 1278/12 Ocak 1862). 53 Sergilere gönderilecek olan sanayi ve tarım ürünlerinin düzenlenmesi işi Nafia Nezareti başkanlığında kurulacak komisyona verildiğinden bahsedilse de bu dönemde Nafia Nezareti Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 9 AZİZ TEKDEMİR düzenlenmiştir54. Eşyaların sevk zamanı, ürünlerin cins ve miktarını belirleyen gerekli açıklamalar komisyon tarafından yapılmıştır. Komisyon, Ticaret Müsteşarı Server Efendi, Ticaret Müftüsü Agah Efendi, Saib Beyefendi, Azmi Beyefendi, Beytülmal müdürlüğü55 İstatistik kalemi memuru Kaymakam Mesut Bey, Ticarethane İflas Komitesi Azasından Karabet Efendi, Meclis-i Maabir Reisi vekili Mösyö Tas’tan oluşmakta idi. Ayrıca komisyona bu kişilerin yanı sıra bir de Tersane-i Amire ve İmalat-ı askeriye’den seçilerek gönderilecek bir kişi daha dahil olacaktı. Komisyon Nafia Nezareti tarafından belirlenecek zamanlarda toplanacak ve toplantılara tüm üyeler katılacaktı56. Paris Sergisi için toplanan eşyanın, gönderileceği zamana kadar Sultan Ahmet Meydanı’nda bulunan Sergi-i Osmanî binasına yerleştirilerek düzenlenmesine karar verilmiştir57. Bu konuda gerekli işlemlerin yapılması ve yeterli miktarda zaptiye ile bir takım tulumbacının da görevlendirilmesi için Nafia Nezareti tarafından maliye ve zaptiye idaresine tezkire yazılmıştır. Yapılan görüşmeler sonucu Nafia Nezareti’nin talebi uygun görülmüş yeterli miktarda zaptiye ve tulumbacının görevlendirilmesine karar verilmiştir 58. Ticaret Nezareti tarafından Osmanlı vilayetlerinden getirtilecek ürünler belirlenerek, bölge memurlarına eşyaların listesi gönderilmiş en kısa zamanda toplanılması ve Ticaret Nezareti’ne teslim edilmesi istenmiştir. Görevini başarı ile yerine getiren bölge memurlarına da nişanlar verilmiştir59. Osmanlı Devleti’nden Paris Sergisine sanayi ve tarım ürünleri ile dolu 327 sandık eşya ve iki kayık gönderilmek üzere hazırlanmıştır 60. Eşyaların toplam tutarı 6 yük61 12 bin kuruş olarak hesaplanmış ve 2 yük 12 bin kuruşun hemen verilmesinin gerektiği Ticaret Nezareti tarafından Maliye Nezareti’ne bildirilmiştir62. Sergiye gönderilmek üzere İstanbul’a getirtilecek müstakil bir konumda değil Ticaret Nezareti’ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir: (Aziz Tekdemir, Ticaret Nezareti 1839-1876, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 2010, s. 167). 54 BOA., BEO., A.MKT. MHM. nr. 346/41 (18 B. 1282/7 Aralık 1865). 55 Bu memuriyet esham muhasebecisi tarafından idare edildiğinden Esham Muhasebecisi Efendi yazılmıştır. 56 BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 335/68 (26 M. 1282/21 Haziran 1865); BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 351/37 (29 L. 1282/17 Mart 1866). 57 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 595, s. 2379 (14 L. 1283/19 Şubat 1867 Salı). 58 BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 350/63 (23 L. 1282/11 Mart 1866). 59 Örneğin Hicaz tarafından getirtilen eşyanın teslimi ile görevli olan Hurşit Efendi’ye 5. Rütbeden mecidiye nişanı verildiğini görmekteyiz. BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 371/21 (17 Ş. 1283/25Aralık 1866). 60 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 616, s. 2461 (13 Za. 1283/20 Mart 1867 Salı). 61 Bir yük yüz bin kuruştur: (Garo Kürkman, Anadolu Ağırlık…, s. 411) 62 BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 371/16 (17 Ş. 1283/25 Aralık 1866) 10 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ eşya ve numuneler için gümrük vergisi alınmaması ve ürünlerin görevli memurlara teslim edilmesi için Ticaret Nezareti tarafından Rusumat Emanetine tezkire yazılmıştır 63. Bu eşya ve numunelerin yazım ve hesap işleri için mektubî ticaret halifelerinden Hacı Rasim Efendi, muhasebe muavinliği için mektubî hariciyeden İzzet Bey, Mösyö Delune? ve Tüysüzyan Ohannes Efendi ile sergi işlerinin düzenlenmesi için Paris’te bulunan Mösyö Şevo? görevlendirilmiştir. Hacı Rasim Efendi’ye aylık 1.000 Frank maaş ve gidiş gelişi için de 1.000 frank harcırah, Mösyö Delune’ye 750 Frank maaş, 1.000 Frank harcırah, İzzet Bey ile Ohannes Efendi’ye 700’er frank maaş 1.000’er frank yol harçlığı ve Mösyö Şevo’ya 600 Frank maaş tahsis edilmesi için Ticaret Nezareti tarafından yazılan tahrirat üzerine Meclis-i Vâlâ’da yapılan görüşmeler sonucunda maaş ve harcırahların ödenmesine karar verilmiştir. Osmanlı Devleti, sergi öncesinde Maksut Efendi, Naim Efendi, Yervant Efendi ve Muhsin Efendi’den oluşan teknik ekibi Paris’e göndermiş64 ve sergi sonuna kadar Paris’te kalması kararlaştırılmıştır65. Bu teknik ekip Osmanlı için ayrılan pavyonu düzenlemiş ve burayı Osmanlı mimari tarzı üzerine inşa etmiştir66. Sergi eşyalarının Mesajeri Şirketi gemilerinden birine yüklenerek gönderilmesi düşünülmüş ve bu vapura ödenecek 100.000 kuruşluk ücretin yarısının hemen diğer yarısının da bir hafta sonra ödenmesi kararlaştırılmıştır67. Vapura, gönderilecek eşyaların tamamı sığmamış olduğundan bir kısmı yüklenerek iki memurla birlikte yola çıkartılmıştır. Kalan eşya da diğer iki memurla birlikte gönderilmiştir68. Sergi eşyalarının, mahalline konularak düzenlenmesinden sonra ortaya çıkacak masrafların bir deftere yazılarak gönderilmesi şartıyla ödeme yapılacağı bildirilmiştir. Eşyaların düzenlenmesi için istihdam edilen Komisyonca Kostaki Efendi’ye selase, hesabat odası katiplerinden Mehmet Esat Efendi’ye de rabia derecelerinin verilmesi kararlaştırılmıştır69. Ayrıca Osmanlı Devleti tarafından Selahaddin Beyefendi sergiye komiser olarak tayin edilmiş70 ve 2 Nisan 1867 tarihinde Paris’e gitmek üzere İstanbul’dan hareket etmiştir 71. 63 BOA., BEO., A.MKT. MHM. nr. 350/48 (23 L. 1282/11 Mart 1866). Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 45. 65 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 595, s. 2379 (14 L. 1283/19 Şubat 1867 Salı). 66 Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 45. 67 BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 374/34 (9 L. 1283/14 Şubat 1867); BOA., BEO., A.MKT. MHM. Nr. 374/36 (9 L. 1283/14 Şubat 1867). 68 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 595, s.2379 (14 L. 1283/19 Şubat 1867Salı ). 69 BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 374/34 (9 L. 1283/14 Şubat 1867);BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 374/36 (9 L. 1283/14 Şubat 1867). 70 BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 346/41 (18 B. 1282/7 Aralık 1865); Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî Efendi Tarihi, C. XI, (Haz. Münir Aktepe), Ankara 1989, s. 24. 71 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 625, s. 2497(26 Za. 1283/2 Nisan 1867). 64 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 11 AZİZ TEKDEMİR Osmanlı Devleti’nden sergiyi gezmeye gidecekler için Fransa Sefareti tarafından bir rehber hazırlanarak 300 adet basılmıştır. Bu rehberde sergiye nasıl gidileceği, Paris’te nerelerde kalınabileceği, nerelerde neler yenilebileceği, gezilecek tarihi ve güzel mekânların yerlerinin tarifi ve bunlar yapılırken nasıl hareket edilip nasıl davranılacağı ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Ayrıca sergiye ziyaretçi çekmek için vapur ve tren şirketleri arasında anlaşmalar yapılmıştır. İstanbul’dan Paris’e kadar birinci sınıf bir biletle 441 franka gidilebilecektir72. İstanbul’dan sergiyi gezmek için o kadar çok kişi gitmiştir ki Fransız vapurunda yer bulunmadığından yolcular istif halinde seyahat etmek zorunda kalmıştır. Sonraki vapurlarda da yer olmadığından 3 hafta sonra hareket edecek vapurdan bile bilet alanlar olmuştur73. Sultan Abdülaziz 21 Haziran 1867 tarihinde İstanbul rıhtımından Sultaniye Gemisi ile ayrılmıştı74. Seyahat sırasında Mösyö Bure’yi taşıyan Forbin korveti ile Fransız deniz kuvvetlerine ait 3 ve İngiltere donanmasından 2 gemi Sultana eşlik etmişti75. Sultan Abdülaziz ve beraberindekiler Haziran ayının sonunda Toulon Limanına ulaşmış, buradan Lyon’a sonrasında da Paris’e geçmişti. Burada Sultan Abdülaziz’i bizzat III. Napoléon karşılamış ve birlikte Elysée Sarayına gitmişlerdi76. Sultan 72 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 620, s. 2479-2480(19 Za. 1283/26 Mart 1867) Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 628, s.2509 (Gurre Z. 1283/6 Nisan 1867 Cumartesi). 74 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 679, s. 2713(19 S. 1284/22 Haziran 1867 Cumartesi); Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî…, C. XI, s. 108; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul 1972, s. 217. Sultan Abdülaziz’in bu yolculuğu sırasında yanında 10 yaşındaki oğlu Yusuf İzzettin ve yeğenleri 27 yaşındaki Mehmet Murat ile 25 yaşındaki Abdülhamit, Hariciye Nazırı Fuat Paşa ve Ömer Faiz Efendi ve diğer üst düzey görevliler ile sivil memurlar bulunmaktaydı. Cemal Kutay, Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, İstanbul 1991, s. 32,38; Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, Ankara 2007, s. 53-55; Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle 19. Yüzyıl Fuarlarında Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul 2008, s. 34,37. 75 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 658, s.2629 (20 M. 1284/23 Mayıs 1867 Perşembe); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 659, s.2633 (22 M. 1284/25 Mayıs 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 679, s.2713 (19 S. 1284/22Haziran 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 680, s.2717 (21 S. 1284/24Haziran 1867 Pazartesi). 22 Haziran Cumartesi akşamı saat 8 sıralarında Sultaniye vapuru Gelibolu’dan geçerken mülkiye ve askeriye memurları, mekteplerde bulunan hoca öğretmen ve öğrenciler fener tepesinde tef çalıp padişah için dua etmişlerdir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 682, s.2725, (23 S. 1284/26Haziran 1867 Çarşamba). 76 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 685, s. 2737(28 S. 1284/1 Temmuz 1867); Ruzname-i Ayine-i Vatan, nr. 34, s. 1-2 (8 Ra 1284-10 Temmuz 1867); Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’aNüvis Ahmet Lûtfî Efendi…,s. 109; Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 32; Cemal Kutay, Sultan Abdülaziz’in…, s. 37-39; Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 70; Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 34-37. Bazı gazeteler Sulatan Abdülaziz’i Fransız halkının coşkuyla karşıladığını caddeler ve mağazaların çoğuna Osmanlı Devleti 73 12 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ Abdülaziz Paris Sergisini gezmiş ve 1 Temmuz Pazartesi günü Endüstri Sarayında77 düzenlenen ödül törenine katılmıştı78. 460 bin metre kare alana kurulan bu serginin orta kısmındaki 20 bin koltuklu merasim salonunda yapılan79 ödül töreninde, Osmanlı eşyalarının başkomiseri Selahaddin Bey’e Legion d’Honneur nişanının Officier (subay), Miralay Esad Bey’e de Chevalier (şövalye) rütbesi verilmişti80. Sultan Abdülaziz sergiyi 10 Temmuz’da son kez gezmiş81 ve sergiden aldığı Serves Porselen ve kristallerini İstanbul’a göndermiştir82. 12 Temmuz 1867’de de Londra’ya gitmek üzere Paris’ten ayrılmış83 Fransız halkına da maddi ihsanda bulunmuştur84. Champ de Mars’ta kurulan Paris Sergisi’ne 32 ülkeden 52.200 sergileyicinin katıldığı sergiye Osmanlı Devleti 4.946 sergileyici ile Fransa bayrağının asıldığını, hatta Paris’te kırmızı rengin moda olduğunu yazmıştır: (İstanbul, s. 2. (8 C. 1284/7 Ekim 1867). 77 Sarayın süslemeleri 800 bin franka mal olmuştur: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 698, s.2791-2792 (16 Ra. 1284/18Temmuz1867 Perşembe). 78 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 687, s. 2745, (1 Ra. 1284/3 Temmuz 1867); Ruzname-i Ayine-i Vatan, nr 26, s. 1(1 Ra. 1284/3Temmuz 1867). 79 Serginin kurulduğu arazinin 687 bin metrekare olduğu ifade edilmektedir: (Cemal Kutay, Sultan Abdülaziz’in…, s. 39; Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 74; Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 39). Jonathan Meyer ise sergi arazisinin 460 bin metrekare olduğunu söylemektedir. (Jonathan Meyer, Great…, s. 171). Dönemin gazetesi Ruzname-i Ceride-i Havadis’te 40 dönüm olduğu belirtilmektedir: Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 694, s. 2776 (11 Ra. 1284/13 Temmuz 1867). Binanın ise 320 bin metrekareye yapıldığı göz önüme alınırsa sergi arazisinin 460 bin metrekare olması ihtimal dahilindedir. 637 bin metrekarelik alanın ortasına 320 bin metrekarelik bir bina yapıldığı düşünülürse arazinin büyük bir kısmının boş kalacağı aşikardır. 80 Ödül törenine Sultan Abdülaziz, III. Napoléon ve eşi ile birlikte katılmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 687, s. 2745, (1 Ra. 1284/3 Temmuz 1867). 81 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 693, s. 2769 (9 Ra. 1284/11 Temmuz 1867); Ruzname-i Ayine-i Vatan, nr. 37, s. 1 (11 Ra. 1284/ 13 Temmuz 1867). 82 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 702, s. 2810(23 Ra. 1284/25Temmuz1867 Pazartesi); Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 32; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı…, C. IV, s. 219. 83 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 694, s. 2773 (11 Ra. 1284/13 Temmuz 1867); Ruznamei Ayine-i Vatan, nr 38, s. 1 (12 Ra. 1284/14Temmuz 1867); Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî…, s. 110. İsmail Hami Danişmend eserinde Sultan Abdülaziz’in Paris’ten ayrılış tarihini 10 Temmuz olarak vermektedir: (İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı…, C. IV, s. 219). 84 Sultan Abdülaziz bindiği filika tayfalarına 2 bin, liman memurlarına 8 bin, Toulon fakirlerine yardım amacı ile 20 bin frank (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 693, s. 2769 (9 Ra. 1284/11Temmuz1867 Perşembe) kaldığı Elysée sarayı hizmetçilerine 40 bin ve Paris’teki fakirlere dağıtılmak üzere Paris belediyesine 60 bin frank vermiştir: Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 699, s. 2793 (18 Ra. 1284/20Temmuz1867 Cumartesi). Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 13 AZİZ TEKDEMİR ve İngiltere’den sonra üçüncü sırada yer almıştır85. Osmanlı pavyonunu gezenler şaşkınlıklarını gizleyememiştir86. Paris’e gelen eşyaların bulunduğu sandıkların üzerinde sergi-i umumi 1867 ibaresi ve geldiği ülke yer almaktadır. Kırılacak eşya var ise sandığın üzerinde belirtilmiştir87. Osmanlı Devlet’i tarafından gönderilen 327 sandık eşyanın çoğunluğunu Mısır tarafından gönderilenler oluşturmuştur88. Her ülkenin eşyası için ayrı bir bölge inşa edilmiş 89, hatta aynı ülkenin eşyaları vilayetler olarak da ayrılmış ve karıştırılmaması için önlemler de alınmıştır. İstanbul eşyasının bulunduğu bölgenin kapısının üzerine padişahın tuğrası işaret olarak asılmıştır90. 6,8 milyon kişi tarafından ziyaret edilen 1867 Paris Sergisi’nin geceleri açık olması ve katılan ülkeler için düzenlenen pavyonların, ülkelerin yerel özelliklerini taşıması açısından önem arz etmektedir. Osmanlı Devleti bu sergiye altmış dört ayrı kategoride katılmıştır. Bu kategoriler tarım, sanayi, el sanatları ve güzel sanatlardan oluşmuştur. Sergide Osmanlı Devleti’nin en iyi ürünleri seccade91, halı, kilim ve diğer ev eşyaları olmuştur92. Özellikle İstanbul’da üretilen örtüler Champ de Mars’da inşa edilen köşkün sofalarına döşenmiştir93. Bursa’da üretilen Keçe ve 85 Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun…, C. XVI, S. 95, s. 36. Jonathan Meyer eserinde Paris Sergisine toplam 42.237 sergicinin katıldığını ifade etmektedir: (Jonathan Meyer, Great…, s. 170). Nihat Karaer, eserinde Osmanlı Devleti’nden sergiye 4.449 kişinin katıldığını söylemektedir: Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 77. 86 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 642, s.2567 (26 Z. 1283/1 Mayıs 1867 Salı). 87 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11Mart 1867) 88 Mısır tarafından gönderilen eşyaların haricinde 97 sandık olduğu ifade edilmiştir. Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11Mart 1867). Osmanlı Devleti tarafından gönderilen eşyaların 327 sandık olduğu belirtilmektedir. Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 616, s. 2461(13 Za. 1283/20 Mart 1867). Bu bilgiler göz önüne alındığında Mısır tarafından gönderilen eşyaların 230 sandık olduğu görülmektedir. 89 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11Mart 1867). 90 BOA., HR.TO., nr. 449/66 ( 2 S. 1284/ 5 Haziran 1867). 91 Yörük kabileleri tarafından keçi ve deve tüyünden yapılan siyah-beyaz kalemli seccadelerden de sergiye gönderilmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 27822783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 Salı). 92 Teşhir edilen ev eşyalarının büyük kısmı; İzmir, Konya, Tuna, İstanbul, Bursa, Trabzon, Uşak’ta üretilmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 Salı). 93 İstanbul’da üretilen zemini menekşe renkli sırma şukufelerle kabartmalı eşyalardan bir takımı sergide teşhir edilmiştir. Yine İstanbul’da beyaz ya da kiraz renkli ipek yahut kırmızı çuka üzerine sim-altın oyalar ile nakışlar yapılarak üretilen, kahve takımlarını ve yazlık köşklerdeki iskemlelerini örtüp süsleyen örtüler dikkat çekmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 Salı). 14 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ kebeler de Paris’te sergilenmiştir94. Elle yapılan dokumalar haricinde özellikle Uşak’taki fabrikada imal edilen dokumalar da sergiye gönderilmiştir. Sergide teşhir edilen halı, seccade, kilim, örtü gibi eşyaların tümünü Fransa imparator hanedanından Prens Matilde satın almıştır95. Osmanlı Devleti sergilediği ürünlerden dereceler de elde etmiştir. Tarım ürünleri içerisinde Mısır pamuğundan aldığı birincilik en önemlisi olmuştur96. Toplamda 100 kadar madalya ve mansiyon ödülü kazanmıştır 97. Osmanlı Devleti, sergide kültürel ve sosyal yaşamını birkaç bina tipi ile ifade etmiştir. Sergide Osmanlı Devleti için ayrılan pavyonlardan birinde bir cami98, bir Boğaziçi köşkü, bir de hamamın bulunduğu mekân sergilenmiş tam ortasında da bir çeşme yer almıştı99. Ayrıca bu sergide Ticaret Nazırı Ethem Paşa’nın emri ile Bontcha tarafından büyük bir dikkatle yapılan Bursa camilerinin röleveleri ve Altıncı Daire-i Belediye Meclisi mühendisi Leval’in gerçekleştirdiği projesi, mimari çizimler için ayrılan bölümde sergilenmiştir100. Paris Sergisi sanat eserlerinin özellikle de önemli resimlerin teşhir edildiği bir sergi olmuştur101. Sergide teşhir edilen Osmanlı Kasrı Sultan Abdülaziz’den İmparatora hatıra olmak üzere hediye edilmiştir 102. Sonuç: Uluslararası sergilere her devletin ve milletin eşyası geldiği gibi insanları da gelecektir. Ziyaretçilerin çoğunluğu zengin ve elit insanlardır. 94 Bunlar genellikle Bursa’da üretilir zemine halı yerine sermeye ya da kışın soğuğundan korunmak için kapılara kaplanırdı. Bu dokumalar üzerine nakış ve oya yapıldığı da görülmektedir. Sade kebeler Trabzon ve Konya’dan gelmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 Salı). 95 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 salı). 96 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 718, s. 2869 (19 R. 1284/20 Ağustos 1867 Salı). 97 Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 81 98 Cami olarak Bursa’da bulunan Yeşil Türbe küçültülmüş boyutlarda bütün ayrıntısı ile sergilenmiştir. Caminin sağında sebil solunda da namaz saatini gösteren bir saate yer verilmiştir. Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 33. 99 Boğaziçi köşkünün vitraylarla bezeli salonunun ortasında bir havuz ve havuzun çevresinde bir sedir bulunmaktaydı. Bu yapının iç bezemeleri ve alçı vitrayları dikkat çekmekteydi. Köşkün tam karşısına da geleneksel türk hamamının bir minyatürü kurulmuştu. Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 33. Bu mekanda yer alan binalardan cami dinsel alanı, Boğaziçi köşkü ev yaşamını, hamam sosyal ve kültürel töreleri, çeşme ise kamusal alanı temsil etmekteydi. Zeynep Çelik, Şarkın Sergilenişi 19. Yüzyıl Fuarlarında İslam Mimarisi, (Çev. Nurettin Elhüseyni), İstanbul 2005, s. 66. 100 Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun…, C. XVI, S. 95, s. 36. Cami Bursa’daki Yeşil Cami’ye benzemektedir. Binası iki yüz arşın kadar olup son cemaat yeri ile bir tarafında sebil diğer tarafında ise muvakkithanesi vardır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 649, s.2596, (7 M. 1284/11 Mayıs 1867 Cumartesi). 101 Bu resimler ve ressamlar için detaylı bilgi için bkz. Kevork Pamukciyan, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar, İstanbul 2003, s. 214–218. 102 Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 725, s.2869 (28 R. 1284/29Ağustos 1867 Perşembe). Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 15 AZİZ TEKDEMİR Bu da serginin düzenlendiği bölge için büyük kaynak olacaktır. Sergiler, maddi getirinin yanı sıra şehrin mimarisine, ulaşımına ve iyi bir şekilde düzenlenmesine de katkıda bulunacaktır. İncelediğimiz 1867 Paris sergisi bu duruma çok iyi bir örnektir. Champ de Mars adeta medeniyet dairesinin dışında kalmış kışın bataklık, yazın ise verimsiz arazi halindeyken kısa zaman içinde bölgeye binalar yapılmış, o verimsiz araziler, orman ve bahçelerle donatılmıştır. Bir ülkede genel sergi açıldığında her taraftan tarım sanayi ürünleri ile çeşitli eski ve yeni eserler getirilip sergilenmesi gezip gören insanların ufkunu açtığı gibi bilgilerini genişletip çalışmalarını verimli hale getirecektir. Sanat ve meslek sahiplerinin sergilere katılarak kendi alanları ile ilgili eşyaları inceleyip nasıl yapıldığına dair bilgiler edinmesi ve döndüğünde bu bilgileri uygulaması kişiyi mesleğinde geliştirecektir. Sergiler mevcut sanayi ürünlerini geliştireceği gibi yeni icatlar da ortaya çıkaracaktır. Örneğin 1851 Londra Sergisi İngiliz meslek ve sanat kollarına büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca ziyaretçiler ülkelerine döndüklerinde gördüklerini anlatacaklar ve halk hiçbir zaman göremeyeceği eserler hakkında bilgi ve fikir sahibi olacaktır. Sanayisi gelişmiş ülkelerin sergilere ağır sanayi ürünleri ile geri kalmış ülkelerin ise daha çok tarım ürünleri ya da bunlardan elde edilen mamüller ile katıldığı görülmektedir. Uluslararası sergilerin ülke ve milletler için büyük yararlarına rağmen zararlarının da olduğu görülmektedir. Sergilerde gelişmekte olan ülkelerde yapılan ve o bölgeye ait olan ürünler, sanayisini tamamlamış ülkeler tarafından görülür ve kısa zamanda makinelerde çok sayıda üretilerek bölgesinde daha ucuza satılmaya başlanırdı. Bu da bölgede üretimin bitmesine sebep olurdu. Osmanlı dokuma sanatı bu şekilde İngiltere ile rekabet edememiş ve bitme noktasına gelmiştir. Bahsedilen konular 1867 Paris Sergisini kısaca özetlemektedir. Sergiyi gezmeye gelen yabancılar bilgi ve görgülerini arttırmışlar, sergide gördükleri güzellikleri ülkelerinde anlatmışlardır. Geniş katılım sayesinde ülkeler birbirlerinden etkilenmiştir. KAYNAKÇA* Arşiv Kaynakları (BOA) Sadaret Mektubî Kalemi Nezaret ve Devâir Yazısmalarına Ait Belgeler (A.MKT.NZD). Sadaret Mektubî Kalemi Mühimme Kalemi Belgeleri (A.MKT.MHM). Hariciye Nezareti Tercüme Odası (HR.TO). * Arşiv belgeleri ve gazetelerin numaraları metin içerisinde dipnotlarda verilmiştir. 16 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ Gazeteler Ayine-i Vatan İstanbul Ruznamçe-i Ceride-i Havadis Takvim-i Ticaret Kaynak Eserler, Kitaplar ve Makaleler Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî Efendi Tarihi, C. XI, (haz. Münir Aktepe), Ankara 1989. Akçura, Gökhan, Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi, İstanbul 2009. Çelik, Zeynep, Şarkın Sergilenişi 19. Yüzyıl Fuarlarında İslam Mimarisi, (çev. Nurettin Elhüseyni), İstanbul 2005. Danişmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul 1972. Germaner, Semra, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Uluslararası Sergilere Katılımı ve Kültürel Sonuçları” Tarih ve Toplum, C. XVI, S. 95, İstanbul 1991. Karaer, Nihat, Paris, Londra, Viyana:Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, Ankara 2007. Kutay, Cemal, Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, İstanbul 1991. Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle 19. Yüzyıl Fuarlarında Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul 2008. Kürkman, Garo, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri, Antalya 2003. Martal, Abdullah, Değişim Sürecinde İzmir’de Sanayileşme: 19. Yüzyıl, İzmir 1999. Meyer, Jonathan, Great Exhibitions (1851-1900), Suffolk 2006. Pamukciyan, Kevork, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar, İstanbul 2003. Reports On the Paris Universal Exhibition 1867, (Executive Commissioner), London 1868. Tekdemir, Aziz, “Ticaret Nezareti 1839-1876”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2010, (Basılmamış Doktora Tezi), Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 17 AZİZ TEKDEMİR Sultan Abdülaziz’in Fransa İmparatoru III. Napolyon tarafından karşılanması. İstanbul Gazetesi, nr. 1, s.1, 24 Eylül 1867. Champ de Mars’dan Genel Görünüm (Jonathan Meyer, Great Exhibitions (18511900), 2006, s. 172.) 18 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19 1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ Mısır’ın Sergi Alanı (İstanbul Gazetesi, nr. 6, s. 44 (6 Eylül 1868) Sergi Binasının Genel Planı (Executive Commissioner, Reports On the Paris Universal Exhibition 1867, London 1868. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19 19 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞ-RODOSÇUK LİMANI Hacer ATEŞ ÖZ: Bizans’ın son dönemlerinde küçük bir şehir olan Tekirdağ Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra bilhassa İstanbul’un fethiyle birlikte yeni başkentin ihtiyaçlarının karşılanması ve şehre göçürülen nüfus kitlelerinin iâşesinin temini hususunda önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Bu doğrultuda özellikle TekirdağRodosçuk limanının devlet tarafından hububat transferi için açıkça teşvik edilmesiyle birlikte hububatın yanı sıra Rumeli’den gelen et, meyve ve sebze gibi temel ihtiyaç maddelerinin düzenli olarak sağlanması işini de Rodosçuk limanı üstlenmiştir. İstanbul iaşesi temininin yanı sıra Avrupalı tüccarların da Rumeli’den getirdikleri malları Akdeniz üzerinden Avrupa’ya naklettikleri bir yer olan Tekirdağ kısa zamanda uluslararası bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Anahtar Kelimeler: Tekirdağ, Rodosçuk, Ticaret, Liman, Akdeniz. TRADE IN A PORT C ITY IN NORTHERN MARMARA: THE T EKİRDAĞ-R ODOSTO PORT IN THE 16TH CENTURY ABSTRACT: Tekirdağ, which was a small city in the late Byzantine era, started to play a crucial role under Ottoman rule in providing needs for the new capital and masses which were transported to the new capital with the conquest of Istanbul. In this sense with the incentives from state for crop transportation Rodosçuk Port undertook the regular provision of basic needs such as meat, fruit and vegetable coming from Rumelia as well as crops. Tekirdağ, which was a place where goods of European merchants brought from Rumelia were transported to Europe via Mediterranean and provision for Istanbul was supplied, turned into an international trade center in a short time. Keywords: Tekirdag, Rodosto, Mercantile, Seaport, Mediterranean. Giriş: Antik dönemlerden itibaren Marmara bölgesinin önemli ticaret merkezlerinden biri olan Tekirdağ mevcut limanı sayesinde bu özelliğini tarihin tüm zamanlarında korumuştur. Bizans idaresinde de imparatorluğun batı bölgesindeki ürünlerin başkent İstanbul’a sevk edilmesinde önemli bir görevi üstlenmiştir. IV. Haçlı Seferi neticesinde şehir Venedik idaresine bırakılmış ve ardından Venedikliler Tekirdağ’a büyük bir liman ve han Yrd. Doç Dr., Trakya [email protected] Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, HACER ATEŞ yaparak doğu Akdeniz’deki ticaret kolonilerine bir yenisini daha eklemişlerdir1. Osmanlıların bölgeyi fethetmeleriyle birlikte Tekirdağ aynı özelliğini korumaya devam etmiş hatta İstanbul’un fethi ile birlikte sarayın ve İstanbul’daki askerî sınıfın iâşesinin temini, Tekirdağ-Rodosçuk iskelesinin önemini daha da arttırmıştır. Rodosçuk, Rumeli’den gelen başta hububat olmak üzere bazı temel ihtiyaç maddelerinin düzenli olarak başkente taşınması işini üstlenmiştir. İstanbul’un istek ve beklentileri doğrultusunda organize edilen bu liman şehri, canlı bir ticarete sahne olmuş ve kısa zamanda uluslararası bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Şehrin çoğu ticarî geliri Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki câmi ve imaretinin masraflarını karşılamak üzere Fatih evkafına dâhil edilmiştir. Yine takip eden yıllar içerisinde üst düzey devlet görevlileri ve ulemadan kimseler Tekirdağ’da çeşitli ticari yapılar inşa ederek bu ticari hareketliliğe dâhil olup hem başkent İstanbul’daki hem de ülkenin birçok yerinde bulunan vakıflarına finansman sağlamışlardır. Fatih devri ulemasından Mevlânâ Kırımî, Rodosçuk’ta bir kervansaray ve yine aynı dönemlerde Mevlânâ Yegânzâde Ahmet Çelebi de iskele tarafında bir han inşa ettirmiştir. Tekirdağ-Rodosçuk iskelesindeki en önemli yapı ise XV.yy’da Çandarlızâde İbrahim Paşa tarafından inşa ettirilen iki katlı handır. XVI.yy’ın ikinci yarısında ise Rüstem Paşa şehirdeki ticari aktiviteyi değerlendirerek gelirlerine yenilerini katmak amacıyla bazı girişimlerde bulunmuştur. Bu doğrultuda şehirde Taş İskele ismiyle anılan ikinci iskele Rüstem Paşa tarafından inşa olunarak şehirde yeni bir ticari merkez oluşturulmuştur2. Taş iskelenin hemen yakınlarında ise Rumeli’den gelen malların depolanabileceği çok sayıda mahzen de inşa edilmiştir. Kısa sürede gelişen ve yoğunluğu hızla artan bu ticari hareketlilik Tekirdağ merkezli iki önemli ticaret ağının gelişmesine yol açmıştır. Bunlardan birincisi İstanbul iaşesi temininde gelişen iç ticaret ağı ikincisi ise 1 2 1204’de İstanbul’un Latinler tarafından işgali neticesinde kurulan Latin imparatorluğu bünyesinde Tekirdağ, Venediklilerin denetimine bırakılmıştır. Ancak Venedikliler 1204’ten önce de Tekirdağ taraflarına gelmiş ve şehir Bizans idaresinde olmasına rağmen daha 1150’lerde şehrin dışında bir Frank Mahallesi kurmuşlardır. Bu mahallede bir fondaco (han), bunun yanında Meryem Ana’ya adanmış hastane ile bahçesini kapsayan bir kilise de bulunmaktaydı. W. Heyd, Yakın-Doğu Ticareti, çev. Enver Ziya Karal, Ankara 1975, s. 265- 266. İskelenin yeri, özellikleri ve şehirdeki fonksiyonu için bkz; Hacer Ateş, “Kuzey Marmara Sahilleri ve Art Alanında Şehirleşmenin Tarihi Süreci: XVI.-XVII. Yüzyıllarda Tekirdağ ve Yöresi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2009, (Basılmamış Doktora Tezi), s. 90. 22 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI doğu Akdeniz ticaretinde hâkim olan Latin tüccarların oluşturduğu uluslararası ticaret ağıdır. Her iki ticaret güzergâhı imparatorluğun hatırı sayılır bölgelerini içine alan bir coğrafyayı kapsamaktadır. İstanbul İaşesi Temininde Gelişen İç Ticaret Ağı: İstanbul iaşesi temininde gelişen iç ticaret ağı kendi içinde de yeni kollar yaratmıştır. Bunlardan ilki Gelibolu, Hayrabolu, Malkara, Çorlu ve Edirne’ye kadar uzanan kazâ ve şehirlerin oluşturduğu geniş coğrafyayı içine almaktadır. Tekirdağ kırsalında ve civarındaki kazalarda yetiştirilen ürünlerin özellikle buğdayın “akreb bâzâra götürülüp satılması kanunen zorunlu olduğundan Hayrabolu, Keşan, Malkara İpsala, Uzunköprü, Vize, Kırkkilise3 gibi yakın kazâlarda hâsıl olan ürünlerin matbâh-ı âmire görevlilerince satın alınmak üzere Tekirdağ-Rodosçuk limanına getirilmesi zorunlu kılınmaktaydı4. Bu organizasyonun devamlılığını sağlamak üzere sayısız belge ve dokümanda karşımıza çıkan “kadîmden verilegeldiği”5 ya da “kadimden olageldiği üzere” tâbiri bu işleyişin geleneksel yapısını göstermek açısından da ayrı bir önem taşımaktadır6. Saray adına kilâr-ı âmire ya da matbâh-ı âmire için gönderilen çavuşlar, belirlenmiş köy ya da mahallelerden narh-ı rûzî (ya da narh-ı cârî) üzerinden istenen miktarda alım yapmakta idiler. Tekirdağ tarımsal art alanında (bağlı köyler) ve civar kazalarda yaşayan köylülerin ürünlerini Rodosçuk’ta satmak mecburiyetinde olması yakın bölgedeki halkın Rodosçuk’a gelmesini zorunlu kılan bir ticarî ağ oluşturmaktaydı. Sicil kayıtlarından anlaşıldığı üzere kırsal kesim ile kazanın merkezi olan Rodosçuk arasında oldukça sıkı bir ticari ilişki bulunmaktaydı. İncelenen tahrîr defterleri ve sicil kayıtlarından köylerde herhangi bir pazarın kurulmadığı anlaşılmakla birlikte merkezle köy ya da köylerin kendi aralarında hareketli bir ticaretin söz konusu olduğuna dair örnekler bulunmaktadır7. Kırsalla merkez arasındaki bu yakın ilişki hesaba katıldığında seyyar satıcıların, yakın köylere giderek satış yaptığını düşünmek pek de yanlış olmasa gerektir. Bu hususta ticaret örüntüsü içinde 3 Rodosçuk Şeriyye Sicili [=RSŞ]. nr. 1550, 50 a. RŞS. nr. 1551, 65a. 5 RŞS. nr. 1551, 85b. 6 Adı geçen kazâlardan bazı kimselerin hâsıl olan terekelerini (hububat) Rodosçuk iskelesine götürüp satmayıp ambarlarında muhafaza ederek İstanbul’dan zahire cem’ine gelen gemi reislerine yüksek fiyat ile sattıklarının duyulması üzerine Rodosçuk kadısından bu olayı tahkik ederek bu şekilde hareket edenlerin uyarılması ve kadimden olageldiği üzere Rodosçuk iskelesine götürüp satmalarını sağlaması istenmiştir. RŞS. nr. 1551, 85 b. 7 Tekirdağ kazasına bağlı Büyük Banarlı karyesinden Recep [v.] Ahmet’in, Çanakçı karyesine ipekli bohça satmak için gittiği sicil kayıtlarından anlaşılmaktadır. RŞS. nr. 1544, 52a. 4 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 23 HACER ATEŞ Rodosçuklu kadınların da aktif rol aldıkları çeşitli tekstil ürünlerini ve baharat gibi ihtiyaç maddelerini köylere götürüp sattıkları anlaşılmaktadır8. İstanbul iaşesi kapsamında bu yakın bölgelerin yanı sıra TekirdağRodosçuk ile bağlantılı olan ikinci bir güzergâhın oluştuğuna yukarıda değinilmişti. Bu güzergâh Selânik, Filibe ve Edirne gibi Rumeli şehirleri ile Trablusşam, Mısır ve Batı Anadolu şehirlerini geçerek Adalar üzerinden Rodosçuk ve İstanbul’a uzanan sahil şeridini içine alan coğrafya olarak tanımlanabilir9. Mısır ile İstanbul arasındaki deniz yolunun tamamen Osmanlıların eline geçmesi ve Akdeniz sahillerinde güvenliğin sağlanması pahalı ve daha tehlikeli olan kara taşımacılığını ikinci plâna itmiştir. Bu dönemde İzmir gibi bazı liman şehirlerinin yıldızı parlamış yeni ticarî güzergâhlar oluşmuştur10. İzmir limanı tıpkı Rodosçuk limanı gibi tarımsal art alanının ürün fazlalığının pazarlandığı bir bölge pazarı halini almış, Batı Anadolu’nun ürünlerinin depolandığı bir merkez olarak gelişme göstermiştir. XVI. yüzyılın sonlarında Latin tüccarlar İzmir’den yün, demir, soğan, tereyağı, kara üzüm, sabun, deri, zeytinyağı, zeytin, bal mumu, pamuk, kara meşe ve keten dokumaları Avrupa limanlarına taşımaktaydı11. Bunun yanı sıra Batı Anadolu’nun üzüm, incir gibi yaş ve kuru meyveleri de İzmir limanından hareketle Rodosçuk limanına getirilip depolandıktan sonra ihtiyaç doğrultusunda Rodosçuk’tan İstanbul ya da Edirne sarayına gönderilmeyi beklemekteydi. Kıyısında Tekirdağ’ın da bulunduğu Marmara Denizi iç trafiği de bu ticaret ağının başka bir ayağını oluşturmakta idi. Tekirdağ nasıl Rumeli’nin dünyaya açılan kapısı olarak nitelendiriliyorsa Bursa da ipek yolunun nihayetlendiği nokta olarak Anadolu’nun ticaret kapısını oluşturmaktaydı. Anadolu’dan gelen malların Rumeli’ye sevkinde Edirne sarayının beklentisi doğrultusunda iki şehir arasında da bir ticari ilişki kurulmuştu. Bursa müstakil olarak başkentin ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte TekirdağRodosçuk vasıtasıyla Eski saray Edirne’nin de ihtiyaçlarının karşılanmasında takviyelerde bulunmaktaydı. 8 Birbirini takip eden kayıtlarda Teslime adlı kadının Rodosçuk’ta muhtemelen toptan mal satan Kurt adlı birinden mal alıp (fülfül/karabiber, makrama, keten bezi, yorgan gibi) köylerde sattığı kaydedilmektedir. RŞS. nr.1526, 12a. 9 Rodosçuk iskelesinden Trablusşam iskelesine mal sevkiyatı yapıldığına dair kayıt bulunmaktadır. Ancak bu malların nelerden ibâret olduğu ise belirtilmemiştir. RŞS. nr.1544, 11a. 10 Batı Anadolu’dan geçen kervan yollarının önemini yitirmesiyle, varlıkları bu kervan yoluna bağlı olan limanlar da âtıl kalmıştır. Suraiya Faroqhi, Batı ve Orta Anadolu’da Şehirleşme ve Ticaret, (Hacettepe Üniversitesi Basılmamış Doçentlik Tezi) Ankara 1980., s. 206. 11 Daniel Goffman, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), çev. Ayşen Anadol- Neyyir Kalaycıoğlu, İstanbul 1995, s. 41. 24 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI Ticaretin devamlılığı ve sekteye uğramaması için ticaret yapılan yerin güvenli olması şüphesiz çok önemli idi. Ticaret güzergâhının savaş olan bölgelere yakınlığı ya da korsan saldırılarına açık bir liman olup olmaması bu hususta belirleyici bir rol oynamaktaydı. Rodosçuk, iç denizde bir iskele olduğundan herhangi bir korsan saldırısı söz konusu değildi. Ayrıca şehrin Osmanlı sefer güzergâhı içinde bir kol oluşturmaması Rodosçuk halkı için bir avantajdı12. Ancak yapılacak herhangi bir sefer hazırlığının dahi bölge ticaretini sekteye uğrattığı ve ticari faaliyetleri aksatarak şehrin ticarete bağlı gelirlerinde düşmeye sebep olduğu anlaşılmaktadır13. Tekirdağ-Rodosçuk limanına yukarıda da bahsedildiği üzere gerek kara yolu gerekse deniz yolu ile çok sayıda şehir ve bölgeden çeşitli ürünler gelmekteydi. Balkanlar ve Edirne’den toplanan buğday, deri, yapağı, demir gibi ticari metalar Rodosçuk iskelesine genelde kara yolu ile getirilmekte ve bu malların taşınması işinde genellikle deve, at ve merkeplerden faydalanılmaktaydı. Develer, uzun yol koşullarına dayanıklı hayvanlar olması sebebiyle yük taşımada tercih edilmekte idi. Devlete ait (mirî) malzemelerin taşınması için genellikle mirî develer kullanılmaktaydı. Tekirdağ’ın kuzey batı sınırında bulunan Hayrabolu Mirî Ahırı, develerin bakılıp beslendiği yerlerden biri olarak organize edilmişti14. Rumeli şehirleri ile Tekirdağ arasında yük taşıyan mirî develerin Rodosçukta konakladıkları yer ise Yegânzâde hanı idi15. Bu hanın yanı sıra diğer tüccarların da yük taşıma işinde kullandıkları develer için Rodosçuk’ta özel yerlerin olduğu anlaşılmaktadır. Tırhalalı bir tüccarın Rodosçuk’a geldiğinde 3 devesini deve emanetçisine bıraktığı ve bu develerin bakımı için günlük 25 akça ödediği 12 İlber Ortaylı, Rodosçuk’un doğrudan Avrupa yolu üzerinde olmaması sebebiyle Avrupa elçilerinin özellikle Habsburg elçilik alayların kabulünde yapılan ağır masrafların yükümlüğünden halkın kurtardığına değinmektedir. İlber Ortaylı, “16. Yüzyılda Rodosto (Via Egnatia’nın Marmara’daki Uzantısı)”, Sol Kol Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia ( 1380- 1699), Ed. Elizabeth A. Zachariadou, İstanbul 1999. , s. 217. 13 Bosna Beylerbeyi’nin 1603 yılında sefer-i hümâyuna katılmak için Rumeli’ye gelişi esnasında Rodosçuk ticari art alanını oluşturan bölge halkının korkudan iskeleye gelmemesi üzerine Rodosçuk’ta bâc-ı pazar mukataasını tutan mültezimin bundan dolayı zarar ettiğini bildirmesi konunun önemi açısından anlamlı bir örnektir. RŞS. nr. 1544, 11a. 14 Bununla ilgili Başbakanlık Arşivi’nde çok sayıda belge bulunmaktadır. Örneğin, Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), MAD. nr. 9878. 15 İskele tarafında bulunan Yegânzâde hanındaki mahzenleri kiralayan bir mültezim, mîri develerin mahzenlerin kapısını ve aralarında olan duvarı yıkıp harap etmesi ile bu mahzenlerin buğday koymaya elverişli olmadığı sebeple mahzenlerin 10 ay boş kaldığını belirtmektedir. RŞS. nr. 1511, 75b. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 25 HACER ATEŞ kayıtlıdır16. Ticari metalar develerin yanı sıra at, merkep, öküz ile bu hayvanlara koşulmuş arabalarla da taşınmakta idi17. Samakov, Filibe ve ya Edirne’den Rodosçuk iskelesine mal getirecek olan tüccarlar, ticaretini yaptıkları malın cinsi ve miktarına göre arabacılarla pazarlık yaparak bu sevkiyatı gerçekleşmekteydi. Örneğin demir ticareti ile uğraşan Hacı Rûşen adlı tüccarın Samakov kantarı ile 100 kantar demiri Rodosçuk iskelesine getirmek için Samakov arabacıları ile 1420 akçaya anlaştığı görülmektedir18. Başkentle birlikte pek çok şehrin ve vakfın pirinç ihtiyacını karşılayan Filibe’den de Rodosçuk iskelesine pirinç nakli yine at arabalarıyla yapılmaktaydı.19. Mısır, İzmir ve Ege adalarından gelen ticari metalar aynı güzergâhtan Edirne ve Balkanlar’a yine aynı usûlde taşınmakta idi. Şehir Edirne Samakov Filibe Bursa Eflak Dimetoka Gelibolu/İnözKavak Marmara Adası İzmir Mısır Ticari Mallar Deri, kürk, kalay Ham demir, çelik, çivi, demirden mamul aletler Başta pirinç olmak üzere çeşitli tahıl ürünleri ve aba Kestane, buz, esir, Deri, kürk, mum yağı Başta buğday olmak üzere çeşitli tahıl ürünleri ve sair hammaddeler Tuz Mermer ve zeytin Başta kuru üzüm olmak üzere çeşitli yaş ve kuru meyveler, keten, tulum peyniri, mazı, zeytin, sabun, zeytinyağı, penbe, kirpas. Ayrıca Batı Anadolu’da yetişen bazı ürünler (Örneğin Sandıklı’dan Afyon). Pirinç, mercimek, şeker, biber, karanfil, baharat, kahve ve keten Tablo 1 Rodosçuk Limanına Gelen Ticari Mallar. Latin Tüccarların Ticari Faaliyetleri: Rumeli’nin farklı bölgelerinden ticari değer taşıyan çeşitli ürünler Tekirdağ-Rodosçuk limanı sayesinde ülke 16 RŞS. nr.1552, 66a. RŞS. nr.1560, 1a. 18 Hacı Ruşen’in bundan daha düşük bir fiyat önermesi ve ücreti vermemesi üzerine arabacılar kadıya gitmişler ve pazarlıklarının mezkûr fiyat üzerinden olduğunu bildirip şikâyet etmeleri üzerine diğer arabacıların fiyatlarını örnek göstererek ilk önce anlaştıkları fiyatı almayı hak kazanmışlardır. RŞS. nr. 1514, 19 Filibe kazâsı Kara Reis köyünden Mustafa b. Yunus, Sultân Selim Han imâreti için 31 müdd Filibe pirincini her kilesi 8 akça üzerinden taşınması için arabacılarla anlaşmış ve üç arabaya yüklediği pirinci Rodosçuk iskelesine getirmiştir. RŞS. nr. 1526, 30a. 17 26 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI dışına gönderilmekte ve Tekirdağ bu hususta Rumeli’nin dünyaya açılan kapısı olma özelliğini taşımaktaydı. XVI.yy’da Akdeniz havzasında yaşanan nüfus artışıyla birlikte temel besin maddelerine olan ihtiyaç artmış, bu da Latin devletlerini daha çok buğdayı taşımaya sevk etmiştir20. Akdeniz limanları ile İstanbul ve Tekirdağ arasında gerçekleşen bu yoğun buğday ticareti trafiğinin sürekliliği iyi bir organizasyonu zorunlu kılmaktaydı. Venedik ve Ceneviz tüccarları, geleneksel olarak bunu başarılı bir şekilde yürütmekteydiler. Özellikle Venedikliler, Bizans döneminden itibaren Rumeli buğdayının Lâtin devletlerine taşınmasında en büyük rolü üstlenmişlerdi. Bizans İmparatoru’nun 12 Ekim 1155’te Pisa ve Venedik gibi İtalyan devletlerine tanıdığı ticari hakları başka bir İtalyan devleti olan Ceneviz’e de tanıması, Ege sularında bu ticari rekabeti en üst seviyeye taşımıştı21. IV. Haçlı Seferi sonunda İstanbul’un Latinler tarafından işgali neticesinde meydana gelen yeni idari sistem içinde Venediklilerin buğday ticaretini kontrol edebilecekleri liman bölgelerini idareleri altına almış olmaları Venediklilerin bu konuda Akdeniz havzasında oynadıkları tarihsel rolü ve ısrarlarını ortaya koymak adına manidardır22. Bu gruba en son katılan devlet ise Dubrovnik (Raguzalılar) olmuştur23. Dubrovnik ile Osmanlılar arasındaki ilişkiler Sultan II Murad (1421-1451) zamanında başlamıştır. 1433’te Bosna kralı ile arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden Osmanlılardan yardım istemesi, Dubrovnik şehir devletinin sultanın hâkimiyetini resmen tanımasına vesile olmuş ve bu hususta yardım istemeye gelen elçi yıllık 500 duka haraç ödemeyi de vaat etmiştir24. Akdeniz’in önemli liman kentlerinde olduğu gibi XVI.yy.’da Venedik, Ceneviz ve Dubrovnik’li tüccarların Rodosçuk’ta da uluslararası ticaretin en önemli aktörleri olarak ön plana çıktıkları görülmektedir. Sicil kayıtlarındaki verilere göre Lâtin tüccarların İstanbul (Galata) merkezli ticari faaliyetlerini Tekirdağ’da bulunan ajanları (yetkili kişileri) vasıtasıyla yürüttükleri anlaşılmaktadır25. Latin tüccarların bu uygulamayı başka Osmanlı 20 Akdeniz havzasındaki şehirlerin temel besin maddelerini buğday, üzüm (şarap) ve zeytin (zeytinyağı) oluşturmaktaydı. Özellikle buğdayın yokluğu şehirlerde kıtlık ve akabinde buna bağlı hastalıkların meydana gelmesine sebebiyet vermekteydi. Venedik şehri için bkz: Fernand Braudell, Akdeniz- Mekân ve Tarih, çev. Necati Erkurt, İstanbul 1990. s. 27-29. 21 Aldo Gallotta, “Ceneviz”, DİA, C.VII, İstanbul 1993, s. 363 22 W. Heyd, a.g.e., s. 266. 23 Halil İnalcık , a.g.e., s. 312. 24 Dubrovnik (Raguza)’in Türklerle ilk teması ise Aydınoğulları ile olmuştur. XIV.yy’ın ortalarından itibaren Dubrovnik gemileri batı Anadolu limanlarından aldıkları buğdayı İtalyan devletlerine taşımaya başlamışlardır İdris Bostan, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, İstanbul 2006, s. 249. 25 Bu hususta oldukça fazla kayıt bulunmaktadır ki bunlardan bazıları; RŞS. nr. 1512, 8a; RŞS. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 27 HACER ATEŞ şehirlerinde de gerçekleştirdikleri görülmektedir26. Bu hususta Venedikliler savaş zamanlarında dahi bütün cezaları göze alarak gerek yasal gerekse kaçak yollardan Latin devletlerine buğday taşıma işini sürdürmüştür. Bu tüccarların Rodosçuk iskelesinden yoğun olarak talep ettikleri ürünlerin başında buğday, ikinci sırada ise deri ve yapağı gelmekte idi. Daha çok iç piyasaya hitap etmesine rağmen şarap da ihraç edilen ürünler arasında bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra bal mumu ve penbenin (pamuk) de bu memnu metalar27 listesinde bulunmasına rağmen zaman zaman yasal olmayan yollardan ülke dışına çıkarıldığı anlaşılmaktadır28. İhraç edilen ürünlerin serbest ya da memnu olarak sınıflandırılmasının devletin ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen bir kural olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Zîra savaş zamanlarında ya da kıtlık gibi durumlarda çoğu stratejik [varlığı ya da yokluğu büyük kitleleri ilgilendiren ekonomik değere sahip ürünler] ürüne yasak konduğu bilinmektedir. Bu memnu ürünlerden buğday, temel besin maddelerinden biri olması sebebiyle stratejik ürünler arasında sayılabilir. Başkentin kalabalık nüfusu ve askerî sınıfın beslenmesi için buğdayın mümkün olduğunca ülke içinde tutulması için çaba sarf edilmiş, bu hususta çok sıkı tedbirler alınmıştır. Buğdayın özellikle savaş zamanlarında düşman devletlerine satışı kesinlikle yasaktı29. Ancak ürün fazlası olduğu durumlarda sulh halinde olunan devletlere buğday satışının yapılması ahidnâmelerce tespit edilen kurallar içinde serbestti. Rodosçuk iskelesinden buğday almaya izinli olan tüccarlar ya da gemi reisleri belirlenmiş gümrük kurallarını yerine getirmek koşuluyla gemilerini yükleyerek tezkerelerini alıp Gelibolu’dan serbestçe geçebilmekte, aksi takdirde böyle bir nakliyat söz konusu olmamaktaydı. İstanbul Gümrük bölgesi Avrupa tarafında Karadeniz kıyısındaki Varna’dan Gelibolu yarımadasındaki Kilidbahir veya Eceovası’na kadar bütün liman ve iskeleleri kapsıyordu30. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla İstanbul’dan nr.1514, 15a; RŞS. nr. 1522, 48a. Ceneviz, Venedik ve Floransalı tüccarların Bursa, Edirne, İstanbul, Gelibolu gibi şehirlerde işlerini ajanları tarafından yürüttükleri bilinmektedir. Bkz. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi(1300-1600), C.I, İstanbul 1996, s. 284-285. 27 Memnu ürünler hususunda bkz. Zeki Arıkan, Osmanlı İmparatorluğu’nda İhracı Yasak Mallar (Memnu Metalar), Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, 279-306 28 Gön ve sahtiyan ve bal mumu ve yapağı ve penbe (pamuk) ve bunun gibi memnu olan metayı tahmil edip dârü’l-harbe vesâir vilâyetlere gönderildiğinin duyulması üzerine buna engel olunması ve adı geçen metaların İstanbul’a gönderilmesi için Rodosçuk ve Silivri kadılarına gönderilen hüküm, BOA. MD. XXII, 294/58. 29 Buğdayın harice verilmemesi hususunda çok sayıda kayıt bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; BOA. MD. V, 238/615; MD. XXIII, 209/441; MD. XXVI, 61/161; MD. XLVI, 312/709; MD. XLIX, 146/485. 30 Halil İnalcık, a.g.e., s. 245. 26 28 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI Gelibolu’ya kadar olan kısım aynı mukataa altında toplanmakta idi. Bu mukataa kalemi içinde Tekirdağ-Rodosçuk gümrüğü Galata, Ereğli ve Gelibolu ile birlikte İstanbul Gümrüğü’ne tabii idi31. Gümrüklerde ticari metadan alınacak olan gümrük vergileri ad valorem yani hükümet temsilcisinin yahut gümrük mülteziminin takdir ettiği değer üzerinden hesaplanırdı32. Ticari sistem içinde Osmanlı tebaasındaki Müslim ve Gayr-ı Müslimlerden farklı miktarlarda gümrük alındığı görülmektedir 33. Gümrüğün haricinde yabancı tüccarlardan dellâliye ücreti de alınmakta idi34. Venedikli ve Dubrovnikli tüccarların bu uygulamadan pek de memnun olmadıkları söylenebilir. Venedikli tüccarların itiraz etmesine rağmen “gümrük verenlerin dellâliye de verdikleri” şeklinde çıkan kararlardan iskele eminlerinin bu hususta esnek davranmadıkları ve anlaşma maddelerini uyguladıkları görülmektedir. Ancak Venedikli tüccarlar bu konuda ısrar edilmesi halinde Silivri ya da başka iskelelerde yükleme yapacaklarını söyleyerek idarecileri tehdit etmekten geri kalmamışlardır35. Aynı şekilde yine Dubrovnikli tüccarların da dellâliye ücreti vermemekte ısrar ettikleri anlaşılmaktadır36. Dubrovnikli tüccarlar, Osmanlı limanlarından deri alıyor dönüşte Osmanlı topraklarına çuka getiriyorlardı37. Getirdikleri çukaları her şehirde farklı gümrük oranlarında satmakta idiler. Sicil kayıtlarındaki bilgilere göre Dubrovnikliler’den İstanbul’da ve Galata’da sattıkları maldan %5, Edirne ve Bursa’da sattıklarından %3, bunların dışındaki yerlerde satarlarsa bu sattıkları metadan da %2 akça gümrük alınıyordu. İstanbul iaşesi için mal ve ürün getiren bütün tüccarlara gümrük vergisinde indirim yapılmakta bu da 31 İstanbul ve tevabii gümrük mukataaları için bkz. D.MMK.,46/1, 55/2; D.MMK. İGE. 1/52. Mübahat S. Kütükoğlu, “Gümrük”, DİA, XIV, s. 263- 268; bu hususta Halep’teki Venedik konsolosunun mektubuna göre, 1596 yılında ithal edilen mallara gümrük binasında değer biçilirken yerel piyasa fiyatları üzerinden bu işlemin yapıldığı belirtilmektedir. Bkz. Halil İnalcık, a.g.e., s.249. 33 RŞS. nr. 1544, 24a. 34 Dellâliye ücreti alıcı ile satıcı arasında aracılık yapan kimsenin bu iş mukabilinde aldığı ücrettir. Fatih Kanunnâmesinde bu %1 nisbetinde tesbit edilmiştir. Bu oran farklı yerlerde farklı miktarlarda uygulanmakta idi. Yusuf Halaçoğlu,“ Dellâl”, DİA, XIX, s. 145-146; Ayrıca bkz. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 287. 35 RŞS. nr.1530, 156a. 36 RŞS. nr.1530, 119a. 37 Dubrovnikliler Rodosçuk’un yanı sıra Karadeniz sahillerinden özellikle Bulgaristan-Varna limanı üzerinden de deri alımı yapmaktaydılar. Silistre, Prevadi, Dobruca bölgesinden toplanan deriler Dubrovnikliler tarafından satın alınıp Ankona, Venedik ve Ceneviz limanlarında satılmaktaydı. Bkz. F.W. Carter, “The Commerce of the Dubrovnic Republic, 1500-1700”, The Economic History, 24/3, 1971 (London), 376-378. 32 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 29 HACER ATEŞ yine Müslim-Gayrımüslim olma haline göre değişiklik göstermekteydi. Müslüman tüccara İstanbul’a mal getirip sattığında uygulanan gümrük resmi %2’den %1’e, Gayrı Müslim tüccara (belgelerde Kâfir ve Yahudi olarak belirtilmiştir) ise %4’den %3’e indirilmekteydi38 . İhraç edilen buğdayların başında öncelikli olarak hâslardan elde edilen mahsûller gelmekteydi. Edirne ve Dimetoka hâsları mahsullerinden olan buğdayların çoğu Venedik ve Ceneviz tüccarları tarafından satın alınmakta idi39. Halkın elindeki buğday ise daha düşük bir fiyatla iç piyasa gereksinimini karşılamak amacıyla kullanılırken, hâsların mahsûlleri daha yüksek bir fiyatla dış piyasaya pazarlanmaktaydı. Bu çok kâr getiren buğday ticaretinden faydalanmak isteyen üst düzey devlet görevlileri sahip oldukları has topraklarını daha çok kazanç getireceğini bildikleri yerlerle takas etme yoluna gitmişlerdir. Diyarbakır timar defterdarı olan Murad Çelebi’nin Tekirdağ, Çorlu ve Silivri kazaları dâhilindeki bazı köylerde bulunan zeametinin, Kanûnî Sultan Süleyman’nın damadı ve vezîriâzamı Rüstem Paşa hâslarına ilhak olunması bu hususta oldukça mânidardır40. Bu yoğun buğday ticareti göz önünde bulundurulduğunda Tekirdağ sahilinde ikinci bir iskelenin Rüstem Paşa tarafından yaptırılması da tesadüf değildir41. Rüstem Paşa’nın buğday ticaretinde aktif bir rol oynadığı yabancı yazarların da dikkatinden kaçmamıştır 42. Tekirdağ-Rodosçuk iskelesinde, üst düzey devlet adamlarına ait malları taşıyan gemilerden gümrük alınmamaktaydı. Bu gemilerin reisleri ya da görevlilerin eline gümrükten muaf tutuldukları hususunda emr-i şerif verilmekte böylece gümrüklerden ücret ödemeden geçmeleri sağlanmaktaydı. Ancak bu muafiyetten faydalananların bunu kötüye kullanarak, aldıkları buğday ya da başka metaları deryâya bey’ etmemeleri yani açık denizlerde satmamaları tembih edilmekte idi43. Latin tüccarların buğday ticaretinde bu denli ısrarları üzerine kaçakçılığının önüne geçilmesi için pek çok emir çıkarılmakla birlikte belgelerinin sayısındaki artıştan da anlaşıldığı üzere alınan tedbirlerin yetersiz kaldığı görülmektedir. Kıyı bölgelerinde yaygın olarak yürütülen kaçak buğday ticaretine ilişkin belgelerde % 20 fazla fiyat veren vurguncu 38 İstanbul iaşesi için %1 akça ref’ olunmakta idi. RŞS. nr. 1544, 24a. RŞS. nr. 1512, 8a. 40 RŞS. nr. 151, 62b. 41 Tekirdağ’ın ekonomik ve ticari kalkınmasında Rüstem Paşa’nın rolü için bkz. Hacer Ateş, a.g.t., s. 90.- 118. 42 Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara 1994, s. 86. 43 RŞS. nr.1512, 67a. 39 30 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI Avrupalı armatörlere satmak üzere büyük miktarda buğday stoklandığı görülmektedir 44. Buğday kaçakçılığının önüne geçilmek üzere devlet tarafından oldukça sıkı tedbirler alınmıştı. Örneğin saray için buğday ya da başka ürün almaya gelen gemi reislerinin yükledikleri malı doğruca İstanbul’a götürmeleri hususunda kendilerinden yarar kefil talep edilmekteydi45. Böylece aldıkları terekeyi İstanbul’dan başka yerlere götürüp satmaları engellenmiş olacaktı. Limandaki gümrük görevlilerine İstanbul’a mal getirecek reislerin gemilerine ne miktarda hangi ürünü yüklendiğini ayrıntılı olarak bir deftere kaydetmeleri ve bu defterleri bir ya da iki ayda bir kontrol etmeleri hususunda uyarılar yazılmakta idi46. Bunun dışında buğdayın gemilere çuval ile değil dökülerek koyulması da bu tedbirler arasındaydı47. Böylece denize açıldıktan sonra terekenin başka bir gemi ya da kayığa nakledilmesi zorlaşmış olacaktı. Yine aynı dönemde İzmir limanından da kaçakçılığın önlenmesi konusunda her gemiye bir yeniçeri koyularak denetim sağlanmaya çalışıldığı ancak başarılı bir sonuç alınamadığı anlaşılmaktadır48. Ülke dışına ihraç edilen ürünler yukarıda da bahsedildiği üzere buğdayla sınırlı değildir. Deri, kürk ve yapağı gibi hammaddelerin yanı sıra şarap ve kuru meyve gibi yiyecekler de ihraç edilen ürünler arasında idi. Rumeli’den gelen deri, kürk, yapağı gibi hammaddeler buğday ve diğer tarım ürünleri gibi Rodosçuk iskelesinden ihraç edilmekteydi. Venedikliler gibi Ceneviz ve Dubrovnikliler de Osmanlı limanları ile sıkı ticari ilişkiler içinde idiler. Sicil kayıtlarına nazaran Dubrovnik ve Ceneviz tüccarlarının Rodosçuk iskelesinden işlenmiş derinin yanı sıra daha çok ham deri, kürk ve yapağı satın aldıkları anlaşılmaktadır. Tekirdağ art alanında bölgenin en büyük pazarından biri olan Edirne, Rumeli’den hâsıl olan buğday, deri ve yapağı gibi ticari metaların toplandığı bir ara merkezdi. Dubrovnikli tüccarlar Edirne ve civârından aldıkları mallarını kara yolu vasıtasıyla Rodosçuk iskelesine getirip buradaki mahzenlerde muhafaza ederek daha sonra gemilere yükleyip ardından tekrar mal almak üzere Edirne’ye dönmekteydiler. Edirne dışından Rodosçuk’a yakın olan yerlerden de deri 44 Halil İnalcık, Sosyal ve Ekonomik Tarihi I. Cilt, çev. Halil Berktay, İstanbul 2000, s.231; Rodosçuk limanından yapılan buğday kaçakçılığına ilişkin ayrıca bkz. Suraiya Faroqhi “İstanbul’un İaşesi ve Tekirdağ-Rodosçuk Limanı (16-17. yüzyıllar)”, ODTÜ Gelişme Dergisi Özel Sayısı (1979-1980), s. 145-146. 45 RŞS. nr.1549, 68b. 46 RŞS. nr. 1512, 65b. 47 BOA. KK. nr.70, s. 451. 48 Goffman, a.g.e., s. 41. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 31 HACER ATEŞ getirilmekte idi. Örneğin Çorlu kazâsında toplanan deriler de arabalarla Rodosçuk iskelesine getiriliyordu49. Edirne- Dubrovnik arasında deri ticareti yapan tüccarların ticaret merkezi İstanbul olup tıpkı Venedik tüccarları gibi onların da Rodosçuk’ta vekilleri bulunmaktaydı. Bu tüccarlar bizzat kendileri ya da vekilleri aracılığı ile deri ya da diğer malları almak üzere İstanbul’dan deniz yoluyla Rodosçuk’a oradan kara yolu ile Rumeli’ye geçiyorlardı. Aşağıdaki örnek satın alınan ürünlerin cinsi, miktarı ve ticareti yönlendirenlerin kimler olduğu ve bu ticari organizasyonun aktörlerini görmek açısından güzel bir örnektir; XVI. yüzyılın ikinci yarısında, Galata’da oturan Dubrovnikli Bernardo ve Gabriel [v.] Covan adlı kardeşler Edirne ve Dubrovnik arasında deri ticareti yapmaktadırlar. Bu tüccarlarından Bernardo, Edirne civarından aldığı 2658 adet sığır derisini Rodosçuk iskelesindeki İbrahim Paşa mahzenlerinde depolamış ve tekrar deri almak üzere Edirne’ye gitmiştir. Ancak mezkûr tüccarın Edirne’de hayatını kaybetmesi üzerine Rodosçuk iskelesinde depoladığı mallarına Beytülmâl Emîni tarafından el konulmuştur50. Bernardo’nun Rodosçuk’taki yasal temsilcisi İstepan, derileri teslim almaya geldiğinde Beytülmâl Emîninin muhalefetiyle karşılaşmışsa da uzun bir uğraştan sonra derileri almayı başarmıştır. Teslim aldığı malları Bernardo’nun yasal varisi olan kardeşi Gabriel’e teslim etmek üzere şirketin Galata’da bulunan yetkilisi gelerek derileri teslim alıp Rodosçuk’tan malın transferini gerçekleşmiştir51. Örnekten de anlaşılacağı üzere Dubrovnikli tüccarların bu organizasyondaki merkezleri İstanbul olup Rodosçuk’ta bulunan temsilcileri ticari faaliyetleri kendileri adına yürütmekte ancak herhangi bir olumsuz durumda şirket yetkilileri buradan olaya müdahale etmektedirler. Birçok hammaddenin ülke içinde kalarak iç piyasaya hizmet etmesini sağlamak için çeşitli önlemler alınmaktaydı. En belirgini derinin taşınması ve satışı esnasında konan vergilerin oranları idi. Yerli ve yabancı tüccarlara göre bu vergi miktarı değişiklik göstermekteydi. Tüccarlar Tekirdağ dışından kara yolu ile gön getirip mahzenlerde depolarsa 8 akça araba bâcı alınmakta 49 Rodosçuk’ta toplanan derilerin bir kısmı Çorlu kazâsından gelmekte idi. Çorlu’yu besleyen art alanların ürünleri uluslararası pazara açılan kapı olan Rodosçuk limanına gönderilmekte idi. RŞS. nr. 1522, 48a. 50 RŞS. nr.1514, 15a. 51 Beytül-mâl Emini olan Mihal b. Kosta tüccar Bernerdo’nun Dubrovnik Beyleri’ne borcu olduğunu, bu sebeple mallarına el konduğunu bildirmiştir. Ancak bunun üzerine tüccar kardeşlerden hayatta olan Gabriel’in vekili olan Nikola, ölen Bernerdo’nun Dubrovnik Beyleri’ne borcu olmadığını ispatlayan belgeyi getirerek müsadere edilen 2658 adet kara sığırı derisini Bernardo’nun yasal varisi olan kardeşi Gabriel’e intikal ettirmiştir, RŞS. nr.1514, 63b. 32 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI idi52. Sicil defterlerindeki benzer pek çok kayıttan anlaşıldığı üzere bu miktarın Rodosçuk iskelesine gön getiren tüm tüccarlar için genel geçer bir kural olduğu anlaşılmaktadır. Ancak gelen mal depolanmayıp hemen satıldığı takdirde araba bâcı alınmayıp 40 akçada bir akça bâc alınmakta idi53. Tüccarlar bu tür vergileri vermemek için çoğu zaman getirdikleri malları gizlice satma yoluna gitmekte idiler. Rodosçuk limanında gerek deri gerekse başka memnû metalarda olsun bu tür olaylara oldukça sık rastlanmakta idi54. Rodosçuk’a gelen ürünlerin satışı esnasında vergilendirme ve vergi miktarları aşağıdaki gibidir. Ürün Cinsi Satılış Tarzı Arabayla Hemen Geldiğinde Satıldığında Gön Araba başına 8 akça bac-ı siyah alınır55. Bâc-ı araba alınmaz, 40 akçada 1 akça alınır 56. Hamr Fıçı başına 12 akça alınır59. Yapağı - Depolandığında Depolanmadan Gemiye Yüklendiğinde Bâc-ı araba 8 İskeleden akça57 gemilere yüklendiğinde mîrî için gümrük alınır58. - - - - Bâc ve resm-i kantar alınmaz mîrî için gümrük alınır60. Depolanıp Satıldığında - Bâc alınmaz resm-i kantar alınır61. 52 Rodosçuk bâc-ı siyah mukataasını tutan Hüseyin b. Abdullah, Otavyani b. Cerine adlı yabancı tüccardan 8 akça bâc-ı siyâh almıştır. RŞS. nr. 1515, 17a. 53 Kaçak deri yükleyip giden bir tüccarın yakalanması sonrasında bâcı mukataaya tutan Cafer’in deriden alınan vergiler hususunda ehl-i vukûf Müslümanların görüşleri doğrultusunda bu minval üzere bâc alınageldiği kaydedilmiştir. RŞS. nr.1518, 49a. 54 Musa adlı Yahudi bir tüccar araba ile kasabaya gön getirmiş ve kendisinden bâc-ı araba talep edildiğinde gön getirdiğini inkâr ederek böyle bir vergiyi ödemeyeceğini söylemesine rağmen kasaba sakinlerinden birçok kişi adı geçen Yahudi tüccarın Venedikliler’e 1000 kıta gön sattığına tanık olduklarını söylemişlerdir. RŞS. nr. 1518, 21a. 55 RŞS. nr. 1518, 108a. ; RŞS. nr. 1515, 17a. 56 RŞS. nr. 1518, 69a; RŞS. nr.1518, 49a. 57 RŞS. nr. 1518, 69a. 58 RŞS. nr. 1518, 53 59 RŞS. nr. 1518,102a. 60 RŞS. nr. 1518, 50a 61 RŞS. nr. 1518, 50a.- 102a. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 33 HACER ATEŞ Tablo: 2 Rodosçuk’ta Satılan Mallardan Alınan Vergi Miktarı. Şehirdeki ticaret mekânları; Hanlar ve Kervansaraylar : Şehirdeki kervansaray, han ve bedesten gibi ticari yapılar, şehrin ticari potansiyelini yansıtmaları sebebiyle şehrin ekonomisi hakkında oldukça önemli bilgiler vermektedirler. Bu tür yapıların sayıca fazla olması, ticaretin gelişmişliği ile alakalı olup şehirdeki ticari aktiviteyi takip etmemize imkân vermektedir. Bir şehrin büyüklüğü de pazar yeri ve çarşılarının sayısı ile bedesten, han, kervansaray, dükkânlar, mahzen ve sair ticari yapılarının çokluğu ile doğru orantılıdır62. Rodosçuk limanın yakınında Çandarlızâde İbrahim Paşa tarafından üst katında 42 mahzen, alt katında ise 15 mahzen ile 17 dükkânın bulunduğu iki katlı bir han inşa edilmiştir63. XV.yy sonlarında yapılmış olan bu yapı fonksiyon ve bünyesindeki alt birimler itibarı ile büyük bir ticari kompleksi andırmaktadır. İskeledeki ticaretin merkezi olan bu han bazı sicil kayıtlarında İbrahim Paşa Çevre mahzenleri olarak da zikredilmektedir 64. Yine aynı zamanlarda iskele yakınlarında Mevlâna Ahmet Çelebi (Yegânzâde) tarafından 24 mahzenden oluşan bir han daha inşâ ettirilmiştir65. XV.yy’da inşa edilen ilk kervansaray ise (Molla) Kırımî’nin Rodosçuk’ta yaptırdığı kervansaraydır66. Bu kervansaray iskelenin hemen yukarısındaki “Yukarı Çarşı”da bulunmaktaydı. XVI. yüzyılda da bu tür yapıların sayısının arttığı gözlemlenmektedir. XVI. yüzyılın ilk, Rodosçuk’un ise ikinci kervansarayı Minnet b. Hacı Ali tarafından yapılmıştır. Kervansaray Yukarı Çarşı yakınlarında Eski Câmi Mahallesi’nde bulunmaktaydı67. Yine Rodosçuk sakinlerinden olduğu anlaşılan Abdüsselam Bey iskele civarında deniz kıyısında 16 bâb ve 18 bâb olmak üzere bir han inşa ettirmiştir. 1530’lardan68 sonra inşa edildiği 62 Şehirdeki bina kategorileri ve sayılarının arzettiği önem hususunda bkz. Suraiya Faroqhi, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, çev. Neyyir Kalaycıoğlu, İstanbul 2000. s. 31- 37. 63 Suraiya Faroqhi, 1541 yılına ait tahrir defterine nazaran (TD. 210) adı geçen İbrahim Paşanın “Makbûl İbrahim Paşa” olduğunu söylemektedir. Suraiya Faroqhi, a.g.m. s. 140; Hâlbuki Rodosçuk kasabasına ait en eski tarihli tahrir defteri 1515 yılına ait olup bu defterde de İbrahim Paşa adı zikredilmektedir . BOA. TD. nr. 50 s. 236. Bu husus göz önünde bulundurulduğunda adı geçen İbrahim Paşa’nın, Makbûl İbrahim Paşa olmadığı, Çandarlızâde İbrahim Paşa (Halil oğlu) olduğu anlaşılmaktadır. 64 Bu mahzenlerin geliri İstanbul’daki camiine vakfedilmişti. RŞS. nr. 1520, 13a.; Çandarlızâde İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki evkafı için ayrıca bkz. Tayyip Gökbilgin, XIVXV. Yüzyıllarda Edirne ve Paşa Livası Vakfklar Mülkler-Mukataalar, İstanbul, 1952. s. 425. 65 BOA. TD. nr. 50, s. 243. 66 RŞS. nr.1511,7a. 67 RŞS. nr.1513, 19a. 68 Bu hana ait bilgiler ilk kez 1535 tarihli tahrîr defterinde geçmektedir, bundan önceki tahrîrde mezkûr han hakkında bir kayıt bulunmamaktadır, BOA. TD. nr. 185. 34 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI anlaşılan bu hanın kendine ait bir de iskelesi bulunmaktaydı69. Yine iskelenin hemen yanında aynı zamanda bulunduğu mahalleye adını veren Dizdârzâde Mehmet Bey’e ait kervansaray bulunmaktaydı70. XVI. yüzyılın ortalarına doğru Kürkçü Sinan Bey71 ve Çavuş Hüseyin Bey72 tarafından iki yeni kervansaray daha inşâ edilmiştir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında şehrin profilinin değişmesinde Rüstem Paşa’nın önemli bir rolü olduğu açıkça görülmektedir. Rüstem Paşa şehrin limanına alternatif bir iskele inşa ederek yeni bir ticaret merkezi oluşmasını sağlamıştır. Sicil kayıtlarında Taş İskele73 olarak geçen iskele şehrin batı sahilinde Rüstem Paşa câmiinin hemen aşağısında kurulmuştur. Bu bölgede han ve kervansarayla birlikte büyük bir külliye inşa ettirmiştir. İskelenin başında yapılmış olan Rüstem Paşa mahzenleri belli başlı ürünlerin depolandığı ve muhafaza edildiği yerler olarak ön plâna çıkmaktadır74. Örneğin buğday75, tuz76 ve donanma için kullanılan demir malzemeler 77 ve hammadde buradaki mahzenlerde depolanmaktaydı. Rüstem Paşa mahzenleri adeta mirî depolar haline dönüşmüştür. Bu mahzenler çeşitli kayıtlarda Rüstem Paşa Çevre Mahzeni olarak geçmektedir78. Aynı yıllarda şehirde benzer yapılardan biri olan İbrahim Paşa Hanı için de sicil kayıtlarında çevre mahzen79 ibaresinin kullanıldığı bilgisinden hareketle “çevre mahzen” teriminin “han” karşılığında kullanıldığı ve bu çevre mahzenlerin Rüstem Paşa Hanı olduğu söylenebilir. Bu sebepledir ki modern kaynaklar Rüstem Paşa hanı hakkında her hangi bir bilgi vermemektedir. Rüstem Paşa Kervansarayı ise şehirdeki diğer yapıları olan câmi, medrese, hamam ve imâret ile birlikte inşâ edilmiştir. Evliyâ Çelebi buranın şehrin en büyük kervansarayı olduğundan söz etmektedir80. Şehirde ilk bedestenin ise Mihrimâh Sultân tarafından inşâ ettirildiği anlaşılmaktadır81. Rüstem Paşa Câmii’nin yaklaşık yüz yirmi metre batısında 69 RŞS. nr. 1524, 127b. RŞS. nr. 1514, 14b. 71 RŞS. nr.1513, 48a. 72 RŞS. nr. 1529, 55b. 73 RŞS. nr.1545, 34a. Bugün dahi iskele aynı adla anılmaktadır. 74 RŞS. nr. 1545, 34a. 75 RŞS. nr. 1514, 58a. 76 RŞS. nr. 1523, 13a. 77 RŞS. nr. 1526, 44a. 78 RŞS. nr. 1551, 20b.; RŞS. nr. 1529, 33a. 79 RŞS. nr. 1529, 33a. 80 Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi I, 8. Kitap, Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı- Robert Dankoff, İstanbul 2011, s. 348. 81 Sultan II. Selim’e ait bir emir suretinde bedesten için “hemşiremin bina ettiği bedesten” ifadesi kullanılmıştır. bkz: RŞS. nr. 1524, 142a. 70 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 35 HACER ATEŞ yer alan bu bedesten, külliyedeki diğer yapılardan biraz uzakta yer almaktaydı. Bedesten altı kubbeli büyük bir yapı olup dört cephesinde büyük demir kapıları bulunmaktaydı82. Şehrin ilk bedesteni olan bu bedestenin içinde dükkânlar ve yine etrafında da dükkânlarla birlikte çeşitli meslek kollarına ait iş yerleri bulunmaktaydı83. Bedestene bitişik bakkal dükkânı, attar dükkânı, aşçı dükkânı, mumcu dükkânı ve sair mamûl ve sebze meyve, baharat satan dükkânların yanı sıra bedestenin etrafında fırın ve değirmenler de mevcuttu. İstanbul’un fethinden sonra şehrin iaşesi bağlamında gelişen ticari aktivitenin yoğunlaşması yukarıda da değinildiği üzere ticari mekânların sayısında artışı da beraberinde getirmiştir. Bu ticari büyüme liman etrafından başlamak kaydıyla şehrin belli başlı bölgelerini içine alacak şekilde genişlemiştir. Ticari hareketlilik liman etrafında ve eski kale içinde olmak üzere şehirde iki ayrı kısımda çarşıların oluşmasını sağlamıştır. Büyük şehirlerin dışında pek de karşılaşılmayan bu iki kısımlı çarşı oluşumu şehirdeki ticaret hayatının üst seviyelere ulaştığının görülmesi açısından önem arz etmektedir. Yukarı Çarşı “Sûk-ı Sultânî” 84, Aşağı Çarşı ise “İskele Çarşısı” olarak adlandırılmaktaydı. Evliya Çelebi iskele tarafında bulunan Aşağı Çarşı’nın büyük bir çarşı olduğundan bahsederek buranın adeta Mısır Çarşısı olduğunu ve Mısır mallarının tümünün burada bulunabileceğini kaydetmektedir85. Anlaşılacağı üzere Rodosçuk gerek Osmanlı coğrafyasından gerekse Avrupa’dan gelen çok sayıda tüccarın uğrak yeri olup çeşitli ticari emtianın alınıp satıldığı, el değiştirdiği bir liman olmuştur. XIX. asrın ilk yarısına kadar İstanbul iaşesindeki fonksiyonunu da devam ettirmiştir 86. Fakat Rumeli demir yollarının faaliyete geçmesiyle birlikte nakliyenin daha çok demiryolu vasıtasıyla yapılmaya başlaması deniz taşımacılığını ikinci plana atmış bu yüzden XIX. yüzyılın sonlarına doğru Rodosçuk iskelesine artık gemiler çok seyrek gelmeye başlamıştır. Pazartesi ve Salı günleri olmak üzere haftanın iki günü İstanbul ve Tekirdağ arasında iki vapur karşılıklı olarak yolcu, mal ve eşya getirip götürmeyi sürdürmüştür87. Sonuç: Bizans’ın son dönemlerinde eski önemini kaybetmiş bir liman olan Tekirdağ-Rodosçuk limanı Osmanlı döneminde özellikle İstanbul’un 82 Hikmet Çevik, Tekirdağ Tarihi Araştırmaları, İstanbul 1949, s. 68. RŞS. nr. 1520, 5a. 84 RŞS. nr.1547, 54a. 85 Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 348. 86 Edirne ve Hayrabolu kazalarından hâsıl olan ürünlerin Tekirdağ limanı üzerinden İstanbul’a gönderildiğini gösteren 1846 yılına ait muhasebe kaydı için bkz. Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarım, İstanbul 1998, s. 34-35. 87 Sâlnâme-i Vilâyet-i Edirne (1308), s. 141. 83 36 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI fethinden sonra kalabalık başkentin beslenmesi hususunda önemli roller üstlenerek büyük bir gelişme göstermiştir. Rumeli’den getirilen malların İstanbul’a ve imparatorluğun çeşitli yerlerine sevk edilmesi esnasında oluşan bu ticari aktivite şehrin ekonomik gelirinin yükselmesini sağlamıştır. Osmanlı idaresinde Rumeli’nin dünyaya açılan kapısı olan uluslararası bir liman haline gelen Tekirdağ, Rumeli demiryolunun faaliyete geçmesiyle eski önemini yitirmiş ve bu doğrultuda Rodosçuk limanı da yerel bir liman haline getirmiştir. Harita-1: XVI. yy.’da Tekirdağ-Rodosçuk bağlantılı ticaret yollarını gösteren harita Rumeli ve Anadolu yönünden Mısır, Trablus-Şam ve İzmir yönünden ulaşan ticari yollar KAYNAKÇA Arşiv Kaynakları A) Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA). 1. Maliyeden Müdevver Defterler ( MAD). nr. 9878. 2. Mühimme Defterleri ( MD) nr. V, XXII, XXIII, XXVI, XLVI, XLIX, LXXIV, 3. Kepeci Tasnifi (KK) nr. 70 4. Maden Mukâtaası Kalemi Def. (D.MMK.) nr. 46/1; 52/2 5. İstanbul Gümrük Emini (D.MMK.İGE.) nr.1/52 B) MİLLİ KÜTÜPHANE ARŞİVİ 1. Rodosçuk Şer’iyye Sicilleri (RŞS) nr. 1511, 1512, 1513,1514, 1515, 1518, 1520 1522, 1523, 1524, 1526, 1527, 1529,1530, 1533, 1544, 1545, 1549, 1550, 1551, 1552, 1560. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 37 HACER ATEŞ Araştırma Eserleri Arıkan, Zeki, Osmanlı İmparatorluğu’nda İhracı Yasak Mallar (Memnu Metalar), Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, 279-306. Ateş, Hacer, Kuzey Marmara Sahilleri Ve Art Alanında Şehirleşmenin Tarihi Süreci: XVI.-XVII. Yüzyıllarda Tekirdağ ve Yöresi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2009. Bostan, İdris, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, İstanbul 2006. Braudel, Fernand, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara 1994. ______________, Akdeniz- Mekân ve Tarih, çev. Necati Erkurt, İstanbul 1990. Carter, F.W. “The Commerce of the Dubrovnic Republic, 1500-1700”, The Economic History , 24/3, 1971 (London), s. 376-378. Çevik, Hikmet, Tekirdağ Tarihi Araştırmaları, İstanbul 1949. Faroqhi, Suraiya, Batı ve Orta Anadolu’da Şehirleşme ve Ticaret (Hacettepe Üniversitesi Basılmamış Doçentlik Tezi) Ankara 1980. ______________, “İstanbul’un İaşesi ve Tekirdağ-Rodosçuk Limanı (16-17. yüzyıllar)”, ODTÜ Gelişme Dergisi Özel Sayısı (1979- 1980), s. 139- 154. ______________, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, çev. Neyyir Kalaycıoğlu, İstanbul 2000. Gallotta, Aldo, “Ceneviz”, DİA, C.VII, İstanbul 1993, s.363-365. Goffman, Daniel, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), çev. Ayşen AnadolNeyyir Kalaycıoğlu, İstanbul 1995. Gökbilgin, Tayyip, XIV-XV. Yüzyıllarda Edirne ve Paşa Livası Vakfklar Mülkler Mukataalar, İstanbul 1952. Güran, Tevfik , 19. Yüzyıl Osmanlı Tarım, İstanbul 1998. Halaçoğlu, Yusuf: “Dellâl”, DİA, XIX, İstanbul 1994,s. 145-146. Heyd, W., Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, çev. Enver Ziya Karal, Ankara 1975. İnalcık, Halil; Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi I. Cilt, çev. Halil Berktay, İstanbul 2000. Kütükoğlu, Mübahat S., Gümrük”, DİA, XIV, İstanbul 1999., s. 263- 268. ___________________, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983. Ortaylı, İlber, “16. Yüzyılda Rodosto (Via Egnatia’nın Marmara’daki Uzantısı)”, Sol Kol Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia (1380- 1699), Ed. Elizabeth A. Zachariadou, İstanbul 1999, s. 215- 225. Sâlnâmeler Sâlnâme-i Vilâyet-i Edirne (1308). 38 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 EDİRNE, HASANAĞA MEZARI İNSAN KALINTILARI Başak BOZ ÖZ: Edirne İli Lalapaşa ilçesi Hasanağa Köyü’nde tarla sürümü sırasında bulunan taş sanduka mezarın kazısı Edirne Arkeoloji Müzesi tarafından yapılmıştır. Roma dönemine tarihlenen mezar içinde üç iskelet ele geçmiştir. Antropolojik analizlerinin yapılması için Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne gönderilen iskeletlerin, genç bir kadın, orta yaşlı bir erkek ve 15 yaşlarında Adolesan bir bireye ait olduğu belirlenmiştir. Erkek bireyle ilişkili bir adet sikke tek mezar buluntusudur. Adölesan bireyi yerleştirmek için mezar tekrar açıldığında, daha önceden var olan diğer iki bireyin kemiklerinde dağılmalar olmuştur. Ölüm sebepleri belli olmayan bireylerin kemiklerinde, bazı eklem deformasyonları ve anemi dışında, belirgin hastalık izlerine de rastlanılmamıştır. Anahtar Kelimeler: Trakya, Roma Dönemi, Ölü gömme, İnsan kalıntıları. HUMAN REMAINS FROM THE HASANAGA GRAVE, E DIRNE ABSTRACT: A stone cist was found in the Hasanaga Village of Lalapasa/Edirne during the field plowing. The excavation of the cist was conducted bye Edirne Archeology Museum. There skeletons, dating back to Roman era, found in the grave. In order to make their anthropological analysis, the skeletons were sent to Archeology department of Trakya University. It was determined that the skeletons were of a young female, a mature adult male and an adolesant. Related with the adult male, coin was the only grave finds. When the grave was opened to placeadolesant person, the disintegrations occurred in the bones of other two individuals. No pathological evidence was found to indicate the causes of death of individuals except for some joint deformation and anemia furthermore certain ill signs were not found. Keywords: Thrace, Roman Period, Burial practices, Human remains. Giriş: Edirne’nin Lalapaşa İlçesi’ne bağlı Hasanağa Köyü sınırları içersinde bulunan alanda, tarla sürümü sırasında ortaya çıkartılan mezar yapısının içinde ele geçen iskelet kalıntıları Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne incelenmesi için teslim edilmiştir1. Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi tarafından yürütülen kazı çalışmalarında, mezarın muhtemel bir tümülüsün parçası olduğu ve yığma toprak tepenin zaman içerisinde tamamıyla yok olduğu belirtilmiştir (Resim 1). Altında zemin taşı olmayan, taş örgülü sanduka mezarın, yan duvarları gri damarlı mermerden yapılmış, üzeri iki tane kapak taşı ile örtülmüştür (Resim 2). Yaklaşık olarak 120 x 250 cm ölçülerinde, 145 cm derinliğindeki mezarın batı kısmına yerleştirilen iki iskeletten, erişkin olanın (Birey 2) sağ omzuna denk gelen bölgede bir adet sikke bulunmuştur (Resim 5). Söz Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, [email protected] 1 İskelet materyalin analizlerinde arkeolog Arzu Linga ve arkeoloji öğrencisi Müge Taç görev almıştır. BAŞAK BOZ konusu sikke, Edirne Müzesi raporunda Geç Roma-Erken Bizans Dönemine tarihlenmiştir2 ancak sikke üzerinde yapılan temizleme işlemlerinden sonra sikkenin bir Roma Kent sikkesi olduğu, bu tip sikkelerin genellikle M. S. 2. ve 3. yy.’larda kullanıldığı ve sikkenin Bithynia bölgesi Nicaea (İznik) darplı bir sikke olduğu Edirne Müzesin’den arkeolog Şahan Kırçın tarafından belirtilmiştir3. Ölü Gömme: Hasanağa mezar yapısı içersinde 3 bireye ait iskelet olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu mezarın batı kısa kenarına, doğu-batı doğrultusunda yatırılmış iki iskelet ile (Resim 3), bu iskeletlerin ayak ucuna gelecek şekilde, mezarın doğu kısmına, kuzeybatı-güneydoğu istikametinde yatırılmış başka bir bireye ait iskelet ele geçmiştir (Resim 4). Mezarda açığa çıkarılan iskeletlerin tamamı, sırt üstü yatırılmış, kollar ve bacaklar birbirine paralel düz bir şekilde yerleştirilmiştir. Mezarın batı kısmına, yan yana yerleştirilmiş olan Birey 1 ve Birey 2’nin başı kuzeye dönük şekilde bulunmuştur. Birey 1‘in alt çenesinin farklı istikamette olması başın pozisyonunun orijinal olmadığını ve muhtemelen yukarı bakacak şekilde olduğunu düşündürmektedir. Çürüme sürecinde bireyin başı kuzey yönüne doğru düşmüştür. Aynı durumun Birey 2 içinde olması mümkündür ancak bu bireyde alt çene de başla birlikte sürüklenmiştir. Birey 1 ve 2’nin kemiklerinin pozisyonları, bu iki bireyin ya eş zamanlı ya da kısa aralıklarla yan yana yerleştirildiğini düşündürmektedir. Bireyler kısa zaman aralıkları ile yerleştirildiler ise bu durumda Birey 2 (erişkin erkek) ilk gömülendir. Birey 3 ise, diğer iki iskeletin tamamen çürümesinden sonra gömülmüştür. Gömülme sırasında daha önceki bireylerin kemikleri yerlerinden oynamış, özellikle Birey 1’in alt bacak kemikleri (tibia) alınıp farklı yerlere konulmuş, ayak kemikleri ise tamamen dağılmıştır. Birey 3, mezarın doğu kısmında çapraz bir şekilde yerleştirilmiştir. Başı güneybatı yönüne dönüktür, alt çenenin pozisyonu, bu iskeletin baş pozisyonunun da özgün olmadığını göstermektedir. Birey 2’ye ait köprücük kemiklerinin dikey konumları bu bireyin mezar içine bir beze sarılarak yerleştirilmiş olabileceğine işaret etmektedir. Ancak köprücük kemiklerinin pozisyonlarının çürüme sonrasındaki bir aşamada yerlerinden oynamış olabileceği de unutulmamalıdır. Türkiye Trakyası’nda tespit edilen Roma Dönemi’ne ait tümülüslerde kremasyon ve inhumasyon uygulamalarının varlığı bilinmektedir4. İnhumasyon gömülerde kıyafet ile gömülme söz konusu iken kefen benzeri bir bez kullanımına dair bilgilere rastlanılmamıştır. 2 Edirne Arkeoloji Müzesi’ne 160.02 dosya numarası ile sunulan rapordan yararlanılmıştır. Arkeolog Şahan Kırçın ile kişisel görüşme 4 ŞahinYıldırım, Doğu Trakya’da Mezar Tepelerin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları: 263, Ankara 2012 s.32 3 40 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI İskeletlerin tafonomik yapılarının incelenmesi sonucu bu mezar yapısının en az bir kez daha tekrar kullanım amaçlı açıldığı belirlenmiştir. Bir aile mezarı görüntüsü sergileyen mezarda sadece erişkin erkek birey için sikke bırakılmıştır. Antropolojik Analiz Materyal ve Yöntem: İskeletleri oluşturan kemiklerin büyük kısmı in situ olarak bulunmuş olsa da mezarın sonraki kullanımı sırasında ve/veya farklı etkenler ile bazı kemikler dağılmıştır. Bireylerin birbirinden farklı yaşlarda olması dolayısıyla dağınık durumdaki kemiklerin ait olduğu bireyler tespit edilebilmiştir. İskeletler üzerinde yapılan temizlik ve onarım işlemlerinden sonra antropolojik analizleri yapılmıştır. Erişkin olmayan bireylerde yaş tayinleri için diş gelişim ve sürme tabloları5, epifizlerin kapanma süreleri6,7 kullanılırken, erişkin olan bireyde ise pubic-symphsis’de8 yaşlanma ile görülen değişimler dikkate alınmıştır. Kafatası ve kalça kemikleri kullanılarak9 cinsiyet tayinleri yapılmıştır. Bulgular: Hasanağa mezarında ele geçen 3 birey ile ait oldukları topluluk insanları hakkında genel bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Bu rapor, bulunan iskeletlerin incelenmesi sonucu elde edilen bireysel bilgileri içermektedir. Birey 1: Mezarın güneybatı kısmında yer alan Birey 1 (Resim 3), kemik uçlarının kapanma zamanları ile diş gelişim ve sürme aşamaları göz önünde bulundurularak adolesan (12-20 yaş) olarak yaşlandırılmıştır. Adolesan evrenin geç aşamalarında olan bireyin ikincil cinsiyet ölçüt muhtemel kadın özellikleri göstermektedir. Her iki göz çukurunda, aktif olmayan anemik reaksiyonlara rastlanılmıştır. Beşinci bel omurunda kemik reaksiyonuna bağlı deformasyonlara rastlanılmıştır. Bireyin yaşı ve konumu sebebiyle, bel 5 I. Schour, M. Massler, “The Development of the Human Dentition”. Journal of the American Dental Association 28, 1941, s. 1153-1160. 6 T.F., Mckern -J.H.Steward, “Skeletal Age Changes in Young American Males”, U.S. Army Quarternermaster Research and Development Command, Techinal Report, EP-45, Massacusetta 1957, s-1-175 7 Buikstra, J. E.-D. H. Ubelaker, Standards for Data Collection From Human Skeletal Remains, AR: Arkansas Archeological Survey Research Series, No. 44, Arkansas 1994 8 Brooks, S.T.-J. M. Suchey, “Skeletal Age Determination Based on the Os Pubis: A Comparison of the Ascari-nemeskeri and Suchey-Brooks Methods”, Human Evolution, Sayı 5, Firenze 1990. s. 227-238 9 Buikstra, J. E.-D. H. Ubelaker, a.g.e. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 41 BAŞAK BOZ omurundaki bu değişimler düşündürmektedir. travmatik kökenli olma olasılığını Birey 2: Mezarın doğu kısmına yatırılmış olan diğer bireye ait kemikler, orta yaşlı erişkin (30-40 yaş) bir erkeğe aittir. Bireyin boyu, uzun kemiklerinin ölçümünden yola çıkarak 175-180 cm olarak hesaplanmıştır10. Omurlarında dejeneratif eklem rahatsızlıklarının (DJD) göstergeleri olan kemik değişimleri ve oluşumlarına rastlanılmıştır. Dejeneratif eklem hastalıkları, travmatik kökenli olabildiği gibi yani hayat tarzıyla doğrudan ilişkili olduğu gibi aynı zamanda yaşlanmayla birlikte de kendini gösterir. Birey 2’deki bu değişimlerde hem bireyin aktiviteleri hem de yaş faktörü rol oynamış olabilir. Birey 3: Mezarın batı kısmına, diğer iki bireyin ayakucuna doğru yatırılan bireye ait iskelet, diş sürme aşamaları ve epifizyal kapanmaları dikkate alınarak 15 yaş civarı adolesan olarak yaşlandırılmıştır. Henüz cinsiyet ölçütleri oluşmadığı için cinsiyet tayini yapılamamıştır. Kemikler üzerinde herhangi bir patolojik bulguya rastlanılmazken, alt ve üst çenede sol taraf azı dişlerinde yoğun diş taşı oluşumları dikkat çekmektedir. Diş taşlarının çiğneme yüzeylerini kaplamış olması bireyin uzunca bir süre sol tarafını kullanamamış olduğunu göstermektedir. Sol taraf alt ve üst çenedeki dişlerde çürük ya da apse gibi ağrıya sebebiyet verecek herhangi bir bulguya rastlanılmamıştır ancak sol üst 3. azı diş yuvasında hafif bir kemik reaksiyonu görülmektedir. Değerlendirme ve Tartışma: Edirne, Lalapaşa İlçesi’nin Hasanağa Köyü sınırları içinde tespit edilen mezarda orta erişkin bir erkek, genç bir kadın ve cinsiyeti belli olmayan adölosan bireye ait iskeletler bulunmuştur. İçinde bir adet sikke ele geçen mezarın çağdaş benzerlerine yine Edirne sınırları içersinde yer alan Doyran Köyü (Maltepe), ve Edirne merkezde bulunan Hıdırlık’ta rastlanmıştır11 . Doyran Köyü tümülüsünde 2 adet lahit mezar bulunmuştur. Her iki lahitin üzeri Hasanağa mezarında olduğu gibi iki kapak taşı ile kapatılmıştır ve zemin taşı yoktur. Hasanağa mezar yapısı mermer bloklardan inşa edilirken, Doyran mezarları küfeki taşından yapılmıştır. Doyran lahitleri defineciler tarafından tahrip edilmiştir dolayısıyla lahitlerin içlerinde bulunan iskeletler hem defineciler tarafından hem de nemden zarar görmüş ve erimiştir. İskeletten geriye kalanlar ile bu mezarın sahibinin sırt üstü 10 Trotter M., Gleser G.C. “Estimation of Stature from Long Bones of American Whites and Negroes”. American Journal of Physical Anthropology, Sayı 10, Wiley-Liss, Inc, 1952. s. 463-514. 11 Edirne Müzesi Arşivi. 42 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI yatırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak daha fazla bir bilgiye ulaşılamamıştır. Tahribe karşın lahitlerin içlerinde çeşitli mezar hediyesi olan kişisel eşyalar, altın küpe ve yüzükler, altın tel bir obje ile bronz kemer tokası ele geçmiştir 12. Hıdırlık tümülüsünde bulunan yan yana iki lahitten bir tanesi soyulmuş, içeriği talan edilmiştir. Diğer lahit içindeki bireylerin kemikleri henüz tam olarak anlaşılamayan bir nedenle oldukça karışık şekilde ele geçmiştir. Hıdırlık lahitleri mermer kapak taşları ile kapatılmıştır. İki lahit içinde de çeşitli mezar hediyeleri/kişisel hediyelere rastlanmıştır. En az 6 bireyin kalıntılarının13 olduğu mezarda Roma dönemine ait bronz bir sikke ele geçmiştir 14. Ölünün ağzına, eline, gözlerine ya da yakınına para bırakılması uygulaması arkeolojik olarak en eski Helenistik dönem mezarlarından bilinmektedir15. Kayıkçı Kharon, ölüler ülkesine gitmek isteyenleri verecekleri paralar karşılığında kayığına alır. Aristophanes, Kharon’un köleleri sandalına kabul etmediği, buna karşın hayvanları geçirmek için özel turlar düzenlediğini belirtmiştir 16. Başka bir kaynakta ise, Kharon’un sadece cesedi gömülenleri Hades’e götürdüğü, gömülmeyenleri ise kayığa almadığı inancından bahsedilmektedir 17. Hasanağa ve Hıdırlık Roma dönemi mezarlarında da bireylerle ilişkili olarak sikke bulunmuştur. Ancak daha önce belirtildiği gibi, Hasanağa mezarında üç birey olmasına karşın sadece erişkin erkek bireyle ilişkili olarak sikkenin varlığı ortaya çıkarken, kadın ve 15 yaş civarındaki bireyde herhangi bir buluntuya rastlanılmamıştır. Aynı şekilde Hıdırlık lahit mezarında da en az altı bireyin varlığı tespit edilmişken sadece bir bireyde sikke bulunmuştur. Bu durum, kadın ve çocuklar için farklı uygulamaların olup olmadığı sorusunu akla getirirken aynı zamanda mezara konulan paranın kayıkçı Kharon’a verilmenin dışında farklı anlamları olabileceği fikrinin de sorgulanması gerektiğini akla getirmektedir. Hasanağa ve çevresinde belirlenen çağdaşı tümülüslerin kazılması ve incelenmesi Roma dönemi ölü gömme adetleri konusunda daha detaylı bilgiler verecektir. Mezarlar ve içeriklerinden sadece dönemin ölü gömme 12 Edirne Müzesi Arşivi. Hıdırlık lahitlerinde ele geçen iskeletler yine Trakya Üniversitesi laboratuarına getirilmiştir ve başka bir çalışma içinde değerlendirileceklerdir. 14 Edirne Müze Arşivi. 15 Işık Şahin, “Mısır ve Yakın Doğu Etkileriyle Yunan Mitolojisindeki “Kayıkçı Kharon” Tipinin Gelişimi”. Olba X. Mersin 2004 s. 136. 16 Şahin (aktaran), a.g.m. s.136 (Samsatlı Lukianos, çev. N. Ataç 2002, s. 380). 17 Şahin, a.g.m. s.138. 13 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 43 BAŞAK BOZ adetleri değil aynı zamanda bu adetleri uygulayan insanların yaşam şekilleri, sosyo-ekonomik koşulları hakkında bilgiler edinmek mümkün olacaktır. Teşekkür: Edirne, Hağanağa Tümülüsü’nde bulunan iskeletlerin çalışılmasına olanak sağlayan ve çalışmalarımız sırasında desteklerini esirgemeyen Edirne Arkeoloji Müze Müdürü Hasan Karakaya’ya teşekkürlerimi sunarım. Bahsi geçen mezar ve içerikleri ile Trakya’da bulunan benzer Tümülüsler hakkında kaynak ve görsel destekleri için Şahan Kırçın’a teşekkür ederim KAYNAKÇA Brooks, S.T.-J. M. Suchey, “Skeletal Age Determination Based on the Os Pubis: A Comparison of the Ascari-nemeskeri and Suchey-Brooks Methods”, Human Evolution, Sayı 5, Firenze 1990. s. 227-238. Buikstra, J. E.-D. H. Ubelaker, Standards for Data Collection From Human Skeletal Remains, AR: Arkansas Archeological Survey Research Series, No. 44, Fayetteville 1994. Mckern, T. F.-J.H.Steward, “Skeletal Age Changes in Young American Males”, U.S. Army Quarternermaster Research and Development Command, Techinal Report, EP-45, Massacusetta 1957, s. 1-175. Schour I, Massler M.. “The Development of the Human Dentition”. Journal of the American Dental Association 28, No 7 Chicago 1941, s. 1153-1160. Şahin, Işık. “Mısır ve Yakın Doğu Etkileriyle Yunan Mitolojisindeki “Kayıkçı Kharon” Tipinin Gelişimi”. Olba X. Mersin Üniversitesi Kilikia Araştırma Merkezi. Kaam Yayınları, Mersin 2004 s.135-149. Trotter M, Gleser GC. “Estimation of Stature from Long Bones of American Whites and Negroes”. American Journal of Physical Anthropology, Sayı 10, Wiley-Liss, Inc, 1952. s. 463-514. Yıldırım, Şahin. “Doğu Trakya’da Mezar Tepelerin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi”, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları: 263, Ankara 2012. 44 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI RESİMLER Resim-1: Hasanağa Tümülüsü’nün bulunduğu mevkii (Edirne Müzesi Arşivi) Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 45 BAŞAK BOZ Resim-2: Mezar yapısı ve kapak taşları (Edirne Müzesi Arşivi) 46 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI Resim-3: Mezarın batı kısmına yerleştirilmiş, doğu-batı doğrultusunda sırt üstü yatırılmış bireyler (Edirne Müzesi Arşivi) Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 47 BAŞAK BOZ Resim-4: Birey 3: Mezarın doğu kısmına çapraz şekilde yatırılmıştır. (Edirne Müzesi Arşivi) 48 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI Resim-5: Birey 2’nin omuz kısmında bulunan sikke Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49 49 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROATIAN LANGUAGE Darko MATOVAC* ABSTRACT: Prepositions are among the most frequent words in the languages that possess them, as Croatian does. In contrast to this fact, little attention is given to their descriptions in Croatian grammar books, only several pages, especially when it comes to pedagogical grammar books intended for usage in schools. In addition to that, the approaches to presenting the morphosyntactic and semantic properties of prepositions in the grammar books and dictionaries could be labelled as inconsistent and unsystematic. This is a major problem, especially when it comes to learning/teaching of Croatian as a second language. The present paper tries to address these issues and present a systematic and general overview of the prepositional system of the Croatian language Keywords: Croatian language, prepositions, morphosyntactic properties of Croatian prepositions HIRVATÇADAKİ E DAT SİSTEMİ İÇİN KABATASLAK BİR REHBER ÖZ: Edatlar, Hırvatça'da da olduğu gibi birçok dilde en çok kullanılan kelimelerdendir. Buna karşın, özellikle okulların dilbilgisi kitaplarında bu konuya pek önem verilmemekte, sadece bir kaç sayfayla geçiştirilmektedir. Ayrıca dil bilgisi kitapları ve sözlüklerde edatların morfosentatik ve anlamsal özelliklerine ilişkin yaklaşımların tutarsız ve sistemsiz olduğu söylenebilir. Hırvatça'yı ikinci bir dil olarak öğrenme ve öğretmede bu durum büyük bir problem teşkil etmektedir. Makalede, bu husus dile getirilerek Hırvat dilinin genel ve sistemli bir edat sistemi sunulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Hırvat dili, edatlar, Hırvatça edatların morfosentatik nitelikleri 1. Introduction: One of the most important and encouraging reasons for writing this paper is the fact that Croatian language, 1 as well as Bosnian language, which is based on the same dialect (and therefore shows no major differences in the prepositional system), can be studied at Department of Balkan languages at Faculty of Letters at Trakya University in Edirne, Turkey. The intention of this paper is to present a systematic and general overview of prepositional system of the Croatian language in such manner that teachers, as well as their students can use it. Generally, prepositions are * Teaching Assistant, University of Zadar, Department of Croatian and Slavic Studies, [email protected] 1 Croatian language belongs to the western branch of South Slavic languages and is spoken by approximately 5.55 million people living mostly in Croatia (3.98 million, 2001 census). Except in Croatia, it is one of three official languages in Bosnia and Herzegovina, one of the recognised minority languages (i.e. equal in use to official language) in Vojvodina (autonomous province of Serbia), Montenegro, part of Austria (Burgenland), part of Italy (Molise), and in several Romanian communes (Carașova, Lupac). It is going to be one of the official languages of the European Union after Croatia receives full membership on 1st July 2013. Croatian language is written in Latin script. DARKO MATOMAC given little attention in Croatian grammar books and their description is usually short, only two or three pages, especially when it comes to school grammars. In addition, approaches to preposition can be described as inconsistent, as there is for instance no general agreement which linguistic units should be included into the list of Croatian prepositions in grammar books. This paper will try to address these issues without going unnecessarily into theoretical discussions. 2. On prepositions: Prepositions are among the most frequent words in the languages that possess them. As an example, among hundred of most frequently used words in Croatian there are thirteen prepositions,2 and out of thirty most frequently used words in English, nine of them are prepositions. 3 Even though there are „divergences among grammarians on the exact nature and definition of prepositions”4 and even though „very different concepts of what a preposition is existed in traditional grammar versus modern linguistic theories“,5 most linguists would readily agree on the general classification of prepositions as “a traditional word class, comprising words that relate two linguistic elements to each other”. 6 Being a relation word, a preposition puts two linguistic units in grammatical and semantic relation by constituting a prepositional phrase with one of them (it is said that the preposition governs this linguistic unit). This prepositional phrase then serves as complement to the other of two linguistic units. For example, in sentence knjiga na stolu ‘book on the table’ preposition na ‘on, upon, by, in, at, into’ together with noun stol ‘table’ forms prepositional phrase na stolu ‘on the table’ and this prepositional phrase is the complement of the noun knjiga ‘book’. The semantic nature of the relation between these two objects, knjiga ‘book’ i stol ‘table’, expressed by the preposition na ‘on, upon, by, in, at, into’ is spatial. Most linguists agree that spatial relations are the primary meanings which prepositions express, but also that prepositions can extend their meanings with the processes of meaning extensions so that they can express different temporal and abstract contents, e.g. manner, cause, purpose... This is the reason why prepositional semantics is highly complicated and why prepositions are known to be the notoriously polysemic linguistic units 2 Milan Moguš, Maja Bratanić and Marko Tadić, Hrvatski čestotni rječnik, Zavod za lingvistiku Filozofskog fakulteta Sveučilišta u Zagrebu and Školska knjiga, Zagreb, 1999. 3 Patrick Saint-Dizier, “Introduction to the Syntax and Semantics of Prepositions” in Syntax and Semantics of Prepositions, ed. Patrick Saint-Dizier, Springer, Dordrecht 2006, p. 1–26. 4 Patrick Saint-Dizier, ibid, p. 1. 5 Ljiljana Šarić, “Prepostitions: A Challenge for Formal Theories and Cognitive Grammar” in On Prepositions, ed. Ljiljana Šarić and Donald F. Reindl, Bibliotheks- und Informationssystem der Universität Oldenburg, Oldenburg 2001, p. 1. 6 Sylvia Chalker and Edmund Weiner, The Oxford Dictionary of English Grammar, Oxford University Press, Oxford 1998. 52 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE which meanings is almost impossible to describe accurately. For this reason prepositions are sometimes referred to, mostly in formal approaches to language, as functional units without meaning. However, recent developments within cognitive linguistics have shown that prepositional meaning not only does exist, but that it can be also systematically described.7 A preposition is a relation word that is always in front of the linguistic unit it governs. If the relation word is following the word it governs, than it is called postpositon. Sometimes, the relation word can be in the middle of the word it governs and in that case it is called inposition. Since prepositions, postpositions and inpositions, generally speaking, do not differ in anything else than their position, they are best described by the cover term adposition. An adposition is defined as “an unanalysable or analysable grammatical word constituting an adpositional phrase with a term that it puts in relationship, like case affixes, 8 with another linguistic unit, by marking the 7 8 Traditional approach to prepositional meaning was based on listing of different meanings without establishing relationships between them. This approach did not yielded satisfying results. Cognitive linguistics on the other hand proposes that prepositions are not expression of randomness in language, that different meanings of prepositions are interconnected in principled manner and that they can be represented as a semantic network organized around prototypical sense. Basic assumption of cognitive linguistics is that systematic account of spatial prepositional meanings helps to explain abstract prepositional meanings. For some examples of analysis of meanings of Croatian prepositions conducted within cognitive linguistics framework see Ljiljana Šarić, Spatial Concepts in Slavic: A Cognitive Linguistic Study of Prepositions and Cases, Otto Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2008 or Ljiljana Šarić, “The Croatian preposition uz: A Cognitive Approach” Jezikoslovlje, Volume 13, Issue 1, 2012, p. 151–190. Even though there are some other treatments of some Croatian prepositions within cognitive linguistics framework, it can be said that they are analysed in a non-systematic fashion and that there is no book-length methodologically and theoretically coherent analysis of prepositions in Croatian. Being relation words, prepositions (and adposition in general) have much in common with case affixes. It is possible to read that “cases and adpositions can be said to be functionally homologous” (Pietro Bortone, Greek Prepositions: From Antiquity to the Present, Oxford University Press, Oxford 2010, p. 7), that “cases and adpositions belong to the same syntactic category, sharing the same range of syntactic structures and having the same relationship to the noun” (Anna Asbury et al., “Intorduction: Syntax and Semantics of Spatial P” in Syntax and Semantics of Spatial P, ed. Anna Asbury et al., John Benjamins Publishing Company, Amsterdam, Philadelphia 2008, p. 50) and that “no consistent line can be drawn between adpositions and case suffixes, on the basis of morphology or semantics […] interpretational and distributional overlap can be explained by viewing adpositions and case suffixes as different morphological reflexes of the same underlying syntax, namely inherent case” (Anna Asbury, “Adpositions as Case Realisations - Structures and Consequences” Leiden Papers in Linguistics, Volume 2, Issue 3, 2005, p. 69). The idea that prepositions and cases are functionally equivalents is present in European linguistics ever since 16th century and the time when grammars of languages other than Greek and Latin were first written. Since this is not topic of this paper, relation and differences between Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 53 DARKO MATOMAC grammatical and semantic links between them.”9 Some languages have predominantly or only prepositions, like Croatian does, and some have postpositions, like Turkish. For example, the same relation between two linguistic units is coded by a preposition in Croatian (knjige za Selmu 'books for Selma') and by the postposition in Turkish (Selma için kitaplar 'books for Selma'). It is important to emphasise that there is no one-to-one mapping between prepositions in Croatian and postpositions in Turkish, or between any other two languages, since types of relations, i.e. meanings that are being expressed by adpositions and distribution of these meanings among concrete adpositions differ from language to language. People learning foreign languages can best confirm this. 3. On prepositions in Croatian language: Croatian word for prepositions is prijedlozi and it literally means ‘in front, to put’.10 This is in line with the grammatical tradition originating from the Greek term for prepositions, próthesis 'placed in front', and its literal translation in Latin, praepositio. This grammatical tradition is observable in many European languages where the name for prepositions is compounded and one part meaning ‘in front’, e.g. German Vorwort, Polish przyimek or Dutch voorzetsel.11 In some other languages the word for prepositions is motivated by their relational nature, e.g. German Verhältniswort, Danish Forholdsord or Turkish ilgeç.12 Prepositions of one language are usually described in grammar books, word-formation manuals, and dictionaries of that language. Definition of preposition that are to be found in grammar books of Croatian language13 all agree and explicitly say two things: (i) that prepositions express/indicate/show relation between words in a sentence and (ii) that they are not able to change their form, i.e. that they are unchangeable parts of speech, just like adverbs, conjunctions, interjections and particles. Although the second statement is true for most of prepositions, some of them do prepositions and cases won’t be explained in detail here, but good overview of the problem can be found in Claude Hagège, Adpositions, Oxford University Press, Oxford 2010. 9 Claude Hagège, ibid, p. 8. 10 Stjepan Babić et al., Povijesni pregled,glasovi i oblici hrvatskoga književnog jezika, Hrvatska akademija znanosti i umjetnosti and Nakladni zavod Globus, Zagreb 1991, p. 724. 11 Pietro Bortone, ibid. p. 5. 12 Pietro Bortone, ibid. p. 37. 13 Josip Silić and Ivo Pranjković, Gramatika hrvatskoga jezika za gimnazije i visoka učilišta, Školska knjiga, Zagreb 2005.; Eugenija Barić et al., Hrvatska Gramatika, Školska knjiga, Zagreb 1997.; Stjepan Babić et al., Povijesni pregled, glasovi i oblici hrvatskoga književnog jezika, Hrvatska akademija znanosti i umjetnosti and Nakladni zavod Globus, Zagreb 1991.; Dargutin Raguž, Praktična hrvatska gramatika, Medicinska naklada, Zagreb 1997.; Sanda Ham, Školska gramatika hrvatskoga jezika, Školska knjiga, Zagreb 2002.; Stjepko Težak and Stjepan Babić, Gramatika Hrvatskoga Jezika: Priručnik Za Osnovno Jezično Obrazovanje (Zagreb: Školska knjiga, 2000). 54 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE change their form in some situations. This change of form is induced by phonetic reasons and it does not indicate any change in their function or meaning, i.e. there is no inflection or derivation. This happens somehow regularly when a preposition is placed in front of the word that begins with a consonant or syllable containing a consonant that is same or similar to the consonant that preposition ends with. This would make the prepositional phrase hard to pronounce so the preposition gets a suffix, namely -a. In this manner prepositions kroz ‘through, during’, niz ‘along, down at’, uz ‘at, by, along with, close to, beside’ and sometimes bez ‘without’ can have form kroza, niza, uz and beza in front of words beginning with z, s, ž and š, e.g. kroz zrak or kroza zrak ‘through the air’, niz stranu or niza stranu ‘along the side’, uz zid or uza zid ‘by the wall’. Preposition s ‘with, along with, together’ always changes its form to sa in this situations, e.g. sa srećom but not *s srećom ‘with luck’. Preposition k ‘toward, to’ can have from ka in front of words beginning with k or g, but mostly preposition k gets dropped out in this situations, e.g. ići k Karlu becomes ići ka Karlu or, more often, ići Karlu ‘go to Karlo’. Prepositions kroz ‘through, during’, niz ‘along, down at’, uz ‘at, by, along with, close to, beside', nad ‘over, above', pred ‘before, in front of, to’, pod ‘under, below, beneath’ and s ‘with, along with, together’ always have form kroza, niza, uza, nada, preda, poda and sa when they are placed in front of unstressed forms of personal pronouns ja ‘I’ and ti ‘you’, in front of unstressed form of reflexive pronoun se ‘self’, in front of accusative form of personal pronouns on ‘he’, ona ‘she’ and on ‘it’, and instrumental form of personal preposition ja ‘I’, e.g. kroza me ‘through me’, uza me ‘by me’, uza se ‘with me’, uza nj ‘by him’, uza nju ‘by her’, poda mnom ‘under me’. Another way prepositions in Croatian language can change their form is to drop their final vocal, e.g. radi 'because of, for the sake of' becomes rad and između ‘between, among’ becomes izmeđ, but from today’s point of view this can be characterized as archaic or stylistically marked. By definition, prepositions always stand in front of the word they make a prepositional phrase with. Five prepositions in Croatian language do not fit neatly into this definition, as they can be placed in front of or they can follow the word they govern. Those prepositions are radi 'because of, for the sake of', nasuprot ‘opposite, facing, in contrast to’, unatoč 'despite, in spite, in spite of', usprkos 'despite, in spite, in spite of' and uprkos 'in spite of, notwithstanding', e.g. vozim bicikl vjetru usprkos or vozim bicikl usprkos vjetru ‘I’m riding bike in spite the wind’. Generally, there is no difference in the meaning of these two examples, but speakers of Croatian will very often describe the placing of a preposition behind the word it governs as stylistically marked. To precisely describe the nature of this, preposition Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 55 DARKO MATOMAC linguists use labels as ambipositions, bipositional adpositions, bipositions, alterpositions, and pre-postposition. 14 Although the definitions in Croatian grammar books say that prepositions form prepositional phrases with words that have inflection, this statement is not all that there is to know. It is certainly true that nouns are prototypical linguistic units that follow prepositions and form prepositional phrases with them, as in ptica na kući ‘bird on the house’, but, in addition, prepositions in Croatian language can form prepositional phrases with (i) a nominalized adjective, as in govoriti na lošem engleskom ‘to speak in bad English’, (ii) a pronoun, as in s njom ‘with her’, (iii) another prepositional phrase, as in to je za poslije ručka ‘this is for after lunch’, (iv) an adverb, as in spavati do podneva ‘to sleep until noon’, (v) an infinitive, as in knjiga za čitati ‘book for reading’, or (vi) a number, as in brojati do tri ‘to count to three’. Even though prepositional phrases with adverbs or another prepositional phrase are more of an exception than a rule in Croatian language, as linguists do admit,15 this is certainly not a reason to exclude them from grammar books. In addition, a preposition can occur alone in the sentence, without the word it forms a prepositional phrase with, (i) if that word is understood from the context, as in ja sam za (to) ‘I’m for (that)’ or (ii) if the preposition is nominalized, as in u je prijedlog ‘u is preposition’ or (iii) in idiomatic use, as in za i protiv ‘for and against’. Preposition selects the case of the nominal word it forms a prepositional phrase with. In Croatian, most prepositions select only one case. For example, prepositions bez ‘without’, iz ‘from, out of, by, through, for, off', nezavisno od 'regardless of, independent of, apart from' and tijekom 'during' require only genitive form of nouns, pronouns or adjectives. Some prepositions can select two or three cases. For example, the preposition s ‘with, along with, together’ requires that the word that follows is in genitive or instrumental form as in pasti s krova ‘to fall of the ruff’ and pričati s prijateljem ‘talk to the friend’. Preposition za 'for, to, in, by, with, during' request that the word that follows is either in genitive, accusative, or instrumental form, as in ne osjećam se dobro za kiše ‘I don’t feel well during the rain’, zašli su za kazalište ‘they went behind the theatre’ and našli su se za kazalištem ‘they met behind the theatre’. Of all prepositions, most of them require that the word that they form prepositional phrase with is in genitive form. Nominatives or vocatives cannot be part of a prepositional phrase. 14 15 Claude Hagège, ibid, p. 115. Ivo Pranjković, “Suznačne riječi i njihove vrste” in Zbornik Zagrebačke slavističke škole 2004., ed. Krešimir Bagić, FF press, Zagreb 2005, p. 19-28. 56 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE Within a sentence a prepositional phrase can function as a complement of a verbal predicate, adnominal complement or as a predicate. As a complement of a verbal predicate a prepositional phrase can be (i) a subject, as in do Japana je subjekt ove rečenice ‘to Japan is subject of this sentence’, (ii) an indirect object, as in nismo ni sanjali o takvom uspjehu ‘we didn’t even dream about such success’, (iii) an adverbial, as in susjed stanuje na kraju ulice ‘neighbour lives at the end of the street’ and (iv) an adjunct, as in studenti uče gramatiku u knjižnici ‘students learn grammar in library’. The difference between an adverbial and an adjunct is that adverbials are obligatory, i.e. semantically required by a verbal predicate and their omission will result in incorrect sentence while adjuncts can be freely omitted from the sentence and the sentence will still be correct. Croatian grammatical tradition does not distinguish adverbials and adjuncts by the name only and uses the term adverbial as a higher item, i.e. a cover term. As adnominal complements prepositional phrases function as attributes and they usually follow the word which meaning they specify, as in kupili smo televizor u boji ‘we bought a colour TV’. As predicates, prepositional phrases are part of nominal predicates, as in Hrvatska je u banani ‘Croatia is in bad situation’. According to the definition, prepositions are analysable and unanalysable linguistic units. Therefore, it is a custom to classify preposition in two sets. The first set is comprised of prepositions “that are neither compounds nor derivatives, that is those that cannot be analyzed into component parts”.16 These prepositions are usually labelled as simple or primary prepositions. The second set of prepositions is comprised of prepositions that have morphological structure and they are usually labelled compound prepositions or secondary prepositions. Since they consist of only one morpheme, simple prepositions are usually monosyllabic, e.g. Croatian u ‘in, at, by, into, to, on' or na ‘on, upon, by, in, at, into’, English in and on, or German zu and für. Their short and simple form is in direct connection with frequency of their usage, i.e. they are among most frequent words in languages that do have prepositions and they express most frequent and fundamental relations.17 Semantically they are 16 17 Claude Hagège, ibid, p. 128. “There are plenty of examples of simple Adps [i.e. prepositions] marking very frequent functions in the languages of the world. They confirm both Zipfs Law of Abbreviation, and his Principle of Economic Versatility, which establish, respectively, an inverse relationship between the frequency of occurrence of words and their length, and a direct relationship between the number of different meanings of a word and its frequency. For instance, the English Prepositions for, in, of, and to are much more frequent and have many more Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 57 DARKO MATOMAC usually described as highly polysemic and abstract linguistic units. As indicated, their fundamental meaning is of spatial nature, and all their abstract meanings are results of metaphorical extensions of that spatial meaning. They are usually considered as closed sets of linguistic units not subject to rapid change and this stems from their aforementioned primary function in language, and that is „to establish the relation between two entities in the spatio-physical realm. […] But the speaker’s perception of space is not likely to suffer much variation across different periods for this reason: in most cases, their number does not increase or diminish. This distinguishes prepositions from other grammatical classes that have a direct referent, such as nouns. In particular, when they refer to objects or artefacts their references and the function they fulfil are supposed to change over time.“18 Croatian grammarians agree neither on the name of this group of prepositions, nor on the list of prepositions that belong to this group. Names used are pravi prijedlozi 'real prepositions',19 netvorbeni prijedlozi 'not formed prepositions', 20 neproizvedeni ili podrijetlom nemotivirani 'not produced or not motivated by their origin'21 or prvotni prijedlozi 'primary prepositions'. 22 According to the author of this paper, all grammar books and dictionaries of Croatian language agree that true primary or simple prepositions in Croatian languages, i.e. those which meaning and form cannot be traced etymologically to any other word are bez ‘without, do ‘next to, (up) to, as far as, till, up to, until', iz 'from, out of, by, through, for, off', k ‘toward, to’, na ‘on, upon, by, in, at, into, nad ‘over, above’, o ‘about, concerning’, od ‘of, from’, po ‘upon, on, about, after, along, during, at, by, in’, pod ‘under, below, beneath’, pred ‘before, in front of, to’, pri ‘at, in, on, near’, s ‘with, along with, together’, u ‘in, at, by, into, to, on’, uz ‘at, by, along with, close to, beside’, za 'for, to, in, by, with, during'. 23 Some prepositions are closely related to this group but are still not part of it, as for example preposition kod ‘by, beside, next to, near, at’. Preposition kod ‘by, beside, next to, near, at’ has all prerequisites to be classified as primary dictionary entries than about or above, let alone opposite or underneath”(Claude Hagège, ibid, p. 129.). 18 Carmen Guardon Anelo, “Some Fundamental Issues in the Semantic Analysis of Prepositions” Estudios Ingleses De La Universidad Complutense, Issue 13, 2005, p. 8. 19 Eugenija Barić et al., ibid. 20 Stjepan Babić et al., ibid. 21 Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid. 22 Stjepan Damjanović, Staroslavenski jezik, Hrvatska sveučilišna naklada, Zagreb 2003. 23 This list is made on grounds of (sometimes inconsistent) information in grammars and dictionaries of Croatian language. Intention of author of this work is by no means to imply that this is final list of primary prepositions in Croatian. Further research still needs to be done. 58 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE preposition in Croatian (it is short, very frequent, designates spatial relation, has metaphorical extensions of primary meaning) but a closer inspection shows that ”it is etymologically related to the old form kon, originally a noun with the meaning ‘beginning’, ‘end/edge’, ‘region at the beginning and at the end’ […]. The emergence of the form kod ending in d is related to the existence of other primary prepositions with a similar structure: pod ‘under’, nad ‘above’, pred ‘in front of’”. 24 As implied, some grammarians consider kod ‘by, beside, next to, near, at’ to be primary preposition from today’s point of view and same goes for some other prepositions. Therefore, the list of primary prepositions changes form grammar book to grammar book, the list provided here is therefore not to be considered final. Secondary or compound prepositions are those that have a morphological structure. In addition to sekundarni prijedlozi ‘secondary prepositions’, Croatian grammars label them as nepravi prijedlozi ‘not real prepositions’, 25 proizvedeni ili podrijetlom motivirani ‘produced or motivated by their origin'.26 As opposed to primary prepositions, their meaning is more specific or more granular. These prepositions as their basis have one of the autosemantic words (verb, noun, adjective or adverb), alone or in connection with one of primary prepositions, and their emergence is considered to be one of typical grammaticalization processes. Therefore, list of these prepositions is not final as new members can come into existence by the process of grammaticalization (also ‘grammaticization’). This process is generally described as a process in which linguistic elements change into constituents of grammar or in which grammatical items become more grammatical. Some linguists do not considered secondary prepositions to be prepositions, and those linguists that do, do not agree on which linguistic units should be included in the list.27 Nevertheless, contemporary approaches agree that secondary prepositions are proper prepositions, based on their function, and this is reflected in descriptions of languages in grammar books. Same goes for contemporary Croatian grammars, although they do not all agree which linguistic units are to be included into list of secondary or 24 Ljiljana Šarić, Spatial Concepts in Slavic: A Cognitive Linguistic Study of Prepositions and Cases, Otto Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2008, p. 142. 25 Eugenija Barić et al., ibid. 26 Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid. 27 For example, Viggo Brøndal says that „it follows directly from the definition of the concept of preposition as the simplest expression of relation in language, that only words of completely simple structure should be recognized as prepositions. As untrue or improper, therefore, must also be distinguished all formations of compound character: both syntactically (such as turns of phrase or compounds) and morphologically (such as derivatives and words of more complex character.” (Pietro Bortone, ibid. p. 5.). Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 59 DARKO MATOMAC compound prepositions in Croatian. For example, Stjepan Babić et al.28 do not consider instrumental form of nouns, such as pomoću 'by, with' or putem 'by means of, through, by way of', to be prepositions, while Josip Silić and Ivo Pranjković29 on the other hand have the most extensive definition of prepositions in which even prepositional phrases as bez obzira na 'regardless of, irrespective of, despite' are considered to be preposition. The approach proposed by Josip Silić and Stjepan Babić30 is in line with contemporary approaches to prepositions in grammar books of other language. We will not go into detail here by discussing possible sources of secondary prepositions in Croatian, but it is important to know that prepositions can be grammaticalized form nouns, adverbs, adjectives, and verbs. Nouns are the most common source of prepositions, e.g. accusative form as in kraj 'by, beside' or mjesto 'instead of, in place of', instrumental form as in povodom 'regarding, with regard to' or silom 'by force of' or prepositional phrase as in u interesu 'in the interest of' or u usporedbi s 'compared with, in comparison with'. Prepositions that have a verb as a source are not common in Croatian and they usually have form of past or present participle, e.g. isključivši 'excluding' or zahvaljujući 'thanks to, by virtue of, with the help of'. 31 28 Stjepan Babić et al., ibid. Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid. 30 Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid. 31 What follows is the list of secondary prepositions in Croatian (list is based on the list of prepositions provided by Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid.). For the purposes of this paper, they are divided in three groups: (i) secondary prepositions that are compound of two primary prepositions – ispod, ispred, iza and iznad; (ii) secondary prepositions that are grammaticalized form of a noun, verb, adjective or adverb – blizu, čelo, diljem, dno, duž, dužinom, glede, isključivši, isključujući, izuzev, izuzevši, kod, koncem, kraj, krajem, kroz, među, mimo, mjesto, niz, niže, početkom, pomoću, posredstvom, povodom, preko, prema, prigodom, prije, prilikom, protiv, protivno, put, putem, radi, razmjerno, silom, slijedom, sred, sredinom, sredinom, sukladno, širinom, širom, temeljem, tijekom, tokom, uključivši, uključujući, van, više, vrh and zahvaljujući; (iii) secondary prepositions that are compound of primary preposition and form of a noun, verb, adjective or adverb – bez obzira na, istodobno s, istovremeno s, između, izvan, na centru, na čelu s, na ime, na kraju, na osnovi, na planu, na području, na polju, na račun, na svršetku, na temelju, nadno, nadohvat, nadomak, nakon, nakraj, namjesto, naprama, naspram, nasred, nasuprot, nauštrb, navrh, nezavisno od, o pitanju, oko, okolo, onkraj, osim, po dužini, po liniji, po mjeri, po pitanju, po sredini, po širini, pod konac, podno, pokraj ,polazeći od, poput, poradi, pored, poslije, posred, potkraj, poviše, povrh, preko puta, s ciljem, s gledišta, s izuzetkom, s obzirom na, s pomoću, sa stajališta, sa stanovišta, spram, sudeći po, suprot, suprotno od, u čast, u doba, u formi, u interesu, u korist, u oblasti, u obliku, u odnosu na, u odnosu prema, u okviru, u ovisnosti o, u povodu, u pravcu, u prigodi, u prilog, u razmaku od, u roku od, u skladu s, u slučaju, u smislu, u smjeru, u središtu, u suprotnosti s, u suradnji s, u svezi s, u svojstvu, u tijeku, u toku, u trajanju od, u usporedbi s, u vezi s, u vidu, u vidu, u vrijeme, u zamjenu za, u zavisnosti od, udno, uime, umjesto, unatoč, unutar, uoči, uslijed, usprkos, usred, usuprot, uvrh, uzduž, uzevši u obzir, za vrijeme, zarad, zaradi, zavrh, zbog, zbog. As already 29 60 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE When it comes to the meaning of prepositions, this is surely their most purely described aspect. Contemporary dictionaries of Croatian language differ in their description of a given preposition, 32 and grammar books of Croatian language, especially those for the usage in schools, are satisfied with stating that prepositions express relations, not indicating in any way what the nature of these relations is. Only two grammar reference books, the one by Josip Silić and Ivo Pranjković33 and the other by Dragutin Raguž34 go into more detail. In short, if we follow Josip Silić and Ivo Pranjković we can say that the meanings of prepositions, i.e. the nature of the relation they express, can be either dimensional or not dimensional. Under dimensional meanings Josip Silić and Ivo Pranjković consider spatial and temporal meanings and under not dimensional all other abstract meanings, e.g. manner, cause, source... Spatial meanings are basic, primary, and (usually) most frequent meanings of prepositions. In addition, they are the basis of other meanings, temporal or abstract, that are their metaphorical extensions. Polysemy of prepositions is extremely complex and it deserves special paper(s) devoted just to it, if it is to be described accurately, so here it will not be discussed. In addition, it must be said that, in linguistic reference books, the meanings of prepositions in Croatian are analysed in a nonsystematic fashion and there is no book-length methodologically and theoretically coherent analysis. For those more interested in this subject, it is forth to say that, up to this date, Josip Silić and Ivo Pranjković35 offer the most detailed description of meanings of prepositions in Croatian language that is to be found in grammars. In the end, what follows is list of 50 most frequent prepositions in Croatian language, together with information on case form of the word they form a prepositional phrase with. The translation is provided according to the dictionary.36 indicated, some grammars consider some of these prepositions to be primary prepositions. Never the less, this list can be considered the most detail list of secondary prepositions in Croatian language, but since new prepositions are emerging regularly as a result of process of grammatialization, it needs to be thought of as subject to change. Further research still needs to be done. 32 See, for example, definitions of prepositions u ‘in, at, by, into, to, on’and na ‘on, upon, by, in, at, into’ in Jure Šonje, ed., Rječnik hrvatskoga jezika, Leksikografski zavod Miroslav Krleža and Školska knjiga, Zagreb 2000 and in Vladimir Anić et al., Hrvatski enciklopedijski rječnik, EPH and Novi Liber, Zagreb 2004. 33 Josip Silić and Ivo Pranjković, Gramatika hrvatskoga jezika za gimnazije i visoka učilišta, Školska knjiga, Zagreb 2005. 34 Dragutin Raguž, Praktična hrvatska gramatika, Medicinska naklada, Zagreb 1997. 35 Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid. 36 Željko Bujas, Veliki hrvatsko-engleski rječnik, Nakladni zavod Globus, Zagreb 1999. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 61 DARKO MATOMAC Genitive is required with prepositions od 'of, from', iz 'from, out of, by, through, for, off', do 'next to, (up) to, as far as, till, up to, until', bez 'without', kod 'by, beside, next to, near, at', oko 'around', zbog ‘because of, for’, između 'between, among', preko 'across, over, at the other side, beyond', poslije 'afterwards, later on, then, behind', nakon 'after, following, afterwards' , iza 'behind, at the rear', osim 'except, besides, apart from', protiv 'against', ispod 'below, under, beneath', iznad 'above, over', radi 'because of, for the sake of', kraj ‘by, beside’, poput 'like, similar, as', pored ‘next to, near, beside, alongside, along, close to’, izvan 'outside of, out of', usred 'amidst, in the middle of', ispred 'before, in front of, ahead', pokraj 'beside, close to, adjoining, by', sred ‘amid, amidst’, nasred 'in the middle', povrh ‘above, on top of’, spram ‘opposite’, potkraj ‘at the end’, uslijed ‘due to, because of’ and vrh ‘on top of’. Dative is required with prepositions prema 'toward, compared to, opposite to' and k 'toward, to'. Accusative is required with prepositions uz ‘at, by, along with, close to, beside', kroz ' through, during' and niz 'along, down at'. Locative is required with the preposition pri ‘at, in, on, near’. Dative or genitive is required with the preposition nasuprot 'opposite, facing, in contrast to'. Genitive or accusative is required with the preposition mimo 'by, past'. Genitive or instrumental is required with the preposition s 'with, along with, together'. Accusative or locative is required with prepositions na 'on, upon, by, in, at, into', o 'about, concerning' and po ' upon, on, about, after, along, during, at, by, in'. Accusative or instrumental is required with prepositions pod 'under, below, beneath', pred 'before, in front of, to', među 'between, among, in the midst', nad 'over, above' and nada 'over, above'.1 Genitive, accusative or locative is required with the preposition u 'in, at, by, into, to, on'. 62 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE Genitive, accusative or instrumental is required with the preposition za 'for, to, in, by, with, during'. Reference Anić, Vladimir, Dunja Brozović Rončević, Ivo Goldstein, Slavko Goldstein, Ljiljana Jojić, Ranko Matasović and Ivo Pranjković, Hrvatski enciklopedijski rječnik, EPH and Novi Liber, Zagreb 2004. Asbury, Anna, “Adpositions as Case Realisations - Structures and Consequences”, Leiden Papers in Linguistics Volume 2, Issue 3, 2005, p. 6992. Asbury, Anna, Berit Gehrke, Henk van Riemsdijk, and Joost Zwarts, “Introduction: Syntax and Semantics of Spatial P” in Syntax and Semantics of Spatial P, edited by Anna Asbury, Jakub Dotlačil, Berit Gehrke and Rick Nouwen, John Benjamins Publishing Company, Amsterdam and Philadelphia 2008, p. 1-34. Babić, Stjepan, Dalibor Brozović, Milan Moguš, Slavko Pavešić, Ivo Škarić and Stjepko Težak, Povijesni pregled, glasovi i oblici hrvatskoga književnog jezika, Hrvatska akademija znanosti i umjetnosti and Nakladni zavod Globus, Zagreb 1991. Barić, Eugenija, Mijo Lončarić, Dragica Malić, Slavko Pavešić, Mirko Peti, Zečević Vesna and Marija Znika, Hrvatska gramatika, Školska knjiga, Zagreb 1997. Bortone, Pietro, Greek Prepositions: From Antiquity to the Present. Oxford University Press, Oxford 2010. Bujas, Željko, Veliki hrvatsko-engleski rječnik. Nakladni zavod Globus, Zagreb 1999. Chalker, Sylvia and Edmund Weiner, The Oxford Dictionary of English Grammar, Oxford University Press, Oxford 1998. Damjanović, Stjepan, Staroslavenski jezik, Hrvatska sveučilišna naklada, Zagreb 2003. Guardon Anelo, Carmen, “Some Fundamental Issues in the Semantic Analysis of Prepositions”, Estudios Ingleses De La Universidad Complutense, Issue 13, 2005, p. 5-21. Hagège, Claude, Adpositions, Oxford University Press, Oxford 2010. Ham, Sanda, Školska gramatika hrvatskoga jezika, Školska knjiga, Zagreb 2002. Moguš, Milan, Maja Bratanić and Marko Tadić, Hrvatski čestotni rječnik, Zavod za lingvistiku Filozofskog fakulteta Sveučilišta u Zagrebu, Zagreb, Školska knjiga, 1999. Pranjković, Ivo, “Suznačne riječi i njihove vrste” u Zbornik Zagrebačke slavističke škole 2004., edited by Krešimir Bagić, FF press, Zagreb 2005, p. 1928. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 63 DARKO MATOMAC Raguž, Dragutin. Praktična hrvatska gramatika. Medicinska naklada, Zagreb 1997. Saint-Dizier, Patrick, “Introduction to the Syntax and Semantics of Prepositions” in Syntax and Semantics of Prepositions, edited by Patrick Saint-Dizier, Springer, Dordrecht 2006, p. 1–26. Silić, Josip and Ivo Pranjković, Gramatika hrvatskoga jezika za gimnazije i visoka učilišta, Školska knjiga, Zagreb 2005. Težak, Stjepko and Stjepan Babić, Gramatika hrvatskoga jezika: priručnik za osnovno jezično obrazovanje. Školska knjiga, Zagreb 2000. Šarić, Ljiljana, “Prepostitions: a Challenge for Formal Theories and Cognitive Grammar” in On Prepositions, edited by Ljiljana Šarić and Donald F. Reindl, Bibliotheks- und Informationssystem der Universität Oldenburg, Oldenburg 2001, p. 1-18. Šarić, Ljiljana, Spatial Concepts in Slavic: A Cognitive Linguistic Study of Prepositions and Cases, Otto Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2008. Šarić, Ljiljana. “The Croatian Preposition uz: A Cognitive Approach.” Jezikoslovlje, Volume 13, Issue 1, 2012, p. 151-190. Šonje, Jure, ed, Rječnik hrvatskoga jezika, Leksikografski zavod Miroslav Krleža and Školska knjiga, Zagreb 2000. 64 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ ARAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ Feyzullah UYANIK* ÖZ: 1831 yılında Takvîm-i Vekayi’nin yayımlanmasıyla Osmanlı Devleti basın dünyasına adım attı. Pek çok konuda yararı görülen yeni neşir türüne İstanbul’daki kalem ve sermaye sahipleri yakın ilgi gösterdiler. Basın-yayın hayatına özel teşebbüsün katılması, gazete sayısının artmasını ve buna paralel olarak çıkan yayınların muhteva yönünden zenginleşmesini sağladı. Dahili-harici haberlerin ve çeşitli edebi yazıların yanı sıra farklı çevrelere mensup önemli kişilerin hal tercümeleri de gazete sütunlarını doldurmaya başladı. Çalışmanın konusunu oluşturan Musavver Medeniyet Gazetesi ise hemen hemen tüm sayılarında verdiği hal tercümeleri ile Osmanlılarda köklü bir geçmişe sahip olan biyografi telif geleneğinin matbuata taşınması sürecinde önemli bir işlevi yerine getirdi. Eğribozlu Mehmet Arif Bey tarafından çıkarılan bu gazetenin Osmanlı basınına, günümüz biyografi araştırmalarına, basın fotoğrafçılığının gelişimine yaptığı katkıların bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesi bu makalenin amacını oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı Basını, Biyografi Yazımı, Musavver Medeniyet Gazetesi, Basın Fotoğrafçılığı. THE NEWSPAPER OF MUSAVVER MEDENIYET AS A SOURCE FOR BIOGRAPHICAL STUDIES AND ITS IMPORTANCE IN TURKISH PRESS HISTORY ABSTRACT: With the publishing of Takvim-i Vekayi in 1831 the Ottoman Empire set step in the world of press. The new publishing type which had many benefits attracted many capitalists and writers. The participation of private enterprise in press increased the number of newspapers and diversified the content of publishings. The columns of newspapers were filled with domestic and foreign news as well as biographies of important people from different circles. The newspaper of Musavver Medeniyet, which is the subject of this study, had an important role in adapting the tradition of biography writing which had a deep-rooted tradition in the Ottoman Literature into press. The objective of this study is to evaluate the contribution of the newspaper published by Mehmet Arif Bey of Eğriboz to Ottoman press, present day biography studies and press photography in a wholistic view. Keywords: Ottoman Press, Writing Biography, the Newspaper of Musavver Medeniyet, Press Photography. Giriş: Tarihi hadiselerin içerisinde ferdin tartışmasız bir yere ve öneme sahip olduğunu kabul eden Leon E. Halkin, “En iyi biyografi grupların, müesseselerin, iktisadi olguların tetkikinden asla vazgeçemez” ifadeleriyle tarihe mâl olmuş önemli bir şahsın hayatını konu edinen bilimsel biyografi çalışmasının kurgusunu tarif eder.1 Aynı şekilde iyi bir siyasi, iktisadi ve * Arş. Gör., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakın Çağ Tarihi Anabilim Dalı, [email protected] 1 Leon-E. Halkin, Tarih Tenkidi’nin Unsurları, (çev. Bahaeddin Yediyıldız), Ankara 2000, s. 55-61. FEYZULLAH UYANIK müessese tarihinin yazılabilmesi için kurumları ve olayları şekillendiren tarihi şahsiyetlerin metin içerisinde anlamlı bir yerde konumlandırılmaları gerekir. Bu meyanda “bir kişinin resmi hayatında geçirdiği aşamaları, bulunduğu görevleri bildirerek eserlerinin adlarını sıralamakla yetindiği kısa biyografi türü”2 şeklinde tanımlanan tercüme-i hal yazıları, Osmanlı döneminde yaşamış bir şahsiyetin hayat hikâyesinin ana hatlarını tespit aşamasında önem ve değer kazanır. Tercüme-i hal konusunda zengin bir malumat veren Sicill-i Ahval kayıtlarının muhteviyatı üzerine bazı çalışmalar literatüre kazandırılmış olmakla beraber,3 bu hususta Osmanlı basınının yeri tam olarak tespit edilebilmiş değildir. İhtiva ettiği tercüme-i haller ve bunların yazım tarzları bakımından Musavver Medeniyet Gazetesi bu konuda müşahhas bir mevkiye sahiptir. Musavver Medeniyet Gazetesi’nde yer alan tercüme-i haller üzerinden Osmanlı basınında biyografi yazımının değerlendirildiği bu makalede, Musavver Medeniyet’in basın tarihimizdeki yeri ve gazetecilik mesleğine yaptığı katkılar açıklığa kavuşturulacaktır. 1. Biyografi Yazın Türünün Osmanlı Basınında Gelişimi: Osmanlı tarih literatüründe biyografi yazımı, birçok meslek grubunu ve bu grupların alt dallarını içine alan yaygın bir ilmî telif geleneğidir. Kökeni Arap edebiyatındaki Tabakat yazınına dayanan bu gelenek,4 Osmanlı uleması tarafından yeniden kurgulanarak özgün bir yapıya kavuşturulmuştur. İlk ciddi örnekleri XVI. yüzyılda görülmüş, sonraki yüzyıllarda ise genişleyip çeşitlenerek “vefayat, ravza, riyaz, gülzar, gülşen, hadika, devha, sefîne, tuhfe” gibi ayrı ayrı terimlerle ifade edilen birimleri ortaya çıkmıştır.5 18. ve 2 3 4 5 Ebuzziya Tevfik, “Tercüme-i Hal Yazmak”, Mecmua-yı Ebuzziya, 1 Şevval 1297/6 Eylül 1880, sayı I/2, s. 52; Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, I, Ankara 1988, s. 5-7. Gülden Sarıyıldız, Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun Kuruluşu ve İşlevi (1879-1909), İstanbul 2004, s. 7 vd.; Mübahat Kütükoğlu, “Sicill-i Ahval Defterlerini Tamamlayan Arşiv Kayıtları”, Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi Cengiz Orhonlu Hatıra Sayısı, Sayı 12, (İstanbul 1982-1988), s. 141-157; Gülden Sarıyıldız, “Sicill-i Ahval Defterleri”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2009, s. 134-136; Ali Birinci, “Teracim-i Ahvâl Araştırmalarında Arşiv Meseleleri”, Tarihin Hududunda Hatırat Kitapları, Matbuat Yasakları ve Arşiv Meseleleri, İstanbul 2012, s. 111-123. Arap literatüründe tabakat türü, hadis-i şeriflerin gelecek nesillere doğru bir şekilde ulaştırmak için hadislerin ravîleri ve senetleri ile birlikte nakledilmesi neticesinde ortaya çıkmıştır. Bir yazın türü olarak ortaya çıkış ve gelişimi için bkz. M. Şemseddin (Günaltay), İslâm’da Târîh ve Müverrihler, İstanbul 1339, s. 12; Casim Avcı, “Tabakat-İslam Tarihi”, DİA, XXXIX, Ankara 2010, s. 297-299. Osmanlı tarih literatüründe biyografi türü ilk dönemlerde İran edebî tarihçiliğinin etkisi altında gelişmeye başladı. Bu konuda bkz. Feridun Emecen “Osmanlı Kronikleri ve Biyografi”, İslam Araştırmaları Dergisi, III, 1999, 83-90; Abdülkadir Özcan, "Osmanlı Tarih Edebiyatında Biyografi Türünün Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi", Nazımdan Nesire Edebi 66 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ 19. yüzyıllarda en başarılı dönem idrak edilirken bu sahada verilen ürünler vekayinamelerin ve müstakil biyografi kitaplarının dışına taşmaya başlamıştır. Takvîm-i Vekayi’de neşredilen resmi maruzata ilaveten yabancı ülkelerde olup bitenler, kültür, ticaret ve bilim gibi konuları da kapsayan haberlerin günü gününe halka duyurulması amacıyla çıkarılan gazeteler, muhtevaları itibariyle yeni bir döneme kapı açmıştır.6 Zamanla içeriği zenginleşen Osmanlı basınında, tayin-tevcih haberleriyle beraber tercüme-i hallere de yer verilmeye başlanmıştır. Basındaki erken tarihli hal tercümeleri, vekayinamelerde uzun yıllar devam ettirilen tercüme-i hal yazım geleneğinin etkisi altındadır. Esbak Deavi Nazırı Tahir Selam Bey’in Ceride-i Havadis Gazetesi’nde yayımlanan tercüme-i hali, 7 ölüm olayının gerçekleştiği sıradaki durumu tasvir eden kısa bir mukaddimeyi müteakiben kayda geçirilir ki bu tarz tercüme-i hal neşri vekayinamelerdeki yazım tarzına son derece uygundur.8 XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren basında, vekayinamelerdeki tercüme-i hal yazım usulünün dışına çıkılmaya başlanır. İlk dönemlerde, devrin önemli kişilerinden birinin vefatının ardından tercüme-i hal yazılırken bu dönemde henüz hayatta olan kimselere ait tercüme-i hallere gazete sütunlarında tesadüf edilir. Bu meyanda Kafkaslarda Çeçen Müslümanlarının özgürlüğü için Ruslara karşı amansız bir mücadele veren Şeyh Şamil’in ailesi, eğitimi, efsanevi bir kumandan olarak ortaya çıkışı ve kahramanlıklarını anlatan tercüme-i hali,9 toplumda ortak duygu ve düşünceleri harekete geçirmek, hatta hassasiyeti yükseltmek amacıyla yazılmış iyi bir örnek niteliğindedir. Kamu düzenini bozan suçluların bir nevi sabıka kayıtlarını kamuoyuna ifşa eden bazı ilginç bilgilerin tercüme-i hal başlığı altında verildiği de vakidir. Mesela Küçük Ayasofya Mahallesi sakinlerinden Yorgancı Mehmet isimli bir kişinin hırsızlık yapması üzerine Tercümân-ı Ahvâl Gazetesi’nin iki nüshasında şahsın sabıkasına dair yer alan yazılar bu konudaki kanaati Türler, (haz. Hatice Aynur ve öte...). İstanbul 2009, s. 124-133; Abdülkadir Özcan, “Tabakat-Osmanlı Dönemi”, DİA, XXXIX, Ankara 2010, s. 299-301. 6 Osmanlı basınının muhtevasını geliştirme vizyonuyla çıkan ilk gazete Ceride-i Havadis’tir. Ceride-i Havadis ve sonrasında çıkan gazetelerin Osmanlı basınına içerik konusunda yaptığı katkı ile ilgili bkz. Orhan Koloğlu, Osmanlı Dönemi Basınının İçeriği, İstanbul 2010, s. 53272. 7 Ceride-i Havadis, 15 Ramazan 1260/28 Eylül 1844, nr. 196. 8 1821-1826 yılları arasındaki vakaları kaydeden Esad Efendi’de eserinde büyük çoğunlukla aynı usulü takip ederek biyografilere yer verir. Örnek teşkil etmesi bakımından “Rumeli Vali ve Seraskeri Seyyid Ali Celaleddin Paşa” için yazılan tercüme-i hal bkz. Sahhâflar Şeyhizâde Mehmed Esad Efendi, Vakanüvis Esad Efendi Tarihi (Bahir Efendi’nin Zeyl ve İlaveleriyle) 1821-1826, (haz. Ziya Yılmazer), İstanbul 2000, s 178-180. 9 Tasvir-i Efkar, 9 Muharrem 1280/26 Haziran 1863, nr. 104’ten aktaran Necdet Hayta, Tarih Araştırmalarına Kaynak Olarak Tasvir-i Efkar Gazetesi (1278/1862-1286/1869), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1990, s. 462. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 67 FEYZULLAH UYANIK güçlendiren misaller arasındadır.10 Zengin bir içeriğe sahip olan Osmanlı basınında yapılacak daha detaylı bir tetkikle verilen örneklerin dışında yazım tarzında farklılıklar arz eden tercüme-i hallere rastlanabilir. Musavver Medeniyet’in çıkarıldığı 1874 yılına gelindiğinde ise tercüme-i hal yazılarına konu olan kimseler, kamuoyunu bazı gelişmelere hazırlamak için bilinçli bir şekilde seçilir hale gelmiştir. 2. Biyografi Neşrinde Musavver Medeniyet Gazetesi: Musavver Medeniyet Gazetesi’nden bahsetmeden önce, Türk basın tarihine önemli katkıları bulunan Mehmet Arif Bey’e ve gazetecilik kariyerine değinmek gerekir. Aslen Eğribozlu olan ve meslektaşları arasında Arifâki namıyla iştihar eden Mehmet Arif Bey, başta Rumca olmak üzere İngilizce, Almanca, İtalyanca, Fransızca gibi Avrupa dillerine vakıftır. Mekteb-i Tıbbiye’de yükseköğrenimini tamamlayan Mehmet Arif Bey’in eczacılık mesleğine mensup olduğu rivayet edilir. Ancak kendisi eczacılıkta devam etmez. Bazı konsolosluklarda çalışarak tecrübe kazandıktan sonra gazeteciliğe atılır. 11 Osmanlı matbuatında Mir‘at’tan sonra çıkan ikinci resimli gazeteyi, Ayine-i Vatan’ı (1867) ve devamı niteliğinde olan İstanbul’u neşreder. Teknik imkanlar ve dönemin siyasi konjonktüründen dolayı resimli gazete işi yürümeyince12 Vatan ve Ruzname-i Ayine-i Vatan isimli gazeteleri bir süreliğine yayımlar. Mehmet Arif Bey’in basın konusundaki ilk tecrübesi niteliğinde olan Ayine-i Vatan ve İstanbul gazeteleri Musavver Medeniyet’in ön çalışması gibidir. Devrin önemli kişilerinin fotoğraflarını vermekle beraber tercüme-i hallerine dair teferruatlı bir kaydın varlığından söz etmek zordur.13 11 Eylül 1874 tarihinde yayın hayatına başlayan Medeniyet Gazetesi ise Mehmet Arif Bey’i gazetecilik kariyerinde şan ve şöhrete kavuşturmuştur. İlk nüshada “İftâh-ı Kelam” başlıklı yazı ile okuyuculara yeni gazetenin tanıtımı yapılır. Gazeteye Medeniyet isminin “tarihte medeniyetin ilerlediği asır” olarak tesmiye edilen Sultan Abdülaziz’in saltanat yıllarına izafeten 10 Tercüman-ı Ahval, 26 Cemaziyelevvel 1277/10 Aralık 1860, nr. 8; Tercüman-ı Ahval, 3 Cemaziyelahir 1277 /17 Aralık 1860, nr. 9; mesela bir “Rum Hırsızın Tercüme-i Hali” için bkz. Tercuman-ı Ahval, 16 Receb 1277/28 Ocak 1861, nr. 15. 11 Reşat Ekrem Koçu, “Arif Efendi, Mehmed”, İstanbul Ansiklopedisi, II, İstanbul 1959, s. 1000-1003. 12 Ahmet Rasim, Matbuat Tarihine Medhal İlk Büyük Muharrirlerden Şinasi, İstanbul 1927, s. 15-16; Belkıs Ulusoy Nalcıoğlu, Osmanlı’da Muhalif Basının Doğuşu 1828-1878, İstanbul 2013, s. 225-229. 13 Bu hususa misal olarak bkz. Mısır Valisi İsmail Paşa’nın fotoğrafı, Ayine-i Vatan, 18 Ramazan 1283/ 28 Ekim 1866, nr. 2, s. 4; Sırp Beyi Milan’ın fotoğrafı, İstanbul, 9 Recep 1285/26 Ekim 1868, nr. 12. 68 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ verildiği özenle vurgulanır.14 Sonraki sayılarda haftada bir defa olmak üzere Musavver bir nüshanın çıkarılacağı okuyuculara duyurulur. 10 Ekim 1874 tarihine gelindiğinde, Medeniyet Gazetesi’nin musavver nüshası ya da başka bir deyişle resimli eki yalnızca Cuma günleri yayımlanmak üzere “Medeniyet” ismiyle ilk 8 sayısını çıkarır.15 9. sayıdan itibaren, kamuoyunun yakın ilgisine mazhar olan bu gazetenin ismi “Musavver Medeniyet” olur.16 (Musavver) Medeniyet’in 1. sayısında halkın siyasi haberlerden Fransa, Almanya parlamentolarındaki tartışmalardan sıkıldığını, sokaklarda ve kahvehanelerde ele alındığında eğlenilecek bir gazeteye ihtiyaç duyduğunu belirten Mehmet Arif Bey, yeni gazetenin bu ihtiyacı karşılamak üzere yayımlandığını ifade eder.17 Muhtevası ağırlıklı olarak tercüme-i halden oluşan (Musavver) Medeniyet gazetesi, Avrupa’da biyografi konusunda tartışmaların yükseldiği dönemde18 yayın hayatına başlar. Toplam 37 sayıda, farklı meslek gruplarına mensup 63 önemli ismin tercüme-i halini yayımlamıştır. Bir ara ismi Şems olarak değiştirilmiş ve bu isim altında tespit edebildiğimiz kadarıyla 7 tercüme-i hal neşredilmiştir.19 Toplam 70 tercüme-i halin bir kısmını önde gelen Osmanlı bürokratları, yabancı devletlerin başkanları ve İstanbul’daki sefirlerin biyografileri oluşturmuştur. Buna ilaveten tiyatrocu, edebiyatçı, mimar, banker gibi iş ve sanat camiasına mensup şöhret sahibi kimselerin tercüme-i halleri, fotoğraflarıyla beraber yayımlanmıştır. Musavver Medeniyet Gazetesi’nde yer alan tercüme-i hallerin büyük çoğunluğunun bilinçli bir strateji izlenerek seçildiği anlaşılmaktadır. Para kazanmanın yolunu çok iyi bilen Mehmet Arif Bey, devrin önemli bürokratlarını ve sermaye sahiplerini gazetesinde tanıtmak suretiyle matbaa 14 Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 1. Bu gazetenin bazı özellikleri ile ilgili bilgiler ileriki sayfalarda verilmektedir. 15 İlk sayı için bkz. Medeniyet, 28 Şaban 1291/10 Ekim 1874, nr. 1. 16 Musavver Medeniyet, 25 Şevval 1291/5 Aralık 1874, nr. 9. 17 Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 8. 18 Bu tartışmalar, çalışmanın sınırları içerisinde değerlendirilemeyecek kadar geniştir. Bu konuda genel bilgi için bkz. Edward Hallet Carr, Tarih Nedir?, İstanbul 2011, s. 83-109; Türk entelektüellerinin bu konudaki bakış açısıyla ilgili mukayeseli bir değerlendirme için bkz. Mehmet Kaan Çalen, II. Meşrutiyet Dönemi’nde Türk Tarih Düşüncesi, İstanbul 2013, s. 101-111. 19 Şems’te çıkan tercüme-i haller için bkz. Şems, 11 Recep 1292/13 Ağustos 1875, nr. 1, s.12; Şems, 15 Recep 1292/17 Ağustos 1875, nr. 3, s. 1; Şems, 17 Recep 1292/19 Ağustos 1875, nr. 5, s. 1; Şems, 18 Recep 1292/20 Ağustos 1875, nr. 6, s. 1-2; Şems, 21 Ağustos 1875, nr. 7, s. 1; Şems, 20 Recep 1292/ 22 Ağustos 1875, nr. 8, s. 1; Şems, 27 Recep 1292/29 Ağustos 1875, nr. 12, s. 1. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 69 FEYZULLAH UYANIK giderlerini finanse ederek kâra geçmiştir.20 Kamuoyunun ilgi duyduğu ve tartıştığı isimleri Musavver Medeniyet’te neşreden Mehmet Arif Bey’in tirajı artırma konusunda başarılı bir yayın politikası izlediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Diğer yandan Mehmet Arif Bey, saraya ve Sultan Abdülaziz’e yakınlaşmak için Musavver Medeniyet’i etkili bir şekilde kullanır. Tercümei hallerin muhtevasını padişahın hoşuna gidecek, onun politikalarını destekleyecek şekilde tertip ederek yayımlar. Aynı şekilde Musavver Medeniyet’in kamuoyunda ses getireceğine inanan saray, önemli gördüğü kimselerin tercüme-i hallerini Musavver Medeniyet’te yayımlatarak onlar lehine gündem oluşturmayı hedefler. (Musavver) Medeniyet’in ilk nüshasında Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın övgülerle dolu tercüme-i hali sade bir üslupla neşredilir. Dönemin popüler isimlerinden biri olan İsmail Paşa’nın konu edildiği yazıda, 1874 yılına kadar Mısır idaresinde yaptığı işler genel hatlarıyla anlatıldıktan sonra şan ve şöhretinin yazmakla bitirilemeyeceği ifade edilir. Tercüme-i halin son kısımlarına doğru İsmail Paşa’nın 1866 yılında “ekber-erşet” usulü yerine “babadan oğula geçen” yeni veraset sistemini Sultan Abdülaziz’in fermanıyla Mısır’da uygulamaya koyması özellikle vurgulanır.21 Mehmet Arif Bey’in ilk sayıda Hidiv İsmail Paşa’yı bu yönüyle ön plana çıkarması, Sultan Abdülaziz’in Osmanlı veraset usulünü değiştirerek kendisinden sonraki varisleri22 devre dışı bırakıp büyük oğlu Yusuf İzzeddin Efendi’yi padişah yapma projesine yardımcı olacak türden bir söylemdir.23 Babadan oğula geçen veraset sisteminin Hidiv İsmail Paşa’nın tercüme-i hali üzerinden propagandası yapıldıktan sonra ilerleyen sayılarda henüz on yedi yaşında olan Yusuf İzzettin Efendi’nin tercüme-i hali yayımlanır. 20 Mehmet Arif Bey bazı zevat-ı kiramın yardımları sayesinde gazetenin masraflarını karşıladığını hatta kâra bile geçtiğini ifade etmektedir. Bkz. Musavver Medeniyet, 11 Muharrem 1293/ 7 Şubat 1876, nr. 10, s. 146. 21 Medeniyet, 28 Şaban 1291/10 Ekim 1874, nr. 1, s. 2-3. 22 Sultan Abdülaziz’den sonraki varisler Murat, Abdülhamit ve Mehmet Reşat’tır. 23 Prof. Dr. Ali Akyıldız, Sultan Abdülaziz’in veraset usulünü değiştirme teşebbüsüne dair kaleme aldığı makalesinde, 1866 yılında verilen veraset fermanıyla Mısır idaresinin ekbererşet sisteminin dışına çıkılarak İsmail Paşa’nın çocuklarına bırakılmasını Sultan Abdülaziz’in Yusuf İzzettin Efendi lehine yapmayı düşündüğü düzenlemeye kamuoyunu hazırlama operasyonu olarak da değerlendirilebileceğini söylemektedir. Bu meyanda, Mehmet Arif Bey’in Hidiv İsmail Paşa’nın tercüme-i halinde veraset konusunu gündeme getirmesi Abdülaziz’e yakınlaşmak için doğru bir yol kullandığının göstergesi olarak yorumlanabilir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan veraset tartışmaları için bkz. Ali Akyıldız, “Osmanlı Saltanat Veraseti Usulünü Değiştirme ve Sultan Abdülaziz’in Yusuf İzzeddin Efendi’yi Veliaht Yapma Çabaları”, Deutsch-türkische Begegnungen/Alman Türk Tesadüfleri, Festschrift für Kemal Beydilli/Kemal Beydilli’ye Armağan, EB Verlag, Berlin 2013, s. 509-537. 70 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ Sultan Abdülaziz’in küçük oğlu Mahmut Celalettin Efendi ile Yusuf İzzetin Efendiler’in askeri okula başlaması münasebetiyle vükelaya yaptığı konuşmasındaki “milletimin hukuk ve menâfi‘i uğrunda kullanılmak üzere onları mektebe verdim”24 ifadesine atfen (Musavver) Medeniyet’te “zât-ı hazret-i hilâfet-penâhî müşârün-ileyh hazretlerinin vatan ve millete etmek isti‘dâdında oldukları hidmetin derecâtını takdir edip” askeri okula yazdırarak şehzadenin önünü açtığına değinilir. (Musavver) Medeniyet’e göre zekâsı ve üstün yetenekleri sayesinde askeriyede yükselen Yusuf İzzettin Efendi’nin tercüme-i hali, millete ve devlete gelecekte pek çok hizmetlerde bulunması için duanın yapıldığı kısımla son bulur.25 Padişahın küçük oğlu Mahmut Celalettin Efendi de Mehmet Arif Bey tarafından ihmal edilmez. Musavver Medeniyet’in 13. sayısındaki bu tercüme-i halde, Yusuf İzzettin Efendi’nin Hassa Müşirliği ile onurlandırıldığından bahsedildikten sonra Mahmut Celalettin Efendi’nin hayat hikayesine geçilir. Tercüme-i halin sonlandırıldığı bölümde ise padişahın ve şehzadelerin sağlık ve afiyeti için dua etmekle yetinilir.26 Bu yönüyle iki tercüme-i hal karşılaştırıldığında Yusuf İzzettin Efendi üzerine basın yoluyla yoğun bir propagandanın yapıldığı açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Sultan Abdülaziz’in saltanatının son yıllarına tesadüf eden bu dönemde Yusuf İzzettin Efendi, Musavver Medeniyet’te yer alan haberlerin yanında kamuoyunda çeşitli vesilelerle ön plana çıkarılmaya devam edilir.27 Musavver Medeniyet’te tercüme-i hali neşredilen bürokratlara bakıldığında ise Hüseyin Avni Paşa,28 Dâhiliye Nazırı [Ahmet] Cevdet Paşa29 ve Kamil Paşa30 ilk göze çarpanlardır. Yine farklı meslek gruplarına mensup önemli şahsiyetlerinden, Hristaki Zografos,31 Basiret ve Kahkaha Gazetelerinin Sahibi (Basiretçi) Ali Efendi,32 Osmanlı Tiyatrosu Birinci Aktristi Yeranuhi Karakaşyan,33 Filozof Volter,34 Fransız Şair Alphonse 24 Servet-i Fünûn, 30 Teşrin-i Evvel 1324/ 12 Kasım 1908, XXXVI/911, s. 3. Medeniyet, 25 Ramazan 1291/5 Kasım 1874, nr. 4, s. 25-26. 26 Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 97-98. 27 Cuma selamlıklarında ve (Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s. 3.), İstanbul’daki çeşitli resmi törenlerde Yusuf İzzettin Efendi hep gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Akyıldız, a.g.m., s. 521 vd. 28 Musavver Medeniyet, 20 Muharrem 1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 17-19. 29 Musavver Medeniyet, 2 Safer 1293/28 Şubat 1876, nr. 4, 26-27. 30 Medeniyet, 6 Ramazan 1291/ 17 Ekim 1874, nr. 2, s. 9-11. 31 Musavver Medeniyet, 27 Muharrem 1292/5 Mart 1875, nr. 3, s. 43-44. 32 Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 66. 33 Musavver Medeniyet, 9 Zilkade 1291/18 Aralık 1874, nr. 11, s. 84-86; Osmanlı Tiyatrosunu konu edinen bir monografide dönemin seçkin tiyatrocuları arasında yer alan Yeranuhi Karakaşyan ile ilgili bilgilerin verildiği kısımlarda (Metin And, Osmanlı Tiyatrosu Kuruluşu-Gelişimi-Katkısı, Ankara 1999, s. 47 dipnot 74, s. 129 dipnot 14,15 s. 130 dipnot 20 s. 147 dipnot 5, s. 153 dipnot 138) Musavver Medeniyet Gazetesi’nin 5 Aralık 1920 25 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 71 FEYZULLAH UYANIK Lamartine, 35 (Martin) Luther ve zevcesi Katerina36 Hiveyi Zabteden Rus General Kaufman37 ve Mösyö Layard38 gibi isimleri zikretmek mümkündür. Yayın hayatı boyunca yer verdiği tercüme-i haller ile bir nevi dönemin panoramasını sunan Musavver Medeniyet Gazetesi’ne konu olan önemli zümreden birinin de yabancı devletlerin İstanbul’daki büyükelçileri olduğu belirtilmişti. Bunlar arasında İran,39 İsveç-Norveç40 ve Rusya41 sefirleri zikredilebilir. Burada büyükelçilere dair verilen tercüme-i hallerin iki önemli husûsiyeti üzerinde durmakta yarar vardır. Bunlardan ilki Musavver Medeniyet’in çıkarıldığı dönemde İstanbul’da görev yapan elçilerin, eğitimi, kariyeri hatta ailesi ile ilgili önemli bilgiler vermesi bakımından bu tercümei hallerin, devrin Osmanlı bürokratlarına kuracakları resmî ve kişisel münasebetlerde yardımcı olacak türden bir rehber niteliğini taşımalarıdır. İkincisi ise, günümüzde bu dönem üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmış olan araştırıcılara fikir verecek, hatta çalışmalarının kıymetini artıracak derecede muhteviyatının dolu olmasıdır. Günümüzde ferdin tarihi hadiseler üzerindeki rolünü tespit etmek amacıyla yapılan akademik çalışmalar için önemli bir başvuru niteliği taşıyan bu tercüme-i haller, itinalı kullanılmalıdır. Zaten Musavver Medeniyet’in neşredildiği dönemde tercüme-i hallerin, bilhassa yabancı menşelilerinin belli bir tashihten geçirilerek yayımlanması gerektiğini dile getirenler olduğu gibi, 42 bu konuda Musavver Medeniyet’in başarısız olduğunu söyleyenler de vardır.43 Dönemin matbuatında çıkan eleştiriler, Musavver Medeniyet Gazetesi’nin 12 numaralı nüshasında Rusya’nın İstanbul sefiri Nikolay Pavloviç İgnatyev’in tercüme-i hali misal olarak incelendiğinde somutlaştırılabilmektedir. İgnatyev, Rusya’nın XIX. yüzyılda yetiştirdiği en önemli diplomatlardan biridir. 1867 yılında Rusya’nın İstanbul sefiri olarak atanır44 ve görevinden ayrıldığı 1877 yılına kadar Bâb-ı Âli nezdinde ve tarihli nüshası kaynak gösterilmiştir. Musavver Medeniyet, söz konusu tarihte yayın hayatına devam etmediğinden dolayı müellif tarafından ilgili dipnotlarda gazeteye atfedilen tarih hatalıdır. 34 Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 99-102. 35 Medeniyet, 25 Ramazan 1291/5 Kasım 1874, nr. 4, s. 27-28. 36 Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 102. 37 Musavver Medeniyet, 30 Zilkade 1291/8 Ocak 1875, nr. 14, s. 125. 38 Musavver Medeniyet, 25 Safer 1293/22 Mart 1876, nr. 7, s. 50. 39 Medeniyet, 27 Ramazan 1291/7 Kasım 1874, nr. 5, 32-35. 40 Musavver Medeniyet, 9 Zilkade 1291/18 Aralık 1874, nr. 11, 81-82. 41 Musavver Medeniyet, 16 Zilkade 1291/25 Aralık 1874, nr. 12, s. 89-90. 42 Ceride-i Havâdis, 7 Rebiyülahir 1292/13 Mayıs 1875, nr. 2772, s. 2. 43 Sadakat, 30 Rebiülevvel 1292/6 Mayıs 1875, nr. 12, s. 2. 44 İstanbul’a gelişi ve bu münasebetle düzenlenen resmi tören için bkz. Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis, 9 Muharrem 1284/13 Mayıs 1867, nr. 650, s. 2597; BOA, İ.HR., nr. 225/13168, 72 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ Osmanlı kamuoyunda en fazla itibar gören büyükelçilerdendir. Hatta İgnatyev’in Sadrazam Mahmut Nedim Paşa üzerindeki nüfuzu, devrin muharriri Ahmet Cevdet Paşa tarafından “Sakalını Rusya Elçisi İgnatiyef’in eline verdi. Bâb-ı Âli’nin nüfuzu Rusya Sefaretine geçti” sözleriyle ile değerlendirilmektedir.45 Her daim ülkesinin menfaatlerini başarılı bir şekilde savunan İgnatyev’in İstanbul’da şöhreti zirveye ulaştığı dönemde Musavver Medeniyet’te tercüme-i hali yayımlanır. Bu tercüme-i halde İgnatyev’in 25 Haziran 1831 tarihinde dünyaya geldiği belirtilir.46 Oysa Rus kaynakları İgnatyev’in doğum tarihi olarak 17 Ocak 1832’yi verir.47 İgnatyev’in tercüme-i halindeki bir diğer hata, yazının sonunda yer alan “biçareler babası” ifadesidir. Burada İgnatyev’in cömertliği ve yardımseverliği ön plana çıkarılır. Kimsesiz çocuklara bir nevi babalık yaptığı hususuna atfen böyle bir ifadeye yer verilmiştir. Basın yoluyla yapılan gerçek dışı propagandanın en bariz misali olan bu ifadeyle hâl-i hazırdaki durum tamamıyla birbirine zıttır. İgnatyev, tüm Slavları Rusların hakimiyetine almak için 1858 yılında Rusya’da kurulan “Slav Yardım Komitesi’nin” en önemli üyesidir.48 İgnatyev’in erdemli bir davranış sergilemek için sözde merhamet duygusuyla sahip çıktığı çocuklar, Rusya’daki okullarda bağımsızlık ve özgürlük uğruna her tür insanlık suçunu işleyebilecek derecede fanatik birer komiteci olarak yetiştirilmiştir.49 Bu yönüyle Musavver Medeniyet’in verdiği bilgiye göre İgnatyev’in biyografisi yazılacak olsa onun bir iyilik meleği gibi sunulacağı aşikârdır. Oysa bu bilgi dönemin Osmanlı50 ve Rus kaynakları ile mukayese edildiğinde İgnatyev’le ilgili büyük bir tarihi yanılgıya zemin hazırlayacağı ortaya çıkar. Neticede basında yer alan tercüme-i hallerden hareketle bazı sonuçlara ulaşmadan önce verilecek olan bilgi mutlaka devrin ana kaynaklarıyla beraber leff 3; Ahmed Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, (haz. Münir Aktepe), XI, Ankara 1989, s. 80-81. 45 Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (40. Tetimme), (haz. M. Cavid Baysun), Ankara 1986, s. 146. 46 Musavver Medeniyet, 16 Zilkade 1291/25 Aralık 1874, nr. 12, s. 89. 47 Kalina Kaneva, Rıtsar Balkan Graf N. P. İgnatyev, (Balkan Sezarı (Çarı) N. P. İgnatyev), Moskova 2006, s. 16. (makalede kullanılan Rusça araştırma eserlerini tercüme ettiği için Yrd. Doç. Dr. Hasan Demiroğlu’na teşekkür ederim). 48 S. A Nikitin, Slavyanskie Komitetı v Rossii v 1858-1876 godah (1858-1876 Yılları Arasında Rusya’da Slav Komiteleri), Moskova 1970, s. 90. 49 Slav Yardım Komitesi’nin bu çocukların eğitimi için yürüttüğü faaliyetler ile igili bkz. Hasan Demiroğlu, Rus Kaynaklarına Göre Rusya’nın Balkan Siyaseti: Ortodoks Birliği ve Panslavizm (1856-1878), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 2009, s. 144-182. 50 Örnek teşkil etmesi bakımından İgnatyev’in 1876’da çıkan Hersek isyanını uluslararası bir sorun haline getirme sürecindeki aktif rolü için bkz. Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkāt, (haz. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983, s. 51 vd. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 73 FEYZULLAH UYANIK mukayeseye tabi tutulmalı, ciddi bir tenkit süzgecinden geçirilerek kullanılmalıdır. 3. Diğer Yönleriyle Medeniyet ve (Musavver) Medeniyet Gazeteleri: Osmanlı basınının ilk Illustiration’u olarak kabul edilen51 ve Medeniyet Gazetesi’nin Cuma günleri çıkarılan Musavver kısmından (Musavver Medeniyet’ten) bahsetmeden önce, Medeniyet Gazetesini tanıtmak yerinde olacaktır. İmtiyaz sahibi Mehmet Arif Bey olan Medeniyet, Cuma ve Pazar günleri dışında haftanın 5 günü düzenli bir şekilde yayın yapmıştır. Cuma günü yayımlanmayan Medeniyet’in boşluğunu makalenin konusunu oluşturan Musavver Medeniyet’in doldurduğu göz önüne alındığında haftada 6 gün yayın yaptığı söylenebilir. 3 Eylül 1874 tarihinde yayıma başlayan Medeniyet Gazetesi, “Siyaset, eğitim ve neşri gereken her türlü haberi” konu edinen bir gazete hüviyetindedir. İlk sayısında “Maarrif” başlığı altında bu bahsin muhtevası açıklanır. Eğitim ile ilgili yayın yapan gazetelere eleştiri yönelten Mehmet Arif Bey’e göre bu gazetelerin “ekserisi ne demek istediklerini kendileri dahi bilmemektedir”. Bir kısmı ise birbirlerini kıyasıya eleştirmekten öteye gitmemektedir. Bu sebeple eğitimi konu alan haberler okuyucunun ilgisinden uzaklaştığından Medeniyet gazetesi eğitim bahsinde öncelikle okuyucunun ilgilisini yeniden bu konu üzerine odaklamayı, eğitimin insanlık için önemini kabul ettirmeyi ve nihayetinde eğitimin ıslahı için yapılacak çalışmalara fikri yönden katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Siyaset bahsinde ise eğitime göre daha kısa bir açıklama yapılır. Neşir hayatına giren gazetelerde imkan dahilinde politika ve siyaset üzerine haberler yapılması gerektiği vurgulanır.52 Avrupa, İran ve Rusya ile ilgili haberleri sütunlarına taşır. Diğer yandan tayin-tevcihat haberlerine de yer verir. Medeniyet gazetesinin Maliye bahsinde, Galata Borsası ile ilgili haberler yer alır. Her nüshada düzenli bir şekilde Galata Borsasında tahvil değerleri verilen kuruluşlardan Rumeli Demiryolu Hisseleri, Dersâ‘adet Bankası, Şirket-i Umûmiyye, İ‘tibâr-ı Umûmî-yi Osmânî, Tramvay ile Eshâm ve Sarrafiye Şirketleri zikredilebilir. Osmanlı parasının İngiliz, Fransız ve Rus paraları ile kurlarını her nüshasında düzenli bir şekilde verir. Lira-yı Osmânî ile Mecidiye arasındaki fark da yine bu sütunda belirtilmektedir. Galata Borsası ile ilgili haberlerin Medeniyet ve İstikbal gibi dönemin gazetelerinde günü gününe verilmesi, bu dönemde sürekli değişen tahvil değerleri 51 Daha önce Mir’at, Ayine-i Vatan ve İstanbul gazeteleri resimli çıkarılmakla beraber Osmanlı basınında Musavver Medeniyet’in bu kategoride ilk olduğu kabul edilmektedir. Bu konuda bkz. Orhan Koloğlu, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın Başlaması, İstanbul 1992, s. 19. 52 Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 1. 74 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ üzerinden yapılan alım satım işlemlerindeki yoğunluğun ve kâr payının artmasına bağlanabilir. Medeniyet Gazetesi’nin resimli/fotoğraflı versiyonu olarak Cuma günleri çıkmaya başlayan Musavver Medeniyet Gazetesi, 30 Aralık 1874 tarihinde Medeniyet Gazetesi’nin yayın hayatından çekilmesi üzerine tek başına yoluna devam eder.53 Cuma günleri İstanbul’da haftalık olarak neşredilir. Üç aylığı yarım Osmanlı Lirasıdır. Bürosu Vezir Caddesi 46 numaradadır. İzzet Efendi Matbaası’nda basılan (Musavver) Medeniyet Gazetesi’nin ölçüleri, 26x39 cm. olarak verilebilir. Yeni yayının finansmanı için gerekli olan reklam fiyatları ise (Musavver) Medeniyet’in ilk nüshasından öğrenildiğine göre sıradan küçük ilanlar uygun (ehven) fiyata, yirmi satırı geçmeyen kumpanya ilanları yirmilik mecidiye, resimli ilanlar ise otuz kuruşa basılacağı belirtilmiştir.54 Gazetenin ilk 12 sayısı 8 sayfa, 13. sayı ise 16 sayfadır. Sayfa sayısı yayın hayatı boyunca 16’da sabit kalmamıştır. İlk nüshalarında gazetenin ismi sade bir şekilde yazılırken, 8. sayıdan itibaren ser levha (başlık) Osmanlı arması ve önemli mimari yapılarıyla birlikte İstanbul ile Mısır’ın siluetini tasvir eden bir çizimle tezyin edilmiştir.55 Başlığın hemen altından itibaren tercüme-i hal fotoğrafları orta boy, Mesudiye Zırhlı Firkateyni 56 örneğinde olduğu gibi tam sayfayı kaplayacak şekilde büyük boy olarak da yayımlanmaktadır. Gazetenin münderecatı ve resimlerin içerikleri çoğunlukla ilk sayfada fihrist başlığı altında yer alır. Aktüaliteyi çok yakından takip eden ve haberlerini imkânlar nispetinde fotoğraflarıyla beraber yayımlamaya gayret eden Musavver Medeniyet Gazetesi, okuyucularının birçok sahada fikir sahibi olmasını sağlar. İlk nüshasında eğlence amaçlı çıkarıldığından bahsedilse de Balkan krizi dolayısıyla toplanan Tersâne Konferası’nın görüşmelerine, konferansa iştirak eden murahhaslara ve onlara ait fotoğraflara geniş yer ayırır.57 İstanbul’da gündemin hayli hareketli olduğu bu günlerde, Kanun-ı Esasi’nin ilan edilmesi için öğrencilerin Bâb-ı Seraskerî’de yaptıkları gösteriye ait fotoğrafı tam sayfa yayımlar ve hemen bir sonraki sayfada sokaklardaki coşkuyu canlı bir şekilde sütunlarına taşır.58 Müteakip sayılarda da Mebusan Meclisi’nin ilk toplantısına ait fotoğrafı neşretmiştir.59 Tersane 53 İmtiyaz sahibi (Mehmet) Arif Efendi’dir. Medeniyet, 28 Şaban 1291/ 10 Ekim 1874, nr. 1, s. 1. 55 Son sayılara doğru İstanbul siluetinin başlıktan çıkarıldığı görülmektedir. 56 Musavver Medeniyet, 14 Zilhicce 1291/22 Ocak 1875, nr. 15, s. 129. 57 Musavver Medeniyet, 17 Muharrem 1293/ 13 Şubat 1876, nr 1. 58 Musavver Medeniyet, 24 Muharrem 1293/ 20 Şubat 1876, nr. 2, s. 13. 59 Musavver Medeniyet, 25 Safer 1293/22 Mart 1876, nr. 7, s. 52. 54 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 75 FEYZULLAH UYANIK Konferansı’nın Osmanlı Devleti ile Rusya arasında gerilen ilişkilere diplomatik çözüm geliştirememesi üzerine 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı yine Rus askerinin 1872 yılındaki mevcuduna dair verilen haberden anlaşılmaktadır.60 Osmanlı topraklarında yaşanan güncel olaylara yer verilirken Avrupa’daki gelişmeler de Musavver Medeniyet’te ihmal edilmez. Mesela Viyana’daki uluslararası sergiyle ilgili bilgi verildikten sonra, sergide büyük ilgi toplayan çiçek saksısının fotoğrafı ve teşhir edilen bir sandalın resimleri ile birlikte haberleri yapılmıştır.61 Avrupa basınını yakından takip eden Mehmet Arif Bey, Londra’da 4 yıl önce çıkan Illustrated London News gazetesinin ilk sayfasına ünlü bir fabrikatörü son sayfasına da Osmanlı Devleti’nin önde gelen bir bürokratını koymasına izafeten Papa IX. Pius’un resmini dördüncü sayfada yayımladığını dile getirerek bu konudaki eleştirileri yanıtlamıştır.62 Gazeteyi inceleyenler Ayasofya Camii, 63 Dolmabahçe Sarayı,64 II. Beyazıt Camii,65 Bab-ı Ali binası,66 Sultan Ahmet Meydanı ve Dikili Taş’ın67 fotoğraflarıyla İstanbul’un mimari yapısını tanırken, 1870’li yılların İstanbul’una bir nevi seyahat etmiş olurlar. Musavver Medeniyet’in ifadesiyle “İstanbul’umuzun resmi alınmaya şayân mevkī‘inin en birincilerinden” biri olan Bit Pazarı hakkında da kısa bir tanıtım yazısı vardır.68 Musavver Medeniyet’te İstanbul, yalnızca camileri, mimarı yapıları ve canlı bir şekilde yansıtılan sokak aralarıyla gündeme gelmez. 1292/1875 hicri yılbaşı münasebetiyle Sultan Abdülaziz ve icraatlarının övüldüğü nüshada, Cuma Selamlığı Töreni tasvir edilir. İstanbul halkının yüzyıllardır şahit olduğu bu tören, padişahın ve selamlık alayının boğazdan Ortaköy Camii’ne ulaşması ve akabinde yapılan merasimi gösteren fotoğrafla taşradaki okuyuculara anlatılır.69 Şehirler bahsinde Musavver Medeniyet’e sadece İstanbul konu olmaz. Osmanlı Devleti’nin en önemli liman 60 Bu habere göre, Rusya’nın kayıtlarında mevcut 1.556.447 askerden 817.500 tanesi muvazzaftır. Bkz. Musavver Medeniyet, 3 Rebiülevvel 1293/29 Mart 1876, s. 138. 61 Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 102, 104; Musavver Medeniyet, 28 Zilhicce 1291/5 Şubat 1875, nr. 16, s. 145. 62 Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 71; Musavver Medeniyet, 18 Safer 1292/26 Mart 1875, nr. 6, s. 95. 63 Musavver Medeniyet, 14 Zilhicce 1291/22 Ocak 1875, nr. 15, s. 129. 64 Dolmabahçe Sarayı’nın Valide Sultan Camii tarafı giriş kapısı, Musavver Medeniyet, 20 Muharrem 1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 20. 65 Musavver Medeniyet, 25 Safer 1292/2 Nisan 1875, nr. 7, s. 103. 66 Musavver Medeniyet, 2 Safer 1293/28 Şubat 1876, nr. 4, s. 29. 67 Medeniyet, 27 Ramazan 1291/7 Kasım 1874, nr. 5, s. 40. 68 Musavver Medeniyet, 4 Safer 1292/12 Mart 1875, nr. 4, s. 51. 69 Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s. 3-6. 76 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ şehirlerinden biri olan Beyrut’un Sultan Abdülaziz dönemine kadar kısa bir tarihçesi verilmiştir.70 Osmanlı coğrafyasının dışında kalan şehirlerden, 1789 yılında Rus Generali Potemkin tarafından kurulan Nikolayef şehrinin anlatıldığı yazı misal olarak verilebilir.71 Yine XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren liman ve tersanelerle veçhesi değişen Alman şehirlerinden de bazı örnekler ve fotoğraflar vardır.72 Musavver Medeniyet, mesleki-teknik bilgideki ilerlemeleri de haberlerine konu etmiştir. Makine gücüyle havalanan ve bir insanı taşıyacak kadar kapasiteye sahip olan balonun Londra’da bir şirket tarafından imal edildiğini duyururken uçan balona ait fotoğraf, Musavver Medeniyet’in o günkü manşetidir.73 “Buhar Kuvveti’nin Keşfiyle Vapurların İhtirâ‘ı” başlıklı bir yazıda buhar gücünün gemi teknolojisindeki ilerlemeye yaptığı katkıdan bahsedilerek bu keşfin tarihi serüvenine yer verilir.74 “Ateşsiz Lokomotif” isimli bir makalede, ileride kömür madenin bitmesi durumunda tren ve vapurların nasıl işletileceğine dair Amerika ve Avrupa bilim adamlarının yaptıkları çalışmaları ve geliştirdikleri alternatif planları okuyucularına sunar.75 “Telgrafın Zuhuru” başlıklı yazıda on yedinci asrın sonlarında Fransız bilim adamı Amanton’un dürbünü icadıyla bahsi açıp ardından telgrafın kısa bir tarihçesini verir.76 Silah teknolojisinde yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmayan Musavver Medeniyet, Meşhur Alman Krupp toplarının dökümcüsünü tanıtırken77 başka bir nüshasında da tüfek teknolojisi ile ilgili bilgi verdikten sonra resimlerle bu silahların kullanımını anlatmaktadır.78 Halkı eğlendirmek için ilk sayılardan itibaren romanlara yer veren Musavver Medeniyet’te, “Odamın İçinde Bir Seyahat” ve yine Almancadan tercüme edilen “Gece Arkadaşları”79 isimli romanlar yayımlamıştır. Bunun yanı sıra avcılıkla ilgili bilgi verildikten sonra fillerin nasıl avlandığı fotoğrafla anlatılır.80 Kadim medeniyetin o güne ulaşan eserleri de Musavver Medeniyet’in konusu olmuştur. Mesela heykelcilik ve eski eserleri tanıtan Musavver Medeniyet Gazetesi,81 Mudanya’dan Bursa’ya kadar uzanan 70 Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 66-67, 73. Musavver Medeniyet, 16 Rebiyülahir 1292/22 Mayıs 1875, nr. 8, s. 118-119. 72 Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 105. 73 Musavver Medeniyet, 18 Safer 1293/15 Mart 1876, nr. 6, s. 41-42. 74 Musavver Medeniyet, 28 zilhicce 1291//5 Şubat 1875, nr. 16, s. 146. 75 Musavver Medeniyet, 4 Safer 1292/12 Mart 1875, nr. 4, s. 54. 76 Musavver Medeniyet, 18 Safer 1292/26 Mart 1875, nr. 6, s. 91. 77 Musavver Medeniyet, 25 Safer 1292/2 Nisan 1875, nr. 7, s. 99-100. 78 Musavver Medeniyet, 27 Muharrem 1292/5 Mart 1875, nr. 3, s. 35. 79 Roman ilk kez bu sayıda tercüme edilmeye başlanır. Musavver Medeniyet, 20 Muharrem 1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 28. 80 Musavver Medeniyet, 27 Muharrem 1292/5 Mart 1875, nr. 3, s. 35, 46. 81 Musavver Medeniyet, 30 Zilkade 1291 numara 14, sayfa 119-120. 71 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 77 FEYZULLAH UYANIK demiryolu güzergahında bulunan eski eserlere ait bir listeyi sunmuş, eserler ile ilgili kısa bilgiler vermiştir.82 Avrupalı bir eğitmenin (Mösyö Luitman’ın?) “Maymunlara Ta‘lîm Ettiği Harekât” başlığındaki sayfada maymunlara ait 20 farklı fotoğrafla yapılan eğitimin safhaları anlatılmaktadır. Maymunların çocuk taşıması, kundura çıkarması, ekmek yoğurması ve bir kap içerisinde çikolata pişirmeleri gibi ilginç bir eğitim süreci bu fotoğrafların arasında göze çarpmaktadır.83 Güncel olayları görsel unsurlarla destekleyerek okuyucuya aktarma çabası içinde olan Musavver Medeniyet’in fotoğrafları temin etme noktasında farklı kaynaklara başvurduğu görülmektedir. Bunlar arasında Abdullah Kardeşler (Biraderler),84 Mösyö (Sébah) Sabah’ın Fotoğrafhanesi,85 Almanya gazeteleri, 86 Fransız gazeteleri, 87 Mısır ve Viyana gazeteleri ve çeşitli kitaplardan alınırken bazı resimler aslına bakılarak çizilmiş88, bazı fotoğraflarda hususi olarak çektirilmiştir. Günümüz araştırmalarına kaynak olmasının yanı sıra gazetede bulunan resimli haberler, dönemin Osmanlı toplumu için çarpıcı detaylara sahiptir. Mehmet Arif Bey tarafından seçilip yayımlanan fotoğrafların kalitesi Ceridei Havadis ve Sadakat gazetelerinde takdir edilir.89 Aktüaliteyi resimleriyle beraber okuyucularına aktaran Musavver Medeniyet, hakkâk dükkânlarında kullanılan eski kalıpların altlarına rastgele yazılar koyarak neşretmediğinden taşrada da hayranlıkla karşılanmıştır.90 Musavver Medeniyet’in fiyatından şikâyet edenler 91 olsa da Mehmet Arif Bey, Osmanlı coğrafyasında çıkan tek resimli gazetenin Musavver Medeniyet olduğunu vurguladıktan sonra baskı giderlerinin fazlalığından bahseder. Gazetenin tirajının artırılması durumunda fiyatların düşebileceğini hem Sadakat gazetesinde çıkan yazıya bir cevap olarak verir hem de tirajın artırılması konusunda bir nevi destek ister.92 82 Musavver Medeniyet, 20 Muharrem 1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 11. Musavver Medeniyet, 11 Muharrem 1293/ 7 Şubat 1876, nr. 10, s. 149. 84 Fuat Paşa’nın fotoğrafı, Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 2. 85 Sultan Abdülaziz’in Ortaköy Camii’ndeki Cuma Selamlığı töreninin boğazdan görünüşü. Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s. 5. 86 Mari Aleksandrovona’nın fotoğrafı, Musavver Medeniyet, 2 Zilkade 1291/11 Aralık 1874, nr. 10, s. 76. 87 Viktor Hügo’nun fotoğrafı, Medeniyet, 27 Ramazan 1291/7 Kasım 1874, nr. 5, s. 36. 88 Müzehâne-i Osmani’ye naklolunan heykellerin resmi için bkz., Medeniyet, 18 Şevval 1291/28 Kasım 1874, nr. 8, s. 56. 89 Sadakat, 30 Rebiülevvel 1292/6 Mayıs 1875, nr. 12, s. 2; Ceride-i Havâdis, 7 Rebiyülahir 1292/13 Mayıs 1875, nr. 2772, s. 2. 90 Orhan Koloğlu, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın…, s. 19-20. 91 Sadakat, 30 Rebiülevvel 1292/6 Mayıs 1875, nr. 12, s. 2. 92 Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 78-79. 83 78 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ Genel hatlarıyla tanıtılmaya çalışılan ve Türk basın tarihinde iz bırakan Musavver Medeniyet Gazetesi’nin yayın hayatından çekilme serüveni ise hazindir. Sahibi Mehmet Arif’in o dönemin Avrupa’da en ünlü resimli dergisi olan Fransızca “Illustration” ayarında bir dergi çıkarmak iddiasıyla bazı kimselerden para topladıktan sonra yurt dışına kaçtığı rivayet edilir. Böylelikle Musavver Medeniyet’in yayımının son bulduğu varsayılmaktadır.93 Sonuç: Musavver Medeniyet Gazetesi, sadece Türk basın tarihinde değil aynı zamanda Tanzimat döneminin son yıllarındaki siyasi, kültürel ve teknolojik gelişmeleri sunuş biçimi bakımından ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Bu yönüyle Musavver Medeniyet, kendisinden sonra çıkarılacak olan gazeteleri hem şekil hem de muhteva yönüyle etkilemiştir. Mesala Musavver Meşahir-i Alem ile Musavver Türkistan’ı, bilhassa tercüme-i halleri sunuş biçimiyle, hatta çok ilerilere gidildiğinde Türk basınının gerçek Illustiraton’u ya da başka bir deyişle Musavver Medeniyet’in mütekamil örneği Şehbal Mecmuası’nı da aktüaliteyi fotoğraflarıyla beraber canlı bir şekilde aktarma cihetinden etkilediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Osmanlı basınında fotoğraflarıyla yeni bir dönemi başlatan Musavver Medeniyet Gazetesi, tercüme-i hal yazılarını birer propaganda aracı olarak kullanması ve bu tür yazılar üzerinden maddi kazanç sağlaması bakımından da basım-yayım faaliyetlerini farklı bir boyuta taşımıştır. Tercüme-i hallerin muhtevalarının tatmin edici olduğunu belirtmekle beraber sansasyonel bir şekilde sunuldukları hususunu her zaman göz önünde bulundurarak bilimsel çalışmalarda kullanılması gerektiğini burada bir daha dile getirmekte yarar vardır. Bazı eksik yönlerinin olması, bu tercüme-i hallerin kaynak olarak değerlerini yitirdikleri anlamına gelmemektedir. Günümüzde basın tarihi ile ilgili çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminde çıkan gazetelerin fihristi hazırlanmakta, birebir transkripsiyonu yapılmakta ve gazetelerde neşredilen tercüme-i hal yazıları yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Basın tarihimizin çeşitli yönlerini ortaya çıkarmaları bakımından takdire şayan olan bu çalışmaların konusu müstakil olarak teracim-i ahvâl olmadığından yeteri kadar veri sun(a)mamaktadırlar. Osmanlı basınındaki tercüme-i hal yazılarının toplu bir şekilde taranarak tek bir çalışmanın çatısı altında biyografik bibliyografyanın oluşturulmasıyla günümüz modern tarih araştırmalarına büyük bir hizmetin yapılacağı yönündeki malûmu ilâm kabilinden sözlerin burada hatırlatılması ve bu yöndeki düşüncelerin bir an evvel gündeme taşınarak fiiliyata geçirilmesi gerekmektedir. 93 Orhan Koloğlu, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın…, s. 21-22. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 79 FEYZULLAH UYANIK KAYNAKÇA* Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) (İ.HR.) İrade-i Hâriciye Gazete ve Mecmualar Ayine-i Vatan, Ceride-i Havadis, İstanbul, Mecmua-yı Ebuzziya, Medeniyet, Musavver Medeniyet, Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis, Sadakat, Servet-i Fünûn, Şems, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Ahval. Kaynak Eserler, Kitaplar ve Makaleler Ahmed Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, (haz. Münir Aktepe), XI, Ankara 1989. Ahmed Rasim, Matbuat Tarihine Medhal İlk Büyük Muharrirlerden Şinasi, İstanbul 1927. Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (40. Tetimme), (haz. M. Cavid Baysun), Ankara 1986. Akyıldız, Ali, “Osmanlı Saltanat Veraseti Usulünü Değiştirme ve Sultan Abdülaziz’in Yusuf İzzeddin Efendi’yi Veliaht Yapma Çabaları”, Deutschtürkische Begegnungen/Alman Türk Tesadüfleri, Festschrift für Kemal Beydilli/Kemal Beydilli’ye Armağan, EB Verlag, Berlin 2013, s. 509-537. And, Metin, Osmanlı Tiyatrosu Kuruluşu-Gelişimi-Katkısı, Ankara 1999. Avcı, Casim, “Tabakat-İslam Tarihi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), XXXIX, Ankara 2010, s. 297-299. Birinci, Ali, “Teracim-i Ahvâl Araştırmalarında Arşiv Meseleleri”, Tarihin Hududunda Hatırat Kitapları, Matbuat Yasakları ve Arşiv Meseleleri, İstanbul 2012. Carr, Edward Hallet, Tarih Nedir?, İstanbul 2011. Çalen, Mehmet Kaan, II. Meşrutiyet Dönemi’nde Türk Tarih Düşüncesi, İstanbul 2013. Demiroğlu, Hasan, Rus Kaynaklarına Göre Rusya’nın Balkan Siyaseti: Ortodoks Birliği ve Panslavizm (1856-1878), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış) Doktora Tezi, İstanbul, 2009. Ebuzziya Tevfik, “Tercüme-i Hal Yazmak”, Mecmua-yı Ebuzziya, 1 Şevval 1297/6 Eylül 1880, sayı I/2, s. 52. Emecen, Feridun, “Osmanlı Kronikleri ve Biyografi”, İslam Araştırmaları Dergisi, III, 1999, 83-90. Halkin, Leon-E., Tarih Tenkidi’nin Unsurları, (çev. Bahaeddin Yediyıldız), Ankara 2000. * Arşiv belgeleri ve gazetelerin numaraları metin içerisinde verilmiştir. 80 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ Hayta, Necdet, Tarih Araştırmalarına Kaynak Olarak Tasvir-i Efkar Gazetesi (1278/1862 - 1286/1869), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1990. Kaneva, Kalina, Rıtsar Balkan Graf N. P. İgnatyev, (Balkan Sezarı (Çarı) N. P. İgnatyev), Moskova 2006. Koçu, Reşat Ekrem, “Arif Efendi, Mehmed”, İstanbul Ansiklopedisi, II, İstanbul 1959, s. 1000-1003. Koloğlu, Orhan Osmanlı Dönemi Basınının İçeriği, İstanbul 2010. ________, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın Başlaması, İstanbul 1992. Kütükoğlu, Mübahat, “Sicill-i Ahval Defterlerini Tamamlayan Arşiv Kayıtları”, Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi Cengiz Orhonlu Hatıra Sayısı, Sayı 12, (İstanbul 1982-1988), s. 141-157. Levend, Agah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, I, Ankara 1988. M. Şemseddin (Günaltay), İslâm’da Târîh ve Müverrihler, İstanbul 1339. Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkāt, (haz. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983. Nalcıoğlu, Belkıs Ulusoy, Osmanlı’da Muhalif Basının Doğuşu 1828-1878, İstanbul 2013. Nikitin, S. A, Slavyanskie Komitetı v Rossii v 1858-1876 godah (1858-1876 Yılları Arasında Rusya’da Slav Komiteleri), Moskova 1970. Özcan, Abdülkadir, "Osmanlı Tarih Edebiyatında Biyografi Türünün Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi", Nazımdan Nesire Edebi Türler, (haz. Hatice Aynur ve öte...). İstanbul 2009, s. 124-133. ________, “Tabakat-Osmanlı Dönemi”, DİA, XXXIX, Ankara 2010, s. 299-301. Sahhâflar Şeyhizâde Mehmed Esad Efendi, Vakanüvis Esad Efendi Tarihi (Bahir Efendi’nin Zeyl ve İlaveleriyle) 1821-1826, (haz. Ziya Yılmazer), İstanbul 2000. Sarıyıldız, Gülden, Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun Kuruluşu ve İşlevi (1879-1909), İstanbul 2004. ________, “Sicill-i Ahval Defterleri”, DİA, İstanbul 2009, s. 134-136. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 81 FEYZULLAH UYANIK EKLER Musavver Medeniyet’in kapak sayfası ve Basiretçi Ali Efendi’nin fotoğrafı. Kaynak: Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5. 82 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ Sultan Abdülaziz’in Ortaköy Camii’ndeki Cuma Selamlığı töreni. Kaynak: Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s. 5. 1876 yılında yapılan Tersane Konferansı’ndaki müzakerelerden bir görünüm. Kaynak: Musavver Medeniyet, 17 Muharrem 1293/ 13 Şubat 1876, nr 1., s. 20. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 83 FEYZULLAH UYANIK Kanun-ı Esâsi’nin ilanı için öğrencilerin (Bâb-ı Seraskerî) bugünkü İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü’nde yaptıkları gösteriden bir kare. Kaynak: Musavver Medeniyet, 24 Muharrem 1293/ 20 Şubat 1876, nr. 2, s. 13. Meclis-i Mebusân’ın ilk toplantısına ait bir resim. Kaynak: Musavver Medeniyet, 25 Safer 1293/22 Mart 1876, nr. 7, s. 52. 84 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. ve XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE KAZÂSININ İKTİSADÎ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Cengiz PARLAK ÖZ: XIV. yüzyılın ikinci yarısında akıncı beyi Gazi Evrenos Bey tarafından Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine alınan Gümülcine şehri, Rumeli ve Balkanların fethedilmesi aşamasında uç merkezi olarak da kullanılmıştır. Fethedildikten sonra Müslüman-Türk nüfus ile şekillenmeye başlayan Gümülcine merkezi ve kırsalının, XV-XVI. yüzyıllarda demografik ve iktisadî yapısı gelişmiştir. Gümülcine bulunduğu coğrafî konumuna bağlı olarak, bu yüzyıllarda hububat, pamuk, üzüm, pirinç, bağ ürünleri, balıkçılık ve hayvancılık açısından önemli bir üretim merkezi olmuştur. Ayrıca Gümülcine ormanlarında yetişen birçok ağaç türü gemi yapımında kullanılmıştır. Şap madeni açısından da zengin olan Gümülcine, önemli tuz kaynaklarına da sahiptir. Makalemizde, Gümülcine şehrinin sahip olduğu nüfus ve üretim gücü ve bunlara bağlı olarak oluşan vergi gelirleri, ürün fiyatları ile esnaf ve sanatkârlar ve vakıflar incelenip değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Gümülcine, Rumeli, Batı Trakya, iktisat, vergi, vakıf, şap madeni, balıkçılık. OBSERVATIONS ON THE ECONOMIC SITUATION OF THE DISTRICT OF KOMOTINI DURING THE 15TH AND 16TH CENTURIES ABSTRACT: The city of Komotini, brought under Ottoman rule by Gazi Evrenos Bey in the second half of the 14th century, was also used as a borderland center during the conquest of Rumelia and the Balkans. Following its conquest, Komotini and its countryside began to be shaped by the Muslim-Turkish population and the demographic and economic structure of Komotini improved during the 15th and 16th centuries. Related to its geographic position, Komotini became a significant production center of grain, cotton, grape, rice, vintage, fishery and husbandry. Besides timbers acquired from the forests of Komotini were used in at shipbuilding. Being rich in alum, Komotini had important salt resources as well. In our article, the population, production potential, tax revenues, prices, artisans and foundations of Komotini will be evaluated by examining. Keywords: Gümülcine-Komotini, Rumelia, Western Thrace, economy, tax, foundations, alum, fishery. Giriş. Günümüzde Yunanistan’ın Rodopi ilinin (Νομός Ροδόπης / Nomόs Rodόpis) merkezi olarak Komotini (Κομοτηνή) adıyla bilinen Gümülcine şehri, Batı Trakya’nın kuzey-batı kesiminde Rodop dağlarının güneye doğru uzantısı olan tepelik arazinin eteklerinde, tarihî Via Egnatia yolu üzerinde ve Selanik-İstanbul demiryolunun geçtiği geniş ovada kurulmuştur. 41° 6′ kuzey enlemi, 25 25′ doğu boylamında yer alan Gümülcine, Ege denizine 40 km. uzaklıkta olup, şehrin denizden ortalama yüksekliği 30 ila 87 Öğr. Gör., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, [email protected] CENGİZ PARLAK arasındadır. Şehir merkezinde ise yükseklik ortalama 45 metre civarındadır1. Şehrin Rodop dağlarının eteklerine yakın olması nedeniyle kuzey istikametinde yükselti artmaktadır. Gümülcine, Osmanlının fethinden önce Bizans’ın hâkimiyetindeydi. Osmanlı Devleti 1354’te Gelibolu’yu fethettikten sonra Rumeli’ye doğru ilerlemeye devam etti. 1361 yılında Edirne’yi ele geçiren Osmanlı Devleti, bu andan itibaren akınlarını daha batıya doğru sürdürdü2. Edirne’nin fethini takip eden yıllarda akınların sol kol ucu Gazi Evrenos Bey öncülüğünde İpsala, Gümülcine, Serez ve Selanik istikametinde devam etti3. Gazi Evrenos Bey bu istikamette ilk olarak 1361’de İpsala’yı fethetti ve burayı batıya doğru akınlar için üs olarak, Gümülcine’nin fethedilip uç merkezi olmasına kadar kullandı4. Osmanlı tarihleri, yabancı tarihler ve Osmanlı padişahları tarafından Evrenos Bey’e verilen fermanlara5 göre, Gümülcine kesin olarak Evrenos Gazi tarafından fethedilmiştir6. Ancak Gümülcine’nin fetih tarihi hakkında 1361’den başlayan farklı tarihler söz konusu olmakla birlikte, öyle görülüyor ki Gümülcine tam olarak Sırp-Sındığı Savaşından sonra (1364-1365) Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Evrenos Bey tarafından 1371 Çirmen Savaşı’ndan sonra batıya yapılacak akınlarda uç merkezi olarak kullanılmaya başlandı7. Fethedildikten sonra Evrenos Bey’in imar 1 Şehrin enlem, boylam ve yükseklikleri Google Earth (Sürüm 6.0.3.2197) programıyla hesaplanmıştır. 2 İbrahim Sezgin, “Osmanlıların Rumeli’ye Geçişi ve İlk Fetihler”, Osmanlı, I, Ankara 1999, s. 213-214. 3 Halil İnalcık, Osmanlılar (Fütühat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler), Timaş Yayınları, İstanbul 2010. s. 58. 4 Hamid Vehbi, Meşâhir-i İslam, c. II, İstanbul 1301, s. 811; Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, I, Çeviri: Nilüfer Epçeli, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2005, s. 206; İ. Hakkı Uzunçarşılı, “Evrenos”, İA, IV, s. 415. 5 Sultan I. Murat’ın Evrenos Bey’e vermiş olduğu fermanda, “…Hâcı ve Gâzî Evrenos Bey Hazretleri dâme ikbâlehüde kendü kılıcıyla feth eylediği Kal’a-i Gümülcine’den Kal’a-i Siroz’a ve Manastır’a… varıncaya kadar bir sancak yer i’tibâriyle on kere yüz bin virdim…” şeklindeki ifade ile Gümülcine’nin Evrenos Bey tarafından fethedildiği belirtilmektedir. Bkz. Selâtîn-i ‘İzâm Hazretleri Tarafından El-Hâc Gâzî Evrenos Bey’e İ‘tâ Buyurulan Ferâmîn-ı ‘Âliye Sûretleri, Sabah Matbaası, basım yılı yok, s. 2. 6 Ayşegül Çalı,“Akıncı Beyi Evrenos Bey’e Ait Mülknâme” OTAM, 20, Ankara 2006, s. 5979; Ayşegül Çalı, Gazi Evrenos Bey, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı (Ortaçağ Tarihi), Ankara 2011, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), s. 80-82; Ayşegül Kılıç, “Guzât Vakıflarına Bir Örnek: Gümülcine’de Gazi Evrenos Bey Vakfı”, Balkanlarda Osmanlı Vakıfları ve Eserleri Uluslararası Sempozyumu, İstanbul-Edirne 910-11 Mayıs 2012, Ankara 2012, s. 259-276. 7 Α. Ε. Vacalopoulos, History of Macedonia 1354-1833, Translated by Peter Megann, Institute for Balkan Studies, Thessaloniki 1973, s. 39; Ayrıca son yapılan çalışmalarda da fetih tarihi ile ilgili olarak 1364-1371 aralığı verilmektedir. Bkz. Georgıos C. Liakopoulos, The 86 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER faaliyetleri ve Anadolu’dan getirilen Müslüman-Türk nüfus ile şekillenmeye başlayan Gümülcine, 1371 yılında uç merkezi olacak nüfusa sahip olmuştu. 1383 yılında Serez’in Çandarlı Hayreddin Paşa ve Evrenos Bey tarafından fethine kadar uç merkezi olarak kullanıldı8. Fethedildikten sonra idari taksimat içerisinde Rumeli Eyaleti’nin Paşa Sancağına (Liva) tabi olan Gümülcine, 1456 yılında9 nahiye10, XV. yüzyılın sonunda 11 vilayet12, 1519’da13 nahiye, 1530’da14 ise kazâ statüsündedir. 1570 tarihli tahrir defterine göre Gümülcine nahiye statüsünde olup, Gümülcine Livası’na bağlı dört nahiyeden biridir15. XVII-XVIII. yüzyıllarda Gümülcine’nin yeniden Paşa Sancağına bağlı kazâ statüsünde olduğu görülmektedir. Gümülcine farklı birimler olarak kayıt altına alınmasına rağmen, yüzyıllar içerisinde tutulan defterlerde Nefs-i Gümülcine başlığı altında değişik sayılarda mahallelere sahip olan kazâdır. XVIII. yüzyılda Gümülcine kazâsı kırsal yerleşim birimleriyle birlikte Şehir, Ağrıcan ve Cebel isimlerinde üç nahiyeye ayrılmıştır 16. 1879’dan sonra ise, Edirne Vilayeti’ne bağlı altı sancaktan biri olan17 Gümülcine, 1365-1912 yılları arasında toplam 547 yıl kesintisiz Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Ottoman Conquest Of Thrace Aspects Of Historical Geography, The Institute Of Economics And Social Sciences Of Bilkent University, In Partial Fulfillment Of The Requirements For The Degree Of Master Of Arts In History, Ankara 2002, s. 90. 8 Besim Darkot, “Serez”, İA, X,s. 516-518; Heath W. Lowry, Osmanlıların Ayak İzlerinde, Kuzey Yunanistan’da Mukaddes Mekânlar ve Mimarî Eserleri Arayış Yolculukları, Türkçesi: Hakan&Şebnem Girginer, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009, s.10. 9 H. 860 (11 Aralık 1455-28 Kasım 1456) tarihli tahrir defteri için Bkz. Taksim Atatürk Kitaplığı (TAK) Muallim Cevdet Yazmaları(MC)-0.89, v. 18b-33b. 10 Nahiye kelimesinin Osmanlı Devleti’nin idarî taksimatı içerisinde XV ve XVI. yüzyıllarda farklı birimleri ifade ettiği görülmektedir. Ancak daha çok bir sancağın (Liva) parçasını belirtmek amacıyla kullanılmaktadır. Ayrıca bir kazanın, üç dört mahalleden oluşan parçasını ifade etmek için de kullanılmıştır. Bkz. M. Tayyib Gökbilgin, XV. ve XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, Vakıflar-Mülkler- Mukataalar, İşaret Yayınları, İstanbul 2007, s. 8-9. 11 BOA, MAD-16148, s. 1. 12 Osmanlı Devleti’nin idarî taksimatı içerisinde Vilayet, Kazâ ve Nahiye kelimelerinin birbirinin yerine kullanıldıkları görülmektedir. Bkz. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 8. 13 BOA, TD-70, s. 23. 14 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri (937/1530), I, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2003, s. 7. 15 Gümülcine Livası, Timurhisar, Yenice-i Karasu, Zihne ve Gümülcine nahiyelerinden oluşmaktadır. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 94a-145a. 16 Turan Gökçe, “Osmanlı Nüfus ve İskân Tarihi Kaynaklarından Mufassal-İcmâl Avârız Defterleri ve 1701-1709 Tarihli Gümülcine Kazâsı Örnekleri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XX/1, İzmir 2005, s. 82-93. 17 Gümülcine Sancağı Edirne Vilâyetini terkîb iden 6 sancağın biri ve en garbîsi olub, şarken Dedeağaç, şark-ı şimâli tarafından Edirne Sancaklarıyla, şimâlen şarkî Rumili ile garben Selanik Vilâyetiyle, cenûben dahi Adalar deniziyle muhât ve mahdûddur… Bu sancak (H.) Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 87 CENGİZ PARLAK XV. yüzyılın ikinci yarısının başlarından itibaren Gümülcine şehrinin demografik ve iktisadî yapısı hakkında tahrir defterleri aracılığıyla bilgi sahibi olabiliyoruz. 1456 tarihli tahrir defterinde isimleri kayıtlı olmasa da 14 mahallesi bulunan Gümülcine’nin, bu mahallelerinde müslim ve gayrimüslim toplam 613 gerçek hane yaşamlarını sürdürmektedir18. XV. yüzyılın sonunda (1481-1492) tutulan tahrir defterinde19 de aynı sayıda mahalleye sahip olan Gümülcine, şehir örgütlenmesi açısından yapısını koruduğunu göstermektedir. 14 mahallede müslim ve gayrimüslim toplam 372 gerçek hane ve 45 mücerred yaşamaktadır. Mahalle isimleri ve sayısının kayıtlı olmadığı, sadece nüfus ve vergi gelirleri hakkında bilgilerin bulunduğu 1519 tarihli tahrir defterine göre20 toplam 373 gerçek hane ve 208 mücerred Gümülcine merkezde ikamet etmektedir. XVI. yüzyılın ilk kapsamlı tahrir defteri olan 1530 tarihli defterde21 mahalle sayısının on yediye yükselmesi, mesleki özellikleri olan kişilerin mahalle oluşumunda etkisini göstermesi açısından önemlidir. İpekçi Hacı ve Sâbûnî Ali mahalleleri ilk kez bu defterde tespit edilmiştir. 1530 yılında Gümülcine merkezde toplam 317 gerçek hane ve 45 mücerred bulunmaktadır. 1570 tarihli mufassal tahrir defteri incelendiğinde, önceki yıllarda Gümülcine şehrinde var olan Hacı Hayreddin ve İmamsaray mahallelerinin, bu defterde kayıtlı olmadığını tespit ediyoruz. Ancak bununla birlikte 1570 yılında şehirde İbrâhim nâm-ı diğer Urfâne adıyla yeni bir mahalle bulunmaktadır. 1530’da 17 olan mahalle sayısı böylece 1570’te 16 olmuştur. Gümülcine merkezde 1570 yılında 394 gerçek hane ve 46 mücerred bu 16 mahallede yaşamaktadır22. İktisadî Yapı: Orhan Bey (1326-1362) zamanından itibaren yerleşik toplum düzenine geçmeye başlayan Osmanlı Devleti, sahip olduğu askeri ve idarî yapısına da bağlı olarak, iktisadî açıdan tarım toplumuna dayalı bir yapı oluşturmaya başladı. Toplumun büyük bir kısmı tarım alanında çalışmaktaydı23. Bundan dolayı da tarım, timar sistemi içerisinde, Osmanlı Devleti’ne en fazla gelir sağlayan alandı. Diğer taraftan devletin, ticaret ve 1295’de teşkîl olunmuşdur. Bkz. Şemseddin Sâmi, Kâmûsü’l-A’lâm, V, İstanbul 1314, s. 3926-3927; Machiel Kiel,“Gümülcine”, DİA, XIV, İstanbul 1996, s. 268. 18 MC-0.89, v. 18b; Turan Gökçe, “Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine Bazı Tespitler (XVXIX. Yüzyıllar)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XX/2, İzmir 2005, s. 81. 19 BOA, MAD-16148, s. 1-10; Bu defter baştan ve sondan eksiktir. Bundan dolayı tarihi tam olarak tespit edilememiştir. Ancak başka bir araştırmacı defterdeki verilerden istifade ederek, defterin tahririni 1481-1492 yılları arasında tarihlendirmektedir. Bkz. Gökçe, “Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine”, s. 82-84. 20 BOA, TD-70, s. 23. 21 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7. 22 TKGMA, TD-187, v. 110a-113. 23 Mehmet Öz, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım”, Osmanlı, 3, Ankara 1999, s. 66. 88 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER sanayi alanlarına da yeterince ilgi gösterip desteklediği görülmektedir. Böylece devlet tarım alanından elde ettiği vergi gelirleriyle birlikte ticaret ve sanayi alanlarından da gelir elde ediyordu24. XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Rumeli topraklarından topladığı vergiler, devletin bütün topraklarından elde edilen vergilerle kıyaslandığında, hem sanayi ve ticaret, hem de cizye gelirleri açısından en yüksek orana sahiptir25. Gümülcine şehri de, Rumeli topraklarının iktisadî hayatı içerisinde, nüfusu, tarımı ve ticarî faaliyetlerinin oranına göre yerini almıştır. XV. ve XVI. yüzyıllarda Gümülcine, Rumeli topraklarında önemli ticaret merkezlerinden biridir26. Ancak XV. ve XVI. yüzyıllarda Gümülcine’ye gelen seyyahlar, şehrin iktisadî hayatı hakkında ayrıntılı bilgi vermezler. 1432-1433 yıllarında Bourgogne Dukalığının diplomatlarından olan Betrandon de la Broquiére, Kudüs’e yaptığı hac seyahatinin dönüşünde Gümülcine şehrine uğrar. Seyyah, şehrin küçük ve etrafının surlarla çevrili olduğundan ve de küçük bir ırmağın üzerinde kurulduğundan ve çevresinde güzel düzlük arazilerin bulunduğundan söz eder 27. 1555 yılında şehre gelen Fransız seyyah Piérre Belon’un tanımına göre Gümülcine, içinde bir Rum kilisesinin bulunduğu küçük ve harap olmuş kalesiyle çok az bir nüfusa sahiptir28. 1593 yılında Selanik’ten İstanbul’a dönüşte Gümülcine’yi ziyaret eden seyyah Âşık Mehmed bin Ömer, şehri surları olmasına rağmen korunaklı olmayan ve halkın çoğunun surlar haricinde yaşadığı bir yerleşim yeri olarak tanımlamaktadır. Şehrin birkaç camisi ve hamamları olduğundan söz eden seyyah, Gazi Evrenos Bey imaretini matbah-ı ta‘âm ve dârü’z-zıyâfe-i ebnâi sebil29 şeklinde anlatmaktadır 30. Gümülcine ile ilgili daha ayrıntılı açıklama yapan seyyah ise, XVII. yüzyılda şehri ziyaret eden Evliya Çelebi’dir. Kendisi şehrin içinden Şikârlı ( )ﺸﻜﺎرﻟﻰÇay adında küçük bir nehrin aktığını ve beş adet ağaçtan yapılma köprüler vasıtasıyla bu çayın geçildiğini ve yine şehrin yakınında bulunan Kalfa ( )ﻗﻠﻔﺎÇayı ile karışıp Akdeniz’e döküldüğünü 24 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2003, s. 206-209. 25 Halil Sahillioğlu, “1524-1525 Osmanlı Bütçesi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, XL, S. 1-4, İstanbul 1985, s. 424-426. 26 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, TTK Yayınları, Ankara 1994, s. 686. 27 Bertrandon De La Broquiére’in Deniz Aşırı Seyahati, Editör: Ch. Schefer, Çeviren: İlhan Arda, Sunuş: Semavi Eyice, Eren Yayınları, İstanbul 2000, s. 233-234. 28 Piérre Belon, Les Observations de Plusieurs Singularitez et Choses Memorables, Trouvees en Grece, Afie, Iudée, Egypte, Arabie & Autres Pays Eftranges, Redigées en Trois Liures, Paris 1588, s. 137-140; Kiel, “Gümülcine”, s. 269. 29 Yolcular için yemek yenebilecek yer anlamına gelmektedir. 30 Âşık Mehmed, Menâzırü’l-Avâlim (Tahlil-Metin), III, Hazırlayan: Mahmut Ak, TTK Yayınları, Ankara 2007, s. 1000. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 89 CENGİZ PARLAK anlatır31. Ayrıca Evliya Çelebi şehirde 400 adet dükkân bulunduğunu, bu dükkânlarda zanaat sahibi meslek erbablarının çalıştığını anlatır. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, şehirde kargir bir bedesten yoktur. Ancak Gümülcine’ye gelen tüccarlar ve bekârlar için, şehirde toplam 17 han bulunduğu Evliya Çelebi tarafından belirtilmektedir32. Seyahatnamelerde Gümülcine’nin XV. ve XVI. yüzyıllardaki iktisadî hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Fakat XV. ve XVI. yüzyıllarda tutulan tahrir defterlerinden şehrin iktisadî hayatına dair verilere ulaşabiliyoruz. Böylece Gümülcine’nin yüzyıllar içerisinde iktisadî alanda nasıl bir süreç izlediğini ve Osmanlı Devleti’ne vergi geliri, ticaret, tarım ve toplumsal açıdan ne gibi katkılar yaptığını tespit edebiliyoruz. Vergi Gelirleri: 1456 tarihli tahrir defterine göre şehir merkezinin vergi gelirlerinin toplamı 34.721 akçedir. Önemli vergi gelirlerinden olan mukataaların arasında, niyâbet-i şehr ma’a kovan ma’a bağ başlığı altında 12.555 akçelik gelir kaydı bulunmaktadır. İdarî memurların görevleri karşılığında toplanan niyabet gelirlerine33 kovan ve bağ vergileri de eklenmiştir. 12.000 akçelik geliri ile bir meyhâne, 1.355 akçelik geliriyle iskelesi bulunan bir dalyan, 1.555 akçelik geliriyle bir başhâne ve 1.200 akçelik geliriyle bir bozahâne mukataa gelirleri arasında dikkat çekicidir. Bu mukataalar şehrin ticareti ve küçük sanayisini yansıtmaktadır34. Dalyan, balık avlamak amacıyla kurulmuş olup önemli gelir kaynağıdır35. Başhâne ise, şehirde koyun ve sığır gibi hayvanların başlarının satışının yapıldığı 31 Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, Hazırlayanlar: S. Ali. Kahraman- Yücel Dağlı, Robert Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s. 38. 32 Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, s. 39. 33 Niyabet vergileri (rüsum-ı niyabet), idarî görevlilerin (ehl-i örf) sorumlulukları arasında olan ve şehrin düzeni ile ilgili olaylardan elde edilen gelirlerdir. Suçlulardan alınan “cerimeler”, cinayetten alınan “kan resmi”, evlenmelerden alınan “resm-i arus” vergileri niyabet gelirlerindendir. Bunlar haricinde “resm-i ağnam”, resm-i ağıl ve eğrek”, “bâd-ı havâ”, resm-i yava”, vb. yine niyabet vergilerindendir. Bkz. Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, II,1453-1559, Barış Yayınları, Ankara 1999, s. 215-216. 34 MC-0.89, v. 18b. 35 Şehrin gelirleri arasında olan dalyan mukataasının hangi göl üzerinde olduğu belirtilmemiştir. Ancak Buri (Βιστωνίδα/Vistonida) gölündeki dalyan değildir. Çünkü 1456 tarihli icmâl tahrir defterinde Buri köyü Gümülcine’ye bağlı görünmemektedir. Ayrıca Buri Gölü üzerindeki dalyan gelirleri de, XV. yüzyılın son çeyreğinde, kıst-ı dalyan-ı Buri şeklinde ve XVI. yüzyıl içerisinde de mukataa olarak Sultan II. Murat vakfına bağlıdır. Bkz. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 205-209; Bütün bunlarla birlikte, 1570 tarihli mufassal tahrir defterinde merkezin dalyan gelirleri “Mahsûl-i Dalyan ve Iğrıb An-Fenârih Gölü” şeklinde kayıtlıdır. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 113b; Fenârih Gölü bugün Fanari (Φαναρι) adıyla bilinmektedir ve Buri Gölü’nün güneybatısında deniz kıyısında olup etrafında yerleşim bulunmaktadır. 90 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER dükkândır36. Bu işletmeler şehirde ticarî hayatın canlılığını göstermektedir. Gümülcine merkezinin çevresinde, ticaretin yanı sıra tarımsal faaliyetler yapıldığını gösteren mukataa kayıtları vardır. Buradaki mukataalar, düşük gelir getiren tarım arazileridir. Toplam gelirleri de 3.790 akçedir.37. Hıristiyanlardan alınan ispenç vergisi ise, 2.266 akçedir. Gümülcine’de 137 nefer gebrân bulunduğuna göre, nefer başına yaklaşık olarak 16,5 akçe vergi alınmaktadır38. Ticarî Gelirler Tarım Gelirleri İspenç Gelirleri TOPLAM 83% 11% 6% 100% TABLO-1: 1456 Yılında Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin Dağılımı. Vergi gelirlerinin büyük bir bölümünü oluşturan ticarî gelirler, fetihten sonra Gümülcine’nin şehirleştiğini ve çevresindeki kırsal kesim için bir ticaret merkezi olduğunu göstermektedir. Şehirleşme süreci XV. yüzyılın sonunda ve XVI. yüzyılda da devam etmiştir. XV. yüzyılın sonunda tutulmuş olan tahrir defterine göre39, Gümülcine şehrinin vergi geliri 48.110 akçedir. Bir önceki döneme göre % 39’luk bir gelir artışı söz konusudur. En yüksek gelir kalemi, mukataa-i bozahâne ve salhâne ve bâc-ı kile ve niyâbet ve öşr-i kovan ve arûs başlığı altında 18.000 akçedir. Mukataa-i meyhâne ve resm-i hınzır ve bâc-ı siyâh40 ise, 6.500 akçe ile ikinci en yüksek gelir kalemidir. 5.500 akçe gelir getiren niyâbet-i vilâyet ve resm-i ganem üçüncü sıradadır. Dalyan mukataası gelirleri 1456 yılına göre % 391 gibi büyük bir artışla 5.300 akçe olmuştur. Başhâne geliri ise 2.000 akçeye yükselmiştir. Diğer resm ve öşr gelirleri toplam 6.780 akçe olup, bunların içinde sadece öşr-i bagât-ı Müslimânân-ı resm-i dönüm kalemi 3.000 akçedir. 36 Emine Erdoğan Özünlü, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Kentlerinin Ekonomik Nitelikleri Üzerine Bir Karşılaştırma Denemesi”, Kastamonu Eğitim Dergisi, XVIII/1, Ocak 2010, s. 264; Ayrıca bkz. Redhouse Türkçe/Osmanlıca-İngilizce Sözlük, Sev Matbaacılık, İstanbul 1999, s. 139. 37 Hâsıl-ı Nefs-i Gümülcine, Müslümân ma’a Gebrân ve sınırunda ekilen. Bkz. MC-0.89, v. 18b. 38 MC-0.89, v. 18b. 39 BOA, MAD-16148, s. 9-10. 40 Bâc-ı siyâh: Bâc-ı tamga olarak da bilinen bu tabir, şehirde alınıp satılan her nevi mallardan, dokunan kumaşlardan ve kesilen hayvanlardan alınan verginin adıdır. Buna “tamga-yı siyâh” (kara damga) da denilir. Tamga kelimesi burada “bâc” anlamında kullanılmıştır. Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1983 s. 144. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 91 CENGİZ PARLAK Diğer gelir kalemleri arasında ise, 7 zemin ve 3 çayır mukataası vardır. Bunların şehrin vergi gelirleri içindeki toplamı 1.200 akçedir. 1456 yılında kayıtlı olmayan tarım mahsullerinden alınan öşrün kileleri ve vergi gelirleri, XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterinde kayıtlı olup, toplam 1.940 akçedir. Gayrimüslim nüfusun göç, ihtida ve diğer sebeplerle azalması nedeniyle 41 ispenç vergisinden sağlanan gelir düşmüş ve 47 nefer gebrân üzerinden 890 akçe olmuştur. Ancak nefer başına alınan ispenç vergisi 1456 yılına göre artmış ve 19 akçe olmuştur. Ticarî Gelirler Tarım Gelirleri İspenç Gelirleri Diğer Gelirler TOPLAM 78% 13% 2% 7% 100% TABLO-2: XV. Yüzyılın Sonunda Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin Dağılımı. XV. yüzyılın sonu itibariyle nüfus kaybı yaşayan Gümülcine, vergi gelirlerini arttırmıştır. Bu artışta ticaretten alınan vergilerin etkisi dikkat çekicidir. XVI. yüzyılın ilk vergi gelirlerini 1519 tarihli tapu tahrir defterinden 68.514 akçe olarak tespit ediyoruz42. Bu defterde vergi gelirlerinin içerikleri ve tutarları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmemektedir. XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterine nazaran, 1519’da şehrin vergi gelirlerinde % 42 oranında bir artış söz konusudur. XVI. yüzyılın ikinci defteri olan 1530 tarihli deftere göre, Gümülcine merkezinin toplam hâsılatı 69.365 akçedir. 1519 tarihli tapu tahrir defterine göre % 1,2 oranında bir artış söz konusudur. Hâsılatın kalemlerinde tarımsal faaliyetlerden elde edilen gelirler dikkat çekmektedir. Bağ, bostan, çayır gibi ziraî ünitelerin gelirleri oldukça yüksektir. Gümülcine’de XV. yüzyılda tespit ettiğimiz başhâne bu defterde de kayıtlıdır ve başhâneden alınan vergi geliri yıllık 2.350 akçeye yükselmiştir. Dalyandan sağlanan vergi gelirinde, XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterine göre oldukça büyük bir artış kaydedilmiştir. Buna göre Dalyan’dan ve balıkçıların kullandıkları ağlardan (ığrıp) senelik 8.000 akçe gelir elde edilmektedir. Hıristiyanlardan alınan şıra 41 42 Gökçe, “Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine Bazı Tespitler”, s. 85. BOA, TD-70, s. 23. 92 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER ve şarap vergisi43 senelik 10.000 akçe tutarında olup tek bir vergi olarak en yüksek tutardır. 1456 tarihli tahrir defterinde ayrı ayrı verilen meyhâne ve bozahâne gelirleri, 1530 tarihli tahrir defterinde, hasıl-ı resm-i arus ve bâc-ı siyâh ve meyhâne ve kevvâre ve bidat-ı hanâzır ve bozahâne başlığı altında kaydedilmiştir. Bu hasılın toplamı ise 19.500 akçe olup en yüksek tutarı oluşturmaktadır44. 1456’da meyhâneden alınan vergi gelirinin 12.000 akçe olduğu düşünülürse, 1530 yılında da buradaki en yüksek vergi gelirinin meyhâneden sağlanması gerekir. Bozahâne geliri ise 1456’da 1.200 akçedir. Bu açıdan meyhâne ve bozahâneden sağlanan vergi gelirleri, 1530’da da 19.500 akçelik gelirin en önemli kısmını oluşturmaktadır diyebiliriz. Şehrin gelirleri arasında yer alan bâc-ı keyl ise, pazara gelen her türlü hububattan alınan vergidir. 1570 yılında Gümülcine pazarında bu vergi, bâcı pazar kanunuyla belirlenmiş olup, her 20 kile hububattan bir kile şeklinde tahsil edilmektedir 45. 1530 yılında bâc-ı keyl vergisinin hangi oranda alındığına dair bilgimiz yoktur. Ancak toplam alınan bâc-ı keyl vergisi 940 akçedir46. Hıristiyan nüfus üzerinden alınan ispenç vergisi toplam 900 akçedir. Gebrân nefer sayısı 36 olduğuna göre, her bir neferden 25 akçe ispenç alınmaktadır 47. XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterine nazaran, nefer başına alınan ispenç vergisi 1530’da arttırılmış olmasına rağmen, ispenç geliri, nefer sayısının eksilmesine bağlı olarak düşmüş ve genel gelirler içindeki payı da azalmıştır. Ticarî Gelirler Tarım Gelirleri İspenç Gelirleri Diğer Gelirler TOPLAM 79% 13% 1% 7% 100% TABLO-3: 1530 Yılında Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin Dağılımı. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Gümülcine’de nüfus artmaya başlamış, ancak merkezin vergi gelirlerinde düşüş yaşanmıştır. Hasılat son iki döneme göre büyük bir kayba uğramış ve 1570 yılında 55.000 akçe olmuştur. Vergi gelirleri arasında önemli bir yer tutan dalyan gelirleri bir 43 Öşr-i şıra ve monopolye ma’a bâc-ı hamr. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7. 45 Buğday ve arpa ve bâkî hubûbât gelse yiğirmi kilede bir kile alınur. Bkz. TKGMA, TD187, v. 103b. 46 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7. 47 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7. 44 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 93 CENGİZ PARLAK önceki dönemle aynı kalmasına rağmen, ser-hâne olarak kaydedilen başhâne geliri 2.350 akçeden 4.000 akçeye yükselmiştir. Önceki dönemde Hıristiyanlardan alınan şıra ve şarap vergisi, 1570’te kaydedilmemiştir. Niyâbet ve resm-i arûs-ı nefs-i şehr ve bâc-ı siyâh ve meyhâne ve resm-i kevvâre ve bid’ât-ı hanâzır başlığı altında verilmiş gelirler, bir önceki dönemde 19.500 akçe iken, 1570’te 11.400 akçeye düşmüştür. Ancak bozahâne gelirleri bu başlık altında bulunmamakla birlikte, ayrı olarak da kayıtlı değildir. Bir önceki döneme göre yaklaşık % 4 düşüş yaşayan bâc-ı keyl vergisi ise, 900 akçe olmuştur. Hıristiyanlardan alınan ispenç vergisi ise, hane ve mücerred olarak ayrı ayrı hesaplanmıştır. Buna göre 21 hane 525 akçe, 11 mücerred 275 akçe vergi ödemiştir. Toplamda 32 nefer olan Hıristiyanlar, nefer başına 25 akçe vermişlerdir. Nefer başına düşen vergi, bir önceki dönem ile aynıdır48. 1570 yılında Gümülcine’nin vergi gelirlerine dair rakamlar yukarıdaki gibidir. Diğer taraftan Gümülcine’de haftada bir gün, şehir için ticaret merkezi niteliğinde olan bir pazar49 kurulmaktadır. Pazara gelen mallardan alınan vergiler ise, önemli bir gelir kalemi oluşturmaktadır. Mallardan alınan vergilerin hangi şartlarda ve oranlarda tahsil edildiğine dair “Kanûn-ı Bâc-ı Pazar-ı Gümülcine” de ayrıntılar bulunmaktadır. Bu kanuna göre, at, eşek (himar), katır yükü ile gelen bal, yağ, zeytin, şirugan (susamyağı), yaş yemiş, penbe (pamuk), keten, keçe, nal, demir gibi malların her bir yükünden ikişer akçe vergi alınmaktadır. Pazara at yükü ile tahta gelirse, her bir yükten bir tahta alınmasına rağmen, at yükü ile ağaç gelirse vergi alınmayacağı belirtilmiştir. Ayrıca pazara dört yük ağaç kürek gelse, her yük için bir kürek vergi ödenmektedir. Pazara araba yükü ile gelen mallardan nakit olarak vergi tahsil edilmektedir. Araba ile gelen koz (ceviz), yemiş, peynir, keten, kireç ve sabuncu külü gibi mallardan, her bir araba için 8 akçe vergi alınmaktadır. Pazara araba ile tahta getirilirse, 10 tahtada bir akçe vergi verilmektedir. Araba ile gelen ağaçlardan ise vergi alınmamaktadır. Kavun, karpuz ve hıyar gibi sebze ve meyveler, araba ile pazara getirilirse, her araba için buçuk akçe vergi ödenir. 48 49 TKGMA, TD-187, v. 113a-113b. XVII. yüzyılda Gümülcine’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, Gümülcine’de kurulan Pazar hakkında kısa bilgi vermiştir. Evliya Çelebi, haftada bir, şehrin kıble tarafında kurulan pazara, Gümülcine köylerinden oldukça çok insan geldiğini ve çok büyük bir pazar oluştuğunu anlatır. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, s. 39. 94 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Pazarda kantar50 ile bal ve yağ satılırsa, her kantar için bir akçe vergi ödenmektedir. Ünügü51 (nügü) ile yağ satılsa, her dört ünügü için bir akçe bâc alınmaktadır. Çobanlar pazara 20 baş peynir getirirseler, bir baş peyniri vergi olarak verirler. Buğday, arpa ve diğer hububat pazara geldiğinde, her 20 kile hububattan bir kile vergi alınmaktadır. Gümülcine pazarına kepenek ve aba getirip elden satanlar, her bir donluk (elbiselik) kepenek ve aba için bir akçe vergi vermektedirler. Pazarda satılan hayvanlardan alınan vergiler ise şu şekildedir: Canlı bir koyun ve bir keçi satılırsa, her ikisi için toplam bir akçe vergi alınmaktadır. Pazarda satılacak her dört adet canlı kuzu için ise, bir akçe vergi verilmektedir. Gümülcine pazarına getirilip kesilecek hayvanlardan da vergi tahsil edilmektedir. Gümülcine’nin yerli kasabı ya da dışarıdan bir kasap sığır keser (boğazlar) ise, her sığır için iki akçe vergi öder. Gümülcine yerlisi kasap koyun keser ise, dört koyun için bir akçe vergi verirken, dışarıdan gelen bir kasap, iki koyun için bir akçe ödemektedir. Pazarda satılacak olan her bir at için hem satandan hem de alandan ikişer akçe vergi alınır. Sığır ve himar (eşek) satılırsa, hem satan hem de alan birer akçe vergi ödemektedir. Pazara gelen mallardan alınan vergiler görüldüğü üzere nakit olarak alınmakla birlikte, aynî şekilde de tahsil edilebilmektedir. Tarım ve gıda ürünlerinden alınan vergiler genellikle nakit olurken, diğer ürünlerden alınan vergiler aynî olabilmektedir. Ticarî Gelirler Tarım Gelirleri İspenç Gelirleri Diğer Gelirler TOPLAM 67% 13% 2% 18% 100% TABLO-4: 1570 Yılında Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin Dağılımı. Gümülcine merkezin 1519 yılında tespit edilen vergi geliri, 1456 yılındaki vergi gelirinin yaklaşık iki katıdır. Bu durumda Gümülcine’nin üretim faaliyetleri açısından büyüdüğünü söyleyebiliriz. 1530 yılında ise vergi gelirlerinde, 1519 yılına göre küçük bir artış olmuştur. Ancak 1570 yılındaki vergi gelirlerinde, 1519 yılına göre % 21 oranında bir kayıp söz konusudur. Öyle ki 1570 yılında nüfus da artış olmasına rağmen, gelirlerde kayıp vardır. Bu düşüş neden olmuştur? Nedenler toplumsal olabileceği gibi, 50 Kantar: 56,452 kilogramağırlığında veya kırk dört okkalık bir ağırlık birimi. Bkz. Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts 51 Ünügü, ünege, nügü, nügi olarak yazılabilmektedir. Okkanın dörtte biri veya yarısı olarak bilinmektedir. Bölgeye göre değişen bir ağırlık birimidir. Bkz. Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 95 CENGİZ PARLAK doğal afetlerin yarattığı olumsuz koşullar da şehirde üretim faaliyetlerini azaltmış ve bu da vergi gelirlerinde kayba yol açmış olabilir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nde vergi kayıtlarının tutulması konusunda sorunlar da yaşanmaktadır. Tahrir defterlerindeki vergi miktarları tahmini ve ortalama rakamlar olup toplanacak olan vergiyi göstermemektedir. Defterin tutulduğu yıldan yaklaşık beş yıl öncesinin rakamlarını yansıttığı ve vergi miktarları belirlenirken, vergi toplayıcıları ile vergi yükümlüleri arasında pazarlıkların etkili olduğu görülmektedir52. Bu durum ise vergi gelirlerinin saptanmasında farklı etkenlerin olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Vergi gelirlerinin değişikliği konusunda dikkat çeken bir diğer nokta ise, siyasî ve toplumsal gelişmelerdir. XVI. yüzyılın ilk otuz yılı içerisinde Gümülcine’nin vergi gelirleri birbirine yakın iken, XVI. son çeyreğinde düşüşe geçmiştir. Bu dönemden itibaren Osmanlı Devleti’nin teşkilat yapısında meydana gelen buhran ve dönüşüm, toplumsal ve siyasî yapıyı değiştirmeye başladığı gibi, iktisadî hayatı da etkilemiştir. Osmanlı klasik sistemi, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren, merkezde bulunan padişah ve devlet adamlarının ihtiyacı olan nakde, timar sistemine dayalı ekonomi ile cevap verememeye başlamıştır. Bu sorun özellikle iltizam sistemi ile çözülmek istenmiş ve devlet de XVII. yüzyıldan itibaren gelir kaynağı olan ticarî işletmelerini, mukataa şeklinde kiralamaya başlamıştır. Diğer taraftan, XVII. yüzyıldan önce olağanüstü hallerde toplanan avârız vergileri de olağan olarak yorumlanmaya başlayarak, nakit ihtiyacı giderilmeye çalışılmıştır53. Esnaf ve Zanaatkârlar: Gümülcine merkezde mevcut olan esnaf ve zanaatkârlar hakkında en ayrıntılı bilgilere, XV. yüzyılın sonunda ve 1570 yılında tutulan tahrir defterlerinde ulaşabiliyoruz. XV. yüzyılın sonunda Gümülcine merkezinde meslek erbablarının mahallelere göre dağılımları ve sayıları aşağıdaki gibidir54. Mahallenin Adı Cami-i Atik Divane Aydın bey Bergama Yenice Toğan Hacı Karagöz Tabakan Meslek Sahipleri Hayyât, Cüllâh Cüllâh (2), Hayyât, Aşçı, Arabacı, Kuyumcu Tabbak Bozacı, Çırak Keçeci, Hallac, Cüllâh Çerçi Üstâd, Neccar, Kasab Tabbak 52 Mehmet Öz, “Tahrir Defterlerinin Osmanlı Tarihi Araştırmalarında Kullanılması Hakkında Bazı Düşünceler”, VD, S. 22, Ankara 1991, s. 434. 53 Öz, “Tahrir Defterlerinin”, s. 429-436. 54 BOA, MAD-16148, s. 1-10. 96 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Aşçı Saray Şehreküstü Gebrân (Hıristiyanlar) Sabuncu, Aşçı Cüllâh Nalbant (3), Babuçcu, Cüllâh, Dellal Cüllâh TABLO-5: XV. Yüzyılın Sonunda Gümülcine’deki Meslek Sahipleri ve Mahalleleri. XV. yüzyılın sonunda Gümülcine merkezde 18 çeşit meslek dalı tespit edilmiştir. En fazla sayıda zanaatkârı bünyesinde bulunduran meslek dalı, bir çeşit bez ve sair mensucat dokuyucusu cüllâhlardan oluşmaktadır55. Aslı debbâğ olan tabbak, günümüzde terzi olarak bilinen hayyât ve hayvanlara nal çakan nalbant, sayıları itibariyle şehir merkezinde çoğunlukta olan meslek erbablarıdır. Diğer meslek erbabları arasında bulunan neccâr marangoz, çerçi ufak tefek eşyalar satan tuhafiyeci, üstâd56 ise muallim ya da sanatkâr olarak bilinmektedir. Tabloda görülen meslek sahipleri sadece bu mahallelerde yaşıyor görünmektedirler. Mesleklerini aynı mahallede icra edebilecekleri gibi, yaşadıkları mahalle haricinde de sürdürebilirler. 1570 yılına gelindiğinde nüfus artışına ve diğer iktisadî gelişmelere bağlı olarak meslek dalı sayısı 31’e yükselmiştir. Çoğunluktaki meslek erbabları ise, nalbant, sarrac ve terzi olarak görünmektedir. Ancak dikkat çeken en önemli meslek dalı sarraclıktır. XV. yüzyılın sonunda kayıtlı olmayan sarraclık, 1570 yılında şehirde ikisi Hıristiyan olmak üzere 4 zanaatkâr tarafından yapılmaktadır. Diğer taraftan ilk kez 1570 yılında şehirde kayıtlı gördüğümüz meslek dallarını, genellikle birer kişi icra etmektedir57. Gümülcine’deki nüfus artışı, iktisadî ve teknik gelişmeler, insanların ihtiyaçlarını farklılaştırmış ve halkın ihtiyaçları doğrultusunda meslek dalları da çoğalmıştır. Mahallenin Adı Meslekler İpekçi Hacı Çeltikçi, Sarrac, Tabbah Debbağan Yağcı Hacı Yavaş Celeb, Dellak, Hayyat, Kassab, Sarrac, Yağcı Hacı Karagöz Debbağ, Habbaz, Hayyat, Kazzaz (2) 55 Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996, s. 524. Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, s. 95. 57 TKGMA, TD-187, v. 110a-112b. 56 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 97 CENGİZ PARLAK Kadı Mescidi Babuçcu, Hammamî Hacı Hızır Sabunî Koca Nasuh Nalbant, Yağcı Delüoğlu (Velioğlu) Babuçcu, Dellal, Habbaz, Küreci Bağçalu Natır, Yağcı (3) Şehreküstü Çeltikçi (3), Nalbant (2), Yağcı Yenice Celeb, Debbağ, Terzi, Nalbant, Tabbah, Yağcı (3) Aşçı Mescidi Ferraş Bergamalu Çeltikçi Câmi’-i Atîk Çeltikçi (2), Dellal, Kilarî, Şem’dâr, Yağcı (2) Sabuncu Ali Hallac, Yağcı, İbrahim nâm-ı diğer Ürfane (Urfane) Boyacı, Yağcı (3) Gebrân-ı Nefs-i Gümülcine Başmakçı, Bostancı (2), Demirci, Terzi (2), Divarcı, Etmekçi (4), Keçeci, Kılıççı, Kiremitçi, Meyhaneci, Muytab, Sarrac (2) TABLO-6: 1570 Yılında Gümülcine’deki Meslek Sahipleri ve Mahalleleri. Tarım Ürünleri: Tarım ürünleri açısından çeşitlilik sunan Gümülcine kırsalında, buğday, arpa, yulaf, çavdar, darı, bakla, nohut, mercimek ve burçak gibi hububatların üretimi yapılmaktadır. Ayrıca pamuk, keten, tütün ve zeytin de üretilmektedir. Gümülcine bağ ve bahçelerinde ise, farklı türlerde sebze ve meyve yetiştirilmektedir. 1456 tarihli defterde ve XVI. yüzyılın ilk yarısı için tutulan 1519 ve 1530 tarihli defterlerde, Gümülcine merkez ve kırsalındaki tarımsal ürünler ve hayvancılık hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşamıyoruz. Ancak XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defteri ile 1570 tarihli mufassal tahrir defterindeki vergi geliri kayıtlarından, özellikle yetiştirilen hububat türleri, bazı meyve ve sebzeler ile hayvancılık hakkında bilgiler elde edebiliyoruz58. 58 Gümülcine köylerinden olan Değirmendere Köyünde iskân ve ekonomik yapı ile ilgili bir değerlendirme için Bkz. Turan Gökçe, “Osmanlı Döneminde Rodoplarda Türk İskânı: Değirmendere Köyü Örneği”, Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu-II (1315 Mayıs 2010) Bildiriler, I, Manisa 2010, s. 471-490. 98 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Yıl 1456 XV. Yüzyılın Sonu59 1530 1570 Köy Sayısı 54 Mezra Sayısı 2 37 4 97 99 11 8 TABLO-7: Gümülcine'ye Tâbi Köy ve Mezra Sayıları. Hububatlar arasında buğday (gendüm), köylerin çoğunda üretilen en önemli üründür. Her köyün buğdaydan sağlanan vergi geliri, elde edilen kilesine göre belirlenmiştir. Arpa (cev), genel olarak buğdaydan sonra kayıt altına alınmıştır. Ancak üretim açısından her köyde buğdaydan sonra en fazla üretime sahip olmadığı görülmektedir. Darı (erzen-dıhn), çavdar ve yulaf (alaf) hububatları da çoğu köyde üretimi yapılan ürünlerdendir. Aşağıdaki tablolarda devletin her bir üründen aldığı öşr bedeli üzerinden bir hesaplama yapılmış ve vergi olarak toplanan ürünlerin öşr kilelerinin 10 katı60, toplam üretimi göstermiştir. Kile ölçü birimi, bölgelere göre farklılık göstermesine karşılık, bir İstanbul kilesi 25,656 kg olarak kabul edilmektedir 61. Bu karşılık üzerinden, aşağıdaki tabloda Gümülcine merkez ve kırsalında üretilen hububatın kile ve kilogram cinsinden miktarını görmekteyiz. Hububat Buğday Arpa XV. Yüzyılın Sonunda62 Öşr Toplam Üretim 7.155 71.550 1.835.686 Kile Kile Kg 4.365 43.650 1.119.884 Öşr 13.648 Kile 9.729 1570 Yılında63 Toplam Üretim 136.480 3.501.530 Kile Kg 97.290 2.496.072 59 XV. yüzyılın sonunda tutulan bu defter, baştan ve sondan eksiktir. Bundan dolayı Gümülcine kırsalına ait mezra ve köylerin tamamı defterde bulunmamaktadır. Bkz. BOA, MAD-16148, s. 10-35. 60 XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterinde kanunnâme yoktur. Ancak 1570 tarihli tahrir defterinde “Kanûn-ı A‘şâr” hakkında bir açıklama vardır. Fakat öşr miktarı net olarak belirtilmemiştir. Bundan dolayı çalışmamızda hububatlar üzerinden alınan öşr miktarını 1/10 olarak kullanıyoruz. “Kanûn-ı A‘şâr-ı bağât ve hubûbât der vilâyet-i Gümülcine nefs-i Gümülcine bağlarından her dönüme altışar resm alınır ve kurâ bağlarından her dönüm dörder akçe resm alınır ve buğdaydan ve arpadan da ve bâkî hubûbâttan öşr ve salâriyye alınır ve penbeden öşr alınır ammâ salâriyye alınmaz. Yağlarından öşr alınan yerlerde yılda iki ay monopolye dutulur ve meyveden ve bostandan ve bağ-ı sebzevâttan öşr alınır salâriyye alınmaz”. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 103b. 61 Yılmaz Kurt, “Sis Sancağı (Kozan-Feke) Mufassal Tahrir Defteri Tanıtımı ve Değerlendirmesi II, Ekonomik Yapı”, OTAM, 2 (1991), s. 171. 62 BOA, MAD-16148, s. 10-35. 63 TKGMA, TD-187, v. 94a-145a. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 99 CENGİZ PARLAK Yulaf Çavdar Darı Kile 1.151 Kile 436 Kile 1.366 Kile Kile 11.510 Kile 4.360 Kile 13.660 Kile Kg 295.300 Kg 111.860 Kg 350.460 Kg Kile 3.229 Kile 24.86 Kile 5.003 Kile Kile 32.290 Kile 24.860 Kile 50.030 Kile Kg 828.432 Kg 637.808 Kg 1.283.569 Kg TABLO-8: Gümülcine Merkezinde ve Kırsalında Elde Edilen Hububat Miktarı. Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren başlayan nüfus artışı nedeniyle, artan hububat talebini karşılamak için, dönüm başına daha fazla verim alınan darı vb. tahılların ekimine ağırlık verilmiştir64. Bu durumu Gümülcine’de de görebilmekteyiz. Tabloya baktığımızda, Gümülcine merkez ve kırsalında yaklaşık 80-90 yıllık bir süre içerisinde hububat üretiminde önemli değişiklikler olmuştur. Buğdayın % 91, arpanın % 122, yulafın % 180, darının % 366 ve çavdarın % 470 oranında üretimi artmıştır. Nüfus artışı hububatların fiyatlarını da etkilemiştir. İncelediğimiz tahrir defterlerinde öşr olarak toplanan hububatların değerleri de kaydedilmiş olup, buna “tahrir kıymeti” denilmektedir. Ürünlerden aynî olarak alınan öşrün miktarı "müd" ve "kile" gibi ölçülerle verildikten sonra "tahrir kıymeti" olan nakdi karşılığı akçe olarak kaydedilmektedir 65. Böylece yaklaşık olarak bir kile ürünün kaç akçe olduğu hesaplanabilmiştir. Hububat Buğday Arpa Yulaf Çavdar Darı XV. Yüzyılın Sonunda Hububat Fiyatları (1 Kile) 5 akçe 3 akçe 2 akçe 3 akçe 4 akçe 1570 Yılında Hububat Fiyatları (1 Kile) Artış Oranı 10 akçe 4 akçe 3 akçe 4 akçe 4 akçe %100 % 33 % 50 % 33 - TABLO-9: XV-XVI. Yüzyıllarda Gümülcine’de Hububat Fiyatları. Gümülcine’de hububat haricinde üretilen diğer tarım ürünleri de bulunmaktadır. Tabi ki bu tarımsal ürünler, buğday, arpa, yulaf, çavdar ve darı gibi çok büyük miktarlarda değil, bazı köylerde az miktarda 64 65 Öz, “Klasik Dönemde Tarım”, s. 70. Lütfi Güçer, XVI ve XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s. 58-59; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, TTK Yayınları, Ankara 1989, s. 240. 100 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER üretilmektedirler. Bakla, nohut, börülce, mercimek ve burçak gibi ürünler bunlar arasındadır. XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterinde bu ürünlerden nohut 15, börülce 5 ve mercimek ise 2 köyde üretilmekte olup, ürünlerin üretim miktarları kayıt altına alınmamış, sadece vergi gelirleri belirtilmiştir66. Ancak 1570 yılında tutulan tahrir defterinde ise nohut 10 köyde toplam 665 kile, börülce 4 köyde 80 kile ve mercimek ise 7 köyde 125 kile üretilmiştir. Her bir ürünün alınan öşr miktarı üzerinden kile fiyatı ise, onar akçedir 67. Gümülcine kırsalında üretilen diğer ürünlerden pamuk (penbe) ve ketenin, Gümülcine pazarına geldiği ve üzerlerinden ne kadar bâc-ı pazar alındığı kanunla belirlenmiştir 68. XV. yüzyılın sonunda keten sadece iki köyde yetiştirilirken69, 1570 yılında üretim yapan köylerin sayısı artmıştır. XV. yüzyılın sonunda 27 köyde pamuk üretimi yapılmaktadır. Arucak Şahin ve Yardımlı köyleri biner akçe ile en yüksek penbe vergisi ödediklerinden, bunları en fazla pamuk üretimi yapan köyler olarak da düşünebiliriz70. 1570 yılında ise, 41 köyde pamuk yetiştirilmektedir. Arucak Şahin Köyü yine 880 akçe ile en yüksek penbe vergisini ödemekle birlikte, Yardımlı Köyünün önceki döneme göre ödediği vergi 130 akçeye düşmüştür71. Ancak köylerin üretim miktarlarını, sadece öşr bedeli kayıt altına alındığı için hesaplayamıyoruz. Bağ ve bahçelerden elde edilen ürünler ise, genel olarak öşr-i bağât ve öşr-i bostan adı altında gösterilmiş ve tek tek ürünlerin isimleri verilmemiştir. Gümülcine’nin gayrimüslim nüfusunun fazla olduğu köylerde, XV. yüzyılda bâc-ı hamr72 olarak, XVI. yüzyılda ise âdet-i monopolye73 ya da resm-i monopolye74 adı altında şarap vergisi alınmaktadır. XV. yüzyılın sonunda en yüksek şarap vergisi Mekri Köyünden, 1570 yılında ise İstoyan Köyünden alınmaktadır 75. Şarap vergisi, bu köylerde üzüm yetiştirildiğinin bir göstergesidir. Ayrıca bahçe ürünleri arasında yer alan armudun da, XV. yüzyılın sonunda Gümülcine’ye bağlı köylerin altısında yetiştirildiğini, emrud veya öşr-i emrud başlığı altındaki vergilerden anlıyoruz. Özellikle Çekirdeklü ve 66 BOA, MAD-16148, s. 10-35. TKGMA, TD-187, v. 94a-145a. 68 Kânûn-ı Bâc-ı Pazar-ı Gümülcine. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 103b. 69 BOA, MAD-16148, s. 12-14. 70 BOA, MAD-16148, ss. 23;29. 71 TKGMA, TD-187, v. 132b; 136a. 72 BOA, MAD-16148, s. 20. 73 TKGMA, TD-187, v. 105b-107a-107b. 74 TKGMA, TD-187, v. 106a. 75 BOA, MAD-16148, s. 20; TKGMA, TD-187, v. 106a. 67 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 101 CENGİZ PARLAK Mekri karyeleri armut yetiştiriciliği açısından önemlidir76. XVI. yüzyılda ise armut yetiştiriciliği Gümülcine’nin 10 köyünde sürdürülmektedir77. Bir başka dikkat çeken ürün ise cevizdir. XV. yüzyılın sonunda 12 köyde, 1570 yılında ise şehir merkezinin çevresinde ve 20 köyde ceviz yetiştirilmektedir 78. Bu ürünlerden başka, Bâc-ı Pazar Kanûnu’nda Gümülcine bağ ve bahçelerinde kavun, karpuz ve hıyar (salatalık) gibi ürünler yetiştirildiği ve pazara satılmak üzere dahi getirildiği görülmektedir 79. Devlet kontrolünde olan ve özellikle XVII. yüzyıldan itibaren yaygın bir şekilde tüketilmeye başlayan pirinç (çeltik)80, XV. ve XVI. yüzyıllarda Gümülcine’de bulunan Yaycı ve Balabanlu nehirleri üzerinde üretilmektedir. Bu nehirlerin çeltikçileri, Gümülcine’ye bağlı Yassı Köy, Kozlu ve Kızılca Bergos karyelerinde yaşamaktadırlar81. Fakat pirinç üretiminin miktarını belirleyemiyoruz. Gümülcine’nin ovaları verimli olduğu gibi, ormanlarında da meşe, çam, kayın vb. ağaçlar yetişmektedir. Bu ağaçlardan ısınmak için odun elde edilmekle birlikte, sanayide ve özellikle de gemi yapımında kullanılmak üzere kereste dahi üretilmektedir 82. Gemicilikte kullanılan bir başka ürün de urgandır. Gümülcine’de üretilen urganların tersanelere ulaştırılması konusunda Osmanlı yönetimi oldukça dikkat etmektedir83. Kayık ve gemi teknelerinin aralıklarını su geçirmemesi için doldurmak amacıyla kullanılan “üstüpü”nün üretiminin Gümülcine’de de yapıldığı görülmektedir 84. 76 BOA, MAD-16148, ss. 17, 18, 26m, 30, 34. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 125a-138b. 78 BOA, MAD-16148, s. 10-35; TKGMA, TD-187, v. 97a-138b. 79 TKGMA, TD-187, v. 103b. 80 Pirinç tarımı ayrıntılı sulama gerektirdiğinden, önemli miktarda sermaye ihtiyacı vardı. Ayrıca sel baskını olması halinde, ürün tamamen kaybedilebiliyordu. Üretim aşamasında, sulama işinden anlayan sakalara, kürekçi ya da rençber olarak bilinen çiftçilere ve bütün bu çalışanları idare edecek ustabaşı (reis) olan uzman kişilere ihtiyaç duyuluyordu. Bu nedenlerle pirinç tarımını sıradan köylüler yapmıyor, daha zengin yatırımcılar gerçekleştiriyor ve bunlara bağlı olarak da pirinç tüketimi zengin ve orta kesim arasında oluyordu. Bkz. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, Çeviren: Emine Sonnur Özcan, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2006, s. 69-70; aynı yazar, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Çeviren: Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s. 225-226. 81 MC-0.89, v. 27b; 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 17; TKGMA, TD187, v. 144a-145a. 82 TKGMA, TD-187, v. 103b. 83 İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Âmire, TTK Basımevi, Ankara 1992, s. 145. 84 Üstüpü, keten kenevir veya bozuk halat parçalarından üretilirdi. Bkz. Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilatı, s. 146. 77 102 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Gümülcine’nin kırsalı, Rodop dağlarından başlayıp, Ege Denizi’ne kadar uzanan bir alanı kapsadığından, topraklarında hububat, bağ ve bahçe mahsulleri yetişebilmektedir. Bu ürünler, yerel halkın ihtiyaçlarını karşıladığı gibi, fazlası ticarî ürün olarak Gümülcine pazarında satılmakta ve şehrin ticaret hayatına etki etmektedir. Hayvancılık: Rumeli toprakları hayvancılık açısından Osmanlı Devleti’nin en büyük üretim merkeziydi. Gümülcine toprakları da özellikle verimli ovaları ve dağlık arazileri sayesinde, küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinde iyi durumdaydı. Köylerin hepsi hayvanlarının sayılarına göre, resm-i ganem, resm-i ağnâm ya da âdet-i ağnâm ve resm-i ağıl ödüyorlardı. Gümülcine köylerinin çoğunda, köylülerden, arıcılığın yaygın olarak yapıldığını gösteren, öşr-i kevvâre (güvâre) vergisi tahsil edilmektedir. Öşr-i kevvâre, reayanın elinde bulunan arı kovanlarından, bazı yerlerde akçe olarak ya da bal olarak alınmaktadır. Gayr-i Müslim nüfusun fazla olduğu köylerde yetiştirilen domuzlardan, bid’ât-ı hanâzır (hınzır) vergisi ile gelir elde edilmekteydi85. Osmanlı toprakları dâhilinde hem tatlı hem de tuzlu sularda balıkçılık yapılmaktaydı. Ancak daha çok tatlı su balıkçılığı yaygındı86. Gümülcine’de ise her iki suda balıkçılık yapıldığı görülmektedir. XV. yüzyılın sonunda deniz kenarına yakın Habil Karyesi’nde tuzlu suda balıkçılık yapıldığını, Iğrıb der-kenâr-ı deryâ başlığı altında alınan 200 akçe vergiden anlıyoruz87. Yine XV. yüzyılın sonunda Yardımlı Karyesi’nin yakınındaki nehirde balıkçılık yapılmaktadır88. Ancak bu köylüler hakkında geniş bilgi yoktur. Gümülcine’nin Buri karyesi sınırları içerisinde bulunan gölde de balıkçılık yapılmaktaydı. Oldukça önemli bir gelir kaynağı olan balıkçılık, dalyanciyân cemaati tarafından icra edilmekteydi. Mukataa olarak gelir getiren dalyan ise, Sultan II. Murat Vakfına bağlıydı. Dalyanciyân cemaati vakfa bağlı olduklarından, resm-i kevvâre ve ispenç vergilerinden muaftılar89. Böylece sadece dalyanda çalışırlardı. Fenârih gölünde de balıkçılık yapılmaktaydı. Bu gölden alınan vergi ise, Gümülcine merkez gelirleri arasındadır90. Ancak buradaki dalyanciyân cemaati hakkında açıklama yoktur. Madenler: Şehrin önemli gelir kaynaklarından biri de madenlerdir. Özellikle Şap madeni açısından zengin olan Gümülcine’den, Avrupalı tüccarlar XVII. yüzyıla kadar bu madeni alıp, kumaş boyama işlemlerinde 85 BOA, MAD-16148, s. 10-35; TKGMA, TD-187, v. 94a-145a. Faroqhi, Osmanlı Şehirleri, s. 76. 87 BOA, MAD-16148, s. 26. 88 BOA, MAD-16148, s. 29. 89 TKGMA, TD-187, v. 94b. 90 TKGMA, TD-187, v. 113. 86 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 103 CENGİZ PARLAK kullanmışlardır91. Şap madeni Gümülcine’ye bağlı Maroniye (Marolye) Köyünün yakınlarında çıkarılmaktadır92. Şap madeninden başka, Osmanlı tebaasının zarurî ihtiyaçlarından olan tuz madeni üretimi ve dağıtımı, devlet kontrolünde oldukça geniş bir örgütlenme içerisinde yapılırdı. Ayrıca tuzlalar yüksek gelir getirdiklerinden, padişah haslarına veya üst derecede memurların dirliklerinin gelir kalemlerine kaydedilirlerdi93. H.885 / M. 1478-1479 yılında kıst olarak görülen Buri Gölündeki Gümülcine memlehası, ilk olarak H. 888 / M. 1483-1484 yılı içerisinde memleha mukataası şeklinde mukataa defterine kaydedilmiş olup, aynı yılda Karasu ve Hrişne memlehaları ile birlikte, Yahudi Şabatay bin Abraham’a üç seneliğine 1.200.000 akçeye kiralanmıştır94. XVI. yüzyılda Gümülcine memlehasındaki nemekçi cemaati, cizye ve ispenç gelirlerini Sultan II. Murat’ın vakfına ödemekteydiler. Buna mukabil avârız-ı divâniye vergisinden muaf tutulurlardı95. Vakıflar: Gümülcine şehrinde XV. yüzyıldan önce vakıfların kurulmaya başlandığı bilinmektedir96. Şehrin fatihi Gazi Evrenos Bey tarafından, fetihten kısa süre sonra kurulmuş olan imaret vakfı vardır. Ancak vakfın kayıtlarına en erken XV. yüzyılda ulaşabiliyoruz. Ayrıca Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın vakfiyesi de bulunamamıştır. Fakat 1456 tarihli tahrir 91 Mühimme Defteri 90, Sadeleştirme: Mertol Tulum, Hazırlayanlar: Nezihi Aykut, İdris Bostan, Feridun Emecen, Yusuf Halaçoğlu, Mehmet İpşirli, İsmet Miroğlu, Abdülkadir Özcan, İlhan Şahin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1993, s. 267-268; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, s. 682; Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1997, s. 227. 92 XV. ve XVI. yüzyıllarda şaphanenin işletmesi hakkında herhangi bir arşiv belgesi tespit edilememiştir. Ancak XVIII. yüzyılda şaphane mukataa olarak işletilmekte ve buradan elde edilen gelir Sultan I. Mahmut (1730-1754) devri sadrazamlarından Gazi (Hekimoğlu) Ali Paşa’nın İstanbul’da inşa ettirdiği Cami-i Şerif’in evkafına bağlanmıştır. Bkz. BOA, C.DRB-2272, 7 Zi’l-ka‘de sene 1147 ( 31 Mart 1735); BOA, C. İKTS-932, 4 Cemâziye’levvel sene 1158 (4 Haziran 1745). 93 Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, I, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2010, s. 243. 94 Gökbilgin, Vakıflar-Mülkler- Mukataalar, s. 151. 95 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11; TKGMA, TD-187, v. 94a-94b. 96 XV. ve XVI. yüzyıllarda kurulmuş olan Gümülcine vakıflarına dair en ayrıntılı bilgileri 1456 ve 1530 tarihli tahrir defterlerinde tespit edebiliyoruz. XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defteri eksik olduğu için, Gümülcine vakıflarıyla ilgili veriler bu defterde bulunmamaktadır. 1570 yılında tutulan tahrir defteri mufassal olmasına rağmen, şehirdeki vakıflar hakkında bilgi içermemektedir. Ancak 1519 tarihli tahrir defterinde ise Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın gelir kaynaklarına dair bazı bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca XV. ve XVI. yüzyıllarda kurulmuş olan Gümülcine vakıflarının, Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf Kayıtlar Arşivi’nde yapılan taramada da vakfiyelerine ulaşılamamıştır. Gümülcine Müftülüğü Arşivi’ndeki şeriyye sicilleri ise en erken XVII. yüzyıla kadar gitmektedir. Diğer taraftan Gümülcine Vakıflar İdaresi Arşivi’nden sadece bir vakfiye temin edilebilmiştir. 104 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER defteri97 aracılığıyla Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın gelir getiren gayrimenkulleri, zeminleri ve vakfa bağlı olan çiftlikler ve çiftliklerde bulunan kulları hakkındaki bilgileri tespit edebiliyoruz. 1456 tarihli tahrir defterinde Evrenos Bey Vakfı’ndan başka, Gümülcine’de kurulmuş olan diğer vakıfların da malî kayıtlarını bulabilmekteyiz. Bu deftere göre, Gümülcine’de 7 vakıf vardır. Bunların içinde bulunan Debbağlar Ahisi Vakfı’nın yanında hâric ez-defter98 ibaresi bulunmaktadır. Diğer vakıfların yanında bu ibare yoktur. Bu bilgiye dayanarak, Debbağlar Ahisi Vakfı’nın önceki tahrir defterinde kayıtlı olmadığını ve kalan altı vakfın ise kayıtlı olduklarını ve varlıklarını sürdürdüklerini söyleyebiliriz. Böylece 1456’dan önceki tahrir yılında şehirde en az altı vakfın var olduğu anlaşılır. Bütün bunlara ilaveten 1456 tarihli deftere kaydedilmemiş bir başka vakıf daha vardır ki bu da 1455 tarihli bir vakfiyeye göre, Ahi Ali (Mehmed oğlu Ali) adındaki kişiye ait olan medrese vakfıdır. Ayrıca Ahi Ali Vakfı’nın vakfiyesinde Börkçüler Zaviyesi’nden de söz edilmektedir99. Bu zaviyenin de bir vakfa sahip olduğunu XVI. yüzyılda tespit edebiliyoruz100. Böylece şehirde XV. yüzyıl içinde vakıf sayısı dokuza ulaşmaktadır. Bunlardan sadece Ahi Ali Vakfı’nın vakfiyesi bulunmakta olup, diğerlerinin vakfiyeleri günümüze ulaşmamıştır. XVI. yüzyıl içerisinde Gümülcine’de XV. yüzyıla göre daha fazla vakıf kurulmuştur. Özellikle yenilerin içinde cami, mescit, zaviye ve muallimhâne 97 MC-0.89, v. 18b-32a. Mezraa-i Ahiyan dağdadur, hâric ez-defter, derviş elindeymiş; Kilise-i Aynoroz ‘an nefs-i Kal’a-i Gümülcine, hâric ez-defter; Vakf-ı Debbağlar Ahisi, hâric ez-defter Bkz. MC-0.89, v. 20a-20b-30b; 1456 tarihli tahrir defterindeki hâric ez-defter terimi, XIV. yüzyılın son çeyreği içerisinde ya da XV. yüzyılın ilk çeyreğinde Gümülcine’nin demografik, toplumsal ve ekonomik yapısına dair bir tahrir kaydının var olduğunu göstermektedir. Ancak şu ana kadar bu defter ya da belgeye ulaşılamamıştır. Ayrıca hâric ez-defter terimi hakkında başka bir değerlendirme için Bkz. Feridun M. Emecen, “XVI. Asırda Balkanların Kuzeydoğu Kesiminde İskân Tipleri ve Özellikleri Hakkında Bazı Notlar”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989, TTK Yayınları, Ankara 1990, s. 547. 99 Gümülcine Vakıflar İdaresi Arşivi, Mehmet oğlu Ali Vakfiyesi, Muharrem 860 (Aralık 1455). 100 167 numaralı Rumeli Muhasebe Defterinin Başbakanlık Devlet Arşivleri tarafından yayınlanan baskısında, “Börkçüler” kelimesi, “Börekçiler” şeklinde transkrip edilmiştir. “Börk” ve “Börek” kelimelerinin Arap harfleri ile yazımı aynıdır. (Bkz. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13) Börk, Ahilere mahsus beyaz keçeden yapılan bir başlık olarak kabul edilmektedir. (Bkz. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, s. 243) Ahi Ali Vakfı’nın bu zaviyeyi XVI. yüzyıldan itibaren maddi olarak desteklemeye başladığı bilindiğinden, zaviyenin adının büyük olasılıkla “Börekçiler” değil de “Börkçüler” olması gerektiğini düşünüyoruz. 98 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 105 CENGİZ PARLAK vakıfları bulunmaktadır. XV. yüzyıldaki vakıflardan varlığını sürdürenlerin başında Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı gelmektedir. Süpüren Kassab, Konukçu ve Börkçüler zaviye vakıflarının da XVI. yüzyılda devam ettiklerini görmekteyiz101. Ahi Ali Vakfı’nın ve Postpûş Baba (Pûşî Pûşân) Zaviye Vakfı’nın, XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde kayıtları olmamasına rağmen, daha sonraki yüzyıllarda varlıklarını sürdürdüklerini tespit ettiğimiz için, bu yüzyıl içerisinde de var oldukları anlaşılmaktadır. Ancak Debbağlar Ahisi, Ahi Ahmed veled-i Ahi Balı Yunusî Tekkesi ve Sadreddin Tekkesi vakıflarının kayıtlarına, XVI. yüzyıl ve sonraki yüzyıllarda ulaşamadığımızdan onların devam etmediğini düşünüyoruz. Ulaşabildiğimiz arşiv kayıtlarına ve araştırma eserlere göre, XVI. yüzyılda ilk kez tespit edilen vakıflar arasında, 1 cami, 1 cami-medrese, 16 mescit, 1 medrese102, 4 zaviye, 4 muallimhâne ve 1 kilise vakfı bulunmaktadır. Böylece Gümülcine’de XVI. yüzyıl içerisinde, önceki yüzyıllarda kurulmuş ve varlığını sürdüren 6 vakıf ile birlikte toplamda 34 vakıf bulunmaktadır Sıra Vakfın Adı No 1 Evrenos Bey 2 Debbağlar Ahisi 3 4 Ahi Ali Ahi Ahmed veled-i Ahi Balı Yunusî 5 Sadreddin 6 Süpüren Kassab 7 Konukçu / Konukçu Şemseddin 8 Postpûş Baba (Pûşî Pûşân) Vakfın Türü Vakfın Mahallesi Zaviye Câmi-i Atik Esnaf Vakfı - Medrese - Tekke - Tekke - Zaviye - Zaviye - Zaviye Gümülcine yakınında Vakfın Kuruluş Tarihi XIV. yüzyıl XV. yüzyıl XV. yüzyıl XV. yüzyıl XV. yüzyıl XV. yüzyıl XV. yüzyıl XV. yüzyıl 101 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13-14. Osmanlı medreseleri hakkında yapılan bir çalışmada, (Bkz. Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, I, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2005, s. 236-237) H. 996 / M. 1586-1587 yılında Gümülcine’de Mustafa Bey Medresesi tespit edilmiştir. Ancak tarafımızdan bu medresenin vakıf kayıtlarına ulaşılamamıştır. Bununla birlikte diğer Osmanlı medreselerinin birer müstakil vakıflarının olduğunu düşünürsek, Mustafa Bey Medresesi’nin de bir vakfa sahip olduğunu söyleyebiliriz. 102 106 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER 9 Börkçüler 10 Câmi-i Şerîf/Câmi-i Atîk 11 Defterdar Ahmed Efendi 12 Dimitro Polid 13 Mustafa Bey 14 İmam Aşçı 15 İpekçi Hacı Hayreddin 16 Hacı Yavaş 17 Hacı Karagöz 18 Süpüren Mahmud 19 Delioğlu/Divâne Ali 20 Hacı Hayreddin 21 Bergamalı 22 Koca Nasuh 23 Bağçelü İlyas 24 Şehreküstü 25 Debbağan 26 Kadı Mescidi 27 Hacı Hızır 28 Yenice Mahalle 29 Süpüren 30 Kebkebir Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 Zaviye Cami Câmi-i Atik Câmi-i Atîk CamiMedrese - Kilise - Medrese - Mescit Aşçı Hasan Mescit Mescit Mescit İpekçi Hacı Hacı Yavaş Hacı Karagöz Mescit - Mescit Divâne Ali Mescit Hacı Hayreddin Mescit Bergama Mescit Koca Nasuh Mescit Bağçelü Mescit Şehreküstü Mescit Debbağan Mescit Kadı Mescit Hacı Hızır Mescit Yenice Mescit Yenice Muallimhâne - XV. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl 107 CENGİZ PARLAK 31 Hocazade 32 Binti Kemal 33 Hacı İskender 34 Ahi Evren 35 Ali Dede 36 Hacı Şemseddin 37 Kütüklü Hacı Baba Muallimhâne - Muallimhâne - Muallimhâne - Zaviye - Zaviye - Zaviye - Zaviye Gümülcine yakınında XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl XVI. yüzyıl TABLO-10: XV-XVI. Yüzyıllarda Gümülcine’deki Vakıflar. Gümülcine’nin fethinden sonra burada kurulmaya başlayan zaviye, tekke, mescit, cami, medrese, muallimhâne ve kilise vakıfları, şehrin fizikî yapısının oluşması ve değişmesinde dinî, kültürel ve eğitim-öğretim hizmetlerinin gerçekleşmesini sağladıkları gibi, toplumun ihtiyacı olan sağlık, dayanışma ve yardımlaşma hizmetlerini de icra etmişlerdir. Vakıfların bu hizmetlerini oluşturup sürdürebilmesi için gerekli olan unsurlar ise, gelir getiren gayrimenkul ve menkullerdir. Gayrimenkuller dükkân, han, hamam, mesken, değirmen, ziraî işletmeler gibi akarlardır. Menkul türünde ise en önemli gelir kaynağı, nukûd-ı mevkufe olarak da adlandırılan nakit paralardır. Gümülcine’de 1456 yılında vakıfların sahip oldukları imalathâneler ve ticarethâneler arasında 64 dükkân vardır. Bu dükkânlardan vakıfların elde ettiği yıllık gelir 2.350 akçedir. Ayrıca vakıfların sahip olduğu 9 değirmen bulunmakta olup, buradan sağladıkları gelirler tahrir defterine kaydedilmemiştir. Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın sahip olduğu handan (kervansaray) elde ettiği yıllık gelir ise 1.000 akçedir. Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı ayrıca şehirde bir hamama sahiptir. Hamamdan vakfa yıllık 8.555 akçe gelir gelmektedir. Bir başka hamam sahibi olan vakıf ise, Konukçu Zaviyesi Vakfı’dır. Ancak, Yenice’de bulunan hamamın geliri defterde kayıtlı değildir 103. Gümülcine vakıfları 1456 tarihli tahrir defterine göre, imalathâneler ve ticarethânelerden tespit edebildiğimiz kadarıyla 11.905 akçe yıllık gelir elde etmektedirler. 103 MC-0.89, v. 30b-31b. 108 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER 1456 tarihli tahrir defterine göre104 vakıfların gelirleri arasında ziraî işletmeler oran itibariyle önem arz etmektedir. Gümülcine vakıflarının en dikkat çeken ziraî işletmesinin bu dönemde “bağ” olduğu görülmekle birlikte, çiftlikler, tarlalar ve bahçeler de vakıflar tarafından işletilmektedir. Vakıflar arasında bu işletme türlerinden hepsine birden sahip olanı yoktur. Her bir vakıf farklı ziraî işletmeleri elinde bulundurmaktadır. 1456 yılında vakıfların sahip oldukları ziraî işletmeler 64 dönüm ve 8 adet bağ, iki bahçe, 14 tarla, üç çiftlik ve bir bostandır. Ancak bu ziraî işletmelerden Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın sahip olduğu 45 dönüm bağ, bir bostan ve bir çiftlikten elde edilen toplam 3.210 akçelik yıllık gelir tespit edilebilmiştir. Diğer vakıfların ziraî işletmelerden sağladıkları gelirler tahrir defterinde kayıtlı değildir. Fakat geliri tespit edilemeyen ziraî işletmelerin yıllık gelirlerinin toplamı, Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın ziraî işletmelerden elde ettiği gelirden daha düşük olmalıdır. Çünkü toplam ziraî işletmeler içinde en büyük miktara Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı sahiptir. Vakıfların bir diğer gelir getiren gayrimenkulleri ise, sahip oldukları zeminlerdir. Arsa, tarla, bağ, bahçe gibi gayrimenkullerden oluşan bu mülklerin bütün sahiplik hakkı vakfa aittir. Vakıf bu mülklerini kiraya verebilir ve kiralayan kişi ya da kişiler mülklerin üzerinde bina yapabilecekleri gibi, mahsul veren ziraî ürünleri de yetiştirebilirler. Vakıf, sahip olduğu zeminin üzerindeki bina ve diğer ürünlerin sahibi olmadığı gibi, gelirlerinden de istifade edemez. Sadece kiracıdan zeminin yıllık kirasını alır. 1456 tarihli tahrir defterinde vakıfların gelir getiren gayrimenkulleri arasında zeminler de bulunmaktadır. Üç vakıf toplam beş zeminden gelir elde etmektedir. Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın üzerinde ziraat yapılan Köstemir adlı zemininden elde edilen gelir defterde kayıtlı değildir 105. Konukçu Şemseddin Zaviyesi Vakfı’nın zemin-i konukçu yeri olarak kayıt altına alınan zeminden yıllık geliri 155 akçedir. Süpüren Kassab Zaviyesi Vakfı ise türü bilinmeyen 3 adet zeminden 15 akçe yıllık gelir sağlamaktadır106. XVI. yüzyılda vakıfların sahip oldukları ticarethânelerin sayıları artmaya başlamıştır. 1530 tarihli tahrir defterine göre107 Gümülcine’deki vakıfların sahip oldukları ticarethâneler arasında 183 dükkân ve 10 meyhâne bulunmaktadır108. 183 dükkânın 31 adedi Yenice-i Karasu’da bulunmaktadır. 104 MC-0.89, v. 30b-31b. MC-0.89, v. 30b. 106 MC-0.89, v. 31a-31b. 107 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11-17. 108 Üç vakfın sahip olduğu dükkânların sayıları açıkça belirtilmemiş ve sadece “dekâkin” ifadesiyle defterde kayıt altına alınmıştır. Bundan dolayı bu üç vakfın dükkânlarını toplam 105 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 109 CENGİZ PARLAK Böylece Gümülcine’de 152 vakıf dükkânı vardır. 1530 tarihli tahrir defterinde vakıfların dükkânlardan elde ettiği gelirin hesaplanmasında bazı sorunlar vardır. Çünkü bazı vakıf dükkânlarının gelirleri, diğer gelir getiren gayrimenkul ve nakit gelirleriyle birlikte toplu olarak yazıldığı için, 12 vakfın dükkânlardan ne kadar gelir elde ettiği belirlenememiştir. Yine de tespit ettiklerimize göre, Gümülcine ve Yenice-i Karasu’daki 170 adet dükkândan toplam yıllık 11.533 akçe gelir elde edilmiştir. Ayrıca bu rakama Börkçüler Zaviyesi Vakfı’nın sayısı belli olmadığı için “dekâkin” şeklinde defterde kayıtlı dükkânlarının yıllık 1.200 akçe olan gelirlerini de eklersek, toplam 12.733 akçelik bir gelirden söz edebiliriz. Böylece 1530’da şehirdeki vakıf dükkânların yıllık gelirleri, 1456’ya göre % 638 oranında artış göstermiştir. Bu artış şehirdeki ticaret hacminin büyüdüğünü de göstermektedir. Fakat dükkân sayısındaki ve gelirlerdeki artış oranı, ticaret hacminin de aynı oranda büyüdüğüne işaret etmez. 1530 yılında vakıfların sahip olduğu diğer ticarethâneler ise hamam ve kervansaraylardır. Gümülcine’de aynı yılda 2 kervansaray ve 2 hamam bulunmaktadır. Kervansaraylardan biri Hacı Karagöz Mescidi Vakfı’na ait olup, vakfa yıllık 400 akçe gelir sağlamaktadır. Diğer kervansaray ve iki hamama ise, Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı sahiptir109. Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’na ait kervansaray 1456 yılında gelir getirmekte olduğu halde, 1530’da harap olup geliri belirtilmemiştir. 1456 yılında şehirde bir hamam sahibi olan Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı, halkın ve şehre gelenlerin artan ihtiyaçları doğrultusunda bir hamam daha inşa ettirerek sahip olduğu hamam sayısını ikiye yükseltmiştir. Ancak vakıf, 1456’da tek hamamdan sağladığı gelirin neredeyse yarısına yakın olan 4.243 akçeyi, 1530’da ancak iki hamamdan elde etmektedir. 1530 tarihli tahrir defterine göre Gümülcine’de vakıfların sahibi olduğu imalâthâneler arasında 4 değirmen bulunmaktadır. Börkçüler Zaviyesi Vakfı’nın Akpınar Köyü’nde 3 göz 1 bâb yıllık geliri 1.300 akçe olan bir değirmeni bulunurken, yine aynı köyde yıllık geliri 15 akçe olan 1 bâb bir değirmeni daha vardır 110. Ahi Evren Zaviyesi’nin de 3 göz 1 bâb ve yıllık 150 akçe geliri olan bir değirmeni bulunmaktadır111. Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın sahip olduğu değirmenin ise geliri defterde kayıtlı değildir112. Üç değirmenden vakıflar toplamda 1.465 akçe yıllık gelir elde etmektedirler. dükkân sayısına dâhil edemiyoruz. Bk. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 16. 109 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13-15. 110 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13. 111 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14. 112 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13. 110 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER 1530 tarihli tahrir defterine göre ziraî işletmeler grubunda 4 dönüm, 4 adet ve birçok kıtadan oluşan bağ, 4 dönüm bahçe, 2 çiftlik ve bir bostan vakıfların gayrimenkulleri arasındadır. 1530 tarihli tahrir defterinde bazı vakıfların ziraî işletmelerinden elde ettikleri gelirler diğer gelirleri ile birlikte toplam şeklinde kaydedilmiştir. Bundan dolayı bütün vakıfların toplam ziraî işletmelerden sağladıkları gelirleri tam olarak tespit edemiyoruz. Ancak tespit edebildiğimiz kadarıyla, vakıfların ziraî işletmelerden yıllık gelirleri 1530 yılında toplam 13.440 akçedir113. 1530 yılında vakıfların sahip oldukları zeminlerin toplam adedi ise 25’tir. Vakıfların zeminlerden elde ettiği toplam yıllık gelir 2.691 akçedir114. 1456 tarihli tahrir defterine göre nakit para sahibi olmayan Gümülcine vakıfları, 1530 tarihli tahrir defterine göre sahip oldukları nakit paralardan da bir kâr elde etmektedirler. Defterde vakfedilen paralar nakdiyye şeklinde kayıtlı olup, bu paralardan elde edilen kazanç ise ‘an rıbh-ı nakdiyye olarak yazılmıştır. Bu paralar, şehirdeki mescit, cami ve muallimhâne hizmetlilerinin ücretleri ve mekânların tamir ve bakımı gibi amaçlarla vakfedilmiştir. 1530 yılında 18 hayrî vakfın sahip oldukları nakit paralardan kazanç sağladıkları görülmektedir. Bunlardan Süpüren Mahmud Mescidi Vakfı, sadece nakit para üzerinden gelir elde etmektedir. Ancak bu mescidin ne kadar nakit paraya sahip olduğu kayıtlı değildir. Sadece kazancı yazılmıştır. Fakat diğer vakıflar arasında, nakit paraları ve bunlar üzerinden ne kadar kazanç sağladıkları bilinenler de bulunmaktadır. Hacı Yavaş Mescidi Vakfı’nın nakit olarak 10.000 akçesi bulunmakla birlikte, buradan gelen yıllık kazanç 1.000 akçe olup, kazancın oranı % 10’dur. Hacı Karagöz Mescidi Vakfı da 8.822 akçe nakde sahip olup, yaklaşık % 10,2 kâr oranı üzerinden yılda 900 akçe kazanç sağlamaktadır115. Diğer taraftan Câmi-i Şerîf (Câmi-i Atîk) Vakfı’na da değişik miktarlarda nakit para vakfedilmiştir. Farklı kişiler tarafından vakfedilen nakdin tutarı 14.450 akçe ve kazancı 1.445 akçe olup, vakıf görüldüğü üzere nakitlerden yıllık % 10 kazanç sağlamaktadır. Camiye vakfedilen nakit paralar arasında en yüksek meblağ 9.320 akçe olup, en düşük meblağ ise 300 akçedir116. Nakit miktarı bilinmeyen, ancak kazancı yıllık 190 akçe117 olarak kayıtlı olan Süpüren Mahmud Mescidi Vakfı’nın da, yukarıdaki örneklere 113 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11-17. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11-17. 115 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 15. 116 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14-15. 117 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 15. 114 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 111 CENGİZ PARLAK dayanarak, % 10 rıbh (kâr-kazanç) aldığını düşünerek, yaklaşık 1.900 akçe nakde sahip olduğunu söyleyebiliriz. Diğer 14 vakfın ise, nakit para kazancı ve gayrimenkul gelirleri tek bir başlık altında defterde kayıtlı olup, sahip oldukları nakit miktarları net olarak tespit edilememiştir. Ancak yine de bu vakıfların sadece nakit miktarlarının büyük bir meblağ tuttuğu düşünülebilir. Çünkü aralarında yüksek miktarda geliri olanlar bulunmaktadır 118. XVI. yüzyılın ilk yarısında Gümülcine’deki vakıflar sahip oldukları nakit paraları kredi olarak kullandırdıklarında, yıllık yaklaşık olarak % 10 kazanç sağlamışlardır. Bu kazanç oranı, Osmanlı Devleti’nin genelinde görülen yıllık kazanç oranıyla119 paralellik arz etmektedir. 1530 yılında 28 vakıftan 18’si (% 64) nakit para gelirine sahiptir. Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyıldan itibaren vakıfların nakit paralardan 118 1530 yılında Gümülcine merkezdeki 16 mescit vakfının 15’inin sahip oldukları nakit paralardan bir rıbh (kâr) elde ettikleri görülmektedir. Ancak 1530 yılında Serez merkezde 17 mescit vakfının sadece üçü, (Bkz. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 74-79) Selanik merkezde bulunan 20 mescit vakfının 6’sı (Bkz. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 105-106) diğer gelirleri haricinde sahip olduğu nakit paradan da bir kâr elde etmektedir. Diğer taraftan Anadolu’da önemli bir şehir olan Adana’nın 1547 yılında merkezinde bulunan 19 mescit vakfından 9’u, diğer gelirleri haricinde sahip olduğu nakit paradan da kâr elde etmektedir. (Bkz. Yılmaz Kurt- M. Akif Erdoğru, Çukurova Tarihinin Kaynakları IV Adana Evkaf Defteri, TTK Yayınları, Ankara 2000, s. 28-34.) 1530 yılında Gümülcine’deki mescit vakıflarının % 94’ü, Serez’deki mescit vakıflarının % 18’si, Selanik’teki mescit vakıflarının % 30’u ve 1547’de Adana’daki mescit vakıflarının % 47’si nakit paralardan gelir elde etmektedirler. Gümülcine’de mescit vakıfları arasında nakit paradan gelir elde etme oranının bu kadar yüksek olması, şehirdeki ticarî gayrimenkullerin Gümülcine mescit vakıflarına fazla kira geliri sağlamamasıyla bağlantılı olabilir. Bu açıdan mescit vakıflarının ticarethâne gelirleri ve nakit para kârlarını incelediğimizde; Hacı Yavaş Mescidi Vakfı 14 dükkândan yıllık 500 akçe kira geliri sağlarken, 10.000 akçelik nakit parasından yıllık 1.000 akçe kâr elde etmektedir. Hacı Karagöz Mescidi Vakfı 18 dükkânından yıllık 1.200 akçe gelir elde etmesine rağmen, 8.822 akçe nakit parasından yıllık 900 akçe kâr sağlamaktadır. Diğer taraftan tespitlerimize göre 1530 yılında Gümülcine’de büyük miktarda nakit para sahibi olan bir vakıf yoktur. Bundan dolayı Gümülcine ahalisinin ortaya çıkan nakit ihtiyacı, mescit vakıflarını nakit paradan gelir elde etmeye yönlendirmiş olabilir. 1530 yılında Selanik’te Hasan Bey Vakfı 100.000 akçe tutarında bir nakit para sahibidir. (Bkz. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 105) Selanik ahalisinin nakit ihtiyacının karşılanmasında Hasan Bey Vakfı’nın etkili olduğu söylenebilir. Ancak 1530’da Serez’de ve 1547’de Adana’da yüksek miktarda nakit para sahibi olan vakıf yoktur. Serez ve Adana ahalisinin nakit ihtiyacının karşılanmasında bu şehirlerde nakit para sahibi olan vakıfların ihtiyacı karşıladığı ya da bu iki şehrin ahalilerinin nakit ihtiyacının fazla olmadığı düşünülebilir. 119 Yapılan bir araştırmaya göre, XVI. ve XVII. yüzyıllarda vakıflar nakit paralarını, yıllık % 10-15 arasındaki bir kâr karşılığında kredi olarak halka kullandırmaktadırlar. Bkz. Ömer Lütfi Barkan, "Edirne Askerî Kassam'ına Âit Tereke Defterleri (1545-1659)", Belgeler, III/5-6, Ankara 1968, s. 36. 112 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER gelir elde etmeye başladıkları ve nukûd vakıflarının da sayısının artmaya başladığı bilinmektedir. Devletin sınırları içinde yaşanan bu değişim Gümülcine şehrinde de etkisini göstermiştir. Sadece nukûd vakıfları değil, hayrî vakıflar da sahip oldukları nakit para üzerinden gelir etmeye başlamışlar ve vakfın çıkarları doğrultusunda bu paraları halka kredi şeklinde vermişlerdir. Hayrî vakıflar nakit paralarını, sadece vakıflarının hizmetlerini devam ettirmek amacıyla gelir getiren kredi şeklinde işletmişlerdir. Kazançları da bunu göstermekte olup, devletin kanunlar120 çerçevesinde belirlediği oranda bir kâr (rıbh) elde etmektedirler. Gümülcine vakıflarının gelir kaynakları XV. ve XVI. yüzyıllarda bu şekildedir. Vakıflar bu gelirlerinin büyük bir kısmını, görevlilerinin ücretlerini ödemek için kullanmaktadırlar. Gümülcine’de XV. ve XVI. yüzyıllarda kurulmuş vakıfların görevli sayıları hakkında net bilgiler vermek oldukça zordur. Ayrıca bazı vakıf görevlileri birden fazla vazifede görevli oldukları gibi, bazılarının da iki ya da üç vakıftan ücret aldıkları bilinmektedir. Görevlilerin ücretlerini ayrı ayrı yüzyıllara göre tespit etmek, çok zor olabilmektedir. 1530 tarihli tahrir defterinde121 Câmi-i Şerîf (Câmi-i Atîk) Vakfı’nın görevlileri için yıllık ödenen ücretler kayıtlıdır. Buna göre camide hatip olan kişinin maaşı için vakfın yıllık harcaması 1.835 akçedir. Hatip günlük olarak 5 akçe almaktadır. İmam için yıllık 1.160 akçe ödeyen vakıf, müezzin için yine yıllık 453 akçe gider kaydetmiştir. Böylece imamın günlüğü 3 akçeye denk gelirken, müezzin ise 1,2 akçe kazanmaktadır. Vakfın câbi için ayırdığı yıllık ücret 180 akçe olup, günlük karşılığı nim akçe tabir edilen yarım akçedir. Kayyımın ise yıllık geliri 40 akçedir. Ayrıca mu‘arrif olarak görev yapan kişinin ücretinin de 2 bâb dükkânın geliri olduğu belirtilmesine rağmen, vakfın dükkânlardan elde ettiği gelir kayıtlı olmadığından, mu‘arrifin geliri tam olarak bilinmemektedir. Aynı defterde 122 bir diğer ibadethâne olan Hacı Yavaş Mescidi Vakfı’nın, imam ve müezzine ödediği ücret kayıtlıdır. İmam yıllık 850 akçe, müezzin ise yıllık 650 akçe ücret almaktadır. İmamın günlüğü yaklaşık 2,5 akçeye tekabül ederken, müezzinin ki ise, 1,7 akçeye denk gelmektedir. 1530 yılında imamların ve müezzinlerin yıllık gelirleri bu şekilde iken, Hacı Karagöz Mescidi Vakfı’nın kervansarayı yıllık 400 akçeye kiralanmaktadır. Ayrıca şehirdeki vakıf dükkânlarının yıllık kira gelirleri ise, 35 ila 100 akçe arasında değişmektedir 123. Bu verilere göre; imamların ve müezzinlerin yıllık alım 120 Kanunnamelerde ve fetvalarda vakıfların nakit paralar üzerinden alacakları kâr (rıbh) belirlenmiştir. Bkz. Tahsin Özcan Osmanlı Para Vakıfları, Kanûnî Dönemi Üsküdar Örneği, TTK Yayınları, Ankara 2003, s. 59-60. 121 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14-15. 122 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 15. 123 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14-16. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 113 CENGİZ PARLAK gücü oldukça yüksek görünmektedir. Fakat bazı vakıf görevlilerinin alım gücü, imam ve müezzine göre düşüktür. Her iki ibadethânenin imam ve müezzinlerine ödedikleri ücretlerin yaklaşık olarak birbirine yakın olduğunu anlıyoruz. 1530 tarihli bu defterdeki ibadethâne vakıfları arasında en yüksek gelire sahip olan Câmi-i Şerîf (Câmi-i Atîk) Vakfı’dır. Hacı Yavaş Mescidi ise 1.500 akçe olan geliri ile dördüncü sıradadır124. Diğer ibadethâne vakıflarının gelirleri çok yüksek olmadığından imam ve müezzinlerine daha düşük ücretler verebileceklerini düşünebiliriz. Diğer vakıfların görevlilerine ödedikleri ücretler defterde kayıtlı olmadığından net bir değerlendirme yapamıyoruz. XVI. yüzyıl için başka arşiv kaynaklarında Gümülcine vakıf görevlilerinin ücretleri hakkında veri tespit edemedik. Vakıf kurumunun tarım, ticaret ve sanayi alanlarındaki faaliyetleri, şehirlerin ekonomik hayatına katkı sağlamaktadır. Vakıflar birer yatırım aracı olarak gördükleri imalâthâne ve ticarethâneleri inşa ettirip ya da satın alıp, bunların hizmet vermesini sağlarken, hayır amacıyla yaptıkları ibadethâne, mektep, medrese, kütüphâne, çeşme, köprü vb. yapılarla da şehirde hem istihdam hem de üretim açısından bir katma değer ortaya çıkarmaktadırlar. Böylece vakıflar, şehir ve şehre bağlı kırsaldaki ahaliden ve başka yerlerden gelen tüccar ve seyyahlardan elde ettikleri gelirleri, hizmetleri doğrultusunda yine onlar için gider olarak harcamaktadırlar. Ortaya çıkan bu gelir-gider ilişkisi, şehir, kasaba ve kazaların iktisadî yapıları içinde önemli bir yer tutmaktadır. Osmanlı Devleti’nin toplam gelir ve giderlerine dair çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalara göre XVI. yüzyılın başlarında devletin tüm kamu gelirleri arasında bazı vakıfların toprak ve emlak üzerinden gelir payları % 12 olarak hesaplanmıştır125. 1530-1540 yıllarında yapılan tahrir kayıtlarında Anadolu eyaletinde vakıfların sahip olduğu gelirler, devletin toplam gelirlerinin %17’si iken, Rumeli’de bu oran % 5,4’tür126. Ancak bu oran içerisine vakıfların bina, para ve diğer gelir kaynakları dâhil değildir. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise iltizam ve özel mülkleşme eğilimlerinin güçlenmesi neticesinde vakıf gelirleri de artmıştır127. 124 Bkz. Tablo-12. Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, Osmanlı Devlet Arşivleri Üzerinde Tetkikler-Makaleler, I, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Özdeğer, İstanbul 2000, s. 616; Ömer Lütfi Barkan, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat Hareketleri”, Belleten, XXXIV/136, Ankara 1970, s. 601. 126 Barkan, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, II, s. 999. 127 Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, s. 203. 125 114 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Yukarıdaki % 12’lik oran, Gümülcine için tespit edilen vakıf gelirlerinin oranıyla kıyas edilemez. Çünkü Gümülcine şehir merkezinin XV. ve XVI. yüzyıllar için vakıf gelirlerinin vergi gelirlerine oranı hesaplanırken, şehirde kurulan vakıfların nerdeyse bütün gelirleri görülebilmekte ve oran, Osmanlı Devleti genelinden yüksek çıkmaktadır. 1456 tarihli icmâl tahrir defterinde128 şehrin merkez vergi gelirleri 34.721 akçe olup, Gümülcine’de kurulmuş vakıfların bu defterdeki toplam gelirleri 16.039 akçedir129. Vakıfların gelirleri yaklaşık olarak vergi gelirlerinin % 46’sına karşılık gelmektedir. Ancak burada şu unutulmamalıdır ki deftere kaydedilmemiş başka vakıflar da vardır. Bunlardan sadece ikisini tespit etmemize rağmen, kayıt altına alınmayanların da gelirleri olduğunu düşünürsek, % 46’lık oran artacaktır. Vakfın Adı Evrenos Bey Zaviyesi Sadreddin Tekkesi Süpüren Kassab Zaviyesi Ahi Ahmed veled-i Ahi Balı Yunusî Tekkesi Konukçu Şemseddin Zaviyesi Debbağlar Ahisi Postpûş Baba (Pûşî Pûşân) Zaviyesi Toplam Gelir (akçe) 14.555 435 365 355 229 100 Miktarı bilinmiyor 16.039 TABLO-11: 1456 Yılında Gümülcine'deki Vakıfların Yıllık Gelirleri. 1530 tarihli muhasebe defterinde130 ise şehrin merkez vergi gelirleri 69.365 akçedir. Aynı defterde Gümülcine’de kurulmuş vakıfların toplam gelirleri 61.605 akçe olup131, vergi gelirlerinin % 89’una tekabül etmektedir. 1530 tarihli muhasebe defteri vakıfların durumunu ve gelirlerini yansıtması bakımından, 1456 tarihli icmâl tahrir defterinden daha net bilgiler vermektedir. Buna rağmen 1530 tarihli defterde bazı vakıfların da kayıtlı olmadıkları görülmektedir. 1455 tarihli Ahi Ali Vakfı daha sonraki yüzyıllarda varlığını sürdürmesine rağmen, 1530 tarihli defterde yoktur. Ancak yine de defter vakıfların büyük bir kısmını içermektedir. 128 MC-0.89, v. 18b. Bkz. Tablo-11 130 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7. 131 Bkz. Tablo-12 129 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 115 CENGİZ PARLAK Vakfın Adı Evrenos Bey Zaviyesi Câmi-i Şerîf Börkçüler Zaviyesi Hacı Karagöz Mescidi Bergamalı Mescidi Hacı Yavaş Mescidi Kadı Mescidi Debbağan Mescidi Konukçu Şemseddin Zaviyesi Hacı İskender Muallimhânesi Kebkebir Muallimhânesi Hacı Hızır Mescidi Bağçeli İlyas Mescidi Hocazâde Muallimhânesi Binti Kemal Muallimhânesi Yenice Mahalle Mescidi İmam Aşçı Mescidi Koca Nasuh Mescidi Delioğlu Mescidi Süpüren Mescidi Ahi Evren Zaviyesi Hacı Şemseddin Zaviyesi İpekçi Hacı Hayreddin Süpüren Kassab Zaviyesi Süpüren Mahmud Mescidi Şehreküstü Mescidi Hacı Hayreddin Mescidi Dimitro Polid Kilisesi Toplam Gelir (akçe) 35.381 3.448 3.351 2.800 1.725 1.500 1.385 1.343 1.217 1.200 1.150 1.100 850 720 560 550 467 460 455 309 300 300 300 239 190 160 145 Miktarı bilinmiyor 61.605 TABLO-12: 1530 Yılında Gümülcine'deki Vakıfların Yıllık Gelirleri. Defterlerdeki verileri karşılaştırdığımızda, 1456 tarihli defterde vakıfların gelirleri, vergi gelirlerinin çok altındadır. 1530 yılında ise vergi gelirlerine yakın bir vakıf geliri olduğu görülmektedir. Gümülcine’de dinî, kültürel ve sosyal hizmetlerin vakıflar tarafından karşılanması aşamasında vakıfların malî yapıları, 1530 yılında 1456 yılına göre daha iyi durumdadır. Sonuç: Gümülcine, nüfusu, üretim alanları, ticaret merkezi, siyasî ve idari yapısıyla, Batı Trakya’da Osmanlı Devleti’ne vergi geliri sağlayan küçük bir yerleşim yeridir. Fethedildikten sonra gelişmeye başlayan 116 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Gümülcine, XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ticaret hacmini büyütmüş ve buna bağlı olarak da vergi gelirlerini arttırmaya başlamıştır. XVI. yüzyılın ilk yarısında da iktisadî açıdan büyüyen şehir, yüzyılın son çeyreğinde küçük bir daralma yaşamıştır. XV. ve XVI. yüzyıllar içerisinde Gümülcine nüfusunda, kesin olmamakla birlikte, savaşlar, göçler, bulaşıcı hastalıklar ve doğal afetler nedeniyle aşağı ve yukarı yönlü değişimler yaşanmıştır. Nüfusun azalıp artması, tarım ürünlerinin ve şehrin küçük sanayisi için gerekli olan hammaddelerin üretim miktarını ve fiyatlarını etkilemiştir. Çoğunlukla köylerde farklı miktarlarda üretilen buğday, arpa ve diğer hububatlar, şehir ahalisinin temel gıda ihtiyacını karşılamaktadır. Şehir ahalisinin et ihtiyacı ise, kırsalda yetişen hayvanların Gümülcine pazarında ve çarşısında satılmasıyla çözülmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu hayvanlardan elde edilen deriler, debbağ, saraç ve ayakkabıcı (babuççu) gibi deri işi ile ilgilenen esnafın hammaddesidir. Hayvanlardan sağlanan yün ise, cüllâh, hallaç ve keçeci gibi meslek erbabları için hammadde niteliğindedir. Kırsalda yetiştirilen ağaç ve kereste gibi orman ürünleri, şehir ahalisinin kışın ısınmasını sağladığı gibi, marangozlar tarafından da hammadde olarak kullanılmaktadır. Gümülcine kırsalında yaşayan insanlar, şehir ahalisinin yiyecek, giyecek ve barınma gibi temel gereksinimlerinin karşılanması aşamasında yetiştirici ve üretici konumundadırlar. Diğer taraftan şehirdeki esnaf ve zanaatkârlar büyük oranda kırsaldan gelecek hammaddelerin miktarına bağlı olarak üretimlerini belirleyip, ticarî faaliyetlerini sürdürebilmektedirler. Görüldüğü üzere Gümülcine kırsal ahalisi yetiştirdiği tarım, orman ve hayvan ürünleri ve de çıkardığı madenler ile şehir merkezindeki imalâthânelerde kullanılan birçok hammaddeyi sağlamakta ve buradaki ticaretin sürdürülebilirliği açısından en önemli temeli oluşturmaktadır. Gümülcine vakıfları ise, sahip oldukları dükkânları, imalâthâneleri, ticarethâneleri ve ziraî işletmeleri kiraya vererek ve nakit paraları da kâr amacıyla işleterek, XV. ve XVI. yüzyıllarda üretime, ticarî hayata ve istihdama önemli katkılar sağlamışlardır. KAYNAKÇA Arşiv Kaynakları 1. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Cevdet Tasnifi (C.). Darbhane (C. DRB.). Nr. 2272. İktisat (C. İKTS.) Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 117 CENGİZ PARLAK Nr. 932. Maliyeden Müdevver Defterler Tasnifi (MAD). Nr. 16148. Tahrir Defterleri (TD). Nr.70. 2. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim Atatürk Kitaplığı (TAK) Muallim Cevdet Yazmaları (MC). Nr. 089. 3.Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, (TKGMA) Tahrir Defteri (TD) Nr. 187. 4. Gümülcine Vakıflar İdaresi Arşivi. Mehmet oğlu Ali Vakfiyesi. Araştırma ve İnceleme Eserler 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rûm-İli Defteri (937/1530), I, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2003. Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, II, 1453-1559, Barış Yayınları, Ankara 1999. Âşık Mehmed, Menâzırü’l-Avâlim (Tahlil-Metin), III, Hazırlayan: Mahmut Ak, TTK Yayınları, Ankara 2007. Baltacı, Cahid, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, I, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2005. Barkan, Ömer Lütfi, "Edirne Askerî Kassam'ına Âit Tereke Defterleri (1545-1659)", Belgeler, III/5-6, Ankara 1968, s. 1-479. Barkan, Ömer Lütfi, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat Hareketleri”, Belleten, XXXIV/136, Ankara 1970, s. 557-607. Barkan, Ömer Lütfi, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, Osmanlı Devlet Arşivleri Üzerinde Tetkikler-Makaleler, I-II, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Özdeğer, İstanbul 2000. Bertrandon De La Broquiére’in Deniz Aşırı Seyahati, Editör: Ch. Schefer, Çeviren: İlhan Arda, Sunuş: Semavi Eyice, Eren Yayınları, İstanbul 2000. Belon, Piérre, Les Observations de Plusieurs Singularitez et Choses Memorables, Trouvees en Grece, Afie, Iudée, Egypte, Arabie & Autres Pays Eftranges, Redigées en Trois Liures, Paris 1588. Bostan, İdris, Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Âmire, TTK Basımevi, Ankara 1992. Çalı, Ayşegül, “Akıncı Beyi Evrenos Bey’e Ait Mülknâme” OTAM, 20, Ankara 2006, s. 59-79. Çalı, Ayşegül, Gazi Evrenos Bey, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı (Ortaçağ Tarihi), Ankara 2011, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). 118 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER Darkot, Besim, “Serez”, İA, X, İstanbul 1978, s. 516-518. Emecen, Feridun M., XVI. Asırda Manisa Kazâsı, TTK Yayınları, Ankara 1989. Emecen, Feridun M., “XVI. Asırda Balkanların Kuzeydoğu Kesiminde İskân Tipleri ve Özellikleri Hakkında Bazı Notlar”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989, TTK Yayınları, Ankara 1990, s. 543-550. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, Hazırlayanlar: S. Ali. Kahraman- Yücel Dağlı, Robert Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005. Faroqhi, Suraiya, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, Çeviren: Emine Sonnur Özcan, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2006. Faroqhi, Suraiya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Çeviren: Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998. Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2003. Gökbilgin, M. Tayyib, XV. ve XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, VakıflarMülkler- Mukataalar, İşaret Yayınları, İstanbul 2007. Gökçe, Turan, “Osmanlı Nüfus ve İskân Tarihi Kaynaklarından Mufassal-İcmâl Avârız Defterleri ve 1701-1709 Tarihli Gümülcine Kazâsı Örnekleri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XX/1, İzmir 2005, s. 71-34. Gökçe, Turan, “Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine Bazı Tespitler (XV-XIX. Yüzyıllar)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XX/2, İzmir 2005, s. 79-112. Gökçe, Turan, “Osmanlı Döneminde Rodoplarda Türk İskânı: Değirmendere Köyü Örneği”, Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu-II (13-15 Mayıs 2010) Bildiriler, I, Manisa 2010, s. 471-490. Güçer, Lütfi, XVI ve XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964. Hamid Vehbi, Meşâhir-i İslam, C. II, İstanbul 1301. İnalcık, Halil, Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, I, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2010. İnalcık, Halil, Osmanlılar (Fütühat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler), Timaş Yayınları, İstanbul 2010. Jorga, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, I, Çeviri: Nilüfer Epçeli, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2005. Kiel, Machiel, “Gümülcine”, DİA, XIV, İstanbul 1996, s. 268-270. Kılıç, Ayşegül, “Guzât Vakıflarına Bir Örnek: Gümülcine’de Gazi Evrenos Bey Vakfı”, Balkanlarda Osmanlı Vakıfları ve Eserleri Uluslararası Sempozyumu, İstanbul-Edirne 9-10-11 Mayıs 2012, Ankara 2012, s. 259-276. Kurt, Yılmaz, “Sis Sancağı (Kozan-Feke) Mufassal Tahrir Defteri Tanıtımı ve Değerlendirmesi II, Ekonomik Yapı”, OTAM, 2 (1991), s. 151-199. Kurt, Yılmaz - Erdoğru, M. Akif, Çukurova Tarihinin Kaynakları IV Adana Evkaf Defteri, TTK Yayınları, Ankara 2000. Liakopoulos, Georgios C., The Ottoman Conquest of Thrace Aspects of Historical Geography, The Institute of Economics And Social Sciences of Bilkent University, In Partial Fulfillment of the Requirements for the Degree of Master of Arts in History, Ankara 2002. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 119 CENGİZ PARLAK Lowry, Heath W., Osmanlıların Ayak İzlerinde, Kuzey Yunanistan’da Mukaddes Mekânlar ve Mimarî Eserleri Arayış Yolculukları, Türkçesi: Hakan&Şebnem Girginer, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009. Mühimme Defteri 90, Sadeleştirme: Mertol Tulum, Hazırlayanlar: Nezihi Aykut, İdris Bostan, Feridun Emecen, Yusuf Halaçoğlu, Mehmet İpşirli, İsmet Miroğlu, Abdülkadir Özcan, İlhan Şahin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1993. Öz, Mehmet, “Tahrir Defterlerinin Osmanlı Tarihi Araştırmalarında Kullanılması Hakkında Bazı Düşünceler”, VD, S. 22, Ankara 1991, s. 429-439. Öz, Mehmet, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım”, Osmanlı, 3, Ankara 1999, s. 6673. Özcan, Tahsin, Osmanlı Para Vakıfları, Kanûnî Dönemi Üsküdar Örneği, TTK Yayınları, Ankara 2003. Özünlü, Emine Erdoğan, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Kentlerinin Ekonomik Nitelikleri Üzerine Bir Karşılaştırma Denemesi”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt 18, No: 1, Ocak 2010, s. 257-270. Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1983. Sahillioğlu, Halil, “1524-1525 Osmanlı Bütçesi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, XL, S. 1-4, İstanbul 1985, s. 415-449. Redhouse Türkçe/Osmanlıca-İngilizce Sözlük, Sev Matbaacılık, İstanbul 1999. Selâtîn-i ‘İzâm Hazretleri Tarafından El-Hac Gazi Evrenos Bey’e İ‘tâ Buyurulan Ferâmîn-i Âliye Sûretleri, Sabah Matbaası, ty., s. 2-16. Sezgin, İbrahim “Osmanlıların Rumeli’ye Geçişi ve İlk Fetihler”, Osmanlı, I, Ankara 1999, s. 212-216. Soulis, George Christos, The Serbs and Byzantium During the Reign of Tsar Stephen Dusan (1331-1355) and his Successors, Washington 1984. Şemseddin Sâmi, Kâmûsü’l-A’lâm, V, İstanbul 1314. Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996. Tabakoğlu, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1997. Büyük Türkçe Sözlük; http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts Uzunçarşılı, İ. Hakkı, “Evrenos”, İA, IV, İstanbul 1978, s. 415-418. Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, II, TTK Yayınları, Ankara 1994. Vacalopoulos, Α. Ε., History of Macedonia 1354-1833, Translated by Peter Megann, Institute for Balkan Studies, Thessaloniki 1973. 120 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEI VE TÜRKİYE SEYAHATNAMESİ Gürhan KIRİLEN ÖZ: Mançu yönetimi, Afyon Savaşı’ndan (1840) itibaren ülke topraklarındaki egemenliğini, dış tehditler ve iç isyanlarla paylaşmaya zorlanmıştır. Afyon Savaşı mağlubiyetini, 1861 yılında başkent Pekin’in işgal edildiği II. Afyon Savaşı izlemiş, sonraki kırk yıl boyunca ise Mançu yönetimi kan kaybetmeye devam etmiştir. Bu dönemde, ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış sorunlar, düşünce camiasını harekete geçirmiş ve çözüm önerileri vadeden çalışmalar ortaya çıkmıştır. Ancak reformcu ve yenilikçi bir görünüm arz eden bu çalışmaların çoğunluğu, saray ve çevresi tarafından dikkate alınmamış, 1898 yılındaki “Yüz Gün Reformları’na” kadar uygulanma şansı bulamamıştır. 1894 Japonya yenilgisinden sonra ortaya çıkan siyasi belirsizlik sırasında, Kang Youwei’in başını çektiği yenilikçi aydınlar, altmış yıllık geçmişi olan bu birikimi siyasi arenaya taşıma şansını yakalamışlardır. Fakat adından da anlaşılacağı üzere, sadece üç ay (Yüz Gün) kadar yürürlükte kalan reform hamlesi, daha meyvelerini veremeden lağvedilmiş ve hareketin önderleri “kaçmak” ve “idam edilmek” arasında seçim yapmak zorunda kalmışlardır. Kang Youwei bu süreçte yurt dışına çıkmış ve uzun süre yurt dışında kalmıştır. 1908 yılı Temmuz ayında İstanbul’a gelen Kang Youwei burada edindiği izlenimleri “Türkiye Seyahatnamesi” adıyla kaleme almıştır. Anahtar Kelimeler: Mançu Hanedanlığı, Reform, Kang Youwei, II. Meşrutiyet. KANG YOUWEI AS REFORMIST FIGURE AND HIS TRAVELOUGE ON TURKEY ABSTRACT: From the Opium War (1840), the Manchu administration forced to share her reign with foreign Powers and internal rebellions. Following the Opium War, Second Opium War brought the Occupation of Beijing in 1861 and in the foregoing years Manchurian Dynasty had continued to lose her power for the next forty years. During this period, internal and external problems in the country had mobilized thinking community and the solution studies emerged. However, none of these attempts considered seriously by the palace and surrounding and they had not implemented until the “Hundred Days Reforms” in 1898. After the defeat of Japan (1894), during the political uncertainty, Kang Youwei and his reformist clique achieved a chance to bring their program into practice. However, as its name suggests, the reform movement only prevailed three months (hundred days), but the movement was abolished, its leaders forced to choose between “to escape” and “to be executed”. In this period, Kang Youwei fled abroad, stayed abroad long time. Kang Youwei, coming to Istanbul in July1908, wrote his “Travelogue on Turkey” on the basis of his impressions in Istanbul. Keywords: Manchu Dynasty, Hundred days reforms, Kang Youwei, Second constitutional era. Giriş: Kang Youwei (1858–1927), Mançu Hanedanı’nın son dönemlerinde siyasi arenada adından en çok söz ettiren liderlerden biridir. Arş. Gör. Dr. Gürhan Kırilen, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, [email protected]. GÜRHAN KIRİLEN 1898 reform hareketinin fikir babası olduğu gibi reformların hayata geçirilmesinde de imparatorun sorumlu bakanlığını yapmıştır. 1 Kısa süren reform hamlesinin bir darbeyle feshedilmesinden sonra ülkesinden ayrılmış ve yurt dışında sürgün hayatı yaşamıştır. Uzun yıllar Amerika’da ve Avrupa’da kalan Kang Youwei, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde İstanbul’a gelmiş ve eski bir reformcu olarak Osmanlı’nın başkentinde yaşanan olaylara tanıklık etmiştir. 1908 yılının yaz aylarında tanık olduğu olaylar ve gözlemlerini Türkiye Seyahatnamesi adlı bir çalışmada bir araya getirmiştir. Çin’de “Buren” adlı dergide yayınlanan seyahatname Çin halkının Türkiye hakkındaki bilgi ve intibaının oluşumda çok önemli bir yer tutmaktadır. Bir monarşist olan Kang Youwei’in hem edebi hem de yansız tasviri anlatımları iki kadim ülkenin pek çok alandaki kültürel benzerliklerine ve kader ortaklığına göndermeler barındırmaktadır.2 Başlangıç tarihine atıfla Wuxu Reformları (1898) adıyla da bilinen bu hareket Çin’in II. Afyon Savaşı (1856–1860) sonrasında başlayan modernleşme çabaları içinde o zamana kadarki en planlı ve en kapsamlı yönetsel yapılanma denemesidir. Hareketin başında yer alan Kang Youwei, Guangdong Eyaleti’nin Nanhai 3 bölgesinden varlıklı bir zadegân ailesinde doğmuştur ve sıkı bir klasik eğitimin ardından Metin Eleştirileri4 geleneğinin açık görüşlü düşünürleri üzerine çalışmıştır.5 1879 yılında Hongkong’da ve 1 Kang Youwei, memuriyet sınavlarına birkaç kez katılmış ancak sarayda görevlendirilebileceği dereceyi alamamıştır. Bu yüzden reformlar sırasında ataması saray dışından gerçekleştirilmişti. Bu da iki yüz küsur yıllık Mançu bürokrasisinde bir istisna oluşturmuştur. 2 Uzun süredir üzerinde çalıştığımız bu yazının yayınlanma aşamasında, Doç. Dr. Giray Fidan tarafından ele alınan aynı konu “Çin’den Görünen Osmanlı: Kang Youwei’in Türk Seyahatnamesi” adıyla bir kitap olarak yayınlanmıştır. Elinizdeki bu yazı Kang Youwei’in reformculuğunu, tarihselliği içerisinde ele alarak seyahatnameyi metin içinden alıntılarla değerlendirmektedir. Konunun tarihsel arka planı, Mançu Dönemi’nde siyasetin yaşadığı eksen değişimini de göstermekte. Bu çerçevede Kang Youwei’in Çin’de oluşumuna önemli katkı sağladığı “Türkiye algısı” anlam kazanmaktadır. Giray Fidan’ın 2013 tarihli çalışması seyahatnamenin tamamının çevirisidir bu bakımdan çok önemlidir. Fidan, Giray, Çinden Görünen Osmanlı: Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi. Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013. 3 Geldiği yeri belirten “Kang Nanhai” mahlası da bu alanla ilgili yazında yaygın olarak görülmektedir. 4 Mirasını sahiplendiği düşünce akımları hakkında Bknz. Kırilen, Gürhan, Çin’de 19. Yüzyılda Reform: Zongli Yamen’ın Kuruluşu, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Wei Yuan’in ansiklopedik çalışması ve görüşleri hk. Bknz. a.g.t., s. 50–66. 5 Chesneaux, Jean, Popular Movements & Secret Societies in China 1840–1950. Stanford University Pres, California 1976, p. 313. 122 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ daha sonra Shanghai’da, Jiangnan Tophanesi’nin6 ve Guang Xuehui’nin batı dillerinden Çinceye tercüme ettiği çeşitli teorik ve teknik çalışmalarla tanışmıştır. 1888 yılında, sınava yeniden katılmak için gittiği Pekin’de yönetime ilişkin görüşlerini içeren ilk önergesini saraya sunar.7 1885 yılında Fransa ile girişilen savaşın eleştirisi de olan bu önergesinde Kang Youwei, ülkede idari ve siyasi yapılanmanın gözden geçirilmesinin gerekliliğini vurgularken, ülke yönetiminin halkla paylaşılması fikrini ilk defa ortaya koyar.8 Kang Youwei 1888 yılında katıldığı memuriyet sınavından üç yıl sonra, memleketi Guangdong’da bir okul açar. 9 Burada Konfuçyüsçü değerlerin yeni yorumlarıyla batılı fikirleri bir arada öğretmeye başlar. Konfuçyüsçülüğün özü bakımından değişime açık ve her çağa uyum gösterebilen bir doktrin olduğunu düşünen Kang Youwei, Güncel Metin Akımı’nın Wei Yuan, Gong Zizhen gibi öncü fikir adamlarının bıraktığı mirası geliştirmiştir. Bu düşünce akımı özü itibariyle kültürel değişimin ve siyasi reformların gerekliliği üzerine vurgu yapmaktadır.10 Ancak “değişim” 6 Jiangnan Tophane İdaresi’nden çıkan batı eserlerinin toplu tercümeleri “astronomi, jeoloji, coğrafya, kimya, biyoloji, dışında siyaset ve ekonomi gibi sosyal bilimlerin çeşitli çalışmalarını kapsıyordu. İrili ufaklı yaklaşık 3000 çalışma bu kurum tarafından tercüme edilmişti. 7 Bu önergenin hükümdarın bilgisine sunulmadığı bilinmektedir. Ancak Pekin’de yönetici çevrede ve entelektüeller arasına konu edilmiştir Dönemin Hazine Bakanı’na ulaştığı ancak teamüller yüzünden ve metnin içeriği bakımından reddedildiği bilinmektedir. Daha sonra, reform sırasında Weng Tonghe 翁同龢 adlı bu bakan ile birlikte çalışacaktır. Chesneaux a.g.e., s. 313. Wen Tonghe yönetime bağlı bir bakan olmasına karşın donanmaya ayrılan bütçeyi saray inşaatında kullandığı için Hükümdar Guangxu tarafından görevden alınmıştır. 8 Başarılı olması halinde bu hareketin anayasal bir harekete dönüşüp dönüşmeyeceği de tartışmalıdır. Zira “yenileşme” şiarıyla yola çıkan Kang Youwei’in girişimleri daha etkinlik kazanmadan lağvedilmiştir. Anayasal sistemin olası gelişimi konusunda Kang Youwei, “mutlak monarşiden” “meşrutiyete” ve en nihayet “anayasal temsili” bir sisteme doğru dönüşümü savunurken, yakın çalışma arkadaşı Liang Qichao “önceleri toplumun ve bireylerin gelişiminin elzem olduğunu” vurgulayarak, anayasal sistemi bir kişisel ve toplumsal eğitim sorununda düşünmektedir. İlerleyen yıllarda ise bu durum tam tersine döner, Liang Qichao, anayasal monarşi-cumhuriyet ve nihayet sosyalizm doğrultusunda çok ilginç bir fikri dönüşüm gösterirken Kang Youwei monarşiye olan inancından ayrılmamıştır. 9 Liang, Qichao 梁启超, Liang Qichao Zuopin Jingxuan 梁启超作品精选 (Liang Qichao Seçme Yazılar). Changjiang Wenyi Chubanshe, 2005. s. 17. 10 Metin Eleştirileri’nin kaynağında, İlkbahar-Sonbahar adlı klasik kitabın Gong Yang Açıklaması’na ilişkin bir tartışma yatmaktadır. Bu düşünce, Çin siyaset geleneğinin temel metinlerinden olan bu eserin özel anlamına 小意 değil, genel anlamına 大意 bakmanın doğru olacağını, böyle yapıldığında tarihin, günü anlamada ve sorunlara çözümler getirmede yararlı olacağını ileri sürmektedir. Wei Yuan’de bu düşünce “değişim” üzerinde belirginleşir ve “san tong 三統” ya da “san zheng 三政” olarak da bilinen “Üç Çağ” fikriyle Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 123 GÜRHAN KIRİLEN kavramının somut bir içeriğe sahip olması Kang Youwei’in reform hareketinde gerçekleşebilmiştir. 1894 yılı Çin’in siyasi ve yönetsel tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çin, Japonya ile giriştiği savaştan yenik çıkar ve Ma Guan Antlaşması (Shimoneski) ile Tayvan üzerindeki haklarını ve Mançurya’da büyük bir toprak parçasını kaybeder.11 Kore üzerindeki nüfuzunun sarsılması ve çok büyük bir tazminat da eklenir. Daha da önemli olan, tarih boyunca Çinli yöneticilerin “cüce yağmacılar (wokou)” adıyla andıkları Japonların, Çin’i mağlup etmiş olmalarının utancıdır. Memleketin içine düştüğü bu utançtan nasıl kurtarılacağı konusu saray içinden ve dışından bütün entelektüellerin başlıca sorunu haline gelir. 12 Toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren bu ‘haysiyet meselesi’, Japonya’ya karşı kaybedilen savaşla birlikte iyice su yüzüne çıkmış olsa da, hali hazırda gelenekçiler ve reformcular arasındaki çekişmeler, sarayın içinde bulunduğu atıl durumunun temel sebebidir. Bu çekişmeler siyasi iradenin reform için harekete geçmesinin önünde engel oluşturmuştur. 13 II. Afyon Savaşından itibaren iktidarı fiilen elinde tutan “batıcı hareket”14 dahi geleneksel işleyişin dışına çıkmak yönünde adım atmak yerine mevcut durumu korumak için çaba harcamıştır. Bu süreçte yönetim, muhafazakârların eleştirilerine göğüs germenin yanında kendi cahillikleriyle de boğuşmaktadır. Saray, ancak yüzyılın sonunda, kendi içinden geliştiremediği programı saray dışından bir aydının yardımıyla uygulamaya taşıyabilmiştir. örneklendirilir. Buna göre Xia 夏, Shang 商 ve Zhou 周 hanedanlıkları birbirinden tamamen farklı yapılara sahiptir ve bu üç hanedanın her birinin yılın farklı mevsimlerini yeni yıl başlangıcı, gün içinde farklı zamanları gün başlangıcı olarak kabul etmesinden hareketle her hanedanın kendine özgü “iktidar ve yönetim”e sahip olduğu fikri öne çıkartılmıştır. Wei Yuan, Kang Youwei’den 50 yıl kadar önce Mançu yönetiminin kendi özgün koşulları olduğunu ve zamana artık ayak uydurmanın kaçınılmaz olduğunu göstermiştir. 11 Liang, a.g.e., s. 17. 12 Ding, Weizhi 丁伟志, Dongxi Tiyong Zhijian 中西体用之间 (Doğu ile Batı: Öz ve İşlev Arasında). Zhongguo Sheke Xueyuan Chubanshe, Pekin 1997. p. 174. 13 1864 yılında kurulması için çaba harcanan gözlem evi ve matematik enstitüsü, yurt dışında eğitim aldıktan sonra ülkeye dönen gençlerin hangi bakanlıklarda görev alacağı gibi konular üzerine süren uzun tartışmalar bu duruma örnek gösterilebilir. 14 Hanedan üyesi Yi Xin’in başını çektiği “batıcılar 洋 务 派 ”, bildiğimiz anlamda batıcı değildirler. Zira II. Afyon Savaşı sonrasındaki zoraki reformlar saray ve çevresinde düşünce eksenini değiştirecek oranda etkili olamamıştır. Bu süreçte, Dışişleri Dairesi, Tercüme Dairesi ve astronomi ve matematik okulları yanında (batıya göre) eski teknolojilerin kullanıldığı tophane ve tersaneler açılmıştır. Geri döndüklerinde istihdam edilmeseler de, yurt dışına öğrenciler gönderilmiş ve yabancı ülkelerle düzenli diplomatik ilişkiler (zorla da olsa) başlatılmıştır. Fakat “batıcılar” da dış dünya ile ancak muhafazakâr kesim kadar ilgilenmişlerdir. 124 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ Kang Youwei15 ve Liang Qichao’nun16 önderlik ettiği yenilikçi aydınlar, Japonya yenilgisinin yarattığı şaşkınlıktan da yararlanarak kendi fikirlerini yönetim nezdinde ifade ve uygulama imkânı bulmuşlardır. Fakat o dönemde Çin’in yönetsel sorunları düşünülenden daha büyüktür zira Mançu yönetimi yaklaşık 40 yıldır batı ile ilişki içinde olmasına karşın modern devlet yönetimi hakkında yalnızca belirli bir kanıya ve dağınık bir bilgi birikimine sahiptir. Dönemin açık fikirli idarecileri, bir yandan tutucu klikle, diğer yandan kendi bilgisizlikleriyle mücadele etmek gibi iki büyük sorunla başa çıkma zorunluluğu içindedir.17 Bu süreçte Çin, fikri zeminde yeryüzündeki konumunu henüz tam olarak tanımlayamamış görünmektedir. Kang Youwei reform öncesinde saraya sunduğu önergelerin hemen hemen tamamında ısrarla bu konu üzerine eğilmektedir.18 Ona göre Çin, dünya üzerindeki diğer ülkeler gibi bir ülkedir ve bu ülkeler arasında geri kalmış bir ülkedir; “Yeryüzünde karalar sekiz yüz bin li’dir, ülkeler elli kadardır ve Çin de bunların arasında yer alır”. 19 Saraya sunduğu beşinci önergesinde Kang Youwei, eskiden beri yönetim çevresine hâkim olan, ‘Çin’in üstün ülke 15 Genel olarak Kang Youwei’in yenilikçi fikirlerinin başlıca kaynağı, Hongkong merkezli Guangxue Hui Birliğinin çalışmalarıyla yayınlanan Wanguo Gongbao (Uluslararası Haber Gazetesi) idi. Guang Xue Hui’nin üyeleri arasına dönemin diplomatlarından çeşitli alanlardaki uzmanlara, doktorlara, misyonerlere ve teknisyenlere kadar çeşitli meslek gruplarından yabancılar vardı. Bu süreli yayın özellikle 1893–97 yılları arasında Çin’de yaygın şekilde okunmaya başlanmıştı ancak Kang Youwei 1883 yılından başlayarak dergiyi sürekli takip etmişti. Hsiao, K. C., Modern China and a New World: Kang Youwei, Reformer and Utopian, 1858–1927. University of Washington Pres, Seattle - London 1968. s. 39 vd. 16 Liang Qichao, öncesi ve sonrasıyla reform sürecinin içinde bizzat bulunan genç bir aydındır. Adı her zaman Kang Youwei ile birlikte anılan Liang Qichao, geleneksel siyaset geleneğinden gelen Kang Youwei gibi bir reformcudur ve o da Kang Youwei gibi meşruti monarşiden yana tavır koymuştur. Ancak başarısız olan siyasi çıkışlarından sonra bu iki aydın bir siyasi fırsat daha bulamamışlardır. Nitekim 1898 yılından on yıl kadar sonra, Çin’e iki yüz elli yıl boyunca hâkim olan Mançu hanedanı yıkılmış ve bir daha monarşiden söz dahi edilmemiştir. 1911 yılında Çin’de Asya’nın ilk cumhuriyeti kurulurken Liang Qichao bu kez geleneksel değerlerden yana tavır alan Yuan Shikai hükümetinde görev almıştır. Onun gözünde reformun dört örneği vardır: bunlar kendi reformunu yaratan Japonya, kendi gücünü batının emrine koşan Türkiye (i.e. Osmanlı; Mısır ve Kore de bu guruba dâhildir), bir ülkeye bağlanarak değişimini onun ellerine bırakan Hindistan (Burma ve Vietnam’da böyledir) ve bölünerek değiştirilen Polonya. Bu dördü arasında tek anlamlı seçenek kendi isteği ve iradesi yönünde reformlar yapan Japonya’dır. Diğerleri ona göre reformdan sayılmaz. Çünkü milli irade için “hayır ile şer; atmak ve [yerine yenisini] koymak arasındaki eşikte belirginleşmektedir” Liang, a.g.e., s. 11. Kendi kaderini belirleyemeyen bir ülkenin egemenlik hakkından söz edilemez. 17 Ding, a.g.e., s. 21. 18 Liang, a.g.e., s. 42. 19 Ding, a.g.e., s. 180; Liang, a.g.e., s. 21. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 125 GÜRHAN KIRİLEN olduğu inancını’, “cehaletin peşinde [herkes] sağır olmuş, bütün ülke kör olmuş” sözleriyle özetlemektedir.20 Afyon Savaşı (1840) ve Yüz Gün Reformları (1898) arasında Çin, düşünsel bakımdan dünyayı tanımaya ve yeryüzünde kendi gerçek konumunu anlamaya çalışmıştır. Altmış yıl boyunca devam eden bu düşünsel dönüşüm süreci, Çin’in yeryüzündeki konumunu yeniden tanımladığı Güncel Metin Akımı’yla başlamıştır. Daha sonra denenen reform ve yenilenme hareketlerinin temelinde başta Wei Yuan (1794–1857) olmak üzere bu akımın düşünürlerinin fikirleri yer almaktadır. Hükümdar Tongzhi yönetiminin ikinci yılında, 1862’de kurulan Dışişleri İdaresi Zongli Yamen bünyesinde açılan Tong Wen Guan Tercüme Dairesi ilk defa Wei Yuan’in çalışmalarında gündeme getirilmiştir. Aynı şekilde matematik ve astronomi gibi bilimlerde okullar açılmasını istemesinin yanında, devletin işadamlarıyla ortak yatırımları, banka, devlet tahvilleri gibi konular da ilk kez onun gibi Güncel Metin Akımı içinde yer alan düşünürler tarafından dile getirilmiş fikirlerdir.21 Kang Youwei bu birikimi miras almıştır. Kang Youwei (1858–1927), Güncel Metin Akımının siyasi değişim üzerine oluşturduğu duruşu geliştirerek sistemli hale getirmiş ve bunu geleneksel değer ve düşünceleri reddetmeden gerçekleştirmeye çalışmıştır. Konfuçyüs’ün çağına göre cesur bir yenilikçi olduğunu öne süren Kang Youwei, “Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs” gibi eserleriyle dönemin entelektüel çevresinde adından söz ettirmeyi başarır.22 Kendisi, Konfuçyüs’ü bir reformcu olarak tanımlarken, savlarını kendisinden önceki açık görüşlü düşünürler gibi Üç Çağ söylemi’ne dayandırır.23 Büyük Birlik adlarıyla da 20 21 Liang, a.g.e., s. 24. Çin’de Yakın Çağ’da değişim, düşünce dünyasında Güncel Yazın Akımı ile başlatılmaktadır. Wei Yuan’in Gong Zizhen’a devrettiği; oradan Batıcı Hareket’e (Yangwu Pai 洋務派) aktarılan, 1898 Reformlarında Meşruti bir yönetim denemesiyle Kang Youwei ve Liang Qichao’un fikirlerinde yeniden canlanan, Yeni Yazın’nın ortaya çıkması 新學 ve ardından Sun Yatsen (Sun Zhongshan) 1911 Devrimi-Cumhuriyetin ilanı ve en nihayet 4 Mayıs 1919 Hareketi’ne uzanan sürecin tamamındaki ortaklık batıya ilgi duyuşlarıdır. Bu uzun süreç batıyı anlama ve tercüme etme sürecidir. Sürecin başlangıcı hk. Bknz. Kırilen a.g.t., s. 50–66. 22 “Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs 孔子改制考 (1897)”, “Büyük Birlik 大同书 (1885)” ve “Yeni Eğitimde Klasik Metinlerin Yanlışları Üzerine 新学伪经考 (1891)” Kang Youwei’in başlıca yapıtlarıdır. Bu eserleri ilerleyen yıllarda kıymet görecektir. Başkent çevresinde sesini duyuran çalışmalarıysa öncelikle saraya sunduğu önergelerdir. Fikirleri ve girişkenliği yüzünden önceleri “deli” olarak yaftalanmıştır. Liang, a.g.e., s. 17. 23 Kang Youwei, Konfuçyüsçü düşüncelerini klasiklerden alıntılarla desteklemektedir. Konfuçyüs ile Mozi arasında akılcılık ve mantık zemininde bir paralellik ve yakınlık kurmaya çalışmaktadır. Konfuçyüs’ün fikirlerinin daha sonra çarpıtıldığını savlamakta ve 126 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ anılan yükselme çağını bütün insanlık için ulaşılmasını istediği bir ütopyaya dönüştürür. Düşüncelerini 1885 yılında yayınlandığı “Datong Shu-Büyük Birlik Kitabında” bir araya getirir.24 Kang Youwei’in Reformculuğu: Kang Youwei’in 1888’te saraya sunduğu ilk önergesinde genel hatlarıyla ortaya koyduğu fikirlerini, savaş sonrasında geliştirdiği görülür. 1894 yılında, Pekin’e memurluk sınavına katılmak için gelen çok sayıda adayla birlikte bir reform planı hazırlayan Kang Youwei bunu saraya sunar.25 Bu ikinci önergede Kang Youwei, askeri, idari, ekonomik ve eğitim alanlarında yapılanmanın gerekli olduğunu dile getirmekte, ekonomik reformu altı başlık altında toplamaktadır: Bunlar, kâğıt para sistemi, gümüş sikke dökülmesi, makineleşme, madencilik, demir ve deniz yolları ile modern posta teşkilatından oluşmaktadır. 26 Halkın ekonomik açıdan güçlendirilmesi içinse dört yöntem önermektedir: Tarıma öncelik verilmesi (yeni tarım tekniklerinin adaptasyonu), endüstrinin Onu “mantıkçı” düşünürlere yakın saymaktadır. Kang, a.g.e., s. 164, 249, 413 vd. Ayrıca eski Çin’de “mantık” ve “Mozi” hakkında bknz. Wang Lu 王璐, Luoji Fangyuan 逻辑方圆 (Mantığın Çevresinde). Beijing Daxue Chubanshe, Pekin 2009. 24 Siyasi bir ütopya olan Büyük Birlik Da Tong 大同, en eski klasik metinlerden Törenler Kitabı’nda (M.Ö. yaklaşık 2–4 yy.) anlatılır; buna göre: “Büyük Birlik’in (yaşandığı) çağda; büyük yol hâkimdir, Göğün Altı (herkesin) ortak malıdır, (yönetenler) becerilerine bakılarak seçilirler...” “...böylece insanlar yalnız kendi akrabalarına karşı akrabalık yapmaz, başkalarının çocuklarına da kendi çocukları gibi bakarlar... ...buna Büyük Birlik denir” (Liji Liyun Böl.). Aynı zamanda bir tür “Altın Çağ” olan bu söylencenin, sosyalist bir fikir zemini olduğu görüşü düşünülebilir. Ancak “Büyük Birlik” bir ideal olarak eşitlikçi değil feodal esaslar çerçevesinde son derece hiyerarşik bir yapı hedefler. Bunun yanında Kang Youwei’in “Datong-Büyük Birlik” çalışmasında anlattığı ise, Sosyal Darwinizm’in Çin’e uyarlanmış bir yorumu gibidir. Dünya halklarını geleneksel kalıplar çerçevesinde ve hiyerarşik bir yapıda yeniden kurulamaktadır. Bu hiyerarşi içinde Çin’e merkezi bir yer ayıran Kang Youwei, ırklar arasında da beyaz –sarı ve siyah olmak üzere bir sıralama öngörür. Aynı şekilde geleneksel Çin’in feodal ve hiyerarşik yapısının da değiştirilecek bir yanı olmadığını düşünerek, son nefesine kadar “monarşi”ye bağlı kalmıştır. Bu görüşlerinin yansımaları seyahatnamenin harem kadınları ve haremağalarının etnik kökenine ilişkin dile getirdiği ifadelerinde de kendini gösterir. Bknz. Fidan, a.g.e., s. 62, 77–78. 25 Gongche Shangshu 公 车 上 书 adıyla da anılan bu önergede Kang Youwei ve Liang Qichao’dan başka, dönemin bin üç yüz kadar aydınının imzası yer almaktadır. Anlaşılan Japonya yenilgisinden sonra saray dışında reform ruhu ülkenin önemli bir bölümünde talep edilir hale gelmiştir.1895 baharında sunduğu bu ikinci önerge, halkın moralinin yükseltilmesi için gayret gösterilmesi, başkentin Xi’an’a taşınması ile askeri ve yönetsel reformlardan oluşuyordu. Özellikle başkentin taşınması gerektiğini vurgulayan Kang Youwei, iç bölgelerde yönetim merkezinin güvende olacağını öngörüyordu. Kang, Youwei 康有为, Jincheng Tujue Xiaoruo Ji Xu 进呈突厥消弱记序 (Türklerin Zayıflaması Üzerine Notlar). Pekin 1895. http://www.epicbook.com/history/kangyouwei.html. g. t. 16.03. 2013. 26 Kang, a.g.w. http://www.epicbook.com/history/kangyouwei.html. g.t. 16.03. 2013. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 127 GÜRHAN KIRİLEN desteklenmesi (bilim ve teknolojiye destek), ticaretin ve yatırımın desteklenmesi ile fakirlere sahip çıkılmasıdır.27 Kang Youwei’in, kendinden önceki reformculardan farklı olan başlıca düşüncesi, maddi zenginliğin doğrudan güçlü bir ülke yaratmaya yetmeyeceği yönündeki görüşüdür. Bu yüzden genel olarak ekonomik dönüşümün ve büyümenin girişimcilere bırakılması gerektiğinin düşünmektedir. 28 Yalnızca girişimcilerle devletin eşgüdümlü hareket etmesini ve yerel bankalarda birikmiş olan paraların devlet tahvilleri ve yeni kâğıt paraların güvencesinde yatırıma aktarılmasının yararlı olacağını öne sürmektedir. 29 Ağır endüstri ve madencilikte de devletin yalnızca yönlendirici bir işlev üstlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Endüstri ve ağır sanayinin kurulması için batı biliminin bu alanlara taşınmasını istemektedir: “Yeraltında madenler açmak istiyorsak, önce bu madenleri zihnimizde ve gözlerimizin önünde açmalıyız. Bunu nasıl yapacağız? Madencilikle ilgili kitapları tercüme ederek ve madencilik okulları açarak”.30 İkinci önergesinde Belçikalıların madencilik konusunda ileri oldukları bilgisi yer almaktaydı. Kang Youwei, Belçika’dan uzmanlar çağırtılarak Çin’de istihdam edilmeleri ve kurulacak okullarda teknik eğitim vermelerini ileri sürmüştü.31 Değişimin her alanda öncelikle yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması ve girişimci ruhun canlandırılmasıyla oluşabileceğine inanan Kang Youwei, devletin başlıca görevinin yönlendirme ve eğitim olması gerektiğini savunuyordu. Her bölgede, yerel zadegân önderliğinde “köylü birlikleri” kurulmasını ve böylece yeni tarım tekniklerinin, balıkçılık ve ormancılık araçlarının buralara götürülerek tanıtılabileceğini önermişti. 32 Yeni bilgiler ve teknik becerilerle donatılacak bu birliklerin tarım üretimini artırmaya yardımcı olacağını ve böylece ekonomiye katkı sağlayacaklarını savunuyordu. Bunun yanında sanayinin geliştirilmesi için özel girişimin yüreklendirilmesinin şart olduğunu söylüyordu.33 Devletin yapması gereken, yeni tekniklerin ve metotların derlendiği broşürler ve dergiler hazırlayıp dağıtmak ve girişimciye yol göstermekten ibaretti. Kang Youwei, “Kendini 27 Hsiao, a.g.e., s. 3. Hsiao, a.g.e., s. 3. 29 Chien, Po-tsan, Wu-hsu pien-fa 戊戌变法 (Wuxu Reformları), Renmin Chubanshe, Shanghai 1953. s. 135. 30 Hsiao, a.g.e., s. 8. 31 Chien, a.g.e., s. 145. 32 Chien, a.g.e., s. 146. 33 Hsiao, a.g.e., s. 4. 28 128 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ Güçlendirme Hareketi” 34 sırasında yaygın olan girişimcilerle devletin ortaklaşa gerçekleştirdikleri yatırımların sonuç getirmediğini görmüştü.35 Bu yüzden devletin, sanayi yatırımlarına doğrudan karışmasının fayda sağlamayacağını düşünüyordu. Teknoloji ve bilim alanlarında Kang Youwei’in görüşleri çağına göre oldukça ileri idi. Onun zamanına kadar, “batı biliminin”36 Çin öğretilerinden daha ileri olduğu görüşü kabul edilmiyordu. Bilimin yalnızca birkaç yıllık bir eğitimle elde edilebilecek bir tür teknik bilgi olduğu düşünülüyordu. 37 Bu 34 Zeng Guofan ve Li Hongzhang’ın başını çektiği bu atılım hamlesi 1861 II. Afyon Savaşı yenilgisinde Pekin’in işgalinden hemen sonra bir yol ayrımına gelindiğini göstermektedir. İsyancı Taipingler ile yapılan muharebeler batının Taipinler’e verdiği silahların gücünü de göstermişti. Hongkong’u bombalayan gemilerin, Dagu’yu ele geçiren yabancı askerlerin ve en son başkenti işgal eden batılı devletlerin elinde bulunan bu silahlardan isyancıların eline de geçme ihtimali, yönetimi kendi geleneksel taktiklerinin işe yaramadığı konusunda nihayet ikna edebilmişti. Böylece vaktiyle Lin Zexu ve Wei Yuan’in gündeme getirdiği izlekte, isyanın bastırılması için “batıdan yeni tekniklerin öğrenilmesinin” gerekliliği konuşulmaya başlanmıştı. Özünde batının ileri teknolojisinin araştırılıp öğrenilmesi anlamına gelen bu düşünce pratikte yabancı askeri danışmanların ve silahların istihdamı anlamına geliyordu ki bu düşünce zamanla daha kapsamlı bir “kendini güçlendirme/reform 自强 ” hareketine dönüşecekti. Bu süreçte devlet desteğiyle pek çok yatırım yapılmıştı, Jiangnan Tophanesi mühimmat ve cephane üretiyordu. Buna ek olarak kurulan tersanelerde küçük ebatlı savaş gemileri üretilmiş ve bu gemilerden Kuzey ve Güney Donanmaları kurulmuştu. Ne yazıktır ki, Vietnam üzerine 1880lerin ortasında Fransa ile savaşıldığında Kuzey Donanması güneye yardıma gidememiş buna karşılık 1894 Japon savaşında da Kuzey Donanması bu bölgecilik kaprisi nedeniyle Japonya’ya yenilmişti. Diğer yandan Kuzey Donanması’nın mühimmat ve modernizasyonu için talep edilen bütçe Yazlık Saray’ın yapımında kullanılmıştı. 1860lardan itibaren çeşitli küçük ve orta ölçekli sanayi güney eyaletler başta olmak üzere Çin’in çeşitli bölgelerinde mevcuttu ama siyasi iradenin bunu ulusal çıkarların korunması yönünde kullanması çeşitli sebeplerden dolayı mümkün olmuyordu. 35 Liang, a.g.e., s. 64. 36 “Batı bilimi” 19. Yüzyılda ortaya çıkan ve derhal karşısında “Çin bilimi” eleştirisini bulan bir kavramdır. Bu dönemde geleneksel felsefenin öz - işlev ayrımı, özü, Çin ile eşleştirirken, batıdan gelen bilim doktrinini bir işleve indirgiyordu. Bu şekilde geleneksel felsefe ve eğitimin yeri saklı tutuluyor, pratik sorunların aşılmasında “batı bilimine” uygulama alanı açılmış oluyordu. Bu dönemde, batı biliminin kültürel arka planı göz ardı edilerek “birkaç yılda öğrenilebilecek” bir tür ve pragmatik bilgi türü olduğu varsayılıyordu. Afyon Savaşıyla başlayan ve 20. yüzyılın başına kadar devam eden süreç “öz” ile “işlevin” kaynaştırılması yönünde çabalara sahne olacak ancak sonunda geleneksel “Çin bilimi” doktrininin sahneden çekilmesiyle sonuçlanacaktır. Bu bakımdan Kang Youwei’in girişimi geleneksel dünya kurgusunun siyaset sahnesindeki son iddialı kalkışması olarak anlaşılmalıdır. Zira ardından gelen Sun Yatsen devrimi 1911 ve Dört Mayıs Hareketi eskiyi bütünüyle reddeden, cumhuriyetçi ve demokratik bir kimliğe sahiptir. 37 Kang Youwei kendisinden önceki reform fikirlerinin yüzeysel olduğunu görmüştü. Batının tekniğini almakla sorunların çözülemeyeceğini ve konunun sadece bir bilgi sorunu olmadığını düşünüyordu. Ona göre en temel sorun Çin kültürüydü, Çin’de yapısal, geleneksel ve eğitimle ilgili temel bir sistem sorunu görüyordu. Bu sadece maddi kültüre Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 129 GÜRHAN KIRİLEN bakımdan Kang Youwei, batıdaki modern teknolojinin kökenlerinin bilim kültürüne bağlı olduğunu anlayan ilk kişilerdendi. Endüstriyel teknolojinin, maddi şeyler üzerinde yapılan araştırmaların pratik yaşama uygulanması olduğunu düşünüyor bu yüzden tarım birliklerinin kurulmasından teknik okulların açılmasına kadar her alanda öncelikle eğitimin ıslah edilmesi üzerinde duruyordu. 38 Özellikle orta vadede Çin’in nüfus sorununun en önemli mesele haline geleceğini öngörüyordu. Çağdaşlarının pek çoğunun aksine ülkenin dış ticarete kapatılmasının da Çin’e fayda değil felaket getireceğini düşünüyordu. 39 Oysa geleneksel siyaset, ticaretin yabancı ülkelere yasaklanmasını veya bunun diplomatik bir koz olarak kullanılmasını sık sık gündemde tutuyordu. 40 Kang Youwei, yönetimin böyle bir harekete kalkışması halinde dahi yasakları uygulayabilecek güçten ve kontrolden yoksun olduğunu görüyordu. 1898 Yenileşme Girişimi ve Akıbeti: Kang’ın reform düşüncelerinin en belirgin esin kaynağı Japonya’daki 1868 Meiji Restorasyon hareketidir. Bu bütün önergelerinde ve yazılarında kendini gösterir. Japonya karşısında yaşanan yenilgi konusunda hayıflanmak yerine bu olaydan ders çıkarmak gerektiğini ileri süren Kang Youwei, 1895 yılında saraya sunduğu ikinci önergesinde, dünyada yaşanan değişimin önünde direnen devletlerin 41 indirgenemezdi. Wang Huanyi 王遠義, Kang Youwei de Minzhu Quan: Shiyi “Datong Shu” Wei lun 康有為的民主觀: 試以《大同書》為論 (Kang Youwei’de Halk Egemenliği: Datong Kitabı Örneği), Chenhgchi Universitesi Tarih Enstitüsü, Taipei 2004. (Yüksek lisans tezi). s. 36. 38 Dong, Guicheng 董贵成, “Shilun Weixinpai dui Fazhan Kexue Jishu de Renshi 试论维新派 对发展科学技术的认识 (Yenilikçilerin Bilim ve Teknoloji Görüşlerinin Gelişimi Üzerine Bir Deneme)”. Ziran Kexueshi Yanjiu 自然科学史研究. 2005. C. 24. 1. s. 68–9. Liang, a.g.e., s. 27. 40 Çince, “Yong Shang Zhi Yi 用商 制夷 ” adıyla bilinen Ticareti Kullanarak Yabancıları Denetleme, Çin’in her alanda yabancılardan daha ileri ve üstün olduğu ön kabulünden destek alan bir yanılgıdır; saraydaki tartışmalarda sık sık gündeme gelmiştir. Pek çok başka örneği bulunabileceği gibi; Tianjin Görüşmeleri başladığı sırada (1858 Haziranı) sarayda kabul gören bu diplomatik yaklaşım, Amerika ve Rusya’ya ticari ayrıcalıklar tanınarak, İngilizlerle Fransızlara karşı kullanılabileceklerini öngörmektedir. 1858 Nisanında Tianjin görüşmelerinden sorumlu Tan Tingxiang saraya sunduğu önergede şöyle der; “Eğer Ruslar altından kalkabilirse, İngiliz ve Fransızlara karşı Rusları kullanalım. Eğer Amerika, Ruslardan üstün ise, Rusları kırmadan Amerikalıları kullanabiliriz.” 41 Bu ülkelerin arasında Türkiye de yer almaktadır: “Türkiye önceleri büyük bir İslam ülkesiydi, toprakları Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılmıştı. Fakat tutucu olması ve (yönetimde) hiç değişiklik yapmaması sonucunda, altı ülke tarafından işgal edildi, toprakları paylaşıldı ve hükümdarlarına yasak getirildi.” Teng, Ssuyu, Fairbank, J. K., China's Response to the West: A Documentary Survey; 1839–1923. Harvard University Pres, Cambridge 1982. s. 152. Öte yandan Kang Youwei altıncı önergesinde Türkiye için tam 39 130 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ parçalanmaktan veya işgal edilmekten kurtulamadıklarını gösterir. 42 Asya’daki ülkeler arasında Japonya’nın dünyadaki değişime en hızlı uyum sağlayan ülke olduğunu düşünmektedir. 43 Kang Youwei, 1898 yılında, reform programının yürürlüğe konulmasından birkaç ay önce saraya sunduğu beşinci önergesinde, Japonya’yı reform için model olarak önerir: Yöntem olarak, Rus Çarı Petro’nun reform ruhunu, Japonyanın Meiji Hareketinin siyasi programını örnek almalıyız… Başlarda bu iki ülke benim [ülkem] gibi geri kalmışlardı, sonradan bizi geçtiler; Japonya bize yakındır, siyasi [yapısı] bize benzer; kısa zamanda sonuç alabiliriz, yasalarını ve nizamını detaylı bir şekilde biliyoruz, alıp kullanmamız yeterli olacaktır ve hemen çalışmalara başlayabiliriz. Rusya ve Japonya’dan ilgili kitapları [Çinceye] çevirip bir yıl içinde okur, Japon reformlarının sırasını (düzenlemelerini) alır [iyi olanları] seçer [diğerlerini] bırakırız; [uygulamaların içeriğini] Hükümdarım üst kademelere (İmparatoriçe Cixi kastediliyor) anlatırken, memurlar alt kademeleri aydınlatır.44 Kang Youwei bu sözlerle reform için izlenecek yolun Meiji Reformları’ndan geçtiğini anlatır. “Kabine” ve “yerinden yönetim” gibi düşüncelerinin de Japonya’nın modernleşme süreci üzerine araştırmalarından edindiği izlenimlerden kaynaklandığı görülmektedir.45 olarak şöyle demektedir: “…[buna karşın] Hindistan, Türkiye ve Mısır eskiye bağlı kalıp değişmediler, yavaş yavaş toprakları parçalandı ve devletleri yıkıldı (i.e. yıkılmanın eşiğine geldi). Atalarının kanunlarına sahip çıkmakla onlardan miras kalan toprakları koruyamadılar, ama biraz değişimle topraklarını korur, kaybettiklerini kazanabilirlerdi”. http://history.sysu.edu. cn/zgjds/reference/r14.htm (görüntüleme: 09.12.2012) 42 Teng, Ssuyu - Fairbank, J. K., a.g.e., s. 152. 43 Kısaca hatırlamak gerekirse: 19. yüzyılın başlarındaki ekonomik ve toplumsal durumuyla Japonya, oldukça geri kalmış bir ada ülkesidir. 18. Yüzyıldan başlayarak özellikle Hollandalı tüccarlarla ilişkiler kurmaya başlamış olsa da o dönemde mevcut toplumsal ve ekonomik yapının değişmesi yönünde bir hareket görülmemiştir. Halkın çoğunluğu özgür değildir. Küçük köylü, shogunların, daimyoların ve samurailerin egemenliği altında ezilmektedir. 1868 yılında Japon Hükümdarı Meiji’nin başlattığı reform hareketi içinde genç samuariler içinde yetiştikleri sistemi değiştirmeye başlamıştır. 1871’de derebeylik sistemi kaldırılarak topraklar illere bölünür. Eski daimyo sınıfı siyaset arenasını bırakarak yeni sermayedarları oluşturmaya başlarlar ki daha sonra zaibatsu adıyla anılacak olan büyük kapitalist ve sanayiciler bunların arasından çıkar. 19. yüzyılın sonlarına yaklaşıldığında Japonya artık önemli bir bölgesel güç haline gelmiştir. Hsiao, a.g.e., s. 44–46. 44 Beşinci Önerge; http://epicbook.com/history/kangyouwei.html. (g.t. 06.03.2013) 45 Kang Youwei’in saraya sunduğu altıncı önergesi, Japon Meiji Reform süreci hakkında daha detaylı bilgi içermektedir. Ortaya attığı üç önemli ana başlıktan ikincisi “kabine 度局” dir, “Saray içinde kurulacak bu kabinede bütün ülkenin işlerini görüşmek için yirmi kişi yeterlidir. Birinci şart ‘yenileşmeye’ herkesin gönül vermesiyken; üçüncü şart, huzuruna gelen önerileri hükümdarın bizzat okuyup değerlendirmesidir” demektedir. Kang bu son uygulama için Japon Hükümdarını örnek göstermektedir. http://history.sysu.edu.cn/zgjds/reference/r14.htm (g.t. 09.12.2012) Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 131 GÜRHAN KIRİLEN 1897 yılının sonunda Almanya Jiaozhou Boğazını ele geçirir. Kang Youwei Kanton’dan Pekin’e gelir. 1898 yılı Ocak ayının başında beşinci önerge adıyla bilinen önergesini saraya sunar. Hükümdardan öncelikle bir öz eleştiri yapmasını ve halkı yüreklendirmesini ister. 46 Ocak sonunda altıncı önergesini verir ve daha sonra ardı ardına raporlar ve önergelerle reformu yönlendirmeye devam eder. Önergelerinin siyasi ve idari içerikte olduğu görülmektedir. Bir yandan İngilizlerle işbirliği (2 Ocak) ve Amerika’dan kredi talebini (8 Mart) gündeme getirirken bir yandan da “güvenlik meclisi 保 国 会 ” (17 Nisan) ile bir danışma kurulunun kurulması gibi geleneksel işleyişi değiştirmeye yönelik hamleler yapmaktadır. Raporları arasında 12 Mart 1898 tarihli “Rusya Reformları” ve özellikle 10 Nisan tarihinde sunulan ve 21 Haziranda detaylandırılan “Japon Reform Programı” yer almaktadır. Hükümdar açısından reform hareketinin ilk hamleleri öncelikle saraydaki işleyişte etkisini göstermeye başlamıştır. Saray Kayıtlarına göre Hükümdarın ilk işi, saray içinde kendisine karşı durabilecek isimlerin görevlerini ve konumlarını değiştirmektir. 47 Dördüncü ayda, hanedan üyesi Yi Xin’in ölümü, genç hükümdarın çevresindeki reformcu grubun koruyucusuz kaldığını göstermektedir. Fakat bundan iki hafta kadar sonra ilan edilen fermanda, ülke genelinde ‘modern bilim’ alanında yapılacak tüm çalışmaların saray tarafından değerlendirmeye alınacağı, bu konuda çalışacak insan gücüne ihtiyaç olduğu duyurulmuştur. 48 Kang Youwei bu sırada Dışişleri Genel İdaresi’nde görevlendirilmiştir. Bu kurum, yakın zamanda ölen Yi Xin’in başkanlığını yaptığı ve 1860’dan sonra Çin’de yönetime yön veren kurum olması bakımından önemlidir.49 Kang Youwei’in buradaki resmi görev unvanı müdürlüktür “ 工 部 主 事 ”. Buna ek olarak 46 Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in bütün eserleri). Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007a. c. 4. s. 2. 47 Zhao, Erxun 趙 爾 巽 ,Qing Shi Gao (QSG) 清 史 稿 (Mançu Hanedanı Tarihi). http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw. s. 921. g. t. 26.10. 2012. 48 Zhao, a.g.e., s. 922. 49 Yabancı İşleri İdaresi Zongli Yamen (1861) Yi Xin, Li Hongzhang ve Zhang Zhidong gibi sanayileşmenin gerekliliğine inanan yöneticiler görev yaptığı kurumdur. Çin’de ilk sanayi kuruluşları, tophaneler ve tersaneler kurulur, madencilik işletmeleri bu dönemde, bu kurumun öncülüğünde açılır. 1866 yılında kurumun güçlenmesiyle birlikte yabancı ülkelerle ilişkilerde eski yöntemlerden farklı olarak eşitlik ilkesi çerçevesinde görüşmeler gerçekleştirilmeye başlanır. 1878 yılından sonra başta İngiltere, Fransa ve Amerika olmak üzere çeşitli ülkelerde Çin’in ilk daimi elçilikleri açılır. 1861 yılında kurulan ve 1909 yılında yerini modern Dış İşleri Bakanlığı’na bırakan Yabancı İşleri Dairesi Zongli Yamen 40 yıl boyunca başta dış ilişkiler olmak üzere Çin’de pek çok alanda gelişmeyi ve değişimi örgütleyen kurum olmuştur. Bu kurumun kuruluşu ve işleyiş hakkında bknz. Kırilen a.g.t. 132 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ hükümdar, Çin’de yüzlerce yıldır uygulanan Memuriyet Sınavlarının 50 değiştirilmesiyle de ilgilenmesini istemiştir. Geleneksel sınav sisteminin eski içeriğinin yenilenmesi ve güncel soruların hazırlanması talep edilir.51 Daha sonra Pekin Eğitim Üniversitesi’ne dönüşecek olan Jingshi Daxuetang’da batılı eserlerin tercümelerinin yapılması ve bir yayınevinin kurulması emredilir. 52 Eyalet okullarının modern “eğitimle eski eğitimin birlikte yapıldığı ‘yüksekokullara’ dönüştürülmesi” istenir. İlçelerdeki okullar “ilkokul” olacak ve illerdekiler de “ortaokul”a dönüştürülecektir.53 Kang Youwei’in kısa sürede hayata geçirilmesini sağladığı belki de tek yenilik, eğitim sitemindeki bu değişiklikten ibarettir. Altıncı önergede dile getirdiği ve yedincisinde detaylandırdığı diğer konulardan uygulama şansı bulan olmamıştır. Oysa merkezileşmiş bir yapıda tasavvur ettiği ideal yönetim; hukuk, muhasebe, eğitim, tarım-ticaret, sanayi-üretim, madenler, demiryolları, posta, darphane, yurt dışında eğitim, toplumsal örgütlenme ve savunma gibi on iki başlık altında toplanan kapsamlı bir yapılanmayı öngörmekteydi. Bunların her biri için bir genel müdürlük kurulmasını öneriyor, çalışma şekillerini ve yetki alanlarını da tanımlıyordu. (Kang 1898) 54 Haziran ayında yenilikçi kanadın en etkili isimlerinden Zhang 50 Memuriyet Sınav Sistemi “keju 科 舉 ” üç kademeden oluşan bir dizi sınavdır. Tang Hanedanlığı’ndan itibaren (M.S. 618–907) düzenli olarak uygulamada olan bu sınavlar hem şeklen hem de içerik bakımından tarih içerisinde pek az değişerek 20. yüzyılın başlarına kadar yönetimin ve bürokrasinin kadrolarını çıkarmıştır. 1905 yılına kadar devlet kademelerine memur seçiminin yegâne ölçütü bu sınavlar olmuştur. Hükümdar Guangxu’nün kısa süren fiili iktidarı esnasında, reform kapsamında yurt dışı eğitimli kişilerin görevlendirilmeleri planlanmışsa da İmparatoriçe Cixi’nin reform programını feshetmesi her şeyi en başına götürmüştür. 1905 yılında Memuriyet Sınav Sistemi lağvedildiğinde artık iş işten geçmiştir. 51 Zhao, a.g.e., s. 923. 52 Yabancı eserlerin çevirisi 1840larda başlar. 1839 yılında Lin Zexu, Amerikalı diplomat Peter Parker’dan, Vattel’in “Les Droit de Gens”ını çevirmesini ister. Bu olay bu alanda bir milat olarak kabul edilir. Batı dillerindeki eserlerin Çinceye tercümesi ise Tong Wen Guan’ın işlerliğiyle ivme kazanır. Tong Wen Guan, 1861 yılı ocak ayında Zongli Yamen’ın bünyesinde, Çinliler için yabancı dil okulu olarak kurulan bir kurumdur. Ancak bir tercüme bürosu gibi iş görmüştür ve kuruluşunun gerçek sebebi Çin’in yabancı ülkelerle yazışmalarında yabancı dil kullanmasını şart koşan Tianjin Antlaşması’ndaki ilgili maddedir. Bu kurum, Osmanlı Bürokrasisinde özellikle Tanzimat Dönemi diplomasisine yön veren Tercüme Odası ile karşılaştırılabilir. Tong Wen Guan, siyaset üzerindeki etkisi göz önüne alındığında Tercüme Odası ile kıyaslanamasa da Batı ile diplomatik ilişkilerde oynadıkları roller açısından karşılaştırılmayı bekleyen iki kurumdur. Tong Wen Guan 同文 馆 için bknz. Biggerstaff, Knight, The Earliest Modern Government Schools in China. Cornell University Pres, 1961 Ithaca. Zhao, a.g.e., 923. 54 Bu kısa bir rapordur o nedenle sayfa numarası verilmemiştir. Çevirisi için ayrıca bknz. Fidan, a.g.e., s. 15–18. 53 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 133 GÜRHAN KIRİLEN Zhidong 55 ile muhafazakâr kanattan Rong Lu’nun demiryolları için çalışmalara başlaması salık verildi ve yapılacak işlerin çokluğuna değinen bir emirname daha duyuruldu. Eski düzenin değiştirilmesi için herkesin gayret göstermesi gerektiği, yerel zadegândan destek vermesi istendi. Bu emirnamede, Kang Youwei’in önergelerinde de önemli bir yer tutan toplumsal birlik meselesi ve yenileşme hareketine herkesin katılmasının gerekliliği dile getirilmekteydi. 56 Mart ayında “Rusya Reformları Üzerine” adlı 16 sayfa uzunluğundaki değerlendirmesinde, Çar Petro’ya, gösterdiği irade konusunda övgüler yer alıyordu. Ancak Japon Meiji Restorasyon hareketi üzerine yazdıkları onun en kapsamlı raporuydu; bu, bugünkü ölçülerle 200 sayfayı bulan çok uzun ve kapsamlı bir değerlendirmeydi. 57 Reform programı uygulanmaya başlandığı sırada -1898 yazındaHongkong’a yakın olan Jiulong Yarımadası ile Shandong’da bir bölgenin İngilizlere kiralanması, karşı görüştekileri harekete geçirdi. Bu durum reformcu kanadın elinin zayıflamasına sebep oldu. Saray ve hazine yeni programın gerçekleştirilmesi için kaynağa ihtiyaç duymakta, bunu da her tür riski göze alarak yapmaktaydı. Temmuz ayında, yeni memuriyet sınavları askıya alındı ve aynı anda geleneksel sınav sisteminin belagate dayalı şiirsel üslubunun terk edildiği, daha akılcı ve modern bir yöntemin benimseneceği bildirildi. Bu durum, muhafazakârların, sınavların yapılmasını durdurması bakımından bir başarı olarak görülürken, yenilikçiler de yüzlerce yıldır devam eden eskimiş uygulamanın içeriğinde değişiklik yapma imkânıyla bir kazanım elde etmişlerdi. Bu süreçte diplomasi alanında da bir ilk yaşandı ve Amerika, İngiltere ile Japonya’daki “gurbetçi Çinlilerin” kurduğu okulların açılışlarına katılmak üzere saraydan bir heyet görevlendirildi. Dış ilişkiler alanında elçi kabulünde geleneksel yöntemleri sürdüren Guanglu Manastırı’nın (ve diğerlerinin) yetkileri merkezde toplandı. 58 Böylece 55 Zhang Zhidong 张之洞 (1837–1909) dönemin en önemli figürleri arasında gelir. Afyon Savaşı sonrası dönemde Batıcı Hareket’in sanayi atılımlarının güney eyaletlerinde gerçekleştirilmesi için çalışmıştır. Güney Donanmasından sorumlu olmaktan başka Güney eyaletleri (Hu - Guang) Genel Valiliği yapmıştır. Güney bölgelerindeki büyük çaplı sanayi kuruluşlarının idaresiyle uğraşmıştır. 56 Zhao, a.g.e., s. 924. 57 Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in bütün eserleri). Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007a. C. 4. s. 103–295. 58 Aslında birer manastır olan bu kurumlar, yüzyıllardır yabancı elçilerin saraydaki görüşmelere hazırlandığı konukevleri olarak kullanılmışlardır. Haraç Sisteminin önemli bir parçasını oluşturuyorlardı. Diğer memleketleri Çin’e bağlayan Haraç Sistemi'nin törensel uygulamalarına göre, Çin'le ticaret yapmak isteyen ülkelerin elçileri saraya geldiklerinde Çin Hükümdar’ının bütün yeryüzünün hükümdarı olduğunu kabul ettiklerini ifade ederek kendi hükümdarının Çin Hükümdar’ına tabi olduğunu gösteren bir dizi törene katılıyordu. Tören sırasında elçi, ülkesine has nadide eşyaları hükümdara sunuyor, karşılığında Göğün 134 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ yabancı diplomatların geliş gidişleri merkezin kontrolüne alındı. 59 Ay sonunda Hükümdarın General Yuan Shikai 60 aracılığıyla duyurduğu emirnamesinde “yeni siyaset” ifadesi özellikle vurgulanmaktaydı ve hükümdar, “yeni siyasetin ruhunu anlamayan ve benimsemeyenlerin, hükümdarın öfkesinden çekinmeleri gerektiğini” ilan ediyordu. Ağustos ayı sonunda siyasi ve idari gidişatı gözlemek gerekçesiyle İmparatoriçe Cixi, saraya dönerek toplantılara katılır. Daha önceki yıllarda da yaptığı gibi, divanda konuşulanları paravan arkasından dinler ve derhal harekete geçer; Kang Youwei’yi hizipçilik ve kişisel çıkar sağlama suçlarıyla itham eder. Onu ve çalışma arkadaşlarının hapse atılmasını emreder, 25 Ağustos’ta Kang Youwei kaçmak zorunda bırakılır. Hükümdarın hasta olduğu duyurulur; reform hazırlıklarına katılanlar “Kang’ın partisine mensup olmaktan yargılanarak” altı kişinin idam kararı verilir. Aylardır yapılan hazırlıklar, programlar ve çalışmalar durdurulur; “eski, yeni bütün memurların” yetkileri feshedilir. İmparatoriçenin en yakınındaki danışmanı Rong Lu, Merkez Valisi tayin edilerek kapsamlı bir siyasi temizlik hareketi başlatılır; genç hükümdar Yazlık Saray’a kapatılır; gözdesi dışında kimseyle görüşmesine izin verilmez. 61 Büyük heyecanlar ve umutlarla başlatılan reform hareketi tam yüz üç gün sonra yürürlükten kaldırılmıştır. Bu girişimden geriye, daha sonraki devrimlere miras olacak düşünsel bir birikim kalmıştır. Kang Youwei, önce güneye Shanghai’a kaçmış, sonra Honkong’a ve oradan 16 yıl sürecek olan sürgün hayatına başlamıştır.62 Oğlu'nun bağışladığı armağanlara sahip oluyordu. Törenler sırasında belki de en dikkat çekici olay, hükümdarın önünde dokuz kez secde edilmesini gerektiren ‘kowtow’ uygulaması idi. Böylelikle elçi bir süre için Çin topraklarında ticaret yapma izni almış oluyordu. Bu aracı kurumların ortadan kaldırılması Çin’in ‘üstün ülke’ fikrine ters düşmesine rağmen Mançu hanedanının uluslararası diplomasiye bir oyuncu olarak katılmaya niyetli olduğunu gösteriyordu. Bu konuda Kang Youwei sahip olduğu bilgi birikimi ve donanımı kullanmak istiyordu. 59 Zhao, a.g.e., s. 924–25. 60 Yuan Shikai 袁世凯, kuzey ordusu komutanı olarak Kore Yarım adasında ve Kuzey Çin’de görev yapmış bir komutandır. 1911 Devrimi’nden sonra Sun Yatsen ile işbirliği yaparak Cumhuriyet rejimine askeri destek vermiştir. Ancak daha sonra kendisini imparator ilan etmiş ve devrim sürecini askıya almıştır. Yuan Shikai hakkında kaleme alınmış bir anlatı için bknz. Tao, Juying 陶菊隐 , Yuan Shikai Yanyi 袁世凯演义 (Yuan Shikai’ın Hayatı). Zhonghua Shuju, Pekin 1979. s. 3–4. 61 Zhao, a.g.e., s. 926–8. 62 Türkçe yazında görebildiğimiz iki çalışma da Giray Fidana aittir. Mart 2012 tarihli çalışması “Çinli Düşünür ve Devlet Adamı Kang You Wei’e Göre Osmanlı Modernleşme Süreci” adındadır; tanıtıcı nitelikte ve konuya methal mahiyetindedir. Kang Youwei’in yurt dışında kaldığı süre kendi sözleriyle “on altı yıldır”. İki yıl Amerika, Kanada ve Meksika’da Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 135 GÜRHAN KIRİLEN Kang Youwei’in Türkiye’ye Karşı İlgisi: Kang Youwei’in Türkiye’ye karşı ilgisinin oldukça eskiye dayandığı görülmektedir. Henüz Guangdong’dayken, Japoncadan ve batı dillerinden yapılan çevirilerinden ve yabancı gazetelerden edindiği bilgiler zihninde belirgin bir imaj oluşturmuştur. 63 Onun gözünde Osmanlı Türkiye’si, geleneksel yapısı itibariyle Asyalı olan, 64 buna rağmen batılı güçlerle başa çıkabilen bir devlettir. 65 Bu yüzden Türkiye’yi izlemeye çalışmaktadır. Reform programını geliştirirken Osmanlı’nın tecrübelerinden örnekler verdiği görülmektedir. Gündeme getirdiği konular, Osmanlı’da yenileşmenin biçim ve içeriğinden çok iktidar mücadelelerine ilişkin olayların kısacık özetlerinden ibarettir. Bu bakımdan Kang Youwei’in Osmanlı reform harekelerini bir model olarak düşündüğünü gösterecek veriler yeterli değildir. 66 Genel olarak bakıldığında da Kang Youwei’in Osmanlı kalmış, yedi defa Fransa’ya, dokuz kez Almanya’ya, sekiz kez İngiltere’yi gezmiştir. Uzun süre İsviçre’de yaşamıştır. Zhang, a.g.e., s. 42. 63 1840lı yıllardan itibaren etkili olan Güncel Yazın Akımı ve Batıcı Hareket boyunca geliştirilen bilgi birikimi içinde, dağınık olmakla birlikte Osmanlı ve Türkiye hakkında bir farkındalık oluşmuş görünmektedir. Deniz Ülkeleri Coğrafyası Haiguo Tuzhi ve Yinghuan Zhilüe ile başlayan bu entelektüel birikim, batıdaki ansiklopedi hareketine şeklen de olsa benzetilebilir. Ancak sistematik olmaktan çok eldeki bilgilerin bir araya getirilmesinden ibarettir. Haiguo Tuzhi (Deniz Ülkeleri Coğrafyası) gibi Yinghuan Zhilüe’de de haritalar ve yeryüzünün farklı bölgeleri hakkında beşeri ve fiziki kayıtlar bulunmaktadır. Kang Youwei’in bu eserleri daha 17 yaşındayken (1874) okuduğu bilinmektedir. Zhang, a.g.e., s. 42. 64 Asyalılık Kang Youwei’in düşüncesinde belirgin bir imgedir. Sadece Türkler için değil Macarlar için de benzer bir kandaşlık yaklaşımı sergiler. Macaristan Hatıralarında şöyle yazar, “…Hun (Macar) başkentinden çıkınca artık batılı topraklar son buluyor ve Asya’nın yüzü görünüyor. Sarı ırktan insanlar buralara gelip devlet kurmuşlar, Avrupa’nın başına geçmişler, [insanı] mutlu ediyor bu durum. (manzum bir anlatımla) ak pak yüzlerdeki renklerden kendi insanlarımı tanıdım, onlarla kendi memleketimden[miş gibi] tokalaştım…” Kang a.g.e., s. 75. 65 Wang, Yeyang 王也扬, Kang-Liang Shixue Zhiyong 康梁与史学致用 (Kang ve Liang’da İşlevsel Tarih Öğrenimi, Jindaishi Yanjiu 近代史研究 (Yakınçağ Araştırmaları Dergisi). 1994. No. 2. s. 210. 66 Giray Fidan biraz iyimser bir dille Kang Youwei için şöyle diyor, “Osmanlı modeli bir modernleşmenin toplumsal yapıları son derece benzer olan Çin için uygun bir modernleşme modeli olabileceğini savunmaktadır.” Fidan, Giray, “Çinli Düşünür ve Devlet Adamı Kang You Wei’e Göre Osmanlı Modernleşme Süreci”, Selçuk Üni. Türkiyat Araştırmaları Dergisi. 2012 Mart 1. s. 202. Bu ifade biraz yönlendirici görünmektedir. Zira Kang Youwei Osmanlı yenileşme ve reform çabalarını olumsuz ve başarısız örnekler arasında göstermektedir. Saraya sunduğu önergelerden, hatıralarına ve seyahatnamesine kadar pek çok yerde bu yaklaşımı belirgindir. Çalışma arkadaşı ve halefi sayılan Liang Qichao da “Seçme Yazıları”nda, aralarında Osmanlı’nın da bulunduğu dört modernleşme örneği sıralarken Japonya örneği dışındakileri başarısız addeder. Liang a.g.e., s. 10–11. Aynı şekilde Kang Youwei’in Mithat Paşa’ya karşı bir “hayranlığı” olduğu ifadesi de oldukça 136 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ hakkındaki fikirlerinin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli yazılarında dağınık bir biçimde bulunan görüşleri İstanbul seyahatinden sonra belirli bir çerçeveye oturmuş görünmektedir. Kang Youwei’in Osmanlı hakkındaki verdiği az sayıdaki detaydan ilki Ahmet Şefik hakkındadır; Kang Youwei Ahmet Şefik’i “bilge vezir” sanıyla yüceltmektedir. 67 Fakat dikkatli baktığımızda bu detayın kendi geleceği hakkındaki o sıradaki endişelerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. 68 Zira Kang Youwei, Osmanlı reform sürecinin öncesinden söz etmemektedir, ne Tanzimat ne de Islahat hareketlerine, ne de Osmanlı’nın çok uluslu dokusuna veya batılı devletlerin siyaset üzerindeki nüfusuna değinmektedir. Öte yandan diğer rapor ve önergelerinde de çeşitli vesilelerle Türkler ve Osmanlı’yı konu ettiği görülmektedir. “Polonya’nın Parçalanması Üzerine” başlıklı yazısında Türklerin askeri gücünden söz açarak [1672 Bucaş Anlaşmasında] tazminat olarak alınan 22000 altından dahi söz etmektedir. 69 Benzer biçimde “Rusya Reformları” raporunda da zaman zaman Osmanlıyı konu etmektedir. 70 Bunların yanında Almanya’nın Jiaozhou Boğazı’nı ele geçirmesiyle ilgili olarak saraya sunduğu önergede, Almanya’ya karşı kuzeyde Rusya’nın, güneyde ise İngilizlerin desteğinin sağlanabileceğini dile getirir: “[Kırım Savaşı sırasında] Türkler, Rusya’ya karşı İngiliz ve Fransızların yardımını almışlardı, bu yardım sayesinde varlıklarını bu güne zorlayıcıdır. Nitekim Kang Youwei’in Türkiye hakkındaki bilgileri ancak İstanbul ziyaretinden sonra belirli bir çerçeveye yerleşmiş görünmektedir; bu süreçte de Osmanlı Hanedanı ve Türkiye’de modernleşme ve hatta Genç Türkler ve İttihatçılar hakkındaki görüşleri oldukça olumsuzdur. Kang Youwei’in bu konuda “hayranlıktan” çok “hayal kırıklığı” içinde olduğu göz ardı edilmemelidir. 67 “Bilge Vezir” ifadesi yalnızca Ahmet Şefik için türetilmiş bir övgü değildir; zira Kang Youwei, daha rasyonel bir zemine taşımaya çalıştığı mevcut siyasi dilini belirli oranda kadim düşünür Mozi’dan esinlenmelerle oluşturmuştur. “Bilge danışman” veya “bilge vezir” gibi ifadeler, Mozi’nın daha çok kuvvetler ayrılığı yönündeki siyasi yaklaşımında bulunur, Kang Youwei’in bu konuda Mozi’dan yaptığı alıntıda ifade edildiği şekliyle, “…bilge vezir siyasetin temelidir…” Kang, Youwei 康有为, Kongzi Gaizhi Kao 孔子改制考 (Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs). Zhongguo Shuju, Pekin 2012. s. 54. Ancak unutulmamalıdır ki Mozi eski yazın içinde, Yakın Çağa değin gündeme nadiren gelen bir düşünürdür, adeta ismi var cismi (metni) yoktur, hatta akılcı yaklaşımları ve gerçekçiliğiyle sonraları çok saygı görmüş olsa da kendi adıyla anılan eseri “Mozi” uzun süre saklanmış ya da kaybolmuştur. Bu nedenle de Çin’in geleneksel siyasi söyleminde hak ettiği yeri alamamıştır. 68 Fidan, a.g.m., s. 208. 69 Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in Bütün Eserleri). Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007a. C. 4. s. 4395–96. 70 Kang, a.g.e., s. 26–42. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 137 GÜRHAN KIRİLEN kadar korudular…” göstermektedir.71 diyerek diplomasi alanında Osmanlıyı örnek Kang Youwei, saraya sunduğu raporlarda Osmanlı Devleti’nin demografik yapısını, sanayisini ve askeri gücünü de göstermeye çalışmıştır. Bu bilgiler, 1898 Temmuz tarihli “Karşılaştırmalı Tablolarla Ülkeler” raporunda yer almaktadır. Detaylı tablolardan oluşan bu raporda Çin’i diğer ülkelerle kıyaslayan Kang Youwei, saray çevresindeki muhafazakâr kesime ülkesinin içinde bulunduğu gerçek durumu açık bir şekilde anlatmaya çalışmaktadır. Bu rapor; siyasi yapı, yüzölçümü, nüfus, eğitim düzeyi-okul sayısı, ticaret ve sanayi, demiryolları, telgraf hat uzunlukları, nakliyetaşımacılık, posta hizmetleri, devlet borçları ve donanma gücü gibi konularda hazırlanmış on altı tablodan oluşmaktadır. 72 Donanma gücü ile ilgili tabloda Türkiye’nin o dönemde iki savaş gemisi, yedi adet savunma gemisi, irili ufaklı toplam on üç adet zırhlı kruvazörü olduğu kayıtlıdır. Bunlara ek çeşitli ebatlarda ve küçük çaplı 97 tekneden söz edildiği görülmektedir. Bilgilerin kaynağını belirtmemekle birlikte Kang Youwei, Osmanlı’nın deniz gücünü dünya ülkeleri arasında onuncu sıraya yerleştirmektedir, İspanya’dan sonra, Hollanda’dan önce. 73 Ülkelerin yüzölçümlerini karşılaştırdığı tabloya düştüğü notta ise “Türkiye’nin muhafazakârlığı yüzünden Çin’in yarısı büyüklüğünde toprağını kaybettiğini vurgulamaktadır”.74 Osmanlının nüfusunu 27 milyon olarak verirken75, dini yapısı hakkında da bilgilere yer verilmektedir.76 Toprak kaybına bağlı olarak nüfustaki azalmayı Çin için bir uyarı olarak göstermekte; 1893 yılına dayandırdığı verilere göre, iç-dış ticaret dengesinde Türkiye’yi dünya ülkeleri arasında on üçüncü sıraya yerleştirerek ilginç de bir saptama yapmaktadır; “…Türkiye’nin nüfusu Çin’in yirmide biri kadardır fakat ticaret hacmi bizimle aynıdır. Yani Türkler bizden yirmi kat daha zengindir.” 77 Ancak ülke nüfusu oranında modern eğitim kurumları ve öğrenci sayılarında Türkiye sıralamaya girememekte, yüzölçümü oranında demiryolu hat uzunluğu listesinde Türkiye 31. sırada yer almaktadır. Aynı 71 Mao, Haijian 茅海建, “Kang Youwei Yu Zhen Zouyi 康有为与“真奏议” 读孔祥吉编著《康有 为变法奏章辑考》(Kang Youwei’in Önergeleri - Kong Xiangji’nin Derlediği Kang Youwei Reform Önergeleri’nin Tenkidi)”. Jindaishi Yanjiu 近代史研究 (Yakınçağ Araştırmaları Dergisi) 2009. No. 3. s. 146. 72 Kang, a.g.e., s. 345–368. 73 Kang, a.g.e., s. 368-69. 74 Kang, a.g.e., s. 352. 75 Kang, a.g.e., s. 352. 76 Buna göre, 50 bin İsevi, bir milyon Ortodoks, 4 milyon Rum Ortodoks, 100 bin Yahudi ve 6 milyon Müslüman bulunmaktadır. Kang, a.g.e., s. 360. 77 Kang, a.g.e., s. 360. 138 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ şekilde, telgraf hatları ve posta teşkilatı bakımından da Türkiye gerilerde kalmaktadır. 78 Kang Youwei milli borç bakımından Türkiye’nin “yedi yıl içinde borcunu kapatabileceğini” kaydederken, Osmanlı hazinesinin durumunu Çin’le kıyaslamakta; “Osmanlı’nın Çin’den beş milyon pound daha zengin olduğunu, hatta Türkiye’den ayrılan Romanya’nın ekonomik gücünün bile Çin’e denk olduğunu” dile getirmektedir.79 Türkiye seyahatnamesine gelinceye kadar Türkiye hakkındaki en detaylı metin yine de 1898 Haziranında saraya sunduğu “Türklerin Gerilemesi Üzerine” başlıklı raporda yer almaktadır. Fakat bu raporun sadece bir giriş mahiyetinde olduğu da anlaşılmaktadır. 80 Öte yandan “Bütün Eserleri” içinde Türkiye raporunun bulunduğu sayfaya düşülen notta, raporun saray arşivinde bulunmadığı ve Kang Youwei’in hatıralarında da bundan söz edilmediği kaydedilmiştir. 81 Gerçekten de Kang Youwei, hatıratında 1898 Haziranına ilişkin olaylar arasında bu rapordan söz etmemektedir, fakat hatıratta Türkiye seyahatinin kısa bir özetine ve Türkiye’deyken yazdığı uzunca bir şiire yer vermektedir.82 Kang Youwei, daha erken bir dönemde kaleme aldığı “Büyük Birlik: Da Tong Shu” içinde de Türklerden söz etmekte ve Avrupa’da yaşanan Kavimler Göçü’ne benzer bir göçebe fütuhatının Çin tarihinde aynı zamanda yaşandığını dile getirerek Hunların ve Göktürklerin Çin tarihinde oynadığı önemli rolden söz etmektedir (Kang 1885/1994: 79). Daha sonra ara ara verdiği bilgilerle Türk tarihini özetleyerek Viyana Kuşatması’na kadar getirmektedir.83 Anlaşılacağı üzere Kang Youwei’in gözünde Osmanlı ve Türk aynı anlama gelmektedir, her ikisi için de “Türk” adını kullanmakta ve Hunlardan başlayarak Osmanlıya kadar gelen bir siyaset geleneği söylemini benimsemektedir. Fakat aynı bölümde İran ve Türkiye’nin eskiye bağlılıkları nedeniyle gelecekte varlıklarını sürdürüp sürdüremeyeceklerinin kestirilemeyeceğini ileri sürmektedir. Hatta “Müslüman olan Türkler, İranlılar ve Hintliler eğer bir ittifak oluştururlarsa Asya’da Çin ve Japonya’dan başka bağımsız ülke 78 Kang, a.g.e., s. 360. Kang, a.g.e., s. 366. 80 Eğer reform hamlesi sekteye uğramasaydı raporun devamını yazacağını var sayabiliriz, zira Kang Youwei’in üslubunun, siyasi bir konuyu önce gündeme taşımak ve bir süre sonra onu detaylarıyla ele almak olduğunu görmekteyiz. Bu raporun çevirisi için bknz: Fidan, a.g.e., s. 15 -18. 81 Kang, a.g.e., s. 311. 82 Kang, Youwei 康有为, Kang Nanhai Zibian Nianpu 康南海自编年谱 (KendiKaleminden Kang Youwei’in Hatıraları). Zhonghua Shuju, Pekin 1992. s. 76–77. 83 Kang, Youwei 康有为, Datongshu 大同书, (Büyük Birlik Kitabı). Renmin Chubanshe, Liaoning 1994. s. 82–83. 79 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 139 GÜRHAN KIRİLEN kalmayacağı” gibi varsayımlar öne süren Kang Youwei, 84 görüldüğü kadarıyla İslam’ı yeknesak bir kültür bütünü olarak kabul etmekte ve temel mezhep ayrılıklarını göz ardı etmektedir. Yalnızca Türkiye’ye odaklanmış olmakla birlikte “Türklerin Zayıflaması Üzerine” adlı giriş mahiyetindeki yazı oldukça kısadır. “Japon Reformları”nın zengin içeriği bir kenara, “Rus Reformları” ya da örneğin Polonya hakkındaki raporuyla kıyaslandığında bütün yazı kısacık bir değerlendirme notundan öteye geçmemektedir. Kaldı ki rapor içinde de Osmanlı’nın kurumsal yapısı ve işleyişi hakkında, “Genç Türkler” ve “Ahmet şefik” adlarından öte bir detaydan söz etmemektedir. Bu haliyle rapor, belirli bir amaca yönelik olarak kaleme alındığı izlenimini uyandırmaktadır. Kang Youwei için Osmanlı’dan ibaret olmayan “Türk:Tujue” adının anlamı hem tarihsel hem de coğrafi olarak oldukça kapsamlıdır. Hunların kuzey Çin’de tarih sahnesine çıkmasından başlayarak Türkler ile Çinliler arasındaki siyasi benzerliklere ve kültürel yakınlığa büyük önem verdiği görülmekte, Asya’nın iki ucundaki iki kadim imparatorluğun ortak kaderinden öte daha derin bağlar kur(gula)maktadır. Siyasette örnekler ararken “uzak geçmişe değil yakın döneme bakılması” gerektiğini, “farklı olanı değil kendine benzeyeni” gözlemlemenin doğru olacağını dile getiren Kang Youwei, yakın dönemde Çin’e en çok benzeyen ve Çin ile aynı kökenden olduğunu söylediği Türkiye’ye işaret etmektedir. Ancak Türkiye’ye atfettiği bu önemin somut bir bilgi birikiminden çok romantik bir “Asyacılık” fikri temelinden kaynaklandığını düşünmek daha doğru olacaktır. Çin kaynaklarına göre Türklerin atalarının Hunlar olduğunu ve Hunların da kadim geçmişte Çin’in Xia Hanedanı’nın soyundan geldiği görüşünden 85 hareketle özgün bir söylem oluşturmaktadır. Görüldüğü kadarıyla bu yaklaşımının iki amacı olduğu düşünülebilir. Birincisi, Mançu Hanedanı’nın geçmişte göçebe soylu olmasıdır. Böylece Mançu soyluları arasında belirgin olan “kuzeylilik” ve göçebeliğin kültürel bilincini gündeme taşıdığı görülmektedir. İkincisi ise henüz yeni başlamış olan reform hamlesini, müdahalelerden kaçınılması için olumsuz bir örnek ve uyarıyla teminat altına almaya çalışmasıdır. “Ahmet Şefik’in akıbetinde adeta kendi akıbetini” görmesidir. 86 Bunun ötesinde “Büyük Birlik” eserinin sağladığı 84 Kang, a.g.e., s. 93 Bu görüş çeşitli kaynaklarda verilmektedir fakat bu ifadenin geçtiği en eski kaynak Sima Qian (M.Ö.145–90) yazdığı Tarih Kayıtları’dır “Hunların ilk atası Xia Hou neslinden olup, Chun-wei adında [biri]dir.” Sima, Qian 司 马 迁 . Shiji 史 记 (Tarih Kayıtları). s. 2879. http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw/ 86 Fidan, a.g.m., s. 199. 85 140 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ izlekle okuduğumuzda Kang Youwei’in düşüncelerinin gerisindeki “Asyacı” fikirler kendini göstermektedir. 87 Bu şekilde, aynı kökenden gelen iki ülkenin Asya’nın iki ucunda ortak bir kaderi paylaştığını düşünmesi oldukça anlamlı görünmektedir. Nitekim kısa raporun sonuç bölümünde “Karmaşa Çağı” ve “Birlik Çağı” karşılaştırması ekseninde iki ülkenin yenileşme fırsatlarını kaçırmaması gerektiğini dile getirerek “ortak soy” ve iki ülke arasındaki “benzer siyasi duruma” vurgu yapmaktadır. Bu “özdeşlik”, siyasi bakımdan saray yönetiminin tam anlamıyla kontrolü ele alamadığını gördüğü genç hükümdarın, Osmanlı’da Ahmet Şefik hükümetinin lağvedilmesine benzer bir kaderden kaçınması yönünde uyarıdır. Kang Youwei, doğrudan dile getirmese de, basiretsizlik olarak gördüğü gericiliğin saray çevresinde saf tutmaya başladığına işaret etmektedir.88 1908 Türkiye Seyahatnamesi: 89 Uzunca bir süre, Türkiye hakkında okuduklarından ve duyduklarından oluşan bir bilgi birikimine sahip olan Kang Youwei, başarısız reform girişiminden tam on yıl sonra 1908 yılında İstanbul’a gelmiştir. Romanya üzerinden gemiyle İstanbul’a ulaşan Kang Youwei edindiği izlenimlerinden oluşan uzunca bir seyahatname kaleme almıştır. Bugünkü ölçülerle yirmi sayfadan uzun olan seyahatnamenin üslubu bir siyasetçiden beklenmeyecek derecede edebîdir ve metinde 87 Kang Youwei’in fikirlerinin “Pan Asyacılık” fikri ekseninde değerlendirilebileceğine pek az kişi dikkat çekmiş görünmektedir. Oysa sadece Büyük Birlik adlı eserinin ütopyacı söylemi dahi bu yaklaşımın incelenmeye değer olduğunu göstermektedir. Ancak konu ve kapsam dışı olduğu için, bu yazıda bu konunun derinine inilememektedir. Kang Youwei’in bir reformcu ve ütopist olarak bugün Çin siyasi yazınında yeniden değer bulmasında da bu konunun araştırılmayı beklediğini gösteren işaretler saklıdır. 88 İrticai tavır hanedan arasında “ataların mirasına” sahip çıkma ve eski fatih hükümdarların düzenine geri dönme şeklinde kendini göstermektedir. Bu durum sürecin başlarında Rong Lu ve Kang Youwei arasındaki bir tartışmaya konu olmuştur; “ataların düzeni değiştirilemez diyen Rong Lu’ya karşı Kang Youwei, ‘ataların düzeni ülkeyi kurtaramıyorsa değiştirilmesi kaçınılmazdır...’ sözleriyle yanıt verir. Kang Youwei “eskiye bağlılığı” adeta bir hastalık olarak görmektedir. Siyasi ve kültürel sorunların temelinde Çin’de yaygın olan bu muhafazakâr tutumu eleştirir. “Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs” adlı daha erken bir çalışmasında özellikle sosyal psikolojiden, siyasi üslubun tarihsel gelişimine kadar her alanda kadim geçmişin örneklerinden yararlanmanın zararlarını yine kudemadan alıntılarla vermektedir. Bu fikri, Konfuçyüs’ten alıntıladığı “kuralların değeri [her döneme göre] yenilenmelerindedir” sözü yanında, Mozi’dan alıntıladığı bölümde, “…[efsanevi] hükümdarların [anlatıla geldiği gibi] yaptıklarını nereden bilebiliriz?” sözleriyle tarihe karşı şüpheciliği gerekçelendirerek yenilikçi görüşlerini sağlam bir zemine yerleştirmeye çalışmaktadır. Kang, Youwei 康有为, Kongzi Gaizhi Kao, 孔子改制考 (Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs). Zhonghua Shuju Chubanshe, Pekin 2012. s. 47- 54. 89 Burada bölüm bölüm çevirisini verdiğimiz seyahatnameyi Giray Fidan yayınlamıştır. Dili bakımından biraz yavan olmakla birlikte neşriyat olarak tamamını içerdiği için önemli bir katkıdır. Çevirilerin karşılaştırması ve konunun daha iyi anlaşılması için kaynakçada künyesi bulunan o çalışmanın edinilmesi önemlidir. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 141 GÜRHAN KIRİLEN duygusal temalar dikkati çekmektedir. Bunun yanında, izlenimci tavrını korumaya çalışmakla birlikte, Kang Youwei’in İstanbul Seyahatnamesi duygusal çıkışlarıyla tasvirî üsluptan da uzaklaşmaktadır. Bu da yazarın zihninin gerisinde başka bir gaye olduğu izlenimini vermektedir. Bilindiği üzere Kang Youwei bu dönemde sürgündedir; bu yüzden sürgün, gurbet ve hasret temalarını sık sık işlemektedir. Duygusallık, memleketine olan özlemini dile getirdiği bölümlerde daha fazla görülmektedir. Bunun ötesinde, dış dünya hakkındaki bilgi ve izlenimleri Çin’in yeni aydınlanma sürecinde ona dünyayı Çin’e tanıtma yönünde bir görev yüklemiş görünmektedir. Çin yazınında onunkine benzer ilk elden değerlendirmelerin az oluşundan kaynaklanan bir boşluğu doldurmak gayesinin olduğu da hissedilmektedir. Yıllarca ayrı kaldığı ülkesindeki olaylara karşı da ilgisini hiç yitirmemiş ve entelektüel çevrelerde adını duyurmayı sürdürmüştür.90 Bu bakımdan hem ilk elden bir doküman olmasından dolayı hem de Kang Youwei’in ülkesinin değişim umutlarını tüketmemiş olmasından dolayı bu seyahatname iki yönde bir anlama sahiptir. Nitekim Kang Youwei İstanbul’dan ayrıldıktan sonra ülkesine dönmüş ve Asya’nın ilk cumhuriyetine doğru hızla gelişen süreçte bu kez bir monarşist olarak çalışmaya devam etmiştir.91 Sun Yatsen ve Yuan Shikai’ın kurduğu Kuzey Deniz hükümeti döneminde Yasak Şehir’e kapatılan eski Mançu hanedanıyla görüşmeler yaparak “saltanatı” canlandırmak için gayret göstermiştir. Tahmin edileceği gibi İstanbul Seyahatnamesi diğer pek çok seyahatnameden biridir, sürgün yıllarında Kang Youwei uzun süre Amerika’da ve Avrupa’da kalmış ve gittiği her ülke ve bölge hakkında gözlemlerini anlattığı metinler kaleme almıştır. Bunların arasında İstanbul Seyahatnamesi diğerlerinden ayıran en belirgin özellik Kang Youwei’in o dönemde İstanbul’da gördükleriyle Çin’i kıyaslaması ve pek çok bakımdan ortaklıklar bulmasıdır. Türkiye hakkındaki eski romantik fikirlerine duygusallık da eklenmiştir. Metnin hemen başında bir şiirle duygusal durumunu sezdirmektedir. 90 Bütün eserleri içinde, Liang Qichao gibi entelektüellere bu dönemde yazdığı mektuplar ve çeşitli konulardaki değerlendirme ve yazıları görülebilir. Bunların bazıları yazılı basında çıkmıştır; Kang Youwei “monarşi-cumhuriyet” tartışmaları içinde de yer almayı sürdürmüştür. Bu başlı başına bir diğer çalışma konusunu oluşturmaktadır. 91 Kang Youwei’in dönüş yasağı 1908 yılı sonunda İmparatoriçe Cixi’nin ölümünden sonra hükmünü yitirmiştir. Ülkeye döndükten sonra “Buren” adlı bir dergi çıkartan Kang Youwei anayasal bir rejimden yana olmayı sürdürmekle birlikte artık miadını doldurduğu aşikâr olan saltanatın kurtarılması yönünde fikirler beyan etmiş ve pek çok kez cumhuriyetçi Sun Yatsen (Sun Zhongshan) yönetiminin karşısında yer almıştır. 1917 yılında bir de başarısız bir girişimde bulunmuştur. 142 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ Türkiye Seyahatnamesi: Gemiye Romanya’dan bindik. Gemi, Temmuz’un 27’si 92 sabahında hareket etti. Gemiden Karadeniz’in dalgalarına bakıyorum, eflatun rengi dalgalarının küçük kıvrımları geri dönüyor ve birazdan kıyıda sıralı tepeler beliriyordu ama daha gidecek çok yol var, görebiliyorum. Su Dongpo “Qi Shan” şiirinde şöyle diyor: Başı çıplak dağlar, kahverengi-kızıl, Bulutlar bu toprağın üstünde toplanır, Ama zamanı gelmemişse, şu nefes, Ne çiğ olur ne yağmur.93 Saatler boyu yol aldıktan sonra Türklerin başkentine yaklaşıyoruz. Kıyıda düz tepeler yan yana sıralanmış, eski kalıntılar ve yerleşim yerleri göze çarpıyor. Tepelerin rengi solgun ve güçsüz; Avrupa’ya benzemiyor. Bu görüntü sanki Türklerin bugünkü güçsüzlüğünü gösteriyor. 29 Temmuz sabahı Karadeniz’de seyir: Zümrüt dalgalar salınır binlerce kilometre, Göğün gözlüğünden baktım, Kim parlattı camlarını, kim bilir? Mor dalgalar dönmez artık geri, Bir döşek, bir yastıkla geçtiğim yerleri. [Bu deniz] uzakta Akdeniz’e bağlanıyor ve daha uzaktaki sırlara. Savaş gemileri üç-beş yüz kilometre mesafedeler, Beyaz dalgaların dağ sırtları gibi yüksek olduğu yerlerde… Geldiğimizde deniz sakindi [ve] büyük dalgalara rastlamadığım için şanslıyım. Ertesi gün de hava açıktı ve güneş ışınları pırıl pırıl parlıyordu. Uzun bir yol geldim, şiir yazıp içimi döktüm. İmparator Konstantin altın kamasıyla buraya akın etmiş, kudretiyle iki denize hâkim olmuş. Başkentini kurarak burayı yurt edinmişti. Uzaklardaki eski surlara, tepelere ve yıkık dökük kalıntılara baktıkça zamanında Türklerin ne kadar güçlü olduğunu ve fakat bugün nasıl zayıf düştüklerini düşünüyorum. Uzakta Kafkaslarda güzel insanlar dans ediyor, heybetli dalgalar, davullar [gibi] kıyıları savuruyor, kuzeydeki kıyıda Rus gemileri. [Yüreğim] yüklü, hayaller içinde boğazı geçiyoruz.94 92 Burada, Giray Fidan’ın uyarısı beni ve çalışmamı tarih verme konusunda vahim bir hatadan çevirmiştir. Kendisine teşekkür ederim. 93 Son dizenin, Zhouli’de geçen bir ifadeyle yakınlığı dikkat çekici görünüyor; “…Göğün zamanı, yerin qi’si, malzemenin iyisi, işlemenin ustalığı vardır; bu dördünü harmanlayan güzeli yaratabilir. Malzemesi iyi, ustası mahirse ve yine de güzel [yaratılamamışsa], ya zamanı değildir ya da yerin qi’sine haiz olunmamıştır.” Fidan 2013’te bu iki cümle göz ardı edilmiş. Krş. İçin bakınız. Fidan, a.g.e., s. 27. 94 Kang, Youwei 康有为, Lieguo Youji 列国游记 (Çeşitli Ülkelerde Seyahat Notları). Renmin Chubanshe, Shanghai 1995. p. 537. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 143 GÜRHAN KIRİLEN Boğaz’a girince [iki kıta arasındaki] mesafe daralıyor, bir tarafta Asya diğer tarafta Avrupa yer alıyor, [kıyılarda] evler, eski şehir kalıntıları ve surlar, denize dek iniyorlar. Avrupa yakası, gelişmiş, hisarlar tahkim ve sağlamlar, sanki bulutlara yükseliyorlar. Asya kıyısında şehir duvarlarının tamamı yıkılmış (536). Kang Youwei Karadeniz üzerinden deniz yoluyla geldiği için hisarları ve boğazı seyretme fırsatı buluyor. Beklentileri yanında fikirlerini gördükleriyle harmanlamaya çalışıyor. İlk izlenimleri arasında, Asya ve Avrupa arasında gördüğü farkları anlatışı göze çarpıyor. Gördüğü manzaradan siyasi anlamlar çıkarmaya çalışıyor. Asya ve Avrupa arasında zihninin arka planında hazır bulunan farklılıkları, edebi bir dille bu şekilde gerekçelendiriyor. [Surlar] Vaktiyle [Fatih Sultan] Mehmet’in eliyle yapılmışlar, [Fatih] Yunan kilisesini kendine bağlamış ve [kiliseleri] camiye dönüştürmüştü. Buradan başlayarak onlarca li boyunca, [bizim] Jianghu [yöresine] benziyor. Evler sıkışık, üst üste; vapurlar, yelkenliler… Manzaranın güzelliği Uzun Nehrin Chang’ı gibi, Hankou’daki Sarı Turna tapınağını ve Qingzhou çevresini andırıyor. Fakat şu zümrüt deniz ve adalar, [bizim] memleketin hiçbir yerinde yok. İki denize hâkim [konumu, etkileyici] yer şekilleri, yaz kış ılıman iklimiyle büyük merkezler arasında ilk sırada geliyor. Konstantin buraya yerleşip burayı yeni başkenti yapmış, [uzak] görüşlü olduğu söylenebilir. Bir de eğer ülkesini oğulları arasında paylaştırmasaydı…95 Roma burayla boy ölçüşemez ve kaldı ki bugünkü Paris, Londra, Viyana [ya da] Berlin. Bu çağda bir tek Petro’nun taşıdığı Petersburg ile kıyaslanabilir. O da yer şekilleri [bakımından, İstanbul’un] uzağındadır. İki denizin girişini tutan, iki kıtaya da hâkim bir başkent olarak bir tek burası var. Çin, Hindistan ya da İran’da böylesi bir konum mevcut değil. Kaldı ki, böyle bir başkent olsun. Ne yazık ki burası Türklerin elinde, bu deniz, bu dağlar, çok yazık! Eğer Napolyon ya da Bismark buraya sahip olsalardı, kuzeyde Rusya’ya, güneyde deniz yoluyla İspanya – İtalya’ya [ve] dahi Cebelitarık’a, batıda(?) Mısır’a, doğuda ise İran’a kadar ele geçirirlerdi. 96 Avrupa’nın birliği [işte] o zaman zor olmazdı. Yazık ki burası Türklerin elinde ve onlar da çaresizlik içinde oturuyorlar sadece. (s. 538–39). Kang Youwei İstanbul’da gördüğü genel durumu batı ile ve kendi ülkesiyle kıyaslıyor. Özellikle İstanbul’un jeopolitik konumundan çok etkilendiği anlaşılıyor. Yine de atalet içindeki Türk halkının fakir halini siyasi durumun bir göstergesi olarak düşünüyor. İstanbul hakkında tarih 95 Giray Fidan 2013 tarihli çalışmasında bu cümleye yer vermemiş. Fidan, a.g.e., s. 29. Kang Youwei’in zihnindeki eski Roma mirası ile Avrupa’nın tek yönetim altında toplanmasına dair düşünce paragrafın devamından çıkartılabiliyor. 96 Giray Fidan, “eğer” ruoyi 若以 ile başlayan koşul cümlesini yanlış yorumlamış. Fidan, a.g.e., s. 29. Böyle olunca, Bismark ve Napolyon’un sanki gerçekten “etkilerini İran’a kadar genişlettikleri” anlamı çıkıyor ve haliyle paragraf da, “Avrupayı bir araya getirmek bu kadar zor mudur?” diyen anlamsız bir soru cümlesiyle son buluyor. 144 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ bilgisine sahip olduğu görülen Kang Youwei, İstanbul’un fethedildiği tarihi yanlış veriyor. O günlerin siyasi durumunu özetleyerek sözü kendi ülkesine ve Batı emperyalizmine getiriyor: İngiltere – Fransa iki tırpan gibi! Birdenbire öfkem (Çin’e) Doğu Denizi’ne taşıyor ve ardından felaketler, hastalıklar. Ne kadar uzak olursa olsun şu Karadeniz, Luoyang’ın çanlarıyla birlikte titriyor. Elinde kılıç önce kim şiir dizerse ben ona tabiyim.97 Rus tehdidi Osmanlı için olduğu kadar, artık son nefesini veren Asya’nın hasta adamı Çin için de bir korku kaynağıdır; Rusya’nın genişleme politikaları Çin’in içinde bulunduğu karmaşada ancak Japonya’nın varlığıyla dengelenebilmektedir. İngiltere ve Fransa onun gözünde çok güçlü ve korkunç emperyalist ülkeler olarak beliriyor. Batı emperyalizmi pek çok doğulu aydının zihninde olduğu gibi onda da duygusal geliş gidişlere sebep olurken bir yanda Batıya duyduğu hayranlık diğer yanda aidiyet hissettiği Asya, en ufak bir umudu dahi yücelterek ifade etmesine neden oluyor. Ancak duygusal yaklaşımlarını bir kenara bıraktığında yansız bir gözlemci gibi gördüklerini anlatmaya koyuluyor. Bir buçukta İstanbul’a ulaştık, deniz kıyısı boyunca her yer yemyeşil, her tarafta evler var; yerin adı Yeni Maha(lle?). Merkezden yedi İngiliz mili uzaklıkta. Avrupa tarzı konaklar yer alıyor burada, cam pencereli, üç-dört katlı evler. İngiltere, Amerika ve Hollanda sefaretlerinin yazlıkları hep burada yer alıyor”.98 Kang Youwei’in hatıratının başlarında İstanbul’un büyüklüğünden ve görkeminden söz ediyor. Bunun yanında zindanlar, başıboş sokak köpekleri, (538) evlerin yıkık dökük oluşu; şehirdeki düzensiz ve çirkin görüntüyü on yıl önce ayrıldığı Pekin’e benzetiyor ve ekliyor; “Avrupalılar bu ülkeyi Çin’le kıyaslıyorlar, [bu gördüklerimden sonra] bu bana çok doğal görünüyor” (538). Şehrin pisliği ve sokakların çamur içinde oluşu üzerine bir çözümleme bile yapıyor. Belediyelerin çalışmadığını, yerel idarenin gelişmemiş olduğunu, vergilerin yüksek oluşuna rağmen hizmet sağlanmadığından dem vuruyor. (538–9). Ona göre bunun birkaç sebebi var; halkın çöpleri sokağa rastgele bırakması, köpeklerin çöpleri dağıtması ve belediyelerin çöpleri düzenli toplamaması. Halkla yöneticilerin arasında uçurum olduğunu ve değişim ve reform isteyenlerin ellerinde güç olmadığını söylüyor. Osmanlı’nın Avrupa’ya yakın olmasına rağmen reform konusunda başarısızlığını düşündüğünü söylediği kısımda yine dönemin Çin yönetimiyle benzerlikler kuruyor. Batılıların her iki ülkede de hukuken ülke dışı sayılma ayrıcalıklarına, işledikleri suçlarda cezadan muaf oluşlarından 97 98 Kang, a.g.e., s. 537. Kang, a.g.e., s. 537. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 145 GÜRHAN KIRİLEN söz ediyor. “Türkler” diyor, “ hep askeri güçleri ve savaşçılıklarıyla övünüyorlar, her karşılaştığınız insan bundan bahsediyor” (539). İnsan ilişkilerinin düzensiz ve kaba olduğunu dile getirerek, insana pek değer verilmediğinden hareketle şöyle söylüyor; “bu vaziyete bakınca reform olsa ne olmasa ne diye düşünmeden kendimi alamıyorum” (539 vd.). Polis merkezini gezip gördüm; binanın içi dışı pislik içinde, yıkık dökük, [memurlar] boş boş oturuyor, gülüşüp sohbet ediyorlar, tütün içip havadan sudan konuşuyorlar sadece. Elleri silahlı zabitler devriyedeler var ama neye yarar ki? Yollardaki polisler bir olayla karşılaştıklarında, [sadece] para karşılığında ilgi gösteriyor.”99 On yıldır, ülkede okulların tamamı Fransız tarzında eğitim veriyor, okul ücretini mutlaka alıyorlar. Dersliklerde uzun sıralar mevcut, derslere göre sınıflar ayrılmış, haritalar duvarlara asılmış, kara tahtalar var. Bir okulu gezdim, 160 öğrenci varmış, yazın iki ay tatil yapıyorlarmış. Yüksekokullar iki katlı, [yaz tatili olduğu için?] öğrenciler pek az, hukuktan başka diğer bölümlerde yalnızca 200 öğrenci mevcutmuş. Eğitimde [temel olarak] dört kürsü var; hukuk, askeriye, tıbbiye ve mühendislik. Felsefe ve din bilimleri yok, mühendislik iki [yıl], tıbbiye üç. Hukuk, felsefe, edebiyat ve yabancı dil bir arada. Bir de askeri eğitim ortak, asker için ayrı okul kurulmuyor, aynı okula ek [yapılıyor; bu durum] yalnız bu memlekette böyle, [okulların] az sayıda oluşu [üzerinde] düşünülmeyi hak ediyor. Avrupa’nın ileri yönlerini Türkler sanki bilmiyor gibi. Sanayi ve ticaret okulunu gezdiğimde [şunları gördüm]; yaşları on ila yirmi arasında değişen 350 öğrencisi vardı, eğitim sistemi; ders ortamı birkaç tezgâh, ayakkabı ve gömlekten ibaret, basitliği görülebiliyordu. Fakat yatakhane ve yemekhane son derece düzenli ve temizdi, yıllık ücreti 45000 kuruş100. Bütün ülkede [aşağı yukarı] böyleymiş, toplam 25 okul varmış. Bütün okulların binaları [çok] katlı ve büyük, Avrupa tarzı masa ve sandalyeler, sair araçlar ve yerlerde halı yok; biraz kaba görünüyor, bu yüzden ihtiyaçlardan söz etmeden olmuyor, [okulun] müdürü, Çinlilerin buraya nadiren geldiklerini söyleyerek çok saygılı bir rehberi [bana eşlik etmesi için] görevlendirdi. [Pek az Çinli gördükleri için] Türkler genellikle bana karşı ilgililer, okulda da böyleydi, yaklaşmaya, etrafımı sarıp dokunmaya çalışanlar oldu.101 Türkler, yabancı dil deyince Fransızca anlıyor. Dil ve yazıda Fransızları izliyorlar ve haliyle de siyasette de Fransızları dinliyorlar. Türkiye’de Fransızca bilmeyen yabancılar adeta kör oluyor. Fakat Fransızlar, İngiliz ve Almanlar gibi siyasette gelişmiş değil, bir tek devrim konusunda fazlaca konuşuyorlar. Türklerin bu kuşağı padişahın [istibdadı] altında ezildikleri için Fransız devrimini anlatıp duruyorlar, [bu hareketi] kendilerine rehber olarak görüyorlar, 99 Kang, a.g.e., s. 537. Kang Youwei’in seyahatname içinde kullandığı para birimi “biyashida”nın hangi ifadenin karşılığı olduğunu bulamadık ancak diğer birimlerle verdiği karşılaştırmada bunun kuruş karşılığı yazılmış olduğu anlaşılıyor. 101 Kang, a.g.e., s. 548. 100 146 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ ama bir şey elde ettikleri de söylenemez. Yürekleri kabardığında atıp tutuyorlar, bugün anayasa getirdiklerini söylüyorlar fakat bu huzur bulabilecekleri anlamına gelmiyor.102 Bir reformcu olarak Kang Youwei’in kendi tecrübeleri ve başından geçen olaylar, geleneksel toplumlarda siyasetin işleyişiyle ilgili karamsar bir bakışa sahip olmasına sebep olmuş görünmektedir. Osmanlı başkentinde tanık olduğu güncel olaylar, reform ve değişim fikirlerini yalnızca toplumsal ve kültürel zeminde düşündüğü izlenimini vermektedir. Bu noktada Osmanlı’ya ilişkin olarak bir hayal kırıklığı içinde olduğu düşünülebilir, zira “Avrupa’nın hasta adamı”, gündelik yaşama ve halkın genel psikolojik durumu üzerine gözlemleri ve edindiği intibadan anlaşıldığı oranda, hiç de iyileşecek gibi görünmemektedir. Kendisinin bir “devrimci” olmadığı, aksine eski düzeni ihya ile devamı yönünde çalışan bir “monarşist” olduğunu akla getirirsek, Asya’da geleneksel değerleri savunabilecek hiçbir ülkenin kalmadığı fikrine odaklandığını varsayabiliriz. Bunun yanında, yıllar boyunca Asya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerini görmüş olan bir “reformcunun” gözlüğüyle, Türkiye’de saltanatın son demlerinde oluşuyla Çin’deki Mançu hanedanının benzer biçimde son nefesini veriyor olduğu gerçeği, Kang Youwei’in duygusal tema ve çıkışlarına anlam yüklemektedir. Başkentte dolaşırken gördüklerim hep batı tarzı kıyafetlerdi. Sultandan sıradan insanlara kadar hep aynı giyiniyorlardı. Sadece başlarındaki fesleri sayesinde inançlarını gösteriyorlar; yollarda göz alabildiğine kırmızı fesler görünüyor, bunun dışında görünümleri Avrupa’yla farksızdı. Bir tek İstanbul şehir merkezindeki fakir fukara eski kıyafetler içindeler. Sarılı-kırmızılı eski kıyafetler Moğol şamanlarını andırıyor. Uzun kıyafetlerse Çin’deki gibi [ve] Müslümanların kıyafetleri de bizim Xinjiang’dakilerle aynı. Ev eşyalarına gelince saray ve bütün zenginler Avrupa tarzı kullanıyor. Türklerin eski âdeti, yerde bağdaş kurarak oturmak; örtü serip üzerine küçük bir masa koyuyorlar. İran ve Hindistan’daki gibi; yalnız bu adet ve araç gerecin on yıl önce değiştirildiği söyleniyor. Türklerin askeriye ve okulları, kıyafetleri, polis teşkilatı hep Avrupalı ama fakirlik, kirlilik ve düzensizlik yabancıların zulmüne, işgaline ve hor görmesine işte bunlar sebep. Şimdi ıslahatçıların bütün o talepleri ya da alt sınıfların kıyafet devrimi olsa ne faydası olur ki! Bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun. İstanbul, köprüyü [Galata] geçince başlıyor, bir tepeye yaslı ve denize nazır, tamamı Türk evleri; Eski Saray da burada; [padişahların] eski sarayı [Topkapı] denize nazır. Ayasofya, Süleymaniye gibi büyük ibadethaneler, zindanlar, polis merkezi, okullar, müze, çarşı pazar ve bütün eski kalıntılarla Türklerin ve diğerlerinin evleri hep İstanbul’da. Bu yüzden [bu bölge] Türk adet ve geleneklerini gözlemlemek için birebir, burası mutlaka iyice izlenmeli ve gezilmeli, yoksa Türkiye’ye gelinmiş sayılmaz. 102 Kang, a.g.e., s. 544-45. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 147 GÜRHAN KIRİLEN Saray[burnu]’nda yollar pislik içinde, insanlar avare dolaşıyor, dilenip [boş boş] etrafa bakınıyorlar, ibadethanelerin önlerinde çokça uyuklayan köpek var, [insanın] paçalarına dolanıyorlar. 103 Ana caddelerde eski eşyalar sergileniyor, [alınıp] satılıyor, insanlar dağınık [öbekler halinde] oturup şarkı-türkü söylüyor, fal bakıp tütün içiyorlar. Pekin’in eski halleriyle neredeyse aynı; çarşılarının boyutlarıyla dar sokaklarındaysa bir Hindistan havası var. Çarşılara “pazar” diyorlar; bu çarşının adı Yeşil104 tek başına küçük bir kent gibi; üstü kapalı fakat ışık ve hava almıyor, bu yüzden kuytu bir zindan (cehennem) gibi kapkaranlık. 140 yıl önce yapılmış (üzeri örtülmüş), on küsur kapısıyla onlarca sokaktan oluşuyor, içeri girince [insanın gözleri karanlığa] hemen alışamıyor, [sağlı sollu] sıralı tezgâhlar bulunuyor. [Bir dükkânda] derman satan bir eczacı, dipte yüksek bir [sedirde] oturuyor, ilaçlar arkasında dizili. Pirinç tüccarının arkasında pirinç çuvalları [üst üste] yığılmış duruyor, [bütün dükkân sahipleri] oturuyorlar, tamamı böyle. [Ama] Çin’deki gibi çorba 105 satanlar da var. Buradaki tüccarların çoğu zengin tüccarlarmış, her çeşit mal bulunabiliyor burada ve [bu tüccarların] cukkaları sağlam. [Dükkânlardaki] düzen [hemen hemen hep] aynı. Fakat bir dünya haritası sordum, [işte] o yoktu, bütün dükkânlar [yalnızca] Türklerin kullandığı malları satıyor. Buranın sadece alışveriş için kurulduğunu anlıyorum; zaten Avrupa’da da yiyecekler, pazarlar, büyük mağazalar bu usulde, bütün tüccarların mallarını getirdiği bir yer burası. [Fakat] kapkaranlık, insan nefesinden dolayı havasız; biraz gezdikten sonra hemen burnum tıkandı, Avrupalıların gülüp, hor gördüğü kadar var. Geceleri yollar yayalara kapalı ve caddelerde ışık yok; at arabasıyla gece dönmek [zorunda kalınca vaziyet] hiç de elverişli değil. Fransa ve Amerika’nın gece pazarlarını gördükten sonra, nerede o şaşaa [o] kalabalık; uygarlık ve yabanlık arasındaki fark kendini böyle gösteriyor. Bizim memleketle buranın benzerlikleri çok (s. 542)106. İstanbul’da köprüyü geçince hemen yakında Konstantin[apol] yer alıyor. Dikilitaş toplam yedi kısım, her biri [yaklaşık] beş arşın uzunluğunda; sütun kaidesi kulelerde olduğu gibi iki kat; eskiden [sütun] başında altın bir tanrı 103 Kang, a.g.e., s. 553. Kang Youwei’in tam olarak nereden bahsettiği anlaşılamamaktadır. Çince metinde Yi-xielu heceleriyle bir ses karşılığı verilmiştir; bu ise olasılıkla “yeşil” sözcüğüdür. Öte yandan anlatımdan anlaşıldığı kadarıyla burası Kapalı Çarşı’dır, nitekim Kang Youwei çarşının “140 yıl önce üzerinin yapıldığını (onarıldığını)” söylemektedir. Bu da aşağı yukarı Kapalı Çarşı’nın 1750 yangınından sonra onarıldığı tarihlere işaret etmektedir. 105 Çorba ile karşıladığımız zhou, sabah yenilen tatsız bir tür aşure. 106 Kang Youwei Amerika ve Avrupa’da gördükleriyle İstanbul’u karşılaştırıyor. Giray Fidan 2013 tarihli çalışmasının 38. sayfasında bir dilbilgisi yapısını yanlış yorumlamış: “…bu oldukça zordur, Fransa ve Amerika’nın ürünlerini satan gece pazarları ise…” sözleriyle devam eden cümleciğin başında yer alan “以视 daha önce gördüğüm” anlamıyla bir sonraki 104 cümlecikteki “ 何 其 闹 nerede o şaşaa ve kalabalık” ile bağlantılıdır. Fidan’ın yorumu İstanbul’da gece açılan ve Fransız-Amerikan mallarını satan pazarların bulunduğu yönündedir. Oysa yukarıdaki dilbilgisi yapısı bu yoruma izin vermez. 148 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ heykeli varmış, yıldırım düşmüş de harap olmuş; bu iki bin yıllık bir nesne. Konstantin’in mezarı Dikilitaşın yakınında, bugün artık tamamen yıkılmış durumda, Konstantin’i öldüren hadımın mezarı da bu yığının içinde, ama burası pek düzenli [ve] halk burada mum yakıp [dua etmekte]. 107 Söylenene göre Konstantin buradaki halka zulüm ettiği için katledilmiş, insanlar bu yüzden katili anıyorlarmış. Saray, ibadethane, kutsal anıtlar ve eski eserlerin hepsi, İstanbul’un denize yakın yerinde. Eski Roma sarayı tepeye yaslı denize nazır ve pek büyük; Ayasofya’nın arkası şimdi yaşlı ağaçlardan bir koru içinde bizim Meishan otlağı gibi, ama kalıntıları baki ve eski saray mevcut. Bizim Changan’ın şehir [kalıntılarından] daha diri; Han ve Tang dönemi anıtmezarları [da dâhil] hepsinin ötesinde. Şehir surları Çin’deki gibi, kilometrelerce dolanıyor. Adalet sarayı surların dışında ve çok büyük; Türk devlet dairelerinin en büyüğü, askeriye binalarıyla kıyaslanabilir. Şehir kapısı dışında çeşme yer alıyor. 160 yıllık ve Sultan III Ahmet tarafından yaptırılmış… …Müslümanlar uzun gri başlıkları ve siyah cübbeleriyle görünüyor. Buradaki kapının ardında saray var; üst tarafı şimdi hazine dairesi olarak kullanılıyor. Sultan, sarayında oturuyor ve pek dışarı çıkmıyor, yılda bir kez buraya gelip hazineyi görüyor. Gümüş sikkeler de burada basılıyor. [Sultan] geldiğinde beraberinde binlerce atlı oluyormuş, [etraftan onu görmeye gelen] halksa bulutlar gibi toplanıyor. 600 yüzyıllık ağaçlar var [burada], kapının iki yanında iki taş yer alıyor, büyük memurlardan suç işleyenlerin cezası burada veriliyormuş, başları bu taşlarda sergilenirmiş, bir olay olduğunda nasıl [bir görüntü] oluştuğunu düşünebiliyorum. Saraya girince kapının arkasında 100 fersah çimenlik uzanıyor. [Burada da] Konstantin tarafından yapılan bir kilise var (Aya İrini)… …bahçe içinde eski Müslüman âlimlerinden (Sahabe?) birinin mezarı, [bu bina] 1700 yıllık bir eser. Kocaman üç katlı, sarıya boyanmış; para dairesi [darphane] burada yer alıyor. Biraz ileride 600 yüzyıllık ağaç(lar) var. İlerisinde beyaz renkli saray, iki kuleli ve beş kapısı bulunuyor, iki fersah çevresi duvarla kuşatılmış, eski Roma ve Türklerin hükümdarları hep burada yaşamış; bu, en eski olan [yapı]. Şimdi burada eski padişahın haremi yaşıyormuş, haremağaları tarafından korunuyorlarmış. Şimdiki padişah başka yerde [yaşıyor]; Avrupa tarzında yeni bir saray yaptırmış ve orada oturuyor. Haremağaları [Afrikalı] siyah adamlardan seçiliyor, kendi halkını hadım etmeyi tercih etmiyorlar bu konuda bizimkilerden ilerdeler.108 Kang Youwei seyahatnamesinin 541 ila 550inci sayfaları arasında İstanbul’un tarihi mekânlarını anlatmaya devam ediyor. Büyük olasılıkla bugünkü Harbiye Askeri Müze’yi görmüş ve bu binaların en büyük yapılar arasında olduğunu dile getiriyor.109 Bunun yanında gezip gördüğü yerlerin adlarını nadiren zikrediyor, bu durum Türkçe adların telaffuzunu pek anlamadığını ya da önemsemediğini gösteriyor. Fakat tanık olduğu manzara ve olaylar karşısında Çin ile karşılaştırma yapmaktan kendini alamıyor. 107 Buradaki ifade Giray Fidan’ın çevirisine göre düzeltilmiştir. Kang, a.g.e., p. 552. 109 Kang, a.g.e., p. 541. 108 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 149 GÜRHAN KIRİLEN Örneğin sokaklarda gördüğü fakir halkın durumunu Pekin ile aynı görüyor. Bunun yanında Avrupa ile yaptığı karşılaştırma da zaman zaman belirginleşiyor; on yıl kadar önce kıyafet değişikliği yapıldığını ancak bunun reform için yeterli olmadığını dile getiriyor, alışkanlıkları değiştirmenin kolay olmadığını vurguluyor. “Bugün meşrutiyetin ilan edildiği gün” diyor “bu yüzden hapishanenin önü ana baba günü, [padişahım] çok yaşa diye bağıranlarla dolu. [ama] Suçu ağır olup salıverilmeyenlerin yakınları da hapishanenin kapısında toplanmış içerideki yakınlarının salıverilmesini istiyorlar.”110 Seyahatname’nin 550 ve 551inci sayfalarında Kang Youwei’in Şark Eserleri Müzesi’ni ziyaret etmiş olduğunu okuyoruz. “Türklerin eski kılık kıyafetleri bizimkilere çok benziyor” diyen Kang Youwei gördüğü eski kaftan ve dekoratif ürünlerden hareketle eski devlet memurlarının kıyafetlerinin uzun bir tasvirini yapıyor. Verdiği detaylar arasında özellikle kaftan uzunlukları ve renkleri nedense ayrı bir önem arz ediyor. Bir sonraki sayfada Kang Youwei’in Abdülhamit’ten söz ettiğini görüyoruz. Sultan, sarayından nadiren çıkıyor, belki yılda bir kez. Bugün anayasanın ilan edildiği gün, o yüzden halkını selamlamak istiyor. Camiye [padişahı görmeye] ben de gittim (29 Temmuz 1908). Çok kalabalıktı. Pek çok inzibat vardı fakat yeni anayasadan sebep halkı serbest bırakıyorlardı. Küçük kazalar yüzünden bu olayın [gölgelenmesini ve] halkın itimadını kaybetmek istemiyorlar, sadece sözle ihtar ediyorlardı. Toplananlar bu şekilde gittikçe daha da kalabalıklaşıyor, ilerledikçe ilerliyorlardı, [sonunda] yüklenip sarayın kapısına ulaştıklarında zabitler ne yapacaklarını bilemiyordu; [kalabalık] bir kez daha yüklendi ve dış parmaklıkları yıktılar. Kimileri parmaklıkların üzerinden, kimileri ağaçlara çıkmış seyrediyordu; itiş kakış yavaş yavaş ön bahçeye girdiler. Atlı zabitler dahi kalabalığı durduramıyordu; memurların ve saray muhafızlarının bulunduğu yerde, sarayın ikinci kapısına doğru sıkışmaktaydılar, zabitler, halkı tatlı dille kontrol altında tutmaya çalışırken askerler birkaç kez hükümdarın arabasına yol açmak için sıra oluşturmaya çalıştılar, biraz mesafe açılmalıydı ki halk geri tutulabilsin; bu da doğaldı. Polis bu şekilde halkı korkuturken, arka taraftan [olay çıkaranlar] olabilir diye de korkuluyordu, Türk paşalarından on altısı buradaydı. Sultan dışarı nadiren çıktığından bugün heryer çok kalabalıktı; dört ülkenin resmi elçileri ve yabancılar da onu görmeye gelmişlerdi. Bir zaman sonra ben de bir fırsatını bulup rütbelilerin arasına karıştım, muhafızlar, paşalar ve memurlarla birlikte ikinci sarayda(?) durdum. Paşalar, altın işlemeli ceket yenleri, apoletleri ve kılıçlarıyla batı tarzı giyinmişlerdi, [Türklerin] kendine has [geleneksel] bir görüntüsü yoktu. Bu yenileşme hareketinde batı hayranlığı son safhadaydı. Muhafız komutanlarından [yanımıza] gelerek el sıkan, tokalaşanlar oldu, diğer memurlar da keza aynı şekilde. Bu saray memurları ve muhafızlarının sayısı yirmi-otuz kadardı, etrafı kolaçan edip yerlerine döndüler. İki sıra halinde askeri 110 Kang, a.g.e., p. 542. 150 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ birlik, on küsur süvariden oluşan atlı birliği de düzenliydi. Neden sonra, sarayın ana kapısından üç siyah araba çıktı, her birinde üçer kişi vardı ve arabaları ikişer at çekiyordu. [Padişahın] hareminin yüzleri beyaz peçeyle örtülüydü. Sultan dört atın çektiği bir arabaya bindi ve altın kapıdan çıktı. O çıkarken harem de dâhil olmak üzere herkes baş eğip ellerine alınlarına götürerek Sultanı selamladı… Memurlar ve orada bulunan ahali feslerini ve şapkalarını çıkararak selam durdular, [bu sırada] “çok yaşa” diye bağırıyorlar, [yeri] göğü inletiyorlardı; Sultan ayağa kalkarak halkı başıyla selamladı. 62 yaşındaki Sultan aksakallı [biri], kırmızı fesi [dışında] giyimi Avrupa tarzı; siyah bir frak ve belinde kılıcı olduğu halde camiye girdi. [Ardından] çörek ve limonata ikram ettiler; halk [ikram edilenleri] kapıştı, bu sırada ben de nasibimi aldım. [Padişahın] çevresindeki memurları pek azdı; [bu] güç gösterisi töreni de sadeydi; şimdi bunları görünce binlerce atlının [eşlik ettiği] benim ülkemin törenleriyle kıyaslanamaz olduğunu gördüm. Eskiden Türk saltanatının muhteşem olduğunu düşünürdüm, bugün gördüklerimden sonra hanedanın bizimkiyle kıyaslanamayacağını anladım. Sultan nadiren dışarı çıkar, “yirmi bin muhafız askeri var” demişlerdi; gerçekten öyle mi diye [şüpheye düştüm], yoksa şimdilerde [muhafızlarının] sayısı mı azaldı acaba? Kuzey Avrupalı krallar ve eşleriyle karşılaştırırsak, [onlar] gündelik kıyafetleri, ellerinde bastonlarıyla sokakları, çarşı ve pazarları geziyor, halkla [konuşup] çocukları seviyorlar; Danimarka’da, İsveç’te [kralları] sokakta görmüşlüğüm var; Yunan Kralı ve Adalet Bakanı’nın birlikte gezdiklerini görmüştüm, Portekiz’de [aynı şekilde]… …Türk Sultan’ını ise doğunun azametli ve saygın bir hükümdarı olarak düşünürdüm; [oysa] bu günlerde hükümdarın gücü azalmış, [eşlik edecek] atlı arabalı birlikler de mi azalıp kalmamış [acaba?]; Çin’de de gelenekler zayıflıyor: Bu gördüklerimden hareketle kısa bir çıkarım yapabilirim; dünya üzerindeki [törensel ve manevi] gösteriler [artık] tamamen tükeniyor… (562 vd.). Kang Youwei’in aklındaki “doğu imgesi” daha gösterişli ve azametli bir tören umut ettiğine işaret etmektedir. Törenlerin sadeliği karşısında şaşkınlığını gizlemeyen Kang Youwei bu durumun kültürel bir farklılıktan, özellikle dini etkiden kaynaklandığını göremiyor. Batının eşitlikçi bireyselliği ve gündelik yaşamda halk arasında görülen kralları ile Çin’in adeta tanrılaştırılmış hükümdarlarının verdiği görüntü arasında, batının sade muaşereti ile Çin’in son derece hiyerarşikleşmiş ve sonu gelmez törenlerini karşılaştırmakta. Bunların arasında bir doğu ülkesi olarak gördüğü Osmanlı’nın da azamet ve kudretini törenler vasıtasıyla sergileyeceğine dair bir inanca sahip olmakta hatta bunu beklemektedir. Oysa dini gerekçeler bile düşünüldüğünde Osmanlı saray törenlerinin o kadar uzun ve karmaşık olmayacağı görülebilir. Ama Kang Youwei anayasanın ilanında gördüğü sadeliği geleneklerin zayıflığına bağlamaktadır. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 151 GÜRHAN KIRİLEN …Türkiye eskiden beri sultanlıkla yönetilen bir ülkedir. 1908 yılı, altıncı ayın 29’unda (24 Temmuz 1908)111 ansızın bir fermanla, eskiden ilan edilmiş olan anayasayı tekrar yürürlüğe koyuyorlar. Ekim’in 14ünde de meclisin toplanacağını duyurdular. Anayasanın ilan edildiği o gün ben de İstanbul’daydım; [zaten] yoldayken bu haberi işitmiştim, gazetelerden kutlamaları ve duyulan heyecanı okumuştum. Başkentte on beş gündür flamalar ve bayraklar caddeleri donatıyor, davullar, halaylar, [içki] içenler, şarkı söyleyenler ve “çok yaşa!” nidalarının gece-gündüz ardı arkası kesilmiyor. Bütün yollar, bahçeler, devlet daireleri ve açık alanlar bu halde; büyük bir saadete kavuşulmuş gibi adeta. [Fakat] bu anayasa olayı üç gün içinde ortaya çıktı; meclisin toplanma [kararı] da üç günlük bir iş, dünya üzerinde bu işi bu kadar hızlı bir şekilde yapabilen başka ülke yok. [Bu yüzden] herkes şaşkınlık içerisinde. [Ama aslında bu] anayasa, [Kırım Savaşı’nda] Rusya’nın yenilmesinden [sonraki dönemde], bundan 30 yıl önce, bilge sadrazam Ahmet Şefik tarafından yürürlüğe konmuştu. Şimdiki Padişah tahta çıktığında bu durumdan hoşlanmamış, Ahmet Şefiği sürerek anayasayı lağvetmişti. Taraftarlarını baskı altına almış, reform yanlılarını da kovmuş, Avrupa’yla bağlantısı olanlara yasaklar getirmişti. [Padişah] anayasa ve halk egemenliği [fikirlerine] son derece karşıydı, böylece kimse bu [konuda] konuşamaz hale gelmişti. 30 yıl boyunca halk reform yapılmasını bekledi ama gelenekçi Sultan yenilikçilere hiç itibar etmedi. Meclisi açmak bir yana, anayasa da [tekrar] oluşturulamadı. Sonra halk [sadece] üç gün (kısa bir süre) baş kaldırdı ve anayasanın ilanı birden kararlaştırılıverdi. Dünyanın en garip olayıdır bu. Yolda karşılaştığım kişiler Niyazi adında bir subayın Arnavut bölgesinden üç bin kişilik on manga askerle birlikte dağa çıkarak anayasanın ilanını istediklerini ve yemin ettiklerini anlattılar. Sultan bu duruma çok sinirlenmiş, muhafız alayından sekiz bin askeri üzerlerine göndermiş. Bu askerler sonradan taraf değiştirmiş ve saraya bir telgraf çekerek Niyazi Bey’in isyan etmek niyetinde olmadığını, hükümdarımızdan anayasayı ilan ederek meclisi toplamasını istediğini, kendilerinin de onunla aynı fikirde olduklarını, [bu yüzden] kendilerine verilen emri uygulamayacaklarını söyleyerek anayasa ve meclis taleplerini iletmişler. Sultan bu [kez] daha çok sinirlenmiş, ertesi gün 20 bin kişilik [başka] bir kuvveti üzerlerine göndermiş; bunlar da daha öncekiler gibi [taraf değiştirmişler] ve bu sefer Sultan korkuya kapılmış. [Onlar da, öncekiler gibi] meclisin açılmasını ve anayasanın ilanını talep etmişler. [Sultan] onları bastırması için [bu sefer] 200 bin kişilik Makedonya ve Arap (?) birliklerini görevlendirmiş, bunlar ordunun en seçkin askerleriymiş. Onlarda [emre karşı gelip] aynı taleplerde bulununca, Padişah bakanlarını toplamış ve durumu danışmış, [bakanlar] padişahın önünde diz çöküp yalvarmışlar; “bütün dünya ülkelerinin meclisleri, anayasaları var, bir tek bizim yok; önceden ilan etmiştik ama sonra rafa kaldırdık, bu yüzden [aradan geçen zamanda] halkın öfkesi birikti” demişler. Padişah hiçbir karşılık vermemiş; daha sonra komutanlara danışmış, onlar da aynı şekilde konuşmuş; [en sonunda] saray efradından da aynı 111 Tarihlendirme konusunda bakınız. Fidan., a.g.e. 152 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ tepkiyi gören Sultan ağlayarak kendi elinden bir emirname kaleme almış ve meclisin açılacağını duyurmuş. Hükümetteki bakanları çağırtarak; “anayasanın yürürlüğe koyulmasına ve meclisin açılmasına karar verdim; derhal duyurulsun ve halk teskin edilsin” demiş. Hemen haber duyurulmuş, Niyazi Bey durdurulmuş ve kutlamalar düzenlenip yer-gök çok yaşa [nidalarıyla] inletilmiş. [Sokaklardaki] Gösterilerde, [koskoca] Osmanlı Padişahının resmiyle [sadece] 8. dereceden bir subay olan Niyazi Beyin resimleri [yan yana] bayrak edilerek iki hafta boyunca [sokaklarda dolaştırılmış]. Milyonlarca(?) bildiri basılmış; resimler evlere bile asılmış. [Kolağası] Niyazi [Bey] 33 yaşında, güçlü ve istisnai bir kişilik; böylece memlekette kahraman ilan edilmiş, söylev ve nutuklarda [adı yüceltilmiş] adeta kutsallaştırılmış. Hüseyin adında bir paşa [ile tanıştım]; eski hariciye nazırının oğlu, teyzesi de haremde bir hatun, paşalık makamı babasından kalmış kendisine.112 Bu paşanın geniş bahçeli çok büyük bir konağı var, [bahçe içindeki] evler ve çevre düzenlemesi Avrupa’dakiler gibi çok gösterişli. Niyazi Bey’i tanıyormuş, kendisine, beni onunla tanıştırıp tanıştıramayacağını sordum, Hüseyin Paşa; “Bu iş Niyazi Bey’in başarısı değil sadece, ancak113 bizim Genç Türklerin tamamının gayreti var. Bizim Parti, Ahmet Şefik’in yurt dışına gönderilmesinden sonra tahkikatlardan ve kovuşturmalardan yorgun düşüp Avrupa’ya dağılmıştı. Sürekli olarak kitaplar ve gazetelerle halkı uyandırdık; halk, olayların gerçek yüzü hakkında günden güne aydınlatıldı ve partimize katılan, destek verenlerin sayısı da her geçen gün daha da çoğaldı. Yakın dönemde partimize, bakanlar ve paşalar da katıldılar. Velev ki, Sultanın baskısı ve gücü son safhadaydı; anayasasız ve meclissiz ülkeyi kurtarmak mümkün görünmüyordu ve ordunun ayaklanmada gözü yoktu. Partililer, subayları örgütledi ancak cülus dağıtılmalıydı. Bu yüzden [bizi destekleyen] her hane iflasları pahasına para topladılar; 400 bin pound bir araya getirildi. Subaylar [ile] 112 “Hüseyin”in ses çevirimi olduğu anlaşılan “Wu sanyi” büyük olasılıkla, İtalya sefiri Mustafa Reşid Paşa’nın oğlu Hüseyin Şefik’tir. Fakat Kang Youwei’in “eski hariciye nazırı” dediği Mustafa Reşid Paşa, hariciyede çeşitli görevler yüklenmiş olmakla birlikte 1908’de henüz “nazırlık” yapmamıştır. Bu durum karışıklık yaratmaktadır. Diğer yandan “Hüseyin Hilmi Paşa” olasılığını Giray Fidan gündeme getirmiştir. Ancak Midilli doğumlu Hüseyin Hilmi Paşa’nın, ticaretle uğraşan babasının eski hariciye nazırı olma olasılığı yok gibi. 113 Fidan, a.g.e., s. 81’de naiwu 乃吾…ifadesi içindeki nai2’ın “ancak 才” anlamı göz ardı edilmiş ve devam eden paragraf “benim ve bizim Jön Türkler partisinin…” şeklinde çevirmiş. Oysa Çince sözdizimi naiwu 乃吾 ile “ben ve bizim” anlamına izin vermez, aksine “ 乃 nai2” ardından gelen cümleye “böylece”, “ancak-bilakis” gibi bağlayıcı bir işlevle anlam verir. Böyle olunca Giray Fidan’ın, Hüseyin Paşa’ya biçtiği bu paye, s. 82’de “…Aslında olayların arkasında gizlice işleri yönlendiren kişi bendim…” ifadesinde yeniden gündeme geliyor. Oysa bu cümlede de özne “bakanlara, harem [kadınlarına ve] muhafız komutanlarına kadar…” olmalıdır. Hüseyin Paşa’nın hürriyet hareketini desteklediği ve kendini “Yeni Parti” içinde gördüğü aşikâr olmakla birlikte kendisinin “hareketin başındaki kişi” olduğu kanısı bu paragraftan çıkarılmamalıdır. Zira bağlama bakıldığında da Hüseyin Paşa’nın bunu özellikle vurguladığı görülebilmektedir. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 153 GÜRHAN KIRİLEN saray ahalisi [arasında] gizlice ilişkiler kuruldu; bakanlara, harem [kadınlarına ve] muhafız komutanlarına kadar bu işleri gizli gizli yürüttüler. İşin kalbiyse Kolağası Niyazi Bey’in dağa çıkmasıydı; sonra bütün memlekete telgraflar çekildi hep beraber harekete geçildi. Sultan korkuya kapıldı [ve böylece] anayasanın ilanı duyuruldu. Bu, parti mensuplarının 30 yıl boyunca, ailelerinin acıyla yıkımı [ve] iflası pahasına, zorluklar içinde yürüttüğü çalışmaların [sonucundaki bir] kazanımdır; Niyazi Bey sadece işin başını çekmiştir, seçkin ailelere [mensup] partililer bu olayda adlarını duyurmamışlardır; [bu başarı sadece] Niyazi Bey’e ait değildir.” Birden bire [zihnimde] bir ışık yandı; [Hüseyin] partililerinin azmini ve geçmişini methetmişti, bu sayede elde ettikleri kazanıma diyecek bir söz kalmıyor. Bu [olay] Chen Ping’in kırk bin altın dağıtıp114 kadınları kullanmasına benziyor. Tam da “karmaşa çağının” tipik bir olayı. Yoldaşlarımla beraber ben de memleketimde anayasa için mücadele ettim ama bugünden bakınca hiçbir şey beceremediğimizi görüyorum, Türklerin önünde utanıyorum. Mağlup sadrazam Ahmet Şefik [de benim gibi!] yıllarını yurt dışında geçirdi ve gurbette öldü; ama partisi günden güne güçlendi; padişahın Shibai adıyla115 bir partisi vardı, o da artık dağıtıldı. Artık anayasa haberi duyurulduğuna göre Sultan, halkın beklentileri doğrultusunda suçlu bulunanları kapatıp, polisiye önlemleri gevşetmektedir; halkın desteğini kazanmak isteyen kim olsa böyle yapardı. Bu konuda fikir beyan edenler Sultan’ın [bu] bilge [davranışını] övüyorlar, “Neden daha önce kendi isteğiyle yapmadı? [Neden] halkın [taraf] değiştirerek onu zorlamasını bekledi?” diye eleştiriyorlar. Yine de [Sultanı] kurtarıcı gibi görüyorlar. Anayasa yürürlüğe giriyor ve meclis açılacak, yeni partinin yasaklı adamları yurtdışından dönüyor. Sultan halkın beklentisine uyarak, eski sadrazamı azledip, “yeni partiden” Xi Paşa’yı (Küçük Mehmed Said Paşa ya da Kıbrıslı Kamil Paşa) sadrazam yaptı, becerikli ve cesur biri, eski 114 Tarihten örnek verme Çin yazının olmazsa olmaz bir unsurudur. Kang Youwei’in sözünü ettiği Chen Ping, Qin Hanedanlığı yıkıldıktan sonra siyasi arenada adından söz ettiren bir danışmandır. Xiang Yu ile Liu Bang arasındaki siyasi çekişmede Liu Bang’a halka para dağıtmasını öğütleyerek Xiang Yu’nün arkasındaki halk desteğini kesmiştir. Aynı şekilde, Hun Hükümdarı Mete’nin (Modu-Batur?) Çin hükümdarını yedi gün boyunca sardığı Ping Cheng kuşatmasını, Mete’ye kadınları göndererek kuşatmayı kaldırtmıştır. Kang Youwei’in Osmanlı başkentinin sosyal bilincini kavrayamadığı, cülus bahşişi âdeti gibi geleneksel usulleri de kendince yorumladığı görülmektedir. Bu durum verdiği örneklerin mevcut durumla pek örtüşmemesinden anlaşılmaktadır. Kendince acaba Türklerin “rüşvete düşkün olduklarını” mı söylemektedir. Yine de verdiği örnek yersiz görünmektedir. 115 “Shibai” ile ne kastedildiği tam olarak anlaşılamamıştır fakat bir ses çevirimi olduğu görülen “Shibai”, güney Çin’den olan Kang Youwei’in shi-si ses değişimi olasılığı bunun, Sipahilere verdiği ad olabileceğini düşündürmektedir. Aynı zamanda bir kişi adı da olabilir, zira Mançu dönemi Çin siyaset dilinde “partiler” başındaki kişilerin adıyla anılmaktadır. Örneğin reform döneminde “Kang Partisi” adı kendisi ve çalışma arkadaşlarıyla oluşturduğu hizbi anlatmak için kullanılmıştır. Başka bir öneri gelmediği halde shibai: sipahi eşliğini kabul ediyoruz. 154 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ yönetimin yüz küsur(uncu) maddesini iptal etti. 116 İlerleyen günlerde, yolsuzluklara adı karışan iki yüz kadar görevliyi ve önceki sadrazamı azletti. Yunanistan’a giderken gemide bunlardan üçüyle [karşılaştım], yanlarına ailelerini almış kaçıyorlardı. [Söylediklerine göre] Eski partiden memurların azledilişi sırasında halk, limana toplanmış ve gidişlerini izlemiş; polis ekipleri çağırılmış, halk yolsuz[luğa adı karışmış olan bu] memurlara sövüp küfürler savurmuş. [Bu yüzden] sakallarını kesip [kimliğini gizleyerek] kaçanlar olmuş. Gazeteler sütun sütun yeni siyasetten söz ediyor, halk sevinç içinde, günlerdi “çok yaşa!” nidaları dinmiyor, serbesti getirilmiş [ama her şey] baş aşağı dönmüş; [işte] istibdat altında ezilmiş beyefendilerin yaptıkları! Fakat düzenin bütünüyle değişmesini isteyenler de var; bu da eski siyaset taraftarlarının saldırılarına neden oluyor. Bugünkü anayasa, 30 yıl önce Mithat Paşa’nın oluşturduğuyla aynı; [O] çeşitli ülkelerin kanunlarından iyi olanları seçerek bir araya getirmişti. Bugün eskiyi canlandırıyorlar [ama] farklı görüşler var ve ben ayrıldıktan üç ay sonra da, Ekim ayında, meclisin açılacağı duyurulmuştu; yani anayasanın ilanının üzerinden üç ay geçti. Gemide Türk mebuslarla karşılaştım, eyaletlerde halk bilincinin henüz oluşmadığını, seçim kanununun özensiz ve acele yapıldığını, halkın birbirine düştüğünü, partililerin kişisel çıkar peşinde her tür dalavereyi çevirdiklerini, delege seçiminde türlü zorbalıkların olduğunu; siyasetin iyi çalışılmadığını, sadece bağrışmalar olduğunu ve karmaşanın son bulacak gibi görünmediğini anlattılar. Ahmet Şefik’in partisinden kimseler Fransa’da kaldıktan sonra ülkeye dönünce ‘hürriyet’ şiarıyla harekete geçip insanları örgütlemişler; başlarda sadece İstanbul çevresindeymişler. Sultan karışıklık çıkartacaklarından çekindiği için onları Anadolu’ya sürmüş; peşlerine hafiyeler takmış. Ahmet Şefik taraftarları zamanla intikam ve öfkeyle dolmuşlar, bu yüzden “hürriyet” fikirlerini saltanata karşı hasetle besleyerek Küçük Asya’da [saraya karşı] bayrak açmışlar. Önceleri, uzun süredir baskı altında yaşadığından dolayı Anadolu’daki halk [olanları?] unutmuş; Jön Türklerin [fikirlerini] buralara bulaştırmasından sonra öfkeyle ayaklanıp saltanata karşı gelmişler ve [bu fikirler] yavaş yavaş diğer eyaletlere de yayılmış. Müslümanlar, İseviler ve Ermeniler hürriyet [emelleriyle] hükümdarlığı yıkmayı istemişler.117 Sonuç Yerine: Kang Youwei, hakkında çok sayıda çalışma yapılan bir reformcudur. Adı çoğunlukla, üç ayda lağvedilen reform hamlesiyle anılsa da klasik edebiyattan, eleştiriye, eğitimden yerel yönetimlere kadar fikirleri pek çok alanda yankı bulmuş bir entelektüeldir. 1898 yılında ülkesini terk etmek zorunda kalınca dünyanın çeşitli ülkelerine seyahat etmiş, dönemin 116 Anlaşılan burada da Kang Youwei, Meşrutiyet’in ilanıyla iptal edilen 113. Maddeyi yanlış anlamış olmalı. Bu cümle Fidan 2013’te göz ardı edilmiş. Fidan, a.g.e., s. 83. 117 Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in bütün eserleri). Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007b. C. 9. s. 452–454. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 155 GÜRHAN KIRİLEN Çin Hükümdarı Guangxu’nün kendisine duyduğu güvene dayanarak önünde sonunda ülkesine döneceği ve yarım kalan reform hareketine devam edebileceği umudunu hep saklı tutmuştur. Yurt dışında kaldığı süre boyunca Çin’de anayasal bir sistemin oluşturulması yönünde çalışmalar yaparak hem Çin diasporasının hem de kendi bilgi ve görgüsünü artırmaya çalışmıştır. 1908 yılı Temmuz ayı sonunda İstanbul’a geldiği dönemde bu niyetini korumaktadır. İstanbul’da kaldığı sırada Meşrutiyetin ikinci kez ilanına tanık olmuş, edindiği izlenimlerden tecrübe ve dersler çıkarmaya çalışmıştır. Aynı zamanda seyahatnamesini yazmaya devam eden Kang Youwei İstanbul’un doğal güzelliklerinin, tarihi alanlarının, geleneksel ve modern halk yaşamının tasvirlerini de içeren “Türkiye Seyahatnamesi” adlı, günümüz ölçülerinde 3o sayfayı bulan bir çalışmayı da kaleme almıştır. Seyahatnamenin çeşitli bölümlerine baktığımızda, Kang Youwei’in Türkiye’yi ve dönemin Türk insanını tam olarak tanıyamadığını; tanık olduğu ve görüp duyduğu pek çok yer ve olay hakkında yüzeysel bilgiye sahip olduğunu görüyoruz. Hüseyin Bey gibi dönemin siyasi olaylarını bilen isimleriyle tanışmış olmasına rağmen Türkiye’deki siyasi dengeleri tartamadığını, siyasi hizipleşmelerin ve –örneğin- yabancı güçlerin etkisinin tam ayırdına varamadığını anlıyoruz. Genel ve kısa bir özet şeklinde verdiği olaylar, geleneksel Çin siyaset dilinin sınırları içinde kalmakta, daha çok tasviri ve genelleyici yaklaşımının yansımasını ortaya koymaktadır. O dönemde artık siyaset dilinin gelişmiş, sorgulayan ve çözümleyen yaklaşımının tersine Kang Youwei, genel mantık çıkarımlarıyla, “kısa yoldan” sonuçlara ulaşmaktadır. Kang Youwei’in II. Meşrutiyetin ilanı sırasında gördüğünü düşündüğü “yeni-eski” ayrımı, onun sandığı gibi keskin ve belirgin bir biçimde iki partili bir yapıda değildir. Anlaşılan Kang Youwei, Osmanlı aydınlarının “çok” uluslu”, “çok yönlü” ve “çok sistemli” tartışma-çatışma ortamını, on yıl önce Çin’de yaşadığı reform tecrübesinden hareketle anlamaya çalışmakta ve tanık olduğu olayları, bir tür varsayımsal “eski-yeni” karşıtlığına indirgemektedir. Meşrutiyet tartışmaları içinde önemli maddelerden olan ve Padişah’a, ‘dilediğini sürgün etme hakkı’ veren “113. Madde”nin lağvını, “yüz küsur maddeyi iptal etti” şeklinde aktarmış olması buna işaret etmektedir. Bir başka eksiklikse, Kang Youwei’in Mithat Paşa’ya biçtiği payeden anlaşıldığı üzere, Jön Türk hareketinin fikir önderlerini bilmediğidir. Kang Youwei yer ve kişi adlarını Latin harfleriyle verebilecekken, –bunu bir kez Mithat Paşa için yapmıştır-, çoğunlukla vermemesi de olaylar ve kişileri ayırt ed(e)mediğini, sahip olduğu (ön) yargıları teyit etmek saikıyla detaylara ilgi göstermediği izlenimini uyandırmaktadır. Ancak görülen o ki, “bilge vezir” adıyla andığı Ahmet Şefik’i kendisine örnek almaktadır. Hatta Ahmet Şefik Mithat Paşa’nın Tuna ve Bağdat Valilikleri sırasında, sürgün yıllarında Suriye’de ve İzmir’deki 156 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ imar ve düzenleme çalışmalarının Kang Youwei’in reform programında yer alan fikirlere benzer olması şaşırtıcıdır. Fakat Kang Youwei her nedense bu konuda da hiçbir detay vermemektedir. Mithat Paşa’nın görevleri ve yaptıkları hakkında, seyahatname bir kenara, kaynakçada yer alan diğer eserlerinde de bir bilgiye rastlamadık. Büyük olasılıkla, Ahmet Şefik’i yüceltmesi yalnızca her ikisinin de reform hamlesi başlatmış olmalarından ve sonra da sürgün edilişlerindeki “kader ortaklığından” kaynaklanmaktadır. Bunlara ek olarak, o sırada İstanbul’da gelişmelerin ortasında bulunmasına rağmen Kang Youwei’in siyasi ve toplumsal konularda Çin’deki reform hamlesi sırasında hazırladığı raporlarda görülen net ve sayısal verilere ya da bilgilere de yer vermemesi şaşırtıcıdır. Bunun iki nedeni olabilir; birincisi yabancı dil bilgisinin sınırlı oluşudur. İkincisi ise yakın zamanda Çin’e dönmek niyetinde olan Kang Youwei’in aklının, kendi ülkesindeki gelişmelerle meşgul oluşudur. Nitekim bir süre sonra, kendisini sürgüne gönderen yaşlı İmparatoriçenin öldüğü haberini alacak ve ülkesinde yarım bıraktığı reform hareketine devam edebilmek için yeniden umutlanacaktır. Mançu Hanedanı’nın “bekası ve ihyası için” çalışmalar yapacak, 1917 yılında başarısız bir girişimde daha bulunacaktır. Kang Youwei Asya’da saltanat yönetimlerinin kudretini ve manevi anlamını artık yitirdiğini görmektedir. Fakat saltanat onun için Çin’e uygun tek yönetim şeklidir; on yıl önce gerçekleştirememiş olmakla birlikte, hayalindeki idari yapının hayata geçirilmesi konusunda umutlarını yitirmediği anlaşılmaktadır. Garip olan tesadüf, 1898 reform hamlesi sırasında Kang Youwei’in “on yıl sonunda Çin’de anayasal rejime geçileceği” öngörüsünün İstanbul’da gerçekleşmesidir. Türkiye’de artık Osmanlı Hanedanı’nın sonunun geldiğini gözlemlerken aklı adeta başka yerdedir. Bu yüzden temsili yönetimden veya cumhuriyet gibi kavramlardan neredeyse hiç söz etmemesi dikkati çekmektedir. Özellikle Fransız Devrimleri konusunda adeta bir alınganlığa sahip olduğu görülmekte, “halk yönetimi” gibi bir anlayışı ihtimaller arasında görmemektedir. Ona göre sorun bir “siyasi güç” sorunudur; saltanatın meşruiyeti tartışılmamalıdır ve her sistem kendi içinde kendi koşullarına uygun olarak reform üretmelidir. Anayasa konusunda dile getirdiği fikirleri siyasetin evrensel özelliklerinden daha çok yerel özelliklerinin üzerine oturmaktadır. Mithat Paşa Dönemi anayasasının “şeriat esasları” göz önünde tutularak hazırlandığını belirterek Çin’deki anayasa çalışmalarının da Konfuçyüs Klasiklerini temel alarak hazırlanabileceğini söyler. Bununla birlikte bütün seyahatnamede teorik ve sistematik bir tartışma dili görülmemekte, detaylardan hareketle bütüncül bir sistem kurulabileceği fikrine bağlı kalındığı anlaşılmakta ve genel geçer ve evrensel ilkelerle anayasal bir anlayışa sıçramaktan da kaçınıldığı Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 157 GÜRHAN KIRİLEN görülmektedir. Bu bakımdan İstanbul seyahatnamesi kültürel farklar ve benzerliklerin anlatıldığı, turistik yerlerin tasvirlerinin bulunduğu bir anı metni olarak önümüzde durmaktadır. Kanun-i Esasi’nin ikinci kez ilanına tanık olmakla birlikte, Kang Youwei, yasanın üstünlüğü, padişahın konumu, insan hakları, eşitlik gibi somut kavramlardan söz etmez. Bu bakımdan İstanbul seyahatinin görsel bir gözlemler toplamı olmasından öte geçemediği görülür. Bunun temelindeyse Osmanlı’da o dönemde olup bitenleri tam anlamadığı ve hatta belki de üzerinde düşünmediği olgusu yatmaktadır. Sürgün yılları boyunca Çin ile ilişkisini koparmayan Kang Youwei, sık sık Liang Qichao’a ve diğer tanıdıklarına mektuplar yazıp telgraflar çekmektedir. Bu telgraflar arasında siyasi olayların değerlendirmeleri yanında, hastalık ve parasızlık gibi kişisel sorunlarını da okuyabiliyoruz. İstanbul’da bulunduğu süreçte, kendisini görevden alan İmparatoriçe’nin sağlığının kötüye gittiği bilgisini aldığını görüyoruz. Bu da on yıl kadar önce hükümdar Guangxu ile başladıkları reformlara devam edebileceğine dair bir umut ışığı olmuştur. Fakat genç hükümdarın da aynı günlerde hasta düşmesi ve ardından gelen ölümü (1908 Ekim) Kang Youwei’i çaresiz bırakmıştır. Yine de ülkesine döndükten sonra şansını tekrar denemiştir. Bu defa artık sarayın hiç gücü kalmadığı için bu girişimi de sonuçsuz ve zayıf bir girişim olarak tarihe geçmiştir. 1898 yılı reform hareketi sırasında Osmanlı’yı olumsuz örnekler arasında gösteren Kang Youwei, 1908 yılında tanık olduğu II. Meşrutiyetin kargaşa ve düzensizliği içinde de arzuladığı feyzi bulamamıştır. Bir monarşist olmasının yanı sıra bir ütopyacı da olan Kang Youwei’in günümüz Çin yazınında kıymet görmesi, bugünkü Çin yönetiminin dışa açılma ve reform çalışmalarına da ışık tutabilir. Asya’dan Avrupa’ya geleneksel değerlerin canlandırılmaya çalışıldığı günümüzde Çin’de payına düşeni almaktadır. Bu bakımdan Kang Youwei’in yücelttiği “büyük birlik” gibi kimi özel kavramların önümüzdeki süreçte tekrar canlandırılacağını ön görebiliriz. KAYNAKÇA Biggerstaff, Knight, The Earliest Modern Government Schools in China., Cornell University Press, Ithaca 1961. Chesneaux, Jean, Popular Movements & Secret Societies in China 1840–1950. Stanford University Press, California 1976. Chien, Po-tsan, Wu-hsu pien-fa 戊戌变法 (Wuxu Reformları), Renmin Chubanshe, Shanghai, 1953. Ding, Weizhi 丁伟志, Dongxi Tiyong Zhijian 中西体用之间 (Doğu ile Batı Öz ve İşlev Arasında), Zhongguo Sheke Xueyuan Chubanshe, Pekin 1997. 158 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ Fidan, Giray, “Çinli Düşünür ve Devlet Adamı Kang You Wei’e Göre Osmanlı Modernleşme Süreci”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (Mart 2012), s. 193–204. Fidan, Giray, Çinden Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013. Hsiao, K. C., Modern China and a New World: Kang Youwei, Reformer and Utopian, 1858–1927, University of Washington Pres, Seattle - London 1968. Kırilen, Gürhan, Çin’de 19. Yüzyılda Reform: Zongli Yamen’ın Kuruluşu. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Kang, Youwei 康 有 为 , Jincheng Tujue Xiaoruo Ji Xu 进 呈 突 厥 消 弱 记 序 (Türklerin Zayıflaması Üzerine Notlar), http://www.epicbook.com/history/kangyouwei.html, 1895. Kang, Youwei 康有为, Kang Nanhai Zibian Nianpu 康南海自编年谱 (Kendi Kaleminden Kang Youwei’in Hatıraları), Zhonghua Shuju, Pekin 1992. Kang, Youwei 康 有 为 , Datongshu 大 同 书 , (Büyük Birlik Kitabı), Renmin Chubanshe, Liaoning 1994. Kang, Youwei 康有为, Lieguo Youji 列国游记 (Çeşitli Ülkelerde Seyahat Notları), Renmin Chubanshe, Shanghai 1995. Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in Bütün Eserleri). Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin, 2007a, c. 4. Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in Bütün Eserleri), Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin, 2007b, c. 9. Kang, Youwei 康有为, Kongzi Gaizhi Kao, 孔子改制考 (Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs), Zhonghua Shuju Chubanshe, Pekin 2012. Liang, Qichao 梁启超, Liang Qichao Zuopin Jingxuan 梁启超作品精选 (Liang Qichao Seçme Yazılar). Changjiang Wenyi Chubanshe 2005. Mao, Haijian 茅海建, “Kang Youwei Yu Zhen Zouyi 康有为与“真奏议”读孔祥吉 编著《康有为变法奏章辑考》(Kang Youwei’in Önergeleri-Kong Xiangji’nin Derlediği Kang Youwei Reform Önergeleri’nin Tenkidi)”. Jindaishi Yanjiu 近代 史研究 (Yakınçağ Araştırmaları Dergisi), 2009, Sayı 3, s. 142–153. Sima, Qian 司马迁, Shiji 史记 (Tarih Kayıtları), http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw/. Tao Juying 陶菊隐, Yuan Shikai Yanyi 袁世凯演义 (Yuan Shikai’ın Hayatı), Zhonghua Shuju, Pekin 1979. Teng, Ssuyu - Fairbank, J. K., China's Response to the West: A Documentary Survey; 1839–1923, Harvard University Press, Cambridge 1982. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 159 GÜRHAN KIRİLEN Wang Huanyi 王遠義, Kang Youwei de Minzhu Quan: Shiyi “Datong Shu” Wei lun 康有為的民主觀: 試以《大同書》為論 (Kang Youwei’de Halk Egemenliği: Datong Kitabı Örneği), Chenhgchi University, Tarih Enstitüsü, Taipei 2004, (Yüksek lisans tezi). Wang Lu 王璐, Luoji Fangyuan 逻辑方圆 (Mantığın Çevresinde), Beijing Daxue Chubanshe, Pekin 2009. Wang, Yeyang 王也扬, Kang-Liang Shixue Zhiyong 康梁与史学致用 (Kang ve Liang’da İşlevsel Tarih Öğrenimi), Jindaishi Yanjiu 近 代 史 研 究 (Yakınçağ Araştırmaları Dergisi), Pekin 1994, No. 2, s. 205–218. Zhang, Zhi 张治, “Kang Youwei Haiwai Youji Yanjiu 康有为海外游记研究 (Kang Youwei’in Deniz Aşırı Seyahatleri Üzerine Bir Araştırma)”, Journal of School of Chinese Language and Culture Nanjing Normal University. Nanjing 2007, No.3. Zhao Erxun 趙爾巽, Qing Shi Gao (QSG) 清史稿 (Mançu Hanedanı Tarihi), http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw/. 160 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI.-XV. YÜZYILLAR ARASI) Abdrasul İSAKOV* ÖZ: Kırgız ve Moğol boyları Güney Sibirya ve Moğolistan coğrafyasında komşu olarak yaşadılar. Avrasya’nın pek çok milleti gibi Kırgızlar ve Moğollar On İki Hayvanlı Takvimi kullandılar. Bu yazıda, Kırgızlar ve Moğollardaki On İki Hayvanlı Takvim ile ilgili bilgi verilip, takvimin benzerlik ve farklılıkları gösterilecektir. Anahtar Kelimeler: Kırgızlarda Takvim, Moğollarda Takvim, On İki Hayvanlı Takvim. THE TWELVE YEAR A NIMAL CYCLE CALENDAR IN THE KYRGYZ AND M ONGOLS (6TH–15TH CENTURIES) ABSTRACT: The Kyrgyz and Mongol tribes lived as neighbors in the territory of South Siberia and Mongolia. Kyrgyz and Mongols as many nations in Eurasia have used the TwelveYear Animal Cycle Calendar. In this paper by giving information about the Twelve-Year Animal Cycle Calendar of Kyrgyz and Mongol, it will be displayed the similarities and differences of the calendar. Keywords: Kyrgyz calendar, Mongol calendar, The Twelve-Year Animal Cycle Calendar. Giriş: Günlük hayatlarında avcılık ve hayvancılığa çok önem veren Türk ve Moğol kavimleri zamanı hesaplarken de yaşadıkları hayatlarından edindikleri bilgi birikimlerini kullanmışlardır. Yılın nasıl olacağını ve ayın ne zaman başlayıp biteceğini, hayvanların hal hareketlerinden, doğada gerçekleşen değişiklerden, yıldızların ve ayın konumundan vs. öğrenen bozkır ve orman halkları, olası değişiklikler için de duruma göre tedbirlerini alıyorlardı. Kırgız ve Moğolların erken dönem zaman hesaplama yöntemlerine baktığımızda, kaynaklarda en çok ay ve yıl hesabı ile ilgili bilgiler çıkmaktadır. Ay hesabı kısa dönemlik hesaplar, yıl hesabı ise uzun vadeli zaman hesaplaması için kullanılıyordu. “On İki Hayvanlı Türk Takvimi”1 pek çok millet tarafından benimsenip kullanılan, uzun bir tarihi geçmişi olan bir takvimdir. Osman Turan, On İki Hayvanlı Takvim ile ilgili şu görüşünü belirtmiştir; “On iki hayvanlı takvimde yıla adını veren hayvandan hareketle yılların özellikleri XI. yüzyıldan itibaren çesitli kaynaklarda belirtilmeye başlanmıştır. Bu * Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi, [email protected] 1 Bahsi geçen takvimin kime ait olduğu ile ilgili çeşitli tespitler söz konusudur. Bu yazıda amacımız takvimin kime ait olduğunu tespit etmek olmadığı için, bu konuya fazla girmeyeceğiz ve pek çok bilim adamının kullandığı gibi “On İki Hayvanlı Türk Takvimi” şeklinde kullanacağız. ABDRASUL İSAKOV çerçevede, yılların her birinde bir hikmet olduğunu sanarak, onunla fal tutmaya ve uğur saymaya yönelmişlerdir.”2 Yılların nasıl geçeceği, bolluk, kıtlık, savaş, kuraklık, yağış vb. olup olmayacağı yıllara adını veren hayvanlara göre belirtilmiştir. Kırgızlarda Takvim Eski Kırgızların takvimiyle ilgili ilk bilgiler Çin kaynaklarında verilir; “Orada yaşayanlar yılbaşı için “Mao-shi”, ay için “ay” tabirin kullanırlar. (İnsanlar) bahar, yaz, son bahar ve kışı ayırabilmek için her üç ayı bir mevsim yaparlar.”3 Taşağıl, aynı bilgiyi şu şekilde verir; “Yılbaşına Maoshih (baş) ay derler ki, üç ay bir zaman dilimi (mevsim) oluşturur. 12 ay bir yıl olur. Söz gelimi bir yıla kaplan derler.”4 Çince “Mao-shi” kelimesinin Kırgızca karşılığının ne olduğunu bilmesek de bu bilgilerden Kırgızlarda takvimle ilgili bilinenlerin günümüze kadar korunduğunu görebiliyoruz. Kırgızlar eski dönemlerden beri zaman hesaplamasını yapıyorlardı ve buna Kırgızca “cıl sürüü” derlerdi. Aynakulova, tespit edilebildiği kadarıyla Kırgızların VI. yüzyıldan itibaren yılları hesaplamaya başladığını bildirir; “Cıl sürüü Kırgız Türklerinde VI.-VIII. yüzyıllardan beri devamlı olarak kullanılmakta olan bir takvim veya zaman hesaplama yöntemidir.”5 Kırbaşev, Çin kaynaklarına atıf yaparak Kırgızların yaklaşık 581-618 yıllarından itibaren yeni yılı (Nevruz) kutlamaya başladıklarını yazar.6 En eski yıl hesaplama yöntemi olarak Kırgızlarda bahar-yaz (sıcak) ve sonbahar-kış (soğuk) yıl ayırımını söyleyebiliriz. Bu mevsimlendirme yöntemi en eski yıl ayırımıdır ve Avrasya konargöçerleri tarafından kullanılmıştır.7 Kırgızlar sadece kendi takvimlerini kullanmayıp, komşularının kullandıkları takvimlere de ilgi gösteriyorlardı. “863 yılının Ağustos ayında Kırgızlar, Ho-i-nan-chih (Alp İnanç) adlı bir devlet adamlarını Çin’e göndererek dediler ki; “Çin’i gezmek ve Çin takvimini öğrenmek isteriz.”8 2 Osman Turan, 12 Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1941, s. 91-96. 3 Kırgızdardın Cana Kırgızstandın Tarıhıy Bulaktarı, (Bundan sonra KKTB), c. II, KırgızTürk Manas Üniversitesi Yayınları, Bişkek 2003, s. 43. 4 Ahmet Taşağıl, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK, Ankara 2004, s. 83. 5 Gülnisa Aynakulova, “Grigoryen Kıpçaklar ve Oniki Hayvanlı Türk Takvimi”, Milli Folklor, Yıl. 19, Sayı: 74, Ankara 2007, s. 23. 6 Keneş Kırbaşev, “Nevruz ve Yılname”, Türk Dünyasında Nevruz. Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni, 18-20 Mart, Elazığ 1999, s. 215. 7 E. C. Toktakunova, “12- Letniy Jivotnıy Tsikl v Kul’ture Kırgızskogo Naroda”, Kırgızstan Tarıhının Maseleleri, No. 1, Bişkek 2008, s. 2. 8 A. Taşağıl, a.g.e., s. 81. 162 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI) Eski Kırgızlar ayı en eski devirlerden itibaren on ikiye ayırıyordu. Kırgız ay adları9 şunlardır; “Calgan kuran, Çın kuran, Bugu, Kulca, Teke, Baş oona, Ayak oona, Toguzdun ayı, Cetinin ayı, Beştin ayı, Üçtün ayı, Birdin ayı.” 10 Ay isimlerinin çoğuna geyiklerin adlarının verilmesi, bunun avcılık zamanından itibaren kullanılmaya başlandığının göstergesidir. Kırgız ay adlarında geyikler (Kuran (karaca erkeği), Bugu (geyiğin erkeği), Kulca (dağ koçu), Teke (yabani teke), Oona (ceylan)) ve somut sayılar ön plana çıkmaktadır. Moğollarda Takvim Moğolların kullandığı en eski takvim olarak mevsimsel takvimi söyleyebiliriz. Onlar yılı genel olarak bahar-yaz ve sonbahar-güz şeklinde ikiye ayırıyorlardı. Aylar 30 günden oluşur ve her dört yılda 13. ay eklenerek hesaplanırdı. Aylar harflerle (1, 2, 3, vs.) sayılırdı. 11 Kotvicz, eski Moğol ay adlarını şöyle sıralar; “Bahar ayları- xusa, ulan zudan, jexe burgan; Yaz ayları- baga burgan, gani (xubi), xozi; Sonbahar ayları- ölzin, xüük, ulara; Kış ayları; üri, guran, buga.”12 Moğol ay adlarında geyikler (Guran (karaca erkeği), Buga (geyiğin erkeği), Xusa (koyun)), kuşlar (Ölzin (ibibik), xüük (guguk), ulara (ular)) ön plana çıkmaktadır. Eski Moğol boylarının yeni yıl bayramlarında tek tarih yoktu. Moğol boyları yeni yılı Grigoryan takvimine göre 22 Ekim ve 25 Aralık tarihlerinde kutluyorlardı. “Moğol boylarının çoğu gündüz ile gecenin eşit olduğu 22 Ekim’de yeni yılı kutlarlardı. Alar Buryatları ve Ordos Moğolları ise kış gündönümünde yeni yılı bayramlardı.”13 Marco Polo, Yuan Devleti’nde on iki aya bölünmüş bir hayvan takviminden bahseder; “Bir yılı on iki aya bölmüşler. Her bir ay, bir hayvan ile temsil ediliyor. İlk ay aslan, ikincisi öküz, üçüncüsü canavar, dördüncüsü ay köpek falan diye gidiyor. Biri herhangi birine: Sen ne zaman doğdun? diye sordu mu, o şöyle diyor: 9 Günümüz Kırgız ay adları, onların anlamı ve kullanılışı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: (Bakıt İsakov, “Kırgız Konargöçerleri Arasında Geleneksel Takvim Anlayışı”, Akademik Bakış, c. 6, Sayı: 11, Ankara 2012, s. 201-210). 10 Belek Soltonoev, “Kırgızda Cıl Esebi”, Kırgızdar, c. I, Bişkek 1993, s. 585-587. 11 R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, Kalendarnıe Obıçai i Obryadı Narodov Vostoçnoy Azii, Nauka Yayınları, Moskova 1985, s. 171. 12 Wl. Kotwicz, “O Chronologji Mongolskiej”, Rocznik Orjentalistyczny, c. 4, Lwow 1928, s. 117. 13 R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 172. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 163 ABDRASUL İSAKOV Aslan ayında doğdum, şu gün ve saatte dünyaya geldim. Ayın durumu şöyle idi. Her on iki ay bittikten sonra takvim aynı biçimde devri olarak devam etmektedir.”14 Her halde Polo, burada on iki hayvanlı yıllık takvimi aylık olarak anlamış olabilir. Kırgız ve Moğollarda Takvimle İlgili Benzerlik ve Farklılıklar Bütün Avrasya halklarında olduğu gibi, hem Kırgızlarda hem de Moğollarda en eski takvim şekli mevsimsel takvimdir. Kırgız ve Moğol eski ay adlarında benzer geyik isimlerinin (Calgan kuran, Çin kuran, Bugu, Kulca ve Guran, Buga, Husa) olduğu görülmüştür. Üstelik bunların ayları da hemen hemen aynı döneme yıl başına (Kırgızlarda Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Moğollarda Ocak, Şubat, Mart) denk gelmektedir ve bunlara bu ay adların verilmesi de hayvanların çiftleşmeye, çoğalmaya başladıklarıyla açıklanır. Bu da Kırgızlar ve Moğolların doğadan, yaşam tarzlarından (avcılık, hayvancılık) edindikleri tecrübelerini zaman hesaplamak için kullandıklarını göstermektedir. Kırgızlar ile Moğollardaki konu ile ilgili bir başka önemli nokta, Kırgızlardaki Baş oona (Ağustos) ve Ayak oona (Eylül) ay adlarındaki ceylan anlamı taşıyan “oona” kelimesinin Moğolca’dan geçme olmasıdır.15 Moğollarda aylar 30 günden oluşur ve her dört yılda 13. ay eklenerek hesaplanır. Aylar harflerle (1, 2, 3, vs.) sayılır.16 Benzer uygulamanın “arsar ay” adıyla Kırgızlarda da olduğunu ve yalnız üç senede bir 13. ayı eklediklerine şahit oluyoruz.17 Kırgız ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim On İki Hayvanlı Takvim, Avrasya coğrafyasında yaygın olarak kullanılan bir takvimdir. Konargöçer hayat tarzın benimseyen ve aynı coğrafyayı paylaşan Kırgızlar ve Moğollar, yüzyıllarca adı geçen takvimi kullanmışlardır. Bazı farklılıklarla birlikte bu takvimin hem Kırgızlar, hem de Moğol halklarında aynı olduğu yaptığımız karşılaştırmada ortaya çıkmıştır. Kırgızlarda On İki Hayvanlı Takvim Türklerin takvimi aktif şekilde kullandıklarını runik yazılardan da anlayabiliriz. On iki hayvanlı takvimle ilgili Kül Tigin, Bilge Kağan, ŞineUsu runik yazıtlarında bilgi verilmiştir. Tespit edilebildiği kadarıyla 14 Marco Polo, Marco Polo Seyahatnamesi, c. I, s. 147. Yu. Agiymaa, Yu. Kruçkin, Mongol-Oros Tol Biçig, Moskova-Ulan-Bator 2009, s. 218. 16 R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 171. 17 B. İsakov, a.g.m., s. 202. 15 164 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI) takvimdeki inek dışındaki bütün hayvanlar, bu manada yazıtlarda geçmektedir.18 Yenisey Kırgız runik yazıtlarında da, Kırgızların bu takvimi kullandıkları görülür.19 Yenisey runik yazıtlarının çoğunda vefat edenlerin yaşı net olarak bildiriliyor. Bu da onların takvimi yaygın şekilde kullandıklarını göstermektedir. Kırgızların on iki senelik takvimi kullandıkları hakkında Çin kaynaklarında kayıtlar vardır. Tan Shu’da iki hayvanlı Türk takvimi ile ilgili şu bilgiler verilir; “On iki hayvan yardımıyla yıl hesabı yaparlar. Örneğin, eğer yıl “Tszı” çemberindeyse sıçan yılı, “Syuy” işareti altındaysa köpek yılı derler. Bu Uygurlarla aynı.”20 Hattâ bazı alimler bu takvimin aslında Kırgızlar tarafından icat edildiğini farzediyorlardı. 21 Bir diğer bilim adamı olan Karl Ritter, özellikle takvimdeki evcil hayvan adlarının Kırgızların icadı olduğunu belirtmiştir.22 Kırgızların ilk tarih uzmanlarından Belek Soltonoev de Dinling Kırgız ilişkilerine dikkat çekerek on iki hayvanın Kırgızlar tarafından takvime dahil edilmiş olabileceğini yazar.23 Yine de Takvimin Kırgızlar tarafından icat edildiğini kanıtlamak için bu konu üzerinde daha çalışılması gerekiyor. Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim Çinli seyyahların günlüklerinde Moğolların bu takvimi Çinli, Kitan ve Cürcenlerden öğrendikleri ve bununla birlikte onların esas takviminin biraz farklı olduğu da belirtilir; “Yıl ve zaman sayımında, on iki hayvanlı takvimi kullanırlar. Şimdi on renk ve on iki yılı beraber yürüten takvimi de (örneğin, Mavi Sıçan Yılı, Ak Ayın Yeni (ilk) ve Kapanış (son) Günü vb.) uygulamaya başladılar. Onlara bütün bunları Çinli, Kitan ve Cürcenler öğrettiler. Tatarların esas takviminde bu gibi şeyler yoktu. Sadece otların yeşermesini bir yıl, ayın yeniden doğmasını bir ay olarak hesaplarlardı. Birinin yaşı sorulduğunda, parmaklarını sayarak “otlar şu kadar kez yeşerdi” 18 Ufuk Tavkul, “Kültürel Etkileşim Açısından On İki Hayvanlı Türk Takviminin Yayılışı”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, c. 4, Sayı: 1, Ankara 2007, s. 30. 19 L., Bazin, Les Calenderiers Turc Anciens et Medievaux, Lille 1974, s. 88-116; Ünver, Günay, “Türk Dünyasında Kronolojik Sistemler”, Erciyes Üniveritesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Kayseri 2006, s. 259. 20 KKTB, c. II, Bişkek 2003, s. 43. 21 Vladimir Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, TTK, Ankara 2006, s. 8; Osman Turan, a.g.e., İstanbul 1941; A. H. Margulan, Nauçnaya Sessiya Po Etnogenezu Kirgizskogo Naroda, c. III, Frunze 1959. 22 K. Ritter, Zemlevedenie Azii. Geografiya Stran, Nahodyaşihsya v Neposredstvennıy Snoşeniyah s Rossiey, SPb. 1860, s. 552. 23 B. Soltonoev, a.g.m., s. 589. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 165 ABDRASUL İSAKOV diye cevap verirler.”24 Çinli seyyahlar Peng Da Ha ve Hiu Ting’in günümüz Moğolistan topraklarını 1230’lu yıllarda ziyaret ettiklerini düşünürsek, on iki hayvanlı takvimin daha halkın tabanına kadar yayılmadığını söyleyebiliriz. Seyyahlar aynı takvimin Çin’de olduğunu da hesaba katarak, bu takvimin onlardan, Kitan ve Cürcenlerden öğrendiklerini yazmış olmalılar. Peter Golden, ortaçağ Moğol Türk takvimlerini karşılaştırarak, Cengiz oğullarının on iki hayvanlı takvimi Uygurlardan aldığı sonucuna varmıştır. 25 Kotviç ise, Moğolların bu takvimi Uygurlardan alıp resmi olarak 1210 yılında kullanmaya başladıklarını yazıyor.26 Fakat Moğolların Gizli Tarihi’nde tavuk yılı (1201, 1225), köpek yılı (1226), domuz yılı (1227), sıçan yılı (1204, 1228), inek yılı (1205), pars yılı (1206), tavşan yılı (1207, 1219, 1231), koyun yılı (1211), ifadeleri geçer ve eser bu takvime göre olayları anlatır.27 Moğolların Uygurlardan kabul ettiği on iki hayvanlı takvim, zamanla Çin ve Tibet etkisinde kalmıştır.28 Konunun uzmanı olan Moğol tarihçisi Bira’nın “Moğolların Uygurlardan kabul ettiği on iki hayvanlı takvim” tespiti bizim için değerlidir. Moğollar 1267 yılında, yeni yılı Çin’de olduğu gibi baharın birinci ayında kutlama kararı alırlar.29 Moğolların yeni yıl bayramı olan “Tsagaan sar” (beyaz ay) Kubilay Han’ın emriyle Şubat ayına alınır. Marco Polo, saraydaki “Tsagaan sar” kutlamalarıyla ilgili; saraydaki herkesin beyaz elbiseler giydiklerini, Moğollara itaat eden ülkelerin hediyeler gönderdiklerini, bu hediyelerin kervanlar şeklinde hükümdarın önünden geçtiğini, tören günü dini ibadet yapıldığını ve saatlerce eğlendiklerini yazar.30 24 Cengiz İmparatorluğu Hakkında İlk Tarih Kayıtları: Meng Ta pei lu ve Hei Ta shi lu, Yay. Haz. Mustafa Uyar, Çev. Ankhbayar Danuu, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s. 116. 25 Peter Golden, “The Twelve-Year Anymal Cycle Calendar In Georgian Sources”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, c. XXXVI, Sayı: 1-3, Budapest 1982, s. 197206. 26 Wl., Kotwicz, “O Chronologji Mongolskiej”, Rocznik Orjentalistyczny, c. 4, Lwow 1928, s. 128. 27 Moğolların Gizli Tarihi, TTK, Ankara 2010, parg. 141, s. 69, parg. 193, s. 116, parg. 198, s. 125, parg. 202, s. 133, parg. 239, s. 160, parg. 247, s. 169, parg. 257, s. 181, parg. 264, s. 186, parg. 265, s. 187, parg. 269, s. 190, parg. 272, s. 192, parg. 282, s. 205. 28 Ş. Bira, Mongol’skaya İstoriografiya (XIII-XVII), Moskova 1978, s. 32-33; Moğollar XVII. yüzyıldan itibaren Tibet etkisiyle yıllara renkler vermeye başlamıştır. Dönem itibariyle araştırma alanımız dışında olduğu için bu konuya girmeyeceğiz. 29 Wl. Kotwicz, a.g.m., s. 136. 30 Marco Polo, a.g.e., c. I, İstanbul Tarihsiz, s. 106-109; Cungarlardaki Beyaz Ay bayramı ile ilgili bkz: (R. A. Kuşnerik, V. A. Moiseev, “Prazdnik Tsagaan Sar v Djungarii v 1733 g. Po Opisaniyu L. D. Ugrimova”, Vostokovednıe İssledovaniya Na Altae, Sayı: IV, Barnaul 2004, s. 13-24). 166 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI) 1340’lı yıllarda yazılan ve 1889 yılında Erdene Tszu’da keşfedilen yazıtta, ilk defa 60 yıllık dönüşümlü takvimden bahsedilir.31 Moğollarda 12 yıla “küçük tekerlek”, 60 yıla “büyük tekerlek” diyorlardı.32 Ligeti, aşağıdaki efsanede de görüleceği gibi, “Moğollar devreyi Kaplan yılı ile başlatırlar.” dese de33 diğer pek çok kaynakta Moğollar takvimlerini sıçan yılıyla başlatırlar.34 Kırgız ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvimle İlgili Rivayetler On İki Hayvanlı Takvimle ilgili Kırgızlarda mevcut rivayete göre, “Bir zamanlar on iki hayvan bir araya toplanarak yıl hesabını yapmak istemişlerdir ve her yıla bir hayvanın ismini koymaya karar vermişlerdir. Böylece müçöl35 denilen on iki hayvan isimli Türk takvimi ortaya çıkmıştır. Ancak her hayvan bu takvimin başında kendi isminin olmasını istemiştir. O zaman demişlerdir ki; “Kim ilk olarak güneşin doğduğunu görürse, o birinci olacak.” Tanın ağarmasını beklemeye başlamışlar. Deve kendisinin başka hayvanlara göre daha yüksekte olduğunu ve takvimin başında olacağını düşünmüştür. Ancak sıçan gizlice onun başı üzerine çıkmıştır. Bu yüzden o güneşin doğduğunu ilk olarak görmüştür. Bundan dolayı sıçan takvimdeki ilk sıraya oturmuştur. Kendi boyuna güvenen deve ilk on iki içine girememiştir.”36 Rivayetin devamını Soltonoev şöyle anlatır; “Sıçan devenin kulağından inip kül yığınına girerek saklanır. Deve güneşin doğuşunu kendinden once gören fareye kızarak kül yığını içinde aramaya başlar. Devenin külde ağnaması bu yüzdendir derler.”37 Benzer rivayet Moğollarda da var. Tanrı38 Moğol takvimindeki 12 yıl için hayvanların isimlerini verirken, 11 hayvanı hemen seçmiş, ama sonuncu için iki aday deve ile sıçan kalmışlar. Kimseyi küskün bırakmak istemeyen Tanrı, meselenin çözümünü iki adaya bırakır. Güneşin ilk nurlarını kim once görürse, o kazanacak olur. Deve doğuya bakar ve güneşin doğmasını beklemeye başlar. Sıçan ise batıya, sürekli dağların tepelerine bakar. Güneş doğarken, onun ilk nurları sıçanın baktığı dağların tepelerine dökülür ve 31 V. L. Kotviç, “Mongol’skiya Nadpisi Vı Erdeni-Dzu”, SMAE, c. V, Sayı: 1, Petrograd 1918, s. 213. 32 R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 176. 33 L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, TTK, Ankara 1998, s. 287. 34 R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 173. 35 Müçöl-On iki hayvanlı takvimin 12 yılda döngüsünü tamamlamasına denir. 36 B. U. Urstanbekov, T. K. Çoroev, Kırgız Tarıhı, Kırgızpoligraf Yayınları, Frunze 1990, s. 99- 100. 37 B. Soltonoev, a.g.m., s. 588. 38 Divani Lugati Türk’te kağan bu işi üstlenir bkz: (Mahmud Kaşgarî, Divanu Lugat-it Türk, c. I, TDK, Ankara 1992, s. 345.) Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 167 ABDRASUL İSAKOV güneş nurlarını ilk olarak sıçan görür. Deve kaybettiğini anlayınca kızarak sıçana yönelir. Sıçan ise küle sığınır. O günden bu güne deve kül gördüğünde orada ağnamaya başlar ve eninde sonunda sıçanı öldüreceğini düşünür.39 Sıçanın ilk yıl seçilmesi hakkında benzer rivayetin Buryatlarda da olduğunu anlatan A. Maşanov, bundan dolayı Buryatlarda gece yarısından sonra başlayan ilk saate “sıçan saati”, ilk aya “sıçan ayı”, ilk yıla da “sıçan yılı” demişler diyor.40 Yukarıdaki rivayetin Kırgız varyantında Tanrı veya Kağan’ın olmayışına bakarak, bunun rivayetin daha ilkel şekli olduğunu varsayabiliriz. Daha sonra Kaşgarlı’da olduğu gibi, bu işi Kağan yönetir, daha sonraları ise rivayetin Moğol versiyonunda olduğu gibi Tanrı işin içine girer. Bazin’e göre, On İki Hayvanlı Takvim Moğolların arasına sonradan ve hatta etkin biçimde ancak Moğol İmparatorluğu döneminde giriyor. Bu dönem Moğol hakimiyeti altındaki Türk topluluklarının hemen hemen tamamında On İki Hayvanlı Takvimin önemli bir yer tutması ile sonuçlanıyor.41 On iki hayvanlı takvimin kime ait olduğu tartışılır. Kesin olan Osman Turan’ın da belirttiği gibi, bu efsanenin ilkel bir mitoloji olduğudur.42 Bozkırda yaşayan Türkler ile Moğol halkları, yaşamları boyunca on iki hayvanın çoğu ile haşır neşir yaşadılar. Bundan dolayı, bu takvimin bozkır kültürüne ait olduğu iddia edilebilir.43 Yine Bazin’e göre, Çinli menşeine rağmen, On İki Hayvan Takvimi, hangi dine girerlerse girsinler, Orta Asya’nın Türk halklarının hayatı ve kültürüne derinden nüfuz etmiştir. Öyle ki, ister Mani dinine, ister Buda dinine, isterse Hıristiyanlığa ve hatta Müslümanlığa girmiş olsunlar, On İki Hayvanlı Takvim onlar için “milli” kültür mirasının önemli bir unsur hüviyetini kazanmıştır. O derecede ki o, Çu metinlerinde “Türkçe” yani 39 A. P. Bennigsen’, Legendı i Skazki Tsentral’noy Azii, Saint Peterburg 1912, s. 20. Nergis Biray, “12 Hayvanlı Türk Takvimi. Zamana ve İnsana Hükmetmek”, TAED, Sayı: 39, Erzurum 2009, s. 676. 41 Ünver Günay, “Türk Dünyasında Kronolojik Sistemler”, Erciyes Üniveritesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Kayseri 2006, s. 262. 42 Osman Turan, a.g.e., s. 69-70. 43 Takvimin bozkır kültürüne ait olduğuna dair ayrıntılı bilgiler için bkz: (V. F. Şahmatova, “O Proishojdenii Dvenadtsatiletnego Jivotnogo Tsikla Letoisçistleniya u Koçevnikov”, Vestnik Akademii Nauk Kazahskogo SSSR, Almata 1955, s. 43-53; V. V. Tsıbul’skiy, LunnoSolneçnıy Kalendar Stran Yugo-Vostoçnoy Azii, Moskova 1988, s. 17; İ. V. Zaharova, “Dvenadtsatiletniy Jivotnıy Tsikl u Narodov Tsentral’noy Azii”, Trudı İnstituta İstorii, Arheologii i Etnografii Akademii Nauk Kazahskogo SSSR, C. VIII, Almata 1960, s. 63). 40 168 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI) alaturka olarak anıldığı gibi, Moğollar döneminden itibaren de ona “Sâl-i Türkân” denmiştir.44 Kırgız ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim ile İlgili Benzerlik ve Farklılıklar Kırgızlarda insan ömrü annesinin karnında taşıdığı 9 ay da 1 yıl olarak hesaplanır ve insan 12 yıllık birinci müçölünde 13 yaşını doldurur. Moğollarda ise bebek 3 yaşını doldurduğunda dört yaşını doldurmuş olur; saçları kesilir ve lama dualar okur.45 Özetle insan yaşı hesabında iki millette de hesaplar birbiriyle örtüşmektedir. Bir başka ilginç nokta da, Ramstedt’in “müçöl” tabirini Moğolca ile açıklamak istemesidir. Kırgızca’daki müçöl’e, Ramstedt, Moğolca möče/möči = “had, çeyrek parça (takvimin mevsim olarak dört bölümünden biri olabilir)”, möčilge(n) = “devir/devre (iki onluk devre, vs.)” ve Kalmukça möč (n)/müč (n) ve möčlgn ile karşılık bulmaya çalışmıştır.46 Bu konu dilciler tarafından daha derinlenmesine incelenmesi gereken bir konudur. Moğollar yılları sert (erkek) ve yumşak (dişi) olarak ayırmışlardır.47 Bu daha sonraları dinin de etkisiyle takvimdeki hayvanlar “haram olanlar” (bars, yılan, maymun, it ve sıçan) ve “helal olanlar” (inek, tavşan, balık, at, koyun ve tavuk) olarak ayrılır. Bunun böyle olmasını da Cengiz ile ilgili bir rivayet ile açıklarlar. “Cengiz han at yılı sefere çıkmaya hazırlanır. Ona, “at yılı sefer için uğursuz bir yıl. Yılan yılının başlamasını bekleyelim” derler. Cengiz han ise, “ben bekleyemem, bu yıl yılan yılı olsun” der ve sefere çıkıp zaferle döner. O günden sonra yılan yılı at yılından önce gelir. Böylece, haram helal sırası da bozulur.”48 Kırgızlarda ise bu ayırım daha çok “uğurlu” ve “uğursuz” yıl şeklindedir. İslam’ın etkisiyle “haram” (pars, yılan, maymun, köpek, domuz, sıçan) ve “helal” (inek, tavşan, balık, at, koyun, tavuk) olarak ayırımın yapılması da söz konusudur, fakat bu daha sonraki dönemlerde, Kırgızlar Tanrı Dağları’na göç ettikten sonra gerçekleşmiştir. Kırgızlar Moğolların yıl hesaplarından haberdardı. Manas destanında Moğolların birinci ayı ve yeni yıl bayramı olan “Tsagan”ın, Manas’ın yiğitlerinden Çaganbay’a isim olarak verilmesi şöyle anlatılır; “Çagan atkan 44 Ü. Günay, a.g.m., s. 263. A. P. Bennigsen’, a.g.e., s. 150. 46 G. Kara, “L. Bazin’in Eseri ve Eski Türk Takvimlerine Ait Terimler Hakkında”, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi, Sayı: 41, İstanbul 2005, s. 154. 47 R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 173. 48 A. İ. Muhambetova, “Tengrianskiy Kalendar Kak Osnova Koçevoy Tsivilizatsii (Na Kazahskom Materiale)”, İstoriya i Kul’tura Aralo-Kaspiya, Almatı 2001, s. 105. 45 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 169 ABDRASUL İSAKOV künündö, Buurul tündün tünündö. Çagan künü tuudu dep, Çaganbay koyup alıptır” (Tsagan günü geldiğinde, Karışık gecede.. Tsagan künü doğdu diye, adını Çaganbay koydu).49 Marco Polo’da geçen Moğollardaki “arslan ayında (yılında) doğdum” şeklindeki bilgilerin, aslında Kırgızlar (bütün Türkler) için de geçerli olduğu söylenilebilir. Sonuç: Mevcut bilgi ve kaynaklara göre, Kırgızlar ve Moğolların erken dönem zaman hesaplama yöntemlerinin, ufak farklılıklar olsa da birbirine benzediği görülmüştür. Bunda iki milletin benzer yaşam tarzları (avcılık, hayvancılık) ve aynı coğrafyayı paylaşmaları en önemli etkendir. Bozkır menşeili olduğunu düşündüğümüz on iki hayvanlı takvim, daha sonra dini unsurları (Kırgızlarda İslam, Moğollarda Budizm) da bünyesine katmıştır. KAYNAKÇA Agiymaa, Yu., Yu. Kruçkin, Mongol-Oros Tol Biçig, İnfinum, MoskovaUlan-Bator 2009. Aynakulova, Gülnisa, “Grigoryen Kıpçaklar ve Oniki Hayvanlı Türk Takvimi”, Milli Folklor, Yıl. 19, Sayı: 74, Ankara 2007, s. 21-28. Barthold, V. V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, TTK Yayınları, Ankara 2006. Bazin, L., Les Calenderiers Turc Anciens et Medievaux, Lille 1974. Bennigsen, A. P., Legendı i Skazki Tsentral’noy Azii, Saint Peterburg 1912. Bira, Ş., Mongol’skaya İstoriografiya (XIII-XVII), Nauka Yayınları, Moskova 1978. Biray, Nergis, “12 Hayvanlı Türk Takvimi. Zamana ve İnsana Hükmetmek”, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 39, Erzurum 2009, s. 671683. Cengiz İmparatorluğu Hakkında İlk Tarih Kayıtları: Meng Ta pei lu ve Hei Ta shi lu, Yay. Haz. Mustafa Uyar, Çev. Ankhbayar Danuu, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012. Djarilgasinova, R. Ş., M. V. Kryukov, Kalendarnıe Obıçai i Obryadı Narodov Vostoçnoy Azii, Nauka Yayınları, Moskova 1985. Golden, Peter, “The Twelve-Year Anymal Cycle Calendar In Georgian Sources”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, c. XXXVI, Sayı: 1-3, Budapest 1982, s. 197-206. Günay, Ünver, “Türk Dünyasında Kronolojik Sistemler”, Erciyes Üniveritesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Kayseri 2006, s. 236-272. 49 “Çagan Maddesi”, Manas Entsiklopediyası, c. II, Bişkek 1995, s. 328. 170 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI) İsakov, Bakıt, “Kırgız Konargöçerleri Arasında Geleneksel Takvim Anlayışı”, Akademik Bakış, c. 6, Sayı: 11, Ankara 2012, s. 201-210. Kara, G., “L. Bazin’in Eseri ve Eski Türk Takvimlerine Ait Terimler Hakkında”, Çev. Mehmet Zeren, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi, Sayı: 41, İstanbul 2005, s. 153-166. Kaşgarlı, Mahmud, Divanu Lugat-it Türk, c. I, Çev. B. Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1992. Kırbaşev, Keneş, “Nevruz ve Yılname”, Türk Dünyasında Nevruz. Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni, (18-20 Mart, Elazığ), Ankara 2000, s. 215-220. KKTB (Kırgızdardın Cana Kırgızstandın Tarıhıy Bulaktarı), c. II, KırgızTürk Manas Üniversitesi Yayınları, Bişkek 2003. Kotviç, V. L., “Mongol’skiye Nadpisi Vı Erdeni-Dzu”, Sbornik Muzeya Antropologii i Etnografii, c. V, Sayı: 1, Petrograd 1918, s. 205-214. Kotwicz, W. L., “O Chronologji Mongolskiej”, Rocznik Orjentalistyczny, c. 4, Lwow 1928, s. 108-166. Ligeti, L., Bilinmeyen İç Asya, TTK Yayınları, Ankara 1998. Manas Entsiklopediyası, c. II, Kırgız Entsiklopediyası Yayınları, Bişkek 1995. Margulan, A. H., Nauçnaya Sessiya Po Etnogenezu Kirgizskogo Naroda, c. III, Frunze 1959. Moğolların Gizli Tarihi, Çev. Ahmet Temir, TTK Yayınları, Ankara 2010. Muhambetov, A. İ., “Tengrianskiy Kalendar Kak Osnova Koçevoy Tsivilizatsii (Na Kazahskom Materiale)”, İstoriya i Kul’tura AraloKaspiya, Almatı 2001, s. 104-129. Polo, Marco, Marco Polo Seyahatnamesi, c. I, Tercüman Gazetesi 1001 Temel Eser Serisi, İstanbul Tarihsiz. Ritter, K., Zemlevedenie Azii. Geografiya Stran, Nahodyaşihsya v Neposredstvennıy Snoşeniyah s Rossiey, SPb. 1860. Soltonoev, Belek, “Kırgızda Cıl Esebi”, Kırgızdar, c. I, Bişkek 1993, s. 585590. Şahmatova, V. F., “O Proishojdenii Dvenadtsatiletnego Jivotnogo Tsikla Letoisçistleniya u Koçevnikov”, Vestnik Akademii Nauk Kazahskogo SSSR, Almata 1955, s. 43-53. Taşağıl, Ahmet, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK Yayınları, Ankara 2004. Tavkul, Ufuk, “Kültürel Etkileşim Açısından On İki Hayvanlı Türk Takviminin Yayılışı”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, c. 4, Sayı: 1, Ankara 2007, s. 25-45. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 171 ABDRASUL İSAKOV Toktakunova, E. C., “12- Letniy Jivotnıy Tsikl v Kul’ture Kırgızskogo Naroda”, Kırgızstan Tarıhının Maseleleri, No. 1, Bişkek 2008, s. 1-16. Tsıbul’skiy, V. V., Lunno-Solneçnıy Kalendar Stran Yugo-Vostoçnoy Azii, Nauka Yayınları, Moskova 1988. Turan, Osman, 12 Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1941. Urstanbekov, B. U., T. K. Çoroev, Kırgız Tarıhı, Kırgızpoligraf Yayınları, Frunze 1990. Zaharova, İ. V., “Dvenadtsatiletniy Jivotnıy Tsikl u Narodov Tsentral’noy Azii”, Trudı İnstituta İstorii, Arheologii i Etnografii Akademii Nauk Kazahskogo SSSR, c. VIII, Almata 1960, s. 32-65. 172 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İNCELEME Pelin DİMDİK ÖZ: Şizofreni bireyde bilişsel, duygulanım ve davranış alanlarındaki bozulmalarla kendini gösteren ciddi bir beyin hastalığıdır. Şizofreni Müzesi’nde, şizofreniye yakalanan eski bir tıp öğrencisinin hastalıkla savaşırken yaşadığı akıl almaz olaylar anlatılmaktadır. Eser, alelade bir kurgudan ibaret olmayıp şizofreniyle mücadele eden kişileri anlamak ve hastalık hakkında bilgi edinmek isteyen okurların istifadelerine sunulmuştur. Bu bakımdan makalede, romanda verilen bilgiler paralelinde şizofreninin tarihine, nedenlerine, belirtilerine değinilmiş ve başkahramanın hastalık öyküsüne yer verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Halüsinasyon, Roman. Levent Mete, Cengiz Manga, Şizofreni Müzesi, Şizofreni, A REVIEW ON THE LEVENT M ETE’S NOVEL SIZOFRENI MUZESI ABSTRACT: Schizophrenia is a serious brain disorder that manifests itself in cognitive, affective and behavioral corruptions of individual. While schizophrenic former medicine student fights disease, he comes across extraordinary events, which describes in the Sizofreni Muzesi. The book is not an ordinary fiction but provides readers with an understanding of people struggling with schizophrenia and information abouy the illness. In this regard, this article narrates history, cause and symptom of schizophrenia and gives place to story of illness of main character. Key Words: Levent Mete, Cengiz Manga, Sizofreni Muzesi, Schizophrenia, Hallucination, Novel. Giriş: Levent Mete1’nin Şizofreni Müzesi romanı, hastalığı nedeniyle tıp fakültesini beşinci sınıfta bırakmak zorunda kalan Cengiz Manga’nın olağanüstü serüveni etrafında şekillenir. Romanın kahramanı yanılsama ve sanrılarla örülü, gerçek ile hayalin iç içe geçtiği sıra dışı bir dünyada yaşar. Şizofreni tanısı konmuş olan Cengiz Manga, bir süre Manisa Akıl Hastanesi’nde yatmıştır. Hastalığı nedeniyle on yıldır ilaç kullanmakta ve fırsat buldukça Şizofreni Dayanışma Derneği’ni ziyaret etmektedir. Erken yaşta babası Muammer Bey’i kaybeden Cengiz Manga, Kemeraltı’ndaki pasajda bilgisayar tamirciliği ile uğraşır. Annesi Meliha Hanım’ın emekli maaşı ve tamircilikten kazandıklarıyla güçlükle geçindiklerini belirten genç, bir oyun programı yazıp bu yoldan elde ettiği gelirle hayat standartlarını İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı Doktora Öğrencisi 1 Roman yazarı Levent Mete, yirmi yılın üzerinde şizofreniye ilişkin çalışmalar yapmış bir psikiyatristtir. Yazarın Şizofreni Müzesi romanının dışında yazdığı beş romanı daha bulunmaktadır. Levent Mete, Şizofreni Müzesi, Art Kitap, İstanbul 2011, s. 4. PELİN DİMDİK yükseltmek istemektedir. Cengiz Manga’nın, annesinin dışında iletişim kurduğu kişiler ağırlıklı olarak iş yerinde tanıdığı; Büfeci Rıza, ziynet eşyaları satan Beyza ve Feyza adlı kız kardeşler, manifaturacı Memduh Bey ile eşi Şükriye Hanım gibi pasajda esnaflık yapan insanlardır. Onun iş ve dernek ortamında kurduğu ilişkiler sosyal hayata katılımını sağlamanın yanı sıra psikolojisi üzerinde de olumlu bir etki yapar. Hastalığın alevlenme dönemlerinde, başkahramanda bilinç dışına ittiği, kendisini meşgul eden konulara, olaylara ya da sosyal ortamlar, medya ve basılı materyaller vasıtasıyla tanıdığı kişilere ilişkin birtakım sanrılar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca şizofren genç rüya ve gerçek ayrımında da ciddi problemler yaşar. Hastalığın etkisiyle artan çağrışımlar onun duygu, düşünce ve algı mekanizmasını altüst etmiştir. Eski tıp öğrencisinin mantığı, yaşadığı gerçek dışı durumların tespitinde ve değerlendirmesinde yetersiz kalmaktadır. Bu gencin bilinen son atağı, hakikatte var olmayan Şizofreni Müzesi adlı bir bilgisayar oyununun gizemli öyküsüyle başlar. Tamamen hayal ürünü olan Şizofreni Müzesi yedi katlı bir bina görünümündedir, ancak yeraltında da uzantıları vardır. Müzenin birinci katı hastalığın tarihçesine ayrılmıştır. İkinci katta hastalığın nedenleri, üçüncü katta hastalığa ait belirtiler sergilenmektedir. Dördüncü kat “Renklerin Solduğu Yer”, beşinci kat “Tedavi Pazarı”, altıncı kat “Beynin Komuta Merkezi” olarak adlandırılmış, yedinci kat da “Büyük Panayır” ismi altında hastalar ve yakınları için tasarlanmıştır. Yeraltında bulunan kısım ise okuyucuyu fantastik bir atmosfere doğru sürükler. Başkahraman Cengiz Manga’nın kurguladığı Şizofreni Müzesi adlı bilgisayar oyunundaki müze katları, aslında yazar Levent Mete’nin romanında kullandığı bölüm başlıklarıdır. Biz de yazımızın başlıklarını bu bölümlendirmeyle paralel olarak oluşturduk. Şizofreni Müzesi Romanının İncelemesi Birinci Kat: Hastalığın Tarihçesi: Cengiz Manga’nın; Şizofreni Müzesi adlı oyuna giriş yapabilmesi için akıl hastalıklarının tarihsel geçmişine yönelik bazı soruları cevaplaması gerekir. Bu sorular büyük ölçüde Taş Devri, Eski Mısır ve Orta Çağ dönemlerine aittir. Şizofren genç doğru cevapları verdikten sonra oyuna başlama hakkı kazanır. Burada kendisinden istenen bir cinayeti çözmesidir. Tanıklarla görüşen Manga, hem katili bulmak hem de hastalığına dair yeni şeyler öğrenmek maksadıyla müzeyi gezmeye başlar. Giriş ve tarihçe kısmının yer aldığı birinci katta Taş Devri, Eski Mısır, Engizisyon gibi başlıklar eşliğinde her dönem farklı odalarda sergilenmiştir. Örneğin odaların birine “Osmanlı’da meczupların müzikle 174 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME tedavi edildiği bimarhane”2(s.79) yazılı bir levha asılmış, hemen yanındaki odanın kapısında da “Akıl Hastalarını Zincirlerinden Kurtaran Fransız Hekim Philippe Pinel”(s.78) ibaresine yer verilmiştir. Ayrıca Bakırköy Akıl Hastanesi’nin kurucusu Mazhar Osman’a ve ilerleyen yıllarda bu hastanenin daha iyi koşullarda hizmet vermesini sağlayan Yıldırım Aktuna adına da birer oda düzenlenmiştir. Tarihçe bölümünde bu şekilde birçok oda bulunmaktadır. Akıl hastalıklarının büyük bir olasılıkla insanlığın başlangıcından bu yana var olduğu düşünülmektedir. Gerçekten de bu durum insan beyninin evriminin kaçınılmaz bir sonucu olarak görülebilir. Delinerek boşluk açılmış Taş Devri’ne ait kafatasları tarih öncesi dönemde akıl hastalığının varlığının bir kanıtı olarak sunulmuştur. Genel kabul gören bir teori, Taş Devri deliklerinin akıl hastalığından sorumlu şeytanları serbest bırakmak için yapıldığı iddiasındadır. Yazının bulunuşuyla birlikte hemen hemen bütün eski uygarlıklar psikoz dahil olmak üzere ciddi akıl hastalıkları sonucu beliren davranış ve deneyimleri kaydetmişlerdir.3 İsa’dan yaklaşık iki bin yıl kadar önce, eski Mısır firavunları zamanındaki yazılı belgelerde şizofreninin izine rastlamak mümkündür. Eber Papirüsü’nün parçası olan Kalplerin Kitabı’nda depresyon, bunama ve ek olarak şizofrenide bulunan düşünce bozuklukları ayrıntılı bir şekilde tarif edilmiştir. Antik Mısır’da kalbin ve aklın aynı anlama gelecek şekilde kullanıldığı görülmektedir. Psikolojik rahatsızlıkların kalp ve rahim ile ilgili semptomlar olarak kabul edildiği ve bir zehirlenmeden, iltihaplanmadan, dışkı ile ilgili bir problemden, kan damarlarından ya da şeytanlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Görünüşe göre çoğu durumda Mısırlılar akıl hastalıklarına, fiziksel bir rahatsızlık gözüyle bakmışlardır.4 Antik Yunanlılar şizofreni gibi tanınabilir hastalıklar dahil olmak üzere psikolojik rahatsızlıklar hakkında birçok hipotez oluştururlar. Onlar, iç ve dış faktörlerin vücuttaki kan, balgam, sarı safra, kara safra balansını bozduğu zaman ortaya çıkan bu dengesizliğin deliliğe yol açacağını ifade eden Hümoral teoriye inanmış, özellikle safra ve balgam sıvılarını psikolojik rahatsızlıklar için çok önemli iki faktör olarak görmüşlerdir. Eski Yunanlılar havanın sıcaklık ve nem bakımından ruhsal bozuklukların şiddetini 2 3 4 Şizofreni Müzesi romanından yapılan alıntılarda sayfa numaraları metin içinde gösterilmiş, eser dipnotta tekrar edilmemiştir. Alan A. Baumeister, Mike F. Hawkins, Joni Lee Pow, Alex S. Cohen, “Prevalence and Incidence of Severe Mental Illness in the United States: An Historical Overview”, Harvard Review of Psychiatry, C. 20, S. 5, 2012, s. 247. Theocharis Chr. Kyziridis, “Notes on the History of Schizophrenia”, German Journal of Psychiatry, C. 8, S. 3, Gottingen 2005, s. 42. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 175 PELİN DİMDİK etkilediğini düşünmektedirler. Ayrıca akıl hastası bireylerin hastalık için birtakım yatkınlıklarla doğmuş olabileceği fikrini de göz önünde bulundurmuşlar ve bazı ruhsal bozuklukların ailesel doğasını fark etmişlerdir. Bu önemlidir, çünkü aile ve ikiz çalışmaları şizofreninin öncelikle genetik bir bozukluk olduğunu göstermektedir. 5 Avrupa’da Orta Çağ boyunca anormal davranışlara yönelik bilimsel çalışmalar sınırlıdır. Psikolojik bakımdan rahatsız olan bireylerin tedavisi, onların durumunu anlamaya yönelik girişimler yerine çoğunlukla ritüeller veya batıl inançlarla karakterize edilmiştir. Orta Doğu’nun İslam ülkelerinde İbn-i Sina döneminin ya da XVII. ve XVIII. yüzyıllar süresince aydınlanma döneminin aksine, Avrupa’da Orta Çağ’da zihinsel bozuklukların tedavisi insancıllık ve bilimsel düşünceden uzaktır. Bu dönemde akıl hastalarının idaresi çoğunlukla din adamlarına bırakılmıştır. Dönemin başlarında psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde hatırı sayılır ölçüde bir nezaket vardır. Hastalığın tedavi kısmını dua, kutsal su, kutsal merhem, rahiplerin tükürük ya da nefesi, kutsal emanetlere dokunmak, kutsal yerleri ziyaret etmek ve şeytan çıkarmanın hafif formları oluşturmaktadır. İlerleyen dönemlerde akıl sağlığı yerinde olmayan birçok insana içlerindeki şeytanı çıkarmak için işkence edilmiş, bu insanların bazıları büyücü olmakla suçlanmış ve bu nedenle cezalandırılıp genellikle öldürülmüştür.6 Şeytana tutulmuş ya da cadı olarak damgalanan bu kişilerin önemli bir bölümü büyük olasılıkla şizofreni hastalarıdır.7 Avrupa’nın psikolojik rahatsızlıkları olan bireyleri birer hasta olarak düşünmeyip ağır işkencelere maruz bırakarak öldürdüğü Orta Çağ’da Türkler bu kişilerin hasta olduklarını kabul etmiş, akıl sağlığına, akıl hastalarına ve sağaltımına oldukça önem vermişlerdir. Akıl hastalıklarının müzikle tedavisini ilk defa sistematik bir biçimde tatbik eden de Türkler olmuştur.8 Açılan şifahaneler, bimarhaneler ve tımarhanelerle Osmanlı’nın ilk devrelerinde akıl hastalarına iyi bakıldığı anlaşılmaktadır.9 5 6 7 8 9 Christina Lee, "Schizophrenia: Then and Now" Sound Neuroscience: An Undergraduate Neuroscience Journal, C. 1, S. 1, 2013, s. 1. Jill M.Hooley, James Neal Butcher, Susan Mineka, Abnormal Psychology: Core Consepts, 2. Baskı, Pearson Education, Boston 2010, s. 12. Fulya Algın, Şizofreni Hastalarında Başa Çıkma Tutumlarının Umutsuzluk, İntihar Davranışı ve İçgörü ile İlişkisi, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 6. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009, s. 24. Sezer Erer, Elif Atıcı, “Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler”, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, Bursa, C. 36, S. 1, 2010, s. 30. M. Orhan Öztürk, Aylin Uluşahin, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları I, 11. Baskı, Nobel Tıp Kitapevleri, Ankara 2011, s. 8. 176 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME Rönesans boyunca bilimsel araştırma ve akılcılığın dirilişi, bireyin biricikliğini ve değerini vurgulayan bir felsefi hareket olan hümanizmde ve bilimde büyük atılımlara yol açmıştır. Bu zamana kadar birçok akıl hastanesi, psikolojik bakımdan rahatsız olan bireylerin zincirlendiği, kafeslendiği, aç bırakıldığı, dövüldüğü ve hatta halka küçük bir ücret karşılığı hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi sergilendiği gözaltı merkezleridir. Bu dönemde düşüncede yeni bir yol tutturulmuştur. Buna göre eğer kişi zihinsel olarak rahatsız ve cinli değilse o zaman hastaymış gibi tedavi edilmelidir. Akıl hastalıklarının tedavisindeki yeni metotlar hümanistik ruhu yansıtmaktadır. 1563 yılında Johann Weyer adlı bir Alman doktor, büyücülük hakkındaki fikirlere meydan okuyan devrimci bir kitap yayınlar. Weyer, büyücü gibi görülerek yakılan, hapsedilen, işkence gören birçok insanın akıl hastası olduğunu, şeytanlar tarafından ele geçirilmediğini ileri sürmüştür. Onun bu kitabı kilise ve devlet tarafından sert bir şekilde eleştirilir ve yasaklanır. Ancak bu eser, Weyer’in akıl hastalığı üzerinde hümanist bakış açısının bir öncüsü olduğunun kanıtıdır. Diğer bilim insanları da onun yolundan gitmişlerdir.10 XVII. yüzyılda akıl hastalarıyla ilgili kararların din adamları yerine hekimler tarafından verilmesinin uygun olacağı görüşü kabul edilir. Orta Çağın son bulması ile Avrupa’da her alanda olduğu gibi psikiyatri dalında da bilimsel çalışmalar başlar.11 Aynı yüzyılda Thomas Willis ve XVIII. yüzyılda Phillippe Pinel12, John Haslam ve Gorge Man tarafından yazılanlar bu hekimlerin şizofreniyi tanıdıklarını düşündürmektedir.13 Hastalık başlangıçta Emil Kraepelin tarafından "dementia praecox" olarak isimlendirilir. Bu kavramı ilk kullanan Bénédict Augustin Morel’dir. Şizofreni teriminin kullanımını ise Eugen Bleuler, 1911 yılında yayınladığı “Erken Bunama ve Şizofreniler Grubu” adlı metinde teklif etmiştir.14 İkinci Kat: Hastalığın Nedenleri: Cengiz Manga şizofreninin sırlarını çözmek ümidiyle ikinci katta bulunan “Beynin Oluşumu” adlı levhanın asılı olduğu odaya girer. Burada annesinin karnındaki bir bebeğin beyninin nasıl 10 David Sue, Derald Wing Sue, Diane Sue, Stanley Sue, Understanding Abnormal Behavior, 10. Baskı, Cengage Learning, Boston 2010, s. 17-18. 11 M. Orhan Öztürk, Aylin Uluşahin, a.g.e., s. 5. 12 Pinel, 1793’te Paris Bicetre hastanesindeki akıl hastalarını zincirlerinden kurtaran kişidir. Bu olay hastanelerde başlayan olumlu tedavi programının dramatik bir sembolü haline gelmiştir. Irvin J. Kohler, An Investigation of the Mental Hospital Building Type, (Massachusetts Institute of Technology, Department of Architecture, Master Thesis), Cambridge 1954, s. 5. 13 Levent Mete, Şizofreni En Uzak Ülke, 4. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2006, s. 44. 14 Hans Rittmannsberger, “Die Diagnose ‘Schizophrenie’: Vergangenheit, Gegenwart und Zukunft”, Psychiatria Danubina, C. 24, S. 4, Zagreb 2012, s. 408; Marc-Louis Bourgeois, Şizofreni, Çev. İsmail Yerguz, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2008, s. 13, 16. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 177 PELİN DİMDİK oluştuğu canlandırılmıştır. Hücreler “rüzgarla yer değiştiren bulutlar gibi” (s. 80) görev alacakları yerlere göç etmektedir. Eski tıp öğrencisi olup bitenleri izlerken oyun kahramanı Dr. Arieti cebinden genetik harita olarak tabir ettiği eskimiş bir kağıt çıkarır. Bu haritada “hücrelerin nereye gideceği, orada ne iş yapacağı yazılmış durumdadır.” (s. 80) Ünlü psikiyatrist “günün birinde şizofreniye yakalanacak olan beynin de kendine göre bir haritasının” (s. 80) olduğunu ifade eder. Bu sözlerden hareket eden Cengiz Manga, psikolojik bağlamda sağlıklı bireyler olarak addettiği ebeveynlerinin gerçek anne ve babası olmadığından şüphelenmeye başlar. Bunun üzerine Dr. Arieti, şizofreninin kalıtımın yanında doğum öncesi ve doğumla birlikte yaşanan olumsuzluklarla ilgili yönüne dikkat çekerek şunları söyler: “Göç her zaman beklendiği gibi gitmez. Bazen develer mikrop kapıp hastalanır, kervan bozulur, çadırlar uçar, bedeviler çölde yollarını kaybeder, kendilerini bambaşka yerlerde bulurlar. (...) Haritada gösterilen öyle olmasa da günün birinde hastalanabilir insan. Doğum sırasında su yutup havasız kalan birçok bebeğin büyüdüklerinde şizofreniye yakalandığını gördüm. Kimileri de annelerinin hamilelik sırasında geçirdiği virüs hastalığı yüzünden sonunda şizofren oldu.” (s. 81) Bu açıklamadan sonra odadan ayrılan Cengiz Manga, “Beyinde Olup Bitenler” adlı başka bir odaya girer. Burada, şizofreni sebebiyle genişleyen beyin boşlukları dev bir mağara metaforuyla sergilenmiştir. Hemen yandaki odada ise şizofreniye yol açan kimyasallarla karşılaşır ve bu maddeleri pazarlamaya çalışan esnafla diyalog kurar. Birinci dükkânda dopamin satan şahıs şu sözlerle müşterisini ikna etmeye çalışmaktadır: “İsmi ‘D’ ile başlayan bir şey satıyoruz beyim. Herkes bilir, işin içinde olanlardan kime sorarsanız şizofreni için en garantili malın ‘D nokta nokta’ olduğunu söyler size. Beynin şurasında, işte bu alın tarafında azalsın bu ‘D nokta nokta’ hiçbir istek kalmaz insanda, ot gibi olur. Daha aşağıda halk arasında ‘limbik’ denen bir yer var, (...) oraya ‘D nokta nokta’yı bastın mı tutma artık adamı, kulağına ses mi gelir, gözüne hayal mi görünür, delilik diye bildiğin ne varsa hepsi fırlayıp çıkar ortaya. Kimi kendini dünyanın başkanı sanır, kimi kuş olup uçar. Onun bunun düşüncesini beyninden çekip alıyor gibi olursun, derken başkaları senin beynini kurcalayıp içinden fikirlerini çalmaya başlar, sonra bakmışsın birilerine telepatiyle emirler veriyorsun.” (s. 83) İkinci dükkânın sahibi “en iyi şizofreninin serotoninle olduğunu” (s. 84) ifade ettikten sonra “D nokta nokta kadar iyi bilinmez ama ondan hiç aşağı kalmaz.” (s. 84) diyerek serotoninin halüsinojenik etkisine vurgu yapar. 178 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME Üçüncü dükkândaki esnaf sattığı bir çeşit uyku tozunun etkisiyle uyuyakalmıştır.15 Dördüncü dükkandaki satıcı: “Bu tozun varlığı değil yokluğu şizofreniye yol açıyor.” (s. 84) dedikten sonra “Asıl şizofreni iksirini kendisinin sattığını” (s. 84) belirtir. “Ona göre, şizofreniye ulaşmak istediğinizde karşınıza dikilen en önemli engel beyindeki “Glutamat” isimli maddedir. (...) Bir kişiye verdiğinizde hem şüpheci ve gergin oluyor, boşluktan sesler duyuyor, gözüne hayaller görünüyor hem de aynı zamanda içe dönük durgun, ilgisiz birisine dönüşüyordu. (s. 84)” Çarşının sonundaki beşinci dükkânda da noradrenalin satılmaktadır. Dükkanının tezgahında kocaman kırmızı harflerle “N ile başlayıp N ile biter” (s. 85) yazısı asılmıştır. Ayrıca altında da küçük harflerle “şüpheye düşmenin en kolay yolu” (s. 85) şeklinde bir ibare bulunmaktadır. Şizofreni, bireyin realiteye ait verileri anlamlandırma ve analiz etme yetisini hasara uğratan “sanrılar, varsanılar, dezorganize davranış, negatif belirtiler ve sosyal/mesleki işlevsellikte bozulma ile karakterize bir beyin hastalığıdır.”16 Şizofreninin ortaya çıkışı bilim insanlarının büyük çoğunluğu tarafından tek bir nedene dayandırılmamaktadır. Yaygın bir kanaate göre bu süreç pek çok faktörün karşılıklı etkileşimini gerekli kılar.17 Arieti dahil birçok psikiyatrist tek başına biyolojik yatkınlığın veya olumsuz psikolojik tecrübelerin şizofreniyi yaratmada etkili olmayacağına inanmaktadırlar. Bu anlayış açısından şizofreni; biyolojik, psikolojik ve psikososyal etkenlerin birleşiminden meydana gelen kronik bir psikozdur.18 Bazı kötü koşulların bireyin akıl sağlığını bozabileceğinden hareket eden diğer bir görüş de şizofreninin, ailede karşılaşılan olağan dışı bir hâle yönelik tespit edilebilir bir reaksiyon olduğunu ve birtakım olumsuz yaşantılar içinde olan kişilerin şizofrenik olabileceği savını ileri sürer. Böyle bir yaklaşım şizofreninin açığa çıkması için kalıtımsal ve strüktürel anormallikler olmadan psikolojik etkenlerin tek başına yeterli olduğu kanısını uyandırmaktadır.19 Ancak şizofrenin etiyolojisini çözümlemeye ilişkin psikanalitik ve psikodinamik kuramlar, bütün psikolojik sorunların kaynağını erken dönem ebeveyn-çocuk ilişkilerine bağlayan kimi arayışları saymazsak, Freud’tan bu yana hastalığa neden olan yapısal bir bozukluğun 15 Şizofreni hastalarında görülen uyku bozukluklarında “dopamin dizgesinin aşırı çalışmasının yanı sıra GABA dizgesinin de rolü olduğu düşünülmektedir.” M. Orhan Öztürk, Aylin Uluşahin, a.g.e., s. 289. 16 Halis Ulaş, Serhat Taşlıca, Köksal Alptekin, “Şizofrenide Nörofizyolojik ve Nörokognitif Genetik Belirleyicilerin (Endofenotip) Yeri”, Klinik Psikiyatri, S: 11, Ankara 2008, s. 12. 17 Oğuz Arkonaç, Şizofreni, İstanbul Matbaa Meslek Lisesi Yayınları, İstanbul 1976, s. 19. 18 Silvano Arieti, Bir Şizofreni Anlamak, 2. Baskı, Çev. Aylin Eti, Doruk Yayımcılık, İstanbul 2008, s. 88,98; Sunar Birsöz, Benim Şizofrenlerim, HYB Yayıncılık, Ankara 2013, s. 79. 19 Oğuz Arkonaç, a.g.e., s. 70-71. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 179 PELİN DİMDİK olma ihtimalini her zaman dile getirmişlerdir.20 Günümüzde şizofreniyi müşterek birden fazla nedenin tetiklediği yönünde genel bir anlayış geliştirilmiş21 olmasına karşın “hastalığın etiyolojik temeli tam olarak aydınlatılamamıştır.”22 Bu konuya dair merak ve çalışmalar hâlihazırda devam etmektedir.23 “Atbaşoğlu, şizofrenide kalıtımın rolünün çok iyi bilindiğini, ancak yeni hastalıkların çoğunun ailesinde şizofreni olmayan kişilerde görüldüğüne dikkati çekmektedir. Şizofreniye etki eden faktörlere ilişkin dünya ölçeğinde çeşitli çalışmalar yapıldığını, ancak genetik ile çevresel etmenlerin birlikte incelenmediğini belirten Atbaşoğlu, yeni tanıların ‘bünye kadar çevrenin de şizofreninin ortaya çıkmasında etkili olduğu varsayımını güçlendirdiğini’ ifade etmiştir.”24 Ailesel geçişinin yanında doğum öncesi ve doğum komplikasyonlarının da şizofreniye neden olabileceğine yönelik araştırmalar mevcuttur. İstatistiklere dayanılarak yapılan bu çalışmalar kış mevsiminde doğan kişilerde şizofreni hastalığının görülme oranının fazlalığına işaret etmektedir. Özellikle kış mevsiminde viral enfeksiyonlara yakalanma sıklığında artış yaşanması ile şizofreni arasında bir bağlantı kurulmuş ve “virüslerin, genlerin yapısına girerek ya da beynin hızlı gelişim evrelerinde beyin hücrelerini etkileyerek şizofreniye yol açabildiği iddia edilmiştir. (...) Anne karnındayken ya da doğumdan hemen sonraki dönemde gelişen (...) viral enfeksiyonlarla birlikte zehirlenmeler ve bebeğin oksijensiz kalması gibi etkenler de risk faktörü sayılmaktadır.”25 Şizofreniye yakalanan beynin çeşitli bölgelerinde nörokimyasal anormalliklerin gözlendiği bildirilmektedir. Neredeyse beyinde bilinen tüm nörotransmitterlerin, şizofrenide değişmiş nörotransmisyon sistemleri için aday olduğu düşünülmüştür. İlk hipotez noradrenalin, serotonin, glutamat ve 20 Erol Göka, “Şizofrenide Psikodinamik Yaklaşım”, Ed. Nesrin Dilbaz, Göksel Bayam, Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara 1997, s. 46. 21 Hülya Güveli, Antipsikotik Kullanan Şizofrenlerde Metabolik Sendrom Sıklığı ve İlişkili Etmenlerin Sağlıklı Toplulukla Karşılaştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi) İstanbul 2009, s. 5. 22 Halis Ulaş, Serhat Taşlıca, Köksal Alptekin, a.e.g., s. 12. 23 2010 tarihinde başlayan “Türkiye'de AB projesi kapsamında 13 ülke ile birlikte yürütülecek '’Şizofrenide Gen-Çevre Etkileşimi (EU-GEI) Projesi'’ ile şizofrenin genetik mi yoksa çevresel faktörlerle mi geliştiği” saptanmaya çalışılacaktır. “100 kişiden biri şizofren!”, Habertürk Gazetesi, 24 Mayıs 2011. 24 “Şizofreni genetik mi çevresel mi?”, Ntvmsnbc, http://www.ntvmsnbc.com/id/25216166/#storyContinued. 25 Adnan Çoban, Şizofreni Bin Parça Akıl, Timaş Yayınları, İstanbul 2008, s. 22; Mehmet Kemal Arıkan, Şizofreni Anlamak, İmge Kitabevi, Ankara 1998, s. 30. 180 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME GABA gibi azalma veya artışa bağlı olarak beyinde birtakım karmaşıklıklar yaratan nörotransmitterlerden olan dopamin ile ilgilidir. Bu transmisyon anormallikleri, hastalığın belirtilerine veya patolojiye bir cevap olarak ileri sürülmüştür.26 Üçüncü Kat: Şizofreni Belirtileri - Başkahramanın Hastalık Öyküsü: Şizofreni Müzesi’nin üçüncü katındaki odalarda hastalığa ait çeşitli belirtiler sergilenmektedir. İlk beş oda; işitme, görme, koklama, tat alma ve dokunma halüsinasyonlarına ayrılmış, diğer odalardaysa düşünce, davranış ve duygu bozukluklarına yer verilmiştir. Örneğin düşüncelerin anormal bir şekilde hızlanıp yavaşladığı odalar bulunmaktadır. “Şüphe Odası”nda takip edildiğinden ve kendisi hakkında konuşulduğundan kuşkulanan insanların tuhaf hareketleri dikkat çekicidir. “Hiçbir Mantığa Sığmayan Düşünceler” yazılı odada beyin dalgalarıyla dünyayı yönettiğine inanan kişilerin yanında Antik Mısır çağından kalma bir mumya ya da kaplumbağa olduğunu, beyninin veya ciğerlerinin olmadığını, düşüncelerinin bilgisayar tarafından kontrol edildiğini, uzaylıların ebeveynlerinin bedenlerini ele geçirdiğini düşünenler bulunmaktadır. “Duygusuzluk Odası”nda insan olan biten her şeye karşı tepkisizleşmektedir. “Uygunsuz Duygular” adlı odada bireyin bir durum ya da olay karşısındaki duygulanımı tersine dönmekte, ağlanacak yerde gülüp gülünecek yerde ağlamaktadır. “Mantıksız Davranışlar Odası”nda ise “paltosunun üstüne kazak giyen, baştan ayağa naylon torbalarla örtünen, başına şapka gözüne gözlük takıp kravatını bağladıktan sonra iç çamaşırlarıyla dolaşan, yüzlerini değişik renklere boyayan, bir tapınma töreni gerçekleştirir gibi hareketlerle oturup kalkan, anlamsız sesler çıkaranlarla doludur.” (s. 90) Dünya Sağlık Örgütü tarafından geliştirilen ICD 10 ölçeğine göre şizofreni tanısı koyabilmek için hastada, aşağıda a’dan d’ye kadar listelenen grupların herhangi birine ait semptomlardan en az birinin net bir biçimde bulunması ya da e’den i’ye kadar sıralanan semptomlardan en az iki tanesinin bir ay veya daha uzun süreyle mevcut olması gerekmektedir 27: a) Düşünce yankılanması, düşünce sokulması ya da çekilmesi ve düşünce yayınlanması, b) Kontrol edilme, etkilenme yahut edilgenlik sanrıları (beden ve uzuv hareketleri veya belirli bir düşünce, eylem ya da duyularla ilgili olarak), c) Hastanın davranışlarını yorumlayan ya da kendi aralarında hastayı tartışan işitsel sanrılar yahut bedenin bazı kısımlarından gelen sanrısal sesler, d) Kültürel açıdan uygun olmayan, tamamen imkânsız görünen ve 26 Sutisa Nudmamud-Thanoi, “Neurochemical Abnormalities in Schizophrenia”, Naresuan University Journal, C. 13, S. 1, 2005, s. 61. 27 Angelo Barbato, Schizophrenia and Public Health, World Health Organization, Geneva 1998, s. 2. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 181 PELİN DİMDİK devamlılık arz eden başka çeşit sanrılar. Ayrıcalıklı dinsel ya da bir politik bir kimliğe, insanüstü güçlere veya yeteneklere sahip olma gibi. (Örneğin; hava durumunu kontrol etme, başka dünyadan gelen yabancılarla iletişim içinde olma), e)Herhangi bir şekilde süreklilik gösteren halüsinasyonlarhaftalarca veya aylar boyunca her gün devam eden aşırı değer kazanmış inatçı fikirlerin ya da açık duygusal içeriğe sahip olmayan, kısa süreli ya da yarı oluşmuş sanrıların eşliğinde, f) Düşüncede kopukluk veya düşünce sokulması ve buna bağlı olarak mantıksız ya da ilgisiz konuşma ya da anlamı olmayan kelimeler türetme (neolojizm), g) Katotonik davranış, örneğin; taşkınlık, belli bir duruş vaziyeti alma (posturing), balmumu esnekliği, karşıt tavır (negativizm), konuşmama (mutism), dış uyaranlara karşı ilgisizlik (stupor) gibi. h) Negatif semptomlar, örneğin; sosyal çekilmeye ve sosyal performansın düşmesine neden olan; belirgin apati, konuşma azlığı, duygusal tepkilerde sığlaşma ve uygunsuzluk gibi. Bu belirtilerin depresyondan ya da nöroleptik ilaçlardan dolayı ortaya çıkmadığının bilinmesi gerekir. i) Kişisel davranışların bazı cephelerinin genel niteliğinde ciddi ve sürekli bir değişim yaşanması; ilgi kaybı, amaçsızlık, tembellik, bencil tutum, sosyal geri çekilme gibi.28 Şizofreni Müzesi romanında Cengiz Manga’nın hastalığına ait klinik tablo şöyledir: Şüphecilik-kötülük görme ve büyüklük sanrıları, görme, işitme, dokunma, tat ve koku halüsinasyonları, kendi kendine konuşma, yoğunlaştırma ve neolojizm, düşünce ile aşırı meşguliyet, intihar fikri, sosyal geri çekilme-ilgi ve istek yitimi, dikkat bozukluğu. Aşağıda şizofreni hastası gençte görülen bu belirtiler incelemeye tabi tutulmuştur. Sanrı (hezeyan): Hemen hemen herkesin inandığı, tartışılmaz, apaçık delillere ve belgelere dayalı, kalıcı ve değişmez gerçeklik hakkındaki yanlış çıkarsamalara bağlı olarak ortaya çıkan sabitleşmiş asılsız inançtır.29 Sanrılar konularına göre: büyüklük sanrısı, küçüklük sanrısı, dinsel sanrı, erotomanik sanrı, kötülük görme sanrısı, kıskançlık sanrısı, günahkârlık ya da suçluluk sanrısı, somatik (bedensel) sanrı, alınma sanrısı, kontrol edilme sanrısı, düşünce okunması sanrısı, düşünce yayınlanması sanrısı ve düşünce çekilmesi sanrısı şeklinde alt tiplere ayrılmıştır.30 Paranoid-Kötülük Görme Sanrıları: Kötülük görme sanrıları tehdit inançları olarak kavramsallaştırılmaktadır. Birey için duygusal bakımdan önem taşıyan, anormal ve alışılmadık iç ve dış deneyimleri anlamlandırma 28 Barbato, a.g.e., s. 3. Tim Bayne, Elisabeth Pacherie, “In Defence of the Doxastic Conception of Delusions”, Mind & Language, C. 20, S. 2, 2005, s. 163. 30 Levet Mete, Şizofreni en..., s. 49-51. 29 182 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME arayışı ile ilgili olarak ortaya çıktığı varsayılmaktadır.31 Bu tip bir hezeyanı olan hasta tanıdığı ya da tanımadığı kişilerin kendisi ile ilgili kötü düşüncelere sahip olduğuna ve bu nedenle kendisine zarar vermek istediklerine inanır. Hastalar zaman zaman bu kimseler tarafından izlendiği şüphesine de kapılabilmektedirler.32 Cengiz Manga’da görülen paranoid-kötülük görme sanrılarına ilişkin belirtiler şöyledir: Şizofreni Müzesi oyununu oynarken ekrandan kendisini görüyor olabileceklerini düşünme, oyuna başladığı günlerden itibaren gördüğü rüyaların oyunu hazırlayan kişilerce planlanmış olması ihtimalini aklına getirme, oyunun yalnızca kendisini tuzağa düşürmek için yazılmış olabileceği kuşkusu, birilerinin kendisini öldüreceğinden, onu izlemek için evinin duvar, koltuk gibi çeşitli yerlerine gizli kameralar yerleştirildiğinden şüphelenme, içtiği ilaçları su kaplumbağası yumurtasına benzetmesi ve onları yuttuğu takdirde kaplumbağaların yumurtadan çıkarak mide ve bağırsaklarında dolaştıktan sonra büyüdüklerinde karnını patlatarak dışarı çıkması fikri. Büyüklük Sanrıları: Büyüklük sanrılarının iç ve dış kaynaklı, rahatsız edici olaylardan kaçınmak için strese karşı bir cevap niteliğinde olduğu ve bu nedenle koruyucu bir işlevi bulunduğu, başka bir ifadeyle bunların incinmiş egoyu gerilimden koruyarak bilinç dışında sahte bir kendilik oluşturduğu düşünülmektedir.33 Bu tip hezeyanları olan bireyler olağanüstü yetenekleri ya da özel güçleri olduğuna inanmaktadırlar. İtikadlar realiteyle uyumsuz ve mantık dışıdır. Örneğin hasta, devlet başkanı, ünlü bir film yıldızı ya da mucit olduğunu, birtakım doğa olayları meydana getirebileceğini söyleyebilir. Roman kahramanı Cengiz Manga, hastalığının nüksettiği bir dönemde gezegenleri beyin dalgalarıyla yönettiğini iddia etmektedir. Halüsinasyon (Varsanı): Halüsinasyon, “kişinin, tam olarak inandığı nesnesiz algı” şeklinde tanımlanmaktadır. Halüsinasyonlar; görsel, işitsel, dokunsal, kinestezik, kokusal ve tatsal olmak üzere çok çeşitlidir. Görsel halüsinasyonlar, parıltılar, zikzaklar gibi çok basit fenomenlerden, çeşitli sahneler, kişiler, heotoskopi gibi belli bir bilinç durumunda ortaya 31 Daniel Freeman, Philippa A. Garety, Elizabeth Kuipers, David Fowler, Paul E. Bebbington, “A cognitive model of persecutory delusions”, British Journal of Clinical Psychology, S. 41, 2002, s. 331. 32 Mehmet V. Şahin, “Şizofreni: Klinik Özellikler, Tanı, Ayırıcı Tanı”, Psikiyatri Dünyası, S. 3, 1999, s. 73. 33 Gülten Erben, Hezeyanlı Bozuklukta Hezeyan Profili ve Bağlantılı Parametreler, (T.C Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2008, s. 14. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 183 PELİN DİMDİK çıkabilecek görsel varsanılara kadar uzanmaktadır. Böylece kişi, gerçekdışı ve tuhaf durumları ya da daha önceden şahit olduğu benzer olayları yeniden yaşadığı hissine kapılır. İşitsel halüsinasyonlar, fısıltı, tıngırtı şeklinde basit ya da ezgiler, tümceler gibi konuşma şeklinde yahut konuşma dışı, karmaşık olabilir ve bunlar da daha evvel yaşanmış olaylara yönelik olarak açığa çıkabilirler.34 Koku ve tat varsanıları çoğu durumda birlikte açığa çıkarlar ve genellikle hoş olmayan koku ve tatlar algılanır. “Dokunsal varsanılar, elektirik duyumları, dokunulma duyumu, derinin altında böcek dolaşması (...) vücut organlarının çekilmesi, cinsel uyarılma şeklinde olabilir.”35 Şizofreni hastalarında en sık işitsel halüsinasyonlara, daha az sıklıkta görsel halüsinasyonlara, çok daha seyrek olarak da dokunma, koku, tat halüsinasyonlarına rastlanmaktadır.36 Cengiz Manga, Şizofreni Müzesi romanında hastalığının tetiklediği halüsinasyon deneyimlerini şöyle anlatır: “Geçmişte yaşadığım, boşluktan gelen seslerle, hayallerle, kimi iğrenç kokularla, mide bulandırıcı tatlarla, görülmez eller tarafından itilip kakılmalarla geçen günler canlandı gözümde. Aşağılayan, suçlayan, akıl almaz emirler veren sesleri duymamak için kulaklarıma pamuk tıkadığım, televizyonun sesini sonuna kadar açıp bağıra çağıra şarkı söylediğim, sonunda polis arabasıyla acil servise götürüldüğüm geceyi hatırladım.” (s. 88) Kendi Kendine Konuşma: Şizofreni hastalarının işitsel varsanılara cevap vermeleri kendi kendine konuşma şeklinde algılanmaktadır.37 Cengiz Manga’nın annesi Meliha Hanım bu nedenle oğlunun kendi kendine konuştuğunu düşünmektedir. Yoğunlaştırma ve Neolojizm: Şizofrenlerin herhangi bir olay ya da durumu izah etmek gibi çeşitli maksatlarla “yoğunlaştırma” yöntemiyle birbiriyle ilgisi olmayan kelime ve kavramları birleştirerek yeni bir ifade şekli (neolojizm) meydana getirdikleri görülebilir.38 Cengiz Manga fakülte yıllarında şizofreninin sırrını öğrenmek maksadıyla hastalıkla ilgili çalışmalar yapan ünlü bilim insanlarını incelemiş ve onların hayatlarını öğrenmiştir. Bir dönem formülün isimlerde gizlendiğini düşündüğünden günlerce bunları alt alta ve yan yana sıralayarak değişik sözcükler türetmeye çalışır. Örneğin Eugen Bleuler’den “gen B”, 34 “Sanrı”, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C. 19, Milliyet Gazetecilik A.Ş., İstanbul, t.y, s. 10159. 35 Erdoğan Özmen, Şizofreni Öteki Gerçeklik, Pedam Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 17-18. 36 Göksel Bayam, Elvan Balım, “Şizofrenide Klinik Belirtiler”, Ed. Nesrin Dilbaz, Göksel Bayam, Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara 1997, s. 59. 37 Z. Bengi Semerci, Duyguların Şifresi, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 2005, s. 135. 38 Erdal Işık, Şizofreni, 2. Baskı, Kent Matbaacılık, Ankara 1997, s. 74-75. 184 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME Emil Kraepelin’den “Ekra”, Sigmund Freud’dan “Sigmufre” şifrelerini oluşturmuştur. İyileşeceği ümidiyle bu kelimeleri sürekli olarak tekrarlar. Düşünce ile Aşırı Meşguliyet: Hasta “özel bir fikir ya da düşünce etrafında, belli bir duygusal yüklülükle dönüp” durur.39 Bu tavır romanın başkahramanında açıkça görülmektedir. Örneğin; Şizofreni Müzesi adlı bilgisayar oyunu Cengiz Manga’nın zihnini sürekli olarak meşgul eder. Bu durum işinde aksamalara, bazı geceler uykusuz kalmasına veya uykularının bölünmesine neden olur. Görülen rüyalar oyunla ilgilidir: “(...) Aklımı ekrana bir türlü veremedim. Bir polisiye dizi ve araya giren reklamlar vardı. Derken haberler başladı. Bakalım oyunda neler olacak diye düşünüyordum. Bir taraftan da yine oyunla rüyalar arasındaki ilişkiye takılıyordu kafam. Nasıl yapıyorlardı bunu? Adamın dediği gibi eğer cinayeti çözmeyi başaramazsam hayatım boyunca bütün rüyalarım müzenin içinde mi geçecekti?” (s. 52) Bir başka düşünce yinelenmesi de insan ilişkilerinde kendini gösterir. Kemeraltı’ndaki pasajda esnaflık yapan Memduh Bey’in eşi Şükriye Hanım bir gün şizofreni hastası genci kendisine doğru çekerek elini tuttuktan sonra göğsünün üzerine koyar. Bu olaydan sonra Cengiz Manga, Şükriye Hanım’a karşı farklı duygular beslemeye başlar ve zamanla bu kadını bir saplantı haline getirir. Genç, bir yandan Memduh Bey’in tavırlarından şüphelenerek eşiyle arasında geçen vakayı biliyor olabileceğine dair tahminler yürütürken bir yandan da Şükriye Hanım ile ilgili düşüncelerinden ötürü suçluluk hissine kapılmaktadır. Manga günün önemli bir kısmını bu evli çifti düşünerek geçirir: “(...) Geniş pencerelerde her biri bir olay anlatan vitraylar vardı. Tam karşımdakinde bir kadınla bir adam ayakta karşı karşıya duruyor, birbirlerine neredeyse kafalarının yarısı büyüklüğünde kocaman gözlerle bakıyorlardı. Bu gözler bir şaşkınlık ifadesi, ama aynı zamanda meraklı ve arzulu bir görünüm de veriyordu. Şükriye Hanım’la aramızda geçenler geldi aklıma, biz de karşı karşıya böyle durmuş, birbirimize böyle kocaman gözlerle bakmış mıyızdır diye düşündüm. Sağdaki vitrayda başka bir adam her biri patlıcan büyüklüğünde parmaklarıyla bir tabanca şarjör takıyordu. Bu da Memduh Bey’di herhalde. Aklımı bir türlü ikisinden alamıyordum.” (s. 40) İntihar Fikri: İntihar davranışı, strese neden olan hayat şartlarına reaksiyon gösteren normal bireylerden, ağır derecede psikolojik rahatsızlığı bulunan kişilere kadar geniş bir yelpazede görülebilmektedir. Psikiyatri kliniklerinde tedavisi yapılan akıl hastalıkları arasında, şizofreni ve duygu 39 Emin Ceylan, Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri Şizofreni, 2. Baskı, AstraZeneca, İstanbul 2011, s. 25. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 185 PELİN DİMDİK durum bozukluklarında intihar oranının en yüksek olduğu tespit edilmiştir.”40 Cengiz Manga da geçmişte, umutsuzluğa kapıldığı bazı anlarda intihar etmeyi düşündüğünü belirtir. Sosyal Geri Çekilme-İlgi ve İstek Yitimi: Hasta dış dünyada olup biten her şeye karşı ilgisini kaybetmiş, kendi kabuğuna çekilmiş ve çevresinden kendini soyutlamış durumdadır. Eskiden kendisine zevk veren faaliyetlerden de tat alamaz hale gelmiştir. Cengiz Manga yaşadığı bu durumu şöyle ifade eder: “Artık eskisi gibi bakalım sonu nereye varacak heyecanıyla kitap okuyamıyor, izlediğim filmlerden tat almıyor, bir zamanlar birlikte zaman geçirdiğim arkadaşlarımı yıllardır aramıyordum. Daha çarpıcı olan bunu giderek daha az dert etmem, yaşadığım donukluğa alışmamdı. Önce dünyayla aramda cam gibi saydam bir engel olduğunu sezmeye başlamıştım. Konuşmalar bir camın arkasından gelir gibi boğuklaşmıştı. Sonra giderek kalınlaşmıştı cam, aralarında dolaştığım, yüzlerine baktığım insanlar benim için ulaşılmaz hale gelmişti. Sanki kendileriyle değil de ruhları alınmış, cansız ve solgun suretleriyle konuşuyor, bir hayaletler dünyasında yaşıyordum.” (s. 92) Dikkat Bozukluğu: Bazı araştırmacılar, şizofrenide dikkat bozukluğu olduğunu belirtirken41 kimileri ise şizofrenlerin dış dünyadan uzaklaşıp iç dünyalarına çekildiklerinden, kendilerinde dikkat bozukluğu olduğu izlenimi verebileceklerini ifade eder.42 Cengiz Manga bir konuya, kişiye ya da yaptığı işe dikkatini verme konusunda yaşadığı zorlukları şöyle izah etmektedir: “(...) Çarşıdaki kalabalığın nasıl üzerime gelir gibi olduğunu, bir kaç kişinin aynı anda konuştuğu ortamlarda dikkatimi toplayıp içlerinden birisini dinlemeye çalışınca uğradığım başarısızlığı, bir parçayı tamir etmeye çalışırken dükkânın önünden geçen birisinin, dışarıdan gelen müziğin ya da bir seslenişin beni nasıl karmakarışık ettiğini hatırladım. Dükkânı açtığım gün babamın getirip elleriyle duvara astığı saatin çıkardığı ses yüzünden günlerce kafamı işe verip çalışamamış, hiçbir şey düşünemez olmuş, ancak pilini çıkarıp saati durdurunca rahatlayabilmiştim.” (s. 100) 40 Hüseyin H. Özsan, Handan Tuğcu, “Şizofrenik Hastalarda İntihar Olasılığının Çeşitli Faktörlere Göre İncelenmesi” Kriz Dergisi, C. 6, S. 1, Ankara 1998, s. 33. 41 Ünsal Söylemezoğlu, Adnan Cansever, “Şizofreni Tedavisinde Psikososyal Yaklaşımlar”, Psikiyatri Dünyası, S.3, 1999, s. 102; Sirel Karakaş, Hamdullah Aydın, “Şizofrenide Bilgi İşleme Bozuklukları”, Şizofreni Dizisi, S. 4, 1999, s. 118-119. 42 Erdal Işık, a.g.e., s. 79; Göksel Bayam, Elvan Balım, a.g.e., s. 60. 186 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME Dördüncü Kat: Renklerin Solduğu Yer: Bu katta şizofreninin “negatif belirtileri” olarak nitelendirebileceğimiz durumlar sergilenmektedir. Genişçe bir salonda bir köşeye oturmuş ya da ayakta öylece kalakalmış insanlar anlamsız ve dalgın gözlerle boşluğa bakmaktadırlar. Uyuşmuş, hareketleri yavaşlamış, adeta taş kesilmiş bu insanların hayata dair amaç ve hevesleri yok olup gitmiştir. Şizofreniye yakalanan kişiler hastalığın başlangıç döneminde veya daha sonraki yıllarda kendilerini kayıtsızlığın hüküm sürdüğü bir yaşantı içinde bulabilirler. Manasız ve tatsız bir dış dünya algısıyla birlikte geleceğe yönelik beklentiler ve umutlar önemini yitirmiştir. Hastalar “kutup ya da çöl çağrışımı yapan sonsuz bir boşluk” içindedirler.43 Beşinci Kat: Tedavi Pazarı: Müzenin bu bölümü şizofreninin tedavi yöntemlerine ayrılmıştır. Pazar yerindeki tezgahlarda doktor kıyafetli satıcılar, hastalara şizofreni ilacı satmaktadırlar. Başka bir yerde, toplanmış kalabalığa bu tip hastalara nasıl davranmak gerektiğini anlatan bir adam görülmektedir. Bu adam kendisini dinleyen gruba yüksek sesle konuşmanın, tartışma ve kavgaların onları kötü etkileyeceğinden, yanlarında aşırı duygusal tepkiler vermekten kaçınmak ve hastayı olduğu gibi kabullenmek gerektiğinden bahsetmektedir. Hemen ötede hastaların elektroşokla tedavi edildiği bir kısım vardır. Orada bulunan bazı kişiler bu yöntemi korkunç bulmaları ya da geçici unutkanlığa yol açması nedeniyle eleştirmektedirler. Aile tedavisinden memnun kaldığını söyleyerek iyileşmek isteyenlere psikoterapi öneren hastalar da mevcuttur. Bir üst kata çıkan merdivenin yakınlarındaysa hastalığı cerrahi yöntemlerle iyileştirdiğini söyleyerek Nobel ödülü alan Egas Moniz, etiğe aykırı bulunmasından dolayı şizofrenide beyin ameliyatlarına müsaade edilmediği gerekçesiyle zabıtalarca sürüklenerek götürülmektedir. Şizofrenide biyolojik tedaviler, ilaç tedavisi, elektroşok, psikososyal tedaviler olmak üzere çeşitli tedavi yöntemleri mevcuttur.44 Ancak “şizofreniyle ilişkili çok sayıda belirti ve yeti yitimini iyileştirebilecek tek bir tedavi yöntemi yoktur ve birden çok tedavi yönteminin birlikte uygulanması gerekir.”45 43 Levent Mete, Şizofreni en…, s. 38. Adnan Çoban, a.g.e., s. 217. 45 Sinan Sönmez, Şizofreni Hastalarında Psikoeğitim Grup Çalışmasının Pozitif ve Negatif Belirtiler, Sosyal İşlevsellik, Yeti Yitimi, İçgörü ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkilerinin Araştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009, s. 4. 44 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 187 PELİN DİMDİK Nöroleptiklerin 1950’li yıllarda şizofreni tedavisinde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte yeni bir dönemece girildiyse de nöroleptiklere direnç gösteren pozitif psikotik semptomların hastaların neredeyse yarısında varlığını sürdürmesi şizofrenide ilaç sağaltımının tek başına yeterli olmayacağını ortaya koymuştur.46 Günümüzde ilaçla beraber yapılan psikoterapilerin tedavinin başarı oranını yükselttiği saptanmıştır.47 Elektroşok tedavisi 70 yıldan beri uygulanan bir yöntem olmasına ve bununla birlikte faydaları ile güvenilirliği yönündeki araştırmaların çoğalmasına karşın, kullanımı konusunda hastalar ve yakınlarının verdiği olumsuz tepkiler günümüzde de devam etmektedir. Hastalar, evvelki tecrübeleri, bu tedavinin uygulandığı hastaların beyanları ve sağlık elemanlarının “şok tedavisi” söylemleri ile bu yönteme yönelik ciddi korku ve kaygılar yaşamaktadırlar. Bu yolla tedavi edilmeye çalışılan psikolojik açıdan rahatsız bireylerin büyük çoğunluğu geçici bellek bozukluklarını uygulamanın en kötü yan etkisi şeklinde değerlendirmektedirler.48 Altıncı Kat: Beynin Komuta Merkezi: Altıncı kattaki koridorun girişine “Şizofreniye Yakalanmış Beynin Komuta Merkezi” yazan bir levha asılmıştır. Bu koridorun ortasında yer alan tek bir kapı bulunmaktadır. Kapıdan girildiğinde odanın içerisinde çeşitli elektronik aletlerden meydana gelmiş bir konsol ve bir de döner koltuktan başka bir şey bulunmadığı görülür. Koltuğa oturan Cengiz Manga kendi beyninin merkezinde olduğunu ve onun çalışma sistemindeki hatalara yönelik bazı işaretleri fark eder. Sistemdeki karışıklıkları çözmek için bir hayli uğraşır. Bir ara “gerekli olan uyarıları fark ederek gereksiz olanları atmaya yarayan”49 beyindeki filtre mekanizmasını onarmak amacıyla girişimlerde bulunur. Dr. Arieti bozukluğun, “sistemi besleyen bazı maddelerin yetersizliğinden kaynaklandığını” (s. 101) söylemiş ve bunların isimlerini vermiştir. Bunları önceden beri bilen Cengiz Manga glutamat50 ve “uyku tozu”nun işine 46 Mehmet Z. Sungur, Özlem Yalnız, “Şizofreni Tedavisinde Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımlar”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 3, Ankara 1999, s. 165. 47 Adnan Çoban, a.e.g., s. 239. 48 Çiğdem Fulya Dönmez, Mualla Yılmaz, “Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı”, Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, C. 2, S. 2, İstanbul 2011, s. 80-86. 49 Özlem Yıldız, Bilişsel Rehabilitasyonun Şizofreni Tanılı Hastaların Tedavisindeki Etkinliği ve Psikososyal İşlevsellik Üzerindeki Etkisi, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Psikiyatri Kliniği, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009, s. 10. 50 “Glutamat aktivitesinin şizofreni oluşumundaki etkisi "talamik filtre hipotezi" ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Bilindiği gibi talamus korteksin aşırı uyaran ve bilgi yükü altında kalmasını önleyen bir filtre işlevi görür. Glutamaterjik nöronlar talamik filtreyi kapar, dopaminerjik nöronlar ise filtreyi açar. Glutamaterjik sistemde bir bozukluk varsa dopaminerjik nöronlarla açılan filtre korteksi aşırı uyaran akımına maruz bırakır ve korteks 188 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME yarayacağını düşünür. Amacı eksilen bu maddeleri yerlerine koyup geçici bir süre için de olsa iyileşmektir. Ancak bu isteğini gerçekleştiremez. “İç ve dış dünyadan gelen mesajları engelleyip yalnızca çok az bir bölümünün dikkate alınmasını sağlayan filtre sistemi şizofrenide bozulur”.51 “Filtre işlevinin yetersizliği ve kanıksamadaki sorunlar (…) sonucunda, hastalar aşırı uyaranların etkisi altında kalmakta, bu da konsantrasyon güçlüğü, dikkat dağınıklığı, dayanma azlığı ve çabuk yorulmayla sonuçlanmaktadır. Bu temel bilgileri ayırt edememe ve işleyememe, şizofrenik bireylerin kalabalıkta, dışarıdan gelen aşırı uyaranla başa çıkamamaları nedeniyle kendilerini gergin ve sıkıntılı hissetmelerine yol açmaktadır.”52 Yedinci Kat: Büyük Panayır: Bu katta her yanı yüksek pencerelerle kuşanmış olan geniş bir salon bulunmaktadır. Hastalar ve yakınları için ayrılmış olan bu bölümde bir orkestranın yanında suluboya resimlerin, el yapımı ziynet eşyalarının, masa örtüleri ile bardak altlıklarının satıldığı bir tezgah da mevcuttur. Hastalar kollarına takılan kırmızı şeritlerle diğer insanlardan ayrılmıştır. Burada bulunan kalabalık Cengiz Manga’nın “şizofreniyi oluşturan aklın nasıl işlediğini gösteren ipuçları”nı (s. 106) bulup getirmesi için onu yeraltına uğurlamak maksadıyla toplanmışlardır. Dr. Arieti’nin yaptığı bir konuşmadan sonra eski tıp öğrencisi orkestranın çaldığı Mendelssohn’un “Düğün Marşı” eşliğinde yeraltına gitmek üzere yolcu edilir. Yeraltı: Müzenin yeraltı kısmında şizofreni hastalarındaki mantıksal bozukluklara ilişkin bilgiler elde etmek mümkündür. Örneğin, ufak bir benzerlikten hareketle ötekinin kimliğine bürünen hastalar vardır. Birisi peygamberinki gibi bir sakalı olduğunu söyleyerek kendini peygamber ilan eder ya da başbakanınkine benzer bıyığı olduğu gerekçesiyle başbakan, Julia Roberts’ın son filminde taktığı yüzüğe benzer bir yüzük taktığı için de Julia Roberts olduğunu düşünenler vardır. Dünyayı tıpkı bir insan gibi duyguları olan iyi ve kötü ruhlarla dolu bir yer olarak algılayan bir başkası “kendisi gibi düşünen ve hisseden varlıkların” (s. 119) deprem yarattığını iddia eder. Toplu olarak yapılması gereken bir işi kendi başına yaptığını zannederek aklını yitiren bir kişi de takımının maçlarını seyrederken futbolcuları telepati yoluyla etkileyip nasıl gol attırdığını anlatır. Son maçtaki yenilgiyi fazla içtiği ve yetersiz beslendiği için performansının düşmüş olmasına bilgi işleme yeteneğini kaybederek psikoz ortaya çıkar.” Elvan Özalp Balım, “Erken Başlangıçlı Şizofreni”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 4, Ankara 2001, s. 64. 51 Gamze Akdemir, “Levent Mete’den Şizofreni Müzesi”, Cumhuriyet Kitap, S. 1149, 23 Şubat 2012, s. 5. 52 Özlem Yıldız, a.g.e., s. 10. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 189 PELİN DİMDİK bağlamakta, bu düşüncesizce hareketinden ötürü taraftarlardan özür dilemektedir.53 Şizofrenide yapılan bir diğer düşünce hatası da önce hüküm verip daha sonra bunu ispatlayacak deliller aramaktır. Mesela iş yerinde kendisini tuzağa düşürmek istediklerine ve herkesin bu planın içinde olduğuna inanan bir birey, etrafında olup biten her şeyi bu fikrine bir kanıt olarak algılar.54 Cengiz Manga bu hastaların düşünce yapıları hakkında edindiği bilgilerden hareketle şunları söylemektedir: “Yeraltı mantığı hepimizin içinde çok büyük yer tutuyor ama zihinlerin gözlerden ırak, derin bölgelerinde hüküm sürdüğünden farkına varılmıyordu. Yalnızca rüyalarda, küçük çocuklarda, bugün artık hızla yeryüzünden silinmekte olan ilkel topluluklarda ve bir de “psikoz” adı verilen akıl bozukluğunda yukarı çıkıp görünür hale geliyordu. Şizofreni bilinen psikozların şüphesiz en büyüğüydü.” (s. 113) Şizofren genç yeraltı kısmında konuşan bir peri, tüm bedenin karınca sürüleri tarafından istila edilmesi, yaşadığı evin aniden bodrum katının derinliklerinde belirmesi gibi pek çok olağanüstü olayla karşılaşır. Tüm bu yaşantılar içindeyken şirketten aradıklarını ve istedikleri yaratığı getirdiği takdirde oyunun bütün haklarını kendisine devredeceklerini söyleyen bir telefonla şaşkınlık geçiren Manga, Alsancak’ta yeni bir apartmana taşınma hayalleri kurar. Bu amaçla bahsedilen yaratıkla karşılaşır ve zorlu bir sınavdan geçer. Oyunun gizemlerinin çözülmeye başlandığı bir esnada annesi tarafından uyandırılan gencin deneyimlerine ilişkin değerlendirmesi şöyledir: “Neyse ki bütün bunları yaşadıktan sonra her şeyin bir rüya olduğunu düşünecek kadar saf değildim.” (s. 143) Bir süre sonra bilgisayarını açıp internete giren Manga, burada Şizofreni Müzesi adında bir oyuna rastlayamaz. Konuya dair Devlet Hastanesi’ndeki psikiyatristle görüşen başkahraman, doktoru yaşadıklarının gerçek olduğuna inandıramamıştır. Ruh hekimi “şizofreninin yol açtığı çağrışım bolluğunun hastalığa olduğu kadar yaratıcı fikirlere de zemin hazırladığını, bu nedenle kafasında böyle bir hikâye uydurmuş olabileceğini” söyler. (s. 143) Buna rağmen akıl hastası genç yaşadıklarının gerçek olmadığına ikna olmayacaktır. Sonuç: Pozitif ve negatif belirtileriyle hastaların realiteyle temasını olumsuz yönde etkileyen ve toplumsal yaşayışına zarar veren bir psikoz olan 53 Saydığımız tüm bu belirtiler daha önce başkahramanın hastalık öyküsü anlatılırken “büyüklük sanrıları” kısmında açıklanmıştır. 54 Bu tarz semptomlar, başkahramanın hastalık öyküsünün işlendiği bölümün “paranoidkötülük görme sanrıları” adlı alt başlığında ele alınmıştır. 190 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME şizofreninin nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. Uzmanların bu konuda çeşitli görüşler ileri sürmüş olmasına rağmen karşılaşılan yeni örnekler şizofreni hakkında derinlemesine ve geniş çaplı bir araştırma yapılması gereğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu bakımdan günümüzde hastalığı anlamaya yönelik çalışmalar devam etmektedir. Şizofreni tanısı konulan kişilerin ilaç tedavisi yanında çeşitli tedavi alternatifleriyle günlük hayata aktif olarak katılımı sağlanmaktadır. Ancak tam iyileşmenin görüldüğü hastaların oranı çoğunlukta değildir. Şizofreni Müzesi romanının başkahramanı Cengiz Manga’da, ilaçlarını düzenli bir şekilde almasına karşın, hastalığa ait semptomlar büyük ölçüde devam etmektedir. Bu durum ilaç sağaltımının tek başına yeterli olmadığının bir örneği olarak karşımıza çıkar. Cengiz Manga’nın eğitim, iş ve sosyal hayatındaki performans düşüşüne bağlı olarak yaşadığı duygusal tatminsizlik ve stres onu olumsuz etkiler. Geleceğe yönelik planları olan Manga, hayallerini gerçekleştirmek ve şizofreniyi bütünüyle yenebilmek için bir çıkış yolu aramaktadır. Şizofreni Müzesi, hastalığı tanımak isteyenler ve şizofreniyle mücadele eden okurlar için faydalı bir eser niteliğindedir. KAYNAKÇA Akdemir Gamze, “Levent Mete’den Şizofreni Müzesi”, Cumhuriyet Kitap, S. 1149, 23 Şubat 2012. Algın Fulya, Şizofreni Hastalarında Başa Çıkma Tutumlarının Umutsuzluk, İntihar Davranışı ve İçgörü ile İlişkisi, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 6. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009. Arıkan Mehmet Kemal, Şizofreni Anlamak, İmge Kitabevi, Ankara 1998. Arieti Silvano, Bir Şizofreni Anlamak, 2. Baskı, Çev. Aylin Eti, Doruk Yayımcılık, İstanbul 2008. Arkonaç Oğuz, Şizofreni, İstanbul Matbaa Meslek Lisesi Yayınları, İstanbul 1976. Balım Elvan Özalp, “Erken Başlangıçlı Şizofreni”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 4, Ankara 2001. Barbato Angelo, Schizophrenia and Public Health, World Health Organization, Geneva 1998. Baumeister Alan A., Hawkins Mike F., Pow Joni Lee, Cohen Alex S., “Prevalence and Incidence of Severe Mental Illness in the United States: An Historical Overview”, Harvard Review of Psychiatry, C. 20, S. 5, 2012. Bayam Göksel, Balım Elvan, “Şizofrenide Klinik Belirtiler”, Ed. Nesrin Dilbaz, Göksel Bayam, Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara 1997. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 191 PELİN DİMDİK Bayne Tim, Pacherie Elisabeth, “In Defence of the Doxastic Conception of Delusions”, Mind & Language, C. 20, S. 2, 2005. Birsöz Sunar, Benim Şizofrenlerim, HYB Yayıncılık, Ankara 2013. Bourgeois Marc-Louis, Şizofreni, Çev. İsmail Yerguz, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2008. Ceylan Emin, Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri Şizofreni, 2. Baskı, AstraZeneca, İstanbul 2011. Çoban Adnan, Şizofreni Bin Parça Akıl, Timaş Yayınları, İstanbul 2008. Dönmez Çiğdem Fulya, Yılmaz Mualla, “Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı”, Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, C. 2, S. 2, İstanbul 2011. Erben Gülten, Hezeyanlı Bozuklukta Hezeyan Profili ve Bağlantılı Parametreler, (T.C Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2008. Erer Sezer, Atıcı Elif, “Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler”, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, Bursa, C. 36, S. 1, 2010. Freeman Daniel, Garety Philippa A., Kuipers Elizabeth, Fowler David, Bebbington Paul E., “A cognitive model of persecutory delusions”, British Journal of Clinical Psychology, S. 41, 2002. Göka Erol, “Şizofrenide Psikodinamik Yaklaşım”, Ed. Nesrin Dilbaz, Göksel Bayam, Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara 1997. Güveli Hülya, Antipsikotik Kullanan Şizofrenlerde Metabolik Sendrom Sıklığı ve İlişkili Etmenlerin Sağlıklı Toplulukla Karşılaştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009. Hooley Jill M., Butcher James Neal, Mineka Susan, Abnormal Psychology: Core Consepts, 2. Baskı, Pearson Education, Boston 2010. Işık Erdal, Şizofreni, 2. Baskı, Kent Matbaacılık, Ankara 1997. Karakaş Sirel, Aydın Hamdullah, “Şizofrenide Bilgi İşleme Bozuklukları”, Şizofreni Dizisi, S. 4, 1999. Kohler Irvin J., An Investigation of the Mental Hospital Building Type, (Massachusetts Institute of Technology, Department of Architecture Master Thesis), Cambridge 1954. Kyziridis Theocharis Chr., “Notes on the History of Schizophrenia”, German Journal of Psychiatry, C. 8, S. 3, Gottingen 2005. Lee Christina, "Schizophrenia: Then and Now," Sound Neuroscience: An Undergraduate Neuroscience Journal, C. 1, S. 1, 2013. Mete Levent, Şizofreni Müzesi, Art Kitap, İstanbul 2011. Mete Levent, Şizofreni En Uzak Ülke, 4. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2006. 192 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME Nudmamud-Thanoi Sutisa, “Neurochemical Abnormalities in Schizophrenia”, Naresuan University Journal, C. 13, S. 1, 2005. Özmen Erdoğan, Şizofreni Öteki Gerçeklik, Pedam Yayıncılık, İstanbul 2007. Özsan Hüseyin H., Tuğcu Handan, “Şizofrenik Hastalarda İntihar Olasılığının Çeşitli Faktörlere Göre İncelenmesi” Kriz Dergisi, C. 6, S. 1, Ankara 1998. Öztürk M. Orhan, Uluşahin Aylin, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları I, 11. Baskı, Nobel Tıp Kitapevleri, Ankara 2011. Rittmannsberger Hans, “Die Diagnose ‘Schizophrenie’: Vergangenheit, Gegenwart und Zukunft”, Psychiatria Danubina, C. 24, S. 4, Zagreb 2012. “Sanrı”, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C. 19, Milliyet Gazetecilik A.Ş., İstanbul t.y. Semerci Z. Bengi, Duyguların Şifresi, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 2005. Sönmez Sinan, Şizofreni Hastalarında Psikoeğitim Grup Çalışmasının Pozitif ve Negatif Belirtiler, Sosyal İşlevsellik, Yeti Yitimi, İçgörü ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkilerinin Araştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009. Söylemezoğlu Ünsal, Cansever Adnan, “Şizofreni Tedavisinde Psikososyal Yaklaşımlar”, Psikiyatri Dünyası, S.3, 1999. Sue David, Sue Derald Wing, Diane Sue, Stanley Sue, Understanding Abnormal Behavior, 10. Baskı, Cengage Learning, Boston 2010. Sungur Mehmet Z., Yalnız Özlem, “Şizofreni Tedavisinde Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımlar”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 3, Ankara 1999. Şahin Mehmet V., “Şizofreni: Klinik Özellikler, Tanı, Ayırıcı Tanı”, Psikiyatri Dünyası, S. 3, 1999. “Şizofreni genetik mi çevresel mi?”, Ntvmsnbc, http://www.ntvmsnbc.com/id/25216166/#storyContinued. Ulaş Halis, Taşlıca Serhat, Alptekin Köksal, “Şizofrenide Nörofizyolojik ve Nörokognitif Genetik Belirleyicilerin (Endofenotip) Yeri”, Klinik Psikiyatri, S: 11, Ankara 2008. Yıldız Özlem, Bilişsel Rehabilitasyonun Şizofreni Tanılı Hastaların Tedavisindeki Etkinliği ve Psikososyal İşlevsellik Üzerindeki Etkisi, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Psikiyatri Kliniği, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009. “100 kişiden biri şizofren!”, Habertürk Gazetesi, 24 Mayıs 2011. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193 193 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ Lady BRASSEY Öz: Seyahatnameler tarihin önemli kaynakları arasında yer alır. Bizzat gidip gördüğü yerleri tasvir eden gezginlerin tuttukları notların kitaplaştırılmasından oluşan bu eserler, günlük hayata dair detayları resmi kayıtların asla veremeyeceği bir canlılıkla yansıtmaları bakımından özellikle sosyal tarih çalışmalarında vazgeçilmez kaynaklardır. Bu makalede 19. yüzyılda yatla dünya turuna çıkan ve o zamanki Osmanlı coğrafyasını da gezmiş bulunan Lady Brassey’in seyahatnamesinin Edirne kısmı tercüme edilmiş, yazar ve eser hakkında özet bilgi verilmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Lady Brassey, Seyahatname, Edirne, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi. IMPRESSIONS ABOUT E DIRNE IN 1878 A BSTRACT : Books of travels are among important sources for History. Such books which are compilations of notes which travellers keep about places that they visit are indispensible sources especially for Social History studies in that they reflect details of daily life with such vividness that official documents never have. In this article the part of Lady Brassey’s book of travel a traveller who toured the world on yacht including The Ottoman Empire in the 19th century describing Edirne has been translated and brief information about the author and her work has been given. Keywords: Lady Brassey, Book of Travel, Adrinople, 1877-1878 Turco-Russian War. Annie Brassey 1839’da doğmuş ve eşi Thomas Brassey ile 1860 yılında evlenmiştir. Thomas Brassey demiryolu yapımının öncülerinden olup bu sektörden büyük bir servet edinmiştir. Lady Brassey akciğerlerinden rahatsız olduğu için doktorlar tarafından kışı sıcak yerlerde geçirmesi tavsiye edilmiştir. Biraz da hastalığının etkisiyle eşi ile birlikte ilk uzun mesafeli yat gezilerine 1869’da başlamış ve 1876 yılında ömrünün sonuna kadar içinde seyahat edeceği ve devrinin en son tekniklerine göre yapılmış olan “Sunbeam” (güneş ışını) isimli yat ile dünya turuna çıkmıştır. (Briony Llewellyn. “A Victorian Traveler in the Middle East. The Photoğraphy and Travel Writing of Annie Lady Brassey. By Nancy Micklewright.” the Burlington Magazine, vol. 147, no. 1228, July 2005, s. 500). Dünyanın önemli merkezlerinden ziyaret etmediği yer neredeyse kalmamıştır. Türkiye (Osmanlı Devleti) seyahati ise 1878 yılının Aralık ayına rastlamaktadır. Ölümü de Mauritus yolunda 14 Eylül 1887’de yat seyahati esnasında ölmüş ve naaşı denize bırakılmıştır. Annie Brassey, Ziyaret ettiği yerlerde kuru gözlemler yapmakla kalmamış halkın yaşam tarzı ve adetlerinden de bahsetmiş mimariyi ve günlük hayatı yansıtan çizimler yaptırmış, gittiği yerlerde yöresel giysiler ve çeşitli eşyalar toplamıştır. (Geraldine Forbes, “A Victorian Traveler in the Middle East: The Photography and Travel Writing by Nancy Micklewright ” Journal of British Studies, vol.44, no. 3, July 2005, s. 620-621.) Bu çizimlerin ve eşyaların boyutu özel bir müze oluşturacak kadar çok olup bugün İngiltere’de Hastings müzesinde Brassey koleksiyonu adıyla sergilenmektedir. Türkiye seyahatini içeren kısımlar Sunshine and Storm in the East or Cruises to Cyprus and Constantinople adı ile 1890 yılında New York’ta yayımlanmıştır. Bir yabancının gözünden Türkiye’yi anlatan seyahatnamenin 354366 arası sayfaları Edirne’yi anlatmaktadır. Henüz Türkçe’ye tercüme edilmeyen bu kıymetli eserin Edirne kısmı makalenin konusunu teşkil etmektedir. LADY BRASSEY Edirne İzlenimleri: Açlık yanaklarda Acz ve zulüm gözlerinde Horlanma ve dilencilik sırtlarında asılı Dünya da dost değil dünyanın kanunu da 6 Aralık Cuma Saat 04.30’da çağrılıyoruz. Tabiat unsurları Edirne seyahatimizin aleyhine ittifak etmiş olmalı ki rüzgâr uğulduyor ve yağmur da sağanak ötesi yağıyordu. Tüm hazırlıklar yapıldığı için Bay Bingham, Mabelle ve ben yola çıkmaya karar verdik. Tom gelemiyordu çünkü yapacak çok işi ve yazacak çok şeyi vardı. George gelmekte gecikti ve az kalsın treni kaçıracaktık. İstasyona kadar çamur deryası içinde yürüdük. Burada yemekli vagon konusunda bir yanlışlık olduğunu öğrendik. Yine de kendimize birinci sınıf rahat bir kompartıman ayarlayabildik. Kompartımanda bizimle birlikte Fransız bir hanım ve İngilizce konuşan nazik bir Türk Bey vardı. Fransız bayan İstanbul Edirne arasında sürekli gidip gelmeye aşina gibi duruyordu ve bunun neticesinde de yol üzerindeki bütün yerleri biliyordu. İstanbul’dan ve surlarından yavaş yavaş ayrıldık. Tren hatlarından birinin Çekmece’ye ayrıldığı Ayastefanos’a (Yeşilköy) doğru ilerledik. Tüm istasyonlar askerlerle doluydu ve istasyonların çevrelerinde ordugâhlar kurulmuş ve malzemeler nakledilmeyi bekliyordu. Yol, deniz boyunca Çatalca ve Bahşayış yanındaki tuzlu bataklıklar arasında kıvrılıyordu. Küçük koyların bazıları oldukça siyahtı ve buralardaki sazların arasından sürüler halinde yaban kuşları havalanıyordu. Çorlu’da yolcuların yemek yiyebilmeleri için tren durdu. Bazen herkese yetecek kadar yiyecek olmuyordu ve biz bu konuda uyarıldığımız için kendi yiyeceklerimizi getirmiştik ve yolda yemek yedik. Bu sayede görülecek yerler çok fazla olmasa da mola esnasında gezebildik. Yağmur hiç durmayacakmış gibi yağmaya devam ediyordu. İstasyondan uzak bir kasabaya doğru uzun ve dolambaçlı bir yol uzanıyordu. Çeşitli yerlerde kamplar, yüzlerce asker ve tonlarca malzeme vardı. Stafford House Komitesi’nin yaralı ve hasta askerleri ziyaret ederek yaralarını sarıp onlara su, çorba ve şarap vererek büyük bir iyilik yaptığı yer burası idi. Sarsıntılar içinde ve bakımsızca günlerce seyahat eden zavallılar kim bilir onları nasıl şefkat melekleri olarak görmüşlerdir! İstasyon amiri ve trendeki kondüktör dışında hiç demiryolu memuru yoktu. Hamaliye askerler tarafından yapılıyordu. İşlerini iyi ve medeni bir şekilde yapıyor gibiydiler. Ancak istasyonlar tarif edilemeyecek ölçüde kirliydi. Vagonlar temiz ve rahat görünüyordu. Yolculuk sırasında sarsıntı olmuyordu. Bu yüzden yolculuk yavaş ve monoton da olsa yorucu değildi. İstanbul’dan giden hattın yapım işi mil başına alınmıştı ve özenli yönetilmiyordu. İşi üstlenen şirket daha fazla para almak ve köprü, viyadük, tünel ve hafriyat işlerinden kaçmak 196 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ için yolu dolaştırarak yapmıştı. 1 Bunun neticesinde ne zaman fazla yağmur yağsa rayları sürüklenen kötü bir yol yapılmış, üstelik yol 50 mil uzamıştı. Bu işi Müslüman bir Türk için yapan kişi Hristiyan bir Fransız idi! Ruslar tarafından yağmalanan, yakılan ve tahrip edilen pek çok köyden geçtik. Lüleburgaz’da Türk ordugâhlarını ve askerlerini geride bırakarak Rus hatlarına geçtik. Ruslar hamaliye işini Türkler kadar ustalıkla yapıyor gibiydiler, ancak biraz daha vurdumduymaz ve ahmaktılar. Bu noktadan itibaren oldukça karanlıktı ve sanırım akşam 09.00’da Edirne’ye varıncaya kadar hepimiz uyuduk. Burada bir arkadaşımız bizi nezaketle karşıladı. Kapının birinde arkadaşımızla konuşurken diğer kapıdan bir Rus askeri sürünerek bavullarımızdan birisini çalmaya çalıştı. Çok şükür ki yeni uşağımız James onu gördü ve bavulu atmasını sağladı ama adam kaçtı. İstasyon’un etrafı çamur deryasıydı. Fakat düşünceli dostumuz arabasını getirdiği için otele giden birkaç yüz metrelik yolu rahat bir şekilde gidebildik. İlk bakışta pek cazip bir yer gibi durmuyordu. Yiyip içen Ruslarla dolu iki geniş odası, kirli bir taş salonu, üst katta çay yapan ve sigara içen Rus askerleriyle (subayların emir erleri) dolu büyük kare biçimli ahşap bir salona çıkan bir merdiven vardı. Salonun etrafında kalın duvarları olan ve sağlam kapılı yaklaşık yirmi küçük oda vardı. Odaların her birinde birer yatak, lavabo ve sandalye vardı. Hepsi titizce temizlenmiş, halıları döşenmiş ve perdeleri takılmıştı. Odalardan birisi bizim için oturma odasına dönüştürülmüş ve masa akşam yemeği için güzelce hazırlanmıştı. Pencerelerimizden yalnızca Rus askerlerini, çadırlarını ve kulübelerini görebiliyorduk. Tüm gece boyunca cephane ve malzeme taşıyan arabaların uğultuları vardı. Burada altı veya yedi yıl yetecek kadar malzeme olduğunu söylüyorlar ki bu da acil bir tahliye gibi görünmüyor. 7 Aralık Cumartesi, Yağmurdan sonra güzel bir sabah. Burada her zamankinden daha fazla görünen zavallı sokak köpekleri aç bedenleriyle kuyruklarını sallıyor ve güneşi bir kez daha görmüş olmayı birbirlerini yalayarak kutluyorlardı. Saat 08.30’da kahvaltı ettik ve saat 10.00’da arabaya binmeye hazırdık. Ancak araba gelmedi ve en sonunda James bize oldukça yüksek olan, yaysız, 1 Söz konusu hattın inşası çok uzun süre almış, işi devralan yüklenici firmalar gelirlerini artırmak için değişik yollara başvurmuşlardır. Mesela Rumeli Demiryolları’nın inşasını üstlenen Baron Hirsch, kolay ve az masraflı kısımları tamamladıktan sonra sıra işin zor tarafını yapmaya geldiğinde elde ettiği kârı harcamamak için sözleşmeyi feshetmenin çeşitli yollarını aramış, nihayetinde imtiyazını devlete iade etmişti. Bu konuda bkz. Vahdettin Engin, Rumeli Demiryolları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul, 1992, s. 95; Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkāt, (haz. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983, s. 47. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 197 LADY BRASSEY ve seyyar tavanlı, talika denilen zavallı bir kırsal taşıma aracı buldu. Yerden iki fit* yüksekte bir basamak vardı ve kapı olarak da iki aralık vardı. İçeriye girmek için eğilmek gerekiyordu. Oturacak yer yoktu ve çömelerek balık istifi bindik. Tepenin üzerindeki çamur deryasına dönmüş berbat yolda zıplaya zıplaya giderken bazen tekerin birisi çukurdayken birisi havaya kalkıyordu. Yol boyunca arabaların ve atların yanı sıra çoğunluğunu askerlerin oluşturduğu kalabalıklar vardı. Burada buluşan üç nehirden ikisi olan Tunca ve Meriç’i iki güzel köprüyle geçtik. İstasyona yaklaşık üç mil mesafedeki şehre varır varmaz kağnıya benzeyen rahatsız edici taşıtımızdan kurtulduk ve arkadaşımızın yarı Şark yarı Avrupa tarzında oldukça konforlu döşenmiş evine geçmeden önce daha iyi bir araba ayarladık. Burada bizi merakla bekleyen eşi oğlu ve kızıyla karşılaştık. Araba aksaklığını duyunca canları çok sıkıldı. İlk önce şark çarşılarının en ünlüsü ve en Doğulu görünümlüsü olan Ali Paşa çarşısına gittik. 300 fit** uzunluğundaki bu güzel çarşıda sıra sıra küçük dükkânlar ve başlarında sıradan dükkân sahipleri vardı. Bunların yanı sıra turkuazlar, halılar ve işlemeli şallar satan İranlı tacirler, halı perde ve dantel satan Balkanlı tacirler ile bilumum mallar satan çeşitli esnaflar vardı. Uğursuz gibi duran Fransız mücevherleri ve saatlerini satan birkaç dükkân vardı. Bütün gün izleyebileceğim karışık bir kalabalık vardı ancak görecek daha çok şey vardı. Çarşıdan çıktıktan sonra şehrin caddelerini sarsıntılı bir yolculukla geçtik. Küçük kafeler ve köşklerle bezeli- ki bu köşklerin hepsi Ruslar tarafından tahrip edilmişti- ve bir zamanlar Edirnelilerin en gözde mesire yeri olan güzel bir ormana gelinceye kadar çok sayıda caminin yanından geçtik. Ana caddenin sonunda kısmen harap olmuş kare kaideli bir kule ve köprü vardı. Köprüden geçerek geçen yıla kadar Türkiye’deki en ilginç yerlerden birisi olan Eski Saray’a vardık. Osmanlı İmparatorluğu’nun zirve zamanında yapılmış bu bina türünün kalan tek örneğiydi. Ancak 17 Ocak 1878’de saray yakınlarındaki cephaneliğin Bulgarların eline geçmesini önlemek için Türkler cephaneliği havaya uçurunca saray da tahrip olmuştu. Eski Saray’ın kulesi şimdi bir enkaz yığını halinde ve sadece merdiven boşluğu ile mermer giriş ayakta. Valide Sultan Hamamı tamamen yıkılmış; Bab-ı Ali* ayakta. Sultanın bütün önemli misafirleri kabul ettiği kısım içten epey yıkılmış. Dekorasyonların ne kadar güzel olduğunu gösteren birkaç parça ise hala duruyor. Etrafta dolaşıp açık ya da koyu mavi ve yeşil büyüleyici renkleri * Yaklaşık 60 cm. Yaklaşık 91 metre. * Bab-ı Ali büyük kapı demektir ve bu metinde Edirne Eski Sarayının büyük kapısı için kullanılmıştır. İstanbul’daki Bab-ı Ali ile karıştırılmamalıdır. ** 198 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ olan çini parçaları topladık. Dönüş yolunda muhteşem camilerin ve minarelerin oluşturduğu muazzam manzarayı izledik. Daha ileride önceleri bir kışla olan sonradan Stafford House Komitesi’nin hastane olarak kullandığı ve Bulgarlar tarafından havaya uçurularak tahrip edilen büyük bir bina vardı. Duvarların içerisinde harika Türk çadırları kurulmuştu ve bu çadırlar Ruslar tarafından sahra hastanesi olarak kullanılmaktaydı. Dönüş yolunda Bayan Strangford’un hastanesini gördük. Bu iki mükemmel kurum ihtiyaç zamanında büyük iyilik yapmışlardı. Daha sonra götürüldüğümüz Selimiye Camii dünyadaki en mükemmel camidir. Kubbesinde Ayasofya’nınki gibi zengin mozaikler olmasa da bu kubbe Ayasofya’dan bile geniştir. Ancak Mozaikler yerine kubbesinde güzel İran çinileri, Doğu yazısının en güzel biçimiyle açık mavi ya da lacivert zemin üzerine yazılmış Kur’an ayetleri ve etraflarında zarif tasarımlı İran işi çerçeveler vardır. Caminin ortasında taşa kazınmış ilginç bir lale vardır. Bu lale çok sayıdaki sütun üzerindeki tek süstür. Cami yapılması için o zamanki halifeye çok sevdiği bahçesini veren esas toprak sahibinin öne sürdüğü tek şart bu laledir. Kurban Bayramı olduğu için cami avlusunda her türlü eğlence vardı; atlıkarıncalar, salıncaklar ve diğer çeşitler; şekerleme, yiyecek ve içecek satıcıları boldu. İnsanlar zevkli giyinmişlerdi ve görülmeye değer parlak ve mutlu bir topluluk vardı. Pantolon giymiş küçük Türk çocuklarının yanı sıra üniformalı iri Rus askerleri de sallanıyordu. Dışarıda dükkânlara karşı oturmuş ve günlük yiyecek paylarını sabırla bekleyen savaş mültecileri oturuyorlardı. Çocuklar bile ağlayıp şikâyet etmeyecek kadar nazik ve sabırlı görünüyorlardı. Sessizce ve vurdumduymazca oturuyorlardı. Kalabalık, dar ve kirli caddelerde farklı milletlerin son derece iyi geçiniyor gibi görünmeleri özellikle dikkatimi çekti. Burada güneşin altındaki bütün milletlerin temsilcileriyle beraber kalabalık Rus askerleri de var ve hepsi de en sıkışık zamanlarda küçük alışverişlerini oldukça yalnız ve korumasız olarak yapan Türk kadınlarıyla çocuklarının arasından ilerlemeye çalışırken bile nazik ve sabırlı görünüyorlardı. Çerkezler, Kozaklar, Finler kısacası geniş Moskof İmparatorluğu’nun her tarafından askerler vardı. Bazıları hoş, yakışıklı ve zeki görünümlü adamlardı. Diğerlerinin ise sosyal hiyerarşide bir yerleri olsa da Tierra Del Fuego’nun* sakinlerinden biraz yüksek bir yerleri olabilirdi. Hepsi az çok vurdumduymaz ve duyarsız gibi görünüyordu. * Tierra Del Fuego Güney Amerika’nın en güney ucundadır ve bugün Şili sınırları içinde yer almaktadır. Bu bölgeye Avrupalıların nüfuz etmesi 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Bu ifadenin kullanıldığı zamanlarda Avrupa “medeniyeti” ile en son tanışmış halklardan olmaları sebebiyle yazar burada gayr-i medeni anlamında kullanmış olmalıdır. Ç.N. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 199 LADY BRASSEY Çevreyi gezmeyi bitirdikten sonra İstanbul’da 1874’te tanışmış olduğumuz konsolosu ziyaret etmeye gittik. Kendisini Avusturya, Fransa ve diğer ülke konsoloslarıyla ciddi sonuçlar doğuran bir meseleyi tartışırken bulduk. Görünüşe göre Stock adında bir İngiliz eritip kurşun elde etmek için eski kovanları satın alıyordu. Kurşunu baruttan ayırdıktan sonra barutu toplamış ve trenle nakletmişti. Ancak bu işlem Rus otoritelerinin düzenlemelerine aykırıydı. Ruslar durumdan haberdar olmuş, onu tutuklamış ve kapalı bir yerde iki-üç gün tutmuşlardı. Bu olayın söylentileri kulağına gelince konsolos durumu araştırmış ve mahkumun sorumluluğunu alarak soruşturmayı yürütmeyi teklif etmişti. Stock böylece konsolosluğa gönderilmişti. Ancak Ruslar ertesi sabah fikirlerini değiştirmişler ve şahsın kendilerine geri verilmesini talep etmişlerdi. Konsolos taleplerini yerine getirmeyi reddedince şahsı zorla almak için asker göndermişlerdi. Konsolos kapıları kapatmış askerler ise kapıyı omuzlarıyla zorlamışlardı. Teşebbüslerinde başarısız olunca da kapıyı baltayla kırarak Stock’u alıp götürmüşlerdi. Bir saat sonra Stock, Rus kumandanının özürleriyle birlikte geri gönderilmişse de İngiliz toprağı olan konsolosluğun ihlal edilmiş olması bütün konsoloslar tarafından çok ciddi bir olay olarak kabul edilmişti. Bu şartlar altında biraz heyecanlı bir atmosfer bulduğumuz düşünülebilir. Konsolos Calvert ziyaretimizi fırsat olarak görüyordu. Çünkü İstanbul’a bazı önemli gönderiler yollamak istiyordu. Bu gönderilerin sağ salim ulaşması için bizim bu işi üstlenmemizi rica etti. Ruslar Edirne’den gönderilen mektup ve telgraflara sıkı bir denetim uyguluyorlardı. Bizim İstanbul’dan gönderdiğimiz mesaj bile yalnızca ihtiyaç duyduğumuz odalardan bahsetmesine rağmen birkaç gün alıkonulmuştu. Konsolosluktan çıktıktan sonra çok sayıda diplomatın ve Edirneli zenginin yaşadığı Çergetaş banliyösünden hızla geçtik. Daha sonra yemek yedik ve erkenden yattık. Gürültülü bir geceydi çünkü birlikler ve ağır silahlar naklediliyordu. Kimse silahların neden ya da nereye nakledildiğini bilmiyordu. Son birkaç günde Edirne’den büyük miktarda Rus askeri sevk edilmişti. Uyumak imkânsızdı ve yatağımda pencereden bakarken ay ışığı altında kendi kendime yakındaki istasyonda yaşanmış olan sefalet manzaralarını resmettim. Erkekler, kadınlar ve çocuklar istasyonun her iki yanında uzunluğu bir mili bulan kuyruklar halinde oturur ve geçen az sayıdaki trenden birisiyle nakledilmeyi beklerlerdi. Vagonlar ve hayvan arabaları dolduğu zaman deliler gibi basamaklara ve tamponlara asılırlar ancak ilk virajda ya da sarsıntıda sürüklenerek düşer ve ölürlerdi. At arabaları her sabah bir miktar yiyecek taşımak ve ölüleri getirmek için yola çıkarlardı. Bir 200 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ sabah şiddetli bir soğuk ve ağır bir karın ardından mülteci kalabalıklarının arasından altı at arabası yükü küçük çocuk taşınmıştı. 8 Aralık Pazar – Sabah saat 04.00’da çağrıldık. Hava oldukça soğuk ve karanlıktı. Bir bardak sıcak kahveden sonra Rus askerleriyle dolu olan istasyona gittik. Edirne’nin yakınlarındaki daha evvel karanlıkta geçtiğimiz kasaba İstanbul’un yakınındaki sadece sazlıklardan ve çıplak araziden oluşan kasabadan daha ilginçti. Edirne’nin yakınındaki bu kasabanın civarında dağınık vaziyette köyler vardı ve ne yazık ki yakılmış ve terk edilmişti. Tren çok uzundu ve Rus askerleriyle doluydu. Her istasyonda nakledilmeyi bekleyen mülteciler vardı. Kuleli Burgaz’da (Lüleburgaz) Geniş bir nehirden geçtik. Burada hatlardan birisi Balkanlardaki Durkos’a ayrılıyordu. Sidler Çiftlik’te tren tam hareket ederken üç adam trene atladı ve vagonların kapılarına yapıştı. Bekçi onları gördü ama ölebilirler diye itmeye cesaret edemedi ve gecikme olmasın diye treni durdurmaya da teşebbüs etmedi. Vagona yavaşça tırmanmaları için işaret etti. Korkunç bir yürüyüştü bu ve izlerken kanım dondu. Zavallı adamların hepsi sırılsıklamdı. Her birisinin omzunda birer çıkın vardı. Birisi bir çubuğa, birisi silaha, birisi de kılıca asmıştı çıkınını. Tırmanırken hepsinin çıkınları birer birer düştü. Bir an için acıyla donakaldıktan sonra küçük malvarlıklarını kaybetmiş olarak hayvan vagonuna indiler. Yol boyunca aynı sahne küçük farklılıklarla defalarca tekrarlandı. Kırk beş dakikalığına durduğumuz Çorlu’da diğer yolcular güzel bir yemeğin tadını çıkarıyor gibi görünüyorlardı. Birinci sınıf iki komşu kompartımanda tek başlarına ve haşmetli bir edayla her birisi kendi idaresindeki birlikleri denetlemeye giden bir Rus ve bir Türk generali oturuyordu. Saat 07.00’da İstanbul’a ulaştık. Bizi istasyonda uşaklar ve denizciler karşıladılar ve bagajlarımızı doğruca güverteye götürdüler. Pera’ya gitmeli, söz verdiğimiz gibi bay Whittaker’a ve elçiliğe mektupları götürmeliydik. Bay Whittaker’ın evinde Tom’u yemek yerken bulduk. Kapıda olduğumuzu duyunca arkadaşlarımız doğruca yata gitme niyetimizi değiştirmemiz ve geceyi onlarla geçirmemiz konusunda ısrar ettiler. Yerleştikten ve beklenmedik karşılaşmanın şaşkınlığını üzerimizden attıktan sonra çok sayıda ilginç kişiyle birlikte epey güzel bir gece geçirdik. Bunların arasında şu kişiler vardı: her ikisi de zeki insanlar olan Sırp ve İsviçre elçileri, Prenses Azize’nin eşi olan İzzet Bey, Bulgar komiserlerinden birisi olan Binbaşı A. ve Ocak’taki tahliye esnasında Edirne valisi olan Cemil Paşa. Edirne’den yeni geldiğimiz için olayları bu kadar yakından yaşamış birisinin anlattıkları doğal olarak çok ilgimizi çekti. O akşam gelmesi beklenen bir beyefendi (Rauf Paşa) hastalığını öne sürerek mazeret beyan etti. Ancak daha sonra gelememesinin asıl sebebinin Sultan’ın emri ile tutuklanması olduğunu Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 201 LADY BRASSEY öğrendik. Trablus’a gidinceye kadar evinden çıkmaması emredilmişti. Aynı akşam pek çok tutuklama yapılmıştı. Talihsiz paşalar en ufak bir uyarı olmaksızın sürgün edilmişlerdi. Ev sahibimiz uzun yıllar Levant Herald gazetesinin editörlüğünü yapmıştı. Türk olsun Avrupalı olsun İstanbul’daki herkes tarafından seviliyordu. Ancak ne yazık ki bazı yorumlarıyla hükümeti kızdırmış ve canını kurtarmak için güç bela kaçmak zorunda kalmıştı. Olaylar yatışıncaya kadar beklemiş ve sonra İstanbul’a dönmüştü. Şimdi İstanbul’da gazetesini başka bir ad altında çıkarıyordu. Neredeyse gece yarısı oluncaya kadar yata varamadık. Varınca da hemen memnuniyetle yattık. Tercüme Eden: Soner TURSUN* Sonuç Yerine: 93 Harbi’nin ardından savaşın yıkıcı etkilerinin şiddetli bir şekilde etkisini gösterdiği şehirlerden birisi olan Edirne’nin durumunu çarpıcı bir şekilde tasvîr etmesi bakımından Brassey’in gözlemleri önem kazanmaktadır. Malum olduğu üzere bu savaş, Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden ötürü Osmanlı tarih literatüründe 93 Harbi diye bilinmektedir. Osmanlı Devleti'nin batı sınırındaki Tuna (Balkan) Cephesi'nde ve doğu sınırındaki Kafkas Cephesi'nde vuku bulmuştur. Savaşa hazırlıksız yakalanan Osmanlı Devleti, çok ağır bir yenilgi almıştır.2 Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları ile Rumeli topraklarının büyük bir kısmı Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmıştı.3 Bu süreçte Edirne, tarih boyunca belki de eşi benzeri görülmemiş bir göçmen akınının önemli bir durağı olmuş, ani bir şekilde değişen nüfus yapısı şehrin siluetini de etkilemiştir.4 O günlerin Edirne’sinde hayatın ne şekilde sürdüğünü dışarıdan gelen bir gözlemci olarak anlatması bakımında Lady Brassey’in eseri çarpıcı detaylar içermektedir. İnsanların en ağır şartlar altında bile bir şekilde hayatlarını idame ettirmeye çalıştıkları ve her şeye rağmen bir şekilde acıların üstesinden gelmeye gayret ettikleri bu eserde görülebilmektedir. * Arş. Gör., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected] Savaşla ilgili genel bilgi için bkz. Mahir Aydın, “93 Harbi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), IX, İstanbul 1994, s. 498-499; Nedim İpek, “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı”, Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 15-24. 3 Bu antlaşmalar için bkz. Ali İhsan Gencer, “Ayastefanos Antlaşması”, DİA, İstanbul 1991, s. 225; Ali İhsan Gencer, “Berlin Antlaşması”, DİA, II, İstanbul 1992, s. 516-517. 4 Göçler sırasında önemli bir geçiş güzergahı olan Edirne’nin durumuyla ilgili bkz. Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), Ankara 1999, s. 43-36. 2 202 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ KAYNAKÇA Aydın, Mahir, “93 Harbi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), IX, İstanbul 1994, s. 498-499. Brassey, Annie, Sunshine and Storm in the East or Cruises to Cyprus and Constantinople, New York 1890. Engin, Vahdettin, Rumeli Demiryolları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul, 1992. Gencer, Ali İhsan “Ayastefanos Antlaşması”, DİA, İstanbul 1991, s. 225. ________, “Berlin Antlaşması”, DİA, II, İstanbul 1992, s. 516-517. Geraldine, “A Victorian Traveler in the Middle East: the Photography and Travel Writing by Nancy Micklewright” Journal of British Studies, Vol. 44, No. 3, July 2005, s. 620-621. İpek, Nedim, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), Ankara 1999. _________, “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı”, Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 15-24. Llewellyn, Briony “A Victorian Traveler in the Middle East: the Photography and Travel Writing of Annie Lady Brassey by Nancy Micklewright.” The Burlıngton Magazıne, Vol. 147, No. 1228, July 2oo5, s.500. Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkāt, (haz. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203 203 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 205-207 KİTABİYAT Victor SPINEI: The Romanians and the Turkic Nomads North of the Danube Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century, (10. Asırdan 13. Asır Ortalarına Kadar Tuna Deltasının Kuzeyindeki Göçebe Türkler ve Rumenler), Brill Hotei Publishing, Leiden 2009, 545 sayfa, ISBN: 978 90 04 17536 5. Ortaçağ boyunca Doğu Avrupa, Türkistan’ın farklı bölgelerinden gelen konargöçer Türk kavimlerinin en önemli uğrak yeri olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle beraber, güçlü merkezi bir idare sisteminden yoksun Balkanlar, o dönemin şartlarında ideal bozkır yaşam koşullarıyla, bu kavimler için cazip bir mekan olarak kabul edilmiştir. Fakat farklı zamanlarda Karadeniz’in kuzeyine göç eden Türk kavimleri, Karadeniz’in güneyine göç eden soydaşlarının aksine yerleşik kültüre sahip yerli halklarla karışarak onlar arasında kaybolup gitmişler, kalıcı güçlü bir devlet kuramamışlar ve her zaman Avrupa’da öteki imajının en önemli temsilcileri sayılmışlardır. Bu yüzden tarih boyunca Doğu Avrupa, Türklerin en fazla göç ettiği yer olmasına rağmen; bölgede Türklerden sadece yer isimleri, kültürel etkiler dışında kalıcı bir mirası kalmamıştır. Genel editörlüğünü Prof. Dr. Florin Curta’nın yaptığı değerli akademisyenlerin hazırladığı “East Central and the Middle Ages, 450-1450” serisi yukarıda anlatılan başlıca sosyo-kültürel, ekonomik yaşayışları ve siyasi etraflıca bilgi veren önemli bir çalışmadır. ve alanında uzman Eastern Europe in Türk kavimlerinin tarihleri hakkında Serinin altıncı kitabı, 2009 yılında “The Romanians and the Turkic Nomads North of the Danube Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century” adıyla basılmıştır. Bu çalışma, Romanya’da Alexandru Ioan Cuza Üniversitesi’nde tarih profesörü olarak çalışan Victor Spinei tarafında hazırlanmıştır. 545 sayfalık bu eser; Çizimler Listesi (VII-X), Kısaltmalar (XI-XVIII), Giriş (s. 1-6), 4 Bölüm (s. 7-360), Derleme Bibliyografya (s. 361-433), Çizimlerin Kaynakları (s. 435-438), Çizimler (s. 439-498) ve İndeksler (s. 499-545)’den oluşmaktadır. Giriş bölümünde, 10. yüzyıl ile 1241-1242 büyük Moğol istilası arasında geçen zamanda Kuzey Tuna deltasında yaşayan göçebe Türk kavimleri ile yerleşik Rumen toplulukları arasındaki ilişkiye dikkat çekilerek, eserin yazılma amacı açıklanmıştır. Ayrıca başlangıç kısmında Karpatlar-Tuna havzası genel olarak yerleşik toplumlar için daha ideal bir yaşam koşulları sürmesine rağmen, bu toprakların yüzyıllar boyunca Doğu’dan gelen Türk ASIM KORKMAZ göçebelerinin de dikkatini çektiği vurgulanmaktadır. İki farklı kültürün etkileşiminden ve farklılıklarından bir kaynaşma meydana geldiği söylenmektedir. Giriş kısmının sonlarında yazar; eserine önemli katkıları olan araştırmacıları, akademisyenleri ve araştırma yaparken ziyaret ettiği kütüphaneleri, enstitüleri sıralamıştır. I. Bölümde Moldova ve Romanya’nın coğrafik yapısına vurgu yapılarak; doğayla insan arasındaki karşılıklı etkileşim, Karpatlar ve Tuna havzasındaki doğal koşullar hakkında bilgi verilmiştir. Bu sayede bölgenin siyasi tarihine coğrafyanın etkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Diğer bir ifadeyle; coğrafik geçmiş ile Rumen toplumunun gelişimi arasındaki bağlantı vurgulanmaya çabalanmıştır. II. Bölümde Karpatlar-Dinyester bölgesinin ve komşu ülkelerin siyasi tarihleri 10. yüzyıldan 13. yüzyılın ortalarına kadar ele alınmıştır. Yüzyıllar ayrı ayrı değerlendirilerek, bölgeye gelen Türk kavimlerinin (özellikle Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar) siyasi, diplomatik ve askeri rolleri ile Moğol istilasının getirdiği felaket vurgulanmıştır. 10. ile 13. yüzyıllar arasında yapılan göçlerin büyük bir kısmını Türklerin oluşturduğu gözlenmektedir. Bu göçler, Macarların 869 yılındaki Orta Avrupa’ya göçleriyle başlamış olup Moğol istilasıyla son bulmuştur. Bu bölümde genel olarak; dönemin koşullarında bölgede Hazarların zayıflaması, anavatandan çeşitli nedenlerle Türk göçlerinin belirli aralıklarla devam etmesi, Bizans İmparatorluğu’nun bölgedeki diplomatik faaliyetleri ve Kiev Hanlığı’nın yükselişi ile Türk kavimleriyle bu hanlığın münasebetleri işlenmiştir. III. Bölümde ise yazar, Türk ve Rumen toplumlarının karmaşık ilişkilerini daha iyi anlamak için, bu iki toplumun en önemli yönlerini karşılaştırıp nazarı dikkate almaktadır. Diğer bir ifadeyle; Rumen tarımcılar ile Türk göçebeler arasındaki farklılıklara; dil, din, etnik, yaşam koşulları, yerleşme şekilleri, tarım, hayvancılık, ticaret, ölü gömme adetleri gibi sosyokültürel açıdan değinmiştir. Kitabın ana kısmını oluşturan bu bölümde yazar, bu farklılıklardan yola çıkarak yerleşik kültür ile göçebe yaşam tarzının bölgenin kültür ve medeniyetine yaptığı katkıyı gözler önüne sermektedir. IV. bölümde yazar, Türkler ve Rumenler arasındaki etkileşime dil ve edebi yönden değinmiştir. Bölgedeki muhtelif coğrafik yer adları ile şahıs isimlerini sıralayarak, bunların Türklerden kalan silinmez miras olduğunu vurgulamıştır. Bu durumun ülkenin günümüz kültürel çeşitliliğine önemli bir katkı sağladığını ortaya koymuştur. Dönemin kroniklerinden yola çıkarak ve arkeolojik kaynaklardan faydalanarak hazırlanan bu kitap, bu alanda araştırma yapan akademik camianın dikkatini çekmektedir. Diğer yönden yazar İngilizce, Fransızca, Rusça ve Rumence literatürü tarayarak eserini zenginleştirmiştir. Yazar, 206 Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 205-207 KİTABİYAT siyasi ve askeri tarihten ziyade sosyal tarih perspektifinden dönemi ve coğrafyayı incelemiştir. Diğer bir deyişle, arkeolojik buluntuların tasvirleriyle sosyo-kültürel açıdan emsalsiz bir çalışma ortaya koymuştur. Yazar çalışmasında, kuzey Tuna havzasında göçebe Türk kavimleriyle yerleşik Rumen toplumu arasındaki etkileşimi, Romanya ve Moldova’nın kültürel zenginliğine katkı yapan en önemli faktörlerden birisi olarak kabul edip dönemi tarafsız bir şekilde ele almaya çalışmaktadır. Bu sayede, bazı çevrelerce göz ardı edilen “göçebe Türklerin Doğu Avrupa medeniyetine kültürel katkısı”nı vurgulamaya çalışmakta ve sosyal tarih bakımından bu alanda önemli bir boşluğu bu eseriyle doldurmaktadır. Asım KORKMAZ Arş. Gör. Trakya ası[email protected] Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 205-207 Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 207 EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ YAYIN İLKELERİ Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde, aşağıda belirtilen şartlara uygun makaleler yayınlanır: 1. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ocak ve Temmuz ayları olmak üzere yılda iki sayı olarak yayınlanan uluslararası hakemli bir dergidir. Yazılar önce Yayın Kurulu tarafından incelenir ve uygun görülenler konunun uzmanı olan en az iki (2) hakeme gönderilir. Hakemlerden gelen raporlara göre yazıların neşredilip neşredilmeyeceğine karar verilir. 2. Derginin dili Türkiye Türkçesidir. Ancak her sayıda iki makaleyi geçmemek kaydıyla diğer Türk lehçeleri ile yabancı dillerde makalelere de yer verilebilir. 3. Makalelerin dergimizde yayınlanabilmesi için daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere kabul edilmemiş olması gerekir. Bilimsel bir toplantıda sunulmuş ve yayınlammamış bildiriler, bu durum belirtilmek şartı ile dergimizde yayınlanmak üzere kabul edilebilir. 4. Yazıların her türlü ilmi sorumluluğu yazarlarına aittir. 5. Yazılarda Türk Dil Kurumunun yazım kurallarına uyulur. 6. Yazılar, MS Word programına göre kâğıdın bir yüzüne Times New Roman yazı karakteriyle, 11 punto, tek satır aralığında, A4 kâğıdına kenar boşlukları, üst 6 cm, alt 5 cm, sağ ve sol 4 cm, üst bilgi 5 cm, alt bilgi 4.5 cm, cilt payı 1 cm olacak şekilde düzenlenir. 7. Yazılar üç nüsha (iki nüshasında isim, unvan ve çalıştığı kurum belirtilmeden) ve bir CD olarak editöre gönderilir. 20 sayfayı geçen yazılar dergide yayınlanmayabilir. 8. Yazılardaki paragrafların ilk satırı 0.5 cm içeriden başlayacaktır. Ana başlık büyük harfle ve metin gövdesini ortalayacak şekilde, sayfanın üstünden 4 satır aşağıda, alt başlıklar ise paragraf düzenine uygun olarak (0.5 cm içeriden) konulacaktır. Başlık yazısının sağ alt tarafına yazar veya yazarların adları yan yana yazılır. Yazar ad/adları yazılırken herhangi bir akademik unvan belirtilmez. Yazarın akademik unvanı, çalıştığı kurum (üniversite, fakülte, bölüm veya diğer) adları ve elektronik posta adresi dipnot biçiminde sayfanın altına yazılmalıdır. Akademik unvan dışında başka unvan kullanılmaz. 9. Başlık yazısı ve yazar adlarından hemen sonra Türkçe özet yer alır ve büyük harflerle ÖZ şeklinde yazılır. Konunun Türkçe özeti 200-250 kelime arasında olmalıdır. Türkçe özetten sonra İngilizce özete yer verilir. Her iki özetin altında Anahtar Kelimeler-Keywords (3-8 kelime) yazılır. Makalenin İngilizce başlığı İngilizce özetten (ABSTRACT) önce büyük harflerle yazılmalıdır. Makalenin İngilizce başlığı, Türkçe ve İngilizce özetler 8 punto ve Palatino Linotype türü ile yazılmalıdır. 10. Araştırma ve inceleme dalındaki yazılar Öz (Türkçe ve İngilizce) makale metni şeklinde düzenlenir. Yabancı dilde yazılan yazılarda yukarıdaki bölümlerin yabancı dildeki karşılıkları kullanılır ve aynı düzenlemeye uyulur. 11. Dipnotlarda İzlenecek Yöntem: Bilimsel bir yazıda kullanılan kaynakların künyesi dipnot olarak sayfa altında gösterilir. Dipnotlar 9 punto ile yazılmalıdır. Yararlanılan kaynaklar ilk geçtikleri yerlerde ayrıntılı ve aşağıdaki örneklerde belirtilen sıralamaya uygun olarak verilir. a. Kitaplar: Yazar Adı Soyadı, Kitap Adı (italik), Baskı Sayısı, Yayın Yeri ve Yılı, Sayfa Numarası. Örnek: İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 10. Baskı, İstanbul 1993, s. 111. Eğer ikinci kez geçiyorsa; İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 112. b. Makaleler: Yazar Adı Soyadı, Makale Adı (tırnak içinde), Dergi/Kitap Adı (italik), Cilt No, Sayı, Yayın Yeri ve Yılı, Sayfa Numarası. Örnek: Nevzat Özkan, “Gagavuz Türkçesinin Sözlükleri Üzerine”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 12/2, Ankara Güz 2001, s. 749. Eğer ikinci kez geçiyorsa; N. Özkan, a.g.m., s. 750. c. Dipnotlardaki bilgilerden sonra verilecek kaynakların parantez içinde verilip verilmeyeceği yazarın takdirine bırakılmıştır. 12. Kaynakçada İzlenecek Yöntem: Sayfanın ortasına büyük harflerle KAYNAKÇA yazılacaktır. Kaynakçadaki eserler 10 punto yazılmalıdır. Eserler yazar soyadına göre alfabetik olarak sıralandığından, eserlere ayrıca sıra veya bölüm numarası verilmeyecek ve yazarların unvanları kullanılmayacaktır. Kaynak listesi, yazarın soyadı, adı, varsa makalenin başlığı (tırnak içinde), dergi veya kitabın adı (italik), varsa derleyen veya çevirenin adı, cildi, sayısı, birden fazla basıldıysa kaçıncı baskı olduğu, basım yeri ve yılı biçiminde verilir. Aynı yazarın birden fazla eseri kaynak olarak kullanılmışsa basım tarihine veya alfabetik sıraya göre eskiden yeniye doğru dizilmelidir. Erişim tarihi belirtilerek internet tabanlı kaynaklar da kullanılabilir. Örnek: http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/05/10/s01.html a. Kitaplar: Yazar Soyadı, Adı, Kitap Adı (italik), Baskı Sayısı, Yayın Yeri ve Yılı. Örnek: Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2001. b. Makaleler: Yazar Soyadı, Adı, Makale Adı (tırnak içinde), Dergi/Kitap Adı (italik), Cilt No, Sayı, Yayın Yeri ve Yılı, Sayfa Numarası. Örnek:Uydu Yücel, Mualla, “Kuman Kıpçakların Tarihinde İgor Destanı’nın Yeri ve Önemi (4 resim ile birlikte)”, Belleten, sayı 258, Ağustos 2006, s. 523-560. 13. Gönderilen yazılara ait resim, şekil ve grafikler sayfa yazım alanını taşmayacak biçimde net ve ofset baskı tekniğine uygun olmalıdır. Bunların sıra numarası ve adı her şeklin veya grafiğin altında verilmelidir. 14. Derginin aynı sayısında, ilk isim olarak bir yazarın birden fazla eseri basılamaz. 15. Makalesi yayınlanan yazarlara iki adet dergi verilir. 16. Dergimizde basılmayan yazılar yazarlarına iade edilmez. 17. Yazılar, Fakültemiz Web sayfasından temin edilecek dilekçe ile birlikte Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na teslim edilecektir. e-posta:[email protected], [email protected] PUBLICATION PRINCIPLES FOR TRAKYA UNIVERSITY JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Articles meeting the following criteria are published in Trakya University Journal of Faculty of Letters: 1. Trakya University Journal of Faculty of Letters is an international refereed journal. Articles are examined by the Publication Board first and then sent two at least two (January-July) referees specialized in the area concerned. It is decided whether articles will be published or not based on the reports of the referees. 2. The Journal is in Turkish but articles in another Turkish dialects and foreign languages are also accepted provided that their number does not exceed two. 3. In order for the articles to be published in the Journal they should not be previously published or accepted for publication elsewhere. Papers presented in a scientific meeting but not published may be accepted for publication in the Journal provided that their status is mentioned. 4. Writers are solely responsible for the content of their articles. 5. It is advised that writing rules of Institute of Turkish Language (TDK) are followed. 6. Articles submitted to the Journal should be on a standard A4 page layout, with one side of the paper containing written material. Articles should be submitted in "Times New Roman" font, fontsize set to 11, and single spaced with margins 6 cm at the top, 5 cm at the bottom, 4 cm at the right and the left with 1 cm binding space. 7. Articles should not exceed 20 pages. Articles exceeding 20 pages may not be published. Three identical hard copies of the article and a one copy on CD should be submitted to the editor. Author(s) should not include their names, academic title and institute on two of the hard copies. 8. The paragrahs should start leaving a 0.5 cm space. The main title should be centred and in capital letters and placed after leaving the first 4 lines of the paper blank. The subtitles should be placed in accordance with the paragraph layout (leaving a 0.5 cm space). The name(s) of the writer(s) should be written below the heading and on the right. When writer’s/writers’ name or names are written no academic title is mentioned the writer’s academic title, institution should be given as footnotes. No title other than academic title may be used. 9. The title and writer’s name is followed by the abstract in Turkish. (the word ÖZ is centered and written in capital letters). The abstract in Turkish should not exceed 200 words. The abstract in Turkish is followed by the abstract in English. Keywords (3-8 words) follow both abstracts. The title (ABSTRACT) in capital letters is followed by the name of the article in foreign language. 10. In research and review articles the text should be arranged as abstract-ÖZ (Turkish and English) and article body. 11. Footnotes: The sources used in an academic article are mentioned in footnotes. The sources are given in detail when they are mentioned fort he first time as in the example below. a. Books: Author’s Name, Surname, Book’s Name (in italics), Edition, Publisher, Publishing Place and Year, Page Number. Example: Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin Karanlık Günleri, 3rd Edition, Türk Edebiyatı Vakfı Publications, İstanbul 2003, p. 45. If mentioned for the second time ; N. Hacıeminoğlu, ibid, p. 46. b. Essays: Author’s Name, Surname, Essay’s Name (in quotation), Journal’s/Book’s name (in italics), Volume No, Issue No, Publishing Place and Year, Page Number. Example: Nevzat Özkan, “Gagavuz Türkçesinin Sözlükleri Üzerine”, Dil ve Edebiyat Dergisi, Issue 12/2, Ankara Güz 2001, p. 749. If mentioned for the second time; N. Özkan, ibid., p. 750. c. It is up to the author whether to write the sources in parantheses or not following the information in footnotes. 12. References: The title REFERENCES in capital letteres should be centered. The works in sources should be in 10 font size. Since the works in the references section are listed alphabetically by surname the Works will not be given section numbers and the authors’ titles will not be used. The references list is given as Author’s Surname, Name, the essay’s title if any (in quotation), journal’s and book’s name (in italics), compiler’s or translator’s name if any, Volume, Issue No, Edition if any, Publishing Place and year If more than one work of an Author are used as references they should be listed by date from the oldest to the newest or by alphabetical order. Internet based resources may also be used provided that date of access is mentioned. Example: http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/05/10/s01.html. a. Books Example: Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2001. b. Essays Example: Pala, İskender, “Ahmet Fakih ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Issue 1, January 2009, 123-148. 13. İmages, figures and graphics should not exceed the writing page area and they should be clear enough to be printed offset. Their number and name should be given below the respective figures and graphics. 14. In one issue more than two works containing the same writer as the first name are not published. 15. The writers whose article is published are sent two issues of the Journal. 16. Articles not published in the Journal are not returned to the authors. 17. Essays may be sent electronically to the e-mail addresses below. e-mail:[email protected], [email protected]