Yürek Kanatan Doksan Bin Kardelen

advertisement
YÜREK KANATAN
DOKSAN BIN KARDELEN
Stj. Av. Hülya KESEMEN
G
erçekle, hayalin arasında bir yerde
gibidir Kars’ın güzel ilçesi Sarıkamış.
Sessizce yağan karı, masal diyarını
andıran vadileri, karda açan kardelenleri,
göze ziyafet, ruha dinginlik ve ciğere şifa
olan yemyeşil çam ormanlarıyla hayaller ülkesinden gelip, ete kemiğe bürünmüş gibidir
adeta. Ormanı şal olur Sarıkamış’ın omzuna,
diğer yanda modern kayak merkezi topuklu
ayakkabı gibidir ayaklarında. Batan gün ışıkları süslerken bu mağrur ormanı, bitmesin
diye dilediğiniz bir yolculuktur Sarıkamış’ın
esrarı. Rotanızı bir hayale çevirir ve yıkarsınız
içindeki duvarları.
Sarıkamış hayalin olduğu kadar hayatın da
izini taşır. Sarıkamış sakinleri temiz havasını
içine çekerken, yaşam tüm canlılığıyla akmaktadır. Karın ayazına inat gibidir parlayan
güneşi. Görenin nefesi kesilir Tabiat Ana’nın
sundukları karşısında. Sarıkamış barındırdığı
bu güzellikleriyle hayattan en büyük payı
almıştır sanki. Kıskandırır diğer doğu şehirlerini… Göründüğü gibi değildir, görünüş
sadece bir elbisedir Sarıkamış’ta. Huzur verse
de bugünü aslında derin acılar saklar dünü.
Sarıkamış’ın bir yanı güzelliği ve kıskandıran
doğasıyla açmak istiyor gibi beyaz bir sayfayı,
bırakıp ne varsa geride kalanları. Diğer yanı
hafızaya savaş açmış direniyor unutturmamak için geçmişteki acıları.
İnsanlar gibi ruhları vardır kentlerin de.
Sarıkamış’ın ruhu acı içinde, aklına düşer bu
topraklarda vatanı uğruna can veren evlatları.
Bundandır ki, çehresindeki hüznü gece bile
örtemez. 99 yıl önce kurulur bağrına çaresizlik Sarıkamış’ın. Baş döndüren ormanıyla
duyulmaz olsa da o acı günlerde soğuktan
inleyerek donan Mehmetçiğimin sesi; yine
de güneş batarken acı bir hikâyeyi anlatır
Sarıkamış toprakları. Soğuk haykırır yüzüne
2013/1 | Hukuk Gündemi 83 faciayı. Ayağında sıcak botların, sırtında kalın
paltonla kalırsın bir başına insanlığınla…
Ve dünyanın aynı duyguları paylaştığı 1914
yılı I. Dünya Savaşı başlamıştı. 150 yıl önce
cihan hâkimi olan koca çınar Osmanlı, içten
kemiren kurtları ve dıştan baltalayanlarıyla
artık yaşlı ve hastaydı. Osmanlı’nın kalbi olan
Balkanlar elden gitmişti. Osmanlı, Balkanların
acısını çıkarmak, kaybettiği toprakları geri
almak için savaşa girmeye hazırlanıyordu.
Enver Paşa da savaşa girmekten yanaydı.
Böylece Osmanlı İmparatorluğu ittifak devletlerin yanında savaşa girdi. Enver Paşa ve
arkadaşları 93 Harbi’nde Doğu Anadolu’da
kaybedilen Kars, Batum, Artvin ve Ardahan’ı
da geri alıp imparatorluğun eski günlerine
kavuşması için bir tez ürettiler “Genişleyerek Büyümek”. Bu teze göre Osmanlı daha
çok fethederek kurtulabilirdi. Cephe savaşlarında başarılı oldukları gözlenen Rusların,
kuşatma harekâtları karşısında fazla etkili olamadıkları biliniyordu. Bunun üzerine Enver
Paşa, Sarıkamış üzerine bir kuşatma harekâtı
yapmaya yönlendi. Aras vadisindeki 65.000
kişilik Rus ordusunu imha etmek üzere tasarlanan bu kuşatma harekâtı, aslında büyük ve
84 Hukuk Gündemi | 2013/1
kapsamlı bir planın sadece ilk ve en önemli
bölümünü oluşturmaktaydı. Tahran, Tebriz,
Mısır, Kafkaslar alınacak, büyük Turan İmparatorluğu doğacaktı. I. Dünya Savaşı bu
planın uygulanmasında iyi bir zemindi. İlk
genişleme alanı Kafkaslardı. Osmanlı ordusu
büyük bir hızla Kafkaslara girecek ve Rusları yenerek buradaki Türklerle birleşecekti.
Ruslar Osmanlı’ya savaş ilan ettikten bir gün
sonra Erzurum ve Sarıkamış üzerinden Türk
sınırına girdi, birkaç kasabayı aldıktan sonra
durdu. Zira kara kış geçit vermiyordu. Rusların planı bahara kadar Türk topraklarında
beklemekti. Ama Enver Paşa böyle düşünmüyordu. Emir verdi ve tüm ülkede seferberlik
başladı. Samsun, Erzincan, Trabzon ve Arap
eyaletlerinden kuvvetler toplanmaya başlandı. Henüz Balkan Harbi’nin yaralarını iyileştiremeyen Mehmetçik yola çıktı. Kafkasların
kapısı Sarıkamış’tı. Sarıkamış’ta savaşacak 3.
Ordu üç kolordudan oluşuyordu. 11. Kolordu
Rusları oyalamak için sağ kanat istikametinde
savaşacaktı. 9. Kolordu merkezde Sarıkamış
geçidi istikametimde savaşacaktı. 10. Kolordu
da İslamköy, Oltu, Penek yolundan Bardız
Yaylasına ve Allahuekber Dağları’na ulaşacak
ve buradan Rusların arkasına saklanacaktı.
Sarıkamış ele geçirilince diğer kolordularla
birleşilecek ve Kafkaslara ulaşılacak, yani
Turan İmparatorluğu’nun ilk adımı atılmış olacaktı. Savaşın can alıcı görevi, komutanı Albay
Hafız Hakkı olan 10. Kolordunundu. Harekât
planı gereğince kolordu kuşatma için, düşman kuvvetlerine ulaşan en kısa yoldan
ilerleyecekti. Ancak 10. Kolordu Komutanı
Hafız Hakkı Bey, daha harekâtın ikinci günü
büyük bir kolordu ile mağlup ettiği iki alaydan ibaret küçük bir Rus müfrezesini takip
etmekten kendini alamadı. Abdülkerim Bey
komutasındaki 32. Tümeni Kop yönüne gönderdikten sonra, kendisi, 30 ve 31. Tümenlerle
Oltu - Ardahan istikametinde, Allahuekber
Dağları’nın kuzey yamaçlarına doğru yöneldi.
Hafız Hakkı Bey’in taarruz planı dışına çıkarak
geniş bir yay çizmesi, kuşatma cephesinin
aşırı derecede genişlemesine yol açacaktı.
Daha da kötüsü, 10. Kolorduya bağlı birlikler
Sarıkamış’a ulaşabilmek için kış ortasında
Allahuekber Dağları’nı aşmak zorunda kalacaklardı. Hafız Hakkı Bey’in Enver Paşa’dan
daha önce Sarıkamış’ı almak için düşüncesizce gerçekleştireceği bu manevraya katılan askerlerin büyük bir kısmı Allahuekber
Dağları’nda donarak şehit olacaktı. Hafız
Hakkı Bey’in basiretsizliğiyle neden olacağı bu facia, Sarıkamış Harekâtı’nın hezimetle noktalanmasına yol açan hataların en
büyüğü olacaktı.
1.5 metre kar, -50 derece soğuk, 2500 rakım
ve inanılmaz engebeli bir arazi. Bütün mesafeler yürüyerek geçilecek ve savaş bu alanda
yapılacaktı. Kolordular toplanmış ve görev
alanına doğru yürüyüşe başlamıştı. Dağlar
merhametsizdi, dağlar soğuktu. Askerlerin durumu yürek sızlatıyordu. Tarihler 22
Aralık gününü gösterdiğinde tarihe “Sarıkamış Faciası” olarak geçen harekât başladı.
125.000’e yakın iman abidesi insan, kış kıyamette paltosuz, postalsız, gömlekle, çarıkla
cehennem gibi tipinin ortasına yürüdüler.
Askerlerin büyük bir kısmı evden getirdikleri kıyafetlerle yürüyordu. Henüz bıyığı bile
terlememiş bu çocuklar, askerden çok tarla
işçisini andırıyordu. Sırtında ne kalın paltoları
ne de yedek iç çamaşırları vardı. Ordu verir
diye düşünmüşlerdi. O günlere şahit olan bir
askerin mektubu, facianın boyutunu günümüze şöyle taşır:
“Bu yaz, iki alayımızla Yemen’den buraya
naklolunduk. Yola koyulmamızdan dört ay
sonra buraya ulaştık ki, Arabistan’ın cehennem sıcağı Köprüköy’deki ayaz yanında nimet-i
ilâhi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş,
oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta.
Bölük kumandanım, beni sıhhiyeye nakletmiş ise de, tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz
kalıp tekraren takımıma döndüm. Akşam yaklaşınca Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır.
Kumandanımız, gelecek Cuma Başkumandan
Enver Paşa Hazretleri’nin teftiş ve hücum için
geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün
içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen
yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumandan
Paşa Hazretleri’nin gelmesi ile Moskof’un kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı
karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak söktüğünde 2059 rakımlı
Kızkulağı Tepesi’nden Moskof obüs yağdırır
ama şükürolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi
gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler.
Başkumandan Paşa Hazretleri acele gelse ki,
ateşe kavuşsak...”
Ama mektupta yazdığı gibi olmadı. Ordu
ihtiyaçları karşılayamadı. Çünkü Kafkas
harekâtına Almanlardan kışlık giysi, erzak
ve mühimmat götürmek için İstanbul’dan
Trabzon’a doğru yola çıkan, içinde 3000 asker
bulunan üç gemi, Enver Paşa’nın bu gemilerin korunması için donanmadan yardım
istememesi nedeniyle Karadeniz’de Ruslar
tarafından batırılmış 3000 Mehmetçik de
burada şehit olmuştu. Almanlarda yeni malzeme gönderemiyorlardı. Karşı cephede ise
kış şartlarına alışkın kalın giyimli ve iyi donanımlı 60.000 Rus askeri vardı. Bu durumda
kimi Arap illerinden toparlanmış, hiç kar görmemiş 120.000 fidan imkânsızlıklarla savaşacaktı. Günlerce yürüdüler. Aç, yorgun ve
çıplaktılar. Zemheriler diye bilinen en soğuk
2013/1 | Hukuk Gündemi 85 günlerdi. Sıfırın altında 50 dereceye düşen
soğuk, düşmandan daha düşmandı. Mehmetçikler bir metreyi aşan karda insanüstü
çabayla bir adım atıyor, kara saplanan adımlarını kurtarmak için iki kat emek harcıyorlardı. Bitkindiler. Ancak Enver Paşa ve Hafız
Hakkı’dan hücum emirleri üst üste geliyordu.
Sarıkamış alınmalıydı. Ölümüne yürüyüş
devam ediyordu. Tipi, kar göz açtırmıyordu.
Ölüm beyazlığı, uysal görünümlü canavar
kar, akılları dondurup gözleri kör ediyordu.
Ortalığı cehenneme çeviren, bir adım bile
öteyi görünmez kılan bu tipi yüzünden iki
Türk tümeni birbirine saldırmış, yaralı ve ölü
2000 asker saf dışı kalmıştı. Oysa İstanbul’a
çekilen telgraflarda inanılmaz ifadeler yer
almaktaydı:
“Kafkasya dağları ve tepeleri beyaz bir
örtüyle örtülüdür. Kar hemen hemen bir metreyi geçmiştir. Harekâttaki sessizlik bundandır. Kahraman askerlerimizde ilerleme isteği
o kadar çoktur ki, ellerinden gelse soluklarıyla
karları eritip yol açacaklardır. Karı daha az olan
kesimlerde kahramanlarımız başarılar elde ediyorlar. Dün süngü saldırısıyla düşmandan iki
mevzi ele geçirilmiştir.”
Bunlar gerçekleri yansıtmıyordu. Ama hiçbir şey yürüyüşü durdurmuyordu. Yürüdüler,
yürüdüler, yürüdüler... Ölüm bu körpe fidanları bir köşede kıstırıncaya kadar yürüdüler.
Yürüdükçe terliyorlardı. Terleri sırtlarında
donuyor ölüme bir adım daha yaklaşıyorlardı. Mehmetçiğin yürürken kar nedeniyle
çarıkları yumuşamış ve gece çökerken bu
çarıklar donmaya, mengene misali ayaklarını sıkmaya başlamıştı. Adım atmak neredeyse imkânsızdı. Önce ayaklarda bir sızı
duyuluyordu. Sızının ardından bir hissizlik
başlıyordu. Bu parmakların donduğunu gösteriyordu. Sonra donma bileklere çıkıyor ve
asker aniden yere düşüyordu. Yere düşeni kaldırmamak için emir verilmişti. Zaten askerde
de yoldaşını kaldıracak güç kalmamıştı. Kurtların bile saklanacak yer aradığı bir havada,
askerlere yardım etmenin imkânı yoktu. Yere
düşen asker açlığın ve yorgunluğun etkisiyle
uyuşuyor, kıvrılıp uykuya geçiyordu. Uyku
ölümün kapısıydı. Önce bütün vücudu beyaz
86 Hukuk Gündemi | 2013/1
yorgan gibi kristal bir buz tabakası kaplıyor,
ardında tüm beden kaskatı kesiliyor, ölüm
tatlı bir uykunun ardından böylece geliyordu.
Düşen her kar tanesiyle bir Mehmetçik yere
düşüyor, kar bu körpe vatan evlatlarının
hem kefeni hem mezarı oluyordu. Sağa sola
serpilmiş, ayakları, kolları havada, ağzı açık,
tabiata, Başkumandan’a, karşıdaki düşmana
isyan eden ama Allah’ına teslimiyetle bakan,
tipinin bile örtemediği gözleri buz mavisine
dönmüş kaskatı asker bedenleri artık bir sırrı
açığa çıkarıyordu. Ordu eriyordu. Ölümün
bu kadar yanı başında olduğunu gören erlerin kimi çıldırıyor, çığlıklar içinde karanlığın
içine koşmaya başlıyor, bir daha geri dönmüyordu. Ne yakılan ateş ne de askerlerin
zıplaması beyaz ölümün varlığını geciktiriyordu. Ölüm sabırlı, sakin, sessiz bir şekilde
bekliyor ve yere düşen, biraz uyuklayan
askeri alıp götürüyordu. Allahuekber Dağları 26 Aralık gecesinde dünya savaş tarihinde
görülmemiş bir kıyım yaşanıyordu. Doğaya
karşı savaşan Türk Ordusu yenik düşüyordu.
Güneş ışıkları 27 Aralık sabahı Allahuekber
dağının yamaçlarına vurduğunda sağa sola
yayılmış 15.000 askerin donuk bedenini de
aydınlattı. Bir gecede 15.000 asker donup gitmişti. Bu sayı Sarıkamış’ta bir haftada donacak askerlerin sadece küçük bir kısmıydı. Aynı
güneş, Bardız’da, Kız Kilisesi’nde, Divinik’te,
Norşin’de, Çatak’ta yani Sarıkamış’a giden
bütün yollarda bir hafta boyunca kimi yuvarlanmış, kimi bir ağacın gövdesine dayanmış
kardan heykellere dönüşen Mehmetçiğin
buz tabakasına dönmüş bedenlerinde parıldayacaktı. Isı biraz arttığında eriyen karların altında kardelen çiçekleri gibi askerlerin
donuk bedenleri çıkıyordu ortaya. Tarih ne
böyle bir faciayı yazmış, ne de tanık olmuştu.
Anadolu’da şehitler gelincikle anılır, ancak
Sarıkamış’ta beyaz kar, şehitlerimize kefen
olmuştur. Bahar aylarında Sarıkamış’ta karların içinden kardelen çiçekleri yan yana ve sırt
sırta vermiş halde ortaya çıkar. Tıpkı 90.000
şehidimizin karlar erimeye başladığında teker
teker ortaya çıkması gibi. Sarıkamış şehitlerinin simgesi bu yüzden kardelenlerdir.
Sürekli hücum emirleri veren Enver Paşa
eline ulaşan pusulalardan durumun vahametini anlamıştı. Bir kareli harita kâğıdı çıkardı
ve vasiyetini yazdı.
“Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki
Kolordu ile arkalarına düşerek ricata mecbur etmek ve bu suretle XI. Kolordu ve Süvari
Fırkasıyla takip olunan düşmanı karşılayıp,
tamamıyla mahvetmekti. IX. Ve X. Kolordu ve
Süvari Fırkasını bekliyorum. Gelir de yetişirse,
düşmanı bozacağım. Fakat gelmeden düşman
zayıflamış kıtaatımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa o vakit Ordu mahvolmuş demektir.
Şimdiye kadar asker ve zabitler hiç kusursuz
harp ettiler. Her manevrayı yaptılar. Eğer Allah
da yardım ederse, muvaffakiyet katidir. Eğer
muvaffak olmazsam, son neferimle beraber
öleceğim. Bu halde vasiyetim: Ben vazifemi
yaptığımı sanıyorum ve öyle ölüyorum. Yaşasın
dinim, vatanım, Padişahım.
Eğer geride kalanlarıma yardım etmek isterseniz, refikam Sultan Efendi Hazretleri’nin
muhassasatıkafi değildir. Kendisinin müreffehen yaşaması için hiç olmazsa, Başkumandanlık muhassasatımın kendi muhassasatına
zammı ve ebeveynimin temini refahı ile rahmeti ilahiyeye mazhariyetim için birkaç hayır
yapılmasını rica eder ve tealisine çalışmaktan
başka bir maksat beslemediğim din ve milletimin tealisine dua eder, tanıyanlara selam
ederim. Yaşasın Müslümanlık ve Osmanlılık
ve Osmanlıların Padişahı Sultan Mehmet Han.
Servet namına bir şeyim yoktur. Mamafih
ne varsa, Refikam Sultan Efendi hazretlerine
bırakıyorum. ENVER”
Ölüme hazırlanmış bir başkomutan yine de
harbi kaybettiğini kabul etmiyordu. Vasiyetini
yazdıktan bir saat sonra eline Rusların kontrolündeki bir kasabanın geri alındığını bildiren
bir pusula geçti. Enver Paşa’nın içinde taşıdığı
o büyük heyecanı yeniden alevlendi. Bütün
orduya daha doğrusu ordudan artakalana
geri çekilme yerine hücum emri verdi. Enver
Paşa’nın emrinde şu da yer alıyordu:
“Saldırı sırasında her üst, bir adım geri atanı
derhal tabancası ile öldürecektir.”
Askerler, verilen emirle kelime-i şehadet
getirerek yine göz göre göre ölüme yürümeye başladı. Mehmetçik mermisi bitince
süngüye, süngüsü düşünce eliyle Rus askerleri ile savaşmaya çalışıyordu. Tarih bir ordunun böylesine insanüstü bir gayretle savaştığını görmemişti. Yine tarih böylesine inançlı
bir ordunun, bir dağın yamaçlarında karların
arasında kitleler halinde donup gittiğini de
yazmamıştı. Türk ordusunun bütün saldırıları sonuçsuz kaldı. Ruslar güçsüz düşen
Mehmetçiğe karşı hücuma geçtiler. Nihayet
bir kuşatmadan kurtulmak için Enver Paşa
4 Ocak günü geri çekilme emri verdiğinde
Rus generali de zafer telgrafını komutanlarına çekmişti. Sarıkamış harekâtı Türklerin ağır yenilgisiyle sona ermişti. On beş
gün süren savaşın sonunda içinde general
2013/1 | Hukuk Gündemi 87 ve subayların bulunduğu 7.000 asker esir
düşmüştü. Bu savaştan 12.000 asker sağ
kurtulmuştu. Yaklaşık 120.000 kişilik ordudan bu rakamlar düşüldüğünde Sarıkamış
dramında tam 101.000 askerin şehit olduğu
ortaya çıkıyor. Bunlardan 90.000 civarındaki
vatan evladı, Ruslarla ciddi bir savaşa girmeden, karlar altında donarak can vermişti.
Ruslar bu savaşta 20.000 kayıp verdi. Onlardan da 6.000 asker donarak ölmüştü. Kurtlar
o yıl insan etine doymuştu. Türk askerlerinin
cesetleri bulaşıcı hastalıklara neden olmaması için Ruslar tarafından toplu mezarlara
gömüldü. Bu mezarlar bir daha bulunamadı.
Sarıkamış bozgunundan kurtulabilen çoğu
yaralı 12.000 Türk askeri Erzurum’a ve civar
ilçelere getirildi. Ancak askerlerde bir tuhaflık
vardı. Yüksek ateş, kaşıntı ve mide bulantısı…
Vücut aniden bitleniyordu. Sonunda gerçek
anlaşıldı. Bu bitlerin neden olduğu hastalık tarih boyunca orduları yiyip bitiren tifüs
hastalığıydı. Donmadan kurtulan ancak tifüs
salgınından ölenlerin sayısı ise hiçbir zaman
öğrenilemedi.
Savaştan sonra İstanbul’a dönen Enver
Paşa, uzun bir süre Sarıkamış hakkında herhangi bir haber, bildiri veya yayın yapılmasını
88 Hukuk Gündemi | 2013/1
engelleyerek sansür uygulatmıştır. Donmuş
Mehmetçiklerin fısıltıları, üzerindeki karlarla
yıllarca örtülü kalmıştır. Bu nedenle Sarıkamış
Harekâtı son yüz yıllık tarihimizin en dramatik
ama en az bilinen olayıdır.
Mehmet Akif ERSOY’un dizeleri anlatır
bembeyaz Sarıkamış’ın yüreklerde bıraktığı
simsiyah yası:
“Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”
Bayrağı, milleti, vatanı, inancı, namusu ve
şerefi için can veren Mehmetçiklerimizin unutulmaması dileğiyle...
KAYNAKÇA
• Büyük Harpte 10. Kolordu ve Sarıkamış Muharebeleri, Selahattin,
İstanbul, Askeri Matbaa, 1931.
• Sarıkamış Harekâtı, 12-24 Aralık 1914, Nikolski, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1990.
• Sarıkamış Dramı, Alptekin Müderrisoğlu, İstanbul, Kastaş Yayınları, 1997.
• Sarıkamış, Köprülülü Şerif (İlden), İstanbul, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 1998.
Download