1 USAK (Hrsg.): Uluslararasi hukuk ve Politika. No. Ankara 2007

advertisement
USAK (Hrsg.): Uluslararasi hukuk ve Politika. No. Ankara 2007.
1914 ve 1923 Yılları Arasında Türk-Ermeni İlişkileri:
Ermeni Sorunu’na Dışarıdan Bakış*
Christian Johannes Henrich**
Giriş
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü 19.yüzyılın başlarında doruk noktasını yaşamıştır.
Jöntürk İhtilâli, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşının çıkması, bağımsızlık mücadelesi ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Türk Devletinin varlığını sürekli biçimlendirmiş ve
değiştirmiştir. Özellikle de azınlığın, Müslüman çoğunluk ile olan barış içindeki yaşamları
dramatik bir şekilde değişmiştir. Türk- Ermeni ilişkilerindeki bu gelişmeler, Avrupa’daki
büyük devletler gibi dış etkilerden ayrı yorumlanamaz.1878’deki Berlin Konferansı ve 1912
ile 1913 yıllarındaki Balkan Savaşı sonrasında Avrupa Devletlerinin gerçek niyetleri iyice
ortaya çıkar: Niyetleri Osmanlı İmparatorluğu’nu aralarında pay etmektir.1
9 Mayıs 1916 tarihinde İngiliz Mark Sykes ile Fransız Charles Georges-Picot, ülkeleri
adına Anadolu’nun paylaşılmasında anlaşırlar. Bunu takip eden Sevr Barış Antlaşmasında,
Rusya, Yunanistan ve İtalya’ya da pay verilir2.
Avrupa ülkeleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıf durumundan giderek kendi
çıkarları yönünde daha fazla yararlanırlar. 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı
İmparatorluğunun bazı bölgelerini ele geçirerek, bu bölgeleri kolonilere dönüştürürler.
“İngiltere Mısır’ın dışında, Suriye ile Mezopotamya’yı da kontrolü altına almak ister; Fransa
Kuzey Afrika ile Lübnan’a göz diker; İtalya Tripolis ile Arnavutluk’u talep eder; Rusya ise
Ermenistan ile Kürdistan için spekülasyon yapar”3.
Avrupa ülkelerinin bu agresif ve kısmen aşağılayıcı politikası, Doğu’daki Müslüman
olmayan azınlıkların, Müslüman çevrelerle olan kaçınılmaz gerginliklerini arttırır. Ermeniler
açısından bu gerginliklerin daha trajik sonuçları olmuştur. Hınçak ve Taşnak Komitelerinin
tahriklerine maruz kalan Ermeniler açıkça özerklik istediler ve düşman taraf olan Rusya ile
*Makale, bir yeminli tercüme bürosunca Almanca metinden çevrilmiş, ayrıca Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat
tarafından dil ve akademik disiplin/içerik açısından gözden geçirilmiştir.
1
Bkz.: Danica Milić, “Die ökonomische Penetration des Balkans und der Türkei durch die Industriestaaten”,
Ralph Melville; Hans-Jürgen Schröder (Hrsg.), Der Berliner Kongress von 1878. Die Politik der Großmächte
und die Probleme der Modernisierung in Südosteuropa in der Zweiten Hälfte des 19. Jahrhunderts,
(Wiesbaden: Franz Steiner Verlag, 1982), içinde: s. 475.
2
Bkz.: The New Encyclopaedia Britannica, Vol. 11, 1985, s. 454.
3
Fikret Adanır, “Der Zerfall des Osmanischen Reiches”, In: Alexander Demandt (Hrsg.), Das Ende der
Weltreiche: Von den Persern bis zur Sowjetunion, (München: Verlag C. H. Beck, 1997), içinde: s. 124.
1
kısmen işbirliği yaptılar. Osmanlı yönetimi bu tehdit içeren gelişmelerin varlığını “Ermeniler
Sorunu”na radikal çözüm üretme vesilesi saymıştır. 1915’de Ermeni azınlığın büyük bir kısmı
savaş koşullarında hayatlarını kaybettiler. Ancak bununla birlikte toplu ölümler gerçeği
vardır. Süreklilik gösteren gıda kıtlığı ve bunun sonucunda yaşanan açlık, çok sayıdaki bu
ölümlerin öncelikli sebepleri arasındadır. Bu gıda teminindeki sıkıntılar ayrıca, Osmanlı
Ordusunda da hatırı sayılır kayıplara da neden olmuştur. Bundan başka, Ermeni İhtilâl
Komitesinin terörist saldırıları da, her iki tarafın çok sayıdaki kayıplarından sorumludur.
Nadiren de olsa, Osmanlı Ordusunun, Jandarmanın ve göçebe konumundaki Kürt çetelerin
saldırıları da söz konusudur. Buna rağmen Ermeniler, özellikle de diyaspora Ermenileri, iskan
politikasına dayalı göç ettirme planını bugün, Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığını ileri
sürdükleri bir “sistematik soykırım” olarak görüyorlar.; Türkler buna itiraz etmekte ve her
iki tarafın büyük kayıpları olduğuna dikkat çekmektedirler.
Ermeni tarihçiler ve politikacılar tarafından tarihî olayların büyük ölçüde tek taraflı
olarak anlatılması ve Müslüman tarafta çok daha fazla olan kaybedilen insan sayısının
gizlenmesi, 90 yıldan fazla bir süreden beri bu çatışmanın uluslararası boyut kazanmasına
neden oldu.
Bu makalede, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına kadar olan sürede Türk-Ermeni
ilişkilerindeki gelişmeleri, I.Dünya Savaşı’nın başlamasını, Van’daki Ermeni isyanını,
İstanbul’daki Ermeni ihtilâlcilerin tutuklanmasını, stratejik açıdan önemli bölgelerdeki
Ermeni azınlığın başka yerlere göç ettirilmeleri konularını ele alarak, soruna objektif bir bakış
açısı getirmeye çalışacağım.
Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışına kadarki gelişmeler
Devletin hızla çökmeye doğru gitmesi, politik ve toplumsal bir hareket olan, askerî
açıdan da geniş destek gören, “birlik, beraberlik ve ilerleme”nin temellerinin atılmasını ve
kuvvetlenmesini getirmiştir. 1908 yılı yazında, 2 Temmuz’da, 30 yıl önce kaldırılmış olan
Kanuni Esasiye’nin (Anayasa) Sultan II. Abdülhamit tarafından yeniden konması yönünde
faaliyetlerde bulunan Jöntürk İhtilâli gerçekleşir. 1909 Nisan’ında eski Türk muhafazakârlar
ve din hocalarının yardımıyla “eski düzen”in yeniden kurulması denenir4. Bu girişimler birkaç
hafta içinde başarısızlıkla sonuçlanır, II. Abdülhamit tahttan indirilerek sürgüne gönderilir.
Jöntürkler, kardeşi V. Mehmet’i yerine getirirler, ancak devlet yönetimini ellerinde tutarlar.
Bu Ulusal-Türklük hareketi, Jöntürk hareketinin üstüne çıkar. Bu her şeyden önce
Hıristiyanları kızdırmakla birlikte, Araplar ve Acemler (İranlılar) gibi Türk olmayan
Müslümanları da kızdırmış ve güvensizlik yaratmıştır. 1912 ve 1913 yıllarında yenilgiyle
sonuçlanan Balkan Savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu Balkanlarda geniş toprak
kaybına uğramıştır. Yalnızca Batı Trakya, Osmanlı egemenliği altında kalmıştır.
4
Bertrand Michael Buchmann, Österreich und das Osmanische Reich. Eine bilaterale Geschichte, (Wien:
WUV, 1999), s. 254.
2
Osmanlı’nın çöküş dönemi şüphesiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslüman olmayan
halkın yüzyıllar boyu görmüş olduğu hoşgörü ve inayetin de kanıtı olduğu dönemdir. Osmanlı
egemenliği altında bulunan Gayrımüslimlerin (reâyâ) durumu yeni yöneticilerin5 egemenliği
altındaki ulusal ve dinsel azınlığın durumlarından çok daha iyi idi.
Alman İmparatorluğu (Deutsches Reich) Hükümeti ile 19. yüzyıldan beri süregelen iyi
ilişkiler, Jöntürkler ile daha da kuvvetlenmiştir. Alman “Reich”ini “kendilerine” devlet
modeli olarak görürler. Alman Askerî Komisyonu Başkanı Korgeneral Otto Liman von
Sanders’i, Boğazların savunmasından sorumlu I. Kolordu Komutanlığı’nın başına getirirler.
Bu karar itilaf devletlerinin tepkisine neden olur. İstanbul buna karşı çıkar. Gerçi Türkler
Liman’ı Osmanlı mareşalliğine ve ordu başmüfettişliğine terfi ettirdiler ama, ordu
kumandanlığını kendisine vermediler6.
İtilaf Devletleri ve Merkezi Avrupa Devletleri’nin aksine Osmanlı Devleti savaş
çıkmadan önce hiçbir anlaşmaya dâhil olmamıştı. Savaşa girme kararı, Merkezi Avrupa
Devletlerinin yanında, Rusya’ya7 karşı olmuştur. Farklı cephelerdeki savaş Osmanlı
İmparatorluğu’nu yıpratmıştır. Kafkasya’da Rusya’ya, Irak ve Süveyş Kanalı’nda ise
İngiltere’ye karşı savaşmıştır. Ayrıca Galiçya, Makedonya ve Romanya’da da savaşılmıştır.
İngilizlerin bir Ulusal Arap Devleti vaadine kapılan Araplar, Osmanlı içinde
ayaklanma başlattılar, Ruslar ise aynısını Ermenilere vaat ettiler. Böylece İtilaf Devletleri,
Osmanlı Devleti içindeki etnik ve dinsel azınlıkların kendi menfaatleri içersinde yer
almalarını sağlamaya çalıştılar. Bu durumda gerçek savaş suçu ortaya çıkar. Anadolu’da
Türkler ile Araplar ve Ermeniler arasında yüzyıllardır süregelen barış, böylece kendini
gösteren savaş çıkarları nedeniyle tehlikeye sokulur.
Rusya gerçekte bağımsız bir Ermenistan Devleti’nden yana değildir. 1878 Berlin
Konferansı ile San Stefano’nun özgürlüğünün yeniden gözden geçirilmesinden sonra Çar,
Avrupa devletlerinin Balkanlarda Rus hâkimiyetini kabul etmeyecekleri gerçeğini anlar.
Rusya’nın, Akdeniz’e geçiş sağlama planı, yalnızca Doğu Anadolu üzerinden mümkün
olabilmesi ile sınırlı kalacaktır. Ruslar yalnızca bu nedenden Ermenileri kullanarak,
kendilerini Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanların resmî koruyucusu ilan ederler.
Aslında, daha önce değinildiği gibi, böyle bir himayeye ihtiyaç yoktu, çünkü Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki azınlıkların durumları başka hükümranlık altında bulunan azınlıkların
durumundan çok daha iyi idi.
Rusya, 19.yüzyılın sonlarından itibaren Ermenistan İhtilal Komitesinin kurulmasını
destekler. Ancak bunlar, Ermeni vatandaşlar arasında özellikle çok rağbet bulamayan bölgesel
küçük gruplardı. Çünkü Ermenilerin büyük bir kısmı Osmanlı egemenliği altında mutluydu ve
bu mutluluk ve barışı devam ettirmek istiyordu. Herfried Münkler’n tesbiti şöyleydi:
“Osmanlı İmparatorluğu […], bağımsızlıkları ve özerklikleri sadece Osmanlı İmparatorluğu
içinde güvencede olan Hıristiyan grupların ve cemaatlerin hamisi olabiliyordu.”8 Yirminci
5
Katrin Boeckh, Von den Balkankriegen zum Ersten Weltkrieg. Kleinstaatenpolitik und ethnische
Selbstbestimmung am Balkan, (München: R. Oldenbourg Verlag, 1996), s. 382.
6
Buchmann, a.g.e., s. 260.
7
Aynı yer, s. 261.
8
Herfried Münkler, Imperien: Die Logik der Weltherrschaft - vom alten Rom bis zu den Vereinigten
3
yüzyılın başlarında, Romanya sabık başbakanı Prof. Dr. Nikolae Jorga, Polonyalı
Mikoscha’ya şunları söyler:
Ermeniler Türklerden, diğer uluslardan gördüklerinden daha çok itibar
görmektedir. Yunanlara göre daha çok inanç özgürlüğüne sahiptiler.[…] Zekâları,
devrim planı yapacak kapasitede değildi... Türk İmparatorluğunun çöküşe doğru
gittiğinin ifade edilmesini duymak istemiyorlardı9.
Osmanlı Devletinin savaşa girmesi Rusya’nın çoktandır dört gözle beklediği,
Akdeniz’e geçişi ele geçirme isteği açısından bir fırsattı. Çar, bir taraftan Hınçak ve Taşnak
Komitelerinin daha önce başlattıkları terör eylemlerinden, diğer taraftan da Kafkas ordusunun
hücuma geçmesinden medet umuyordu.
Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması ile Osmanlı Devleti’nin kendini kurtarma savaşı da
başlamış oldu. Daha önce de değinildiği gibi, büyük devletlerin epeydir Osmanlı
İmparatorluğu’nu paylaşma emelleri vardı. Şimdi, “Emperyalizmin sunulan bu ganimeti”10
pek de sevilmeyen Alman İmparatorluğu Hükümeti ve Habsburg Hanedanlığı’nın yanına
katılınca, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması tam anlamıyla kesinlik kazandı.
Düşmanla İşbirliği ve Van Ayaklanması
İhtilal Komitesi tarafından uygulanan sürekli terör ile, Ermeni halkının gözünün
korkutulması zaman içersinde başarılı olmuştur. Ama buna rağmen, soykırım teorisyenlerinin
çoğu, 1890 ve 1915 yılları arasında meydana gelen olaylar karşısında tek taraflı ve çoğu
zaman da inkâr edici bir tutum içerisinde olmuşlardır. Genellikle, Osmanlı yönetiminin
Ermenileri gereksiz yere sürgüne gönderme kararı aldığı iddia edilmektedir. Oysa tam tersi
söz konusudur. Bu konuda Şahin Ali Söylemez’in tespiti, Ermeni ihtilalcilerin I. Dünya
Savaşı sırasında büyük ölçüde vatan hainliği yaptıkları ve sivil halka silahlı terörist
hareketlerde bulunarak düşmana yardım ettikleri11 şeklindeydi. Savaşın ilanından beş gün
sonra, 6 Kasım 1914 de, Rostow’daki bir önceki İngiliz viskonsülü Blyth Kirby, Londra’daki
Dışişleri Bakanlığı’na,” Türkiye’deki Ermenilerin Ruslara silahlı bir şekilde yardım etmek
üzere hazırlık yaptıklarını bildirmiştir12.
Bazı başka İngiliz kaynaklarında da Ermenilerin vatan hainliğinden söz edilmektedir:
Staaten, (Berlin: Rowohlt, 2005), s. 141.
9
Nicolae Jorga, Geschichte des Osmanischen Reiches: Nach den Quellen dargestellt, 1908-1913, Bd. 1-5,
(Gotha: Friedrich Andreas Perthes Verlag, 1913), s. 606.
10
Adanır, a.g.e., s. 125.
11
Şahin Ali Söylemezoğlu (Hrsg.), Die andere Seite der Medaille: Hintergründe der Tragödie von 1915 in
Kleinasien. Materialien aus europäischen, amerikanischen und armenischen Quellen, (Köln: Önel Verlag,
2005), s. 88.
12
Söylemezoğlu, a.g.e., s. 89.
4
Ayrıca Türkiye,
Kafkas cephesinde ve Doğu Anadolu’da içten vurulmak
istenmektedir. Ermenilere, General Andranik ve İşkan’ın talimatlarıyla Kafkas’ya da gönüllü
birlikler oluşturma ve Rus ordusu ile savaşma talimatı verilmiştir. 1915 yılı başında bu
birlikler Türk Ermenilerinden asker sağlayarak hattın gerisinde organize olmuşlardır13.
İstanbul Hükümeti, General İsmail Enver Paşa komutasındaki Osmanlı Birliklerinin
1914/1915 kışında Sarıkamış’ta Rus Ordusuna karşı giriştikleri harekâttan sonraki yenilgi
karşısında şaşırmış ve şoke olmuştur. Bu yenilgi iç politikada, değişik toplum ve din grupları
arasında daha da kötüleşen ruh halini de beraberinde getirir. Sarıkamış yenilgisinden sonra
gerginlik iyice tırmanır. Hosfeld, Ermenilerin, yenilgiye uğramış Osmanlı Birliklerinde aynen
Türk arkadaşları gibi temsil edildikleri için, hükümet tarafından günah keçisi ilan
edilmelerini pek mantıklı bulmaz. Ancak bu ifade daha sonra kendi kendine gerçek anlamını
bulacaktır. O, Bryce Raporu’ndan şu alıntıyı yapar: ”Türkler, Ermeni gönüllülerinin Ruslarla
aynı tarafta savaştıklarını saptamışlardır”14. Hosfeld, ilaveten, Ermeni kökenli Osmanlı
Generali Armen Garo Pastırmacıyan’ın Mehmet Talat Paşa’nın askerî-stratejik bir kararına
kızarak Rusların tarafına geçtiğini dile getirmektedir. General Pastırmacıyan Sarıkamış’ta
felaket bir yenilginin yaşandığı 1914/1915 kışında Ermeni gönüllü birliklerine ülkelerine karşı
olma emri vermiştir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir ajanı, 1914’de Rusya’daki Ermenilerin
gönüllü olarak silah altına alındıklarından bahsetmektedir15. Ermeni İhtilal Komitesi’nin ve
bireysel olarak kimi Ermenilerin provokasyonları devam eder. “Pastırmacıyan, […] London
Daily Graphic’e kendini ve başkalarını Rusların tarafında savaşan ‘Ermeni İhtilalciler’ olarak
gösteren bir fotoğraf gönderir”16. Bu olay çok sayıdaki Ermeni arasında da izansızlık olarak
nitelenmiştir. “Bu aptalca eylem, Türk iktidar sahiplerini ve Ermenilerin silahsız ve çaresiz
kaldıklarında kendilerini nefretle anacakları geniş halk kesimini tahrik etmiştir”17.
Bu insanlık felaketi 1915 yılı ilkbaharında meydana gelmiştir. Van’daki Müslüman
ahali ile Hıristiyan Ermeniler arasında sürekli artan gerginlikler 1915 yılı Nisan ayının ilk
haftasında patlak verir.
“Ermeni Ayaklanması 1915 yılı Nisan ayının ilk haftası başlar ve bir ay sonraki Rus
ordusu ile birleşmeye kadar devam eder”.18. “ Van ayaklanması” olarak adlandırılan olaylarda
Ermeni ihtilalciler şehri ele geçirerek Polis Merkezini ve diğer sivil yönetim binalarını ateşe
verirler. “Türklerin iç ayaklanma ile ilgili kaygıları, bir sonraki ay Van’da gerçekleşen bir
başka olay ile daha da artar. Rus sınırı yakınında […] Van epey zamandır ulusal propaganda
merkeziydi”.19. Van Valisi, aslında Kafkas cephesinde Rusların taarruzuna karşı önemli bir
savunma için gerekli olabilecek bir Osmanlı tümenini şehre getirtti. Rus Çarı II. Nikolaus
21.Nisan 1915 de Van’daki Ermeni İhtilal Komitesine bir telgraf çekerek, Rus taarruzuna,
13
Encyclopaedia Britannica, 1971, Vol. 22, s. 385.
Rolf Hosfeld, Operation Nemesis: Die Türken, Deutschland und der Völkermord an den Armeniern,
(Köln: Kiepenheuer und Witsch Verlag, 2005), s. 141.
15
Aynı yer, s. 141.
16
Aynı yer, s. 142.
17
Peter Balakian, The Burning Tigris: The Armenian Genocide and America’s Response, (New York:
Harper Collins, 2003), s. 199.
18
Hüseyin Çelik, [Ataöv, Türkkaya (Hrsg.,), The Armenians in the Late Ottoman Period, (Ankara, 2002)],
içinde: s.105.
19
Guenter Lewy, Der erste Genozid des 20. Jahrhunderts? Aus: American Jewish Commitee (Hrsg.),
Commentary, Ausg. Dezember 2005, s. 3.
14
5
Van’daki ayaklanmalar ile verilen destek için teşekkürlerini iletmiştir. Ayaklanmalar Mayıs
ayı sonuna kadar devam eder. Osmanlı ordusundaki birçok birlik kuşatma altına alınır ve bu
sayede Rus ordusuna Mayıs 1915’de Van’ı ele geçirme ve ihtilalcilere yardım etme imkânı
doğar. Şehir, 17 Mayıs 1915’de tamamen Rusların ve Ermenilerin kontrolüne geçtiğinde,
henüz öldürülmemiş ve kaçamamış olan Müslümanlar Ermeniler tarafından öldürülürler. Dört
Hafta boyunca Ermeni ihtilalciler ile Osmanlı askerleri çetin sokak savaşları yaparlar.
Müslüman halka ait çok sayıdaki ev yakılmış ve Ermeniler Doğu Anadolu merkezinde
yaşayan tüm Müslüman halkı ya öldürmüşler ya da yerlerinden etmişlerdir. ABD’de
yayımlanan Ermeni Gazetesi Gocnak’ta 24 Mayıs 1915’de yayımlanan bir makalede gururla
şöyle denmektedir: “Van’da yalnızca 1500 Türk kalmıştır, ancak burada, Amerikalı bir
profesör olan David Maggie’nin verdiği, o zamanlar Van’da 260.000 Müslümanın
yaşadığına dair bilgi unutulmamalıdır20. Böylece, Van’da ki Müslüman halkın % 1 inden de
azının hayatta kalabildiği ortadadır. Ermenilerin sergilediği bu vahşeti, soykırım teorisinin
ateşli savunucusu Wolfgang Gust bile dile getirmek durumunda kalır. Gust, Van’daki Alman
misyonunun İsviçre’li yöneticisi papaz Spörri’den şu alıntıyı yapar:
Öfkeli Ermeniler Genf Konversiyonu hükümlerinin aksine tutum içindedirler ve
intikam hırsı ile davranırlar. Yangınlar artar. Türk evlerinde ve kışlalarında tahrip olmamış
ne kaldıysa, acımasızca yakılıp yıkılır. Türkler, hasta ve kötü durumda olsalar bile,
merhametsizce katledilir21.
Misyondaki Alman bir rahibe olan Gust Käthe Erhold ise şöyle devam eder:
Coşkun seyelânların, hoşnutsuzluğun ve şüphenin, intikam hırsı ve ilkel
tutkuların savaklarından boşandığı ilk özgürlük günlerinin ve geride kalanların,
onların yaşlılarının, hastalarının ve Türk halkının kaçacak gücü kalmayan
kadınlarının oluşturduğu bu manzara üzerine bir örtü açmak istiyoruz. Çoğu fiziken ve
ruhen yıpranmış ve ölümle yüzyüze gelmiş savaş tutsağı Türk kadınları gözlerimizin
önünde çiftliklerimizde amansız hastalıklar ve kırılmış kalplerle solup
tükeniyorlardı.… Mağlup duruma düşmüş Türk halkının bu tamamen çaresiz, zafer
kazanmış olanların keyfi davranışlarına terkedilmiş kadınlarını daima o döneme ait en
derin acıları duyarak anacağız22.
Ermeniler, Rus ordusu için hatırı sayılır bir […] destekti23. Van’daki başarılı
ayaklanmadan sonra, bunu İhtilal Komitesi’nin düzenlediği diğer ayaklanmalar takip eder.
Bayburt, Erzurum, Beyazıt, Tortum ve Diyarbakır’dan da huzursuzluklar bildirilmektedir.
İstanbul Hükümeti buna tepki göstermek durumundadır. Çar’a doğrudan asker olarak hizmet
eden 150.000 Ermeni dışında sabotajcı ve işbirlikçi olarak Çarlık Rusyasına hizmet eden çok
sayıda Türk Ermenisi de Osmanlı İmparatorluğu için bir tehdit oluşturmaktaydı. Araziyi iyi
tanıyan Ermeniler de rehberlik yaparak ülkelerine ihanet etmişlerdir. Kafkasya’daki Rus
20
Bkz.: Cem Özgönül, Der Mythos eines Völkermordes: Eine kritische Betrachtung der Lepsiusdokumente
sowie der deutschen Rolle in Geschichte und Gegenwart der “Armenischen Frage”, (Köln: Önel Verlag,
2006), s.164.
21
Wolfgang Gust (Hrsg.), Der Völkermord an den Armeniern 1915/16. Dokumente aus dem Politischen
Archiv des deutschen Auswärtigen Amts, zu Klampen Verlag: Springe 2005, s. 182.
22
Aynı yer, s.183.
23
Lewy, a.g.e., s.3.
6
kuvvetleri Komutanı General Mishlayevsky, örneğin,
Ermeni General Andramik
Ozanian’dan bölgedeki dağlar ve tercih edilecek güzergâhlar ile ilgili bilgiler almaktaydı24.
Ermeni İhtilal Komitesi ve Amaçları
Osmanlı’nın 17.yüzyılda başlayan çöküşü, yukarıda da belirtildiği gibi, dış etkenler ile
olmuştur. Ermenilerin halen yayımlanmakta olan “ Hairenik” isimli haftalık gazetenin 28
Haziran 1918 tarihli baskısında şunlar yazılmaktaydı: Türkiye’deki Ermeniler arasında ihtilal
ruhunun yaratılmasının nedeni Rus provokasyonudur. Rusya […] sınır bölgelerindeki halk
arasında merkezkaç kuvveti niteliğinde bir eylem yürütmüştür25.
Ermeni Luase Nalbandian, Hınçak Komitesi ile ilgili şu açıklamayı yapar:
Ermeni halkının duygularını harekete geçirmek için terör ve provokasyona
ihtiyaç duyulmaktaydı. Halk, düşmanına karşı tahrik edilmeliydi. O zaman düşmanın
misilleme eylemlerinden yararlanılabilirdi. Halkın Hınçak Programına güvenini
sağlamak amacıyla, terör, bir araç olarak kullanılmalıydı. Komitenin amacı,
Osmanlı yönetimini terör ile huzursuz etmekti. Böylece rejim itibar kaybederek
zedelenecekti. Terörist taktiklerin esas hedef noktası yalnızca hükümet değildir.
Hınçak Komitesi, hükümet için çalışan Türk ve Ermenileri öldürmek istemiş, tüm ajan
ve muhbirleri bertaraf etmeyi denemiştir. O zaman parti yani komite, terör eylemlerini
hayata geçirebilmek için kendine has bir teşkilât kurmalıydı26.
Amerikalı Tarihçi Justin McCarthy’de de Anadolu’daki Ermeni azınlığın sürgündeki
Ermeniler ya da Ermeni diyasporası aracılığıyla aktif biçimde kışkırtıldığını belgeleyen
kaynaklara rastlıyoruz. Taşnak’ın 1892 yılında düzenlediği ilk Genel Kurul toplantısında bir
İlkeler Programı hazırlanmıştır. Bu programda her şeyden önce, Taşnak Komitesince Türk
Hükümetine karşı savaş başlatılması hususu yer almıştır. Taşnak Komitesi’nin hedefleri
doğrultusunda, Türkler, nerede olursa olsun öldürülmeliydi. Türk çocukları da, Ermeni ulusu
için tehdit oluşturduğundan dolayı öldürülmeliydi27.
İstanbul’daki Tutuklamalar ve Ermenilerin Tehciri
Van’daki ayaklanma ile birlikte Osmanlı Hükümeti de İstanbul’da tutuklamalara
başlar. Aralarında çok sayıda politikacının da bulunduğu epeyce entelektüel Ermeni
tutuklanır. Bunun arkasında epeydir süregelen terör eylemleri, sabotaj ve ayaklanmalar
yatmaktadır.
24
Aynı yer, s. 3.
Hairenik vom 28.06.1918.
26
Luase Nalbandian, Armenian Revolutionary Movement, (University of California Press, 1963), s. 110.
27
M. Varandian, History of the Armenian Revolutionary Federation, Dashnaktsutiun: 1890-1924, (Mailand:
Oemme Edizioni, 1990), s. 85.
25
7
Bu kişiler, yalnızca Ermeni oldukları için değil, aynı zamanda Ermeni İhtilal
Komitesinin üyeleri oldukları için tutuklanmaktaydılar. Çünkü tüm bu eylemlerin, Hınçak ve
Taşnak İhtilal Komitelerinin işi olduğu düşünülmektedir. Talat Paşa, Alman Konsolos’u Hans
Freiherr von Wangenheim’e “ politik açıdan güvenli olmayan şahsiyetler”den söz etmiştir28.
Savaş esiri olan bu ihtilalciler, aynen stratejik açıdan önemli bölgelerde yaşayan Ermeniler
gibi, göçe tabi tutulur.
27 Mayıs 1915 tarihli Meclis Kararına göre, Osmanlı Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı)
Mehmet Talat Paşa Van olayları nedeniyle bir zorunlu iskan yasası çıkartır. Bu yasa ile, cephe
bölgeleriyle diğer stratejik açıdan önemli bölgelerde oturan Ermeniler Suriye-Halep’e
gönderileceklerdir29. Bu, istekleri dışında Türkiye’nin iç kısımlarına ve Suriye’ye göç ettirilen
Ermenilerin açlıktan ölmesi ya da Türk asker veya polisi tarafından korunamadığı için
öldürülmelerini getiriyordu30. Ancak bu, Hükümetin, Ermenilerin saldırılara karşı korunmaları
emrine rağmen yaşanmaktaydı. Göç ettirilenlerin korunmaları amacıyla hükümet trenlerde
polis, jandarma ve askerlerden oluşturulmuş güvenlik birlikleri görevlendirmişti. Ancak bu
maalesef saldırılara karşı korumaya yetmiyordu. Zaten her birlikte de kafilesinin korunmasını
ciddiye almayabiliyordu. Bazıları Ermenilerin mal ve mülkleri üzerinden ticaret yapıyordu.
Ana Britannica Ansiklopedisi’nde şöyle der: “ Bu operasyon sırasında […] Ermeniler, Türk
hatlarının gerisinde Rusların desteklenmesi şeklinde Türklerle aralarının açılmasına
zorlanmışlardır. Türk Hükümeti 11 Haziran 1915’de Ermenilerin tehcirini öngören kararı
resmen alır31.
Taner Akçam, tehcir emri ile sözde soykırım arasında bir ilişkiye değinmektedir. O,
tehcir kararının çok dar bir çevrede alındığı görüşündedir. Çok gizli olarak yapılan
toplantılara yalnızca, Harbiye Nezareti’nin, İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’nin, Teşkilat-ı
Mahsusa gizli servisinin seçilmiş üyeleri ile bazı politik şahsiyetler katılabilmekteydi. Bu
güven konusu o kadar sıkıydı ki, bazı kabine üyeleri bu toplantılarla ilgili
bilgilendirilmiyorlardı bile32. Gerçi bu hükümet çevrelerinde, özellikle de kriz durumlarında
olağan kabul edilmekteydi. 1945 yazında Başkan Harry S.Truman ve en güvendiği kişi olan
Dışişleri Bakanı James F.Byrnes’ın kabineyi, parlamentoyu ve hatta Amerikan Ordusu
Komutanı Mareşal Dwight D. Eisenhower’i, Amiral William D.Leahys ve General Curtis
Lemay’ı bilgilendirmeden Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasını organize etmiş
olmalarından dolayı33, hiçbir Amerikan bilimadamı ABD’nin Japonya’ya soykırım
planladığını söylemeyecektir. Savaşa ilişkin stratejik kararların gizli tutulması, bu gizli
toplantılarda insanlığa karşı suçların konuşulup kararlaştırıldığının ispatı sayılmaz.
Bu göç ettirmeler, Müslümanların Anadolu’daki Hıristiyanlara karşı ölçüsüz bir
şekilde kötü muamele uyguladıklarının belgesi olarak gösterilmek istenmektedir. Ancak bu
doğru değildir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu diğer Müslüman –Türk vatandaşlarına da,
güvenlik ve istikrara yönelik devlet kararlarına karşı çıkmaları halinde aynısını
uygulamaktaydı. Örneğin 1865 yılında Müslüman Avşar’lar, sürekli Çukurova’da ikamet
28
Hossfeld, a.g.e., s. 177.
Bugün Suriye kenti olan Halep, o dönemde Osmanlı ülkesinin sınırları içerisindeydi.
30
Encyclopaedia Britannica, 1971, Vol. 22, s. 385.
31
Encyclopaedia Britannica, 1971, Vol. 22, s. 716.
32
Taner Akçam, Armenien und der Völkermord: Die Istanbuler Prozesse und die türkische
Nationalbewegung, (Hamburg: Hamburger Edition, 1996), s. 41.
33
Bkz.: Gar Alperovitz, Hiroshima: Die Entscheidung für den Abwurf der Bombe,1995.
29
8
etmek istemedikleri için o dönemde Osmanlı sınırları içinde bulunan Suriye ve Sivas yöresine
göç ettirilmişlerdir34. Onlar yazları dağlarda, kışları da Çukurova’da yaşayan göçebe bir
aşiretti. Tüm bu grupların gidiş ve gelişleri ile artan hırsızlık, kaçakçılık ve benzeri kriminal
eylemleri önlemek amacıyla devlet yeni bir iskân yasası çıkardı. Avşar’lar bu yasaya
uymadıkları ve devlet güçleriyle çatıştıkları için, göçe zorlandılar35. Hatta Türk Halk Ozanı
Dadaloğlu 19. yüzyılda bu “ Türkmen Ayaklanması” ile ilgili bir türkü bestelemiştir.
Aslında, bir hükümetin bu türden uygulamaları yalnızca Osmanlı Devleti için söz
konusu değildi. İlgili gruplara uygulanan sert ve acımasız cezalar, yalnızca kolektif cezaları
kapsadığından o kadar korkutucu görünmüyordu. Yani bu, oluşmuş ferdi suçlar için tüm bir
grubun cezalandırılması uygulamasıdır. Bu müşterek ve hatta önleyici ceza yöntemleri
Osmanlının yanı sıra diğer ülkelerde de, hatta bugün bile, uygulanmaktadır. Bununla ilgili
aşağıdaki iki örnek verilebilir.
1. 1899-1902 yılları arasındaki Burlar Savaşı’nda İngilizler çok sayıdaki sivili
(kadınlar ve çocuklar dâhil) hayatlarını kaybettikleri toplama kamplarına kapatmışlardı36.
2. ABD de “ iç düşman”a karşı bu yöntemi uygulamıştır. Japon Hava Kuvvetlerinin
Pearl Harbor’da 7 Aralık 1941’de düzenlediği hava saldırısını takiben, Başkan Roosevelt
1942’de tüm (yak. 120.000) Japon kökenli Amerikan vatandaşını ABD’nin batı sahilinden iç
kesimlere sürmüştür. Bu zoraki yer değiştirme nedeniyle çok sayıda kişi yaşamını
yitirmiştir37.
İstanbul’daki ihtilal üyelerinin gözaltına alınması, Ermeni halkın savaş bölgelerinden
ve stratejik bölgelerden alınarak göçe tabi tutulmaları, yalnızca koruyucu önlemler
çerçevesinde anlaşılması gereken bir husustur38. Bu, Türk askerini, sivil halktan gelebilecek
pusu kurma eylemlerinden, diğer taraftan da İhtilal Komitesi tarafından Müslüman halka
yapılabilecek saldırılardan da koruyacaktır. Ayrıca Ermenilerin tehciri sırasında yaptıkları
yolculukta, Müslüman halkın bizzat kendisinden gelebilecek eylemlerden de koruyacaktır. Bu
yolculuk esnasında yiyecek kıtlığı, hastalıklar ve çetelerin saldırıları ile çok sayıda Ermeni ve
onları korumakla görevli Müslüman asker hayatını kaybetmiştir.
Birinci Dünya Savaşının sona ermesinden Cumhuriyetin kurulmasına kadarki
Dönem
30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı Ordusu, Mondros’ta galip devletlerle imzalanan
mütareke sonucunda terhis edilir. Galip devletlerden İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan
34
Büyük Larousse, 1986, s. 2815.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat ile 17.03.2006 tarihinde yapılan söyleşi.
36
Bkz.: Koutcharian, [ Tessa Hoffmann (Hrsg.), Verfolgung, Vertreibung, Vernichtung der Christen im
Osmanischen Reich 1912-1922. (Münster: LIT-Verlag, 2004)], içinde s. 61.
37
Söylemezoğlu, a.g.e., s. 101.
38
Bkz.: İbrahim S. Canbolat, Savaş ve Barış Arasında Dünya: Korku ve Umut Arasında İnsan, (İstanbul:
Alfa, 2003), s. 174 ff.; Justin McCarthy, Death and Exile: The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims: 18211922, (New Jersey: Darwin Press, 1995), ss. 2-13; 31-32; 127-129 ve 267-268.
35
9
gibi dış, etnik- dinsel azınlıklar olan Ermeni ve Yunanlılar gibi iç mihraklar Anadolu’yu
hemen paylaşmaya koyulurlar.
1919 – 1922 yılları arasında Mustafa Kemal’in Ulusal Kurtuluş Hareketi giderek artan
bir ilgi görmekte ve taraftarlarının sayısı sürekli artmaktadır. Bu arada eski Osmanlı
Ordusundan kaçanlardan ve gönüllülerden oluşan bir ordu kurulmaktaydı. Halkın artan
desteği ve askerî başarılar elde edilmekteydi. 1920’de, doğuda bağımsızlık savaşı veren
Ermeniler yenilgiye uğramışlardır. Ağustos ayı sonunda da Yunanlar birkaç gün içinde
yenilgiye uğratılarak, son Yunan askerleri de Eylül ayında İzmir’i terkederler. Askerlerle
birlikte hemen hemen tüm Yunan sivil halk da gider. Türk ordusunun bu beklenmeyen
başarısı, 11 Ekim 1922’de Mudanya’da güçlerin uzlaşması ile ilgili bir mütarekeye götürür.
19 Ekim 1922’de Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun ilk birliği İstanbul’a girer. Mudanya
Mütarekesi 24 Temmuz 1923’de, Lozan Antlaşması ile kabul edilir ve aynı haklara sahip
Türkler tarafından imzalanır.
Sonuç
Türk-Ermeni İlişkileri 20. yüzyıl başlarında acılar ve tahribatlarla iz bırakmıştır.
Bilhassa yurtdışı kaynaklı İhtilal Komitesi, Müslümanlara, hatta yerleşik Ermenilere de terör
uygulamışlardır. Her iki taraftan da çok sayıda sivil hayatını kaybetmiştir. Ermeni terörüne
Türklerden misilleme önlemleri gelir. Bu kışkırtmaları Osmanlı Devleti’nin katı ancak bilinen
önlemleri takip eder: Ermenilerin tehciri. Kayıpların tek nedeni sadece Ermeni terörü ve
Türklerin aldığı önlemler değil, aynı zamanda açlık ve yol koşulları idi. Tahminlere göre
600.000 – 800.000 Ermeni ve 1.500.000 Müslüman hayatlarını kaybetmişlerdir. Bugün bunun
sorumluluğu hayret verici bir şekilde yalnızca Türklerde aranmaktadır. Hemen hemen hiçbir
bilim adamı bunun sorumluluğunu Avrupalı devletlerde bulmamakta, hiçbir bilim adamı
Ermeni İhtilal Komitesinin acımasız eylemlerini görmemekte, hiçbir bilim adamı, üzerlerinde
tahrifat yapılmış belgelerin peşine düşmemektedir. Doğrudan doğruya buna iştirak eden
bunları yaşayan bu bölgedeki Türklerin ve Ermenilerin kavgası bir diyaloğa
bağlanamamaktadır. Avrupa’da çok sayıdaki Parlamenter, Ermeni sorunu ile ilgilenmekte,
ancak Türk Hükümetinin bir temcilcisini görüşme partneri olarak kabul etmemektedir.
Türkiye’deki Ermeni Patriği Mesrob II’nin bile farklı görüşleri vardır. Mesrob II kendi
Patrikliğini, diğer dört Ermeni (Ejmiatsin, İstanbul, Kudüs, Beyrut) Patrikliği arasında
Türkiye ile karşılıklı gerçek bir değiş-tokuş yapacak tek patrik olarak görmektedir39.
Bu noktada ise araştırma etiği sorusu akla gelmektedir. Bir tarih araştırmacısı olarak
konuya ihtiyatla yaklaşarak kaynakları gözden geçirip bir kanıya varmak durumundayız.
Bazıları daha araştırmalarının başında, sonuca vararak belge olarak yalnızca kaynaklara
bakarlar. O zaman doğruluğa ulaşmak, özellikle imkânsızdır. Örneğin, yaptığı açıklamaların
içerik olarak çoğu kez çelişkili olduğu ve Alman konsülleri tarafından verilen bilgileri bizzat
tahrif ettiği veya en azından değiştirdiği yeterince bilinmesine rağmen, onlar Johannes
Lepsius’un notlarını belge olarak yayınladılar40. Johannes Lespius’un bu yaptıklarını Albert
Einstein’ın aşağıdaki sözleri ile pekiştirmek istiyorum: “ Küçük şeylerde gerçeği ciddiye
almayana, büyük şeylerde de güvenilmez ”. Lepsius’un yaptığı yanlışlıklar çoğunlukla,
konsüller tarafından verilen bilgileri ve sayıları “ düzeltmek”, sayıları kendi amaçlarına,
hedeflerine uygun hale getirmekten ibaretti. Bu “ küçük” yanlışlar, Honore de Balzac’ın tarih
39
40
Bkz.: http://kath.de/kino/03_wiewir/laenderberichte_tuerkei_mesrob.php vom 01.05.2006.
Bkz.: Özgönül, a.g.e., s. 158 ff.
10
ile ilgili bir ifadesinde de olduğu gibidir: Dünya Tarihinin iki ayrı yüzü vardır: Bunlardan biri
resmî, ancak hatalı, okullarda okutulan tarih; diğeri ise olayların gerçek yüzlerinin gizli
tutulduğu tarihtir”.
Avrupalılar ve diğer Batılı tarihçiler ne yazık ki bugüne kadar lobi faaliyetleri ve
ideolojinin dışında kalmayı başaramamışlardır. Büyük bir kısmı Anadolu’da 19. yüzyıl ve 20.
yüzyıl başlarında meydana gelen karışıklıklarda kendi ülkelerinin tarihi rolünü
bilmemektedirler. Avrupa daha da ileri giderek, Türkiye’nin AB üyeliğine koşul olarak,
Ermeni toplu ölümlerinin Türkler tarafından yapıldığının kabul edilmesini istemektedir. Bu,
ya konunun tarihî içyüzünü bilenlerin bir oyunudur ya da cehalettir. Meselenin bu yanına
gönderme yapmak üzere, 13.yüzyılda yaşamış Türk Halk Ozanı Yunus Emre’nin şu sözlerini
hatırlamakta, hatırlatmakta yarar var:
“ İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır 41“
Sonuç olarak, ben bu aşırı duygusal, politik platforma taşınmış tartışmanın, çıkarlar
doğrultusunda yönlendirilmemesini bu konuyla ilgilenen herkesten talep etmek istiyorum. “
Ermeni Sorunu” ve 19. yüzyıl başlarındaki Türk- Ermeni İlişkilerinin artık politikacılardan,
parlamenterlerden hatta gazeteci ve gazetelerin ilgi alanlarında olmaktan çıkarak,
üniversitelere ve bilim adamlarının ilgi alanına girmesi gerektiği düşüncesindeyim. Ayrıca,
Türklere bu konuyla ilgili görüşmelerden uzak durmak yerine, tarih ve kültürleri ile birlikte,
sağlam kanıtlarla görüşmelere girmeyi öneriyorum.
..........................................
Yazar hakkında
Christian Johannes Henrich, Siegen Üniversitesi’nde Siyasal Bilim ve Sosyoloji öğrenimi
gördü. Ermeni Sorunu ve Türk-Ermeni ilişkileri konularında araştırmalarda bulunmak amacıyla 2005
ve 2006 yıllarında Türkiye’ye çok sayıda ziyaret gerçekleştirdi, hatta arşiv ve kaynaklardan
yararlanabilmek için dört ay süreyle Tükçe dil kursuna devam etti. Düzenli olarak konuyla ilgili
görüşme ve araştırmalarda bulundu.
Bu çalışmalardan sonra tamamladığı “Ermeni Sorunu:Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel
Gelişimi ve Avrupalı Büyük Güçlerin İmparatorluğun İçişlerine Müdahalesine Dair Bir
İnceleme” konulu yüksek lisans tezi, İnnsbruck Üniversitesi’nde 2006 yılında “pekiyi” dereceyle
kabul edildi. Henrich, hâlen Giessen Justus-Liebig Üniversitesi’nde doktora çalışmasının başlangıç
aşamasında bulunmaktadır.
41
Bkz. http://www.yunusemre.com/,17.03.2006; ayrıca bkz.: İbrahim S. Canbolat,”Küreselleşen Dünyaya ve
Zamana Evrensel Bakış”, Ervin Laszlo, Küresel Bakmak Evrensel Düşünmek,çeviren: İbrahim S. Canbolat, 3.
Baskı, (Ankara: Nobel Yay., 2004), içinde,s.11.
11
The second/final part:
Kyle Heatherly (USA) and Christian Johannes Henrich (Germany)
After this part of historical facts we will discuss in the sceond part the importance of the
Armenian Question for the nowadays policy of Turkey, Armenia and the European Union.
We will focus on the Turkish-European integration process as well as the Foreign policy both
states:
Turkey has three primary goals in its foreign policy towards Armenia
The normalization of political relations
The creation of a Joint Historical Commision, which would consist of experts from Turkey,
Armenia, as well as third countries, to look into the disputed genocide claims.
Resolution of the Nagorno Karabagh problem (here, Turkey supports Azerbaijan)
Armenia’s main politcal interests are outlined below
The reopenning of the Turkish\Armenian border (without preconditions)
Getting Turkey to adopt a neutral stance on the issue of Karabagh
Turkey’s refusal to label the events occuring after 1915 a genocide have been the focus of
criticism for EU powerhouses like France and Germany, who many believe are exploiting the
issue in an effort to keep Turkey at bay. The German Prime Minister Angela Merkel’s efforts
to have the events recognized as genocide in Germany were attacked by the most unlikely
source, Armenian journalist Hrant Dink.
"Ms. (Angela) Merkel (of the Christian Democratic Union), isn't bringing this instance up in
the German parliament because she likes black eyebrowed Armenians," he said. "She's
playing this card because she's against EU membership for Turkey."
12
Download