edebiyat fakültesi dergisi - Trakya Üniversitesi

advertisement
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
EDEBİYAT FAKÜLTESİ
DERGİSİ
Cilt: 3
Sayı: 6
Temmuz 2013
TRAKYA UNIVERSITY
JOURNAL OF THE FACULTY
OF LETTERS
Volume: 3
No: 6
ISSN 1309-7660
Edirne
July 2013
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
TRAKYA UNIVERSITY
EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz 2013
Volume: 3, Number: 6, July 2013
Dergi Sahibi / Owner
Trakya Üniversitesi Rektörlüğü
Edebiyat Fakültesi Adına
Prof. Dr. Recep DUYMAZ
Editör / Editor
Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU
Dergi Yayın Kurulu / Editorial Board
Başkan / Chairman
Prof. Dr. Recep DUYMAZ
Üyeler / Members
Prof. Dr. Recep DUYMAZ ● Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN ● Prof. Dr. Ali İhsan
ÖBEK ● Prof. Dr. Burçin ERDOĞU ● Doç. Dr. Tilla Deniz BAYKUZU
Doç. Dr. Yüksel TOPALOĞLU ● Yrd. Doç. Dr. Bülent ATALAY
Kapak Dizayn / Cover Design
Öğr. Gör. Yavuz GÜNER
Tashih ve Tercüme
Arş. Gör. Soner TURSUN ● Arş. Gör. Asım KORKMAZ ● Arş. Gör. Ensar KARAGÖZ
Arş. Gör. Feyzullah UYANIK
İletişim Adresi / Address
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Balkan Yerleşkesi – Edirne / TÜRKİYE
Tel.-Faks: 284 235 9527
e-mail: [email protected]
Baskı / Publishing
Bizim Büro Basımevi
Yayın Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.
GMK Bulvarı 32/C Demirtepe / ANKARA
Tel: (312) 229 99 29-28 Fax. (312) 229 99 29 Mithatpaşa V. D. 1700224039
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Uluslararası Hakemli bir dergidir. Dergi,
ASOS Index tarafından taranmaktadır. CEEOL (Central and Eastern European Online Library)
tarafından ise gözetim altında tutulmaktadır.
Bu dergide yayımlanan makaleler Yayın Kurulu’nun izni olmadan aynen veya kısmen
yayınlanamaz ve iktibas edilemez. Yayımlanan yazı ve makalelerin içeriği ile ilgili tüm
sorumluluk yazarlarına aittir.
Kapak Resmi: Nusret Çolpan’ın Türk Tarihi Minyatürü.
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. İlker ALP ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet ALPARGU ● Sakarya Üniversitesi
Prof. Dr. Nurettin ARSLAN ● Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Prof. Dr. Evangelia BALTA ● Ulusal Yunan Araştırmaları Vakfı / Yunanistan
Prof. Dr. Smail ÇEKİÇ ● Sarajevo Üniversitesi / Bosna-Hersek
Prof. Dr. Hayati DEVELİ ● İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Abdülkadir DONUK ● İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Recep DUYMAZ ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Nikolay EGOROV ● Çuvaş Sosyal Bilimler Enstitüsü / Çuvaşistan - Rusya
Prof. Dr. Cezmi ERASLAN ● Atatürk Araştırma Merkezi
Prof. Dr.Saadettin GÖMEÇ ● Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Ramazan GÜLENDAM● Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ● Ankara Üniversitesi
Prof. Süleyman Sırrı GÜNER ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN ● Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet KANLIDERE ● Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. İrfan MORİNA● Priştine Üniversitesi / Kosova
Prof. Dr. Refik MUHAMMETŞİN ● Tatar Devlet Sosyal Bilimler Üniversitesi / Tataristan-Rusya
Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Azmi ÖZCAN ● Bilecik Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa ÖZKAN ● Üniversitesi Üniversitesi
Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN ● Erciyes Üniversitesi
Prof. Dr. Vitaliy RODİONOV ● Çuvaş Devlet Üniversitesi / Çuvaşistan -Rusya
Prof. Dr. İbrahim SEZGİN ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet SINAV ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Miryana TEODİSİYEVİÇ ● Belgrad Üniversitesi / Sırbistan
Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL ● Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Prof. Dr. Abdullah UÇMAN ● 29 Mayıs Üniversitesi
Prof. Dr. Mualla UYDU YÜCEL ● İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. İlya V. ZAYTSEV ● Rus Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü / Rusya
BU SAYININ HAKEMLERİ
Prof. Dr. İlker ALP ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Sümer ATASOY ● Karabük Üniversitesi
Prof. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU ● Hacettepe Üniversitesi
Prof. Dr. Abdülkadir DONUK ● İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Recep DUYMAZ ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Burçin ERDOĞU ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ● Ankara Üniversitesi
Prof. Dr Ahmet KANLIDERE ● Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. İbrahim SEZGİN ● Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL ● Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Doç. Dr. Abdülkadir EMEKSİZ ● İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Zekai METE ● İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Doç. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ ● İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Fikret SARICAOĞLU ● İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Yüksel TOPALOĞLU ● Trakya Üniversitesi
Doç. Dr. Okan YEŞİLOT ● Marmara Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU● Trakya Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Cengiz FEDAKÂR ● Trakya Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Aziz TEKDEMİR ● Trakya Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Metin ÜNVER ● İstanbul Üniversitesi
İÇİNDEKİLER
Aziz TEKDEMİR
1867 Paris Sergisi ve Sultan Abdülaziz’in Sergiyi Ziyareti / 1-19
Hacer ATEŞ
Kuzey Marmara’da Bir Liman Kentinde Ticaret XVI. Yüzyılda TekirdağRodosçuk Limanı / 21-38
Başak BOZ
Edirne Hasanağa Mezarı İnsan Kalıntıları / 39-49
Darko MATOMAC
A Rough Guide for the Prepositional System of the Croatian Language
51-64
Feyzullah UYANIK
Biyografi Araştırmalarına Kaynak Olarak Musavver Medeniyet Gazetesi ve
Türk Basın Tarihindeki Yeri / 65-84
Cengiz PARLAK
XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gümülcine Şehrinin İktisadî Durumu Üzerine
Tespitler / 85-120
Gürhan KIRİLEN
Reformcu Kişiliğiyle Kang Youwei ve İttihatçılar Hakkındaki İzlenimleri /
121-160
Abdrasul İSAKOV
Kırgızlarda ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim (VI.-XV. Yüzyıllar
Arası) / 161-172
Pelin DİMDİK
Levent Mete’nin Şizofreni Müzesi Romanına Dair Bir İnceleme / 173-193
Tercüme
Lady BRASSEY (terc. Soner TURSUN)
1878 Yılı Edirne İzlenimleri / 195-203
Kitabiyat
Asım KORKMAZ
Victor SPINEI, The Romanians and the Turkic Nomads North of the
Danube Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century, (10. Asırdan
13. Asır Ortalarına Kadar Tuna Deltasının Kuzeyindeki Göçebe Türkler ve
Rumenler), Brill Hotei Publishing, Leiden 2009, 545 sayfa / 205-207
CONTENTS
Aziz TEKDEMİR
1867 Paris Exhibition and Sultan Abdulaziz’s Visit to the Exhibition / 1-19
Hacer ATEŞ
Trade in a Port City: Tekirdağ-Rodosçuk Port in the 16th Century / 21-38
Başak BOZ
Human Remains From Hasanağa, Edirne / 39-49
Darko MATOMAC
Hırvatçadaki Edat Sistemi İçin Kabataslak Bir Rehber / 51-64
Feyzullah UYANIK
The Newspaper of Musavver Medeniyet as a Source for Biograhical Studies
and its İmpartance in Turkish Press History / 65-84
Cengiz PARLAK
Observations on the Economic Situation of the City of Komotini During the
15th and 16th Centuries / 85-120
Gürhan KIRİLEN
Kang Youwei as a Reformer and his Impressions on Ottoman
Constitutionalists / 121-160
Abdrasul İSAKOV
The Twelve Year Animal Cycle Calendar in the Kyrgyz and Moghuls (6th15th Centuries) / 161-172
Pelin DİMDİK
A Review on the Levent Mete’s Novel “Şizofreni Müzesi” / 173 / 193
Translation
Lady BRASSEY (translater Soner TURSUN)
Impressions About Edirne in 1878 / 195-203
Book Review
Asım KORKMAZ
Victor SPINEI, The Romanians and the Turkic Nomads North of the
Danube Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century, (10. Asırdan
13. Asır Ortalarına Kadar Tuna Deltasının Kuzeyindeki Göçebe Türkler ve
Rumenler), Brill Hotei Publishing, Leiden 2009, 545 sayfa / 205-207
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN
SERGİYİ ZİYARETİ
Aziz TEKDEMİR
ÖZ: Fuar veya sergi olarak isimlendirilen ticari, sanayi, zirai, askeri ve kültürel metaların
tanıtımı amacıyla düzenlenen organizasyonları kadim zamanlara kadar götürmek mümkündür.
Sanayileşmenin ve ticari faaliyetlerin gelişerek yoğunlaştığı XVIII. yüzyılın ikinci yarısından
sonra ise bu organizasyonlar uluslararası bir tanıtım unsuru haline gelmiştir. Sanayi devrimi
sonrası Avrupa Devletleri’nde üretimin artması, yeni pazar ve hammadde ihtiyacını da
doğurmuştu. Bu ihtiyacın giderilebilmesi için, sanayi ürünlerinin ve üretim araçlarının
tanıtılması amacı ile uluslararası sergiler düzenlenmeye başlanmıştır. Ayrıca bu sergilerle
ülkelerin bilim, sanayi, teknoloji ve tarım alanındaki gelişme ve yeniliklerinin herkese
duyurulması amaçlanmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti
uluslararası sergilere yoğun bir şekilde ilgi göstermiş, hükümran olduğu büyük coğrafyanın her
biri kendine has özellikler taşıyan ürünlerini fuarlara göndererek tüm dünyaya tanıtmayı
hedeflemiştir. Bu makalede dünyanın dört bir yanındaki sanayi ürünlerinden sanat eserlerine,
mimari objelerden savaş aletlerine kadar farklı kategorideki birçok eşyayı ilgilileriyle
buluşturan 1867 Paris Sergisi ve dönemin Fransız imparatoru III. Napolyon'un daveti üzerine
Sultan Abdülaziz’in bizzat sergiyi ziyareti ele alınacaktır. Arşiv kaynakları ve birinci elden
kaynaklarla Osmanlı Devleti'nin Paris'te sergilenen ürünler ve Sultan Abdülaziz'in sergiye olan
ilgisi bu makalenin ana konusunu oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Üretim, Sergi, Fuar, Sultan Abdülaziz, Osmanlı İmparatorluğu, Paris.
1867 PARIS EXHIBITION AND SULTAN ABDULAZIZ’S VISIT TO THE EXHIBITION
ABSTRACT: Organizations named as fair or exhibition which are held for advertimesement
of commercial, industrial, agricultural, military and cultural material can be traced back to
ancient times. From the second half of the 18th century on when industrialisation and
commercial activity advanced and intensified such organizations became an element of
international advertisement. Increase in European products after the Industrial Revolution
resulted in the need for new raw material and markets. In order to satisfy the need international
exhibitions started to be held with a view to advertise industrial products and production
goods. These exhibitions also aimed to publicize developments and innovations of countries in
the realms of science, industry, technology and agriculture. From the second half of the 19th
century on the Ottoman Empire showed a great interest in international exhibitions and aimed
at advertising unique featured goods of the vast geography that it dominated. In this paper
Sultan Abdulaziz’s visit to the 1867 Paris Exhibition which introduced a wide range of goods
such as industrial products, artworks, architectural objects, war tools upon French Emperor
Napoleon III’s invitation is dealt with. The Ottoman goods exhibited in Paris and Sultan
Abdulaziz’s interest in the exhibition based on Ottoman archive documents and first hand
resources form the main subject of this paper.
Keywords: Production, Exhibition, Fair, Sultan Abdulaziz, Ottoman Empire, Paris.

Yrd. Doç. Dr. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
AZİZ TEKDEMİR
Giriş: Sanayi devrimi sonrası Avrupa Devletleri’nde üretimin artması,
yeni pazar ve hammadde ihtiyacını da doğurmuştu. Bu ihtiyacın
giderilebilmesi için sanayi ürünlerinin ve üretim araçlarının tanıtılması
amacı ile uluslararası sergiler düzenlenmeye başlanmıştır. Ayrıca bu
sergilerle ülkelerin bilim, sanayi, teknoloji ve tarım alanındaki gelişme ve
yeniliklerinin herkese duyurulması amaçlanmıştır1. Öncülüğünü Fransa ve
İngiltere’nin yaptığı sanayi sergileri, bu ülkelerin sömürgelerinden gelen
hammadde ve bu hammaddelerden üretilen sanayi ürünlerinin
pazarlanmasına yönelik olarak yapılmıştır. Başlangıçta sanayi ve ticari
amaçla başlatılan bu sergiler, Avrupa ile Avrupa dışında bulunan devletlerin
kültür ve yerel sanatları arasında etkileşime de sebep olmuştur2. Düzenlenen
ilk uluslararası sergi, Avrupa’nın güçlü sanayi ülkeleri arasında yer alan
İngiltere tarafından 1851 yılında Londra’da açılmıştır. Daha sonra sırasıyla
1853 New York, 1855 Paris, 1862 Londra, 1863 İstanbul sergileri
düzenlenmiştir. Osmanlı Devleti bu sergilerden, New York Sergisi’ne
nakliye masraflarının çok yüksek olması sebebi ile katılamamıştır.
1867 Paris Sergisi için Yapılan Hazırlıklar ve Sergi Binasının
Tasarımı: 22 Haziran 1863 tarihinde III. Napoléon 1867’de Paris’te
uluslararası bir sergi düzenlenmesi emrini vermiştir. 1 Şubat 1865’te ikinci
bir talimatla serginin organizasyonu için 16 kişilik komisyon kurulmuştur.
Komisyona III. Napoléon’un oğlu Prens Imperial başkan olarak atanmıştır.
16 üyenin 3’ü 1851 ve 1862 Londra sergilerinde tecrübeleri ile tanınan
İngilizlerden seçilmiştir3. Komisyon öncekilere göre daha geniş kapsamlı
evrensel bir sergi düzenlemeyi amaçlamıştır. Sergide bireysel girişimlerin ve
sanayinin tüm alanlarına yer verilmesi planlanmıştır. 1855 Paris, 1862
Londra sergilerinde Fransız komiseri olan M. Le. Play, 1867 sergisine baş
komiser olarak atanmıştır4.
Sergi binasının tasarımı ve sınıflandırma planları yapılırken 1862 Londra
Sergisine olan tepki hissettirilmiştir. 1862 Londra Sergi binasının
tasarımcıları 1867 sergi binası için de talepte bulunmuşlar, fakat Londra’da
yapılan tasarım beğenilmediğinden reddedilmiştir 5. Sergi binasının inşaat
1
Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi, İstanbul 2009, s. 20; Abdullah
Martal, Değişim Sürecinde İzmir’de Sanayileşme: 19. Yüzyıl, İzmir 1999, s. 28.
2
Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Uluslararası Sergilere Katılımı ve Kültürel
Sonuçları” Tarih ve Toplum, C. XVI, S. 95, İstanbul 1991, s. 33.
3
Lord Cowley, Paris İngiliz Büyük elçisi Earl Granville ve Richard Cobden 3 tecrübeli
İngiliz üyedir. Richard Cobden sergi açılmadan vefat etmiştir: (Jonathan Meyer, Great
Exhibitions (1851-1900), Suffolk 2006, s. 170, 191).
4
Jonathan Meyer, Great…, s. 170.
5
1862 Londra Sergisi, ürünler karışık sergilendiği ve sadece iki kısım olarak planlandığı için
eleştirilmiştir: (Jonathan Meyer, Great…, s. 171).
2
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
işlerini Goin’in şirketi almış, çalışmalar 3 Nisan 1867’de başlamış 8 ay
boyunca her gün 400 işçi çalıştırılmıştır6.
Sergi binası 460 bin metrekarelik alana, bugün Eyfel Kulesi’nin
bulunduğu Champ de Mars’a7 yapılmıştır 8. Sergi binası tuğla ile ahşap
malzemeden gayet zarif bir şekilde imar edilmiştir. Binanın ortasına bahçe
ve küçük havuz yapılıp güzel yollar açılmış, çeşitli ağaçlar ve çiçekler
dikilmiş, çimler ekilerek düzenlenmiştir. Bahçe içinde güzel bir köşk inşa
olunmuş ve dünyada yer alan her milletin kullandığı para ve ölçü aletleri
sergilenmiştir9.
Bina iç ve dış olmak üzere iki bölüm şeklinde düzenlenmiştir. Çatısı da
demir çerçeveli camdan yapılmıştır. Dış kısımda yapılacak binaların da
benzer bir şekilde olması kararlaştırılmıştır. Bunların aralarına da her
milletin kendi mimari usulüne uygun şekillerde binalar inşa edilmiştir10.
Dışarıdaki binalardan biri de büyük bir kilise olup fakat ibadet için inşa
edilmemiştir 11. Burada mabette bulunması gereken alet, eşya ve ruhani
memurlara ait resmi elbiselerin sergilenmesi planlanmıştır. Kilisenin
6
Jonathan Meyer, Great…, s. 172.
Paris halkı serginin açılacağı alan olarak büyük bir bulvar tasarlamaktaydı. Champ de Mars
adeta medeniyet dairesinin dışında kalmış kışın bataklık, yazın ise verimsiz arazi haline
gelmekteydi. Kısa zaman içerisinde Champ de Mars’ın geldiği durum Paris halkını çok
şaşırtmıştır. Çünkü bölgeye binalar yapılmış o verimsiz araziler, orman ve bahçelerle
donatılmıştır: Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi);
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
8
Bina 320 bin metrekare araziyi kaplamaktadır. İçinde üç arşın derinliğinde küçük dereler
bulunur. 366 bin zira küp toprak getirtilip doldurulmuş 4 saatlik mesafede mahzen ve lağım
kazılıp hava akımı için borular döşenmiştir. Sergi demir ve kristalden imal edilmiştir.
Dikilen demir direkler birbirine akıl almaz şekilde bağlanmış ve sıralanmıştır. 14 bin tonluk
dökme demir ve saç kullanılmıştır. Çatı ölçüleri hesaplanarak dört bir yanı çinko ile
kaplanmış ve pencerelerine cam takılmıştır. Yaklaşık 78 bin arşın çinko, 105 bin arşın cam
kullanılmıştır. Boya ve süslemeler de aynı ölçülerde yapılmıştır: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s.
1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539
(17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). Arşın dirsekten orta parmak ucuna kadar olan
uzunluk birimidir. 75-90 cm arasında değişir. (Garo Kürkman, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri,
Antalya 2003, s. 412).
9
Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
10
Osmanlı Devleti için zarif bir cami ile bir kahvehane inşa edilmiştir. Mısır ve Tunus valileri
sergiyi ziyaret edecekleri için kendilerine özel birer köşk yaptırılmıştır. İsveç-Norveç,
Rusya, Macar, Alman ve Çin evlerinin numuneleri yapılmıştır: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s.
1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539
(17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
11
Gazatenin Paris muhabirine göre serginin güzel bir yerine yapılan kilise manzarayı
bozmuştur: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi);
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
7
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
3
AZİZ TEKDEMİR
önünden akan Seine nehrinin üzerine de bir köprü inşa edilmişti. Nehirde
oluşan gölün ortasında bir ada meydana gelmiş adanın üzerine de bir fener
kulesi yapılmıştı12. Ayrıca gölün içerisine her memlekete ait özel kayık,
sandal ve sal konulmuştur13. Binanın dışında bir de botanik bahçesi
oluşturulmuştur14. Bahçenin bir tarafına içinde 44 dükkân bulunan büyük bir
bina inşa edilmesi ve borsa gibi kullanılması tasarlanmıştır 15. Sergi
bölgesinin dışına adam beli kalınlığında 5000 ağaç getirilip dikilerek bir
orman oluşturulmuştur16.
Fransızlar sergide çalışan işçileri göz ardı etmemiş, barınmaları için kolay
kurulup sökülebilen 4 tür işçi evi yapmayı planlamıştı. Her biri 7-8 bin
kuruşa mal olacak evlerden biri iki kat diğerleri ise birer kat olarak
tasarlanmıştı. Ayrıca işçilerin günlük yiyecekleri ve temizlikleri de
düşünülmüştür. Sergi içinde bir fırın yapılarak işçilerin günlük ekmek
ihtiyacı karşılanacaktı17. Bir çamaşırhane kurularak sergide çalışan işçilerin
çamaşırları yıkanacaktı18. İngiltere’nin de sergide, bazı görevlerde istihdam
edilmek üzere Paris’e 50 bin işçi göndereceği gazetelerden öğrenilmişti19.
Sergi binasında çalışan memur ve işçilerden 5000’i maaşı az bulmuş ve
işi bırakmıştır. Bunun neticesinde de sergi binasının yanında akan su
yükselmiş ve taşarak binaya zarar vermiştir20. Fransa bunun üzerine maaşlara
%29 zam yapılacağını açıklamıştır21. Maaşı az bulan sadece sergi binasında
12
Kulenin içerisine, sahilde bulunan fenerlerin çeşitleri ile bunların alet ve edevatı
depolanmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 560, s. 2239 (17 Ş. 1283/24 Aralık 1866).
13
Osmanlı Devleti’nin bu gölde iki kayığının bulunduğu görülmektedir.(Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 616, s.2461 (13 Za. 1283/20 Mart 1867 Salı); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis,
nr. 641, s.2563 (25 Z. 1283/30 Nisan 1867 Salı).
14
Bahçede bitkiler dışında uzak beldelerden saksılar ile getirilecek fidanların dikilmesi de
düşünülmüştür: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 560 s. 2239 (17 Ş. 1283/24 Aralık 1866).
15
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 560, s. 2239 (17 Ş. 1283/24 Aralık 1866).
16
Ağaçlar her biri dört adam boyunda olan dört tekerlek üzerine oturtulmuş dört köşe çatı
şeklinde ve üstlerinde tunç makaralar bulunan arabalarla taşınmıştır. Bu ağaçlar yerlerinden
sökülüp sergi arazisine dikilinceye kadar 500 bin kuruş masraf yapılmıştır: (Ruznamçe-i
Ceride-i Havadis, nr. 609, s.2434-2435 (4 Za. 1283/11 Mart 1867 Pazartesi).
17
Fırında buğday öğütülüp un haline getirilerek hamur yapılması ve ekmek pişirilmesi
tasarlanmıştır. Yapılan işlemlerin sergi ziyaretçileri tarafından izlenmesi de planlanmıştır:
(Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 571, s. 2283-2284 (4 N. 1283/10 Ocak 1867 Perşembe).
18
Örneğin bir gömlek 10 dakika içinde yıkanıp varsa söküğü dikilip ütülenerek sahibine
teslim edilecekti. Temizlenecek çamaşırın tam zamanında teslim edileceği, bir saniye bile
geçirilmeyeceği, taahhüd edililecekti: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 571, s. 2283-2284
(4 N. 1283/10 Ocak 1867 Perşembe).
19
İngiltere bu işçiler için 60 bin kuruş yevmiye vereceğini ve barınmaları için de büyük bir
bina inşa edileceğini taahhüd etmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 605, s. 2419 (28
L. 1283/5 Mart 1867Salı).
20
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 634, s. 2535 (15 Z. 1283/20 Nisan 1867 Salı).
21
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 628, s. 2511. (Gurre Z. 1283/6 Nisan 1867 Cumartesi).
4
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
çalışan işçiler olmamış Fransız sanayisinde çalışan işçiler de sergi sebebiyle
her şeyin pahalandığını, maaşlarının yükseltilmesi gerektiğini belirterek iş
bırakmışlardır 22.
Sergi binası, nesne özelliği ve eşyaların geldiği ülke dikkate alınarak
sınıflandırılmak istenmişse de gerçekleştirilememiştir. Binanın doğusu
Fransa ve sömürgelerine ayrılmıştır. Batısında ise Prusya başta olmak üzere
diğer Alman Prenslikleri, Avusturya, İsviçre, İspanya, Portekiz, Yunanistan,
Danimarka, İsveç-Norveç, Rusya, İtalya, Roma devletleri, Tuna prenslikleri,
Osmanlı Devleti, Mısır, Tunus, Çin, Siam (Tayland), Japonya, İran, ABD,
Orta ve Güney Amerika Cumhuriyetleri ve İngiltere-İrlanda yer almıştır.
Bahsedilen devletler Fransız sergi ürünlerinin bulunduğu bölgeden bir
koridorla ayrılmıştır23.
1867
Paris
Sergisi’nin
Açılışı:
Sergi
binasındaki
işler,
tamamlanmamasına rağmen serginin açılışının yapılacağı duyurulmuştur. 5
daireden oluşan serginin planı şu şekildedir. Birincisi resimlere, ikincisi altın
ve gümüş eşyalara, üçüncüsü kumaş ve emtia, dördüncüsü arabalara,
beşincisi makinelere ayrılmıştır. Serginin açılışına kadar sadece resimlerin
olduğu bölüm tamamlanabilmiştir24. Serginin tarihi 1 Mayıs olarak
planlanmıştır. Bu tarihe kadar binanın dizaynı yetiştirilememiş olmasına
rağmen küçük bir seremoni eşliğinde mütevazı bir açılış yapılmıştır 25.
İmparator ve eşi saat 2’de gelerek serginin açılan bölümlerini gezmiştir26.
22
Terzi esnafının kalfa ve işçilerinden 12 bin kişi, maaşlarına zam yapılmazsa
çalışmayacaklarını söylemeleri üzerine durumu düzeltmek üzere 6-7 kişilik bir komisyon
kurulmuş ve işçilerle iş sahibinin arası düzeltilmeye çalışılmıştır. Bilirkişiler problem
çözülmezse Fransız modasının zarar göreceğini söylemiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis,
nr. 643, s. 2570 (27 Z. 1283/2 Mayıs 1867 Perşembe).
23
Jonathan Meyer, Great…, s. 171.
24
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 641, s. 2563 (25 Z. 1283/30 Nisan 1867 Salı).
25
Jonathan Meyer, Great…, s. 171. Osmanlı basınında serginin açılış tarihi tam olarak
verilmemiş 1867 yılının Nisan ayı içerisinde yayınlanan gazetelerde açıldığı ifade
edilmiştir. Muhtemelen sergi kısım kısım açılmış eşyaların hepsi yerleştirilememiştir. Bu
sebeple tarih farklılıkları ortaya çıkmıştır. Biz açılış tarihini resmi olarak açıklanan 1 Mayıs
1867’yi esas alıyoruz. Paris 1867 sergisi için hazırlanan raporda serginin açılış tarihi 1
Mayıs olarak gösterilmiştir: (Reports On the Paris Universal Exhibition 1867, Executive
Commissioner, London 1868, s. 1). Serginin açılışı Ağustos ayına ertelense bile sergi
binasının tam anlamı ile bitirilemeyeceği, zamanında açılmasının daha doğru olduğu ve bazı
eksikliklerin zamanla giderileceği düşünülmüştür. İnşaat işlerinin uzamasının sebepleri
arasında Avrupa’da devam eden savaş, kolera, şiddetli hava muhalefeti ve bunun sonucunda
meydana gelen nehir taşkınları gibi musibetler gösterilmektedir: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s.
1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539
(17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
26
Jonathan Meyer, Great…, s. 172. İmparator imparatoriçe ile beraber gelip sergiyi ziyaret
ettikleri sırada Tunus’a tahsis olunan bölgeye geldiğinde Tunus komiseri imparatoru hürmet
ile karşılamıştır. Mısır şarkıcısı da Osmanî makamı ile saz çalıp şarkı söyleyerek orada
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
5
AZİZ TEKDEMİR
Bir taraftan binanın intizam ve süslemeleri bitirilmeye çalışılırken diğer
taraftan da binanın içinde usta ve çıraklar eşyanın düzenlenmesiyle
uğraşmıştır. Eşyanın çoğu yerleştirilmiş olduğundan komisyon ve komiserler
sergiyi ziyaret için izin vermiştir27. Sergiyi gezmek isteyen ziyaretçilerden
başlangıçta giriş ücreti olarak 20 Frank alınmış bu da sergiye olan rağbeti
azaltmıştır. Sergi yöneticileri sergiye ilgiyi artırmak için yeni bir düzenleme
yapmış giriş ücretini önce 10 Franka daha sonra da 5 Franka düşürmüş hatta
1 Franka indirmeyi bile tasarlamıştır 28. Ayrıca serginin ortasındaki bahçe
gece yarısına kadar açık tutulmuş ziyaretçilerin yiyecek ve içecek ihtiyacı
giderilmiş ve eğlenmeleri için de müzik dinletileri yapılmıştır 29. Sergiye
dünyanın dört bir tarafından ziyaretçi çekebilmek için ulaşım ücretinin
yarısının alınacağı Fransa Ticaret Nazırı tarafından duyurulmuş30,
imparatorun Batı Afrika’daki kabile şeyhlerinden Paris’e gelmek isteyenleri
getirmek üzere bir vapur sevk ettiği söylenmiştir31. Hatta bazen gelmek
istemeyenlerin bile zorla getirildiği haberleri gazetelerde yer almıştır32. İlk
günlerde fazla rağbet görmeyen serginin, Haziran ayı ile birlikte ziyaretçi
sayısı artmaya başlamıştır 33. Günlük hâsılat 1 Haziran Cuma günü 69.000 ve
bulunanları şaşkınlık içerisinde bırakmıştır. İmparator, Siam dairesine gittiğinde eşya
memuru, beldesinin adetlerine göre imparatorun önünde yüz üstü kapanarak bir müddet
böyle durduktan sonra imparatorun emriyle ayağa kalkmıştır. Bu hareket imparatorun çok
hoşuna gittiğinden gülerek memura iltifat ettiği gibi sergi davetine icabet ettiği için aşırı
memnun olduğunu Siam hükümdarına tebliğ etmesini emretmiştir. Tunus sergisi bir takım
altın ürünler, ipek dokumalar vs. eşyalar ile donatılmıştır. Görenler çok memnun
kalmışlardır. İmparator buradan Japonya dairesine geçmiştir. İmparator doğu bölgelerinin
sergilerini dolaştıktan sonra İngiltere eşyalarının bulunduğu bölgeye gitmiş içeri girer
girmez tüm makinalar çalıştırılmış sergi binası gürültüyle sarsılmıştır. İmparatoriçe İngiliz
eşyalarından bir dikiş makinesi beğenmiştir: (Takvim-i Ticaret, nr. 64, s. 2, (15 Z. 1283/ 20
Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2538 (17 Z. 1283/22
Nisan 1867 Pazartesi).
27
Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1-2( 22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceridei Havadis, nr. 635, s. 2538-2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
28
İçeri girdikten sonra birçok şeyden para alınacağı hesaplanarak giriş ücretinin bir franka
indirilmesi düşünülmüştür. Örneğin her devletin kendine özgü inşa ettiği köşk ve evleri
seyredenden bile para alınmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 641, s. 2563 (25 Z.
1283/30 Nisan 1867 Salı).
29
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 641, s. 2563 (25 Z. 1283/30 Nisan 1867 Salı). Serginin
açılışına doğru devlet tarafından şarkıcılara davetiyeler gönderilmiştir. Davetiyelerin
sayısının 147 bine yükseldiği gazete haberlerinde yer almaktadır: (Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 617, s. 2467 (14 Za. 1283/21 Mart 1867 Salı).
30
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 608, s. 2431 (2 Za. 1283/9 Mart 1867Cumartesi).
31
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 643, s. 2570 (27 Z. 1283/2 Mayıs 1867 Perşembe).
32
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 658, s. 2632 (20 M. 1284/23 Mayıs 1867 Perşembe).
33
Günlük 40 binden fazla yabancı Paris’e giriş çıkış yapmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 673, s. 2691 (10 S. 1284/13 Haziran 1867 Perşembe)
6
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
2 Haziran Cumartesi 71.000 Frank olmuştur34. Haziran ayının ortalarından
35
itibaren de giriş biletleri, 800 franka alıcı bulmuştur .
Fransa hükümeti, Paris halkının cüzi bir harcama ile sergiyi gezebilmesi
için bir şirket kurmuştur. Ziyaretçileri belirlenen noktalardan alıp sergiye
götürmüş ve tekrar aynı noktaya bırakmıştır. Bu iş için katılımcılardan kişi
başına 6 frank ücret almıştır36. Bunun yanı sıra devlet memurlarına da
kolaylık sağlamıştır. İlk olarak erkek öğretmenlerden giriş ücretinin yarısı
alınmış daha sonra aynı uygulama bayan öğretmenler için de geçerli
37
olmuştur . Serginin cazibesini arttırmak için Fransa dışından gelenler de
düşünülmüştür. Özellikle komşu Alman krallıklarından gelenler için
konaklama ve iaşede yardımcı olmak amacıyla Paris’te 15-20 üyeden oluşan
bir komisyon kurulmuştur38.
Sergi binasının ülkeler bazında sınıflandırılması ve sergilenen ürünler ise
şu şekildedir; Fransızlar için inşa edilen binaların içerisinde en fazla dikkati
imparatora yapılan köşk ile limonluklar çekmiştir. Fransa eşyasının
konulacağı bölge sade olmasına rağmen eşyaların düzenlenmesinde
gösterilen özen ve eşyaların altına döşenen yeşil kadifeden dolayı güzel bir
görünüm ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti sergisinin önü zarif kemer ve
Frenk çinileri ile süslenmiştir. Dikkat çeken bir diğer bina ise Mısır’ın eski
eserleri ile yapılmış bir mabeddir39. Makinelerin bulunduğu bölümde, Prusya
işçileri tarafından memleketlerinde bulunan muntazam binalara benzer,
pirinç ile mermerden imal edilen ve genel barışı simgeleyen bir mabed
numunesi Mösyö Krupp’un sergisinde dikkat çekmiştir40. İngilizlerin
dairesinin ön tarafı camlı ve gayet zarif olmasının yanı sıra genişlik ve
yüksekliğini kapatacak şekilde demirden yapılmış bir perde asılmış ve bir
makine yardımıyla açılıp kapatılmıştır41. Diğer ülkelerin binaları da kendi
34
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 688, s. 2752 (2 Ra. 1284/4Temmuz1867 Perşembe).
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 691, s. 2764 (7 Ra. 1284/9Temmuz1867 Salı).
36
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 692, s. 2768 (8 Ra. 1284/10Temmuz1867 Çarşamba).
37
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 710, s. 2840 (4 R. 1284/5 Ağustos 1867 Pazartesi).
38
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 689, s. 2755 (4 Ra. 1284/6Temmuz1867 Cumartesi).
39
Rivayet olunduğuna göre içinde 1 milyar franktan fazla değeri olan Bulak’taki eski eserler
konulacaktır: (Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi);
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
40
Mösyö Krupp maden ilmine sahiptir. Tek parça halinde 30 bin kilelik çelikten külçe kalıba
döküm yapmıştır. Ayrıca tahminen 500 kıyye gülle atan bir topa özel olmak üzere bir
atımlık çelik gülleler dökmüştür: Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867
Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867
Pazartesi).
41
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11 Mart 1867 Pazartesi).
35
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
7
AZİZ TEKDEMİR
tarz ve üsluplarıyla süslenmiştir42. Ayrıca sergilerin kenarlarına her ülkenin
kahvehanesi yapılmış ve gazeteleri konulmuştur43.
Sergide yer alan ürünler arasında çok zarif tabaklar dikkat çekmiştir. En
iyi çini tabaklar Saksonya’da üretilmekteyse de Portekizliler dahi bu sanattan
uzun süre kazanç elde etmiştir. Fransa da onlarla rekabet etmiş, soğan zarı
gibi ince ve zarif tabaklar imal etmiştir. Belçika’dan getirilen oyalar, Kanada
tarım ürünleri ve çeşitli ağaç kütükleri, Rusya’nın yeşil parlak taşları ve
silahları; İsveç’in demir ve kürkü44 dikkate şayandır.
İçeriye alınamayacak bazı eşyalar için ahşaptan sundurmalar dahi
yapılmış İspanya, Belçika, Prusya, Flemenk, İsviçre, İngiltere ve Fransa’nın
bazı makineleri45 ve ziraat aletleri konulmuştur46.
Sergide teşhir edilen eşyalardan dereceye girenlere verilmek üzere 900
altın, 3000 gümüş, 3000 bronz madalya ve 4000 mansiyon ödülü
42
İtalya sergisinin önü gayet ince ve güzel oymalarla donanmış, Mısır ve Tunus sergileri de
cila ile süslenmiştir. Portekiz sergisinin önü güzel kemer ve üzeri ince oymalar ile
düzenlenmiştir. Flemenk dairesinin önü ise altın yaldızlı yapılmıştır. Avusturya Sergisinin
girişine kül renkli kapı yapılmış pervazlar sarıya boyanmıştır. Rusya eşyalarının bulunduğu
yer camdan inşa edilmiş önüne de kendi tarz ve usulleriyle güzel oymalar işlenmiştir:
(Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi). İngiltere sergideki
dairesinin süslemelerine 116.652 lira harcanmıştır: Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 615, s.
2459 (12 Za. 1283/19 Mart 1867 Salı).
43
Osmanlı Devleti’nin kahvehanesinde gazete yoktur. Sebebi ise gazetecilerin
vurdumduymazlığıdır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 649, s.2596, (7 M. 1284/11 Mayıs
1867 Cumartesi). Osmanlı Kahvehanesi haziran ayında tamamlanarak açılmış, çubuk ve
nargile servisi yapılmıştır. Kahvehanede çalışan çıraklar şark usulüne uygun olarak güzel
bir şekilde giyinmiştir. Gelen geçene buyurun bir kahve içmez misiniz diyerek müşterileri
davet etmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 676, s.2703 (15 S. 1284/18 Haziran 1867
Salı).
44
Demir ve kürkten çeşitli suretler yapıp milli kıyafetlerini üzerine giydiriyorlardı. Bunlar
uzaktan adeta canlı gibi duruyor yaklaşmadıkça fark edilmiyordu: (Takvim-i Ticaret, nr. 65,
s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539
(17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
45
Makinelerin bulunduğu bölümde iki demiryolu arabası göze çarpmaktaydı. Bunlardan birisi
4 silindir ve gayet kuvvetli diğeri zayıf fakat süratli olandı. Bir diğeri de Viyana’dan
getirilen lokomotifti. Bu daireye yakın bir bölgede pek güzel ve zarif Alman demiryolu
arabaları yer almaktaydı. Bunlardan başka her bölgeden gönderilmiş en büyüğünden en
ufağına kadar çeşitli arabalar var ise de İngiliz, Fransız ve Avusturya arabaları birinci
derecede yer almaktaydı. Bu bölümde bir de İngilizlerin yaklaşık 250 kıyye gülle atar bir
topu sergilenmekteydi:(Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867
Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867
Pazartesi). Bir kıyye yaklaşık 1283 gramdır. (Garo Kürkman, Anadolu Ağırlık ve…, s. 395).
46
Takvim-i Ticaret, nr. 65, s. 1 (22 Z. 1283/ 27 Nisan 1867 Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 635, s. 2539 (17 Z. 1283/22 Nisan 1867 Pazartesi).
8
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
hazırlandığı gazete haberlerinde yer almıştır 47. Muhtemelen verilecek
ödüllerde artırıma gidilmiştir. Çünkü ödül töreninde 883 altın, 3653 gümüş,
6565 bronz madalya ve 5801 mansiyon verilmiştir 48. Ayrıca İmparatoru III.
Napoléon sanat alanında birincilik elde edenlere 100 bin frank vereceğini
taahhüt etmiştir49.
Osmanlı Devleti’nin 1867 Paris Sergisi’ne Katılımı: 1867 yılında
açılan Paris Sergisi Osmanlı Devleti’nin katıldığı IV. Uluslararası sergidir.
Sultan Abdülaziz’in sergiye katılmak üzere Avrupa’ya gitmesi sebebiyle,
Osmanlı Devleti’nin katıldığı evrensel sergiler arasında ayrı bir önem
taşımaktadır. Sultan Abdülaziz bu sergiye Fransa İmparatoru III. Napoléon
tarafından şeref konuğu olarak davet edilmiştir50. Açılışta Sultan
Abdülaziz’in dışında Rus Çarı, Avusturya İmparatoru, Belçika, Portekiz,
İsveç ve Prusya kralları başta olmak üzere Avrupa’nın bütün önemli liderleri
bulunmuştur51.
Osmanlı Devleti’nde sergilere gönderilecek ürünler Ticaret Nezareti
tarafından toplanır, Ticarethane’de sergilenir ve gemilere yüklenerek
serginin açılacağı ülkeye gönderilirdi52. 1867 senesi Mayıs’ında
düzenlenecek uluslararası sergi için ülkenin dört bir yanına haber
gönderilmiş ve mahalli sanayi ve tarım ürünlerinden en kalifiyesinin
seçilerek İstanbul’a sevk edilmesi istenmiştir. İstanbul ve taşradan
toplanarak sergilere gönderilecek ürün ve eşyaların belirlenmesi için, Ticaret
Nezareti’nde bir komisyon kurulmuş53 ve çalışma prensipleri
47
Altın madalyalardan her biri 40 frank değerindedir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 665,
s.2660 (30 M. 1284/3 Haziran 1867 Pazartesi).
48
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 697, s. 2785 (15 Ra. 1284/17 Temmuz 1867 Çarşamba).
49
Prusya kralı da birincinin ülkelerinden çıkması halinde 100 bin frank vereceğini
bildirmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 669, s. 2676 (5 S. 1284/8 Haziran 1867
Cumartesi); Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 671, s. 2683 (8 S. 1284/11 Haziran 1867
Salı).
50
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 612, s. 2447 (7 Za. 1283/14 Mart 1867 Perşembe).
İmparator Napolyon İstanbul sefiri vasıtasıyla Sultan Abdülaziz’i Paris’e resmi olarak davet
etmiştir. Sultan Abdülaziz’de Şehzadeler ve maiyetiyle icabet edeceğini bildirmiştir:
(Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 656, s. 2621,(17 M. 1284/21 Mayıs 1867 Pazartesi).
51
Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun…, C. XVI, S. 95, s. 36; Gökhan Akçura,
Türkiye Sergicilik…, s. 32. Paris’e davet edilen hükümdarları misafir edebilmek için 1,5
milyon frank ayrılmıştır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 684, s. 2735 (26 S.
1284/29Haziran 1867 Cumartesi).
52
Osmanlı Devleti sergilere gönderilecek eşyaları bazen özel vapur bazen de posta vapuru ile
göndermiştir. 1851 yılında düzenlenen Londra Sergisine eşyaları özel gemi ile gönderen
Osmanlı Devleti, masrafları kısmak amacı ile 1862 Londra sergisine eşyaları posta vapuru
ile göndermiştir. BOA., BEO., A.MKT.NZD., nr. 391/51 (11 B. 1278/12 Ocak 1862).
53
Sergilere gönderilecek olan sanayi ve tarım ürünlerinin düzenlenmesi işi Nafia Nezareti
başkanlığında kurulacak komisyona verildiğinden bahsedilse de bu dönemde Nafia Nezareti
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
9
AZİZ TEKDEMİR
düzenlenmiştir54. Eşyaların sevk zamanı, ürünlerin cins ve miktarını
belirleyen gerekli açıklamalar komisyon tarafından yapılmıştır.
Komisyon, Ticaret Müsteşarı Server Efendi, Ticaret Müftüsü Agah
Efendi, Saib Beyefendi, Azmi Beyefendi, Beytülmal müdürlüğü55 İstatistik
kalemi memuru Kaymakam Mesut Bey, Ticarethane İflas Komitesi
Azasından Karabet Efendi, Meclis-i Maabir Reisi vekili Mösyö Tas’tan
oluşmakta idi. Ayrıca komisyona bu kişilerin yanı sıra bir de Tersane-i
Amire ve İmalat-ı askeriye’den seçilerek gönderilecek bir kişi daha dahil
olacaktı. Komisyon Nafia Nezareti tarafından belirlenecek zamanlarda
toplanacak ve toplantılara tüm üyeler katılacaktı56.
Paris Sergisi için toplanan eşyanın, gönderileceği zamana kadar Sultan
Ahmet Meydanı’nda bulunan Sergi-i Osmanî binasına yerleştirilerek
düzenlenmesine karar verilmiştir57. Bu konuda gerekli işlemlerin yapılması
ve yeterli miktarda zaptiye ile bir takım tulumbacının da görevlendirilmesi
için Nafia Nezareti tarafından maliye ve zaptiye idaresine tezkire yazılmıştır.
Yapılan görüşmeler sonucu Nafia Nezareti’nin talebi uygun görülmüş yeterli
miktarda zaptiye ve tulumbacının görevlendirilmesine karar verilmiştir 58.
Ticaret Nezareti tarafından Osmanlı vilayetlerinden getirtilecek ürünler
belirlenerek, bölge memurlarına eşyaların listesi gönderilmiş en kısa
zamanda toplanılması ve Ticaret Nezareti’ne teslim edilmesi istenmiştir.
Görevini başarı ile yerine getiren bölge memurlarına da nişanlar
verilmiştir59. Osmanlı Devleti’nden Paris Sergisine sanayi ve tarım ürünleri
ile dolu 327 sandık eşya ve iki kayık gönderilmek üzere hazırlanmıştır 60.
Eşyaların toplam tutarı 6 yük61 12 bin kuruş olarak hesaplanmış ve 2 yük 12
bin kuruşun hemen verilmesinin gerektiği Ticaret Nezareti tarafından Maliye
Nezareti’ne bildirilmiştir62. Sergiye gönderilmek üzere İstanbul’a getirtilecek
müstakil bir konumda değil Ticaret Nezareti’ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir:
(Aziz Tekdemir, Ticaret Nezareti 1839-1876, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 2010, s. 167).
54
BOA., BEO., A.MKT. MHM. nr. 346/41 (18 B. 1282/7 Aralık 1865).
55
Bu memuriyet esham muhasebecisi tarafından idare edildiğinden Esham Muhasebecisi
Efendi yazılmıştır.
56
BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 335/68 (26 M. 1282/21 Haziran 1865); BOA., BEO.,
A.MKT. MHM., nr. 351/37 (29 L. 1282/17 Mart 1866).
57
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 595, s. 2379 (14 L. 1283/19 Şubat 1867 Salı).
58
BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 350/63 (23 L. 1282/11 Mart 1866).
59
Örneğin Hicaz tarafından getirtilen eşyanın teslimi ile görevli olan Hurşit Efendi’ye 5.
Rütbeden mecidiye nişanı verildiğini görmekteyiz. BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 371/21
(17 Ş. 1283/25Aralık 1866).
60
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 616, s. 2461 (13 Za. 1283/20 Mart 1867 Salı).
61
Bir yük yüz bin kuruştur: (Garo Kürkman, Anadolu Ağırlık…, s. 411)
62
BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 371/16 (17 Ş. 1283/25 Aralık 1866)
10
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
eşya ve numuneler için gümrük vergisi alınmaması ve ürünlerin görevli
memurlara teslim edilmesi için Ticaret Nezareti tarafından Rusumat
Emanetine tezkire yazılmıştır 63.
Bu eşya ve numunelerin yazım ve hesap işleri için mektubî ticaret
halifelerinden Hacı Rasim Efendi, muhasebe muavinliği için mektubî
hariciyeden İzzet Bey, Mösyö Delune? ve Tüysüzyan Ohannes Efendi ile
sergi işlerinin düzenlenmesi için Paris’te bulunan Mösyö Şevo?
görevlendirilmiştir. Hacı Rasim Efendi’ye aylık 1.000 Frank maaş ve gidiş
gelişi için de 1.000 frank harcırah, Mösyö Delune’ye 750 Frank maaş, 1.000
Frank harcırah, İzzet Bey ile Ohannes Efendi’ye 700’er frank maaş 1.000’er
frank yol harçlığı ve Mösyö Şevo’ya 600 Frank maaş tahsis edilmesi için
Ticaret Nezareti tarafından yazılan tahrirat üzerine Meclis-i Vâlâ’da yapılan
görüşmeler sonucunda maaş ve harcırahların ödenmesine karar verilmiştir.
Osmanlı Devleti, sergi öncesinde Maksut Efendi, Naim Efendi, Yervant
Efendi ve Muhsin Efendi’den oluşan teknik ekibi Paris’e göndermiş64 ve
sergi sonuna kadar Paris’te kalması kararlaştırılmıştır65. Bu teknik ekip
Osmanlı için ayrılan pavyonu düzenlemiş ve burayı Osmanlı mimari tarzı
üzerine inşa etmiştir66. Sergi eşyalarının Mesajeri Şirketi gemilerinden birine
yüklenerek gönderilmesi düşünülmüş ve bu vapura ödenecek 100.000
kuruşluk ücretin yarısının hemen diğer yarısının da bir hafta sonra ödenmesi
kararlaştırılmıştır67. Vapura, gönderilecek eşyaların tamamı sığmamış
olduğundan bir kısmı yüklenerek iki memurla birlikte yola çıkartılmıştır.
Kalan eşya da diğer iki memurla birlikte gönderilmiştir68. Sergi eşyalarının,
mahalline konularak düzenlenmesinden sonra ortaya çıkacak masrafların bir
deftere yazılarak gönderilmesi şartıyla ödeme yapılacağı bildirilmiştir.
Eşyaların düzenlenmesi için istihdam edilen Komisyonca Kostaki Efendi’ye
selase, hesabat odası katiplerinden Mehmet Esat Efendi’ye de rabia
derecelerinin verilmesi kararlaştırılmıştır69. Ayrıca Osmanlı Devleti
tarafından Selahaddin Beyefendi sergiye komiser olarak tayin edilmiş70 ve 2
Nisan 1867 tarihinde Paris’e gitmek üzere İstanbul’dan hareket etmiştir 71.
63
BOA., BEO., A.MKT. MHM. nr. 350/48 (23 L. 1282/11 Mart 1866).
Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 45.
65
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 595, s. 2379 (14 L. 1283/19 Şubat 1867 Salı).
66
Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 45.
67
BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 374/34 (9 L. 1283/14 Şubat 1867); BOA., BEO., A.MKT.
MHM. Nr. 374/36 (9 L. 1283/14 Şubat 1867).
68
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 595, s.2379 (14 L. 1283/19 Şubat 1867Salı ).
69
BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 374/34 (9 L. 1283/14 Şubat 1867);BOA., BEO., A.MKT.
MHM., nr. 374/36 (9 L. 1283/14 Şubat 1867).
70
BOA., BEO., A.MKT. MHM., nr. 346/41 (18 B. 1282/7 Aralık 1865); Ahmet Lûtfî Efendi,
Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî Efendi Tarihi, C. XI, (Haz. Münir Aktepe), Ankara 1989, s. 24.
71
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 625, s. 2497(26 Za. 1283/2 Nisan 1867).
64
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
11
AZİZ TEKDEMİR
Osmanlı Devleti’nden sergiyi gezmeye gidecekler için Fransa Sefareti
tarafından bir rehber hazırlanarak 300 adet basılmıştır. Bu rehberde sergiye
nasıl gidileceği, Paris’te nerelerde kalınabileceği, nerelerde neler
yenilebileceği, gezilecek tarihi ve güzel mekânların yerlerinin tarifi ve
bunlar yapılırken nasıl hareket edilip nasıl davranılacağı ayrıntılı bir şekilde
anlatılmıştır. Ayrıca sergiye ziyaretçi çekmek için vapur ve tren şirketleri
arasında anlaşmalar yapılmıştır. İstanbul’dan Paris’e kadar birinci sınıf bir
biletle 441 franka gidilebilecektir72. İstanbul’dan sergiyi gezmek için o kadar
çok kişi gitmiştir ki Fransız vapurunda yer bulunmadığından yolcular istif
halinde seyahat etmek zorunda kalmıştır. Sonraki vapurlarda da yer
olmadığından 3 hafta sonra hareket edecek vapurdan bile bilet alanlar
olmuştur73.
Sultan Abdülaziz 21 Haziran 1867 tarihinde İstanbul rıhtımından
Sultaniye Gemisi ile ayrılmıştı74. Seyahat sırasında Mösyö Bure’yi taşıyan
Forbin korveti ile Fransız deniz kuvvetlerine ait 3 ve İngiltere
donanmasından 2 gemi Sultana eşlik etmişti75. Sultan Abdülaziz ve
beraberindekiler Haziran ayının sonunda Toulon Limanına ulaşmış, buradan
Lyon’a sonrasında da Paris’e geçmişti. Burada Sultan Abdülaziz’i bizzat III.
Napoléon karşılamış ve birlikte Elysée Sarayına gitmişlerdi76. Sultan
72
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 620, s. 2479-2480(19 Za. 1283/26 Mart 1867)
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 628, s.2509 (Gurre Z. 1283/6 Nisan 1867 Cumartesi).
74
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 679, s. 2713(19 S. 1284/22 Haziran 1867 Cumartesi);
Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî…, C. XI, s. 108; İsmail Hami Danişmend,
İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul 1972, s. 217. Sultan Abdülaziz’in bu
yolculuğu sırasında yanında 10 yaşındaki oğlu Yusuf İzzettin ve yeğenleri 27 yaşındaki
Mehmet Murat ile 25 yaşındaki Abdülhamit, Hariciye Nazırı Fuat Paşa ve Ömer Faiz
Efendi ve diğer üst düzey görevliler ile sivil memurlar bulunmaktaydı. Cemal Kutay, Sultan
Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, İstanbul 1991, s. 32,38; Nihat Karaer, Paris, Londra,
Viyana: Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, Ankara 2007, s. 53-55; Osmanlı ve Avrupalı
Yazarların Gözüyle 19. Yüzyıl Fuarlarında Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul 2008, s. 34,37.
75
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 658, s.2629 (20 M. 1284/23 Mayıs 1867 Perşembe);
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 659, s.2633 (22 M. 1284/25 Mayıs 1867 Cumartesi);
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 679, s.2713 (19 S. 1284/22Haziran 1867 Cumartesi);
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 680, s.2717 (21 S. 1284/24Haziran 1867 Pazartesi). 22
Haziran Cumartesi akşamı saat 8 sıralarında Sultaniye vapuru Gelibolu’dan geçerken
mülkiye ve askeriye memurları, mekteplerde bulunan hoca öğretmen ve öğrenciler fener
tepesinde tef çalıp padişah için dua etmişlerdir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 682,
s.2725, (23 S. 1284/26Haziran 1867 Çarşamba).
76
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 685, s. 2737(28 S. 1284/1 Temmuz 1867); Ruzname-i
Ayine-i Vatan, nr. 34, s. 1-2 (8 Ra 1284-10 Temmuz 1867); Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’aNüvis Ahmet Lûtfî Efendi…,s. 109; Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 32; Cemal
Kutay, Sultan Abdülaziz’in…, s. 37-39; Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 70;
Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 34-37. Bazı gazeteler Sulatan Abdülaziz’i
Fransız halkının coşkuyla karşıladığını caddeler ve mağazaların çoğuna Osmanlı Devleti
73
12
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
Abdülaziz Paris Sergisini gezmiş ve 1 Temmuz Pazartesi günü Endüstri
Sarayında77 düzenlenen ödül törenine katılmıştı78. 460 bin metre kare alana
kurulan bu serginin orta kısmındaki 20 bin koltuklu merasim salonunda
yapılan79 ödül töreninde, Osmanlı eşyalarının başkomiseri Selahaddin Bey’e
Legion d’Honneur nişanının Officier (subay), Miralay Esad Bey’e de
Chevalier (şövalye) rütbesi verilmişti80. Sultan Abdülaziz sergiyi 10
Temmuz’da son kez gezmiş81 ve sergiden aldığı Serves Porselen ve
kristallerini İstanbul’a göndermiştir82. 12 Temmuz 1867’de de Londra’ya
gitmek üzere Paris’ten ayrılmış83 Fransız halkına da maddi ihsanda
bulunmuştur84.
Champ de Mars’ta kurulan Paris Sergisi’ne 32 ülkeden 52.200
sergileyicinin katıldığı sergiye Osmanlı Devleti 4.946 sergileyici ile Fransa
bayrağının asıldığını, hatta Paris’te kırmızı rengin moda olduğunu yazmıştır: (İstanbul, s. 2.
(8 C. 1284/7 Ekim 1867).
77
Sarayın süslemeleri 800 bin franka mal olmuştur: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 698,
s.2791-2792 (16 Ra. 1284/18Temmuz1867 Perşembe).
78
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 687, s. 2745, (1 Ra. 1284/3 Temmuz 1867); Ruzname-i
Ayine-i Vatan, nr 26, s. 1(1 Ra. 1284/3Temmuz 1867).
79
Serginin kurulduğu arazinin 687 bin metrekare olduğu ifade edilmektedir: (Cemal Kutay,
Sultan Abdülaziz’in…, s. 39; Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 74; Osmanlı ve
Avrupalı Yazarların Gözüyle…, s. 39). Jonathan Meyer ise sergi arazisinin 460 bin
metrekare olduğunu söylemektedir. (Jonathan Meyer, Great…, s. 171). Dönemin gazetesi
Ruzname-i Ceride-i Havadis’te 40 dönüm olduğu belirtilmektedir: Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 694, s. 2776 (11 Ra. 1284/13 Temmuz 1867). Binanın ise 320 bin metrekareye
yapıldığı göz önüme alınırsa sergi arazisinin 460 bin metrekare olması ihtimal dahilindedir.
637 bin metrekarelik alanın ortasına 320 bin metrekarelik bir bina yapıldığı düşünülürse
arazinin büyük bir kısmının boş kalacağı aşikardır.
80
Ödül törenine Sultan Abdülaziz, III. Napoléon ve eşi ile birlikte katılmıştır: (Ruznamçe-i
Ceride-i Havadis, nr. 687, s. 2745, (1 Ra. 1284/3 Temmuz 1867).
81
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 693, s. 2769 (9 Ra. 1284/11 Temmuz 1867); Ruzname-i
Ayine-i Vatan, nr. 37, s. 1 (11 Ra. 1284/ 13 Temmuz 1867).
82
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 702, s. 2810(23 Ra. 1284/25Temmuz1867 Pazartesi);
Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 32; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı…, C.
IV, s. 219.
83
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 694, s. 2773 (11 Ra. 1284/13 Temmuz 1867); Ruznamei Ayine-i Vatan, nr 38, s. 1 (12 Ra. 1284/14Temmuz 1867); Ahmet Lûtfî Efendi,
Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî…, s. 110. İsmail Hami Danişmend eserinde Sultan Abdülaziz’in
Paris’ten ayrılış tarihini 10 Temmuz olarak vermektedir: (İsmail Hami Danişmend, İzahlı
Osmanlı…, C. IV, s. 219).
84
Sultan Abdülaziz bindiği filika tayfalarına 2 bin, liman memurlarına 8 bin, Toulon
fakirlerine yardım amacı ile 20 bin frank (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 693, s. 2769 (9
Ra. 1284/11Temmuz1867 Perşembe) kaldığı Elysée sarayı hizmetçilerine 40 bin ve
Paris’teki fakirlere dağıtılmak üzere Paris belediyesine 60 bin frank vermiştir: Ruznamçe-i
Ceride-i Havadis, nr. 699, s. 2793 (18 Ra. 1284/20Temmuz1867 Cumartesi).
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
13
AZİZ TEKDEMİR
ve İngiltere’den sonra üçüncü sırada yer almıştır85. Osmanlı pavyonunu
gezenler şaşkınlıklarını gizleyememiştir86.
Paris’e gelen eşyaların bulunduğu sandıkların üzerinde sergi-i umumi
1867 ibaresi ve geldiği ülke yer almaktadır. Kırılacak eşya var ise sandığın
üzerinde belirtilmiştir87. Osmanlı Devlet’i tarafından gönderilen 327 sandık
eşyanın çoğunluğunu Mısır tarafından gönderilenler oluşturmuştur88. Her
ülkenin eşyası için ayrı bir bölge inşa edilmiş 89, hatta aynı ülkenin eşyaları
vilayetler olarak da ayrılmış ve karıştırılmaması için önlemler de alınmıştır.
İstanbul eşyasının bulunduğu bölgenin kapısının üzerine padişahın tuğrası
işaret olarak asılmıştır90. 6,8 milyon kişi tarafından ziyaret edilen 1867 Paris
Sergisi’nin geceleri açık olması ve katılan ülkeler için düzenlenen
pavyonların, ülkelerin yerel özelliklerini taşıması açısından önem arz
etmektedir.
Osmanlı Devleti bu sergiye altmış dört ayrı kategoride katılmıştır. Bu
kategoriler tarım, sanayi, el sanatları ve güzel sanatlardan oluşmuştur.
Sergide Osmanlı Devleti’nin en iyi ürünleri seccade91, halı, kilim ve diğer ev
eşyaları olmuştur92. Özellikle İstanbul’da üretilen örtüler Champ de Mars’da
inşa edilen köşkün sofalarına döşenmiştir93. Bursa’da üretilen Keçe ve
85
Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun…, C. XVI, S. 95, s. 36. Jonathan Meyer
eserinde Paris Sergisine toplam 42.237 sergicinin katıldığını ifade etmektedir: (Jonathan
Meyer, Great…, s. 170). Nihat Karaer, eserinde Osmanlı Devleti’nden sergiye 4.449 kişinin
katıldığını söylemektedir: Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 77.
86
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 642, s.2567 (26 Z. 1283/1 Mayıs 1867 Salı).
87
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11Mart 1867)
88
Mısır tarafından gönderilen eşyaların haricinde 97 sandık olduğu ifade edilmiştir.
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11Mart 1867). Osmanlı Devleti
tarafından gönderilen eşyaların 327 sandık olduğu belirtilmektedir. Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 616, s. 2461(13 Za. 1283/20 Mart 1867). Bu bilgiler göz önüne alındığında
Mısır tarafından gönderilen eşyaların 230 sandık olduğu görülmektedir.
89
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 609, s. 2435 (4 Za. 1283/11Mart 1867).
90
BOA., HR.TO., nr. 449/66 ( 2 S. 1284/ 5 Haziran 1867).
91
Yörük kabileleri tarafından keçi ve deve tüyünden yapılan siyah-beyaz kalemli
seccadelerden de sergiye gönderilmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 27822783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 Salı).
92
Teşhir edilen ev eşyalarının büyük kısmı; İzmir, Konya, Tuna, İstanbul, Bursa, Trabzon,
Uşak’ta üretilmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra.
1284/16Temmuz1867 Salı).
93
İstanbul’da üretilen zemini menekşe renkli sırma şukufelerle kabartmalı eşyalardan bir
takımı sergide teşhir edilmiştir. Yine İstanbul’da beyaz ya da kiraz renkli ipek yahut kırmızı
çuka üzerine sim-altın oyalar ile nakışlar yapılarak üretilen, kahve takımlarını ve yazlık
köşklerdeki iskemlelerini örtüp süsleyen örtüler dikkat çekmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 Salı).
14
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
kebeler de Paris’te sergilenmiştir94. Elle yapılan dokumalar haricinde
özellikle Uşak’taki fabrikada imal edilen dokumalar da sergiye
gönderilmiştir. Sergide teşhir edilen halı, seccade, kilim, örtü gibi eşyaların
tümünü Fransa imparator hanedanından Prens Matilde satın almıştır95.
Osmanlı Devleti sergilediği ürünlerden dereceler de elde etmiştir. Tarım
ürünleri içerisinde Mısır pamuğundan aldığı birincilik en önemlisi
olmuştur96. Toplamda 100 kadar madalya ve mansiyon ödülü kazanmıştır 97.
Osmanlı Devleti, sergide kültürel ve sosyal yaşamını birkaç bina tipi ile
ifade etmiştir. Sergide Osmanlı Devleti için ayrılan pavyonlardan birinde bir
cami98, bir Boğaziçi köşkü, bir de hamamın bulunduğu mekân sergilenmiş
tam ortasında da bir çeşme yer almıştı99. Ayrıca bu sergide Ticaret Nazırı
Ethem Paşa’nın emri ile Bontcha tarafından büyük bir dikkatle yapılan Bursa
camilerinin röleveleri ve Altıncı Daire-i Belediye Meclisi mühendisi
Leval’in gerçekleştirdiği projesi, mimari çizimler için ayrılan bölümde
sergilenmiştir100. Paris Sergisi sanat eserlerinin özellikle de önemli
resimlerin teşhir edildiği bir sergi olmuştur101. Sergide teşhir edilen Osmanlı
Kasrı Sultan Abdülaziz’den İmparatora hatıra olmak üzere hediye
edilmiştir 102.
Sonuç: Uluslararası sergilere her devletin ve milletin eşyası geldiği gibi
insanları da gelecektir. Ziyaretçilerin çoğunluğu zengin ve elit insanlardır.
94
Bunlar genellikle Bursa’da üretilir zemine halı yerine sermeye ya da kışın soğuğundan
korunmak için kapılara kaplanırdı. Bu dokumalar üzerine nakış ve oya yapıldığı da
görülmektedir. Sade kebeler Trabzon ve Konya’dan gelmiştir: (Ruznamçe-i Ceride-i
Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 Salı).
95
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 696, s. 2782-2783 (14 Ra. 1284/16Temmuz1867 salı).
96
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 718, s. 2869 (19 R. 1284/20 Ağustos 1867 Salı).
97
Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: …, s. 81
98
Cami olarak Bursa’da bulunan Yeşil Türbe küçültülmüş boyutlarda bütün ayrıntısı ile
sergilenmiştir. Caminin sağında sebil solunda da namaz saatini gösteren bir saate yer
verilmiştir. Gökhan Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 33.
99
Boğaziçi köşkünün vitraylarla bezeli salonunun ortasında bir havuz ve havuzun çevresinde
bir sedir bulunmaktaydı. Bu yapının iç bezemeleri ve alçı vitrayları dikkat çekmekteydi.
Köşkün tam karşısına da geleneksel türk hamamının bir minyatürü kurulmuştu. Gökhan
Akçura, Türkiye Sergicilik…, s. 33. Bu mekanda yer alan binalardan cami dinsel alanı,
Boğaziçi köşkü ev yaşamını, hamam sosyal ve kültürel töreleri, çeşme ise kamusal alanı
temsil etmekteydi. Zeynep Çelik, Şarkın Sergilenişi 19. Yüzyıl Fuarlarında İslam Mimarisi,
(Çev. Nurettin Elhüseyni), İstanbul 2005, s. 66.
100
Semra Germaner, “Osmanlı İmparatorluğu’nun…, C. XVI, S. 95, s. 36. Cami Bursa’daki
Yeşil Cami’ye benzemektedir. Binası iki yüz arşın kadar olup son cemaat yeri ile bir
tarafında sebil diğer tarafında ise muvakkithanesi vardır: (Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr.
649, s.2596, (7 M. 1284/11 Mayıs 1867 Cumartesi).
101
Bu resimler ve ressamlar için detaylı bilgi için bkz. Kevork Pamukciyan, Zamanlar,
Mekânlar, İnsanlar, İstanbul 2003, s. 214–218.
102
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis, nr. 725, s.2869 (28 R. 1284/29Ağustos 1867 Perşembe).
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
15
AZİZ TEKDEMİR
Bu da serginin düzenlendiği bölge için büyük kaynak olacaktır. Sergiler,
maddi getirinin yanı sıra şehrin mimarisine, ulaşımına ve iyi bir şekilde
düzenlenmesine de katkıda bulunacaktır. İncelediğimiz 1867 Paris sergisi bu
duruma çok iyi bir örnektir. Champ de Mars adeta medeniyet dairesinin
dışında kalmış kışın bataklık, yazın ise verimsiz arazi halindeyken kısa
zaman içinde bölgeye binalar yapılmış, o verimsiz araziler, orman ve
bahçelerle donatılmıştır. Bir ülkede genel sergi açıldığında her taraftan tarım
sanayi ürünleri ile çeşitli eski ve yeni eserler getirilip sergilenmesi gezip
gören insanların ufkunu açtığı gibi bilgilerini genişletip çalışmalarını verimli
hale getirecektir. Sanat ve meslek sahiplerinin sergilere katılarak kendi
alanları ile ilgili eşyaları inceleyip nasıl yapıldığına dair bilgiler edinmesi ve
döndüğünde bu bilgileri uygulaması kişiyi mesleğinde geliştirecektir.
Sergiler mevcut sanayi ürünlerini geliştireceği gibi yeni icatlar da ortaya
çıkaracaktır. Örneğin 1851 Londra Sergisi İngiliz meslek ve sanat kollarına
büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca ziyaretçiler ülkelerine döndüklerinde
gördüklerini anlatacaklar ve halk hiçbir zaman göremeyeceği eserler
hakkında bilgi ve fikir sahibi olacaktır. Sanayisi gelişmiş ülkelerin sergilere
ağır sanayi ürünleri ile geri kalmış ülkelerin ise daha çok tarım ürünleri ya da
bunlardan elde edilen mamüller ile katıldığı görülmektedir.
Uluslararası sergilerin ülke ve milletler için büyük yararlarına rağmen
zararlarının da olduğu görülmektedir. Sergilerde gelişmekte olan ülkelerde
yapılan ve o bölgeye ait olan ürünler, sanayisini tamamlamış ülkeler
tarafından görülür ve kısa zamanda makinelerde çok sayıda üretilerek
bölgesinde daha ucuza satılmaya başlanırdı. Bu da bölgede üretimin
bitmesine sebep olurdu. Osmanlı dokuma sanatı bu şekilde İngiltere ile
rekabet edememiş ve bitme noktasına gelmiştir.
Bahsedilen konular 1867 Paris Sergisini kısaca özetlemektedir. Sergiyi
gezmeye gelen yabancılar bilgi ve görgülerini arttırmışlar, sergide gördükleri
güzellikleri ülkelerinde anlatmışlardır. Geniş katılım sayesinde ülkeler
birbirlerinden etkilenmiştir.
KAYNAKÇA*
Arşiv Kaynakları (BOA)
Sadaret Mektubî Kalemi Nezaret ve Devâir Yazısmalarına Ait Belgeler
(A.MKT.NZD).
Sadaret Mektubî Kalemi Mühimme Kalemi Belgeleri (A.MKT.MHM).
Hariciye Nezareti Tercüme Odası (HR.TO).
*
Arşiv belgeleri ve gazetelerin numaraları metin içerisinde dipnotlarda verilmiştir.
16
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
Gazeteler
Ayine-i Vatan
İstanbul
Ruznamçe-i Ceride-i Havadis
Takvim-i Ticaret
Kaynak Eserler, Kitaplar ve Makaleler
Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’a-Nüvis Ahmet Lûtfî Efendi Tarihi, C. XI, (haz. Münir Aktepe),
Ankara 1989.
Akçura, Gökhan, Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi, İstanbul 2009.
Çelik, Zeynep, Şarkın Sergilenişi 19. Yüzyıl Fuarlarında İslam Mimarisi, (çev.
Nurettin Elhüseyni), İstanbul 2005.
Danişmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul 1972.
Germaner, Semra, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Uluslararası Sergilere Katılımı ve
Kültürel Sonuçları” Tarih ve Toplum, C. XVI, S. 95, İstanbul 1991.
Karaer, Nihat, Paris, Londra, Viyana:Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, Ankara 2007.
Kutay, Cemal, Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, İstanbul 1991.
Osmanlı ve Avrupalı Yazarların Gözüyle 19. Yüzyıl Fuarlarında Osmanlı
İmparatorluğu, İstanbul 2008.
Kürkman, Garo, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri, Antalya 2003.
Martal, Abdullah, Değişim Sürecinde İzmir’de Sanayileşme: 19. Yüzyıl, İzmir 1999.
Meyer, Jonathan, Great Exhibitions (1851-1900), Suffolk 2006.
Pamukciyan, Kevork, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar, İstanbul 2003.
Reports On the Paris Universal Exhibition 1867, (Executive Commissioner),
London 1868.
Tekdemir, Aziz, “Ticaret Nezareti 1839-1876”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul 2010, (Basılmamış Doktora Tezi),
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
17
AZİZ TEKDEMİR
Sultan Abdülaziz’in Fransa İmparatoru III. Napolyon tarafından karşılanması.
İstanbul Gazetesi, nr. 1, s.1, 24 Eylül 1867.
Champ de Mars’dan Genel Görünüm (Jonathan Meyer, Great Exhibitions (18511900), 2006, s. 172.)
18
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6,Temmuz-2013, s. 1-19
1867 PARİS SERGİSİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN SERGİYİ ZİYARETİ
Mısır’ın Sergi Alanı (İstanbul Gazetesi, nr. 6, s. 44 (6 Eylül 1868)
Sergi Binasının Genel Planı (Executive Commissioner, Reports On the Paris
Universal Exhibition 1867, London 1868.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 1-19
19
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE
TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞ-RODOSÇUK
LİMANI
Hacer ATEŞ
ÖZ: Bizans’ın son dönemlerinde küçük bir şehir olan Tekirdağ Osmanlı
hâkimiyetine geçtikten sonra bilhassa İstanbul’un fethiyle birlikte yeni başkentin
ihtiyaçlarının karşılanması ve şehre göçürülen nüfus kitlelerinin iâşesinin temini
hususunda önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Bu doğrultuda özellikle TekirdağRodosçuk limanının devlet tarafından hububat transferi için açıkça teşvik
edilmesiyle birlikte hububatın yanı sıra Rumeli’den gelen et, meyve ve sebze gibi
temel ihtiyaç maddelerinin düzenli olarak sağlanması işini de Rodosçuk limanı
üstlenmiştir. İstanbul iaşesi temininin yanı sıra Avrupalı tüccarların da Rumeli’den
getirdikleri malları Akdeniz üzerinden Avrupa’ya naklettikleri bir yer olan Tekirdağ
kısa zamanda uluslararası bir ticaret merkezi haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tekirdağ, Rodosçuk, Ticaret, Liman, Akdeniz.
TRADE IN A PORT C ITY IN NORTHERN MARMARA: THE T EKİRDAĞ-R ODOSTO PORT IN THE 16TH
CENTURY
ABSTRACT: Tekirdağ, which was a small city in the late Byzantine era, started to
play a crucial role under Ottoman rule in providing needs for the new capital and
masses which were transported to the new capital with the conquest of Istanbul. In
this sense with the incentives from state for crop transportation Rodosçuk Port
undertook the regular provision of basic needs such as meat, fruit and vegetable
coming from Rumelia as well as crops. Tekirdağ, which was a place where goods of
European merchants brought from Rumelia were transported to Europe via
Mediterranean and provision for Istanbul was supplied, turned into an international
trade center in a short time.
Keywords: Tekirdag, Rodosto, Mercantile, Seaport, Mediterranean.
Giriş: Antik dönemlerden itibaren Marmara bölgesinin önemli ticaret
merkezlerinden biri olan Tekirdağ mevcut limanı sayesinde bu özelliğini
tarihin tüm zamanlarında korumuştur. Bizans idaresinde de imparatorluğun
batı bölgesindeki ürünlerin başkent İstanbul’a sevk edilmesinde önemli bir
görevi üstlenmiştir. IV. Haçlı Seferi neticesinde şehir Venedik idaresine
bırakılmış ve ardından Venedikliler Tekirdağ’a büyük bir liman ve han

Yrd. Doç Dr., Trakya
[email protected]
Üniversitesi
Edebiyat
Fakültesi
Tarih
Bölümü,
HACER ATEŞ
yaparak doğu Akdeniz’deki ticaret kolonilerine bir yenisini daha
eklemişlerdir1.
Osmanlıların bölgeyi fethetmeleriyle birlikte Tekirdağ aynı özelliğini
korumaya devam etmiş hatta İstanbul’un fethi ile birlikte sarayın ve
İstanbul’daki askerî sınıfın iâşesinin temini, Tekirdağ-Rodosçuk iskelesinin
önemini daha da arttırmıştır. Rodosçuk, Rumeli’den gelen başta hububat
olmak üzere bazı temel ihtiyaç maddelerinin düzenli olarak başkente
taşınması işini üstlenmiştir. İstanbul’un istek ve beklentileri doğrultusunda
organize edilen bu liman şehri, canlı bir ticarete sahne olmuş ve kısa
zamanda uluslararası bir ticaret merkezi haline gelmiştir.
Şehrin çoğu ticarî geliri Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki câmi ve
imaretinin masraflarını karşılamak üzere Fatih evkafına dâhil edilmiştir.
Yine takip eden yıllar içerisinde üst düzey devlet görevlileri ve ulemadan
kimseler Tekirdağ’da çeşitli ticari yapılar inşa ederek bu ticari hareketliliğe
dâhil olup hem başkent İstanbul’daki hem de ülkenin birçok yerinde bulunan
vakıflarına finansman sağlamışlardır. Fatih devri ulemasından Mevlânâ
Kırımî, Rodosçuk’ta bir kervansaray ve yine aynı dönemlerde Mevlânâ
Yegânzâde Ahmet Çelebi de iskele tarafında bir han inşa ettirmiştir.
Tekirdağ-Rodosçuk iskelesindeki en önemli yapı ise XV.yy’da Çandarlızâde
İbrahim Paşa tarafından inşa ettirilen iki katlı handır.
XVI.yy’ın ikinci yarısında ise Rüstem Paşa şehirdeki ticari aktiviteyi
değerlendirerek gelirlerine yenilerini katmak amacıyla bazı girişimlerde
bulunmuştur. Bu doğrultuda şehirde Taş İskele ismiyle anılan ikinci iskele
Rüstem Paşa tarafından inşa olunarak şehirde yeni bir ticari merkez
oluşturulmuştur2. Taş iskelenin hemen yakınlarında ise Rumeli’den gelen
malların depolanabileceği çok sayıda mahzen de inşa edilmiştir.
Kısa sürede gelişen ve yoğunluğu hızla artan bu ticari hareketlilik
Tekirdağ merkezli iki önemli ticaret ağının gelişmesine yol açmıştır.
Bunlardan birincisi İstanbul iaşesi temininde gelişen iç ticaret ağı ikincisi ise
1
2
1204’de İstanbul’un Latinler tarafından işgali neticesinde kurulan Latin imparatorluğu
bünyesinde Tekirdağ, Venediklilerin denetimine bırakılmıştır. Ancak Venedikliler 1204’ten
önce de Tekirdağ taraflarına gelmiş ve şehir Bizans idaresinde olmasına rağmen daha
1150’lerde şehrin dışında bir Frank Mahallesi kurmuşlardır. Bu mahallede bir fondaco
(han), bunun yanında Meryem Ana’ya adanmış hastane ile bahçesini kapsayan bir kilise de
bulunmaktaydı. W. Heyd, Yakın-Doğu Ticareti, çev. Enver Ziya Karal, Ankara 1975, s.
265- 266.
İskelenin yeri, özellikleri ve şehirdeki fonksiyonu için bkz; Hacer Ateş, “Kuzey Marmara
Sahilleri ve Art Alanında Şehirleşmenin Tarihi Süreci: XVI.-XVII. Yüzyıllarda Tekirdağ ve
Yöresi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2009, (Basılmamış
Doktora Tezi), s. 90.
22
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
doğu Akdeniz ticaretinde hâkim olan Latin tüccarların oluşturduğu
uluslararası ticaret ağıdır. Her iki ticaret güzergâhı imparatorluğun hatırı
sayılır bölgelerini içine alan bir coğrafyayı kapsamaktadır.
İstanbul İaşesi Temininde Gelişen İç Ticaret Ağı: İstanbul iaşesi
temininde gelişen iç ticaret ağı kendi içinde de yeni kollar yaratmıştır.
Bunlardan ilki Gelibolu, Hayrabolu, Malkara, Çorlu ve Edirne’ye kadar
uzanan kazâ ve şehirlerin oluşturduğu geniş coğrafyayı içine almaktadır.
Tekirdağ kırsalında ve civarındaki kazalarda yetiştirilen ürünlerin özellikle
buğdayın “akreb bâzâra götürülüp satılması kanunen zorunlu olduğundan
Hayrabolu, Keşan, Malkara İpsala, Uzunköprü, Vize, Kırkkilise3 gibi yakın
kazâlarda hâsıl olan ürünlerin matbâh-ı âmire görevlilerince satın alınmak
üzere Tekirdağ-Rodosçuk limanına getirilmesi zorunlu kılınmaktaydı4. Bu
organizasyonun devamlılığını sağlamak üzere sayısız belge ve dokümanda
karşımıza çıkan “kadîmden verilegeldiği”5 ya da “kadimden olageldiği
üzere” tâbiri bu işleyişin geleneksel yapısını göstermek açısından da ayrı bir
önem taşımaktadır6. Saray adına kilâr-ı âmire ya da matbâh-ı âmire için
gönderilen çavuşlar, belirlenmiş köy ya da mahallelerden narh-ı rûzî (ya da
narh-ı cârî) üzerinden istenen miktarda alım yapmakta idiler.
Tekirdağ tarımsal art alanında (bağlı köyler) ve civar kazalarda yaşayan
köylülerin ürünlerini Rodosçuk’ta satmak mecburiyetinde olması yakın
bölgedeki halkın Rodosçuk’a gelmesini zorunlu kılan bir ticarî ağ
oluşturmaktaydı. Sicil kayıtlarından anlaşıldığı üzere kırsal kesim ile kazanın
merkezi olan Rodosçuk arasında oldukça sıkı bir ticari ilişki bulunmaktaydı.
İncelenen tahrîr defterleri ve sicil kayıtlarından köylerde herhangi bir pazarın
kurulmadığı anlaşılmakla birlikte merkezle köy ya da köylerin kendi
aralarında hareketli bir ticaretin söz konusu olduğuna dair örnekler
bulunmaktadır7. Kırsalla merkez arasındaki bu yakın ilişki hesaba
katıldığında seyyar satıcıların, yakın köylere giderek satış yaptığını
düşünmek pek de yanlış olmasa gerektir. Bu hususta ticaret örüntüsü içinde
3
Rodosçuk Şeriyye Sicili [=RSŞ]. nr. 1550, 50 a.
RŞS. nr. 1551, 65a.
5
RŞS. nr. 1551, 85b.
6
Adı geçen kazâlardan bazı kimselerin hâsıl olan terekelerini (hububat) Rodosçuk iskelesine
götürüp satmayıp ambarlarında muhafaza ederek İstanbul’dan zahire cem’ine gelen gemi
reislerine yüksek fiyat ile sattıklarının duyulması üzerine Rodosçuk kadısından bu olayı
tahkik ederek bu şekilde hareket edenlerin uyarılması ve kadimden olageldiği üzere
Rodosçuk iskelesine götürüp satmalarını sağlaması istenmiştir. RŞS. nr. 1551, 85 b.
7
Tekirdağ kazasına bağlı Büyük Banarlı karyesinden Recep [v.] Ahmet’in, Çanakçı karyesine
ipekli bohça satmak için gittiği sicil kayıtlarından anlaşılmaktadır. RŞS. nr. 1544, 52a.
4
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
23
HACER ATEŞ
Rodosçuklu kadınların da aktif rol aldıkları çeşitli tekstil ürünlerini ve
baharat gibi ihtiyaç maddelerini köylere götürüp sattıkları anlaşılmaktadır8.
İstanbul iaşesi kapsamında bu yakın bölgelerin yanı sıra TekirdağRodosçuk ile bağlantılı olan ikinci bir güzergâhın oluştuğuna yukarıda
değinilmişti. Bu güzergâh Selânik, Filibe ve Edirne gibi Rumeli şehirleri ile
Trablusşam, Mısır ve Batı Anadolu şehirlerini geçerek Adalar üzerinden
Rodosçuk ve İstanbul’a uzanan sahil şeridini içine alan coğrafya olarak
tanımlanabilir9. Mısır ile İstanbul arasındaki deniz yolunun tamamen
Osmanlıların eline geçmesi ve Akdeniz sahillerinde güvenliğin sağlanması
pahalı ve daha tehlikeli olan kara taşımacılığını ikinci plâna itmiştir. Bu
dönemde İzmir gibi bazı liman şehirlerinin yıldızı parlamış yeni ticarî
güzergâhlar oluşmuştur10. İzmir limanı tıpkı Rodosçuk limanı gibi tarımsal
art alanının ürün fazlalığının pazarlandığı bir bölge pazarı halini almış, Batı
Anadolu’nun ürünlerinin depolandığı bir merkez olarak gelişme göstermiştir.
XVI. yüzyılın sonlarında Latin tüccarlar İzmir’den yün, demir, soğan,
tereyağı, kara üzüm, sabun, deri, zeytinyağı, zeytin, bal mumu, pamuk, kara
meşe ve keten dokumaları Avrupa limanlarına taşımaktaydı11. Bunun yanı
sıra Batı Anadolu’nun üzüm, incir gibi yaş ve kuru meyveleri de İzmir
limanından hareketle Rodosçuk limanına getirilip depolandıktan sonra
ihtiyaç doğrultusunda Rodosçuk’tan İstanbul ya da Edirne sarayına
gönderilmeyi beklemekteydi.
Kıyısında Tekirdağ’ın da bulunduğu Marmara Denizi iç trafiği de bu
ticaret ağının başka bir ayağını oluşturmakta idi. Tekirdağ nasıl Rumeli’nin
dünyaya açılan kapısı olarak nitelendiriliyorsa Bursa da ipek yolunun
nihayetlendiği nokta olarak Anadolu’nun ticaret kapısını oluşturmaktaydı.
Anadolu’dan gelen malların Rumeli’ye sevkinde Edirne sarayının beklentisi
doğrultusunda iki şehir arasında da bir ticari ilişki kurulmuştu. Bursa
müstakil olarak başkentin ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte TekirdağRodosçuk vasıtasıyla Eski saray Edirne’nin de ihtiyaçlarının karşılanmasında
takviyelerde bulunmaktaydı.
8
Birbirini takip eden kayıtlarda Teslime adlı kadının Rodosçuk’ta muhtemelen toptan mal
satan Kurt adlı birinden mal alıp (fülfül/karabiber, makrama, keten bezi, yorgan gibi)
köylerde sattığı kaydedilmektedir. RŞS. nr.1526, 12a.
9
Rodosçuk iskelesinden Trablusşam iskelesine mal sevkiyatı yapıldığına dair kayıt
bulunmaktadır. Ancak bu malların nelerden ibâret olduğu ise belirtilmemiştir. RŞS. nr.1544,
11a.
10
Batı Anadolu’dan geçen kervan yollarının önemini yitirmesiyle, varlıkları bu kervan yoluna
bağlı olan limanlar da âtıl kalmıştır. Suraiya Faroqhi, Batı ve Orta Anadolu’da Şehirleşme
ve Ticaret, (Hacettepe Üniversitesi Basılmamış Doçentlik Tezi) Ankara 1980., s. 206.
11
Daniel Goffman, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), çev. Ayşen Anadol- Neyyir
Kalaycıoğlu, İstanbul 1995, s. 41.
24
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
Ticaretin devamlılığı ve sekteye uğramaması için ticaret yapılan yerin
güvenli olması şüphesiz çok önemli idi. Ticaret güzergâhının savaş olan
bölgelere yakınlığı ya da korsan saldırılarına açık bir liman olup olmaması
bu hususta belirleyici bir rol oynamaktaydı. Rodosçuk, iç denizde bir iskele
olduğundan herhangi bir korsan saldırısı söz konusu değildi. Ayrıca şehrin
Osmanlı sefer güzergâhı içinde bir kol oluşturmaması Rodosçuk halkı için
bir avantajdı12. Ancak yapılacak herhangi bir sefer hazırlığının dahi bölge
ticaretini sekteye uğrattığı ve ticari faaliyetleri aksatarak şehrin ticarete bağlı
gelirlerinde düşmeye sebep olduğu anlaşılmaktadır13.
Tekirdağ-Rodosçuk limanına yukarıda da bahsedildiği üzere gerek kara
yolu gerekse deniz yolu ile çok sayıda şehir ve bölgeden çeşitli ürünler
gelmekteydi. Balkanlar ve Edirne’den toplanan buğday, deri, yapağı, demir
gibi ticari metalar Rodosçuk iskelesine genelde kara yolu ile getirilmekte ve
bu malların taşınması işinde genellikle deve, at ve merkeplerden
faydalanılmaktaydı. Develer, uzun yol koşullarına dayanıklı hayvanlar
olması sebebiyle yük taşımada tercih edilmekte idi. Devlete ait (mirî)
malzemelerin taşınması için genellikle mirî develer kullanılmaktaydı.
Tekirdağ’ın kuzey batı sınırında bulunan Hayrabolu Mirî Ahırı, develerin
bakılıp beslendiği yerlerden biri olarak organize edilmişti14. Rumeli şehirleri
ile Tekirdağ arasında yük taşıyan mirî develerin Rodosçukta konakladıkları
yer ise Yegânzâde hanı idi15. Bu hanın yanı sıra diğer tüccarların da yük
taşıma işinde kullandıkları develer için Rodosçuk’ta özel yerlerin olduğu
anlaşılmaktadır. Tırhalalı bir tüccarın Rodosçuk’a geldiğinde 3 devesini deve
emanetçisine bıraktığı ve bu develerin bakımı için günlük 25 akça ödediği
12
İlber Ortaylı, Rodosçuk’un doğrudan Avrupa yolu üzerinde olmaması sebebiyle Avrupa
elçilerinin özellikle Habsburg elçilik alayların kabulünde yapılan ağır masrafların
yükümlüğünden halkın kurtardığına değinmektedir. İlber Ortaylı, “16. Yüzyılda Rodosto
(Via Egnatia’nın Marmara’daki Uzantısı)”, Sol Kol Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia (
1380- 1699), Ed. Elizabeth A. Zachariadou, İstanbul 1999. , s. 217.
13
Bosna Beylerbeyi’nin 1603 yılında sefer-i hümâyuna katılmak için Rumeli’ye gelişi
esnasında Rodosçuk ticari art alanını oluşturan bölge halkının korkudan iskeleye gelmemesi
üzerine Rodosçuk’ta bâc-ı pazar mukataasını tutan mültezimin bundan dolayı zarar ettiğini
bildirmesi konunun önemi açısından anlamlı bir örnektir. RŞS. nr. 1544, 11a.
14
Bununla ilgili Başbakanlık Arşivi’nde çok sayıda belge bulunmaktadır. Örneğin,
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), MAD. nr. 9878.
15
İskele tarafında bulunan Yegânzâde hanındaki mahzenleri kiralayan bir mültezim, mîri
develerin mahzenlerin kapısını ve aralarında olan duvarı yıkıp harap etmesi ile bu
mahzenlerin buğday koymaya elverişli olmadığı sebeple mahzenlerin 10 ay boş kaldığını
belirtmektedir. RŞS. nr. 1511, 75b.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
25
HACER ATEŞ
kayıtlıdır16. Ticari metalar develerin yanı sıra at, merkep, öküz ile bu
hayvanlara koşulmuş arabalarla da taşınmakta idi17.
Samakov, Filibe ve ya Edirne’den Rodosçuk iskelesine mal getirecek
olan tüccarlar, ticaretini yaptıkları malın cinsi ve miktarına göre arabacılarla
pazarlık yaparak bu sevkiyatı gerçekleşmekteydi. Örneğin demir ticareti ile
uğraşan Hacı Rûşen adlı tüccarın Samakov kantarı ile 100 kantar demiri
Rodosçuk iskelesine getirmek için Samakov arabacıları ile 1420 akçaya
anlaştığı görülmektedir18. Başkentle birlikte pek çok şehrin ve vakfın pirinç
ihtiyacını karşılayan Filibe’den de Rodosçuk iskelesine pirinç nakli yine at
arabalarıyla yapılmaktaydı.19. Mısır, İzmir ve Ege adalarından gelen ticari
metalar aynı güzergâhtan Edirne ve Balkanlar’a yine aynı usûlde taşınmakta
idi.
Şehir
Edirne
Samakov
Filibe
Bursa
Eflak
Dimetoka
Gelibolu/İnözKavak
Marmara Adası
İzmir
Mısır
Ticari Mallar
Deri, kürk, kalay
Ham demir, çelik, çivi, demirden mamul aletler
Başta pirinç olmak üzere çeşitli tahıl ürünleri ve aba
Kestane, buz, esir,
Deri, kürk, mum yağı
Başta buğday olmak üzere çeşitli tahıl ürünleri ve sair
hammaddeler
Tuz
Mermer ve zeytin
Başta kuru üzüm olmak üzere çeşitli yaş ve kuru meyveler,
keten, tulum peyniri, mazı, zeytin, sabun, zeytinyağı, penbe,
kirpas. Ayrıca Batı Anadolu’da yetişen bazı ürünler (Örneğin
Sandıklı’dan Afyon).
Pirinç, mercimek, şeker, biber, karanfil, baharat, kahve ve
keten
Tablo 1 Rodosçuk Limanına Gelen Ticari Mallar.
Latin Tüccarların Ticari Faaliyetleri: Rumeli’nin farklı bölgelerinden
ticari değer taşıyan çeşitli ürünler Tekirdağ-Rodosçuk limanı sayesinde ülke
16
RŞS. nr.1552, 66a.
RŞS. nr.1560, 1a.
18
Hacı Ruşen’in bundan daha düşük bir fiyat önermesi ve ücreti vermemesi üzerine arabacılar
kadıya gitmişler ve pazarlıklarının mezkûr fiyat üzerinden olduğunu bildirip şikâyet
etmeleri üzerine diğer arabacıların fiyatlarını örnek göstererek ilk önce anlaştıkları fiyatı
almayı hak kazanmışlardır. RŞS. nr. 1514,
19
Filibe kazâsı Kara Reis köyünden Mustafa b. Yunus, Sultân Selim Han imâreti için 31
müdd Filibe pirincini her kilesi 8 akça üzerinden taşınması için arabacılarla anlaşmış ve üç
arabaya yüklediği pirinci Rodosçuk iskelesine getirmiştir. RŞS. nr. 1526, 30a.
17
26
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
dışına gönderilmekte ve Tekirdağ bu hususta Rumeli’nin dünyaya açılan
kapısı olma özelliğini taşımaktaydı. XVI.yy’da Akdeniz havzasında yaşanan
nüfus artışıyla birlikte temel besin maddelerine olan ihtiyaç artmış, bu da
Latin devletlerini daha çok buğdayı taşımaya sevk etmiştir20.
Akdeniz limanları ile İstanbul ve Tekirdağ arasında gerçekleşen bu yoğun
buğday ticareti trafiğinin sürekliliği iyi bir organizasyonu zorunlu
kılmaktaydı. Venedik ve Ceneviz tüccarları, geleneksel olarak bunu başarılı
bir şekilde yürütmekteydiler. Özellikle Venedikliler, Bizans döneminden
itibaren Rumeli buğdayının Lâtin devletlerine taşınmasında en büyük rolü
üstlenmişlerdi. Bizans İmparatoru’nun 12 Ekim 1155’te Pisa ve Venedik
gibi İtalyan devletlerine tanıdığı ticari hakları başka bir İtalyan devleti olan
Ceneviz’e de tanıması, Ege sularında bu ticari rekabeti en üst seviyeye
taşımıştı21. IV. Haçlı Seferi sonunda İstanbul’un Latinler tarafından işgali
neticesinde meydana gelen yeni idari sistem içinde Venediklilerin buğday
ticaretini kontrol edebilecekleri liman bölgelerini idareleri altına almış
olmaları Venediklilerin bu konuda Akdeniz havzasında oynadıkları tarihsel
rolü ve ısrarlarını ortaya koymak adına manidardır22.
Bu gruba en son katılan devlet ise Dubrovnik (Raguzalılar) olmuştur23.
Dubrovnik ile Osmanlılar arasındaki ilişkiler Sultan II Murad (1421-1451)
zamanında başlamıştır. 1433’te Bosna kralı ile arasında çıkan anlaşmazlık
yüzünden Osmanlılardan yardım istemesi, Dubrovnik şehir devletinin
sultanın hâkimiyetini resmen tanımasına vesile olmuş ve bu hususta yardım
istemeye gelen elçi yıllık 500 duka haraç ödemeyi de vaat etmiştir24.
Akdeniz’in önemli liman kentlerinde olduğu gibi XVI.yy.’da Venedik,
Ceneviz ve Dubrovnik’li tüccarların Rodosçuk’ta da uluslararası ticaretin en
önemli aktörleri olarak ön plana çıktıkları görülmektedir. Sicil kayıtlarındaki
verilere göre Lâtin tüccarların İstanbul (Galata) merkezli ticari faaliyetlerini
Tekirdağ’da bulunan ajanları (yetkili kişileri) vasıtasıyla yürüttükleri
anlaşılmaktadır25. Latin tüccarların bu uygulamayı başka Osmanlı
20
Akdeniz havzasındaki şehirlerin temel besin maddelerini buğday, üzüm (şarap) ve zeytin
(zeytinyağı) oluşturmaktaydı. Özellikle buğdayın yokluğu şehirlerde kıtlık ve akabinde buna
bağlı hastalıkların meydana gelmesine sebebiyet vermekteydi. Venedik şehri için bkz:
Fernand Braudell, Akdeniz- Mekân ve Tarih, çev. Necati Erkurt, İstanbul 1990. s. 27-29.
21
Aldo Gallotta, “Ceneviz”, DİA, C.VII, İstanbul 1993, s. 363
22
W. Heyd, a.g.e., s. 266.
23
Halil İnalcık , a.g.e., s. 312.
24
Dubrovnik (Raguza)’in Türklerle ilk teması ise Aydınoğulları ile olmuştur. XIV.yy’ın
ortalarından itibaren Dubrovnik gemileri batı Anadolu limanlarından aldıkları buğdayı
İtalyan devletlerine taşımaya başlamışlardır İdris Bostan, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı
Denizciliği, İstanbul 2006, s. 249.
25
Bu hususta oldukça fazla kayıt bulunmaktadır ki bunlardan bazıları; RŞS. nr. 1512, 8a; RŞS.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
27
HACER ATEŞ
şehirlerinde de gerçekleştirdikleri görülmektedir26. Bu hususta Venedikliler
savaş zamanlarında dahi bütün cezaları göze alarak gerek yasal gerekse
kaçak yollardan Latin devletlerine buğday taşıma işini sürdürmüştür. Bu
tüccarların Rodosçuk iskelesinden yoğun olarak talep ettikleri ürünlerin
başında buğday, ikinci sırada ise deri ve yapağı gelmekte idi. Daha çok iç
piyasaya hitap etmesine rağmen şarap da ihraç edilen ürünler arasında
bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra bal mumu ve penbenin (pamuk) de bu
memnu metalar27 listesinde bulunmasına rağmen zaman zaman yasal
olmayan yollardan ülke dışına çıkarıldığı anlaşılmaktadır28.
İhraç edilen ürünlerin serbest ya da memnu olarak sınıflandırılmasının
devletin ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen bir kural olduğunu söylemek
yanlış olmasa gerektir. Zîra savaş zamanlarında ya da kıtlık gibi durumlarda
çoğu stratejik [varlığı ya da yokluğu büyük kitleleri ilgilendiren ekonomik
değere sahip ürünler] ürüne yasak konduğu bilinmektedir. Bu memnu
ürünlerden buğday, temel besin maddelerinden biri olması sebebiyle stratejik
ürünler arasında sayılabilir. Başkentin kalabalık nüfusu ve askerî sınıfın
beslenmesi için buğdayın mümkün olduğunca ülke içinde tutulması için çaba
sarf edilmiş, bu hususta çok sıkı tedbirler alınmıştır.
Buğdayın özellikle savaş zamanlarında düşman devletlerine satışı
kesinlikle yasaktı29. Ancak ürün fazlası olduğu durumlarda sulh halinde
olunan devletlere buğday satışının yapılması ahidnâmelerce tespit edilen
kurallar içinde serbestti. Rodosçuk iskelesinden buğday almaya izinli olan
tüccarlar ya da gemi reisleri belirlenmiş gümrük kurallarını yerine getirmek
koşuluyla gemilerini yükleyerek tezkerelerini alıp Gelibolu’dan serbestçe
geçebilmekte, aksi takdirde böyle bir nakliyat söz konusu olmamaktaydı.
İstanbul Gümrük bölgesi Avrupa tarafında Karadeniz kıyısındaki Varna’dan
Gelibolu yarımadasındaki Kilidbahir veya Eceovası’na kadar bütün liman ve
iskeleleri kapsıyordu30. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla İstanbul’dan
nr.1514, 15a; RŞS. nr. 1522, 48a.
Ceneviz, Venedik ve Floransalı tüccarların Bursa, Edirne, İstanbul, Gelibolu gibi şehirlerde
işlerini ajanları tarafından yürüttükleri bilinmektedir. Bkz. Halil İnalcık, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi(1300-1600), C.I, İstanbul 1996, s. 284-285.
27
Memnu ürünler hususunda bkz. Zeki Arıkan, Osmanlı İmparatorluğu’nda İhracı Yasak
Mallar (Memnu Metalar), Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, 279-306
28
Gön ve sahtiyan ve bal mumu ve yapağı ve penbe (pamuk) ve bunun gibi memnu olan
metayı tahmil edip dârü’l-harbe vesâir vilâyetlere gönderildiğinin duyulması üzerine buna
engel olunması ve adı geçen metaların İstanbul’a gönderilmesi için Rodosçuk ve Silivri
kadılarına gönderilen hüküm, BOA. MD. XXII, 294/58.
29
Buğdayın harice verilmemesi hususunda çok sayıda kayıt bulunmaktadır. Bunlardan
bazıları; BOA. MD. V, 238/615; MD. XXIII, 209/441; MD. XXVI, 61/161; MD. XLVI,
312/709; MD. XLIX, 146/485.
30
Halil İnalcık, a.g.e., s. 245.
26
28
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
Gelibolu’ya kadar olan kısım aynı mukataa altında toplanmakta idi. Bu
mukataa kalemi içinde Tekirdağ-Rodosçuk gümrüğü Galata, Ereğli ve
Gelibolu ile birlikte İstanbul Gümrüğü’ne tabii idi31.
Gümrüklerde ticari metadan alınacak olan gümrük vergileri ad valorem
yani hükümet temsilcisinin yahut gümrük mülteziminin takdir ettiği değer
üzerinden hesaplanırdı32. Ticari sistem içinde Osmanlı tebaasındaki Müslim
ve Gayr-ı Müslimlerden farklı miktarlarda gümrük alındığı görülmektedir 33.
Gümrüğün haricinde yabancı tüccarlardan dellâliye ücreti de alınmakta idi34.
Venedikli ve Dubrovnikli tüccarların bu uygulamadan pek de memnun
olmadıkları söylenebilir. Venedikli tüccarların itiraz etmesine rağmen
“gümrük verenlerin dellâliye de verdikleri” şeklinde çıkan kararlardan iskele
eminlerinin bu hususta esnek davranmadıkları ve anlaşma maddelerini
uyguladıkları görülmektedir. Ancak Venedikli tüccarlar bu konuda ısrar
edilmesi halinde Silivri ya da başka iskelelerde yükleme yapacaklarını
söyleyerek idarecileri tehdit etmekten geri kalmamışlardır35. Aynı şekilde
yine Dubrovnikli tüccarların da dellâliye ücreti vermemekte ısrar ettikleri
anlaşılmaktadır36.
Dubrovnikli tüccarlar, Osmanlı limanlarından deri alıyor dönüşte
Osmanlı topraklarına çuka getiriyorlardı37. Getirdikleri çukaları her şehirde
farklı gümrük oranlarında satmakta idiler. Sicil kayıtlarındaki bilgilere göre
Dubrovnikliler’den İstanbul’da ve Galata’da sattıkları maldan %5, Edirne ve
Bursa’da sattıklarından %3, bunların dışındaki yerlerde satarlarsa bu
sattıkları metadan da %2 akça gümrük alınıyordu. İstanbul iaşesi için mal ve
ürün getiren bütün tüccarlara gümrük vergisinde indirim yapılmakta bu da
31
İstanbul ve tevabii gümrük mukataaları için bkz. D.MMK.,46/1, 55/2; D.MMK. İGE. 1/52.
Mübahat S. Kütükoğlu, “Gümrük”, DİA, XIV, s. 263- 268; bu hususta Halep’teki Venedik
konsolosunun mektubuna göre, 1596 yılında ithal edilen mallara gümrük binasında değer
biçilirken yerel piyasa fiyatları üzerinden bu işlemin yapıldığı belirtilmektedir. Bkz. Halil
İnalcık, a.g.e., s.249.
33
RŞS. nr. 1544, 24a.
34
Dellâliye ücreti alıcı ile satıcı arasında aracılık yapan kimsenin bu iş mukabilinde aldığı
ücrettir. Fatih Kanunnâmesinde bu %1 nisbetinde tesbit edilmiştir. Bu oran farklı yerlerde
farklı miktarlarda uygulanmakta idi. Yusuf Halaçoğlu,“ Dellâl”, DİA, XIX, s. 145-146;
Ayrıca bkz. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh
Defteri, İstanbul 1983, s. 287.
35
RŞS. nr.1530, 156a.
36
RŞS. nr.1530, 119a.
37
Dubrovnikliler Rodosçuk’un yanı sıra Karadeniz sahillerinden özellikle Bulgaristan-Varna
limanı üzerinden de deri alımı yapmaktaydılar. Silistre, Prevadi, Dobruca bölgesinden
toplanan deriler Dubrovnikliler tarafından satın alınıp Ankona, Venedik ve Ceneviz
limanlarında satılmaktaydı. Bkz. F.W. Carter, “The Commerce of the Dubrovnic Republic,
1500-1700”, The Economic History, 24/3, 1971 (London), 376-378.
32
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
29
HACER ATEŞ
yine Müslim-Gayrımüslim olma haline göre değişiklik göstermekteydi.
Müslüman tüccara İstanbul’a mal getirip sattığında uygulanan gümrük resmi
%2’den %1’e, Gayrı Müslim tüccara (belgelerde Kâfir ve Yahudi olarak
belirtilmiştir) ise %4’den %3’e indirilmekteydi38 .
İhraç edilen buğdayların başında öncelikli olarak hâslardan elde edilen
mahsûller gelmekteydi. Edirne ve Dimetoka hâsları mahsullerinden olan
buğdayların çoğu Venedik ve Ceneviz tüccarları tarafından satın alınmakta
idi39. Halkın elindeki buğday ise daha düşük bir fiyatla iç piyasa
gereksinimini karşılamak amacıyla kullanılırken, hâsların mahsûlleri daha
yüksek bir fiyatla dış piyasaya pazarlanmaktaydı. Bu çok kâr getiren buğday
ticaretinden faydalanmak isteyen üst düzey devlet görevlileri sahip oldukları
has topraklarını daha çok kazanç getireceğini bildikleri yerlerle takas etme
yoluna gitmişlerdir.
Diyarbakır timar defterdarı olan Murad Çelebi’nin Tekirdağ, Çorlu ve
Silivri kazaları dâhilindeki bazı köylerde bulunan zeametinin, Kanûnî Sultan
Süleyman’nın damadı ve vezîriâzamı Rüstem Paşa hâslarına ilhak olunması
bu hususta oldukça mânidardır40. Bu yoğun buğday ticareti göz önünde
bulundurulduğunda Tekirdağ sahilinde ikinci bir iskelenin Rüstem Paşa
tarafından yaptırılması da tesadüf değildir41. Rüstem Paşa’nın buğday
ticaretinde aktif bir rol oynadığı yabancı yazarların da dikkatinden
kaçmamıştır 42. Tekirdağ-Rodosçuk iskelesinde, üst düzey devlet adamlarına
ait malları taşıyan gemilerden gümrük alınmamaktaydı. Bu gemilerin reisleri
ya da görevlilerin eline gümrükten muaf tutuldukları hususunda emr-i şerif
verilmekte
böylece
gümrüklerden
ücret
ödemeden
geçmeleri
sağlanmaktaydı. Ancak bu muafiyetten faydalananların bunu kötüye
kullanarak, aldıkları buğday ya da başka metaları deryâya bey’ etmemeleri
yani açık denizlerde satmamaları tembih edilmekte idi43.
Latin tüccarların buğday ticaretinde bu denli ısrarları üzerine
kaçakçılığının önüne geçilmesi için pek çok emir çıkarılmakla birlikte
belgelerinin sayısındaki artıştan da anlaşıldığı üzere alınan tedbirlerin
yetersiz kaldığı görülmektedir. Kıyı bölgelerinde yaygın olarak yürütülen
kaçak buğday ticaretine ilişkin belgelerde % 20 fazla fiyat veren vurguncu
38
İstanbul iaşesi için %1 akça ref’ olunmakta idi. RŞS. nr. 1544, 24a.
RŞS. nr. 1512, 8a.
40
RŞS. nr. 151, 62b.
41
Tekirdağ’ın ekonomik ve ticari kalkınmasında Rüstem Paşa’nın rolü için bkz. Hacer Ateş,
a.g.t., s. 90.- 118.
42
Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, çev. Mehmet Ali
Kılıçbay, Ankara 1994, s. 86.
43
RŞS. nr.1512, 67a.
39
30
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
Avrupalı armatörlere satmak üzere büyük miktarda buğday stoklandığı
görülmektedir 44. Buğday kaçakçılığının önüne geçilmek üzere devlet
tarafından oldukça sıkı tedbirler alınmıştı. Örneğin saray için buğday ya da
başka ürün almaya gelen gemi reislerinin yükledikleri malı doğruca
İstanbul’a götürmeleri hususunda kendilerinden yarar kefil talep
edilmekteydi45. Böylece aldıkları terekeyi İstanbul’dan başka yerlere götürüp
satmaları engellenmiş olacaktı. Limandaki gümrük görevlilerine İstanbul’a
mal getirecek reislerin gemilerine ne miktarda hangi ürünü yüklendiğini
ayrıntılı olarak bir deftere kaydetmeleri ve bu defterleri bir ya da iki ayda bir
kontrol etmeleri hususunda uyarılar yazılmakta idi46. Bunun dışında
buğdayın gemilere çuval ile değil dökülerek koyulması da bu tedbirler
arasındaydı47. Böylece denize açıldıktan sonra terekenin başka bir gemi ya
da kayığa nakledilmesi zorlaşmış olacaktı. Yine aynı dönemde İzmir
limanından da kaçakçılığın önlenmesi konusunda her gemiye bir yeniçeri
koyularak denetim sağlanmaya çalışıldığı ancak başarılı bir sonuç
alınamadığı anlaşılmaktadır48.
Ülke dışına ihraç edilen ürünler yukarıda da bahsedildiği üzere buğdayla
sınırlı değildir. Deri, kürk ve yapağı gibi hammaddelerin yanı sıra şarap ve
kuru meyve gibi yiyecekler de ihraç edilen ürünler arasında idi. Rumeli’den
gelen deri, kürk, yapağı gibi hammaddeler buğday ve diğer tarım ürünleri
gibi Rodosçuk iskelesinden ihraç edilmekteydi. Venedikliler gibi Ceneviz ve
Dubrovnikliler de Osmanlı limanları ile sıkı ticari ilişkiler içinde idiler. Sicil
kayıtlarına nazaran Dubrovnik ve Ceneviz tüccarlarının Rodosçuk
iskelesinden işlenmiş derinin yanı sıra daha çok ham deri, kürk ve yapağı
satın aldıkları anlaşılmaktadır. Tekirdağ art alanında bölgenin en büyük
pazarından biri olan Edirne, Rumeli’den hâsıl olan buğday, deri ve yapağı
gibi ticari metaların toplandığı bir ara merkezdi. Dubrovnikli tüccarlar
Edirne ve civârından aldıkları mallarını kara yolu vasıtasıyla Rodosçuk
iskelesine getirip buradaki mahzenlerde muhafaza ederek daha sonra
gemilere yükleyip ardından tekrar mal almak üzere Edirne’ye
dönmekteydiler. Edirne dışından Rodosçuk’a yakın olan yerlerden de deri
44
Halil İnalcık, Sosyal ve Ekonomik Tarihi I. Cilt, çev. Halil Berktay, İstanbul 2000, s.231;
Rodosçuk limanından yapılan buğday kaçakçılığına ilişkin ayrıca bkz. Suraiya Faroqhi
“İstanbul’un İaşesi ve Tekirdağ-Rodosçuk Limanı (16-17. yüzyıllar)”, ODTÜ Gelişme
Dergisi Özel Sayısı (1979-1980), s. 145-146.
45
RŞS. nr.1549, 68b.
46
RŞS. nr. 1512, 65b.
47
BOA. KK. nr.70, s. 451.
48
Goffman, a.g.e., s. 41.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
31
HACER ATEŞ
getirilmekte idi. Örneğin Çorlu kazâsında toplanan deriler de arabalarla
Rodosçuk iskelesine getiriliyordu49.
Edirne- Dubrovnik arasında deri ticareti yapan tüccarların ticaret merkezi
İstanbul olup tıpkı Venedik tüccarları gibi onların da Rodosçuk’ta vekilleri
bulunmaktaydı. Bu tüccarlar bizzat kendileri ya da vekilleri aracılığı ile deri
ya da diğer malları almak üzere İstanbul’dan deniz yoluyla Rodosçuk’a
oradan kara yolu ile Rumeli’ye geçiyorlardı. Aşağıdaki örnek satın alınan
ürünlerin cinsi, miktarı ve ticareti yönlendirenlerin kimler olduğu ve bu ticari
organizasyonun aktörlerini görmek açısından güzel bir örnektir; XVI.
yüzyılın ikinci yarısında, Galata’da oturan Dubrovnikli Bernardo ve Gabriel
[v.] Covan adlı kardeşler Edirne ve Dubrovnik arasında deri ticareti
yapmaktadırlar. Bu tüccarlarından Bernardo, Edirne civarından aldığı 2658
adet sığır derisini Rodosçuk iskelesindeki İbrahim Paşa mahzenlerinde
depolamış ve tekrar deri almak üzere Edirne’ye gitmiştir. Ancak mezkûr
tüccarın Edirne’de hayatını kaybetmesi üzerine Rodosçuk iskelesinde
depoladığı mallarına Beytülmâl Emîni tarafından el konulmuştur50.
Bernardo’nun Rodosçuk’taki yasal temsilcisi İstepan, derileri teslim almaya
geldiğinde Beytülmâl Emîninin muhalefetiyle karşılaşmışsa da uzun bir
uğraştan sonra derileri almayı başarmıştır. Teslim aldığı malları
Bernardo’nun yasal varisi olan kardeşi Gabriel’e teslim etmek üzere şirketin
Galata’da bulunan yetkilisi gelerek derileri teslim alıp Rodosçuk’tan malın
transferini gerçekleşmiştir51. Örnekten de anlaşılacağı üzere Dubrovnikli
tüccarların bu organizasyondaki merkezleri İstanbul olup Rodosçuk’ta
bulunan temsilcileri ticari faaliyetleri kendileri adına yürütmekte ancak
herhangi bir olumsuz durumda şirket yetkilileri buradan olaya müdahale
etmektedirler.
Birçok hammaddenin ülke içinde kalarak iç piyasaya hizmet etmesini
sağlamak için çeşitli önlemler alınmaktaydı. En belirgini derinin taşınması
ve satışı esnasında konan vergilerin oranları idi. Yerli ve yabancı tüccarlara
göre bu vergi miktarı değişiklik göstermekteydi. Tüccarlar Tekirdağ dışından
kara yolu ile gön getirip mahzenlerde depolarsa 8 akça araba bâcı alınmakta
49
Rodosçuk’ta toplanan derilerin bir kısmı Çorlu kazâsından gelmekte idi. Çorlu’yu besleyen
art alanların ürünleri uluslararası pazara açılan kapı olan Rodosçuk limanına gönderilmekte
idi. RŞS. nr. 1522, 48a.
50
RŞS. nr.1514, 15a.
51
Beytül-mâl Emini olan Mihal b. Kosta tüccar Bernerdo’nun Dubrovnik Beyleri’ne borcu
olduğunu, bu sebeple mallarına el konduğunu bildirmiştir. Ancak bunun üzerine tüccar
kardeşlerden hayatta olan Gabriel’in vekili olan Nikola, ölen Bernerdo’nun Dubrovnik
Beyleri’ne borcu olmadığını ispatlayan belgeyi getirerek müsadere edilen 2658 adet kara
sığırı derisini Bernardo’nun yasal varisi olan kardeşi Gabriel’e intikal ettirmiştir, RŞS.
nr.1514, 63b.
32
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
idi52. Sicil defterlerindeki benzer pek çok kayıttan anlaşıldığı üzere bu
miktarın Rodosçuk iskelesine gön getiren tüm tüccarlar için genel geçer bir
kural olduğu anlaşılmaktadır. Ancak gelen mal depolanmayıp hemen
satıldığı takdirde araba bâcı alınmayıp 40 akçada bir akça bâc alınmakta
idi53. Tüccarlar bu tür vergileri vermemek için çoğu zaman getirdikleri
malları gizlice satma yoluna gitmekte idiler. Rodosçuk limanında gerek deri
gerekse başka memnû metalarda olsun bu tür olaylara oldukça sık
rastlanmakta idi54. Rodosçuk’a gelen ürünlerin satışı esnasında
vergilendirme ve vergi miktarları aşağıdaki gibidir.
Ürün
Cinsi
Satılış Tarzı
Arabayla
Hemen
Geldiğinde Satıldığında
Gön
Araba
başına
8
akça bac-ı
siyah
alınır55.
Bâc-ı
araba
alınmaz,
40 akçada
1
akça
alınır 56.
Hamr Fıçı başına
12
akça
alınır59.
Yapağı
-
Depolandığında Depolanmadan
Gemiye
Yüklendiğinde
Bâc-ı araba 8 İskeleden
akça57
gemilere
yüklendiğinde
mîrî
için
gümrük
alınır58.
-
-
-
-
Bâc ve resm-i
kantar alınmaz
mîrî
için
gümrük
alınır60.
Depolanıp
Satıldığında
-
Bâc
alınmaz
resm-i
kantar
alınır61.
52
Rodosçuk bâc-ı siyah mukataasını tutan Hüseyin b. Abdullah, Otavyani b. Cerine adlı
yabancı tüccardan 8 akça bâc-ı siyâh almıştır. RŞS. nr. 1515, 17a.
53
Kaçak deri yükleyip giden bir tüccarın yakalanması sonrasında bâcı mukataaya tutan
Cafer’in deriden alınan vergiler hususunda ehl-i vukûf Müslümanların görüşleri
doğrultusunda bu minval üzere bâc alınageldiği kaydedilmiştir. RŞS. nr.1518, 49a.
54
Musa adlı Yahudi bir tüccar araba ile kasabaya gön getirmiş ve kendisinden bâc-ı araba talep
edildiğinde gön getirdiğini inkâr ederek böyle bir vergiyi ödemeyeceğini söylemesine rağmen
kasaba sakinlerinden birçok kişi adı geçen Yahudi tüccarın Venedikliler’e 1000 kıta gön
sattığına tanık olduklarını söylemişlerdir. RŞS. nr. 1518, 21a.
55
RŞS. nr. 1518, 108a. ; RŞS. nr. 1515, 17a.
56
RŞS. nr. 1518, 69a; RŞS. nr.1518, 49a.
57
RŞS. nr. 1518, 69a.
58
RŞS. nr. 1518, 53
59
RŞS. nr. 1518,102a.
60
RŞS. nr. 1518, 50a
61
RŞS. nr. 1518, 50a.- 102a.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
33
HACER ATEŞ
Tablo: 2 Rodosçuk’ta Satılan Mallardan Alınan Vergi Miktarı.
Şehirdeki ticaret mekânları; Hanlar ve Kervansaraylar : Şehirdeki
kervansaray, han ve bedesten gibi ticari yapılar, şehrin ticari potansiyelini
yansıtmaları sebebiyle şehrin ekonomisi hakkında oldukça önemli bilgiler
vermektedirler. Bu tür yapıların sayıca fazla olması, ticaretin gelişmişliği ile
alakalı olup şehirdeki ticari aktiviteyi takip etmemize imkân vermektedir.
Bir şehrin büyüklüğü de pazar yeri ve çarşılarının sayısı ile bedesten, han,
kervansaray, dükkânlar, mahzen ve sair ticari yapılarının çokluğu ile doğru
orantılıdır62.
Rodosçuk limanın yakınında Çandarlızâde İbrahim Paşa tarafından üst
katında 42 mahzen, alt katında ise 15 mahzen ile 17 dükkânın bulunduğu iki
katlı bir han inşa edilmiştir63. XV.yy sonlarında yapılmış olan bu yapı
fonksiyon ve bünyesindeki alt birimler itibarı ile büyük bir ticari kompleksi
andırmaktadır. İskeledeki ticaretin merkezi olan bu han bazı sicil
kayıtlarında İbrahim Paşa Çevre mahzenleri olarak da zikredilmektedir 64.
Yine aynı zamanlarda iskele yakınlarında Mevlâna Ahmet Çelebi
(Yegânzâde) tarafından 24 mahzenden oluşan bir han daha inşâ
ettirilmiştir65. XV.yy’da inşa edilen ilk kervansaray ise (Molla) Kırımî’nin
Rodosçuk’ta yaptırdığı kervansaraydır66. Bu kervansaray iskelenin hemen
yukarısındaki “Yukarı Çarşı”da bulunmaktaydı.
XVI. yüzyılda da bu tür yapıların sayısının arttığı gözlemlenmektedir.
XVI. yüzyılın ilk, Rodosçuk’un ise ikinci kervansarayı Minnet b. Hacı Ali
tarafından yapılmıştır. Kervansaray Yukarı Çarşı yakınlarında Eski Câmi
Mahallesi’nde bulunmaktaydı67. Yine Rodosçuk sakinlerinden olduğu
anlaşılan Abdüsselam Bey iskele civarında deniz kıyısında 16 bâb ve 18 bâb
olmak üzere bir han inşa ettirmiştir. 1530’lardan68 sonra inşa edildiği
62
Şehirdeki bina kategorileri ve sayılarının arzettiği önem hususunda bkz. Suraiya Faroqhi,
Osmanlıda Kentler ve Kentliler, çev. Neyyir Kalaycıoğlu, İstanbul 2000. s. 31- 37.
63
Suraiya Faroqhi, 1541 yılına ait tahrir defterine nazaran (TD. 210) adı geçen İbrahim
Paşanın “Makbûl İbrahim Paşa” olduğunu söylemektedir. Suraiya Faroqhi, a.g.m. s. 140;
Hâlbuki Rodosçuk kasabasına ait en eski tarihli tahrir defteri 1515 yılına ait olup bu
defterde de İbrahim Paşa adı zikredilmektedir . BOA. TD. nr. 50 s. 236. Bu husus göz
önünde bulundurulduğunda adı geçen İbrahim Paşa’nın, Makbûl İbrahim Paşa olmadığı,
Çandarlızâde İbrahim Paşa (Halil oğlu) olduğu anlaşılmaktadır.
64
Bu mahzenlerin geliri İstanbul’daki camiine vakfedilmişti. RŞS. nr. 1520, 13a.;
Çandarlızâde İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki evkafı için ayrıca bkz. Tayyip Gökbilgin, XIVXV. Yüzyıllarda Edirne ve Paşa Livası Vakfklar Mülkler-Mukataalar, İstanbul, 1952. s. 425.
65
BOA. TD. nr. 50, s. 243.
66
RŞS. nr.1511,7a.
67
RŞS. nr.1513, 19a.
68
Bu hana ait bilgiler ilk kez 1535 tarihli tahrîr defterinde geçmektedir, bundan önceki
tahrîrde mezkûr han hakkında bir kayıt bulunmamaktadır, BOA. TD. nr. 185.
34
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
anlaşılan bu hanın kendine ait bir de iskelesi bulunmaktaydı69. Yine
iskelenin hemen yanında aynı zamanda bulunduğu mahalleye adını veren
Dizdârzâde Mehmet Bey’e ait kervansaray bulunmaktaydı70. XVI. yüzyılın
ortalarına doğru Kürkçü Sinan Bey71 ve Çavuş Hüseyin Bey72 tarafından iki
yeni kervansaray daha inşâ edilmiştir.
XVI. yüzyılın ikinci yarısında şehrin profilinin değişmesinde Rüstem
Paşa’nın önemli bir rolü olduğu açıkça görülmektedir. Rüstem Paşa şehrin
limanına alternatif bir iskele inşa ederek yeni bir ticaret merkezi oluşmasını
sağlamıştır. Sicil kayıtlarında Taş İskele73 olarak geçen iskele şehrin batı
sahilinde Rüstem Paşa câmiinin hemen aşağısında kurulmuştur. Bu bölgede
han ve kervansarayla birlikte büyük bir külliye inşa ettirmiştir.
İskelenin başında yapılmış olan Rüstem Paşa mahzenleri belli başlı
ürünlerin depolandığı ve muhafaza edildiği yerler olarak ön plâna
çıkmaktadır74. Örneğin buğday75, tuz76 ve donanma için kullanılan demir
malzemeler 77 ve hammadde buradaki mahzenlerde depolanmaktaydı.
Rüstem Paşa mahzenleri adeta mirî depolar haline dönüşmüştür. Bu
mahzenler çeşitli kayıtlarda Rüstem Paşa Çevre Mahzeni olarak
geçmektedir78. Aynı yıllarda şehirde benzer yapılardan biri olan İbrahim
Paşa Hanı için de sicil kayıtlarında çevre mahzen79 ibaresinin kullanıldığı
bilgisinden hareketle “çevre mahzen” teriminin “han” karşılığında
kullanıldığı ve bu çevre mahzenlerin Rüstem Paşa Hanı olduğu söylenebilir.
Bu sebepledir ki modern kaynaklar Rüstem Paşa hanı hakkında her hangi bir
bilgi vermemektedir. Rüstem Paşa Kervansarayı ise şehirdeki diğer yapıları
olan câmi, medrese, hamam ve imâret ile birlikte inşâ edilmiştir. Evliyâ
Çelebi buranın şehrin en büyük kervansarayı olduğundan söz etmektedir80.
Şehirde ilk bedestenin ise Mihrimâh Sultân tarafından inşâ ettirildiği
anlaşılmaktadır81. Rüstem Paşa Câmii’nin yaklaşık yüz yirmi metre batısında
69
RŞS. nr. 1524, 127b.
RŞS. nr. 1514, 14b.
71
RŞS. nr.1513, 48a.
72
RŞS. nr. 1529, 55b.
73
RŞS. nr.1545, 34a. Bugün dahi iskele aynı adla anılmaktadır.
74
RŞS. nr. 1545, 34a.
75
RŞS. nr. 1514, 58a.
76
RŞS. nr. 1523, 13a.
77
RŞS. nr. 1526, 44a.
78
RŞS. nr. 1551, 20b.; RŞS. nr. 1529, 33a.
79
RŞS. nr. 1529, 33a.
80
Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi I, 8. Kitap, Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel
Dağlı- Robert Dankoff, İstanbul 2011, s. 348.
81
Sultan II. Selim’e ait bir emir suretinde bedesten için “hemşiremin bina ettiği bedesten”
ifadesi kullanılmıştır. bkz: RŞS. nr. 1524, 142a.
70
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
35
HACER ATEŞ
yer alan bu bedesten, külliyedeki diğer yapılardan biraz uzakta yer
almaktaydı. Bedesten altı kubbeli büyük bir yapı olup dört cephesinde büyük
demir kapıları bulunmaktaydı82. Şehrin ilk bedesteni olan bu bedestenin
içinde dükkânlar ve yine etrafında da dükkânlarla birlikte çeşitli meslek
kollarına ait iş yerleri bulunmaktaydı83. Bedestene bitişik bakkal dükkânı,
attar dükkânı, aşçı dükkânı, mumcu dükkânı ve sair mamûl ve sebze meyve,
baharat satan dükkânların yanı sıra bedestenin etrafında fırın ve değirmenler
de mevcuttu.
İstanbul’un fethinden sonra şehrin iaşesi bağlamında gelişen ticari
aktivitenin yoğunlaşması yukarıda da değinildiği üzere ticari mekânların
sayısında artışı da beraberinde getirmiştir. Bu ticari büyüme liman etrafından
başlamak kaydıyla şehrin belli başlı bölgelerini içine alacak şekilde
genişlemiştir. Ticari hareketlilik liman etrafında ve eski kale içinde olmak
üzere şehirde iki ayrı kısımda çarşıların oluşmasını sağlamıştır. Büyük
şehirlerin dışında pek de karşılaşılmayan bu iki kısımlı çarşı oluşumu
şehirdeki ticaret hayatının üst seviyelere ulaştığının görülmesi açısından
önem arz etmektedir. Yukarı Çarşı “Sûk-ı Sultânî” 84, Aşağı Çarşı ise “İskele
Çarşısı” olarak adlandırılmaktaydı. Evliya Çelebi iskele tarafında bulunan
Aşağı Çarşı’nın büyük bir çarşı olduğundan bahsederek buranın adeta Mısır
Çarşısı olduğunu ve Mısır mallarının tümünün burada bulunabileceğini
kaydetmektedir85. Anlaşılacağı üzere Rodosçuk gerek Osmanlı
coğrafyasından gerekse Avrupa’dan gelen çok sayıda tüccarın uğrak yeri
olup çeşitli ticari emtianın alınıp satıldığı, el değiştirdiği bir liman olmuştur.
XIX. asrın ilk yarısına kadar İstanbul iaşesindeki fonksiyonunu da devam
ettirmiştir 86. Fakat Rumeli demir yollarının faaliyete geçmesiyle birlikte
nakliyenin daha çok demiryolu vasıtasıyla yapılmaya başlaması deniz
taşımacılığını ikinci plana atmış bu yüzden XIX. yüzyılın sonlarına doğru
Rodosçuk iskelesine artık gemiler çok seyrek gelmeye başlamıştır. Pazartesi
ve Salı günleri olmak üzere haftanın iki günü İstanbul ve Tekirdağ arasında
iki vapur karşılıklı olarak yolcu, mal ve eşya getirip götürmeyi
sürdürmüştür87.
Sonuç: Bizans’ın son dönemlerinde eski önemini kaybetmiş bir liman
olan Tekirdağ-Rodosçuk limanı Osmanlı döneminde özellikle İstanbul’un
82
Hikmet Çevik, Tekirdağ Tarihi Araştırmaları, İstanbul 1949, s. 68.
RŞS. nr. 1520, 5a.
84
RŞS. nr.1547, 54a.
85
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 348.
86
Edirne ve Hayrabolu kazalarından hâsıl olan ürünlerin Tekirdağ limanı üzerinden İstanbul’a
gönderildiğini gösteren 1846 yılına ait muhasebe kaydı için bkz. Tevfik Güran, 19. Yüzyıl
Osmanlı Tarım, İstanbul 1998, s. 34-35.
87
Sâlnâme-i Vilâyet-i Edirne (1308), s. 141.
83
36
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
KUZEY MARMARA’DA BİR LİMAN KENTİNDE TİCARET: XVI. YÜZYILDA TEKİRDAĞRODOSÇUK LİMANI
fethinden sonra kalabalık başkentin beslenmesi hususunda önemli roller
üstlenerek büyük bir gelişme göstermiştir. Rumeli’den getirilen malların
İstanbul’a ve imparatorluğun çeşitli yerlerine sevk edilmesi esnasında oluşan
bu ticari aktivite şehrin ekonomik gelirinin yükselmesini sağlamıştır.
Osmanlı idaresinde Rumeli’nin dünyaya açılan kapısı olan uluslararası bir
liman haline gelen Tekirdağ, Rumeli demiryolunun faaliyete geçmesiyle eski
önemini yitirmiş ve bu doğrultuda Rodosçuk limanı da yerel bir liman haline
getirmiştir.
Harita-1: XVI. yy.’da Tekirdağ-Rodosçuk bağlantılı ticaret yollarını gösteren harita
Rumeli ve Anadolu yönünden
Mısır, Trablus-Şam ve İzmir yönünden ulaşan ticari yollar
KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları
A) Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA).
1. Maliyeden Müdevver Defterler ( MAD).
nr. 9878.
2. Mühimme Defterleri ( MD)
nr. V, XXII, XXIII, XXVI, XLVI, XLIX, LXXIV,
3. Kepeci Tasnifi (KK)
nr. 70
4. Maden Mukâtaası Kalemi Def. (D.MMK.)
nr. 46/1; 52/2
5. İstanbul Gümrük Emini (D.MMK.İGE.)
nr.1/52
B) MİLLİ KÜTÜPHANE ARŞİVİ
1. Rodosçuk Şer’iyye Sicilleri (RŞS)
nr. 1511, 1512, 1513,1514, 1515, 1518, 1520 1522, 1523, 1524, 1526,
1527, 1529,1530, 1533, 1544, 1545, 1549, 1550, 1551, 1552, 1560.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
37
HACER ATEŞ
Araştırma Eserleri
Arıkan, Zeki, Osmanlı İmparatorluğu’nda İhracı Yasak Mallar (Memnu Metalar),
Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, 279-306.
Ateş, Hacer, Kuzey Marmara Sahilleri Ve Art Alanında Şehirleşmenin Tarihi Süreci:
XVI.-XVII. Yüzyıllarda Tekirdağ ve Yöresi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2009.
Bostan, İdris, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, İstanbul 2006.
Braudel, Fernand, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, çev.
Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara 1994.
______________, Akdeniz- Mekân ve Tarih, çev. Necati Erkurt, İstanbul 1990.
Carter, F.W. “The Commerce of the Dubrovnic Republic, 1500-1700”, The
Economic History , 24/3, 1971 (London), s. 376-378.
Çevik, Hikmet, Tekirdağ Tarihi Araştırmaları, İstanbul 1949.
Faroqhi, Suraiya, Batı ve Orta Anadolu’da Şehirleşme ve Ticaret (Hacettepe
Üniversitesi Basılmamış Doçentlik Tezi) Ankara 1980.
______________, “İstanbul’un İaşesi ve Tekirdağ-Rodosçuk Limanı (16-17.
yüzyıllar)”, ODTÜ Gelişme Dergisi Özel Sayısı (1979- 1980), s. 139- 154.
______________, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, çev. Neyyir Kalaycıoğlu,
İstanbul 2000.
Gallotta, Aldo, “Ceneviz”, DİA, C.VII, İstanbul 1993, s.363-365.
Goffman, Daniel, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), çev. Ayşen AnadolNeyyir Kalaycıoğlu, İstanbul 1995.
Gökbilgin, Tayyip, XIV-XV. Yüzyıllarda Edirne ve Paşa Livası Vakfklar Mülkler
Mukataalar, İstanbul 1952.
Güran, Tevfik , 19. Yüzyıl Osmanlı Tarım, İstanbul 1998.
Halaçoğlu, Yusuf: “Dellâl”, DİA, XIX, İstanbul 1994,s. 145-146.
Heyd, W., Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, çev. Enver Ziya Karal, Ankara 1975.
İnalcık, Halil; Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi I. Cilt, çev.
Halil Berktay, İstanbul 2000.
Kütükoğlu, Mübahat S., Gümrük”, DİA, XIV, İstanbul 1999., s. 263- 268.
___________________, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh
Defteri, İstanbul 1983.
Ortaylı, İlber, “16. Yüzyılda Rodosto (Via Egnatia’nın Marmara’daki Uzantısı)”, Sol
Kol Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia (1380- 1699), Ed. Elizabeth A.
Zachariadou, İstanbul 1999, s. 215- 225.
Sâlnâmeler
Sâlnâme-i Vilâyet-i Edirne (1308).
38
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 21-38
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
EDİRNE, HASANAĞA MEZARI İNSAN KALINTILARI
Başak BOZ
ÖZ: Edirne İli Lalapaşa ilçesi Hasanağa Köyü’nde tarla sürümü sırasında bulunan taş
sanduka mezarın kazısı Edirne Arkeoloji Müzesi tarafından yapılmıştır. Roma dönemine
tarihlenen mezar içinde üç iskelet ele geçmiştir. Antropolojik analizlerinin yapılması için
Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne gönderilen iskeletlerin, genç bir kadın, orta yaşlı bir
erkek ve 15 yaşlarında Adolesan bir bireye ait olduğu belirlenmiştir. Erkek bireyle ilişkili bir
adet sikke tek mezar buluntusudur. Adölesan bireyi yerleştirmek için mezar tekrar açıldığında,
daha önceden var olan diğer iki bireyin kemiklerinde dağılmalar olmuştur. Ölüm sebepleri belli
olmayan bireylerin kemiklerinde, bazı eklem deformasyonları ve anemi dışında, belirgin
hastalık izlerine de rastlanılmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Trakya, Roma Dönemi, Ölü gömme, İnsan kalıntıları.
HUMAN REMAINS FROM THE HASANAGA GRAVE, E DIRNE
ABSTRACT: A stone cist was found in the Hasanaga Village of Lalapasa/Edirne during the
field plowing. The excavation of the cist was conducted bye Edirne Archeology Museum. There
skeletons, dating back to Roman era, found in the grave. In order to make their anthropological
analysis, the skeletons were sent to Archeology department of Trakya University. It was
determined that the skeletons were of a young female, a mature adult male and an adolesant.
Related with the adult male, coin was the only grave finds. When the grave was opened to
placeadolesant person, the disintegrations occurred in the bones of other two individuals. No
pathological evidence was found to indicate the causes of death of individuals except for some
joint deformation and anemia furthermore certain ill signs were not found.
Keywords: Thrace, Roman Period, Burial practices, Human remains.
Giriş: Edirne’nin Lalapaşa İlçesi’ne bağlı Hasanağa Köyü sınırları
içersinde bulunan alanda, tarla sürümü sırasında ortaya çıkartılan mezar
yapısının içinde ele geçen iskelet kalıntıları Trakya Üniversitesi Arkeoloji
Bölümüne incelenmesi için teslim edilmiştir1.
Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi tarafından yürütülen kazı
çalışmalarında, mezarın muhtemel bir tümülüsün parçası olduğu ve yığma
toprak tepenin zaman içerisinde tamamıyla yok olduğu belirtilmiştir (Resim
1). Altında zemin taşı olmayan, taş örgülü sanduka mezarın, yan duvarları
gri damarlı mermerden yapılmış, üzeri iki tane kapak taşı ile örtülmüştür
(Resim 2). Yaklaşık olarak 120 x 250 cm ölçülerinde, 145 cm derinliğindeki
mezarın batı kısmına yerleştirilen iki iskeletten, erişkin olanın (Birey 2) sağ
omzuna denk gelen bölgede bir adet sikke bulunmuştur (Resim 5). Söz

Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü,
[email protected]
1
İskelet materyalin analizlerinde arkeolog Arzu Linga ve arkeoloji öğrencisi Müge Taç görev
almıştır.
BAŞAK BOZ
konusu sikke, Edirne Müzesi raporunda Geç Roma-Erken Bizans Dönemine
tarihlenmiştir2 ancak sikke üzerinde yapılan temizleme işlemlerinden sonra
sikkenin bir Roma Kent sikkesi olduğu, bu tip sikkelerin genellikle M. S. 2.
ve 3. yy.’larda kullanıldığı ve sikkenin Bithynia bölgesi Nicaea (İznik) darplı
bir sikke olduğu Edirne Müzesin’den arkeolog Şahan Kırçın tarafından
belirtilmiştir3.
Ölü Gömme: Hasanağa mezar yapısı içersinde 3 bireye ait iskelet olduğu
tespit edilmiştir. Söz konusu mezarın batı kısa kenarına, doğu-batı
doğrultusunda yatırılmış iki iskelet ile (Resim 3), bu iskeletlerin ayak ucuna
gelecek şekilde, mezarın doğu kısmına, kuzeybatı-güneydoğu istikametinde
yatırılmış başka bir bireye ait iskelet ele geçmiştir (Resim 4).
Mezarda açığa çıkarılan iskeletlerin tamamı, sırt üstü yatırılmış, kollar ve
bacaklar birbirine paralel düz bir şekilde yerleştirilmiştir. Mezarın batı
kısmına, yan yana yerleştirilmiş olan Birey 1 ve Birey 2’nin başı kuzeye
dönük şekilde bulunmuştur. Birey 1‘in alt çenesinin farklı istikamette olması
başın pozisyonunun orijinal olmadığını ve muhtemelen yukarı bakacak
şekilde olduğunu düşündürmektedir. Çürüme sürecinde bireyin başı kuzey
yönüne doğru düşmüştür. Aynı durumun Birey 2 içinde olması mümkündür
ancak bu bireyde alt çene de başla birlikte sürüklenmiştir. Birey 1 ve 2’nin
kemiklerinin pozisyonları, bu iki bireyin ya eş zamanlı ya da kısa aralıklarla
yan yana yerleştirildiğini düşündürmektedir. Bireyler kısa zaman aralıkları
ile yerleştirildiler ise bu durumda Birey 2 (erişkin erkek) ilk gömülendir.
Birey 3 ise, diğer iki iskeletin tamamen çürümesinden sonra gömülmüştür.
Gömülme sırasında daha önceki bireylerin kemikleri yerlerinden oynamış,
özellikle Birey 1’in alt bacak kemikleri (tibia) alınıp farklı yerlere konulmuş,
ayak kemikleri ise tamamen dağılmıştır. Birey 3, mezarın doğu kısmında
çapraz bir şekilde yerleştirilmiştir. Başı güneybatı yönüne dönüktür, alt
çenenin pozisyonu, bu iskeletin baş pozisyonunun da özgün olmadığını
göstermektedir. Birey 2’ye ait köprücük kemiklerinin dikey konumları bu
bireyin mezar içine bir beze sarılarak yerleştirilmiş olabileceğine işaret
etmektedir. Ancak köprücük kemiklerinin pozisyonlarının çürüme
sonrasındaki bir aşamada yerlerinden oynamış olabileceği de
unutulmamalıdır. Türkiye Trakyası’nda tespit edilen Roma Dönemi’ne ait
tümülüslerde kremasyon ve inhumasyon uygulamalarının varlığı
bilinmektedir4. İnhumasyon gömülerde kıyafet ile gömülme söz konusu iken
kefen benzeri bir bez kullanımına dair bilgilere rastlanılmamıştır.
2
Edirne Arkeoloji Müzesi’ne 160.02 dosya numarası ile sunulan rapordan yararlanılmıştır.
Arkeolog Şahan Kırçın ile kişisel görüşme
4
ŞahinYıldırım, Doğu Trakya’da Mezar Tepelerin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi, Ankara
Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları: 263, Ankara 2012 s.32
3
40
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI
İskeletlerin tafonomik yapılarının incelenmesi sonucu bu mezar yapısının
en az bir kez daha tekrar kullanım amaçlı açıldığı belirlenmiştir. Bir aile
mezarı görüntüsü sergileyen mezarda sadece erişkin erkek birey için sikke
bırakılmıştır.
Antropolojik Analiz
Materyal ve Yöntem: İskeletleri oluşturan kemiklerin büyük kısmı in
situ olarak bulunmuş olsa da mezarın sonraki kullanımı sırasında ve/veya
farklı etkenler ile bazı kemikler dağılmıştır. Bireylerin birbirinden farklı
yaşlarda olması dolayısıyla dağınık durumdaki kemiklerin ait olduğu
bireyler tespit edilebilmiştir. İskeletler üzerinde yapılan temizlik ve onarım
işlemlerinden sonra antropolojik analizleri yapılmıştır.
Erişkin olmayan bireylerde yaş tayinleri için diş gelişim ve sürme
tabloları5, epifizlerin kapanma süreleri6,7 kullanılırken, erişkin olan bireyde
ise pubic-symphsis’de8 yaşlanma ile görülen değişimler dikkate alınmıştır.
Kafatası ve kalça kemikleri kullanılarak9 cinsiyet tayinleri yapılmıştır.
Bulgular: Hasanağa mezarında ele geçen 3 birey ile ait oldukları topluluk
insanları hakkında genel bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Bu
rapor, bulunan iskeletlerin incelenmesi sonucu elde edilen bireysel bilgileri
içermektedir.
Birey 1: Mezarın güneybatı kısmında yer alan Birey 1 (Resim 3), kemik
uçlarının kapanma zamanları ile diş gelişim ve sürme aşamaları göz önünde
bulundurularak adolesan (12-20 yaş) olarak yaşlandırılmıştır. Adolesan
evrenin geç aşamalarında olan bireyin ikincil cinsiyet ölçüt muhtemel kadın
özellikleri göstermektedir.
Her iki göz çukurunda, aktif olmayan anemik reaksiyonlara
rastlanılmıştır. Beşinci bel omurunda kemik reaksiyonuna bağlı
deformasyonlara rastlanılmıştır. Bireyin yaşı ve konumu sebebiyle, bel
5
I. Schour, M. Massler, “The Development of the Human Dentition”. Journal of the
American Dental Association 28, 1941, s. 1153-1160.
6
T.F., Mckern -J.H.Steward, “Skeletal Age Changes in Young American Males”, U.S. Army
Quarternermaster Research and Development Command, Techinal Report, EP-45,
Massacusetta 1957, s-1-175
7
Buikstra, J. E.-D. H. Ubelaker, Standards for Data Collection From Human Skeletal
Remains, AR: Arkansas Archeological Survey Research Series, No. 44, Arkansas 1994
8
Brooks, S.T.-J. M. Suchey, “Skeletal Age Determination Based on the Os Pubis: A
Comparison of the Ascari-nemeskeri and Suchey-Brooks Methods”, Human Evolution, Sayı
5, Firenze 1990. s. 227-238
9
Buikstra, J. E.-D. H. Ubelaker, a.g.e.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
41
BAŞAK BOZ
omurundaki bu değişimler
düşündürmektedir.
travmatik
kökenli
olma
olasılığını
Birey 2: Mezarın doğu kısmına yatırılmış olan diğer bireye ait kemikler,
orta yaşlı erişkin (30-40 yaş) bir erkeğe aittir. Bireyin boyu, uzun
kemiklerinin ölçümünden yola çıkarak 175-180 cm olarak hesaplanmıştır10.
Omurlarında dejeneratif eklem rahatsızlıklarının (DJD) göstergeleri olan
kemik değişimleri ve oluşumlarına rastlanılmıştır. Dejeneratif eklem
hastalıkları, travmatik kökenli olabildiği gibi yani hayat tarzıyla doğrudan
ilişkili olduğu gibi aynı zamanda yaşlanmayla birlikte de kendini gösterir.
Birey 2’deki bu değişimlerde hem bireyin aktiviteleri hem de yaş faktörü rol
oynamış olabilir.
Birey 3: Mezarın batı kısmına, diğer iki bireyin ayakucuna doğru
yatırılan bireye ait iskelet, diş sürme aşamaları ve epifizyal kapanmaları
dikkate alınarak 15 yaş civarı adolesan olarak yaşlandırılmıştır. Henüz
cinsiyet ölçütleri oluşmadığı için cinsiyet tayini yapılamamıştır. Kemikler
üzerinde herhangi bir patolojik bulguya rastlanılmazken, alt ve üst çenede
sol taraf azı dişlerinde yoğun diş taşı oluşumları dikkat çekmektedir. Diş
taşlarının çiğneme yüzeylerini kaplamış olması bireyin uzunca bir süre sol
tarafını kullanamamış olduğunu göstermektedir. Sol taraf alt ve üst çenedeki
dişlerde çürük ya da apse gibi ağrıya sebebiyet verecek herhangi bir bulguya
rastlanılmamıştır ancak sol üst 3. azı diş yuvasında hafif bir kemik
reaksiyonu görülmektedir.
Değerlendirme ve Tartışma: Edirne, Lalapaşa İlçesi’nin Hasanağa
Köyü sınırları içinde tespit edilen mezarda orta erişkin bir erkek, genç bir
kadın ve cinsiyeti belli olmayan adölosan bireye ait iskeletler bulunmuştur.
İçinde bir adet sikke ele geçen mezarın çağdaş benzerlerine yine Edirne
sınırları içersinde yer alan Doyran Köyü (Maltepe), ve Edirne merkezde
bulunan Hıdırlık’ta rastlanmıştır11 .
Doyran Köyü tümülüsünde 2 adet lahit mezar bulunmuştur. Her iki
lahitin üzeri Hasanağa mezarında olduğu gibi iki kapak taşı ile kapatılmıştır
ve zemin taşı yoktur. Hasanağa mezar yapısı mermer bloklardan inşa
edilirken, Doyran mezarları küfeki taşından yapılmıştır. Doyran lahitleri
defineciler tarafından tahrip edilmiştir dolayısıyla lahitlerin içlerinde
bulunan iskeletler hem defineciler tarafından hem de nemden zarar görmüş
ve erimiştir. İskeletten geriye kalanlar ile bu mezarın sahibinin sırt üstü
10
Trotter M., Gleser G.C. “Estimation of Stature from Long Bones of American Whites and
Negroes”. American Journal of Physical Anthropology, Sayı 10, Wiley-Liss, Inc, 1952. s.
463-514.
11
Edirne Müzesi Arşivi.
42
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI
yatırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak daha fazla bir bilgiye ulaşılamamıştır.
Tahribe karşın lahitlerin içlerinde çeşitli mezar hediyesi olan kişisel eşyalar,
altın küpe ve yüzükler, altın tel bir obje ile bronz kemer tokası ele
geçmiştir 12.
Hıdırlık tümülüsünde bulunan yan yana iki lahitten bir tanesi soyulmuş,
içeriği talan edilmiştir. Diğer lahit içindeki bireylerin kemikleri henüz tam
olarak anlaşılamayan bir nedenle oldukça karışık şekilde ele geçmiştir.
Hıdırlık lahitleri mermer kapak taşları ile kapatılmıştır. İki lahit içinde de
çeşitli mezar hediyeleri/kişisel hediyelere rastlanmıştır. En az 6 bireyin
kalıntılarının13 olduğu mezarda Roma dönemine ait bronz bir sikke ele
geçmiştir 14.
Ölünün ağzına, eline, gözlerine ya da yakınına para bırakılması
uygulaması arkeolojik olarak en eski Helenistik dönem mezarlarından
bilinmektedir15. Kayıkçı Kharon, ölüler ülkesine gitmek isteyenleri
verecekleri paralar karşılığında kayığına alır. Aristophanes, Kharon’un
köleleri sandalına kabul etmediği, buna karşın hayvanları geçirmek için özel
turlar düzenlediğini belirtmiştir 16. Başka bir kaynakta ise, Kharon’un sadece
cesedi gömülenleri Hades’e götürdüğü, gömülmeyenleri ise kayığa almadığı
inancından bahsedilmektedir 17. Hasanağa ve Hıdırlık Roma dönemi
mezarlarında da bireylerle ilişkili olarak sikke bulunmuştur. Ancak daha
önce belirtildiği gibi, Hasanağa mezarında üç birey olmasına karşın sadece
erişkin erkek bireyle ilişkili olarak sikkenin varlığı ortaya çıkarken, kadın ve
15 yaş civarındaki bireyde herhangi bir buluntuya rastlanılmamıştır. Aynı
şekilde Hıdırlık lahit mezarında da en az altı bireyin varlığı tespit edilmişken
sadece bir bireyde sikke bulunmuştur. Bu durum, kadın ve çocuklar için
farklı uygulamaların olup olmadığı sorusunu akla getirirken aynı zamanda
mezara konulan paranın kayıkçı Kharon’a verilmenin dışında farklı
anlamları olabileceği fikrinin de sorgulanması gerektiğini akla getirmektedir.
Hasanağa ve çevresinde belirlenen çağdaşı tümülüslerin kazılması ve
incelenmesi Roma dönemi ölü gömme adetleri konusunda daha detaylı
bilgiler verecektir. Mezarlar ve içeriklerinden sadece dönemin ölü gömme
12
Edirne Müzesi Arşivi.
Hıdırlık lahitlerinde ele geçen iskeletler yine Trakya Üniversitesi laboratuarına getirilmiştir
ve başka bir çalışma içinde değerlendirileceklerdir.
14
Edirne Müze Arşivi.
15
Işık Şahin, “Mısır ve Yakın Doğu Etkileriyle Yunan Mitolojisindeki “Kayıkçı Kharon”
Tipinin Gelişimi”. Olba X. Mersin 2004 s. 136.
16
Şahin (aktaran), a.g.m. s.136 (Samsatlı Lukianos, çev. N. Ataç 2002, s. 380).
17
Şahin, a.g.m. s.138.
13
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
43
BAŞAK BOZ
adetleri değil aynı zamanda bu adetleri uygulayan insanların yaşam şekilleri,
sosyo-ekonomik koşulları hakkında bilgiler edinmek mümkün olacaktır.
Teşekkür: Edirne, Hağanağa Tümülüsü’nde bulunan iskeletlerin
çalışılmasına olanak sağlayan ve çalışmalarımız sırasında desteklerini
esirgemeyen Edirne Arkeoloji Müze Müdürü Hasan Karakaya’ya
teşekkürlerimi sunarım. Bahsi geçen mezar ve içerikleri ile Trakya’da
bulunan benzer Tümülüsler hakkında kaynak ve görsel destekleri için Şahan
Kırçın’a teşekkür ederim
KAYNAKÇA
Brooks, S.T.-J. M. Suchey, “Skeletal Age Determination Based on the Os Pubis: A
Comparison of the Ascari-nemeskeri and Suchey-Brooks Methods”, Human
Evolution, Sayı 5, Firenze 1990. s. 227-238.
Buikstra, J. E.-D. H. Ubelaker, Standards for Data Collection From Human Skeletal
Remains, AR: Arkansas Archeological Survey Research Series, No. 44,
Fayetteville 1994.
Mckern, T. F.-J.H.Steward, “Skeletal Age Changes in Young American Males”,
U.S. Army Quarternermaster Research and Development Command, Techinal
Report, EP-45, Massacusetta 1957, s. 1-175.
Schour I, Massler M.. “The Development of the Human Dentition”. Journal of the
American Dental Association 28, No 7 Chicago 1941, s. 1153-1160.
Şahin, Işık. “Mısır ve Yakın Doğu Etkileriyle Yunan Mitolojisindeki “Kayıkçı
Kharon” Tipinin Gelişimi”. Olba X. Mersin Üniversitesi Kilikia Araştırma
Merkezi. Kaam Yayınları, Mersin 2004 s.135-149.
Trotter M, Gleser GC. “Estimation of Stature from Long Bones of American Whites
and Negroes”. American Journal of Physical Anthropology, Sayı 10, Wiley-Liss,
Inc, 1952. s. 463-514.
Yıldırım, Şahin. “Doğu Trakya’da Mezar Tepelerin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi”,
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları: 263, Ankara 2012.
44
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI
RESİMLER
Resim-1: Hasanağa Tümülüsü’nün bulunduğu mevkii (Edirne Müzesi
Arşivi)
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
45
BAŞAK BOZ
Resim-2: Mezar yapısı ve kapak taşları (Edirne Müzesi Arşivi)
46
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI
Resim-3: Mezarın batı kısmına yerleştirilmiş, doğu-batı doğrultusunda sırt
üstü yatırılmış bireyler (Edirne Müzesi Arşivi)
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
47
BAŞAK BOZ
Resim-4: Birey 3: Mezarın doğu kısmına çapraz şekilde yatırılmıştır.
(Edirne Müzesi Arşivi)
48
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
EDİRNE HASANAĞA MEZARI İ NSAN KALINTILARI
Resim-5: Birey 2’nin omuz kısmında bulunan sikke
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 39-49
49
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF
THE CROATIAN LANGUAGE
Darko MATOVAC*
ABSTRACT: Prepositions are among the most frequent words in the languages that possess
them, as Croatian does. In contrast to this fact, little attention is given to their descriptions in
Croatian grammar books, only several pages, especially when it comes to pedagogical grammar
books intended for usage in schools. In addition to that, the approaches to presenting the
morphosyntactic and semantic properties of prepositions in the grammar books and
dictionaries could be labelled as inconsistent and unsystematic. This is a major problem,
especially when it comes to learning/teaching of Croatian as a second language. The present
paper tries to address these issues and present a systematic and general overview of the
prepositional system of the Croatian language
Keywords: Croatian language, prepositions, morphosyntactic properties of Croatian
prepositions
HIRVATÇADAKİ E DAT SİSTEMİ İÇİN KABATASLAK BİR REHBER
ÖZ: Edatlar, Hırvatça'da da olduğu gibi birçok dilde en çok kullanılan kelimelerdendir.
Buna karşın, özellikle okulların dilbilgisi kitaplarında bu konuya pek önem verilmemekte,
sadece bir kaç sayfayla geçiştirilmektedir. Ayrıca dil bilgisi kitapları ve sözlüklerde edatların
morfosentatik ve anlamsal özelliklerine ilişkin yaklaşımların tutarsız ve sistemsiz olduğu
söylenebilir. Hırvatça'yı ikinci bir dil olarak öğrenme ve öğretmede bu durum büyük bir
problem teşkil etmektedir. Makalede, bu husus dile getirilerek Hırvat dilinin genel ve sistemli
bir edat sistemi sunulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hırvat dili, edatlar, Hırvatça edatların morfosentatik nitelikleri
1. Introduction: One of the most important and encouraging reasons
for writing this paper is the fact that Croatian language, 1 as well as Bosnian
language, which is based on the same dialect (and therefore shows no major
differences in the prepositional system), can be studied at Department of
Balkan languages at Faculty of Letters at Trakya University in Edirne,
Turkey. The intention of this paper is to present a systematic and general
overview of prepositional system of the Croatian language in such manner
that teachers, as well as their students can use it. Generally, prepositions are
* Teaching Assistant, University of Zadar, Department of Croatian and Slavic Studies,
[email protected]
1
Croatian language belongs to the western branch of South Slavic languages and is spoken by
approximately 5.55 million people living mostly in Croatia (3.98 million, 2001 census).
Except in Croatia, it is one of three official languages in Bosnia and Herzegovina, one of the
recognised minority languages (i.e. equal in use to official language) in Vojvodina
(autonomous province of Serbia), Montenegro, part of Austria (Burgenland), part of Italy
(Molise), and in several Romanian communes (Carașova, Lupac). It is going to be one of
the official languages of the European Union after Croatia receives full membership on 1st
July 2013. Croatian language is written in Latin script.
DARKO MATOMAC
given little attention in Croatian grammar books and their description is
usually short, only two or three pages, especially when it comes to school
grammars. In addition, approaches to preposition can be described as
inconsistent, as there is for instance no general agreement which linguistic
units should be included into the list of Croatian prepositions in grammar
books. This paper will try to address these issues without going
unnecessarily into theoretical discussions.
2. On prepositions: Prepositions are among the most frequent words
in the languages that possess them. As an example, among hundred of most
frequently used words in Croatian there are thirteen prepositions,2 and out of
thirty most frequently used words in English, nine of them are prepositions. 3
Even though there are „divergences among grammarians on the exact nature
and definition of prepositions”4 and even though „very different concepts of
what a preposition is existed in traditional grammar versus modern linguistic
theories“,5 most linguists would readily agree on the general classification of
prepositions as “a traditional word class, comprising words that relate two
linguistic elements to each other”. 6 Being a relation word, a preposition puts
two linguistic units in grammatical and semantic relation by constituting a
prepositional phrase with one of them (it is said that the preposition governs
this linguistic unit). This prepositional phrase then serves as complement to
the other of two linguistic units. For example, in sentence knjiga na stolu
‘book on the table’ preposition na ‘on, upon, by, in, at, into’ together with
noun stol ‘table’ forms prepositional phrase na stolu ‘on the table’ and this
prepositional phrase is the complement of the noun knjiga ‘book’. The
semantic nature of the relation between these two objects, knjiga ‘book’ i
stol ‘table’, expressed by the preposition na ‘on, upon, by, in, at, into’ is
spatial. Most linguists agree that spatial relations are the primary meanings
which prepositions express, but also that prepositions can extend their
meanings with the processes of meaning extensions so that they can express
different temporal and abstract contents, e.g. manner, cause, purpose... This
is the reason why prepositional semantics is highly complicated and why
prepositions are known to be the notoriously polysemic linguistic units
2
Milan Moguš, Maja Bratanić and Marko Tadić, Hrvatski čestotni rječnik, Zavod za
lingvistiku Filozofskog fakulteta Sveučilišta u Zagrebu and Školska knjiga, Zagreb, 1999.
3
Patrick Saint-Dizier, “Introduction to the Syntax and Semantics of Prepositions” in Syntax
and Semantics of Prepositions, ed. Patrick Saint-Dizier, Springer, Dordrecht 2006, p. 1–26.
4
Patrick Saint-Dizier, ibid, p. 1.
5
Ljiljana Šarić, “Prepostitions: A Challenge for Formal Theories and Cognitive Grammar” in
On Prepositions, ed. Ljiljana Šarić and Donald F. Reindl, Bibliotheks- und
Informationssystem der Universität Oldenburg, Oldenburg 2001, p. 1.
6
Sylvia Chalker and Edmund Weiner, The Oxford Dictionary of English Grammar, Oxford
University Press, Oxford 1998.
52
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE
which meanings is almost impossible to describe accurately. For this reason
prepositions are sometimes referred to, mostly in formal approaches to
language, as functional units without meaning. However, recent
developments within cognitive linguistics have shown that prepositional
meaning not only does exist, but that it can be also systematically described.7
A preposition is a relation word that is always in front of the linguistic
unit it governs. If the relation word is following the word it governs, than it
is called postpositon. Sometimes, the relation word can be in the middle of
the word it governs and in that case it is called inposition. Since prepositions,
postpositions and inpositions, generally speaking, do not differ in anything
else than their position, they are best described by the cover term adposition.
An adposition is defined as “an unanalysable or analysable grammatical
word constituting an adpositional phrase with a term that it puts in
relationship, like case affixes, 8 with another linguistic unit, by marking the
7
8
Traditional approach to prepositional meaning was based on listing of different meanings
without establishing relationships between them. This approach did not yielded satisfying
results. Cognitive linguistics on the other hand proposes that prepositions are not expression
of randomness in language, that different meanings of prepositions are interconnected in
principled manner and that they can be represented as a semantic network organized around
prototypical sense. Basic assumption of cognitive linguistics is that systematic account of
spatial prepositional meanings helps to explain abstract prepositional meanings. For some
examples of analysis of meanings of Croatian prepositions conducted within cognitive
linguistics framework see Ljiljana Šarić, Spatial Concepts in Slavic: A Cognitive Linguistic
Study of Prepositions and Cases, Otto Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2008 or Ljiljana
Šarić, “The Croatian preposition uz: A Cognitive Approach” Jezikoslovlje, Volume 13,
Issue 1, 2012, p. 151–190. Even though there are some other treatments of some Croatian
prepositions within cognitive linguistics framework, it can be said that they are analysed in
a non-systematic fashion and that there is no book-length methodologically and
theoretically coherent analysis of prepositions in Croatian.
Being relation words, prepositions (and adposition in general) have much in common with
case affixes. It is possible to read that “cases and adpositions can be said to be functionally
homologous” (Pietro Bortone, Greek Prepositions: From Antiquity to the Present, Oxford
University Press, Oxford 2010, p. 7), that “cases and adpositions belong to the same
syntactic category, sharing the same range of syntactic structures and having the same
relationship to the noun” (Anna Asbury et al., “Intorduction: Syntax and Semantics of
Spatial P” in Syntax and Semantics of Spatial P, ed. Anna Asbury et al., John Benjamins
Publishing Company, Amsterdam, Philadelphia 2008, p. 50) and that “no consistent line can
be drawn between adpositions and case suffixes, on the basis of morphology or semantics
[…] interpretational and distributional overlap can be explained by viewing adpositions and
case suffixes as different morphological reflexes of the same underlying syntax, namely
inherent case” (Anna Asbury, “Adpositions as Case Realisations - Structures and
Consequences” Leiden Papers in Linguistics, Volume 2, Issue 3, 2005, p. 69). The idea that
prepositions and cases are functionally equivalents is present in European linguistics ever
since 16th century and the time when grammars of languages other than Greek and Latin
were first written. Since this is not topic of this paper, relation and differences between
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
53
DARKO MATOMAC
grammatical and semantic links between them.”9 Some languages have
predominantly or only prepositions, like Croatian does, and some have
postpositions, like Turkish. For example, the same relation between two
linguistic units is coded by a preposition in Croatian (knjige za Selmu 'books
for Selma') and by the postposition in Turkish (Selma için kitaplar 'books for
Selma'). It is important to emphasise that there is no one-to-one mapping
between prepositions in Croatian and postpositions in Turkish, or between
any other two languages, since types of relations, i.e. meanings that are
being expressed by adpositions and distribution of these meanings among
concrete adpositions differ from language to language. People learning
foreign languages can best confirm this.
3. On prepositions in Croatian language: Croatian word for
prepositions is prijedlozi and it literally means ‘in front, to put’.10 This is in
line with the grammatical tradition originating from the Greek term for
prepositions, próthesis 'placed in front', and its literal translation in Latin,
praepositio. This grammatical tradition is observable in many European
languages where the name for prepositions is compounded and one part
meaning ‘in front’, e.g. German Vorwort, Polish przyimek or Dutch
voorzetsel.11 In some other languages the word for prepositions is motivated
by their relational nature, e.g. German Verhältniswort, Danish Forholdsord
or Turkish ilgeç.12 Prepositions of one language are usually described in
grammar books, word-formation manuals, and dictionaries of that language.
Definition of preposition that are to be found in grammar books of Croatian
language13 all agree and explicitly say two things: (i) that prepositions
express/indicate/show relation between words in a sentence and (ii) that they
are not able to change their form, i.e. that they are unchangeable parts of
speech, just like adverbs, conjunctions, interjections and particles. Although
the second statement is true for most of prepositions, some of them do
prepositions and cases won’t be explained in detail here, but good overview of the problem
can be found in Claude Hagège, Adpositions, Oxford University Press, Oxford 2010.
9
Claude Hagège, ibid, p. 8.
10
Stjepan Babić et al., Povijesni pregled,glasovi i oblici hrvatskoga književnog jezika,
Hrvatska akademija znanosti i umjetnosti and Nakladni zavod Globus, Zagreb 1991, p. 724.
11
Pietro Bortone, ibid. p. 5.
12
Pietro Bortone, ibid. p. 37.
13
Josip Silić and Ivo Pranjković, Gramatika hrvatskoga jezika za gimnazije i visoka učilišta,
Školska knjiga, Zagreb 2005.; Eugenija Barić et al., Hrvatska Gramatika, Školska knjiga,
Zagreb 1997.; Stjepan Babić et al., Povijesni pregled, glasovi i oblici hrvatskoga književnog
jezika, Hrvatska akademija znanosti i umjetnosti and Nakladni zavod Globus, Zagreb 1991.;
Dargutin Raguž, Praktična hrvatska gramatika, Medicinska naklada, Zagreb 1997.; Sanda
Ham, Školska gramatika hrvatskoga jezika, Školska knjiga, Zagreb 2002.; Stjepko Težak
and Stjepan Babić, Gramatika Hrvatskoga Jezika: Priručnik Za Osnovno Jezično
Obrazovanje (Zagreb: Školska knjiga, 2000).
54
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE
change their form in some situations. This change of form is induced by
phonetic reasons and it does not indicate any change in their function or
meaning, i.e. there is no inflection or derivation. This happens somehow
regularly when a preposition is placed in front of the word that begins with a
consonant or syllable containing a consonant that is same or similar to the
consonant that preposition ends with. This would make the prepositional
phrase hard to pronounce so the preposition gets a suffix, namely -a. In this
manner prepositions kroz ‘through, during’, niz ‘along, down at’, uz ‘at, by,
along with, close to, beside’ and sometimes bez ‘without’ can have form
kroza, niza, uz and beza in front of words beginning with z, s, ž and š, e.g.
kroz zrak or kroza zrak ‘through the air’, niz stranu or niza stranu ‘along the
side’, uz zid or uza zid ‘by the wall’. Preposition s ‘with, along with,
together’ always changes its form to sa in this situations, e.g. sa srećom but
not *s srećom ‘with luck’. Preposition k ‘toward, to’ can have from ka in
front of words beginning with k or g, but mostly preposition k gets dropped
out in this situations, e.g. ići k Karlu becomes ići ka Karlu or, more often, ići
Karlu ‘go to Karlo’. Prepositions kroz ‘through, during’, niz ‘along, down
at’, uz ‘at, by, along with, close to, beside', nad ‘over, above', pred ‘before,
in front of, to’, pod ‘under, below, beneath’ and s ‘with, along with,
together’ always have form kroza, niza, uza, nada, preda, poda and sa when
they are placed in front of unstressed forms of personal pronouns ja ‘I’ and ti
‘you’, in front of unstressed form of reflexive pronoun se ‘self’, in front of
accusative form of personal pronouns on ‘he’, ona ‘she’ and on ‘it’, and
instrumental form of personal preposition ja ‘I’, e.g. kroza me ‘through me’,
uza me ‘by me’, uza se ‘with me’, uza nj ‘by him’, uza nju ‘by her’, poda
mnom ‘under me’. Another way prepositions in Croatian language can
change their form is to drop their final vocal, e.g. radi 'because of, for the
sake of' becomes rad and između ‘between, among’ becomes izmeđ, but
from today’s point of view this can be characterized as archaic or
stylistically marked.
By definition, prepositions always stand in front of the word they make a
prepositional phrase with. Five prepositions in Croatian language do not fit
neatly into this definition, as they can be placed in front of or they can
follow the word they govern. Those prepositions are radi 'because of, for the
sake of', nasuprot ‘opposite, facing, in contrast to’, unatoč 'despite, in spite,
in spite of', usprkos 'despite, in spite, in spite of' and uprkos 'in spite of,
notwithstanding', e.g. vozim bicikl vjetru usprkos or vozim bicikl usprkos
vjetru ‘I’m riding bike in spite the wind’. Generally, there is no difference in
the meaning of these two examples, but speakers of Croatian will very often
describe the placing of a preposition behind the word it governs as
stylistically marked. To precisely describe the nature of this, preposition
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
55
DARKO MATOMAC
linguists use labels as ambipositions, bipositional adpositions, bipositions,
alterpositions, and pre-postposition. 14
Although the definitions in Croatian grammar books say that prepositions
form prepositional phrases with words that have inflection, this statement is
not all that there is to know. It is certainly true that nouns are prototypical
linguistic units that follow prepositions and form prepositional phrases with
them, as in ptica na kući ‘bird on the house’, but, in addition, prepositions in
Croatian language can form prepositional phrases with (i) a nominalized
adjective, as in govoriti na lošem engleskom ‘to speak in bad English’, (ii) a
pronoun, as in s njom ‘with her’, (iii) another prepositional phrase, as in to je
za poslije ručka ‘this is for after lunch’, (iv) an adverb, as in spavati do
podneva ‘to sleep until noon’, (v) an infinitive, as in knjiga za čitati ‘book
for reading’, or (vi) a number, as in brojati do tri ‘to count to three’. Even
though prepositional phrases with adverbs or another prepositional phrase
are more of an exception than a rule in Croatian language, as linguists do
admit,15 this is certainly not a reason to exclude them from grammar books.
In addition, a preposition can occur alone in the sentence, without the word it
forms a prepositional phrase with, (i) if that word is understood from the
context, as in ja sam za (to) ‘I’m for (that)’ or (ii) if the preposition is
nominalized, as in u je prijedlog ‘u is preposition’ or (iii) in idiomatic use, as
in za i protiv ‘for and against’.
Preposition selects the case of the nominal word it forms a prepositional
phrase with. In Croatian, most prepositions select only one case. For
example, prepositions bez ‘without’, iz ‘from, out of, by, through, for, off',
nezavisno od 'regardless of, independent of, apart from' and tijekom 'during'
require only genitive form of nouns, pronouns or adjectives. Some
prepositions can select two or three cases. For example, the preposition s
‘with, along with, together’ requires that the word that follows is in genitive
or instrumental form as in pasti s krova ‘to fall of the ruff’ and pričati s
prijateljem ‘talk to the friend’. Preposition za 'for, to, in, by, with, during'
request that the word that follows is either in genitive, accusative, or
instrumental form, as in ne osjećam se dobro za kiše ‘I don’t feel well during
the rain’, zašli su za kazalište ‘they went behind the theatre’ and našli su se
za kazalištem ‘they met behind the theatre’. Of all prepositions, most of them
require that the word that they form prepositional phrase with is in genitive
form. Nominatives or vocatives cannot be part of a prepositional phrase.
14
15
Claude Hagège, ibid, p. 115.
Ivo Pranjković, “Suznačne riječi i njihove vrste” in Zbornik Zagrebačke slavističke škole
2004., ed. Krešimir Bagić, FF press, Zagreb 2005, p. 19-28.
56
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE
Within a sentence a prepositional phrase can function as a complement of
a verbal predicate, adnominal complement or as a predicate. As a
complement of a verbal predicate a prepositional phrase can be (i) a subject,
as in do Japana je subjekt ove rečenice ‘to Japan is subject of this sentence’,
(ii) an indirect object, as in nismo ni sanjali o takvom uspjehu ‘we didn’t
even dream about such success’, (iii) an adverbial, as in susjed stanuje na
kraju ulice ‘neighbour lives at the end of the street’ and (iv) an adjunct, as in
studenti uče gramatiku u knjižnici ‘students learn grammar in library’. The
difference between an adverbial and an adjunct is that adverbials are
obligatory, i.e. semantically required by a verbal predicate and their
omission will result in incorrect sentence while adjuncts can be freely
omitted from the sentence and the sentence will still be correct. Croatian
grammatical tradition does not distinguish adverbials and adjuncts by the
name only and uses the term adverbial as a higher item, i.e. a cover term. As
adnominal complements prepositional phrases function as attributes and they
usually follow the word which meaning they specify, as in kupili smo
televizor u boji ‘we bought a colour TV’. As predicates, prepositional
phrases are part of nominal predicates, as in Hrvatska je u banani ‘Croatia is
in bad situation’.
According to the definition, prepositions are analysable and unanalysable
linguistic units. Therefore, it is a custom to classify preposition in two sets.
The first set is comprised of prepositions “that are neither compounds nor
derivatives, that is those that cannot be analyzed into component parts”.16
These prepositions are usually labelled as simple or primary prepositions.
The second set of prepositions is comprised of prepositions that have
morphological structure and they are usually labelled compound prepositions
or secondary prepositions.
Since they consist of only one morpheme, simple prepositions are usually
monosyllabic, e.g. Croatian u ‘in, at, by, into, to, on' or na ‘on, upon, by, in,
at, into’, English in and on, or German zu and für. Their short and simple
form is in direct connection with frequency of their usage, i.e. they are
among most frequent words in languages that do have prepositions and they
express most frequent and fundamental relations.17 Semantically they are
16
17
Claude Hagège, ibid, p. 128.
“There are plenty of examples of simple Adps [i.e. prepositions] marking very frequent
functions in the languages of the world. They confirm both Zipfs Law of Abbreviation, and
his Principle of Economic Versatility, which establish, respectively, an inverse relationship
between the frequency of occurrence of words and their length, and a direct relationship
between the number of different meanings of a word and its frequency. For instance, the
English Prepositions for, in, of, and to are much more frequent and have many more
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
57
DARKO MATOMAC
usually described as highly polysemic and abstract linguistic units. As
indicated, their fundamental meaning is of spatial nature, and all their
abstract meanings are results of metaphorical extensions of that spatial
meaning. They are usually considered as closed sets of linguistic units not
subject to rapid change and this stems from their aforementioned primary
function in language, and that is „to establish the relation between two
entities in the spatio-physical realm. […] But the speaker’s perception of
space is not likely to suffer much variation across different periods for this
reason: in most cases, their number does not increase or diminish. This
distinguishes prepositions from other grammatical classes that have a direct
referent, such as nouns. In particular, when they refer to objects or artefacts
their references and the function they fulfil are supposed to change over
time.“18 Croatian grammarians agree neither on the name of this group of
prepositions, nor on the list of prepositions that belong to this group. Names
used are pravi prijedlozi 'real prepositions',19 netvorbeni prijedlozi 'not
formed prepositions', 20 neproizvedeni ili podrijetlom nemotivirani 'not
produced or not motivated by their origin'21 or prvotni prijedlozi 'primary
prepositions'. 22 According to the author of this paper, all grammar books and
dictionaries of Croatian language agree that true primary or simple
prepositions in Croatian languages, i.e. those which meaning and form
cannot be traced etymologically to any other word are bez ‘without, do ‘next
to, (up) to, as far as, till, up to, until', iz 'from, out of, by, through, for, off', k
‘toward, to’, na ‘on, upon, by, in, at, into, nad ‘over, above’, o ‘about,
concerning’, od ‘of, from’, po ‘upon, on, about, after, along, during, at, by,
in’, pod ‘under, below, beneath’, pred ‘before, in front of, to’, pri ‘at, in, on,
near’, s ‘with, along with, together’, u ‘in, at, by, into, to, on’, uz ‘at, by,
along with, close to, beside’, za 'for, to, in, by, with, during'. 23 Some
prepositions are closely related to this group but are still not part of it, as for
example preposition kod ‘by, beside, next to, near, at’. Preposition kod ‘by,
beside, next to, near, at’ has all prerequisites to be classified as primary
dictionary entries than about or above, let alone opposite or underneath”(Claude Hagège,
ibid, p. 129.).
18
Carmen Guardon Anelo, “Some Fundamental Issues in the Semantic Analysis of
Prepositions” Estudios Ingleses De La Universidad Complutense, Issue 13, 2005, p. 8.
19
Eugenija Barić et al., ibid.
20
Stjepan Babić et al., ibid.
21
Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid.
22
Stjepan Damjanović, Staroslavenski jezik, Hrvatska sveučilišna naklada, Zagreb 2003.
23
This list is made on grounds of (sometimes inconsistent) information in grammars and
dictionaries of Croatian language. Intention of author of this work is by no means to imply
that this is final list of primary prepositions in Croatian. Further research still needs to be
done.
58
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE
preposition in Croatian (it is short, very frequent, designates spatial relation,
has metaphorical extensions of primary meaning) but a closer inspection
shows that ”it is etymologically related to the old form kon, originally a noun
with the meaning ‘beginning’, ‘end/edge’, ‘region at the beginning and at the
end’ […]. The emergence of the form kod ending in d is related to the
existence of other primary prepositions with a similar structure: pod ‘under’,
nad ‘above’, pred ‘in front of’”. 24 As implied, some grammarians consider
kod ‘by, beside, next to, near, at’ to be primary preposition from today’s
point of view and same goes for some other prepositions. Therefore, the list
of primary prepositions changes form grammar book to grammar book, the
list provided here is therefore not to be considered final.
Secondary or compound prepositions are those that have a morphological
structure. In addition to sekundarni prijedlozi ‘secondary prepositions’,
Croatian grammars label them as nepravi prijedlozi ‘not real prepositions’, 25
proizvedeni ili podrijetlom motivirani ‘produced or motivated by their
origin'.26 As opposed to primary prepositions, their meaning is more specific
or more granular. These prepositions as their basis have one of the
autosemantic words (verb, noun, adjective or adverb), alone or in connection
with one of primary prepositions, and their emergence is considered to be
one of typical grammaticalization processes. Therefore, list of these
prepositions is not final as new members can come into existence by the
process of grammaticalization (also ‘grammaticization’). This process is
generally described as a process in which linguistic elements change into
constituents of grammar or in which grammatical items become more
grammatical. Some linguists do not considered secondary prepositions to be
prepositions, and those linguists that do, do not agree on which linguistic
units should be included in the list.27 Nevertheless, contemporary approaches
agree that secondary prepositions are proper prepositions, based on their
function, and this is reflected in descriptions of languages in grammar books.
Same goes for contemporary Croatian grammars, although they do not all
agree which linguistic units are to be included into list of secondary or
24
Ljiljana Šarić, Spatial Concepts in Slavic: A Cognitive Linguistic Study of Prepositions and
Cases, Otto Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2008, p. 142.
25
Eugenija Barić et al., ibid.
26
Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid.
27
For example, Viggo Brøndal says that „it follows directly from the definition of the concept
of preposition as the simplest expression of relation in language, that only words of
completely simple structure should be recognized as prepositions. As untrue or improper,
therefore, must also be distinguished all formations of compound character: both
syntactically (such as turns of phrase or compounds) and morphologically (such as
derivatives and words of more complex character.” (Pietro Bortone, ibid. p. 5.).
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
59
DARKO MATOMAC
compound prepositions in Croatian. For example, Stjepan Babić et al.28 do
not consider instrumental form of nouns, such as pomoću 'by, with' or putem
'by means of, through, by way of', to be prepositions, while Josip Silić and
Ivo Pranjković29 on the other hand have the most extensive definition of
prepositions in which even prepositional phrases as bez obzira na 'regardless
of, irrespective of, despite' are considered to be preposition. The approach
proposed by Josip Silić and Stjepan Babić30 is in line with contemporary
approaches to prepositions in grammar books of other language. We will not
go into detail here by discussing possible sources of secondary prepositions
in Croatian, but it is important to know that prepositions can be
grammaticalized form nouns, adverbs, adjectives, and verbs. Nouns are the
most common source of prepositions, e.g. accusative form as in kraj 'by,
beside' or mjesto 'instead of, in place of', instrumental form as in povodom
'regarding, with regard to' or silom 'by force of' or prepositional phrase as in
u interesu 'in the interest of' or u usporedbi s 'compared with, in comparison
with'. Prepositions that have a verb as a source are not common in Croatian
and they usually have form of past or present participle, e.g. isključivši
'excluding' or zahvaljujući 'thanks to, by virtue of, with the help of'. 31
28
Stjepan Babić et al., ibid.
Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid.
30
Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid.
31
What follows is the list of secondary prepositions in Croatian (list is based on the list of
prepositions provided by Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid.). For the purposes of this
paper, they are divided in three groups: (i) secondary prepositions that are compound of two
primary prepositions – ispod, ispred, iza and iznad; (ii) secondary prepositions that are
grammaticalized form of a noun, verb, adjective or adverb – blizu, čelo, diljem, dno, duž,
dužinom, glede, isključivši, isključujući, izuzev, izuzevši, kod, koncem, kraj, krajem, kroz,
među, mimo, mjesto, niz, niže, početkom, pomoću, posredstvom, povodom, preko, prema,
prigodom, prije, prilikom, protiv, protivno, put, putem, radi, razmjerno, silom, slijedom,
sred, sredinom, sredinom, sukladno, širinom, širom, temeljem, tijekom, tokom, uključivši,
uključujući, van, više, vrh and zahvaljujući; (iii) secondary prepositions that are compound
of primary preposition and form of a noun, verb, adjective or adverb – bez obzira na,
istodobno s, istovremeno s, između, izvan, na centru, na čelu s, na ime, na kraju, na osnovi,
na planu, na području, na polju, na račun, na svršetku, na temelju, nadno, nadohvat,
nadomak, nakon, nakraj, namjesto, naprama, naspram, nasred, nasuprot, nauštrb, navrh,
nezavisno od, o pitanju, oko, okolo, onkraj, osim, po dužini, po liniji, po mjeri, po pitanju,
po sredini, po širini, pod konac, podno, pokraj ,polazeći od, poput, poradi, pored, poslije,
posred, potkraj, poviše, povrh, preko puta, s ciljem, s gledišta, s izuzetkom, s obzirom na, s
pomoću, sa stajališta, sa stanovišta, spram, sudeći po, suprot, suprotno od, u čast, u doba, u
formi, u interesu, u korist, u oblasti, u obliku, u odnosu na, u odnosu prema, u okviru, u
ovisnosti o, u povodu, u pravcu, u prigodi, u prilog, u razmaku od, u roku od, u skladu s, u
slučaju, u smislu, u smjeru, u središtu, u suprotnosti s, u suradnji s, u svezi s, u svojstvu, u
tijeku, u toku, u trajanju od, u usporedbi s, u vezi s, u vidu, u vidu, u vrijeme, u zamjenu za,
u zavisnosti od, udno, uime, umjesto, unatoč, unutar, uoči, uslijed, usprkos, usred, usuprot,
uvrh, uzduž, uzevši u obzir, za vrijeme, zarad, zaradi, zavrh, zbog, zbog. As already
29
60
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE
When it comes to the meaning of prepositions, this is surely their most
purely described aspect. Contemporary dictionaries of Croatian language
differ in their description of a given preposition, 32 and grammar books of
Croatian language, especially those for the usage in schools, are satisfied
with stating that prepositions express relations, not indicating in any way
what the nature of these relations is. Only two grammar reference books, the
one by Josip Silić and Ivo Pranjković33 and the other by Dragutin Raguž34 go
into more detail. In short, if we follow Josip Silić and Ivo Pranjković we can
say that the meanings of prepositions, i.e. the nature of the relation they
express, can be either dimensional or not dimensional. Under dimensional
meanings Josip Silić and Ivo Pranjković consider spatial and temporal
meanings and under not dimensional all other abstract meanings, e.g.
manner, cause, source... Spatial meanings are basic, primary, and (usually)
most frequent meanings of prepositions. In addition, they are the basis of
other meanings, temporal or abstract, that are their metaphorical extensions.
Polysemy of prepositions is extremely complex and it deserves special
paper(s) devoted just to it, if it is to be described accurately, so here it will
not be discussed. In addition, it must be said that, in linguistic reference
books, the meanings of prepositions in Croatian are analysed in a nonsystematic fashion and there is no book-length methodologically and
theoretically coherent analysis. For those more interested in this subject, it is
forth to say that, up to this date, Josip Silić and Ivo Pranjković35 offer the
most detailed description of meanings of prepositions in Croatian language
that is to be found in grammars.
In the end, what follows is list of 50 most frequent prepositions in
Croatian language, together with information on case form of the word they
form a prepositional phrase with. The translation is provided according to
the dictionary.36
indicated, some grammars consider some of these prepositions to be primary prepositions.
Never the less, this list can be considered the most detail list of secondary prepositions in
Croatian language, but since new prepositions are emerging regularly as a result of process
of grammatialization, it needs to be thought of as subject to change. Further research still
needs to be done.
32
See, for example, definitions of prepositions u ‘in, at, by, into, to, on’and na ‘on, upon, by,
in, at, into’ in Jure Šonje, ed., Rječnik hrvatskoga jezika, Leksikografski zavod Miroslav
Krleža and Školska knjiga, Zagreb 2000 and in Vladimir Anić et al., Hrvatski
enciklopedijski rječnik, EPH and Novi Liber, Zagreb 2004.
33
Josip Silić and Ivo Pranjković, Gramatika hrvatskoga jezika za gimnazije i visoka učilišta,
Školska knjiga, Zagreb 2005.
34
Dragutin Raguž, Praktična hrvatska gramatika, Medicinska naklada, Zagreb 1997.
35
Josip Silić and Ivo Pranjković, ibid.
36
Željko Bujas, Veliki hrvatsko-engleski rječnik, Nakladni zavod Globus, Zagreb 1999.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
61
DARKO MATOMAC
Genitive is required with prepositions od 'of, from', iz 'from, out of,
by, through, for, off', do 'next to, (up) to, as far as, till, up to, until', bez
'without', kod 'by, beside, next to, near, at', oko 'around', zbog ‘because
of, for’, između 'between, among', preko 'across, over, at the other
side, beyond', poslije 'afterwards, later on, then, behind', nakon 'after,
following, afterwards' , iza 'behind, at the rear', osim 'except, besides,
apart from', protiv 'against', ispod 'below, under, beneath', iznad
'above, over', radi 'because of, for the sake of', kraj ‘by, beside’, poput
'like, similar, as', pored ‘next to, near, beside, alongside, along, close
to’, izvan 'outside of, out of', usred 'amidst, in the middle of', ispred
'before, in front of, ahead', pokraj 'beside, close to, adjoining, by', sred
‘amid, amidst’, nasred 'in the middle', povrh ‘above, on top of’, spram
‘opposite’, potkraj ‘at the end’, uslijed ‘due to, because of’ and vrh
‘on top of’.
Dative is required with prepositions prema 'toward, compared to,
opposite to' and k 'toward, to'.
Accusative is required with prepositions uz ‘at, by, along with,
close to, beside', kroz ' through, during' and niz 'along, down at'.
Locative is required with the preposition pri ‘at, in, on, near’.
Dative or genitive is required with the preposition nasuprot
'opposite, facing, in contrast to'.
Genitive or accusative is required with the preposition mimo 'by,
past'.
Genitive or instrumental is required with the preposition s 'with,
along with, together'.
Accusative or locative is required with prepositions na 'on, upon,
by, in, at, into', o 'about, concerning' and po ' upon, on, about, after,
along, during, at, by, in'.
Accusative or instrumental is required with prepositions pod 'under,
below, beneath', pred 'before, in front of, to', među 'between, among,
in the midst', nad 'over, above' and nada 'over, above'.1
Genitive, accusative or locative is required with the preposition u
'in, at, by, into, to, on'.
62
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
A ROUGH GUIDE FOR THE PREPOSITIONAL SYSTEM OF THE CROTIAN LANGUAGE
Genitive, accusative or instrumental is required with the
preposition za 'for, to, in, by, with, during'.
Reference
Anić, Vladimir, Dunja Brozović Rončević, Ivo Goldstein, Slavko Goldstein,
Ljiljana Jojić, Ranko Matasović and Ivo Pranjković, Hrvatski enciklopedijski
rječnik, EPH and Novi Liber, Zagreb 2004.
Asbury, Anna, “Adpositions as Case Realisations - Structures and
Consequences”, Leiden Papers in Linguistics Volume 2, Issue 3, 2005, p. 6992.
Asbury, Anna, Berit Gehrke, Henk van Riemsdijk, and Joost Zwarts,
“Introduction: Syntax and Semantics of Spatial P” in Syntax and Semantics of
Spatial P, edited by Anna Asbury, Jakub Dotlačil, Berit Gehrke and Rick
Nouwen, John Benjamins Publishing Company, Amsterdam and Philadelphia
2008, p. 1-34.
Babić, Stjepan, Dalibor Brozović, Milan Moguš, Slavko Pavešić, Ivo Škarić and
Stjepko Težak, Povijesni pregled, glasovi i oblici hrvatskoga književnog jezika,
Hrvatska akademija znanosti i umjetnosti and Nakladni zavod Globus, Zagreb
1991.
Barić, Eugenija, Mijo Lončarić, Dragica Malić, Slavko Pavešić, Mirko Peti,
Zečević Vesna and Marija Znika, Hrvatska gramatika, Školska knjiga, Zagreb
1997.
Bortone, Pietro, Greek Prepositions: From Antiquity to the Present. Oxford
University Press, Oxford 2010.
Bujas, Željko, Veliki hrvatsko-engleski rječnik. Nakladni zavod Globus, Zagreb
1999.
Chalker, Sylvia and Edmund Weiner, The Oxford Dictionary of English
Grammar, Oxford University Press, Oxford 1998.
Damjanović, Stjepan, Staroslavenski jezik, Hrvatska sveučilišna naklada, Zagreb
2003.
Guardon Anelo, Carmen, “Some Fundamental Issues in the Semantic Analysis of
Prepositions”, Estudios Ingleses De La Universidad Complutense, Issue 13,
2005, p. 5-21.
Hagège, Claude, Adpositions, Oxford University Press, Oxford 2010.
Ham, Sanda, Školska gramatika hrvatskoga jezika, Školska knjiga, Zagreb 2002.
Moguš, Milan, Maja Bratanić and Marko Tadić, Hrvatski čestotni rječnik, Zavod
za lingvistiku Filozofskog fakulteta Sveučilišta u Zagrebu, Zagreb, Školska
knjiga, 1999.
Pranjković, Ivo, “Suznačne riječi i njihove vrste” u Zbornik Zagrebačke
slavističke škole 2004., edited by Krešimir Bagić, FF press, Zagreb 2005, p. 1928.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
63
DARKO MATOMAC
Raguž, Dragutin. Praktična hrvatska gramatika. Medicinska naklada, Zagreb
1997.
Saint-Dizier, Patrick, “Introduction to the Syntax and Semantics of Prepositions”
in Syntax and Semantics of Prepositions, edited by Patrick Saint-Dizier,
Springer, Dordrecht 2006, p. 1–26.
Silić, Josip and Ivo Pranjković, Gramatika hrvatskoga jezika za gimnazije i
visoka učilišta, Školska knjiga, Zagreb 2005.
Težak, Stjepko and Stjepan Babić, Gramatika hrvatskoga jezika: priručnik za
osnovno jezično obrazovanje. Školska knjiga, Zagreb 2000.
Šarić, Ljiljana, “Prepostitions: a Challenge for Formal Theories and Cognitive
Grammar” in On Prepositions, edited by Ljiljana Šarić and Donald F. Reindl,
Bibliotheks- und Informationssystem der Universität Oldenburg, Oldenburg
2001, p. 1-18.
Šarić, Ljiljana, Spatial Concepts in Slavic: A Cognitive Linguistic Study of
Prepositions and Cases, Otto Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2008.
Šarić, Ljiljana. “The Croatian Preposition uz: A Cognitive Approach.”
Jezikoslovlje, Volume 13, Issue 1, 2012, p. 151-190.
Šonje, Jure, ed, Rječnik hrvatskoga jezika, Leksikografski zavod Miroslav Krleža
and Školska knjiga, Zagreb 2000.
64
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 51-64
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ ARAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK
MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE TÜRK BASIN
TARİHİNDEKİ YERİ
Feyzullah UYANIK*
ÖZ: 1831 yılında Takvîm-i Vekayi’nin yayımlanmasıyla Osmanlı Devleti basın dünyasına
adım attı. Pek çok konuda yararı görülen yeni neşir türüne İstanbul’daki kalem ve sermaye
sahipleri yakın ilgi gösterdiler. Basın-yayın hayatına özel teşebbüsün katılması, gazete sayısının
artmasını ve buna paralel olarak çıkan yayınların muhteva yönünden zenginleşmesini sağladı.
Dahili-harici haberlerin ve çeşitli edebi yazıların yanı sıra farklı çevrelere mensup önemli
kişilerin hal tercümeleri de gazete sütunlarını doldurmaya başladı. Çalışmanın konusunu
oluşturan Musavver Medeniyet Gazetesi ise hemen hemen tüm sayılarında verdiği hal
tercümeleri ile Osmanlılarda köklü bir geçmişe sahip olan biyografi telif geleneğinin matbuata
taşınması sürecinde önemli bir işlevi yerine getirdi. Eğribozlu Mehmet Arif Bey tarafından
çıkarılan bu gazetenin Osmanlı basınına, günümüz biyografi araştırmalarına, basın
fotoğrafçılığının gelişimine yaptığı katkıların bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesi bu
makalenin amacını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Basını, Biyografi Yazımı, Musavver Medeniyet Gazetesi, Basın
Fotoğrafçılığı.
THE NEWSPAPER OF MUSAVVER MEDENIYET AS A SOURCE FOR BIOGRAPHICAL STUDIES AND ITS
IMPORTANCE IN TURKISH PRESS HISTORY
ABSTRACT: With the publishing of Takvim-i Vekayi in 1831 the Ottoman Empire set step
in the world of press. The new publishing type which had many benefits attracted many
capitalists and writers. The participation of private enterprise in press increased the number of
newspapers and diversified the content of publishings. The columns of newspapers were filled
with domestic and foreign news as well as biographies of important people from different
circles. The newspaper of Musavver Medeniyet, which is the subject of this study, had an
important role in adapting the tradition of biography writing which had a deep-rooted tradition
in the Ottoman Literature into press. The objective of this study is to evaluate the contribution
of the newspaper published by Mehmet Arif Bey of Eğriboz to Ottoman press, present day
biography studies and press photography in a wholistic view.
Keywords: Ottoman Press, Writing Biography, the Newspaper of Musavver Medeniyet,
Press Photography.
Giriş: Tarihi hadiselerin içerisinde ferdin tartışmasız bir yere ve öneme
sahip olduğunu kabul eden Leon E. Halkin, “En iyi biyografi grupların,
müesseselerin, iktisadi olguların tetkikinden asla vazgeçemez” ifadeleriyle
tarihe mâl olmuş önemli bir şahsın hayatını konu edinen bilimsel biyografi
çalışmasının kurgusunu tarif eder.1 Aynı şekilde iyi bir siyasi, iktisadi ve
*
Arş. Gör., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakın Çağ Tarihi Anabilim
Dalı, [email protected]
1
Leon-E. Halkin, Tarih Tenkidi’nin Unsurları, (çev. Bahaeddin Yediyıldız), Ankara 2000, s.
55-61.
FEYZULLAH UYANIK
müessese tarihinin yazılabilmesi için kurumları ve olayları şekillendiren
tarihi şahsiyetlerin metin içerisinde anlamlı bir yerde konumlandırılmaları
gerekir. Bu meyanda “bir kişinin resmi hayatında geçirdiği aşamaları,
bulunduğu görevleri bildirerek eserlerinin adlarını sıralamakla yetindiği
kısa biyografi türü”2 şeklinde tanımlanan tercüme-i hal yazıları, Osmanlı
döneminde yaşamış bir şahsiyetin hayat hikâyesinin ana hatlarını tespit
aşamasında önem ve değer kazanır. Tercüme-i hal konusunda zengin bir
malumat veren Sicill-i Ahval kayıtlarının muhteviyatı üzerine bazı
çalışmalar literatüre kazandırılmış olmakla beraber,3 bu hususta Osmanlı
basınının yeri tam olarak tespit edilebilmiş değildir. İhtiva ettiği tercüme-i
haller ve bunların yazım tarzları bakımından Musavver Medeniyet Gazetesi
bu konuda müşahhas bir mevkiye sahiptir. Musavver Medeniyet
Gazetesi’nde yer alan tercüme-i haller üzerinden Osmanlı basınında
biyografi yazımının değerlendirildiği bu makalede, Musavver Medeniyet’in
basın tarihimizdeki yeri ve gazetecilik mesleğine yaptığı katkılar açıklığa
kavuşturulacaktır.
1. Biyografi Yazın Türünün Osmanlı Basınında Gelişimi: Osmanlı
tarih literatüründe biyografi yazımı, birçok meslek grubunu ve bu grupların
alt dallarını içine alan yaygın bir ilmî telif geleneğidir. Kökeni Arap
edebiyatındaki Tabakat yazınına dayanan bu gelenek,4 Osmanlı uleması
tarafından yeniden kurgulanarak özgün bir yapıya kavuşturulmuştur. İlk
ciddi örnekleri XVI. yüzyılda görülmüş, sonraki yüzyıllarda ise genişleyip
çeşitlenerek “vefayat, ravza, riyaz, gülzar, gülşen, hadika, devha, sefîne,
tuhfe” gibi ayrı ayrı terimlerle ifade edilen birimleri ortaya çıkmıştır.5 18. ve
2
3
4
5
Ebuzziya Tevfik, “Tercüme-i Hal Yazmak”, Mecmua-yı Ebuzziya, 1 Şevval 1297/6 Eylül
1880, sayı I/2, s. 52; Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, I, Ankara 1988, s. 5-7.
Gülden Sarıyıldız, Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun Kuruluşu ve İşlevi (1879-1909), İstanbul
2004, s. 7 vd.; Mübahat Kütükoğlu, “Sicill-i Ahval Defterlerini Tamamlayan Arşiv
Kayıtları”, Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi Cengiz Orhonlu Hatıra Sayısı, Sayı
12, (İstanbul 1982-1988), s. 141-157; Gülden Sarıyıldız, “Sicill-i Ahval Defterleri”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2009, s. 134-136; Ali Birinci, “Teracim-i
Ahvâl Araştırmalarında Arşiv Meseleleri”, Tarihin Hududunda Hatırat Kitapları, Matbuat
Yasakları ve Arşiv Meseleleri, İstanbul 2012, s. 111-123.
Arap literatüründe tabakat türü, hadis-i şeriflerin gelecek nesillere doğru bir şekilde
ulaştırmak için hadislerin ravîleri ve senetleri ile birlikte nakledilmesi neticesinde ortaya
çıkmıştır. Bir yazın türü olarak ortaya çıkış ve gelişimi için bkz. M. Şemseddin (Günaltay),
İslâm’da Târîh ve Müverrihler, İstanbul 1339, s. 12; Casim Avcı, “Tabakat-İslam Tarihi”,
DİA, XXXIX, Ankara 2010, s. 297-299.
Osmanlı tarih literatüründe biyografi türü ilk dönemlerde İran edebî tarihçiliğinin etkisi
altında gelişmeye başladı. Bu konuda bkz. Feridun Emecen “Osmanlı Kronikleri ve
Biyografi”, İslam Araştırmaları Dergisi, III, 1999, 83-90; Abdülkadir Özcan, "Osmanlı
Tarih Edebiyatında Biyografi Türünün Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi", Nazımdan Nesire Edebi
66
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
19. yüzyıllarda en başarılı dönem idrak edilirken bu sahada verilen ürünler
vekayinamelerin ve müstakil biyografi kitaplarının dışına taşmaya
başlamıştır. Takvîm-i Vekayi’de neşredilen resmi maruzata ilaveten yabancı
ülkelerde olup bitenler, kültür, ticaret ve bilim gibi konuları da kapsayan
haberlerin günü gününe halka duyurulması amacıyla çıkarılan gazeteler,
muhtevaları itibariyle yeni bir döneme kapı açmıştır.6 Zamanla içeriği
zenginleşen Osmanlı basınında, tayin-tevcih haberleriyle beraber tercüme-i
hallere de yer verilmeye başlanmıştır.
Basındaki erken tarihli hal tercümeleri, vekayinamelerde uzun yıllar
devam ettirilen tercüme-i hal yazım geleneğinin etkisi altındadır. Esbak
Deavi Nazırı Tahir Selam Bey’in Ceride-i Havadis Gazetesi’nde yayımlanan
tercüme-i hali, 7 ölüm olayının gerçekleştiği sıradaki durumu tasvir eden kısa
bir mukaddimeyi müteakiben kayda geçirilir ki bu tarz tercüme-i hal neşri
vekayinamelerdeki yazım tarzına son derece uygundur.8 XIX. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren basında, vekayinamelerdeki tercüme-i hal yazım
usulünün dışına çıkılmaya başlanır. İlk dönemlerde, devrin önemli
kişilerinden birinin vefatının ardından tercüme-i hal yazılırken bu dönemde
henüz hayatta olan kimselere ait tercüme-i hallere gazete sütunlarında
tesadüf edilir. Bu meyanda Kafkaslarda Çeçen Müslümanlarının özgürlüğü
için Ruslara karşı amansız bir mücadele veren Şeyh Şamil’in ailesi, eğitimi,
efsanevi bir kumandan olarak ortaya çıkışı ve kahramanlıklarını anlatan
tercüme-i hali,9 toplumda ortak duygu ve düşünceleri harekete geçirmek,
hatta hassasiyeti yükseltmek amacıyla yazılmış iyi bir örnek niteliğindedir.
Kamu düzenini bozan suçluların bir nevi sabıka kayıtlarını kamuoyuna ifşa
eden bazı ilginç bilgilerin tercüme-i hal başlığı altında verildiği de vakidir.
Mesela Küçük Ayasofya Mahallesi sakinlerinden Yorgancı Mehmet isimli
bir kişinin hırsızlık yapması üzerine Tercümân-ı Ahvâl Gazetesi’nin iki
nüshasında şahsın sabıkasına dair yer alan yazılar bu konudaki kanaati
Türler, (haz. Hatice Aynur ve öte...). İstanbul 2009, s. 124-133; Abdülkadir Özcan,
“Tabakat-Osmanlı Dönemi”, DİA, XXXIX, Ankara 2010, s. 299-301.
6
Osmanlı basınının muhtevasını geliştirme vizyonuyla çıkan ilk gazete Ceride-i Havadis’tir.
Ceride-i Havadis ve sonrasında çıkan gazetelerin Osmanlı basınına içerik konusunda yaptığı
katkı ile ilgili bkz. Orhan Koloğlu, Osmanlı Dönemi Basınının İçeriği, İstanbul 2010, s. 53272.
7
Ceride-i Havadis, 15 Ramazan 1260/28 Eylül 1844, nr. 196.
8
1821-1826 yılları arasındaki vakaları kaydeden Esad Efendi’de eserinde büyük çoğunlukla
aynı usulü takip ederek biyografilere yer verir. Örnek teşkil etmesi bakımından “Rumeli
Vali ve Seraskeri Seyyid Ali Celaleddin Paşa” için yazılan tercüme-i hal bkz. Sahhâflar
Şeyhizâde Mehmed Esad Efendi, Vakanüvis Esad Efendi Tarihi (Bahir Efendi’nin Zeyl ve
İlaveleriyle) 1821-1826, (haz. Ziya Yılmazer), İstanbul 2000, s 178-180.
9
Tasvir-i Efkar, 9 Muharrem 1280/26 Haziran 1863, nr. 104’ten aktaran Necdet Hayta, Tarih
Araştırmalarına Kaynak Olarak Tasvir-i Efkar Gazetesi (1278/1862-1286/1869), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1990, s. 462.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
67
FEYZULLAH UYANIK
güçlendiren misaller arasındadır.10 Zengin bir içeriğe sahip olan Osmanlı
basınında yapılacak daha detaylı bir tetkikle verilen örneklerin dışında yazım
tarzında farklılıklar arz eden tercüme-i hallere rastlanabilir. Musavver
Medeniyet’in çıkarıldığı 1874 yılına gelindiğinde ise tercüme-i hal yazılarına
konu olan kimseler, kamuoyunu bazı gelişmelere hazırlamak için bilinçli bir
şekilde seçilir hale gelmiştir.
2. Biyografi Neşrinde Musavver Medeniyet Gazetesi: Musavver
Medeniyet Gazetesi’nden bahsetmeden önce, Türk basın tarihine önemli
katkıları bulunan Mehmet Arif Bey’e ve gazetecilik kariyerine değinmek
gerekir. Aslen Eğribozlu olan ve meslektaşları arasında Arifâki namıyla
iştihar eden Mehmet Arif Bey, başta Rumca olmak üzere İngilizce, Almanca,
İtalyanca, Fransızca gibi Avrupa dillerine vakıftır. Mekteb-i Tıbbiye’de
yükseköğrenimini tamamlayan Mehmet Arif Bey’in eczacılık mesleğine
mensup olduğu rivayet edilir. Ancak kendisi eczacılıkta devam etmez. Bazı
konsolosluklarda çalışarak tecrübe kazandıktan sonra gazeteciliğe atılır. 11
Osmanlı matbuatında Mir‘at’tan sonra çıkan ikinci resimli gazeteyi, Ayine-i
Vatan’ı (1867) ve devamı niteliğinde olan İstanbul’u neşreder. Teknik
imkanlar ve dönemin siyasi konjonktüründen dolayı resimli gazete işi
yürümeyince12 Vatan ve Ruzname-i Ayine-i Vatan isimli gazeteleri bir
süreliğine yayımlar. Mehmet Arif Bey’in basın konusundaki ilk tecrübesi
niteliğinde olan Ayine-i Vatan ve İstanbul gazeteleri Musavver Medeniyet’in
ön çalışması gibidir. Devrin önemli kişilerinin fotoğraflarını vermekle
beraber tercüme-i hallerine dair teferruatlı bir kaydın varlığından söz etmek
zordur.13
11 Eylül 1874 tarihinde yayın hayatına başlayan Medeniyet Gazetesi ise
Mehmet Arif Bey’i gazetecilik kariyerinde şan ve şöhrete kavuşturmuştur.
İlk nüshada “İftâh-ı Kelam” başlıklı yazı ile okuyuculara yeni gazetenin
tanıtımı yapılır. Gazeteye Medeniyet isminin “tarihte medeniyetin ilerlediği
asır” olarak tesmiye edilen Sultan Abdülaziz’in saltanat yıllarına izafeten
10
Tercüman-ı Ahval, 26 Cemaziyelevvel 1277/10 Aralık 1860, nr. 8; Tercüman-ı Ahval, 3
Cemaziyelahir 1277 /17 Aralık 1860, nr. 9; mesela bir “Rum Hırsızın Tercüme-i Hali” için
bkz. Tercuman-ı Ahval, 16 Receb 1277/28 Ocak 1861, nr. 15.
11
Reşat Ekrem Koçu, “Arif Efendi, Mehmed”, İstanbul Ansiklopedisi, II, İstanbul 1959, s.
1000-1003.
12
Ahmet Rasim, Matbuat Tarihine Medhal İlk Büyük Muharrirlerden Şinasi, İstanbul 1927, s.
15-16; Belkıs Ulusoy Nalcıoğlu, Osmanlı’da Muhalif Basının Doğuşu 1828-1878, İstanbul
2013, s. 225-229.
13
Bu hususa misal olarak bkz. Mısır Valisi İsmail Paşa’nın fotoğrafı, Ayine-i Vatan, 18
Ramazan 1283/ 28 Ekim 1866, nr. 2, s. 4; Sırp Beyi Milan’ın fotoğrafı, İstanbul, 9 Recep
1285/26 Ekim 1868, nr. 12.
68
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
verildiği özenle vurgulanır.14 Sonraki sayılarda haftada bir defa olmak üzere
Musavver bir nüshanın çıkarılacağı okuyuculara duyurulur. 10 Ekim 1874
tarihine gelindiğinde, Medeniyet Gazetesi’nin musavver nüshası ya da başka
bir deyişle resimli eki yalnızca Cuma günleri yayımlanmak üzere
“Medeniyet” ismiyle ilk 8 sayısını çıkarır.15 9. sayıdan itibaren, kamuoyunun
yakın ilgisine mazhar olan bu gazetenin ismi “Musavver Medeniyet” olur.16
(Musavver) Medeniyet’in 1. sayısında halkın siyasi haberlerden Fransa,
Almanya parlamentolarındaki tartışmalardan sıkıldığını, sokaklarda ve
kahvehanelerde ele alındığında eğlenilecek bir gazeteye ihtiyaç duyduğunu
belirten Mehmet Arif Bey, yeni gazetenin bu ihtiyacı karşılamak üzere
yayımlandığını ifade eder.17
Muhtevası ağırlıklı olarak tercüme-i halden oluşan (Musavver)
Medeniyet gazetesi, Avrupa’da biyografi konusunda tartışmaların yükseldiği
dönemde18 yayın hayatına başlar. Toplam 37 sayıda, farklı meslek gruplarına
mensup 63 önemli ismin tercüme-i halini yayımlamıştır. Bir ara ismi Şems
olarak değiştirilmiş ve bu isim altında tespit edebildiğimiz kadarıyla 7
tercüme-i hal neşredilmiştir.19 Toplam 70 tercüme-i halin bir kısmını önde
gelen Osmanlı bürokratları, yabancı devletlerin başkanları ve İstanbul’daki
sefirlerin biyografileri oluşturmuştur. Buna ilaveten tiyatrocu, edebiyatçı,
mimar, banker gibi iş ve sanat camiasına mensup şöhret sahibi kimselerin
tercüme-i halleri, fotoğraflarıyla beraber yayımlanmıştır.
Musavver Medeniyet Gazetesi’nde yer alan tercüme-i hallerin büyük
çoğunluğunun bilinçli bir strateji izlenerek seçildiği anlaşılmaktadır. Para
kazanmanın yolunu çok iyi bilen Mehmet Arif Bey, devrin önemli
bürokratlarını ve sermaye sahiplerini gazetesinde tanıtmak suretiyle matbaa
14
Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 1. Bu gazetenin bazı özellikleri ile ilgili
bilgiler ileriki sayfalarda verilmektedir.
15
İlk sayı için bkz. Medeniyet, 28 Şaban 1291/10 Ekim 1874, nr. 1.
16
Musavver Medeniyet, 25 Şevval 1291/5 Aralık 1874, nr. 9.
17
Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 8.
18
Bu tartışmalar, çalışmanın sınırları içerisinde değerlendirilemeyecek kadar geniştir. Bu
konuda genel bilgi için bkz. Edward Hallet Carr, Tarih Nedir?, İstanbul 2011, s. 83-109;
Türk entelektüellerinin bu konudaki bakış açısıyla ilgili mukayeseli bir değerlendirme için
bkz. Mehmet Kaan Çalen, II. Meşrutiyet Dönemi’nde Türk Tarih Düşüncesi, İstanbul 2013,
s. 101-111.
19
Şems’te çıkan tercüme-i haller için bkz. Şems, 11 Recep 1292/13 Ağustos 1875, nr. 1, s.12; Şems, 15 Recep 1292/17 Ağustos 1875, nr. 3, s. 1; Şems, 17 Recep 1292/19 Ağustos
1875, nr. 5, s. 1; Şems, 18 Recep 1292/20 Ağustos 1875, nr. 6, s. 1-2; Şems, 21 Ağustos
1875, nr. 7, s. 1; Şems, 20 Recep 1292/ 22 Ağustos 1875, nr. 8, s. 1; Şems, 27 Recep
1292/29 Ağustos 1875, nr. 12, s. 1.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
69
FEYZULLAH UYANIK
giderlerini finanse ederek kâra geçmiştir.20 Kamuoyunun ilgi duyduğu ve
tartıştığı isimleri Musavver Medeniyet’te neşreden Mehmet Arif Bey’in tirajı
artırma konusunda başarılı bir yayın politikası izlediğini söylemek yanlış
olmayacaktır. Diğer yandan Mehmet Arif Bey, saraya ve Sultan Abdülaziz’e
yakınlaşmak için Musavver Medeniyet’i etkili bir şekilde kullanır. Tercümei hallerin muhtevasını padişahın hoşuna gidecek, onun politikalarını
destekleyecek şekilde tertip ederek yayımlar. Aynı şekilde Musavver
Medeniyet’in kamuoyunda ses getireceğine inanan saray, önemli gördüğü
kimselerin tercüme-i hallerini Musavver Medeniyet’te yayımlatarak onlar
lehine gündem oluşturmayı hedefler.
(Musavver) Medeniyet’in ilk nüshasında Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın
övgülerle dolu tercüme-i hali sade bir üslupla neşredilir. Dönemin popüler
isimlerinden biri olan İsmail Paşa’nın konu edildiği yazıda, 1874 yılına
kadar Mısır idaresinde yaptığı işler genel hatlarıyla anlatıldıktan sonra şan ve
şöhretinin yazmakla bitirilemeyeceği ifade edilir. Tercüme-i halin son
kısımlarına doğru İsmail Paşa’nın 1866 yılında “ekber-erşet” usulü yerine
“babadan oğula geçen” yeni veraset sistemini Sultan Abdülaziz’in
fermanıyla Mısır’da uygulamaya koyması özellikle vurgulanır.21 Mehmet
Arif Bey’in ilk sayıda Hidiv İsmail Paşa’yı bu yönüyle ön plana çıkarması,
Sultan Abdülaziz’in Osmanlı veraset usulünü değiştirerek kendisinden
sonraki varisleri22 devre dışı bırakıp büyük oğlu Yusuf İzzeddin Efendi’yi
padişah yapma projesine yardımcı olacak türden bir söylemdir.23
Babadan oğula geçen veraset sisteminin Hidiv İsmail Paşa’nın tercüme-i
hali üzerinden propagandası yapıldıktan sonra ilerleyen sayılarda henüz on
yedi yaşında olan Yusuf İzzettin Efendi’nin tercüme-i hali yayımlanır.
20
Mehmet Arif Bey bazı zevat-ı kiramın yardımları sayesinde gazetenin masraflarını
karşıladığını hatta kâra bile geçtiğini ifade etmektedir. Bkz. Musavver Medeniyet, 11
Muharrem 1293/ 7 Şubat 1876, nr. 10, s. 146.
21
Medeniyet, 28 Şaban 1291/10 Ekim 1874, nr. 1, s. 2-3.
22
Sultan Abdülaziz’den sonraki varisler Murat, Abdülhamit ve Mehmet Reşat’tır.
23
Prof. Dr. Ali Akyıldız, Sultan Abdülaziz’in veraset usulünü değiştirme teşebbüsüne dair
kaleme aldığı makalesinde, 1866 yılında verilen veraset fermanıyla Mısır idaresinin ekbererşet sisteminin dışına çıkılarak İsmail Paşa’nın çocuklarına bırakılmasını Sultan
Abdülaziz’in Yusuf İzzettin Efendi lehine yapmayı düşündüğü düzenlemeye kamuoyunu
hazırlama operasyonu olarak da değerlendirilebileceğini söylemektedir. Bu meyanda,
Mehmet Arif Bey’in Hidiv İsmail Paşa’nın tercüme-i halinde veraset konusunu gündeme
getirmesi Abdülaziz’e yakınlaşmak için doğru bir yol kullandığının göstergesi olarak
yorumlanabilir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan veraset tartışmaları için bkz. Ali
Akyıldız, “Osmanlı Saltanat Veraseti Usulünü Değiştirme ve Sultan Abdülaziz’in Yusuf
İzzeddin Efendi’yi Veliaht Yapma Çabaları”, Deutsch-türkische Begegnungen/Alman Türk
Tesadüfleri, Festschrift für Kemal Beydilli/Kemal Beydilli’ye Armağan, EB Verlag, Berlin
2013, s. 509-537.
70
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
Sultan Abdülaziz’in küçük oğlu Mahmut Celalettin Efendi ile Yusuf İzzetin
Efendiler’in askeri okula başlaması münasebetiyle vükelaya yaptığı
konuşmasındaki “milletimin hukuk ve menâfi‘i uğrunda kullanılmak üzere
onları mektebe verdim”24 ifadesine atfen (Musavver) Medeniyet’te “zât-ı
hazret-i hilâfet-penâhî müşârün-ileyh hazretlerinin vatan ve millete etmek
isti‘dâdında oldukları hidmetin derecâtını takdir edip” askeri okula
yazdırarak şehzadenin önünü açtığına değinilir. (Musavver) Medeniyet’e
göre zekâsı ve üstün yetenekleri sayesinde askeriyede yükselen Yusuf
İzzettin Efendi’nin tercüme-i hali, millete ve devlete gelecekte pek çok
hizmetlerde bulunması için duanın yapıldığı kısımla son bulur.25 Padişahın
küçük oğlu Mahmut Celalettin Efendi de Mehmet Arif Bey tarafından ihmal
edilmez. Musavver Medeniyet’in 13. sayısındaki bu tercüme-i halde, Yusuf
İzzettin Efendi’nin Hassa Müşirliği ile onurlandırıldığından bahsedildikten
sonra Mahmut Celalettin Efendi’nin hayat hikayesine geçilir. Tercüme-i
halin sonlandırıldığı bölümde ise padişahın ve şehzadelerin sağlık ve afiyeti
için dua etmekle yetinilir.26 Bu yönüyle iki tercüme-i hal karşılaştırıldığında
Yusuf İzzettin Efendi üzerine basın yoluyla yoğun bir propagandanın
yapıldığı açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Sultan Abdülaziz’in
saltanatının son yıllarına tesadüf eden bu dönemde Yusuf İzzettin Efendi,
Musavver Medeniyet’te yer alan haberlerin yanında kamuoyunda çeşitli
vesilelerle ön plana çıkarılmaya devam edilir.27
Musavver Medeniyet’te tercüme-i hali neşredilen bürokratlara
bakıldığında ise Hüseyin Avni Paşa,28 Dâhiliye Nazırı [Ahmet] Cevdet
Paşa29 ve Kamil Paşa30 ilk göze çarpanlardır. Yine farklı meslek gruplarına
mensup önemli şahsiyetlerinden, Hristaki Zografos,31 Basiret ve Kahkaha
Gazetelerinin Sahibi (Basiretçi) Ali Efendi,32 Osmanlı Tiyatrosu Birinci
Aktristi Yeranuhi Karakaşyan,33 Filozof Volter,34 Fransız Şair Alphonse
24
Servet-i Fünûn, 30 Teşrin-i Evvel 1324/ 12 Kasım 1908, XXXVI/911, s. 3.
Medeniyet, 25 Ramazan 1291/5 Kasım 1874, nr. 4, s. 25-26.
26
Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 97-98.
27
Cuma selamlıklarında ve (Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s.
3.), İstanbul’daki çeşitli resmi törenlerde Yusuf İzzettin Efendi hep gündemde tutulmaya
çalışılmıştır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Akyıldız, a.g.m., s. 521 vd.
28
Musavver Medeniyet, 20 Muharrem 1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 17-19.
29
Musavver Medeniyet, 2 Safer 1293/28 Şubat 1876, nr. 4, 26-27.
30
Medeniyet, 6 Ramazan 1291/ 17 Ekim 1874, nr. 2, s. 9-11.
31
Musavver Medeniyet, 27 Muharrem 1292/5 Mart 1875, nr. 3, s. 43-44.
32
Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 66.
33
Musavver Medeniyet, 9 Zilkade 1291/18 Aralık 1874, nr. 11, s. 84-86; Osmanlı Tiyatrosunu
konu edinen bir monografide dönemin seçkin tiyatrocuları arasında yer alan Yeranuhi
Karakaşyan ile ilgili bilgilerin verildiği kısımlarda (Metin And, Osmanlı Tiyatrosu
Kuruluşu-Gelişimi-Katkısı, Ankara 1999, s. 47 dipnot 74, s. 129 dipnot 14,15 s. 130 dipnot
20 s. 147 dipnot 5, s. 153 dipnot 138) Musavver Medeniyet Gazetesi’nin 5 Aralık 1920
25
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
71
FEYZULLAH UYANIK
Lamartine, 35 (Martin) Luther ve zevcesi Katerina36 Hiveyi Zabteden Rus
General Kaufman37 ve Mösyö Layard38 gibi isimleri zikretmek mümkündür.
Yayın hayatı boyunca yer verdiği tercüme-i haller ile bir nevi dönemin
panoramasını sunan Musavver Medeniyet Gazetesi’ne konu olan önemli
zümreden birinin de yabancı devletlerin İstanbul’daki büyükelçileri olduğu
belirtilmişti. Bunlar arasında İran,39 İsveç-Norveç40 ve Rusya41 sefirleri
zikredilebilir. Burada büyükelçilere dair verilen tercüme-i hallerin iki önemli
husûsiyeti üzerinde durmakta yarar vardır. Bunlardan ilki Musavver
Medeniyet’in çıkarıldığı dönemde İstanbul’da görev yapan elçilerin, eğitimi,
kariyeri hatta ailesi ile ilgili önemli bilgiler vermesi bakımından bu tercümei hallerin, devrin Osmanlı bürokratlarına kuracakları resmî ve kişisel
münasebetlerde yardımcı olacak türden bir rehber niteliğini taşımalarıdır.
İkincisi ise, günümüzde bu dönem üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmış olan
araştırıcılara fikir verecek, hatta çalışmalarının kıymetini artıracak derecede
muhteviyatının dolu olmasıdır. Günümüzde ferdin tarihi hadiseler üzerindeki
rolünü tespit etmek amacıyla yapılan akademik çalışmalar için önemli bir
başvuru niteliği taşıyan bu tercüme-i haller, itinalı kullanılmalıdır. Zaten
Musavver Medeniyet’in neşredildiği dönemde tercüme-i hallerin, bilhassa
yabancı menşelilerinin belli bir tashihten geçirilerek yayımlanması
gerektiğini dile getirenler olduğu gibi, 42 bu konuda Musavver Medeniyet’in
başarısız olduğunu söyleyenler de vardır.43
Dönemin matbuatında çıkan eleştiriler, Musavver Medeniyet
Gazetesi’nin 12 numaralı nüshasında Rusya’nın İstanbul sefiri Nikolay
Pavloviç İgnatyev’in tercüme-i hali misal olarak incelendiğinde
somutlaştırılabilmektedir. İgnatyev, Rusya’nın XIX. yüzyılda yetiştirdiği en
önemli diplomatlardan biridir. 1867 yılında Rusya’nın İstanbul sefiri olarak
atanır44 ve görevinden ayrıldığı 1877 yılına kadar Bâb-ı Âli nezdinde ve
tarihli nüshası kaynak gösterilmiştir. Musavver Medeniyet, söz konusu tarihte yayın
hayatına devam etmediğinden dolayı müellif tarafından ilgili dipnotlarda gazeteye atfedilen
tarih hatalıdır.
34
Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 99-102.
35
Medeniyet, 25 Ramazan 1291/5 Kasım 1874, nr. 4, s. 27-28.
36
Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 102.
37
Musavver Medeniyet, 30 Zilkade 1291/8 Ocak 1875, nr. 14, s. 125.
38
Musavver Medeniyet, 25 Safer 1293/22 Mart 1876, nr. 7, s. 50.
39
Medeniyet, 27 Ramazan 1291/7 Kasım 1874, nr. 5, 32-35.
40
Musavver Medeniyet, 9 Zilkade 1291/18 Aralık 1874, nr. 11, 81-82.
41
Musavver Medeniyet, 16 Zilkade 1291/25 Aralık 1874, nr. 12, s. 89-90.
42
Ceride-i Havâdis, 7 Rebiyülahir 1292/13 Mayıs 1875, nr. 2772, s. 2.
43
Sadakat, 30 Rebiülevvel 1292/6 Mayıs 1875, nr. 12, s. 2.
44
İstanbul’a gelişi ve bu münasebetle düzenlenen resmi tören için bkz. Ruznâme-i Cerîde-i
Havâdis, 9 Muharrem 1284/13 Mayıs 1867, nr. 650, s. 2597; BOA, İ.HR., nr. 225/13168,
72
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
Osmanlı kamuoyunda en fazla itibar gören büyükelçilerdendir. Hatta
İgnatyev’in Sadrazam Mahmut Nedim Paşa üzerindeki nüfuzu, devrin
muharriri Ahmet Cevdet Paşa tarafından “Sakalını Rusya Elçisi İgnatiyef’in
eline verdi. Bâb-ı Âli’nin nüfuzu Rusya Sefaretine geçti” sözleriyle ile
değerlendirilmektedir.45 Her daim ülkesinin menfaatlerini başarılı bir şekilde
savunan İgnatyev’in İstanbul’da şöhreti zirveye ulaştığı dönemde Musavver
Medeniyet’te tercüme-i hali yayımlanır. Bu tercüme-i halde İgnatyev’in 25
Haziran 1831 tarihinde dünyaya geldiği belirtilir.46 Oysa Rus kaynakları
İgnatyev’in doğum tarihi olarak 17 Ocak 1832’yi verir.47 İgnatyev’in
tercüme-i halindeki bir diğer hata, yazının sonunda yer alan “biçareler
babası” ifadesidir. Burada İgnatyev’in cömertliği ve yardımseverliği ön
plana çıkarılır. Kimsesiz çocuklara bir nevi babalık yaptığı hususuna atfen
böyle bir ifadeye yer verilmiştir. Basın yoluyla yapılan gerçek dışı
propagandanın en bariz misali olan bu ifadeyle hâl-i hazırdaki durum
tamamıyla birbirine zıttır. İgnatyev, tüm Slavları Rusların hakimiyetine
almak için 1858 yılında Rusya’da kurulan “Slav Yardım Komitesi’nin” en
önemli üyesidir.48 İgnatyev’in erdemli bir davranış sergilemek için sözde
merhamet duygusuyla sahip çıktığı çocuklar, Rusya’daki okullarda
bağımsızlık ve özgürlük uğruna her tür insanlık suçunu işleyebilecek
derecede fanatik birer komiteci olarak yetiştirilmiştir.49 Bu yönüyle
Musavver Medeniyet’in verdiği bilgiye göre İgnatyev’in biyografisi
yazılacak olsa onun bir iyilik meleği gibi sunulacağı aşikârdır. Oysa bu bilgi
dönemin Osmanlı50 ve Rus kaynakları ile mukayese edildiğinde İgnatyev’le
ilgili büyük bir tarihi yanılgıya zemin hazırlayacağı ortaya çıkar. Neticede
basında yer alan tercüme-i hallerden hareketle bazı sonuçlara ulaşmadan
önce verilecek olan bilgi mutlaka devrin ana kaynaklarıyla beraber
leff 3; Ahmed Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, (haz. Münir Aktepe), XI,
Ankara 1989, s. 80-81.
45
Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (40. Tetimme), (haz. M. Cavid Baysun), Ankara 1986, s. 146.
46
Musavver Medeniyet, 16 Zilkade 1291/25 Aralık 1874, nr. 12, s. 89.
47
Kalina Kaneva, Rıtsar Balkan Graf N. P. İgnatyev, (Balkan Sezarı (Çarı) N. P. İgnatyev),
Moskova 2006, s. 16. (makalede kullanılan Rusça araştırma eserlerini tercüme ettiği için
Yrd. Doç. Dr. Hasan Demiroğlu’na teşekkür ederim).
48
S. A Nikitin, Slavyanskie Komitetı v Rossii v 1858-1876 godah (1858-1876 Yılları Arasında
Rusya’da Slav Komiteleri), Moskova 1970, s. 90.
49
Slav Yardım Komitesi’nin bu çocukların eğitimi için yürüttüğü faaliyetler ile igili bkz.
Hasan Demiroğlu, Rus Kaynaklarına Göre Rusya’nın Balkan Siyaseti: Ortodoks Birliği ve
Panslavizm (1856-1878), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış
Doktora Tezi), İstanbul 2009, s. 144-182.
50
Örnek teşkil etmesi bakımından İgnatyev’in 1876’da çıkan Hersek isyanını uluslararası bir
sorun haline getirme sürecindeki aktif rolü için bkz. Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı
Hakîkāt, (haz. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983, s. 51 vd.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
73
FEYZULLAH UYANIK
mukayeseye tabi tutulmalı, ciddi bir tenkit süzgecinden geçirilerek
kullanılmalıdır.
3. Diğer Yönleriyle Medeniyet ve (Musavver) Medeniyet
Gazeteleri: Osmanlı basınının ilk Illustiration’u olarak kabul edilen51 ve
Medeniyet Gazetesi’nin Cuma günleri çıkarılan Musavver kısmından
(Musavver Medeniyet’ten) bahsetmeden önce, Medeniyet Gazetesini
tanıtmak yerinde olacaktır. İmtiyaz sahibi Mehmet Arif Bey olan Medeniyet,
Cuma ve Pazar günleri dışında haftanın 5 günü düzenli bir şekilde yayın
yapmıştır. Cuma günü yayımlanmayan Medeniyet’in boşluğunu makalenin
konusunu oluşturan Musavver Medeniyet’in doldurduğu göz önüne
alındığında haftada 6 gün yayın yaptığı söylenebilir.
3 Eylül 1874 tarihinde yayıma başlayan Medeniyet Gazetesi, “Siyaset,
eğitim ve neşri gereken her türlü haberi” konu edinen bir gazete
hüviyetindedir. İlk sayısında “Maarrif” başlığı altında bu bahsin muhtevası
açıklanır. Eğitim ile ilgili yayın yapan gazetelere eleştiri yönelten Mehmet
Arif Bey’e göre bu gazetelerin “ekserisi ne demek istediklerini kendileri
dahi bilmemektedir”. Bir kısmı ise birbirlerini kıyasıya eleştirmekten öteye
gitmemektedir. Bu sebeple eğitimi konu alan haberler okuyucunun ilgisinden
uzaklaştığından Medeniyet gazetesi eğitim bahsinde öncelikle okuyucunun
ilgilisini yeniden bu konu üzerine odaklamayı, eğitimin insanlık için önemini
kabul ettirmeyi ve nihayetinde eğitimin ıslahı için yapılacak çalışmalara fikri
yönden katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Siyaset bahsinde ise eğitime
göre daha kısa bir açıklama yapılır. Neşir hayatına giren gazetelerde imkan
dahilinde politika ve siyaset üzerine haberler yapılması gerektiği
vurgulanır.52 Avrupa, İran ve Rusya ile ilgili haberleri sütunlarına taşır.
Diğer yandan tayin-tevcihat haberlerine de yer verir.
Medeniyet gazetesinin Maliye bahsinde, Galata Borsası ile ilgili haberler
yer alır. Her nüshada düzenli bir şekilde Galata Borsasında tahvil değerleri
verilen kuruluşlardan Rumeli Demiryolu Hisseleri, Dersâ‘adet Bankası,
Şirket-i Umûmiyye, İ‘tibâr-ı Umûmî-yi Osmânî, Tramvay ile Eshâm ve
Sarrafiye Şirketleri zikredilebilir. Osmanlı parasının İngiliz, Fransız ve Rus
paraları ile kurlarını her nüshasında düzenli bir şekilde verir. Lira-yı Osmânî
ile Mecidiye arasındaki fark da yine bu sütunda belirtilmektedir. Galata
Borsası ile ilgili haberlerin Medeniyet ve İstikbal gibi dönemin gazetelerinde
günü gününe verilmesi, bu dönemde sürekli değişen tahvil değerleri
51
Daha önce Mir’at, Ayine-i Vatan ve İstanbul gazeteleri resimli çıkarılmakla beraber
Osmanlı basınında Musavver Medeniyet’in bu kategoride ilk olduğu kabul edilmektedir. Bu
konuda bkz. Orhan Koloğlu, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın Başlaması, İstanbul 1992, s.
19.
52
Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 1.
74
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
üzerinden yapılan alım satım işlemlerindeki yoğunluğun ve kâr payının
artmasına bağlanabilir.
Medeniyet Gazetesi’nin resimli/fotoğraflı versiyonu olarak Cuma günleri
çıkmaya başlayan Musavver Medeniyet Gazetesi, 30 Aralık 1874 tarihinde
Medeniyet Gazetesi’nin yayın hayatından çekilmesi üzerine tek başına
yoluna devam eder.53 Cuma günleri İstanbul’da haftalık olarak neşredilir. Üç
aylığı yarım Osmanlı Lirasıdır. Bürosu Vezir Caddesi 46 numaradadır. İzzet
Efendi Matbaası’nda basılan (Musavver) Medeniyet Gazetesi’nin ölçüleri,
26x39 cm. olarak verilebilir. Yeni yayının finansmanı için gerekli olan
reklam fiyatları ise (Musavver) Medeniyet’in ilk nüshasından öğrenildiğine
göre sıradan küçük ilanlar uygun (ehven) fiyata, yirmi satırı geçmeyen
kumpanya ilanları yirmilik mecidiye, resimli ilanlar ise otuz kuruşa
basılacağı belirtilmiştir.54
Gazetenin ilk 12 sayısı 8 sayfa, 13. sayı ise 16 sayfadır. Sayfa sayısı
yayın hayatı boyunca 16’da sabit kalmamıştır. İlk nüshalarında gazetenin
ismi sade bir şekilde yazılırken, 8. sayıdan itibaren ser levha (başlık)
Osmanlı arması ve önemli mimari yapılarıyla birlikte İstanbul ile Mısır’ın
siluetini tasvir eden bir çizimle tezyin edilmiştir.55 Başlığın hemen altından
itibaren tercüme-i hal fotoğrafları orta boy, Mesudiye Zırhlı Firkateyni 56
örneğinde olduğu gibi tam sayfayı kaplayacak şekilde büyük boy olarak da
yayımlanmaktadır. Gazetenin münderecatı ve resimlerin içerikleri
çoğunlukla ilk sayfada fihrist başlığı altında yer alır.
Aktüaliteyi çok yakından takip eden ve haberlerini imkânlar nispetinde
fotoğraflarıyla beraber yayımlamaya gayret eden Musavver Medeniyet
Gazetesi, okuyucularının birçok sahada fikir sahibi olmasını sağlar. İlk
nüshasında eğlence amaçlı çıkarıldığından bahsedilse de Balkan krizi
dolayısıyla toplanan Tersâne Konferası’nın görüşmelerine, konferansa iştirak
eden murahhaslara ve onlara ait fotoğraflara geniş yer ayırır.57 İstanbul’da
gündemin hayli hareketli olduğu bu günlerde, Kanun-ı Esasi’nin ilan
edilmesi için öğrencilerin Bâb-ı Seraskerî’de yaptıkları gösteriye ait
fotoğrafı tam sayfa yayımlar ve hemen bir sonraki sayfada sokaklardaki
coşkuyu canlı bir şekilde sütunlarına taşır.58 Müteakip sayılarda da Mebusan
Meclisi’nin ilk toplantısına ait fotoğrafı neşretmiştir.59 Tersane
53
İmtiyaz sahibi (Mehmet) Arif Efendi’dir.
Medeniyet, 28 Şaban 1291/ 10 Ekim 1874, nr. 1, s. 1.
55
Son sayılara doğru İstanbul siluetinin başlıktan çıkarıldığı görülmektedir.
56
Musavver Medeniyet, 14 Zilhicce 1291/22 Ocak 1875, nr. 15, s. 129.
57
Musavver Medeniyet, 17 Muharrem 1293/ 13 Şubat 1876, nr 1.
58
Musavver Medeniyet, 24 Muharrem 1293/ 20 Şubat 1876, nr. 2, s. 13.
59
Musavver Medeniyet, 25 Safer 1293/22 Mart 1876, nr. 7, s. 52.
54
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
75
FEYZULLAH UYANIK
Konferansı’nın Osmanlı Devleti ile Rusya arasında gerilen ilişkilere
diplomatik çözüm geliştirememesi üzerine 1877-1878 Osmanlı-Rus
Harbi’nin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı yine Rus askerinin 1872
yılındaki mevcuduna dair verilen haberden anlaşılmaktadır.60
Osmanlı topraklarında yaşanan güncel olaylara yer verilirken
Avrupa’daki gelişmeler de Musavver Medeniyet’te ihmal edilmez. Mesela
Viyana’daki uluslararası sergiyle ilgili bilgi verildikten sonra, sergide büyük
ilgi toplayan çiçek saksısının fotoğrafı ve teşhir edilen bir sandalın resimleri
ile birlikte haberleri yapılmıştır.61 Avrupa basınını yakından takip eden
Mehmet Arif Bey, Londra’da 4 yıl önce çıkan Illustrated London News
gazetesinin ilk sayfasına ünlü bir fabrikatörü son sayfasına da Osmanlı
Devleti’nin önde gelen bir bürokratını koymasına izafeten Papa IX. Pius’un
resmini dördüncü sayfada yayımladığını dile getirerek bu konudaki
eleştirileri yanıtlamıştır.62
Gazeteyi inceleyenler Ayasofya Camii, 63 Dolmabahçe Sarayı,64 II.
Beyazıt Camii,65 Bab-ı Ali binası,66 Sultan Ahmet Meydanı ve Dikili
Taş’ın67 fotoğraflarıyla İstanbul’un mimari yapısını tanırken, 1870’li yılların
İstanbul’una bir nevi seyahat etmiş olurlar. Musavver Medeniyet’in
ifadesiyle “İstanbul’umuzun resmi alınmaya şayân mevkī‘inin en
birincilerinden” biri olan Bit Pazarı hakkında da kısa bir tanıtım yazısı
vardır.68 Musavver Medeniyet’te İstanbul, yalnızca camileri, mimarı yapıları
ve canlı bir şekilde yansıtılan sokak aralarıyla gündeme gelmez. 1292/1875
hicri yılbaşı münasebetiyle Sultan Abdülaziz ve icraatlarının övüldüğü
nüshada, Cuma Selamlığı Töreni tasvir edilir. İstanbul halkının yüzyıllardır
şahit olduğu bu tören, padişahın ve selamlık alayının boğazdan Ortaköy
Camii’ne ulaşması ve akabinde yapılan merasimi gösteren fotoğrafla
taşradaki okuyuculara anlatılır.69 Şehirler bahsinde Musavver Medeniyet’e
sadece İstanbul konu olmaz. Osmanlı Devleti’nin en önemli liman
60
Bu habere göre, Rusya’nın kayıtlarında mevcut 1.556.447 askerden 817.500 tanesi
muvazzaftır. Bkz. Musavver Medeniyet, 3 Rebiülevvel 1293/29 Mart 1876, s. 138.
61
Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 102, 104; Musavver
Medeniyet, 28 Zilhicce 1291/5 Şubat 1875, nr. 16, s. 145.
62
Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 71; Musavver Medeniyet, 18
Safer 1292/26 Mart 1875, nr. 6, s. 95.
63
Musavver Medeniyet, 14 Zilhicce 1291/22 Ocak 1875, nr. 15, s. 129.
64
Dolmabahçe Sarayı’nın Valide Sultan Camii tarafı giriş kapısı, Musavver Medeniyet, 20
Muharrem 1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 20.
65
Musavver Medeniyet, 25 Safer 1292/2 Nisan 1875, nr. 7, s. 103.
66
Musavver Medeniyet, 2 Safer 1293/28 Şubat 1876, nr. 4, s. 29.
67
Medeniyet, 27 Ramazan 1291/7 Kasım 1874, nr. 5, s. 40.
68
Musavver Medeniyet, 4 Safer 1292/12 Mart 1875, nr. 4, s. 51.
69
Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s. 3-6.
76
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
şehirlerinden biri olan Beyrut’un Sultan Abdülaziz dönemine kadar kısa bir
tarihçesi verilmiştir.70 Osmanlı coğrafyasının dışında kalan şehirlerden, 1789
yılında Rus Generali Potemkin tarafından kurulan Nikolayef şehrinin
anlatıldığı yazı misal olarak verilebilir.71 Yine XIX. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren liman ve tersanelerle veçhesi değişen Alman
şehirlerinden de bazı örnekler ve fotoğraflar vardır.72
Musavver Medeniyet, mesleki-teknik bilgideki ilerlemeleri de haberlerine
konu etmiştir. Makine gücüyle havalanan ve bir insanı taşıyacak kadar
kapasiteye sahip olan balonun Londra’da bir şirket tarafından imal edildiğini
duyururken uçan balona ait fotoğraf, Musavver Medeniyet’in o günkü
manşetidir.73 “Buhar Kuvveti’nin Keşfiyle Vapurların İhtirâ‘ı” başlıklı bir
yazıda buhar gücünün gemi teknolojisindeki ilerlemeye yaptığı katkıdan
bahsedilerek bu keşfin tarihi serüvenine yer verilir.74 “Ateşsiz Lokomotif”
isimli bir makalede, ileride kömür madenin bitmesi durumunda tren ve
vapurların nasıl işletileceğine dair Amerika ve Avrupa bilim adamlarının
yaptıkları çalışmaları ve geliştirdikleri alternatif planları okuyucularına
sunar.75 “Telgrafın Zuhuru” başlıklı yazıda on yedinci asrın sonlarında
Fransız bilim adamı Amanton’un dürbünü icadıyla bahsi açıp ardından
telgrafın kısa bir tarihçesini verir.76 Silah teknolojisinde yaşanan gelişmelere
kayıtsız kalmayan Musavver Medeniyet, Meşhur Alman Krupp toplarının
dökümcüsünü tanıtırken77 başka bir nüshasında da tüfek teknolojisi ile ilgili
bilgi verdikten sonra resimlerle bu silahların kullanımını anlatmaktadır.78
Halkı eğlendirmek için ilk sayılardan itibaren romanlara yer veren
Musavver Medeniyet’te, “Odamın İçinde Bir Seyahat” ve yine Almancadan
tercüme edilen “Gece Arkadaşları”79 isimli romanlar yayımlamıştır. Bunun
yanı sıra avcılıkla ilgili bilgi verildikten sonra fillerin nasıl avlandığı
fotoğrafla anlatılır.80 Kadim medeniyetin o güne ulaşan eserleri de Musavver
Medeniyet’in konusu olmuştur. Mesela heykelcilik ve eski eserleri tanıtan
Musavver Medeniyet Gazetesi,81 Mudanya’dan Bursa’ya kadar uzanan
70
Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 66-67, 73.
Musavver Medeniyet, 16 Rebiyülahir 1292/22 Mayıs 1875, nr. 8, s. 118-119.
72
Musavver Medeniyet, 23 Zilkade 1291/1 Ocak 1875, nr. 13, s. 105.
73
Musavver Medeniyet, 18 Safer 1293/15 Mart 1876, nr. 6, s. 41-42.
74
Musavver Medeniyet, 28 zilhicce 1291//5 Şubat 1875, nr. 16, s. 146.
75
Musavver Medeniyet, 4 Safer 1292/12 Mart 1875, nr. 4, s. 54.
76
Musavver Medeniyet, 18 Safer 1292/26 Mart 1875, nr. 6, s. 91.
77
Musavver Medeniyet, 25 Safer 1292/2 Nisan 1875, nr. 7, s. 99-100.
78
Musavver Medeniyet, 27 Muharrem 1292/5 Mart 1875, nr. 3, s. 35.
79
Roman ilk kez bu sayıda tercüme edilmeye başlanır. Musavver Medeniyet, 20 Muharrem
1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 28.
80
Musavver Medeniyet, 27 Muharrem 1292/5 Mart 1875, nr. 3, s. 35, 46.
81
Musavver Medeniyet, 30 Zilkade 1291 numara 14, sayfa 119-120.
71
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
77
FEYZULLAH UYANIK
demiryolu güzergahında bulunan eski eserlere ait bir listeyi sunmuş, eserler
ile ilgili kısa bilgiler vermiştir.82 Avrupalı bir eğitmenin (Mösyö
Luitman’ın?) “Maymunlara Ta‘lîm Ettiği Harekât” başlığındaki sayfada
maymunlara ait 20 farklı fotoğrafla yapılan eğitimin safhaları
anlatılmaktadır. Maymunların çocuk taşıması, kundura çıkarması, ekmek
yoğurması ve bir kap içerisinde çikolata pişirmeleri gibi ilginç bir eğitim
süreci bu fotoğrafların arasında göze çarpmaktadır.83
Güncel olayları görsel unsurlarla destekleyerek okuyucuya aktarma
çabası içinde olan Musavver Medeniyet’in fotoğrafları temin etme
noktasında farklı kaynaklara başvurduğu görülmektedir. Bunlar arasında
Abdullah
Kardeşler
(Biraderler),84
Mösyö
(Sébah)
Sabah’ın
Fotoğrafhanesi,85 Almanya gazeteleri, 86 Fransız gazeteleri, 87 Mısır ve Viyana
gazeteleri ve çeşitli kitaplardan alınırken bazı resimler aslına bakılarak
çizilmiş88, bazı fotoğraflarda hususi olarak çektirilmiştir.
Günümüz araştırmalarına kaynak olmasının yanı sıra gazetede bulunan
resimli haberler, dönemin Osmanlı toplumu için çarpıcı detaylara sahiptir.
Mehmet Arif Bey tarafından seçilip yayımlanan fotoğrafların kalitesi Ceridei Havadis ve Sadakat gazetelerinde takdir edilir.89 Aktüaliteyi resimleriyle
beraber okuyucularına aktaran Musavver Medeniyet, hakkâk dükkânlarında
kullanılan eski kalıpların altlarına rastgele yazılar koyarak neşretmediğinden
taşrada da hayranlıkla karşılanmıştır.90 Musavver Medeniyet’in fiyatından
şikâyet edenler 91 olsa da Mehmet Arif Bey, Osmanlı coğrafyasında çıkan tek
resimli gazetenin Musavver Medeniyet olduğunu vurguladıktan sonra baskı
giderlerinin fazlalığından bahseder. Gazetenin tirajının artırılması
durumunda fiyatların düşebileceğini hem Sadakat gazetesinde çıkan yazıya
bir cevap olarak verir hem de tirajın artırılması konusunda bir nevi destek
ister.92
82
Musavver Medeniyet, 20 Muharrem 1292/26 Şubat 1875, nr. 2, s. 11.
Musavver Medeniyet, 11 Muharrem 1293/ 7 Şubat 1876, nr. 10, s. 149.
84
Fuat Paşa’nın fotoğrafı, Medeniyet, 29 Recep 1291/11 Eylül 1874, nr. 1, s. 2.
85
Sultan Abdülaziz’in Ortaköy Camii’ndeki Cuma Selamlığı töreninin boğazdan görünüşü.
Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s. 5.
86
Mari Aleksandrovona’nın fotoğrafı, Musavver Medeniyet, 2 Zilkade 1291/11 Aralık 1874,
nr. 10, s. 76.
87
Viktor Hügo’nun fotoğrafı, Medeniyet, 27 Ramazan 1291/7 Kasım 1874, nr. 5, s. 36.
88
Müzehâne-i Osmani’ye naklolunan heykellerin resmi için bkz., Medeniyet, 18 Şevval
1291/28 Kasım 1874, nr. 8, s. 56.
89
Sadakat, 30 Rebiülevvel 1292/6 Mayıs 1875, nr. 12, s. 2; Ceride-i Havâdis, 7 Rebiyülahir
1292/13 Mayıs 1875, nr. 2772, s. 2.
90
Orhan Koloğlu, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın…, s. 19-20.
91
Sadakat, 30 Rebiülevvel 1292/6 Mayıs 1875, nr. 12, s. 2.
92
Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5, s. 78-79.
83
78
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
Genel hatlarıyla tanıtılmaya çalışılan ve Türk basın tarihinde iz bırakan
Musavver Medeniyet Gazetesi’nin yayın hayatından çekilme serüveni ise
hazindir. Sahibi Mehmet Arif’in o dönemin Avrupa’da en ünlü resimli
dergisi olan Fransızca “Illustration” ayarında bir dergi çıkarmak iddiasıyla
bazı kimselerden para topladıktan sonra yurt dışına kaçtığı rivayet edilir.
Böylelikle
Musavver
Medeniyet’in
yayımının
son
bulduğu
varsayılmaktadır.93
Sonuç: Musavver Medeniyet Gazetesi, sadece Türk basın tarihinde değil
aynı zamanda Tanzimat döneminin son yıllarındaki siyasi, kültürel ve
teknolojik gelişmeleri sunuş biçimi bakımından ayrı bir yere ve öneme
sahiptir. Bu yönüyle Musavver Medeniyet, kendisinden sonra çıkarılacak
olan gazeteleri hem şekil hem de muhteva yönüyle etkilemiştir. Mesala
Musavver Meşahir-i Alem ile Musavver Türkistan’ı, bilhassa tercüme-i
halleri sunuş biçimiyle, hatta çok ilerilere gidildiğinde Türk basınının gerçek
Illustiraton’u ya da başka bir deyişle Musavver Medeniyet’in mütekamil
örneği Şehbal Mecmuası’nı da aktüaliteyi fotoğraflarıyla beraber canlı bir
şekilde aktarma cihetinden etkilediğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Osmanlı basınında fotoğraflarıyla yeni bir dönemi başlatan Musavver
Medeniyet Gazetesi, tercüme-i hal yazılarını birer propaganda aracı olarak
kullanması ve bu tür yazılar üzerinden maddi kazanç sağlaması bakımından
da basım-yayım faaliyetlerini farklı bir boyuta taşımıştır.
Tercüme-i hallerin muhtevalarının tatmin edici olduğunu belirtmekle
beraber sansasyonel bir şekilde sunuldukları hususunu her zaman göz
önünde bulundurarak bilimsel çalışmalarda kullanılması gerektiğini burada
bir daha dile getirmekte yarar vardır. Bazı eksik yönlerinin olması, bu
tercüme-i hallerin kaynak olarak değerlerini yitirdikleri anlamına
gelmemektedir. Günümüzde basın tarihi ile ilgili çalışmalar kapsamında
Osmanlı döneminde çıkan gazetelerin fihristi hazırlanmakta, birebir
transkripsiyonu yapılmakta ve gazetelerde neşredilen tercüme-i hal yazıları
yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Basın tarihimizin çeşitli yönlerini ortaya
çıkarmaları bakımından takdire şayan olan bu çalışmaların konusu müstakil
olarak teracim-i ahvâl olmadığından yeteri kadar veri sun(a)mamaktadırlar.
Osmanlı basınındaki tercüme-i hal yazılarının toplu bir şekilde taranarak tek
bir çalışmanın çatısı altında biyografik bibliyografyanın oluşturulmasıyla
günümüz modern tarih araştırmalarına büyük bir hizmetin yapılacağı
yönündeki malûmu ilâm kabilinden sözlerin burada hatırlatılması ve bu
yöndeki düşüncelerin bir an evvel gündeme taşınarak fiiliyata geçirilmesi
gerekmektedir.
93
Orhan Koloğlu, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın…, s. 21-22.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
79
FEYZULLAH UYANIK
KAYNAKÇA*
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
(İ.HR.) İrade-i Hâriciye
Gazete ve Mecmualar
Ayine-i Vatan, Ceride-i Havadis, İstanbul, Mecmua-yı Ebuzziya, Medeniyet,
Musavver Medeniyet, Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis, Sadakat, Servet-i Fünûn,
Şems, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Ahval.
Kaynak Eserler, Kitaplar ve Makaleler
Ahmed Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, (haz. Münir Aktepe),
XI, Ankara 1989.
Ahmed Rasim, Matbuat Tarihine Medhal İlk Büyük Muharrirlerden Şinasi, İstanbul
1927.
Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (40. Tetimme), (haz. M. Cavid Baysun), Ankara 1986.
Akyıldız, Ali, “Osmanlı Saltanat Veraseti Usulünü Değiştirme ve Sultan
Abdülaziz’in Yusuf İzzeddin Efendi’yi Veliaht Yapma Çabaları”, Deutschtürkische Begegnungen/Alman Türk Tesadüfleri, Festschrift für Kemal
Beydilli/Kemal Beydilli’ye Armağan, EB Verlag, Berlin 2013, s. 509-537.
And, Metin, Osmanlı Tiyatrosu Kuruluşu-Gelişimi-Katkısı, Ankara 1999.
Avcı, Casim, “Tabakat-İslam Tarihi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
(DİA), XXXIX, Ankara 2010, s. 297-299.
Birinci, Ali, “Teracim-i Ahvâl Araştırmalarında Arşiv Meseleleri”, Tarihin
Hududunda Hatırat Kitapları, Matbuat Yasakları ve Arşiv Meseleleri, İstanbul
2012.
Carr, Edward Hallet, Tarih Nedir?, İstanbul 2011.
Çalen, Mehmet Kaan, II. Meşrutiyet Dönemi’nde Türk Tarih Düşüncesi, İstanbul
2013.
Demiroğlu, Hasan, Rus Kaynaklarına Göre Rusya’nın Balkan Siyaseti: Ortodoks
Birliği ve Panslavizm (1856-1878), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Basılmamış) Doktora Tezi, İstanbul, 2009.
Ebuzziya Tevfik, “Tercüme-i Hal Yazmak”, Mecmua-yı Ebuzziya, 1 Şevval 1297/6
Eylül 1880, sayı I/2, s. 52.
Emecen, Feridun, “Osmanlı Kronikleri ve Biyografi”, İslam Araştırmaları Dergisi,
III, 1999, 83-90.
Halkin, Leon-E., Tarih Tenkidi’nin Unsurları, (çev. Bahaeddin Yediyıldız), Ankara
2000.
*
Arşiv belgeleri ve gazetelerin numaraları metin içerisinde verilmiştir.
80
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
Hayta, Necdet, Tarih Araştırmalarına Kaynak Olarak Tasvir-i Efkar Gazetesi
(1278/1862 - 1286/1869), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, Ankara 1990.
Kaneva, Kalina, Rıtsar Balkan Graf N. P. İgnatyev, (Balkan Sezarı (Çarı) N. P.
İgnatyev), Moskova 2006.
Koçu, Reşat Ekrem, “Arif Efendi, Mehmed”, İstanbul Ansiklopedisi, II, İstanbul
1959, s. 1000-1003.
Koloğlu, Orhan Osmanlı Dönemi Basınının İçeriği, İstanbul 2010.
________, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın Başlaması, İstanbul 1992.
Kütükoğlu, Mübahat, “Sicill-i Ahval Defterlerini Tamamlayan Arşiv Kayıtları”,
Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi Cengiz Orhonlu Hatıra Sayısı, Sayı 12,
(İstanbul 1982-1988), s. 141-157.
Levend, Agah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, I, Ankara 1988.
M. Şemseddin (Günaltay), İslâm’da Târîh ve Müverrihler, İstanbul 1339.
Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkāt, (haz. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983.
Nalcıoğlu, Belkıs Ulusoy, Osmanlı’da Muhalif Basının Doğuşu 1828-1878, İstanbul
2013.
Nikitin, S. A, Slavyanskie Komitetı v Rossii v 1858-1876 godah (1858-1876 Yılları
Arasında Rusya’da Slav Komiteleri), Moskova 1970.
Özcan, Abdülkadir, "Osmanlı Tarih Edebiyatında Biyografi Türünün Ortaya Çıkışı
ve Gelişmesi", Nazımdan Nesire Edebi Türler, (haz. Hatice Aynur ve öte...).
İstanbul 2009, s. 124-133.
________, “Tabakat-Osmanlı Dönemi”, DİA, XXXIX, Ankara 2010, s. 299-301.
Sahhâflar Şeyhizâde Mehmed Esad Efendi, Vakanüvis Esad Efendi Tarihi (Bahir
Efendi’nin Zeyl ve İlaveleriyle) 1821-1826, (haz. Ziya Yılmazer), İstanbul 2000.
Sarıyıldız, Gülden, Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun Kuruluşu ve İşlevi (1879-1909),
İstanbul 2004.
________, “Sicill-i Ahval Defterleri”, DİA, İstanbul 2009, s. 134-136.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
81
FEYZULLAH UYANIK
EKLER
Musavver Medeniyet’in kapak sayfası ve Basiretçi Ali Efendi’nin fotoğrafı.
Kaynak: Musavver Medeniyet, 11 Safer 1292/19 Mart 1875, nr. 5.
82
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
BİYOGRAFİ A RAŞTIRMALARINA KAYNAK OLARAK MUSAVVER MEDENİYET GAZETESİ VE
TÜRK BASIN TARİHİNDEKİ YERİ
Sultan Abdülaziz’in Ortaköy Camii’ndeki Cuma Selamlığı töreni.
Kaynak: Musavver Medeniyet,1 Muharrem 1292/7 Şubat 1875, nr. 1, s. 5.
1876 yılında yapılan Tersane Konferansı’ndaki müzakerelerden bir görünüm.
Kaynak: Musavver Medeniyet, 17 Muharrem 1293/ 13 Şubat 1876, nr 1., s. 20.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
83
FEYZULLAH UYANIK
Kanun-ı Esâsi’nin ilanı için öğrencilerin (Bâb-ı Seraskerî) bugünkü İstanbul
Üniversitesi Merkez Kampüsü’nde yaptıkları gösteriden bir kare.
Kaynak: Musavver Medeniyet, 24 Muharrem 1293/ 20 Şubat 1876, nr. 2, s. 13.
Meclis-i Mebusân’ın ilk toplantısına ait bir resim.
Kaynak: Musavver Medeniyet, 25 Safer 1293/22 Mart 1876, nr. 7, s. 52.
84
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 65-84
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. ve XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE KAZÂSININ
İKTİSADÎ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Cengiz PARLAK
ÖZ: XIV. yüzyılın ikinci yarısında akıncı beyi Gazi Evrenos Bey tarafından Osmanlı
Devleti’nin hâkimiyetine alınan Gümülcine şehri, Rumeli ve Balkanların fethedilmesi
aşamasında uç merkezi olarak da kullanılmıştır. Fethedildikten sonra Müslüman-Türk nüfus ile
şekillenmeye başlayan Gümülcine merkezi ve kırsalının, XV-XVI. yüzyıllarda demografik ve
iktisadî yapısı gelişmiştir. Gümülcine bulunduğu coğrafî konumuna bağlı olarak, bu
yüzyıllarda hububat, pamuk, üzüm, pirinç, bağ ürünleri, balıkçılık ve hayvancılık açısından
önemli bir üretim merkezi olmuştur. Ayrıca Gümülcine ormanlarında yetişen birçok ağaç türü
gemi yapımında kullanılmıştır. Şap madeni açısından da zengin olan Gümülcine, önemli tuz
kaynaklarına da sahiptir. Makalemizde, Gümülcine şehrinin sahip olduğu nüfus ve üretim
gücü ve bunlara bağlı olarak oluşan vergi gelirleri, ürün fiyatları ile esnaf ve sanatkârlar ve
vakıflar incelenip değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Gümülcine, Rumeli, Batı Trakya, iktisat, vergi, vakıf, şap madeni,
balıkçılık.
OBSERVATIONS ON THE ECONOMIC SITUATION OF THE DISTRICT OF KOMOTINI DURING THE
15TH AND 16TH CENTURIES
ABSTRACT: The city of Komotini, brought under Ottoman rule by Gazi Evrenos Bey in the
second half of the 14th century, was also used as a borderland center during the conquest of
Rumelia and the Balkans. Following its conquest, Komotini and its countryside began to be
shaped by the Muslim-Turkish population and the demographic and economic structure of
Komotini improved during the 15th and 16th centuries. Related to its geographic position,
Komotini became a significant production center of grain, cotton, grape, rice, vintage, fishery
and husbandry. Besides timbers acquired from the forests of Komotini were used in at
shipbuilding. Being rich in alum, Komotini had important salt resources as well. In our article,
the population, production potential, tax revenues, prices, artisans and foundations of Komotini
will be evaluated by examining.
Keywords: Gümülcine-Komotini, Rumelia, Western Thrace, economy, tax, foundations,
alum, fishery.
Giriş. Günümüzde Yunanistan’ın Rodopi ilinin (Νομός Ροδόπης / Nomόs
Rodόpis) merkezi olarak Komotini (Κομοτηνή) adıyla bilinen Gümülcine
şehri, Batı Trakya’nın kuzey-batı kesiminde Rodop dağlarının güneye doğru
uzantısı olan tepelik arazinin eteklerinde, tarihî Via Egnatia yolu üzerinde ve
Selanik-İstanbul demiryolunun geçtiği geniş ovada kurulmuştur. 41° 6′
kuzey enlemi, 25 25′ doğu boylamında yer alan Gümülcine, Ege denizine 40
km. uzaklıkta olup, şehrin denizden ortalama yüksekliği 30 ila 87

Öğr. Gör., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
[email protected]
CENGİZ PARLAK
arasındadır. Şehir merkezinde ise yükseklik ortalama 45 metre civarındadır1.
Şehrin Rodop dağlarının eteklerine yakın olması nedeniyle kuzey
istikametinde yükselti artmaktadır.
Gümülcine, Osmanlının fethinden önce Bizans’ın hâkimiyetindeydi.
Osmanlı Devleti 1354’te Gelibolu’yu fethettikten sonra Rumeli’ye doğru
ilerlemeye devam etti. 1361 yılında Edirne’yi ele geçiren Osmanlı Devleti,
bu andan itibaren akınlarını daha batıya doğru sürdürdü2. Edirne’nin fethini
takip eden yıllarda akınların sol kol ucu Gazi Evrenos Bey öncülüğünde
İpsala, Gümülcine, Serez ve Selanik istikametinde devam etti3. Gazi Evrenos
Bey bu istikamette ilk olarak 1361’de İpsala’yı fethetti ve burayı batıya
doğru akınlar için üs olarak, Gümülcine’nin fethedilip uç merkezi olmasına
kadar kullandı4.
Osmanlı tarihleri, yabancı tarihler ve Osmanlı padişahları tarafından
Evrenos Bey’e verilen fermanlara5 göre, Gümülcine kesin olarak Evrenos
Gazi tarafından fethedilmiştir6. Ancak Gümülcine’nin fetih tarihi hakkında
1361’den başlayan farklı tarihler söz konusu olmakla birlikte, öyle görülüyor
ki Gümülcine tam olarak Sırp-Sındığı Savaşından sonra (1364-1365)
Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Evrenos Bey tarafından 1371 Çirmen
Savaşı’ndan sonra batıya yapılacak akınlarda uç merkezi olarak
kullanılmaya başlandı7. Fethedildikten sonra Evrenos Bey’in imar
1
Şehrin enlem, boylam ve yükseklikleri Google Earth (Sürüm 6.0.3.2197) programıyla
hesaplanmıştır.
2
İbrahim Sezgin, “Osmanlıların Rumeli’ye Geçişi ve İlk Fetihler”, Osmanlı, I, Ankara 1999,
s. 213-214.
3
Halil İnalcık, Osmanlılar (Fütühat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler), Timaş Yayınları,
İstanbul 2010. s. 58.
4
Hamid Vehbi, Meşâhir-i İslam, c. II, İstanbul 1301, s. 811; Nicolae Jorga, Osmanlı
İmparatorluğu Tarihi, I, Çeviri: Nilüfer Epçeli, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2005, s. 206; İ.
Hakkı Uzunçarşılı, “Evrenos”, İA, IV, s. 415.
5
Sultan I. Murat’ın Evrenos Bey’e vermiş olduğu fermanda, “…Hâcı ve Gâzî Evrenos Bey
Hazretleri dâme ikbâlehüde kendü kılıcıyla feth eylediği Kal’a-i Gümülcine’den Kal’a-i
Siroz’a ve Manastır’a… varıncaya kadar bir sancak yer i’tibâriyle on kere yüz bin
virdim…” şeklindeki ifade ile Gümülcine’nin Evrenos Bey tarafından fethedildiği
belirtilmektedir. Bkz. Selâtîn-i ‘İzâm Hazretleri Tarafından El-Hâc Gâzî Evrenos Bey’e İ‘tâ
Buyurulan Ferâmîn-ı ‘Âliye Sûretleri, Sabah Matbaası, basım yılı yok, s. 2.
6
Ayşegül Çalı,“Akıncı Beyi Evrenos Bey’e Ait Mülknâme” OTAM, 20, Ankara 2006, s. 5979; Ayşegül Çalı, Gazi Evrenos Bey, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Anabilim Dalı (Ortaçağ Tarihi), Ankara 2011, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), s. 80-82;
Ayşegül Kılıç, “Guzât Vakıflarına Bir Örnek: Gümülcine’de Gazi Evrenos Bey Vakfı”,
Balkanlarda Osmanlı Vakıfları ve Eserleri Uluslararası Sempozyumu, İstanbul-Edirne 910-11 Mayıs 2012, Ankara 2012, s. 259-276.
7
Α. Ε. Vacalopoulos, History of Macedonia 1354-1833, Translated by Peter Megann, Institute
for Balkan Studies, Thessaloniki 1973, s. 39; Ayrıca son yapılan çalışmalarda da fetih tarihi
ile ilgili olarak 1364-1371 aralığı verilmektedir. Bkz. Georgıos C. Liakopoulos, The
86
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
faaliyetleri ve Anadolu’dan getirilen Müslüman-Türk nüfus ile şekillenmeye
başlayan Gümülcine, 1371 yılında uç merkezi olacak nüfusa sahip olmuştu.
1383 yılında Serez’in Çandarlı Hayreddin Paşa ve Evrenos Bey tarafından
fethine kadar uç merkezi olarak kullanıldı8.
Fethedildikten sonra idari taksimat içerisinde Rumeli Eyaleti’nin Paşa
Sancağına (Liva) tabi olan Gümülcine, 1456 yılında9 nahiye10, XV. yüzyılın
sonunda 11 vilayet12, 1519’da13 nahiye, 1530’da14 ise kazâ statüsündedir. 1570
tarihli tahrir defterine göre Gümülcine nahiye statüsünde olup, Gümülcine
Livası’na bağlı dört nahiyeden biridir15. XVII-XVIII. yüzyıllarda
Gümülcine’nin yeniden Paşa Sancağına bağlı kazâ statüsünde olduğu
görülmektedir. Gümülcine farklı birimler olarak kayıt altına alınmasına
rağmen, yüzyıllar içerisinde tutulan defterlerde Nefs-i Gümülcine başlığı
altında değişik sayılarda mahallelere sahip olan kazâdır. XVIII. yüzyılda
Gümülcine kazâsı kırsal yerleşim birimleriyle birlikte Şehir, Ağrıcan ve
Cebel isimlerinde üç nahiyeye ayrılmıştır 16. 1879’dan sonra ise, Edirne
Vilayeti’ne bağlı altı sancaktan biri olan17 Gümülcine, 1365-1912 yılları
arasında toplam 547 yıl kesintisiz Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır.
Ottoman Conquest Of Thrace Aspects Of Historical Geography, The Institute Of
Economics And Social Sciences Of Bilkent University, In Partial Fulfillment Of The
Requirements For The Degree Of Master Of Arts In History, Ankara 2002, s. 90.
8
Besim Darkot, “Serez”, İA, X,s. 516-518; Heath W. Lowry, Osmanlıların Ayak İzlerinde,
Kuzey Yunanistan’da Mukaddes Mekânlar ve Mimarî Eserleri Arayış Yolculukları,
Türkçesi: Hakan&Şebnem Girginer, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009, s.10.
9
H. 860 (11 Aralık 1455-28 Kasım 1456) tarihli tahrir defteri için Bkz. Taksim Atatürk
Kitaplığı (TAK) Muallim Cevdet Yazmaları(MC)-0.89, v. 18b-33b.
10
Nahiye kelimesinin Osmanlı Devleti’nin idarî taksimatı içerisinde XV ve XVI. yüzyıllarda
farklı birimleri ifade ettiği görülmektedir. Ancak daha çok bir sancağın (Liva) parçasını
belirtmek amacıyla kullanılmaktadır. Ayrıca bir kazanın, üç dört mahalleden oluşan
parçasını ifade etmek için de kullanılmıştır. Bkz. M. Tayyib Gökbilgin, XV. ve XVI.
Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, Vakıflar-Mülkler- Mukataalar, İşaret Yayınları, İstanbul
2007, s. 8-9.
11
BOA, MAD-16148, s. 1.
12
Osmanlı Devleti’nin idarî taksimatı içerisinde Vilayet, Kazâ ve Nahiye kelimelerinin
birbirinin yerine kullanıldıkları görülmektedir. Bkz. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 8.
13
BOA, TD-70, s. 23.
14
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri (937/1530), I, Başbakanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2003, s. 7.
15
Gümülcine Livası, Timurhisar, Yenice-i Karasu, Zihne ve Gümülcine nahiyelerinden
oluşmaktadır. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 94a-145a.
16
Turan Gökçe, “Osmanlı Nüfus ve İskân Tarihi Kaynaklarından Mufassal-İcmâl Avârız
Defterleri ve 1701-1709 Tarihli Gümülcine Kazâsı Örnekleri”, Tarih İncelemeleri Dergisi,
XX/1, İzmir 2005, s. 82-93.
17
Gümülcine Sancağı Edirne Vilâyetini terkîb iden 6 sancağın biri ve en garbîsi olub, şarken
Dedeağaç, şark-ı şimâli tarafından Edirne Sancaklarıyla, şimâlen şarkî Rumili ile garben
Selanik Vilâyetiyle, cenûben dahi Adalar deniziyle muhât ve mahdûddur… Bu sancak (H.)
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
87
CENGİZ PARLAK
XV. yüzyılın ikinci yarısının başlarından itibaren Gümülcine şehrinin
demografik ve iktisadî yapısı hakkında tahrir defterleri aracılığıyla bilgi
sahibi olabiliyoruz. 1456 tarihli tahrir defterinde isimleri kayıtlı olmasa da
14 mahallesi bulunan Gümülcine’nin, bu mahallelerinde müslim ve
gayrimüslim toplam 613 gerçek hane yaşamlarını sürdürmektedir18. XV.
yüzyılın sonunda (1481-1492) tutulan tahrir defterinde19 de aynı sayıda
mahalleye sahip olan Gümülcine, şehir örgütlenmesi açısından yapısını
koruduğunu göstermektedir. 14 mahallede müslim ve gayrimüslim toplam
372 gerçek hane ve 45 mücerred yaşamaktadır.
Mahalle isimleri ve sayısının kayıtlı olmadığı, sadece nüfus ve vergi
gelirleri hakkında bilgilerin bulunduğu 1519 tarihli tahrir defterine göre20
toplam 373 gerçek hane ve 208 mücerred Gümülcine merkezde ikamet
etmektedir. XVI. yüzyılın ilk kapsamlı tahrir defteri olan 1530 tarihli
defterde21 mahalle sayısının on yediye yükselmesi, mesleki özellikleri olan
kişilerin mahalle oluşumunda etkisini göstermesi açısından önemlidir. İpekçi
Hacı ve Sâbûnî Ali mahalleleri ilk kez bu defterde tespit edilmiştir. 1530
yılında Gümülcine merkezde toplam 317 gerçek hane ve 45 mücerred
bulunmaktadır. 1570 tarihli mufassal tahrir defteri incelendiğinde, önceki
yıllarda Gümülcine şehrinde var olan Hacı Hayreddin ve İmamsaray
mahallelerinin, bu defterde kayıtlı olmadığını tespit ediyoruz. Ancak
bununla birlikte 1570 yılında şehirde İbrâhim nâm-ı diğer Urfâne adıyla
yeni bir mahalle bulunmaktadır. 1530’da 17 olan mahalle sayısı böylece
1570’te 16 olmuştur. Gümülcine merkezde 1570 yılında 394 gerçek hane ve
46 mücerred bu 16 mahallede yaşamaktadır22.
İktisadî Yapı: Orhan Bey (1326-1362) zamanından itibaren yerleşik
toplum düzenine geçmeye başlayan Osmanlı Devleti, sahip olduğu askeri ve
idarî yapısına da bağlı olarak, iktisadî açıdan tarım toplumuna dayalı bir yapı
oluşturmaya başladı. Toplumun büyük bir kısmı tarım alanında
çalışmaktaydı23. Bundan dolayı da tarım, timar sistemi içerisinde, Osmanlı
Devleti’ne en fazla gelir sağlayan alandı. Diğer taraftan devletin, ticaret ve
1295’de teşkîl olunmuşdur. Bkz. Şemseddin Sâmi, Kâmûsü’l-A’lâm, V, İstanbul 1314, s.
3926-3927; Machiel Kiel,“Gümülcine”, DİA, XIV, İstanbul 1996, s. 268.
18
MC-0.89, v. 18b; Turan Gökçe, “Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine Bazı Tespitler (XVXIX. Yüzyıllar)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XX/2, İzmir 2005, s. 81.
19
BOA, MAD-16148, s. 1-10; Bu defter baştan ve sondan eksiktir. Bundan dolayı tarihi tam
olarak tespit edilememiştir. Ancak başka bir araştırmacı defterdeki verilerden istifade
ederek, defterin tahririni 1481-1492 yılları arasında tarihlendirmektedir. Bkz. Gökçe,
“Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine”, s. 82-84.
20
BOA, TD-70, s. 23.
21
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7.
22
TKGMA, TD-187, v. 110a-113.
23
Mehmet Öz, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım”, Osmanlı, 3, Ankara 1999, s. 66.
88
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
sanayi alanlarına da yeterince ilgi gösterip desteklediği görülmektedir.
Böylece devlet tarım alanından elde ettiği vergi gelirleriyle birlikte ticaret ve
sanayi alanlarından da gelir elde ediyordu24.
XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Rumeli topraklarından topladığı
vergiler, devletin bütün topraklarından elde edilen vergilerle
kıyaslandığında, hem sanayi ve ticaret, hem de cizye gelirleri açısından en
yüksek orana sahiptir25. Gümülcine şehri de, Rumeli topraklarının iktisadî
hayatı içerisinde, nüfusu, tarımı ve ticarî faaliyetlerinin oranına göre yerini
almıştır. XV. ve XVI. yüzyıllarda Gümülcine, Rumeli topraklarında önemli
ticaret merkezlerinden biridir26. Ancak XV. ve XVI. yüzyıllarda
Gümülcine’ye gelen seyyahlar, şehrin iktisadî hayatı hakkında ayrıntılı bilgi
vermezler. 1432-1433 yıllarında Bourgogne Dukalığının diplomatlarından
olan Betrandon de la Broquiére, Kudüs’e yaptığı hac seyahatinin dönüşünde
Gümülcine şehrine uğrar. Seyyah, şehrin küçük ve etrafının surlarla çevrili
olduğundan ve de küçük bir ırmağın üzerinde kurulduğundan ve çevresinde
güzel düzlük arazilerin bulunduğundan söz eder 27. 1555 yılında şehre gelen
Fransız seyyah Piérre Belon’un tanımına göre Gümülcine, içinde bir Rum
kilisesinin bulunduğu küçük ve harap olmuş kalesiyle çok az bir nüfusa
sahiptir28.
1593 yılında Selanik’ten İstanbul’a dönüşte Gümülcine’yi ziyaret eden
seyyah Âşık Mehmed bin Ömer, şehri surları olmasına rağmen korunaklı
olmayan ve halkın çoğunun surlar haricinde yaşadığı bir yerleşim yeri olarak
tanımlamaktadır. Şehrin birkaç camisi ve hamamları olduğundan söz eden
seyyah, Gazi Evrenos Bey imaretini matbah-ı ta‘âm ve dârü’z-zıyâfe-i ebnâi sebil29 şeklinde anlatmaktadır 30. Gümülcine ile ilgili daha ayrıntılı açıklama
yapan seyyah ise, XVII. yüzyılda şehri ziyaret eden Evliya Çelebi’dir.
Kendisi şehrin içinden Şikârlı (‫ )ﺸﻜﺎرﻟﻰ‬Çay adında küçük bir nehrin aktığını
ve beş adet ağaçtan yapılma köprüler vasıtasıyla bu çayın geçildiğini ve yine
şehrin yakınında bulunan Kalfa (‫ )ﻗﻠﻔﺎ‬Çayı ile karışıp Akdeniz’e döküldüğünü
24
Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayınları, İstanbul
2003, s. 206-209.
25
Halil Sahillioğlu, “1524-1525 Osmanlı Bütçesi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Mecmuası, XL, S. 1-4, İstanbul 1985, s. 424-426.
26
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, TTK Yayınları, Ankara 1994, s. 686.
27
Bertrandon De La Broquiére’in Deniz Aşırı Seyahati, Editör: Ch. Schefer, Çeviren: İlhan
Arda, Sunuş: Semavi Eyice, Eren Yayınları, İstanbul 2000, s. 233-234.
28
Piérre Belon, Les Observations de Plusieurs Singularitez et Choses Memorables, Trouvees
en Grece, Afie, Iudée, Egypte, Arabie & Autres Pays Eftranges, Redigées en Trois Liures,
Paris 1588, s. 137-140; Kiel, “Gümülcine”, s. 269.
29
Yolcular için yemek yenebilecek yer anlamına gelmektedir.
30
Âşık Mehmed, Menâzırü’l-Avâlim (Tahlil-Metin), III, Hazırlayan: Mahmut Ak, TTK
Yayınları, Ankara 2007, s. 1000.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
89
CENGİZ PARLAK
anlatır31. Ayrıca Evliya Çelebi şehirde 400 adet dükkân bulunduğunu, bu
dükkânlarda zanaat sahibi meslek erbablarının çalıştığını anlatır. Evliya
Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, şehirde kargir bir bedesten yoktur. Ancak
Gümülcine’ye gelen tüccarlar ve bekârlar için, şehirde toplam 17 han
bulunduğu Evliya Çelebi tarafından belirtilmektedir32.
Seyahatnamelerde Gümülcine’nin XV. ve XVI. yüzyıllardaki iktisadî
hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Fakat XV. ve XVI. yüzyıllarda tutulan
tahrir defterlerinden şehrin iktisadî hayatına dair verilere ulaşabiliyoruz.
Böylece Gümülcine’nin yüzyıllar içerisinde iktisadî alanda nasıl bir süreç
izlediğini ve Osmanlı Devleti’ne vergi geliri, ticaret, tarım ve toplumsal
açıdan ne gibi katkılar yaptığını tespit edebiliyoruz.
Vergi Gelirleri: 1456 tarihli tahrir defterine göre şehir merkezinin vergi
gelirlerinin toplamı 34.721 akçedir. Önemli vergi gelirlerinden olan
mukataaların arasında, niyâbet-i şehr ma’a kovan ma’a bağ başlığı altında
12.555 akçelik gelir kaydı bulunmaktadır. İdarî memurların görevleri
karşılığında toplanan niyabet gelirlerine33 kovan ve bağ vergileri de
eklenmiştir. 12.000 akçelik geliri ile bir meyhâne, 1.355 akçelik geliriyle
iskelesi bulunan bir dalyan, 1.555 akçelik geliriyle bir başhâne ve 1.200
akçelik geliriyle bir bozahâne mukataa gelirleri arasında dikkat çekicidir. Bu
mukataalar şehrin ticareti ve küçük sanayisini yansıtmaktadır34. Dalyan,
balık avlamak amacıyla kurulmuş olup önemli gelir kaynağıdır35. Başhâne
ise, şehirde koyun ve sığır gibi hayvanların başlarının satışının yapıldığı
31
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, Hazırlayanlar: S. Ali. Kahraman- Yücel Dağlı,
Robert Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s. 38.
32
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, s. 39.
33
Niyabet vergileri (rüsum-ı niyabet), idarî görevlilerin (ehl-i örf) sorumlulukları arasında
olan ve şehrin düzeni ile ilgili olaylardan elde edilen gelirlerdir. Suçlulardan alınan
“cerimeler”, cinayetten alınan “kan resmi”, evlenmelerden alınan “resm-i arus” vergileri
niyabet gelirlerindendir. Bunlar haricinde “resm-i ağnam”, resm-i ağıl ve eğrek”, “bâd-ı
havâ”, resm-i yava”, vb. yine niyabet vergilerindendir. Bkz. Mustafa Akdağ, Türkiye’nin
İktisadî ve İçtimaî Tarihi, II,1453-1559, Barış Yayınları, Ankara 1999, s. 215-216.
34
MC-0.89, v. 18b.
35
Şehrin gelirleri arasında olan dalyan mukataasının hangi göl üzerinde olduğu
belirtilmemiştir. Ancak Buri (Βιστωνίδα/Vistonida) gölündeki dalyan değildir. Çünkü 1456
tarihli icmâl tahrir defterinde Buri köyü Gümülcine’ye bağlı görünmemektedir. Ayrıca Buri
Gölü üzerindeki dalyan gelirleri de, XV. yüzyılın son çeyreğinde, kıst-ı dalyan-ı Buri
şeklinde ve XVI. yüzyıl içerisinde de mukataa olarak Sultan II. Murat vakfına bağlıdır. Bkz.
Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 205-209; Bütün bunlarla birlikte, 1570 tarihli mufassal
tahrir defterinde merkezin dalyan gelirleri “Mahsûl-i Dalyan ve Iğrıb An-Fenârih Gölü”
şeklinde kayıtlıdır. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 113b; Fenârih Gölü bugün Fanari (Φαναρι)
adıyla bilinmektedir ve Buri Gölü’nün güneybatısında deniz kıyısında olup etrafında
yerleşim bulunmaktadır.
90
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
dükkândır36. Bu işletmeler şehirde ticarî hayatın canlılığını göstermektedir.
Gümülcine merkezinin çevresinde, ticaretin yanı sıra tarımsal faaliyetler
yapıldığını gösteren mukataa kayıtları vardır. Buradaki mukataalar, düşük
gelir getiren tarım arazileridir. Toplam gelirleri de 3.790 akçedir.37.
Hıristiyanlardan alınan ispenç vergisi ise, 2.266 akçedir. Gümülcine’de
137 nefer gebrân bulunduğuna göre, nefer başına yaklaşık olarak 16,5 akçe
vergi alınmaktadır38.
Ticarî Gelirler
Tarım Gelirleri
İspenç Gelirleri
TOPLAM
83%
11%
6%
100%
TABLO-1: 1456 Yılında Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin Dağılımı.
Vergi gelirlerinin büyük bir bölümünü oluşturan ticarî gelirler, fetihten
sonra Gümülcine’nin şehirleştiğini ve çevresindeki kırsal kesim için bir
ticaret merkezi olduğunu göstermektedir. Şehirleşme süreci XV. yüzyılın
sonunda ve XVI. yüzyılda da devam etmiştir.
XV. yüzyılın sonunda tutulmuş olan tahrir defterine göre39, Gümülcine
şehrinin vergi geliri 48.110 akçedir. Bir önceki döneme göre % 39’luk bir
gelir artışı söz konusudur. En yüksek gelir kalemi, mukataa-i bozahâne ve
salhâne ve bâc-ı kile ve niyâbet ve öşr-i kovan ve arûs başlığı altında 18.000
akçedir. Mukataa-i meyhâne ve resm-i hınzır ve bâc-ı siyâh40 ise, 6.500 akçe
ile ikinci en yüksek gelir kalemidir. 5.500 akçe gelir getiren niyâbet-i vilâyet
ve resm-i ganem üçüncü sıradadır. Dalyan mukataası gelirleri 1456 yılına
göre % 391 gibi büyük bir artışla 5.300 akçe olmuştur. Başhâne geliri ise
2.000 akçeye yükselmiştir. Diğer resm ve öşr gelirleri toplam 6.780 akçe
olup, bunların içinde sadece öşr-i bagât-ı Müslimânân-ı resm-i dönüm
kalemi 3.000 akçedir.
36
Emine Erdoğan Özünlü, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Kentlerinin Ekonomik Nitelikleri Üzerine
Bir Karşılaştırma Denemesi”, Kastamonu Eğitim Dergisi, XVIII/1, Ocak 2010, s. 264;
Ayrıca bkz. Redhouse Türkçe/Osmanlıca-İngilizce Sözlük, Sev Matbaacılık, İstanbul 1999,
s. 139.
37
Hâsıl-ı Nefs-i Gümülcine, Müslümân ma’a Gebrân ve sınırunda ekilen. Bkz. MC-0.89, v.
18b.
38
MC-0.89, v. 18b.
39
BOA, MAD-16148, s. 9-10.
40
Bâc-ı siyâh: Bâc-ı tamga olarak da bilinen bu tabir, şehirde alınıp satılan her nevi
mallardan, dokunan kumaşlardan ve kesilen hayvanlardan alınan verginin adıdır. Buna
“tamga-yı siyâh” (kara damga) da denilir. Tamga kelimesi burada “bâc” anlamında
kullanılmıştır. Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I,
Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1983 s. 144.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
91
CENGİZ PARLAK
Diğer gelir kalemleri arasında ise, 7 zemin ve 3 çayır mukataası vardır.
Bunların şehrin vergi gelirleri içindeki toplamı 1.200 akçedir. 1456 yılında
kayıtlı olmayan tarım mahsullerinden alınan öşrün kileleri ve vergi gelirleri,
XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterinde kayıtlı olup, toplam 1.940
akçedir.
Gayrimüslim nüfusun göç, ihtida ve diğer sebeplerle azalması nedeniyle 41
ispenç vergisinden sağlanan gelir düşmüş ve 47 nefer gebrân üzerinden 890
akçe olmuştur. Ancak nefer başına alınan ispenç vergisi 1456 yılına göre
artmış ve 19 akçe olmuştur.
Ticarî Gelirler
Tarım Gelirleri
İspenç Gelirleri
Diğer Gelirler
TOPLAM
78%
13%
2%
7%
100%
TABLO-2: XV. Yüzyılın Sonunda Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin
Dağılımı.
XV. yüzyılın sonu itibariyle nüfus kaybı yaşayan Gümülcine, vergi
gelirlerini arttırmıştır. Bu artışta ticaretten alınan vergilerin etkisi dikkat
çekicidir.
XVI. yüzyılın ilk vergi gelirlerini 1519 tarihli tapu tahrir defterinden
68.514 akçe olarak tespit ediyoruz42. Bu defterde vergi gelirlerinin içerikleri
ve tutarları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmemektedir. XV. yüzyılın
sonunda tutulan tahrir defterine nazaran, 1519’da şehrin vergi gelirlerinde %
42 oranında bir artış söz konusudur.
XVI. yüzyılın ikinci defteri olan 1530 tarihli deftere göre, Gümülcine
merkezinin toplam hâsılatı 69.365 akçedir. 1519 tarihli tapu tahrir defterine
göre % 1,2 oranında bir artış söz konusudur. Hâsılatın kalemlerinde tarımsal
faaliyetlerden elde edilen gelirler dikkat çekmektedir. Bağ, bostan, çayır gibi
ziraî ünitelerin gelirleri oldukça yüksektir. Gümülcine’de XV. yüzyılda
tespit ettiğimiz başhâne bu defterde de kayıtlıdır ve başhâneden alınan vergi
geliri yıllık 2.350 akçeye yükselmiştir. Dalyandan sağlanan vergi gelirinde,
XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterine göre oldukça büyük bir artış
kaydedilmiştir. Buna göre Dalyan’dan ve balıkçıların kullandıkları ağlardan
(ığrıp) senelik 8.000 akçe gelir elde edilmektedir. Hıristiyanlardan alınan şıra
41
42
Gökçe, “Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine Bazı Tespitler”, s. 85.
BOA, TD-70, s. 23.
92
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
ve şarap vergisi43 senelik 10.000 akçe tutarında olup tek bir vergi olarak en
yüksek tutardır.
1456 tarihli tahrir defterinde ayrı ayrı verilen meyhâne ve bozahâne
gelirleri, 1530 tarihli tahrir defterinde, hasıl-ı resm-i arus ve bâc-ı siyâh ve
meyhâne ve kevvâre ve bidat-ı hanâzır ve bozahâne başlığı altında
kaydedilmiştir. Bu hasılın toplamı ise 19.500 akçe olup en yüksek tutarı
oluşturmaktadır44. 1456’da meyhâneden alınan vergi gelirinin 12.000 akçe
olduğu düşünülürse, 1530 yılında da buradaki en yüksek vergi gelirinin
meyhâneden sağlanması gerekir. Bozahâne geliri ise 1456’da 1.200 akçedir.
Bu açıdan meyhâne ve bozahâneden sağlanan vergi gelirleri, 1530’da da
19.500 akçelik gelirin en önemli kısmını oluşturmaktadır diyebiliriz.
Şehrin gelirleri arasında yer alan bâc-ı keyl ise, pazara gelen her türlü
hububattan alınan vergidir. 1570 yılında Gümülcine pazarında bu vergi, bâcı pazar kanunuyla belirlenmiş olup, her 20 kile hububattan bir kile şeklinde
tahsil edilmektedir 45. 1530 yılında bâc-ı keyl vergisinin hangi oranda
alındığına dair bilgimiz yoktur. Ancak toplam alınan bâc-ı keyl vergisi 940
akçedir46.
Hıristiyan nüfus üzerinden alınan ispenç vergisi toplam 900 akçedir.
Gebrân nefer sayısı 36 olduğuna göre, her bir neferden 25 akçe ispenç
alınmaktadır 47. XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterine nazaran, nefer
başına alınan ispenç vergisi 1530’da arttırılmış olmasına rağmen, ispenç
geliri, nefer sayısının eksilmesine bağlı olarak düşmüş ve genel gelirler
içindeki payı da azalmıştır.
Ticarî Gelirler
Tarım Gelirleri
İspenç Gelirleri
Diğer Gelirler
TOPLAM
79%
13%
1%
7%
100%
TABLO-3: 1530 Yılında Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin Dağılımı.
XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Gümülcine’de nüfus artmaya
başlamış, ancak merkezin vergi gelirlerinde düşüş yaşanmıştır. Hasılat son
iki döneme göre büyük bir kayba uğramış ve 1570 yılında 55.000 akçe
olmuştur. Vergi gelirleri arasında önemli bir yer tutan dalyan gelirleri bir
43
Öşr-i şıra ve monopolye ma’a bâc-ı hamr.
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7.
45
Buğday ve arpa ve bâkî hubûbât gelse yiğirmi kilede bir kile alınur. Bkz. TKGMA, TD187, v. 103b.
46
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7.
47
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7.
44
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
93
CENGİZ PARLAK
önceki dönemle aynı kalmasına rağmen, ser-hâne olarak kaydedilen başhâne
geliri 2.350 akçeden 4.000 akçeye yükselmiştir. Önceki dönemde
Hıristiyanlardan alınan şıra ve şarap vergisi, 1570’te kaydedilmemiştir.
Niyâbet ve resm-i arûs-ı nefs-i şehr ve bâc-ı siyâh ve meyhâne ve resm-i
kevvâre ve bid’ât-ı hanâzır başlığı altında verilmiş gelirler, bir önceki
dönemde 19.500 akçe iken, 1570’te 11.400 akçeye düşmüştür. Ancak
bozahâne gelirleri bu başlık altında bulunmamakla birlikte, ayrı olarak da
kayıtlı değildir. Bir önceki döneme göre yaklaşık % 4 düşüş yaşayan bâc-ı
keyl vergisi ise, 900 akçe olmuştur.
Hıristiyanlardan alınan ispenç vergisi ise, hane ve mücerred olarak ayrı
ayrı hesaplanmıştır. Buna göre 21 hane 525 akçe, 11 mücerred 275 akçe
vergi ödemiştir. Toplamda 32 nefer olan Hıristiyanlar, nefer başına 25 akçe
vermişlerdir. Nefer başına düşen vergi, bir önceki dönem ile aynıdır48.
1570 yılında Gümülcine’nin vergi gelirlerine dair rakamlar yukarıdaki
gibidir. Diğer taraftan Gümülcine’de haftada bir gün, şehir için ticaret
merkezi niteliğinde olan bir pazar49 kurulmaktadır. Pazara gelen mallardan
alınan vergiler ise, önemli bir gelir kalemi oluşturmaktadır. Mallardan alınan
vergilerin hangi şartlarda ve oranlarda tahsil edildiğine dair “Kanûn-ı Bâc-ı
Pazar-ı Gümülcine” de ayrıntılar bulunmaktadır. Bu kanuna göre, at, eşek
(himar), katır yükü ile gelen bal, yağ, zeytin, şirugan (susamyağı), yaş yemiş,
penbe (pamuk), keten, keçe, nal, demir gibi malların her bir yükünden ikişer
akçe vergi alınmaktadır. Pazara at yükü ile tahta gelirse, her bir yükten bir
tahta alınmasına rağmen, at yükü ile ağaç gelirse vergi alınmayacağı
belirtilmiştir. Ayrıca pazara dört yük ağaç kürek gelse, her yük için bir kürek
vergi ödenmektedir.
Pazara araba yükü ile gelen mallardan nakit olarak vergi tahsil
edilmektedir. Araba ile gelen koz (ceviz), yemiş, peynir, keten, kireç ve
sabuncu külü gibi mallardan, her bir araba için 8 akçe vergi alınmaktadır.
Pazara araba ile tahta getirilirse, 10 tahtada bir akçe vergi verilmektedir.
Araba ile gelen ağaçlardan ise vergi alınmamaktadır. Kavun, karpuz ve hıyar
gibi sebze ve meyveler, araba ile pazara getirilirse, her araba için buçuk akçe
vergi ödenir.
48
49
TKGMA, TD-187, v. 113a-113b.
XVII. yüzyılda Gümülcine’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, Gümülcine’de kurulan Pazar
hakkında kısa bilgi vermiştir. Evliya Çelebi, haftada bir, şehrin kıble tarafında kurulan
pazara, Gümülcine köylerinden oldukça çok insan geldiğini ve çok büyük bir pazar
oluştuğunu anlatır. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, s. 39.
94
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Pazarda kantar50 ile bal ve yağ satılırsa, her kantar için bir akçe vergi
ödenmektedir. Ünügü51 (nügü) ile yağ satılsa, her dört ünügü için bir akçe
bâc alınmaktadır. Çobanlar pazara 20 baş peynir getirirseler, bir baş peyniri
vergi olarak verirler. Buğday, arpa ve diğer hububat pazara geldiğinde, her
20 kile hububattan bir kile vergi alınmaktadır. Gümülcine pazarına kepenek
ve aba getirip elden satanlar, her bir donluk (elbiselik) kepenek ve aba için
bir akçe vergi vermektedirler.
Pazarda satılan hayvanlardan alınan vergiler ise şu şekildedir: Canlı bir
koyun ve bir keçi satılırsa, her ikisi için toplam bir akçe vergi alınmaktadır.
Pazarda satılacak her dört adet canlı kuzu için ise, bir akçe vergi
verilmektedir. Gümülcine pazarına getirilip kesilecek hayvanlardan da vergi
tahsil edilmektedir. Gümülcine’nin yerli kasabı ya da dışarıdan bir kasap
sığır keser (boğazlar) ise, her sığır için iki akçe vergi öder. Gümülcine yerlisi
kasap koyun keser ise, dört koyun için bir akçe vergi verirken, dışarıdan
gelen bir kasap, iki koyun için bir akçe ödemektedir. Pazarda satılacak olan
her bir at için hem satandan hem de alandan ikişer akçe vergi alınır. Sığır ve
himar (eşek) satılırsa, hem satan hem de alan birer akçe vergi ödemektedir.
Pazara gelen mallardan alınan vergiler görüldüğü üzere nakit olarak
alınmakla birlikte, aynî şekilde de tahsil edilebilmektedir. Tarım ve gıda
ürünlerinden alınan vergiler genellikle nakit olurken, diğer ürünlerden alınan
vergiler aynî olabilmektedir.
Ticarî Gelirler
Tarım Gelirleri
İspenç Gelirleri
Diğer Gelirler
TOPLAM
67%
13%
2%
18%
100%
TABLO-4: 1570 Yılında Gümülcine Merkezin Vergi Gelirlerinin Dağılımı.
Gümülcine merkezin 1519 yılında tespit edilen vergi geliri, 1456
yılındaki vergi gelirinin yaklaşık iki katıdır. Bu durumda Gümülcine’nin
üretim faaliyetleri açısından büyüdüğünü söyleyebiliriz. 1530 yılında ise
vergi gelirlerinde, 1519 yılına göre küçük bir artış olmuştur. Ancak 1570
yılındaki vergi gelirlerinde, 1519 yılına göre % 21 oranında bir kayıp söz
konusudur. Öyle ki 1570 yılında nüfus da artış olmasına rağmen, gelirlerde
kayıp vardır. Bu düşüş neden olmuştur? Nedenler toplumsal olabileceği gibi,
50
Kantar: 56,452 kilogramağırlığında veya kırk dört okkalık bir ağırlık birimi. Bkz. Büyük
Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts
51
Ünügü, ünege, nügü, nügi olarak yazılabilmektedir. Okkanın dörtte biri veya yarısı olarak
bilinmektedir. Bölgeye göre değişen bir ağırlık birimidir. Bkz. Büyük Türkçe Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
95
CENGİZ PARLAK
doğal afetlerin yarattığı olumsuz koşullar da şehirde üretim faaliyetlerini
azaltmış ve bu da vergi gelirlerinde kayba yol açmış olabilir. Ayrıca Osmanlı
Devleti’nde vergi kayıtlarının tutulması konusunda sorunlar da
yaşanmaktadır. Tahrir defterlerindeki vergi miktarları tahmini ve ortalama
rakamlar olup toplanacak olan vergiyi göstermemektedir. Defterin tutulduğu
yıldan yaklaşık beş yıl öncesinin rakamlarını yansıttığı ve vergi miktarları
belirlenirken, vergi toplayıcıları ile vergi yükümlüleri arasında pazarlıkların
etkili olduğu görülmektedir52. Bu durum ise vergi gelirlerinin saptanmasında
farklı etkenlerin olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Vergi
gelirlerinin değişikliği konusunda dikkat çeken bir diğer nokta ise, siyasî ve
toplumsal gelişmelerdir. XVI. yüzyılın ilk otuz yılı içerisinde Gümülcine’nin
vergi gelirleri birbirine yakın iken, XVI. son çeyreğinde düşüşe geçmiştir.
Bu dönemden itibaren Osmanlı Devleti’nin teşkilat yapısında meydana gelen
buhran ve dönüşüm, toplumsal ve siyasî yapıyı değiştirmeye başladığı gibi,
iktisadî hayatı da etkilemiştir. Osmanlı klasik sistemi, XVI. yüzyılın
sonlarından itibaren, merkezde bulunan padişah ve devlet adamlarının
ihtiyacı olan nakde, timar sistemine dayalı ekonomi ile cevap verememeye
başlamıştır. Bu sorun özellikle iltizam sistemi ile çözülmek istenmiş ve
devlet de XVII. yüzyıldan itibaren gelir kaynağı olan ticarî işletmelerini,
mukataa şeklinde kiralamaya başlamıştır. Diğer taraftan, XVII. yüzyıldan
önce olağanüstü hallerde toplanan avârız vergileri de olağan olarak
yorumlanmaya başlayarak, nakit ihtiyacı giderilmeye çalışılmıştır53.
Esnaf ve Zanaatkârlar: Gümülcine merkezde mevcut olan esnaf ve
zanaatkârlar hakkında en ayrıntılı bilgilere, XV. yüzyılın sonunda ve 1570
yılında tutulan tahrir defterlerinde ulaşabiliyoruz. XV. yüzyılın sonunda
Gümülcine merkezinde meslek erbablarının mahallelere göre dağılımları ve
sayıları aşağıdaki gibidir54.
Mahallenin Adı
Cami-i Atik
Divane
Aydın bey
Bergama
Yenice
Toğan
Hacı Karagöz
Tabakan
Meslek Sahipleri
Hayyât, Cüllâh
Cüllâh (2), Hayyât, Aşçı, Arabacı, Kuyumcu
Tabbak
Bozacı, Çırak
Keçeci, Hallac, Cüllâh
Çerçi
Üstâd, Neccar, Kasab
Tabbak
52
Mehmet Öz, “Tahrir Defterlerinin Osmanlı Tarihi Araştırmalarında Kullanılması Hakkında
Bazı Düşünceler”, VD, S. 22, Ankara 1991, s. 434.
53
Öz, “Tahrir Defterlerinin”, s. 429-436.
54
BOA, MAD-16148, s. 1-10.
96
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Aşçı
Saray
Şehreküstü
Gebrân (Hıristiyanlar)
Sabuncu, Aşçı
Cüllâh
Nalbant (3), Babuçcu, Cüllâh, Dellal
Cüllâh
TABLO-5: XV. Yüzyılın Sonunda Gümülcine’deki Meslek Sahipleri ve
Mahalleleri.
XV. yüzyılın sonunda Gümülcine merkezde 18 çeşit meslek dalı tespit
edilmiştir. En fazla sayıda zanaatkârı bünyesinde bulunduran meslek dalı, bir
çeşit bez ve sair mensucat dokuyucusu cüllâhlardan oluşmaktadır55. Aslı
debbâğ olan tabbak, günümüzde terzi olarak bilinen hayyât ve hayvanlara
nal çakan nalbant, sayıları itibariyle şehir merkezinde çoğunlukta olan
meslek erbablarıdır. Diğer meslek erbabları arasında bulunan neccâr
marangoz, çerçi ufak tefek eşyalar satan tuhafiyeci, üstâd56 ise muallim ya
da sanatkâr olarak bilinmektedir. Tabloda görülen meslek sahipleri sadece
bu mahallelerde yaşıyor görünmektedirler. Mesleklerini aynı mahallede icra
edebilecekleri gibi, yaşadıkları mahalle haricinde de sürdürebilirler.
1570 yılına gelindiğinde nüfus artışına ve diğer iktisadî gelişmelere bağlı
olarak meslek dalı sayısı 31’e yükselmiştir. Çoğunluktaki meslek erbabları
ise, nalbant, sarrac ve terzi olarak görünmektedir. Ancak dikkat çeken en
önemli meslek dalı sarraclıktır. XV. yüzyılın sonunda kayıtlı olmayan
sarraclık, 1570 yılında şehirde ikisi Hıristiyan olmak üzere 4 zanaatkâr
tarafından yapılmaktadır. Diğer taraftan ilk kez 1570 yılında şehirde kayıtlı
gördüğümüz meslek dallarını, genellikle birer kişi icra etmektedir57.
Gümülcine’deki nüfus artışı, iktisadî ve teknik gelişmeler, insanların
ihtiyaçlarını farklılaştırmış ve halkın ihtiyaçları doğrultusunda meslek dalları
da çoğalmıştır.
Mahallenin Adı
Meslekler
İpekçi Hacı
Çeltikçi, Sarrac, Tabbah
Debbağan
Yağcı
Hacı Yavaş
Celeb, Dellak, Hayyat, Kassab, Sarrac,
Yağcı
Hacı Karagöz
Debbağ, Habbaz, Hayyat, Kazzaz (2)
55
Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996, s. 524.
Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, s. 95.
57
TKGMA, TD-187, v. 110a-112b.
56
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
97
CENGİZ PARLAK
Kadı Mescidi
Babuçcu, Hammamî
Hacı Hızır
Sabunî
Koca Nasuh
Nalbant, Yağcı
Delüoğlu (Velioğlu)
Babuçcu, Dellal, Habbaz, Küreci
Bağçalu
Natır, Yağcı (3)
Şehreküstü
Çeltikçi (3), Nalbant (2), Yağcı
Yenice
Celeb, Debbağ, Terzi, Nalbant, Tabbah,
Yağcı (3)
Aşçı Mescidi
Ferraş
Bergamalu
Çeltikçi
Câmi’-i Atîk
Çeltikçi (2), Dellal, Kilarî, Şem’dâr,
Yağcı (2)
Sabuncu Ali
Hallac, Yağcı,
İbrahim nâm-ı diğer Ürfane (Urfane)
Boyacı, Yağcı (3)
Gebrân-ı Nefs-i Gümülcine
Başmakçı, Bostancı (2), Demirci, Terzi
(2), Divarcı, Etmekçi (4), Keçeci, Kılıççı,
Kiremitçi, Meyhaneci, Muytab, Sarrac
(2)
TABLO-6: 1570 Yılında Gümülcine’deki Meslek Sahipleri ve Mahalleleri.
Tarım Ürünleri: Tarım ürünleri açısından çeşitlilik sunan Gümülcine
kırsalında, buğday, arpa, yulaf, çavdar, darı, bakla, nohut, mercimek ve
burçak gibi hububatların üretimi yapılmaktadır. Ayrıca pamuk, keten, tütün
ve zeytin de üretilmektedir. Gümülcine bağ ve bahçelerinde ise, farklı
türlerde sebze ve meyve yetiştirilmektedir.
1456 tarihli defterde ve XVI. yüzyılın ilk yarısı için tutulan 1519 ve 1530
tarihli defterlerde, Gümülcine merkez ve kırsalındaki tarımsal ürünler ve
hayvancılık hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşamıyoruz. Ancak XV. yüzyılın
sonunda tutulan tahrir defteri ile 1570 tarihli mufassal tahrir defterindeki
vergi geliri kayıtlarından, özellikle yetiştirilen hububat türleri, bazı meyve ve
sebzeler ile hayvancılık hakkında bilgiler elde edebiliyoruz58.
58
Gümülcine köylerinden olan Değirmendere Köyünde iskân ve ekonomik yapı ile ilgili bir
değerlendirme için Bkz. Turan Gökçe, “Osmanlı Döneminde Rodoplarda Türk İskânı:
Değirmendere Köyü Örneği”, Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu-II (1315 Mayıs 2010) Bildiriler, I, Manisa 2010, s. 471-490.
98
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Yıl
1456
XV. Yüzyılın Sonu59
1530
1570
Köy
Sayısı
54
Mezra
Sayısı
2
37
4
97
99
11
8
TABLO-7: Gümülcine'ye Tâbi Köy ve Mezra Sayıları.
Hububatlar arasında buğday (gendüm), köylerin çoğunda üretilen en
önemli üründür. Her köyün buğdaydan sağlanan vergi geliri, elde edilen
kilesine göre belirlenmiştir. Arpa (cev), genel olarak buğdaydan sonra kayıt
altına alınmıştır. Ancak üretim açısından her köyde buğdaydan sonra en
fazla üretime sahip olmadığı görülmektedir. Darı (erzen-dıhn), çavdar ve
yulaf (alaf) hububatları da çoğu köyde üretimi yapılan ürünlerdendir.
Aşağıdaki tablolarda devletin her bir üründen aldığı öşr bedeli üzerinden
bir hesaplama yapılmış ve vergi olarak toplanan ürünlerin öşr kilelerinin 10
katı60, toplam üretimi göstermiştir. Kile ölçü birimi, bölgelere göre farklılık
göstermesine karşılık, bir İstanbul kilesi 25,656 kg olarak kabul
edilmektedir 61. Bu karşılık üzerinden, aşağıdaki tabloda Gümülcine merkez
ve kırsalında üretilen hububatın kile ve kilogram cinsinden miktarını
görmekteyiz.
Hububat
Buğday
Arpa
XV. Yüzyılın Sonunda62
Öşr
Toplam Üretim
7.155
71.550
1.835.686
Kile
Kile
Kg
4.365
43.650
1.119.884
Öşr
13.648
Kile
9.729
1570 Yılında63
Toplam Üretim
136.480 3.501.530
Kile
Kg
97.290 2.496.072
59
XV. yüzyılın sonunda tutulan bu defter, baştan ve sondan eksiktir. Bundan dolayı
Gümülcine kırsalına ait mezra ve köylerin tamamı defterde bulunmamaktadır. Bkz. BOA,
MAD-16148, s. 10-35.
60
XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterinde kanunnâme yoktur. Ancak 1570 tarihli tahrir
defterinde “Kanûn-ı A‘şâr” hakkında bir açıklama vardır. Fakat öşr miktarı net olarak
belirtilmemiştir. Bundan dolayı çalışmamızda hububatlar üzerinden alınan öşr miktarını
1/10 olarak kullanıyoruz. “Kanûn-ı A‘şâr-ı bağât ve hubûbât der vilâyet-i Gümülcine nefs-i
Gümülcine bağlarından her dönüme altışar resm alınır ve kurâ bağlarından her dönüm
dörder akçe resm alınır ve buğdaydan ve arpadan da ve bâkî hubûbâttan öşr ve salâriyye
alınır ve penbeden öşr alınır ammâ salâriyye alınmaz. Yağlarından öşr alınan yerlerde yılda
iki ay monopolye dutulur ve meyveden ve bostandan ve bağ-ı sebzevâttan öşr alınır
salâriyye alınmaz”. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 103b.
61
Yılmaz Kurt, “Sis Sancağı (Kozan-Feke) Mufassal Tahrir Defteri Tanıtımı ve
Değerlendirmesi II, Ekonomik Yapı”, OTAM, 2 (1991), s. 171.
62
BOA, MAD-16148, s. 10-35.
63
TKGMA, TD-187, v. 94a-145a.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
99
CENGİZ PARLAK
Yulaf
Çavdar
Darı
Kile
1.151
Kile
436
Kile
1.366
Kile
Kile
11.510
Kile
4.360
Kile
13.660
Kile
Kg
295.300
Kg
111.860
Kg
350.460
Kg
Kile
3.229
Kile
24.86
Kile
5.003
Kile
Kile
32.290
Kile
24.860
Kile
50.030
Kile
Kg
828.432
Kg
637.808
Kg
1.283.569
Kg
TABLO-8: Gümülcine Merkezinde ve Kırsalında Elde Edilen Hububat Miktarı.
Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren başlayan
nüfus artışı nedeniyle, artan hububat talebini karşılamak için, dönüm başına
daha fazla verim alınan darı vb. tahılların ekimine ağırlık verilmiştir64. Bu
durumu Gümülcine’de de görebilmekteyiz. Tabloya baktığımızda,
Gümülcine merkez ve kırsalında yaklaşık 80-90 yıllık bir süre içerisinde
hububat üretiminde önemli değişiklikler olmuştur. Buğdayın % 91, arpanın
% 122, yulafın % 180, darının % 366 ve çavdarın % 470 oranında üretimi
artmıştır. Nüfus artışı hububatların fiyatlarını da etkilemiştir. İncelediğimiz
tahrir defterlerinde öşr olarak toplanan hububatların değerleri de kaydedilmiş
olup, buna “tahrir kıymeti” denilmektedir. Ürünlerden aynî olarak alınan
öşrün miktarı "müd" ve "kile" gibi ölçülerle verildikten sonra "tahrir
kıymeti" olan nakdi karşılığı akçe olarak kaydedilmektedir 65. Böylece
yaklaşık olarak bir kile ürünün kaç akçe olduğu hesaplanabilmiştir.
Hububat
Buğday
Arpa
Yulaf
Çavdar
Darı
XV. Yüzyılın
Sonunda
Hububat
Fiyatları
(1 Kile)
5 akçe
3 akçe
2 akçe
3 akçe
4 akçe
1570 Yılında
Hububat Fiyatları
(1 Kile)
Artış
Oranı
10 akçe
4 akçe
3 akçe
4 akçe
4 akçe
%100
% 33
% 50
% 33
-
TABLO-9: XV-XVI. Yüzyıllarda Gümülcine’de Hububat Fiyatları.
Gümülcine’de hububat haricinde üretilen diğer tarım ürünleri de
bulunmaktadır. Tabi ki bu tarımsal ürünler, buğday, arpa, yulaf, çavdar ve
darı gibi çok büyük miktarlarda değil, bazı köylerde az miktarda
64
65
Öz, “Klasik Dönemde Tarım”, s. 70.
Lütfi Güçer, XVI ve XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve
Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s. 58-59; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda
Manisa Kazâsı, TTK Yayınları, Ankara 1989, s. 240.
100
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
üretilmektedirler. Bakla, nohut, börülce, mercimek ve burçak gibi ürünler
bunlar arasındadır. XV. yüzyılın sonunda tutulan tahrir defterinde bu
ürünlerden nohut 15, börülce 5 ve mercimek ise 2 köyde üretilmekte olup,
ürünlerin üretim miktarları kayıt altına alınmamış, sadece vergi gelirleri
belirtilmiştir66. Ancak 1570 yılında tutulan tahrir defterinde ise nohut 10
köyde toplam 665 kile, börülce 4 köyde 80 kile ve mercimek ise 7 köyde 125
kile üretilmiştir. Her bir ürünün alınan öşr miktarı üzerinden kile fiyatı ise,
onar akçedir 67.
Gümülcine kırsalında üretilen diğer ürünlerden pamuk (penbe) ve
ketenin, Gümülcine pazarına geldiği ve üzerlerinden ne kadar bâc-ı pazar
alındığı kanunla belirlenmiştir 68. XV. yüzyılın sonunda keten sadece iki
köyde yetiştirilirken69, 1570 yılında üretim yapan köylerin sayısı artmıştır.
XV. yüzyılın sonunda 27 köyde pamuk üretimi yapılmaktadır. Arucak Şahin
ve Yardımlı köyleri biner akçe ile en yüksek penbe vergisi ödediklerinden,
bunları en fazla pamuk üretimi yapan köyler olarak da düşünebiliriz70. 1570
yılında ise, 41 köyde pamuk yetiştirilmektedir. Arucak Şahin Köyü yine 880
akçe ile en yüksek penbe vergisini ödemekle birlikte, Yardımlı Köyünün
önceki döneme göre ödediği vergi 130 akçeye düşmüştür71. Ancak köylerin
üretim miktarlarını, sadece öşr bedeli kayıt altına alındığı için
hesaplayamıyoruz.
Bağ ve bahçelerden elde edilen ürünler ise, genel olarak öşr-i bağât ve
öşr-i bostan adı altında gösterilmiş ve tek tek ürünlerin isimleri
verilmemiştir. Gümülcine’nin gayrimüslim nüfusunun fazla olduğu
köylerde, XV. yüzyılda bâc-ı hamr72 olarak, XVI. yüzyılda ise âdet-i
monopolye73 ya da resm-i monopolye74 adı altında şarap vergisi alınmaktadır.
XV. yüzyılın sonunda en yüksek şarap vergisi Mekri Köyünden, 1570
yılında ise İstoyan Köyünden alınmaktadır 75. Şarap vergisi, bu köylerde
üzüm yetiştirildiğinin bir göstergesidir.
Ayrıca bahçe ürünleri arasında yer alan armudun da, XV. yüzyılın
sonunda Gümülcine’ye bağlı köylerin altısında yetiştirildiğini, emrud veya
öşr-i emrud başlığı altındaki vergilerden anlıyoruz. Özellikle Çekirdeklü ve
66
BOA, MAD-16148, s. 10-35.
TKGMA, TD-187, v. 94a-145a.
68
Kânûn-ı Bâc-ı Pazar-ı Gümülcine. Bkz. TKGMA, TD-187, v. 103b.
69
BOA, MAD-16148, s. 12-14.
70
BOA, MAD-16148, ss. 23;29.
71
TKGMA, TD-187, v. 132b; 136a.
72
BOA, MAD-16148, s. 20.
73
TKGMA, TD-187, v. 105b-107a-107b.
74
TKGMA, TD-187, v. 106a.
75
BOA, MAD-16148, s. 20; TKGMA, TD-187, v. 106a.
67
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
101
CENGİZ PARLAK
Mekri karyeleri armut yetiştiriciliği açısından önemlidir76. XVI. yüzyılda ise
armut yetiştiriciliği Gümülcine’nin 10 köyünde sürdürülmektedir77. Bir
başka dikkat çeken ürün ise cevizdir. XV. yüzyılın sonunda 12 köyde, 1570
yılında ise şehir merkezinin çevresinde ve 20 köyde ceviz
yetiştirilmektedir 78. Bu ürünlerden başka, Bâc-ı Pazar Kanûnu’nda
Gümülcine bağ ve bahçelerinde kavun, karpuz ve hıyar (salatalık) gibi
ürünler yetiştirildiği ve pazara satılmak üzere dahi getirildiği
görülmektedir 79.
Devlet kontrolünde olan ve özellikle XVII. yüzyıldan itibaren yaygın bir
şekilde tüketilmeye başlayan pirinç (çeltik)80, XV. ve XVI. yüzyıllarda
Gümülcine’de bulunan Yaycı ve Balabanlu nehirleri üzerinde üretilmektedir.
Bu nehirlerin çeltikçileri, Gümülcine’ye bağlı Yassı Köy, Kozlu ve Kızılca
Bergos karyelerinde yaşamaktadırlar81. Fakat pirinç üretiminin miktarını
belirleyemiyoruz.
Gümülcine’nin ovaları verimli olduğu gibi, ormanlarında da meşe, çam,
kayın vb. ağaçlar yetişmektedir. Bu ağaçlardan ısınmak için odun elde
edilmekle birlikte, sanayide ve özellikle de gemi yapımında kullanılmak
üzere kereste dahi üretilmektedir 82. Gemicilikte kullanılan bir başka ürün de
urgandır. Gümülcine’de üretilen urganların tersanelere ulaştırılması
konusunda Osmanlı yönetimi oldukça dikkat etmektedir83. Kayık ve gemi
teknelerinin aralıklarını su geçirmemesi için doldurmak amacıyla kullanılan
“üstüpü”nün üretiminin Gümülcine’de de yapıldığı görülmektedir 84.
76
BOA, MAD-16148, ss. 17, 18, 26m, 30, 34.
Bkz. TKGMA, TD-187, v. 125a-138b.
78
BOA, MAD-16148, s. 10-35; TKGMA, TD-187, v. 97a-138b.
79
TKGMA, TD-187, v. 103b.
80
Pirinç tarımı ayrıntılı sulama gerektirdiğinden, önemli miktarda sermaye ihtiyacı vardı.
Ayrıca sel baskını olması halinde, ürün tamamen kaybedilebiliyordu. Üretim aşamasında,
sulama işinden anlayan sakalara, kürekçi ya da rençber olarak bilinen çiftçilere ve bütün bu
çalışanları idare edecek ustabaşı (reis) olan uzman kişilere ihtiyaç duyuluyordu. Bu
nedenlerle pirinç tarımını sıradan köylüler yapmıyor, daha zengin yatırımcılar
gerçekleştiriyor ve bunlara bağlı olarak da pirinç tüketimi zengin ve orta kesim arasında
oluyordu. Bkz. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, Çeviren: Emine
Sonnur Özcan, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2006, s. 69-70; aynı yazar, Osmanlı Kültürü ve
Gündelik Yaşam, Çeviren: Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s. 225-226.
81
MC-0.89, v. 27b; 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 17; TKGMA, TD187, v. 144a-145a.
82
TKGMA, TD-187, v. 103b.
83
İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Âmire, TTK Basımevi,
Ankara 1992, s. 145.
84
Üstüpü, keten kenevir veya bozuk halat parçalarından üretilirdi. Bkz. Bostan, Osmanlı
Bahriye Teşkilatı, s. 146.
77
102
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Gümülcine’nin kırsalı, Rodop dağlarından başlayıp, Ege Denizi’ne kadar
uzanan bir alanı kapsadığından, topraklarında hububat, bağ ve bahçe
mahsulleri yetişebilmektedir. Bu ürünler, yerel halkın ihtiyaçlarını
karşıladığı gibi, fazlası ticarî ürün olarak Gümülcine pazarında satılmakta ve
şehrin ticaret hayatına etki etmektedir.
Hayvancılık: Rumeli toprakları hayvancılık açısından Osmanlı
Devleti’nin en büyük üretim merkeziydi. Gümülcine toprakları da özellikle
verimli ovaları ve dağlık arazileri sayesinde, küçükbaş hayvan
yetiştiriciliğinde iyi durumdaydı. Köylerin hepsi hayvanlarının sayılarına
göre, resm-i ganem, resm-i ağnâm ya da âdet-i ağnâm ve resm-i ağıl
ödüyorlardı. Gümülcine köylerinin çoğunda, köylülerden, arıcılığın yaygın
olarak yapıldığını gösteren, öşr-i kevvâre (güvâre) vergisi tahsil
edilmektedir. Öşr-i kevvâre, reayanın elinde bulunan arı kovanlarından, bazı
yerlerde akçe olarak ya da bal olarak alınmaktadır. Gayr-i Müslim nüfusun
fazla olduğu köylerde yetiştirilen domuzlardan, bid’ât-ı hanâzır (hınzır)
vergisi ile gelir elde edilmekteydi85.
Osmanlı toprakları dâhilinde hem tatlı hem de tuzlu sularda balıkçılık
yapılmaktaydı. Ancak daha çok tatlı su balıkçılığı yaygındı86. Gümülcine’de
ise her iki suda balıkçılık yapıldığı görülmektedir. XV. yüzyılın sonunda
deniz kenarına yakın Habil Karyesi’nde tuzlu suda balıkçılık yapıldığını,
Iğrıb der-kenâr-ı deryâ başlığı altında alınan 200 akçe vergiden anlıyoruz87.
Yine XV. yüzyılın sonunda Yardımlı Karyesi’nin yakınındaki nehirde
balıkçılık yapılmaktadır88. Ancak bu köylüler hakkında geniş bilgi yoktur.
Gümülcine’nin Buri karyesi sınırları içerisinde bulunan gölde de balıkçılık
yapılmaktaydı. Oldukça önemli bir gelir kaynağı olan balıkçılık, dalyanciyân
cemaati tarafından icra edilmekteydi. Mukataa olarak gelir getiren dalyan
ise, Sultan II. Murat Vakfına bağlıydı. Dalyanciyân cemaati vakfa bağlı
olduklarından, resm-i kevvâre ve ispenç vergilerinden muaftılar89. Böylece
sadece dalyanda çalışırlardı. Fenârih gölünde de balıkçılık yapılmaktaydı.
Bu gölden alınan vergi ise, Gümülcine merkez gelirleri arasındadır90. Ancak
buradaki dalyanciyân cemaati hakkında açıklama yoktur.
Madenler: Şehrin önemli gelir kaynaklarından biri de madenlerdir.
Özellikle Şap madeni açısından zengin olan Gümülcine’den, Avrupalı
tüccarlar XVII. yüzyıla kadar bu madeni alıp, kumaş boyama işlemlerinde
85
BOA, MAD-16148, s. 10-35; TKGMA, TD-187, v. 94a-145a.
Faroqhi, Osmanlı Şehirleri, s. 76.
87
BOA, MAD-16148, s. 26.
88
BOA, MAD-16148, s. 29.
89
TKGMA, TD-187, v. 94b.
90
TKGMA, TD-187, v. 113.
86
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
103
CENGİZ PARLAK
kullanmışlardır91. Şap madeni Gümülcine’ye bağlı Maroniye (Marolye)
Köyünün yakınlarında çıkarılmaktadır92.
Şap madeninden başka, Osmanlı tebaasının zarurî ihtiyaçlarından olan tuz
madeni üretimi ve dağıtımı, devlet kontrolünde oldukça geniş bir örgütlenme
içerisinde yapılırdı. Ayrıca tuzlalar yüksek gelir getirdiklerinden, padişah
haslarına veya üst derecede memurların dirliklerinin gelir kalemlerine
kaydedilirlerdi93. H.885 / M. 1478-1479 yılında kıst olarak görülen Buri
Gölündeki Gümülcine memlehası, ilk olarak H. 888 / M. 1483-1484 yılı
içerisinde memleha mukataası şeklinde mukataa defterine kaydedilmiş olup,
aynı yılda Karasu ve Hrişne memlehaları ile birlikte, Yahudi Şabatay bin
Abraham’a üç seneliğine 1.200.000 akçeye kiralanmıştır94. XVI. yüzyılda
Gümülcine memlehasındaki nemekçi cemaati, cizye ve ispenç gelirlerini
Sultan II. Murat’ın vakfına ödemekteydiler. Buna mukabil avârız-ı divâniye
vergisinden muaf tutulurlardı95.
Vakıflar: Gümülcine şehrinde XV. yüzyıldan önce vakıfların kurulmaya
başlandığı bilinmektedir96. Şehrin fatihi Gazi Evrenos Bey tarafından,
fetihten kısa süre sonra kurulmuş olan imaret vakfı vardır. Ancak vakfın
kayıtlarına en erken XV. yüzyılda ulaşabiliyoruz. Ayrıca Evrenos Bey
Zaviyesi Vakfı’nın vakfiyesi de bulunamamıştır. Fakat 1456 tarihli tahrir
91
Mühimme Defteri 90, Sadeleştirme: Mertol Tulum, Hazırlayanlar: Nezihi Aykut, İdris
Bostan, Feridun Emecen, Yusuf Halaçoğlu, Mehmet İpşirli, İsmet Miroğlu, Abdülkadir
Özcan, İlhan Şahin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1993, s. 267-268;
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, s. 682; Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1997, s. 227.
92
XV. ve XVI. yüzyıllarda şaphanenin işletmesi hakkında herhangi bir arşiv belgesi tespit
edilememiştir. Ancak XVIII. yüzyılda şaphane mukataa olarak işletilmekte ve buradan elde
edilen gelir Sultan I. Mahmut (1730-1754) devri sadrazamlarından Gazi (Hekimoğlu) Ali
Paşa’nın İstanbul’da inşa ettirdiği Cami-i Şerif’in evkafına bağlanmıştır. Bkz. BOA,
C.DRB-2272, 7 Zi’l-ka‘de sene 1147 ( 31 Mart 1735); BOA, C. İKTS-932, 4 Cemâziye’levvel sene 1158 (4 Haziran 1745).
93
Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, I, Türkiye İş
Bankası Yayınları, İstanbul 2010, s. 243.
94
Gökbilgin, Vakıflar-Mülkler- Mukataalar, s. 151.
95
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11; TKGMA, TD-187, v. 94a-94b.
96
XV. ve XVI. yüzyıllarda kurulmuş olan Gümülcine vakıflarına dair en ayrıntılı bilgileri
1456 ve 1530 tarihli tahrir defterlerinde tespit edebiliyoruz. XV. yüzyılın sonunda tutulan
tahrir defteri eksik olduğu için, Gümülcine vakıflarıyla ilgili veriler bu defterde
bulunmamaktadır. 1570 yılında tutulan tahrir defteri mufassal olmasına rağmen, şehirdeki
vakıflar hakkında bilgi içermemektedir. Ancak 1519 tarihli tahrir defterinde ise Evrenos
Bey Zaviyesi Vakfı’nın gelir kaynaklarına dair bazı bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca XV. ve
XVI. yüzyıllarda kurulmuş olan Gümülcine vakıflarının, Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf
Kayıtlar Arşivi’nde yapılan taramada da vakfiyelerine ulaşılamamıştır. Gümülcine
Müftülüğü Arşivi’ndeki şeriyye sicilleri ise en erken XVII. yüzyıla kadar gitmektedir. Diğer
taraftan Gümülcine Vakıflar İdaresi Arşivi’nden sadece bir vakfiye temin edilebilmiştir.
104
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
defteri97 aracılığıyla Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın gelir getiren
gayrimenkulleri, zeminleri ve vakfa bağlı olan çiftlikler ve çiftliklerde
bulunan kulları hakkındaki bilgileri tespit edebiliyoruz.
1456 tarihli tahrir defterinde Evrenos Bey Vakfı’ndan başka,
Gümülcine’de kurulmuş olan diğer vakıfların da malî kayıtlarını
bulabilmekteyiz. Bu deftere göre, Gümülcine’de 7 vakıf vardır. Bunların
içinde bulunan Debbağlar Ahisi Vakfı’nın yanında hâric ez-defter98 ibaresi
bulunmaktadır. Diğer vakıfların yanında bu ibare yoktur. Bu bilgiye
dayanarak, Debbağlar Ahisi Vakfı’nın önceki tahrir defterinde kayıtlı
olmadığını ve kalan altı vakfın ise kayıtlı olduklarını ve varlıklarını
sürdürdüklerini söyleyebiliriz. Böylece 1456’dan önceki tahrir yılında
şehirde en az altı vakfın var olduğu anlaşılır.
Bütün bunlara ilaveten 1456 tarihli deftere kaydedilmemiş bir başka vakıf
daha vardır ki bu da 1455 tarihli bir vakfiyeye göre, Ahi Ali (Mehmed oğlu
Ali) adındaki kişiye ait olan medrese vakfıdır. Ayrıca Ahi Ali Vakfı’nın
vakfiyesinde Börkçüler Zaviyesi’nden de söz edilmektedir99. Bu zaviyenin
de bir vakfa sahip olduğunu XVI. yüzyılda tespit edebiliyoruz100. Böylece
şehirde XV. yüzyıl içinde vakıf sayısı dokuza ulaşmaktadır. Bunlardan
sadece Ahi Ali Vakfı’nın vakfiyesi bulunmakta olup, diğerlerinin vakfiyeleri
günümüze ulaşmamıştır.
XVI. yüzyıl içerisinde Gümülcine’de XV. yüzyıla göre daha fazla vakıf
kurulmuştur. Özellikle yenilerin içinde cami, mescit, zaviye ve muallimhâne
97
MC-0.89, v. 18b-32a.
Mezraa-i Ahiyan dağdadur, hâric ez-defter, derviş elindeymiş; Kilise-i Aynoroz ‘an nefs-i
Kal’a-i Gümülcine, hâric ez-defter; Vakf-ı Debbağlar Ahisi, hâric ez-defter Bkz. MC-0.89,
v. 20a-20b-30b; 1456 tarihli tahrir defterindeki hâric ez-defter terimi, XIV. yüzyılın son
çeyreği içerisinde ya da XV. yüzyılın ilk çeyreğinde Gümülcine’nin demografik, toplumsal
ve ekonomik yapısına dair bir tahrir kaydının var olduğunu göstermektedir. Ancak şu ana
kadar bu defter ya da belgeye ulaşılamamıştır. Ayrıca hâric ez-defter terimi hakkında başka
bir değerlendirme için Bkz. Feridun M. Emecen, “XVI. Asırda Balkanların Kuzeydoğu
Kesiminde İskân Tipleri ve Özellikleri Hakkında Bazı Notlar”, V. Milletlerarası Türkiye
Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989, TTK Yayınları,
Ankara 1990, s. 547.
99
Gümülcine Vakıflar İdaresi Arşivi, Mehmet oğlu Ali Vakfiyesi, Muharrem 860 (Aralık
1455).
100
167 numaralı Rumeli Muhasebe Defterinin Başbakanlık Devlet Arşivleri tarafından
yayınlanan baskısında, “Börkçüler” kelimesi, “Börekçiler” şeklinde transkrip edilmiştir.
“Börk” ve “Börek” kelimelerinin Arap harfleri ile yazımı aynıdır. (Bkz. 167 Numaralı
Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13) Börk, Ahilere mahsus beyaz keçeden yapılan
bir başlık olarak kabul edilmektedir. (Bkz. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri
Sözlüğü, I, s. 243) Ahi Ali Vakfı’nın bu zaviyeyi XVI. yüzyıldan itibaren maddi olarak
desteklemeye başladığı bilindiğinden, zaviyenin adının büyük olasılıkla “Börekçiler” değil
de “Börkçüler” olması gerektiğini düşünüyoruz.
98
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
105
CENGİZ PARLAK
vakıfları bulunmaktadır. XV. yüzyıldaki vakıflardan varlığını sürdürenlerin
başında Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı gelmektedir. Süpüren Kassab, Konukçu
ve Börkçüler zaviye vakıflarının da XVI. yüzyılda devam ettiklerini
görmekteyiz101. Ahi Ali Vakfı’nın ve Postpûş Baba (Pûşî Pûşân) Zaviye
Vakfı’nın, XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde kayıtları olmamasına rağmen,
daha sonraki yüzyıllarda varlıklarını sürdürdüklerini tespit ettiğimiz için, bu
yüzyıl içerisinde de var oldukları anlaşılmaktadır. Ancak Debbağlar Ahisi,
Ahi Ahmed veled-i Ahi Balı Yunusî Tekkesi ve Sadreddin Tekkesi
vakıflarının kayıtlarına, XVI. yüzyıl ve sonraki yüzyıllarda
ulaşamadığımızdan onların devam etmediğini düşünüyoruz. Ulaşabildiğimiz
arşiv kayıtlarına ve araştırma eserlere göre, XVI. yüzyılda ilk kez tespit
edilen vakıflar arasında, 1 cami, 1 cami-medrese, 16 mescit, 1 medrese102, 4
zaviye, 4 muallimhâne ve 1 kilise vakfı bulunmaktadır. Böylece
Gümülcine’de XVI. yüzyıl içerisinde, önceki yüzyıllarda kurulmuş ve
varlığını sürdüren 6 vakıf ile birlikte toplamda 34 vakıf bulunmaktadır
Sıra
Vakfın Adı
No
1
Evrenos Bey
2
Debbağlar Ahisi
3
4
Ahi Ali
Ahi Ahmed veled-i Ahi Balı
Yunusî
5
Sadreddin
6
Süpüren Kassab
7
Konukçu / Konukçu Şemseddin
8
Postpûş Baba (Pûşî Pûşân)
Vakfın Türü
Vakfın
Mahallesi
Zaviye
Câmi-i
Atik
Esnaf Vakfı
-
Medrese
-
Tekke
-
Tekke
-
Zaviye
-
Zaviye
-
Zaviye
Gümülcine
yakınında
Vakfın
Kuruluş
Tarihi
XIV.
yüzyıl
XV.
yüzyıl
XV.
yüzyıl
XV.
yüzyıl
XV.
yüzyıl
XV.
yüzyıl
XV.
yüzyıl
XV.
yüzyıl
101
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13-14.
Osmanlı medreseleri hakkında yapılan bir çalışmada, (Bkz. Cahid Baltacı, XV-XVI.
Asırlarda Osmanlı Medreseleri, I, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,
İstanbul 2005, s. 236-237) H. 996 / M. 1586-1587 yılında Gümülcine’de Mustafa Bey
Medresesi tespit edilmiştir. Ancak tarafımızdan bu medresenin vakıf kayıtlarına
ulaşılamamıştır. Bununla birlikte diğer Osmanlı medreselerinin birer müstakil vakıflarının
olduğunu düşünürsek, Mustafa Bey Medresesi’nin de bir vakfa sahip olduğunu
söyleyebiliriz.
102
106
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
9
Börkçüler
10
Câmi-i Şerîf/Câmi-i Atîk
11
Defterdar Ahmed Efendi
12
Dimitro Polid
13
Mustafa Bey
14
İmam Aşçı
15
İpekçi Hacı Hayreddin
16
Hacı Yavaş
17
Hacı Karagöz
18
Süpüren Mahmud
19
Delioğlu/Divâne Ali
20
Hacı Hayreddin
21
Bergamalı
22
Koca Nasuh
23
Bağçelü İlyas
24
Şehreküstü
25
Debbağan
26
Kadı Mescidi
27
Hacı Hızır
28
Yenice Mahalle
29
Süpüren
30
Kebkebir
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
Zaviye
Cami
Câmi-i
Atik
Câmi-i
Atîk
CamiMedrese
-
Kilise
-
Medrese
-
Mescit
Aşçı Hasan
Mescit
Mescit
Mescit
İpekçi
Hacı
Hacı
Yavaş
Hacı
Karagöz
Mescit
-
Mescit
Divâne Ali
Mescit
Hacı
Hayreddin
Mescit
Bergama
Mescit
Koca
Nasuh
Mescit
Bağçelü
Mescit
Şehreküstü
Mescit
Debbağan
Mescit
Kadı
Mescit
Hacı Hızır
Mescit
Yenice
Mescit
Yenice
Muallimhâne
-
XV.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
107
CENGİZ PARLAK
31
Hocazade
32
Binti Kemal
33
Hacı İskender
34
Ahi Evren
35
Ali Dede
36
Hacı Şemseddin
37
Kütüklü Hacı Baba
Muallimhâne
-
Muallimhâne
-
Muallimhâne
-
Zaviye
-
Zaviye
-
Zaviye
-
Zaviye
Gümülcine
yakınında
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
XVI.
yüzyıl
TABLO-10: XV-XVI. Yüzyıllarda Gümülcine’deki Vakıflar.
Gümülcine’nin fethinden sonra burada kurulmaya başlayan zaviye, tekke,
mescit, cami, medrese, muallimhâne ve kilise vakıfları, şehrin fizikî
yapısının oluşması ve değişmesinde dinî, kültürel ve eğitim-öğretim
hizmetlerinin gerçekleşmesini sağladıkları gibi, toplumun ihtiyacı olan
sağlık, dayanışma ve yardımlaşma hizmetlerini de icra etmişlerdir.
Vakıfların bu hizmetlerini oluşturup sürdürebilmesi için gerekli olan
unsurlar ise, gelir getiren gayrimenkul ve menkullerdir. Gayrimenkuller
dükkân, han, hamam, mesken, değirmen, ziraî işletmeler gibi akarlardır.
Menkul türünde ise en önemli gelir kaynağı, nukûd-ı mevkufe olarak da
adlandırılan nakit paralardır.
Gümülcine’de 1456 yılında vakıfların sahip oldukları imalathâneler ve
ticarethâneler arasında 64 dükkân vardır. Bu dükkânlardan vakıfların elde
ettiği yıllık gelir 2.350 akçedir. Ayrıca vakıfların sahip olduğu 9 değirmen
bulunmakta olup, buradan sağladıkları gelirler tahrir defterine
kaydedilmemiştir. Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın sahip olduğu handan
(kervansaray) elde ettiği yıllık gelir ise 1.000 akçedir. Evrenos Bey Zaviyesi
Vakfı ayrıca şehirde bir hamama sahiptir. Hamamdan vakfa yıllık 8.555 akçe
gelir gelmektedir. Bir başka hamam sahibi olan vakıf ise, Konukçu Zaviyesi
Vakfı’dır. Ancak, Yenice’de bulunan hamamın geliri defterde kayıtlı
değildir 103. Gümülcine vakıfları 1456 tarihli tahrir defterine göre,
imalathâneler ve ticarethânelerden tespit edebildiğimiz kadarıyla 11.905
akçe yıllık gelir elde etmektedirler.
103
MC-0.89, v. 30b-31b.
108
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
1456 tarihli tahrir defterine göre104 vakıfların gelirleri arasında ziraî
işletmeler oran itibariyle önem arz etmektedir. Gümülcine vakıflarının en
dikkat çeken ziraî işletmesinin bu dönemde “bağ” olduğu görülmekle
birlikte, çiftlikler, tarlalar ve bahçeler de vakıflar tarafından işletilmektedir.
Vakıflar arasında bu işletme türlerinden hepsine birden sahip olanı yoktur.
Her bir vakıf farklı ziraî işletmeleri elinde bulundurmaktadır.
1456 yılında vakıfların sahip oldukları ziraî işletmeler 64 dönüm ve 8
adet bağ, iki bahçe, 14 tarla, üç çiftlik ve bir bostandır. Ancak bu ziraî
işletmelerden Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın sahip olduğu 45 dönüm bağ,
bir bostan ve bir çiftlikten elde edilen toplam 3.210 akçelik yıllık gelir tespit
edilebilmiştir. Diğer vakıfların ziraî işletmelerden sağladıkları gelirler tahrir
defterinde kayıtlı değildir. Fakat geliri tespit edilemeyen ziraî işletmelerin
yıllık gelirlerinin toplamı, Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın ziraî
işletmelerden elde ettiği gelirden daha düşük olmalıdır. Çünkü toplam ziraî
işletmeler içinde en büyük miktara Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı sahiptir.
Vakıfların bir diğer gelir getiren gayrimenkulleri ise, sahip oldukları
zeminlerdir. Arsa, tarla, bağ, bahçe gibi gayrimenkullerden oluşan bu
mülklerin bütün sahiplik hakkı vakfa aittir. Vakıf bu mülklerini kiraya
verebilir ve kiralayan kişi ya da kişiler mülklerin üzerinde bina
yapabilecekleri gibi, mahsul veren ziraî ürünleri de yetiştirebilirler. Vakıf,
sahip olduğu zeminin üzerindeki bina ve diğer ürünlerin sahibi olmadığı
gibi, gelirlerinden de istifade edemez. Sadece kiracıdan zeminin yıllık
kirasını alır. 1456 tarihli tahrir defterinde vakıfların gelir getiren
gayrimenkulleri arasında zeminler de bulunmaktadır. Üç vakıf toplam beş
zeminden gelir elde etmektedir. Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’nın üzerinde
ziraat yapılan Köstemir adlı zemininden elde edilen gelir defterde kayıtlı
değildir 105. Konukçu Şemseddin Zaviyesi Vakfı’nın zemin-i konukçu yeri
olarak kayıt altına alınan zeminden yıllık geliri 155 akçedir. Süpüren Kassab
Zaviyesi Vakfı ise türü bilinmeyen 3 adet zeminden 15 akçe yıllık gelir
sağlamaktadır106.
XVI. yüzyılda vakıfların sahip oldukları ticarethânelerin sayıları artmaya
başlamıştır. 1530 tarihli tahrir defterine göre107 Gümülcine’deki vakıfların
sahip oldukları ticarethâneler arasında 183 dükkân ve 10 meyhâne
bulunmaktadır108. 183 dükkânın 31 adedi Yenice-i Karasu’da bulunmaktadır.
104
MC-0.89, v. 30b-31b.
MC-0.89, v. 30b.
106
MC-0.89, v. 31a-31b.
107
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11-17.
108
Üç vakfın sahip olduğu dükkânların sayıları açıkça belirtilmemiş ve sadece “dekâkin”
ifadesiyle defterde kayıt altına alınmıştır. Bundan dolayı bu üç vakfın dükkânlarını toplam
105
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
109
CENGİZ PARLAK
Böylece Gümülcine’de 152 vakıf dükkânı vardır. 1530 tarihli tahrir
defterinde vakıfların dükkânlardan elde ettiği gelirin hesaplanmasında bazı
sorunlar vardır. Çünkü bazı vakıf dükkânlarının gelirleri, diğer gelir getiren
gayrimenkul ve nakit gelirleriyle birlikte toplu olarak yazıldığı için, 12
vakfın dükkânlardan ne kadar gelir elde ettiği belirlenememiştir. Yine de
tespit ettiklerimize göre, Gümülcine ve Yenice-i Karasu’daki 170 adet
dükkândan toplam yıllık 11.533 akçe gelir elde edilmiştir. Ayrıca bu rakama
Börkçüler Zaviyesi Vakfı’nın sayısı belli olmadığı için “dekâkin” şeklinde
defterde kayıtlı dükkânlarının yıllık 1.200 akçe olan gelirlerini de eklersek,
toplam 12.733 akçelik bir gelirden söz edebiliriz. Böylece 1530’da şehirdeki
vakıf dükkânların yıllık gelirleri, 1456’ya göre % 638 oranında artış
göstermiştir. Bu artış şehirdeki ticaret hacminin büyüdüğünü de
göstermektedir. Fakat dükkân sayısındaki ve gelirlerdeki artış oranı, ticaret
hacminin de aynı oranda büyüdüğüne işaret etmez.
1530 yılında vakıfların sahip olduğu diğer ticarethâneler ise hamam ve
kervansaraylardır. Gümülcine’de aynı yılda 2 kervansaray ve 2 hamam
bulunmaktadır. Kervansaraylardan biri Hacı Karagöz Mescidi Vakfı’na ait
olup, vakfa yıllık 400 akçe gelir sağlamaktadır. Diğer kervansaray ve iki
hamama ise, Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı sahiptir109.
Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı’na ait kervansaray 1456 yılında gelir
getirmekte olduğu halde, 1530’da harap olup geliri belirtilmemiştir. 1456
yılında şehirde bir hamam sahibi olan Evrenos Bey Zaviyesi Vakfı, halkın ve
şehre gelenlerin artan ihtiyaçları doğrultusunda bir hamam daha inşa
ettirerek sahip olduğu hamam sayısını ikiye yükseltmiştir. Ancak vakıf,
1456’da tek hamamdan sağladığı gelirin neredeyse yarısına yakın olan 4.243
akçeyi, 1530’da ancak iki hamamdan elde etmektedir.
1530 tarihli tahrir defterine göre Gümülcine’de vakıfların sahibi olduğu
imalâthâneler arasında 4 değirmen bulunmaktadır. Börkçüler Zaviyesi
Vakfı’nın Akpınar Köyü’nde 3 göz 1 bâb yıllık geliri 1.300 akçe olan bir
değirmeni bulunurken, yine aynı köyde yıllık geliri 15 akçe olan 1 bâb bir
değirmeni daha vardır 110. Ahi Evren Zaviyesi’nin de 3 göz 1 bâb ve yıllık
150 akçe geliri olan bir değirmeni bulunmaktadır111. Evrenos Bey Zaviyesi
Vakfı’nın sahip olduğu değirmenin ise geliri defterde kayıtlı değildir112. Üç
değirmenden vakıflar toplamda 1.465 akçe yıllık gelir elde etmektedirler.
dükkân sayısına dâhil edemiyoruz. Bk. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri,
s. 16.
109
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13-15.
110
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13.
111
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14.
112
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 13.
110
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
1530 tarihli tahrir defterine göre ziraî işletmeler grubunda 4 dönüm, 4
adet ve birçok kıtadan oluşan bağ, 4 dönüm bahçe, 2 çiftlik ve bir bostan
vakıfların gayrimenkulleri arasındadır. 1530 tarihli tahrir defterinde bazı
vakıfların ziraî işletmelerinden elde ettikleri gelirler diğer gelirleri ile birlikte
toplam şeklinde kaydedilmiştir. Bundan dolayı bütün vakıfların toplam ziraî
işletmelerden sağladıkları gelirleri tam olarak tespit edemiyoruz. Ancak
tespit edebildiğimiz kadarıyla, vakıfların ziraî işletmelerden yıllık gelirleri
1530 yılında toplam 13.440 akçedir113.
1530 yılında vakıfların sahip oldukları zeminlerin toplam adedi ise 25’tir.
Vakıfların zeminlerden elde ettiği toplam yıllık gelir 2.691 akçedir114.
1456 tarihli tahrir defterine göre nakit para sahibi olmayan Gümülcine
vakıfları, 1530 tarihli tahrir defterine göre sahip oldukları nakit paralardan da
bir kâr elde etmektedirler. Defterde vakfedilen paralar nakdiyye şeklinde
kayıtlı olup, bu paralardan elde edilen kazanç ise ‘an rıbh-ı nakdiyye olarak
yazılmıştır. Bu paralar, şehirdeki mescit, cami ve muallimhâne
hizmetlilerinin ücretleri ve mekânların tamir ve bakımı gibi amaçlarla
vakfedilmiştir. 1530 yılında 18 hayrî vakfın sahip oldukları nakit paralardan
kazanç sağladıkları görülmektedir. Bunlardan Süpüren Mahmud Mescidi
Vakfı, sadece nakit para üzerinden gelir elde etmektedir. Ancak bu mescidin
ne kadar nakit paraya sahip olduğu kayıtlı değildir. Sadece kazancı
yazılmıştır. Fakat diğer vakıflar arasında, nakit paraları ve bunlar üzerinden
ne kadar kazanç sağladıkları bilinenler de bulunmaktadır. Hacı Yavaş
Mescidi Vakfı’nın nakit olarak 10.000 akçesi bulunmakla birlikte, buradan
gelen yıllık kazanç 1.000 akçe olup, kazancın oranı % 10’dur. Hacı Karagöz
Mescidi Vakfı da 8.822 akçe nakde sahip olup, yaklaşık % 10,2 kâr oranı
üzerinden yılda 900 akçe kazanç sağlamaktadır115.
Diğer taraftan Câmi-i Şerîf (Câmi-i Atîk) Vakfı’na da değişik miktarlarda
nakit para vakfedilmiştir. Farklı kişiler tarafından vakfedilen nakdin tutarı
14.450 akçe ve kazancı 1.445 akçe olup, vakıf görüldüğü üzere nakitlerden
yıllık % 10 kazanç sağlamaktadır. Camiye vakfedilen nakit paralar arasında
en yüksek meblağ 9.320 akçe olup, en düşük meblağ ise 300 akçedir116.
Nakit miktarı bilinmeyen, ancak kazancı yıllık 190 akçe117 olarak kayıtlı
olan Süpüren Mahmud Mescidi Vakfı’nın da, yukarıdaki örneklere
113
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11-17.
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 11-17.
115
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 15.
116
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14-15.
117
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 15.
114
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
111
CENGİZ PARLAK
dayanarak, % 10 rıbh (kâr-kazanç) aldığını düşünerek, yaklaşık 1.900 akçe
nakde sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer 14 vakfın ise, nakit para kazancı ve gayrimenkul gelirleri tek bir
başlık altında defterde kayıtlı olup, sahip oldukları nakit miktarları net olarak
tespit edilememiştir. Ancak yine de bu vakıfların sadece nakit miktarlarının
büyük bir meblağ tuttuğu düşünülebilir. Çünkü aralarında yüksek miktarda
geliri olanlar bulunmaktadır 118. XVI. yüzyılın ilk yarısında Gümülcine’deki
vakıflar sahip oldukları nakit paraları kredi olarak kullandırdıklarında, yıllık
yaklaşık olarak % 10 kazanç sağlamışlardır. Bu kazanç oranı, Osmanlı
Devleti’nin genelinde görülen yıllık kazanç oranıyla119 paralellik arz
etmektedir.
1530 yılında 28 vakıftan 18’si (% 64) nakit para gelirine sahiptir.
Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyıldan itibaren vakıfların nakit paralardan
118
1530 yılında Gümülcine merkezdeki 16 mescit vakfının 15’inin sahip oldukları nakit
paralardan bir rıbh (kâr) elde ettikleri görülmektedir. Ancak 1530 yılında Serez merkezde
17 mescit vakfının sadece üçü, (Bkz. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s.
74-79) Selanik merkezde bulunan 20 mescit vakfının 6’sı (Bkz. 167 Numaralı Muhâsebe-i
Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 105-106) diğer gelirleri haricinde sahip olduğu nakit paradan da
bir kâr elde etmektedir. Diğer taraftan Anadolu’da önemli bir şehir olan Adana’nın 1547
yılında merkezinde bulunan 19 mescit vakfından 9’u, diğer gelirleri haricinde sahip olduğu
nakit paradan da kâr elde etmektedir. (Bkz. Yılmaz Kurt- M. Akif Erdoğru, Çukurova
Tarihinin Kaynakları IV Adana Evkaf Defteri, TTK Yayınları, Ankara 2000, s. 28-34.) 1530
yılında Gümülcine’deki mescit vakıflarının % 94’ü, Serez’deki mescit vakıflarının % 18’si,
Selanik’teki mescit vakıflarının % 30’u ve 1547’de Adana’daki mescit vakıflarının % 47’si
nakit paralardan gelir elde etmektedirler. Gümülcine’de mescit vakıfları arasında nakit
paradan gelir elde etme oranının bu kadar yüksek olması, şehirdeki ticarî gayrimenkullerin
Gümülcine mescit vakıflarına fazla kira geliri sağlamamasıyla bağlantılı olabilir. Bu açıdan
mescit vakıflarının ticarethâne gelirleri ve nakit para kârlarını incelediğimizde; Hacı Yavaş
Mescidi Vakfı 14 dükkândan yıllık 500 akçe kira geliri sağlarken, 10.000 akçelik nakit
parasından yıllık 1.000 akçe kâr elde etmektedir. Hacı Karagöz Mescidi Vakfı 18
dükkânından yıllık 1.200 akçe gelir elde etmesine rağmen, 8.822 akçe nakit parasından
yıllık 900 akçe kâr sağlamaktadır. Diğer taraftan tespitlerimize göre 1530 yılında
Gümülcine’de büyük miktarda nakit para sahibi olan bir vakıf yoktur. Bundan dolayı
Gümülcine ahalisinin ortaya çıkan nakit ihtiyacı, mescit vakıflarını nakit paradan gelir elde
etmeye yönlendirmiş olabilir. 1530 yılında Selanik’te Hasan Bey Vakfı 100.000 akçe
tutarında bir nakit para sahibidir. (Bkz. 167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri,
s. 105) Selanik ahalisinin nakit ihtiyacının karşılanmasında Hasan Bey Vakfı’nın etkili
olduğu söylenebilir. Ancak 1530’da Serez’de ve 1547’de Adana’da yüksek miktarda nakit
para sahibi olan vakıf yoktur. Serez ve Adana ahalisinin nakit ihtiyacının karşılanmasında
bu şehirlerde nakit para sahibi olan vakıfların ihtiyacı karşıladığı ya da bu iki şehrin
ahalilerinin nakit ihtiyacının fazla olmadığı düşünülebilir.
119
Yapılan bir araştırmaya göre, XVI. ve XVII. yüzyıllarda vakıflar nakit paralarını, yıllık %
10-15 arasındaki bir kâr karşılığında kredi olarak halka kullandırmaktadırlar. Bkz. Ömer
Lütfi Barkan, "Edirne Askerî Kassam'ına Âit Tereke Defterleri (1545-1659)", Belgeler,
III/5-6, Ankara 1968, s. 36.
112
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
gelir elde etmeye başladıkları ve nukûd vakıflarının da sayısının artmaya
başladığı bilinmektedir. Devletin sınırları içinde yaşanan bu değişim
Gümülcine şehrinde de etkisini göstermiştir. Sadece nukûd vakıfları değil,
hayrî vakıflar da sahip oldukları nakit para üzerinden gelir etmeye
başlamışlar ve vakfın çıkarları doğrultusunda bu paraları halka kredi
şeklinde vermişlerdir. Hayrî vakıflar nakit paralarını, sadece vakıflarının
hizmetlerini devam ettirmek amacıyla gelir getiren kredi şeklinde
işletmişlerdir. Kazançları da bunu göstermekte olup, devletin kanunlar120
çerçevesinde belirlediği oranda bir kâr (rıbh) elde etmektedirler.
Gümülcine vakıflarının gelir kaynakları XV. ve XVI. yüzyıllarda bu
şekildedir. Vakıflar bu gelirlerinin büyük bir kısmını, görevlilerinin
ücretlerini ödemek için kullanmaktadırlar. Gümülcine’de XV. ve XVI.
yüzyıllarda kurulmuş vakıfların görevli sayıları hakkında net bilgiler vermek
oldukça zordur. Ayrıca bazı vakıf görevlileri birden fazla vazifede görevli
oldukları gibi, bazılarının da iki ya da üç vakıftan ücret aldıkları
bilinmektedir. Görevlilerin ücretlerini ayrı ayrı yüzyıllara göre tespit etmek,
çok zor olabilmektedir. 1530 tarihli tahrir defterinde121 Câmi-i Şerîf (Câmi-i
Atîk) Vakfı’nın görevlileri için yıllık ödenen ücretler kayıtlıdır. Buna göre
camide hatip olan kişinin maaşı için vakfın yıllık harcaması 1.835 akçedir.
Hatip günlük olarak 5 akçe almaktadır. İmam için yıllık 1.160 akçe ödeyen
vakıf, müezzin için yine yıllık 453 akçe gider kaydetmiştir. Böylece imamın
günlüğü 3 akçeye denk gelirken, müezzin ise 1,2 akçe kazanmaktadır.
Vakfın câbi için ayırdığı yıllık ücret 180 akçe olup, günlük karşılığı nim akçe
tabir edilen yarım akçedir. Kayyımın ise yıllık geliri 40 akçedir. Ayrıca
mu‘arrif olarak görev yapan kişinin ücretinin de 2 bâb dükkânın geliri
olduğu belirtilmesine rağmen, vakfın dükkânlardan elde ettiği gelir kayıtlı
olmadığından, mu‘arrifin geliri tam olarak bilinmemektedir. Aynı defterde 122
bir diğer ibadethâne olan Hacı Yavaş Mescidi Vakfı’nın, imam ve müezzine
ödediği ücret kayıtlıdır. İmam yıllık 850 akçe, müezzin ise yıllık 650 akçe
ücret almaktadır. İmamın günlüğü yaklaşık 2,5 akçeye tekabül ederken,
müezzinin ki ise, 1,7 akçeye denk gelmektedir. 1530 yılında imamların ve
müezzinlerin yıllık gelirleri bu şekilde iken, Hacı Karagöz Mescidi
Vakfı’nın kervansarayı yıllık 400 akçeye kiralanmaktadır. Ayrıca şehirdeki
vakıf dükkânlarının yıllık kira gelirleri ise, 35 ila 100 akçe arasında
değişmektedir 123. Bu verilere göre; imamların ve müezzinlerin yıllık alım
120
Kanunnamelerde ve fetvalarda vakıfların nakit paralar üzerinden alacakları kâr (rıbh)
belirlenmiştir. Bkz. Tahsin Özcan Osmanlı Para Vakıfları, Kanûnî Dönemi Üsküdar
Örneği, TTK Yayınları, Ankara 2003, s. 59-60.
121
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14-15.
122
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 15.
123
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 14-16.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
113
CENGİZ PARLAK
gücü oldukça yüksek görünmektedir. Fakat bazı vakıf görevlilerinin alım
gücü, imam ve müezzine göre düşüktür.
Her iki ibadethânenin imam ve müezzinlerine ödedikleri ücretlerin
yaklaşık olarak birbirine yakın olduğunu anlıyoruz. 1530 tarihli bu
defterdeki ibadethâne vakıfları arasında en yüksek gelire sahip olan Câmi-i
Şerîf (Câmi-i Atîk) Vakfı’dır. Hacı Yavaş Mescidi ise 1.500 akçe olan geliri
ile dördüncü sıradadır124. Diğer ibadethâne vakıflarının gelirleri çok yüksek
olmadığından imam ve müezzinlerine daha düşük ücretler verebileceklerini
düşünebiliriz. Diğer vakıfların görevlilerine ödedikleri ücretler defterde
kayıtlı olmadığından net bir değerlendirme yapamıyoruz. XVI. yüzyıl için
başka arşiv kaynaklarında Gümülcine vakıf görevlilerinin ücretleri hakkında
veri tespit edemedik.
Vakıf kurumunun tarım, ticaret ve sanayi alanlarındaki faaliyetleri,
şehirlerin ekonomik hayatına katkı sağlamaktadır. Vakıflar birer yatırım
aracı olarak gördükleri imalâthâne ve ticarethâneleri inşa ettirip ya da satın
alıp, bunların hizmet vermesini sağlarken, hayır amacıyla yaptıkları
ibadethâne, mektep, medrese, kütüphâne, çeşme, köprü vb. yapılarla da
şehirde hem istihdam hem de üretim açısından bir katma değer ortaya
çıkarmaktadırlar. Böylece vakıflar, şehir ve şehre bağlı kırsaldaki ahaliden
ve başka yerlerden gelen tüccar ve seyyahlardan elde ettikleri gelirleri,
hizmetleri doğrultusunda yine onlar için gider olarak harcamaktadırlar.
Ortaya çıkan bu gelir-gider ilişkisi, şehir, kasaba ve kazaların iktisadî
yapıları içinde önemli bir yer tutmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin toplam gelir ve giderlerine dair çeşitli araştırmalar
yapılmıştır. Bu araştırmalara göre XVI. yüzyılın başlarında devletin tüm
kamu gelirleri arasında bazı vakıfların toprak ve emlak üzerinden gelir
payları % 12 olarak hesaplanmıştır125. 1530-1540 yıllarında yapılan tahrir
kayıtlarında Anadolu eyaletinde vakıfların sahip olduğu gelirler, devletin
toplam gelirlerinin %17’si iken, Rumeli’de bu oran % 5,4’tür126. Ancak bu
oran içerisine vakıfların bina, para ve diğer gelir kaynakları dâhil değildir.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise iltizam ve özel mülkleşme eğilimlerinin
güçlenmesi neticesinde vakıf gelirleri de artmıştır127.
124
Bkz. Tablo-12.
Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, Osmanlı Devlet
Arşivleri Üzerinde Tetkikler-Makaleler, I, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Özdeğer, İstanbul
2000, s. 616; Ömer Lütfi Barkan, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat
Hareketleri”, Belleten, XXXIV/136, Ankara 1970, s. 601.
126
Barkan, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, II, s. 999.
127
Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, s. 203.
125
114
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Yukarıdaki % 12’lik oran, Gümülcine için tespit edilen vakıf gelirlerinin
oranıyla kıyas edilemez. Çünkü Gümülcine şehir merkezinin XV. ve XVI.
yüzyıllar için vakıf gelirlerinin vergi gelirlerine oranı hesaplanırken, şehirde
kurulan vakıfların nerdeyse bütün gelirleri görülebilmekte ve oran, Osmanlı
Devleti genelinden yüksek çıkmaktadır.
1456 tarihli icmâl tahrir defterinde128 şehrin merkez vergi gelirleri 34.721
akçe olup, Gümülcine’de kurulmuş vakıfların bu defterdeki toplam gelirleri
16.039 akçedir129. Vakıfların gelirleri yaklaşık olarak vergi gelirlerinin %
46’sına karşılık gelmektedir. Ancak burada şu unutulmamalıdır ki deftere
kaydedilmemiş başka vakıflar da vardır. Bunlardan sadece ikisini tespit
etmemize rağmen, kayıt altına alınmayanların da gelirleri olduğunu
düşünürsek, % 46’lık oran artacaktır.
Vakfın Adı
Evrenos Bey Zaviyesi
Sadreddin Tekkesi
Süpüren Kassab Zaviyesi
Ahi Ahmed veled-i Ahi Balı Yunusî Tekkesi
Konukçu Şemseddin Zaviyesi
Debbağlar Ahisi
Postpûş Baba (Pûşî Pûşân) Zaviyesi
Toplam
Gelir
(akçe)
14.555
435
365
355
229
100
Miktarı
bilinmiyor
16.039
TABLO-11: 1456 Yılında Gümülcine'deki Vakıfların Yıllık Gelirleri.
1530 tarihli muhasebe defterinde130 ise şehrin merkez vergi gelirleri
69.365 akçedir. Aynı defterde Gümülcine’de kurulmuş vakıfların toplam
gelirleri 61.605 akçe olup131, vergi gelirlerinin % 89’una tekabül etmektedir.
1530 tarihli muhasebe defteri vakıfların durumunu ve gelirlerini yansıtması
bakımından, 1456 tarihli icmâl tahrir defterinden daha net bilgiler
vermektedir. Buna rağmen 1530 tarihli defterde bazı vakıfların da kayıtlı
olmadıkları görülmektedir. 1455 tarihli Ahi Ali Vakfı daha sonraki
yüzyıllarda varlığını sürdürmesine rağmen, 1530 tarihli defterde yoktur.
Ancak yine de defter vakıfların büyük bir kısmını içermektedir.
128
MC-0.89, v. 18b.
Bkz. Tablo-11
130
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rum-İli Defteri, s. 7.
131
Bkz. Tablo-12
129
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
115
CENGİZ PARLAK
Vakfın Adı
Evrenos Bey Zaviyesi
Câmi-i Şerîf
Börkçüler Zaviyesi
Hacı Karagöz Mescidi
Bergamalı Mescidi
Hacı Yavaş Mescidi
Kadı Mescidi
Debbağan Mescidi
Konukçu Şemseddin Zaviyesi
Hacı İskender Muallimhânesi
Kebkebir Muallimhânesi
Hacı Hızır Mescidi
Bağçeli İlyas Mescidi
Hocazâde Muallimhânesi
Binti Kemal Muallimhânesi
Yenice Mahalle Mescidi
İmam Aşçı Mescidi
Koca Nasuh Mescidi
Delioğlu Mescidi
Süpüren Mescidi
Ahi Evren Zaviyesi
Hacı Şemseddin Zaviyesi
İpekçi Hacı Hayreddin
Süpüren Kassab Zaviyesi
Süpüren Mahmud Mescidi
Şehreküstü Mescidi
Hacı Hayreddin Mescidi
Dimitro Polid Kilisesi
Toplam
Gelir
(akçe)
35.381
3.448
3.351
2.800
1.725
1.500
1.385
1.343
1.217
1.200
1.150
1.100
850
720
560
550
467
460
455
309
300
300
300
239
190
160
145
Miktarı bilinmiyor
61.605
TABLO-12: 1530 Yılında Gümülcine'deki Vakıfların Yıllık Gelirleri.
Defterlerdeki verileri karşılaştırdığımızda, 1456 tarihli defterde vakıfların
gelirleri, vergi gelirlerinin çok altındadır. 1530 yılında ise vergi gelirlerine
yakın bir vakıf geliri olduğu görülmektedir. Gümülcine’de dinî, kültürel ve
sosyal hizmetlerin vakıflar tarafından karşılanması aşamasında vakıfların
malî yapıları, 1530 yılında 1456 yılına göre daha iyi durumdadır.
Sonuç: Gümülcine, nüfusu, üretim alanları, ticaret merkezi, siyasî ve
idari yapısıyla, Batı Trakya’da Osmanlı Devleti’ne vergi geliri sağlayan
küçük bir yerleşim yeridir. Fethedildikten sonra gelişmeye başlayan
116
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Gümülcine, XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ticaret hacmini büyütmüş
ve buna bağlı olarak da vergi gelirlerini arttırmaya başlamıştır. XVI. yüzyılın
ilk yarısında da iktisadî açıdan büyüyen şehir, yüzyılın son çeyreğinde küçük
bir daralma yaşamıştır.
XV. ve XVI. yüzyıllar içerisinde Gümülcine nüfusunda, kesin olmamakla
birlikte, savaşlar, göçler, bulaşıcı hastalıklar ve doğal afetler nedeniyle aşağı
ve yukarı yönlü değişimler yaşanmıştır. Nüfusun azalıp artması, tarım
ürünlerinin ve şehrin küçük sanayisi için gerekli olan hammaddelerin üretim
miktarını ve fiyatlarını etkilemiştir. Çoğunlukla köylerde farklı miktarlarda
üretilen buğday, arpa ve diğer hububatlar, şehir ahalisinin temel gıda
ihtiyacını karşılamaktadır. Şehir ahalisinin et ihtiyacı ise, kırsalda yetişen
hayvanların Gümülcine pazarında ve çarşısında satılmasıyla çözülmeye
çalışılmıştır. Ayrıca bu hayvanlardan elde edilen deriler, debbağ, saraç ve
ayakkabıcı (babuççu) gibi deri işi ile ilgilenen esnafın hammaddesidir.
Hayvanlardan sağlanan yün ise, cüllâh, hallaç ve keçeci gibi meslek
erbabları için hammadde niteliğindedir. Kırsalda yetiştirilen ağaç ve kereste
gibi orman ürünleri, şehir ahalisinin kışın ısınmasını sağladığı gibi,
marangozlar tarafından da hammadde olarak kullanılmaktadır. Gümülcine
kırsalında yaşayan insanlar, şehir ahalisinin yiyecek, giyecek ve barınma gibi
temel gereksinimlerinin karşılanması aşamasında yetiştirici ve üretici
konumundadırlar. Diğer taraftan şehirdeki esnaf ve zanaatkârlar büyük
oranda kırsaldan gelecek hammaddelerin miktarına bağlı olarak üretimlerini
belirleyip, ticarî faaliyetlerini sürdürebilmektedirler. Görüldüğü üzere
Gümülcine kırsal ahalisi yetiştirdiği tarım, orman ve hayvan ürünleri ve de
çıkardığı madenler ile şehir merkezindeki imalâthânelerde kullanılan birçok
hammaddeyi sağlamakta ve buradaki ticaretin sürdürülebilirliği açısından en
önemli temeli oluşturmaktadır.
Gümülcine vakıfları ise, sahip oldukları dükkânları, imalâthâneleri,
ticarethâneleri ve ziraî işletmeleri kiraya vererek ve nakit paraları da kâr
amacıyla işleterek, XV. ve XVI. yüzyıllarda üretime, ticarî hayata ve
istihdama önemli katkılar sağlamışlardır.
KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları
1. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
Cevdet Tasnifi (C.).
Darbhane (C. DRB.).
Nr. 2272.
İktisat (C. İKTS.)
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
117
CENGİZ PARLAK
Nr. 932.
Maliyeden Müdevver Defterler Tasnifi (MAD).
Nr. 16148.
Tahrir Defterleri (TD).
Nr.70.
2. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim Atatürk Kitaplığı (TAK)
Muallim Cevdet Yazmaları (MC).
Nr. 089.
3.Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, (TKGMA)
Tahrir Defteri (TD)
Nr. 187.
4. Gümülcine Vakıflar İdaresi Arşivi.
Mehmet oğlu Ali Vakfiyesi.
Araştırma ve İnceleme Eserler
167 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rûm-İli Defteri (937/1530), I, Başbakanlık
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2003.
Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, II, 1453-1559, Barış
Yayınları, Ankara 1999.
Âşık Mehmed, Menâzırü’l-Avâlim (Tahlil-Metin), III, Hazırlayan: Mahmut Ak, TTK
Yayınları, Ankara 2007.
Baltacı, Cahid, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, I, Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2005.
Barkan, Ömer Lütfi, "Edirne Askerî Kassam'ına Âit Tereke Defterleri (1545-1659)",
Belgeler, III/5-6, Ankara 1968, s. 1-479.
Barkan, Ömer Lütfi, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat Hareketleri”,
Belleten, XXXIV/136, Ankara 1970, s. 557-607.
Barkan, Ömer Lütfi, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, Osmanlı
Devlet Arşivleri Üzerinde Tetkikler-Makaleler, I-II, Yayına Hazırlayan: Hüseyin
Özdeğer, İstanbul 2000.
Bertrandon De La Broquiére’in Deniz Aşırı Seyahati, Editör: Ch. Schefer, Çeviren:
İlhan Arda, Sunuş: Semavi Eyice, Eren Yayınları, İstanbul 2000.
Belon, Piérre, Les Observations de Plusieurs Singularitez et Choses Memorables,
Trouvees en Grece, Afie, Iudée, Egypte, Arabie & Autres Pays Eftranges, Redigées
en Trois Liures, Paris 1588.
Bostan, İdris, Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Âmire, TTK
Basımevi, Ankara 1992.
Çalı, Ayşegül, “Akıncı Beyi Evrenos Bey’e Ait Mülknâme” OTAM, 20, Ankara
2006, s. 59-79.
Çalı, Ayşegül, Gazi Evrenos Bey, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı (Ortaçağ Tarihi), Ankara 2011, (Yayınlanmamış Doktora
Tezi).
118
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
XV. VE XVI. YÜZYILLARDA GÜMÜLCİNE ŞEHRİNİN İ KTİSADİ DURUMU ÜZERİNE TESPİTLER
Darkot, Besim, “Serez”, İA, X, İstanbul 1978, s. 516-518.
Emecen, Feridun M., XVI. Asırda Manisa Kazâsı, TTK Yayınları, Ankara 1989.
Emecen, Feridun M., “XVI. Asırda Balkanların Kuzeydoğu Kesiminde İskân Tipleri
ve Özellikleri Hakkında Bazı Notlar”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat
Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989, TTK Yayınları, Ankara
1990, s. 543-550.
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8. Kitap, Hazırlayanlar: S. Ali. Kahraman- Yücel
Dağlı, Robert Dankoff, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005.
Faroqhi, Suraiya, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, Çeviren: Emine Sonnur
Özcan, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2006.
Faroqhi, Suraiya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Çeviren: Elif Kılıç, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998.
Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayınları,
İstanbul 2003.
Gökbilgin, M. Tayyib, XV. ve XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, VakıflarMülkler- Mukataalar, İşaret Yayınları, İstanbul 2007.
Gökçe, Turan, “Osmanlı Nüfus ve İskân Tarihi Kaynaklarından Mufassal-İcmâl
Avârız Defterleri ve 1701-1709 Tarihli Gümülcine Kazâsı Örnekleri”, Tarih
İncelemeleri Dergisi, XX/1, İzmir 2005, s. 71-34.
Gökçe, Turan, “Gümülcine Kasabası Nüfusu Üzerine Bazı Tespitler (XV-XIX.
Yüzyıllar)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XX/2, İzmir 2005, s. 79-112.
Gökçe, Turan, “Osmanlı Döneminde Rodoplarda Türk İskânı: Değirmendere Köyü
Örneği”, Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu-II (13-15 Mayıs
2010) Bildiriler, I, Manisa 2010, s. 471-490.
Güçer, Lütfi, XVI ve XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Hububat Meselesi
ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964.
Hamid Vehbi, Meşâhir-i İslam, C. II, İstanbul 1301.
İnalcık, Halil, Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, I,
Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2010.
İnalcık, Halil, Osmanlılar (Fütühat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler), Timaş
Yayınları, İstanbul 2010.
Jorga, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, I, Çeviri: Nilüfer Epçeli, Yeditepe
Yayınları, İstanbul 2005.
Kiel, Machiel, “Gümülcine”, DİA, XIV, İstanbul 1996, s. 268-270.
Kılıç, Ayşegül, “Guzât Vakıflarına Bir Örnek: Gümülcine’de Gazi Evrenos Bey
Vakfı”, Balkanlarda Osmanlı Vakıfları ve Eserleri Uluslararası Sempozyumu,
İstanbul-Edirne 9-10-11 Mayıs 2012, Ankara 2012, s. 259-276.
Kurt, Yılmaz, “Sis Sancağı (Kozan-Feke) Mufassal Tahrir Defteri Tanıtımı ve
Değerlendirmesi II, Ekonomik Yapı”, OTAM, 2 (1991), s. 151-199.
Kurt, Yılmaz - Erdoğru, M. Akif, Çukurova Tarihinin Kaynakları IV Adana Evkaf
Defteri, TTK Yayınları, Ankara 2000.
Liakopoulos, Georgios C., The Ottoman Conquest of Thrace Aspects of Historical
Geography, The Institute of Economics And Social Sciences of Bilkent
University, In Partial Fulfillment of the Requirements for the Degree of Master of
Arts in History, Ankara 2002.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
119
CENGİZ PARLAK
Lowry, Heath W., Osmanlıların Ayak İzlerinde, Kuzey Yunanistan’da Mukaddes
Mekânlar ve Mimarî Eserleri Arayış Yolculukları, Türkçesi: Hakan&Şebnem
Girginer, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009.
Mühimme Defteri 90, Sadeleştirme: Mertol Tulum, Hazırlayanlar: Nezihi Aykut,
İdris Bostan, Feridun Emecen, Yusuf Halaçoğlu, Mehmet İpşirli, İsmet Miroğlu,
Abdülkadir Özcan, İlhan Şahin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1993.
Öz, Mehmet, “Tahrir Defterlerinin Osmanlı Tarihi Araştırmalarında Kullanılması
Hakkında Bazı Düşünceler”, VD, S. 22, Ankara 1991, s. 429-439.
Öz, Mehmet, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım”, Osmanlı, 3, Ankara 1999, s. 6673.
Özcan, Tahsin, Osmanlı Para Vakıfları, Kanûnî Dönemi Üsküdar Örneği, TTK
Yayınları, Ankara 2003.
Özünlü, Emine Erdoğan, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Kentlerinin Ekonomik Nitelikleri
Üzerine Bir Karşılaştırma Denemesi”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt 18, No: 1,
Ocak 2010, s. 257-270.
Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, Milli Eğitim
Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1983.
Sahillioğlu, Halil, “1524-1525 Osmanlı Bütçesi”, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Mecmuası, XL, S. 1-4, İstanbul 1985, s. 415-449.
Redhouse Türkçe/Osmanlıca-İngilizce Sözlük, Sev Matbaacılık, İstanbul 1999.
Selâtîn-i ‘İzâm Hazretleri Tarafından El-Hac Gazi Evrenos Bey’e İ‘tâ Buyurulan
Ferâmîn-i Âliye Sûretleri, Sabah Matbaası, ty., s. 2-16.
Sezgin, İbrahim “Osmanlıların Rumeli’ye Geçişi ve İlk Fetihler”, Osmanlı, I,
Ankara 1999, s. 212-216.
Soulis, George Christos, The Serbs and Byzantium During the Reign of Tsar Stephen
Dusan (1331-1355) and his Successors, Washington 1984.
Şemseddin Sâmi, Kâmûsü’l-A’lâm, V, İstanbul 1314.
Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996.
Tabakoğlu, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1997.
Büyük Türkçe Sözlük;
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts
Uzunçarşılı, İ. Hakkı, “Evrenos”, İA, IV, İstanbul 1978, s. 415-418.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, II, TTK Yayınları, Ankara 1994.
Vacalopoulos, Α. Ε., History of Macedonia 1354-1833, Translated by Peter Megann,
Institute for Balkan Studies, Thessaloniki 1973.
120
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 85-120
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEI VE
TÜRKİYE SEYAHATNAMESİ
Gürhan KIRİLEN
ÖZ: Mançu yönetimi, Afyon Savaşı’ndan (1840) itibaren ülke topraklarındaki egemenliğini,
dış tehditler ve iç isyanlarla paylaşmaya zorlanmıştır. Afyon Savaşı mağlubiyetini, 1861 yılında
başkent Pekin’in işgal edildiği II. Afyon Savaşı izlemiş, sonraki kırk yıl boyunca ise Mançu
yönetimi kan kaybetmeye devam etmiştir. Bu dönemde, ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış
sorunlar, düşünce camiasını harekete geçirmiş ve çözüm önerileri vadeden çalışmalar ortaya
çıkmıştır. Ancak reformcu ve yenilikçi bir görünüm arz eden bu çalışmaların çoğunluğu, saray
ve çevresi tarafından dikkate alınmamış, 1898 yılındaki “Yüz Gün Reformları’na” kadar
uygulanma şansı bulamamıştır. 1894 Japonya yenilgisinden sonra ortaya çıkan siyasi belirsizlik
sırasında, Kang Youwei’in başını çektiği yenilikçi aydınlar, altmış yıllık geçmişi olan bu
birikimi siyasi arenaya taşıma şansını yakalamışlardır. Fakat adından da anlaşılacağı üzere,
sadece üç ay (Yüz Gün) kadar yürürlükte kalan reform hamlesi, daha meyvelerini veremeden
lağvedilmiş ve hareketin önderleri “kaçmak” ve “idam edilmek” arasında seçim yapmak
zorunda kalmışlardır. Kang Youwei bu süreçte yurt dışına çıkmış ve uzun süre yurt dışında
kalmıştır. 1908 yılı Temmuz ayında İstanbul’a gelen Kang Youwei burada edindiği izlenimleri
“Türkiye Seyahatnamesi” adıyla kaleme almıştır.
Anahtar Kelimeler: Mançu Hanedanlığı, Reform, Kang Youwei, II. Meşrutiyet.
KANG YOUWEI AS REFORMIST FIGURE AND HIS TRAVELOUGE ON TURKEY
ABSTRACT: From the Opium War (1840), the Manchu administration forced to share her
reign with foreign Powers and internal rebellions. Following the Opium War, Second Opium
War brought the Occupation of Beijing in 1861 and in the foregoing years Manchurian Dynasty
had continued to lose her power for the next forty years. During this period, internal and
external problems in the country had mobilized thinking community and the solution studies
emerged. However, none of these attempts considered seriously by the palace and surrounding
and they had not implemented until the “Hundred Days Reforms” in 1898. After the defeat of
Japan (1894), during the political uncertainty, Kang Youwei and his reformist clique achieved a
chance to bring their program into practice. However, as its name suggests, the reform
movement only prevailed three months (hundred days), but the movement was abolished, its
leaders forced to choose between “to escape” and “to be executed”. In this period, Kang Youwei
fled abroad, stayed abroad long time. Kang Youwei, coming to Istanbul in July1908, wrote his
“Travelogue on Turkey” on the basis of his impressions in Istanbul.
Keywords: Manchu Dynasty, Hundred days reforms, Kang Youwei, Second constitutional
era.
Giriş: Kang Youwei (1858–1927), Mançu Hanedanı’nın son
dönemlerinde siyasi arenada adından en çok söz ettiren liderlerden biridir.

Arş. Gör. Dr. Gürhan Kırilen, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Doğu
Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, [email protected].
GÜRHAN KIRİLEN
1898 reform hareketinin fikir babası olduğu gibi reformların hayata
geçirilmesinde de imparatorun sorumlu bakanlığını yapmıştır. 1 Kısa süren
reform hamlesinin bir darbeyle feshedilmesinden sonra ülkesinden ayrılmış
ve yurt dışında sürgün hayatı yaşamıştır. Uzun yıllar Amerika’da ve
Avrupa’da kalan Kang Youwei, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde
İstanbul’a gelmiş ve eski bir reformcu olarak Osmanlı’nın başkentinde
yaşanan olaylara tanıklık etmiştir. 1908 yılının yaz aylarında tanık olduğu
olaylar ve gözlemlerini Türkiye Seyahatnamesi adlı bir çalışmada bir araya
getirmiştir. Çin’de “Buren” adlı dergide yayınlanan seyahatname Çin
halkının Türkiye hakkındaki bilgi ve intibaının oluşumda çok önemli bir yer
tutmaktadır. Bir monarşist olan Kang Youwei’in hem edebi hem de yansız
tasviri anlatımları iki kadim ülkenin pek çok alandaki kültürel
benzerliklerine ve kader ortaklığına göndermeler barındırmaktadır.2
Başlangıç tarihine atıfla Wuxu Reformları (1898) adıyla da bilinen bu
hareket Çin’in II. Afyon Savaşı (1856–1860) sonrasında başlayan
modernleşme çabaları içinde o zamana kadarki en planlı ve en kapsamlı
yönetsel yapılanma denemesidir. Hareketin başında yer alan Kang Youwei,
Guangdong Eyaleti’nin Nanhai 3 bölgesinden varlıklı bir zadegân ailesinde
doğmuştur ve sıkı bir klasik eğitimin ardından Metin Eleştirileri4 geleneğinin
açık görüşlü düşünürleri üzerine çalışmıştır.5 1879 yılında Hongkong’da ve
1
Kang Youwei, memuriyet sınavlarına birkaç kez katılmış ancak sarayda
görevlendirilebileceği dereceyi alamamıştır. Bu yüzden reformlar sırasında ataması saray
dışından gerçekleştirilmişti. Bu da iki yüz küsur yıllık Mançu bürokrasisinde bir istisna
oluşturmuştur.
2
Uzun süredir üzerinde çalıştığımız bu yazının yayınlanma aşamasında, Doç. Dr. Giray Fidan
tarafından ele alınan aynı konu “Çin’den Görünen Osmanlı: Kang Youwei’in Türk
Seyahatnamesi” adıyla bir kitap olarak yayınlanmıştır. Elinizdeki bu yazı Kang Youwei’in
reformculuğunu, tarihselliği içerisinde ele alarak seyahatnameyi metin içinden alıntılarla
değerlendirmektedir. Konunun tarihsel arka planı, Mançu Dönemi’nde siyasetin yaşadığı
eksen değişimini de göstermekte. Bu çerçevede Kang Youwei’in Çin’de oluşumuna önemli
katkı sağladığı “Türkiye algısı” anlam kazanmaktadır. Giray Fidan’ın 2013 tarihli çalışması
seyahatnamenin tamamının çevirisidir bu bakımdan çok önemlidir. Fidan, Giray, Çinden
Görünen Osmanlı: Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi. Yeditepe
Yayınları, İstanbul 2013.
3
Geldiği yeri belirten “Kang Nanhai” mahlası da bu alanla ilgili yazında yaygın olarak
görülmektedir.
4
Mirasını sahiplendiği düşünce akımları hakkında Bknz. Kırilen, Gürhan, Çin’de 19. Yüzyılda
Reform: Zongli Yamen’ın Kuruluşu, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
2005, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Wei Yuan’in ansiklopedik çalışması ve
görüşleri hk. Bknz. a.g.t., s. 50–66.
5
Chesneaux, Jean, Popular Movements & Secret Societies in China 1840–1950. Stanford
University Pres, California 1976, p. 313.
122
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
daha sonra Shanghai’da, Jiangnan Tophanesi’nin6 ve Guang Xuehui’nin batı
dillerinden Çinceye tercüme ettiği çeşitli teorik ve teknik çalışmalarla
tanışmıştır. 1888 yılında, sınava yeniden katılmak için gittiği Pekin’de
yönetime ilişkin görüşlerini içeren ilk önergesini saraya sunar.7 1885 yılında
Fransa ile girişilen savaşın eleştirisi de olan bu önergesinde Kang Youwei,
ülkede idari ve siyasi yapılanmanın gözden geçirilmesinin gerekliliğini
vurgularken, ülke yönetiminin halkla paylaşılması fikrini ilk defa ortaya
koyar.8
Kang Youwei 1888 yılında katıldığı memuriyet sınavından üç yıl sonra,
memleketi Guangdong’da bir okul açar. 9 Burada Konfuçyüsçü değerlerin
yeni yorumlarıyla batılı fikirleri bir arada öğretmeye başlar.
Konfuçyüsçülüğün özü bakımından değişime açık ve her çağa uyum
gösterebilen bir doktrin olduğunu düşünen Kang Youwei, Güncel Metin
Akımı’nın Wei Yuan, Gong Zizhen gibi öncü fikir adamlarının bıraktığı
mirası geliştirmiştir. Bu düşünce akımı özü itibariyle kültürel değişimin ve
siyasi reformların gerekliliği üzerine vurgu yapmaktadır.10 Ancak “değişim”
6
Jiangnan Tophane İdaresi’nden çıkan batı eserlerinin toplu tercümeleri “astronomi, jeoloji,
coğrafya, kimya, biyoloji, dışında siyaset ve ekonomi gibi sosyal bilimlerin çeşitli
çalışmalarını kapsıyordu. İrili ufaklı yaklaşık 3000 çalışma bu kurum tarafından tercüme
edilmişti.
7
Bu önergenin hükümdarın bilgisine sunulmadığı bilinmektedir. Ancak Pekin’de yönetici
çevrede ve entelektüeller arasına konu edilmiştir Dönemin Hazine Bakanı’na ulaştığı ancak
teamüller yüzünden ve metnin içeriği bakımından reddedildiği bilinmektedir. Daha sonra,
reform sırasında Weng Tonghe 翁同龢 adlı bu bakan ile birlikte çalışacaktır. Chesneaux
a.g.e., s. 313. Wen Tonghe yönetime bağlı bir bakan olmasına karşın donanmaya ayrılan
bütçeyi saray inşaatında kullandığı için Hükümdar Guangxu tarafından görevden alınmıştır.
8
Başarılı olması halinde bu hareketin anayasal bir harekete dönüşüp dönüşmeyeceği de
tartışmalıdır. Zira “yenileşme” şiarıyla yola çıkan Kang Youwei’in girişimleri daha etkinlik
kazanmadan lağvedilmiştir. Anayasal sistemin olası gelişimi konusunda Kang Youwei,
“mutlak monarşiden” “meşrutiyete” ve en nihayet “anayasal temsili” bir sisteme doğru
dönüşümü savunurken, yakın çalışma arkadaşı Liang Qichao “önceleri toplumun ve
bireylerin gelişiminin elzem olduğunu” vurgulayarak, anayasal sistemi bir kişisel ve
toplumsal eğitim sorununda düşünmektedir. İlerleyen yıllarda ise bu durum tam tersine
döner, Liang Qichao, anayasal monarşi-cumhuriyet ve nihayet sosyalizm doğrultusunda çok
ilginç bir fikri dönüşüm gösterirken Kang Youwei monarşiye olan inancından
ayrılmamıştır.
9
Liang, Qichao 梁启超, Liang Qichao Zuopin Jingxuan 梁启超作品精选 (Liang Qichao Seçme
Yazılar). Changjiang Wenyi Chubanshe, 2005. s. 17.
10
Metin Eleştirileri’nin kaynağında, İlkbahar-Sonbahar adlı klasik kitabın Gong Yang
Açıklaması’na ilişkin bir tartışma yatmaktadır. Bu düşünce, Çin siyaset geleneğinin temel
metinlerinden olan bu eserin özel anlamına 小意 değil, genel anlamına 大意 bakmanın doğru
olacağını, böyle yapıldığında tarihin, günü anlamada ve sorunlara çözümler getirmede
yararlı olacağını ileri sürmektedir. Wei Yuan’de bu düşünce “değişim” üzerinde
belirginleşir ve “san tong 三統” ya da “san zheng 三政” olarak da bilinen “Üç Çağ” fikriyle
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
123
GÜRHAN KIRİLEN
kavramının somut bir içeriğe sahip olması Kang Youwei’in reform
hareketinde gerçekleşebilmiştir.
1894 yılı Çin’in siyasi ve yönetsel tarihinde çok önemli bir dönüm
noktasıdır. Çin, Japonya ile giriştiği savaştan yenik çıkar ve Ma Guan
Antlaşması (Shimoneski) ile Tayvan üzerindeki haklarını ve Mançurya’da
büyük bir toprak parçasını kaybeder.11 Kore üzerindeki nüfuzunun sarsılması
ve çok büyük bir tazminat da eklenir. Daha da önemli olan, tarih boyunca
Çinli yöneticilerin “cüce yağmacılar (wokou)” adıyla andıkları Japonların,
Çin’i mağlup etmiş olmalarının utancıdır. Memleketin içine düştüğü bu
utançtan nasıl kurtarılacağı konusu saray içinden ve dışından bütün
entelektüellerin başlıca sorunu haline gelir. 12 Toplumun bütün kesimlerini
ilgilendiren bu ‘haysiyet meselesi’, Japonya’ya karşı kaybedilen savaşla
birlikte iyice su yüzüne çıkmış olsa da, hali hazırda gelenekçiler ve
reformcular arasındaki çekişmeler, sarayın içinde bulunduğu atıl durumunun
temel sebebidir. Bu çekişmeler siyasi iradenin reform için harekete
geçmesinin önünde engel oluşturmuştur. 13 II. Afyon Savaşından itibaren
iktidarı fiilen elinde tutan “batıcı hareket”14 dahi geleneksel işleyişin dışına
çıkmak yönünde adım atmak yerine mevcut durumu korumak için çaba
harcamıştır. Bu süreçte yönetim, muhafazakârların eleştirilerine göğüs
germenin yanında kendi cahillikleriyle de boğuşmaktadır. Saray, ancak
yüzyılın sonunda, kendi içinden geliştiremediği programı saray dışından bir
aydının yardımıyla uygulamaya taşıyabilmiştir.
örneklendirilir. Buna göre Xia 夏, Shang 商 ve Zhou 周 hanedanlıkları birbirinden tamamen
farklı yapılara sahiptir ve bu üç hanedanın her birinin yılın farklı mevsimlerini yeni yıl
başlangıcı, gün içinde farklı zamanları gün başlangıcı olarak kabul etmesinden hareketle her
hanedanın kendine özgü “iktidar ve yönetim”e sahip olduğu fikri öne çıkartılmıştır. Wei
Yuan, Kang Youwei’den 50 yıl kadar önce Mançu yönetiminin kendi özgün koşulları
olduğunu ve zamana artık ayak uydurmanın kaçınılmaz olduğunu göstermiştir.
11
Liang, a.g.e., s. 17.
12
Ding, Weizhi 丁伟志, Dongxi Tiyong Zhijian 中西体用之间 (Doğu ile Batı: Öz ve İşlev
Arasında). Zhongguo Sheke Xueyuan Chubanshe, Pekin 1997. p. 174.
13
1864 yılında kurulması için çaba harcanan gözlem evi ve matematik enstitüsü, yurt dışında
eğitim aldıktan sonra ülkeye dönen gençlerin hangi bakanlıklarda görev alacağı gibi konular
üzerine süren uzun tartışmalar bu duruma örnek gösterilebilir.
14
Hanedan üyesi Yi Xin’in başını çektiği “batıcılar 洋 务 派 ”, bildiğimiz anlamda batıcı
değildirler. Zira II. Afyon Savaşı sonrasındaki zoraki reformlar saray ve çevresinde düşünce
eksenini değiştirecek oranda etkili olamamıştır. Bu süreçte, Dışişleri Dairesi, Tercüme
Dairesi ve astronomi ve matematik okulları yanında (batıya göre) eski teknolojilerin
kullanıldığı tophane ve tersaneler açılmıştır. Geri döndüklerinde istihdam edilmeseler de,
yurt dışına öğrenciler gönderilmiş ve yabancı ülkelerle düzenli diplomatik ilişkiler (zorla da
olsa) başlatılmıştır. Fakat “batıcılar” da dış dünya ile ancak muhafazakâr kesim kadar
ilgilenmişlerdir.
124
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
Kang Youwei15 ve Liang Qichao’nun16 önderlik ettiği yenilikçi aydınlar,
Japonya yenilgisinin yarattığı şaşkınlıktan da yararlanarak kendi fikirlerini
yönetim nezdinde ifade ve uygulama imkânı bulmuşlardır. Fakat o dönemde
Çin’in yönetsel sorunları düşünülenden daha büyüktür zira Mançu yönetimi
yaklaşık 40 yıldır batı ile ilişki içinde olmasına karşın modern devlet
yönetimi hakkında yalnızca belirli bir kanıya ve dağınık bir bilgi birikimine
sahiptir. Dönemin açık fikirli idarecileri, bir yandan tutucu klikle, diğer
yandan kendi bilgisizlikleriyle mücadele etmek gibi iki büyük sorunla başa
çıkma zorunluluğu içindedir.17 Bu süreçte Çin, fikri zeminde yeryüzündeki
konumunu henüz tam olarak tanımlayamamış görünmektedir. Kang Youwei
reform öncesinde saraya sunduğu önergelerin hemen hemen tamamında
ısrarla bu konu üzerine eğilmektedir.18 Ona göre Çin, dünya üzerindeki diğer
ülkeler gibi bir ülkedir ve bu ülkeler arasında geri kalmış bir ülkedir;
“Yeryüzünde karalar sekiz yüz bin li’dir, ülkeler elli kadardır ve Çin de
bunların arasında yer alır”. 19 Saraya sunduğu beşinci önergesinde Kang
Youwei, eskiden beri yönetim çevresine hâkim olan, ‘Çin’in üstün ülke
15
Genel olarak Kang Youwei’in yenilikçi fikirlerinin başlıca kaynağı, Hongkong merkezli
Guangxue Hui Birliğinin çalışmalarıyla yayınlanan Wanguo Gongbao (Uluslararası Haber
Gazetesi) idi. Guang Xue Hui’nin üyeleri arasına dönemin diplomatlarından çeşitli
alanlardaki uzmanlara, doktorlara, misyonerlere ve teknisyenlere kadar çeşitli meslek
gruplarından yabancılar vardı. Bu süreli yayın özellikle 1893–97 yılları arasında Çin’de
yaygın şekilde okunmaya başlanmıştı ancak Kang Youwei 1883 yılından başlayarak dergiyi
sürekli takip etmişti. Hsiao, K. C., Modern China and a New World: Kang Youwei,
Reformer and Utopian, 1858–1927. University of Washington Pres, Seattle - London 1968.
s. 39 vd.
16
Liang Qichao, öncesi ve sonrasıyla reform sürecinin içinde bizzat bulunan genç bir
aydındır. Adı her zaman Kang Youwei ile birlikte anılan Liang Qichao, geleneksel siyaset
geleneğinden gelen Kang Youwei gibi bir reformcudur ve o da Kang Youwei gibi meşruti
monarşiden yana tavır koymuştur. Ancak başarısız olan siyasi çıkışlarından sonra bu iki
aydın bir siyasi fırsat daha bulamamışlardır. Nitekim 1898 yılından on yıl kadar sonra,
Çin’e iki yüz elli yıl boyunca hâkim olan Mançu hanedanı yıkılmış ve bir daha monarşiden
söz dahi edilmemiştir. 1911 yılında Çin’de Asya’nın ilk cumhuriyeti kurulurken Liang
Qichao bu kez geleneksel değerlerden yana tavır alan Yuan Shikai hükümetinde görev
almıştır. Onun gözünde reformun dört örneği vardır: bunlar kendi reformunu yaratan
Japonya, kendi gücünü batının emrine koşan Türkiye (i.e. Osmanlı; Mısır ve Kore de bu
guruba dâhildir), bir ülkeye bağlanarak değişimini onun ellerine bırakan Hindistan (Burma
ve Vietnam’da böyledir) ve bölünerek değiştirilen Polonya. Bu dördü arasında tek anlamlı
seçenek kendi isteği ve iradesi yönünde reformlar yapan Japonya’dır. Diğerleri ona göre
reformdan sayılmaz. Çünkü milli irade için “hayır ile şer; atmak ve [yerine yenisini]
koymak arasındaki eşikte belirginleşmektedir” Liang, a.g.e., s. 11. Kendi kaderini
belirleyemeyen bir ülkenin egemenlik hakkından söz edilemez.
17
Ding, a.g.e., s. 21.
18
Liang, a.g.e., s. 42.
19
Ding, a.g.e., s. 180; Liang, a.g.e., s. 21.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
125
GÜRHAN KIRİLEN
olduğu inancını’, “cehaletin peşinde [herkes] sağır olmuş, bütün ülke kör
olmuş” sözleriyle özetlemektedir.20
Afyon Savaşı (1840) ve Yüz Gün Reformları (1898) arasında Çin,
düşünsel bakımdan dünyayı tanımaya ve yeryüzünde kendi gerçek
konumunu anlamaya çalışmıştır. Altmış yıl boyunca devam eden bu
düşünsel dönüşüm süreci, Çin’in yeryüzündeki konumunu yeniden
tanımladığı Güncel Metin Akımı’yla başlamıştır. Daha sonra denenen reform
ve yenilenme hareketlerinin temelinde başta Wei Yuan (1794–1857) olmak
üzere bu akımın düşünürlerinin fikirleri yer almaktadır. Hükümdar Tongzhi
yönetiminin ikinci yılında, 1862’de kurulan Dışişleri İdaresi Zongli Yamen
bünyesinde açılan Tong Wen Guan Tercüme Dairesi ilk defa Wei Yuan’in
çalışmalarında gündeme getirilmiştir. Aynı şekilde matematik ve astronomi
gibi bilimlerde okullar açılmasını istemesinin yanında, devletin
işadamlarıyla ortak yatırımları, banka, devlet tahvilleri gibi konular da ilk
kez onun gibi Güncel Metin Akımı içinde yer alan düşünürler tarafından dile
getirilmiş fikirlerdir.21 Kang Youwei bu birikimi miras almıştır.
Kang Youwei (1858–1927), Güncel Metin Akımının siyasi değişim
üzerine oluşturduğu duruşu geliştirerek sistemli hale getirmiş ve bunu
geleneksel değer ve düşünceleri reddetmeden gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Konfuçyüs’ün çağına göre cesur bir yenilikçi olduğunu öne süren Kang
Youwei, “Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs” gibi eserleriyle dönemin
entelektüel çevresinde adından söz ettirmeyi başarır.22 Kendisi, Konfuçyüs’ü
bir reformcu olarak tanımlarken, savlarını kendisinden önceki açık görüşlü
düşünürler gibi Üç Çağ söylemi’ne dayandırır.23 Büyük Birlik adlarıyla da
20
21
Liang, a.g.e., s. 24.
Çin’de Yakın Çağ’da değişim, düşünce dünyasında Güncel Yazın Akımı ile
başlatılmaktadır. Wei Yuan’in Gong Zizhen’a devrettiği; oradan Batıcı Hareket’e (Yangwu
Pai 洋務派) aktarılan, 1898 Reformlarında Meşruti bir yönetim denemesiyle Kang Youwei
ve Liang Qichao’un fikirlerinde yeniden canlanan, Yeni Yazın’nın ortaya çıkması 新學 ve
ardından Sun Yatsen (Sun Zhongshan) 1911 Devrimi-Cumhuriyetin ilanı ve en nihayet 4
Mayıs 1919 Hareketi’ne uzanan sürecin tamamındaki ortaklık batıya ilgi duyuşlarıdır. Bu
uzun süreç batıyı anlama ve tercüme etme sürecidir. Sürecin başlangıcı hk. Bknz. Kırilen
a.g.t., s. 50–66.
22
“Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs 孔子改制考 (1897)”, “Büyük Birlik 大同书 (1885)” ve
“Yeni Eğitimde Klasik Metinlerin Yanlışları Üzerine 新学伪经考 (1891)” Kang Youwei’in
başlıca yapıtlarıdır. Bu eserleri ilerleyen yıllarda kıymet görecektir. Başkent çevresinde
sesini duyuran çalışmalarıysa öncelikle saraya sunduğu önergelerdir. Fikirleri ve
girişkenliği yüzünden önceleri “deli” olarak yaftalanmıştır. Liang, a.g.e., s. 17.
23
Kang Youwei, Konfuçyüsçü düşüncelerini klasiklerden alıntılarla desteklemektedir.
Konfuçyüs ile Mozi arasında akılcılık ve mantık zemininde bir paralellik ve yakınlık
kurmaya çalışmaktadır. Konfuçyüs’ün fikirlerinin daha sonra çarpıtıldığını savlamakta ve
126
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
anılan yükselme çağını bütün insanlık için ulaşılmasını istediği bir ütopyaya
dönüştürür. Düşüncelerini 1885 yılında yayınlandığı “Datong Shu-Büyük
Birlik Kitabında” bir araya getirir.24
Kang Youwei’in Reformculuğu: Kang Youwei’in 1888’te saraya
sunduğu ilk önergesinde genel hatlarıyla ortaya koyduğu fikirlerini, savaş
sonrasında geliştirdiği görülür. 1894 yılında, Pekin’e memurluk sınavına
katılmak için gelen çok sayıda adayla birlikte bir reform planı hazırlayan
Kang Youwei bunu saraya sunar.25 Bu ikinci önergede Kang Youwei, askeri,
idari, ekonomik ve eğitim alanlarında yapılanmanın gerekli olduğunu dile
getirmekte, ekonomik reformu altı başlık altında toplamaktadır: Bunlar,
kâğıt para sistemi, gümüş sikke dökülmesi, makineleşme, madencilik, demir
ve deniz yolları ile modern posta teşkilatından oluşmaktadır. 26 Halkın
ekonomik açıdan güçlendirilmesi içinse dört yöntem önermektedir: Tarıma
öncelik verilmesi (yeni tarım tekniklerinin adaptasyonu), endüstrinin
Onu “mantıkçı” düşünürlere yakın saymaktadır. Kang, a.g.e., s. 164, 249, 413 vd. Ayrıca
eski Çin’de “mantık” ve “Mozi” hakkında bknz. Wang Lu 王璐, Luoji Fangyuan 逻辑方圆
(Mantığın Çevresinde). Beijing Daxue Chubanshe, Pekin 2009.
24
Siyasi bir ütopya olan Büyük Birlik Da Tong 大同, en eski klasik metinlerden Törenler
Kitabı’nda (M.Ö. yaklaşık 2–4 yy.) anlatılır; buna göre: “Büyük Birlik’in (yaşandığı) çağda;
büyük yol hâkimdir, Göğün Altı (herkesin) ortak malıdır, (yönetenler) becerilerine bakılarak
seçilirler...” “...böylece insanlar yalnız kendi akrabalarına karşı akrabalık yapmaz,
başkalarının çocuklarına da kendi çocukları gibi bakarlar... ...buna Büyük Birlik denir” (Liji
Liyun Böl.). Aynı zamanda bir tür “Altın Çağ” olan bu söylencenin, sosyalist bir fikir
zemini olduğu görüşü düşünülebilir. Ancak “Büyük Birlik” bir ideal olarak eşitlikçi değil
feodal esaslar çerçevesinde son derece hiyerarşik bir yapı hedefler. Bunun yanında Kang
Youwei’in “Datong-Büyük Birlik” çalışmasında anlattığı ise, Sosyal Darwinizm’in Çin’e
uyarlanmış bir yorumu gibidir. Dünya halklarını geleneksel kalıplar çerçevesinde ve
hiyerarşik bir yapıda yeniden kurulamaktadır. Bu hiyerarşi içinde Çin’e merkezi bir yer
ayıran Kang Youwei, ırklar arasında da beyaz –sarı ve siyah olmak üzere bir sıralama
öngörür. Aynı şekilde geleneksel Çin’in feodal ve hiyerarşik yapısının da değiştirilecek bir
yanı olmadığını düşünerek, son nefesine kadar “monarşi”ye bağlı kalmıştır. Bu görüşlerinin
yansımaları seyahatnamenin harem kadınları ve haremağalarının etnik kökenine ilişkin dile
getirdiği ifadelerinde de kendini gösterir. Bknz. Fidan, a.g.e., s. 62, 77–78.
25
Gongche Shangshu 公 车 上 书 adıyla da anılan bu önergede Kang Youwei ve Liang
Qichao’dan başka, dönemin bin üç yüz kadar aydınının imzası yer almaktadır. Anlaşılan
Japonya yenilgisinden sonra saray dışında reform ruhu ülkenin önemli bir bölümünde talep
edilir hale gelmiştir.1895 baharında sunduğu bu ikinci önerge, halkın moralinin
yükseltilmesi için gayret gösterilmesi, başkentin Xi’an’a taşınması ile askeri ve yönetsel
reformlardan oluşuyordu. Özellikle başkentin taşınması gerektiğini vurgulayan Kang
Youwei, iç bölgelerde yönetim merkezinin güvende olacağını öngörüyordu. Kang, Youwei
康有为, Jincheng Tujue Xiaoruo Ji Xu 进呈突厥消弱记序 (Türklerin Zayıflaması Üzerine
Notlar). Pekin 1895. http://www.epicbook.com/history/kangyouwei.html. g. t. 16.03. 2013.
26
Kang, a.g.w. http://www.epicbook.com/history/kangyouwei.html. g.t. 16.03. 2013.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
127
GÜRHAN KIRİLEN
desteklenmesi (bilim ve teknolojiye destek), ticaretin ve yatırımın
desteklenmesi ile fakirlere sahip çıkılmasıdır.27
Kang Youwei’in, kendinden önceki reformculardan farklı olan başlıca
düşüncesi, maddi zenginliğin doğrudan güçlü bir ülke yaratmaya
yetmeyeceği yönündeki görüşüdür. Bu yüzden genel olarak ekonomik
dönüşümün ve büyümenin girişimcilere bırakılması gerektiğinin
düşünmektedir. 28 Yalnızca girişimcilerle devletin eşgüdümlü hareket
etmesini ve yerel bankalarda birikmiş olan paraların devlet tahvilleri ve yeni
kâğıt paraların güvencesinde yatırıma aktarılmasının yararlı olacağını öne
sürmektedir. 29 Ağır endüstri ve madencilikte de devletin yalnızca
yönlendirici bir işlev üstlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Endüstri ve ağır
sanayinin kurulması için batı biliminin bu alanlara taşınmasını istemektedir:
“Yeraltında madenler açmak istiyorsak, önce bu madenleri zihnimizde ve
gözlerimizin önünde açmalıyız. Bunu nasıl yapacağız? Madencilikle ilgili
kitapları tercüme ederek ve madencilik okulları açarak”.30
İkinci önergesinde Belçikalıların madencilik konusunda ileri oldukları
bilgisi yer almaktaydı. Kang Youwei, Belçika’dan uzmanlar çağırtılarak
Çin’de istihdam edilmeleri ve kurulacak okullarda teknik eğitim vermelerini
ileri sürmüştü.31 Değişimin her alanda öncelikle yerel yönetimlerin yeniden
yapılandırılması ve girişimci ruhun canlandırılmasıyla oluşabileceğine
inanan Kang Youwei, devletin başlıca görevinin yönlendirme ve eğitim
olması gerektiğini savunuyordu. Her bölgede, yerel zadegân önderliğinde
“köylü birlikleri” kurulmasını ve böylece yeni tarım tekniklerinin, balıkçılık
ve ormancılık araçlarının buralara götürülerek tanıtılabileceğini önermişti. 32
Yeni bilgiler ve teknik becerilerle donatılacak bu birliklerin tarım üretimini
artırmaya yardımcı olacağını ve böylece ekonomiye katkı sağlayacaklarını
savunuyordu. Bunun yanında sanayinin geliştirilmesi için özel girişimin
yüreklendirilmesinin şart olduğunu söylüyordu.33 Devletin yapması gereken,
yeni tekniklerin ve metotların derlendiği broşürler ve dergiler hazırlayıp
dağıtmak ve girişimciye yol göstermekten ibaretti. Kang Youwei, “Kendini
27
Hsiao, a.g.e., s. 3.
Hsiao, a.g.e., s. 3.
29
Chien, Po-tsan, Wu-hsu pien-fa 戊戌变法 (Wuxu Reformları), Renmin Chubanshe, Shanghai
1953. s. 135.
30
Hsiao, a.g.e., s. 8.
31
Chien, a.g.e., s. 145.
32
Chien, a.g.e., s. 146.
33
Hsiao, a.g.e., s. 4.
28
128
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
Güçlendirme Hareketi” 34 sırasında yaygın olan girişimcilerle devletin
ortaklaşa gerçekleştirdikleri yatırımların sonuç getirmediğini görmüştü.35 Bu
yüzden devletin, sanayi yatırımlarına doğrudan karışmasının fayda
sağlamayacağını düşünüyordu.
Teknoloji ve bilim alanlarında Kang Youwei’in görüşleri çağına göre
oldukça ileri idi. Onun zamanına kadar, “batı biliminin”36 Çin öğretilerinden
daha ileri olduğu görüşü kabul edilmiyordu. Bilimin yalnızca birkaç yıllık
bir eğitimle elde edilebilecek bir tür teknik bilgi olduğu düşünülüyordu. 37 Bu
34
Zeng Guofan ve Li Hongzhang’ın başını çektiği bu atılım hamlesi 1861 II. Afyon Savaşı
yenilgisinde Pekin’in işgalinden hemen sonra bir yol ayrımına gelindiğini göstermektedir.
İsyancı Taipingler ile yapılan muharebeler batının Taipinler’e verdiği silahların gücünü de
göstermişti. Hongkong’u bombalayan gemilerin, Dagu’yu ele geçiren yabancı askerlerin ve
en son başkenti işgal eden batılı devletlerin elinde bulunan bu silahlardan isyancıların eline
de geçme ihtimali, yönetimi kendi geleneksel taktiklerinin işe yaramadığı konusunda
nihayet ikna edebilmişti. Böylece vaktiyle Lin Zexu ve Wei Yuan’in gündeme getirdiği
izlekte, isyanın bastırılması için “batıdan yeni tekniklerin öğrenilmesinin” gerekliliği
konuşulmaya başlanmıştı. Özünde batının ileri teknolojisinin araştırılıp öğrenilmesi
anlamına gelen bu düşünce pratikte yabancı askeri danışmanların ve silahların istihdamı
anlamına geliyordu ki bu düşünce zamanla daha kapsamlı bir “kendini güçlendirme/reform
自强 ” hareketine dönüşecekti. Bu süreçte devlet desteğiyle pek çok yatırım yapılmıştı,
Jiangnan Tophanesi mühimmat ve cephane üretiyordu. Buna ek olarak kurulan tersanelerde
küçük ebatlı savaş gemileri üretilmiş ve bu gemilerden Kuzey ve Güney Donanmaları
kurulmuştu. Ne yazıktır ki, Vietnam üzerine 1880lerin ortasında Fransa ile savaşıldığında
Kuzey Donanması güneye yardıma gidememiş buna karşılık 1894 Japon savaşında da
Kuzey Donanması bu bölgecilik kaprisi nedeniyle Japonya’ya yenilmişti. Diğer yandan
Kuzey Donanması’nın mühimmat ve modernizasyonu için talep edilen bütçe Yazlık
Saray’ın yapımında kullanılmıştı. 1860lardan itibaren çeşitli küçük ve orta ölçekli sanayi
güney eyaletler başta olmak üzere Çin’in çeşitli bölgelerinde mevcuttu ama siyasi iradenin
bunu ulusal çıkarların korunması yönünde kullanması çeşitli sebeplerden dolayı mümkün
olmuyordu.
35
Liang, a.g.e., s. 64.
36
“Batı bilimi” 19. Yüzyılda ortaya çıkan ve derhal karşısında “Çin bilimi” eleştirisini bulan
bir kavramdır. Bu dönemde geleneksel felsefenin öz - işlev ayrımı, özü, Çin ile eşleştirirken,
batıdan gelen bilim doktrinini bir işleve indirgiyordu. Bu şekilde geleneksel felsefe ve
eğitimin yeri saklı tutuluyor, pratik sorunların aşılmasında “batı bilimine” uygulama alanı
açılmış oluyordu. Bu dönemde, batı biliminin kültürel arka planı göz ardı edilerek “birkaç
yılda öğrenilebilecek” bir tür ve pragmatik bilgi türü olduğu varsayılıyordu. Afyon
Savaşıyla başlayan ve 20. yüzyılın başına kadar devam eden süreç “öz” ile “işlevin”
kaynaştırılması yönünde çabalara sahne olacak ancak sonunda geleneksel “Çin bilimi”
doktrininin sahneden çekilmesiyle sonuçlanacaktır. Bu bakımdan Kang Youwei’in girişimi
geleneksel dünya kurgusunun siyaset sahnesindeki son iddialı kalkışması olarak
anlaşılmalıdır. Zira ardından gelen Sun Yatsen devrimi 1911 ve Dört Mayıs Hareketi eskiyi
bütünüyle reddeden, cumhuriyetçi ve demokratik bir kimliğe sahiptir.
37
Kang Youwei kendisinden önceki reform fikirlerinin yüzeysel olduğunu görmüştü. Batının
tekniğini almakla sorunların çözülemeyeceğini ve konunun sadece bir bilgi sorunu
olmadığını düşünüyordu. Ona göre en temel sorun Çin kültürüydü, Çin’de yapısal,
geleneksel ve eğitimle ilgili temel bir sistem sorunu görüyordu. Bu sadece maddi kültüre
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
129
GÜRHAN KIRİLEN
bakımdan Kang Youwei, batıdaki modern teknolojinin kökenlerinin bilim
kültürüne bağlı olduğunu anlayan ilk kişilerdendi. Endüstriyel teknolojinin,
maddi şeyler üzerinde yapılan araştırmaların pratik yaşama uygulanması
olduğunu düşünüyor bu yüzden tarım birliklerinin kurulmasından teknik
okulların açılmasına kadar her alanda öncelikle eğitimin ıslah edilmesi
üzerinde duruyordu. 38 Özellikle orta vadede Çin’in nüfus sorununun en
önemli mesele haline geleceğini öngörüyordu. Çağdaşlarının pek çoğunun
aksine ülkenin dış ticarete kapatılmasının da Çin’e fayda değil felaket
getireceğini düşünüyordu. 39 Oysa geleneksel siyaset, ticaretin yabancı
ülkelere yasaklanmasını veya bunun diplomatik bir koz olarak kullanılmasını
sık sık gündemde tutuyordu. 40 Kang Youwei, yönetimin böyle bir harekete
kalkışması halinde dahi yasakları uygulayabilecek güçten ve kontrolden
yoksun olduğunu görüyordu.
1898 Yenileşme Girişimi ve Akıbeti: Kang’ın reform düşüncelerinin en
belirgin esin kaynağı Japonya’daki 1868 Meiji Restorasyon hareketidir. Bu
bütün önergelerinde ve yazılarında kendini gösterir. Japonya karşısında
yaşanan yenilgi konusunda hayıflanmak yerine bu olaydan ders çıkarmak
gerektiğini ileri süren Kang Youwei, 1895 yılında saraya sunduğu ikinci
önergesinde, dünyada yaşanan değişimin önünde direnen devletlerin 41
indirgenemezdi. Wang Huanyi 王遠義, Kang Youwei de Minzhu Quan: Shiyi “Datong Shu”
Wei lun 康有為的民主觀: 試以《大同書》為論 (Kang Youwei’de Halk Egemenliği: Datong
Kitabı Örneği), Chenhgchi Universitesi Tarih Enstitüsü, Taipei 2004. (Yüksek lisans tezi).
s. 36.
38
Dong, Guicheng 董贵成, “Shilun Weixinpai dui Fazhan Kexue Jishu de Renshi 试论维新派
对发展科学技术的认识 (Yenilikçilerin Bilim ve Teknoloji Görüşlerinin Gelişimi Üzerine Bir
Deneme)”. Ziran Kexueshi Yanjiu 自然科学史研究. 2005. C. 24. 1. s. 68–9.
Liang, a.g.e., s. 27.
40
Çince, “Yong Shang Zhi Yi 用商 制夷 ” adıyla bilinen Ticareti Kullanarak Yabancıları
Denetleme, Çin’in her alanda yabancılardan daha ileri ve üstün olduğu ön kabulünden
destek alan bir yanılgıdır; saraydaki tartışmalarda sık sık gündeme gelmiştir. Pek çok başka
örneği bulunabileceği gibi; Tianjin Görüşmeleri başladığı sırada (1858 Haziranı) sarayda
kabul gören bu diplomatik yaklaşım, Amerika ve Rusya’ya ticari ayrıcalıklar tanınarak,
İngilizlerle Fransızlara karşı kullanılabileceklerini öngörmektedir. 1858 Nisanında Tianjin
görüşmelerinden sorumlu Tan Tingxiang saraya sunduğu önergede şöyle der; “Eğer Ruslar
altından kalkabilirse, İngiliz ve Fransızlara karşı Rusları kullanalım. Eğer Amerika,
Ruslardan üstün ise, Rusları kırmadan Amerikalıları kullanabiliriz.”
41
Bu ülkelerin arasında Türkiye de yer almaktadır: “Türkiye önceleri büyük bir İslam
ülkesiydi, toprakları Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılmıştı. Fakat tutucu olması ve
(yönetimde) hiç değişiklik yapmaması sonucunda, altı ülke tarafından işgal edildi, toprakları
paylaşıldı ve hükümdarlarına yasak getirildi.” Teng, Ssuyu, Fairbank, J. K., China's
Response to the West: A Documentary Survey; 1839–1923. Harvard University Pres,
Cambridge 1982. s. 152. Öte yandan Kang Youwei altıncı önergesinde Türkiye için tam
39
130
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
parçalanmaktan veya işgal edilmekten kurtulamadıklarını gösterir. 42
Asya’daki ülkeler arasında Japonya’nın dünyadaki değişime en hızlı uyum
sağlayan ülke olduğunu düşünmektedir. 43 Kang Youwei, 1898 yılında,
reform programının yürürlüğe konulmasından birkaç ay önce saraya
sunduğu beşinci önergesinde, Japonya’yı reform için model olarak önerir:
Yöntem olarak, Rus Çarı Petro’nun reform ruhunu, Japonyanın Meiji
Hareketinin siyasi programını örnek almalıyız… Başlarda bu iki ülke benim
[ülkem] gibi geri kalmışlardı, sonradan bizi geçtiler; Japonya bize yakındır,
siyasi [yapısı] bize benzer; kısa zamanda sonuç alabiliriz, yasalarını ve nizamını
detaylı bir şekilde biliyoruz, alıp kullanmamız yeterli olacaktır ve hemen
çalışmalara başlayabiliriz. Rusya ve Japonya’dan ilgili kitapları [Çinceye]
çevirip bir yıl içinde okur, Japon reformlarının sırasını (düzenlemelerini) alır [iyi
olanları] seçer [diğerlerini] bırakırız; [uygulamaların içeriğini] Hükümdarım üst
kademelere (İmparatoriçe Cixi kastediliyor) anlatırken, memurlar alt kademeleri
aydınlatır.44
Kang Youwei bu sözlerle reform için izlenecek yolun Meiji
Reformları’ndan geçtiğini anlatır. “Kabine” ve “yerinden yönetim” gibi
düşüncelerinin
de
Japonya’nın
modernleşme
süreci
üzerine
araştırmalarından edindiği izlenimlerden kaynaklandığı görülmektedir.45
olarak şöyle demektedir: “…[buna karşın] Hindistan, Türkiye ve Mısır eskiye bağlı kalıp
değişmediler, yavaş yavaş toprakları parçalandı ve devletleri yıkıldı (i.e. yıkılmanın eşiğine
geldi). Atalarının kanunlarına sahip çıkmakla onlardan miras kalan toprakları
koruyamadılar, ama biraz değişimle topraklarını korur, kaybettiklerini kazanabilirlerdi”.
http://history.sysu.edu. cn/zgjds/reference/r14.htm (görüntüleme: 09.12.2012)
42
Teng, Ssuyu - Fairbank, J. K., a.g.e., s. 152.
43
Kısaca hatırlamak gerekirse: 19. yüzyılın başlarındaki ekonomik ve toplumsal durumuyla
Japonya, oldukça geri kalmış bir ada ülkesidir. 18. Yüzyıldan başlayarak özellikle
Hollandalı tüccarlarla ilişkiler kurmaya başlamış olsa da o dönemde mevcut toplumsal ve
ekonomik yapının değişmesi yönünde bir hareket görülmemiştir. Halkın çoğunluğu özgür
değildir. Küçük köylü, shogunların, daimyoların ve samurailerin egemenliği altında
ezilmektedir. 1868 yılında Japon Hükümdarı Meiji’nin başlattığı reform hareketi içinde
genç samuariler içinde yetiştikleri sistemi değiştirmeye başlamıştır. 1871’de derebeylik
sistemi kaldırılarak topraklar illere bölünür. Eski daimyo sınıfı siyaset arenasını bırakarak
yeni sermayedarları oluşturmaya başlarlar ki daha sonra zaibatsu adıyla anılacak olan büyük
kapitalist ve sanayiciler bunların arasından çıkar. 19. yüzyılın sonlarına yaklaşıldığında
Japonya artık önemli bir bölgesel güç haline gelmiştir. Hsiao, a.g.e., s. 44–46.
44
Beşinci Önerge; http://epicbook.com/history/kangyouwei.html. (g.t. 06.03.2013)
45
Kang Youwei’in saraya sunduğu altıncı önergesi, Japon Meiji Reform süreci hakkında daha
detaylı bilgi içermektedir. Ortaya attığı üç önemli ana başlıktan ikincisi “kabine 度局” dir,
“Saray içinde kurulacak bu kabinede bütün ülkenin işlerini görüşmek için yirmi kişi
yeterlidir. Birinci şart ‘yenileşmeye’ herkesin gönül vermesiyken; üçüncü şart, huzuruna
gelen önerileri hükümdarın bizzat okuyup değerlendirmesidir” demektedir. Kang bu son
uygulama için Japon Hükümdarını örnek göstermektedir.
http://history.sysu.edu.cn/zgjds/reference/r14.htm (g.t. 09.12.2012)
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
131
GÜRHAN KIRİLEN
1897 yılının sonunda Almanya Jiaozhou Boğazını ele geçirir. Kang
Youwei Kanton’dan Pekin’e gelir. 1898 yılı Ocak ayının başında beşinci
önerge adıyla bilinen önergesini saraya sunar. Hükümdardan öncelikle bir öz
eleştiri yapmasını ve halkı yüreklendirmesini ister. 46 Ocak sonunda altıncı
önergesini verir ve daha sonra ardı ardına raporlar ve önergelerle reformu
yönlendirmeye devam eder. Önergelerinin siyasi ve idari içerikte olduğu
görülmektedir. Bir yandan İngilizlerle işbirliği (2 Ocak) ve Amerika’dan
kredi talebini (8 Mart) gündeme getirirken bir yandan da “güvenlik meclisi
保 国 会 ” (17 Nisan) ile bir danışma kurulunun kurulması gibi geleneksel
işleyişi değiştirmeye yönelik hamleler yapmaktadır. Raporları arasında 12
Mart 1898 tarihli “Rusya Reformları” ve özellikle 10 Nisan tarihinde
sunulan ve 21 Haziranda detaylandırılan “Japon Reform Programı” yer
almaktadır.
Hükümdar açısından reform hareketinin ilk hamleleri öncelikle saraydaki
işleyişte etkisini göstermeye başlamıştır. Saray Kayıtlarına göre Hükümdarın
ilk işi, saray içinde kendisine karşı durabilecek isimlerin görevlerini ve
konumlarını değiştirmektir. 47 Dördüncü ayda, hanedan üyesi Yi Xin’in
ölümü, genç hükümdarın çevresindeki reformcu grubun koruyucusuz
kaldığını göstermektedir. Fakat bundan iki hafta kadar sonra ilan edilen
fermanda, ülke genelinde ‘modern bilim’ alanında yapılacak tüm
çalışmaların saray tarafından değerlendirmeye alınacağı, bu konuda
çalışacak insan gücüne ihtiyaç olduğu duyurulmuştur. 48 Kang Youwei bu
sırada Dışişleri Genel İdaresi’nde görevlendirilmiştir. Bu kurum, yakın
zamanda ölen Yi Xin’in başkanlığını yaptığı ve 1860’dan sonra Çin’de
yönetime yön veren kurum olması bakımından önemlidir.49 Kang Youwei’in
buradaki resmi görev unvanı müdürlüktür “ 工 部 主 事 ”. Buna ek olarak
46
Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in bütün eserleri).
Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007a. c. 4. s. 2.
47
Zhao, Erxun 趙 爾 巽 ,Qing Shi Gao (QSG) 清 史 稿 (Mançu Hanedanı Tarihi).
http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw. s. 921. g. t. 26.10. 2012.
48
Zhao, a.g.e., s. 922.
49
Yabancı İşleri İdaresi Zongli Yamen (1861) Yi Xin, Li Hongzhang ve Zhang Zhidong gibi
sanayileşmenin gerekliliğine inanan yöneticiler görev yaptığı kurumdur. Çin’de ilk sanayi
kuruluşları, tophaneler ve tersaneler kurulur, madencilik işletmeleri bu dönemde, bu
kurumun öncülüğünde açılır. 1866 yılında kurumun güçlenmesiyle birlikte yabancı ülkelerle
ilişkilerde eski yöntemlerden farklı olarak eşitlik ilkesi çerçevesinde görüşmeler
gerçekleştirilmeye başlanır. 1878 yılından sonra başta İngiltere, Fransa ve Amerika olmak
üzere çeşitli ülkelerde Çin’in ilk daimi elçilikleri açılır. 1861 yılında kurulan ve 1909
yılında yerini modern Dış İşleri Bakanlığı’na bırakan Yabancı İşleri Dairesi Zongli Yamen
40 yıl boyunca başta dış ilişkiler olmak üzere Çin’de pek çok alanda gelişmeyi ve değişimi
örgütleyen kurum olmuştur. Bu kurumun kuruluşu ve işleyiş hakkında bknz. Kırilen a.g.t.
132
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
hükümdar, Çin’de yüzlerce yıldır uygulanan Memuriyet Sınavlarının 50
değiştirilmesiyle de ilgilenmesini istemiştir. Geleneksel sınav sisteminin eski
içeriğinin yenilenmesi ve güncel soruların hazırlanması talep edilir.51 Daha
sonra Pekin Eğitim Üniversitesi’ne dönüşecek olan Jingshi Daxuetang’da
batılı eserlerin tercümelerinin yapılması ve bir yayınevinin kurulması
emredilir. 52 Eyalet okullarının modern “eğitimle eski eğitimin birlikte
yapıldığı ‘yüksekokullara’ dönüştürülmesi” istenir. İlçelerdeki okullar
“ilkokul” olacak ve illerdekiler de “ortaokul”a dönüştürülecektir.53
Kang Youwei’in kısa sürede hayata geçirilmesini sağladığı belki de tek
yenilik, eğitim sitemindeki bu değişiklikten ibarettir. Altıncı önergede dile
getirdiği ve yedincisinde detaylandırdığı diğer konulardan uygulama şansı
bulan olmamıştır. Oysa merkezileşmiş bir yapıda tasavvur ettiği ideal
yönetim; hukuk, muhasebe, eğitim, tarım-ticaret, sanayi-üretim, madenler,
demiryolları, posta, darphane, yurt dışında eğitim, toplumsal örgütlenme ve
savunma gibi on iki başlık altında toplanan kapsamlı bir yapılanmayı
öngörmekteydi. Bunların her biri için bir genel müdürlük kurulmasını
öneriyor, çalışma şekillerini ve yetki alanlarını da tanımlıyordu. (Kang
1898) 54 Haziran ayında yenilikçi kanadın en etkili isimlerinden Zhang
50
Memuriyet Sınav Sistemi “keju 科 舉 ” üç kademeden oluşan bir dizi sınavdır. Tang
Hanedanlığı’ndan itibaren (M.S. 618–907) düzenli olarak uygulamada olan bu sınavlar hem
şeklen hem de içerik bakımından tarih içerisinde pek az değişerek 20. yüzyılın başlarına
kadar yönetimin ve bürokrasinin kadrolarını çıkarmıştır. 1905 yılına kadar devlet
kademelerine memur seçiminin yegâne ölçütü bu sınavlar olmuştur. Hükümdar
Guangxu’nün kısa süren fiili iktidarı esnasında, reform kapsamında yurt dışı eğitimli
kişilerin görevlendirilmeleri planlanmışsa da İmparatoriçe Cixi’nin reform programını
feshetmesi her şeyi en başına götürmüştür. 1905 yılında Memuriyet Sınav Sistemi
lağvedildiğinde artık iş işten geçmiştir.
51
Zhao, a.g.e., s. 923.
52
Yabancı eserlerin çevirisi 1840larda başlar. 1839 yılında Lin Zexu, Amerikalı diplomat
Peter Parker’dan, Vattel’in “Les Droit de Gens”ını çevirmesini ister. Bu olay bu alanda bir
milat olarak kabul edilir. Batı dillerindeki eserlerin Çinceye tercümesi ise Tong Wen
Guan’ın işlerliğiyle ivme kazanır. Tong Wen Guan, 1861 yılı ocak ayında Zongli Yamen’ın
bünyesinde, Çinliler için yabancı dil okulu olarak kurulan bir kurumdur. Ancak bir tercüme
bürosu gibi iş görmüştür ve kuruluşunun gerçek sebebi Çin’in yabancı ülkelerle
yazışmalarında yabancı dil kullanmasını şart koşan Tianjin Antlaşması’ndaki ilgili
maddedir. Bu kurum, Osmanlı Bürokrasisinde özellikle Tanzimat Dönemi diplomasisine
yön veren Tercüme Odası ile karşılaştırılabilir. Tong Wen Guan, siyaset üzerindeki etkisi
göz önüne alındığında Tercüme Odası ile kıyaslanamasa da Batı ile diplomatik ilişkilerde
oynadıkları roller açısından karşılaştırılmayı bekleyen iki kurumdur. Tong Wen Guan 同文
馆 için bknz. Biggerstaff, Knight, The Earliest Modern Government Schools in China.
Cornell University Pres, 1961 Ithaca.
Zhao, a.g.e., 923.
54
Bu kısa bir rapordur o nedenle sayfa numarası verilmemiştir. Çevirisi için ayrıca bknz.
Fidan, a.g.e., s. 15–18.
53
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
133
GÜRHAN KIRİLEN
Zhidong 55 ile muhafazakâr kanattan Rong Lu’nun demiryolları için
çalışmalara başlaması salık verildi ve yapılacak işlerin çokluğuna değinen
bir emirname daha duyuruldu. Eski düzenin değiştirilmesi için herkesin
gayret göstermesi gerektiği, yerel zadegândan destek vermesi istendi. Bu
emirnamede, Kang Youwei’in önergelerinde de önemli bir yer tutan
toplumsal birlik meselesi ve yenileşme hareketine herkesin katılmasının
gerekliliği dile getirilmekteydi. 56 Mart ayında “Rusya Reformları Üzerine”
adlı 16 sayfa uzunluğundaki değerlendirmesinde, Çar Petro’ya, gösterdiği
irade konusunda övgüler yer alıyordu. Ancak Japon Meiji Restorasyon
hareketi üzerine yazdıkları onun en kapsamlı raporuydu; bu, bugünkü
ölçülerle 200 sayfayı bulan çok uzun ve kapsamlı bir değerlendirmeydi. 57
Reform programı uygulanmaya başlandığı sırada -1898 yazındaHongkong’a yakın olan Jiulong Yarımadası ile Shandong’da bir bölgenin
İngilizlere kiralanması, karşı görüştekileri harekete geçirdi. Bu durum
reformcu kanadın elinin zayıflamasına sebep oldu. Saray ve hazine yeni
programın gerçekleştirilmesi için kaynağa ihtiyaç duymakta, bunu da her tür
riski göze alarak yapmaktaydı. Temmuz ayında, yeni memuriyet sınavları
askıya alındı ve aynı anda geleneksel sınav sisteminin belagate dayalı şiirsel
üslubunun terk edildiği, daha akılcı ve modern bir yöntemin benimseneceği
bildirildi. Bu durum, muhafazakârların, sınavların yapılmasını durdurması
bakımından bir başarı olarak görülürken, yenilikçiler de yüzlerce yıldır
devam eden eskimiş uygulamanın içeriğinde değişiklik yapma imkânıyla bir
kazanım elde etmişlerdi. Bu süreçte diplomasi alanında da bir ilk yaşandı ve
Amerika, İngiltere ile Japonya’daki “gurbetçi Çinlilerin” kurduğu okulların
açılışlarına katılmak üzere saraydan bir heyet görevlendirildi. Dış ilişkiler
alanında elçi kabulünde geleneksel yöntemleri sürdüren Guanglu
Manastırı’nın (ve diğerlerinin) yetkileri merkezde toplandı. 58 Böylece
55
Zhang Zhidong 张之洞 (1837–1909) dönemin en önemli figürleri arasında gelir. Afyon
Savaşı sonrası dönemde Batıcı Hareket’in sanayi atılımlarının güney eyaletlerinde
gerçekleştirilmesi için çalışmıştır. Güney Donanmasından sorumlu olmaktan başka Güney
eyaletleri (Hu - Guang) Genel Valiliği yapmıştır. Güney bölgelerindeki büyük çaplı sanayi
kuruluşlarının idaresiyle uğraşmıştır.
56
Zhao, a.g.e., s. 924.
57
Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in bütün eserleri).
Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007a. C. 4. s. 103–295.
58
Aslında birer manastır olan bu kurumlar, yüzyıllardır yabancı elçilerin saraydaki
görüşmelere hazırlandığı konukevleri olarak kullanılmışlardır. Haraç Sisteminin önemli bir
parçasını oluşturuyorlardı. Diğer memleketleri Çin’e bağlayan Haraç Sistemi'nin törensel
uygulamalarına göre, Çin'le ticaret yapmak isteyen ülkelerin elçileri saraya geldiklerinde
Çin Hükümdar’ının bütün yeryüzünün hükümdarı olduğunu kabul ettiklerini ifade ederek
kendi hükümdarının Çin Hükümdar’ına tabi olduğunu gösteren bir dizi törene katılıyordu.
Tören sırasında elçi, ülkesine has nadide eşyaları hükümdara sunuyor, karşılığında Göğün
134
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
yabancı diplomatların geliş gidişleri merkezin kontrolüne alındı. 59 Ay
sonunda Hükümdarın General Yuan Shikai 60 aracılığıyla duyurduğu
emirnamesinde “yeni siyaset” ifadesi özellikle vurgulanmaktaydı ve
hükümdar, “yeni siyasetin ruhunu anlamayan ve benimsemeyenlerin,
hükümdarın öfkesinden çekinmeleri gerektiğini” ilan ediyordu.
Ağustos ayı sonunda siyasi ve idari gidişatı gözlemek gerekçesiyle
İmparatoriçe Cixi, saraya dönerek toplantılara katılır. Daha önceki yıllarda
da yaptığı gibi, divanda konuşulanları paravan arkasından dinler ve derhal
harekete geçer; Kang Youwei’yi hizipçilik ve kişisel çıkar sağlama
suçlarıyla itham eder. Onu ve çalışma arkadaşlarının hapse atılmasını
emreder, 25 Ağustos’ta Kang Youwei kaçmak zorunda bırakılır.
Hükümdarın hasta olduğu duyurulur; reform hazırlıklarına katılanlar
“Kang’ın partisine mensup olmaktan yargılanarak” altı kişinin idam kararı
verilir. Aylardır yapılan hazırlıklar, programlar ve çalışmalar durdurulur;
“eski, yeni bütün memurların” yetkileri feshedilir. İmparatoriçenin en
yakınındaki danışmanı Rong Lu, Merkez Valisi tayin edilerek kapsamlı bir
siyasi temizlik hareketi başlatılır; genç hükümdar Yazlık Saray’a kapatılır;
gözdesi dışında kimseyle görüşmesine izin verilmez. 61 Büyük heyecanlar ve
umutlarla başlatılan reform hareketi tam yüz üç gün sonra yürürlükten
kaldırılmıştır. Bu girişimden geriye, daha sonraki devrimlere miras olacak
düşünsel bir birikim kalmıştır. Kang Youwei, önce güneye Shanghai’a
kaçmış, sonra Honkong’a ve oradan 16 yıl sürecek olan sürgün hayatına
başlamıştır.62
Oğlu'nun bağışladığı armağanlara sahip oluyordu. Törenler sırasında belki de en dikkat
çekici olay, hükümdarın önünde dokuz kez secde edilmesini gerektiren ‘kowtow’
uygulaması idi. Böylelikle elçi bir süre için Çin topraklarında ticaret yapma izni almış
oluyordu. Bu aracı kurumların ortadan kaldırılması Çin’in ‘üstün ülke’ fikrine ters
düşmesine rağmen Mançu hanedanının uluslararası diplomasiye bir oyuncu olarak
katılmaya niyetli olduğunu gösteriyordu. Bu konuda Kang Youwei sahip olduğu bilgi
birikimi ve donanımı kullanmak istiyordu.
59
Zhao, a.g.e., s. 924–25.
60
Yuan Shikai 袁世凯, kuzey ordusu komutanı olarak Kore Yarım adasında ve Kuzey Çin’de
görev yapmış bir komutandır. 1911 Devrimi’nden sonra Sun Yatsen ile işbirliği yaparak
Cumhuriyet rejimine askeri destek vermiştir. Ancak daha sonra kendisini imparator ilan
etmiş ve devrim sürecini askıya almıştır. Yuan Shikai hakkında kaleme alınmış bir anlatı
için bknz. Tao, Juying 陶菊隐 , Yuan Shikai Yanyi 袁世凯演义 (Yuan Shikai’ın Hayatı).
Zhonghua Shuju, Pekin 1979. s. 3–4.
61
Zhao, a.g.e., s. 926–8.
62
Türkçe yazında görebildiğimiz iki çalışma da Giray Fidana aittir. Mart 2012 tarihli
çalışması “Çinli Düşünür ve Devlet Adamı Kang You Wei’e Göre Osmanlı Modernleşme
Süreci” adındadır; tanıtıcı nitelikte ve konuya methal mahiyetindedir. Kang Youwei’in yurt
dışında kaldığı süre kendi sözleriyle “on altı yıldır”. İki yıl Amerika, Kanada ve Meksika’da
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
135
GÜRHAN KIRİLEN
Kang Youwei’in Türkiye’ye Karşı İlgisi: Kang Youwei’in Türkiye’ye
karşı ilgisinin oldukça eskiye dayandığı görülmektedir. Henüz
Guangdong’dayken, Japoncadan ve batı dillerinden yapılan çevirilerinden ve
yabancı gazetelerden edindiği bilgiler zihninde belirgin bir imaj
oluşturmuştur. 63 Onun gözünde Osmanlı Türkiye’si, geleneksel yapısı
itibariyle Asyalı olan, 64 buna rağmen batılı güçlerle başa çıkabilen bir
devlettir. 65 Bu yüzden Türkiye’yi izlemeye çalışmaktadır. Reform
programını geliştirirken Osmanlı’nın tecrübelerinden örnekler verdiği
görülmektedir. Gündeme getirdiği konular, Osmanlı’da yenileşmenin biçim
ve içeriğinden çok iktidar mücadelelerine ilişkin olayların kısacık
özetlerinden ibarettir. Bu bakımdan Kang Youwei’in Osmanlı reform
harekelerini bir model olarak düşündüğünü gösterecek veriler yeterli
değildir. 66 Genel olarak bakıldığında da Kang Youwei’in Osmanlı
kalmış, yedi defa Fransa’ya, dokuz kez Almanya’ya, sekiz kez İngiltere’yi gezmiştir. Uzun
süre İsviçre’de yaşamıştır. Zhang, a.g.e., s. 42.
63
1840lı yıllardan itibaren etkili olan Güncel Yazın Akımı ve Batıcı Hareket boyunca
geliştirilen bilgi birikimi içinde, dağınık olmakla birlikte Osmanlı ve Türkiye hakkında bir
farkındalık oluşmuş görünmektedir. Deniz Ülkeleri Coğrafyası Haiguo Tuzhi ve Yinghuan
Zhilüe ile başlayan bu entelektüel birikim, batıdaki ansiklopedi hareketine şeklen de olsa
benzetilebilir. Ancak sistematik olmaktan çok eldeki bilgilerin bir araya getirilmesinden
ibarettir. Haiguo Tuzhi (Deniz Ülkeleri Coğrafyası) gibi Yinghuan Zhilüe’de de haritalar ve
yeryüzünün farklı bölgeleri hakkında beşeri ve fiziki kayıtlar bulunmaktadır. Kang
Youwei’in bu eserleri daha 17 yaşındayken (1874) okuduğu bilinmektedir. Zhang, a.g.e., s.
42.
64
Asyalılık Kang Youwei’in düşüncesinde belirgin bir imgedir. Sadece Türkler için değil
Macarlar için de benzer bir kandaşlık yaklaşımı sergiler. Macaristan Hatıralarında şöyle
yazar, “…Hun (Macar) başkentinden çıkınca artık batılı topraklar son buluyor ve Asya’nın
yüzü görünüyor. Sarı ırktan insanlar buralara gelip devlet kurmuşlar, Avrupa’nın başına
geçmişler, [insanı] mutlu ediyor bu durum. (manzum bir anlatımla) ak pak yüzlerdeki
renklerden kendi insanlarımı tanıdım, onlarla kendi memleketimden[miş gibi]
tokalaştım…” Kang a.g.e., s. 75.
65
Wang, Yeyang 王也扬, Kang-Liang Shixue Zhiyong 康梁与史学致用 (Kang ve Liang’da
İşlevsel Tarih Öğrenimi, Jindaishi Yanjiu 近代史研究 (Yakınçağ Araştırmaları Dergisi).
1994. No. 2. s. 210.
66
Giray Fidan biraz iyimser bir dille Kang Youwei için şöyle diyor, “Osmanlı modeli bir
modernleşmenin toplumsal yapıları son derece benzer olan Çin için uygun bir modernleşme
modeli olabileceğini savunmaktadır.” Fidan, Giray, “Çinli Düşünür ve Devlet Adamı Kang
You Wei’e Göre Osmanlı Modernleşme Süreci”, Selçuk Üni. Türkiyat Araştırmaları
Dergisi. 2012 Mart 1. s. 202. Bu ifade biraz yönlendirici görünmektedir. Zira Kang Youwei
Osmanlı yenileşme ve reform çabalarını olumsuz ve başarısız örnekler arasında
göstermektedir. Saraya sunduğu önergelerden, hatıralarına ve seyahatnamesine kadar pek
çok yerde bu yaklaşımı belirgindir. Çalışma arkadaşı ve halefi sayılan Liang Qichao da
“Seçme Yazıları”nda, aralarında Osmanlı’nın da bulunduğu dört modernleşme örneği
sıralarken Japonya örneği dışındakileri başarısız addeder. Liang a.g.e., s. 10–11. Aynı
şekilde Kang Youwei’in Mithat Paşa’ya karşı bir “hayranlığı” olduğu ifadesi de oldukça
136
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
hakkındaki fikirlerinin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli yazılarında
dağınık bir biçimde bulunan görüşleri İstanbul seyahatinden sonra belirli bir
çerçeveye oturmuş görünmektedir.
Kang Youwei’in Osmanlı hakkındaki verdiği az sayıdaki detaydan ilki
Ahmet Şefik hakkındadır; Kang Youwei Ahmet Şefik’i “bilge vezir” sanıyla
yüceltmektedir. 67 Fakat dikkatli baktığımızda bu detayın kendi geleceği
hakkındaki o sıradaki endişelerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. 68 Zira
Kang Youwei, Osmanlı reform sürecinin öncesinden söz etmemektedir, ne
Tanzimat ne de Islahat hareketlerine, ne de Osmanlı’nın çok uluslu dokusuna
veya batılı devletlerin siyaset üzerindeki nüfusuna değinmektedir. Öte
yandan diğer rapor ve önergelerinde de çeşitli vesilelerle Türkler ve
Osmanlı’yı konu ettiği görülmektedir. “Polonya’nın Parçalanması Üzerine”
başlıklı yazısında Türklerin askeri gücünden söz açarak [1672 Bucaş
Anlaşmasında] tazminat olarak alınan 22000 altından dahi söz etmektedir. 69
Benzer biçimde “Rusya Reformları” raporunda da zaman zaman Osmanlıyı
konu etmektedir. 70 Bunların yanında Almanya’nın Jiaozhou Boğazı’nı ele
geçirmesiyle ilgili olarak saraya sunduğu önergede, Almanya’ya karşı
kuzeyde Rusya’nın, güneyde ise İngilizlerin desteğinin sağlanabileceğini
dile getirir: “[Kırım Savaşı sırasında] Türkler, Rusya’ya karşı İngiliz ve
Fransızların yardımını almışlardı, bu yardım sayesinde varlıklarını bu güne
zorlayıcıdır. Nitekim Kang Youwei’in Türkiye hakkındaki bilgileri ancak İstanbul
ziyaretinden sonra belirli bir çerçeveye yerleşmiş görünmektedir; bu süreçte de Osmanlı
Hanedanı ve Türkiye’de modernleşme ve hatta Genç Türkler ve İttihatçılar hakkındaki
görüşleri oldukça olumsuzdur. Kang Youwei’in bu konuda “hayranlıktan” çok “hayal
kırıklığı” içinde olduğu göz ardı edilmemelidir.
67
“Bilge Vezir” ifadesi yalnızca Ahmet Şefik için türetilmiş bir övgü değildir; zira Kang
Youwei, daha rasyonel bir zemine taşımaya çalıştığı mevcut siyasi dilini belirli oranda
kadim düşünür Mozi’dan esinlenmelerle oluşturmuştur. “Bilge danışman” veya “bilge
vezir” gibi ifadeler, Mozi’nın daha çok kuvvetler ayrılığı yönündeki siyasi yaklaşımında
bulunur, Kang Youwei’in bu konuda Mozi’dan yaptığı alıntıda ifade edildiği şekliyle,
“…bilge vezir siyasetin temelidir…” Kang, Youwei 康有为, Kongzi Gaizhi Kao 孔子改制考
(Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs). Zhongguo Shuju, Pekin 2012. s. 54. Ancak
unutulmamalıdır ki Mozi eski yazın içinde, Yakın Çağa değin gündeme nadiren gelen bir
düşünürdür, adeta ismi var cismi (metni) yoktur, hatta akılcı yaklaşımları ve gerçekçiliğiyle
sonraları çok saygı görmüş olsa da kendi adıyla anılan eseri “Mozi” uzun süre saklanmış ya
da kaybolmuştur. Bu nedenle de Çin’in geleneksel siyasi söyleminde hak ettiği yeri
alamamıştır.
68
Fidan, a.g.m., s. 208.
69
Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in Bütün Eserleri).
Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007a. C. 4. s. 4395–96.
70
Kang, a.g.e., s. 26–42.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
137
GÜRHAN KIRİLEN
kadar korudular…”
göstermektedir.71
diyerek
diplomasi
alanında
Osmanlıyı
örnek
Kang Youwei, saraya sunduğu raporlarda Osmanlı Devleti’nin
demografik yapısını, sanayisini ve askeri gücünü de göstermeye çalışmıştır.
Bu bilgiler, 1898 Temmuz tarihli “Karşılaştırmalı Tablolarla Ülkeler”
raporunda yer almaktadır. Detaylı tablolardan oluşan bu raporda Çin’i diğer
ülkelerle kıyaslayan Kang Youwei, saray çevresindeki muhafazakâr kesime
ülkesinin içinde bulunduğu gerçek durumu açık bir şekilde anlatmaya
çalışmaktadır. Bu rapor; siyasi yapı, yüzölçümü, nüfus, eğitim düzeyi-okul
sayısı, ticaret ve sanayi, demiryolları, telgraf hat uzunlukları, nakliyetaşımacılık, posta hizmetleri, devlet borçları ve donanma gücü gibi
konularda hazırlanmış on altı tablodan oluşmaktadır. 72 Donanma gücü ile
ilgili tabloda Türkiye’nin o dönemde iki savaş gemisi, yedi adet savunma
gemisi, irili ufaklı toplam on üç adet zırhlı kruvazörü olduğu kayıtlıdır.
Bunlara ek çeşitli ebatlarda ve küçük çaplı 97 tekneden söz edildiği
görülmektedir. Bilgilerin kaynağını belirtmemekle birlikte Kang Youwei,
Osmanlı’nın deniz gücünü dünya ülkeleri arasında onuncu sıraya
yerleştirmektedir, İspanya’dan sonra, Hollanda’dan önce. 73 Ülkelerin
yüzölçümlerini karşılaştırdığı tabloya düştüğü notta ise “Türkiye’nin
muhafazakârlığı yüzünden Çin’in yarısı büyüklüğünde toprağını kaybettiğini
vurgulamaktadır”.74 Osmanlının nüfusunu 27 milyon olarak verirken75, dini
yapısı hakkında da bilgilere yer verilmektedir.76 Toprak kaybına bağlı olarak
nüfustaki azalmayı Çin için bir uyarı olarak göstermekte; 1893 yılına
dayandırdığı verilere göre, iç-dış ticaret dengesinde Türkiye’yi dünya
ülkeleri arasında on üçüncü sıraya yerleştirerek ilginç de bir saptama
yapmaktadır; “…Türkiye’nin nüfusu Çin’in yirmide biri kadardır fakat
ticaret hacmi bizimle aynıdır. Yani Türkler bizden yirmi kat daha
zengindir.” 77 Ancak ülke nüfusu oranında modern eğitim kurumları ve
öğrenci sayılarında Türkiye sıralamaya girememekte, yüzölçümü oranında
demiryolu hat uzunluğu listesinde Türkiye 31. sırada yer almaktadır. Aynı
71
Mao, Haijian 茅海建, “Kang Youwei Yu Zhen Zouyi 康有为与“真奏议” 读孔祥吉编著《康有
为变法奏章辑考》(Kang Youwei’in Önergeleri - Kong Xiangji’nin Derlediği Kang Youwei
Reform Önergeleri’nin Tenkidi)”. Jindaishi Yanjiu 近代史研究 (Yakınçağ Araştırmaları
Dergisi) 2009. No. 3. s. 146.
72
Kang, a.g.e., s. 345–368.
73
Kang, a.g.e., s. 368-69.
74
Kang, a.g.e., s. 352.
75
Kang, a.g.e., s. 352.
76
Buna göre, 50 bin İsevi, bir milyon Ortodoks, 4 milyon Rum Ortodoks, 100 bin Yahudi ve
6 milyon Müslüman bulunmaktadır. Kang, a.g.e., s. 360.
77
Kang, a.g.e., s. 360.
138
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
şekilde, telgraf hatları ve posta teşkilatı bakımından da Türkiye gerilerde
kalmaktadır. 78 Kang Youwei milli borç bakımından Türkiye’nin “yedi yıl
içinde borcunu kapatabileceğini” kaydederken, Osmanlı hazinesinin
durumunu Çin’le kıyaslamakta; “Osmanlı’nın Çin’den beş milyon pound
daha zengin olduğunu, hatta Türkiye’den ayrılan Romanya’nın ekonomik
gücünün bile Çin’e denk olduğunu” dile getirmektedir.79
Türkiye seyahatnamesine gelinceye kadar Türkiye hakkındaki en detaylı
metin yine de 1898 Haziranında saraya sunduğu “Türklerin Gerilemesi
Üzerine” başlıklı raporda yer almaktadır. Fakat bu raporun sadece bir giriş
mahiyetinde olduğu da anlaşılmaktadır. 80 Öte yandan “Bütün Eserleri”
içinde Türkiye raporunun bulunduğu sayfaya düşülen notta, raporun saray
arşivinde bulunmadığı ve Kang Youwei’in hatıralarında da bundan söz
edilmediği kaydedilmiştir. 81 Gerçekten de Kang Youwei, hatıratında 1898
Haziranına ilişkin olaylar arasında bu rapordan söz etmemektedir, fakat
hatıratta Türkiye seyahatinin kısa bir özetine ve Türkiye’deyken yazdığı
uzunca bir şiire yer vermektedir.82 Kang Youwei, daha erken bir dönemde
kaleme aldığı “Büyük Birlik: Da Tong Shu” içinde de Türklerden söz
etmekte ve Avrupa’da yaşanan Kavimler Göçü’ne benzer bir göçebe
fütuhatının Çin tarihinde aynı zamanda yaşandığını dile getirerek Hunların
ve Göktürklerin Çin tarihinde oynadığı önemli rolden söz etmektedir (Kang
1885/1994: 79). Daha sonra ara ara verdiği bilgilerle Türk tarihini
özetleyerek Viyana Kuşatması’na kadar getirmektedir.83 Anlaşılacağı üzere
Kang Youwei’in gözünde Osmanlı ve Türk aynı anlama gelmektedir, her
ikisi için de “Türk” adını kullanmakta ve Hunlardan başlayarak Osmanlıya
kadar gelen bir siyaset geleneği söylemini benimsemektedir. Fakat aynı
bölümde İran ve Türkiye’nin eskiye bağlılıkları nedeniyle gelecekte
varlıklarını sürdürüp sürdüremeyeceklerinin kestirilemeyeceğini ileri
sürmektedir. Hatta “Müslüman olan Türkler, İranlılar ve Hintliler eğer bir
ittifak oluştururlarsa Asya’da Çin ve Japonya’dan başka bağımsız ülke
78
Kang, a.g.e., s. 360.
Kang, a.g.e., s. 366.
80
Eğer reform hamlesi sekteye uğramasaydı raporun devamını yazacağını var sayabiliriz, zira
Kang Youwei’in üslubunun, siyasi bir konuyu önce gündeme taşımak ve bir süre sonra onu
detaylarıyla ele almak olduğunu görmekteyiz. Bu raporun çevirisi için bknz: Fidan, a.g.e., s.
15 -18.
81
Kang, a.g.e., s. 311.
82
Kang, Youwei 康有为, Kang Nanhai Zibian Nianpu 康南海自编年谱 (KendiKaleminden
Kang Youwei’in Hatıraları). Zhonghua Shuju, Pekin 1992. s. 76–77.
83
Kang, Youwei 康有为, Datongshu 大同书, (Büyük Birlik Kitabı). Renmin Chubanshe,
Liaoning 1994. s. 82–83.
79
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
139
GÜRHAN KIRİLEN
kalmayacağı” gibi varsayımlar öne süren Kang Youwei, 84 görüldüğü
kadarıyla İslam’ı yeknesak bir kültür bütünü olarak kabul etmekte ve temel
mezhep ayrılıklarını göz ardı etmektedir.
Yalnızca Türkiye’ye odaklanmış olmakla birlikte “Türklerin Zayıflaması
Üzerine” adlı giriş mahiyetindeki yazı oldukça kısadır. “Japon
Reformları”nın zengin içeriği bir kenara, “Rus Reformları” ya da örneğin
Polonya hakkındaki raporuyla kıyaslandığında bütün yazı kısacık bir
değerlendirme notundan öteye geçmemektedir. Kaldı ki rapor içinde de
Osmanlı’nın kurumsal yapısı ve işleyişi hakkında, “Genç Türkler” ve
“Ahmet şefik” adlarından öte bir detaydan söz etmemektedir. Bu haliyle
rapor, belirli bir amaca yönelik olarak kaleme alındığı izlenimini
uyandırmaktadır.
Kang Youwei için Osmanlı’dan ibaret olmayan “Türk:Tujue” adının
anlamı hem tarihsel hem de coğrafi olarak oldukça kapsamlıdır. Hunların
kuzey Çin’de tarih sahnesine çıkmasından başlayarak Türkler ile Çinliler
arasındaki siyasi benzerliklere ve kültürel yakınlığa büyük önem verdiği
görülmekte, Asya’nın iki ucundaki iki kadim imparatorluğun ortak
kaderinden öte daha derin bağlar kur(gula)maktadır. Siyasette örnekler
ararken “uzak geçmişe değil yakın döneme bakılması” gerektiğini, “farklı
olanı değil kendine benzeyeni” gözlemlemenin doğru olacağını dile getiren
Kang Youwei, yakın dönemde Çin’e en çok benzeyen ve Çin ile aynı
kökenden olduğunu söylediği Türkiye’ye işaret etmektedir. Ancak
Türkiye’ye atfettiği bu önemin somut bir bilgi birikiminden çok romantik bir
“Asyacılık” fikri temelinden kaynaklandığını düşünmek daha doğru
olacaktır. Çin kaynaklarına göre Türklerin atalarının Hunlar olduğunu ve
Hunların da kadim geçmişte Çin’in Xia Hanedanı’nın soyundan geldiği
görüşünden 85 hareketle özgün bir söylem oluşturmaktadır. Görüldüğü
kadarıyla bu yaklaşımının iki amacı olduğu düşünülebilir. Birincisi, Mançu
Hanedanı’nın geçmişte göçebe soylu olmasıdır. Böylece Mançu soyluları
arasında belirgin olan “kuzeylilik” ve göçebeliğin kültürel bilincini gündeme
taşıdığı görülmektedir. İkincisi ise henüz yeni başlamış olan reform
hamlesini, müdahalelerden kaçınılması için olumsuz bir örnek ve uyarıyla
teminat altına almaya çalışmasıdır. “Ahmet Şefik’in akıbetinde adeta kendi
akıbetini” görmesidir. 86 Bunun ötesinde “Büyük Birlik” eserinin sağladığı
84
Kang, a.g.e., s. 93
Bu görüş çeşitli kaynaklarda verilmektedir fakat bu ifadenin geçtiği en eski kaynak Sima
Qian (M.Ö.145–90) yazdığı Tarih Kayıtları’dır “Hunların ilk atası Xia Hou neslinden olup,
Chun-wei adında [biri]dir.” Sima, Qian 司 马 迁 . Shiji 史 记 (Tarih Kayıtları). s. 2879.
http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw/
86
Fidan, a.g.m., s. 199.
85
140
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
izlekle okuduğumuzda Kang Youwei’in düşüncelerinin gerisindeki “Asyacı”
fikirler kendini göstermektedir. 87 Bu şekilde, aynı kökenden gelen iki
ülkenin Asya’nın iki ucunda ortak bir kaderi paylaştığını düşünmesi oldukça
anlamlı görünmektedir. Nitekim kısa raporun sonuç bölümünde “Karmaşa
Çağı” ve “Birlik Çağı” karşılaştırması ekseninde iki ülkenin yenileşme
fırsatlarını kaçırmaması gerektiğini dile getirerek “ortak soy” ve iki ülke
arasındaki “benzer siyasi duruma” vurgu yapmaktadır. Bu “özdeşlik”, siyasi
bakımdan saray yönetiminin tam anlamıyla kontrolü ele alamadığını
gördüğü genç hükümdarın, Osmanlı’da Ahmet Şefik hükümetinin
lağvedilmesine benzer bir kaderden kaçınması yönünde uyarıdır. Kang
Youwei, doğrudan dile getirmese de, basiretsizlik olarak gördüğü gericiliğin
saray çevresinde saf tutmaya başladığına işaret etmektedir.88
1908 Türkiye Seyahatnamesi: 89 Uzunca bir süre, Türkiye hakkında
okuduklarından ve duyduklarından oluşan bir bilgi birikimine sahip olan
Kang Youwei, başarısız reform girişiminden tam on yıl sonra 1908 yılında
İstanbul’a gelmiştir. Romanya üzerinden gemiyle İstanbul’a ulaşan Kang
Youwei edindiği izlenimlerinden oluşan uzunca bir seyahatname kaleme
almıştır. Bugünkü ölçülerle yirmi sayfadan uzun olan seyahatnamenin
üslubu bir siyasetçiden beklenmeyecek derecede edebîdir ve metinde
87
Kang Youwei’in fikirlerinin “Pan Asyacılık” fikri ekseninde değerlendirilebileceğine pek
az kişi dikkat çekmiş görünmektedir. Oysa sadece Büyük Birlik adlı eserinin ütopyacı
söylemi dahi bu yaklaşımın incelenmeye değer olduğunu göstermektedir. Ancak konu ve
kapsam dışı olduğu için, bu yazıda bu konunun derinine inilememektedir. Kang Youwei’in
bir reformcu ve ütopist olarak bugün Çin siyasi yazınında yeniden değer bulmasında da bu
konunun araştırılmayı beklediğini gösteren işaretler saklıdır.
88
İrticai tavır hanedan arasında “ataların mirasına” sahip çıkma ve eski fatih hükümdarların
düzenine geri dönme şeklinde kendini göstermektedir. Bu durum sürecin başlarında Rong
Lu ve Kang Youwei arasındaki bir tartışmaya konu olmuştur; “ataların düzeni
değiştirilemez diyen Rong Lu’ya karşı Kang Youwei, ‘ataların düzeni ülkeyi
kurtaramıyorsa değiştirilmesi kaçınılmazdır...’ sözleriyle yanıt verir. Kang Youwei “eskiye
bağlılığı” adeta bir hastalık olarak görmektedir. Siyasi ve kültürel sorunların temelinde
Çin’de yaygın olan bu muhafazakâr tutumu eleştirir. “Bir Reformcu Olarak Konfuçyüs” adlı
daha erken bir çalışmasında özellikle sosyal psikolojiden, siyasi üslubun tarihsel gelişimine
kadar her alanda kadim geçmişin örneklerinden yararlanmanın zararlarını yine kudemadan
alıntılarla vermektedir. Bu fikri, Konfuçyüs’ten alıntıladığı “kuralların değeri [her döneme
göre] yenilenmelerindedir” sözü yanında, Mozi’dan alıntıladığı bölümde, “…[efsanevi]
hükümdarların [anlatıla geldiği gibi] yaptıklarını nereden bilebiliriz?” sözleriyle tarihe karşı
şüpheciliği gerekçelendirerek yenilikçi görüşlerini sağlam bir zemine yerleştirmeye
çalışmaktadır. Kang, Youwei 康有为, Kongzi Gaizhi Kao, 孔子改制考 (Bir Reformcu Olarak
Konfuçyüs). Zhonghua Shuju Chubanshe, Pekin 2012. s. 47- 54.
89
Burada bölüm bölüm çevirisini verdiğimiz seyahatnameyi Giray Fidan yayınlamıştır. Dili
bakımından biraz yavan olmakla birlikte neşriyat olarak tamamını içerdiği için önemli bir
katkıdır. Çevirilerin karşılaştırması ve konunun daha iyi anlaşılması için kaynakçada
künyesi bulunan o çalışmanın edinilmesi önemlidir.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
141
GÜRHAN KIRİLEN
duygusal temalar dikkati çekmektedir. Bunun yanında, izlenimci tavrını
korumaya çalışmakla birlikte, Kang Youwei’in İstanbul Seyahatnamesi
duygusal çıkışlarıyla tasvirî üsluptan da uzaklaşmaktadır. Bu da yazarın
zihninin gerisinde başka bir gaye olduğu izlenimini vermektedir. Bilindiği
üzere Kang Youwei bu dönemde sürgündedir; bu yüzden sürgün, gurbet ve
hasret temalarını sık sık işlemektedir. Duygusallık, memleketine olan
özlemini dile getirdiği bölümlerde daha fazla görülmektedir. Bunun
ötesinde, dış dünya hakkındaki bilgi ve izlenimleri Çin’in yeni aydınlanma
sürecinde ona dünyayı Çin’e tanıtma yönünde bir görev yüklemiş
görünmektedir. Çin yazınında onunkine benzer ilk elden değerlendirmelerin
az oluşundan kaynaklanan bir boşluğu doldurmak gayesinin olduğu da
hissedilmektedir. Yıllarca ayrı kaldığı ülkesindeki olaylara karşı da ilgisini
hiç yitirmemiş ve entelektüel çevrelerde adını duyurmayı sürdürmüştür.90 Bu
bakımdan hem ilk elden bir doküman olmasından dolayı hem de Kang
Youwei’in ülkesinin değişim umutlarını tüketmemiş olmasından dolayı bu
seyahatname iki yönde bir anlama sahiptir. Nitekim Kang Youwei
İstanbul’dan ayrıldıktan sonra ülkesine dönmüş ve Asya’nın ilk
cumhuriyetine doğru hızla gelişen süreçte bu kez bir monarşist olarak
çalışmaya devam etmiştir.91 Sun Yatsen ve Yuan Shikai’ın kurduğu Kuzey
Deniz hükümeti döneminde Yasak Şehir’e kapatılan eski Mançu hanedanıyla
görüşmeler yaparak “saltanatı” canlandırmak için gayret göstermiştir.
Tahmin edileceği gibi İstanbul Seyahatnamesi diğer pek çok
seyahatnameden biridir, sürgün yıllarında Kang Youwei uzun süre
Amerika’da ve Avrupa’da kalmış ve gittiği her ülke ve bölge hakkında
gözlemlerini anlattığı metinler kaleme almıştır. Bunların arasında İstanbul
Seyahatnamesi diğerlerinden ayıran en belirgin özellik Kang Youwei’in o
dönemde İstanbul’da gördükleriyle Çin’i kıyaslaması ve pek çok bakımdan
ortaklıklar bulmasıdır. Türkiye hakkındaki eski romantik fikirlerine
duygusallık da eklenmiştir. Metnin hemen başında bir şiirle duygusal
durumunu sezdirmektedir.
90
Bütün eserleri içinde, Liang Qichao gibi entelektüellere bu dönemde yazdığı mektuplar ve
çeşitli konulardaki değerlendirme ve yazıları görülebilir. Bunların bazıları yazılı basında
çıkmıştır; Kang Youwei “monarşi-cumhuriyet” tartışmaları içinde de yer almayı
sürdürmüştür. Bu başlı başına bir diğer çalışma konusunu oluşturmaktadır.
91
Kang Youwei’in dönüş yasağı 1908 yılı sonunda İmparatoriçe Cixi’nin ölümünden sonra
hükmünü yitirmiştir. Ülkeye döndükten sonra “Buren” adlı bir dergi çıkartan Kang Youwei
anayasal bir rejimden yana olmayı sürdürmekle birlikte artık miadını doldurduğu aşikâr
olan saltanatın kurtarılması yönünde fikirler beyan etmiş ve pek çok kez cumhuriyetçi Sun
Yatsen (Sun Zhongshan) yönetiminin karşısında yer almıştır. 1917 yılında bir de başarısız
bir girişimde bulunmuştur.
142
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
Türkiye Seyahatnamesi: Gemiye Romanya’dan bindik. Gemi,
Temmuz’un 27’si 92 sabahında hareket etti. Gemiden Karadeniz’in
dalgalarına bakıyorum, eflatun rengi dalgalarının küçük kıvrımları geri
dönüyor ve birazdan kıyıda sıralı tepeler beliriyordu ama daha gidecek çok
yol var, görebiliyorum.
Su Dongpo “Qi Shan” şiirinde şöyle diyor:
Başı çıplak dağlar, kahverengi-kızıl,
Bulutlar bu toprağın üstünde toplanır,
Ama zamanı gelmemişse, şu nefes,
Ne çiğ olur ne yağmur.93
Saatler boyu yol aldıktan sonra Türklerin başkentine yaklaşıyoruz. Kıyıda
düz tepeler yan yana sıralanmış, eski kalıntılar ve yerleşim yerleri göze çarpıyor.
Tepelerin rengi solgun ve güçsüz; Avrupa’ya benzemiyor. Bu görüntü sanki
Türklerin bugünkü güçsüzlüğünü gösteriyor.
29 Temmuz sabahı Karadeniz’de seyir:
Zümrüt dalgalar salınır binlerce kilometre,
Göğün gözlüğünden baktım,
Kim parlattı camlarını, kim bilir?
Mor dalgalar dönmez artık geri,
Bir döşek, bir yastıkla geçtiğim yerleri.
[Bu deniz] uzakta Akdeniz’e bağlanıyor ve daha uzaktaki sırlara.
Savaş gemileri üç-beş yüz kilometre mesafedeler,
Beyaz dalgaların dağ sırtları gibi yüksek olduğu yerlerde…
Geldiğimizde deniz sakindi [ve] büyük dalgalara rastlamadığım için
şanslıyım. Ertesi gün de hava açıktı ve güneş ışınları pırıl pırıl parlıyordu. Uzun
bir yol geldim, şiir yazıp içimi döktüm. İmparator Konstantin altın kamasıyla
buraya akın etmiş, kudretiyle iki denize hâkim olmuş. Başkentini kurarak burayı
yurt edinmişti. Uzaklardaki eski surlara, tepelere ve yıkık dökük kalıntılara
baktıkça zamanında Türklerin ne kadar güçlü olduğunu ve fakat bugün nasıl
zayıf düştüklerini düşünüyorum. Uzakta Kafkaslarda güzel insanlar dans ediyor,
heybetli dalgalar, davullar [gibi] kıyıları savuruyor, kuzeydeki kıyıda Rus
gemileri. [Yüreğim] yüklü, hayaller içinde boğazı geçiyoruz.94
92
Burada, Giray Fidan’ın uyarısı beni ve çalışmamı tarih verme konusunda vahim bir hatadan
çevirmiştir. Kendisine teşekkür ederim.
93
Son dizenin, Zhouli’de geçen bir ifadeyle yakınlığı dikkat çekici görünüyor; “…Göğün
zamanı, yerin qi’si, malzemenin iyisi, işlemenin ustalığı vardır; bu dördünü harmanlayan
güzeli yaratabilir. Malzemesi iyi, ustası mahirse ve yine de güzel [yaratılamamışsa], ya
zamanı değildir ya da yerin qi’sine haiz olunmamıştır.” Fidan 2013’te bu iki cümle göz ardı
edilmiş. Krş. İçin bakınız. Fidan, a.g.e., s. 27.
94
Kang, Youwei 康有为, Lieguo Youji 列国游记 (Çeşitli Ülkelerde Seyahat Notları). Renmin
Chubanshe, Shanghai 1995. p. 537.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
143
GÜRHAN KIRİLEN
Boğaz’a girince [iki kıta arasındaki] mesafe daralıyor, bir tarafta Asya
diğer tarafta Avrupa yer alıyor, [kıyılarda] evler, eski şehir kalıntıları ve
surlar, denize dek iniyorlar. Avrupa yakası, gelişmiş, hisarlar tahkim ve
sağlamlar, sanki bulutlara yükseliyorlar. Asya kıyısında şehir duvarlarının
tamamı yıkılmış (536).
Kang Youwei Karadeniz üzerinden deniz yoluyla geldiği için hisarları ve
boğazı seyretme fırsatı buluyor. Beklentileri yanında fikirlerini gördükleriyle
harmanlamaya çalışıyor. İlk izlenimleri arasında, Asya ve Avrupa arasında
gördüğü farkları anlatışı göze çarpıyor. Gördüğü manzaradan siyasi anlamlar
çıkarmaya çalışıyor. Asya ve Avrupa arasında zihninin arka planında hazır
bulunan farklılıkları, edebi bir dille bu şekilde gerekçelendiriyor.
[Surlar] Vaktiyle [Fatih Sultan] Mehmet’in eliyle yapılmışlar, [Fatih] Yunan
kilisesini kendine bağlamış ve [kiliseleri] camiye dönüştürmüştü. Buradan
başlayarak onlarca li boyunca, [bizim] Jianghu [yöresine] benziyor. Evler sıkışık,
üst üste; vapurlar, yelkenliler… Manzaranın güzelliği Uzun Nehrin Chang’ı gibi,
Hankou’daki Sarı Turna tapınağını ve Qingzhou çevresini andırıyor. Fakat şu
zümrüt deniz ve adalar, [bizim] memleketin hiçbir yerinde yok. İki denize hâkim
[konumu, etkileyici] yer şekilleri, yaz kış ılıman iklimiyle büyük merkezler
arasında ilk sırada geliyor. Konstantin buraya yerleşip burayı yeni başkenti
yapmış, [uzak] görüşlü olduğu söylenebilir. Bir de eğer ülkesini oğulları arasında
paylaştırmasaydı…95 Roma burayla boy ölçüşemez ve kaldı ki bugünkü Paris,
Londra, Viyana [ya da] Berlin. Bu çağda bir tek Petro’nun taşıdığı Petersburg ile
kıyaslanabilir. O da yer şekilleri [bakımından, İstanbul’un] uzağındadır. İki
denizin girişini tutan, iki kıtaya da hâkim bir başkent olarak bir tek burası var.
Çin, Hindistan ya da İran’da böylesi bir konum mevcut değil. Kaldı ki, böyle bir
başkent olsun. Ne yazık ki burası Türklerin elinde, bu deniz, bu dağlar, çok
yazık! Eğer Napolyon ya da Bismark buraya sahip olsalardı, kuzeyde Rusya’ya,
güneyde deniz yoluyla İspanya – İtalya’ya [ve] dahi Cebelitarık’a, batıda(?)
Mısır’a, doğuda ise İran’a kadar ele geçirirlerdi. 96 Avrupa’nın birliği [işte] o
zaman zor olmazdı. Yazık ki burası Türklerin elinde ve onlar da çaresizlik içinde
oturuyorlar sadece. (s. 538–39).
Kang Youwei İstanbul’da gördüğü genel durumu batı ile ve kendi
ülkesiyle kıyaslıyor. Özellikle İstanbul’un jeopolitik konumundan çok
etkilendiği anlaşılıyor. Yine de atalet içindeki Türk halkının fakir halini
siyasi durumun bir göstergesi olarak düşünüyor. İstanbul hakkında tarih
95
Giray Fidan 2013 tarihli çalışmasında bu cümleye yer vermemiş. Fidan, a.g.e., s. 29. Kang
Youwei’in zihnindeki eski Roma mirası ile Avrupa’nın tek yönetim altında toplanmasına
dair düşünce paragrafın devamından çıkartılabiliyor.
96
Giray Fidan, “eğer” ruoyi 若以 ile başlayan koşul cümlesini yanlış yorumlamış. Fidan,
a.g.e., s. 29. Böyle olunca, Bismark ve Napolyon’un sanki gerçekten “etkilerini İran’a kadar
genişlettikleri” anlamı çıkıyor ve haliyle paragraf da, “Avrupayı bir araya getirmek bu kadar
zor mudur?” diyen anlamsız bir soru cümlesiyle son buluyor.
144
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
bilgisine sahip olduğu görülen Kang Youwei, İstanbul’un fethedildiği tarihi
yanlış veriyor. O günlerin siyasi durumunu özetleyerek sözü kendi ülkesine
ve Batı emperyalizmine getiriyor:
İngiltere – Fransa iki tırpan gibi! Birdenbire öfkem (Çin’e) Doğu Denizi’ne
taşıyor ve ardından felaketler, hastalıklar. Ne kadar uzak olursa olsun şu
Karadeniz, Luoyang’ın çanlarıyla birlikte titriyor. Elinde kılıç önce kim şiir
dizerse ben ona tabiyim.97
Rus tehdidi Osmanlı için olduğu kadar, artık son nefesini veren Asya’nın
hasta adamı Çin için de bir korku kaynağıdır; Rusya’nın genişleme politikaları
Çin’in içinde bulunduğu karmaşada ancak Japonya’nın varlığıyla
dengelenebilmektedir. İngiltere ve Fransa onun gözünde çok güçlü ve korkunç
emperyalist ülkeler olarak beliriyor. Batı emperyalizmi pek çok doğulu aydının
zihninde olduğu gibi onda da duygusal geliş gidişlere sebep olurken bir yanda
Batıya duyduğu hayranlık diğer yanda aidiyet hissettiği Asya, en ufak bir umudu
dahi yücelterek ifade etmesine neden oluyor. Ancak duygusal yaklaşımlarını bir
kenara bıraktığında yansız bir gözlemci gibi gördüklerini anlatmaya koyuluyor.
Bir buçukta İstanbul’a ulaştık, deniz kıyısı boyunca her yer yemyeşil, her
tarafta evler var; yerin adı Yeni Maha(lle?). Merkezden yedi İngiliz mili
uzaklıkta. Avrupa tarzı konaklar yer alıyor burada, cam pencereli, üç-dört katlı
evler. İngiltere, Amerika ve Hollanda sefaretlerinin yazlıkları hep burada yer
alıyor”.98
Kang Youwei’in hatıratının başlarında İstanbul’un büyüklüğünden ve
görkeminden söz ediyor. Bunun yanında zindanlar, başıboş sokak köpekleri,
(538) evlerin yıkık dökük oluşu; şehirdeki düzensiz ve çirkin görüntüyü on
yıl önce ayrıldığı Pekin’e benzetiyor ve ekliyor; “Avrupalılar bu ülkeyi
Çin’le kıyaslıyorlar, [bu gördüklerimden sonra] bu bana çok doğal
görünüyor” (538). Şehrin pisliği ve sokakların çamur içinde oluşu üzerine bir
çözümleme bile yapıyor. Belediyelerin çalışmadığını, yerel idarenin
gelişmemiş olduğunu, vergilerin yüksek oluşuna rağmen hizmet
sağlanmadığından dem vuruyor. (538–9). Ona göre bunun birkaç sebebi var;
halkın çöpleri sokağa rastgele bırakması, köpeklerin çöpleri dağıtması ve
belediyelerin çöpleri düzenli toplamaması. Halkla yöneticilerin arasında
uçurum olduğunu ve değişim ve reform isteyenlerin ellerinde güç olmadığını
söylüyor. Osmanlı’nın Avrupa’ya yakın olmasına rağmen reform konusunda
başarısızlığını düşündüğünü söylediği kısımda yine dönemin Çin
yönetimiyle benzerlikler kuruyor. Batılıların her iki ülkede de hukuken ülke
dışı sayılma ayrıcalıklarına, işledikleri suçlarda cezadan muaf oluşlarından
97
98
Kang, a.g.e., s. 537.
Kang, a.g.e., s. 537.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
145
GÜRHAN KIRİLEN
söz ediyor. “Türkler” diyor, “ hep askeri güçleri ve savaşçılıklarıyla
övünüyorlar, her karşılaştığınız insan bundan bahsediyor” (539). İnsan
ilişkilerinin düzensiz ve kaba olduğunu dile getirerek, insana pek değer
verilmediğinden hareketle şöyle söylüyor; “bu vaziyete bakınca reform olsa
ne olmasa ne diye düşünmeden kendimi alamıyorum” (539 vd.).
Polis merkezini gezip gördüm; binanın içi dışı pislik içinde, yıkık dökük,
[memurlar] boş boş oturuyor, gülüşüp sohbet ediyorlar, tütün içip havadan sudan
konuşuyorlar sadece. Elleri silahlı zabitler devriyedeler var ama neye yarar ki?
Yollardaki polisler bir olayla karşılaştıklarında, [sadece] para karşılığında ilgi
gösteriyor.”99
On yıldır, ülkede okulların tamamı Fransız tarzında eğitim veriyor, okul
ücretini mutlaka alıyorlar. Dersliklerde uzun sıralar mevcut, derslere göre sınıflar
ayrılmış, haritalar duvarlara asılmış, kara tahtalar var. Bir okulu gezdim, 160
öğrenci varmış, yazın iki ay tatil yapıyorlarmış. Yüksekokullar iki katlı, [yaz
tatili olduğu için?] öğrenciler pek az, hukuktan başka diğer bölümlerde yalnızca
200 öğrenci mevcutmuş. Eğitimde [temel olarak] dört kürsü var; hukuk,
askeriye, tıbbiye ve mühendislik. Felsefe ve din bilimleri yok, mühendislik iki
[yıl], tıbbiye üç. Hukuk, felsefe, edebiyat ve yabancı dil bir arada. Bir de askeri
eğitim ortak, asker için ayrı okul kurulmuyor, aynı okula ek [yapılıyor; bu
durum] yalnız bu memlekette böyle, [okulların] az sayıda oluşu [üzerinde]
düşünülmeyi hak ediyor. Avrupa’nın ileri yönlerini Türkler sanki bilmiyor gibi.
Sanayi ve ticaret okulunu gezdiğimde [şunları gördüm]; yaşları on ila yirmi
arasında değişen 350 öğrencisi vardı, eğitim sistemi; ders ortamı birkaç tezgâh,
ayakkabı ve gömlekten ibaret, basitliği görülebiliyordu. Fakat yatakhane ve
yemekhane son derece düzenli ve temizdi, yıllık ücreti 45000 kuruş100. Bütün
ülkede [aşağı yukarı] böyleymiş, toplam 25 okul varmış. Bütün okulların binaları
[çok] katlı ve büyük, Avrupa tarzı masa ve sandalyeler, sair araçlar ve yerlerde
halı yok; biraz kaba görünüyor, bu yüzden ihtiyaçlardan söz etmeden olmuyor,
[okulun] müdürü, Çinlilerin buraya nadiren geldiklerini söyleyerek çok saygılı
bir rehberi [bana eşlik etmesi için] görevlendirdi. [Pek az Çinli gördükleri için]
Türkler genellikle bana karşı ilgililer, okulda da böyleydi, yaklaşmaya, etrafımı
sarıp dokunmaya çalışanlar oldu.101
Türkler, yabancı dil deyince Fransızca anlıyor. Dil ve yazıda Fransızları
izliyorlar ve haliyle de siyasette de Fransızları dinliyorlar. Türkiye’de Fransızca
bilmeyen yabancılar adeta kör oluyor. Fakat Fransızlar, İngiliz ve Almanlar gibi
siyasette gelişmiş değil, bir tek devrim konusunda fazlaca konuşuyorlar.
Türklerin bu kuşağı padişahın [istibdadı] altında ezildikleri için Fransız
devrimini anlatıp duruyorlar, [bu hareketi] kendilerine rehber olarak görüyorlar,
99
Kang, a.g.e., s. 537.
Kang Youwei’in seyahatname içinde kullandığı para birimi “biyashida”nın hangi ifadenin
karşılığı olduğunu bulamadık ancak diğer birimlerle verdiği karşılaştırmada bunun kuruş
karşılığı yazılmış olduğu anlaşılıyor.
101
Kang, a.g.e., s. 548.
100
146
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
ama bir şey elde ettikleri de söylenemez. Yürekleri kabardığında atıp tutuyorlar,
bugün anayasa getirdiklerini söylüyorlar fakat bu huzur bulabilecekleri anlamına
gelmiyor.102
Bir reformcu olarak Kang Youwei’in kendi tecrübeleri ve başından geçen
olaylar, geleneksel toplumlarda siyasetin işleyişiyle ilgili karamsar bir bakışa
sahip olmasına sebep olmuş görünmektedir. Osmanlı başkentinde tanık
olduğu güncel olaylar, reform ve değişim fikirlerini yalnızca toplumsal ve
kültürel zeminde düşündüğü izlenimini vermektedir. Bu noktada Osmanlı’ya
ilişkin olarak bir hayal kırıklığı içinde olduğu düşünülebilir, zira
“Avrupa’nın hasta adamı”, gündelik yaşama ve halkın genel psikolojik
durumu üzerine gözlemleri ve edindiği intibadan anlaşıldığı oranda, hiç de
iyileşecek gibi görünmemektedir. Kendisinin bir “devrimci” olmadığı,
aksine eski düzeni ihya ile devamı yönünde çalışan bir “monarşist” olduğunu
akla getirirsek, Asya’da geleneksel değerleri savunabilecek hiçbir ülkenin
kalmadığı fikrine odaklandığını varsayabiliriz. Bunun yanında, yıllar
boyunca Asya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerini görmüş olan bir
“reformcunun” gözlüğüyle, Türkiye’de saltanatın son demlerinde oluşuyla
Çin’deki Mançu hanedanının benzer biçimde son nefesini veriyor olduğu
gerçeği, Kang Youwei’in duygusal tema ve çıkışlarına anlam yüklemektedir.
Başkentte dolaşırken gördüklerim hep batı tarzı kıyafetlerdi. Sultandan
sıradan insanlara kadar hep aynı giyiniyorlardı. Sadece başlarındaki fesleri
sayesinde inançlarını gösteriyorlar; yollarda göz alabildiğine kırmızı fesler
görünüyor, bunun dışında görünümleri Avrupa’yla farksızdı. Bir tek İstanbul
şehir merkezindeki fakir fukara eski kıyafetler içindeler. Sarılı-kırmızılı eski
kıyafetler Moğol şamanlarını andırıyor. Uzun kıyafetlerse Çin’deki gibi [ve]
Müslümanların kıyafetleri de bizim Xinjiang’dakilerle aynı. Ev eşyalarına
gelince saray ve bütün zenginler Avrupa tarzı kullanıyor. Türklerin eski âdeti,
yerde bağdaş kurarak oturmak; örtü serip üzerine küçük bir masa koyuyorlar.
İran ve Hindistan’daki gibi; yalnız bu adet ve araç gerecin on yıl önce
değiştirildiği söyleniyor. Türklerin askeriye ve okulları, kıyafetleri, polis teşkilatı
hep Avrupalı ama fakirlik, kirlilik ve düzensizlik yabancıların zulmüne, işgaline
ve hor görmesine işte bunlar sebep. Şimdi ıslahatçıların bütün o talepleri ya da
alt sınıfların kıyafet devrimi olsa ne faydası olur ki! Bu da üzerinde düşünülmesi
gereken bir sorun. İstanbul, köprüyü [Galata] geçince başlıyor, bir tepeye yaslı
ve denize nazır, tamamı Türk evleri; Eski Saray da burada; [padişahların] eski
sarayı [Topkapı] denize nazır. Ayasofya, Süleymaniye gibi büyük ibadethaneler,
zindanlar, polis merkezi, okullar, müze, çarşı pazar ve bütün eski kalıntılarla
Türklerin ve diğerlerinin evleri hep İstanbul’da. Bu yüzden [bu bölge] Türk adet
ve geleneklerini gözlemlemek için birebir, burası mutlaka iyice izlenmeli ve
gezilmeli, yoksa Türkiye’ye gelinmiş sayılmaz.
102
Kang, a.g.e., s. 544-45.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
147
GÜRHAN KIRİLEN
Saray[burnu]’nda yollar pislik içinde, insanlar avare dolaşıyor, dilenip [boş
boş] etrafa bakınıyorlar, ibadethanelerin önlerinde çokça uyuklayan köpek var,
[insanın] paçalarına dolanıyorlar. 103 Ana caddelerde eski eşyalar sergileniyor,
[alınıp] satılıyor, insanlar dağınık [öbekler halinde] oturup şarkı-türkü söylüyor,
fal bakıp tütün içiyorlar. Pekin’in eski halleriyle neredeyse aynı; çarşılarının
boyutlarıyla dar sokaklarındaysa bir Hindistan havası var.
Çarşılara “pazar” diyorlar; bu çarşının adı Yeşil104 tek başına küçük bir kent
gibi; üstü kapalı fakat ışık ve hava almıyor, bu yüzden kuytu bir zindan
(cehennem) gibi kapkaranlık. 140 yıl önce yapılmış (üzeri örtülmüş), on küsur
kapısıyla onlarca sokaktan oluşuyor, içeri girince [insanın gözleri karanlığa]
hemen alışamıyor, [sağlı sollu] sıralı tezgâhlar bulunuyor. [Bir dükkânda]
derman satan bir eczacı, dipte yüksek bir [sedirde] oturuyor, ilaçlar arkasında
dizili. Pirinç tüccarının arkasında pirinç çuvalları [üst üste] yığılmış duruyor,
[bütün dükkân sahipleri] oturuyorlar, tamamı böyle. [Ama] Çin’deki gibi
çorba 105 satanlar da var. Buradaki tüccarların çoğu zengin tüccarlarmış, her çeşit
mal bulunabiliyor burada ve [bu tüccarların] cukkaları sağlam. [Dükkânlardaki]
düzen [hemen hemen hep] aynı. Fakat bir dünya haritası sordum, [işte] o yoktu,
bütün dükkânlar [yalnızca] Türklerin kullandığı malları satıyor. Buranın sadece
alışveriş için kurulduğunu anlıyorum; zaten Avrupa’da da yiyecekler, pazarlar,
büyük mağazalar bu usulde, bütün tüccarların mallarını getirdiği bir yer burası.
[Fakat] kapkaranlık, insan nefesinden dolayı havasız; biraz gezdikten sonra
hemen burnum tıkandı, Avrupalıların gülüp, hor gördüğü kadar var.
Geceleri yollar yayalara kapalı ve caddelerde ışık yok; at arabasıyla gece
dönmek [zorunda kalınca vaziyet] hiç de elverişli değil. Fransa ve Amerika’nın
gece pazarlarını gördükten sonra, nerede o şaşaa [o] kalabalık; uygarlık ve
yabanlık arasındaki fark kendini böyle gösteriyor. Bizim memleketle buranın
benzerlikleri çok (s. 542)106.
İstanbul’da köprüyü geçince hemen yakında Konstantin[apol] yer alıyor.
Dikilitaş toplam yedi kısım, her biri [yaklaşık] beş arşın uzunluğunda; sütun
kaidesi kulelerde olduğu gibi iki kat; eskiden [sütun] başında altın bir tanrı
103
Kang, a.g.e., s. 553.
Kang Youwei’in tam olarak nereden bahsettiği anlaşılamamaktadır. Çince metinde Yi-xielu heceleriyle bir ses karşılığı verilmiştir; bu ise olasılıkla “yeşil” sözcüğüdür. Öte yandan
anlatımdan anlaşıldığı kadarıyla burası Kapalı Çarşı’dır, nitekim Kang Youwei çarşının
“140 yıl önce üzerinin yapıldığını (onarıldığını)” söylemektedir. Bu da aşağı yukarı Kapalı
Çarşı’nın 1750 yangınından sonra onarıldığı tarihlere işaret etmektedir.
105
Çorba ile karşıladığımız zhou, sabah yenilen tatsız bir tür aşure.
106
Kang Youwei Amerika ve Avrupa’da gördükleriyle İstanbul’u karşılaştırıyor. Giray Fidan
2013 tarihli çalışmasının 38. sayfasında bir dilbilgisi yapısını yanlış yorumlamış: “…bu
oldukça zordur, Fransa ve Amerika’nın ürünlerini satan gece pazarları ise…” sözleriyle
devam eden cümleciğin başında yer alan “以视 daha önce gördüğüm” anlamıyla bir sonraki
104
cümlecikteki “ 何 其 闹 nerede o şaşaa ve kalabalık” ile bağlantılıdır. Fidan’ın yorumu
İstanbul’da gece açılan ve Fransız-Amerikan mallarını satan pazarların bulunduğu
yönündedir. Oysa yukarıdaki dilbilgisi yapısı bu yoruma izin vermez.
148
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
heykeli varmış, yıldırım düşmüş de harap olmuş; bu iki bin yıllık bir nesne.
Konstantin’in mezarı Dikilitaşın yakınında, bugün artık tamamen yıkılmış
durumda, Konstantin’i öldüren hadımın mezarı da bu yığının içinde, ama burası
pek düzenli [ve] halk burada mum yakıp [dua etmekte]. 107 Söylenene göre
Konstantin buradaki halka zulüm ettiği için katledilmiş, insanlar bu yüzden katili
anıyorlarmış. Saray, ibadethane, kutsal anıtlar ve eski eserlerin hepsi, İstanbul’un
denize yakın yerinde. Eski Roma sarayı tepeye yaslı denize nazır ve pek büyük;
Ayasofya’nın arkası şimdi yaşlı ağaçlardan bir koru içinde bizim Meishan otlağı
gibi, ama kalıntıları baki ve eski saray mevcut. Bizim Changan’ın şehir
[kalıntılarından] daha diri; Han ve Tang dönemi anıtmezarları [da dâhil] hepsinin
ötesinde. Şehir surları Çin’deki gibi, kilometrelerce dolanıyor. Adalet sarayı
surların dışında ve çok büyük; Türk devlet dairelerinin en büyüğü, askeriye
binalarıyla kıyaslanabilir. Şehir kapısı dışında çeşme yer alıyor. 160 yıllık ve
Sultan III Ahmet tarafından yaptırılmış… …Müslümanlar uzun gri başlıkları ve
siyah cübbeleriyle görünüyor. Buradaki kapının ardında saray var; üst tarafı
şimdi hazine dairesi olarak kullanılıyor. Sultan, sarayında oturuyor ve pek dışarı
çıkmıyor, yılda bir kez buraya gelip hazineyi görüyor. Gümüş sikkeler de burada
basılıyor. [Sultan] geldiğinde beraberinde binlerce atlı oluyormuş, [etraftan onu
görmeye gelen] halksa bulutlar gibi toplanıyor. 600 yüzyıllık ağaçlar var
[burada], kapının iki yanında iki taş yer alıyor, büyük memurlardan suç
işleyenlerin cezası burada veriliyormuş, başları bu taşlarda sergilenirmiş, bir olay
olduğunda nasıl [bir görüntü] oluştuğunu düşünebiliyorum. Saraya girince
kapının arkasında 100 fersah çimenlik uzanıyor. [Burada da] Konstantin
tarafından yapılan bir kilise var (Aya İrini)… …bahçe içinde eski Müslüman
âlimlerinden (Sahabe?) birinin mezarı, [bu bina] 1700 yıllık bir eser. Kocaman
üç katlı, sarıya boyanmış; para dairesi [darphane] burada yer alıyor. Biraz ileride
600 yüzyıllık ağaç(lar) var. İlerisinde beyaz renkli saray, iki kuleli ve beş kapısı
bulunuyor, iki fersah çevresi duvarla kuşatılmış, eski Roma ve Türklerin
hükümdarları hep burada yaşamış; bu, en eski olan [yapı]. Şimdi burada eski
padişahın haremi yaşıyormuş, haremağaları tarafından korunuyorlarmış. Şimdiki
padişah başka yerde [yaşıyor]; Avrupa tarzında yeni bir saray yaptırmış ve orada
oturuyor. Haremağaları [Afrikalı] siyah adamlardan seçiliyor, kendi halkını
hadım etmeyi tercih etmiyorlar bu konuda bizimkilerden ilerdeler.108
Kang Youwei seyahatnamesinin 541 ila 550inci sayfaları arasında
İstanbul’un tarihi mekânlarını anlatmaya devam ediyor. Büyük olasılıkla
bugünkü Harbiye Askeri Müze’yi görmüş ve bu binaların en büyük yapılar
arasında olduğunu dile getiriyor.109 Bunun yanında gezip gördüğü yerlerin
adlarını nadiren zikrediyor, bu durum Türkçe adların telaffuzunu pek
anlamadığını ya da önemsemediğini gösteriyor. Fakat tanık olduğu manzara
ve olaylar karşısında Çin ile karşılaştırma yapmaktan kendini alamıyor.
107
Buradaki ifade Giray Fidan’ın çevirisine göre düzeltilmiştir.
Kang, a.g.e., p. 552.
109
Kang, a.g.e., p. 541.
108
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
149
GÜRHAN KIRİLEN
Örneğin sokaklarda gördüğü fakir halkın durumunu Pekin ile aynı görüyor.
Bunun yanında Avrupa ile yaptığı karşılaştırma da zaman zaman
belirginleşiyor; on yıl kadar önce kıyafet değişikliği yapıldığını ancak bunun
reform için yeterli olmadığını dile getiriyor, alışkanlıkları değiştirmenin
kolay olmadığını vurguluyor. “Bugün meşrutiyetin ilan edildiği gün” diyor
“bu yüzden hapishanenin önü ana baba günü, [padişahım] çok yaşa diye
bağıranlarla dolu. [ama] Suçu ağır olup salıverilmeyenlerin yakınları da
hapishanenin kapısında toplanmış içerideki yakınlarının salıverilmesini
istiyorlar.”110
Seyahatname’nin 550 ve 551inci sayfalarında Kang Youwei’in Şark
Eserleri Müzesi’ni ziyaret etmiş olduğunu okuyoruz. “Türklerin eski kılık
kıyafetleri bizimkilere çok benziyor” diyen Kang Youwei gördüğü eski
kaftan ve dekoratif ürünlerden hareketle eski devlet memurlarının
kıyafetlerinin uzun bir tasvirini yapıyor. Verdiği detaylar arasında özellikle
kaftan uzunlukları ve renkleri nedense ayrı bir önem arz ediyor. Bir sonraki
sayfada Kang Youwei’in Abdülhamit’ten söz ettiğini görüyoruz.
Sultan, sarayından nadiren çıkıyor, belki yılda bir kez. Bugün anayasanın ilan
edildiği gün, o yüzden halkını selamlamak istiyor. Camiye [padişahı görmeye]
ben de gittim (29 Temmuz 1908). Çok kalabalıktı. Pek çok inzibat vardı fakat
yeni anayasadan sebep halkı serbest bırakıyorlardı. Küçük kazalar yüzünden bu
olayın [gölgelenmesini ve] halkın itimadını kaybetmek istemiyorlar, sadece sözle
ihtar ediyorlardı. Toplananlar bu şekilde gittikçe daha da kalabalıklaşıyor,
ilerledikçe ilerliyorlardı, [sonunda] yüklenip sarayın kapısına ulaştıklarında
zabitler ne yapacaklarını bilemiyordu; [kalabalık] bir kez daha yüklendi ve dış
parmaklıkları yıktılar. Kimileri parmaklıkların üzerinden, kimileri ağaçlara
çıkmış seyrediyordu; itiş kakış yavaş yavaş ön bahçeye girdiler. Atlı zabitler dahi
kalabalığı durduramıyordu; memurların ve saray muhafızlarının bulunduğu
yerde, sarayın ikinci kapısına doğru sıkışmaktaydılar, zabitler, halkı tatlı dille
kontrol altında tutmaya çalışırken askerler birkaç kez hükümdarın arabasına yol
açmak için sıra oluşturmaya çalıştılar, biraz mesafe açılmalıydı ki halk geri
tutulabilsin; bu da doğaldı. Polis bu şekilde halkı korkuturken, arka taraftan [olay
çıkaranlar] olabilir diye de korkuluyordu, Türk paşalarından on altısı buradaydı.
Sultan dışarı nadiren çıktığından bugün heryer çok kalabalıktı; dört ülkenin
resmi elçileri ve yabancılar da onu görmeye gelmişlerdi. Bir zaman sonra ben de
bir fırsatını bulup rütbelilerin arasına karıştım, muhafızlar, paşalar ve memurlarla
birlikte ikinci sarayda(?) durdum. Paşalar, altın işlemeli ceket yenleri, apoletleri
ve kılıçlarıyla batı tarzı giyinmişlerdi, [Türklerin] kendine has [geleneksel] bir
görüntüsü yoktu. Bu yenileşme hareketinde batı hayranlığı son safhadaydı.
Muhafız komutanlarından [yanımıza] gelerek el sıkan, tokalaşanlar oldu, diğer
memurlar da keza aynı şekilde. Bu saray memurları ve muhafızlarının sayısı
yirmi-otuz kadardı, etrafı kolaçan edip yerlerine döndüler. İki sıra halinde askeri
110
Kang, a.g.e., p. 542.
150
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
birlik, on küsur süvariden oluşan atlı birliği de düzenliydi. Neden sonra, sarayın
ana kapısından üç siyah araba çıktı, her birinde üçer kişi vardı ve arabaları ikişer
at çekiyordu. [Padişahın] hareminin yüzleri beyaz peçeyle örtülüydü. Sultan dört
atın çektiği bir arabaya bindi ve altın kapıdan çıktı. O çıkarken harem de dâhil
olmak üzere herkes baş eğip ellerine alınlarına götürerek Sultanı selamladı…
Memurlar ve orada bulunan ahali feslerini ve şapkalarını çıkararak selam
durdular, [bu sırada] “çok yaşa” diye bağırıyorlar, [yeri] göğü inletiyorlardı;
Sultan ayağa kalkarak halkı başıyla selamladı.
62 yaşındaki Sultan aksakallı [biri], kırmızı fesi [dışında] giyimi Avrupa
tarzı; siyah bir frak ve belinde kılıcı olduğu halde camiye girdi. [Ardından] çörek
ve limonata ikram ettiler; halk [ikram edilenleri] kapıştı, bu sırada ben de
nasibimi aldım. [Padişahın] çevresindeki memurları pek azdı; [bu] güç gösterisi
töreni de sadeydi; şimdi bunları görünce binlerce atlının [eşlik ettiği] benim
ülkemin törenleriyle kıyaslanamaz olduğunu gördüm. Eskiden Türk saltanatının
muhteşem olduğunu düşünürdüm, bugün gördüklerimden sonra hanedanın
bizimkiyle kıyaslanamayacağını anladım. Sultan nadiren dışarı çıkar, “yirmi bin
muhafız askeri var” demişlerdi; gerçekten öyle mi diye [şüpheye düştüm], yoksa
şimdilerde [muhafızlarının] sayısı mı azaldı acaba? Kuzey Avrupalı krallar ve
eşleriyle karşılaştırırsak, [onlar] gündelik kıyafetleri, ellerinde bastonlarıyla
sokakları, çarşı ve pazarları geziyor, halkla [konuşup] çocukları seviyorlar;
Danimarka’da, İsveç’te [kralları] sokakta görmüşlüğüm var; Yunan Kralı ve
Adalet Bakanı’nın birlikte gezdiklerini görmüştüm, Portekiz’de [aynı şekilde]…
…Türk Sultan’ını ise doğunun azametli ve saygın bir hükümdarı olarak
düşünürdüm; [oysa] bu günlerde hükümdarın gücü azalmış, [eşlik edecek] atlı
arabalı birlikler de mi azalıp kalmamış [acaba?]; Çin’de de gelenekler zayıflıyor:
Bu gördüklerimden hareketle kısa bir çıkarım yapabilirim; dünya üzerindeki
[törensel ve manevi] gösteriler [artık] tamamen tükeniyor… (562 vd.).
Kang Youwei’in aklındaki “doğu imgesi” daha gösterişli ve azametli bir
tören umut ettiğine işaret etmektedir. Törenlerin sadeliği karşısında
şaşkınlığını gizlemeyen Kang Youwei bu durumun kültürel bir farklılıktan,
özellikle dini etkiden kaynaklandığını göremiyor. Batının eşitlikçi
bireyselliği ve gündelik yaşamda halk arasında görülen kralları ile Çin’in
adeta tanrılaştırılmış hükümdarlarının verdiği görüntü arasında, batının sade
muaşereti ile Çin’in son derece hiyerarşikleşmiş ve sonu gelmez törenlerini
karşılaştırmakta. Bunların arasında bir doğu ülkesi olarak gördüğü
Osmanlı’nın da azamet ve kudretini törenler vasıtasıyla sergileyeceğine dair
bir inanca sahip olmakta hatta bunu beklemektedir. Oysa dini gerekçeler bile
düşünüldüğünde Osmanlı saray törenlerinin o kadar uzun ve karmaşık
olmayacağı görülebilir. Ama Kang Youwei anayasanın ilanında gördüğü
sadeliği geleneklerin zayıflığına bağlamaktadır.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
151
GÜRHAN KIRİLEN
…Türkiye eskiden beri sultanlıkla yönetilen bir ülkedir. 1908 yılı, altıncı ayın
29’unda (24 Temmuz 1908)111 ansızın bir fermanla, eskiden ilan edilmiş olan
anayasayı tekrar yürürlüğe koyuyorlar. Ekim’in 14ünde de meclisin
toplanacağını duyurdular. Anayasanın ilan edildiği o gün ben de
İstanbul’daydım; [zaten] yoldayken bu haberi işitmiştim, gazetelerden
kutlamaları ve duyulan heyecanı okumuştum. Başkentte on beş gündür flamalar
ve bayraklar caddeleri donatıyor, davullar, halaylar, [içki] içenler, şarkı
söyleyenler ve “çok yaşa!” nidalarının gece-gündüz ardı arkası kesilmiyor.
Bütün yollar, bahçeler, devlet daireleri ve açık alanlar bu halde; büyük bir
saadete kavuşulmuş gibi adeta. [Fakat] bu anayasa olayı üç gün içinde ortaya
çıktı; meclisin toplanma [kararı] da üç günlük bir iş, dünya üzerinde bu işi bu
kadar hızlı bir şekilde yapabilen başka ülke yok. [Bu yüzden] herkes şaşkınlık
içerisinde. [Ama aslında bu] anayasa, [Kırım Savaşı’nda] Rusya’nın
yenilmesinden [sonraki dönemde], bundan 30 yıl önce, bilge sadrazam Ahmet
Şefik tarafından yürürlüğe konmuştu. Şimdiki Padişah tahta çıktığında bu
durumdan hoşlanmamış, Ahmet Şefiği sürerek anayasayı lağvetmişti.
Taraftarlarını baskı altına almış, reform yanlılarını da kovmuş, Avrupa’yla
bağlantısı olanlara yasaklar getirmişti. [Padişah] anayasa ve halk egemenliği
[fikirlerine] son derece karşıydı, böylece kimse bu [konuda] konuşamaz hale
gelmişti. 30 yıl boyunca halk reform yapılmasını bekledi ama gelenekçi Sultan
yenilikçilere hiç itibar etmedi. Meclisi açmak bir yana, anayasa da [tekrar]
oluşturulamadı. Sonra halk [sadece] üç gün (kısa bir süre) baş kaldırdı ve
anayasanın ilanı birden kararlaştırılıverdi. Dünyanın en garip olayıdır bu.
Yolda karşılaştığım kişiler Niyazi adında bir subayın Arnavut bölgesinden üç
bin kişilik on manga askerle birlikte dağa çıkarak anayasanın ilanını istediklerini
ve yemin ettiklerini anlattılar. Sultan bu duruma çok sinirlenmiş, muhafız
alayından sekiz bin askeri üzerlerine göndermiş. Bu askerler sonradan taraf
değiştirmiş ve saraya bir telgraf çekerek Niyazi Bey’in isyan etmek niyetinde
olmadığını, hükümdarımızdan anayasayı ilan ederek meclisi toplamasını
istediğini, kendilerinin de onunla aynı fikirde olduklarını, [bu yüzden]
kendilerine verilen emri uygulamayacaklarını söyleyerek anayasa ve meclis
taleplerini iletmişler. Sultan bu [kez] daha çok sinirlenmiş, ertesi gün 20 bin
kişilik [başka] bir kuvveti üzerlerine göndermiş; bunlar da daha öncekiler gibi
[taraf değiştirmişler] ve bu sefer Sultan korkuya kapılmış. [Onlar da, öncekiler
gibi] meclisin açılmasını ve anayasanın ilanını talep etmişler. [Sultan] onları
bastırması için [bu sefer] 200 bin kişilik Makedonya ve Arap (?) birliklerini
görevlendirmiş, bunlar ordunun en seçkin askerleriymiş. Onlarda [emre karşı
gelip] aynı taleplerde bulununca, Padişah bakanlarını toplamış ve durumu
danışmış, [bakanlar] padişahın önünde diz çöküp yalvarmışlar; “bütün dünya
ülkelerinin meclisleri, anayasaları var, bir tek bizim yok; önceden ilan etmiştik
ama sonra rafa kaldırdık, bu yüzden [aradan geçen zamanda] halkın öfkesi
birikti” demişler. Padişah hiçbir karşılık vermemiş; daha sonra komutanlara
danışmış, onlar da aynı şekilde konuşmuş; [en sonunda] saray efradından da aynı
111
Tarihlendirme konusunda bakınız. Fidan., a.g.e.
152
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
tepkiyi gören Sultan ağlayarak kendi elinden bir emirname kaleme almış ve
meclisin açılacağını duyurmuş. Hükümetteki bakanları çağırtarak; “anayasanın
yürürlüğe koyulmasına ve meclisin açılmasına karar verdim; derhal duyurulsun
ve halk teskin edilsin” demiş. Hemen haber duyurulmuş, Niyazi Bey
durdurulmuş ve kutlamalar düzenlenip yer-gök çok yaşa [nidalarıyla] inletilmiş.
[Sokaklardaki] Gösterilerde, [koskoca] Osmanlı Padişahının resmiyle [sadece] 8.
dereceden bir subay olan Niyazi Beyin resimleri [yan yana] bayrak edilerek iki
hafta boyunca [sokaklarda dolaştırılmış]. Milyonlarca(?) bildiri basılmış;
resimler evlere bile asılmış.
[Kolağası] Niyazi [Bey] 33 yaşında, güçlü ve istisnai bir kişilik; böylece
memlekette kahraman ilan edilmiş, söylev ve nutuklarda [adı yüceltilmiş] adeta
kutsallaştırılmış. Hüseyin adında bir paşa [ile tanıştım]; eski hariciye nazırının
oğlu, teyzesi de haremde bir hatun, paşalık makamı babasından kalmış
kendisine.112 Bu paşanın geniş bahçeli çok büyük bir konağı var, [bahçe içindeki]
evler ve çevre düzenlemesi Avrupa’dakiler gibi çok gösterişli. Niyazi Bey’i
tanıyormuş, kendisine, beni onunla tanıştırıp tanıştıramayacağını sordum,
Hüseyin Paşa; “Bu iş Niyazi Bey’in başarısı değil sadece, ancak113 bizim Genç
Türklerin tamamının gayreti var. Bizim Parti, Ahmet Şefik’in yurt dışına
gönderilmesinden sonra tahkikatlardan ve kovuşturmalardan yorgun düşüp
Avrupa’ya dağılmıştı. Sürekli olarak kitaplar ve gazetelerle halkı uyandırdık;
halk, olayların gerçek yüzü hakkında günden güne aydınlatıldı ve partimize
katılan, destek verenlerin sayısı da her geçen gün daha da çoğaldı. Yakın
dönemde partimize, bakanlar ve paşalar da katıldılar. Velev ki, Sultanın baskısı
ve gücü son safhadaydı; anayasasız ve meclissiz ülkeyi kurtarmak mümkün
görünmüyordu ve ordunun ayaklanmada gözü yoktu. Partililer, subayları
örgütledi ancak cülus dağıtılmalıydı. Bu yüzden [bizi destekleyen] her hane
iflasları pahasına para topladılar; 400 bin pound bir araya getirildi. Subaylar [ile]
112
“Hüseyin”in ses çevirimi olduğu anlaşılan “Wu sanyi” büyük olasılıkla, İtalya sefiri
Mustafa Reşid Paşa’nın oğlu Hüseyin Şefik’tir. Fakat Kang Youwei’in “eski hariciye
nazırı” dediği Mustafa Reşid Paşa, hariciyede çeşitli görevler yüklenmiş olmakla birlikte
1908’de henüz “nazırlık” yapmamıştır. Bu durum karışıklık yaratmaktadır. Diğer yandan
“Hüseyin Hilmi Paşa” olasılığını Giray Fidan gündeme getirmiştir. Ancak Midilli doğumlu
Hüseyin Hilmi Paşa’nın, ticaretle uğraşan babasının eski hariciye nazırı olma olasılığı yok
gibi.
113
Fidan, a.g.e., s. 81’de naiwu 乃吾…ifadesi içindeki nai2’ın “ancak 才” anlamı göz ardı
edilmiş ve devam eden paragraf “benim ve bizim Jön Türkler partisinin…” şeklinde
çevirmiş. Oysa Çince sözdizimi naiwu 乃吾 ile “ben ve bizim” anlamına izin vermez, aksine
“ 乃 nai2” ardından gelen cümleye “böylece”, “ancak-bilakis” gibi bağlayıcı bir işlevle
anlam verir. Böyle olunca Giray Fidan’ın, Hüseyin Paşa’ya biçtiği bu paye, s. 82’de
“…Aslında olayların arkasında gizlice işleri yönlendiren kişi bendim…” ifadesinde yeniden
gündeme geliyor. Oysa bu cümlede de özne “bakanlara, harem [kadınlarına ve] muhafız
komutanlarına kadar…” olmalıdır. Hüseyin Paşa’nın hürriyet hareketini desteklediği ve
kendini “Yeni Parti” içinde gördüğü aşikâr olmakla birlikte kendisinin “hareketin başındaki
kişi” olduğu kanısı bu paragraftan çıkarılmamalıdır. Zira bağlama bakıldığında da Hüseyin
Paşa’nın bunu özellikle vurguladığı görülebilmektedir.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
153
GÜRHAN KIRİLEN
saray ahalisi [arasında] gizlice ilişkiler kuruldu; bakanlara, harem [kadınlarına
ve] muhafız komutanlarına kadar bu işleri gizli gizli yürüttüler. İşin kalbiyse
Kolağası Niyazi Bey’in dağa çıkmasıydı; sonra bütün memlekete telgraflar
çekildi hep beraber harekete geçildi. Sultan korkuya kapıldı [ve böylece]
anayasanın ilanı duyuruldu. Bu, parti mensuplarının 30 yıl boyunca, ailelerinin
acıyla yıkımı [ve] iflası pahasına, zorluklar içinde yürüttüğü çalışmaların
[sonucundaki bir] kazanımdır; Niyazi Bey sadece işin başını çekmiştir, seçkin
ailelere [mensup] partililer bu olayda adlarını duyurmamışlardır; [bu başarı
sadece] Niyazi Bey’e ait değildir.” Birden bire [zihnimde] bir ışık yandı;
[Hüseyin] partililerinin azmini ve geçmişini methetmişti, bu sayede elde ettikleri
kazanıma diyecek bir söz kalmıyor. Bu [olay] Chen Ping’in kırk bin altın
dağıtıp114 kadınları kullanmasına benziyor. Tam da “karmaşa çağının” tipik bir
olayı. Yoldaşlarımla beraber ben de memleketimde anayasa için mücadele ettim
ama bugünden bakınca hiçbir şey beceremediğimizi görüyorum, Türklerin
önünde utanıyorum.
Mağlup sadrazam Ahmet Şefik [de benim gibi!] yıllarını yurt dışında geçirdi
ve gurbette öldü; ama partisi günden güne güçlendi; padişahın Shibai adıyla115
bir partisi vardı, o da artık dağıtıldı. Artık anayasa haberi duyurulduğuna göre
Sultan, halkın beklentileri doğrultusunda suçlu bulunanları kapatıp, polisiye
önlemleri gevşetmektedir; halkın desteğini kazanmak isteyen kim olsa böyle
yapardı. Bu konuda fikir beyan edenler Sultan’ın [bu] bilge [davranışını]
övüyorlar, “Neden daha önce kendi isteğiyle yapmadı? [Neden] halkın [taraf]
değiştirerek onu zorlamasını bekledi?” diye eleştiriyorlar. Yine de [Sultanı]
kurtarıcı gibi görüyorlar. Anayasa yürürlüğe giriyor ve meclis açılacak, yeni
partinin yasaklı adamları yurtdışından dönüyor. Sultan halkın beklentisine
uyarak, eski sadrazamı azledip, “yeni partiden” Xi Paşa’yı (Küçük Mehmed Said
Paşa ya da Kıbrıslı Kamil Paşa) sadrazam yaptı, becerikli ve cesur biri, eski
114
Tarihten örnek verme Çin yazının olmazsa olmaz bir unsurudur. Kang Youwei’in sözünü
ettiği Chen Ping, Qin Hanedanlığı yıkıldıktan sonra siyasi arenada adından söz ettiren bir
danışmandır. Xiang Yu ile Liu Bang arasındaki siyasi çekişmede Liu Bang’a halka para
dağıtmasını öğütleyerek Xiang Yu’nün arkasındaki halk desteğini kesmiştir. Aynı şekilde,
Hun Hükümdarı Mete’nin (Modu-Batur?) Çin hükümdarını yedi gün boyunca sardığı Ping
Cheng kuşatmasını, Mete’ye kadınları göndererek kuşatmayı kaldırtmıştır. Kang Youwei’in
Osmanlı başkentinin sosyal bilincini kavrayamadığı, cülus bahşişi âdeti gibi geleneksel
usulleri de kendince yorumladığı görülmektedir. Bu durum verdiği örneklerin mevcut
durumla pek örtüşmemesinden anlaşılmaktadır. Kendince acaba Türklerin “rüşvete düşkün
olduklarını” mı söylemektedir. Yine de verdiği örnek yersiz görünmektedir.
115
“Shibai” ile ne kastedildiği tam olarak anlaşılamamıştır fakat bir ses çevirimi olduğu
görülen “Shibai”, güney Çin’den olan Kang Youwei’in shi-si ses değişimi olasılığı bunun,
Sipahilere verdiği ad olabileceğini düşündürmektedir. Aynı zamanda bir kişi adı da olabilir,
zira Mançu dönemi Çin siyaset dilinde “partiler” başındaki kişilerin adıyla anılmaktadır.
Örneğin reform döneminde “Kang Partisi” adı kendisi ve çalışma arkadaşlarıyla
oluşturduğu hizbi anlatmak için kullanılmıştır. Başka bir öneri gelmediği halde shibai:
sipahi eşliğini kabul ediyoruz.
154
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
yönetimin yüz küsur(uncu) maddesini iptal etti. 116 İlerleyen günlerde,
yolsuzluklara adı karışan iki yüz kadar görevliyi ve önceki sadrazamı azletti.
Yunanistan’a giderken gemide bunlardan üçüyle [karşılaştım], yanlarına
ailelerini almış kaçıyorlardı. [Söylediklerine göre] Eski partiden memurların
azledilişi sırasında halk, limana toplanmış ve gidişlerini izlemiş; polis ekipleri
çağırılmış, halk yolsuz[luğa adı karışmış olan bu] memurlara sövüp küfürler
savurmuş. [Bu yüzden] sakallarını kesip [kimliğini gizleyerek] kaçanlar olmuş.
Gazeteler sütun sütun yeni siyasetten söz ediyor, halk sevinç içinde, günlerdi
“çok yaşa!” nidaları dinmiyor, serbesti getirilmiş [ama her şey] baş aşağı
dönmüş; [işte] istibdat altında ezilmiş beyefendilerin yaptıkları! Fakat düzenin
bütünüyle değişmesini isteyenler de var; bu da eski siyaset taraftarlarının
saldırılarına neden oluyor.
Bugünkü anayasa, 30 yıl önce Mithat Paşa’nın oluşturduğuyla aynı; [O]
çeşitli ülkelerin kanunlarından iyi olanları seçerek bir araya getirmişti. Bugün
eskiyi canlandırıyorlar [ama] farklı görüşler var ve ben ayrıldıktan üç ay sonra
da, Ekim ayında, meclisin açılacağı duyurulmuştu; yani anayasanın ilanının
üzerinden üç ay geçti. Gemide Türk mebuslarla karşılaştım, eyaletlerde halk
bilincinin henüz oluşmadığını, seçim kanununun özensiz ve acele yapıldığını,
halkın birbirine düştüğünü, partililerin kişisel çıkar peşinde her tür dalavereyi
çevirdiklerini, delege seçiminde türlü zorbalıkların olduğunu; siyasetin iyi
çalışılmadığını, sadece bağrışmalar olduğunu ve karmaşanın son bulacak gibi
görünmediğini anlattılar.
Ahmet Şefik’in partisinden kimseler Fransa’da kaldıktan sonra ülkeye
dönünce ‘hürriyet’ şiarıyla harekete geçip insanları örgütlemişler; başlarda
sadece İstanbul çevresindeymişler. Sultan karışıklık çıkartacaklarından çekindiği
için onları Anadolu’ya sürmüş; peşlerine hafiyeler takmış. Ahmet Şefik
taraftarları zamanla intikam ve öfkeyle dolmuşlar, bu yüzden “hürriyet”
fikirlerini saltanata karşı hasetle besleyerek Küçük Asya’da [saraya karşı] bayrak
açmışlar. Önceleri, uzun süredir baskı altında yaşadığından dolayı Anadolu’daki
halk [olanları?] unutmuş; Jön Türklerin [fikirlerini] buralara bulaştırmasından
sonra öfkeyle ayaklanıp saltanata karşı gelmişler ve [bu fikirler] yavaş yavaş
diğer eyaletlere de yayılmış. Müslümanlar, İseviler ve Ermeniler hürriyet
[emelleriyle] hükümdarlığı yıkmayı istemişler.117
Sonuç Yerine: Kang Youwei, hakkında çok sayıda çalışma yapılan bir
reformcudur. Adı çoğunlukla, üç ayda lağvedilen reform hamlesiyle anılsa
da klasik edebiyattan, eleştiriye, eğitimden yerel yönetimlere kadar fikirleri
pek çok alanda yankı bulmuş bir entelektüeldir. 1898 yılında ülkesini terk
etmek zorunda kalınca dünyanın çeşitli ülkelerine seyahat etmiş, dönemin
116
Anlaşılan burada da Kang Youwei, Meşrutiyet’in ilanıyla iptal edilen 113. Maddeyi yanlış
anlamış olmalı. Bu cümle Fidan 2013’te göz ardı edilmiş. Fidan, a.g.e., s. 83.
117
Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in bütün eserleri).
Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin 2007b. C. 9. s. 452–454.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
155
GÜRHAN KIRİLEN
Çin Hükümdarı Guangxu’nün kendisine duyduğu güvene dayanarak önünde
sonunda ülkesine döneceği ve yarım kalan reform hareketine devam
edebileceği umudunu hep saklı tutmuştur. Yurt dışında kaldığı süre boyunca
Çin’de anayasal bir sistemin oluşturulması yönünde çalışmalar yaparak hem
Çin diasporasının hem de kendi bilgi ve görgüsünü artırmaya çalışmıştır.
1908 yılı Temmuz ayı sonunda İstanbul’a geldiği dönemde bu niyetini
korumaktadır. İstanbul’da kaldığı sırada Meşrutiyetin ikinci kez ilanına tanık
olmuş, edindiği izlenimlerden tecrübe ve dersler çıkarmaya çalışmıştır. Aynı
zamanda seyahatnamesini yazmaya devam eden Kang Youwei İstanbul’un
doğal güzelliklerinin, tarihi alanlarının, geleneksel ve modern halk
yaşamının tasvirlerini de içeren “Türkiye Seyahatnamesi” adlı, günümüz
ölçülerinde 3o sayfayı bulan bir çalışmayı da kaleme almıştır.
Seyahatnamenin çeşitli bölümlerine baktığımızda, Kang Youwei’in
Türkiye’yi ve dönemin Türk insanını tam olarak tanıyamadığını; tanık
olduğu ve görüp duyduğu pek çok yer ve olay hakkında yüzeysel bilgiye
sahip olduğunu görüyoruz. Hüseyin Bey gibi dönemin siyasi olaylarını bilen
isimleriyle tanışmış olmasına rağmen Türkiye’deki siyasi dengeleri
tartamadığını, siyasi hizipleşmelerin ve –örneğin- yabancı güçlerin etkisinin
tam ayırdına varamadığını anlıyoruz. Genel ve kısa bir özet şeklinde verdiği
olaylar, geleneksel Çin siyaset dilinin sınırları içinde kalmakta, daha çok
tasviri ve genelleyici yaklaşımının yansımasını ortaya koymaktadır. O
dönemde artık siyaset dilinin gelişmiş, sorgulayan ve çözümleyen
yaklaşımının tersine Kang Youwei, genel mantık çıkarımlarıyla, “kısa
yoldan” sonuçlara ulaşmaktadır. Kang Youwei’in II. Meşrutiyetin ilanı
sırasında gördüğünü düşündüğü “yeni-eski” ayrımı, onun sandığı gibi keskin
ve belirgin bir biçimde iki partili bir yapıda değildir. Anlaşılan Kang
Youwei, Osmanlı aydınlarının “çok” uluslu”, “çok yönlü” ve “çok sistemli”
tartışma-çatışma ortamını, on yıl önce Çin’de yaşadığı reform tecrübesinden
hareketle anlamaya çalışmakta ve tanık olduğu olayları, bir tür varsayımsal
“eski-yeni” karşıtlığına indirgemektedir. Meşrutiyet tartışmaları içinde
önemli maddelerden olan ve Padişah’a, ‘dilediğini sürgün etme hakkı’ veren
“113. Madde”nin lağvını, “yüz küsur maddeyi iptal etti” şeklinde aktarmış
olması buna işaret etmektedir. Bir başka eksiklikse, Kang Youwei’in Mithat
Paşa’ya biçtiği payeden anlaşıldığı üzere, Jön Türk hareketinin fikir
önderlerini bilmediğidir. Kang Youwei yer ve kişi adlarını Latin harfleriyle
verebilecekken, –bunu bir kez Mithat Paşa için yapmıştır-, çoğunlukla
vermemesi de olaylar ve kişileri ayırt ed(e)mediğini, sahip olduğu (ön)
yargıları teyit etmek saikıyla detaylara ilgi göstermediği izlenimini
uyandırmaktadır. Ancak görülen o ki, “bilge vezir” adıyla andığı Ahmet
Şefik’i kendisine örnek almaktadır. Hatta Ahmet Şefik Mithat Paşa’nın Tuna
ve Bağdat Valilikleri sırasında, sürgün yıllarında Suriye’de ve İzmir’deki
156
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
imar ve düzenleme çalışmalarının Kang Youwei’in reform programında yer
alan fikirlere benzer olması şaşırtıcıdır. Fakat Kang Youwei her nedense bu
konuda da hiçbir detay vermemektedir. Mithat Paşa’nın görevleri ve
yaptıkları hakkında, seyahatname bir kenara, kaynakçada yer alan diğer
eserlerinde de bir bilgiye rastlamadık. Büyük olasılıkla, Ahmet Şefik’i
yüceltmesi yalnızca her ikisinin de reform hamlesi başlatmış olmalarından
ve sonra da sürgün edilişlerindeki “kader ortaklığından” kaynaklanmaktadır.
Bunlara ek olarak, o sırada İstanbul’da gelişmelerin ortasında
bulunmasına rağmen Kang Youwei’in siyasi ve toplumsal konularda
Çin’deki reform hamlesi sırasında hazırladığı raporlarda görülen net ve
sayısal verilere ya da bilgilere de yer vermemesi şaşırtıcıdır. Bunun iki
nedeni olabilir; birincisi yabancı dil bilgisinin sınırlı oluşudur. İkincisi ise
yakın zamanda Çin’e dönmek niyetinde olan Kang Youwei’in aklının, kendi
ülkesindeki gelişmelerle meşgul oluşudur. Nitekim bir süre sonra, kendisini
sürgüne gönderen yaşlı İmparatoriçenin öldüğü haberini alacak ve ülkesinde
yarım bıraktığı reform hareketine devam edebilmek için yeniden
umutlanacaktır. Mançu Hanedanı’nın “bekası ve ihyası için” çalışmalar
yapacak, 1917 yılında başarısız bir girişimde daha bulunacaktır.
Kang Youwei Asya’da saltanat yönetimlerinin kudretini ve manevi
anlamını artık yitirdiğini görmektedir. Fakat saltanat onun için Çin’e uygun
tek yönetim şeklidir; on yıl önce gerçekleştirememiş olmakla birlikte,
hayalindeki idari yapının hayata geçirilmesi konusunda umutlarını
yitirmediği anlaşılmaktadır. Garip olan tesadüf, 1898 reform hamlesi
sırasında Kang Youwei’in “on yıl sonunda Çin’de anayasal rejime
geçileceği” öngörüsünün İstanbul’da gerçekleşmesidir. Türkiye’de artık
Osmanlı Hanedanı’nın sonunun geldiğini gözlemlerken aklı adeta başka
yerdedir. Bu yüzden temsili yönetimden veya cumhuriyet gibi kavramlardan
neredeyse hiç söz etmemesi dikkati çekmektedir. Özellikle Fransız
Devrimleri konusunda adeta bir alınganlığa sahip olduğu görülmekte, “halk
yönetimi” gibi bir anlayışı ihtimaller arasında görmemektedir. Ona göre
sorun bir “siyasi güç” sorunudur; saltanatın meşruiyeti tartışılmamalıdır ve
her sistem kendi içinde kendi koşullarına uygun olarak reform üretmelidir.
Anayasa konusunda dile getirdiği fikirleri siyasetin evrensel özelliklerinden
daha çok yerel özelliklerinin üzerine oturmaktadır. Mithat Paşa Dönemi
anayasasının “şeriat esasları” göz önünde tutularak hazırlandığını belirterek
Çin’deki anayasa çalışmalarının da Konfuçyüs Klasiklerini temel alarak
hazırlanabileceğini söyler. Bununla birlikte bütün seyahatnamede teorik ve
sistematik bir tartışma dili görülmemekte, detaylardan hareketle bütüncül bir
sistem kurulabileceği fikrine bağlı kalındığı anlaşılmakta ve genel geçer ve
evrensel ilkelerle anayasal bir anlayışa sıçramaktan da kaçınıldığı
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
157
GÜRHAN KIRİLEN
görülmektedir. Bu bakımdan İstanbul seyahatnamesi kültürel farklar ve
benzerliklerin anlatıldığı, turistik yerlerin tasvirlerinin bulunduğu bir anı
metni olarak önümüzde durmaktadır. Kanun-i Esasi’nin ikinci kez ilanına
tanık olmakla birlikte, Kang Youwei, yasanın üstünlüğü, padişahın konumu,
insan hakları, eşitlik gibi somut kavramlardan söz etmez. Bu bakımdan
İstanbul seyahatinin görsel bir gözlemler toplamı olmasından öte geçemediği
görülür. Bunun temelindeyse Osmanlı’da o dönemde olup bitenleri tam
anlamadığı ve hatta belki de üzerinde düşünmediği olgusu yatmaktadır.
Sürgün yılları boyunca Çin ile ilişkisini koparmayan Kang Youwei, sık
sık Liang Qichao’a ve diğer tanıdıklarına mektuplar yazıp telgraflar
çekmektedir. Bu telgraflar arasında siyasi olayların değerlendirmeleri
yanında, hastalık ve parasızlık gibi kişisel sorunlarını da okuyabiliyoruz.
İstanbul’da bulunduğu süreçte, kendisini görevden alan İmparatoriçe’nin
sağlığının kötüye gittiği bilgisini aldığını görüyoruz. Bu da on yıl kadar önce
hükümdar Guangxu ile başladıkları reformlara devam edebileceğine dair bir
umut ışığı olmuştur. Fakat genç hükümdarın da aynı günlerde hasta düşmesi
ve ardından gelen ölümü (1908 Ekim) Kang Youwei’i çaresiz bırakmıştır.
Yine de ülkesine döndükten sonra şansını tekrar denemiştir. Bu defa artık
sarayın hiç gücü kalmadığı için bu girişimi de sonuçsuz ve zayıf bir girişim
olarak tarihe geçmiştir. 1898 yılı reform hareketi sırasında Osmanlı’yı
olumsuz örnekler arasında gösteren Kang Youwei, 1908 yılında tanık olduğu
II. Meşrutiyetin kargaşa ve düzensizliği içinde de arzuladığı feyzi
bulamamıştır.
Bir monarşist olmasının yanı sıra bir ütopyacı da olan Kang Youwei’in
günümüz Çin yazınında kıymet görmesi, bugünkü Çin yönetiminin dışa
açılma ve reform çalışmalarına da ışık tutabilir. Asya’dan Avrupa’ya
geleneksel değerlerin canlandırılmaya çalışıldığı günümüzde Çin’de payına
düşeni almaktadır. Bu bakımdan Kang Youwei’in yücelttiği “büyük birlik”
gibi kimi özel kavramların önümüzdeki süreçte tekrar canlandırılacağını ön
görebiliriz.
KAYNAKÇA
Biggerstaff, Knight, The Earliest Modern Government Schools in China., Cornell
University Press, Ithaca 1961.
Chesneaux, Jean, Popular Movements & Secret Societies in China 1840–1950.
Stanford University Press, California 1976.
Chien, Po-tsan, Wu-hsu pien-fa 戊戌变法 (Wuxu Reformları), Renmin Chubanshe,
Shanghai, 1953.
Ding, Weizhi 丁伟志, Dongxi Tiyong Zhijian 中西体用之间 (Doğu ile Batı Öz ve
İşlev Arasında), Zhongguo Sheke Xueyuan Chubanshe, Pekin 1997.
158
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
REFORMCU KİŞİLİĞİYLE KANG YOUWEİ VE İTTİHATÇILAR HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ
Fidan, Giray, “Çinli Düşünür ve Devlet Adamı Kang You Wei’e Göre Osmanlı
Modernleşme Süreci”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (Mart
2012), s. 193–204.
Fidan, Giray, Çinden Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk
Seyahatnamesi, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013.
Hsiao, K. C., Modern China and a New World: Kang Youwei, Reformer and
Utopian, 1858–1927, University of Washington Pres, Seattle - London 1968.
Kırilen, Gürhan, Çin’de 19. Yüzyılda Reform: Zongli Yamen’ın Kuruluşu. Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi).
Kang, Youwei 康 有 为 , Jincheng Tujue Xiaoruo Ji Xu 进 呈 突 厥 消 弱 记 序
(Türklerin
Zayıflaması
Üzerine
Notlar),
http://www.epicbook.com/history/kangyouwei.html, 1895.
Kang, Youwei 康有为, Kang Nanhai Zibian Nianpu 康南海自编年谱 (Kendi
Kaleminden Kang Youwei’in Hatıraları), Zhonghua Shuju, Pekin 1992.
Kang, Youwei 康 有 为 , Datongshu 大 同 书 , (Büyük Birlik Kitabı), Renmin
Chubanshe, Liaoning 1994.
Kang, Youwei 康有为, Lieguo Youji 列国游记 (Çeşitli Ülkelerde Seyahat Notları),
Renmin Chubanshe, Shanghai 1995.
Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in Bütün
Eserleri). Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin, 2007a, c. 4.
Kang, Youwei 康有为, Kang Youwei Quanji 康有为全集 (Kang Youwei’in Bütün
Eserleri), Zhongguo Renmin Daxue Chubanshe, Pekin, 2007b, c. 9.
Kang, Youwei 康有为, Kongzi Gaizhi Kao, 孔子改制考 (Bir Reformcu Olarak
Konfuçyüs), Zhonghua Shuju Chubanshe, Pekin 2012.
Liang, Qichao 梁启超, Liang Qichao Zuopin Jingxuan 梁启超作品精选 (Liang
Qichao Seçme Yazılar). Changjiang Wenyi Chubanshe 2005.
Mao, Haijian 茅海建, “Kang Youwei Yu Zhen Zouyi 康有为与“真奏议”读孔祥吉
编著《康有为变法奏章辑考》(Kang Youwei’in Önergeleri-Kong Xiangji’nin
Derlediği Kang Youwei Reform Önergeleri’nin Tenkidi)”. Jindaishi Yanjiu 近代
史研究 (Yakınçağ Araştırmaları Dergisi), 2009, Sayı 3, s. 142–153.
Sima, Qian 司马迁, Shiji 史记 (Tarih Kayıtları), http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw/.
Tao Juying 陶菊隐, Yuan Shikai Yanyi 袁世凯演义 (Yuan Shikai’ın Hayatı),
Zhonghua Shuju, Pekin 1979.
Teng, Ssuyu - Fairbank, J. K., China's Response to the West: A Documentary
Survey; 1839–1923, Harvard University Press, Cambridge 1982.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
159
GÜRHAN KIRİLEN
Wang Huanyi 王遠義, Kang Youwei de Minzhu Quan: Shiyi “Datong Shu” Wei lun
康有為的民主觀: 試以《大同書》為論 (Kang Youwei’de Halk Egemenliği:
Datong Kitabı Örneği), Chenhgchi University, Tarih Enstitüsü, Taipei 2004,
(Yüksek lisans tezi).
Wang Lu 王璐, Luoji Fangyuan 逻辑方圆 (Mantığın Çevresinde), Beijing Daxue
Chubanshe, Pekin 2009.
Wang, Yeyang 王也扬, Kang-Liang Shixue Zhiyong 康梁与史学致用 (Kang ve
Liang’da İşlevsel Tarih Öğrenimi), Jindaishi Yanjiu 近 代 史 研 究 (Yakınçağ
Araştırmaları Dergisi), Pekin 1994, No. 2, s. 205–218.
Zhang, Zhi 张治, “Kang Youwei Haiwai Youji Yanjiu 康有为海外游记研究 (Kang
Youwei’in Deniz Aşırı Seyahatleri Üzerine Bir Araştırma)”, Journal of School of
Chinese Language and Culture Nanjing Normal University. Nanjing 2007, No.3.
Zhao Erxun 趙爾巽, Qing Shi Gao (QSG) 清史稿 (Mançu Hanedanı Tarihi),
http://hanchi.ihp.sinica.edu.tw/.
160
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 121-160
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI
TAKVİM (VI.-XV. YÜZYILLAR ARASI)
Abdrasul İSAKOV*
ÖZ: Kırgız ve Moğol boyları Güney Sibirya ve Moğolistan coğrafyasında komşu olarak
yaşadılar. Avrasya’nın pek çok milleti gibi Kırgızlar ve Moğollar On İki Hayvanlı Takvimi
kullandılar. Bu yazıda, Kırgızlar ve Moğollardaki On İki Hayvanlı Takvim ile ilgili bilgi verilip,
takvimin benzerlik ve farklılıkları gösterilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kırgızlarda Takvim, Moğollarda Takvim, On İki Hayvanlı Takvim.
THE TWELVE YEAR A NIMAL CYCLE CALENDAR IN THE KYRGYZ AND M ONGOLS
(6TH–15TH CENTURIES)
ABSTRACT: The Kyrgyz and Mongol tribes lived as neighbors in the territory of South
Siberia and Mongolia. Kyrgyz and Mongols as many nations in Eurasia have used the TwelveYear Animal Cycle Calendar. In this paper by giving information about the Twelve-Year
Animal Cycle Calendar of Kyrgyz and Mongol, it will be displayed the similarities and
differences of the calendar.
Keywords: Kyrgyz calendar, Mongol calendar, The Twelve-Year Animal Cycle Calendar.
Giriş: Günlük hayatlarında avcılık ve hayvancılığa çok önem veren Türk
ve Moğol kavimleri zamanı hesaplarken de yaşadıkları hayatlarından
edindikleri bilgi birikimlerini kullanmışlardır. Yılın nasıl olacağını ve ayın
ne zaman başlayıp biteceğini, hayvanların hal hareketlerinden, doğada
gerçekleşen değişiklerden, yıldızların ve ayın konumundan vs. öğrenen
bozkır ve orman halkları, olası değişiklikler için de duruma göre tedbirlerini
alıyorlardı.
Kırgız ve Moğolların erken dönem zaman hesaplama yöntemlerine
baktığımızda, kaynaklarda en çok ay ve yıl hesabı ile ilgili bilgiler
çıkmaktadır. Ay hesabı kısa dönemlik hesaplar, yıl hesabı ise uzun vadeli
zaman hesaplaması için kullanılıyordu.
“On İki Hayvanlı Türk Takvimi”1 pek çok millet tarafından benimsenip
kullanılan, uzun bir tarihi geçmişi olan bir takvimdir. Osman Turan, On İki
Hayvanlı Takvim ile ilgili şu görüşünü belirtmiştir; “On iki hayvanlı
takvimde yıla adını veren hayvandan hareketle yılların özellikleri XI.
yüzyıldan itibaren çesitli kaynaklarda belirtilmeye başlanmıştır. Bu
* Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi, [email protected]
1
Bahsi geçen takvimin kime ait olduğu ile ilgili çeşitli tespitler söz konusudur. Bu yazıda
amacımız takvimin kime ait olduğunu tespit etmek olmadığı için, bu konuya fazla
girmeyeceğiz ve pek çok bilim adamının kullandığı gibi “On İki Hayvanlı Türk Takvimi”
şeklinde kullanacağız.
ABDRASUL İSAKOV
çerçevede, yılların her birinde bir hikmet olduğunu sanarak, onunla fal
tutmaya ve uğur saymaya yönelmişlerdir.”2 Yılların nasıl geçeceği, bolluk,
kıtlık, savaş, kuraklık, yağış vb. olup olmayacağı yıllara adını veren
hayvanlara göre belirtilmiştir.
Kırgızlarda Takvim
Eski Kırgızların takvimiyle ilgili ilk bilgiler Çin kaynaklarında verilir;
“Orada yaşayanlar yılbaşı için “Mao-shi”, ay için “ay” tabirin kullanırlar.
(İnsanlar) bahar, yaz, son bahar ve kışı ayırabilmek için her üç ayı bir
mevsim yaparlar.”3 Taşağıl, aynı bilgiyi şu şekilde verir; “Yılbaşına Maoshih (baş) ay derler ki, üç ay bir zaman dilimi (mevsim) oluşturur. 12 ay bir
yıl olur. Söz gelimi bir yıla kaplan derler.”4 Çince “Mao-shi” kelimesinin
Kırgızca karşılığının ne olduğunu bilmesek de bu bilgilerden Kırgızlarda
takvimle ilgili bilinenlerin günümüze kadar korunduğunu görebiliyoruz.
Kırgızlar eski dönemlerden beri zaman hesaplamasını yapıyorlardı ve
buna Kırgızca “cıl sürüü” derlerdi. Aynakulova, tespit edilebildiği kadarıyla
Kırgızların VI. yüzyıldan itibaren yılları hesaplamaya başladığını bildirir;
“Cıl sürüü Kırgız Türklerinde VI.-VIII. yüzyıllardan beri devamlı olarak
kullanılmakta olan bir takvim veya zaman hesaplama yöntemidir.”5
Kırbaşev, Çin kaynaklarına atıf yaparak Kırgızların yaklaşık 581-618
yıllarından itibaren yeni yılı (Nevruz) kutlamaya başladıklarını yazar.6
En eski yıl hesaplama yöntemi olarak Kırgızlarda bahar-yaz (sıcak) ve
sonbahar-kış (soğuk) yıl ayırımını söyleyebiliriz. Bu mevsimlendirme
yöntemi en eski yıl ayırımıdır ve Avrasya konargöçerleri tarafından
kullanılmıştır.7
Kırgızlar sadece kendi takvimlerini kullanmayıp, komşularının
kullandıkları takvimlere de ilgi gösteriyorlardı. “863 yılının Ağustos ayında
Kırgızlar, Ho-i-nan-chih (Alp İnanç) adlı bir devlet adamlarını Çin’e
göndererek dediler ki; “Çin’i gezmek ve Çin takvimini öğrenmek isteriz.”8
2
Osman Turan, 12 Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1941, s.
91-96.
3
Kırgızdardın Cana Kırgızstandın Tarıhıy Bulaktarı, (Bundan sonra KKTB), c. II, KırgızTürk Manas Üniversitesi Yayınları, Bişkek 2003, s. 43.
4
Ahmet Taşağıl, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK, Ankara 2004, s. 83.
5
Gülnisa Aynakulova, “Grigoryen Kıpçaklar ve Oniki Hayvanlı Türk Takvimi”, Milli
Folklor, Yıl. 19, Sayı: 74, Ankara 2007, s. 23.
6
Keneş Kırbaşev, “Nevruz ve Yılname”, Türk Dünyasında Nevruz. Üçüncü Uluslararası
Bilgi Şöleni, 18-20 Mart, Elazığ 1999, s. 215.
7
E. C. Toktakunova, “12- Letniy Jivotnıy Tsikl v Kul’ture Kırgızskogo Naroda”, Kırgızstan
Tarıhının Maseleleri, No. 1, Bişkek 2008, s. 2.
8
A. Taşağıl, a.g.e., s. 81.
162
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI)
Eski Kırgızlar ayı en eski devirlerden itibaren on ikiye ayırıyordu. Kırgız
ay adları9 şunlardır; “Calgan kuran, Çın kuran, Bugu, Kulca, Teke, Baş oona,
Ayak oona, Toguzdun ayı, Cetinin ayı, Beştin ayı, Üçtün ayı, Birdin ayı.” 10
Ay isimlerinin çoğuna geyiklerin adlarının verilmesi, bunun avcılık
zamanından itibaren kullanılmaya başlandığının göstergesidir. Kırgız ay
adlarında geyikler (Kuran (karaca erkeği), Bugu (geyiğin erkeği), Kulca (dağ
koçu), Teke (yabani teke), Oona (ceylan)) ve somut sayılar ön plana
çıkmaktadır.
Moğollarda Takvim
Moğolların kullandığı en eski takvim olarak mevsimsel takvimi
söyleyebiliriz. Onlar yılı genel olarak bahar-yaz ve sonbahar-güz şeklinde
ikiye ayırıyorlardı. Aylar 30 günden oluşur ve her dört yılda 13. ay eklenerek
hesaplanırdı. Aylar harflerle (1, 2, 3, vs.) sayılırdı. 11
Kotvicz, eski Moğol ay adlarını şöyle sıralar; “Bahar ayları- xusa, ulan
zudan, jexe burgan; Yaz ayları- baga burgan, gani (xubi), xozi; Sonbahar
ayları- ölzin, xüük, ulara; Kış ayları; üri, guran, buga.”12 Moğol ay adlarında
geyikler (Guran (karaca erkeği), Buga (geyiğin erkeği), Xusa (koyun)),
kuşlar (Ölzin (ibibik), xüük (guguk), ulara (ular)) ön plana çıkmaktadır.
Eski Moğol boylarının yeni yıl bayramlarında tek tarih yoktu. Moğol
boyları yeni yılı Grigoryan takvimine göre 22 Ekim ve 25 Aralık tarihlerinde
kutluyorlardı. “Moğol boylarının çoğu gündüz ile gecenin eşit olduğu 22
Ekim’de yeni yılı kutlarlardı. Alar Buryatları ve Ordos Moğolları ise kış
gündönümünde yeni yılı bayramlardı.”13
Marco Polo, Yuan Devleti’nde on iki aya bölünmüş bir hayvan
takviminden bahseder; “Bir yılı on iki aya bölmüşler. Her bir ay, bir hayvan
ile temsil ediliyor. İlk ay aslan, ikincisi öküz, üçüncüsü canavar, dördüncüsü
ay köpek falan diye gidiyor.
Biri herhangi birine:
Sen ne zaman doğdun? diye sordu mu, o şöyle diyor:
9
Günümüz Kırgız ay adları, onların anlamı ve kullanılışı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz:
(Bakıt İsakov, “Kırgız Konargöçerleri Arasında Geleneksel Takvim Anlayışı”, Akademik
Bakış, c. 6, Sayı: 11, Ankara 2012, s. 201-210).
10
Belek Soltonoev, “Kırgızda Cıl Esebi”, Kırgızdar, c. I, Bişkek 1993, s. 585-587.
11
R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, Kalendarnıe Obıçai i Obryadı Narodov Vostoçnoy
Azii, Nauka Yayınları, Moskova 1985, s. 171.
12
Wl. Kotwicz, “O Chronologji Mongolskiej”, Rocznik Orjentalistyczny, c. 4, Lwow 1928, s.
117.
13
R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 172.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
163
ABDRASUL İSAKOV
Aslan ayında doğdum, şu gün ve saatte dünyaya geldim. Ayın durumu
şöyle idi. Her on iki ay bittikten sonra takvim aynı biçimde devri olarak
devam etmektedir.”14 Her halde Polo, burada on iki hayvanlı yıllık takvimi
aylık olarak anlamış olabilir.
Kırgız ve Moğollarda Takvimle İlgili Benzerlik ve Farklılıklar
Bütün Avrasya halklarında olduğu gibi, hem Kırgızlarda hem de
Moğollarda en eski takvim şekli mevsimsel takvimdir. Kırgız ve Moğol eski
ay adlarında benzer geyik isimlerinin (Calgan kuran, Çin kuran, Bugu, Kulca
ve Guran, Buga, Husa) olduğu görülmüştür. Üstelik bunların ayları da
hemen hemen aynı döneme yıl başına (Kırgızlarda Mart, Nisan, Mayıs,
Haziran, Moğollarda Ocak, Şubat, Mart) denk gelmektedir ve bunlara bu ay
adların verilmesi de hayvanların çiftleşmeye, çoğalmaya başladıklarıyla
açıklanır. Bu da Kırgızlar ve Moğolların doğadan, yaşam tarzlarından
(avcılık, hayvancılık) edindikleri tecrübelerini zaman hesaplamak için
kullandıklarını göstermektedir.
Kırgızlar ile Moğollardaki konu ile ilgili bir başka önemli nokta,
Kırgızlardaki Baş oona (Ağustos) ve Ayak oona (Eylül) ay adlarındaki
ceylan anlamı taşıyan “oona” kelimesinin Moğolca’dan geçme olmasıdır.15
Moğollarda aylar 30 günden oluşur ve her dört yılda 13. ay eklenerek
hesaplanır. Aylar harflerle (1, 2, 3, vs.) sayılır.16 Benzer uygulamanın “arsar
ay” adıyla Kırgızlarda da olduğunu ve yalnız üç senede bir 13. ayı
eklediklerine şahit oluyoruz.17
Kırgız ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim
On İki Hayvanlı Takvim, Avrasya coğrafyasında yaygın olarak kullanılan
bir takvimdir. Konargöçer hayat tarzın benimseyen ve aynı coğrafyayı
paylaşan Kırgızlar ve Moğollar, yüzyıllarca adı geçen takvimi
kullanmışlardır. Bazı farklılıklarla birlikte bu takvimin hem Kırgızlar, hem
de Moğol halklarında aynı olduğu yaptığımız karşılaştırmada ortaya
çıkmıştır.
Kırgızlarda On İki Hayvanlı Takvim
Türklerin takvimi aktif şekilde kullandıklarını runik yazılardan da
anlayabiliriz. On iki hayvanlı takvimle ilgili Kül Tigin, Bilge Kağan, ŞineUsu runik yazıtlarında bilgi verilmiştir. Tespit edilebildiği kadarıyla
14
Marco Polo, Marco Polo Seyahatnamesi, c. I, s. 147.
Yu. Agiymaa, Yu. Kruçkin, Mongol-Oros Tol Biçig, Moskova-Ulan-Bator 2009, s. 218.
16
R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 171.
17
B. İsakov, a.g.m., s. 202.
15
164
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI)
takvimdeki inek dışındaki bütün hayvanlar, bu manada yazıtlarda
geçmektedir.18 Yenisey Kırgız runik yazıtlarında da, Kırgızların bu takvimi
kullandıkları görülür.19 Yenisey runik yazıtlarının çoğunda vefat edenlerin
yaşı net olarak bildiriliyor. Bu da onların takvimi yaygın şekilde
kullandıklarını göstermektedir.
Kırgızların on iki senelik takvimi kullandıkları hakkında Çin
kaynaklarında kayıtlar vardır. Tan Shu’da iki hayvanlı Türk takvimi ile ilgili
şu bilgiler verilir; “On iki hayvan yardımıyla yıl hesabı yaparlar. Örneğin,
eğer yıl “Tszı” çemberindeyse sıçan yılı, “Syuy” işareti altındaysa köpek yılı
derler. Bu Uygurlarla aynı.”20 Hattâ bazı alimler bu takvimin aslında
Kırgızlar tarafından icat edildiğini farzediyorlardı. 21 Bir diğer bilim adamı
olan Karl Ritter, özellikle takvimdeki evcil hayvan adlarının Kırgızların
icadı olduğunu belirtmiştir.22 Kırgızların ilk tarih uzmanlarından Belek
Soltonoev de Dinling Kırgız ilişkilerine dikkat çekerek on iki hayvanın
Kırgızlar tarafından takvime dahil edilmiş olabileceğini yazar.23 Yine de
Takvimin Kırgızlar tarafından icat edildiğini kanıtlamak için bu konu
üzerinde daha çalışılması gerekiyor.
Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim
Çinli seyyahların günlüklerinde Moğolların bu takvimi Çinli, Kitan ve
Cürcenlerden öğrendikleri ve bununla birlikte onların esas takviminin biraz
farklı olduğu da belirtilir; “Yıl ve zaman sayımında, on iki hayvanlı takvimi
kullanırlar. Şimdi on renk ve on iki yılı beraber yürüten takvimi de (örneğin,
Mavi Sıçan Yılı, Ak Ayın Yeni (ilk) ve Kapanış (son) Günü vb.)
uygulamaya başladılar. Onlara bütün bunları Çinli, Kitan ve Cürcenler
öğrettiler. Tatarların esas takviminde bu gibi şeyler yoktu. Sadece otların
yeşermesini bir yıl, ayın yeniden doğmasını bir ay olarak hesaplarlardı.
Birinin yaşı sorulduğunda, parmaklarını sayarak “otlar şu kadar kez yeşerdi”
18
Ufuk Tavkul, “Kültürel Etkileşim Açısından On İki Hayvanlı Türk Takviminin Yayılışı”,
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, c. 4, Sayı: 1, Ankara 2007, s. 30.
19
L., Bazin, Les Calenderiers Turc Anciens et Medievaux, Lille 1974, s. 88-116; Ünver,
Günay, “Türk Dünyasında Kronolojik Sistemler”, Erciyes Üniveritesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Kayseri 2006, s. 259.
20
KKTB, c. II, Bişkek 2003, s. 43.
21
Vladimir Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, TTK, Ankara 2006, s. 8;
Osman Turan, a.g.e., İstanbul 1941; A. H. Margulan, Nauçnaya Sessiya Po Etnogenezu
Kirgizskogo Naroda, c. III, Frunze 1959.
22
K. Ritter, Zemlevedenie Azii. Geografiya Stran, Nahodyaşihsya v Neposredstvennıy
Snoşeniyah s Rossiey, SPb. 1860, s. 552.
23
B. Soltonoev, a.g.m., s. 589.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
165
ABDRASUL İSAKOV
diye cevap verirler.”24 Çinli seyyahlar Peng Da Ha ve Hiu Ting’in günümüz
Moğolistan topraklarını 1230’lu yıllarda ziyaret ettiklerini düşünürsek, on iki
hayvanlı takvimin daha halkın tabanına kadar yayılmadığını söyleyebiliriz.
Seyyahlar aynı takvimin Çin’de olduğunu da hesaba katarak, bu takvimin
onlardan, Kitan ve Cürcenlerden öğrendiklerini yazmış olmalılar.
Peter Golden, ortaçağ Moğol Türk takvimlerini karşılaştırarak, Cengiz
oğullarının on iki hayvanlı takvimi Uygurlardan aldığı sonucuna varmıştır. 25
Kotviç ise, Moğolların bu takvimi Uygurlardan alıp resmi olarak 1210
yılında kullanmaya başladıklarını yazıyor.26 Fakat Moğolların Gizli
Tarihi’nde tavuk yılı (1201, 1225), köpek yılı (1226), domuz yılı (1227),
sıçan yılı (1204, 1228), inek yılı (1205), pars yılı (1206), tavşan yılı (1207,
1219, 1231), koyun yılı (1211), ifadeleri geçer ve eser bu takvime göre
olayları anlatır.27
Moğolların Uygurlardan kabul ettiği on iki hayvanlı takvim, zamanla Çin
ve Tibet etkisinde kalmıştır.28 Konunun uzmanı olan Moğol tarihçisi
Bira’nın “Moğolların Uygurlardan kabul ettiği on iki hayvanlı takvim”
tespiti bizim için değerlidir.
Moğollar 1267 yılında, yeni yılı Çin’de olduğu gibi baharın birinci ayında
kutlama kararı alırlar.29 Moğolların yeni yıl bayramı olan “Tsagaan sar”
(beyaz ay) Kubilay Han’ın emriyle Şubat ayına alınır. Marco Polo, saraydaki
“Tsagaan sar” kutlamalarıyla ilgili; saraydaki herkesin beyaz elbiseler
giydiklerini, Moğollara itaat eden ülkelerin hediyeler gönderdiklerini, bu
hediyelerin kervanlar şeklinde hükümdarın önünden geçtiğini, tören günü
dini ibadet yapıldığını ve saatlerce eğlendiklerini yazar.30
24
Cengiz İmparatorluğu Hakkında İlk Tarih Kayıtları: Meng Ta pei lu ve Hei Ta shi lu, Yay.
Haz. Mustafa Uyar, Çev. Ankhbayar Danuu, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s. 116.
25
Peter Golden, “The Twelve-Year Anymal Cycle Calendar In Georgian Sources”, Acta
Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, c. XXXVI, Sayı: 1-3, Budapest 1982, s. 197206.
26
Wl., Kotwicz, “O Chronologji Mongolskiej”, Rocznik Orjentalistyczny, c. 4, Lwow 1928, s.
128.
27
Moğolların Gizli Tarihi, TTK, Ankara 2010, parg. 141, s. 69, parg. 193, s. 116, parg. 198,
s. 125, parg. 202, s. 133, parg. 239, s. 160, parg. 247, s. 169, parg. 257, s. 181, parg. 264, s.
186, parg. 265, s. 187, parg. 269, s. 190, parg. 272, s. 192, parg. 282, s. 205.
28
Ş. Bira, Mongol’skaya İstoriografiya (XIII-XVII), Moskova 1978, s. 32-33; Moğollar XVII.
yüzyıldan itibaren Tibet etkisiyle yıllara renkler vermeye başlamıştır. Dönem itibariyle
araştırma alanımız dışında olduğu için bu konuya girmeyeceğiz.
29
Wl. Kotwicz, a.g.m., s. 136.
30
Marco Polo, a.g.e., c. I, İstanbul Tarihsiz, s. 106-109; Cungarlardaki Beyaz Ay bayramı ile
ilgili bkz: (R. A. Kuşnerik, V. A. Moiseev, “Prazdnik Tsagaan Sar v Djungarii v 1733 g. Po
Opisaniyu L. D. Ugrimova”, Vostokovednıe İssledovaniya Na Altae, Sayı: IV, Barnaul 2004,
s. 13-24).
166
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI)
1340’lı yıllarda yazılan ve 1889 yılında Erdene Tszu’da keşfedilen
yazıtta, ilk defa 60 yıllık dönüşümlü takvimden bahsedilir.31 Moğollarda 12
yıla “küçük tekerlek”, 60 yıla “büyük tekerlek” diyorlardı.32
Ligeti, aşağıdaki efsanede de görüleceği gibi, “Moğollar devreyi Kaplan
yılı ile başlatırlar.” dese de33 diğer pek çok kaynakta Moğollar takvimlerini
sıçan yılıyla başlatırlar.34
Kırgız ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvimle İlgili Rivayetler
On İki Hayvanlı Takvimle ilgili Kırgızlarda mevcut rivayete göre, “Bir
zamanlar on iki hayvan bir araya toplanarak yıl hesabını yapmak
istemişlerdir ve her yıla bir hayvanın ismini koymaya karar vermişlerdir.
Böylece müçöl35 denilen on iki hayvan isimli Türk takvimi ortaya çıkmıştır.
Ancak her hayvan bu takvimin başında kendi isminin olmasını istemiştir. O
zaman demişlerdir ki; “Kim ilk olarak güneşin doğduğunu görürse, o birinci
olacak.” Tanın ağarmasını beklemeye başlamışlar. Deve kendisinin başka
hayvanlara göre daha yüksekte olduğunu ve takvimin başında olacağını
düşünmüştür. Ancak sıçan gizlice onun başı üzerine çıkmıştır. Bu yüzden o
güneşin doğduğunu ilk olarak görmüştür. Bundan dolayı sıçan takvimdeki
ilk sıraya oturmuştur. Kendi boyuna güvenen deve ilk on iki içine
girememiştir.”36 Rivayetin devamını Soltonoev şöyle anlatır; “Sıçan devenin
kulağından inip kül yığınına girerek saklanır. Deve güneşin doğuşunu
kendinden once gören fareye kızarak kül yığını içinde aramaya başlar.
Devenin külde ağnaması bu yüzdendir derler.”37
Benzer rivayet Moğollarda da var. Tanrı38 Moğol takvimindeki 12 yıl için
hayvanların isimlerini verirken, 11 hayvanı hemen seçmiş, ama sonuncu için
iki aday deve ile sıçan kalmışlar. Kimseyi küskün bırakmak istemeyen Tanrı,
meselenin çözümünü iki adaya bırakır. Güneşin ilk nurlarını kim once
görürse, o kazanacak olur. Deve doğuya bakar ve güneşin doğmasını
beklemeye başlar. Sıçan ise batıya, sürekli dağların tepelerine bakar. Güneş
doğarken, onun ilk nurları sıçanın baktığı dağların tepelerine dökülür ve
31
V. L. Kotviç, “Mongol’skiya Nadpisi Vı Erdeni-Dzu”, SMAE, c. V, Sayı: 1, Petrograd
1918, s. 213.
32
R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 176.
33
L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, TTK, Ankara 1998, s. 287.
34
R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 173.
35
Müçöl-On iki hayvanlı takvimin 12 yılda döngüsünü tamamlamasına denir.
36
B. U. Urstanbekov, T. K. Çoroev, Kırgız Tarıhı, Kırgızpoligraf Yayınları, Frunze 1990, s.
99- 100.
37
B. Soltonoev, a.g.m., s. 588.
38
Divani Lugati Türk’te kağan bu işi üstlenir bkz: (Mahmud Kaşgarî, Divanu Lugat-it Türk,
c. I, TDK, Ankara 1992, s. 345.)
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
167
ABDRASUL İSAKOV
güneş nurlarını ilk olarak sıçan görür. Deve kaybettiğini anlayınca kızarak
sıçana yönelir. Sıçan ise küle sığınır. O günden bu güne deve kül
gördüğünde orada ağnamaya başlar ve eninde sonunda sıçanı öldüreceğini
düşünür.39 Sıçanın ilk yıl seçilmesi hakkında benzer rivayetin Buryatlarda da
olduğunu anlatan A. Maşanov, bundan dolayı Buryatlarda gece yarısından
sonra başlayan ilk saate “sıçan saati”, ilk aya “sıçan ayı”, ilk yıla da “sıçan
yılı” demişler diyor.40
Yukarıdaki rivayetin Kırgız varyantında Tanrı veya Kağan’ın olmayışına
bakarak, bunun rivayetin daha ilkel şekli olduğunu varsayabiliriz. Daha
sonra Kaşgarlı’da olduğu gibi, bu işi Kağan yönetir, daha sonraları ise
rivayetin Moğol versiyonunda olduğu gibi Tanrı işin içine girer.
Bazin’e göre, On İki Hayvanlı Takvim Moğolların arasına sonradan ve
hatta etkin biçimde ancak Moğol İmparatorluğu döneminde giriyor. Bu
dönem Moğol hakimiyeti altındaki Türk topluluklarının hemen hemen
tamamında On İki Hayvanlı Takvimin önemli bir yer tutması ile
sonuçlanıyor.41
On iki hayvanlı takvimin kime ait olduğu tartışılır. Kesin olan Osman
Turan’ın da belirttiği gibi, bu efsanenin ilkel bir mitoloji olduğudur.42
Bozkırda yaşayan Türkler ile Moğol halkları, yaşamları boyunca on iki
hayvanın çoğu ile haşır neşir yaşadılar. Bundan dolayı, bu takvimin bozkır
kültürüne ait olduğu iddia edilebilir.43
Yine Bazin’e göre, Çinli menşeine rağmen, On İki Hayvan Takvimi,
hangi dine girerlerse girsinler, Orta Asya’nın Türk halklarının hayatı ve
kültürüne derinden nüfuz etmiştir. Öyle ki, ister Mani dinine, ister Buda
dinine, isterse Hıristiyanlığa ve hatta Müslümanlığa girmiş olsunlar, On İki
Hayvanlı Takvim onlar için “milli” kültür mirasının önemli bir unsur
hüviyetini kazanmıştır. O derecede ki o, Çu metinlerinde “Türkçe” yani
39
A. P. Bennigsen’, Legendı i Skazki Tsentral’noy Azii, Saint Peterburg 1912, s. 20.
Nergis Biray, “12 Hayvanlı Türk Takvimi. Zamana ve İnsana Hükmetmek”, TAED, Sayı:
39, Erzurum 2009, s. 676.
41
Ünver Günay, “Türk Dünyasında Kronolojik Sistemler”, Erciyes Üniveritesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Kayseri 2006, s. 262.
42
Osman Turan, a.g.e., s. 69-70.
43
Takvimin bozkır kültürüne ait olduğuna dair ayrıntılı bilgiler için bkz: (V. F. Şahmatova,
“O Proishojdenii Dvenadtsatiletnego Jivotnogo Tsikla Letoisçistleniya u Koçevnikov”,
Vestnik Akademii Nauk Kazahskogo SSSR, Almata 1955, s. 43-53; V. V. Tsıbul’skiy, LunnoSolneçnıy Kalendar Stran Yugo-Vostoçnoy Azii, Moskova 1988, s. 17; İ. V. Zaharova,
“Dvenadtsatiletniy Jivotnıy Tsikl u Narodov Tsentral’noy Azii”, Trudı İnstituta İstorii,
Arheologii i Etnografii Akademii Nauk Kazahskogo SSSR, C. VIII, Almata 1960, s. 63).
40
168
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI)
alaturka olarak anıldığı gibi, Moğollar döneminden itibaren de ona “Sâl-i
Türkân” denmiştir.44
Kırgız ve Moğollarda On İki Hayvanlı Takvim ile İlgili Benzerlik ve
Farklılıklar
Kırgızlarda insan ömrü annesinin karnında taşıdığı 9 ay da 1 yıl olarak
hesaplanır ve insan 12 yıllık birinci müçölünde 13 yaşını doldurur.
Moğollarda ise bebek 3 yaşını doldurduğunda dört yaşını doldurmuş olur;
saçları kesilir ve lama dualar okur.45 Özetle insan yaşı hesabında iki millette
de hesaplar birbiriyle örtüşmektedir.
Bir başka ilginç nokta da, Ramstedt’in “müçöl” tabirini Moğolca ile
açıklamak istemesidir. Kırgızca’daki müçöl’e, Ramstedt, Moğolca
möče/möči = “had, çeyrek parça (takvimin mevsim olarak dört bölümünden
biri olabilir)”, möčilge(n) = “devir/devre (iki onluk devre, vs.)” ve Kalmukça
möč (n)/müč (n) ve möčlgn ile karşılık bulmaya çalışmıştır.46 Bu konu
dilciler tarafından daha derinlenmesine incelenmesi gereken bir konudur.
Moğollar yılları sert (erkek) ve yumşak (dişi) olarak ayırmışlardır.47 Bu
daha sonraları dinin de etkisiyle takvimdeki hayvanlar “haram olanlar” (bars,
yılan, maymun, it ve sıçan) ve “helal olanlar” (inek, tavşan, balık, at, koyun
ve tavuk) olarak ayrılır. Bunun böyle olmasını da Cengiz ile ilgili bir rivayet
ile açıklarlar. “Cengiz han at yılı sefere çıkmaya hazırlanır. Ona, “at yılı
sefer için uğursuz bir yıl. Yılan yılının başlamasını bekleyelim” derler.
Cengiz han ise, “ben bekleyemem, bu yıl yılan yılı olsun” der ve sefere çıkıp
zaferle döner. O günden sonra yılan yılı at yılından önce gelir. Böylece,
haram helal sırası da bozulur.”48
Kırgızlarda ise bu ayırım daha çok “uğurlu” ve “uğursuz” yıl şeklindedir.
İslam’ın etkisiyle “haram” (pars, yılan, maymun, köpek, domuz, sıçan) ve
“helal” (inek, tavşan, balık, at, koyun, tavuk) olarak ayırımın yapılması da
söz konusudur, fakat bu daha sonraki dönemlerde, Kırgızlar Tanrı Dağları’na
göç ettikten sonra gerçekleşmiştir.
Kırgızlar Moğolların yıl hesaplarından haberdardı. Manas destanında
Moğolların birinci ayı ve yeni yıl bayramı olan “Tsagan”ın, Manas’ın
yiğitlerinden Çaganbay’a isim olarak verilmesi şöyle anlatılır; “Çagan atkan
44
Ü. Günay, a.g.m., s. 263.
A. P. Bennigsen’, a.g.e., s. 150.
46
G. Kara, “L. Bazin’in Eseri ve Eski Türk Takvimlerine Ait Terimler Hakkında”, İstanbul
Üniversitesi Tarih Dergisi, Sayı: 41, İstanbul 2005, s. 154.
47
R. Ş. Djarilgasinova, M. V. Kryukov, a.g.e., s. 173.
48
A. İ. Muhambetova, “Tengrianskiy Kalendar Kak Osnova Koçevoy Tsivilizatsii (Na
Kazahskom Materiale)”, İstoriya i Kul’tura Aralo-Kaspiya, Almatı 2001, s. 105.
45
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
169
ABDRASUL İSAKOV
künündö, Buurul tündün tünündö. Çagan künü tuudu dep, Çaganbay koyup
alıptır” (Tsagan günü geldiğinde, Karışık gecede.. Tsagan künü doğdu diye,
adını Çaganbay koydu).49
Marco Polo’da geçen Moğollardaki “arslan ayında (yılında) doğdum”
şeklindeki bilgilerin, aslında Kırgızlar (bütün Türkler) için de geçerli olduğu
söylenilebilir.
Sonuç: Mevcut bilgi ve kaynaklara göre, Kırgızlar ve Moğolların erken
dönem zaman hesaplama yöntemlerinin, ufak farklılıklar olsa da birbirine
benzediği görülmüştür. Bunda iki milletin benzer yaşam tarzları (avcılık,
hayvancılık) ve aynı coğrafyayı paylaşmaları en önemli etkendir. Bozkır
menşeili olduğunu düşündüğümüz on iki hayvanlı takvim, daha sonra dini
unsurları (Kırgızlarda İslam, Moğollarda Budizm) da bünyesine katmıştır.
KAYNAKÇA
Agiymaa, Yu., Yu. Kruçkin, Mongol-Oros Tol Biçig, İnfinum, MoskovaUlan-Bator 2009.
Aynakulova, Gülnisa, “Grigoryen Kıpçaklar ve Oniki Hayvanlı Türk
Takvimi”, Milli Folklor, Yıl. 19, Sayı: 74, Ankara 2007, s. 21-28.
Barthold, V. V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, TTK Yayınları,
Ankara 2006.
Bazin, L., Les Calenderiers Turc Anciens et Medievaux, Lille 1974.
Bennigsen, A. P., Legendı i Skazki Tsentral’noy Azii, Saint Peterburg 1912.
Bira, Ş., Mongol’skaya İstoriografiya (XIII-XVII), Nauka Yayınları,
Moskova 1978.
Biray, Nergis, “12 Hayvanlı Türk Takvimi. Zamana ve İnsana Hükmetmek”,
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 39, Erzurum 2009, s. 671683.
Cengiz İmparatorluğu Hakkında İlk Tarih Kayıtları: Meng Ta pei lu ve Hei
Ta shi lu, Yay. Haz. Mustafa Uyar, Çev. Ankhbayar Danuu, Ötüken
Neşriyat, İstanbul 2012.
Djarilgasinova, R. Ş., M. V. Kryukov, Kalendarnıe Obıçai i Obryadı
Narodov Vostoçnoy Azii, Nauka Yayınları, Moskova 1985.
Golden, Peter, “The Twelve-Year Anymal Cycle Calendar In Georgian
Sources”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, c. XXXVI,
Sayı: 1-3, Budapest 1982, s. 197-206.
Günay, Ünver, “Türk Dünyasında Kronolojik Sistemler”, Erciyes Üniveritesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Kayseri 2006, s. 236-272.
49
“Çagan Maddesi”, Manas Entsiklopediyası, c. II, Bişkek 1995, s. 328.
170
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
KIRGIZLARDA VE MOĞOLLARDA ON İKİ HAYVANLI TAKVİM (VI. VE XV. YÜZYILLAR ARASI)
İsakov, Bakıt, “Kırgız Konargöçerleri Arasında Geleneksel Takvim
Anlayışı”, Akademik Bakış, c. 6, Sayı: 11, Ankara 2012, s. 201-210.
Kara, G., “L. Bazin’in Eseri ve Eski Türk Takvimlerine Ait Terimler
Hakkında”, Çev. Mehmet Zeren, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi, Sayı:
41, İstanbul 2005, s. 153-166.
Kaşgarlı, Mahmud, Divanu Lugat-it Türk, c. I, Çev. B. Atalay, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara 1992.
Kırbaşev, Keneş, “Nevruz ve Yılname”, Türk Dünyasında Nevruz. Üçüncü
Uluslararası Bilgi Şöleni, (18-20 Mart, Elazığ), Ankara 2000, s. 215-220.
KKTB (Kırgızdardın Cana Kırgızstandın Tarıhıy Bulaktarı), c. II, KırgızTürk Manas Üniversitesi Yayınları, Bişkek 2003.
Kotviç, V. L., “Mongol’skiye Nadpisi Vı Erdeni-Dzu”, Sbornik Muzeya
Antropologii i Etnografii, c. V, Sayı: 1, Petrograd 1918, s. 205-214.
Kotwicz, W. L., “O Chronologji Mongolskiej”, Rocznik Orjentalistyczny, c.
4, Lwow 1928, s. 108-166.
Ligeti, L., Bilinmeyen İç Asya, TTK Yayınları, Ankara 1998.
Manas Entsiklopediyası, c. II, Kırgız Entsiklopediyası Yayınları, Bişkek
1995.
Margulan, A. H., Nauçnaya Sessiya Po Etnogenezu Kirgizskogo Naroda, c.
III, Frunze 1959.
Moğolların Gizli Tarihi, Çev. Ahmet Temir, TTK Yayınları, Ankara 2010.
Muhambetov, A. İ., “Tengrianskiy Kalendar Kak Osnova Koçevoy
Tsivilizatsii (Na Kazahskom Materiale)”, İstoriya i Kul’tura AraloKaspiya, Almatı 2001, s. 104-129.
Polo, Marco, Marco Polo Seyahatnamesi, c. I, Tercüman Gazetesi 1001
Temel Eser Serisi, İstanbul Tarihsiz.
Ritter, K., Zemlevedenie Azii. Geografiya Stran, Nahodyaşihsya v
Neposredstvennıy Snoşeniyah s Rossiey, SPb. 1860.
Soltonoev, Belek, “Kırgızda Cıl Esebi”, Kırgızdar, c. I, Bişkek 1993, s. 585590.
Şahmatova, V. F., “O Proishojdenii Dvenadtsatiletnego Jivotnogo Tsikla
Letoisçistleniya u Koçevnikov”, Vestnik Akademii Nauk Kazahskogo SSSR,
Almata 1955, s. 43-53.
Taşağıl, Ahmet, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK Yayınları,
Ankara 2004.
Tavkul, Ufuk, “Kültürel Etkileşim Açısından On İki Hayvanlı Türk
Takviminin Yayılışı”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, c. 4, Sayı: 1,
Ankara 2007, s. 25-45.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
171
ABDRASUL İSAKOV
Toktakunova, E. C., “12- Letniy Jivotnıy Tsikl v Kul’ture Kırgızskogo
Naroda”, Kırgızstan Tarıhının Maseleleri, No. 1, Bişkek 2008, s. 1-16.
Tsıbul’skiy, V. V., Lunno-Solneçnıy Kalendar Stran Yugo-Vostoçnoy Azii,
Nauka Yayınları, Moskova 1988.
Turan, Osman, 12 Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul Üniversitesi Yayınları,
İstanbul 1941.
Urstanbekov, B. U., T. K. Çoroev, Kırgız Tarıhı, Kırgızpoligraf Yayınları,
Frunze 1990.
Zaharova, İ. V., “Dvenadtsatiletniy Jivotnıy Tsikl u Narodov Tsentral’noy
Azii”, Trudı İnstituta İstorii, Arheologii i Etnografii Akademii Nauk
Kazahskogo SSSR, c. VIII, Almata 1960, s. 32-65.
172
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 161-172
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR
BİR İNCELEME
Pelin DİMDİK
ÖZ: Şizofreni bireyde bilişsel, duygulanım ve davranış alanlarındaki bozulmalarla kendini
gösteren ciddi bir beyin hastalığıdır. Şizofreni Müzesi’nde, şizofreniye yakalanan eski bir tıp
öğrencisinin hastalıkla savaşırken yaşadığı akıl almaz olaylar anlatılmaktadır. Eser, alelade bir
kurgudan ibaret olmayıp şizofreniyle mücadele eden kişileri anlamak ve hastalık hakkında bilgi
edinmek isteyen okurların istifadelerine sunulmuştur. Bu bakımdan makalede, romanda
verilen bilgiler paralelinde şizofreninin tarihine, nedenlerine, belirtilerine değinilmiş ve
başkahramanın hastalık öyküsüne yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler:
Halüsinasyon, Roman.
Levent
Mete,
Cengiz
Manga,
Şizofreni
Müzesi,
Şizofreni,
A REVIEW ON THE LEVENT M ETE’S NOVEL SIZOFRENI MUZESI
ABSTRACT: Schizophrenia is a serious brain disorder that manifests itself in cognitive,
affective and behavioral corruptions of individual. While schizophrenic former medicine
student fights disease, he comes across extraordinary events, which describes in the Sizofreni
Muzesi. The book is not an ordinary fiction but provides readers with an understanding of
people struggling with schizophrenia and information abouy the illness. In this regard, this
article narrates history, cause and symptom of schizophrenia and gives place to story of illness
of main character.
Key Words: Levent Mete, Cengiz Manga, Sizofreni Muzesi, Schizophrenia, Hallucination,
Novel.
Giriş: Levent Mete1’nin Şizofreni Müzesi romanı, hastalığı nedeniyle tıp
fakültesini beşinci sınıfta bırakmak zorunda kalan Cengiz Manga’nın
olağanüstü serüveni etrafında şekillenir. Romanın kahramanı yanılsama ve
sanrılarla örülü, gerçek ile hayalin iç içe geçtiği sıra dışı bir dünyada yaşar.
Şizofreni tanısı konmuş olan Cengiz Manga, bir süre Manisa Akıl
Hastanesi’nde yatmıştır. Hastalığı nedeniyle on yıldır ilaç kullanmakta ve
fırsat buldukça Şizofreni Dayanışma Derneği’ni ziyaret etmektedir. Erken
yaşta babası Muammer Bey’i kaybeden Cengiz Manga, Kemeraltı’ndaki
pasajda bilgisayar tamirciliği ile uğraşır. Annesi Meliha Hanım’ın emekli
maaşı ve tamircilikten kazandıklarıyla güçlükle geçindiklerini belirten genç,
bir oyun programı yazıp bu yoldan elde ettiği gelirle hayat standartlarını

İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yeni Türk
Edebiyatı Bilim Dalı Doktora Öğrencisi
1
Roman yazarı Levent Mete, yirmi yılın üzerinde şizofreniye ilişkin çalışmalar yapmış bir
psikiyatristtir. Yazarın Şizofreni Müzesi romanının dışında yazdığı beş romanı daha
bulunmaktadır. Levent Mete, Şizofreni Müzesi, Art Kitap, İstanbul 2011, s. 4.
PELİN DİMDİK
yükseltmek istemektedir. Cengiz Manga’nın, annesinin dışında iletişim
kurduğu kişiler ağırlıklı olarak iş yerinde tanıdığı; Büfeci Rıza, ziynet
eşyaları satan Beyza ve Feyza adlı kız kardeşler, manifaturacı Memduh Bey
ile eşi Şükriye Hanım gibi pasajda esnaflık yapan insanlardır. Onun iş ve
dernek ortamında kurduğu ilişkiler sosyal hayata katılımını sağlamanın yanı
sıra psikolojisi üzerinde de olumlu bir etki yapar.
Hastalığın alevlenme dönemlerinde, başkahramanda bilinç dışına ittiği,
kendisini meşgul eden konulara, olaylara ya da sosyal ortamlar, medya ve
basılı materyaller vasıtasıyla tanıdığı kişilere ilişkin birtakım sanrılar ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca şizofren genç rüya ve gerçek ayrımında da ciddi
problemler yaşar. Hastalığın etkisiyle artan çağrışımlar onun duygu, düşünce
ve algı mekanizmasını altüst etmiştir. Eski tıp öğrencisinin mantığı, yaşadığı
gerçek dışı durumların tespitinde ve değerlendirmesinde yetersiz
kalmaktadır.
Bu gencin bilinen son atağı, hakikatte var olmayan Şizofreni Müzesi adlı
bir bilgisayar oyununun gizemli öyküsüyle başlar. Tamamen hayal ürünü
olan Şizofreni Müzesi yedi katlı bir bina görünümündedir, ancak yeraltında
da uzantıları vardır. Müzenin birinci katı hastalığın tarihçesine ayrılmıştır.
İkinci katta hastalığın nedenleri, üçüncü katta hastalığa ait belirtiler
sergilenmektedir. Dördüncü kat “Renklerin Solduğu Yer”, beşinci kat
“Tedavi Pazarı”, altıncı kat “Beynin Komuta Merkezi” olarak adlandırılmış,
yedinci kat da “Büyük Panayır” ismi altında hastalar ve yakınları için
tasarlanmıştır. Yeraltında bulunan kısım ise okuyucuyu fantastik bir
atmosfere doğru sürükler.
Başkahraman Cengiz Manga’nın kurguladığı Şizofreni Müzesi adlı
bilgisayar oyunundaki müze katları, aslında yazar Levent Mete’nin
romanında kullandığı bölüm başlıklarıdır. Biz de yazımızın başlıklarını bu
bölümlendirmeyle paralel olarak oluşturduk.
Şizofreni Müzesi Romanının İncelemesi
Birinci Kat: Hastalığın Tarihçesi: Cengiz Manga’nın; Şizofreni Müzesi
adlı oyuna giriş yapabilmesi için akıl hastalıklarının tarihsel geçmişine
yönelik bazı soruları cevaplaması gerekir. Bu sorular büyük ölçüde Taş
Devri, Eski Mısır ve Orta Çağ dönemlerine aittir. Şizofren genç doğru
cevapları verdikten sonra oyuna başlama hakkı kazanır. Burada kendisinden
istenen bir cinayeti çözmesidir. Tanıklarla görüşen Manga, hem katili
bulmak hem de hastalığına dair yeni şeyler öğrenmek maksadıyla müzeyi
gezmeye başlar. Giriş ve tarihçe kısmının yer aldığı birinci katta Taş Devri,
Eski Mısır, Engizisyon gibi başlıklar eşliğinde her dönem farklı odalarda
sergilenmiştir. Örneğin odaların birine “Osmanlı’da meczupların müzikle
174
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
tedavi edildiği bimarhane”2(s.79) yazılı bir levha asılmış, hemen yanındaki
odanın kapısında da “Akıl Hastalarını Zincirlerinden Kurtaran Fransız
Hekim Philippe Pinel”(s.78) ibaresine yer verilmiştir. Ayrıca Bakırköy Akıl
Hastanesi’nin kurucusu Mazhar Osman’a ve ilerleyen yıllarda bu hastanenin
daha iyi koşullarda hizmet vermesini sağlayan Yıldırım Aktuna adına da
birer oda düzenlenmiştir. Tarihçe bölümünde bu şekilde birçok oda
bulunmaktadır.
Akıl hastalıklarının büyük bir olasılıkla insanlığın başlangıcından bu yana
var olduğu düşünülmektedir. Gerçekten de bu durum insan beyninin
evriminin kaçınılmaz bir sonucu olarak görülebilir. Delinerek boşluk açılmış
Taş Devri’ne ait kafatasları tarih öncesi dönemde akıl hastalığının varlığının
bir kanıtı olarak sunulmuştur. Genel kabul gören bir teori, Taş Devri
deliklerinin akıl hastalığından sorumlu şeytanları serbest bırakmak için
yapıldığı iddiasındadır. Yazının bulunuşuyla birlikte hemen hemen bütün
eski uygarlıklar psikoz dahil olmak üzere ciddi akıl hastalıkları sonucu
beliren davranış ve deneyimleri kaydetmişlerdir.3
İsa’dan yaklaşık iki bin yıl kadar önce, eski Mısır firavunları zamanındaki
yazılı belgelerde şizofreninin izine rastlamak mümkündür. Eber
Papirüsü’nün parçası olan Kalplerin Kitabı’nda depresyon, bunama ve ek
olarak şizofrenide bulunan düşünce bozuklukları ayrıntılı bir şekilde tarif
edilmiştir. Antik Mısır’da kalbin ve aklın aynı anlama gelecek şekilde
kullanıldığı görülmektedir. Psikolojik rahatsızlıkların kalp ve rahim ile ilgili
semptomlar olarak kabul edildiği ve bir zehirlenmeden, iltihaplanmadan,
dışkı ile ilgili bir problemden, kan damarlarından ya da şeytanlardan
kaynaklandığı düşünülmektedir. Görünüşe göre çoğu durumda Mısırlılar akıl
hastalıklarına, fiziksel bir rahatsızlık gözüyle bakmışlardır.4
Antik Yunanlılar şizofreni gibi tanınabilir hastalıklar dahil olmak üzere
psikolojik rahatsızlıklar hakkında birçok hipotez oluştururlar. Onlar, iç ve dış
faktörlerin vücuttaki kan, balgam, sarı safra, kara safra balansını bozduğu
zaman ortaya çıkan bu dengesizliğin deliliğe yol açacağını ifade eden
Hümoral teoriye inanmış, özellikle safra ve balgam sıvılarını psikolojik
rahatsızlıklar için çok önemli iki faktör olarak görmüşlerdir. Eski Yunanlılar
havanın sıcaklık ve nem bakımından ruhsal bozuklukların şiddetini
2
3
4
Şizofreni Müzesi romanından yapılan alıntılarda sayfa numaraları metin içinde gösterilmiş,
eser dipnotta tekrar edilmemiştir.
Alan A. Baumeister, Mike F. Hawkins, Joni Lee Pow, Alex S. Cohen, “Prevalence and
Incidence of Severe Mental Illness in the United States: An Historical Overview”, Harvard
Review of Psychiatry, C. 20, S. 5, 2012, s. 247.
Theocharis Chr. Kyziridis, “Notes on the History of Schizophrenia”, German Journal of
Psychiatry, C. 8, S. 3, Gottingen 2005, s. 42.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
175
PELİN DİMDİK
etkilediğini düşünmektedirler. Ayrıca akıl hastası bireylerin hastalık için
birtakım yatkınlıklarla doğmuş olabileceği fikrini de göz önünde
bulundurmuşlar ve bazı ruhsal bozuklukların ailesel doğasını fark
etmişlerdir. Bu önemlidir, çünkü aile ve ikiz çalışmaları şizofreninin
öncelikle genetik bir bozukluk olduğunu göstermektedir. 5
Avrupa’da Orta Çağ boyunca anormal davranışlara yönelik bilimsel
çalışmalar sınırlıdır. Psikolojik bakımdan rahatsız olan bireylerin tedavisi,
onların durumunu anlamaya yönelik girişimler yerine çoğunlukla ritüeller
veya batıl inançlarla karakterize edilmiştir. Orta Doğu’nun İslam ülkelerinde
İbn-i Sina döneminin ya da XVII. ve XVIII. yüzyıllar süresince aydınlanma
döneminin aksine, Avrupa’da Orta Çağ’da zihinsel bozuklukların tedavisi
insancıllık ve bilimsel düşünceden uzaktır. Bu dönemde akıl hastalarının
idaresi çoğunlukla din adamlarına bırakılmıştır. Dönemin başlarında
psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde hatırı sayılır ölçüde bir nezaket vardır.
Hastalığın tedavi kısmını dua, kutsal su, kutsal merhem, rahiplerin tükürük
ya da nefesi, kutsal emanetlere dokunmak, kutsal yerleri ziyaret etmek ve
şeytan çıkarmanın hafif formları oluşturmaktadır. İlerleyen dönemlerde akıl
sağlığı yerinde olmayan birçok insana içlerindeki şeytanı çıkarmak için
işkence edilmiş, bu insanların bazıları büyücü olmakla suçlanmış ve bu
nedenle cezalandırılıp genellikle öldürülmüştür.6 Şeytana tutulmuş ya da
cadı olarak damgalanan bu kişilerin önemli bir bölümü büyük olasılıkla
şizofreni hastalarıdır.7
Avrupa’nın psikolojik rahatsızlıkları olan bireyleri birer hasta olarak
düşünmeyip ağır işkencelere maruz bırakarak öldürdüğü Orta Çağ’da
Türkler bu kişilerin hasta olduklarını kabul etmiş, akıl sağlığına, akıl
hastalarına ve sağaltımına oldukça önem vermişlerdir. Akıl hastalıklarının
müzikle tedavisini ilk defa sistematik bir biçimde tatbik eden de Türkler
olmuştur.8 Açılan şifahaneler, bimarhaneler ve tımarhanelerle Osmanlı’nın
ilk devrelerinde akıl hastalarına iyi bakıldığı anlaşılmaktadır.9
5
6
7
8
9
Christina Lee, "Schizophrenia: Then and Now" Sound Neuroscience: An Undergraduate
Neuroscience Journal, C. 1, S. 1, 2013, s. 1.
Jill M.Hooley, James Neal Butcher, Susan Mineka, Abnormal Psychology: Core Consepts,
2. Baskı, Pearson Education, Boston 2010, s. 12.
Fulya Algın, Şizofreni Hastalarında Başa Çıkma Tutumlarının Umutsuzluk, İntihar
Davranışı ve İçgörü ile İlişkisi, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Ord. Prof. Dr. Mazhar
Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 6. Psikiyatri Birimi,
Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009, s. 24.
Sezer Erer, Elif Atıcı, “Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler”,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, Bursa, C. 36, S. 1, 2010, s. 30.
M. Orhan Öztürk, Aylin Uluşahin, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları I, 11. Baskı, Nobel Tıp
Kitapevleri, Ankara 2011, s. 8.
176
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
Rönesans boyunca bilimsel araştırma ve akılcılığın dirilişi, bireyin
biricikliğini ve değerini vurgulayan bir felsefi hareket olan hümanizmde ve
bilimde büyük atılımlara yol açmıştır. Bu zamana kadar birçok akıl
hastanesi, psikolojik bakımdan rahatsız olan bireylerin zincirlendiği,
kafeslendiği, aç bırakıldığı, dövüldüğü ve hatta halka küçük bir ücret
karşılığı hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi sergilendiği gözaltı
merkezleridir. Bu dönemde düşüncede yeni bir yol tutturulmuştur. Buna göre
eğer kişi zihinsel olarak rahatsız ve cinli değilse o zaman hastaymış gibi
tedavi edilmelidir. Akıl hastalıklarının tedavisindeki yeni metotlar
hümanistik ruhu yansıtmaktadır. 1563 yılında Johann Weyer adlı bir Alman
doktor, büyücülük hakkındaki fikirlere meydan okuyan devrimci bir kitap
yayınlar. Weyer, büyücü gibi görülerek yakılan, hapsedilen, işkence gören
birçok insanın akıl hastası olduğunu, şeytanlar tarafından ele geçirilmediğini
ileri sürmüştür. Onun bu kitabı kilise ve devlet tarafından sert bir şekilde
eleştirilir ve yasaklanır. Ancak bu eser, Weyer’in akıl hastalığı üzerinde
hümanist bakış açısının bir öncüsü olduğunun kanıtıdır. Diğer bilim insanları
da onun yolundan gitmişlerdir.10
XVII. yüzyılda akıl hastalarıyla ilgili kararların din adamları yerine
hekimler tarafından verilmesinin uygun olacağı görüşü kabul edilir. Orta
Çağın son bulması ile Avrupa’da her alanda olduğu gibi psikiyatri dalında da
bilimsel çalışmalar başlar.11 Aynı yüzyılda Thomas Willis ve XVIII.
yüzyılda Phillippe Pinel12, John Haslam ve Gorge Man tarafından yazılanlar
bu hekimlerin şizofreniyi tanıdıklarını düşündürmektedir.13 Hastalık
başlangıçta Emil Kraepelin tarafından "dementia praecox" olarak
isimlendirilir. Bu kavramı ilk kullanan Bénédict Augustin Morel’dir.
Şizofreni teriminin kullanımını ise Eugen Bleuler, 1911 yılında yayınladığı
“Erken Bunama ve Şizofreniler Grubu” adlı metinde teklif etmiştir.14
İkinci Kat: Hastalığın Nedenleri: Cengiz Manga şizofreninin sırlarını
çözmek ümidiyle ikinci katta bulunan “Beynin Oluşumu” adlı levhanın asılı
olduğu odaya girer. Burada annesinin karnındaki bir bebeğin beyninin nasıl
10
David Sue, Derald Wing Sue, Diane Sue, Stanley Sue, Understanding Abnormal Behavior,
10. Baskı, Cengage Learning, Boston 2010, s. 17-18.
11
M. Orhan Öztürk, Aylin Uluşahin, a.g.e., s. 5.
12
Pinel, 1793’te Paris Bicetre hastanesindeki akıl hastalarını zincirlerinden kurtaran kişidir.
Bu olay hastanelerde başlayan olumlu tedavi programının dramatik bir sembolü haline
gelmiştir. Irvin J. Kohler, An Investigation of the Mental Hospital Building Type,
(Massachusetts Institute of Technology, Department of Architecture, Master Thesis),
Cambridge 1954, s. 5.
13
Levent Mete, Şizofreni En Uzak Ülke, 4. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2006, s. 44.
14
Hans Rittmannsberger, “Die Diagnose ‘Schizophrenie’: Vergangenheit, Gegenwart und
Zukunft”, Psychiatria Danubina, C. 24, S. 4, Zagreb 2012, s. 408; Marc-Louis Bourgeois,
Şizofreni, Çev. İsmail Yerguz, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2008, s. 13, 16.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
177
PELİN DİMDİK
oluştuğu canlandırılmıştır. Hücreler “rüzgarla yer değiştiren bulutlar gibi” (s.
80) görev alacakları yerlere göç etmektedir. Eski tıp öğrencisi olup bitenleri
izlerken oyun kahramanı Dr. Arieti cebinden genetik harita olarak tabir ettiği
eskimiş bir kağıt çıkarır. Bu haritada “hücrelerin nereye gideceği, orada ne iş
yapacağı yazılmış durumdadır.” (s. 80) Ünlü psikiyatrist “günün birinde
şizofreniye yakalanacak olan beynin de kendine göre bir haritasının” (s. 80)
olduğunu ifade eder. Bu sözlerden hareket eden Cengiz Manga, psikolojik
bağlamda sağlıklı bireyler olarak addettiği ebeveynlerinin gerçek anne ve
babası olmadığından şüphelenmeye başlar. Bunun üzerine Dr. Arieti,
şizofreninin kalıtımın yanında doğum öncesi ve doğumla birlikte yaşanan
olumsuzluklarla ilgili yönüne dikkat çekerek şunları söyler: “Göç her zaman
beklendiği gibi gitmez. Bazen develer mikrop kapıp hastalanır, kervan
bozulur, çadırlar uçar, bedeviler çölde yollarını kaybeder, kendilerini
bambaşka yerlerde bulurlar. (...) Haritada gösterilen öyle olmasa da günün
birinde hastalanabilir insan. Doğum sırasında su yutup havasız kalan birçok
bebeğin büyüdüklerinde şizofreniye yakalandığını gördüm. Kimileri de
annelerinin hamilelik sırasında geçirdiği virüs hastalığı yüzünden sonunda
şizofren oldu.” (s. 81)
Bu açıklamadan sonra odadan ayrılan Cengiz Manga, “Beyinde Olup
Bitenler” adlı başka bir odaya girer. Burada, şizofreni sebebiyle genişleyen
beyin boşlukları dev bir mağara metaforuyla sergilenmiştir. Hemen yandaki
odada ise şizofreniye yol açan kimyasallarla karşılaşır ve bu maddeleri
pazarlamaya çalışan esnafla diyalog kurar. Birinci dükkânda dopamin satan
şahıs şu sözlerle müşterisini ikna etmeye çalışmaktadır:
“İsmi ‘D’ ile başlayan bir şey satıyoruz beyim. Herkes bilir, işin içinde
olanlardan kime sorarsanız şizofreni için en garantili malın ‘D nokta nokta’
olduğunu söyler size. Beynin şurasında, işte bu alın tarafında azalsın bu ‘D
nokta nokta’ hiçbir istek kalmaz insanda, ot gibi olur. Daha aşağıda halk
arasında ‘limbik’ denen bir yer var, (...) oraya ‘D nokta nokta’yı bastın mı
tutma artık adamı, kulağına ses mi gelir, gözüne hayal mi görünür, delilik
diye bildiğin ne varsa hepsi fırlayıp çıkar ortaya. Kimi kendini dünyanın
başkanı sanır, kimi kuş olup uçar. Onun bunun düşüncesini beyninden çekip
alıyor gibi olursun, derken başkaları senin beynini kurcalayıp içinden
fikirlerini çalmaya başlar, sonra bakmışsın birilerine telepatiyle emirler
veriyorsun.” (s. 83)
İkinci dükkânın sahibi “en iyi şizofreninin serotoninle olduğunu” (s. 84)
ifade ettikten sonra “D nokta nokta kadar iyi bilinmez ama ondan hiç aşağı
kalmaz.” (s. 84) diyerek serotoninin halüsinojenik etkisine vurgu yapar.
178
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
Üçüncü dükkândaki esnaf sattığı bir çeşit uyku tozunun etkisiyle
uyuyakalmıştır.15 Dördüncü dükkandaki satıcı: “Bu tozun varlığı değil
yokluğu şizofreniye yol açıyor.” (s. 84) dedikten sonra “Asıl şizofreni iksirini
kendisinin sattığını” (s. 84) belirtir. “Ona göre, şizofreniye ulaşmak
istediğinizde karşınıza dikilen en önemli engel beyindeki “Glutamat” isimli
maddedir. (...) Bir kişiye verdiğinizde hem şüpheci ve gergin oluyor,
boşluktan sesler duyuyor, gözüne hayaller görünüyor hem de aynı zamanda
içe dönük durgun, ilgisiz birisine dönüşüyordu. (s. 84)”
Çarşının sonundaki beşinci dükkânda da noradrenalin satılmaktadır.
Dükkanının tezgahında kocaman kırmızı harflerle “N ile başlayıp N ile
biter” (s. 85) yazısı asılmıştır. Ayrıca altında da küçük harflerle “şüpheye
düşmenin en kolay yolu” (s. 85) şeklinde bir ibare bulunmaktadır.
Şizofreni, bireyin realiteye ait verileri anlamlandırma ve analiz etme
yetisini hasara uğratan “sanrılar, varsanılar, dezorganize davranış, negatif
belirtiler ve sosyal/mesleki işlevsellikte bozulma ile karakterize bir beyin
hastalığıdır.”16 Şizofreninin ortaya çıkışı bilim insanlarının büyük
çoğunluğu tarafından tek bir nedene dayandırılmamaktadır. Yaygın bir
kanaate göre bu süreç pek çok faktörün karşılıklı etkileşimini gerekli kılar.17
Arieti dahil birçok psikiyatrist tek başına biyolojik yatkınlığın veya olumsuz
psikolojik tecrübelerin şizofreniyi yaratmada etkili olmayacağına
inanmaktadırlar. Bu anlayış açısından şizofreni; biyolojik, psikolojik ve
psikososyal etkenlerin birleşiminden meydana gelen kronik bir psikozdur.18
Bazı kötü koşulların bireyin akıl sağlığını bozabileceğinden hareket eden
diğer bir görüş de şizofreninin, ailede karşılaşılan olağan dışı bir hâle
yönelik tespit edilebilir bir reaksiyon olduğunu ve birtakım olumsuz
yaşantılar içinde olan kişilerin şizofrenik olabileceği savını ileri sürer. Böyle
bir yaklaşım şizofreninin açığa çıkması için kalıtımsal ve strüktürel
anormallikler olmadan psikolojik etkenlerin tek başına yeterli olduğu
kanısını uyandırmaktadır.19 Ancak şizofrenin etiyolojisini çözümlemeye
ilişkin psikanalitik ve psikodinamik kuramlar, bütün psikolojik sorunların
kaynağını erken dönem ebeveyn-çocuk ilişkilerine bağlayan kimi arayışları
saymazsak, Freud’tan bu yana hastalığa neden olan yapısal bir bozukluğun
15
Şizofreni hastalarında görülen uyku bozukluklarında “dopamin dizgesinin aşırı
çalışmasının yanı sıra GABA dizgesinin de rolü olduğu düşünülmektedir.” M. Orhan
Öztürk, Aylin Uluşahin, a.g.e., s. 289.
16
Halis Ulaş, Serhat Taşlıca, Köksal Alptekin, “Şizofrenide Nörofizyolojik ve Nörokognitif
Genetik Belirleyicilerin (Endofenotip) Yeri”, Klinik Psikiyatri, S: 11, Ankara 2008, s. 12.
17
Oğuz Arkonaç, Şizofreni, İstanbul Matbaa Meslek Lisesi Yayınları, İstanbul 1976, s. 19.
18
Silvano Arieti, Bir Şizofreni Anlamak, 2. Baskı, Çev. Aylin Eti, Doruk Yayımcılık, İstanbul
2008, s. 88,98; Sunar Birsöz, Benim Şizofrenlerim, HYB Yayıncılık, Ankara 2013, s. 79.
19
Oğuz Arkonaç, a.g.e., s. 70-71.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
179
PELİN DİMDİK
olma ihtimalini her zaman dile getirmişlerdir.20 Günümüzde şizofreniyi
müşterek birden fazla nedenin tetiklediği yönünde genel bir anlayış
geliştirilmiş21 olmasına karşın “hastalığın etiyolojik temeli tam olarak
aydınlatılamamıştır.”22 Bu konuya dair merak ve çalışmalar hâlihazırda
devam etmektedir.23
“Atbaşoğlu, şizofrenide kalıtımın rolünün çok iyi bilindiğini, ancak yeni
hastalıkların çoğunun ailesinde şizofreni olmayan kişilerde görüldüğüne
dikkati çekmektedir. Şizofreniye etki eden faktörlere ilişkin dünya ölçeğinde
çeşitli çalışmalar yapıldığını, ancak genetik ile çevresel etmenlerin birlikte
incelenmediğini belirten Atbaşoğlu, yeni tanıların ‘bünye kadar çevrenin de
şizofreninin ortaya çıkmasında etkili olduğu varsayımını güçlendirdiğini’
ifade etmiştir.”24
Ailesel geçişinin yanında doğum öncesi ve doğum komplikasyonlarının
da şizofreniye neden olabileceğine yönelik araştırmalar mevcuttur.
İstatistiklere dayanılarak yapılan bu çalışmalar kış mevsiminde doğan
kişilerde şizofreni hastalığının görülme oranının fazlalığına işaret
etmektedir. Özellikle kış mevsiminde viral enfeksiyonlara yakalanma
sıklığında artış yaşanması ile şizofreni arasında bir bağlantı kurulmuş ve
“virüslerin, genlerin yapısına girerek ya da beynin hızlı gelişim evrelerinde
beyin hücrelerini etkileyerek şizofreniye yol açabildiği iddia edilmiştir. (...)
Anne karnındayken ya da doğumdan hemen sonraki dönemde gelişen (...)
viral enfeksiyonlarla birlikte zehirlenmeler ve bebeğin oksijensiz kalması
gibi etkenler de risk faktörü sayılmaktadır.”25
Şizofreniye yakalanan beynin çeşitli bölgelerinde nörokimyasal
anormalliklerin gözlendiği bildirilmektedir. Neredeyse beyinde bilinen tüm
nörotransmitterlerin, şizofrenide değişmiş nörotransmisyon sistemleri için
aday olduğu düşünülmüştür. İlk hipotez noradrenalin, serotonin, glutamat ve
20
Erol Göka, “Şizofrenide Psikodinamik Yaklaşım”, Ed. Nesrin Dilbaz, Göksel Bayam,
Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara 1997, s. 46.
21
Hülya Güveli, Antipsikotik Kullanan Şizofrenlerde Metabolik Sendrom Sıklığı ve İlişkili
Etmenlerin Sağlıklı Toplulukla Karşılaştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr.
Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Baştabipliği 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi) İstanbul 2009, s. 5.
22
Halis Ulaş, Serhat Taşlıca, Köksal Alptekin, a.e.g., s. 12.
23
2010 tarihinde başlayan “Türkiye'de AB projesi kapsamında 13 ülke ile birlikte yürütülecek
'’Şizofrenide Gen-Çevre Etkileşimi (EU-GEI) Projesi'’ ile şizofrenin genetik mi yoksa
çevresel faktörlerle mi geliştiği” saptanmaya çalışılacaktır. “100 kişiden biri şizofren!”,
Habertürk Gazetesi, 24 Mayıs 2011.
24
“Şizofreni genetik mi çevresel mi?”, Ntvmsnbc,
http://www.ntvmsnbc.com/id/25216166/#storyContinued.
25
Adnan Çoban, Şizofreni Bin Parça Akıl, Timaş Yayınları, İstanbul 2008, s. 22; Mehmet
Kemal Arıkan, Şizofreni Anlamak, İmge Kitabevi, Ankara 1998, s. 30.
180
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
GABA gibi azalma veya artışa bağlı olarak beyinde birtakım karmaşıklıklar
yaratan nörotransmitterlerden olan dopamin ile ilgilidir. Bu transmisyon
anormallikleri, hastalığın belirtilerine veya patolojiye bir cevap olarak ileri
sürülmüştür.26
Üçüncü Kat: Şizofreni Belirtileri - Başkahramanın Hastalık Öyküsü:
Şizofreni Müzesi’nin üçüncü katındaki odalarda hastalığa ait çeşitli belirtiler
sergilenmektedir. İlk beş oda; işitme, görme, koklama, tat alma ve dokunma
halüsinasyonlarına ayrılmış, diğer odalardaysa düşünce, davranış ve duygu
bozukluklarına yer verilmiştir. Örneğin düşüncelerin anormal bir şekilde
hızlanıp yavaşladığı odalar bulunmaktadır. “Şüphe Odası”nda takip
edildiğinden ve kendisi hakkında konuşulduğundan kuşkulanan insanların
tuhaf hareketleri dikkat çekicidir. “Hiçbir Mantığa Sığmayan Düşünceler”
yazılı odada beyin dalgalarıyla dünyayı yönettiğine inanan kişilerin yanında
Antik Mısır çağından kalma bir mumya ya da kaplumbağa olduğunu,
beyninin veya ciğerlerinin olmadığını, düşüncelerinin bilgisayar tarafından
kontrol edildiğini, uzaylıların ebeveynlerinin bedenlerini ele geçirdiğini
düşünenler bulunmaktadır. “Duygusuzluk Odası”nda insan olan biten her
şeye karşı tepkisizleşmektedir. “Uygunsuz Duygular” adlı odada bireyin bir
durum ya da olay karşısındaki duygulanımı tersine dönmekte, ağlanacak
yerde gülüp gülünecek yerde ağlamaktadır. “Mantıksız Davranışlar
Odası”nda ise “paltosunun üstüne kazak giyen, baştan ayağa naylon
torbalarla örtünen, başına şapka gözüne gözlük takıp kravatını bağladıktan
sonra iç çamaşırlarıyla dolaşan, yüzlerini değişik renklere boyayan, bir
tapınma töreni gerçekleştirir gibi hareketlerle oturup kalkan, anlamsız sesler
çıkaranlarla doludur.” (s. 90)
Dünya Sağlık Örgütü tarafından geliştirilen ICD 10 ölçeğine göre
şizofreni tanısı koyabilmek için hastada, aşağıda a’dan d’ye kadar listelenen
grupların herhangi birine ait semptomlardan en az birinin net bir biçimde
bulunması ya da e’den i’ye kadar sıralanan semptomlardan en az iki
tanesinin bir ay veya daha uzun süreyle mevcut olması gerekmektedir 27:
a) Düşünce yankılanması, düşünce sokulması ya da çekilmesi ve düşünce
yayınlanması, b) Kontrol edilme, etkilenme yahut edilgenlik sanrıları (beden
ve uzuv hareketleri veya belirli bir düşünce, eylem ya da duyularla ilgili
olarak), c) Hastanın davranışlarını yorumlayan ya da kendi aralarında hastayı
tartışan işitsel sanrılar yahut bedenin bazı kısımlarından gelen sanrısal sesler,
d) Kültürel açıdan uygun olmayan, tamamen imkânsız görünen ve
26
Sutisa Nudmamud-Thanoi, “Neurochemical Abnormalities in Schizophrenia”, Naresuan
University Journal, C. 13, S. 1, 2005, s. 61.
27
Angelo Barbato, Schizophrenia and Public Health, World Health Organization, Geneva
1998, s. 2.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
181
PELİN DİMDİK
devamlılık arz eden başka çeşit sanrılar. Ayrıcalıklı dinsel ya da bir politik
bir kimliğe, insanüstü güçlere veya yeteneklere sahip olma gibi. (Örneğin;
hava durumunu kontrol etme, başka dünyadan gelen yabancılarla iletişim
içinde olma), e)Herhangi bir şekilde süreklilik gösteren halüsinasyonlarhaftalarca veya aylar boyunca her gün devam eden aşırı değer kazanmış
inatçı fikirlerin ya da açık duygusal içeriğe sahip olmayan, kısa süreli ya da
yarı oluşmuş sanrıların eşliğinde, f) Düşüncede kopukluk veya düşünce
sokulması ve buna bağlı olarak mantıksız ya da ilgisiz konuşma ya da anlamı
olmayan kelimeler türetme (neolojizm), g) Katotonik davranış, örneğin;
taşkınlık, belli bir duruş vaziyeti alma (posturing), balmumu esnekliği, karşıt
tavır (negativizm), konuşmama (mutism), dış uyaranlara karşı ilgisizlik
(stupor) gibi. h) Negatif semptomlar, örneğin; sosyal çekilmeye ve sosyal
performansın düşmesine neden olan; belirgin apati, konuşma azlığı,
duygusal tepkilerde sığlaşma ve uygunsuzluk gibi. Bu belirtilerin
depresyondan ya da nöroleptik ilaçlardan dolayı ortaya çıkmadığının
bilinmesi gerekir. i) Kişisel davranışların bazı cephelerinin genel niteliğinde
ciddi ve sürekli bir değişim yaşanması; ilgi kaybı, amaçsızlık, tembellik,
bencil tutum, sosyal geri çekilme gibi.28
Şizofreni Müzesi romanında Cengiz Manga’nın hastalığına ait klinik
tablo şöyledir: Şüphecilik-kötülük görme ve büyüklük sanrıları, görme,
işitme, dokunma, tat ve koku halüsinasyonları, kendi kendine konuşma,
yoğunlaştırma ve neolojizm, düşünce ile aşırı meşguliyet, intihar fikri, sosyal
geri çekilme-ilgi ve istek yitimi, dikkat bozukluğu. Aşağıda şizofreni hastası
gençte görülen bu belirtiler incelemeye tabi tutulmuştur.
Sanrı (hezeyan): Hemen hemen herkesin inandığı, tartışılmaz, apaçık
delillere ve belgelere dayalı, kalıcı ve değişmez gerçeklik hakkındaki yanlış
çıkarsamalara bağlı olarak ortaya çıkan sabitleşmiş asılsız inançtır.29 Sanrılar
konularına göre: büyüklük sanrısı, küçüklük sanrısı, dinsel sanrı, erotomanik
sanrı, kötülük görme sanrısı, kıskançlık sanrısı, günahkârlık ya da suçluluk
sanrısı, somatik (bedensel) sanrı, alınma sanrısı, kontrol edilme sanrısı,
düşünce okunması sanrısı, düşünce yayınlanması sanrısı ve düşünce
çekilmesi sanrısı şeklinde alt tiplere ayrılmıştır.30
Paranoid-Kötülük Görme Sanrıları: Kötülük görme sanrıları tehdit
inançları olarak kavramsallaştırılmaktadır. Birey için duygusal bakımdan
önem taşıyan, anormal ve alışılmadık iç ve dış deneyimleri anlamlandırma
28
Barbato, a.g.e., s. 3.
Tim Bayne, Elisabeth Pacherie, “In Defence of the Doxastic Conception of Delusions”,
Mind & Language, C. 20, S. 2, 2005, s. 163.
30
Levet Mete, Şizofreni en..., s. 49-51.
29
182
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
arayışı ile ilgili olarak ortaya çıktığı varsayılmaktadır.31 Bu tip bir hezeyanı
olan hasta tanıdığı ya da tanımadığı kişilerin kendisi ile ilgili kötü
düşüncelere sahip olduğuna ve bu nedenle kendisine zarar vermek
istediklerine inanır. Hastalar zaman zaman bu kimseler tarafından izlendiği
şüphesine de kapılabilmektedirler.32
Cengiz Manga’da görülen paranoid-kötülük görme sanrılarına ilişkin
belirtiler şöyledir: Şizofreni Müzesi oyununu oynarken ekrandan kendisini
görüyor olabileceklerini düşünme, oyuna başladığı günlerden itibaren
gördüğü rüyaların oyunu hazırlayan kişilerce planlanmış olması ihtimalini
aklına getirme, oyunun yalnızca kendisini tuzağa düşürmek için yazılmış
olabileceği kuşkusu, birilerinin kendisini öldüreceğinden, onu izlemek için
evinin duvar, koltuk gibi çeşitli yerlerine gizli kameralar yerleştirildiğinden
şüphelenme, içtiği ilaçları su kaplumbağası yumurtasına benzetmesi ve
onları yuttuğu takdirde kaplumbağaların yumurtadan çıkarak mide ve
bağırsaklarında dolaştıktan sonra büyüdüklerinde karnını patlatarak dışarı
çıkması fikri.
Büyüklük Sanrıları: Büyüklük sanrılarının iç ve dış kaynaklı, rahatsız
edici olaylardan kaçınmak için strese karşı bir cevap niteliğinde olduğu ve
bu nedenle koruyucu bir işlevi bulunduğu, başka bir ifadeyle bunların
incinmiş egoyu gerilimden koruyarak bilinç dışında sahte bir kendilik
oluşturduğu düşünülmektedir.33 Bu tip hezeyanları olan bireyler olağanüstü
yetenekleri ya da özel güçleri olduğuna inanmaktadırlar. İtikadlar realiteyle
uyumsuz ve mantık dışıdır. Örneğin hasta, devlet başkanı, ünlü bir film
yıldızı ya da mucit olduğunu, birtakım doğa olayları meydana
getirebileceğini söyleyebilir. Roman kahramanı Cengiz Manga, hastalığının
nüksettiği bir dönemde gezegenleri beyin dalgalarıyla yönettiğini iddia
etmektedir.
Halüsinasyon (Varsanı): Halüsinasyon, “kişinin, tam olarak inandığı
nesnesiz algı” şeklinde tanımlanmaktadır. Halüsinasyonlar; görsel, işitsel,
dokunsal, kinestezik, kokusal ve tatsal olmak üzere çok çeşitlidir. Görsel
halüsinasyonlar, parıltılar, zikzaklar gibi çok basit fenomenlerden, çeşitli
sahneler, kişiler, heotoskopi gibi belli bir bilinç durumunda ortaya
31
Daniel Freeman, Philippa A. Garety, Elizabeth Kuipers, David Fowler, Paul E. Bebbington,
“A cognitive model of persecutory delusions”, British Journal of Clinical Psychology, S.
41, 2002, s. 331.
32
Mehmet V. Şahin, “Şizofreni: Klinik Özellikler, Tanı, Ayırıcı Tanı”, Psikiyatri Dünyası, S.
3, 1999, s. 73.
33
Gülten Erben, Hezeyanlı Bozuklukta Hezeyan Profili ve Bağlantılı Parametreler, (T.C
Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul
2008, s. 14.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
183
PELİN DİMDİK
çıkabilecek görsel varsanılara kadar uzanmaktadır. Böylece kişi, gerçekdışı
ve tuhaf durumları ya da daha önceden şahit olduğu benzer olayları yeniden
yaşadığı hissine kapılır. İşitsel halüsinasyonlar, fısıltı, tıngırtı şeklinde basit
ya da ezgiler, tümceler gibi konuşma şeklinde yahut konuşma dışı, karmaşık
olabilir ve bunlar da daha evvel yaşanmış olaylara yönelik olarak açığa
çıkabilirler.34 Koku ve tat varsanıları çoğu durumda birlikte açığa çıkarlar ve
genellikle hoş olmayan koku ve tatlar algılanır. “Dokunsal varsanılar,
elektirik duyumları, dokunulma duyumu, derinin altında böcek dolaşması
(...) vücut organlarının çekilmesi, cinsel uyarılma şeklinde olabilir.”35
Şizofreni hastalarında en sık işitsel halüsinasyonlara, daha az sıklıkta görsel
halüsinasyonlara, çok daha seyrek olarak da dokunma, koku, tat
halüsinasyonlarına rastlanmaktadır.36
Cengiz Manga, Şizofreni Müzesi romanında hastalığının tetiklediği
halüsinasyon deneyimlerini şöyle anlatır: “Geçmişte yaşadığım, boşluktan
gelen seslerle, hayallerle, kimi iğrenç kokularla, mide bulandırıcı tatlarla,
görülmez eller tarafından itilip kakılmalarla geçen günler canlandı
gözümde. Aşağılayan, suçlayan, akıl almaz emirler veren sesleri duymamak
için kulaklarıma pamuk tıkadığım, televizyonun sesini sonuna kadar açıp
bağıra çağıra şarkı söylediğim, sonunda polis arabasıyla acil servise
götürüldüğüm geceyi hatırladım.” (s. 88)
Kendi Kendine Konuşma: Şizofreni hastalarının işitsel varsanılara
cevap vermeleri kendi kendine konuşma şeklinde algılanmaktadır.37 Cengiz
Manga’nın annesi Meliha Hanım bu nedenle oğlunun kendi kendine
konuştuğunu düşünmektedir.
Yoğunlaştırma ve Neolojizm: Şizofrenlerin herhangi bir olay ya da
durumu izah etmek gibi çeşitli maksatlarla “yoğunlaştırma” yöntemiyle
birbiriyle ilgisi olmayan kelime ve kavramları birleştirerek yeni bir ifade
şekli (neolojizm) meydana getirdikleri görülebilir.38
Cengiz Manga fakülte yıllarında şizofreninin sırrını öğrenmek
maksadıyla hastalıkla ilgili çalışmalar yapan ünlü bilim insanlarını incelemiş
ve onların hayatlarını öğrenmiştir. Bir dönem formülün isimlerde
gizlendiğini düşündüğünden günlerce bunları alt alta ve yan yana sıralayarak
değişik sözcükler türetmeye çalışır. Örneğin Eugen Bleuler’den “gen B”,
34
“Sanrı”, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C. 19, Milliyet Gazetecilik A.Ş., İstanbul,
t.y, s. 10159.
35
Erdoğan Özmen, Şizofreni Öteki Gerçeklik, Pedam Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 17-18.
36
Göksel Bayam, Elvan Balım, “Şizofrenide Klinik Belirtiler”, Ed. Nesrin Dilbaz, Göksel
Bayam, Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara 1997, s. 59.
37
Z. Bengi Semerci, Duyguların Şifresi, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 2005, s. 135.
38
Erdal Işık, Şizofreni, 2. Baskı, Kent Matbaacılık, Ankara 1997, s. 74-75.
184
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
Emil Kraepelin’den “Ekra”, Sigmund Freud’dan “Sigmufre” şifrelerini
oluşturmuştur. İyileşeceği ümidiyle bu kelimeleri sürekli olarak tekrarlar.
Düşünce ile Aşırı Meşguliyet: Hasta “özel bir fikir ya da düşünce
etrafında, belli bir duygusal yüklülükle dönüp” durur.39 Bu tavır romanın
başkahramanında açıkça görülmektedir. Örneğin; Şizofreni Müzesi adlı
bilgisayar oyunu Cengiz Manga’nın zihnini sürekli olarak meşgul eder. Bu
durum işinde aksamalara, bazı geceler uykusuz kalmasına veya uykularının
bölünmesine neden olur. Görülen rüyalar oyunla ilgilidir: “(...) Aklımı
ekrana bir türlü veremedim. Bir polisiye dizi ve araya giren reklamlar vardı.
Derken haberler başladı. Bakalım oyunda neler olacak diye düşünüyordum.
Bir taraftan da yine oyunla rüyalar arasındaki ilişkiye takılıyordu kafam.
Nasıl yapıyorlardı bunu? Adamın dediği gibi eğer cinayeti çözmeyi
başaramazsam hayatım boyunca bütün rüyalarım müzenin içinde mi
geçecekti?” (s. 52)
Bir başka düşünce yinelenmesi de insan ilişkilerinde kendini gösterir.
Kemeraltı’ndaki pasajda esnaflık yapan Memduh Bey’in eşi Şükriye Hanım
bir gün şizofreni hastası genci kendisine doğru çekerek elini tuttuktan sonra
göğsünün üzerine koyar. Bu olaydan sonra Cengiz Manga, Şükriye Hanım’a
karşı farklı duygular beslemeye başlar ve zamanla bu kadını bir saplantı
haline getirir. Genç, bir yandan Memduh Bey’in tavırlarından şüphelenerek
eşiyle arasında geçen vakayı biliyor olabileceğine dair tahminler yürütürken
bir yandan da Şükriye Hanım ile ilgili düşüncelerinden ötürü suçluluk
hissine kapılmaktadır. Manga günün önemli bir kısmını bu evli çifti
düşünerek geçirir: “(...) Geniş pencerelerde her biri bir olay anlatan
vitraylar vardı. Tam karşımdakinde bir kadınla bir adam ayakta karşı
karşıya duruyor, birbirlerine neredeyse kafalarının yarısı büyüklüğünde
kocaman gözlerle bakıyorlardı. Bu gözler bir şaşkınlık ifadesi, ama aynı
zamanda meraklı ve arzulu bir görünüm de veriyordu. Şükriye Hanım’la
aramızda geçenler geldi aklıma, biz de karşı karşıya böyle durmuş,
birbirimize böyle kocaman gözlerle bakmış mıyızdır diye düşündüm. Sağdaki
vitrayda başka bir adam her biri patlıcan büyüklüğünde parmaklarıyla bir
tabanca şarjör takıyordu. Bu da Memduh Bey’di herhalde. Aklımı bir türlü
ikisinden alamıyordum.” (s. 40)
İntihar Fikri: İntihar davranışı, strese neden olan hayat şartlarına
reaksiyon gösteren normal bireylerden, ağır derecede psikolojik rahatsızlığı
bulunan kişilere kadar geniş bir yelpazede görülebilmektedir. Psikiyatri
kliniklerinde tedavisi yapılan akıl hastalıkları arasında, şizofreni ve duygu
39
Emin Ceylan, Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri Şizofreni, 2. Baskı,
AstraZeneca, İstanbul 2011, s. 25.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
185
PELİN DİMDİK
durum bozukluklarında intihar oranının en yüksek olduğu tespit
edilmiştir.”40 Cengiz Manga da geçmişte, umutsuzluğa kapıldığı bazı anlarda
intihar etmeyi düşündüğünü belirtir.
Sosyal Geri Çekilme-İlgi ve İstek Yitimi: Hasta dış dünyada olup biten
her şeye karşı ilgisini kaybetmiş, kendi kabuğuna çekilmiş ve çevresinden
kendini soyutlamış durumdadır. Eskiden kendisine zevk veren faaliyetlerden
de tat alamaz hale gelmiştir. Cengiz Manga yaşadığı bu durumu şöyle ifade
eder:
“Artık eskisi gibi bakalım sonu nereye varacak heyecanıyla kitap
okuyamıyor, izlediğim filmlerden tat almıyor, bir zamanlar birlikte zaman
geçirdiğim arkadaşlarımı yıllardır aramıyordum. Daha çarpıcı olan bunu
giderek daha az dert etmem, yaşadığım donukluğa alışmamdı. Önce
dünyayla aramda cam gibi saydam bir engel olduğunu sezmeye başlamıştım.
Konuşmalar bir camın arkasından gelir gibi boğuklaşmıştı. Sonra giderek
kalınlaşmıştı cam, aralarında dolaştığım, yüzlerine baktığım insanlar benim
için ulaşılmaz hale gelmişti. Sanki kendileriyle değil de ruhları alınmış,
cansız ve solgun suretleriyle konuşuyor, bir hayaletler dünyasında
yaşıyordum.” (s. 92)
Dikkat Bozukluğu: Bazı araştırmacılar, şizofrenide dikkat bozukluğu
olduğunu belirtirken41 kimileri ise şizofrenlerin dış dünyadan uzaklaşıp iç
dünyalarına çekildiklerinden, kendilerinde dikkat bozukluğu olduğu izlenimi
verebileceklerini ifade eder.42
Cengiz Manga bir konuya, kişiye ya da yaptığı işe dikkatini verme
konusunda yaşadığı zorlukları şöyle izah etmektedir:
“(...) Çarşıdaki kalabalığın nasıl üzerime gelir gibi olduğunu, bir kaç
kişinin aynı anda konuştuğu ortamlarda dikkatimi toplayıp içlerinden
birisini dinlemeye çalışınca uğradığım başarısızlığı, bir parçayı tamir
etmeye çalışırken dükkânın önünden geçen birisinin, dışarıdan gelen
müziğin ya da bir seslenişin beni nasıl karmakarışık ettiğini hatırladım.
Dükkânı açtığım gün babamın getirip elleriyle duvara astığı saatin çıkardığı
ses yüzünden günlerce kafamı işe verip çalışamamış, hiçbir şey düşünemez
olmuş, ancak pilini çıkarıp saati durdurunca rahatlayabilmiştim.” (s. 100)
40
Hüseyin H. Özsan, Handan Tuğcu, “Şizofrenik Hastalarda İntihar Olasılığının Çeşitli
Faktörlere Göre İncelenmesi” Kriz Dergisi, C. 6, S. 1, Ankara 1998, s. 33.
41
Ünsal Söylemezoğlu, Adnan Cansever, “Şizofreni Tedavisinde Psikososyal Yaklaşımlar”,
Psikiyatri Dünyası, S.3, 1999, s. 102; Sirel Karakaş, Hamdullah Aydın, “Şizofrenide Bilgi
İşleme Bozuklukları”, Şizofreni Dizisi, S. 4, 1999, s. 118-119.
42
Erdal Işık, a.g.e., s. 79; Göksel Bayam, Elvan Balım, a.g.e., s. 60.
186
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
Dördüncü Kat: Renklerin Solduğu Yer: Bu katta şizofreninin “negatif
belirtileri” olarak nitelendirebileceğimiz durumlar sergilenmektedir. Genişçe
bir salonda bir köşeye oturmuş ya da ayakta öylece kalakalmış insanlar
anlamsız ve dalgın gözlerle boşluğa bakmaktadırlar. Uyuşmuş, hareketleri
yavaşlamış, adeta taş kesilmiş bu insanların hayata dair amaç ve hevesleri
yok olup gitmiştir.
Şizofreniye yakalanan kişiler hastalığın başlangıç döneminde veya daha
sonraki yıllarda kendilerini kayıtsızlığın hüküm sürdüğü bir yaşantı içinde
bulabilirler. Manasız ve tatsız bir dış dünya algısıyla birlikte geleceğe
yönelik beklentiler ve umutlar önemini yitirmiştir. Hastalar “kutup ya da çöl
çağrışımı yapan sonsuz bir boşluk” içindedirler.43
Beşinci Kat: Tedavi Pazarı: Müzenin bu bölümü şizofreninin tedavi
yöntemlerine ayrılmıştır. Pazar yerindeki tezgahlarda doktor kıyafetli
satıcılar, hastalara şizofreni ilacı satmaktadırlar. Başka bir yerde, toplanmış
kalabalığa bu tip hastalara nasıl davranmak gerektiğini anlatan bir adam
görülmektedir. Bu adam kendisini dinleyen gruba yüksek sesle konuşmanın,
tartışma ve kavgaların onları kötü etkileyeceğinden, yanlarında aşırı
duygusal tepkiler vermekten kaçınmak ve hastayı olduğu gibi kabullenmek
gerektiğinden bahsetmektedir. Hemen ötede hastaların elektroşokla tedavi
edildiği bir kısım vardır. Orada bulunan bazı kişiler bu yöntemi korkunç
bulmaları ya da geçici unutkanlığa yol açması nedeniyle eleştirmektedirler.
Aile tedavisinden memnun kaldığını söyleyerek iyileşmek isteyenlere
psikoterapi öneren hastalar da mevcuttur. Bir üst kata çıkan merdivenin
yakınlarındaysa hastalığı cerrahi yöntemlerle iyileştirdiğini söyleyerek
Nobel ödülü alan Egas Moniz, etiğe aykırı bulunmasından dolayı şizofrenide
beyin ameliyatlarına müsaade edilmediği gerekçesiyle zabıtalarca
sürüklenerek götürülmektedir.
Şizofrenide biyolojik tedaviler, ilaç tedavisi, elektroşok, psikososyal
tedaviler olmak üzere çeşitli tedavi yöntemleri mevcuttur.44 Ancak
“şizofreniyle ilişkili çok sayıda belirti ve yeti yitimini iyileştirebilecek tek bir
tedavi yöntemi yoktur ve birden çok tedavi yönteminin birlikte uygulanması
gerekir.”45
43
Levent Mete, Şizofreni en…, s. 38.
Adnan Çoban, a.g.e., s. 217.
45
Sinan Sönmez, Şizofreni Hastalarında Psikoeğitim Grup Çalışmasının Pozitif ve Negatif
Belirtiler, Sosyal İşlevsellik, Yeti Yitimi, İçgörü ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkilerinin
Araştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve
Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık
Tezi), İstanbul 2009, s. 4.
44
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
187
PELİN DİMDİK
Nöroleptiklerin 1950’li yıllarda şizofreni tedavisinde kullanılmaya
başlanmasıyla birlikte yeni bir dönemece girildiyse de nöroleptiklere direnç
gösteren pozitif psikotik semptomların hastaların neredeyse yarısında
varlığını sürdürmesi şizofrenide ilaç sağaltımının tek başına yeterli
olmayacağını ortaya koymuştur.46 Günümüzde ilaçla beraber yapılan
psikoterapilerin tedavinin başarı oranını yükselttiği saptanmıştır.47
Elektroşok tedavisi 70 yıldan beri uygulanan bir yöntem olmasına ve
bununla birlikte faydaları ile güvenilirliği yönündeki araştırmaların
çoğalmasına karşın, kullanımı konusunda hastalar ve yakınlarının verdiği
olumsuz tepkiler günümüzde de devam etmektedir. Hastalar, evvelki
tecrübeleri, bu tedavinin uygulandığı hastaların beyanları ve sağlık
elemanlarının “şok tedavisi” söylemleri ile bu yönteme yönelik ciddi korku
ve kaygılar yaşamaktadırlar. Bu yolla tedavi edilmeye çalışılan psikolojik
açıdan rahatsız bireylerin büyük çoğunluğu geçici bellek bozukluklarını
uygulamanın en kötü yan etkisi şeklinde değerlendirmektedirler.48
Altıncı Kat: Beynin Komuta Merkezi: Altıncı kattaki koridorun
girişine “Şizofreniye Yakalanmış Beynin Komuta Merkezi” yazan bir levha
asılmıştır. Bu koridorun ortasında yer alan tek bir kapı bulunmaktadır.
Kapıdan girildiğinde odanın içerisinde çeşitli elektronik aletlerden meydana
gelmiş bir konsol ve bir de döner koltuktan başka bir şey bulunmadığı
görülür. Koltuğa oturan Cengiz Manga kendi beyninin merkezinde olduğunu
ve onun çalışma sistemindeki hatalara yönelik bazı işaretleri fark eder.
Sistemdeki karışıklıkları çözmek için bir hayli uğraşır. Bir ara “gerekli olan
uyarıları fark ederek gereksiz olanları atmaya yarayan”49 beyindeki filtre
mekanizmasını onarmak amacıyla girişimlerde bulunur. Dr. Arieti
bozukluğun, “sistemi besleyen bazı maddelerin yetersizliğinden
kaynaklandığını” (s. 101) söylemiş ve bunların isimlerini vermiştir. Bunları
önceden beri bilen Cengiz Manga glutamat50 ve “uyku tozu”nun işine
46
Mehmet Z. Sungur, Özlem Yalnız, “Şizofreni Tedavisinde Bilişsel-Davranışçı
Yaklaşımlar”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 3, Ankara 1999, s. 165.
47
Adnan Çoban, a.e.g., s. 239.
48
Çiğdem Fulya Dönmez, Mualla Yılmaz, “Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı”,
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, C. 2, S. 2, İstanbul 2011, s. 80-86.
49
Özlem Yıldız, Bilişsel Rehabilitasyonun Şizofreni Tanılı Hastaların Tedavisindeki Etkinliği
ve Psikososyal İşlevsellik Üzerindeki Etkisi, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr.
Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.
Psikiyatri Kliniği, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009, s. 10.
50
“Glutamat aktivitesinin şizofreni oluşumundaki etkisi "talamik filtre hipotezi" ile
açıklanmaya çalışılmaktadır. Bilindiği gibi talamus korteksin aşırı uyaran ve bilgi yükü
altında kalmasını önleyen bir filtre işlevi görür. Glutamaterjik nöronlar talamik filtreyi
kapar, dopaminerjik nöronlar ise filtreyi açar. Glutamaterjik sistemde bir bozukluk varsa
dopaminerjik nöronlarla açılan filtre korteksi aşırı uyaran akımına maruz bırakır ve korteks
188
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
yarayacağını düşünür. Amacı eksilen bu maddeleri yerlerine koyup geçici bir
süre için de olsa iyileşmektir. Ancak bu isteğini gerçekleştiremez.
“İç ve dış dünyadan gelen mesajları engelleyip yalnızca çok az bir
bölümünün dikkate alınmasını sağlayan filtre sistemi şizofrenide bozulur”.51
“Filtre işlevinin yetersizliği ve kanıksamadaki sorunlar (…) sonucunda,
hastalar aşırı uyaranların etkisi altında kalmakta, bu da konsantrasyon
güçlüğü, dikkat dağınıklığı, dayanma azlığı ve çabuk yorulmayla
sonuçlanmaktadır. Bu temel bilgileri ayırt edememe ve işleyememe,
şizofrenik bireylerin kalabalıkta, dışarıdan gelen aşırı uyaranla başa
çıkamamaları nedeniyle kendilerini gergin ve sıkıntılı hissetmelerine yol
açmaktadır.”52
Yedinci Kat: Büyük Panayır: Bu katta her yanı yüksek pencerelerle
kuşanmış olan geniş bir salon bulunmaktadır. Hastalar ve yakınları için
ayrılmış olan bu bölümde bir orkestranın yanında suluboya resimlerin, el
yapımı ziynet eşyalarının, masa örtüleri ile bardak altlıklarının satıldığı bir
tezgah da mevcuttur. Hastalar kollarına takılan kırmızı şeritlerle diğer
insanlardan ayrılmıştır. Burada bulunan kalabalık Cengiz Manga’nın
“şizofreniyi oluşturan aklın nasıl işlediğini gösteren ipuçları”nı (s. 106)
bulup getirmesi için onu yeraltına uğurlamak maksadıyla toplanmışlardır.
Dr. Arieti’nin yaptığı bir konuşmadan sonra eski tıp öğrencisi orkestranın
çaldığı Mendelssohn’un “Düğün Marşı” eşliğinde yeraltına gitmek üzere
yolcu edilir.
Yeraltı: Müzenin yeraltı kısmında şizofreni hastalarındaki mantıksal
bozukluklara ilişkin bilgiler elde etmek mümkündür. Örneğin, ufak bir
benzerlikten hareketle ötekinin kimliğine bürünen hastalar vardır. Birisi
peygamberinki gibi bir sakalı olduğunu söyleyerek kendini peygamber ilan
eder ya da başbakanınkine benzer bıyığı olduğu gerekçesiyle başbakan, Julia
Roberts’ın son filminde taktığı yüzüğe benzer bir yüzük taktığı için de Julia
Roberts olduğunu düşünenler vardır. Dünyayı tıpkı bir insan gibi duyguları
olan iyi ve kötü ruhlarla dolu bir yer olarak algılayan bir başkası “kendisi
gibi düşünen ve hisseden varlıkların” (s. 119) deprem yarattığını iddia eder.
Toplu olarak yapılması gereken bir işi kendi başına yaptığını zannederek
aklını yitiren bir kişi de takımının maçlarını seyrederken futbolcuları telepati
yoluyla etkileyip nasıl gol attırdığını anlatır. Son maçtaki yenilgiyi fazla
içtiği ve yetersiz beslendiği için performansının düşmüş olmasına
bilgi işleme yeteneğini kaybederek psikoz ortaya çıkar.” Elvan Özalp Balım, “Erken
Başlangıçlı Şizofreni”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 4, Ankara 2001, s. 64.
51
Gamze Akdemir, “Levent Mete’den Şizofreni Müzesi”, Cumhuriyet Kitap, S. 1149, 23
Şubat 2012, s. 5.
52
Özlem Yıldız, a.g.e., s. 10.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
189
PELİN DİMDİK
bağlamakta, bu düşüncesizce hareketinden ötürü taraftarlardan özür
dilemektedir.53 Şizofrenide yapılan bir diğer düşünce hatası da önce hüküm
verip daha sonra bunu ispatlayacak deliller aramaktır. Mesela iş yerinde
kendisini tuzağa düşürmek istediklerine ve herkesin bu planın içinde
olduğuna inanan bir birey, etrafında olup biten her şeyi bu fikrine bir kanıt
olarak algılar.54
Cengiz Manga bu hastaların düşünce yapıları hakkında edindiği
bilgilerden hareketle şunları söylemektedir:
“Yeraltı mantığı hepimizin içinde çok büyük yer tutuyor ama zihinlerin
gözlerden ırak, derin bölgelerinde hüküm sürdüğünden farkına
varılmıyordu. Yalnızca rüyalarda, küçük çocuklarda, bugün artık hızla
yeryüzünden silinmekte olan ilkel topluluklarda ve bir de “psikoz” adı
verilen akıl bozukluğunda yukarı çıkıp görünür hale geliyordu. Şizofreni
bilinen psikozların şüphesiz en büyüğüydü.” (s. 113)
Şizofren genç yeraltı kısmında konuşan bir peri, tüm bedenin karınca
sürüleri tarafından istila edilmesi, yaşadığı evin aniden bodrum katının
derinliklerinde belirmesi gibi pek çok olağanüstü olayla karşılaşır. Tüm bu
yaşantılar içindeyken şirketten aradıklarını ve istedikleri yaratığı getirdiği
takdirde oyunun bütün haklarını kendisine devredeceklerini söyleyen bir
telefonla şaşkınlık geçiren Manga, Alsancak’ta yeni bir apartmana taşınma
hayalleri kurar. Bu amaçla bahsedilen yaratıkla karşılaşır ve zorlu bir
sınavdan geçer. Oyunun gizemlerinin çözülmeye başlandığı bir esnada
annesi tarafından uyandırılan gencin deneyimlerine ilişkin değerlendirmesi
şöyledir: “Neyse ki bütün bunları yaşadıktan sonra her şeyin bir rüya
olduğunu düşünecek kadar saf değildim.” (s. 143)
Bir süre sonra bilgisayarını açıp internete giren Manga, burada Şizofreni
Müzesi adında bir oyuna rastlayamaz. Konuya dair Devlet Hastanesi’ndeki
psikiyatristle görüşen başkahraman, doktoru yaşadıklarının gerçek olduğuna
inandıramamıştır. Ruh hekimi “şizofreninin yol açtığı çağrışım bolluğunun
hastalığa olduğu kadar yaratıcı fikirlere de zemin hazırladığını, bu nedenle
kafasında böyle bir hikâye uydurmuş olabileceğini” söyler. (s. 143) Buna
rağmen akıl hastası genç yaşadıklarının gerçek olmadığına ikna
olmayacaktır.
Sonuç: Pozitif ve negatif belirtileriyle hastaların realiteyle temasını
olumsuz yönde etkileyen ve toplumsal yaşayışına zarar veren bir psikoz olan
53
Saydığımız tüm bu belirtiler daha önce başkahramanın hastalık öyküsü anlatılırken
“büyüklük sanrıları” kısmında açıklanmıştır.
54
Bu tarz semptomlar, başkahramanın hastalık öyküsünün işlendiği bölümün “paranoidkötülük görme sanrıları” adlı alt başlığında ele alınmıştır.
190
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
şizofreninin nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. Uzmanların bu konuda
çeşitli görüşler ileri sürmüş olmasına rağmen karşılaşılan yeni örnekler
şizofreni hakkında derinlemesine ve geniş çaplı bir araştırma yapılması
gereğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu bakımdan günümüzde hastalığı
anlamaya yönelik çalışmalar devam etmektedir. Şizofreni tanısı konulan
kişilerin ilaç tedavisi yanında çeşitli tedavi alternatifleriyle günlük hayata
aktif olarak katılımı sağlanmaktadır. Ancak tam iyileşmenin görüldüğü
hastaların oranı çoğunlukta değildir. Şizofreni Müzesi romanının
başkahramanı Cengiz Manga’da, ilaçlarını düzenli bir şekilde almasına
karşın, hastalığa ait semptomlar büyük ölçüde devam etmektedir. Bu durum
ilaç sağaltımının tek başına yeterli olmadığının bir örneği olarak karşımıza
çıkar.
Cengiz Manga’nın eğitim, iş ve sosyal hayatındaki performans düşüşüne
bağlı olarak yaşadığı duygusal tatminsizlik ve stres onu olumsuz etkiler.
Geleceğe yönelik planları olan Manga, hayallerini gerçekleştirmek ve
şizofreniyi bütünüyle yenebilmek için bir çıkış yolu aramaktadır. Şizofreni
Müzesi, hastalığı tanımak isteyenler ve şizofreniyle mücadele eden okurlar
için faydalı bir eser niteliğindedir.
KAYNAKÇA
Akdemir Gamze, “Levent Mete’den Şizofreni Müzesi”, Cumhuriyet Kitap, S.
1149, 23 Şubat 2012.
Algın Fulya, Şizofreni Hastalarında Başa Çıkma Tutumlarının Umutsuzluk,
İntihar Davranışı ve İçgörü ile İlişkisi, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Ord.
Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi 6. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009.
Arıkan Mehmet Kemal, Şizofreni Anlamak, İmge Kitabevi, Ankara 1998.
Arieti Silvano, Bir Şizofreni Anlamak, 2. Baskı, Çev. Aylin Eti, Doruk
Yayımcılık, İstanbul 2008.
Arkonaç Oğuz, Şizofreni, İstanbul Matbaa Meslek Lisesi Yayınları, İstanbul
1976.
Balım Elvan Özalp, “Erken Başlangıçlı Şizofreni”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 4,
Ankara 2001.
Barbato Angelo, Schizophrenia and Public Health, World Health Organization,
Geneva 1998.
Baumeister Alan A., Hawkins Mike F., Pow Joni Lee, Cohen Alex S.,
“Prevalence and Incidence of Severe Mental Illness in the United States: An
Historical Overview”, Harvard Review of Psychiatry, C. 20, S. 5, 2012.
Bayam Göksel, Balım Elvan, “Şizofrenide Klinik Belirtiler”, Ed. Nesrin Dilbaz,
Göksel Bayam, Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara
1997.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
191
PELİN DİMDİK
Bayne Tim, Pacherie Elisabeth, “In Defence of the Doxastic Conception of
Delusions”, Mind & Language, C. 20, S. 2, 2005.
Birsöz Sunar, Benim Şizofrenlerim, HYB Yayıncılık, Ankara 2013.
Bourgeois Marc-Louis, Şizofreni, Çev. İsmail Yerguz, Dost Kitabevi Yayınları,
Ankara 2008.
Ceylan Emin, Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri Şizofreni, 2.
Baskı, AstraZeneca, İstanbul 2011.
Çoban Adnan, Şizofreni Bin Parça Akıl, Timaş Yayınları, İstanbul 2008.
Dönmez Çiğdem Fulya, Yılmaz Mualla, “Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik
Bakımı”, Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, C. 2, S. 2, İstanbul 2011.
Erben Gülten, Hezeyanlı Bozuklukta Hezeyan Profili ve Bağlantılı Parametreler,
(T.C Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış
Uzmanlık Tezi), İstanbul 2008.
Erer Sezer, Atıcı Elif, “Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan
Hastaneler”, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, Bursa, C. 36, S. 1,
2010.
Freeman Daniel, Garety Philippa A., Kuipers Elizabeth, Fowler David,
Bebbington Paul E., “A cognitive model of persecutory delusions”, British
Journal of Clinical Psychology, S. 41, 2002.
Göka Erol, “Şizofrenide Psikodinamik Yaklaşım”, Ed. Nesrin Dilbaz, Göksel
Bayam, Şizofrenide Yeni Ufuklar, Som Ofset Matbaacılık, Ankara 1997.
Güveli Hülya, Antipsikotik Kullanan Şizofrenlerde Metabolik Sendrom Sıklığı ve
İlişkili Etmenlerin Sağlıklı Toplulukla Karşılaştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Baştabipliği 7. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık
Tezi), İstanbul 2009.
Hooley Jill M., Butcher James Neal, Mineka Susan, Abnormal Psychology: Core
Consepts, 2. Baskı, Pearson Education, Boston 2010.
Işık Erdal, Şizofreni, 2. Baskı, Kent Matbaacılık, Ankara 1997.
Karakaş Sirel, Aydın Hamdullah, “Şizofrenide Bilgi İşleme Bozuklukları”,
Şizofreni Dizisi, S. 4, 1999.
Kohler Irvin J., An Investigation of the Mental Hospital Building Type,
(Massachusetts Institute of Technology, Department of Architecture Master
Thesis), Cambridge 1954.
Kyziridis Theocharis Chr., “Notes on the History of Schizophrenia”, German
Journal of Psychiatry, C. 8, S. 3, Gottingen 2005.
Lee Christina, "Schizophrenia: Then and Now," Sound Neuroscience: An
Undergraduate Neuroscience Journal, C. 1, S. 1, 2013.
Mete Levent, Şizofreni Müzesi, Art Kitap, İstanbul 2011.
Mete Levent, Şizofreni En Uzak Ülke, 4. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2006.
192
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
LEVENT METE’ NİN ŞİZOFRENİ MÜZESİ ROMANINA DAİR BİR İ NCELEME
Nudmamud-Thanoi Sutisa, “Neurochemical Abnormalities in Schizophrenia”,
Naresuan University Journal, C. 13, S. 1, 2005.
Özmen Erdoğan, Şizofreni Öteki Gerçeklik, Pedam Yayıncılık, İstanbul 2007.
Özsan Hüseyin H., Tuğcu Handan, “Şizofrenik Hastalarda İntihar Olasılığının
Çeşitli Faktörlere Göre İncelenmesi” Kriz Dergisi, C. 6, S. 1, Ankara 1998.
Öztürk M. Orhan, Uluşahin Aylin, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları I, 11. Baskı,
Nobel Tıp Kitapevleri, Ankara 2011.
Rittmannsberger Hans, “Die Diagnose ‘Schizophrenie’: Vergangenheit,
Gegenwart und Zukunft”, Psychiatria Danubina, C. 24, S. 4, Zagreb 2012.
“Sanrı”, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C. 19, Milliyet Gazetecilik
A.Ş., İstanbul t.y.
Semerci Z. Bengi, Duyguların Şifresi, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul
2005.
Sönmez Sinan, Şizofreni Hastalarında Psikoeğitim Grup Çalışmasının Pozitif ve
Negatif Belirtiler, Sosyal İşlevsellik, Yeti Yitimi, İçgörü ve Yaşam Kalitesi
Üzerine Etkilerinin Araştırılması, (T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr.
Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi 2. Psikiyatri Birimi, Basılmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009.
Söylemezoğlu Ünsal, Cansever Adnan, “Şizofreni Tedavisinde Psikososyal
Yaklaşımlar”, Psikiyatri Dünyası, S.3, 1999.
Sue David, Sue Derald Wing, Diane Sue, Stanley Sue, Understanding Abnormal
Behavior, 10. Baskı, Cengage Learning, Boston 2010.
Sungur Mehmet Z., Yalnız Özlem, “Şizofreni Tedavisinde Bilişsel-Davranışçı
Yaklaşımlar”, Klinik Psikiyatri, C. 2, S. 3, Ankara 1999.
Şahin Mehmet V., “Şizofreni: Klinik Özellikler, Tanı, Ayırıcı Tanı”, Psikiyatri
Dünyası, S. 3, 1999.
“Şizofreni
genetik
mi
çevresel
mi?”,
Ntvmsnbc,
http://www.ntvmsnbc.com/id/25216166/#storyContinued.
Ulaş Halis, Taşlıca Serhat, Alptekin Köksal, “Şizofrenide Nörofizyolojik ve
Nörokognitif Genetik Belirleyicilerin (Endofenotip) Yeri”, Klinik Psikiyatri, S:
11, Ankara 2008.
Yıldız Özlem, Bilişsel Rehabilitasyonun Şizofreni Tanılı Hastaların
Tedavisindeki Etkinliği ve Psikososyal İşlevsellik Üzerindeki Etkisi, (T.C.
Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Psikiyatri Kliniği, Basılmamış
Uzmanlık Tezi), İstanbul 2009.
“100 kişiden biri şizofren!”, Habertürk Gazetesi, 24 Mayıs 2011.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 173-193
193
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ
Lady BRASSEY
Öz: Seyahatnameler tarihin önemli kaynakları arasında yer alır. Bizzat gidip gördüğü
yerleri tasvir eden gezginlerin tuttukları notların kitaplaştırılmasından oluşan bu eserler,
günlük hayata dair detayları resmi kayıtların asla veremeyeceği bir canlılıkla yansıtmaları
bakımından özellikle sosyal tarih çalışmalarında vazgeçilmez kaynaklardır. Bu makalede 19.
yüzyılda yatla dünya turuna çıkan ve o zamanki Osmanlı coğrafyasını da gezmiş bulunan Lady
Brassey’in seyahatnamesinin Edirne kısmı tercüme edilmiş, yazar ve eser hakkında özet bilgi
verilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Lady Brassey, Seyahatname, Edirne, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi.
IMPRESSIONS ABOUT E DIRNE IN 1878
A BSTRACT : Books of travels are among important sources for History. Such books which
are compilations of notes which travellers keep about places that they visit are indispensible
sources especially for Social History studies in that they reflect details of daily life with such
vividness that official documents never have. In this article the part of Lady Brassey’s book of
travel a traveller who toured the world on yacht including The Ottoman Empire in the 19th
century describing Edirne has been translated and brief information about the author and her
work has been given.
Keywords: Lady Brassey, Book of Travel, Adrinople, 1877-1878 Turco-Russian War.

Annie Brassey 1839’da doğmuş ve eşi Thomas Brassey ile 1860 yılında evlenmiştir.
Thomas Brassey demiryolu yapımının öncülerinden olup bu sektörden büyük bir servet
edinmiştir. Lady Brassey akciğerlerinden rahatsız olduğu için doktorlar tarafından kışı sıcak
yerlerde geçirmesi tavsiye edilmiştir. Biraz da hastalığının etkisiyle eşi ile birlikte ilk uzun
mesafeli yat gezilerine 1869’da başlamış ve 1876 yılında ömrünün sonuna kadar içinde
seyahat edeceği ve devrinin en son tekniklerine göre yapılmış olan “Sunbeam” (güneş ışını)
isimli yat ile dünya turuna çıkmıştır. (Briony Llewellyn. “A Victorian Traveler in the
Middle East. The Photoğraphy and Travel Writing of Annie Lady Brassey. By Nancy
Micklewright.” the Burlington Magazine, vol. 147, no. 1228, July 2005, s. 500). Dünyanın
önemli merkezlerinden ziyaret etmediği yer neredeyse kalmamıştır. Türkiye (Osmanlı
Devleti) seyahati ise 1878 yılının Aralık ayına rastlamaktadır. Ölümü de Mauritus yolunda
14 Eylül 1887’de yat seyahati esnasında ölmüş ve naaşı denize bırakılmıştır. Annie Brassey,
Ziyaret ettiği yerlerde kuru gözlemler yapmakla kalmamış halkın yaşam tarzı ve
adetlerinden de bahsetmiş mimariyi ve günlük hayatı yansıtan çizimler yaptırmış, gittiği
yerlerde yöresel giysiler ve çeşitli eşyalar toplamıştır. (Geraldine Forbes, “A Victorian
Traveler in the Middle East: The Photography and Travel Writing by Nancy Micklewright ”
Journal of British Studies, vol.44, no. 3, July 2005, s. 620-621.) Bu çizimlerin ve eşyaların
boyutu özel bir müze oluşturacak kadar çok olup bugün İngiltere’de Hastings müzesinde
Brassey koleksiyonu adıyla sergilenmektedir. Türkiye seyahatini içeren kısımlar Sunshine
and Storm in the East or Cruises to Cyprus and Constantinople adı ile 1890 yılında New
York’ta yayımlanmıştır. Bir yabancının gözünden Türkiye’yi anlatan seyahatnamenin 354366 arası sayfaları Edirne’yi anlatmaktadır. Henüz Türkçe’ye tercüme edilmeyen bu
kıymetli eserin Edirne kısmı makalenin konusunu teşkil etmektedir.
LADY BRASSEY
Edirne İzlenimleri:
Açlık yanaklarda
Acz ve zulüm gözlerinde
Horlanma ve dilencilik sırtlarında asılı
Dünya da dost değil dünyanın kanunu da
6 Aralık Cuma Saat 04.30’da çağrılıyoruz. Tabiat unsurları Edirne
seyahatimizin aleyhine ittifak etmiş olmalı ki rüzgâr uğulduyor ve yağmur
da sağanak ötesi yağıyordu. Tüm hazırlıklar yapıldığı için Bay Bingham,
Mabelle ve ben yola çıkmaya karar verdik. Tom gelemiyordu çünkü yapacak
çok işi ve yazacak çok şeyi vardı. George gelmekte gecikti ve az kalsın treni
kaçıracaktık. İstasyona kadar çamur deryası içinde yürüdük. Burada yemekli
vagon konusunda bir yanlışlık olduğunu öğrendik. Yine de kendimize birinci
sınıf rahat bir kompartıman ayarlayabildik. Kompartımanda bizimle birlikte
Fransız bir hanım ve İngilizce konuşan nazik bir Türk Bey vardı. Fransız
bayan İstanbul Edirne arasında sürekli gidip gelmeye aşina gibi duruyordu
ve bunun neticesinde de yol üzerindeki bütün yerleri biliyordu. İstanbul’dan
ve surlarından yavaş yavaş ayrıldık. Tren hatlarından birinin Çekmece’ye
ayrıldığı Ayastefanos’a (Yeşilköy) doğru ilerledik. Tüm istasyonlar
askerlerle doluydu ve istasyonların çevrelerinde ordugâhlar kurulmuş ve
malzemeler nakledilmeyi bekliyordu. Yol, deniz boyunca Çatalca ve
Bahşayış yanındaki tuzlu bataklıklar arasında kıvrılıyordu. Küçük koyların
bazıları oldukça siyahtı ve buralardaki sazların arasından sürüler halinde
yaban kuşları havalanıyordu. Çorlu’da yolcuların yemek yiyebilmeleri için
tren durdu. Bazen herkese yetecek kadar yiyecek olmuyordu ve biz bu
konuda uyarıldığımız için kendi yiyeceklerimizi getirmiştik ve yolda yemek
yedik. Bu sayede görülecek yerler çok fazla olmasa da mola esnasında
gezebildik. Yağmur hiç durmayacakmış gibi yağmaya devam ediyordu.
İstasyondan uzak bir kasabaya doğru uzun ve dolambaçlı bir yol uzanıyordu.
Çeşitli yerlerde kamplar, yüzlerce asker ve tonlarca malzeme vardı. Stafford
House Komitesi’nin yaralı ve hasta askerleri ziyaret ederek yaralarını sarıp
onlara su, çorba ve şarap vererek büyük bir iyilik yaptığı yer burası idi.
Sarsıntılar içinde ve bakımsızca günlerce seyahat eden zavallılar kim bilir
onları nasıl şefkat melekleri olarak görmüşlerdir! İstasyon amiri ve trendeki
kondüktör dışında hiç demiryolu memuru yoktu. Hamaliye askerler
tarafından yapılıyordu. İşlerini iyi ve medeni bir şekilde yapıyor gibiydiler.
Ancak istasyonlar tarif edilemeyecek ölçüde kirliydi. Vagonlar temiz ve
rahat görünüyordu. Yolculuk sırasında sarsıntı olmuyordu. Bu yüzden
yolculuk yavaş ve monoton da olsa yorucu değildi. İstanbul’dan giden hattın
yapım işi mil başına alınmıştı ve özenli yönetilmiyordu. İşi üstlenen şirket
daha fazla para almak ve köprü, viyadük, tünel ve hafriyat işlerinden kaçmak
196
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ
için yolu dolaştırarak yapmıştı. 1 Bunun neticesinde ne zaman fazla yağmur
yağsa rayları sürüklenen kötü bir yol yapılmış, üstelik yol 50 mil uzamıştı.
Bu işi Müslüman bir Türk için yapan kişi Hristiyan bir Fransız idi!
Ruslar tarafından yağmalanan, yakılan ve tahrip edilen pek çok köyden
geçtik. Lüleburgaz’da Türk ordugâhlarını ve askerlerini geride bırakarak Rus
hatlarına geçtik. Ruslar hamaliye işini Türkler kadar ustalıkla yapıyor
gibiydiler, ancak biraz daha vurdumduymaz ve ahmaktılar. Bu noktadan
itibaren oldukça karanlıktı ve sanırım akşam 09.00’da Edirne’ye varıncaya
kadar hepimiz uyuduk. Burada bir arkadaşımız bizi nezaketle karşıladı.
Kapının birinde arkadaşımızla konuşurken diğer kapıdan bir Rus askeri
sürünerek bavullarımızdan birisini çalmaya çalıştı. Çok şükür ki yeni
uşağımız James onu gördü ve bavulu atmasını sağladı ama adam kaçtı.
İstasyon’un etrafı çamur deryasıydı. Fakat düşünceli dostumuz arabasını
getirdiği için otele giden birkaç yüz metrelik yolu rahat bir şekilde
gidebildik. İlk bakışta pek cazip bir yer gibi durmuyordu. Yiyip içen
Ruslarla dolu iki geniş odası, kirli bir taş salonu, üst katta çay yapan ve
sigara içen Rus askerleriyle (subayların emir erleri) dolu büyük kare biçimli
ahşap bir salona çıkan bir merdiven vardı. Salonun etrafında kalın duvarları
olan ve sağlam kapılı yaklaşık yirmi küçük oda vardı. Odaların her birinde
birer yatak, lavabo ve sandalye vardı. Hepsi titizce temizlenmiş, halıları
döşenmiş ve perdeleri takılmıştı. Odalardan birisi bizim için oturma odasına
dönüştürülmüş ve masa akşam yemeği için güzelce hazırlanmıştı.
Pencerelerimizden yalnızca Rus askerlerini, çadırlarını ve kulübelerini
görebiliyorduk. Tüm gece boyunca cephane ve malzeme taşıyan arabaların
uğultuları vardı. Burada altı veya yedi yıl yetecek kadar malzeme olduğunu
söylüyorlar ki bu da acil bir tahliye gibi görünmüyor.
7 Aralık Cumartesi, Yağmurdan sonra güzel bir sabah. Burada her
zamankinden daha fazla görünen zavallı sokak köpekleri aç bedenleriyle
kuyruklarını sallıyor ve güneşi bir kez daha görmüş olmayı birbirlerini
yalayarak kutluyorlardı.
Saat 08.30’da kahvaltı ettik ve saat 10.00’da arabaya binmeye hazırdık.
Ancak araba gelmedi ve en sonunda James bize oldukça yüksek olan, yaysız,
1
Söz konusu hattın inşası çok uzun süre almış, işi devralan yüklenici firmalar gelirlerini
artırmak için değişik yollara başvurmuşlardır. Mesela Rumeli Demiryolları’nın inşasını
üstlenen Baron Hirsch, kolay ve az masraflı kısımları tamamladıktan sonra sıra işin zor
tarafını yapmaya geldiğinde elde ettiği kârı harcamamak için sözleşmeyi feshetmenin çeşitli
yollarını aramış, nihayetinde imtiyazını devlete iade etmişti. Bu konuda bkz. Vahdettin
Engin, Rumeli Demiryolları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Doktora Tezi, İstanbul, 1992, s. 95; Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkāt, (haz. İsmet
Miroğlu), İstanbul 1983, s. 47.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
197
LADY BRASSEY
ve seyyar tavanlı, talika denilen zavallı bir kırsal taşıma aracı buldu. Yerden
iki fit* yüksekte bir basamak vardı ve kapı olarak da iki aralık vardı. İçeriye
girmek için eğilmek gerekiyordu. Oturacak yer yoktu ve çömelerek balık
istifi bindik. Tepenin üzerindeki çamur deryasına dönmüş berbat yolda
zıplaya zıplaya giderken bazen tekerin birisi çukurdayken birisi havaya
kalkıyordu. Yol boyunca arabaların ve atların yanı sıra çoğunluğunu
askerlerin oluşturduğu kalabalıklar vardı. Burada buluşan üç nehirden ikisi
olan Tunca ve Meriç’i iki güzel köprüyle geçtik. İstasyona yaklaşık üç mil
mesafedeki şehre varır varmaz kağnıya benzeyen rahatsız edici taşıtımızdan
kurtulduk ve arkadaşımızın yarı Şark yarı Avrupa tarzında oldukça konforlu
döşenmiş evine geçmeden önce daha iyi bir araba ayarladık. Burada bizi
merakla bekleyen eşi oğlu ve kızıyla karşılaştık. Araba aksaklığını duyunca
canları çok sıkıldı.
İlk önce şark çarşılarının en ünlüsü ve en Doğulu görünümlüsü olan Ali
Paşa çarşısına gittik. 300 fit** uzunluğundaki bu güzel çarşıda sıra sıra küçük
dükkânlar ve başlarında sıradan dükkân sahipleri vardı. Bunların yanı sıra
turkuazlar, halılar ve işlemeli şallar satan İranlı tacirler, halı perde ve dantel
satan Balkanlı tacirler ile bilumum mallar satan çeşitli esnaflar vardı.
Uğursuz gibi duran Fransız mücevherleri ve saatlerini satan birkaç dükkân
vardı. Bütün gün izleyebileceğim karışık bir kalabalık vardı ancak görecek
daha çok şey vardı.
Çarşıdan çıktıktan sonra şehrin caddelerini sarsıntılı bir yolculukla geçtik.
Küçük kafeler ve köşklerle bezeli- ki bu köşklerin hepsi Ruslar tarafından
tahrip edilmişti- ve bir zamanlar Edirnelilerin en gözde mesire yeri olan
güzel bir ormana gelinceye kadar çok sayıda caminin yanından geçtik. Ana
caddenin sonunda kısmen harap olmuş kare kaideli bir kule ve köprü vardı.
Köprüden geçerek geçen yıla kadar Türkiye’deki en ilginç yerlerden birisi
olan Eski Saray’a vardık. Osmanlı İmparatorluğu’nun zirve zamanında
yapılmış bu bina türünün kalan tek örneğiydi. Ancak 17 Ocak 1878’de saray
yakınlarındaki cephaneliğin Bulgarların eline geçmesini önlemek için
Türkler cephaneliği havaya uçurunca saray da tahrip olmuştu. Eski Saray’ın
kulesi şimdi bir enkaz yığını halinde ve sadece merdiven boşluğu ile mermer
giriş ayakta. Valide Sultan Hamamı tamamen yıkılmış; Bab-ı Ali* ayakta.
Sultanın bütün önemli misafirleri kabul ettiği kısım içten epey yıkılmış.
Dekorasyonların ne kadar güzel olduğunu gösteren birkaç parça ise hala
duruyor. Etrafta dolaşıp açık ya da koyu mavi ve yeşil büyüleyici renkleri
*
Yaklaşık 60 cm.
Yaklaşık 91 metre.
*
Bab-ı Ali büyük kapı demektir ve bu metinde Edirne Eski Sarayının büyük kapısı için
kullanılmıştır. İstanbul’daki Bab-ı Ali ile karıştırılmamalıdır.
**
198
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ
olan çini parçaları topladık. Dönüş yolunda muhteşem camilerin ve
minarelerin oluşturduğu muazzam manzarayı izledik. Daha ileride önceleri
bir kışla olan sonradan Stafford House Komitesi’nin hastane olarak
kullandığı ve Bulgarlar tarafından havaya uçurularak tahrip edilen büyük bir
bina vardı. Duvarların içerisinde harika Türk çadırları kurulmuştu ve bu
çadırlar Ruslar tarafından sahra hastanesi olarak kullanılmaktaydı. Dönüş
yolunda Bayan Strangford’un hastanesini gördük. Bu iki mükemmel kurum
ihtiyaç zamanında büyük iyilik yapmışlardı. Daha sonra götürüldüğümüz
Selimiye Camii dünyadaki en mükemmel camidir. Kubbesinde
Ayasofya’nınki gibi zengin mozaikler olmasa da bu kubbe Ayasofya’dan
bile geniştir. Ancak Mozaikler yerine kubbesinde güzel İran çinileri, Doğu
yazısının en güzel biçimiyle açık mavi ya da lacivert zemin üzerine yazılmış
Kur’an ayetleri ve etraflarında zarif tasarımlı İran işi çerçeveler vardır.
Caminin ortasında taşa kazınmış ilginç bir lale vardır. Bu lale çok sayıdaki
sütun üzerindeki tek süstür. Cami yapılması için o zamanki halifeye çok
sevdiği bahçesini veren esas toprak sahibinin öne sürdüğü tek şart bu laledir.
Kurban Bayramı olduğu için cami avlusunda her türlü eğlence vardı;
atlıkarıncalar, salıncaklar ve diğer çeşitler; şekerleme, yiyecek ve içecek
satıcıları boldu. İnsanlar zevkli giyinmişlerdi ve görülmeye değer parlak ve
mutlu bir topluluk vardı. Pantolon giymiş küçük Türk çocuklarının yanı sıra
üniformalı iri Rus askerleri de sallanıyordu. Dışarıda dükkânlara karşı
oturmuş ve günlük yiyecek paylarını sabırla bekleyen savaş mültecileri
oturuyorlardı. Çocuklar bile ağlayıp şikâyet etmeyecek kadar nazik ve sabırlı
görünüyorlardı. Sessizce ve vurdumduymazca oturuyorlardı. Kalabalık, dar
ve kirli caddelerde farklı milletlerin son derece iyi geçiniyor gibi
görünmeleri özellikle dikkatimi çekti. Burada güneşin altındaki bütün
milletlerin temsilcileriyle beraber kalabalık Rus askerleri de var ve hepsi de
en sıkışık zamanlarda küçük alışverişlerini oldukça yalnız ve korumasız
olarak yapan Türk kadınlarıyla çocuklarının arasından ilerlemeye çalışırken
bile nazik ve sabırlı görünüyorlardı. Çerkezler, Kozaklar, Finler kısacası
geniş Moskof İmparatorluğu’nun her tarafından askerler vardı. Bazıları hoş,
yakışıklı ve zeki görünümlü adamlardı. Diğerlerinin ise sosyal hiyerarşide
bir yerleri olsa da Tierra Del Fuego’nun* sakinlerinden biraz yüksek bir
yerleri olabilirdi. Hepsi az çok vurdumduymaz ve duyarsız gibi
görünüyordu.
*
Tierra Del Fuego Güney Amerika’nın en güney ucundadır ve bugün Şili sınırları içinde yer
almaktadır. Bu bölgeye Avrupalıların nüfuz etmesi 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Bu
ifadenin kullanıldığı zamanlarda Avrupa “medeniyeti” ile en son tanışmış halklardan
olmaları sebebiyle yazar burada gayr-i medeni anlamında kullanmış olmalıdır. Ç.N.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
199
LADY BRASSEY
Çevreyi gezmeyi bitirdikten sonra İstanbul’da 1874’te tanışmış
olduğumuz konsolosu ziyaret etmeye gittik. Kendisini Avusturya, Fransa ve
diğer ülke konsoloslarıyla ciddi sonuçlar doğuran bir meseleyi tartışırken
bulduk. Görünüşe göre Stock adında bir İngiliz eritip kurşun elde etmek için
eski kovanları satın alıyordu. Kurşunu baruttan ayırdıktan sonra barutu
toplamış ve trenle nakletmişti. Ancak bu işlem Rus otoritelerinin
düzenlemelerine aykırıydı. Ruslar durumdan haberdar olmuş, onu tutuklamış
ve kapalı bir yerde iki-üç gün tutmuşlardı. Bu olayın söylentileri kulağına
gelince konsolos durumu araştırmış ve mahkumun sorumluluğunu alarak
soruşturmayı yürütmeyi teklif etmişti. Stock böylece konsolosluğa
gönderilmişti. Ancak Ruslar ertesi sabah fikirlerini değiştirmişler ve şahsın
kendilerine geri verilmesini talep etmişlerdi. Konsolos taleplerini yerine
getirmeyi reddedince şahsı zorla almak için asker göndermişlerdi. Konsolos
kapıları kapatmış askerler ise kapıyı omuzlarıyla zorlamışlardı.
Teşebbüslerinde başarısız olunca da kapıyı baltayla kırarak Stock’u alıp
götürmüşlerdi. Bir saat sonra Stock, Rus kumandanının özürleriyle birlikte
geri gönderilmişse de İngiliz toprağı olan konsolosluğun ihlal edilmiş olması
bütün konsoloslar tarafından çok ciddi bir olay olarak kabul edilmişti. Bu
şartlar altında biraz heyecanlı bir atmosfer bulduğumuz düşünülebilir.
Konsolos Calvert ziyaretimizi fırsat olarak görüyordu. Çünkü İstanbul’a bazı
önemli gönderiler yollamak istiyordu. Bu gönderilerin sağ salim ulaşması
için bizim bu işi üstlenmemizi rica etti. Ruslar Edirne’den gönderilen
mektup ve telgraflara sıkı bir denetim uyguluyorlardı. Bizim İstanbul’dan
gönderdiğimiz mesaj bile yalnızca ihtiyaç duyduğumuz odalardan
bahsetmesine rağmen birkaç gün alıkonulmuştu.
Konsolosluktan çıktıktan sonra çok sayıda diplomatın ve Edirneli
zenginin yaşadığı Çergetaş banliyösünden hızla geçtik. Daha sonra yemek
yedik ve erkenden yattık. Gürültülü bir geceydi çünkü birlikler ve ağır
silahlar naklediliyordu. Kimse silahların neden ya da nereye nakledildiğini
bilmiyordu. Son birkaç günde Edirne’den büyük miktarda Rus askeri sevk
edilmişti.
Uyumak imkânsızdı ve yatağımda pencereden bakarken ay ışığı altında
kendi kendime yakındaki istasyonda yaşanmış olan sefalet manzaralarını
resmettim. Erkekler, kadınlar ve çocuklar istasyonun her iki yanında
uzunluğu bir mili bulan kuyruklar halinde oturur ve geçen az sayıdaki
trenden birisiyle nakledilmeyi beklerlerdi. Vagonlar ve hayvan arabaları
dolduğu zaman deliler gibi basamaklara ve tamponlara asılırlar ancak ilk
virajda ya da sarsıntıda sürüklenerek düşer ve ölürlerdi. At arabaları her
sabah bir miktar yiyecek taşımak ve ölüleri getirmek için yola çıkarlardı. Bir
200
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ
sabah şiddetli bir soğuk ve ağır bir karın ardından mülteci kalabalıklarının
arasından altı at arabası yükü küçük çocuk taşınmıştı.
8 Aralık Pazar – Sabah saat 04.00’da çağrıldık. Hava oldukça soğuk ve
karanlıktı. Bir bardak sıcak kahveden sonra Rus askerleriyle dolu olan
istasyona gittik. Edirne’nin yakınlarındaki daha evvel karanlıkta geçtiğimiz
kasaba İstanbul’un yakınındaki sadece sazlıklardan ve çıplak araziden oluşan
kasabadan daha ilginçti. Edirne’nin yakınındaki bu kasabanın civarında
dağınık vaziyette köyler vardı ve ne yazık ki yakılmış ve terk edilmişti. Tren
çok uzundu ve Rus askerleriyle doluydu. Her istasyonda nakledilmeyi
bekleyen mülteciler vardı. Kuleli Burgaz’da (Lüleburgaz) Geniş bir nehirden
geçtik. Burada hatlardan birisi Balkanlardaki Durkos’a ayrılıyordu.
Sidler Çiftlik’te tren tam hareket ederken üç adam trene atladı ve
vagonların kapılarına yapıştı. Bekçi onları gördü ama ölebilirler diye itmeye
cesaret edemedi ve gecikme olmasın diye treni durdurmaya da teşebbüs
etmedi. Vagona yavaşça tırmanmaları için işaret etti. Korkunç bir yürüyüştü
bu ve izlerken kanım dondu. Zavallı adamların hepsi sırılsıklamdı. Her
birisinin omzunda birer çıkın vardı. Birisi bir çubuğa, birisi silaha, birisi de
kılıca asmıştı çıkınını. Tırmanırken hepsinin çıkınları birer birer düştü. Bir
an için acıyla donakaldıktan sonra küçük malvarlıklarını kaybetmiş olarak
hayvan vagonuna indiler. Yol boyunca aynı sahne küçük farklılıklarla
defalarca tekrarlandı. Kırk beş dakikalığına durduğumuz Çorlu’da diğer
yolcular güzel bir yemeğin tadını çıkarıyor gibi görünüyorlardı. Birinci sınıf
iki komşu kompartımanda tek başlarına ve haşmetli bir edayla her birisi
kendi idaresindeki birlikleri denetlemeye giden bir Rus ve bir Türk generali
oturuyordu.
Saat 07.00’da İstanbul’a ulaştık. Bizi istasyonda uşaklar ve denizciler
karşıladılar ve bagajlarımızı doğruca güverteye götürdüler. Pera’ya gitmeli,
söz verdiğimiz gibi bay Whittaker’a ve elçiliğe mektupları götürmeliydik.
Bay Whittaker’ın evinde Tom’u yemek yerken bulduk. Kapıda olduğumuzu
duyunca arkadaşlarımız doğruca yata gitme niyetimizi değiştirmemiz ve
geceyi onlarla geçirmemiz konusunda ısrar ettiler. Yerleştikten ve
beklenmedik karşılaşmanın şaşkınlığını üzerimizden attıktan sonra çok
sayıda ilginç kişiyle birlikte epey güzel bir gece geçirdik. Bunların arasında
şu kişiler vardı: her ikisi de zeki insanlar olan Sırp ve İsviçre elçileri, Prenses
Azize’nin eşi olan İzzet Bey, Bulgar komiserlerinden birisi olan Binbaşı A.
ve Ocak’taki tahliye esnasında Edirne valisi olan Cemil Paşa. Edirne’den
yeni geldiğimiz için olayları bu kadar yakından yaşamış birisinin anlattıkları
doğal olarak çok ilgimizi çekti. O akşam gelmesi beklenen bir beyefendi
(Rauf Paşa) hastalığını öne sürerek mazeret beyan etti. Ancak daha sonra
gelememesinin asıl sebebinin Sultan’ın emri ile tutuklanması olduğunu
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
201
LADY BRASSEY
öğrendik. Trablus’a gidinceye kadar evinden çıkmaması emredilmişti. Aynı
akşam pek çok tutuklama yapılmıştı. Talihsiz paşalar en ufak bir uyarı
olmaksızın sürgün edilmişlerdi.
Ev sahibimiz uzun yıllar Levant Herald gazetesinin editörlüğünü
yapmıştı. Türk olsun Avrupalı olsun İstanbul’daki herkes tarafından
seviliyordu. Ancak ne yazık ki bazı yorumlarıyla hükümeti kızdırmış ve
canını kurtarmak için güç bela kaçmak zorunda kalmıştı. Olaylar yatışıncaya
kadar beklemiş ve sonra İstanbul’a dönmüştü. Şimdi İstanbul’da gazetesini
başka bir ad altında çıkarıyordu.
Neredeyse gece yarısı oluncaya kadar yata varamadık. Varınca da hemen
memnuniyetle yattık.
Tercüme Eden: Soner TURSUN*
Sonuç Yerine: 93 Harbi’nin ardından savaşın yıkıcı etkilerinin şiddetli
bir şekilde etkisini gösterdiği şehirlerden birisi olan Edirne’nin durumunu
çarpıcı bir şekilde tasvîr etmesi bakımından Brassey’in gözlemleri önem
kazanmaktadır. Malum olduğu üzere bu savaş, Rumi takvime göre 1293
yılına denk geldiğinden ötürü Osmanlı tarih literatüründe 93 Harbi diye
bilinmektedir. Osmanlı Devleti'nin batı sınırındaki Tuna (Balkan)
Cephesi'nde ve doğu sınırındaki Kafkas Cephesi'nde vuku bulmuştur. Savaşa
hazırlıksız yakalanan Osmanlı Devleti, çok ağır bir yenilgi almıştır.2
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan Ayastefanos ve Berlin
Antlaşmaları ile Rumeli topraklarının büyük bir kısmı Osmanlı Devleti’nin
elinden çıkmıştı.3 Bu süreçte Edirne, tarih boyunca belki de eşi benzeri
görülmemiş bir göçmen akınının önemli bir durağı olmuş, ani bir şekilde
değişen nüfus yapısı şehrin siluetini de etkilemiştir.4 O günlerin Edirne’sinde
hayatın ne şekilde sürdüğünü dışarıdan gelen bir gözlemci olarak anlatması
bakımında Lady Brassey’in eseri çarpıcı detaylar içermektedir. İnsanların en
ağır şartlar altında bile bir şekilde hayatlarını idame ettirmeye çalıştıkları ve
her şeye rağmen bir şekilde acıların üstesinden gelmeye gayret ettikleri bu
eserde görülebilmektedir.
*
Arş. Gör., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected]
Savaşla ilgili genel bilgi için bkz. Mahir Aydın, “93 Harbi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi (DİA), IX, İstanbul 1994, s. 498-499; Nedim İpek, “1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı”, Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 15-24.
3
Bu antlaşmalar için bkz. Ali İhsan Gencer, “Ayastefanos Antlaşması”, DİA, İstanbul 1991, s.
225; Ali İhsan Gencer, “Berlin Antlaşması”, DİA, II, İstanbul 1992, s. 516-517.
4
Göçler sırasında önemli bir geçiş güzergahı olan Edirne’nin durumuyla ilgili bkz. Nedim
İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), Ankara 1999, s. 43-36.
2
202
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
1878 YILI EDİRNE İZLENİMLERİ
KAYNAKÇA
Aydın, Mahir, “93 Harbi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), IX,
İstanbul 1994, s. 498-499.
Brassey, Annie, Sunshine and Storm in the East or Cruises to Cyprus and
Constantinople, New York 1890.
Engin, Vahdettin, Rumeli Demiryolları, Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul, 1992.
Gencer, Ali İhsan “Ayastefanos Antlaşması”, DİA, İstanbul 1991, s. 225.
________, “Berlin Antlaşması”, DİA, II, İstanbul 1992, s. 516-517.
Geraldine, “A Victorian Traveler in the Middle East: the Photography and Travel
Writing by Nancy Micklewright” Journal of British Studies, Vol. 44, No. 3, July
2005, s. 620-621.
İpek, Nedim, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), Ankara 1999.
_________, “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı”, Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 15-24.
Llewellyn, Briony “A Victorian Traveler in the Middle East: the Photography and
Travel Writing of Annie Lady Brassey by Nancy Micklewright.” The Burlıngton
Magazıne, Vol. 147, No. 1228, July 2oo5, s.500.
Mahmud Celaleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkāt, (haz. İsmet Miroğlu), İstanbul 1983.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 195-203
203
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 205-207
KİTABİYAT
Victor SPINEI: The Romanians and the Turkic Nomads North of the Danube
Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century, (10. Asırdan 13. Asır
Ortalarına Kadar Tuna Deltasının Kuzeyindeki Göçebe Türkler ve
Rumenler), Brill Hotei Publishing, Leiden 2009, 545 sayfa, ISBN: 978 90 04
17536 5.
Ortaçağ boyunca Doğu Avrupa, Türkistan’ın farklı bölgelerinden gelen
konargöçer Türk kavimlerinin en önemli uğrak yeri olmuştur. Roma
İmparatorluğu’nun çöküşüyle beraber, güçlü merkezi bir idare sisteminden
yoksun Balkanlar, o dönemin şartlarında ideal bozkır yaşam koşullarıyla, bu
kavimler için cazip bir mekan olarak kabul edilmiştir. Fakat farklı
zamanlarda Karadeniz’in kuzeyine göç eden Türk kavimleri, Karadeniz’in
güneyine göç eden soydaşlarının aksine yerleşik kültüre sahip yerli halklarla
karışarak onlar arasında kaybolup gitmişler, kalıcı güçlü bir devlet
kuramamışlar ve her zaman Avrupa’da öteki imajının en önemli temsilcileri
sayılmışlardır. Bu yüzden tarih boyunca Doğu Avrupa, Türklerin en fazla
göç ettiği yer olmasına rağmen; bölgede Türklerden sadece yer isimleri,
kültürel etkiler dışında kalıcı bir mirası kalmamıştır.
Genel editörlüğünü Prof. Dr. Florin Curta’nın yaptığı
değerli akademisyenlerin hazırladığı “East Central and
the Middle Ages, 450-1450” serisi yukarıda anlatılan
başlıca sosyo-kültürel, ekonomik yaşayışları ve siyasi
etraflıca bilgi veren önemli bir çalışmadır.
ve alanında uzman
Eastern Europe in
Türk kavimlerinin
tarihleri hakkında
Serinin altıncı kitabı, 2009 yılında “The Romanians and the Turkic
Nomads North of the Danube Delta from the Tenth to the Mid-Thirteenth
Century” adıyla basılmıştır. Bu çalışma, Romanya’da Alexandru Ioan Cuza
Üniversitesi’nde tarih profesörü olarak çalışan Victor Spinei tarafında
hazırlanmıştır.
545 sayfalık bu eser; Çizimler Listesi (VII-X), Kısaltmalar (XI-XVIII),
Giriş (s. 1-6), 4 Bölüm (s. 7-360), Derleme Bibliyografya (s. 361-433),
Çizimlerin Kaynakları (s. 435-438), Çizimler (s. 439-498) ve İndeksler (s.
499-545)’den oluşmaktadır.
Giriş bölümünde, 10. yüzyıl ile 1241-1242 büyük Moğol istilası arasında
geçen zamanda Kuzey Tuna deltasında yaşayan göçebe Türk kavimleri ile
yerleşik Rumen toplulukları arasındaki ilişkiye dikkat çekilerek, eserin
yazılma amacı açıklanmıştır. Ayrıca başlangıç kısmında Karpatlar-Tuna
havzası genel olarak yerleşik toplumlar için daha ideal bir yaşam koşulları
sürmesine rağmen, bu toprakların yüzyıllar boyunca Doğu’dan gelen Türk
ASIM KORKMAZ
göçebelerinin de dikkatini çektiği vurgulanmaktadır. İki farklı kültürün
etkileşiminden ve farklılıklarından bir kaynaşma meydana geldiği
söylenmektedir. Giriş kısmının sonlarında yazar; eserine önemli katkıları
olan araştırmacıları, akademisyenleri ve araştırma yaparken ziyaret ettiği
kütüphaneleri, enstitüleri sıralamıştır.
I. Bölümde Moldova ve Romanya’nın coğrafik yapısına vurgu yapılarak;
doğayla insan arasındaki karşılıklı etkileşim, Karpatlar ve Tuna havzasındaki
doğal koşullar hakkında bilgi verilmiştir. Bu sayede bölgenin siyasi tarihine
coğrafyanın etkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Diğer bir ifadeyle; coğrafik
geçmiş ile Rumen toplumunun gelişimi arasındaki bağlantı vurgulanmaya
çabalanmıştır.
II. Bölümde Karpatlar-Dinyester bölgesinin ve komşu ülkelerin siyasi
tarihleri 10. yüzyıldan 13. yüzyılın ortalarına kadar ele alınmıştır. Yüzyıllar
ayrı ayrı değerlendirilerek, bölgeye gelen Türk kavimlerinin (özellikle
Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar) siyasi, diplomatik ve askeri rolleri ile
Moğol istilasının getirdiği felaket vurgulanmıştır. 10. ile 13. yüzyıllar
arasında yapılan göçlerin büyük bir kısmını Türklerin oluşturduğu
gözlenmektedir. Bu göçler, Macarların 869 yılındaki Orta Avrupa’ya
göçleriyle başlamış olup Moğol istilasıyla son bulmuştur. Bu bölümde genel
olarak; dönemin koşullarında bölgede Hazarların zayıflaması, anavatandan
çeşitli nedenlerle Türk göçlerinin belirli aralıklarla devam etmesi, Bizans
İmparatorluğu’nun bölgedeki diplomatik faaliyetleri ve Kiev Hanlığı’nın
yükselişi ile Türk kavimleriyle bu hanlığın münasebetleri işlenmiştir.
III. Bölümde ise yazar, Türk ve Rumen toplumlarının karmaşık
ilişkilerini daha iyi anlamak için, bu iki toplumun en önemli yönlerini
karşılaştırıp nazarı dikkate almaktadır. Diğer bir ifadeyle; Rumen tarımcılar
ile Türk göçebeler arasındaki farklılıklara; dil, din, etnik, yaşam koşulları,
yerleşme şekilleri, tarım, hayvancılık, ticaret, ölü gömme adetleri gibi sosyokültürel açıdan değinmiştir. Kitabın ana kısmını oluşturan bu bölümde yazar,
bu farklılıklardan yola çıkarak yerleşik kültür ile göçebe yaşam tarzının
bölgenin kültür ve medeniyetine yaptığı katkıyı gözler önüne sermektedir.
IV. bölümde yazar, Türkler ve Rumenler arasındaki etkileşime dil ve
edebi yönden değinmiştir. Bölgedeki muhtelif coğrafik yer adları ile şahıs
isimlerini sıralayarak, bunların Türklerden kalan silinmez miras olduğunu
vurgulamıştır. Bu durumun ülkenin günümüz kültürel çeşitliliğine önemli bir
katkı sağladığını ortaya koymuştur.
Dönemin kroniklerinden yola çıkarak ve arkeolojik kaynaklardan
faydalanarak hazırlanan bu kitap, bu alanda araştırma yapan akademik
camianın dikkatini çekmektedir. Diğer yönden yazar İngilizce, Fransızca,
Rusça ve Rumence literatürü tarayarak eserini zenginleştirmiştir. Yazar,
206
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 205-207
KİTABİYAT
siyasi ve askeri tarihten ziyade sosyal tarih perspektifinden dönemi ve
coğrafyayı incelemiştir. Diğer bir deyişle, arkeolojik buluntuların
tasvirleriyle sosyo-kültürel açıdan emsalsiz bir çalışma ortaya koymuştur.
Yazar çalışmasında, kuzey Tuna havzasında göçebe Türk kavimleriyle
yerleşik Rumen toplumu arasındaki etkileşimi, Romanya ve Moldova’nın
kültürel zenginliğine katkı yapan en önemli faktörlerden birisi olarak kabul
edip dönemi tarafsız bir şekilde ele almaya çalışmaktadır. Bu sayede, bazı
çevrelerce göz ardı edilen “göçebe Türklerin Doğu Avrupa medeniyetine
kültürel katkısı”nı vurgulamaya çalışmakta ve sosyal tarih bakımından bu
alanda önemli bir boşluğu bu eseriyle doldurmaktadır.
Asım KORKMAZ

Arş.
Gör.
Trakya
ası[email protected]
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 6, Temmuz-2013, s. 205-207
Üniversitesi
Edebiyat
Fakültesi
Tarih
Bölümü,
207
EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ YAYIN İLKELERİ
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde, aşağıda belirtilen şartlara
uygun makaleler yayınlanır:
1. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ocak ve Temmuz ayları
olmak üzere yılda iki sayı olarak yayınlanan uluslararası hakemli bir dergidir.
Yazılar önce Yayın Kurulu tarafından incelenir ve uygun görülenler konunun
uzmanı olan en az iki (2) hakeme gönderilir. Hakemlerden gelen raporlara göre
yazıların neşredilip neşredilmeyeceğine karar verilir.
2. Derginin dili Türkiye Türkçesidir. Ancak her sayıda iki makaleyi
geçmemek kaydıyla diğer Türk lehçeleri ile yabancı dillerde makalelere de yer
verilebilir.
3. Makalelerin dergimizde yayınlanabilmesi için daha önce başka bir yerde
yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere kabul edilmemiş olması gerekir. Bilimsel
bir toplantıda sunulmuş ve yayınlammamış bildiriler, bu durum belirtilmek şartı ile
dergimizde yayınlanmak üzere kabul edilebilir.
4. Yazıların her türlü ilmi sorumluluğu yazarlarına aittir.
5. Yazılarda Türk Dil Kurumunun yazım kurallarına uyulur.
6. Yazılar, MS Word programına göre kâğıdın bir yüzüne Times New Roman
yazı karakteriyle, 11 punto, tek satır aralığında, A4 kâğıdına kenar boşlukları, üst 6
cm, alt 5 cm, sağ ve sol 4 cm, üst bilgi 5 cm, alt bilgi 4.5 cm, cilt payı 1 cm olacak
şekilde düzenlenir.
7. Yazılar üç nüsha (iki nüshasında isim, unvan ve çalıştığı kurum
belirtilmeden) ve bir CD olarak editöre gönderilir. 20 sayfayı geçen yazılar dergide
yayınlanmayabilir.
8. Yazılardaki paragrafların ilk satırı 0.5 cm içeriden başlayacaktır. Ana başlık
büyük harfle ve metin gövdesini ortalayacak şekilde, sayfanın üstünden 4 satır
aşağıda, alt başlıklar ise paragraf düzenine uygun olarak (0.5 cm içeriden)
konulacaktır. Başlık yazısının sağ alt tarafına yazar veya yazarların adları yan yana
yazılır. Yazar ad/adları yazılırken herhangi bir akademik unvan belirtilmez. Yazarın
akademik unvanı, çalıştığı kurum (üniversite, fakülte, bölüm veya diğer) adları ve
elektronik posta adresi dipnot biçiminde sayfanın altına yazılmalıdır. Akademik
unvan dışında başka unvan kullanılmaz.
9. Başlık yazısı ve yazar adlarından hemen sonra Türkçe özet yer alır ve
büyük harflerle ÖZ şeklinde yazılır. Konunun Türkçe özeti 200-250 kelime arasında
olmalıdır. Türkçe özetten sonra İngilizce özete yer verilir. Her iki özetin altında
Anahtar Kelimeler-Keywords (3-8 kelime) yazılır. Makalenin İngilizce başlığı
İngilizce özetten (ABSTRACT) önce büyük harflerle yazılmalıdır. Makalenin
İngilizce başlığı, Türkçe ve İngilizce özetler 8 punto ve Palatino Linotype türü ile
yazılmalıdır.
10. Araştırma ve inceleme dalındaki yazılar Öz (Türkçe ve İngilizce) makale
metni şeklinde düzenlenir. Yabancı dilde yazılan yazılarda yukarıdaki bölümlerin
yabancı dildeki karşılıkları kullanılır ve aynı düzenlemeye uyulur.
11. Dipnotlarda İzlenecek Yöntem: Bilimsel bir yazıda kullanılan
kaynakların künyesi dipnot olarak sayfa altında gösterilir. Dipnotlar 9 punto ile
yazılmalıdır. Yararlanılan kaynaklar ilk geçtikleri yerlerde ayrıntılı ve aşağıdaki
örneklerde belirtilen sıralamaya uygun olarak verilir.
a. Kitaplar: Yazar Adı Soyadı, Kitap Adı (italik), Baskı Sayısı, Yayın Yeri
ve Yılı, Sayfa Numarası.
Örnek: İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 10. Baskı, İstanbul 1993, s.
111.
Eğer ikinci kez geçiyorsa; İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 112.
b. Makaleler: Yazar Adı Soyadı, Makale Adı (tırnak içinde), Dergi/Kitap Adı
(italik), Cilt No, Sayı, Yayın Yeri ve Yılı, Sayfa Numarası.
Örnek: Nevzat Özkan, “Gagavuz Türkçesinin Sözlükleri Üzerine”, Türk
Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 12/2, Ankara Güz 2001, s. 749.
Eğer ikinci kez geçiyorsa; N. Özkan, a.g.m., s. 750.
c. Dipnotlardaki bilgilerden sonra verilecek kaynakların parantez içinde
verilip verilmeyeceği yazarın takdirine bırakılmıştır.
12. Kaynakçada İzlenecek Yöntem: Sayfanın ortasına büyük harflerle
KAYNAKÇA yazılacaktır. Kaynakçadaki eserler 10 punto yazılmalıdır. Eserler
yazar soyadına göre alfabetik olarak sıralandığından, eserlere ayrıca sıra veya bölüm
numarası verilmeyecek ve yazarların unvanları kullanılmayacaktır. Kaynak listesi,
yazarın soyadı, adı, varsa makalenin başlığı (tırnak içinde), dergi veya kitabın adı
(italik), varsa derleyen veya çevirenin adı, cildi, sayısı, birden fazla basıldıysa
kaçıncı baskı olduğu, basım yeri ve yılı biçiminde verilir. Aynı yazarın birden fazla
eseri kaynak olarak kullanılmışsa basım tarihine veya alfabetik sıraya göre eskiden
yeniye doğru dizilmelidir. Erişim tarihi belirtilerek internet tabanlı kaynaklar da
kullanılabilir.
Örnek: http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/05/10/s01.html
a. Kitaplar: Yazar Soyadı, Adı, Kitap Adı (italik), Baskı Sayısı, Yayın Yeri ve
Yılı.
Örnek: Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2001.
b. Makaleler: Yazar Soyadı, Adı, Makale Adı (tırnak içinde), Dergi/Kitap Adı
(italik), Cilt No, Sayı, Yayın Yeri ve Yılı, Sayfa Numarası.
Örnek:Uydu Yücel, Mualla, “Kuman Kıpçakların Tarihinde İgor Destanı’nın
Yeri ve Önemi (4 resim ile birlikte)”, Belleten, sayı 258, Ağustos 2006, s. 523-560.
13. Gönderilen yazılara ait resim, şekil ve grafikler sayfa yazım alanını
taşmayacak biçimde net ve ofset baskı tekniğine uygun olmalıdır. Bunların sıra
numarası ve adı her şeklin veya grafiğin altında verilmelidir.
14. Derginin aynı sayısında, ilk isim olarak bir yazarın birden fazla eseri
basılamaz.
15. Makalesi yayınlanan yazarlara iki adet dergi verilir.
16. Dergimizde basılmayan yazılar yazarlarına iade edilmez.
17. Yazılar, Fakültemiz Web sayfasından temin edilecek dilekçe ile birlikte
Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na teslim edilecektir.
e-posta:[email protected], [email protected]
PUBLICATION PRINCIPLES FOR TRAKYA UNIVERSITY
JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS
Articles meeting the following criteria are published in Trakya University
Journal of Faculty of Letters:
1. Trakya University Journal of Faculty of Letters is an international refereed
journal. Articles are examined by the Publication Board first and then sent two at
least two (January-July) referees specialized in the area concerned. It is decided
whether articles will be published or not based on the reports of the referees.
2. The Journal is in Turkish but articles in another Turkish dialects and
foreign languages are also accepted provided that their number does not exceed two.
3. In order for the articles to be published in the Journal they should not be
previously published or accepted for publication elsewhere. Papers presented in a
scientific meeting but not published may be accepted for publication in the Journal
provided that their status is mentioned.
4.
Writers are solely responsible for the content of their articles.
5. It is advised that writing rules of Institute of Turkish Language (TDK) are
followed.
6. Articles submitted to the Journal should be on a standard A4 page layout,
with one side of the paper containing written material. Articles should be submitted
in "Times New Roman" font, fontsize set to 11, and single spaced with margins 6
cm at the top, 5 cm at the bottom, 4 cm at the right and the left with 1 cm binding
space.
7.
Articles should not exceed 20 pages. Articles exceeding 20 pages may not
be published. Three identical hard copies of the article and a one copy on CD should
be submitted to the editor. Author(s) should not include their names, academic title
and institute on two of the hard copies.
8. The paragrahs should start leaving a 0.5 cm space. The main title should be
centred and in capital letters and placed after leaving the first 4 lines of the paper
blank. The subtitles should be placed in accordance with the paragraph layout
(leaving a 0.5 cm space). The name(s) of the writer(s) should be written below the
heading and on the right. When writer’s/writers’ name or names are written no
academic title is mentioned the writer’s academic title, institution should be given as
footnotes. No title other than academic title may be used.
9. The title and writer’s name is followed by the abstract in Turkish. (the word
ÖZ is centered and written in capital letters). The abstract in Turkish should not
exceed 200 words. The abstract in Turkish is followed by the abstract in English.
Keywords (3-8 words) follow both abstracts. The title (ABSTRACT) in capital
letters is followed by the name of the article in foreign language.
10. In research and review articles the text should be arranged as abstract-ÖZ
(Turkish and English) and article body.
11. Footnotes: The sources used in an academic article are mentioned in
footnotes. The sources are given in detail when they are mentioned fort he first time
as in the example below.
a. Books: Author’s Name, Surname, Book’s Name (in italics), Edition,
Publisher, Publishing Place and Year, Page Number.
Example: Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin Karanlık Günleri, 3rd
Edition, Türk Edebiyatı Vakfı Publications, İstanbul 2003, p. 45.
If mentioned for the second time ; N. Hacıeminoğlu, ibid, p. 46.
b. Essays: Author’s Name, Surname, Essay’s Name (in quotation),
Journal’s/Book’s name (in italics), Volume No, Issue No, Publishing Place and
Year, Page Number.
Example: Nevzat Özkan, “Gagavuz Türkçesinin Sözlükleri Üzerine”, Dil ve
Edebiyat Dergisi, Issue 12/2, Ankara Güz 2001, p. 749.
If mentioned for the second time; N. Özkan, ibid., p. 750.
c. It is up to the author whether to write the sources in parantheses or not
following the information in footnotes.
12. References: The title REFERENCES in capital letteres should be centered.
The works in sources should be in 10 font size. Since the works in the references
section are listed alphabetically by surname the Works will not be given section
numbers and the authors’ titles will not be used. The references list is given as
Author’s Surname, Name, the essay’s title if any (in quotation), journal’s and book’s
name (in italics), compiler’s or translator’s name if any, Volume, Issue No, Edition
if any, Publishing Place and year If more than one work of an Author are used as
references they should be listed by date from the oldest to the newest or by
alphabetical order. Internet based resources may also be used provided that date of
access is mentioned.
Example: http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/05/10/s01.html.
a. Books
Example: Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2001.
b. Essays
Example: Pala, İskender, “Ahmet Fakih ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme”,
Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Issue 1, January 2009, 123-148.
13. İmages, figures and graphics should not exceed the writing page area and
they should be clear enough to be printed offset. Their number and name should be
given below the respective figures and graphics.
14. In one issue more than two works containing the same writer as the first
name are not published.
15. The writers whose article is published are sent two issues of the Journal.
16. Articles not published in the Journal are not returned to the authors.
17. Essays may be sent electronically to the e-mail addresses below.
e-mail:[email protected], [email protected]
Download