Yay - Umran Dergisi

advertisement
ARAŞTİRMA VB KÜLTÜR
VAKFI
YAYİN ORGANIDIR
AKV Adına SAHİBİ
İsmail DERİCİ
İŞLETME
Araştırma ve Kültür Vakfı
Bilgi-İletişim Merkezi (AKBİM)
Sevgili okuyucularımız,
r,
' A K V Yayın Koordinatörü
Mustafa ERTEKİN
Yazı İşleri Müdürü
Abdullah YILDIZ
Yaym Yönetmeni
Mesut KARAŞAHAN
Yazışma Adresi
• >
Kıztaşı Cad. Kuriş Ap. 51/4
. .. Patih-İSTANBUL
Tel: 532 51 76 ' \ ' Fax: 63146 41
İdare Merkezi
Horhor Cad. Ragıpbey
Sk. No: 2/10 Fatih/İSTANBUL "
~ . Tel: 534 88 88
^
'
' .
Dergimizin yeni bir sayısında daha buluşma imkanı verdiği için
Allah'a hamdediyoruz: Yayıncılık açısından ölü mevsim olarak nitelenen sıcak yaz
aylarında istifadenize sunmaya çalıştığımız bu sayımız, siyasal
alanda da sıcak gelişmelerin yaşandığı bir döneme rastladı.
24 Aralık 1995'te yapılan genel seçimlerden bu yana süregelen
siyasal belirsizlik ve istikrarsızlık ortamı REFAHYOL hükümetinin kuruluşuyla düzelme yoluna girmiş gibi
gözüküyor.
Hadisenin en dikkate değer yakı ise, MNP-MSP-RP
aşamalarından geçerek uzun mücadeleler sonunda bugün iktidara
ortak olmayı, hükümetin ağırlıklı ve büyük ortağı olmayı
başaran İslamcı bir siyasal hareketin rejim tarafından artık
rneşru kabul edilmiş sayıldığıdır.
Bu sebeple bizler Ümran'ın Temmuz-Ağuştos sayısında bu .
gelişmeyi ve daha genelde de müslümanların
siyasetten
ekonomiye, gündelik hayata kadar verdikleri "ilkeli davranış imtihanı"m tartışıyoruz. Hadiseye, tarih boyunca yüşanan
tevhid-şirk mücadelesinden alınabilecek dersler ışığında bakmaya çalışıyoruz.
' -
ABONE ŞARTLÂKI
Ytihk:
. / 600.000 TL •
(Öğrenci: 500.000 TL.)
, Yurt dışj yıllık: ,
,30DM-20$ POSTA ÇEKİ NO
AKBİM 141331
• Fiyatı: 100.000 TL
İki ayda bir yayınlanır. ,
Yine bu sayımızda Türkiye'nin dış politikasından
tasavvuf
tartışmalarına kadar bir dizi konu üzerine ufuk açıcı panel,
seminer, inceleme ve çeviriyi okuyucularımızın
istifadesine
sunuyoruz.
Dizgi: Şükran Karaşahan"
içdüzcn; Ümran
Baskı! Yıldızlar Matbaacılık A.Ş. '
- Tel: 576 29 89-54417 47
'Selam ve sevgi ile,
• ^'
'
•
ümran
AKV Merkez ve Şube Adresleri:
Merkez: Akbıyık Cad.
Sultanahmet Camii Yanı
(Eski Sıbyan Mektebi) ' •"
Tel:517 4444
^
.
. . .
'
.'
İstanbul
Aksaray: Horhor Cad. Ragıpbey Sk. No:
2/10 Fatih '
,
Tel534 88 88
Üsküdar: Balaban (Doğancılar) Cd.No:
20/1 Üsküdar
: ^ "
Tel.:333 2194-34173 69 , .
Kağıthane: Sanayi Mah. Gümüşhane Cd_.
Yaşafoğulları İş Merkezi, N.4 Kat. 4
Kağıthane
Tel:269l7 69 •
Güngören: Malazgirt Cd.
Sanayi Mah. Sinanpaşa Sk. N. 60
Güngören
•
'
Tel;58453 60
Adana: Bakımyurdu Cad.
No: 86 Adana
' (
Tel:431 60 12 '
. .
İzmit: Tepecik Mah.
Feridun Özbay Cad.
.
No: 15/3 İZMİT Tel: 0262-3224717
..
Konya: Ferhuniye Mah. Ekko İşham N.
28/C K.1 D.102 Selçuklu/Konya
Tel:350 77 33
> '
Ankara: Küçükesat Cad.
(Akay Yokuşu) No: 15/19 Lale Apt.
Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 418 68 60 •
Hopa: Kemalpaşa Beldesi
Hopa/Artvin İrtb. tel:0466-3612609
İsparta: Piri Mehmet Mah. Boğaziçi Sok.
N.9 Kat.l İsparta Tel: 0246-2184030
Trabzon: Uzun sk.,N: 91 / 5
Trabzon Tel: 321 95 44
Zonguldak: Gazi Paşa Cd. PTT Sk. N.8
Zonguldak Tel:0372-2535495
Ümran Almanya Temsilcisi:
Recep Aykan
Büchelsloh 31 ,
45327 Essen Almanya
•
.
"
/
'
'
-
'
•
'
•
içindekiler
S. _ '
GÜNDEM
Müslümanın iktidarla imtihanı
Ümran
'3
'
Kur'an'ı mihver edinmek
Abdullah Yıldız
;
.
•
. •
6
.
,
'
•
.•.
SEMİNER
Tasavvufun İslam kültürüne
olumsuz etkileri
Prof. Dr. İbrahim Sarmış
52
Tasavvufun İslam kültürüne
olumlu etkileri
.
. Prof. Dr. Mustafa Kara
_
59
RP'yi bekleyen tehlike: ilkesiz uzlaşma
Prof.Dr. Burhaneddin Can
• 11
i1
İNCELEME-ARAŞTIRMA-İZLENİM
Dosdoğru yolun rehberi ve yolcuları
Celalettin Vatandaş
Kur'an'da insan hakları
17
Ramaz'an Ersoy
İslamî mücadelede bilgi ve eylem
•
•
;
64.
sorunu
Habitát II izlenimleri
Şemseddin Özdemir
Ayfer Erdun İpekoğİu
; ; " 25
'
71
Başarı, ilkelerimizle varolabilmektir
Mesut Karaşahan
•
DÜNYA
29
'20'lerden '90'lara bir mektup: Dünya
REFAHYOL: Sistemin mi yoksa
ne de az değişmiş!
Türkiye'nin mi kurtuluşu?
Alíame Süleyman Nedvi
•
Muhammed Nureddin
(Çev. Şakir Altmtaş)
. (Çev. Metin Çığnkçı)
• -33
, 73
İyi müslüman ve iyi vatandaş
KIRKAMBAR
Abdulvahhab El-Efendi
Ahntı ve değimler
(Çev. Ubeydullah Bay kara)
76
37 .
• ^ ,
AKV'den haberler
78 .
PANEL
s •
.
. . .
Kitap Dünyası
•
79
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya
Tozlu raflardan...
ekseninde Türk dış politikası
Yayına haz.: Hikmet Erdem
Evliya Çelebi'ye babasının öğütleri
80
,
"
42
Müslümamn iktidarla
imtiham
Ümran
: "Onları yetyüzünde güç ve iktidar sahibi yapitğtmtzda
namazı ikame ederler (dosdoğru kılar ve, kılınmasını sağlarlar),
zekatı verirler, ma'rufu (İslam'ın ve akim uygun gördüğünü)
emrederler¡münkerden (dinin aklın çirkin saydığı şeylerden)
sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir."
(Hacc/4g-41)
ANAYOL "Çıkmazyöl",
REFAHYOL " Ç ı k i r y o l "
RP'nin başarısının k a m u o y u n da ikiye katlanmasını sağladı.
Öteden beri ınüslümanlarm i k t i d a r a layık(l) g ö r ü l m e m e l e r i
ve R P ' n i n adeta "ikinci s ı n ı f "
v a t a n d a ş partisi ya d a - tabir
yerindeyse- "zenci" muamelesine tabi tutulması halk vicdanında Refah'a haklılık, meşru.;iyet v e p u a n kazandırdı. Öyle.
anlaşılıyor ki, ş e r c e p h e s i n c e
yönlendirilen güç odakları, RP ağırhklı bir koalisyon u "olağandışı" yöntemlerle önlemenin bir bakıma
yangına körükle gitmek anlamına geleceğinn bilincine varmışlardı. Cezayir örneği onlar için yeteri kadar öğretici olmuştu, anlaşılan. H e m RP'yi tek başına iktidarda denemektense_"laik" ve " k i r l i " bir parti ile kuracağı " ş a i b e l i " bir koalisyonda d e n e m e k
d a h a akıllıca olmaz mıydı? Böylece kirliliğe bulaşmış .ve yıpranmış bir Refah Partisi "ebediyyen" (!)
iktidar y ü z ü göremeyecekti.'
/
Öte y a n d a n sistemin her alanda tıkandığı, sistem
partilerinin gırtlağına k a d a r pisliğe g ö m ü l d ü ğ ü d e
ortadaydı. Ve bü ' d u r u m RP'ye olan ilgiyi her geçen
g ü n biraz d a h a artırıyordu. Anayol ya d a . A n a y o l sol benzeri formüllerin " ç ı k m a z y o l " olduğu da herkesin m a l u m u idi. Binaenaleyh "dipçik zoruyla" laik partileri bir araya getirmek d e çözüm olamazdı,
Öyİ0 QnİQ.şılıyor ki, şer ccphesince
.yönlendirilen güç odoMarı, RP
ağırlıklı bir koalisyonu "olağandışı"
yöntemlerle önlemenin bir bakıma
yangına körükle gitmek anlamına
geleceğinin bilincine varmışlardı.
-Cezayir örneği onlar için yeteri kadar öğretici olmuştu, anlaşılan.
24 Aralık 1995 gençl seçimlerinden yaklaşık ü ç a y sonra
z i n d e güçlerin temennileri i l e
kurulan "zoraki koalisyon"
a n c a k ü ç a y a y a k t a kalabildi.
"Koalisyon"dan çok " c a d ı kaz a n ı " n r a n d ı r a n A n a y o l (Çıkmazyöl) h ü k ü m e t i , o r t a k l a r ı n
birbirlerini ihanetle v e " s ı r t ı n d a n h a n ç e r l e m e k " l e
suçlamaları ve RP'nin etkili muhalefeti ile kısa sürede çöktü ve " r ü z g a r g i b i " geçti. Merkez sağın v e
merkez solun p a t r o n l u ğ u n u bir elde toplayıp RP iktidarım önleme çabaları ve b u amaca ulaşmak için
çevrilen entrikalar, entrikacıların aleyhinde sonuçlandı. İsrail C u m h u r b a ş k a n ı VVeisman'dan Fransa
Cumhurbaşkanı Chirac'a, m a l u m güç odaklarından
medyaya kadar harici ve dahili şer cephesinin gayretleri boşa çıktı ve Refah ağırlıklı koalisyon (Refahyol) Meclis'ten güvenoyu almayı başardı.
"Pis pis kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer."
(Fatır/43) ' .
"
Aylardır, R e f a h a ğ ı r l ı k h ' b i r koalisyonu, d a h a
doğrusu müslümanların ülke yönetiminde belirleyici konuma gelrnelerini engelleme çabaları ve b u çerçevede başlatılan kampanya ters tepmekle kalmadı.
RP'yi 1:0k başına
iktidarda dcnemektcnse "lail^"
ve "kirli" bir parti
. ile kuracağı "şaibeli" bir koalisyonda denemek
daha akıllıca olmaz mıydı? Böylece kirliliğe bulaşmış ve yıpranmış bir ReFoh
Partisi "ebediyyen" (!) iktidar
yüzü göremeyecekti.
o halde Refah'h bir koalisyona "razı olmak"tarı başka "çıkar y o l " kalmıyordu.
Üstelik DYP'nin d e Refah'la koalisyon
k u r m a y a eli m a h k u m d u . Sonra, canım,
RP'yi iktidar, ortaya yapmakla kıyamet
kopmazdı ya! Davul koalisyon ortaklarının sırtmda, tokmak da "gerçek iktid a r " i n , y a n i z i n d e güçlerin elinde old u k t a n sonra korkulacak, endişe edilecek bir d u r u m d a ^ o k t u .
Eh, artık Refah Partisi'ni y ı p r a t m a
k a m p a n y a s ı n a hiç vakit k a y b e t m e d e n
başlanabiUrdi. Medya, koalisyonun kur u l u ş u n u hep 35011 üslupla sundu: ^'Ahlaksız ittifak", "KirU koaİ^ypn" "Refahyol(suzluk) iktidarı", " Ö r t ü l ü - M e r c ü mek ittifakı", "Servet ittifakı"'...
Doğrusunu söylemek gerekirse,
RP'nin diğerleri gibi "kirli" bir parti old u ğ u n u iddia etmek haksızlık olur, ama
kirliliğe "göz y u m m a s ı n ı n " ve b ü y ü k
harflerle eleştirdiği bir " b a t ı l " parti ile
ittifak k u r m a s m m gerekçelerini anlayabilmiş değiliz. Hele, d ü n e kadar çamur
d e r y a s ı n d a kirlenen " k a r a k a ş ı k l a r " ı ,
"sütten çıkmış ak kaşıklar"a dönüştürüvermenin izahı hiç m i hiç kabil değildir. "Kirli reise"nin kirli ç a m a ş ı r l a n n r
a k l a y ı p - p a k l a m a k niçin R e f a h ' a d ü ş sün? Sonra "İktidara gelmek için her şeye razıyız" görüntüsü niye?
B ü t ü n b u n l a r ı "koalisyon k u r m a k
için bâzı tavizler vermek z o r u n d a y ı z "
gibi mazeretlerle geçiştirmek m ü m k ü n
değildir. Elbette programlarinızda, söyl e m l e r i n i z d e v e siyasal ilişkilerinizde
taktik değişiklikler yapabilirsiniz, ama
i ahlaki ilkelerinizde asla!
İşte bu noktada Refah Part-isi'hin 25
yıllık İslami m ü c a d e l e s i n i v e m ü s l ü m a n l a r ı n d e m o k r a t i k haklarına s a h i p
çıkma kavgasını takdir etmekle birlikte
RP'li k a r d e ş l e r i m i z e k a r ş ı " K u r ' a n ' l a
. uyarma" görevimizi yerine getirmek
zorundayız:
"Rablerinin huzurunda haşredileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların ondan başka ne bir
dostları vardır, ne de şefaatçıları!" (6/51)
^Görevimiz: Kur'an'la U y a r m a k
- M ü s l ü m a n m öncelikli amacı kendi
nefsini a r ı n d ı r m a k (91/7-10) ve b u n a
bağh olarak toplumu arındırıp değiştirmektir (13/11). Nihai hedefi ise "yeryüz ü n d e fitneden eser kalmayıncaya, din
d e yalnız Allah'ın oluncaya kadar çaba
sarfetmek (8/39)tir. T o p l u m u ve dünyayı değiştirmek d e ancak örnek ve model
Î5ir c e m a a t / ü m m e t ( 3 / 1 1 0 ) öncülüğünde gerçekleşebilir.
Bu b a ğ l a m d a Refah Partisi'nin "biziktidarın değil sistemin-alternatifiyiz",
iddiasına sadık kahnasmı, alternatif bir
İslami model oluşturup topluma sunma
ana h e d e f i n d e n ş a ş m a m a s ı n ı temenni
ediyoruz. Aksi halde RP, mevcut sistem i n " t a m i r c i s i " o l m a k t a n öteye gide-,
möyecektir. - Bilinmelidir İd, İslami mücadelenin
yahut daha genel bir ifade ile hak-batıl
kavgalarınm en önemh aşaması, " h a k "
taraftarlarının güçlenip sistemi tehdit
eder hale geldikleri "zafer öncesi" safh a d ı r . İşte b u d u r u m d a ş e r c e p h e s i ,
m ü s l ü m a n l a r l a " u z l a ş m a " yolları arar
Ve onları temel tezlerinden ve ilkelerinden taviz vermeye zorlar: '
"Onlar, senin kendilerine yaranıp uz-.
¡aşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana
yaranıp uzaklaşacaklardı." (68/9)
"Seni, neredeyse sana vahyettiğimizden
• saptıracaklar ve ancak o takdirdedir ki seni
. candan dost edineceklerdi." (.17/73)
• '
- Belli çevreler, ısrarla RP'nin "ehlileşmesi" gerektiğini "söylüyor, değişmeye başladığım ispatlamasını istiyorlar.,
iktidarda olmanın b u değişimi ve sistem e e n t e g r e olma sürecini artıracağını
düşünüyorlar. Kısaca Refah partisini v e
m ü s l ü m a n l a r ı kendilerine benzetmeyi,
Allah'ın çizdiği sınırlan değiştinneyi arzuluyorlar:
"Siz onlara sevgi yöneltiyorsunuz; oysa
onlar size geleni inkar etmişlerdir... Onlar
sizin küfre sapmanızı içten arzu ederler."
(60/1-2)
,
•
Bunlara ek olarak; Allah'ın kendilerine iktidar nasip ettiği, yönetici ve idareci kıldığı m ü m i n k a r d e ş l e r i m i z i v e
onlarm şahsında t ü m kardeşlerimizi, şu
ahlaki ilkelere ısrarla u y m a l a r ı konus u n d a uyarıyoruz:
- Emaneti ehline veriniz ve adaletle
hükmediniz (4/58).
• ' • '
- Kendi nefislerine ihanet,eden zalimlerden yana m ü c a d e l e etmeyiniz."
.(4/107).
,
•
•
- M ü m i n l e r i bırakıp da inkarcıları
veliler edinmeyiniz. "Kim böyle yaparsa Allah'tan hiç bir şey beklemesin."
(3/28).
• •
- Yalnızca inananları dost, veli ve
sırdaş edininiz. (4/139;-9/71; 60/1)
- Kendiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhinde bile olsa Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutunuz. Zengin olsun - fakir olsun adaletten şaşmaymız, hevanıza uymaymız. (4/135).
' - Allah'ın çizdiği hudutları aşmayınız. (2/229). • - - Ahitlerine ve akitlerinize ve sözlerinize sadık kalınız (2/177; 5/1).
- Yapmayacağmız ve yapamayacağınız şeyleri söylemeyiniz (61 /2-3).
- Başkalarına iyiliği e m r e d e r k e n ,
kendi nefsinizi unutmayınız (2/44).
-• H a y ı r l a r d a y a r ı ş ı n ı z ( 2 3 / 6 1 ;
35/32); birr ve takvada yardımlaşınız
(5/2).
.
,
.
- İsraf etmeyiniz ve israfa müsaade
etmeyiniz (7/31). •
- insanların haklarını ve emekleri-nin karşıhğmı tam olarak veriniz, kısıtlamaymız (26/183).
- iyiliği emredip k ö t ü l ü k t e n alıkoy u n u z (22/41).
• , .- ^
- Yalana (45/7), rüşvete (2/188) ve
haksız kabanca (11/87) m ü s a a d e etme. yiniz.
.
-Yoksula, yetime, mazluma, müstazafa, darda kalana yardım ediniz
(2/177) (4/76).
- Müminlerin hakkı ve sabrı tavsiye'
çerçevesindeki uyarılarına kulak veriniz (103/3).
'
.
'
Yukarıdaki uyarıları ve Kür'an'İa
kesintisiz bir ilişki kurabilen her müslüm a n m kendi nefsi için çıkarabileceği di-"
ger tavsiyeleri " h a k k ı ve sabrı tavsiye"
görevimizin bir gereği olarak g ö r ü y o ruz. "iktidar f i t n e s i " ile imtihan edilen
m ü s l ü m a n kardeşlerimizin, hayırh çalışmalarında desteklenmesi. K u r ' a n ve
s ü n n e t e ters d ü ş e n u y g u l a m a v e söy. l e m l e r i n d e ise uyarllıp düzeltilmeleri
gerektiğini d ü ş ü n ü y o r u z . Özellikle, iktidara gelmenin her şey demek olmadığını; İslami m ü c a d e l e n i n p a r l a m e n t o
mücadelesinden ibaret olmadığmı, toplumsal^değişimin hayatın bütiin alanlarında gerçekleşmesi gerektiğini hatırlatıyoruz. Ve t ü m m ü m i n l e r için Râbbimiz'den şımları düiyoruz:
Duamız;
"Rabbimiz, bizi dosdoğru yoluna ilettik-.
ten sonra kalplerimizi kaydırma; bize katından rahmet ver, şüphesiz sen çok bağışlayansın." (3/8)
"Rabbimiz, bizim günahlarımızı,
işimizde taşkınlığımızı bağışla ayaklarımızı
• sabit tut; kafir tophima karşı bize yardım ^
eyle."(3/147)
' ' • .
"Rabbimiz bizi zalimler
topluluğuyla
birlikte bulundurma." (7/47).
"Rabbimiz üzerimize sabır yağdır ve bizi müslümanlar olarak öldür." (7/126)
" "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan
kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma, Rabbimiz sen
çok şefkatli ve çok merhametlisin." (59/10)
"Rabbimiz bizi inkarcılar için bir imti-.
han (fitne) yapma, bizi bağışla. Rabbimiz
yegane galip ve hikmet sahibi ancak sensin,
sen." (60/5)
•
"Rabbimiz nurumuzu lamamla, bizi
bağışla, çünkü sen her şeye
kadirsin.",
(66/8) ' . •
- •
• ..
Refah Partisi'nin
"biz iktidarın de• ğil, sistemin alter.natifiyiz" iddiasına
sadık kalmasını,
alternatif bir İslami model oluşturup topluma sunma ana hedefinden şaşmamasını
temenni ediyoruz.
Rksi holde RP,
mevcut sistemin "tamircisi," olmak- .
tan öteye gidemeyecektir. •
f i t n e
v e
f e s a t
o x t
a m ı n d a
Kur'ân'ı mihver edinmek
Abdullah Yıldız
Tirmizî'nin Sünen'inde
Yukarıdaki h a d i s t e RasuHur'on, fitne'yi insonın/orınmosı" için
"Fedail'ül-Kur'an".babında
lüllah(s,)'ın işaret ettiği "fitbir Fırsat ve vasıta olarak dsğsrlendir- n e " n i n n e o l d u ğ u n u k a v r a yer alan 3069 nolü hadis şöyrnemiz'ı ister. Fitnenin hangi türü ile rriak, o n d a n kurtuluşun yolu
ledir:
Hâris bin A'ver'den riva- karşılaşırsa karşılaşsın, kul tıpkı altının olan Kur'an'a yönelmenin ilk
basamağı olsa gerekir. Tedavi
yet edilmiştir: Dedi ki:
V
imbikten süzülerek cüruflarından
olmanın ilk şartı hastalığı teş-.
--"Mescide uğradım ve inayıklanması gibi günahlardan, kir ve - his etmekse, fitne'deh kurtul"
sanları boş s ö z l e r e / d e d i k o d u l a r a d a l m ı ş o l a r a k b u l - paslardan, şirk kırıntılarından arınacak,' manm ilk adımı da bu kavra. d u m / ' S o n r a Hz.AIi(r.a)nin
böylece sağlam imana kavuşacaktır, mı tanımaktır, denebilir. •
yanına giderek, "Ey Müminlerin Emiri" dedim; "İnsanların boş sözlere daldıklariFitne: Ateş Çemberinden Geçmek
T ^
•
/
,
nın farkında değil misiniz?"Bunun üzerine
Hz.Ali(r.a.); "gerçekten böyle mi yaptılar?" dedi. .
Fitne, kelime-anlamı bakımından altının diğer ya"Evet", dedim. Hz.Ali(r.a.) şöyle dedi: "Bakınız ben
bancı m a d e n l e r d e n v e ' u n s u r l a r d a n ayrılması'için
Rasûlûllah(s.)dan şöyle buyurduğunu işittim: "Dikkat
ateşte, potada eritilmesi için kullanılır. Râgıp el-İsfaediniz; gelecekte bir (büyük) fitne kopacaktır." "Ey
hanî'nin Müfredat'ı, İbn Manzur'un Lisan'üÎ-Arab'ı.
Allah'ın Rasûlü, bu fitneden çıkış/kurtuluş yolu neve diğer lügatlerde ise, "fitne" kavramıyla ilgili şu
dir?" dedim. Şöyle buyurdu:
açıklayıcı kelimelere rastlıyoruz: Yanmak, yakmak,
deneme, imtihan, azap, işkence, zulüm, bela, musibet,
"Allah'ın Kitabı'dır. O'nda sizden öncekilerin tarikati, ayrılık, karışıklık, kavga, tartışma, mal, kadm, çohi, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü vardır. Ö hak ile batılın arasını ayırdedici- • cuk, kendini beğenme, mihnet, vesvese, aldatma, çıidırrna, Allah'a şirk koşma, küfür.(2)
dir. Ö, gayesiz bir kelam(hazl) değildir. Her kim zorbahğından ötürü O'nu terkederse, Allah onun boynu"Fitne" kavrârnını biz, "insanın ateş çemberinden
nu kırar. Her kim hidayeti O'ndan başkasında ararsa
geçmesi" olarak anlayabiliriz. Kur'an'da ''fitne" keliAllah onu dalalete düşürür. O, Allah'ın sapasağlam
mesinin geçtiği ayetlere baktığımızda, odak noktanın
ipidir. O zikr-i hakim(hikmet dolu sözler)dir. O sırat-ı
"kulun ateşle imtihanı" olduğunu farkedebiliriz. Yimüstakim'dir. Hevalar, ancak O'nunla hakkın dışına
ne Kur'an, fitne'yi -ister kuldan kaynaklansın, isterse
meyletmezler. Hiçbir lisan ve söz O'na benzemez, kaAllah'tan gelsin- insanın "armması" için bir fırsat ve
rışamaz. Alimler O'na doyamaz. Çok tekrar edilmekvasıta olarak değerlendirmemizi ister. Fitne'nin hangi
ten dolayı eskimez. O ' n u n acaibi (hayranlık veren
türü ile karşılaşırsa karşılaşsın, kul tıpkı altının imbiktarafları^ yenilikleri) son bulmaz. O, öyle bir kitaptır
ten süzülerek cüruflarından ayıklanması gibi günahki, ,Cin(deri bir grup) onu işittiği zaman "biz, rüşde
lardan, kir ve paslardan, şirk kırıntılarından arınacak,
ulaştıran acaip bir Kur'an dinledik ve derhal O'na
böylece sağlam imana kavuşacaktır:
iman ettik." (72/1-2) demekten kendilerini abkoyama"İnsanlar, 'inandık' demeleriyle bırakılacaklarım, hiç
mışlardır. Ona dayanarak konuşan doğru söz söylebit fitne ile imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar? Anmiş olur. O.'nunla amel eden sevap kazanmış olur. •. dolsun biz, onlardan öncekileri de fitne yoluyla denetnişizO'nunla hüküm veren adalet etmiş" olur. Kiriı O'na dadir, Böylece Allah doğru (sadık) olanları da kesinlikle bilevet ederse d o ğ r u yola (sırat-ı müstakime) hidayet
cektir; yalancı olanları da kesinlikle bilecektir. "(29¡2,3)
olunur."(l)
;
Kur'an; "mal ve evlat fitnesi"nden yani her ikisi-
nli\ de bir imtihan vesilesi o l d u ğ u n d a n
tiği şu ibretamiz hadisi şerifi okumak çok
söz eder v€ hemen ardından da "büyük
anlamlı olacaktır:
eeirin Allah katında olduğunu" hatırla• "Ben, fitnelerin sizin evlerinize kadar sûtır.(8/28; 64/15 ) Sadece mal ve evlat dekulacağını görüyorum. Müslümanlar hizipleğildir insan için fitne konuları. "KadtnlUf^
re ayrıldıkları zaman, fırkalar arasında tartışmalar harpler ve öldürmeler olacaktır. Ve onoğullar, kantar kantar altın ve gümüş, nişanlı
lartıi imtihana çekilmeleri dünya süs ve maatlar, develer, ekinler" (3114); "babalar, oğulItyla diinyd zeiikİentiden olacaktır. Onlar
lar, kardeşler, eşler, akrabalar, kazatnlmış
işte bu yolla fitneye itlaruz kalacaklar ve ahiMallar, kesada uğramasından korkulan ticaret
için gayret göstermekten uzakİaşadaklarret, hoşa giden evler"(9/24)... bütün bunlar
•
• .
fitne ve imtihan alanlarıdır. Kul, çok s e v - ' d}r."(3)
diği, tutkunu olduğu bu tür nimetlerle
İşte bu noktada "fitne" toplum hayatına egemen olmaya başlamış, m ü s l ü m a n - ,
denenir. Allah, kulîarırtâ bazı nimetleri
lan da kuşatma altına almış demektir.
verir dener, alır dener: , , ' " ..
"İçinizden sadece zulmedenlere
çatmakla
"Muhakkak sizi birazkorkUj bir'az açlık ve
katmayacak bir fitneden korkup sakının. Bilin
mallardan, canlardan, ürünlerden birdz ekki, Allak'iH ğazah çok şiddetlidir."
(8/25)
siltmekle deneriz; sabredenlere
müjdele "(2/155) Müminin, imanı uğrunda zorFitne ve fesadın İju deilli yaygınlaşması ve müslümanların odalarına kadâf
luklara, darlıklara, işkence ve baskılara uğrag i r m e s i n d e elbette inananların ihmali,
imsi ise elbette imtihanların en çetinidir; pn:.
vÜfdüffldüymaZhğı ve Kur'an'î görevleĞâkdu belalara ve musibetlere uğramadan,
rini yerine getiföiiifflâfei-iitln^^ayı büyükfitne ve ate^ çemberinden geçmeden, ezalara
'sabretmeden Cenmt'e sirivermek de mümkün ' tür. "Eğier siz, üzerinize düşeni i/âpliiazsafıız
'yeryüzünü fitne ve fesat kaplar.", (8/73) #ü
değildir (21214; 31142; 29/10).
y ü z d e n d e bu dünyadaki olumsuzluk,
Asimm, kuİ İ^İH kayal m sin'avâdn İbüp
¿ülürit
ve' fesattan nasiplerini alacakları
rettir ve dünya imiihnH dîiiiydsıdffi "Mdiiği.
gibi;
öbür
düflyadâ da yaptıklarının ve •
nizin amel bakmından daha iyi olacâğlHi der.
"yâîiiriadikİannm hesabini Vereceklerdir.
nemek için ölümü ve hayatıyardtcın
O'dur."
. "Sizden önceki İİÜŞcİklarm akü başında olan
(67/2)
,
ileri gelenleri, yeryüzünde fliiiğ ie fesadı önİmtihan veya deneme'den genellikle
lemek
durumunda değiller miydi? Ama, ıçİİ'
zorluk, belâ ve musibet smâVi anlâflhr; '
finden
kurtarmış olduğumuz azınlık bir grup
oysa bolluk ve güzel nimetlerle sınahttlak
•
dişında
hiç biribııtiü yapmadı." (11/116)
da en az öbürü kadar Hatta dâhâ fâilâ sa- '
bir, sebat ve direnç ister. Ve genellikle
Fiifffe' irö FgBat D î y a r ı ' n m " E n t e g r e ' '
ikinci Kir imtihanlar başarısızlıkla sonuç' Müslümânlari
lanır.
,
.
.
"Biz sizi imtihan olarak hayır fitnesiyle '
Bugünün Türkiye'sini yukandaki ayet
de deniyoruz, şer fitnesiyle de'. Sonunda bize.
ve hadislei' IŞ'lğinda tahlil ettiğimizde fitdöneceksiniz." (21/35)
^
ne ve fesadın her türü v e çeşidiyle ege- .
Biziıiı için neyin "hayırlı", neyin de
m e n h k k u r d u ğ u bir ülke maiiziarâsı ile '
"şerli" olduğunu bilemediğimizi beyan
karşılaşmaktayız: "Fitne^ ve "fesat" kap-,.
eden Kur'an özellikle bizi "hayır" zannetsâmittâ giren zulüm, işkence, a d a m öltiğimiz fitnelere kârşı uyanr;
dürme, eza/ bela, kavga, kanşıkhk, ayrı• "Kendilerini sınamak için, (li-neftinelık, vesvese, kibir, şirk, küffir, mah-mülhüin) dünya hayâtının süsü olarak bol bol ge-kü, kadını putlaştırma, ekonomik, sosyal
çimlik verdiğimiz kimselere sakın gözünü.
ve siyasal b o z g u n c u l u k , y o z l a ş m a v e
dikme. Rabbinin rızkı daha iyi ve daha dedengesizlikler toplumu bütün kesimleriy-'
vamlıdır."^20/131)
:
le kuşatmış bulunmaktadır. Türkiye'de
Yazımızın başında alıntıladığımız haAllah'ın
haram kıldığı her şeyin helal ve
diste geçen "fitne" kavramını daha iyi an- meşru; farz ve helal kıldığı şeylerin d e
lamak ve bugün içinde b u l u n d u ğ u m u z
, neredeyse gayrı meşru, yasak ve kerih
fitne "ortamını kavramak bakımından Ibn
addedildiğini kanıtlamak için sözü uzatManzur'un bu kavramı açıklarken zikret-
flsıl dihkat çek-mek istediğimiz
dehşet verici vakıa, müslümoribrın bu Fitne ve
Fesot ortamın- ,
don yoğun biçimde etkilendikleri ve bunun sonucu olai-ak da ~
islamf anlayış ve
. dovronış kalıplarını değiştirmeye
ve hızla sisteme
_ entegre olmaya
başladıkları hu- •
susudur.'
m a y ı gereksiz buluyoruz.
B u n u
görmek
için sokaklara,
ekranlara, g a z e telere bir
göz
at^
m a k yeter de artar bile.
ön plana çıkması, tepkisizlik, umursamazlık, ilkesizlik gibi mümin kimliğiyle
asla bağdaşinayan olumsuzluklar maalesef müslümanın hayatında yer bulabilmektedir.
Siyasal ve sosyal ilişkilere baktığımızda d u r u m çok daha vahimciir. İslam adına, "dava" adına yola çıkan dernek, vakıf, cemaat, parti gibi en küçük hataların
bile yapılmasına t a h a m m ü l ü olmayan
oluşumların uygulamaları ile savunduk—^
lan ilkeler arasında bir yığın çelişki ve tutarsızhğa rastlayabilirsiniz. Onlar neredeyse "Kitab'ı (sözde) okumakta oldukları halde, başkalarına iyiliği emredip de
kendilerini u n u t a n " (2/44) kimseler
k o n u m u n d a d ı r l a r . Hatta "kitapsızlara
karşı üzerimize hiç bir sorumluluk yoktur" (3/75) diyerek ilkesizliklerine gerekçe ve mazeret hazırlayan ehl-i kitab'ın
durumuna düşmüşlerdir. Bir kısım müs-..
lümanlann içinde bulundukları durumu
"kılıfına uydurma" gajTetkeşlikleri öyle
»noktalara gelmiştir ki; ticaretin icabıdır
diye "İslami(!) defileye, yayıncılığın gereğidir diye "paparazzi" türü programlara,
piyasa şartları mecbur kılıyor diye örtülü
ya da açık faize, "teknolojinin nimetidir"
diye her türlü lüks tüketim araçlarını kullanmaya, siyasetin kuralıdır diye ahlakî
ilkeleri bir kenara bırakmaya "fetvalar"
bulunabilmektedir. Eh, "inandığınız gibi
. yaşayamayınca, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız" elbette.
Bizim
asıl d i k kat çekmek istediğimiz
dehşetverici vakıa, müslümanların bu fitMüslümanlar sisteme entegre mi oluyor?
-T
n e ve fe. sat ortamından yoğun biçimde etkilendikleri v e bunun sonucu olarak da İslamî anlayış ve davranış kalıplarını değiştirmeye ve hızla sisteme entegre olmaya
başladıkları hususudur. Mevcut müslüman cemaatlere ve ürettikleri müslüman
tipine baktığımızda; bir-iki şekli özelliği
dışında "laik-kapitaüst" sistemin ürettiği insan tipinden, anlayış ve davranış biçimi itibariyle çok da farklı olmadığını
Bütün bunlara bir d e müslümanların
söylemek herhalde haksızlık olmaz.
dini inanç ve alışkanlıklarındaki gelenekG ü n ü m ü z müslümanmm ekonomik - sel sakatlıkları, hurafeleri eklerseniz; "elhamdülillah müslümanım" diyen herkeve ticari hayatında, vahşi kapitalizm ansin, a'dan z'ye hayadannm bütün alanlalayışının gereği blari faiz, ihtikar,- emekrında kendilerini inandıkları Kitab'a ensiz Ve haksız kazanç, lüks, israf ve aşırı
deksleyerek yeniden hesaba çekmeleri
tüketimi teşvik, rüşvet, yolsuzluk vs gibi
zarureti bütün çıplaklığıyla apaçık ortaya
liberal ahlakî ilkelerin şu veya bu gerekçıkar.
. .
.
çelerle -tabir yerindeyse- "Kitabına uyd u r a r a k " egemen hale geldiği pekala
" İşte müslümanların, çıkardıkları gazesöylenebilir. Sıradan bir "kapitalist" işate ve dergilerin tirajlarına, sahip oldukladamı, tüccar veya esnafla " m ü s l ü m a n " ^n TV kanallarının reytinglerine, açtıkları
İşadamı, esnaf ve tüccar arasında anlayış
İHL, Kür'an Kursu, cami, yurt ve kurslave uygulama bakımından bir fark görerın sayılarına ya da partilerinin aldığı oy
biliyor m u s u n u z ? Keza, modernizmin
oranlarına ve hatta .iktidar ortağı
ürettiği alışkanlıklardan, içki, kumar,.ziolabilmelerine bakarak, davayı "kazanna gibi aleni haramlar dışinda müslümad ı k l a r ı n ı " z a n n e t t i k l e r i a n d a aslında
• nm günlük hayâtına ve hatta evine ka-^
" k a y b e t t i k l e r i " nokta bürasıdır. Nicel
dar girmeyen ne kalmıştır? Lüks tükeâçidan büyümeleri, nitelik azalmasına"
tim alışkanlığı, israf, bireysel çıkarların
yol açmakta; tekasürleri tevhidi özellikle-
rini zaafa uğratmakta, maddi başarıları
Kur'an ekseninden uzaklaşmalarına neden olmaktadır.
(2/41, 79; 3/187) ya da O'nun ahkamını '
hakkıyla ifa etmezler (42/13).
-Kur'an'm riıushafını ellerinden düşürmeyip -M.Akif'in deyimiyle- sadece
Kur'an'dan Uzaklaşmanın Sonucu ' nazmına bakan ve "Kitab'ın anlaşılama- ' .
ya da Ahval-i Perişanımız
yacağını" savunan zavalhlar ise çok daha ~
acınacak durumdadırlar. Oysa Kur'an
"apaçık ve anlaşılır bir kitap" olduğunu
İmdi, yazımızın başındaki hadisten
defalarca tekrarlayıp durmaktadır: 2/99;
bereketle, ortalığı kaplayan fitne ve fesat5/15; 6/46,59, 65,114^ 126; 12/1; 16/103;
tan "kurtuluş yolu"nun, Allah'ın Kita26/2, p3-195; 27/1; 28/2; 36/69; 43/2;
bı'na dönmek olduğunu hatırlatıyor ve
57/9. Üstelik o "öğüt almak için kolaylaşJ'içinde bulunduğumuz d u r u m u n hüktırılmış"tır: 19/97; 44/58; 54/17, 22, 32,
münü" yine Kur'an'da arıyoruz:
40. _
,
"Kim b e n i m Z i k r i m ' d e n (Kur'an)
yüz çevirirse, onun için zor ve sıkıntılı
İman ettikleri Kitab'a karşı tavırları
bir hayat vardır." (20/124)
böyle olan, O'hu anlamaya dahi yanaşmayan ve giderek ondan uzaklaşıp terkeİçinde bulunduğumuz olumsuzlukla"
•
' '
rın temelinde, Kur'an'dan kopuk, onun , denlerin;
ilkelerinden uzak bir anlayış ve yaşam
-Allah'ın indirdikleriyle hükmetmelebiçimine sahip olmamız yatıyor.
ri mümkün müdür? (5/44,45,47,49,50)
- Karşılaştıkları problemleri, aralarınBugünün müslümanı;
daki ihtilafları Allah'a ve Rasulüne dön- •
-"Kur'an'ı mehcûr bırakmış"(25/30);
mushafım raflara ve mahfazalara hapset- ' dürmeleri ve Kitabullah'a göre çözmeleri
mümkün müdür? (4/59,60,61,105; 2/23,
miş; eline alsa bile neden bahsettiğini an213)
. .
lamaz olmuştur.
- İnsanları Hakk'a çağırmaları,
-"Kitap'tan pay alıp yararlanmayı
Kur'an'la Va'z ve nasihat etmeleri, öğüt
unutmuştur"; ihmal etmiştir (5/13-14).
vermeleri, tebliğ etmeleri nasıl mümkün
-Hatta "Allah'ın Kitab'mı sırtlarının
olacaktır? (42/7; 36/69,70;14/52> 51 /55) •
arkasına atmış" durumdadır(2/101).
-Tabi olup peşisıra y ü r ü d ü ğ ü şeyin
-Önemli bölümü de "Kitab'ı bilmeyen
hakikatini nasıl bilecektir? (İ7/-36)
ümmiler konumundadır; bütün bildikleri
-Doğruluk ve adaleti nasıl ayakta tubir sürü kuruntu ve zandan başka bir şey
.tabileceklerdir?(5/8)
'
değildir." (2/78). Din ve Allah hakkında
"ilimsiz, delilsiz ve kitapsız mücadele ve
-Büyük günahlar, veballer ve çirkin
münakaşa'edip" durinaktadır.(22/8).
i ş l e r d e n nasıl k a ç ı n a b i l e c e k l e r d i r ?
(53/32)
.
-Bir bölümü ise, bilerek ya da bilme-İyilik ve takva hususunda birbirleriyerek "hakkı batılla karıştırmakta" (2/42;
ne yardım edebilmeleri nasıl m ü m k ü n
3/71) ilahi hakikatleri, "tahrif etmekte"
olacaktır? (5/2)"
(2/75) ve hatta tarihin bir döneminde" ba. zı zevat tarafından yazılmış kitaplan "bu
-Nefislerini hasıl ve neye göre ıslah
Allah katmdandır". (2/79; 3/78) diyerek
edeceklerdir? (5/105)
'
.
•.
hem kendilerini hem de metbulannı he, -Mal-mülk sevgisini (89/20;100/8;
lak etmektedir.
'
'
' ,
104/2), tüketim hırsını (90/6), cimriliğini
(17/100; 64/16; 59/9) gösteriş merakını
-Dahası, aralarındaki kıskançlık ve
( 1 0 7 / 6 ; 2/264-266, 270-272), kibrini
bağy nedeniyle dinde ve Kur'an'da ayrı(31/17-19; 16/23, 29; 27/14), heyasını
lığa düşmüş, paramparça ve bölük-pör(25/43; 45/23) nasıl gemleyip yenebileçük olmuş; derin bir anlaşmazlığa ve rüsceklerdir?
vaylığa sürüklenmişlerdir (2/85, 176,
213; 3/19). İşin acınacak yanı, her fırka
Kısaca, hayat kılavuzu ve rehberi olan
kendi konumu ve anlayışından memnun
Kur'an'ı (6/157; 39/23; 45/ll;75/2; 1779)
ve mutmaindir." (30/32).
^
okuyup anlamadan nasıl doğru yolu bu• -Kitap ve dinden biraz haberdar olanlacak ve nasıl mümince bir hayata, anlalar ise, onu ya tevil edip gizlerler (2/159,
yış ve davranışa sahip olabileceklerdir?
174) (3/71, 78) ya az bir pahaya satarlar
V Şu halde en büyük fitne, Kur'an'dan
Mevcut müslüman
cemaatlere ve
ürettikleri müslüman tipine baktığımızda; bir-iki.
şekli özelliği dışında "laik-kapitalist'Vsistemin ürettiği insan tipinden, anlayış ve.
davranış biçimi .
itibariyle çok do
Porklholmodığını
söylemek herhol-,
de haksızlık
olmaz.
kopuk ve habersiz olmaktır. Bu 3öizdendir ki baştaki hadiste "fitneden kurtulüş
yolu" olarak "Kur'an'a yönelmek" zikredilmiştir.
' Çözüm: Yeniden Kur'an'a D ö n m e k
İman ettikleri Kitab'a karşı tavırları
böyle olan, O'nu
onlomava dahi yanaşmayan ve giderek ondan uzaklaşıp terkedenlerin
Rlloh'ın indirdikleriyle hükmetmeleri
mümkün müdür? İnsanları Hokk'o çağırmaları, Kur'an'la
va'z ve nasihat etmeleri, öğüt vermeleri, tebliğ etmeleri nasıl mümkün olacaktır?
-İman ve sebatımızı O'nunla artırır,
O ' n u n l a sevinir. O ' n u n l a ferahlarız.
(13/36; 9/124; 16/102)
-Kalplerimiz ancak O'nunla huzur ve
sükun bulur(13/28), O'nunla yumuşar,
yatışır, huşûa erer (39/23) ve kahlaşmaktan kurtulur (57/16).
.
^ O halde Ebu Musa (r.a.)'nın H a d i d
suresinin 16. ayeti ışığında yaptığı tavsiye ve ayet mealine kulak verelim:
"Kur'an'dan uzun süre uzaklaşmaytn aksi halde Ehli Kitab'ın kalplerinin katılaştığı
gibi sizin kalpleriniz de katılaşır." (6)
"
veHadîd:16-17:
"İnsanlar için hala vakit gelmedi mi ki,
kalpleri Allah'ın Zikri'ne ve ineri hakk'a saygı duysun ve bundan önce kendilerine Kitab
verilmiş, sonra üzerinden uzun zaman geçmekle Mpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?"
"Biliniz ki Allah, arzı ölümünden sonra .
diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size
ayetleri açıkladık."
Ne zaman ki,müminler, Kur'an'a
yöneltir O'nu başucu kitabı haline
getirip anlamaya tefekkür etmeye başlarlarsa; işte o z a m a n K u r ' a n rahmetiyle
gönül topraklarında birşeylerin kıpırdadığını ve yeşermeye başladığını
göreceklerdir.
"Kim benim h ü d â m a (kitabıma)
uyarsa, artık o şaşırıp-sapmaz ve bedbaht ohnaz." (20/123)
İçinde b u l u n d u ğ u m u z bunalım, sıkıntı, zorluk ve fitne-fesat ortamını ancak Kur'an'm klavuzluğunda aşabiliriz:
Rasûlüllah'(ın) buyurduğu gibi: "Allahu
Teala, şu Kur'an'la toplumlan yüceltir;
onun izinden gitmeyenleri de alçaltır."
(4)
. "Eğer o ülkelerin halkı, iman edip sakmsalardı, elbette üzerlerine gökten ve
yerden bereketler saçardık." (7/96)
"Kim iman e d i p salih amel işlerse,
o n u t e r t e m i z bir h a y a t l a y a ş a t ı r ı z . "
(16/97)
. • .
Fitne ateşini söndürmek, nefsin, şeytanın, tağutun egemenliğinden kurtulmak için yegane çözüm Kur'an'a yönelm e k v e o n u n k o y d u ğ u ilkelere g ö r e
hareket etmektir:
"Size verdiklerimize sımsıkı sarılın
v e o n d a ( K u r ' a n ' d a ) olanı d ü ş ü n ü n ;
umulur ki, korkup sakmırsımz."\7/171)
Dipnotlar
- "Ve topluca Allah'ın ipine (Kur'an'a) :
1- Sünen-i Tirmizi Tercemesi, Çev. O.
yapışın; ayrılmayın!''(3/103)
Zeki Soyylğit, Yunus Emre, yy., İstanbul> c.5,
"Kimler b e n i m hidayetime uyarsa
s.44-45;
artık onlara bir korku yoktur ve onlar
Kütüb-i Sitte Muhtasan, Tercüme ve Şermahzun da olmayacaklardır." (2/38)
hi, Prof. İbrahim Canan, Akçağ yy. Ankara,
Bu k o n u d a Allah Rasûlü(s.) şöyle • 1988,c.3,s.224-225.
b u y u r u y o r : "Ey insanlar! Size öyle bir
2- .Rağıb el-Isfahani, el-Müfredât, Kahşey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız
raman y. İstânbul-1986; İbn Manzür,
. asla sapıklığa düşmezsiniz. O, Allah'ın
Lisanu'l-Arab, NTeşr-ü Edeb-İ Havza, Kum,
Kitabı Kur'an'dır." (5)
H. 1405, C.13, s.317-320; Ali Ünal, Kur'anî
Kavramlar, Beyan y. İstanbul, 1986 s.88-93.;
-Sadece Kur'an'la yolümuzu dosdoğProf. Dri Yaşar Nuri Öztürk, İslami Kavramru tutabilir, rüşd'e ulaşabiliriz. (72/1-2).
lar Ansiklopedisi, c.l, s.71.
-Yalnızca "Furkan" olan K u r ' a n ' l a
3-İbn-i Manzur, age., c.13, S.219.
hakk'ı batıl'dan ayırdedebilir (25/1); o
•
4- Riyaz'us-Salihin, İmam Nevevî, Çev.
"Nur" sayesinde karanlıklardan aydınMehmet Emre, Bedir y. İstanbul, 1974, s.633,
lığa çıkabiliriz (57/9).
- •
Hd.994. (Ömer b. Hattab'dan-Müslim)
-Ancak O'nunla gönüllerimiz şifayab
5)Îbn Mace, Kahraman yy. istanbul-1982,
olur (10/57; 17/82; 41/44); O'nunla kalp .Hd.No;3074,c.8,s.366.
g ö z l e r i m i z v e b a s i r e t l e r i m i z açılır ' • 6- Yusuf el -Kandehlevi, Hadislerle Müs(6/104; 7/203; 45/20).
lümanlık, S.1585.
•
RP'yi bekleyen tehlike:
ilkesiz uzlaşma
Prof. Dr. Burhaneddin Can
"Senden' önce gönderdiğimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir dönüşüm bulamazsın."
' (17 İsra 77)
Zulüm sistemi tarih bo)amca
göreve çağrılması, ihtilal söylentijslam'ın gelişi İle birlikte
leri, teör vs".) işkence ekonomik
uyaraş hareketlerini benzer- yönmenFaotleri bozulacak olan bu ambargo, hapis, sürgün, öldürme
temler kullanarak yoketmek istebuiunmuşm i ş t i r . Geçen s a y ı d a ABD v e Zümre, dovetçilere karşı tutunacak gibi e y l e m l e r d e
yandaşlarının halkı s i n d i r m e k ve direnecek bir mesnet ararlar. lardır(4). Bütün bunlar kademeli
için k u l l a n m ı ş o l d u ğ u b i r k a ç
o do, o zamana kadar hatırlama- olarak değil de içiçe kullanılır. Bay ö n t e m d e n bahsetmiştik.İnsan
zan bunları birbirinden ayırmak
havsalasının kolay kolay kabul dıkları görmemezlikten geldikleri, zordur. Zamana, zemine çatışan
edemeyeceği bu vahşi ve adi tukuvvetlerin yapısına, d ü n y a d a k i
örfleri, adetleri, hukukları •
zaklan; şeytan ve taraftarlarının '
güç dengelerine bağlı olarak deği'
ve otolarıdır.
Hz.Adem ve taraftarlarına karşı
şiklik g ö s t e r i r l e r . E b u C e h i l ' i n
tarihsel süreç içerisinde h e p uygulayageldiklerini
müslümanlara'karşı gösterdiği ta vur bunun tipik bir
• Kur'an-ı Kerirn'deki ayetlerle inceleniiş ve bunu şey ta- ^ örneğidir. "Şayet asil ve nüfuzlu bir şahıs îslamiyeti kabul
' nm topyekün savaş açması diye nitelendirmiştik.
Tarih boyunca hak yolun yolcuları, İsra 77'de ifa-" ederse ona ihtarlar ve hakaretler yapan Ebu Cehil diyordu ki: Baban senden iyi olduğu halde sen onun didesini bulan ilahi bir sünnetle karşı karşıya kalmışlarnini terkediyorsun. Şayet müslümanlığı kabul eden
dır.'Belki araçlann şekli ve tahrip gücü değişmiş ama
amaç ve izlenen politika hemen hemen aym olmuştur. • İ)ir tüccar ise, Ebu Cehil bu defa yenıin ederek: Seni
nıüşterisiz bırakacağız, malın müİkün yok olsun, diHak yolun yolcuları, İslam davetçileri, mevcut sisyordu. Ve hele müslüman olan zayıf ve müdafasız ise
teme karşı tavır ko)aıp Hakk'ı anlatmaya başladıklannda, başlangıç'itibariyle önemsenmemişlerdir. Ken-^' Ebu Cehil onu dövüyor, başkalarını da aynı işi yap-,
mak için harekete geçiriyordu." (5)
'
dileri "Yalancı'.', "deli", "şair", "büyücü", "büyülenmiş", "aklı yetersiz", "şaşırmış", "çarpılmış", "bozBütün bu uğraşmalarla sonuç almartuyorsa son deguncu", "uğursuz", "makam peşinde" gibi ifadelerle
rece sinsi ve şeytani bir oyun tezgahlanmak istenir: O
alaya aimmışlardır (1). Mücadelenin gelişmesi, y a p l da uzlaşma çağnsı veya uzlaşmaya zorlamaktır! Diğer
ması durumunda, "geleneksel hikaye", "hurafe", "esbir deyişle hakla' batıh kanştırmak, batıh hakka bulakilerin uydurma masalları", "İlah hiçbir beşere birşey
yarak sunmaktır. Bu yazımızda b u konu üzerine duraindirmedi" şeklindeki eleştiri ve hakaretlerini bizzat' cağız.^ ,
•.
İslamî düşünceye yöneltmişlerdir(2). Mücadelenin geİslam davetine karşı en şiddetli düşmanlığı göstelişmesi ile halkın İslam'a daha da ilgi göstermesi durenler, mevcut sistemdeki menfaat akışından en çok
rumunda, "yandaşlarını ilahlarına sahip çıkmaya çapay alanlardır. İslam'ın gelişi ile birlikte menfaatleri
ğırma" şeklinde toplum içinde büyük bir ajitasyon-fabozulacak olan bu zümre, davetçilere karşı tutunacak
aliyetine girişmişlerdir. Mallarını, imkanlarım seferber
ve direnecek birmesnet ararlar. O da, o zamana kadar
edip, davetçinin konuşmasını, dinlenmesini
hatırlamadıkları görmemezlikten geldikleri, örfleri,
engellemişlerdirO). Bu şekilde yükselişini durdura- . adetleri, hukukları ve'atalarıdır..,Ataları üzerine birer
madıkları harekete karşı, tehdit, (zinde kuvvetlerin
efsane örerler". Bunları kanunlarla koruma"altına alır-.
Son 100 yıllık
dönemde ilk dePo
psikolojik üstünlük
müslümanların
eline geçmiştir,
flloy, horlama,
baskı ve şiddetle ^
engel leyemedikleri bu.yükselişi,
uzlaşma, dünyevileşme hastalığına
bulaştırma ile başarısızlığa uğratarak durdurmak
isteyeceklerdir.,
lar. Böylelikle yaşayan insanları, ölülerle
karşı karşıya getirerek durdurmak isterler. Davetçilerin ne getirdikleri, ne söyledikleri, doğruluk paylarının ne olduğu
araştırılmaz, üzerinde düşünülmez, toptan r e d d e d i l i r , inkar edilir: K u r ' a n - ı
Kerim'de bu konu şöyle dile getirilir:
Senden önce de bir memlekete bir peygamber göndermiş olmayalım, mutlaka onun
'refah içinde şmarıp da azan önde gelenleri
şöyle demişlerdir: "Gerçek şu ki, biz, atalarımızı bir ümmet (belirli bir din/geleneksel bir davranış) üzerinde bulduk ve
doğrusu biz, onların izlerine
uymuşlarız."
24 (Peygamberler de): Demiştir: Ben size, atalanmzt üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanım getirmiş olsamda mt?" Onlar da demişlerdir ki: "Doğrusu
biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye karşı kafir olanlarız." [43 Zuhruf 23,24]
İşte Zuhruf 24'de "Ben size, atalarınızı ü s t ü n d e b u l d u ğ u n u z ş e y d e n d a h a
. doğru olanını getirmiş olsamda mı?" ifa-,
desi bu gerçeği ortaya koyuyor.
. Dürüst olmanız, namuslu olmanız,
temiz olmanız güvenilir olmanız, yardımsever, hayırsever olmanız, ülkenize,
h a l k ı n ı z a h i z m e t e t m i ş o l m a n ı z hiç
önemli değildir zalimler için, müstekbir1er için.
H z . M u h a m m e d Mekke halkını bir
gün Safâ tepesine çağırarak onlara şöyle
hitap etmiştir:
"-Ey Kureyş halkı! Size şu tepenin arkasından bir düşman ordusunûn geldiğini haber verirsem bana inanır mısınız?
-(Oradakilerin tümü) Evet, inanırız,
senin yalan söylediğini hiç görmedik,
seni bir şeyle itham edemeyiz.
-(Hz.Peygamber) O halde size ihtar
ediyorum ki, siz eğer Allah'a inanmaz• sanız, büyük bir azaba uğrayacaksınız!
Ey A b d u ' l - M u t t a l i b ye A b d - i Menaf
oğulları, Teym, Mahzun ve Zühre oğulları ve Ey Esedoğullan, haberiniz olsun
ki, Allah bana en yakın kabilemi inzar
etmekle emir b u y u r m u ş t u r . Ben sizin
için ne dünya menfaati sağlamaya ne de
ahiret nasibi hazırlamaya malik değilim.
Bunlar sizin bir sözünüze bağlıdır, o da:
"Allah'tan başka ilah yoktur." demenizdir.
-(Toplantıya katılmış olan) Ebu Le-
heb: G ü n ü m ü z ü zehir ettin, bizi buraya
bunurı için mi topladm!"(6) diyerek bağırır ve kalabalığı dağıtır.
Kureyş halkı Hz.Peygamberin yalancı
olmadığını, güvenilir olduğunu öncelikle
açıkça beyan etmiş olmasına karşılık, vermek istediği mesajın ne olduğunu merak
edip sormamışlar. Ebu Leheb'in tavrına
k a r ş ı k o y m a m ı ş l a r d ı r . Ebu L e h e b
Hz.Peygamberin amcası olmasına karşılık en büyük düşmanlığı ve kötülüğü o
örgütlemiş Hz.Peygambere karşı halkı o
tahrik ehniştir.
Şimdi de bu ülkeyi yönetenler,
ABD'ye Avrupa'ya gidip, müslümanlara
karşı yardım isteiniyorlar mı? Kendi ülkelerini, kendi halkını şikayet etmiyorlar
mı? RP'ye verilen reyleri, gayr-ı meşru
" ilan etmiyorlar mı? RP'nin iktidara gehşini engelleyecek partinin kendi partileri
o l d u ğ u n u Batılı efendilerine izah etme
yarışına girmiyorlar mı? Her yeni gün bir
"zinde güç" hikayesi uydurmuyorlar rm?
Demek ki çağlar değişti, ama Ebu Leheb,
Ebu Cehil anlayışı hiç değişmedi ve hiç
değişmeyecek de. Onun için Arif Nihat
Asya: . '
"Ebu Cehil ölmedi Ya Resulullah
Ebu Cehiller kıtalar dolaşıyor"
demektedir.
Son 100 yıllık dönemde ilk defa psikolojik üstünlük müslümanların eline geçmiştir. İslam bir kurtuluş bayrağı olarak
kitlelerin ilgisini çekiyor. İnsanlar, "Kurtuluş İslam'da", "Huzur İslam'da" diyorlar. Bu şeytan ve taraftarlarım çıldırtan
bir tablodur. Alay, horlama, baskı ve şiddetle engelleyemedikleri bu yükselişi, uzlaşma, dünyevileşme hastalığına bulaştırma ile başarısızlığa uğratarak durdurmak isteyeceklerdir.
.
Uzlaşmaya Zorlama veya İkna Etme
İslamî gelişme ve yayılma mevcut sistem tarafından tehdit ve baskı ile engellenemiyor, durdurulamıyorsa, kurdun ku' zu postuna bürünmesi gibi, zalimler gurubu tavır değiştirerek İiak yolun yolculanna şartlı barış teklif edebiİirler. Anlaşma isterler. Yanlışlarının, eksikhklerinin
söylenmemesini isterler.
Nitekim Hz.Peygamber'in mücadelesinde bu durumu çok açık bir şekilde gö-
rüyoruz. Kureyş'in yöneticileri, Hz.Peygamber'in amcası Ebu Talib'e başvurarak
Hz.Peygamberle aralarını bulmalarını isterler:
-"(Kureyş ileri gelenleri): Aramızdaki
mevkiin, bildiğin gibidir. Başına bir hal
gelmesinden korkuyoruz. Endişeye düştük. Bizimle kardeşinin oğlu arasındaki
durumu biliyorsun. Çağır da aramızı bul,
o bize ilişmesin, biz de ona ilişmeyelim.
- Hz.Peygamber: Sizden bir tek söz
istiyorum. O sözü verirseniz Araplar size
tabi olurlar, Acerrıler sizin dininize bağlanırlar.
- Ebu Cehil: Bir değil, on söz veririz..
- Hz.Peygamber: Allah'tan başka ilâh
yoktur, deyiniz ve Allah'tan gayrı taptıklannızı söküp atınız.
İçlerinden biri: Ya Muhammed, bütün
ilahlan birleştirmek mi istiyorsun?
.
-Bu adam bize, istediğimiz şeyi v e r m i - '
yecek."(7)
Allah'tan başka ilah yoktur, Allah'tan
başka taptıklarınızı söküp atın çağnsı gö^
rüşmelerin- kesilmesine neden olmuştur.
"Bu adam bize istediğimizi vermeyecek"
ifadesi ilginçtir. Bu, gerçeğe ulaşına, gerçeği bulma gayreti değil de muhatabı baskı altında tutarak tavize zorlama anlayışının güzel bir tezahürüdür. Kuran-ı Kerim'de bu zihniyet bu anlayış, Sad Suresi-.
l'den 11'e kadar olan ayederde çok güzel
bir şekilde, tasvir edilir: " •
'
"1 Sâd, zikir dobı Kur'an'a andolsun;
2 Hayır; o küfredenler, boş bir gurur ve bir
parçalanma içindedirler.
3 Biz kendilerinden önce, nice kuşakları "
yıkıma uğrattık da onlar feryad ettiler; ancak
artıkkurtulma zamanı değildi.
•
-.4 İçlerinden kendilerine bir uyarıcı-korkutucunun gelmiş olmasına şaştılar, t^firler dedi ki: "Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür."
. 5 "İlahları bir tek ilah mt ıjaptt? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey."
6 Onlardan önde gelen bir grup: "Yürüyün, ilahlarınıza karşı bağlılıkta da kararlı
olun; çünkü asıl istenen budur" diye çekip
gitti7 Biz bunu diğer ditide işitmedik, bü,
içi boş bir uydurmadan başkası değildir."
' 8 Zikir, (Kur'an), içimizden ona mı indi. rildi?" Hayır, onlar benim zikrimden bir kuşku içindedirler. Hayır, onlar henüz benim
azabımı tatmamışlardır.
'
• 11 Onlar, burada, çeşitli
fırkalardan
olma bozguna uğrattimiş bir ordudurlar."
[38Sad l-Xl].•
AyeÜerde ifade olunan tablo bugünün
Türkiye'sinde benzer şekilde uygulanıyor: Belli periyodlarla "laiklik mitingleri
organize ediliyor. "İlahlarına bağlılık yeminleri" yapılıyor. Sonra da biz de müslümanız, müslümanlığı sizlerden mi öğ-^
reneceğiz? deyip duruyorlar.
Ebu Talib'in evindeki toplantıyla ilgili
bir başka rivayet de (aynı toplantı olma-''
yabilir) H z . P e y g a m b e r i n ö l d ü r ü l m e k
iizere kendilerine teshmini isterler.(8):
'-"Muhammed'i bize: teslim et, o,ıslah
olmaz, biz onu,öldüreceğiz. Sana aramız-"
dan birinin oğlunu seçmeni teklif ediyo-'
ruz, kendine evlat edinebilmen için en zeki ve en güzelini seç.
- Ebu Talip: Sizin benim oğlumu öldürineniz, benim de' sizinkine ekmek vermem doğru mudur?
Hz'iPeygamber: Amca, sen de mi beni
bırakmak istiyorsun? R u h u m u n sahibi
olanın adıyla sana yemin ederim ki, ilâhî
vazifemden vazgeçmem için Güneş'i sağ
elime A y ' ı da sol elime h e d i y e olarak
verseler, yine de vazgeçmem. Sen b e n i
bıraksan bile bana Rabbim Allah yeter."
'Gerek Ebu Talib'in , gerekse Hz. Peygâmber'in kararlı tavrı, Kureyş'in önder-'
lernin arzularının gerçekleşmesine niani
olur. Fakat çalışmaları, gayretleri kesilmez. Bir taraftan müslümanlara karşı tavırları sertleşirken, diğer taraftan Hz.Peyg a m b e r i u z l a ş m a y a zorlayıcı en s i n s i '
planlarını hazırlarlar ve teklif götürürler.
"Bugün için
yavılmosı istenen
düşünce; müslümanların da
kendileri gibi
olduğudur. Voni ••
biz kirliyiz onlar
do kirlidir. 6ğer
bu özdeşleşmeyi
halkın koFosına
. yerleştirirlerse,
halk niçin IslomP
yopıloro, cemaat-,
lere, partilere ilgi
göstersin?l Niçin
kurtuluşu islam'da
arasın?l
Mekke Şehir MecUsi toplanır, Utbe'yi
Hz.Peygamberi ikna etmekle görevlendirirler. Utbe Hz.Peygamber'e; İblis'in
Hz.Adem'e, cennette yaptığı teklifin bir
benzerini yapar: (8)
- .
"Utbe: Muhammed, biz seni ezelden
beri a k ı l l ı , h a m i y e t l i ve s e v i m l i bir
a d a m olarak tanırız. Kimseye k ö t ü l ü k
e t t i ğ i n i g ö r m e d i k . Senin vaazlarının
haİk arasında ne gibi tahriklere sebep olduğunu söylemeye lüzum görmüyorum.
Bana açıkça söyle bütün bunlann sebebi'
nedir? Para mı istiyorsun? Sana teminat
veriyorum^ ki şehir istediğin kadar'parayı sana toplayacaktır. Arzun-kadında
mı? Şehrin en güzel kızlarını kendine
zevce olarak al ve seni temin, ederim ki
seni memnun etmek için hepimiz mutabıkız. H ü k ü m e t başkanı mı olmak istir
yorsun? Bir tek şartla, hepimiz seni en
yüksek başkanımız olarak kabule hazıhz: Bundan sonra bizim dini hissiyatımızla, âmme vicdanımızla oynama;
putlarımızı, biz ve atalarımız arasında
onlara tapanlann ebedi cehennem ate-'
şinde kalacaklarını söyleme.
P a r a , k a d ı n ve m a k a m ( H ü k ü m e t
Başkanhğı) teklif edilir Hz.Peygambere,
Bir tek şartla: "putlarımıza dokunma",
"biz ve atalarımızı cehennem ateşi ile
korkutma." Diğer bir deyişle, "gel bizi
bizim adımıza, bizim sistemimizle, bizim ilkelerimizle yönet" demektedirler.
Bugün benzer bir durumla RP karşı
, karşıyadır. Seçim öncesinde "Bunlar batıldır". Biz Hak'ız" tarzındaki söylemle. ri, seçim sonrasında bir fatura olarak RP
yöneticilerinin önüne çıkarılmıştır.
ANAP Genel Başkanı bu noktadan hareketle koalisyon görüşmelerinin başlayabilmesi için RP yöneticilerinin özür dilemesini istemiştir.. Ne yazık ki RP yöneticileri, seçim öncesi söyledikleri bu sözleri tevil etmişlerdir. Hatta "Seçimdir bu
seçimde böyle şeyler olur" diyerek bir
devir AP ve DYP genel başkanının sergilerdiği mantığı sergilemişlerdir. Seçim
öncesinde batıl dediklerini, seçim sonrasında koalisyona ikna etmek için, "Sütten çıkmış tertemiz kaşığa" benzetmekle
, hata etmişlerdir. Buradaki'temel sorun,
ANAP veya DYP hatta CHP, DSP ile ko• ahsyon yapılıp yapılamayacağı meselesi
değildir. Bunlar taktik olaylardır. -
Asıl mesele düşünce planındaki aklama olayıdır. Asıl mesele, normal şartiarda yanlış, çirkin olarak kabul edilen söz
veya tavırların, seçiih zamanlarında meşruiyet kazanmasıdır. Veya seçim zamanlarındaki söylemlerin, seçim sonrasında
tevil edilerek çarpıtılmasıdır. Bugün için
yayılması istenen düşünce, müslümanlarin da kendileri gibi olduğudur. Yani biz
kirliyiz onlar da kirlidir. Eğer bu'özdeşleşmeyi halkın kafasına yerleştirirlerse,
halk niçin İslamî yapılara, cemaatlara,'
partilere ilgi göstersin?! Niçin kurtuluşu
• islam'da arasın?! "Bir hükümet olma uğruna güneşler batırılmasın." Müslümanım diyen herkesin, özellikle yöneticilerin Saf Suresi l ' d e n 4'e kadar olan ayetleri dikkatlice okuyup uygulamaları gerekir. ,
••
Mesut Yılmaz, RP'den olan isteklerini
Kureyş Şehir Meclisi temsilcisi Utbe'nin
mantığı ile ortaya koyuyordu; RP taviz
vermek zorunda. Çünkü biz onları sisteme*entegre ediyoruz", biz onlara meşruiyet kazandırıyoruz." ANAP bü baskı politikası ile her istediğini almıştı. Koalisyon kurulmak üzereydi. "Birileri müdahale edinceye " kadar herşey iyi gitmişti. '
ANAP'a verilen bunca taviz'e rağmen
koalisyon gerçekleşmedi. Görünürde hii- kümet elden kaçırıİmıştı. Sistem için yeni
bir umut olarak ortaya çıkan ANAYol, kısa bir zaman içinde yok olup gitti. "RP ile
koalisyon yapmak ülkeye ihanettir, ülkeyi karanhğa gömmektir" diyen DYP yöneticileri, RP ile koalisyon yapmak durumunda kalmışlardır. Bu durumda RP'nin
iktidarına kimse itiraz edemezdi, çünkü
alternatif kalmamıştı. Öyleyse mücadelede, "tevekkül" ve "sabır" hiçbir zaman
unutulmamalıdır. "Bütün deliller lehinde ,
olmasına karşılık Hz.Yusuf'un hapse girmesi uygun görülmüştü. (12 Yusuf 35)
Demek ki belli bir süre muhalefette
kalmak RP için daha uygundu. Acele edi-.
lerek gereksiz tavizler verilnaiş daha kötüsü birçok kavram tevil edilmiştir. O ne- .
denle Bakara 216 hiçbir zaman unutulmamalıdır. :
"Olur ki hoşunuza gitmeyen birşey, sizin
için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilemezsi- •
nız.
RP yöneticileri bu hükümet devam et-
tiği sürece-bugüıie kadar ileri sürdükleri
pekçok konuda, yoğun baskı altında
tutulacaklardır. Bu açıdan Çekiç Güç, İsrail ile yapılan askeri eğitim anlaşması.
Gümrük Birliği gibi konularda takınacakları tavır önemlidir. Takınacaklan kararlı
. tavırlarla uluslararası sisteme "hayır" denebileceğini Türkiye'ye öğreteceklerdir.
Yapılan bu anlaşmalan mevcut şekliyle kabul e d i p sineye çekmeleri Türkiye'deki insan unsuruna çok şey kaybettirecektir. Kirliliğe, haksızlığa, yolsuzluğa
karşı bir iimid olarak tutundukları RP dalı kırılırsa; bir uyanış bir kendine dönüş
hareketi çok ağır bir yara alacaktır. O nedenle yakın-bir gelecekte görüşülecek
pían Çekiç Güç süresinin uzatılmasına
muhalefette iken hangi gerekçeyle karşı
• çıkmışlarsa; iktidarda iken de aynı gerekçe ile karşı çıkmalıdırlar. Ya da menfilik
gerekçesini, müsbete dönüştürecek
büyük bir değişikliği sağlamalılar. Bu güne kadar heinen hemen tüm siyasi parti- .
1er Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasına
muhalefette iken o î u ı ^ u z , iktidarda'iken
o l u m l u tavır s e r g i l e m i ş l e r d i r . R P ' n i n
bunlardan bir farkı olmalıdır.
» .
Öyle görünüyor ki, Türkiye bir ihtilal •
fobisi, bir terör baskısı altında tutularak;
RP yöneticileri, cemaat yöneticileri, taviz ,
yermeye zorlanacaktır. "Türk-İslam Sentezi",-"Türk-Müslümanlığı", "6 okla-İslam'm uzlaştığı" gibi beyan ve çalışmalar,'
hep bü bağlamda düşünülmelidir. Her
geçen gün, d a h a çok taviz istenecektir.
Kirlenmiş bir sistem, böylelikle aklanmak '
istenecektir. Böylelikle, sistemden kopmuş geniş halk kitleleri, yeniden sisteme
kazandırılacaktır. Böylelikle halkın kalbi
yeniden fethedilecektir. Sonuçta gelmek
istedikleri nokta, a h n bu sistemi bizim '
adımıza, bizim gösterdiğimiz doğrultuda
siz yönetindir. Fırtına dininceye kadar geminin yönetimini sizin ellerinize bırakıyoruzdur.
RP yöneticileri bu oyuna gelmemelidir. Bu dönem kirlenilırieden atlatılmalıdır. Düşünce planında verecekleri her taviz daha geniş tâvizleri doğuracaktır. Bu
nedenle R F y e rey verenler de reylerinin •
takipçisi olmalı, RP yöneticilerine gelecek
yoğun baskılara, yöneticilere destek verilerek karşı çıkılmalıdır. Tavizkar RP yöneticilerine de tavır konulmalıdır. Şu ger-
çek hiç bir zaman unutulmamahdır:
"Batıl her zaman batıldır.
Asıl tehlike onun hak suretinde görünmesindedir." (Bakî) - .
'
Onun için Allah Kur'an-ı Kerim'de
"Hakkı batılın yerine geçirmeyin sizce 4e
bilinirken hakkı gizlemeyin." (2 Bakara 42)
demektedir.
Bu konunun önemini daha iyi açıklayacak bir başka olay İslam tarihinde "Garânik Hadisesi" diye amlan olaydır. Mekke'de Hz. Peygamber'in davetine ilgi arttığı oranda, müşriklerin zulmü de o oranda artıyordu. Fakirlere, kölelere, çevresi
olmayanlara her türlü işkence uygulanıyor,'bazıları da öldürülüyordu. Hatta bu
. baskılar karşısında bir kısım m ü s l ü m a n - .
laf birer yıl ara ile Habeşistan'a göç etmişlerdir. Böyle bir ortamda Hz.Peygamber Kabenin ö n ü n d e n a m a z kılarken
Necm Suresini okumaktaydı.
• 19 "Gördünüz müUzza'yı; Lâfı •
20 Ve Ötekini, üçüncüsü olan Menai'ı
21 Erkek sİze, dişi O'na mı? .
• 22 îşte bu insafsızca bir bölüştürme.
-23 Bunlar, sizin ve'atalarınızın takdığı
isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir delil indirmemiştir. Onlar, sadece zanna ve nefislerinin heva olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Andolsun, onlau
Rablerinden yol gösterici gelmiştir/' (£ •
Necml9-23)
19.'ve 2:0. ayetler Hz. Peygamİser'i
namazım seyreden KureyşIiler tarafindaı
"bunlar yüksek yarahklardır, bunların şe
faatı kabul olunur" şeklinde anlaşılmıştı)
veya öyle gösterilmek istenmiştir. Kureyş
bu durumdan son derece memnun kalarak müslümanlara uyguladıkları baskıyı
kaldırinışlardır ve "Biz de, Allah'ın yaşat- •
tığını ve öldürdüğünü, yarathğmı ve beslediğini biliyoruz. Fakat bu ilahlarısrıız da
O ' n u n nezdinde bize şefaat ederler. Madem ki onlarm payını veriyorsun, biz de
seninle beraberiz.''(9)
demişlerdir. "
Demek ki mücadelenin odak noktası;
Allah'tan başka ilah, Allah'tan başka Rab
yoktur, Allah'tan başkasına kulluk ve iba- .
det edilmezdir. Öyleyse mevcut sistemin
ilah ve Rablarmın şefaatim kabul etmek,
asıl tehlike buradadır. Sistemin Lat-Menat ve Uzza'larmın şefaatlarmm kabul
edilip edilmemesi, Türkiye'nin geleceğini
RP yöneticHöribu hükümet
devam ettiği
. sürece bugüne
kadar ileri sürdükleri pekçok
konuda,'yoğun
baskı altında
tutulacaklardır.
Takınacakları kararlı tavırlarla
ulüsİororosı sisteme "hayır" denebileceğini Türkiye'ye öğrete- çeklerdir.
Ğvet:, zor olon;
her türlü teknik imkonlorlo donatılmış zulüm sisteminin karşısına
. direnebilecek bir
güç çıkarabilmektir. O güç de iman
etmiş örgütlü halkın gücüdür, iman
etmiş örgütlü bir
halk, şahın kuvvetlerini kısa zaman-,
do tarih sahnesinden silmiş,
Cezayir'de bir
' zulüm mekanizmasına karşı
direnrpekte ve
Sudan'da uluslararası sisteme
koFo tutmaktadır.
belirleyecektir:
"Onlar, senin kendilerine yarantp-onlar- ,
la uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da
sanayaranıp-uzlaşacaklardı." (68 Kalem 9). •
Uluslararası sistemle entegre olmuş
ve u l u s l a r a r a s ı sistemin e f e n d i l e r i n e
• bugüne kadar, Kamuran İnan'm depşiyle, "hayır" diyemiyen, bir Türkiye'yi yönetmek elbette kolay oirhayacaktır.
K u r u l u z u l ü m sisteminin "evet efendime" alışmış pátronlarina "hayır"
demek, "arı kovanına çomak sokmak"
demektir. Elbette ki b u " h a y ı r " ı n bir
bedeli vardır. Bağımsızhğın, özgürlüğün
insanca yaşamanın bir bedeli vardır. Bu
b e d e l ö d e n m e d e n b u n l a r ı n hiçbirine
ulaşılamaz. Burada önemli olan en az
zapatla hedefe varabilmektir.
Uluslararası sistem sanıldığı k a d a r .
' güçlü değildir. İnsan ñhratma zıt bir sistemin güçlü olması m ü m k ü n değildir.
Ayrıca bu sistemin patronları arasında
yığınla sorun vardır. Bu, ihtilaflardan
akıllıca y a r a r l a n a r a k b i r ç o k s o r u n
çözülebilir.
Mevcut z u l ü m sistemleri yıkılabilir
ve bir gün yıkılacakhr. Zor olan onu yıkmak değildir. Zor olan bu gücün karşısına bir güç çıkarabilmektir,- Evet zor
olan; her türlü teknikimkanlarla donatılmış z u l ü m s i s t e m i n i n ' k a r ş ı s ı n a
direnebilecek bir güç çıkarabilmektir. O
güç de iman etmiş örgütlü halkın
gücüdür. İman etmiş örgütlü bir halk,
şahın kuvvetlerini kısa zamanda, tarih
sahnesinden silmişlerdir. Örgütlü bir
halk C e z a y i r ' d e b i r z u l ü m m e k a n i z masına karşı direnmektedir. Örgütlü bir
halk Sudan'da uluslararası sisteme kafa
tutmaktadır,
•
Bugünün Türkiye pratiğinde, iktidar
olma hesaplarını yüzdelerle hesaplayarak niceliksel bir artişla, uluslararası
"sisteme karşı çıkmak mümkün değildir.
B u n u n için, h a l k l a g e r ç e k a n l a m d a
bütünleşememiş İiderlerin geçmişte'başlarına gelenlere bakmak yeterli olacaktır.
Menderes idam edildiğinde "bu ülkede
bir tane cam kınlmamıştır." Ama PaWstan'da Zulfikar Ali Butto idam edildiğinde yer yerinden oynamıştır. Onun için
Türkiye'de yapılması gereken,
"Bir kavim (toplum), kendinde olanı
değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak
bağışla'dtğını değiştirici değildir" (8 Enfal
53) ayetinde ifade olunan halkın özünü
değiştirmektir.
Her türlü pislikten arınmış sistemle,
bağlarını koparmış, müstekbirlere karşı
öfke d u y a n , adaletsizlikten, z u l ü m d e n
nefret eden bir halk, uluslararası sisteme
karşı direnebilecek gerçek bir güçtür.
M.Akif bu gerçeği şöyle haykırır:
"Doğru yol işte budur, gell" diye sen bir
yürü de,
O zaman bak ne koşanlar göreceksin
sürüde!
.
Evvela beynine bir fikr-i
.nezih,
aşılayarak;
Hangi müslümanın göğsüne tuttumsa
kulak;
Şunu duydum ki; onun hiç sesi çıkmaz
kalbi.
En temiz his ile vurmakta çocuk kalbi:
gibi.
•
.
Sinler gayzınt fâş etmeye dursun varsın;
'
Vakti gelsin, o zaman var mt yürek,
anlarsın."
Allah, uğrunda gerektiği gibi mücadele
edenlere yollarını gösterecektir. Sabırlannı
artıracaktir, zalimler istemese de:
"Sabret senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli düzenlerden dolayı da
sıkıntıya kapılma." (16 Nahi 127)
Allah, zalimleri kendi kurdukları
tuzaklara düşürecek, müminlerin gücüne
güç katacaktır, müşrikler istemese de:
"Gerçek şu ki, onlar hileli düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerinden
oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen vardır." (14 İbrahim 46). .- (
"Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba
uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir." (26 Şuar a 227)
Dipnotlar
(1) Sırasıyla, En'am 66, Hicr 6, Saffât 36, Şuara
153,185, Araf 66,60,127, Neml47, Yunus 78
. (2) Enfal 31, Şuara 137, Enam 5,11,66..
(3) Sebe 43, Sad 6, Nuh 71, Yunus 78,
Müminun 24, Enam 26, Araf 76, Hud 55.
(4) 7 Araf 8Ğ, 90,124,127, Saffat 97, İbrahim
24,14, Şuara 116, Enfal 30, Araf 82,88, Hud 91.
(5) Hamidullali, M", İslam Peygamberi s.89.
(6) Berki, A.H., Keskioğlu, O., "Hz. Muhammed ve Hayatı, Ankara, 1974. s.58,59.
• (7) Berki, A.H., Keskioğlu, O., "Age, s.l20121. . i.
.
.
,
(8) Hamidullah, M., A.g.e., S.81.
(9) Berki, A.H., Keskioğlu, O., A.g.e., s.96.
ve yolculan
Celalettin Vatandaş
Ey ifisanlar! İşte size, Rabb'inizden bir öğüt,
kalplerdeki şüphelere bir şifa ve mü'minler için
bir hidayet ve rahmet olan Kur'an geldi. (10/57)
Risalet (1) çağının insanları için
çöl, içinde 3^şanılan coğraiyahin en
önemli özelliğini teşkil ediyordu. .
Çöl onlar için hayatlarımn tamamını etkileyen ve yaşantılarının bir
•çok gereğini kendisine göre ayarlamak zorunda kaldıkları değişme-.
yen bir unsurdu. Zira onlar çölde
doğar, çölün b ü t ü n özelliklerini
bizzat yaşayarak hayatlarını sürdürür ve çölde ölürlerdi. Çölün en
_ önemli özelliği ise, sürekli değişen
)^pısı gereği kahcı hiçbir şeye imkan tanımamasıydı: İzler silinir,^
yollar kaybolur, yönü tayin etmede
kullanılan tepeler yok olur veya d ^
ğişir. Çöl, doğru ve yanlış yolları
birbirinden ayırt etmede kuİlanıla-^
cak sabit ve sahip o l d u ğ u genel
özelliklerindfen farklı bir şeyi kendisinde.bulundurmaz. Orada her
yer aynı görünür; her tarafta birbirinin aynısı tepeler ve her tarafta
sadece kum denizi vardır. Bu ajnııhk içerisinde her taraf gidiİmesi ger
reken doğru yol da olabilir, gidilmemesi gereken yanlış yol da. Büktün bu özellikleri nedeniyle, çölde
yaşayan insanlar için çölden geçen
doğru yolu bilmek ve bulmak, sürekli sahip oldukları hiç değişmeyen bir problemi teşkil eder. Yerleşim merkezlerinin hemen yanında
bulunan ve oldukça dar .bir alanı
kapsayan bölgeler hariç bütün çöl,
o insanlar için her zaman doğru yo-
lu tesbit edebilme ve hedefe ulaşa- - lameti için çölü iyi bilen uzmanlara
ihtiyaçları vardı. Zenginliklerinin
bilme probleminin yegane kaynağıkaynağı olan ticaret kervanlarının
nı ve zeminini oluşturur. •
Çölün korkutan, doğru ve yanlış • menziline gidebilmesi için "yolu bilen" gerekliydi, ekonomik gelirlerin
yollan ayıfdetmeye imkan sağlamave toplumsal prestijlerin kaynağı
yan özellikleriyle iç içe y a ş a y a n
olan hacc ve panayırlar nedeniyle
Araplar için "hadî" önemliydi. Hadiğer insanların Mekke'ye gelebilyatî bir öneme sahipti. Bu nedenle
mesi için "yolu bileh"lere ihtiyaçde günlük hayatlarında sık kullanları vardı. "Yolu bilen"ler olmayadıkları ve anlamım çok iyi bildikleri
cak olsa, herşeyleri alt-üst olurdu.
bir kavramdı. Zira onlar hadîleri
Ve
yol bilenler (hadîler) Mekkelilearacılığıyla çölün bilinmezlikleri içerin her şeyi idi. Ş r a herşeyleri onlarisindeki doğru yollarını bulabili' .
yorlardı. Hadî, sıcaktan, kum fırtı- ' ra bağlıydı.
.
-.
Fakat
b
ü
t
ü
n
b
u
n
l
a r a rağmen,
nalarından ve' susuzluktan ölmeye,
neden olacak sayısız çöl yollarının . hadîlerin de yollarını şaşırdıkları
olurdu. Çölün her yerinde hadîlere
arasından doğru olamnı bulup, böygüvenmek mümkün değildi. Çünkü
lelikle gereksiz sıkıntılara katlanmaçölde bir çok "yehmâ" vardı. Burayı veya ölüme giden yanlışları enlar yolculuk etmeye çekinilen ve
gelleyerek hedefe varmayı sağlayan
korkulan bölgelerdi. Yehmâlann
rehber(ler)in ismiydi.
uzmanları yoktu. Hadîler de dahil
Hadî, Araplar için çölde geçen
hiç kimse yehmâlerde yolculuk edehayatları süresinde paha biçilmez
bir değeri ve önemi ifade ediyordu. - mezdi. Zira o bölgeler yön tayin etOns^uz bir yere kıpırdayamazlardı. - meyi tamamıyla imkansız kılan bir
Kıpırdarlarsa kaybolup çölün sıca- ' değişkenliğe ve tekdüzeliğe sahipti.
Bazıları yehmâda yolculuk yapmağında, fırtınasında veya susuzluya
kalkardı ve akibetleri başta belli
ğunda helak olurlardı. Fakat hadinin önemi Mekkeliler için daha d a . olurdu; kaybolmak. Çölde kaybolmak ise ölüm demekti.
büyüktü. Zira^onlarm hem günlük
»»»
hayatlarının gereği olan yolculuklar
"Hadî"yi
çöl
Araplannm kullaiçin çölü bilen bir rehbere ihtiyaçlari
nımındaki anlamından biraz daha
vardı, hem de ekonomilerinin, siyageniş boyutta düşünecek olursak;
setlerinin, toplumsal konumlarının,
toplumlar arası imtiyazlarmın ve .' esasen "hadî" bütün insanlık için
çok önemlidir. Çünkü her insan, bir
bunlann temeli olan inançlarının se-
asra dahi yaklaşamayan sınırlı ve
başka itirafıdır. Burada özellikle
rıyla normal bir konumda devam etçoğunluğu çocukluk dönemleriyle,
felsefeyi zikrediyoruz, çünkü insatirebilmek mümkün olamamaktadır.
uykuyla geçen hayatım en iyi biçimn varlığını ve varoluşunu temelYapılması gereken tek şey problemi
miyle değerlendirmek ister. Gerçek - çözmektir. Ancak yine insanlık tari- lendirme girişimlerinin oluşturduhuzur ve saadete sahip olmak, kötüğu bir sistem olup, amacı, insanı
hi ve özellikle de felsefe şahittir ki,
lüklerden, zulümden, baskıdan, söve içinde yaşadığı evreni anlaminsanlığın sözkonusu probleminin
mürüden uzak bir şekilde yaşamak
landırmak olmasına karşılık, soşiddet ve büyüklüğü ikibinbeşyüz
ister. Kendi varlığımn; ailesinin, yanuçta bilinemezliği kendisine sığıyıl önce ne ise bugün de aynıdır. Bu
kınlarının, toplumunun ve tüm innak kılmıştır. Bu durumu ise heritibarla dünün insanlarıyla bugünün
sanlığın .esenlik içerisinde olmasını
halde en iyi özetleyecek söz, insaninsanları arasında bir farklılık sözister. İçinde bulunduğu zamanın iyi,
lığın düşünce zirvelerinden olan
konusu değildir. Ve hatta belki de
doğru ve güzel olduğundan, geleceSokrates'iri sözüdür; "Bildiğim bir
dünün insanları bugünkülerden dağinin de aynı şekilde olacağından
şey varsa o da hiçbir şey ^ilmediha
olumlu
şartlardadır.
(
ozüleineemin olmak ister. Geleceğine güvenyen problemler bugünün insanlığı-, ğimdir."(3)
lik içerisinde bakmak ister. Yaratılış
Kısacası insan için, sahip oldumn önünde aşılmaz bir engel olarak
gayesine uygun olmak ister. Korkuğu
imkan ve yetenekler hayalini
daha
da
büyüyerek
ve
sarplaşaraknun, tehdidin, şiddetin olmadığı bir
kurduğu
dünya için yetersiz kaldutmaktadır.
Bu
süreçte
aklı
veya
dünyada güvenlik ve huzur içerisinmaktadır.
Bütün bir hayat "yehdiğer
insanî
güç
ve
yeteneWeri
eses
de yaşamak ister. Çalıştığı zaman
mâ"
niteliğine
sahip olmaktadır.
alarak
yapılan
bütün
çözüm
gayrethakkını almak ister. Aklının,
Bu
nedenle
insanlık
rehber isinancının, malının, canının,
ter. Umduğu, hayalini kurduBizzot İçinde yaşadığımız dünyadan
evlatlarının güvenlik içerisinğu, istediği dünyaya ulaştırade olmasını ister. Dosdoğru' ve tarihin tanıttığı geçrrıişten hareketcak, huzur ve saadeti, doğrubir inanca sahip olmak, her
le biliyoruz ki, bozı istisnaları hariç
luk ve adaleti, iyiUk ve güzellitürlü saçmalıktan, anlamsızirısonlık bu umut ve beklentilerine hiç ği insanlığın kaderi, ayrılmaz
hktan uzak olmak ister. Hiçbir
parçası kılacak bir rehber ister.
kimsenin hiç kimseye kötülük •
sahip olamamıştır. Zulüm, baskı,
Hiç aldatmayan, yanlışlara süyapamadığı, yapanların da en
rüklemeyen, her türlü olumsuz
sömürü,
haksızlık,
ahlaksızlık,
güvenuygun şekilde cezalandırıldığı
etkilerden ve şartlardan muhasizlik,
adaletsizlik,
şiddet,
baskı,
terör,
ve hiç kimseye zulmedilmedifaza
edecek yolu gösteren rehği, herkesin gerçek anlamda korku... insanlığın adeta kaderi olmuşber
ister.
Tüm bunları gerçekadaletle yönetilip, işlerinin bu
leştirecek bir yolun rehberine
tur. İnsanlık sözkonusu problemlerini
esas üzerine yürütüldüğü bir
sahip olmak ve ona sımsıkı sateorik olarak dahi çözme aşamasına
dünyada yaşamak ister...
rılinak ister. Fakat ne yazıktır
ulaşamamıştır.
',
ki insanlık için bu istek ve arAncak bizzat içinde yaşazular da pek gerçekleşmemişdığımız dünyadan ve tarihin
tir. İnsanlar ne zaman birilerinin
tamttığı geçmişten hareketle biliyoleri, bilinmezleri ve problemleri çoeteğine yapışıp onu kendilerine
ruz ki, bazı istisnaları hariç insanhk
ğaltmaktan başka bir şey sağlamarehber edinmişlerse, umduklarına
bu umut ve beklentilerine hiç sahip
mıştır. "Felsefe düşüncesinin bilimdeğil, korktuklarına en kısa sürede
olamamıştır. Zulüm, baskı, sömürü; .1er gibi bir gelişim süreci yoktur. Bisürüklenmişlerdir.
Huzur ve sahaksızlık, ahlaksızlık, güvensizlik,zim Grek hekimi Hippokrates'ten
adet hayali kurarken azap ve şidadaletsizlik, şiddet, baskı, terör, korçok ileride olduğumuz kesindir. Oydet sürekli yaşanılan bir gerçek olku... insanlığın adeta kaderi, ayrılsa Platon'dan daha ileride olduğumuş, güvenlik ve adalet derken
maz bir parçası olmuştur. Dolayısıymuzu' söyleyemeyiz. Ancak onun
zulüm ve baskı karşılarına dikilla anlaşılmıştır ki, insan umduklarıyararlandığı bilimsel bilgi gerecinmiş, hâk ve hukuk derken sömürü
na ulaşma konusunda kendi kendiden daha ilerideyiz. Felsefe üretive zulüm aynimaz parçaları olne yeterli değildir. Çünkü insanlık
minde biz belki de Platon'a yaklaşamuştur. Bu olumsuz şartlar altında
sözkonusu problemlerini teorik olanlayız" (1) tesbiti, sözkonusu duruve idrakten yoksun bırakılan akılrak dahi çözme aşamasına ulaşamalarıyla da maalesef ara sıra kendimıştır. Bilhassa ikibinbeşyüz yıllık • mun bir filozof tarafmdan itirafından başka bir şey değildir. "Felsefe,
lerine ulaşan gerçek rehberleri de
tarihi ayrıntıh olarak bilinen felsefe
şahittir ki, insan ne kadar kurtulma- . hayat hakkında şimdiye kadar birfarkedememişlerdir.
çok farklı yorum getirmiştir... (Faya çalışırsa çalışsın, sözkonusu
***
•
kat)
felsefe
hiç
bir
zaman
nihai
doğproblemler insanın peşini hiç bırakİsimleri ne olursa olsun, bütün
ruya erişememiştir." (2) tesbiti ise
mamıştır. Bu problemleri çözmeden
dinlerin, toplumsal, siyasal, ekonoinsan aklının ve zekasının mezkur
de insanı varoluşu bütün boyutlamik, hukuki sistemlerin, inançlaproblem karşısındaki acziyetinin bir
sonuçta birkaç kiloluk tavuk etiyle
rın... hedefi insandır. Bütün bunlar,
başbaşa kalan kişinin haline benzer
, insanın bireysel, toplumsal hayatını
bir duruma düşmeye neden olabi' veya her iki yönünü birden kendileleceği gibi, insanların gerçeği farkerine ilgi ve e.tki alam olarak seçer ve
dip çok sert bir tepkide bulunmasınihai gayelerine uygun esaslar belirna neden de olabilir. Bunu çok iyi
leyerek sözkonusu alanda isteklerim
bilen sözkonusu menfaat çevreleri,
ne uygun değişim ve oluşumu teöylesi bir sistem kurarlar ki, hem
min etmeye çalışırlar. Bu nedenle inmenfaatlarınm sürekliliğini sağlarsanlığın tarihi, insanın bireysel ve
lar, hem de insanların gerçekleri
toplumsal hayatına yeni bir yön ve
farkederek tepkide bulunmalarını
biçim vermek gayesinde olan dinleengellerler. Bunu yaparken de inrin, toplumsal, siyasal, ekonomik,
hukuki sistemlerin, inançların... ça-~ sanlan, sömürüldüklerini farkettirmeyecek ve kendi istekleriyle sölışma ve çatışma alanı olmuştur,
mürülmelerine imkan sağlayacak
îsimlerindeki ve şekillerindeki farkbir çok usuller ve sömürülerine bir
hhklar dikkate alındığı zaman insayığın meşruluk dayanakları'oluştu• ni alanları kendilerine ilgi alanı olar
rurlar. Bu meşruluk dayanakları
rak seçmiş dinlerin/sistemlerin liszamana ve topluma göre değişik¡P^MİİİPİİİIİİI
tesini oluşturmak, unutulmuş, veya
likler gösterse dahi bilhassa yakın
etkisini yitirmiş olanlan dahil etmetarihte ve günümüzde "Vatan borsek dahi, çok u z u n çıkar ve hatta
Sokrates: "Bildiğm bir şey varsn, o da
böyle bir listeyi uzunluğu nedeniyle' cu", "Millet m e n f a a t i " ; "Devlet
hiçbir şey bilmediğimdir."
hakkı",
"Düzenin
devamı
ve
kohazırlamak imkansız denecek kadar
su olmaz? Bu soruların cevabını
runması", "insanlık borcu"... vs.
zordur.
doğru şekilde verebilmek için, önceisimler, olarak açığa çıkmıştır (4).
• Fakat bütün dinlerin/sistemlerin
likle böylesi bir şeye kalkışmış kişiBunlar sözkonusu sistemlerin rneşnihai gayesini esas aldığımızda sisnin, gayesini gerçekleştirebilmek
temleri ismen teker teker belirlemek. ruluk dayanaklarmm en çok tanıiçin bazı temel özelliklere sahip olnanı ve yaygın olanlarıdır. Sistemmümkün olamayacaksa da, sınıflaması gerektiğini bilmek gerekir. Balerin sahipleri ve bu sistemlerle çımasını yapmak gayet kolay olacaksit ve genel bir tarzda dahi düşünül"karlarıran büyümesini ve devamını
tır.
- .
se, sözkonusu yüce gayenin gerçeksağlayanlar bu meşruluk dayanakŞöyle ki; en genel anlamda iki
larıyla kitieleri fedakârlığa, karş'ıhk - leşebilmesi için, sahip olunması zo• _farklı sistem vardır:
•
runlu görünen imkan ve özelliklerbeklemeden çalışmaya ve gayrete
1-) Bir şahsın, ailenin, toplumun,
den en önemlileri şunlardır:
hatta malını, mülkünü, namusunu
. .toplumsal veya etnik grubun, ırkın
a-) Tüm insanlığı sevecek kadar
ve canını vermeye çağırırlar. Çünçıkarlarını, korumayı ve devam ettirmenfi his ve. duygulardan sıyrılmış
kü bütün bunlar, kendi çıkarlarının
meyi gaye edinmiş sistemi er.
. ^ .1-büyümesi ve devamını sağlayan "olmak.
2-) Tüm insanlığın gerçek anb-) Tüm insanlığa gerçek huzur"
önemli unsurlardır.
lamda menfaatini korumayı ve deve saadeti sağlamak için, tüm insanİkinci gruptaki sistemlere gelinvam ettirmeyi ve böylelikle insanlılığın sahip olduğu ve olacağı imkan
ce, bu sistemlerin nihai gayesi; hiç
ğa gerçek ve ebedi saadeti sağlamave araç-gereçlerden çok daha fazlabir şahıs, aile, toplum, toplumsal
. yı gaye edinmiş sistemler. ,
sına sahip olmak.
veya etnik grup ve ırka çıkar sağlaBirinci gruptaki sistemlerin oluşC-) Tüm insanlığın gerçek huzur
mak olmayıp, bir tek ferdi dahi isturucuları, sistemin gayesini oluştuve saadetini sağlamak için insanlatisna etmeden tüm insanlığın gerran menfaat ve çıkarların sahipleri
çek anlamda h u z u r v e ' s a a d e t i n i , rın özelliklerini teker teker bilmek
durumundaki kişi veya kişiler olup,
ve hatta diğer varhklarm da Özelliksağlamak ve hatta bu huzur ve sagayelerini gerçekleştirmek için çok
'
lerini bilmek ve hepsini kapsayacak,
adeti
ebedi
kılmaktır.
Ancak
hefarklı yöntemler uygulayabilirler.
bireysel ve toplumsal hayatı olduğu
men "sormak gerekir; kirn kendi
Sahip olunan ve insanlar üzerinde
kadar, insanların psikolojik yapılarıftıenfaati olmadan böylesi zor bir
' zor k u l l a n m a y a imkan sağlayan
nı da kuşatıp, donatacak bir sistemi
işe kalkışabilir? Kim, hiç bir ayrım
güçlerle, elde edilmek istenen çıkaroluşturabilmek ve bu sistemi oluştuyapmadan, tüm insanhğın huzur
lara bir anda sahip olabilirler. Böylerabilecek kadar bilgi ve imkana save saadetini -hatta ebedi olarak- tesi davrananların örnekleri, tarihte
hip olmak.
min edecek araç ve gereçleri sağlaveya g ü n ü m ü z d e oldukça çoktur.
d-) Tüm insanlığın huzur ve sa-.
yıp, bu yönde imkanları seferber
Fakat böylesi bir girişim, altın yuadetini bizzat fertler açısından ebedi
edebilir ve bunu yaparken de kenmurtlayan tavuğunu keserek bütün
kılabilmek için fertlere ebedi bir ha_disiyle ilgili hiç bir çıkarı sözkonualtınlara sahip dirnak isteyen, fakat
yatı sağlamak.
o şeyleri ele geçirmeye çahşsmj Dokan ve araçlara sahip kişi veya kişiAslında bu özellikleri biraz daha
layısıyla* çıkarına dayalı bir sistem
ler yok. Fakat bilinmelidir ki, kişi
çoğaltmak m ü m k ü n . Ancak fazla
oluşturmaya ihtiyacı yoktur. Eğer •
veya kişilerin üstünde ve daha da
ayrmtıya girmeden, sadece bu dörinsanlar için inançlarını ve hayat
önemlisi yaratıkların üstünde bir
dü üzerinde düşünülecek olursa;
tarzlannı yönetip, kuşatacak bir sisvarlık vardır ve o Allah'tır. Allah,
kim veya kimler bu imkan ve özeltem oluşturacak olursa, bu ancak
bu saydığımız imkan ve özelliklerin
liklere sahiptir? Var mı geçmişte veve ancak insanların gerçek anlam-,
taınamıha fazlasıyla sahip olduğu
ya g ü n ü m ü z d e böylesi imkan ve
da huzur ve saadetini istediği için '
gibi, daha da fazlasına, hatta "daha
özelliklere sahip kişi veya kişiler?
olabilir;
da" ifadesinin yanlış olmasını sağlaElbette ki yok. O h a l d e b u n d a n ,
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıyacak sonsuz çoklukta özellik ve
ikinci gruba dahil olabilecek hiç bir
karmak için kulunu apaçık ayetlerle inimkanlara sahiptir (70/3). Çünkü O
sistem yok anlamı çıkar ki, insanlara
diren O 'dur. Şüphesiz Allah sizlere
herşeyin yaratıcısıdır. "Bir şeyin oldüşen ise, birinci grupta yer alan ve
karşı çok şefkatli, çok merhametlidir'.
masım istediği zaman o şeyin olmasonuçta şu veya bu şekilde insanlara
(57/9)
dı için sadece "Ol" demesi yeterlizulmeden, sömüren, insanların saaAllah kullarını esenlik yurduna çadir." Hazineleri sonsuzdur, gücü sıdet ve "huzurunu gaspeden sistemğırıyor. (10/25)
nırsızdır, bilgisi mutlaktır. Olan ve
lerden en az zararlısım bulmak olur.
Elçileri aracılığıyla insanlığa
olacak herşeyi bilir. Hiçbir şey onun
Acaba öyle mi? İnsanlar gerçek-, bilgisi haricinde gerçekleşmez, gersunduğu sistem ise, bütün bu-özel-ten, sonuçta kendüerini sömürmeyi,
lik ve gereklerin sonucu olup, bu
çekleşemez... Bütün bu sıfatlarıyla
zulmetmeyi, baskıda b u l u n m a y ı
sistemin ismi ise İslâm'dır. Allah,
ve benzerleriyle de, insanların ve
sağlayacak sistemlerden birisini
insanlığa sunduğu İslam ile inseçmeye mi mahkumdur?
Menfaat çevreleri
sanlığın huzur ve saadetini ebeElbette ki ikinci gruba dahil
insanların kendi isteklerivle sömürül- di olarak sağlamayı t a a h h ü t '
olan sistemin sahibi beşeri ölçüeder. •
melerine imkan sağlayacak bir çok
ler içerisinde düşünülür ve o
Şimdi, bu açıklamaları takisistemi gerçekleştirmeyi sağla- usuller ve sömürülerine bir yığın meş- ben, yukanda, yazının seyrinin
yacak özelliklere sahip kişi ve- ruluk dayanakları olüştururlor. Bu meş- gereği olarak kullanmak zorun- "
ya kişiler aranacak olursa, mada kaldığımız bir ifade yanlışhalesef insan kötüler içerisinden ruluk dayanakları günümüzde "Vatan
ğmı düzeltmek zorunluluğu açıbirisini seçmeye mahkum de- borcu", "Millet menPooti", "Devlet hak-- ğa çıkmıştır. Yukarıda sistemlemektir. Çünkü ikinci gruba dakı", "Düzenin devamı ve korunması", ri tasnif ederken birincisi için
hil özellikleri gerçekleştirecek
çoğül ifade kullandığımız gibi,
"insanlık borcu"... vs. olarak
kişi veya kişiler mevcut olmaikincisi için de çoğul ifade kulmıştır ve olmayacaktır. Bu ise
açığa çıkmıştır.
• lanmıştık. Bu çoğul ifade birin"sömürü, baskı, haksızlık, köcisi için doğru olmakla birlikte,
tülük, işkence... insanm kade-^
ikincisi için yanlıştır." Çünkü
ridir, bu kaderden kaçmak imkanikinci gruba girmeye layık bir tek
hatta bütün yaratıkların hiç bir şeyisızdır" demekten başka birşey desistem vardır ve o, Allah'ın insanhne muhtaç değildir;
ğildir. Çünkü birinci gruptaki sisğa Kitab'ıyla sunduğu inanç ve ha•Ey insanlar! Siz Allah'a mtıhtaçsttemlerin insanlığa sunacaldan nihai
yat tarzı olan İslam'dır. Dolayısıyla
nız. Allah ise zengin ve hamde layık
özeUik budur. Böylesi genel bir yar- . olandır. (35fl5)
yukarıdaki tasnifi değiştirerek, kı- .
gıya nasıl ulaştığımız, bu konuda
saca şöyle ifade etmek gerekmekteGöklerde ve yerde bulunan herşey,
dayanağımızın ne ölduğu'sorulacak • O'ndan ister, O her an yaratma halindir; •
olursa, cevap bulmak için özel araş1-) İnsanlar tarafından oluştudedir. (55/29) •
tırmalara hiç gerek yok. Tamamıyla
rulan sistemler: Beşerî sistemler.
Sizde olan her nimet Allah'tandır.
birinci gruba dahil olan sistemlerin
2") Allah'ın insanlar için tayin i
(16/53)
hakim olduğu bugünün dünyasına
ettiği sistem: İlahî sistem.
Allah'ın nimetlerini saymaya
bakmak yeterli olacaktır.
insanın konumu bu sistemlere
kalksanız sayamazsınız. (16/18)
Fakat daha farklı bir tarzda dügöre bir anlam ifade eder. Ve her
Zaten yaratıkların sahip oldukşünüldüğü zaman görülür ki, ikinci
insan ve toplum muhakkak bu.ikiları ve olabilecekleri şeyleri onlara
gruba dahil olan sistemi tesis edecek
sinden birisine mensuptur. Ancak
veren Allah'tır. Dolayısıyla herşeyin
kişi veya kişUerle ilgUi sorularda ve
elbette ki önemli olan sadece ve sagerçek sahibidir. Bu nedenle kendio soruların cevaplarında bir yanlışdece ikincisine mensup olmaktır.
ne yönelik çıkarı sözkonusu değillık vardır. Elbette ki tüm insanlığın
Çünkü dosdoğru yol odur, gerçek ,
dir. O'nun insanlardan elde etmesigerçek anlamda huzur ve saadetini
esenliğe ancak onunla ulaşılır. Koni gerektirecek hiçbir çıkan yoktur.
ebedi olarak temin edecek kadar imnuyla ilgili olarak şu rivayet önemO'nun olmayan birşeyler mi Var ki.
d eği1d ij ;
lidir; Abdullah b. Mes'ud anlatıyor;
Pevgambcrlerin İnsanlığa sundukları
"dosdoğru
"Bir gün, Resulullah toprağa düz bir
ilahrçağrının
özünü İ ö ilâhe illâllah" oluşturur.
olan yol"dur.
çizgi çizdi ye "Bu Allah 'ın insanlar
Elbette
ki
için takdir ettiği yoldur." dedi. Sonra
• Bu çağrı, insanların inançları için hadilik
' ' d o ğ r u " olbu düz çizginin sağma ve soluna eğyapmaya
kalkan /niyetlenen bütün kahinleri,
makla " d o s ri çizgiler çizdi ve "Bunlar da diğer
büyücüleri, muskocılörı, ideologları, entellektüd o ğ r u " olyollardır. Her birinin üzerinde kötülüğe
davet eden şeytan vardır. " dedi. Arka- mak arasmda
elleri, din adamlarını, hukukçuları, siyasetçileri,
fark vardır.
sından da şu ayeti okudu; "İşte befilozofları...
reddedip bunların tamamının sahte"Dosdoğru"
nim, doğru yolum bu. Ona uyun, (baş• hadiliklerle elde ettikleri menfaat kapılarını
olmamn özelka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolikleri "İstikalundan ayırmasın! (Azabından) korunkapamak demektir.
met,
hedefe
manız için (Allah) siz böyle tavsiye ediulaştırmak, kıyor." (6/153) {5) .
***
rur.,
sa ve yakın olmak, gelip-geçenler için
. •N
. Bu çağrı, insanların inançları
geniş olmak, maksada ulaştırdığının beKur'an açıklar ki, insan için büİçin hadîlik yapmaya kalkan/niyetlirgin olmasıdır. Sırat-ı müstaMm'in bu
tün bir hayat yolculuğu boyunca
lenen bütün kahinleri, büyücüleri,
beş özelliği de taşıdığı aşikârdır." (6)
gerçek anlamda .rehber(hadî) olan
muskaaları, ideologları, entellektüMutlak bilginin yegane biçimi
sadece Allah'tır. O, yaratdış ve varoelleri, din adamlarım, hukukçuları,
luş gereklerini kendi başına bilme • olan v a h i y l e bildirilir ki, Allah,
siyasetçileri, filozofları... reddedip
Araplar
için
hayatî
önem
ifade
eden
i m k a n ı n a sahip o l m a y a n insana,
bunların tamamının sahte hadîlikkendi aralarından çıkmış insan hadünyadan ahirete uzanan yolculuğu
lerle elde ettikleri menfaat kapılarıdîler gibi değildir. Yine Kur'an'la
sırasında en doğru tarzda, doğrulum kapamak demektir. Yine aynı şeğu tartışma götürmeyen bir rehber- • açıklanır ki Allah, insanların inanç
kilde
bu çağrı, insanlar için hayat
ve
hayat
tarzları
için
rehberlik
yalik yapar. Yolların en doğrusunu;
tarzı tayin eden, bireysel v e toppan filozoflar, bihm adamları, düşü"Sırat-ı Müstakim'' i gösterir;
lumsal hayatı düzenleyen normları
nürler, devlet adamlan... gibi isimleAllah inananların dostudur. Onları
kendileri belirleyenlere "sizler de
re
sahip
olan
fakat
insanlar
için
rehkaranlıklardan aydınlığa çıkarır. KafirAllah'm hadîliği karşısında diğer
ber oldukları iddialarına rağmen
lerin dostları da tağutlardır. (O da) oninsanlardan farksızsınız" demekdoğru yolu bilmeyen ve kendileri de
ları aydınlıktan karanlığa çıkarır. Onlar
tir. "İnançta ve hayat tarzında hadoğru
yolu
bilenin
rehberliğine
ihtiateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.
dîlik sizin değil, ancak ve ancak
yacı olanlar gibi değildir. Onlarm
(2/257)
...
Allah'mdır" demektir. Ve bu çağn^
binlerce yıldır yapageldiği gibi iriYalnız (iyi bilin ki) size benden bir
yanlışların, kötülüklerin, ahlaksızhidayet (hüdâ) geldiği zaman, kimler be- . sanları sıkıntıların, zorlukların, bih
k l a n n , aldatmaların, baskıların,
linmezliklerin
içerisinde
bırakmaz.
nim hidayetimi (hüdâma) uyarsa artık
zulümİeriri, hilelerin, sömîirülerin,
Zira Allah, öyle bir hadîdir ki hiçbironlara bir korku yoktur ve onlar üzülişkencelerin oluşturduğu bütün staşeyi şaşırmaz. Zira O'nun bilemedimeyeceklerdir. (2/38)
tükoları, isimleri ne olursa olsun,ği
hiçbir
şey
yoktur.
Onun
için
hiç
"Sırat", yol demektir. "Müstafailleri kimler olursa olsun, bunlabir şekilde "yehmâ" sözkonusu dekim", ise kendisinde bir eğrilik ve
n n tamamını reddeden bir çağndır.
ğildir. Çünkü o herşeyi yaratan ve
sapma bulunmayan şey anlamına
K
u r ' a n ise bu çağrının kaynağı,
yönetendir.
O'nun
bilemediği
hiçgelir. İki terim bir arada kullamlınca
birşey yoktur, olamaz. Zira O, eşi, ^ hakkın, hukukun, huzur ve saade"dosdoğru olan yol" anlammı ifade
tin, iyilik ve güzelliğin teminatı
ortağı, benzeri olmayan yegane Mâeder. Elbette ki çok değişik yollar
olan yegane "hüdâ" dır. Bir diğer
bud, İlâh, Hâhk, Rabb, Melik... dir.
vardır; kısa, uzun, dar, geniş, eğri,
ifadeyle
"dosdoğru yolun" yegane
O'nun
b
u
sıfatları
ise,
insanm
inançdolambaçlı, düz, yolcusuna sıkıntı
aracı ve işaret levhasıdır. "Hidayet"
ları, düşünceleri ve hayatı ancak
veren, rahat yolculuk sağlayan, hekitabıdır.-İnsanları dalaletten hidaO'nun hadîliğinde doğru yol üzerinr
,defe götüren, hedeften uzaklaştıyete, batddan hakka sevkeden "hüde
olur
ve
değer
kazanır
anlamınran... Fakat bütün bü yolların içerida"lann en önemlisidir.
sinde hiç itirazsız hedefe gitmeye en. dan başka bir şey ifade etmez. "Lâ
İşte bu (Kur'an), bizim indirdiği- .
İlâhe İllâllah" çağnsı ise bu mutlak
uygun olanı düz, geniş, kısa, rahat
miz
mübarek bir kitaptır. Buna uyun
rehberin
(el-Hadî)
varlığını
ve
sıfatve yolculukla amaçlanan hedefe göve Allah'tan korkun ki, size merhamet
larım formüle eden bir ifade, o muttürme özelliklerine sahip, olanıdır.
edilsin. (6/155)
.
lak rehberi kabulu tasdik eden bir
Allah'ın insanlara gösterdiği yol/ha(Ey insanlar) Rabbinizden size inbeyan/tasdik olur. Peygamberlerin
yat tarzı, herhangi bir yol/hayat tardirilene uyun ve O'ndan başka dostlara
insanlığa sundukları ilahî çağrının
zı değildir. O ' n u n gösterdiği yol
uymayın. (7/1-3).
özünü de "lâ ilâhe illâllah" oluştu"doğru olan herhangi bir yol" da
Ramazan ayı ki, insanlara yol göste- düşünceler, hayatın -tamamı "dosdoğru yol" üzerinde olur? Mensubu
rici, hidayeti; doğruyu ve yanlışı birbiolunan bu "dosdoğru yol" ise, hiçbir
rinden ayırt edip açıklayıcı olarak
tereddüte imkan vermeksizin, hem
Kur'an o ayda indirilmiştir. (2/185)
dünyanın v e hem de ahiret "haya tıKur'an bütün alemlere ancak bir
nın gerçek saadetini temin eder. İnöğüttür. (38/87)
san gerçek Hâdî'ye (el-Hadî) uyduEy insanlar! îşte size, Rabb'inizden
bir öğüt, kalplerdeki şüphelere bir şifa ve • ğu, o n u n r e h b e r l i ğ i n e göre inanıp/yaşadığı zaman iç huzuru elde
mü'minler için bir hidayet ve rahmet
eder, bireysel yaşantısına gerçek izolan Kur'an geldi. (10/57)
Gerçekten bu Kur'an insanları en zet ve şerefi kazandırır, ailesine ve
çevresine saadet bahşedecek bir hadoğruyola iletir. (17/9)'
***
yata mensup olur, toplumu adaletle
Resulüllah'm yanına gelen birisi, donamr, huzur ve saadetin miikemmelliği biitün toplumsal katmanlar"Ey Allah'ın Resulü b a n a öğret"
da yegane unsur olur/ insanlık gerder. O şahıs, bu isteği ile ilgili olarak
çek saadetin sahibi olur ve hatta büherhangi özel bir konu belirlemez.
"Bana şU veya b u k o n u y u öğret" tün evrende uyum ve mükemmellik
demez. Genel anlamda "Bana öğret" tesis edilir. İnsan kendisiyle, diğer
der. Bundan da anlaşıhyor ki, herşe- iiısanlarla ve evrenle uyumlu ve huyi kapsayacak, herşeye temel olacak zurlu bir şekilde irtibat kurup, sonu
birşeyler öğrenmek arzusundadır. gelmeyen bir saadetin sahibi olma
Onun bu isteğine Resulüllah'm ceva- hakkım o ândan itibaren elde etmebı: "Git Kur'an öğren" olur: O şahıs, ye başlar: Gerçek Hadî olan Allah'm
Kur'an'ı arzusunu gerçekleştirmede bildirdiği gibi inanıp, istediği gibi
yaşamak ise bütün bunların yegane
yetersiz bulmuş olmalı ki sorusunu
şartıdır! Bu bilgi ve şartlar ise, insantekrarlar. "Ey Allah'ın Resulü bana
öğret" Resulüllah'm cevabı yine aynı lara ilahî lütuf gereği takdim olunolur. O şahıs isteğini yine tekrarlar. muştur.
Resulüllah'm cevabı yine aynıdır. İs: '^O) Allah'm kitabıdır. O'nda siztek dördüncü defa yinelenince Resu- den öncekilerin haberi, sizden sonrakilelüllah'm cevabı görünüşte değişir; rin durumu, sizin aranızda cereyan eden
"Hakk, sevdiğinden de gelse, sev- olayların hükmü vardır. Allah'm Kitabı,
m e d i ğ i n d e n de gelse k a b u l et. hak ile batılı ayırt edicidir; beyhude bir
Kur'an'ı öğren. Onun yöneldiği ta- 'şey değildir. O'nu terkeden azgını Cerafa yönel." (7)
,
nab-ı Hak helak eder. O'nun. dışında hiBu rivayet Kur'an'm fonksiyonu- ^dayet arayanı Allah delalete düşürür. O
Mevla'nın sapasağlam ipidir; zikr-i hanu göstermesi açısından oldukça
önemli ve "anlamlıdır. Bu rivayet ara- kîm'dir, sırat-ı müstakimdir. O, öyle bir
cılığıyla bir kez daha öğreniyoruz ki, kitaptır ki, kendisine bağlanan arzular
sapıtmaz, kendisiyle diller yanılmaz: üsKur'an insan için biHnmesi gereken
tünlüğü ve mucizeliği asla nihayete erşeyleri açıklayan bir kitaptır ve insanı bir istikamete yöneltmek için gön- mez. Çok tekrarlandığından dolayı tazederilmiştir. Onun yöneltmeyi arzula- liğini kat'iyyen kaybetmez, alimler kendığı istikamet elbette ki dünya ve disine doyamaz (kendisiyle görüşler ihtiahiretin ebedi saadeti, adalet ve hak- lafa düşmez.). Cinlerin zaman zaman:
"Gerçekte biz, hayranlık veren ve
kın gerçek hakimiyetidir. İnsanlara
doğruya ileten bir Kur'an dinledik"
düşen ise onun yönelttiği istikamete
(72/1,2) demekten kendilerini alamadıkyönelip, p doğru yönde Kur'an'm
rehberUğinde yola devam etmek ve ları, kendisiyle konuşanların doğru söy- •
yaratılış hakikatına uygun gerçek sa- lediği, O'nu tatbik edenlerin ecir gördür
adet, adalet gibi bütün olumlu şeyle- ğü, O'nunla hükmedenlerin isabetli ve
adil davrandığı, O'na çağıranların dosri elde edebilmektir.
• Kur'an açıklar ki, Allah'ın hadîli-"" doğru yola delalet ettiği bir kitaptır." (8)
'
.
* * *
y.
ği kabul edildiği ve O'nun hüdâlanAllah,
insanlar
için
yegane
Hana uyulduğu zaman, bütün inanç Ve
dî'dir ve Kur'an ise O'nun insanlığa lütfettiği en önemli hüdasıdır.
Ancak elbette ki anlayanlar için, bilenler için, itaat edenİer için. Bümeyen, anlamayan, itaat etmeyenler
için değil. Sadece teorik' olarak bildiğini, anladığını söyleyen ve uygulamada iltifat etmeyenler için ise
hiç değil.
•
Kur'an'm yetiştirdiği nesil olan
Sahabîler, Kur'an'ı hiçbirzaman entellektüel boyutiarmı zenginleştirecek bir kitap olarak görmezler. Bilimsel icadlarin kaynağı veya habercisi, geçmiş toplumların başından geçen olaylan anlatan bir hikaye veya tarih kitabı, sadece ceza
hukukunu açıklayan bir hukuk kitabı, ifadesinin mükemmelliği kar- ,
şısında hayran kalınan edebi kitap... olarak algılamazlar. Onlar
için Kur'an hayatın kitabıdır, hidayetin yegane rehberidir. "Esenlik
yurdu" na uzanan yolun ancak ondan geçtiğini, dünyâ ve ahireti huzur ve saadetle donatmanın ancak
ona göre inanıp yaşamakla mümk ü n o l d u ğ u n u bilir ve ona göre
davranırlar. Onlar için Kur'an, hastalandıkları zaman dua etmek için
kullandıkları veya ölülerini azabdan kurtarmak için okudukları bir
efsun veya ölü kitabı da değildir.
Çok iyi bilirler ki, O canlıların kitabıdır. O yaşanan hayatın rehberidir. O "dosdoğru" bir hal üzere varolmanın kaynağıdır. Bunun için de
kelimelere -takılıp kalmazlar,.
Kur'an'ı baştan sona tefsir etmenin .
entellektüel gayretini taşımazlar(9)
Önemli olan Kur'an'ı yaşamaktır. Yaşamak için anlamalıdır, anlam a k için okumalıdır.- O k u m a k
önemlidir anlamak için, anlamak
önemlidir yaşamak için. Fakat okumak, elbette ki Kur'an'la ilgisiz bir
şekUde sahip olunmuş düşünceleri
ve inançları, yaşantıda yer alan uygulamalan, sahip olunan hâl ve hareketleri Kur'an'a onaylatmak için
değil, sadece ve sadece dosdoğru
bir inanca ve hayat tarzına sahip olmak içindir. Bu nedenle O'nu okurken, onu anlamaya çalışırken bütün
önyargılardan uzaklâşılmalıdır. Kafa ve kalp her t ü r l ü ' d ü ş ü n c e ve
len insanların, bu ayetleri duymainançtan tamamıyla boşaltılıp, sademak, onlara muhatap olmamak için
ce Kur'an'a yÖrielinmeli ve sadece
yaptıkları hal ve hareketler hakkınonun yönlendirdiği tarafa-meyledip,
da bilgi verilir;
sadece onun bildirdiği hal üzere olBiz Nuh'u kavmine gönderdik.
malıdır. Eğer Kur'an esas alınırsa,
"Onlara acı bir azap gelmeden önce
Kur'an'm bildirdiklerine iman edikavmini uyar" dedik. "Ey kavmim!"
lip onun bildirdiği gibi olunursa işte
dedi, "ben sizin için apaçık bir uyao zaman K u r ' a n " d o s d o ğ r u " bir
rıcıyım» A l l a h ' a k u l l u k edin ve
inancın ve hayat tarzının yegane
O'ndan korkun, bana da itaat edin
rehberi olma vasfım hakkıyla kazanki Allah sizlerin günahlarım bağışlamaya başlar. İşte o zaman, O'nun
sın. Ve sizi beli bir süreye kadar yakaranlıklardan aydınlığa çıkaran, şişatsın. Ancak Allah'ın süresi geldiği
fa olan vasfı bizzat yaşanarak farkezaman ertelenmez. Bihr (kişiler) oldilir. Yok böyle yapılmazsa, sadece
saydınız (biınu anlardınız).. (Daha
göz ye dillerle okunur, sadece sözlesonra Nuh: "Rabbim!" dedi, "Ben
ri ezberlemekle yetinilirse, haftzamn
kavmimi gece g ü n d ü z (Tevhid'e
bh- köşesini Kur'an'la diğer köşeleriimana ve ona göre yaşamaya) davet
ni başka şeylerle; hayatı da bir yöettim. Benim davetim onların kaçışnüyle Kur'an'la bir çok yönüyle de
larmı artırmaktan başka bir katkıda
başka şeylerle doldurmaya başlanırsa, aldanma başlıyor demektir.
İşte o zaman aydınlığa sırt döKur'an'm yetiştirdiği nesil olan
nüp karanlıklara' doğru yöneliş
Sahabîler,
Kur'an'ı hiçbir zaman
gerçekleşiyor demektir. Ziyad
entellektüel boyutlarını zenginleştibin Lebid anlatıyor; Resulüllah
birşeyler anlatarak konuşması, recek bir kitap olarak görmezler.
nı ".Az kalsın ilim kaybolacaktı"
Bilimsel icadlarin kaynağı, bîr hika' diye bitirdi. Şaşırdım ve "Ey Alye veya tarih kitabı, sadece ceza
lah'm Resulü! Kur'an'ı okuduğumuz, evlatlarımıza da okuttuğu- hukukunu açıklayan bir hukuk kitabı,
muz ve evlatlarımız da kıyamete
edebi bir kitap... olarak
kadar kendi evlatlarına okuttuğu
algılamazlar. Onlar için Kur'an
halde ilim nasıl olur da kaybedilmiş olur" dedim. Resulüllah
'hayatın kitabıdır, hidayetin
şöyle dedi: •
yegane rehberidir. ^
"Ey Lebid'in oğlu, annen seni
kaybetsin emi! (Nasıl böyle birşey
düşünebilir ve sorabilirsin?) Ben de se- bulunmadı. Günahlannı bağışlaman
için onlan (Tevhid'e ne kadar davet
ni Medinelilerin en bilgilisi görürdüm.
ettimse parmaklarını kulaklarına tıTevrat ve İncil yahudiler ve hıristiyankadılar, örtülerini başlarına çektiler,
lar elinde değil mi? Ama onlar Allah'm
direttiler, çok kibiriendiler." (71/1. emrini terkettikleri zaman, bu kitapların ellerinde olması kendilerine ne fayda
' Ebedî ve çetin azabı hak eden bu
sağladı?"'aO)
. Yanlış inanç v e hayat tarzları' insanların problemi, hakikati terketmeleri, hakikate sırt dönmeleridir.
nedeniyle Cehenneme sürüklenen
Üstelik hakikat kendilerine "apainsanların d u r u m u n d a n bahseden
bir kısım ayeti takiben, onların hüs- . çık", '"tekrar tekrar", "bol örnekler,
verilerek" İ5dce açıklanmış olmasına
ranla sonuçlanan bu akibetlerinin
. rağmen. Fakat insanlar buna rağsebebi şöyle, açıklanır; .
men hakikati terketmekten, hakikaPeygamber de (der ki): "Ya Rabte kulaklarını tıkayıp, hakikati görbil Kavmim Kur'an'ı terkedilmiş bımemek için örtülerine bürünmekten
rakfa." (25/30)
geri kalmazlar.
Diğer bazı ayetler de ise, kendiElbette ki "terketmek" sadece
lerine ayetlerle "dosdoğru" bir inan"reddetmek" değildir. Hakikati
a n ve hayat tarzının esasları bildiri-
duymamak için kulakları tıkamak
ve görmemek için de,örtülerin altına gizlenmek, sadece'parmakları
kulaklara sokmak'veya elbiseyi başa geçirmek değüdir:
Kur'an terkedilir; hükümlerini
hayattan uzaklaştınp, sadece raflarda bir süs eşyası gibi muhafaza ederek.
Kur'an terkedihr; O'nu hayattan
kovup, sadece hastalara ve ölülere
okunan bir kitap kılarak.
Kur'an terkedilir; O, kendinin
anlaşılır olduğunu, apaçık olduğunu, öğüt olduğunu, furkan olduğunu... tekrar tekrar bildirmesine rağmen, "O anlaşılmaz" veya "onu sadece falan anladı" deyip ondan fiilen uzaklaşarak.
K u r ' a n terkedilir; gözyaşları
. içinde, duygu seline sürüklene. rek dinlenen ayetlerin bizzat ha.. yata hitap ettiği görmemezlikten
gelinerek. > »
, •
Kur'an terkedilir; Kur'an
okunduğu zaman "müslümanhktan sapılacağı" sapkınlığı ile.
Kur'an'a kulakları tıkamaktır; M ü s l ü m a n i s m i n e s a h i p
o l u n d u ğ u halde, K u r ' a n ' m bildirdiği gibi inanmamak ve yaşamamak.
i
Kur'an'a kulakları tıkamaktır;
Başkalarına göre inanıp ve yaşamaya karşılık, Kur'an'ı ise sadece
överek hayır elde edildiğini veya
ona tabi o l u n d u ğ u n u - i d d i a etmek.
Kur'an'a kulakları tıkamaktır;
Hiçbir gerçeğe dayanmadan istenil- diği gibi inariıp, Allah'm ne dediğine kulak vermemek.
- Örtülerin altına saklanmaktır;
Hakk üzere olunduğu iddia edilmesine rağmen Kur'an'dan uzak durmak. X
Örtülerin altına saklanmaktır;
Hiç bir gerçeğe dayanmadan istendiği gibi yaşayıp " H u d u d u l l a h " ı
dikkate almamak.
^
Örtülerin altına saklanmaktır;
Okul, iş, evlUik, eş, çocuk, çocukların geleceği, tatil, ev, otomobil, rütbe, makam, maaş, terfi... deyip hayatı sadece bunlara göre yönlendirip,. Kur'an'ı bir tablo gibi duvara
asmak veya sadece belirli gecelerde
"formalite yerine gelsin" türünden
okumak.
Örtülerin altına saklanmaktır;
başka şeylere ve kişilere göre yaşayıp Kur'an'ı sadece kutsamakla tatmin olmak.
Örtülerin altına saklanmak ve
kulakları tıkamaktır; Kur'an'ı okumamaya ve okumaktan da ısrarla
kaçmaya karşılık, başka kitapları
okuyarak Kur'an okunduğu düşünce ve inanana sahip olmak.
Örtülerin altına saklanmak ve
kulaklan tıkamaktır; Kur'an'ı sadece
göbek üstünde taşman, öpülüp başa
konulan kutsal bir nesne haline getirmek.
Kör ve sağır olmaktır; Kur'an'sız
bir hayata sahip olmak. .
Kör ve sağır olmaktır; Kur'an'ı
en üst otorite kabul etmemek.
Kör ve sağır olmaktır; Kur'an'a
muhalif şeylere sahip olmak ve bunlan Kur'an'dan zannetmek...
Kısaca Kur'an'ı terketmek vardır; binbir türlü. Kulakları tıkayıp,
örtülerin altına saklanmak Vardır,
çeşit çeşit. •
Fakat halbuki hidayet ancak
O'ndadu-.
Allah'a ulaştıran yolu dosdoğru
gösteren ancak O'dur.
"Esenlik yurdu" yegane kapısı
O'dur.
Kurtuluş O'ndadır.
Huzur O'ndadır.
Gerçek O'ndadır...
Ebedi ve çetin bir azaba uzanan
gidişata sahip olmamak için yapılması gereken, insanlan her türlü karanlıklardan aydmliğa çıkaran hidayet rehberini terketmemektir, O'na
kulaklan tıkamamak ve örtülerin altına saklanmamaktır.
(Bu öyle) bir Kitab'dır ki,
Rabb'lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydmhğa; O güçlü ve
övgüye layık (Allah)ın yoluna çık a r m a n için O ' n u sana indirdik.(14/l)
' İşte benim doğru yolum bu. Ona
uyun, (başka) yollara uymayın ki,
sizi O'nun (dosdoğru olan) yolundan ayırmasın! (Azabından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye
•fediyor. (6/153)
memişlerdir, buna meydan vermemişlerdir." (İ3)
Buraya kadar genel hatlarıyla da
olsa "Dosdoğru YoF'un rehberinden
Dipnotlar
ve bu yolun yolcusu olmanın gerekI- Bu yazı, yazarın yayına hazır kilerinden bahsetmeye çahştık. Bütün
taplarmdan derlenerek hazırlanmıştır.
bunların özeti ise şudur; Bir Rivayet2- Kari Jaspers, Felsefe Nedir?, Trc:
te Resulüllah insanlarla olan duru- .'
İ.Zeki Eyuboğlu, Say yay., S.44
munu şöyle tasvir ediyor: "Benimle
3- J. Herman Randall-Justus Buchinsanların durumu, ateşin yamndaki
1er; Felsefeye Giriş, Trc. Ahmet Arslan,
kişinin durumuna benzer. Ateş ya- - EÜSBF Yay., 1982, İzmir, s.12-14.
nıp da etrafını aydınlattığı zaman,
4- Agnostisizm, Türkçeye "Bilinemezcilik" olarak tercüme edilen önemli
pervaneler ve diğer bazı böcekler
kendilerini ateşe atmaya başlarlar. O' bir felsefi düşüncenin ismi. Sonsuz, ilk
sebep, cevher, fizik ötesi hakikatlarm inda onlan yanmamaları için uzâklaşsan zihni tarafından bilineıneyeceğini
tırıriaya çahşır, fakat onlar yine de
savunan bir felsefi ekol. Bu konuda
kendilerini ateşe atarlar. Aynı şekilBertrand Russel önemli bir örnektir. O
de ben de sizleri eteklerinizden tukendisinin de mensubu olduğu bu feltup cehennem çukunma düşmekten
sefi düşünceyi şöyle anlatıyor; "Agnosalıkoymaya çalışıyorum. "Buraya • tik, hrıstiyanlığın ve öteki dinlerin ilgilendiği Tanrı ve gelecek hayat gibi
gelin, ateşten uzaklaşın, buraya gesorunlarda gerçeği bilmenin imkansız- ,
lin, ateşten uzaklaşm" diye bağınyolığına
inanır." (Russel, Bilinemezci Ne
rum. Siz ise elimden kurtulup ceDemektir? 132) (Konu hakkında geniş x
hennem çukuruna atılmaya devam
bilgi için bkz: Bolay, Felsefi Doktrinler
ediyorsunuz." (12)
Sözlüğü, 1987 Ankara, s.3; Hançerlioğlu,
Olmaması gereken bu d u r u m
Felsefe Sözlüğü, 1982 İstanbul, s.34,35).
nasıl gerçekleşmiştir veya gerçekleş5- Bkz. Erich Fromm, Sağlıklı Topmektedir? Bunun cevabım ise tarÜıin
lum, Trc. Y. Salman, Z.Tannsever, 1982
İstanbul, s.71,72,138, Duverger, Siyaset
aynasında bulabiliyoruz. Çevresindeki "müsİüman"larm durumlarını. Sosyolojisi, Trc. Şirin Tekeli, 1975 İstanbul, s.101-107.
.
^
tasvir eden bir ilim adamının şu sa6- İbn Mâce, Mukaddime 1
tırları tarihin aynasına yansıyanlar7-İbn Kayyım, Medaric 1/2Î.
dan sadece küçük bir örnektir;
8- Ebu Davud, el-Fiten 1; Müsned •
"Aman Yarabbi! İnsanlara ne oluyor
5/386.
da k u r ' a n ayetlerinden, vahiyden
9- Tirmizî, seVabü'l Kur'an 14; .
yüz çevirip, Kur'an'm bilgi hazinele- . Darimî, Fedailü'l Kur'an 1
10- Hicri 3. yüzyılın başına kadar
rinden Uim almaktan vazgeçiyorlar?
Kur'an'm tamamının bir kişi tarafından
Basiretlerini aydınlatmayı, canlandırmayı niçin terkediyorlar? FikirCe, yapılmış' tefsirine rastlamıyoruz.
Kur'an'm bir kişi taraftndan tamamıyla
bir kısım görüşlerden çıkarılan söztefsir edilmeye çahşılması ancak Hicri 3.
lerle (düşüncelerle) yetiniyorlar; bu
yüzyıldan sonra görülmeye başlanmış
görüşlerden dolayı aralanndaki bağbir durumdur. Bilindiği kadanyla bunu
ları koparıyorlar, birbirlerini aldatilk yapan da Taberî olmuştr. Böylelikle,
mak için yaldızlı fikirler atıyorlar.
o anda muhatap olmadığı için mahiyetini tam kavrayamadığı ayetleri de tefsir
Böylece de Kur'an'dan uzak kalıyoretme eğilimi müslümanların değişmez
lar. Sahabe arasında, Resulülgeleneği olur. (Bkz. Müslim, Kur'an
lah(sav)'m bir nassmı işittiği zaman,
Çalışmalarında Yöntem, Trc. Salih Özer,
buna kendi kıyası veya isteği, yahut
1993 Ankara, S.23)
keşfi yahut aklı, yahut ta siyaseti ile
II- İbn Mac, Fiten 26; Bıihari, halku
. karşı çıkan var mıdır? Onlardan biri ' efali'l ibad 105, 106; İbn Kesir, Tefsir,'
asla Resulüllah(sav)'in nassının önüTefsir 5/2415; Tirmizi, ilm 5
ne, akılla, kıyasla, keşfle, siyasi he12- Buhari, Rikak 26; Müslim, fedail
18.
sapla veya birini taklit etmekle bir13- İbn Kayyım el Cevziyye,
şey geçirmiş midir? Onların gözleri
Medaric's-Salikin, 1990 İstanbul, 1/16,
Ijöyle birşeyi görmekten korunmuş,
17.
kendi devirlerinde böyle birşey gör-
İsİamî mücadelede
bilgi ve eylem somnu
Şemseddin Özdemir
Türkiye'nin geçmiş kırk-elli
c e s s ü s l e m u a z z a m bir m e s a f e
. €ğ0r ciddi bir İslami yapı
yıllık d ö n e m i n e baktığımızda
alındı Türkiye'de de. İhtilal sol
insanlarla, cemaatlerle olan
islami m ü c a d e l e d e k a t e d i l e n
güçlere karşı yapılmış olmasına
mesafe hayli önemlidir. Bir dö- nnünasebetlerine, cemaat olarak rağmen Konya mitingini kendisibireylerle olan ilişkilerine kendi n e g e r e k ç e b u l m u ş t u . T ü r k i n e m n a m a z kıldıracak i m a m ı
b u l m a k d a h i - s o r u n i k e n ; inancının ilkelerini hakim kılomo- ye'deki İslamî oluşum, şiddetin
1950'lerden sonra kısmi yumumışso, o konuda gerçekten uygun yok edildiği ortamda daha iyi bir
' şama ile beraber İslam'la yenigelişme i m k a n ı n ı b u l m a y a deolanı yaşöyomıyorsa kendisinin vam etti. Çünkü düşüncelerimiz
den barışma sürecinin başladıbir çözüm, kurtuluş reçetesi
ğmı görüyomz. Fakat bu süreç
tartışıldı, k o n u ş u l d u ! Genç iniçinde çok az sayıda d ü ş ü n e n .
- sanlar, araştıran insanlar Kur'anı
, sunması mümkün değildir.
K e r i m i okıâmayâ, sünneti yenio k u m u ş insan u n s u r u b u l u n den
anlamaya
yöneldiler.
Mezhep ve.benzeri yaklamaktaydı. 1970'lere k a d a r T ü r k i y e ' d e ortalama
şımları,
tasavvuf,
rnezhep
ekolleri
vs. yeniden tartışhalk seviyesinde söz konusu olan bir müslümanlık
maya başladılar. Türkiye'de onbinlerce genç yetişti.
v a r d ı ve ancak m a h d u t sayıda da ilim ve bilinç
sahibi olan, a y d ı n fikirde i n s a n yetişmişti. A m a - Üniversitelerde ve değişik yerlerde., İlk kurulduğu
60'lardan 65'li yıUardan'sonra terciime faaliyetleriyanlarda gittikleri bölgeleri dejenere eden üniversitele beraber. Türkiye'de kültürel düzeyde bir gelişme
leir daha sonra öğrencileri vasıtasıyla, orada okuyan
oldu. Ve insanlar dini, İslam'ı yeniden babalarınmüslüman öğrenciler vasıtasıyla-şuurlu islamî arîla. dan analarından duyduklarından farkh olarak veya
yışı götüren bir işlev görmeye başladı. Halkın belirli
evlerinde var olan birkaç klasik kitabm, Ömer Nabir kesimi, ortalama bir İslamî şuura ulaştı. Yani arsuhi Bilmen veya bazı İşlam alimlerinin "ilmihal kitık Kur'an hakkmda biraz bilgisi var, sünneti daha
taplarmm ötesinde çok farklı eserlerden yeniden öğfarklı tanıyabiliyor, bir çok konuda ortalama bilgi
düzeyine ulaştı. Son yülarda televizyonların da devrenmeye başladılar.
reye girmesiyle bilgi seviyesinin yükseldiğini
Bu bilgilenme hadisesi aynı zamanda tartışmalagözledik.
'
rı da beraberinde getirmeye başladı. Türkiye'deki
. müslümanlar b u olcuma ve tartışma ortamıyla eski
Bu hızlı siyasal gelişmenin, aynı zamanda heyekalıplarını çatlatacak d u r u m a geldiler.. Bilhassa ' can düzeyi yüksek olan b u gelişmenin, h e n ü z ol197Û'den 8Q'e kadar olan dönemde" bir çok konu ele
gunluk düzeyinde davranışlara yansıdığını söyleaiıridı. Dergiler, kitaplar yayınlandı: Türkiye coğ- . memiz zor. Bu gelişmelerin mutlaka hem fikri dürafyaşı dışındaki ülkelerde gayret sarfeden İnsanlaizeyde' ayaği'yere basan 'noktaya ulaşması h e m de
. rm"kitap.Iarı yayınlandı ye okundu. Fakat b u ' ç o k . , .:ameİi düzeyde
gerekiyor. • H e m
hızh bir geçişti. 1980 ıhtUali öncesindeki İran İslam" fikir d ü z e y i n d e , t e v h i d i bilinç d ü z e y i n d e , h e m
Deyrimi'yle atkaismdan'Afganistan mukavemeti ve
Kut'an-ı'Kerim'in kavranması. Sünnetin özümlendüriyanm. değişik yerlerinde İslam'a yönelen bif temesi düzeyinde önümüzde daha epey almacak me-
- . v
'
.V
.'
temmuz - ağustos1996
25
diğimizi söylemekte güçlük çekmekteyizBirçok ticari teşebbüsümüz çok kısa
' ö m ü r l ü o l m a k t a veya b a z ı insanların
birbirini a l d a t m a l a r ı n a sebebiyet vermektedir. Kalp kırgınlıkları veya küskünlüklerle sonuçlanmaktadır. Verilen
sözler y e r i n e getirilmemektedir. Bund a n birçok m ü s l ü m a n arkadaşımız çok
dâ fazla bir rahatsızlık duymamaktadır.
Bunlar mutlaka giderilmesi gereken
. hastalıklardır. Mesela zanla hareket etme, insanlar h a k k ı n d a zanla d a v r a n ma, d u y d u k l a r ı dedikodularla h ü k ü m
y e r i p ahkam kesme, h ü k ü m verme gibi
problemlerin hala ciddi olarak davrasafe var. Bu ifade ettiğimiz gerçeklerin
nışlarda düzeltilmediğini görmekteyiz.
bir model olarak yaşayışa dönüştürülH a s e t , ç e k e m e m e z l i k vb. p r o b l e m l e r
mesi, hayatımızda temsil edilmesi gibi
fikren mesafe almış pekçok arkadaşımıönemli bir problemle karşı karşıyayız.
• z m hala çözemediği problemlerdir. ÇeSonuçta b u g ü n b u l u n d u ğ u m u z hal bizim ellerimizin sonucudur. Eğer bu bi- • kememezlik, birbirini hazetmeme duygusuyla başkasının k u y u s u n u ' k a z m a y a
z i m i s t e d i ğ i m i z n o k t a değil ise,
çalışma veya bağy, tecessüs, dedikodu,
o l u m s u z bir n o k t a d a isek, d e m e k ki
alay, iftira ve K u r ' a n ' m haram ettiği büb i z s o n 30 y ı l d a a n c a k b u n o k t a y a
tün bu tür davranışların bazıları müslügelmiş b u l u n u y o r u z . Bunlar özellikle"
d e bilgi düzeyinden çok davranış dü- • manlar tarafmdan. maalesef çok büyük
zeyine, u y g u l a m a y a yönelik, ahlaka,
bir rahatsızlık d u y u l m a d a n yaşanmaya
eyleme yönelik g i d e r m e m i z g e r e k e n
. d e v a m edilmektedir. İşine geldiği zaeksikliklerimizdir kanaatimce.
m a n ayetleri y o r u m l a y a n , onlara kılıf
• Rahmetli Seyyid K u t u b "örnek bir
bulan bir anlayış, b u g ü n hâlâ bir probKur'an nesli olmalı. Bu örnek Kur'an nesli
lem olarak birçok insanm karşı karşıya
öyle bir model ortaya koyabilmeli ki, insanolduğu bir hastahktır.
lar bunu tercih etmeli. Ne kadar güzel güDin sadece insanlara birşeyler söylezel konuşursanız konuşun, sizin lafınıza
m e k değildir. Oryantalistler gibi, bir bildeğil, yaşayışınıza bakarlar." demişti. O
gisayar gibi bilgileri depolamak önemli
bakımdan b u gehşmenin, Kur'an-ı Kedeğildir. Bu hataları devam ettirdiğimiz
rim'in ifadesiyle asli anlamını bulması
sürece ne k a d a r güzel konuşursak koiçin emredilenlerin m u t l a k a yaşayışa
n u ş a h m insanlar bizim yaşamamıza bageçirilmesi lazım. Kitap Ehli'nin eleşkacaklardır. Yalan söyler, s ö z ü m ü z d e
tirildiği mesela. Bakara Suresinin 44.
d u r m a m a y a d e v a m edersek, herhangi
a y e t i n d e "Siz insanlara d o ğ r u olanı,' • b i r h a b e r i d u y d u ğ u m u z z a m a n hiç
hak olanı e m r e d i p de kendinizi m i
araştırmadan hemen bir kimseyi mahu n u t u y o r s u n u z ? " ifadesinde anlamım
kurn edersek, zanla insanlara yaklaşırbulan bu gerçeği dikkate alarak bizim ^ sak, isimler takarsak, alay edersek invahyi
gerçekleri,
Hz.Peygam'sanları kavimlerine göre suçlamaya kalber'in(say) tatbikatıyla oluşan gerçekkarsak, ticari, siyasi, kültürel pratiğiinileri bir model olarak yaşayıp, insanlıze tutarsızlıklar h a k i m ise, "uyümsuzğın k u r t u l u ş u n a s u n m a mecburiyeti' luk, tutarsızlık, hergün ayrı bir davianış
miz vardır. H e n ü z gerçekten ihsanlara . s e r g i l e r s e k herin Allâhu Teala mücadeörnek olacağımız mesela ticarî ortaklemizde bereket vermeyecektir, hem de
lıkları K ü r ' a n ' ı n istediği d ü z e y d e , İs- b ü n u gözlemleyen inşşnlar böyle davlarn'm arzu ettiği düzeyde oluştu'rabil- ^ r a n a n insanların a f k â ' s m d a n ğitmeye-
çektir. Şu halde, sonuçta kusur müslüman kesimdedir. Eğer bir sistem öneriyorsanız, mevcuda karşı model sunuyorsunuz demektir. Öyleyse bunun pratiğini göstermeniz gerekir. Bu cemaatleşme modeUnize de yansımalıdır. . >
Bugün ulaştığımız fikri düzey, henüz maalesef davranışlarımıza bireysel
olarak yansımadığı gibi büyük oranda
Türkiye'deki cemaatleşme hadisesine
de yansıyabilmiş değildir. Eğer ciddi bir
yapı kendi içişlerinde ve kendi dış işleyişinde, insanlarla olan münasebetlerine, cemaatlerle olan münâsebetlerine,
cemaat olarak bireylerle olan ilişkilerine
kendi inancmm ilkelerini hakim kılamamışsa, o konuda gerçekten uygun olanı
yaşayamiyorsa kendisinin bir çözüm,
• kurtuluş reçetesi sunması mümkün de-'
ğildir.
•
'
Bugün Türkiye'de insanlara müslüm a n l a r olarak u m u t o l d u ğ u n u iddia
eden cemaatlerin iç yapılarında henüz
bahsettiğimiz problemi gideremedikle- .
rinin en tipik örneği şudur: Fertlerin çoğu tembeldir. Düşünce üretmezler, taklitçidirler, hazır çözüm bekleyicidirler'.'
Cemaat olarak, cemaat yapısı içindeki
fertlerin çoğunun bu durumda olduğu
bir yapı ne kadar Kur'an'dan bahsederse bahsetsin henü^ onu maalesef arzu
edilen oranda kavrayabilmiş değildir."
Eğer kavrayabilmiş olsaydı, herkes gücü oranmda üretimde bulunmak, katkıda bulunmak mecburiyetinde olurdu.
Toplumları bireyler değil, topluluk-,
lar, organizasyonlar ve cemaatler etkiler
\ ve değiştirirler. Cemaatler bozuk olursa
toplumun bozuk olması ihtimali daha '
fazladır. Cemaatler, yani organik güçler, teşkilatlı güçler d ü z g ü n olurlarsa, ..
örnek olurlarsa, toplum onlarm arkasın-"
dan gider." Çünkü toplum güvenilir bul, düğü insanları arar. Şu halde düşünen, üreten, yetenek ye kabiliyetlermı inancinın emrine veren, halkının kurtuluşû
için harcayan, o n u n içiri gayret "sarfeden, kafasını pioblem çözmek . için yoran insanlara, yapılara ihtiya*ç"var'dıı'.
Hasedi, dedikoduyu, iftirayı" üi'r tarafa
bırakmış ve birbirleriyle^mürfıince ko' nuşan, arkasmdan da"yüzüne'de rahat- .
ça konuşan, hakaret ötmeden konuşan,
a d a l e t i h a k i m kılan, haksızlığı değil
hakkı savunan bir anlayışı böyle yapılarına taşımamız gerekiyor. T ü m b u sıkıntılar b u g ü n d ü n e göre d a h a az olmakla birlikte hâlâ gözlemlenebileiî hususlardır. B u g ü n k ü n d e n d a h a iyi bir
noktaya varabilmemiz için bu ve benzeri problemleri de mutlaka aşabilmemiz
gerekiyor bu süreç içinde. Elbette insan
unsurunu biz düzeltmek mecburiyetindeyiz. Bu nesillerin bir vebalidir bu. Burada ciddi bir eğitim problemi vardır.
Bû eğitimi neyle sağlayacağız? Kajmakları nelerdir? B u n u n birinci k a y n a ğ ı ,
Kur'an-ı Kerim'dir. Yani Allah'm indirdiği kitabm, bireylerin olduğu kadar çeşitli cemaatlerin de eğitim kitabı ve başlıca eğitim metni olması gerekiyor. İnsanlar bu Mtabı bilecekler,
b u kitaba adam gibi yaklaşacaTclardır; b u n u
tanıyacaklardır. Hiçbir gerekçenin, hiç- bir sebebin, dünyevi veya başka hiçbir izah tarzının, ben bu kitabı'anlamıyorum, bu kitabı okuyamadım t ü r ü n d e n
bir gerekçe sunabileceğini zannetmiyoruz.
• . ^
,
Bu kitap bizim eğitim kitabımız olacaktır. Biz o kitabi okudukça u f k u m u z
açılacaktır. O k u d u k ç a birçok ç a r p ı k
davranışımız ' düzelecektir.
Düz'eltemiyörsâk Allah'ı ciddiye "almamış '
oluyoruz demektir. Demek ki b u eğitim m merkezinde Kur'an-ı Kerim vardır.
Artık dedikodudan, gıybetten yalan hâ.berden, zinaya yaklaşmamaktan, iftira
atmamaya kadar birçok ahlaki ilkelerd e n miras h u k u k u n a , şahitliğe k a d a r
tüm bu hükümleri biz Hakk'a göre uyg u l a m a y a başladığımız z a m a n , O ' n a
göre insanları eğittiğimiz z a m a n artık
başka bir topluluk ortaya çıkmaya başlayacaktır. Bil şekilde ilk neslin yetişme
mantığını "yakalayacağız. Bu eğitim olmaksızın ise b u g ü n yaşadığımız tablo
ortaya.'çıkaçaktır.
' .^Büğün m ü s l ü m a n bireylerin eğitiminde genellikle kulaktan dolma bilgi '
vardir. Üstelik cemaatin büyük ekseriyeti k u r ' a n ' d a n habersizdir. " Onu ancak
teb'errükeh okurhaktadıir.. İkincisi," cema-.
âit veya g r u p l a r d a n b ü y ü k ekseriyeti
Toplumları bireyler değil, toplu-,'
luklar, organizasyonlar ve cemaatler etkiler
ve değiştirirler.
Cemaatler yani
organik güçler,
teşkilatlı güçler
düzgün olurlarsa, örnek olurlarsa toplum onların arkasından
gider. Çünkü
toplum güvenilir
•bulduğu insanları arar.
Bize fikren karşı K u r ' a n ' ı lokumadıkları gibi, b a ş k a c a
olmokla beraber, ciddi bir eğitim faaliyetleri d e yoktur.
kabul ettikleri liderlerin veya
eğer insanlar bi- Kimileri
şeyhlerin bazı kitaplarmı ezberleyerek,
zim elimizden, di- o ahlakın kendisine yeterli o l d u ğ u n u
limizden güvende z a n n e t m e k t e d i r . Kimileri g ü n ü b i r l i k
iseler, yani bun- ne öğreniyorsa ¿na göre yetişmektedir.
de işte cami hocalarmm hutbe ve
lar hırsız değildir," - vKimi
aazlarındaki konuşmaları kendileri
bunlar adam al- için yeterli bulmaktadır. Her cuma bur
datmoz, kimsenin hutbe dinleyip, iyi bir m ü s l ü m a n oldunamusuna göz ğ u n u z a n n e t m e k t e d i r . Ve b u şekilde
m düzeldiklerini zannetmektedirler
dikmez diyorlar- hh ee m
d e t o p l u m a yeni bir sistem inşa
sa, işte olması . edeceklerini zannetmektedirler ki, b u
gereken de bu- anlayışın yeterli olmadığını görmektedur. Şu halde aile yiz. Bunun haricinde bir çıkış yolu-bulı z m ü m k ü n değildir; başarımız
hayatımızdan ti- . bmua m
eğitim düzeyinin, b u eğitim proble"cori hayatımıza minin halline bağlıdır.
kadar herkesin
Böyle bir anlayışm oluşması süregıbto ile baktığı cinde bireyler olarak, cemaatler olarak
bir modeli ortaya b i r b i r i m i z e k a r ş ı d e n e t l e m e h a k k ı n ı
hepimize sağlamamız gerekmektedir.
koymak mecburi- Asr
Suresi'nde ifade'edilen "Birbirleriyetindeyiz. ne hakkı ve sabrı tavsiye etme" mekanizmasmı kesinlikle her düzeyde işletm e m i z g e r e k m e k t e d i r . Ö n ü m ü z e engeller koymamalıyız; insanlar rahatça
problemlerini yansıtabîlmeli, rahatça
konuşabilmeli, hatamız varsa bizi rahatça eleştirebilmelidirler. İşte o zaman
biz, o z a m a n Türkiye'deki m ü m i n insanlar, bizi f i k r e n s e v m e y e n , f i k r e n
bize karşı olan bir çok çevrenin d e takdir ettiği insanlar haline geleceğiz. O
zaman ş u n u diyeceklerdir: "Evet bu in-sanlar düşüncede bize göre katı, bizim ya-^
şayamayacağtmız, bir hayat tarzım benimsiyorlar ama bunların namusundan emin
olunur. Malımızı teslim etsek güvenilir.
Canlarından, mallarından,
ırzlarından
herkes güvendedir.'•'
Bu s o n d e r e c e
önemli olan bir husustur.
Bize fikren karşı olmakla beraber,
eğer insanlar bizim elimizden, dilimizden, s ö z ü m ü z d e n g ü v e n d e iseler, yani
bunlar hırsız değildir, bunlar a d a m ald a t m a z , k i m s e n i n n a m u s u n a gözdikm e z diyorlarsa, işte olması gereken d e
• b u d u r . Şu halde İjiz aile hayatımızdan
ticari hayatımıza, siyasi hayatımıza, her
türlü- faaliyetimize kadar herkesin gıbta
ile seyredecek olduğu bir modeli ortaya
koymak mecburiyetindeyiz.
Yoksa nitelik açısından gelişme kaydetmedikleri sürece müslümanların siyasetten ekonomiye kadar etkinHklerini
çok d a h a b ü y ü k b o y u t l a r a taşımaları
çok fazla bir anlam ifade etmeyecektir.
•Şu h a l d e hızlı gelişebilirsiniz, eğer
kaliteniz, kaliteli ve ilkeli davranışınız
yoksa bir sonuç elde edemezsiniz, ikincisi, yeni bir sistem inşâ etmek basit bir
iş değildir. Eğer yeniden Allah'ın dinine v e vahyine u y g u n bir hayat tarzını
sadece m ü s l ü m a n l a r ı n değil, t ü m insanlığın kurtuluşu için bir model olarak
sunacaksak, bu, ciddi bir k o n u d u r . Bu
k o n u d a çok kafa yormainız gerekmektedir. Bu konu üzerinde d ü ş ü n e n kafa,
sayısını değil, kaliteyi artırmarnız lazımdır. Kaliteyi ilımal edip sayıca çoğal ı y o r u z d i y e ö v ü n ü r s e k b u d o ğ r u olmaz. Buna çok çarpıcı bir örnek olarak
ş u n u veribiliriz:
Refah Partisi 400 civarmda belediye
başkanhğım kazandı ve bununla övünm e y e d e v a m , ediyor." A m a d a h a önce
çok ö v ü n d ü ğ ü teşkilatının b u belediyel e r i e l d e e t t i ğ i z a m a n k a l i t e l i ;insan
problemini çözemediğini gördü. Bir çoğu RP ile Uişkisi olmayan, diğer g r u p ve
cemaatlerden insan temin etmek suretiyle b u problemi çözmeye çalıştı. Dem e k ki meselenin bu yönü ihmal edilmişti. RP'nin binlerce gönüllü elemanı
o l d u ğ u . h a l d e işi y ü r ü t m e k o n u s u n d a
bir eksiklik vardı.
D e m e k ki sayısal ü s t ü n l ü k yetmem e k t e d i r . T o p l u m d a yeni bir sistemi,
yeni bir hayat tarzını inşa etmek ve İslam'ı, b ü t ü n insanlığın gerçekten aradığı bir sistem .olan islam'ı o insanlığm
anlayışına, kavrayışına özünden aslâ taviz vermeksizin s u n m a k ciddi bir iştir.
Bunun için kaliteyi artırmak mecburiyetindeyiz. Mutlaka örnek olmak mecburiyetindeyiz. H e r t ü r l ü hareket tarzımızla, b ü t ü n varlığınıızla örnek olmak
mecburiyetindeyiz. Bizi başarılı kılacak
olan da b u d u r .
' "'
Başan, ilkelerimizle
varolabilmektir
Mesut Karaşahan
Muhafazakar aileler de artık
Havotın her alanında ölümcül bir ^^ « i d u ğ u gibi ülkede Amerideniz ve tatilin tadım gönüllerin- •
ce çıkarabilecekleri modern bir te- Mrten™ ve çö^msodopün ,aşandığı
sise kavuştu. Ege sahillerinin
oıgı bir
oır dönemde,
o o r ı e ı ı ı u e , müslümanların,
rTiusıumunıunn,
d a a n t i - e m p e r y a l i s t h*a s s a v e
gözde koyUnndan Akbük'te 30 güCÜnÜ hem İdeolojik hem de omeir hassasiyetlere sahip olduklariHaziran'da açılan Hotel Caprice,, üstünlüklerinden Oİon gÜçlÜ bir meKemalist rejimin destekçile-ri, halktan gelen "devrimci"(!)
r Î ^ İ "
-¿lleK S
sojlc kitlelenn
to
^
dalgalanmalara karşı tampon
turizmde de özellikle Protestanla- gerekmez miydi? Forklı bir düşünüş olarak kuUarulan, gerektiğinde
nn ilgi odağı haline geldi. Yaz se-' ve eyleyiş biçiminin de olabileceğini maşa vazifesi gören bir kesim
zonu boyunca tam kapasiteyle çaolarak v a s ı f l a n d ^ r ü a m a y a c a k kendi örneklikleriyle göstermeleri larmı belli edeli d e çok z a m a n
lışacak Hotel Caprice'te, isteyen-'
.
gerekmez miydi?
ler genel plajda denizden yararlageçmiştir. M ü s l ü m a n l a r m e f nırken, özel kadın plajı ve havuzu
. ,
_
kezi değil m e r k e z k a ç güçleri,
tıklım tıklım doluyor. fETPA'nın satın alarak hizmete
statükoyu değil değişimi temsU etmektedir. .
sunduğu Hotel Caprice, Türkiye'nin içki satışı yapılmaB u g ü n Türkiye c o ğ r a f y a s ı n d a y a ş a y a n m ü s l ü yan ve kumar oynanmayan beş^yıldtzb ilk oteli olma özelmanların geçmiş onyillara n a z a r a n siyasetten ekoliğini de taşnjor. (Y^eniŞaiak, 3.7.1996)
nomiye, eğitimden, entellektüel faaliyetlerden m e d yaya kadar hayatın h e m e n her alanında m u k a y e s e
kabul etmez ölçüde etkin oldukları bir, gerçek. Şimd i artık o n l a r m partileri seçimlerden birinci p a r t i
olarak çıkıyor, iktidar ortağı, oluyor, m ü s l ü m a n beBugün T ü r k i y e c o ğ r a f y a s m d a yaşayan m ü s l ü lediye başkanlarımız yerel yönetimlerdeki başarılamanların geçmiş onyillara n a z a r a n İslami bilince,
rıyla göz d o l d u r u y o r , halkın teveccühüne .mazhar
sahih ve tevhidi bir islam anlayışma sahibolma yooluyor; m ü s l ü m a n p a r t i lideri, v e s i y a s i l e r i m i z i n
lunda katettikleri mesafenin mukayese kabul etmez
verdikleri her beyanat içte ve dışta b ü y ü k bir ilgiyle
, boyutta o l d u ğ u n a k u ş k u yok. M ü s l ü m a n l a r artık
takibediliyor, çoğu kez ülkenin siyasal g ü n d e m i n i
60'larda olduğu gibi ideolojik ve siyasal smıflandıronlar belirliyor; velhasıl rüzgar artık müslümanlarmalarda "sağcı kesim"e m e n s u p olmadıklafmm bid a n yana esiyor.
•
Uncine varmış, "İslam sosyalizmi"nin bir adlandırmadan, öte İslam'la ilgisinin olamayacağının yeteMüslümaıüar yerel ve global sisteme muhalif -"
rince idrakinde, liberal siyasal doktrinlerin -en âzınveya öyle gözükegelen- diğer ideolojik yaklaşımlad a n entellektüel düzeyde- sorgulanmaksızm kabule
rın d i n a m i z m y e canlılıklarını b ü y ü k ölçüde yitirşayan şeyler olmadıklarmin farkındalar. Artık m ü s dikleri bir d ö n e m d e alternatif sunabilecek tek idelümanlar 60'larda yaşanan "kanlı pazar" hadisesinolojinin/inancm sahipleri olarak entellektüel afayış-
l a n n ilgi odağı hâline geliyor. Fikri,
Seyyid Kutub
sanatsal vb. etkinlikleri geçkurtûluşun ancak, kültürel,
miş dönemlerdeki cılız görüntüsünden
örnek bir islam
sıyrılıyor, sağ ve sol -ve daha ziyade
toplumunun tesol- hareketlerin b u alanda açtığı boşşekkülüyle 'müm- ' luğu doldurmaya aday olduğunun işaretlerini veriyor. Yazılı ve görsel yaymkün olduğunu vâ- • ları,
gazete, dergi ve özel TV'leriyle gezıh biçimde orto-^ niş kitlelerin ilgisine konu oluyor.
ya koymuştu. •
- Yine bunlardan bağımsız olmayan
• Ğserleri, adeta benzeri grafikler d e ekonomi, eğitim
vb. alanlarda gözleniyor. Holdüıgleriy"best seller"'olle, MÜSİAD'lanyla, "faizsiz, helal kamuştu. Voksa zanç kurumlan"yla ekonomik ve ticari
müslümanlar olahayattaki ağırlıklarını her geçen gün
daha da hissettiren müslümanlar ülkerak bugün serginin
dört bir yanmı saran imam-hatiplelediğimiz manzara
ri, K u r ' a n K u r s l a r ı ve d a h a ilginci,
bu kitoplann satıl- "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne -İslam oldığı orondo okunmasa da - Türk dünyası" hayalini ademadığını, okundu- • ta eğitim alanında gerçekleştiren özel
kolejleriyle eğitim sahasmda ispatı vüğu oranda idrak
cut ediyorlar.
edilmediğini, idYüksek öğrenim k u r u m l a r ı n d a ,
rak edildiği oranüniversitelerde, gerek öğrenci gerek
da da hayata ge- . öğretim üyesi veya idareci olarak müs: çirilmediğıni mi lümanlarm, mevcudiyeti yine belirgin
biçimde kendisini hissettiriyor. Çoğu
gösteriyor?
fakülte, kılık kıyafetleriyle İslami kimliklerini belli eden öğrencilerle dölup
taşar v e "Kemalist dinazorlar"ı endişeye sevkeden g ö r ü n t ü l e r arzederken,
bazı fakültelerdeki akademik hayat da
bütünüyle müslüman akademisyenlerin çalışma ve gayretlerine terkedilmiş
gibi gözüküyor. Sonuçta Türkiye namaz kılan üniversite öğrencisine rastlamanın son derece hayreti mucip bir vaka o l d u ğ u d ö n e m l e r d e n b u g ü n l e r e
gelmiş bulunuyor.
•
Bütün bu yaşanan süreç kuşkusuz
sadece nicel bir ilerlemeyi, salt kantitede gözlenen bir gelişmeyi yansıtmıyor.
Kuşkusuz aynı süreç zarfmda, yukarıda da değindiğimiz gibi, müslümanların tevhidi bilinçlenme düzeyinde de
ciddi çabalar sarfedildi; İslam'ı, dünyayı,^ h a y a t ı k a v r a y ı ş ı m ı z , b a z ı . d i n î , '
Kur'anî, ideolojik... kavramları anlayışımız kayda değer bir süzgeçten geçti.
'60'larda başlayan tercüme faaliyetlerinden bu yana mukayese edilebiUr öl-"
çüde bir itikadi ve zihinsel arınma süreci yaşandı.
• Ancak bugün herşeye rağmen müs- lümah fert ve grupların sergiledikleri
manzara, benimsedikleri hayat tarzı ve .
pratikleri dikkatle incelendiğinde pek
de ümit verici bir hal üzre olmadıkları
görülecek, nicel ilerlemeye, aynı ölçü ve ,
paraleldeki nitel bir gelişme ve tekamülün de eşlik etmediği müşahade edilecektir. Mehmet Altan'm deyişiyle (Ümran, Mayıs-Haziran 1996) "cenazesi kaldınbnadığı için artık kokmaya İjaşlayan
sistem"in kirliliğinden nasiplerini
a l m a k ü z e r e o l d u k l a r ı -ne yazık, ki gözlenecektir.
^
Halbuki, yerel ve global ölçekte tam
da tarihin kırılma anmı idrak ettiğimizbu dönemde müslümanların,- sisteniin
ürettiği mikrop ve hastalıklardan berî,
her bakımdan sağlıklı kimseler olarak
geniş kitlelerin gerçekten de tek u m u d u ^ ,
haline gelmeleri gerekmez miydi? Hayatın her alanında ölümcül bir kirlenme, kokuşmuşluk ve çözümsüzlüğün
yaşandığı bir dönemde güçlü bir mesajla, gücünü hem ideolojik hem de amelî
üstünlüklerinden alan güçlü bir mesajla
kitlelerin karşısma geçmeleri gerekmez
miydi? Farklı bir düşünüş ve eyleyiş biçiminin de olabileceğini, sadece yerel
anlamda değil, fakat global ölçekteki
bir felaketten de kurtuluşu sağlayacak
alternatif bir yaşayış tarzmm da olabileceğini kendi örneklikleriyle göstermeleri laSiım gelmez miydi?
Merhum Seyyid Kutub kurtuluşun
ancak örnek bir İslam toplumunun, model teşkil edecek bir müslüman cemaa t i n , ö n c ü bir g r u b u n t e ş e k k ü l ü y İ e
m ü m k ü n olduğunu yeterince vâzıh biçimde ortaya koymuştu. Eserleri, başta
Yoldaki İşaretler ve Fi-Zilali'l-Kur'an
olmak üzere, sözünü ettiğimiz bilinç-'
lenme döneminin adeta "best seller"la- rı, en çok satan kitaplan olmuştu. Yoksa
müslümanlar. olarak bugün sergilediğim i z m a n z a r a b u k i t a p l a r ı n satıldığı
oranda okunmadığını, okunduğu oranda idrak edilmediğini, idrak edildiği
oranda da hayata geçirilmediğini mi
gösteriyor? Kendisini İslamcı a d d e d e n
kaç kişinin/ailenin k ü t ü p h a n e s i n d e bu
ve benzeri kitaplar mevcut değil?
• Yoksa '80'lerde y a ş a d ı ğ ı m ı z , tanık^
o l d u ğ u m u z yükseliş, İran islam İnkılabı, Afgan cihadı ve diğer İslam beldelerindeki hareketlerin rüzgarıyla kabarmış heyecan dalgalarının yolaçtığı bir illüzyon, bir yanılsama mıydı? Yaşadığımız şey, zaaflarımızın, kusurlarımızın
bir heyecan perdesiyle örtülmesi, gözlerden, saklanması vakası mıydı?
Ç ü n k ü , bu öyle bir heyecan fırtınasıydı ki, Marksist d ü ş ü n c e sahiplerinin
kapitalist toplumda proleteıya diktatörl ü ğ ü n ü beklemeleri gibi, kapitalizmin
kendi içinde yaşattığı buıjuva-proleterya çelişkisinin o n u mutlaka proİeterya
diktatörlüğüne dönüştüreceğini u m m a ları gibi, ' 8 0 ' l e m genç m ü s l ü m a n kuşağını d a bir "İşlam d e v r i m i " n i bekler,
gözetler hale getirmişti.
;
, /
Ama beklenen m e h d i gelmedi; devrim olmadı. 1990'lar, bilakis. Doğu Bloku ve Sovyetler'in çöküşüyle b ü y ü k ölçüde yitip gitmeye y ü z tutan Marksist
d e v r i m c i u m u t l a r l a a d e t a eş z a m a n l ı
olarak m ü s l ü m a n devrimci beklentilerin canlılığını yitirdiğine tanık oldu.
Heyecan dalgası yatışırken, zaaflar
kendisini belli etmeye haşladı. Fifoî bilinçlenmeye paralel, onunla aynı ölçüde
bir amelî değişim hadisesinin aslında
yaşanmadığı daha kolay anlaşılmaya
başlandı. Davranışlara aksetmeyen düşünsel/kültürel çaba ve faaliyetlerin kur u v e faydasız bir entellektüalizmdeh
b a ş k a b i r ş e y o l m a d ı ğ ı g ö r ü l d ü . Ve
"tesettür"ün-"defile'-lerinden yani
"teşhir"inden
haremlik-selamlık
şartlannda denize girme imkanı sunan
"beş yıldızlı İslamî ö t e r l e r gibi
g a r a b e t l e r i n , çirkinliklerin y a ş a n d ı ğ ı
günlere gelindi. ^ '
M ü s l ü m a n l a r m e d y a alanında güçlendi. Artık k e n d i yaklaşımlarını d a h a
• g ü ç l ü bir sesle k a m u o y u n a iletebilen
özel TV'leri var. Ancak biraz dikkatle
bakıldığında görülec e k t i r ki, T V ' n i n
k e n d i işleyiş mantığı, reklamcılıktan zihinsel u y u ş t u r m a y a
kadar 'Tpizim TV kanallarımız"da da hü^i
k ü m r a n . "Bizim TV
kanallarımız"da da
en ciddi, fikir düzeyi
. yüksek
tartışma
p r o g r a m l a r ı n ı n en
can a h c i n o k t a s ı n d a
a r a y a r e k l a m l a r girebiliyor; hani şu
" A n n e m ö Reklamcı
O l d u ğ u m u Söylemeyin, O Beni Genelevd e Piyanist Sanıyor"
b a ş l ı k l ı ü n l ü r e k - 1990'larda tesettür defileleri" olağan şeyler .lamcılık eleştirisine
haline geldi.
konu olan türden.
Ç ü n k ü b u sistemin işleyişi için para, para içinse -genellikle kaçınılmaz biçirndeilkesizlik lazım. Ahlakî ilkelerden ö d ü n
vermek, reklam olgusuna, reklam aracı
olarak kadımn kullanıldığı reklam filmlerine yer v e r m e k lazım. Böyle değilse
bile, e n a z ı n d a n t a r t ı ş m a v e s o h b e t
programlarmi, reklamlara hizmet eden
birer sirk gösterisine d ö n ü ş t ü r m e k lazun;
^' .
M ü s l ü m a n l a r eğitini a l a n ı n d a güçlendi. Gerek İslamî kimliğe sahip öğrencilerin orta ve yüksek öğrenimdeki sayısal mevcudiyetleri, gerekse kendi açtıkları K u r ' a n k u r s u , özel okul, kolej,
imam-hatip liseleri vb. b a j a m m d a n geçmişe, kıyasla hayli a ğ ı r M ı bir k o n u m a
geldiler. Peki bu gelişme kaUte bakımınd a n da benzeri bir ilerlemenin kaydedildiğine m i işaret ediyor? Bu okullard a n m e z u n olan öğrenciler gerçekten .
"İslamî bir eğitim" n ü almış oluyorlar?
A r ı - d u r u bir İ s l a m a n l a y ı ş ı n a , k e n d i
v a z g e ç i l e m e z i l k e l e r i n e , ya b i r l i k t e
olunması, ya da ölünmesi gereken o ilkelere sahip olarak m ı hayata atılıyorlar? Adriyatik'ten Çin Seddi'ne projesi- ni özel kolejler d ü z e y i n d e realize eden
okullarm, kendi müfredatlarmda, resmi
o k u l l a r d a aşılanan ilke v e inkılaplara
Sistemin
• sahipleri, eğer
• demokrasinin
• nimetlerinden
yorarlanmak istiyorsanız, bizim
gibi düşünmeli,
bizim gibi davranmalı, sizi siz
yapan özelliklerden sıynlmolısifjız, hotto
özür dilemeli,
günah çıkarmalı,
bir daha
"günah" (!) işlemeyeceğinizin
de garantisini
vermelisiniz,
demektedirler.
zim gibi düşünmeli, bizim gibi davranbirkaç misli fazla yer verdiği gözönünm a h , sizi siz y a p a n özelliklerden, alâd e bulundurulursa bu sorulara olumlu
met-i farikanızdan sıynimalısmız, hatta
cevap v e r m e k d a h a d a zorlaşacaktır.
ö z ü r dilemeli, günah(!) çıkarmalı, bir
Keza müslümanlara terkedilmiş
d a h a "günah"(!) işlemeyeceğinizin d e
g ö r ü n t ü s ü arzeden fakülte ve
garantisini vermelismiz, demektedirler,
yüksekokullarda yaşanan entellektüel
isra Suresi 73. ayette ikaz edildiği gibi,
kısırlık ve çoraklık da endişelerimizi
tevhidi çizgiden sapmamızı istemektekuvvetlendirmektedir.
dirler:
Müslümanlar siyasal alanda görül-,
"Onlar... seni neredeyse vahyettiğimiz
memiş biçimde güçlendi. Refah Partisi
şeyden saptıracaklar ve ancak o takdirdedir
ş a h s ı n d a b u g ü n iktidara en a z ı n d a n ki, seni candan dost edineceklerdi."
ortak oldular. Ülkenin kaderini elinde
Şu halde siyasal mücadele alamnda
tutan gizli güçlerden, m o d a tabirle deilkeli kalabilmek g ü n d e n g ü n e zorlaşrin devletten m e d y a y a kadar güçlü bir
makta, zal-ürdeki başarih sonuçlarla birmuhalif cepheye rağmen, iktidar olalikte bu zorluk da aynı oranda artmakm a m a t a b u s u n u yıktılar; sistemin şu
tadır.
veya b u ölçüde bir değişim* sürecine
girebileceğinin işareti olarak "İslamcı• Sonuçta b u g ü n nicelik olarak hayalık"! iktidara taşımış oldular. Ancak
tın hemen her alanında önemli aşamadiğer k o n u l a r d a o l d u ğ u gibi, h e m e n
lar kaydetmiş olan müslümarüar, ilkeleb u r a d a d a benzeri sorular zihinlerde
riyle tutarlı davranış problemini yaşateşekkül ediyor: M ü s l ü m a n l a r m siyamaktadırlar. Siyasetten sosyal hayata, .
sal hayattaki başarıları ilkeleriyle ne , ticaretten entellektüel faaliyetlere kadar
ölçüde bir tutarlılık içinde gerçekleşbir amel ve ahlak problemiyle karşı karmiştir? İktidara gelişleri -veya ortak
şıya b u l u n m a k t a d ı r l a r . K u ş k u s u z ideoluşları- belli mercilerin zımnî onayıy- olojik v e itikadi arınma süreciyle ilgili
la söz konusu olmuşsa, bu, kendilerine
meseleler d e eskiye oranla daha az da
d i k t e e d i l e n ş a r t l a r ı k a b u l ettikleri,
olsa rahatsızhk kaynağı olmaya devam
k e n d i ilkelerinden, yola k o y u l u r k e n
etmektedir. Ancak İslam'ı geçmiş kus a h i p o l d u k l a r ı ilke v e e n d i ş e l e r d e n
şaklarm anlayış seviye ve tarzmdan çok
ciddi bir sapma ve tavizde b u l u n d u k daha iyi algılama imkanma sahip bugüları anlamına mı geliyor yoksa? Zira • n ü n müslümanlarınm, m ü s l ü m a n entelsistemin lordlan ve onların medyadaki
lektüel, m ü s l ü m a n siyasetçi, müslüman
sözcüleri RP'nin başarı grafiğinin
iş adamı vb.nin bir "yaşayamama proby ü k s e l m e y e başladığı a n d a n itibaren
lemi"yle karşı karşıya o l d u ğ u bir gerbize b u ülkedeki demokrasi o y u n u n u n
çektir.
kurallarını yeterince açık biçimde haÖyleyse, 1990'ların T ü r k i y e ' s i n d e
tırlatagelmişlerdir. M ü s l ü m a n l a r iktim ü s l ü m a n l a r açısından nicelik sorunu
dara gelmek istiyorlarsa Türkiye Cumb ü y ü k ölçüde halledilmiş, artık davrahuriyeti devlet sisteminin, siyasal ve
mşsal problemler, ahlaklılık, örgütlü, il- •
sosyal sisteminin dayandığı belli vaz-.
keli ve hedefli hareket gibi sorunların
geçilmez ilkeleri kabul etmek zorunda
ele alınması gerektiği bir noktaya geUnolduklarını, demokrasi o y u n u n u sistemiş'tbr.
'
min asıl sahiplerinin cevaz verdiği ölGelecek j v e k u ş k u s u z d ü n y e v î ve
çü v e ş a r t l a r d a o y n a y a b i l e c e k l e r i n i
uhrevî başarı- itikadî ve ameli saflığını ,
açıkça dile getirmişlerdir. Müslümanyitirmeyen, z a m a n m ve şartların yıpralara hitaben, eğer demokrasinin nimett a m a d ı ğ ı , ' k e n d i nefislerinde olanı delerinden yararlanmak istiyorsanız,
ğiştirnieyi b a ş a r a b i l m i ş v e nefislerde
" d e m o k r a t ı ^ usullerle" iktidara gelolanı değiştirmeyi hedeflemiş olanlarmmek, h ü k ü m e t etmek istiyorsanız bidu-. •
: Sistemin mi, yoksa
'nin mi kurtuluşu?
Muhammed Nureddin
Çev. Metin
Çığnkçı
Karşılıklı Uzlaşma
Bugünlerde ,Türkiye'de ilLöiH Türkiye i|e yeni Islamf
ginç bir siyasi tablo ortaya çıktı.
deneyim orasında varılan mutabaBir yanda yetmiş yaşlarında,
Ortaya çıkan yeni d u r u m
kat flrob ve Islom ülkelerine bir
mütedeyyin ve şeriatı tatbik etTürkiye'deki laik nizam ile İslamek isteyen bir adam, diğer ta-, örneklik teşkil edebilir. Bürolarda- mî hareketin karşılıklı barış ha"rafta elli yaşlarına yaklaşmış,
gerçek demokrotik rejimler oluştu- vasmm teşkil edildiğinin bir göskumral ve Türkiye'deki laik par, tergesidir. Fakat RP bu havaya
njlomomiştır, doloyısıylo IslomP
tilerin en büyüğünün başkanı
girerken kanunlann dayatmasına
modem bir kadm.
rağmen çeyrek yüzyıldır savun.hareketler, sertliğe, toşkınlığo
duğu İslam'ın siyasi ilkelerinden
- .Yetmişlik adam, İslamî Re- , doyolı yöntemlere sarılıyorlar.
vazgeçmiş değil. '
fah ParHsi lideri Neçmeddin ErRP, siyası rejimin kanuıüarma uygun olarak hazırbakan, elliye yaklaşan kadm da Doğru Yol Partisi lilanmış diğer partilerin prpgramlarma sahip bir parti.
deri Tansu Çiller. İkisi günlerce görüştükten sonra niZaten, yeni hükümetin Bakanlar Kurulu'nun yaptığı
hayet laik Türkiye'de 1923'ten bu yana ilk kez iş başıilk toplantının sonuç bildirisinin başında Atatürk tana geçecek İslamî bir iktidan Uan etmek üzere kamurafmdan konmuş Cumhuriyet'in temel ilkelerine bağojoınun karşısına jçıktllar. Belki bu olay, modem İslam
lı kalmdığı ifade edüdi. Bildiride laikliğin kabul ediltarihinin en önemli olayıdır.
diği, çoğuiıluk tarafından tercih edilen demokrasiye
' . Artık 29 Haziran 1996 itibariyle RP ile DYP arasmbütün kurum ve kanunlanyla bağlı kalınacağı belirtilda kurulan yeni hükümet ilan edUmişti. Yeni kurulan
di.
hükümet özünde Kemalizm ideolojisinin yer aldığı
Bu ikinci kurala bağlı-kalınması neticesinde laik
Türkiye'nin siyasi tarihi açısından yeni bir merhaleyi
Türkiye ile yeni İslamî deneyim arasında varılan rriutaifade etmektedir. Ki bu dönemde dünyada çok değibakat, çeşitli rejimler ile İslamî hareketler arasmda çaşik ideolojiler gelmiş geçmişti. Sosyalizm, Faşizm,
tışmalarm yaşandığı Arab ve İslam ülkelerine bir örNazizm; Siyonizm gibi... Tam bu npktada Kemaneklik teşkil edebilir. Zira bu ülkeler iktidar oyununu
hzm'in yarını sorusu akla geliyor!
cahilce oynuyorlar. Buralarda gerçek demokratik reKemalizm 1920'li, 1930'lu yıllar boyunca Türki^
jimler oluşturulamamıştır. Bu yüzden toplumun hiçbir
ye'de varolan bütün İslamî unsurları, görünümleri orkesimi siyasal olarak; hakkıyla iktidara ulaşma imkanıtadan kaldırmaya çalışmışh. İşte böylesi bir süreci yana sahip değil. Dolayısıyla İslamî hareketler, sertliğe,
şayan Türkiye şimdi, hakim oían sistemin partilerini
taşkınlığa dayah demokrasi dışı yöntemlere sarılıyorşeriatı tatbike çağıran bir İslamî iktidara sahne oluyor.
lar. İşte Türkiye'deld bu yeni durum, Arap VĞ müslüTabiidir ki bu gelişmeden Türkiye'de İslamî Nizam'in
man ülkelerindeki İslamî ve gayr-i İslamî muhalefet
hemen kurulabileceği sonucu çikmâz. Ancak yarıri
hareketleri için, iktidara ulaşma yöntemleri konusuniçin düşünülenlerin gerçekleşebilmesini sa.ğlayacak
da, iktidar sahiplerinin de iktidar paylaşımını kabulleimkanları hazırlayabilir. Yani Batı medeniyetinin innebilmeleri nolctasmda önemli sonuçlar ortaya koyasanlığa kazandırdığı modern hayattan istifade ederek
caktir.
taklitçi toplum olmaktan kurtulmaya götürebilir.
Sıkıntılar ve Çıkış.
Yollan
. laiklikle Islam'm izdivacı anlamına gelen
bu ' tarihî
noktaya nasıl geldi? 24
A r a l ı k
1995'te y a - .
pılan, milletyekiH seçirtılerinde
RP, %2riik bir oranla sağa ait oyların
1/3'ini almak suretiyle 158 milletvekillik
kazanarak Türk siyasi tarihinde ilk kez
zafer elde etmiş oldu.
Seçimlerin arkasmdan sağ ve solun
bütün partileri RP'yi dışlayarak hükümet kurma girişimlerinde bulundu. Neticede ANAP lideri Mesut Yılmaz ve DYP
lideri Tansu Çiller seçimlerde birbirlerine her türlü sataşmada bulunmalarına
rağmen dönüşümlü Başbakanhk şartıyla
hükümeti kurdular. Özellikle Türk ordusu RP'ye fırsat verilmeden uzlaşılması
hususunda ısrar etti.
'
• 12 Mart 1996'da Yılmaz'm Başbakanlığı'nda kurulan hükümetin ardından
RP'nin sert muhalefeti başladı. RP'nin
Yılmaz'ı da yanma alarak Çiller aleyhine, ödenekleri kötüye kullanması, ve ba- .
zı mali skandallara karişması hakkmda
verdiği araştırma önergelerinin Meclis'te
kabulüyle iki genç lider Yılmaz'la Çiller'in arasraçdmaya başladı. Böylece koalisyon 6 Haziran'96'da son buldu.
Sağ ve sol partilerin dağılması karşısında gözler askerî kesimin tavırlarına
çevrildi. Bu durumda ya milletvekilliği
seçimleri yenilenecek, ya RP'nin d e içinde yer aldığı bir koalisyon teşkil edilecek ^
yahutta askerî darbe olacakta.
•}
Erken seçim tercih edilemezdi. Çün- '
kü RP, 6 Haziran '96'da yapılan kısmı'
yerel seçimlerde %33'lük oy oranıyla beş"!
belediye kazanarak zafer elde etmiş oysa ;
ANAP ile DYP ikisi b i r d e n toplam |
%32'hk oyla beş belediye kazanmışlardı. İşte bir erken genel seçim yapıldığı takdirde RP'ye ilgi artacak ve belki de 24
Aralık '95 seçimlerine oranla büyük bir
zafer elde edecekti. Sonuçta kuvvetlenen
bir RP rejim için daha tehlikeli hale gelmiş olacaktı.
Ciddi bir İslâmî tehdit bulunmamasına rağmen olabilecek bir askeri darbe ihtimaline gelince; böyle' bir ihtimal toplumsal ve iktisadi liberalizmin yaygmlaşhğı, Türkiye'nin AB'ye girebilme şartlarımn büyük oranda gerçekleşmeye başladığı, insan haklarına saygının, demokrasi
ve özgürlüklerin geliştirildiği bir ortamda
olabilecek bir darbe Türkiye'ye çok bü-'
yük sıkıntılar verecek, bugüne dek ulaştiğı hedefleri kaybedebilecektir.
Durum böyle iken sıkmtilardan kurtu- •
luş için bugüne dek hiç kabullenilemeyen
tek bir çıkış yolu kalıyor.Ö da Sağ partilerden biriyle koalisyon yaparak RP'nin
iktidara gelmesi. .
Erbakan, Çiller aleyhindeki soruş- turmaları harekete geçirmek y e açıkça
r ü ş v e t verdiğini araştırmak suretiyle
ANAP-DYP koalisyonunu içten çökerttikten sonra kendi milletvekillerirü örtülü
ödenekle ilgili tahkikattan vazgeçirerek
Çiller'e karşı yeni bir oyun başlattı. Artık
Çiller'in önünde iki seçenek vardı, bir
üçüncüsü yoktu:
Ya siyasal yaşamına son verebilecek
hakkında açılan soruşturmaları kabul
edecek yahut da RP üe bir koaUsyon ku- .
rarak aleyhindeki davaların önüne geçecek, böylece sert muhalifi Yılmaz karşısında siyasi geleceğini kurtaracaktı.
Şüphesiz Çiller'in RP ile koalisyonu kabul etmesini, gözlemciler Çiller açısından
büyük bir şans kabul ediyorlar. Zira Çiller,
aylar önce RP' ile koalisyonun Türkiye'yi
karanlıklara gömeceğim savunuyordu.
Erbakan, Başbakanlık sıfatıyla ilk kez
iktidara ortak oluyor. Daha evvelden değişik partilerle koalisyonlarda yer almış,
bazı bakanhklara sahip olmuştu. İ973'te
%11'lik oyla kırksekiz milletvekillik,
1977'de %8'lik oyla yirmidört milletvekillik kazanmışta. 1974'te CHP Hderi Bülent
Ecevit ile ilk k o a l i s y o n u n u k u r d u .
1975'de AP önderiiğinde küçük sağ partilerle kurulan MC Hükümeti'nde yer aldı.
Yine 1977'de Demirel'in Başbakanlığı'nda
kurulan hükümete ortak oldu.
•
RP Sağın Merkezi
24 Aralık 1995 seçimlerinden sonra ni-
hayet Erbakan'm Başbakanlığı'nda oluştu- ' kullanacaktır. İki partinin p r o g r a m l a r ı
rulan yeni hükümetle RP, Türkiye'de sağın
ârasmdaki ihtilaflar noktasmda m ü m k ü n
merkezi konumuna geldi. Atatürk'ün kurolabUecek tercihler uygulanacak.
duğu CHP karşısında muhalif müslüman
Yol boyuca karşılaşılacak güçlükler,
cemaatler 50'li yıllarda Demokrat Parti ya- - Türkiye'nin ihtiyaç d u y d u ğ u yeni bir simnda, 60'İİ, 70'li yıllarda Adalet Partisi yayasi atılım gerçekleştirmesi ve sörunlarm
nında, 80'li yıllarda Anavatan Partisi ya-'
çözümüyle ilgili ortak girişimleri içeren"
mnda yer aldılar. Son koalisyonun dağılyeni bir metod keşfetmesi açısmdan fırsat
masıyla Türkiye'nin sağ partileri haritasınteşkü edecek.
da örieırüi değişiklikler ortaya çıktı.
Ancak yeni hükümetin başarısı Türk
ordusunun tavnyla da alakalı. Ordu, cid1989'dan beri sağ partilerde görülen
di endişeler taşımasına rağmen gizli de
dağılmalar ve ANAP ile DYP arasındaki
olsa Erbakan-Çiller k o a l i s y o n u n u n u y çahşma halkın yeni arayışlara yöneknesigunluğuna kanaat getirdi. Zira ordu, Türne ve RP'nin alttan alta gelişmesine sebep
kiye'nin içine düştüğü siyasi ve iktisadi
oldu. Böylece geçen 24 Aralık seçimleriyle
bunalımdan bir an evvel kurtulmasını,
RP sağın liderliğine oturmuş oldu. Bu kobölgesel sorunlardan zarar görmemesini
numuyla RP, h ü k ü m e t kurulması sonuçok istiyor. Yani hükümetin .^başanlı olasunda birinci yetkili parti haline geldi.
bilmesi için bütün şartlar mevcut.
Erbakan liderliğinde hükümetin ku. Ne var ki tam bu esnada kamuo5auıa
rulıhasıyla beraber şu soru gündeme gelkötü bir senaryo yayülyor. Senaryoya gödi. Yeni hükümet başanlı olabUir mi? Asre; ordu yeni hükümetin kurulmasma göz
keri kurumların füli durumları ne olacak?
yumacak, ancak hükünrıet yol boyunca
Şu bir gerçek ki hiç kimse aralanndaki
başansızhğa uğrayacak ve RP ile Çiller
ihtüaflara rağırien RP ile DYP arasmı boçökecek böylece çeşitli yollar denenerek
zamayacak. Kürt ayaklanması ve toprak
RP'nin hızlı 3rükselişi engellenip sıradan,
verilmesi konusunda bile ortak görüşlere
ütopik bir parti konumuna düşürülecek,
sahip bu iki parti^arasmda basit de olsa
bundan da Yılmaz kazânçh çıkarılacak.
bazı tartışmalar, iç ve dış problemlerle il' gili temel yaklaşımlar konusunda sürtüşmeler olsa da bunlar hükümetin elde edeErbakan Ne Yapabilecek?
bileceği başanlara zarar veremeyecektir.
Ancak sürtüşmeler ilerletilirse o z a m a n ,
RP kısa sürede hızla büyüdü. Bunun
her iki tarafın geleceği için bu tehlikeli
en önemli nedeni, bozulmuş sistemin parolacaktır.
"
tileri karşısında RP'nin farklı bir parti olu. şjı idi. RP'nin, Türkiye'nin yaşadığı müz• Çiller siyasi hayatımn en riskli tercihimin sorunlardan kurtulması için yaptığı
ni yaptı. Laikler, Çiller'in bu yanhşmı, bateklifler özellikle ilgi topladı. ğışlamayacaklar. Ancak Çiller," kendisinin
. A n c a k Ekonomik, sosyal s o r u n l a r ,
•siyasi kurban olmasına izin veren diğer
Kürt meselesi, İsrail'le varılan askeri işbirmuhaliflerinin karşısmda mümkün olabilliği antlaşması vs. konularındaki yaklaseydi RP ile koalisyon kumarını o y n a şımlanm a)men uygulayabilmesi ciddi sımazdı. Böylesi ciddi bir tercihi yaptıktan
kmtılar doğuracak RP için. RP yaklaşımsonra artık Çiler ve partisi imkanlan sımrlarını uygulamak zorunda çünkü özellikle
lı olsa da koalisyonunun başarılı olabilaskeriyenin ve laik partilerin de engellemesi için bütim gayretleriyle çalışacaklar,
meleriyle sörunlarm hepsini yahut bir kısicraatlan müdafaa edecekler. Bunun tersii
ınmı çözmekten aciz kalması sonucunda
Çiller ve partisinin ölüriıü demek olacak' RP, hüİcümet denemesinden başarısızlıkla
tır.
.•
âynimış olacak ve mevcut sistem partileErbakan T ü r k i y e ' d e k u r u l a n h ü k ü rinden bir parti olarak dürüstlük ve güvemetlerin ilk İslamcı Başbakanı olarak ko numunun farkındadır. İktisadi, ahlâkî, et- . mlirliğihi de kaybedebilecek.
nik, mezhebî, bölgesel v6 devletle ilgiti '
• Ashnda Erbakan'm ekonomiyle, iç ve
önemli problemlerin girdabmda çokriskli1
dış problemlerle, alakalı yaklaşımlarını
bir pozisyonda bulunuyor. Bu yüzden Erkoalisyon iktidarında uygulayabilmesi
bakan, siyasal hayatının üç dönemi b ö çok zor, hatta tek başına iktidar bile olsa
joınca elde ettiği tıirikimleri sonuna del.<
yine de zor. Tezlerinin uygulanabilmesi
/
Senaryoya göre; ordu yeni hükümetin kuruimosına göz yumacak, oncok hükümet yol boyunca
başorısızlığa uğ^
rayocak ve RP
ile Qller-çöke- cek; böylece
RP'nin hızlı yük- .
selişi engellenip sıradon, ütopik •
• bir parti konumuna düşürülecek, .
bundon do Vıl'moz kazançlı çıkarılacak. . -
RP, savunduğu
tezlere bağlı, kalma ile laik rejimi
koruma sözü
orosındo ciddi bir
sınov vermektedir. Şurası bir
• gerçektir ki, Islom
ile laikliğin bu
yeni izdivacı, Türkiye'deki bütün
İslamcı ve laiklerin
birinci Cumhuriyeti
yeniden gözden
geçirmeleri için fırsatlar sağlayacaktır.
bir devrim gerektirir; oysa böyle birşey
asla kabul edilmez.
Erbakan'm savunduğu, asimda "İslami N i z a m " anlamma gelen "Adil Düzen'' tezinin ikdisadi ve siyasi iki yönü
var. İktisadi yönü beş esası içermektedir:
1- Faizin kaldırılması. 2-Vergilerin
düşürülmesi. 3- Karşılıksız para basımınm durdurulması. 4- Koru3aıcu bankacılık sistemi. 5- Borçlar Kanununun düzenlenmesi.
AdU Düzen'de dış siyaset de beş esas
içerir:!- İslam Birleşmiş Milletleri'nin
Teşkili. 2-İslam Ortak Pazarı. 3- İslami
Unesco. 4- İslam Para Birimi. 5- İslam Ülkeleri Savunma Paktı.
Özellikle İstanbul ve Ankara'da 27
Mart 1994 yerel seçimlerinde büyük bir
zaferle belediye başkanlıklarını kazanmış olan RP'nin bugüne kadar ki uygulamalarına baktığımızda E r b a k a n ' m sav u n d u ğ u b u on maddelik "Adil Düzen"in ne derece uygulanabilir olduğunu yahut "Adil Düzen"in ciddi bir proje
mi yoksa bir demogojiden mi ibaret olduğunu görürüz.
Örneğin; İstanbul'daki belediye seçimleri öncesinde RP'lilerih savundukları programlarına göre; eğlence mekanları, içki satış yerleri, genelevler kapatılacak, İstanbul'un göbeği Batı tarzı modern Taksim meydanına cami inşa edilecekti. Fakat belediye yönetimine gelmelerinden bu yana geçen iki senede hiçbirşey yapmadılar. Yalnızca İslami nitelikli
olmayan yolların yapımı, su problemi,
çarşı-pazarlarm düzenlenmesi, ulaşım
imkanlarının oluşturulması gibi temel
-belediye hizmetlerinin yerine getirilmesinde yoğun icraatlar yürütülmekte.
Buradan hareketle RP'nin iktidarda
tâkibedeceği siyasetle ilgili değerlendirmelere gidilebilir.
Hem içteki ve h,em d e dıştaki gelişm e l e r e b a k a r a k h a r e k e t e d e c e k Erbakan'm
pragmatik
davrandığı
görüleİjüir. Zira Dışişleri, Savunma, İçişleri ve Eğitim gibi t e m e l bakanlıklar
DYP'nin elindedir. E r b a k a n ' m bulund u ğ u d u r u m ve belediyelerin b u g ü n e
kadarki icraatleri gözönüne alındığında
RP'nin gelecekteki siyasi tavırlarının ne
olacağı biraz olsun anlaşılıyor. 70'li yıllarm başmdan beri laikUğin kaldırılması.
Avrupa'yla, İsrail'le ilişkilerin kesilmesi
ve İslam Dünyası'yla sıkı ilişkilere girilmesi tekrarlanmakta. Ancak geçen nülletvekili seçimlerinden itibaren Erbakan
siyasi konuşmalarında bu meseleleri ele
alırken daha ölçülü olmaya özen gösterdi.
Bakanlar Kurulu Bildirisi'nde demokratik
kurallara ve Atatürkçü laiklik ilkesine
saygıh olunduğu, Türkiye'nin Avmpa'yla
e n t e g r a s y o n u s ü r e c i n i n kesintiye u ğ - .
ramayacağı belirtildi.
Yine Erbakan, diğer parti liderleri gibi
Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ayaklan' masının bastırılması için b ü t ü n kuvvetleriyle çalışacaklarını s ö y l ü y o r . Kürt
problen^inde görüldüğü üzere taklitçi resmi politikanın Erbakan döneminde de en
azından genel hatlarıyla işlemeye devam
edeceği anlaşılıyor. Dolayısıyla bu resmi
politikaya bağlı olarak PKK'ya destek
verdiği iddia edilen Suriye'ye karşı baskılar sıklaşacak. Özellikle sınır olayları
yüzünden Suriye ve İran'la dostluğun askıya a l ı n m a s ı , İsrail'le d a y a n ı ş m a n ı n
ğeüştirilmesi Erbakan'ı uğraştıracak. Başbakan olarak Erbakan'm yeni konumuyla
ortaya koyacağı şahsi gayretlerine rağm e n s u p r o b l e m i , sınır g ü v e n l i ğ i , ve
varolan diğer tehditler dolayısıyla Türk i y e v e A r a p k o m ş u l a r ı n ı n iİişkileri
bozulmaya çalışılacaktır. 27 yıldır süren
siyasi mücadelesinden sonra Türkiye ve
komşulan arasındaki'ilişkiler konusımda
yerleşik sisteme karşı aşın çıkışlar yapmadan sergüeyeceği tavır Erbakan açısından sürpriz gelişmelere neden olacak(!)
Erbakan ve partisi RP, savunduğu tezlere bağlı kalma ile laik rejimi koruma
•sözü arasında ciddi bir sınav vermektedir. Hiç kimse bu ilk tecrübenin hocayı
bitireceği kehanetinde bulunamaz. Şurası
bir gerçektir ki, İslam ile laikliğin bu yeni
izdivacı, Türkiye'deki b ü t ü n İslamcı .ve
laiklerin birinci C u m h u r i y e t i y e n i d e n
g ö z d e n geçirmeleri için fırsatlar sağlayacaktır. Sonuçta Türkiye'nin gerçek
kimliğine dönme zaruretinden hareketle
yeni bir sistem ortaya çıkabilecektir. Bu
d a modern çağda Türkiye'nin kendi kend:îne yeterli olabildiğini gösterecektir.
Bekleyelim! İşte Türkiye için şahsiyetli
o İmaya dönüş fırsatı. Zaten tarihin kendisi bir dönüşüm değil midir?
El-Vasat,8-U Temmuz 1996
iyi müslüman ve iyi vatandaş
Abdulvahhab El-Efendi
Çev.: Ubeydullah Baykara
Geçien yılın Ağustos ayında flWı başında olan bir kimse, özellik- mokrasisinden başka birşey deLondra'nın m e r k e z i n d e tertiple de kendisi zulme moruz kalma ve ğildir. Zira 13 Ağustos'ta Londlenecek "îslam Mitingi"ni d u ra Trafalgar Meydani'nda ger3aıran broşür hayli ilgi çekiciy- özgürlüğünden mahrum edilme teh- çekleştirilecek m i t i n g i h a b e r
di. "Geçen yıl" diyordu bu bro- likesi varken özgürlüğe" karşı oldu- veren, yukarıda bahsettiğimiz
şür, "Uluslararası İslamî Hüafet ğunu ilan etmez.. Hizbut-Tohrir'e İs- broşürii dağıtan b u islamî ÖzKonferansı d ü n y a y ı sarstı; b u
gürlük Partisi'dir (Islamic Libelam adına serbeştçe konuşma imko- ration Party:ILP); her ne kadar
yıl ise İslam'ın sesi, bizzat Batı
o
>
c.
-ı
m e d e n i y e t i n i n temellerini ye- :nını veren şey, Botı nm O nefret edi- b r o ş ü r ü n hiçbir y e r i n d e b u n - •
rinden oynatacak." O sıralarda
len Özgürlük ve demokrasisinden d a n bahsedilmese de.
başka bir gezegende yaşayan ve
.
boşko birşeu değildir,
ILP B a ğ d a t , Şam,' T a h r a n
dolayısıyla söz konusu depremveya hatta Kahire'de özgürlük
den tamamen habersiz b u l u n a n benim gibiler için,
ye demokrasinin lehinde veya aleyhinde bir miting bu, heyecan verici bir haberdi. Biz dünya dışı yarlıktertiplemeyi tasavvur dahi edemeyecektir. Çoğu İsların geri kalan kısnuna yapılan çağrı ise daha da illam ülkesmde İslamî Özgürlük yasa dişi ilan edilmişginçti: " Ö z g ü r l ü k ve demokrasi kötülüklerini, Batir; b u n u n tek sebebi, buralarda yeterince özgürlütı'hm temel dayanaklanm reddedin." diye bizi harağün bulunmayışıdır. , •
. •
retle tavsiyede bulunuyor ve devam ediyordu, "İs- ^ Böyle tuhaf yaklaşımların başlathğı tartışma Avlam'ı destekleyin... Yüce ideoloji'yi."
^
rupa'da ve' Batı'da müslümanlann mevcudiyetini ve
aslında herhangi bir yerde m ü s l ü m a n varlığını
Bu tavsiye, değerli bir amaç uğruna bağış toplailgilendirir hale gelmektedir. Batı'da özgürlük ve deyan bir g r u b u azarlama anlamında, homurdanarak
"bizler artık hayırlı eylemlerde b u l u n m u y o r u z " d i - , mokrasinin oldukça yakın bir tarihteki z u h u r ü n d a n
önce bu coğrafyada müslümanlar da yaşamaktaydı.
yen, hayırseverlik yorgunu işadamlannı hatırlatıyorİspanya'da, Sicilya'da ve Doğu A v r u p a ' m n çoğu böldu. Fakat b u sözler, az çok aklı .başında bir kimsenin
gesinde. Fakat buralardan adamakıllı "etnik temiznormalde sarfetmeyeceği türden şeylerdi. Bağışta bulunmayı reddedenler genellikle şöyle diyeceklerdir: - lik"e tabi tutularak çıkarıldılar. Bu etnik temizliği
gerçekleştirenler ise, milyonlarca Yahudi ve Hıristi"Biz, bağımlılık sendromuna yolaçacak müsrifçe haryanm İslam, topraklarında barış, özgürlük ve itibar
camaları desteklemiyoruiz." Veya buna benzer şeyler.
Aynı şekilde, az çok aklı başında olan bir kimse, özel- . içinde yaşamalannı sağlayan tolerans ve vicdan özgürlüğü değerlerirü reddetmede ILP kadar katı olan
likle de kendisi zulme m a n ı z kalma ve özgürlüğünkimselerdi. Hıristiyanların İspanya'da tatbik ettikleri
den m a h r u m edilme tehlikesi varken özgürlüğe karşı
etnik temizliğe, Müslümanlar, kendi içlerinde yaşa.olduğımu ilan etmez. Bununla beraber Hizbut-Tahriyan Hıristiyanları tehcir etmek suretiyle mukabelede
rül-îslamî'ye (İslamî Özgürlük Partisi) İslam adına
b u l u n m a y ı düşühinediler. Hatta Haçlılar, Filistin'i
serbestçe konuşma ve mitingler tertip etme imkamra
kandan ı m a k l a r içinde "etnik teınizlik"e tabi tutar- veren şey, Batı'nm o nefret edilen özgürlük ve de-
Allah'ın bütün
""elçilerinin talep
edegeldikleri şey,
ilahrmesajın ile-,
tilmesi konusundaki özgürlüktür.
Rahatsız edildikleri ve zulme
moruz koldıklorı
zomon şiddete
başvurmak onlor
için emredilmiş
birşey olmok bir
J yono, hiçbir
zoman cevaz konusu dahi olma.
mıştır.
ken olduğu gibi, en korkunç katliamlan
gerçekleştirdikleri zaman dahi, b ö y l e
bir davranış tarzı Müslümaıüar için intikam kabilinden bile olsa kabul veya
tasavvur edilebilir birşey olmamıştır..
Katolik i s p a n y a ' d a n sürülen Yahudi
mülteciler, İslam beldelerinde Müslüman Araplarla eşiî şartlarda güvenli bir
barınak bulabilmişlerdir.
O günden bu yana Batılı Hıristiyan'ları Selahaddin'den birkaç şey öğrenirken, ne ilginçtir ki, ILP'nin genç elemanları da Radovan Karadzic'ie epeyce
ortak yöne sahip gözüküyorlar. ILP'nin
metodlannın v e j d ü ş ü n ü ş tarzının "büyük ölçüde Batılı özellikler taşıyor o l u - '
şu ise ha3^eti muciptir. Ses efekti sanatını iyi kullanıyorlar ve sözcüleri, Ame' rikan tarzıyla yapmacık bir benzerlik
içmde röportajcıya ilk adıyla hitap edecek kadar gösterişU bir tavırla'medyayı
.. manipüle ediyorlar. Geçen yıl b ü t ü n
Londra sokaklarına asılan ILP afişleri
şöyle diyordu: "Hilafet - yakmda geliyor, size yakın bir ülkeye!" Ve hiç değilse bizim canımızı bağışlıyorlardı: "Hila, fet-itaatsiz fakat hoş!" Gerçi bunun ne,
kadar süreyle böyle olduğunu bUmiyoruz.
• Ashnda Batıh ye medyada mahir olm a n ı n yanlış bir t a r a f ı yok. Ve b e n
ILP'nm genç elemanlarının moral cesaretini takdir etmekte tereddüt etmeyeceğim. Ne istikamette olurlarsa olsunlar, inançların/kanaatlerin cesareti da' ima takdire şayandır. Bugün m ü s l ü manların sergilediği-manzarada eksik
olan şeyin bu mioral cesaret olduğuna
da inanmaktayım.Bununla beraber burada dikkat edilmesi gereken iki husus
, yardır: Birincisi, inancın cesaretiyle delilik arasmda -özellikle de bu cesaret va1ar karşısında körlüğe dönüştüğündeince bir çizgi vardır. İkincisi, ILP'nin
moral cesareti deliliğe bu kadar yakın
değildir. Broşürlerinde onun kimin tarâfindan kaleme almdığmm zikredilmediğini yukarıda belirtmiştik. Bu basit
bir ihmal değil, karakteristik olmayan
• bir tedbir anlayışının yolaçtığı, ILP'nin"
ısrarlı bir uygulamasıdır. Bununla bağlantılı bir başka husus, Teımnuz ayında
BBC 2'deki bir televizyon mülakatında
ILP sözcüsünün, İMazilerin yaptığı Yahudi katliamım tartışmayı kesinlikle redd e t m e s i o l a y ı d ı r . Sözcü d e f a l a r c a
"iLP'nin bu katUam konusunda beUi bir
g ö r ü ş ü y o k t u r . " d e m i ş t i r . Şu h a l d e
H[izb'in, taşıdıkları kimlikten başka hiçbir sebepten dolayı öldürülmemiş olan
• milyonlarca insanm katli konsunda bir
fikri yoksa, hangi konuda fikri vardır?
Ancak daha kötüsü, Kasım'm kendisi de
dahil olmak üzere hizbin büfün üyelerinin konuyla ilgili fikirleri vardı, fakatdile getirmeye fazlasıyla utanıyorlardı.
• Bir kimse kendi kanaatlanndan yana
böyle sıkıntılı bir durumdaysa, ihtimal
o d u r ki, bu kanaatler yanlış çıkabilir.
Çünkü realitenin ihmali sık sık inançlara
da yansır. Dinî olsun veya olınasm, moral buyruklar ilk ve en öncelikli olarak
realiteye ilişkindir. Şartlardan soyutlanmış haldeki mesela "öldürmeyeceksin"
^ emrini anlayamazsınız.
Cihad k o n u s u n d a ILP sözcülerini
dinleyen bir kimse, İslam'ın gelişigüzel
ve kışkırtılmamış şiddete, hiçbir amaca
hizmet etmediği zaman bile göz yumdu. ğuna, hatta onu emrettiğine inanmakta
mazur görülecektir. Meselenin aslı şudur ki, Allah'ın b ü t ü n elçilerinin talep
edegeldikleri şey, ilahî mesajın iletilmesi konusundaki özgürlüktür. Rahatsız
•edildikleri ve zulme maruz kaldıkları zaman şiddete başvurmak onlar için emredilmiş birşey olmak bir yana, hiçbir za• man cevaz konusu dahi olmamıştır. Bu
hususla ilgih Kur'an'm emri, zulme uğrayanların kendilerini savunma biçimmde ve ancak yıllarca süren tahammül
, edilemez niteİikte ve kışkırtılmamış bir
. zulmün ardından savaşmalarına izin verilmesi yönündedir: Kendileriyle savaşılan (Mümin)lere (savaşma) izni verildi.
Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir: Onlar,'sırf ."Rabb'imiz Allah'ür." dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. (Hacc, 22:39-40).
Başka bir bağlamda emir şöyledir:
"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda sa- •
vaşm; fakat haksız yere saldırmayın,
çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez." (Bakara, 2:190)
Şurası" son derece açık bir husustur
ki, cihad, ancak başka bir telafi yolunun ' karşı bile bile yalan söy-"
bulunamadığı aşın adaletsizlik d u m m lüyorlar. Hayır, kim söl a n n d a caiz görülebilmektedir. İbadet,
z ü n ü y e r i n e getirir v e
ifade ve toplanma özgürlüklerinin anatakvalı davranırsa Allah
d a m u t t a k i l e r i sever."
• yasayla garanti altına almdığı bir ortam(Al-iİmran,3:75-76).
da Müslümanlarm, bırakın şiddete başvurmayı, şikayet etmelerine bile mahal
Hz.Peygamber
• yoktur. Şeyh Raşid el-Gannuşi'nin d e
(SAV) k e n d i s i n e k a r ş ı
işaret ettiği gibi, İslam fıkhmdaki Darü'ltertiplenen bir suikastİslam v e D a r ü ' l - H a r b .ayrımı, M ü s l ü ten kurtulmak için Memanlann alenî ve özgürce ibadet etmele^
ke'den ayrılırken, sözde
rine iziri verilen ve verilmeyen yerler bisuikastçılardan bazılarıçiminde tefsir edilmektedir.
na olan borçlan da dahil
b ü t ü n borçlannın kuruBu h u s u s bizi ILP'nin tartıştığı birşu k u r u ş u n a ö d e n m e s i
. başka konuya, gayri İslamî seküler hutalimatım vermiştir.
kuka riayet k o n u s u n a g ö t ü r m e k t e d i r .
Bah'da sekülef otoritenin meşruiyeti, taBütün bunlardan çırihsel olarak, u z u n bir mücadele sürecikan sonuç ş u d u r ki, innin ve klasik Hıristiyan ilahiyatinın defasan ilişkilerine tatbik
Hizbut-Tahrif'in İngiltere'deki lideri
larca y e n i d e n yorıimlanışı. s o n u c u n d a
edilen ahlakî kurallar
Ömer Bekri Muhammed ,
ortaya çıkmıştır. Fakat köklerini,
dinî sıtürlan aşmakta ve
Hz.İsa'ya (A.S.) atfedilen klasik b u y r u k - , bizzat dinin önüne geçmektedir. İslam'ın
.ta b u l m a k m ü m k ü n d ü r : Öyleyse, Seb u y r u k l a r ı b u kuralları ancak teyidetzar'm şeylerini Sözar'a ve Allah'm şeylem e k t e ve v u r g u l a m a k t a d ı r . İnsan toprini. Allah'a ödeyin." (Matta, XXII:21). Rilumlan haklar konusunda karşılıklı güv e n v e saygı olmaksızın varolmazken,
• vayet edildiğine göre bu sözler,
yalan söylemenin yanhş/haksızlık oldu- ,
Hz.İsa'ya (A.S.) Romalı yöneticilere vergi vermenin caiz olup olmadığmm sorul- ' ğunu bilmeniz için dindar olmanıza ger e k yoktur. Fakat dinî değerler haklara
ması ü z e r i n e sarfedilmiştir ve Romalı
riayeti vurguladığı zaman, bu hakları be. yöneticilerin zorla vergi toplama ve inlirleyen sosyal norm ve teamüller haline
sanların hayatını düzenleyen kânunlar
gelirler. Buradaki tek şart," bu sosyal miıkoyma yetkisini açıkça tanımıştır.
Buminla beraber, İslam, ilahî mesajın ' amelelerin özgürce, iyi niyet üzre ve başlıca ahlakî kurallarla çelişmeksizin gerbütünlüğünü kabul ettiğine göre, böyle
çekleşmesidir. Şu halde mesele Sezar'a
bir ifadenin dayanabileceği ahlakî temeli
verilmesi
gereken şeyin ona verilip veril- .
' araştırmalıdır. Herşeyden önce, fertlerin ,
meyeceği değil, Sezar'ın gerçekte h â k
ve grupların haklarının gözetilmesi geolarak neyi talep ettiğidir. V
; '
rektiği yönündeki b u y r u ğ u tarhşmanın
İslam'da yeri yoktur. Özellikle mülkiyet
Yukanda eleştirilen bazı İslam öncesi
hakları ve onunla ilişkili olan ticari iş.toplumları gibi din adına beşerî ilişkilerin ahlakî temelini baltalamak isteyenler, '
• lemlerde kurallara uygunluk ve dürüstbu şekilde aslında bizzat dine zarar verlük, "defalarca v u r g u l a n a n hususlardir.
mektedirler; çünkü Allah'ın hileye ve be, Bazı Yahudi gruplannın, "Musevi olmadavacılara göz y u m d u ğ u şeklindeki iğ- '
yan kimselerin" haklarının m ü m i n değilrenç yalanı pazarlıyor görünmektedirler.
• ler diye gözetilmeyeceği y ö n ü n d e k i id. Bu h u s u s A v r u p a ' d a k i M ü s l ü m a n l a r ı n
diası, Kur'an'da-şiddetle kmanıûıştır.
tecrübesine çok. u y g ^ n düşmektedir. Zi"Kitap Ehli'nden öylesi vardır ki, ona.
ra M ü s l ü m a n t o p l u l u k l a r ı n Batı'daki
yüklerle altm emanet etseh, onu sana geri öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona ' m e v c u d i y e t v e entegrasyonu, M ü s l ü - ,
mânları ve gayri müslimleri birlikte bağ. bir dinar versen, devamlı olarak başında
dikilmeden onu sana ödemez. 'Ummile- . layan bazı temel, açık veya zımnî normlara dayanmaktadır.
.
.' '
re karşı bize bir sorumluluk yoktur' dedikleri için böyle yapıyorlar v é Allah'a
Açık normlar, bu ülkelerin, yazılı hu-
A/lüslümanlor
toplumun yosolo- rıno ve genel gidişotıno ilişkin endişelerini dile getirmelerine izin
verildiği müddetçe, bu, kendilerine bu özgürlüğü
soğlayonokde
doho do sebotlo
rioyet etmeleri
için fozlosıylo yeteri i bir sebeptir.
kuk ve anayasalarıdır. Zımnî normlar
ise insan haklarına saygı, kurallara uygunluk ve hakkaniyet ilkeleridir. Açıkça başka türlüsünü dile getirmedikleri
sürece. Batılı toplumlarda Müslümanların mevcudiyeti, yaşadıklan toplumlarda geçerli yasalara eksiksiz riayet etmeleri karşılığında yaşama, ibadet, kendini
ifade etme, inancını barış içinde tebliğ
ve pratiğe aktarma taleplerinin garanti
altına alınmasını gerektirir. Bu sadece
uygunluk-uygunsuzlukmeselesi değil,'
dini b a k ı m d a n bağlayıcılığı olan bir
âkittir.
Çoğu Batıh yönetimin kurallara uygunluk Ve hakkaniyet ilkelerine bağlılık
taahhüdünde dürüst olmadığı gerçeği
M ü s l ü m a n l a r ı n b u ciddî t a a h h ü t t e n
sapmaları için bir mazeret teşkil etmez.
Ne de bu ülkelerdeki çoğu yasanın İslâmî değerlere aykırı olduğu iddiası ma-.
zerettir. Müslümanlar politikacılann iki
yüzlü davranışını teşhir etme ve eleştirme özgürlüğüne sahip oldukları sürece
ve.toplumun yasalarına ve genel gidişatma ilişkin endişelerini dile getirmelerine izin verildiği müddetçe, bu, kendilerine bu özgürlüğü sağlayan akde daha
da sebatla riayet ehneleri için fazlasıyla
yeterli bir sebeptir.
Bugün çoğu müslim ve gayri müslim toplumun karşı karşıya olduğu ahlakî kötülüklere karşı hiç çekinmeden
sesini yükseltmek bütün Müslümanların bir hakkı ve ashnda bir vazifesidir
de. Aslında kendi ahlakî ilkelerini savunmadıklan ve Müslümanlara emanet
edilmiş olan ilahî mesajın herkese ulaşmasını temin etmedikleri sürece Batı'daki mevcudiyetleri anlamsızdır. Bu
haklar garanti altinda olduğu sürece bu
vazifenin ifası üzerinde yoğunlaşmak
ve onu tehlikeye atacak herhangi bir
söz veya davramştan sakınmak müslümanların vazifesidir.
^
Bazı Müslümanların (veya aslında
herhangi başka bir grubun), kendilerinin İslam'a veya" herhangi bir değerler ,
dizisine bağlılıklarının, müslim veya
gayri müslim belli bir toplumdaki yaşayış tarzıyla bağdaşmaz olduğu sonucuna varmaları bütünüyle anlaşılır birşeydir. O zaman böyle bir grup, kendisinin
razı olması istenen ve karşılığında himaye temin edilen, hukukî sisteme riayetteki zımnî tavizi vicdanen kabul etmeme
kararı alabilir. Bu durumda iki hareket
tarzından birisini tercih edebilir: Daha
iyi bir ortama sahip olmayı umduğu bir
bölgeye göçedebilir, veya o topluma karşı açık savaş ilan edebilir. Belki şunu da
ilave etmek gerekebilir: Savaş (cihad)
ilan etme yetkisi bir ferd veya hatta bir ,
gruba ait değildir. Bu ancak meşru bir
otorite tarafından ve onun yokluğunda
toplumun sosyal, dini ve kabul edilebilir
liderliğinin icmai (konsensüs) ile gerçekleştirilmek zorundadır. Aksi takdirde
hiçbir fert veya grubun topluma, tehlikeli .
veya faydasız bir" savaşı empoze etme
hakkı yoktur.
Ancak burada söz konusu olan mesele Batı'da yaşamayı (ölmeyi değil) tercih
eden Müslüman toplulukların mevcudiyeti ve genel gidişatadır. Bu yazıyı yazma düşüncesi zihnimde oluşurken
ILP'yi zikretmek aklımdan geçmiyordu.
Bununla beraber İngiltere'deki müslüm a n gençlik arasında Hizb'in yeniden
canlamşı, İslam'ın en parlak yeteneklerine mezar olabilecek bir uçurum meydana getirme tehlikesini doğurdu. Gençliği
cezbetmek için kullanageldikleri basit Ve
akılsızca argümanlar da müslüman zihniyet ve rüh haline sirayet etmiş olan daha büyük bir rahatsızlığın belirtisi durumundadır. .
Bu tavrın başlıca kusuru, akıl ve sağd u y u dini olarak İslam'ın merkezî karakterini ortadan kaldınnasıdır. Hz.Peyganıber (SAV) bu h u s u s u sahabelerin
kendi kendilerine düşünmeleri için ısrarla vurgulamışhr. Kur'an, Müslümanları fazlasıyla ayrıntılı talimatlar istem e k t e n m e n e t m e k suretiyle bu tavrı
desteklemiştir ki," bu, İsrailoğullarmdan
bir grubun inek kurban etniek. için devamlı surette onun rengi, yaşı, biçimi vs.
konusunda aptalca Ve gereksiz sorular
sordukları Bakara Suresi'ndeki kıssada
da geçen bir buyruktur. Kıssadan çıkarılacak ders, hadis-i şerifte açıkça dile getirilmiştir: "Size birşey yapmanızı emredersem, gücünüz yettiğince onu yapın;
birşeyden de menedersem, ondan sadece uzak durun." Ve başka bir hadis: "İn- n
sanların size ne tavsiye ettiği bir yana,
kalbinize danışın."
Belli bir politika veya hareket tarzı tamamen akla mantığa aykırı görünüyorsa
ve İslam'ın ü z ü n yıllar boyunca verdiği
zorlu mücadeleyle elde ettiği kazanımlan tehlikeye atabilecekse, o halde bunun
doğru birşey olamayacağını bilmek için
çok fazla bir dinî eğitime ihtiyaj yoktur.
Yine aşikar bir husus olmalıdır: Eğer bir
tavır, sahibini s o n u gelmez zigzaglara,
riyakarlığa ve kaçamaklı söz ve davranışlara itiyorsa, bu tavır veya kişide ciddi bir problem var demektir.
Bir b ü t ü n olarak M ü s l ü m a n toplum u n ahlakî (ve tek yanlı olarak) dürüst
o l d u ğ u n u n görülmesi Batı'da ve başka
herhangi bir yerde İslam'ın geleceği açısından son d e r e c e önemlidir. İnsanlar
Müslümanları pekçok şeyle suçlayabilirler; fakat ikiyüzlülük, ahlaksız davranış
veya güvenilmezlikle suçlamalarım sağlayacak gerekçeleri kendilerine vermemek lazımdır. Dolayısıyla gayet önemh
bir h u s u s olarak M ü s l ü m a n liderlerin
şunu gençliğe iyi izah etmesi lazımdır ki,
ortak beşerî ahlak ve dürüstlük değerlerine dayalı yasalar üzre b a n ş içinde bir- '
likte varolma t a a h h ü d ü bir u y g u n l u k - ,
uygunsuzluk meselesi değil, fakat bir ilke meselesidir. Daima barışçıl biçimde,
Müslümanlar eleştiri haklarım muhafaza
ederler, reförihu teşvik ederler ve değişim için çaba sarfederler. Fakat d a i m a
hukuka riayet edecekler ve yükümlülük
ve taahhütlerini yerine getireceklerdir.
Bunun Müslümanlann söylemine bariz biçimde yansıması gerekmektedir, ki
bu söylem, gereksiz çatişma ve abartmaüzerine olan retorikten diyalog ve
pratikliğin m a k u l ü s l u b u n a d o ğ r u bir
geçişe ihtiyaç duj/maktadır. Bugün yaşayan kimseler olarak ç o ğ u m u z u n hayati
Müslüman toplumun dürüst olduğunun görülmesi
Batı'da ve başka herhangi bir yerde İslam'ın geleceği
açısından-son derece önemlidir. Müslümanları pekçok
şeyle suçlayabilirler; Fokot ikiyüzlülük, ahlaksız
davranış veyo güvenjimezlikle suçlomolarını soğloyacok gerekçeleri kendilerine vermemek lazımdır.
b o y u n c a İslam'ın A v r u p a ' d a h e r h a l d e
azınlıktaki bir din olarak kalmaya devam edeceğini pekala farzedebiliriz. İslam gelişip serpilebilir, fakat ancak Müslümanlar bü istikamette faydası dokunacak pratik adımlar üzerinde yoğunlaşırlar ve çok zarar verip İslam'a ve Müslümanlara hiç yarar saklamayacak olan ilgisiz rüyalardan vazgeçerlerse. Zira bu
sonuncusu, zaman ve enerjiyi, en acil biçimde ihtiyaç d u y u l a n vazifelerden
u z a k l a ş h n p başka yönlere kanalize etmektedir.
Fakat ILP'nin genç elemanlarının
haklı olduğu birşey varsa, o da, pek çok
sözde İslamî hareketin liderliği d e dahil
olmak ü z e r e çoğu M ü s l ü m a n lider v e
yönetimin acizliğine ve tefessühüne yö- .
nelik kınamalarıdır. Aslında yaygın ahlakî iflas, güvenilir liderliğin yolduğu ve
y ö n ü n ü kaybetme gibi b u g ü n Batı'daki
ve herhangi bir yerdeki Müslüman toplumların yaşadığı sıkıntılar olmaksızın, . . "
böylesi yabanıl g r u p l a r ı n p o p ü l a r i t e s i
bir yana, mevcudiyetleri bile imkansız
.
olurdu.
.,
Impact, Aralık, 1995
/
• . •
'
. .
:,
'
• -
(*) Arabia ve the Muslim World dergilerinin eski editörü olan Abdulvahhab elEfendi, akademik çalışmalar üzerinde yoğunlaşmak üzere, Sud,an hükümetindeki
diplomatik görevinden geçen yd ayrılmıştır.
A -
•
^ •
•
.
•
'
Ortadoğu, Balkanlar ve
ekseninde Türk dış politikası
Yayına haz.: Hikmet Erdem
RHV Rnkora şubesinin
/Mo^/s / 9 9 ö gönü Hocotepe Comii Honferons
Solonu'nda tertiplediği ve Dışişleri €ski Bokom Hikmet: Çetin, RP Millet\/ekili
t^bdulloh Gül. Bilkent Ünv. Öğ. Üı^ıesi Doç. Dr. Oı^o Rkgönenç ve gazetedi^jozar Cengiz Çondor'ın hûtildığı ve Cevat Özkoı^a'nın yönettiği, "Ortadoğu
Balkonlar ve Hafkasya Ekseninde Türk Dış Politihast" konulu panelin geniş bir
özetini okuı^ucularımızın istifadesine sunuı^oruz.
Cevat Özkaya: 1989'dan itibaren, Sovyetler Birliği'nin ve Doğu
Bloku'nun dağılmaya başlamasıyla birlikte o g ü n e k a d a r var
olan dengeler altüst oldu. Baiı ittifaklar çöktü, bazı düşmanlıklar
ittifaka dönüştü. Bütün bu olağanüstü değişiklikler, Türkiye'nin
içinde b u l u n d u ğ u bölgenin çok
yakımnda cereyan etti. Yani şöyle
İjir d ö n ü p bakarsak, bunlar Osmanlı k ü l t ü r havzası veya etki
alanı dediğimiz bölgelerde olmuş
olaylardır. Türkiye, d a h a önce
yöneticisi o l d u ğ u , b u g ü n s e potansiyel olarak o bölgelerde etki
alanı olan bir ülke durumundayken bu hadiseler meydana geldi.
Bütün bu alt-üst oluşların yaşandığı son dönemde siz de dışişleri
bakanı idiniz. Türkiye bu olağanüstü .dönemin gerektirdiği dış
politika değişikliklerini yapabildi
mi? Tarihi misyonuna uygun poUtikalar üretebildi mi?
H i k m e t Çetin: Bu d ö n e m d e
dünya ve sorunları değişti ama
Türldye'nin sorunları değişmedi.
Türkiye'nin Kıbrıs sorunu, Yunanistan'la olan sorunları değişmedi. Tam tersine. Soğuk Savaş'm
sona e r m e s i y l e birlikte T ü r k i ye'de var olan sorunlara yeni so-
..
•
.
.
runlar eklendi. Türkiye benim dışişleri bakanı olduğum dönemde,
Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir biçimde birçok konuyla
aym anda akıl almaz bir yoğunlukta ilgilenmek zorUnda kaldı.
Asimda, panelin konusu da, Türkiye'nin ne kadar önemli bir bölgede yer aldığını ortaya çıkarıyor.
Bugün bütün dünyanm ilgilendiği en önemli sorunlar, panelde
sözü edilen bölgedeki sorunlardır. Yani, Ortadoğu, Balkanlar ve
Kafkasya'daki sorunlardır. Bun-'
lar öylesine önemli sorünlar ki,
dünya henüz bunlara bir çözüm
bulamadı. Türkiye de bu sorunların ya bir parçasıdır ya da bunların çatişma noktasındadır. İşte bu
durum, Türkiye'nin dış politikasim çok etkiledi,
• Başka bir özellik de şuradan
kaynaklanıyor: Bütün bu olaylar,
Osmanlı İmparatorluğu'nun eski
toprakları üzerinde meydana ge. liyor. Bunun anlarm ise şudur: Bizim oralarda uzantılarımız olduğu gibi, onların da bizim içimizde
uzantıları var demektir. Yani Türkiye'de Bosnalılar var, Bosna'da
bizim tarihimiz, kültürümüz var.
Aynı d u r u m , Çeçenistan, Güney
Kafkasya, Abhazya ve Azerbaycan için söz konusudur. Genellik-
le akrabalık düzeylerine varan yakınlıklarımız var. Bu d u r u m ister
istemez, Türkiye'nin iç poUtikasıhı
da etkiledi. Çünkü burada yaşayan insanlarımız, bu sorunların
hemen çözümünü istediler. Türki' ye'nin bu sorunlara hemen çözüm
' getirebileceği gibi bir izlenim de
m e y d a n a geldi. Türkiye, benim
görev üstlendiğim o dönemde son
. derece ağır sorumluluklar üstlendi. Bizim amacımız, dünyamn bir
anlamda çözemediği bu sorunları
çözerken, ülkelerin toprak bütünl ü ğ ü n ü b o z m a d a n Balkanlarda,
Kafkasya ve Ortadoğu'da barış ve
istikrarı nasıl sağlayabihriz? sorusuna cevap aramaktı. Bunlann kolay olmadığı tabiî gayet açık. Ned e n kolay, değil? Ç ü n k ü Türkiye'nin bu bölgedeki ülkelerden
. ayrı olarak.bana göre üç önemli
özelliği var. Bunlardan bir tanesi
Türkiye'nin coğrafyasıdır. Bu öyle
bir coğrafyadır ki, Türkiye hem
• Ayrupah'dır, hem Akdenizli'dir,
hem Ortadoğulu'dur, Balkanlı'dır,
Kafkaslı'dır... İkinci önemli farklılığı; bölgede, Müslüman, demokratik ve laik tek ülke olmasıdır. Bu
Özelliğe sahip başka bir ülke yok-'
tur. Üçüncü önemU özeUiği; tarih• te bu bölgelerde h ü k ü m s ü r m ü ş
tek Ülke Türkiye'dir. Yani diğer
• ülkelerden ayrı olarak,- tarih, coğrafya ve model olarak ayırdedici
bir özelliği vardır. Bu d u r u m bir
avantaj olduğu gibi, tarihen de bir
sorumluluk ve aynı zamanda şorunları da beraberinde getiren bir
özelliktir."
ye'nin, hem imkanları olan, hem
Türkiye, yukarıda saydığım
sıha göre söylemiyorum ama, birde sıkıntıları olan bir coğrafyada
özellikleri dolayısıyla, daha fazla
birlerinden farkh kültürlerin tebulunduğunu söyledine gibi roller oynayabilir? B a n a .
mas noktasıdır. İkinci olarak, kıgöre Türkiye'nin şu seçmi yapElbette politikanın arkasına
taların temas noktasıdır, ve üçünrhası gerekir: Ya açıkça taraf olabir güç koymak önemlidir ama,
cü olarak, uluslararası ticaret yolcaksınız ki; o'zamanda Türkiye
Türkiye var olan bu gücünü reel
larının geçiş noktalarını barmdırsorunlanri çözümünde neden etolarak değerlendirebildi mi? Ve,
maktadır. Bu bakımdan, bu bölkiU rol almıyor? şeklinde soruları
Osmanh coğrafyasmda meydana
genin bizatihi kendisi, yapısı gebir kenara atmahdır. Yani hem tagelen bu olaylardan sıkmta duyan
reği, sadece Türkiye'yi değil, büraf olup hem de somnları çözmebir elit tabaka da var, bunlar netün bir uluslararası camiayı ilgi-'
de etkili rol verilmiyor? sorusu
reden ortaya çıktı? Sorunlar var
lendirmektedir. O nedenle de issorulmamahdır. Eğer zaman zaama, aynı zamanda böyle insantiklal felsefesiyle yürüyeceksek,
man taraf tutuyor ya da o izlenilar da var. Bu konulardaki değerTürkiye sadece, Türkiye Dış Polimi verip, rol yerUmesini bekliyorlendirmenizi rica ediyorum.
tikası formüle edemez. Tıpkı bir
Si,..
sak, bımun doğru olmadığı karadünya gücüymüş gibi hareket etşındayım. Taraf olma izlenimi
meye mecburdur. Dünya gücü-,
Cengiz Çandar: 'Ortadoğu,
verildiği için de rol verilmemeye
dür, değildir, ayrı mesele ama,'
Balkanlar ve Kafkasya ekseninde
çahşıhyor. Bu mutlaka taraf tutaiçinde hareket etmek duruinunda
Türk Dış Politikası'. Şimdi bu üç
cağız anlamma gelmiyor. Ama bib u l u n d u ğ u eksen, d ü n y a d a k i
kelimeyi yan yana getirdiğiniz ,
raz önce belirttiğimiz özelliklerherkesi ve herşeyi ilgilendirdiği
den kaynaklanan bUinç altındaiçin; global bojoıtlarda politika
ki bir durumdur. Örneğin, Bosyapmak zorundadır.
T.C. kuruluşundan itibaren •
na- Hersek'le ilgiU güç gönderŞimdi yüzyılın başına, b u
dünyadaki miras aldığı eski rolüme durumu söz konuşu olduğu
yüzydm
sonunda, geçen yüzyı. nün r ^ d i üzerine kurulmuş bir.
zaman - Sayın Cengiz Çandar
lın şartlarıyla geri dönıriüş olda hatırlayacaktır-işte din yadevlet olduğu için, iki temel kan- duk.. Bu durum son derece baş
yılmacılığı olmayacak, etnik
septe doyolı olarak dış politiko- . . döndürücü bir hızla, sürprizlerbağlantılar kurulmayacak vş. le, ve beklenmedik bir şekilde
"
sıno yön vermeyi esas olmıştır.
Yani Türkiye'den bir güç göncereyan etti. Dünya'da bir çok
. derilmesine engel çıkartan bir
Birincisi misak-ı milIP, diğeri de,
merkez buna hazırlıksız .yaka' tanım bu. Çünkü kafaların geriyurtta sulh/cihanda sulh kavramı- landığı gibi Türkiye de hazır
sinde, Türkiye burada taraftar ya
• değildi. Türkiye'nin hazırlıksız
dır ki, odeto kutsal inek gibi,
..da taraf olduğu izlenimini veri- „
yakalanmasının belli ideolojik
yor. Kammca, dış politikada bir- " . 'kutsiyeti olan kovramlordir. '
nedenleri de var. T.C. kuruluşeye karar yermek durumundaşundan itibaren dünyadaki miyız. Ya taraf tutmayıp aktif olarak
ras aldığı eski rolünün reddi üzezaman, daha önce de vurgulandırol oynayacağız, ya da taraf tutarine kurulmuş bir devlet olduğu '
ğı gibi, bir Osmanh idarî ve külcağız, o zaman da niye rol yeriliçin, iki temel, konsepte dayalı^
tür havzasını ifade ediyor. Bu
miyor? diye yakınmıyacağız. Buolarak dış politikasına yön ver-'
bölgeler beşyüz yıl boyunca^Osrada aklınıza şu soru gelebilir..
• manii İmparatorluğu'nun hük-". meyi esas almıştır. Birincisi miAcaba taraf tutup da rol alan ülsak-ı millî, diğeri de, yurtta sulh,
mettiği, etkilediği ve dola5^sıyla
keler yok mu? Elbette var. Süper
cihanda sulh kavramıdır ki, adeta
de etkilendiği bir havza.;. Biraz
güçler dediğimiz, geçmişteki Sovkutsal inek gibi, kutsiyeti olan
daha derine indiğinizde, dünya. yetler Birliği ye bugünkü Rusya
kavramlardır. Ortaya atıldıkları
^ nm en görkemli imparatorluğu
ve ABD, hem taraf tutar, hem de
zamanda belli rasyonelleri "olan,
sayılan Röma'nm da esas olarak
• rol alır. Umarım Türkiye de gelebelli
meşruiyetleri olan, bu'kon• var olduğu bir alan.. Her ne ka:
cekte böyle bir noktaya gelir. Ya-. septen, adeta donmuş, üzerinde
dar başkent Roma idiyse de, Röni güçlü olursanız; hem taraf tukonuşulamaz ve d o k u n u l a m a z
'ma İmparatorluğu'na, imparatoftabilir, hem de etkin rol üstlenebikavramlar
halinde varlıklarım
. luk duygusunu veren bu havzalirsiniz. •
: •
öyle
sürdürdüler.
Hangi hamleyi
dır. Dolayısıyla ismini andığımız
yapmaya, hangi hareketliliği gösbu ekseny şu anda da dünya politermeye kalksanız, e bizim işimiz
tik^sırun çok hayati bîr bölgesini
Cevat Özkaya: Hemen Cengiz
oluşturmaktadır. Bu d u r u m bir- . ne? bundan bize ne? Biz misak-ı
~ Çandar'a söz vermek istiyorum.millî .sınırları içinde, birlik vetünE f e n d i m sayın b a k a n Türkir • kaç nedenle böyledir. Önem su:a-
lüğümüzü sağlama alalım. Ya da
Abhazya'yla Gürcistan savaşırsa,
Gürcistan Rusya'yla kapışırsa,
Bosna'da bir savaş cereyan ediyorsa, bulardan uzak durmalıyız.
Yurtta sulh, cihanda sulh prensibine göre biz, hem ülkemiz içinde
barış isteriz, hem de ülkemizin
dışında barış isteriz. Oralara müdahale etmek gerekmez, çünkü
oralar tehlikeli alanlardır, mayın
tarlalandır.;-. Halbuki bu alanlar,
NATO'nun ya da Batı güvenlik
sisteminin bir uç beyi gibi olan hafızaları zorlarsak hatırlanacağı
gibi- kanat ülke, Türkiye'yi, birden bire çift kutuplu sistemin d a - '
ğıldığı yeni d ü n y â d ü z e n i n d e
merkez ülkelerden biri haline getirmiştir.
Dolayısıyla Türkiye'nin yurtta
sulh cihanda sulh prensibi, ya da
misak-ı millî'nin, b u r n u n u n dışında bizim işiıhiz yoktur gibi
doğmalara kendisini tabi kılarak,
hareketsizliğe m a h k u m etmek
gibi bir lüksü, yeni çıkan şartlar
nedeniyle olamazdı ve yoktur da.
Ç ü n k ü T ü r k i y e ' n i n 1920'lerde
üzerine giydiği elbise her ne kadar objektif ve kaçınılmaz tarihi
gelişmelerin sonucuysa da bedene dar gelen bir elbisedir. Bedene
dar gelir, bir gezinirsiniz, bir jimnastik yapmak için eğilir kalkarsınız, sonunda dikişleri atar, telası
sökülür veya düğmeleri pat pat
pat düşer. Şimdi 90'lı yıllarm başında da bu elbisenin dikişleri attı
ve Türkiye kendi siyasi sımrlannın dışında
var
olmaya
mecbur kaldı.
Öte y a n d a n
birkaç yıl içinde
ne AGIK ismini
hatırlayan kaldı, ne Paris şart ı n d a n bahse-^
den ve bunu talep eden kimse
kaldı. Bu detav ü l d e n kalktı.
Nasıl kalktı? Hıristiyan kültüründen yola çıkan bu tasarı - Yeni
Dünya Düzeni- gerçekleşmedi.
Yeni dünya düzeni diye birşey
yok. Bugünkü dünyada illa birşeyden bahsedeceksek, bir uluslararası kuralsızlık ve düzensizlik
düzeni hakimdir. Kuralsız ve kuralları belirlenmemiş yeni bir
dünyanın içinde, muazzam bir
düzensizlik içinde ve tabiî bu bir
geçiş düzenidir. Nereye geçilecekse o yönde ilerliyoruz. Bu tasavvurun düşündüğü kurumlar
da, bundan üç beş sene evvelki
fonksiyonelliklerinde değiller.
Türkiye bu alanlarla ilgili global
bir politika oluşturabilirse ancak o
zaman kendisi olabilir. Eğer, bu
alanların ikisini bırakıyorum ve
sadece biriyle ilgilenirim derse,
problemler de yakasmı bırakmaz.
Bugün^ İsrail'le yapılan anlaşmanın ortaya koyacağı simge işte
bu bakımdan çok önemlidir. Çünkü İsrail bugün kutuplaşma yolundaki Ortadoğu'da, kutup başlarından bir tanesidir. Siz Türkiye'yi, İsrail'in yedek gücü gibi konumlandırırsanız, o zamari Türkiye Ortadoğu ülkesi, Ortadoğu'da
da taraflardan bir tanesinin müttefiki haline sokarsanız. Kafkasya
üzerindeki etkisini de kaybedebilirsiniz, çünkü Türkiye artık bu
bölgenin toplamı olan ülkesi değil, bir Ortadoğu ülkesi haline gelmeye başlamıştır. O zaman, şu an
için, Orta Asya petrol rezervlerinin ihraç yollarının Rusya ve bir
nebze İran'a kayması normal hale
gelir. Çünkü o sahnede yoksunuz.
Balkanlar'da da saym bakan Hikmet Çetin'in çok saygı değer gayretleriyle o dönemde kapmış olduğu mevzileri de ipotekli bırakırsınız.
Şimdi böyle bir dünyada Türkiye gelişmelerin kendisini mec- ,
bur ettiği bir bölgesel güç merkezi rolünü oynamak zorundadır.
Oynamaya çalışmalıdır. Aksi halde Türkiye konferansın başlığında ifade edilen durumlara yön
veren ve uluslararası s a h n e d e
önemli rol sahibi bir ülke olmak
yerine, o sorunlarda taraflardan
bir tanesi haline gelir ve onun
Türkiye'de yapacağı spazmla,
toplumsal dengeye yapacağı bo-^
¿ucu etkilerle de dünya tarihinde
önemli bir rol oynamak yerine,
tökezleyen ve yerde sürünmeye
başlayan bir ülke haline gelir.
Şimdiki görüntüsü bu ikincisinden daha vahimdir. Çünkü Türkiye O r t a d o ğ u ülkesi olamaz,
Türkiye Kafkas ülkesi olamaz,
Türkiye Balkan ülkesi olamaz.
Türkiye bunların toplara olabilir.
Tarih ve coğrafya faktörleri bütün ülkeler için olduğu gibi, Türkiye için de sabittir. Bunlardan bağımsız dış politika yapamazsınız.
Tarihiniz ve coğrafyanız," zaten sizin dış politikanızın çerçevesini çizer. Bu konferansın başlığım ifade
eden eksen, Türkiye'nin 'olmazsa
olmazlarım' da beraberinde getiriyor. Müslüman ülke olduğunuzun
idrakinde olmadan da dış politikayapamazınız. Bu hem insan malzemesi nedenleriyle hem de tarihi
nedenlerle böyledir. Mesela, laik
dış politika filan olmaz. Türkiye,
müslüman dünyanın, müslüman
lider ülkesi konumunda olduğunun ve tarihi olarak bu mirası devraldığımn idrakinde olarak bir dış
politika yapmak zorundadır. İkincisi; bu toplumsal mozayikte, milliyetçi bir temel üzerine dış politika y a p a m a z s ı n ı z . Bu ülkede
Kürf ü var, Çerkezi var. Gürcüsü
var, Boşnağı var, Arnavut'u var,
. Osmanlı hamuru üzerine dış politika yapmak zorundasınız.
Türkiye'nin, az önce saym bakanın ifade ettiği biçimde, diplomasinin arkasında askeri bir güce
sağlam bir koz oluşturmak bakımından ihtiyacı vardır. Dolayısıyla müslüman karakter, demokratik karakter, ve milliyetçi olmayan mozayik karakter, tarih ve
coğrafya unsurlarının yanısıra,
Türkiye'nin dış politika formülün ü n kimyevi maddeleri olmak
durumundadır.
Cevat Özkaya:' Şimdi de sözü
Oya hanıma vermek istiyorum.
Türkiye dış politikasının arkasına
bir güç koymak zorunda. Aym
zamanda mevcut güçlerini de organizeU bir şekilde kullanabilmek
durumunda. Mesela Kafkaslarda
ve d o ğ u politikasında, Türkiye'nin hiçbir zaman tek tür bir
politikası olmadı. Dışişleri bakanlığı yarı devre dişi bırakıldı. Başbakanlık dışişleri bakanlığına göre politika üretti, Botaş başka birşey söyledi, enerji bakanlığı başka
bir şey söyledi. Şimdi Türkiye'de
potansiyel , olarak bu güç varken,'
bu gücü bu kadar dağınık kullanmak ve arkasına bir güç koyamıyoruz demek, biraz da, 'görüyorsunuz bu iş olmuyor' demekle eşdeğer manadadır. Örneğin Bosna
meselesinde bütün dünya hazır-'
hksız yakalandı. Ama bugün sayın bakanın da söylediği gibi Bosna meselesi hallolmamakla beraber bir yola girdi. Bosna olayiçok
fazla aydınlık da gözükmüyor,
çünkü bu dengelerle ilgili bir mesele. Ayrıca dünyada en fazla sınırların değiştiği bir bölge. Bosna
meselesi esasen bir Balkan banşının ilk ağzı gibi mütalaa edilmelidir. Bunun yanında Sancak var,
Kosova var. Dayanışma Vakfı'nm
yaphğı Balkan Konferansı'nda bir
Amerikalının söylediği bir söz
vardı. "Eyet, Türkiye'nin uçak
gemileri yok ama, en azından bir
Balkan Barış Planı da o l a m a z .
mıydı?" demiştir. Acaba Türkiye'nin Balkanlarla ilgili bir blok
halinde banş planı var mı? Var
da biz mi bilmiyoruz? Bu barış
planı varsa, Kosova bunun neresinde? Çünkü Kosova bugün patlamaya hazır bir bölge durumunda. Ben bunları sormak istiyorum.
. .
Doç. Dr. Oya Akgönenç: Sor u n u z u cevaplandırabilmemiz
için, önce kendimize şu suali sornıamız lazım. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya ekseninde Türk
dış politikası nedir, ne olmalıdır?
diye s o r d u ğ u m u z z a m a n , h e r
şeyden önce bu dış politikayı etkileyen faktörlerin saptanması
gerektiğine inânıyorm. Bunları
basit olarak gruplandırırsak; birincisi, Türkiye'nin jeopoUtik, jeostratejik konumu. Yani, köprü
başı tutma sendromu da diyebiliriz. Türkiye coğrafi konumu itibariyle öyle bir kesişme noktasında ki, nereden bakarsanız bakm coğrafi yönden, kültürel yönden,
tarihi yönden, ticari yönden veya
ulaşım yönünden- hep bir köpıü
başı görünümündedir. İkinci hu-^
sus tarihi görev. Veya ben buna '
tarihi misyon diyorum. Tarihi görev anlayışı, biraz önce de bahse-'
dildiği gibi, Türkiye bir Osmanlı
mirasını taşır, bir Selçuklu mirasını taşır, bir İslam İmparatorluğu
mirasını taşır ve bununla kendisini vazifeli hisseder. Konuşulabilir, söylenebilir veya söylenmeyebilir. Fakat bu misyon duygusu
' vardır,' en azından şuuraltında
vardır. Üçüncü m a d d e , yurtta
sulh cihanda sulh'tür, yani bununla barışçıl l::|ir yaklaşun kastedilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi bu bir mecburiyetin, bir
gerçekçi yaklaşımın sonucudur. ,
Burada sorulacak sual, bunun değişme zamanı gelmemiş midir?
Fakat biz bu noktada hangi faktörlerin etkisindeyiz? onu belirli-
yoruz. D ö r d ü n c ü s ü de, Türkiye'nin dış politikasını belirlerken,
kuvvetler dengesine göre, yani
dünyadaki gehşmekte olan olayları çok yakından izleyerek bir
poUtika geliştirme eğUimi.
Netice olarak, Türkiye için yeni fırsatlar ortaya çıktı. Bunu biz
sık sık dujmyoruz. Kafkaslar'da,
Balkanlar'da, Karadeniz'de yeni
fırsatlar deniyor. Fakat aynı zamanda bu bölgelerde yeni sorumluluklar... Biraz önce denildiği gibi, bunlar bizi niye ilgilendiriyor?
diyemiyoruz artık. Çünkü birtakım sorumlulukları üstlenmek
zorundayız. O zaman da bir adım
geride d u r u p , ' d u r u n bakayım
bölgelerle ilgiK bir karar vereyim'
deme durumundan çıkmaya zorlanıyoruz. Demek ki bunlar bizim
üstümüzdeki etkiler.
Bosna'nın içi hariç her tarafa
gittim. Oralarda Türkiye'ye bakış
açısı bambaşka. Herkesin söylediği bir söz var; "Ah Türkiye bir
kükrese!" Yani öylesine bir imaj
var.Böyle bir temenni karşısında
ben sadece "inşaallah!" diyebildim. Çünkü bizim kendi aramızda bile "Canım bizim işimiz ne
oralarda? Veya biz niçin bu, işlere
girelim, bu bizim üstümüze vazi-'
fe değil" diyenler de var, veyahutda "Biz bunu zaten yapamayız, o
güç eskidenmiş, şimdi böyle bir
gücümüz yok" diye kendimize
• güvensizlik gösterenler de var. O
halde diyorum ki, en büyiik problem bu noktada. Bize içten^ kendimize bakışımızla, dıştan bize bakışlar arasmda da çok bü)mk farklar görüyorum. İşte biz bunu halletmek durumundayız.
Son o l a r a k da iç d i n a m i k lerden bahsetmek gerekiyor. Yani, Kürt sorunu olsun, sosyal istikrarsızlıklar olsun, yurtta yayılmak istenen şii-sünnî çatışması
olsun, ekonomik darboğazlar ol. sun, işte bu iç istikrarsızlıklarımız, dış politikamıza yansıyor.
Nasıl yansıyor? Biraz önce bahsedildiği gibi, bir dış politika, ancak
arkasında bir güç varsa kuvvetli-,
dir. Bu güç sadece ordu değildir,
bu güç milletin birliğidir, bir toplumun birlikte karar verme yetkisidir. Eğer herkes birbiriyle her
konuda münakaşa ederse. Zıt kutuplara yönelirse, zaten bu güç
arkasında olamaz.
Şimdi burada şöyle bir soru
sormak gerekir, dış politika saptanırken kullamlân ölçüler nelerdir? Tabii ki birincisi ve en önemlisi, devletin bekası ve milletin refahıdır. İkincisi, şimdilik serbest
piyasa ekonomisi, üçüncüsü, bazı
hedeflere ulaşmak k o n u s u n d a
göstereceğimiz kararlılığımızdır.
Bunlar da, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti olmak ve çağdaşlaşmak gibi konulardır. Dördüncüsü de, güvenlik garanti-.
si. Yani, Türkiye'nin güvenlik
garantisini kim verecek? Gene
kendisi ve sadece kendisi...
zainan zaman gensorulann verildiği, a m a sadece k o n u ş m a
düzeyinde kalan bir konu olmuş-tur. Fakat, Türkiye'rün dış poUtikasmm oluşmasında, demokratik
ülkelerde olduğu gibi, TBMM'nin
aktif bir rolü olduğu söylenemez.
Bunu genel kuruldan önce komisyonlara götürmek lazun. Meclisin
dışişleri veya milli savunnia komisyonuyla ABD'nin Almanya
veya İngUteregibi Avrupa ülkelerinin komisyonları arasında çok
çok fark vardır. İşlevleri ve tepkileri çok farkhdır. PoUtika oluşturmaktaki rolleri çok farklıdır. Dolayısıyla Türkiye'rün dış politikası tespit edilirken, geleneksel hale
geİmiş ve devletin bazı orgarüan
tarafmdan çizilen ve çerçevesi za-
dur. Bu durumun değişmesi için,'
Türkiye'de önce bu anlayışm değişnjesi lazım. Demokratik ve sivil bir ortamın oluşmasıyla birlikte, halkın düşüncelerinin de yönetime yansıyabUmesi lazım. Bunun Türkiye'de olmadığım görüyoruz.
-•
Dışişleri k o m i s y o n u n d a bu
• mevzular uzun uzun tartişılmaz.
Hükümetlerin yaptığı anlaşmalar
gelir, onaylanır geçer. Milli sa-vunma komisyonunda, Türkiye'nin
milli güvenliği de, açıklıkla söyliyeyim, tartişılmaz. Milli savunma
komisyonuna gelen konular, askerlerin personel meseleleriyle ilgili sık sık yapılan kanun değişiklikleri teklifleridir. Ama halkın çok
ilgilendiği, basının çok ilgilen-,
diği, politikacıların çıkıp de- Ortadoğu'da Türkiye bugünkü
vamlı konuştuğu konular, belki ,
yapısına ve gerçeklere aykırı bir • o yapı gereği, uzun uzun tartıpolitikanın içine girmiştir. Bölgenin şılmazlar. Mesela, son günlerde
kaöıuoyuniu meşgul eden İsrayabana bir unsuru olan, fakat fiilen- il'le yapılan anlaşma bu komisCevat Özkaya: Ben Abdulorada olan İsrail'le ilgili senaryolar yona gelmemiştir. Ne savunma
lah Bey'e şöyle bir gözlemimden bahsetmek istiyorum ve içinde rol alan bir ülke durumuna ge- komisyonunda, ne dışişleri komisyonunda görüşülmemiştir.
sonra da s o r u m u yöneltecetirilmiştir. Bugünkü askeri anlaşmanın Eğer bizler çıkıp TBMM Genel'
ğim. Görebildiğimiz kadarıyla
boyutları çok büyük ve ciddi bir an- Kumlunda 'ne diyorsunuz?' diTürkiye'de dış politika meseleye sormasaydık, savunma baleri, meclis gündemine pek girlaşmadır. B'unun orkosıdon çeşitli
kanhğı çıkıp ona da cevap vernüyor. Bununla ilgili hemen
iktisadi anlaşmalar gelecektir.
meyecekti. Ne gariptir ki, sabirtakım mazeretler ileri sürüvunma bakanı çıkıp o konuda •
lüyor, 'efendim, dış politika bir
konuşma
yaptı ama, kendisinin de
uzmanhk alamdır' deniliyor. Anman zaman genişleyen, zaman
bilgisi olmadığı ortaya çıktı. Bunu
cak, uzmanlar da verilen hedefler
zaman daralan o politika hüküda kendisi MecHs kürsüsünden itidoğrultusunda faaliyet yürütürmetlere yansımalctadır. H ü k ü raf etti. On dakika önce gelen zarfı
ler, Acaba verilen hedeflerde milmetier de onlann onaymı„çoğunaçıp
kendisine verilen özet bilgi)d
letin istekleri ve milletin nisbeten
luklanna güvenerek, parlamentookumuştu. Aslında seçimden yeni
temsilcisi olan TBMM'nin bir etdan, meclisten a l m a k t a d ı r l a r .
çıkmış bir meclisin devre dışı bırakisi var ım? Ya da ne kadar etkisi
Yoksa dış politikada istediğinizi
kıldığı, hükümetin günlük işlerle
var? Yani Türk Dış PoHtikası, sahenien yapamazsınız. Milletin isuğraştığı bir z a m a n d a , b ö y l e
dece uzmanların dikte ettiği bir
tediklerini hemen dış politikada
önemli bir konuda, başka bir taraf
politika olarak mı cereyan ediuygulatmazlar. Dış politika en re- ne kadar taraf olur, o da demokyor? Yoİcsa, milletin arzulan istialist olunacak konulardandır taratik ülkelerde çok tartışılır- Türkikametinde Meclis'in belirleyici
bu. Ama bunun halkın bütün heye'de
böyle bir anlaşmayı imzalaTbir yetkisi var mı?
yecanıyla bütünleşmiş-olması,
dı. A m a Türkiye'de ve dünyada
halkın desteğini arkasına almış
bu kadar yankısı olduğuna göre
olması, güçlerden birisidir. AskeAbdullah Gül: TBMM'de dış
bu, herhangi bir anlaşma değil. ri
gücü
ekonomik
gücü
ve
nihapolitika konusu, aslında çok ko-,
Bütün bunlar bence, Türkiye'rün
yet halkın toplam hissiyatını arnuşulan bir konudur. Ama, sadeiçerdeki
sıkıntılarıyla beraber olan
kasına alması gerekir. Fakat, Türce konuşulan; zaman zaman sodışardaki sıkintilandu.
kiye
bunlardan
şu
anda
yoksunruşturma önergelerinin verildiği.
Yapılması gereken şey Türkim e t i n d e hareye'nin kendi d u r u m u n u , konu• ket edilerek, munu ve jeopolitiğini yemden taTürkiye'rün
nımlaması ve bunu dalga dalga
böyle bir politi• çevreye yaymasıdır. Bütün bunlaka içine girdiğirın gerçekleşebilmesi için, paria- ni görmekteyiz.
mentonun, meclisin aktif olarak
Bu açıkçası Sadevreye girmesi gerekir. Meclisin
yın İzzetbegodevreye girmesi, bir anlapida hüviç'e karşı başkümetin üstündeki baskıların da
ka g r u p l a r ı n
hafiflemesine n e d e n olacaktır.
desteklendiği
Hükümetler, Meclis'i en büyük
manasına gelotorite yapacakları yerde, bundan
mektedir.
kaçınmışlar ve devamlı suretle
Kafkasbaskıya maruz kalmışlardır. Örl a r ' d a bu anneğin Çekiç Güç meselesinde olHikmet Çetin: Ben, öncelikle
lamda büyük yanlışların olduğuduğu gibi. Çekiç güç meselesinde
İsrail'le
yapılan anlaşmanm abarnu şu an bUebiliyoruz. Petrol bohükümetler baskı altındadır. Bel-,
tıldığı
ve
yanlış yorumlandığı göru hattı meselesiyle Rusya'nın
ki hükümetlerin içindeki kişilerin
rüşündeyim. İsrail'le yapılan ansöylediklerinin ortaya çıktığı ve
b ü y ü k bir çoğunluğu da farklı
laşmanın bir benzeri daha önce
Türkiye'nin saf dışı kaldığmı gödüşünmelerine rağmen, bu baskı- . rüyoruz.
sekiz Arap ülkesiyle yapıldı. Ki
.
..
dan dolayı onlar da kendi gmplab
u n l a r , Mısır, Ü r d ü n , Birleşik
. Ortadoğu'da ise, Türkiye bu^ rmı baskı altına almakta, böyleArap
Emirlikleri, Tunus ve Libya
günkü yapısına ve gerçeklere aylikle, hem milletvekilleri, hem de '
ile Irak ve Suudi Arabistan'dır.
kırı bir politikanın içine girmiştir.
h ü k ü m e t üyelerinin b ü y ü k çoİkincisi, içinde İran'ın da bu- Bölgenin yabancı bir unsuru olan,.
ğunluğu, kendi kanaatlerinin dılunduğu
yirmiyedi ülke ile Türkifakat fiilen orada olan İsrail'le ilgişında oy kullanabilmektedirler.
ye'nin
benzer
anlaşmaları var. Bu
li senaryolar içinde rol alan bir ülanlaşma askeri bir ittifak anlaşİşte bütün bunlar, Meclis'in ve
ke d u r u m u n a getirilmiştir. Buması değU, askeri bir pakt anlaşdemokratik olduğunu iddia'ettikgünkü askeri anlaşmanın boyutlaması değil. Bunlar, benim gördüleri Türkiye'nin âslmda demokrarı" çok büyük ve ciddi bir anlaşmağüm kadarıyla, standart işbirliği
tik olmadığını, ülkenin bir sivil
dır. Bunun arkasmdan çeşitli ikti^ve eğitim anlaşırialafıdır. Üistelik,
toplum yapışma sahip olmadığım - sadi anlaşmalar gelecektir. Ama
kullandığı araçlar itibariyle İsragöstermektedir. Bütün b u n l a r
bütün bunlar, Türkiye'nin dış poil'le Türkiye" arasmda benzerliği
devreye girmiş olsaydı,'Türkiye
litikasını bir nevi endekslediği belolan -F-4, F-16 gibi- bir eğitim anbu potansiyelini çok daha rahat,'
11 çevrelerin kurduğu senaryolar
laşmasıdır. Onun için ben, dost
- Balkanlar'da da, Kafkaslar'da da
çerçevesinde devam etmektedir.
Arap kardeşlerimizin bunu büyükullanabilirdi. .
;
İşte bütün bu senaryolardan
terek, Türkiye aleyhine kullanmaBalkanlar'da, Bosna meselesi
çıkıp, Türkiye'nin kendi potanlanm
doğru bulmuyorum.
ortaya çıkmasaydı, bjagün biz
siyeline uygun, Türkiye'yi bölHer
ülke kendi yaran ve çıkaBosna ve Saraybosna'yı hiç birige devleti yapacak, hatta. Cenrı
doğrultusunda
politika yapar.
miz bilmezdik. Aynı şeyler Kafgiz Ç a n d a r ' m dediği, Osmanlı
Mısır
çok
öncelerden„İsrairie
ankaslar için de söz konusu, Dolayımirasına sahip, İ s t a n b u l m e f laşma yaparken bunu Türkiye'ye
sıyla toplumuyla bağdaşan, parlaicezli, böyle füli yapısına ve tami sordu? Hatta Türkiye'nin bümentosunu devreye sokan ülkeler
biatma uygun olan bir ülke haliyük elçiliği bulunmadığı sırada,
dış politikalanna artı bir güç eklene gelebilmelidir. Bu k o n u m u kendisinin bÜ3Kikelçisi vardı. . ,
yeceklerdir. Bu anlamda Türkiye,
n u dalga dalga çevresine yayaistese de istemese de Balkanların •
Tabü ki, sayın Gül'ün söyledi- .
bUeceği bir ülke olabilmesi için,
içindedir. Zaten yüzyıllarca içinği önemlidir. Bir dış politika ne
M e c l i s ' i n , A m e r i k a ve A v r u deydi, nasıl çekildiği herkesin
kadar destek ahrsa o kadar etkiU
pa'da olduğu gibi devreye girmalumudur. Bosna'da savaşı kaolur. Hele parlamentonun desteği
mesi, komisyonlarmm devreye
zananlar -eğer l^zandıysa- bımla- •
çok önemlidir. Fakat bu bir sis-,
girmesi ve netice olarak devletle
rm safdışı edilmeleri, uluslararası
tem meselesidir ve galiba .sistemi
halkın, h a l i n i n v e geçmişinin
çeşitli çevrelerle işbirliği içinde
'
b ü t ü n l e ş m e s i g e r e k t i ğ i k a n a - . değiştirmek lazımdır.
veya onlarm düşünceleri istika- - atindeyim.
Arkadaşlar şüphesiz çok de.
.
\
ğerli şeyler söylediler. Fakat ben,
Türkiye'nin misak-ı milli .ve yurtta barış, dünyada barış sözlerini,
pasif, edilgen bir politika diye anlamadım, öyle yorumlanuyorum.
Nitekim o politikalarla Hatay,
Türkiye'ye katılmıştır. O politikalar gereği, Kıbrıs Harekab yapılabilmiştir.
Ortadoğu Banş süreci bir noktaya doğru gidiyor. Umanz Suriye ye Lübnan'ın da katılmasıyla
yeni bir Ortadoğu oluşur. Ortadoğu değişirken bizim de kendimizi değiştirmemiz lazım. Eski
düşüncelerimizle bugün Ortadoğu'ya bakamayız. Ortadoğu'da
dünkü düşmanların hepsi bir araya geldi. Bunlar kimin akima gelebilirdi? Benim gelmezdi... Dış
politikada sürekli düşmanlıklar
yoktur. Sürekli olan bir şey varsa
o da ülkenin çıkandır. Bugün hepimizin yapması gereken Türkiye'nin çıkarı ve yarannı gütmektir.
Oya Akgöıjenç: Bosna-Hersek
çatışmaları sonucu bir Dayton anlaşması imzalandı. Arkasından
Paris anlaşması imzalandı. Ancak
bu işin teorik kısmıdır. Üygulamaya gelince, askeri açıdaif oldukça iyi gidiyor denebilir. Fakat
bir sene sonra ne olacağı belli değil. Sivil uygulama alanında ise
pek çok sıkmtilar olduğu gözleni- •
yor. Gelecek olan paranın nasıl
geleceği, nasıl ve kime dâğıtilacağı, seçimlerin nasıl yapılacağı gibi
pek çok konuda sıkıntılar bulunmaktadır. O halde Balkanlar'da
istikrarlı bir banşm olduğunu iddia edemeyiz. Bunun yamsıra Arnavutluk'taki seçimler.. Şimdi demirperde ülkelerinde eskiye bir
dönüş başladı. Eski komünizmi
adeta romantize ediyorlar. O dönemde hayatimiz daha iyiydi, en
azından bir evimiz bir işimiz vardı, ne yaptığımızı biliyorduk, bir
sağlık güvencemiz vardı gibi düşünceler yaygınlaşmaya başladı.
Türkiye, Arnavutluğa büyük öl-
çüde y a r d ı m yapmaktadır. Bir
, Sırp saldırısına karşı O'nu hazırlamaktadır. Yeni seçimlerle birlikte, eski Komünisüere bir yönelrhe veya Enver Hocacılarm yükselmesi d u r u m l a r ı n a karşı Son
derece dikkatU davranmak gerekir. Bugün Makedonya Türkiye
için son derece önemlidir. Neden
önemlidir? Yunan etkisini kesebilmek için önemlidir. Edirne'den
Adriyatik'e kadar uzanacak bir
karayolunun geçeceği ülkelerden
olduğu için önemlidir. Bunun bir
ekonomik kazanç yönü, politik
kazanç yönü ve bölgede denge
unsuru olma gibi kazanç yönleri
A'ar. Bunları dikkatli bir şekilde
takip etmemiz lazım.
Doğudaki uyguladığımız politikalara gelince... Burada çok daha akılcı bir yaklaşım içerisinde"
bulunmamız gerekir. Çoğu zaman-İran'la ilgili politikalarımız
adeta bir pazar kızıştırılıyor havasına girer. Fakat sonuçta sağduyu hakim olur ve İran'la olan
ilişkUerimizi daha dengeli tutmaya çahşınz. Nitekim Cumhurbaşkanı'nm yaphğı ziyaret birçok sıkıntının giderilmesinde faydalı
olmuştur. Etrafınızda bu kadar
karışık ve sıkıntılı bir durum varken, bir de İran hududunda yeni
bir sıkmti yaratmanın hiçbir anlamı ve manası yoktur. Burada,
İran'ı abluka altmda tutmak isteyen kimdir? sualini de sormak lazım. Tabii ki Amerika.... Bizim
Amerika'yla müttefik olmamız
nedeniyle hemfikir olduğumuz
pek çok konu olabUir. Fakat bu
demek değildir ki, ABD'nin istediği her şeyi mutlaka biz de yapalım ve uygulayalım.. Türkiye
ile İran'ın arası bozulursa en çok
kimin işine gelecektir? Bu ablukayı tamamlamak isteyen ABD'nin
işine gelecektir. Fakat bizim için
iyi olacak mıdır? İşte esas olan
odur. Kafkaslar'daki işbirliğinin,
Orta Asya'ya ulaşmadaki işbirliğinin veya petrol ve doğalgaz rezervlerinin bizim ü l k e m i z d e n
geçmesi bakımmdan bizim avan-,
tajımıza olan durum nedir? Bizim
İran'la daha dengeU ve faydah bir
ilişki içinde olmamızdır diye cevaplanabilir. Çünkü, biraz önce
saym Çetin'in belirttiği gibi, ebedi
müttefikler yoktur, ebedi düşmanlar da yoktur, ama ebedi ülke
çıkarları vardır. Herşeyden önce
onu düşünmek lazımdır.
Kafkaslar'a baktiğımız zaman,
orada Rusya'nın yeniden güçlenme durumuna geçtiğini görüyoruz. Bu konuyu çok dikkatle izlemeliyiz. Buradaki küçük devletlerle ilişkilerimizi dikkath bir şe- .
kilde ilerletirsek, en azından Rus- •.
ya'nın etkisini azaltabilecek bir
denge u n s u r u olabiliriz. Petrol
için oluşturulacak alternatifleri de
ancak bu şekilde düşünebiliriz.
Ortadoğu'ya baktığımız zaman, şartlar değişiyor... Birinci
d ü n y a savaşında biz Ortadoğu'daki Arap komşularımıza çok
kızmış olabihriz. Fakat bana inanın ki, rastladığım bir çok toplantilarda, kendi hatalarını da itiraf
etmektedirler. Efendim, demek
istiyorum ki, çağ değişmiştir, nesiller değişmiştir, bizim de mutiaka değişik açılardan bakmamız
gerekmektedir.
Cengiz Çandan Amerika'da,
özellikle yahudi kökenli siyaset
büimcileri ve düşünürleri bir böl- .
ge modeU çiziyorlar. O bölge modeli içinde, olmayan yeni dünya
düzenine geçişin" Ortadoğu bölümü için bir tasavvur var. O tasavvur, Amerikan destekli İsraü üzerine bir Ortadoğu politik tasarımına dayanıyor. Bir barış süreci
var. Barış süreci nedir? İsrail'in
her bir Arap ülkesiyle tek tek anlaşma imzalayarak, başta Araplar
olmak üzere, bölge ülkelerine
meşruiyetini, tescil ettirmesi demektir. Ondan sonra da ekonomik gücünü bütün bölgeye hakim kılmaktir. Bu olguya hasmane d a v r a n a n u n s u r l a r da var.
ABD yahudi lobisine - ki ABD
laşma yapmıştı... Peki Türkiye . M.Kemal Atatürk bu devletin kukarar mekanizmaları üzerinde etMısır mı? Mısır, Arap dünyasıki sahibidir- ve İsrail'e, sanığı tesrucusudur, milU mücadelenin önnın lideriydi, bugün değil. Bapit etmedeki adres hangisidir? dideridir, tarihi değeri tarhşma dığımsızlar hareketinin üç önemli
ye sorduğumuz zaman, her ikisi •
şıdur. Kendisi ojmadığı rolle yeriliderlerinden biriydi. Mısır o yolu
de İran, diyorlar. Dolayısıyla, şu
ni almıştır.Fakat, Mustafa Kemal
kaybettikten soma zaten bağlanzaman dilimi içerisinde, İsrail ekbir söz söylediyse biz kutsiyet
tısızlar hareketi de dağılmaya ' ' vermeye çahşıyoruz.
senli bir O r t a d o ğ u politikası
başladı. Mısır aslında bu organiİran'ı hedef almak zorunda.
Türkiye'de dış politika zihni- .
zasyonun çok önemli bir ülkesiyİkincisi; bir sürü ülkeyle askeyeti Atatürk'ten kaynaklanmaz,
di, fakat Afrika üzerindeki ağırhri eğitim anlaşması yaptık, İsraismet İnönü'den kaynaklanır. "Ve
ğmı da kaybetti. Mısır yaptı diye
il'le de yapıyoruz, denebilir. İsrabu sözü adeta bir hadis-i şerif'miş
biz yapamayız. Bir de biz, dış poil'le yapılan anlaşma başkadır.
gibi, tarhşılmaz halde, dış pohtika
litika zihniyetini tepeden tırnağa
Çünkü israil, savaş yeteneği çok
doğması haline de yine onlar geyenilemek mecburiyetindeyiz.
fazla olan bir ülke ve bir de savaHrmiştir. Bu Atatürk'ün kendi dış
Biz her seferinde kendimizi başşa yönelen bir ülke... Herhangi
politikası değildir. Atütürk'ün dış
kalarıyla tarif etmeye kalkışıyobir ülke değil o... Arnavutluk'la
politikada bir pragmatizmi var-,
ruz. Türkiye'yi kendisini başkalaaskeri eğitim anlaşması yapıyordır. Hikmiet Bey diyor ki, bunu
rıyla kıyaslamaktan çıkarıp, başsunuz ama, Arnavutluk'un vurapasif "olarak anlamamak lazımdır.
kalannm kendisini Türkiye ile kıcağı bir yer var mı? Yok. İsrail ise
Kendisi pasif Olarak anlamadı, bu
yaslama noktasına getirdiğimiz
ihtilaflı bir ülke.
doğru. Peki kendisinin dışişleri
zaman, Türkiye'yi bölge gücü habakanlığında izlenen politika mı
Böyle bir ülkeyle askeri eğitim
Türk dış politikasıdır? O, Bosişbirliği anlaşması yapmak degönül vermiş. Hemen armek ne demektir? Şu demektir:
Isroil'le askeri anlaşma yapmanın na'ya
dından gelen Mümtaz Sosyal'm
İsraJI, esas olarak hava kuvvetsiyasi sernbolizmi, askeri değerin- ilk yaptığı şey, kendi talebiyle lerine dayanıyor. Savaş teknoüstelik bü talep karşı taraftan
lojisi de öyle. Fakat hava kuv- den çok daha önemli. İtiraz noktası
•
da gelmedi- Birleşmiş Milletlervetlerine "eğitim alanı yok. İsraburasıdır. Efendim, Mısır da böyle
toplantısmda NewYork'da, Sıril uçakları havalandığı andan
bir anlaşma yapmıştı diyenler ola- bistan Dışişleri Bakanı Yovanbitibaren, iki dakika sonra, ya
caktır. Peki Türkiye Mısır mı?
viç'i aramak oldu. Şimdi TürkiSuriye hava sahasında, ya Ürye'nin dış politikası Hikmet Çedün hava sahasmda veya Mısır" , Mısır,'flrop dünyasının lideriydi,
tin'in dostu, rahmetli İrfan Lyuhava sahası içinde.-Bombardı- _
bugün değil.
. biyarikiç'le dostluğu mudur? O '
nian tekniklerini geliştirmek
>
.
•
'
için, hava savaşı taktiklerini ekbakaıilıktan gittikten birbuçuk
sersiz etmek için, geniş hava salin getirebiliriz. Ya da jeopolitik,
ay sonra. Mümtaz Soysal'm Yova-,.
hasına ihtiyaçları var. işte siz de
tarihi ve kültürel özelliklerinin
noviç'le arkasmdan koşup buluşTürk hava sahasını o amaçla suülkesi haline getirebiliriz. Mısır
ması mıdır Türk dış politikası?
nuyorsunuz. Bizzatihi o antrenyapımşsa bu bizim ölçümüz olaYoksa Murat Karayalçm'm uygumanı yapıyor burada. Peki neremaz. Ben hem bölge gücü olacaladığı mıdır Türkiye'nin dış politide tatbik edecek? Tabu ki Arapla-,
ğım diyorum, hem de mazeret
kası?
rı vurucak, nitekim işte vuruyor
olarak başkalarının yaphğı anlaşBu d u r u m Türkiye'deki dış
da. Araplar da sağlam pabuç dem a p örnek göstereceğim. Bu ikişi
politika felsefesi eksikliğinden orğü ama, onlar da bizim komşulabirarada olmaz. .'
taya çıkıyor. Dış politika yok de. rımız. Birçoğu da istikbalde bizim
Bir başka nokta da, misak-ı
ğil. Doğal gerçekler var. Ama
stratejik partnerimiz. Bİr sürii semilli ve yurtta sulh, cihanda sulh
stratejisi tespit edilıniŞ/ on yıllık,
beple... Dini sebeple, kültürel se- ' meselesinin pasif olarak algılan-'
yirnü yıllık bir vadede hesap yabeple, coğrafi sebeple vs. Böyle
maması gerektiği konusu. Hikpan bir dış politika maalesef yok.
olacak olan,ülkelere karşı, şimdi
met Bey'in sıkmhsmı ben anlıyoTürkiye'de özelikle dış politihasmane bir görüntü vermenin
rum. Kendisi Cumhuriyet Halk
ka alanına ilişkin olarak, genel
hiç bir. anlamı yok. İsrail'le askeri . Partisi'nin üyesi. Bunu şunun için
anlamda söylüyorum, aydınlar,
anlaşma yapmanın, siyasi sembos ö y l ü y o r u m ; b u sözler Ataolumsuz bir tutum takınmışlarlizmi, askeri d e ğ e r i n d e n çok
türk'ün sözleri. Fakat biz bu ülkedır. Türk Dünyası meselesi ortaya
önemli. İtiraz noktası burasıdır.
. de birçok şeyi yerli yerine oturçıkmış ve bir heyecan var. Burada
Efendim, Mısır da böyle bir an- ; t u p serbestçe t a r t ı ş a m ı y o r u z .
ona demişiz ki "e)rvah Turanalık •
Türkiye arasında iki ülkenin
doğasından gelen ezeli çelişkiler vardır.
tehlikesi! Pan-Türkizm mi yapacağız?" Peki yapmayalım, duralım. Bosna'yla ilgileneceğiz. Bunlar kimmiş? İşte bunlar müslüman. Şimdi de pan-İslamizm mi
yapacağız? Onlar Türk mü? Hayır, onlar Slav. O halde onlar
Türk olmadı^ için ilgilenenleyiz.
Şimdi Türklerle ilgilenirken turancılık tehlikesi, müslümanla ilgilenecekseniz, "ya hu, Türk de-,
ğilse bize ne?" Şunu yapalım. Hayır, Rusya'yı kızdırmanın alemi
yok
Şimdi bir Çeçenistan mesele- .
si... Bunu Rusya'nın toprak bütünlüğü içinde savunmak gerekirmiş... Niye? Sovyetler Birliği
nasıl dağılmaya mahkum ise, aynı şekilde, çok uluslu olduğu için
değil, ulusların rızası hilafına bir
araya geldiği için ve merkeziyetçi
baskı yapışma sahip olduğu için,
Rusya Federasyonu da dağılmaya
mahkumdur, bu haliyle kalamaz..
Rusya Federasyonu'nun toprak
bütünlüğünü savunmak ise Türkiye'nin işi değildir. Kültürel ve
tarihi bağlarla beklenti içerisinde
olan Çeçenler var Türkiye'de. Çeçenlerin feryadına benkulak vermezsem, onlara ilgi göstermezsem, yarın öbür gün orası farklı
bir konuma gelirse, hangi yüzle
birbirimize bakabiliriz? .
Biz, Çeçenistan'la ilgilenirsek,
Rusya da PKK ile ilgilenir diye
.korkuyorsak, merak etmeyin, zaten ilgileniyor. Çünkü Rusya'yla
derilen metin, bir özetten ibaret.
Meclis kürsüsüne çıkıp konuştuk.
Şunun tam metnini bir verin de' dik, hala ortaya çıkmadı. Savunma bakanının mecliste düştüğü
pozisyona hiçbir zaman düşmek
Abdullah
istemezdim. 'Bana on dakika on- .
Gül: İsrail'le
çe ulaşan zarfı açıyorum, benim
yapılan anlaşde haberim yoktu, şimdi zarh açı. mayla
ilgili
yorum' dedi^ Dolayısıyla bu ansöylenen şeyler
laşma neticeleri büyük olan bir
d o ğ r u . İsrail,
anlaşma. Burada aslında bir zorLübnan'ı tekrar
,lama var. Türkiye'yi kendi asıl
bombalamaya
sahasından çıkarma, başka saha- ~
başladıktan ve
lara kaydırma eylemi var. Nasıl iç
bu anlaşma gün ışığına çıktıktan
politikada birtakım zorlamalar
sonra, İngiltere'de yayınlanan
tutmadı ve geri teptiyse, aynı şekThe Times gazetesinde hemen o
lide dış zorlamalar da tutmayagünlerde bir yazı çıktı. En üst secaktır. Türkiye'nin kendine has
viyedeki İsraü hükümet sözcüsü,
bir potansiyeli vardır. Bunu istese
"bizim pilotlarımız uzun mesafeli
de istemese de kullanacaktır. Türeğitim yapma imkanını temin etkiye'nin şu anki jeopoUtik potantiler. Biz gerekirse İran'ı da vaırasiyeli bir başka ülkenin elinde olcağız" diyordu. Mısır'da toplasaydı, kesinhkle Türkiye gibi oynan, önce 'terör zirvesi' deyip,
namazdı. Bir ingiltere'yi düşünün
t u n u n tepki alması üzerine 'barıCommonweath ile Kanada'dan
şı yapma' zirvesine çevirdikleri o
Avusturalya'ya kadar. Kraliçe
toplantının asıl gayesi, İran'a karoralara kraliçehk yapıyor. Onlar
şı, İrak'a yaptıkları gibi, uluslarabu kadar uzak yerlerle ilişkilerini
rası bir güç oluşturma gayretlerikesmiyor dâ, Türkiye niçin komdir. Bunu saklamadan açıkça söyşularıyla ilişkisini kesecek? Sınır '
lüyorlar. İsrailliler de daha önce
geçince, insanlarımbir kısmi oranasil Irak'ı vurdularsa, aynı şe- , da bir kısmı burada kahnış. Belki
kilde İran'ı da vurabileceklerini,
buralarda bir takım kükla rejimbilerek sesH bir Ş^ekilde dile getiri-.
ler var ve düşmanca tavırlar takıyorlar.
nıyorlar. Bu önemli değil. Bu
kukla rejimler, eninde sonunda
Bu anlaşmayla İsrail uçakları,
gideceklerdir. Ve o halkı temsilen
İran sınırına kadar uzanan bir hagerçek yöneticiler gelecektir. Tür- '
va sahası elde ettiler. Dolayısıyla
kiye bütün bunları düşünmek zoİran, istese de istemese de İsrail'le
rundadır.
sınır komşüsu haline geldi. Aslında bu anlaşma,* her, ülkeyle yapıBunun bir diğer tarafı da Çelan türden bir anlaşma değil. Saçenistan'dır. Bu insanların akravaş halinde olan bir ülkeyle yapıbalannm bir kısmı orada, bir kıslan bir anlaşmadır. İsrail bizim bimı b u r a d a d ı r . Yoksa bu halkı,
rinci kıblemiz olan Kudüs'ü de işKüba'daki insanlar ne ilgilendigal altmda tutan bir ülkedir.. Ve
rir? Hatırlarsanız geçen yıl biz,
bu anlaşma herhangi bir ülkeyle
Bosna ile ilgili kampanyalar düyapılan bir anlaşma değildir.
zenlerken, TBMM'de Halk Partisi .
grubu bir bildiri yayınladılar. Küİkincisi, bu nasıl bir anlaşma
ba ile dayanışma bildirisi yaymlaki, bütün ısrarlarımıza rağmen,
,dılar. Eğer biz bir Güney Amerianlaşma metni tam olarak elimize
ka ülkesi olsaydık, bunun bir angeçmiş değil. Savunma Bakanlılamı olurdu. Bir Bosıia meselesi
ğından metnini istedik, bize gön-
varken, Azerbaycan, Çeçenistan "
meselesi varken; bizim insanımız
buna ilgi duyar mı? Hatta buralara yapılacak yardımları engellemeye çalışırken, böyle Küba ile ilgili bir bildiri yayınlamak çok büyük bir çelişki demektir.
Yurtta sulh cihanda sulh derken,, sadece insanlar arasında değil, her alanda sulh olsun. Ama
statükocu onlayış olmasın. Çünkü böyle bir şeyin olmayacağını
da bilmek lazım. Bu devlet ide- .
olojisi haline gelemez. Bunu harp.okulunun kapısına yazarsanız,
subaylanmza ezberletirseniz, işte
, bugiinkü Türkiye ortaya çıkar. O
yüzden, her yerde geri çekilen bir "
ülke haline gelirsiniz. Bu jkizden
de facto dediğimiz, fiili d u r u m
yaratmak da karşı tarafın hakkı
haline gelir. Türkiye'nin kendi
konumunu ve imkanlarını yeniden değerlendirmesi ve ona göre.
bir politika geliştirmesi gerekir.
Bu da, halkıyla bütünleşen bir
devlef anlayışı sayesinde olacaktır.
Oya Akgönenç: İsrail'le yapılan anlaşmanın tartışması daha
uzun süre devam edecektir. Fakat
'hatırlamamız gereken bir şey var
ki, o da, su sorununun yakın gelecekte bizi daha çok meşgul edeceğini görmemiz gerekir. Bu sorun, sadece Araplar'ın talebiyle
değil, İsrail'in de bu yönde talebi
olarak karşımıza çıkacaktır. Şimdiden biz onlara bütün sahalarımızı açar ve eğitimlerini burada
yapmalarını sağlarsak, böyle bir
durumda ne yaparız? Onu size
sormak istiyorum.
'
Bir arkadaşımızın sorusu var:
"Denize çıkışı olmayan bir Bosna'nın yaşama şansı nedir?" Cevabım gayet basit. Zaten Bosna'nın 10 km'lik bir deniz alanı
vardır. Fakat Hırvatistan'ın sınırı
içindeydi. Şu ânda oraya Hırvatistan hakim durumda.* Dayton
anlaşmasının bütününe baktığınız zaman göreceğiniz durum şudur: A v r u p a ' n ı n ortasında ba-^
ğımsız Müslüman bir devletin
kurulmasma izin verilmemiştir.
Müslümanlarm orada hayatiyetlerini devam ettirmeleri, Hıristiyan Katolik bir Hırvatistan'la birlikte olmak şartiyla sağlanımşhr.
Sırbiska'yı Sırbistan'la birleşmekten alıkoyan şey nedir? Hiçbir
şeydir. Yani yapılan Dayton anlaşmasındaki hukuki bir maddedir. Fakat ş u n u sormak lazım.
. ABD, yıl sonunda oradan çekildiği zaman durum ne olacak?
. Benim fikrimi sorarsanız, ama
bu sadece benim fikrim, bugün
İngilizler ve Fransızlar burada
son derece başarısız bir uygulamada bulunmuşlar, hatta kendileri açısından da başansız bir politikadır, şu anld durum Sırplar'a
adeta "Dur, bekle, ABD çekildikten sonra..." anlayışını sürdür. mektedirler. Yazın ABD çekildikten sonra kim araya girecek, onları kim durduracak? Hukuken bir'
takım güvenceler altına alınmıştır, fakat uygulamalarda her za' inan keyfilikler olabilir.İngiltere
ve Fransa bu konuda çok pürüzsüzdürler, Kağıt üzerinde evet
demelerine rağmen. Fiiliyatla
durdurulmazlar, örnek vermek
gerekirse General Rose, İngiliz
asıllı. NATO, kendisine sorUyor:
''Bize Sırpların silahlarının olduğu yerleri bildirin, onlan vurmamız lazım" diyor. General.Rose,
. "hiçbir bilgi' verilmeyecek" diye
emir veriyor. Ve İngilizler, NATO'ya bu koordinatlan vermiyorlar.
Son sözüm şudur: Evet, Tür^kiye'de uzun vadeli bir hedefe.
bir vizyona sahip, daha dinamik
ve kendine güvenir bir dış pohtika şarttır. Fakat bunun önünde
bir engel var, bu da bürokrasi-en^ gelidir. Bir iki küçük örnekle konuyu kapatacağım. Mésela, Bosna'ya yardım gideceği sırada -ben
bu olayı tesadüf eseri biliyorumbir sürü ilaçlar toplandı, gönüllü
doktorlar hazırlandı, sene 1994
sonu, 1995'in başı idi. Bürokratik '
engelleri aşamadıkları için gide- .
mediler veya gönderilmediler.
İkinci ve son örnek de: Çeçenistan, bizden basit teknik aletler istemektedir, telsizler gibi... Bunlar,
aranıp bulunup alınmıştır. Fakat
bürokratik engelleri aşamadığı
için gönderilmemiştir. İşte bunlar
değişmeli diyomm.
Cevat Özkaya: Yapılan konuşmalardan da anlaşıldığı'gibi, ,
Türkiye'de esasen bir sistem tıkanıklığı yaşıyoruz. Yine, Türkiye'de organize bir politika jmrütülemediğini ya da yeteri kadar
yürütülemediğini görüyoruz. Ay. rica, uygulanan politikalarm ardına halkın gücünün alınmadığını
müşahade ediyoruz. Sayın bakanm burada belirttiği gibi.
"Biz Çeçenistan'la uğraşırsak, ^
onlar da Güney Doğu'yla uğra- •
şır" politikasının da çokdoğru olmadığına inanıyoruz. Eğer, Türkiye kendi halkıyla uğraşır ve
problemlerini çözemezse, elbette
dışarıdan birileri de bu problemlere karışmaya çalışacaktır. Bu
bağlamda Türkiye, Dış Türkler
meselesini milli bir politika olarak ele alıyorsa. Dış Kürtler diye
de bir sorunu vardır. Buradaki insanların akrabaları olarâk bUnu
ele almak zomridadır. Bu sorunları aşmanın -yollarından bir tanesi, Türkiye'nin halkıyla barışması,
dini ve tarihi ile barışmasıdır.
Tasavvufun İslam kültürüne
olumsuz etkileri
Prof. Dr. İbrahim Sarmış
TQSOWUF gibi çok tartışmalı bir konuda. RHV Rakora ve
İstanbul şubelerinde geçtiğimiz dönemde gerçekleştirilen ve
Prof. Dr. İbrahim Sarmış ile Prof Dr. Mustafa
Hara'nın
tasavvufa
olumsuz ve o.lumlu
ı^aklaşımlarmı
ortaı^ıa
koydukları
iki semineri,
okuyucularımızın
istifadesine
sunuyor, değerlendirmeyi kendilerine bırakıyonjz.
Tasavvuf eklektik, yani seçmeci bir sistemdir. İslam'dan aldığı birtakım unsurları yabana inanç ve kültür unsurlarıyla birleştirerek kendine mahsus bir sistem
meydana getirmiştir. Burada sözkonusu yabancı kültür
ve inançlann kaynaklan ve çeşitleri üzerinde durmayacağız. Sadece bu eklektik şekliyle müslümanlara getirdiği zararlar ve yaptığı tahribat üzerinde durmak istiyoruz. Sonuçları bakımmdan tasavvufa baktiğımız zamân
müslümardara şu zararlan getirdiğini görüyoruz;
a- Tasavvuf Müslümanlann Tevhid İnancını Bozmuştur:
Bilindiği gibi tevhid İslam'ın belkemiği ve özü sayılır. Zati ve sıfatlan bakımından Yüce Allah'm yarahklardan tamamen farklı olması demektir. Uluhiyyet, rububiyet ve hakimiyette ona başka bir şeyin ortak ve benzer
olmaması demektir. İbadet ve itaatta ona ortak koşulmaması demektir. Yüce Allah'm harhangi bir kişi yahut
varlıkla ittihad etmekten ve herhangi bir varlığa hulul
etmekten münezzeh olması demektir. Eş ve oğul edinmekten, cahiUyye Araplarımn, hıristiyan ve yahudilerin
Allah'a isnad ettikleri her türlü çocuk, eş ve ortaklıktan
uzak olması demektir.
İslam'ın tarihin çöplüğüne gömdüğü bu nevi hulul
ve ittihad inançlarını tasavvufun tekrar dirilttiğini ve
müslümanlara tevhidin özü ve zirvesi olarak sunduğu-,
nu görüyoruz. Vahdeti vücut, vahdeti şuhud(l) ve hulul(2) inançlarını diriltip dini boya ile boyadıktan sonra
inanç sistemi olarak müslümanlara sunmuştur. Hint
dinleri, yahudilik, hiristiyanlık, zerdüştlük ve yeni eflatunculuk inançlarına İslami bir boya vurarak 'müslü" manlara tevhidin zirvesi ve mükemmel şekli olarak takdim etmiştir.
Bu inancın pazarlayıcılari da İbn Farıd, İbn Arabi,
52
temmuz - ağustos 1996
Hallacı Mansur, Ebu Yezid Bistami, Abdülkerini Cili, İbn Sebin, Tilimsani, Celaleddin Rumi
ve onların izinden gidenlerdir. Bu söyledikleri.
mizi gösteren bazı örnekler verelim.
..
İbn el-Fand şöyle diyor: "Bana bakanlara tecelli ederek varlığım gösterdi. Görünen her varhkta onu bir surette görürüm. İlahi zat açığa çıkıp göründüğü anda
gaybim bana gösterildi ve kendimin ondan başka olmadığını gördüm. Mahv'dan sonra sahv'da ondan başkası
değildim. Zatım zatıma büründüğü zaman tecelli eden
yine zatımdı. İkilik olmadığından, sıfatım onun sıfab ve
'şekli benim şeklimdir. Çünkü biz biriz. O çağrılınca ceVap veren benim, ben çağrılırsam, beni çağırana o cevap
verir. Aramızda' muhatap "Te"si (İkinci şahıs zamiri),
sen, ben kaldınimıştır. Yüceliğim fark ayrıhğının kaldırılmasındadır. Hiçbir felek yoktur ki irademle hidayete
eriştiren ve batımmm nurundan olan bir melek içermesin. Ben olmasaydım, ne varlık olur, ne şahit olur, ne de
bir kimse söz ve ahit üstienmiş olurdu. (Ben Rabbiniz
değil miyim? diye soran, sorulan ve şahit tutulan kimse
olmazdı.)Hayatı hayatımdan olmayan hiçbir canlı yoktur. Her nefis benim isteğimi ister. Yapılan hac, umre ve
diğer ibadetlerde altı yönde herkes bana yönelmiştir.
' Makamda kıldığım namaz onun içindir ve orada onun
bana namaz kıldığına şahadet ederim. İkimiz de namaz
kılıyoruz,-her secdesinde birimiz cem' Ue diğerinin hakikatine secde etmektedir. (İkimiz biriz ve birbirimize
• secde etmiş oluyoruz.) Başkası sana namaz kılmış değildir. Her secde edişimde de başkasına namaz kılmış değilim." (Bkz. Divan-ı İbn el-Fand, Taiyye Kasidesi, Kahire, 1341 Hicri.)
Tevhid inancı bozulmamış ve kişilerin hatırı için dini feda etmeyen mümin bir inşan acaba bu sözlerden
İbn el-Fand'm Allah ile bir olduğu, onunla bütünleştiği
ve görünen İbn el-Fand'm Allah'tan başka birşey olmadığından başka ne aiılar? Şimdi de Vahdeti vücudun en
büyük temsilcisi Muhyiddin İbn Arabi'ye bakalım;
"Onlar kendisi olduğu halde, eşyayı açığa çıkaran
münezzeh olsun" (Muhyiddin İbn Arabi,
Futuhah Mekkiyye, 2/604.)
"Böylece onu madenlerin, bitkilerin,
hayvanlann, feleklerin ve meleklerin suretlerinde görüyoruz. Öyleyse eşyaran aym olduğu halde efyayı ortaya çıkaran yücelerin
yücesidir.
Gözüm onun yüzünden başkasına bakmadı, kulaklarım onun sesinden başkasını
işitmedi. Hiçbir varlık yoktur ki onda onun
varlığı olmasın." (İbn Arabi, Futuhatı Mekkiyye, 1/884,2/206,531, 2/604, Mısır 1293.)
"İnsanların inandıkları ilahı tarif etmek,
.tasavvur etmek, tanımak mümkündür. Bu
ilah, kulun kalbine sığan ilahtır. Oysa mutlak ilah, hiçbir şeye sığmaz; Çünkü o," eşyanın aym olduğu gibi, kendinin de aynıdır.
Oysa ki birşey hakkında (aynı zamanda) o
kendi kendine sığar, ya da sığmaz, denilmez. Bunu iyi anla" (İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 226, Kahire, 1946.)
" '
"Allah bana hamdeder, ben de ona- O
bana tapar, ben de ona taparım. Bir halde
onu ikrar eder, ayanda da inkar ederim. O'
beni tanır, ben ise onu inkar ederim. Onu
tanır, ona tanıklık ederim. Nasü olur da o
benden niüstağni olabilir? Ona yardımcı
olan, ona yardım elini uzatan beri iken. İşte
hak beni bu yüzden yarattı. Ben de bu yüzden onu biliyor ve onu yaratıyorum." (İbn
Arabi, Fususu'l-Hikem, 83)
"Arif, Hakkı (Allah'ı) herşeyde gören,
belki her şeyin kendisi olarak görendir." (8İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, BaH Şerhi, 374,
Kaşani şerhi, 1/192) > •• " / ' '
'
^ '
"Herşeyin tarifi, aynı zamanda Hakk'ın
tarifidir. Yaratıkların ve eserlerin müsemmalannda sirayet etmiştir. Gören de, görülen de odur. Alem onun suretidir. Alemlerin ruhu ve yöneticisi de odur. O, büyük insandır."(İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 111,
Halebi baskısı)
.
^ ,
" "O, ortaya çıkanların kendisidir. Ortaya .
çıktığı durumda gizli olanların da kendisidir. Ortada başkasının gördüğü başka birşey yoktur. Kendisinden batın olacak bir
şey de yoktur. O kendisine zahir ve kendisiiıden gizlidir.'Ebu Said el-Haıraz diye adlandırılan da odür. Görülen i ve isimlendirilen başka varlıklar da O'dur." (İbn Arabi,
Fususu'l-Hikem, 77, Halebi baskısı) •
' "Hakk'ın, yaratıkların sıfatlarıyla ortaya
çıktığım görmüyor musun? Bunu kendisi
belirtmiştir. Noksanlık ye kötülük sıfatlarıyla ortaya çıktığını da kendisi ifade etmiştir; ;
Yâratıkların da'başından sonunş kâdâf
Hakk'ın sıfatlarıyla ortaya çıktığını görmüyor musun? yaratıkların sıfatları onun için
hak olduğu gibi, onun sıfatları da yaratıklar
için haktır." (İbn Arabi, Fusus, 80, Halebi
baskısı)
"Kamil, arif, tapılan herşeyin Hakk'ın
açığa çıktığı ve kendisinde hakka ibadet
edildiğini görendir. Onun için tapanlar, özel
ismi yanında taş, ağaç, hayvan, insan, yıldız,
melek gibi tapüan bu varlıklara ilah adını
vermişlerdir." (İbn Arabi, Fusus, 1/195, Afifi neşri)
•
'
"Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız
açısından biz ona muhtaç, ortaya çıkması
için o bize muhtaçtır... Sen ahkamla onun gıdası, o da varlıkla senin gıdandır. Senin
özelliğin ne ise, onun özelliği odur. Emir ondan sana olduğu gibi, senden de onadır. Ne
var ki sen mükellef diye adlandırılıyorsun.
Gerçi halinle sen ona 'Beni mükellef kıl' dediğin için seni mükellef kılmıştır. Ama o
mükellef diye adlandırılmaz." (İbn Arabi,
Fusus, 1/83, Afifi neşri)
İbn Arabi'nin bü sözlerinin tevhidle bağdaştığım her halde hiçbir müvahhit söyleyemez. Bunun örnekleri sayılamayacak kadar
çoktur.
• "
.
İbn Arabi'nin bu görüşlerinin değerlendirilmesini bir de el-Felsefetu's-Sufiyye fi'l
İslam kitabının yazarı Tasavvuf konusunda
uzman Dr; Abdulkadir Mahmud'dan dinliyelim; '
•
"Bu şekilde vahdeti vücut nazariyesi bizi
dünyadan yok olma, diriliş ye amellerin kar^
şıhğı konulannda İslam'ın kesin prensiplerini İnkar etmeğe götürür." (Dr.Abdülkadir
Mahmud, el-Felsefetu's-Sufiyye fi'l-İslam,
511, Daru'l-Fikri'l-Arabi; Kahire)
"Şüphe yok ki Vahdet-i vücut nazariyesinin mantığı İslam dinini tümden yıktığı gibi, semavi bütün dinleri ve uluhiyetin ayırıcı
özelliklerini de yıkmaktadır. Bu bakımdan
Dr. Ebu'1-Ala Afifi'nin 'İbn Arabi, şeriatın
zahirinin enkazı üzerine ruhaniyette daha
derin ve insanlığın eğilimini fakih ve kelamcı zahir ehlinin tasavvur'ettiğinden daha çok
tatmin eden bir din bina etmök için yıkmaktadır." (Fusus, giriş 43) sözlerine katılmıyoruz." (Dr.Abdülkadir Mahmüd, A.g.e., 515.)
İbn Arabi'nin şarihlerinden olup vahdeti
vücut nazariyesinin felsefesini yapan Abdül-'
kerim el-Cili'den de örnekler verelim;
„
" Z a t ı itibariyle yüc^ olah hakkın açığa
çıktığı her varlığa tapmkk gerekir; O, alemlerin zerrelerinde açığa* çıkmiş (zahir olmüş)tur." ( Abdülkerim el-Cili, el-İrisanu'l-
Islom'ın tarihin
çöplüğün® gömdüğü hulul V0
ittihad inançlarını
tasavvufun tekrar dirilttiğini ve
müslümanlara
tevhidin özü ve .
zirvesi olarak ^
sunduğunu
görüyoruz;
•
Dr. Rbdulkodif
AAohmud: Şüphe
yok ki Vohdet-i
vücut nazariyesinin mantığı' İslam
dinini tümden yıktığı gibi, semavi
bütün dinleri ve
uluhiyetin ayırıcı
özelliklerini de
- yıkmaktadır..
Kamil, ^ 8 3 , Hicri 1293)
"İki klemde de mülk benimdir. İkisinde
de benden başkasmı görmedim. Onun ya iyiliğini umanm, yahut ondan korkarım.
Kemalin her türlüsüne sahibim ve
kül'ün büyüklüğünün cemahyim, ben ondan başkası değilim."( él-Cili, A.g.e. 1/22)
"Gördüğün rie kadar maden, bitki, hayvan ve seciyeleriyle insan.
Gördüğün ne kadar deniz, çöl," ağaç veya yüksek bina,
.
Gördüğün ne kadar manevi suret ve
göze hoş gelen güzel manzara.
Gördüğün ne kadar melek şâkli ve manası İblis olan görünüm.
Gördüğün ne kadar beşeri bir şehvet ve
elde edilen bir hak.
Gördüğün ne kadar arş, kuşatıcısı, kürsüsü, yüce refref.
İşte onlar hepsi benim, hepsi benim
manzaram (görünüşüm)dür.
,
Onun hakikatinde tecelli eden benim, o
değildir.
Halkın Rabbi ve efendisi benim Bütün
alem isim, zatım ise müsemmasıdır." (el-,
Cili, A.g.e. 1/22)
. '
'
"Allah, Muhammed'i nefsini kendi zatından yarattığı -ki Allah'm zatı iki zıttı bulundurmaktadır- zaman, hidayet, nur ve .
güzellik sıfatları bakımmdan melekleri Muhammed'in nefsinden yarattığı gibi, zulmet
ve celal sıfatlan bakımından İblis ve tabilerini de Muharhmed'in nefsinden yarattı."
(el-CUİ, A.g.e. 2/41)
. "Bil ki varlık ve yokluk iki karşıttır ve
uluhiyet feleği ikisini kuşatır. Çünkü uluhiyet eski-yeni, hak-halk, varhk-yokluk gibi
iki zıttı birlikte bulundurur..." ( el-Cili,
A.g.e.3/27)
•.
Bir de Ebu Yezid el-Bistami'den örnek- "
ler verelim.
"Allah beni bir defasında yükseltti ve
karşısında durdurarak "Ey Ebu Yezid! Kullarım seni görmek istiyorlar" dedi. Ben de
ona "Beni vahdaniyetinde süsle, benliğini
bana giydir, ehadiyetine yükselt ki insanlar
beni gördükleri zaman seni gördük, desinler. Orada olan İsen değil, sen olursun" (Dr. Abdunahman Bedevi^.Şatahatu'sŞufiyye,28) . .. ;
.
i
. "Beni" bir defa görmen Rabbini bin defa
görmenden iyidir"( Bedevi, A.g.e., 30).
• : Allah'alemin sırlarına baktı ye kendisi-'
nin orada bulunmadığını gördü- Ama sıjmmm orada dolu. olduğunu gördü ve beni
yücelterek,"Bütün alem kullanmdır, sen
hariç" dedi." (Bedevi, A.g:e., 30)
" "Ey Rab! senin bana itaatin benim sâna
itaatimden büyüktür." (Bedevi, A.g.e., 30)
"Benim cezalandırmam, Rabbimin cezalandırmasından daha çetindir." (Bedevi,
A.g.e.,30)
'
!
"Ben münezzehim (subhani), şamm ne
yücedir (ma a'zama şe'ni)! Ben kendime yeterim."( Bedevi, A.g.e., 30)
-Hallaa Mansur'dan da bir iki örnek verelim. Bilindiği gibi Hallaç hulul inananı taşımakta ve Allah'ı ile evrenin kaynaştığını
iddia etmektedir. Şöyle diyor: "Ruhun ruhuma kanşmış, anber güzel miske karıştığı gibi, Sana birşey dokunursa bana dokunur,
çünkü sen benim, ayrılmıyoruz. Ruhun mhuma karışmış, berrak suya şarabın kanştığı
gibi. Sana birşey dokunursa bana dokunur,
çünkü bütün ahvalde sen benim." (Dr. Zeki
Mübarek, et- Tasavvufu'l-İslami fi'l -Edebi
ve'l-Ahlak, 159, Darulcil, Beyrut, Tavasin'den naklen)
"İnsan olduğunu uluhiyeünin delici nurunun sırrı üe açığa çıkaran, sonra yaratıklar arasmda yiyen ve içen suretinde görünen, gözün gözü gördüğü gibi yaratıkları
tarafmdan görülen münezzeh olsun!" ( Dr.
Zeki Mübarek, A.g.e., 160.)
İbn Arabi, Bistami, Allah'ın evrenle bütünleştiğini söyleyen Hallaç gibi kişilerin, bu
inançlarını izleyicileri olarak daha önce Sadreddin (sonra bunlardan vazgeçmiştir), Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Şair Cami,
Nazmi Efendi, İbn Seb'in, Tilimsani, Şebusteri, Zinnun Mısri, Kaygusuz Abdal ve Seyyid Hüseyin Nasr gibileri de benimsemekte
ve değişik şekillerde terennüm etmektedir.
(Bunlardan örnekler için bkz. Celaleddin
Vatandaş, Tevhid ve Değişim, 227-242, Pınar yay, İstanbul, 1992)
b- Tasavvuf Peygamber İnancını Bozmuştur: . .
İslam anlayışında H z . M u h a m m e d .
(s.a.v.) son peygamber Ve en üstün insandır.
Bununla beraber Allah'ın kulu ve elçisidir.
Diğer insanlar gibi bir insandır. En şerefli sıah da Allah'ın kulu ve elçisi olmasıdır.
; Ama tasavvuf onu insan üstü göstererek, bütün alemin kendisi için yaratıldığını
söyleyerek, bütün varlıklann ondan meydana geldiğini iddia ederek, herkesten ve her
şeyden önce yarâtıldığrnı ileri sürerek insanların onun hakkındaki inancını bozmuştur. Hakikati Muhammediyye ve Nuru. Mu-,
hammedi nazariyeleriyle müminlerin pey-
gamber inancını bozmuştur. Peygamberin
derecesini küçümseyerek yahut vahiy aldığı
gibi vahiy ve ilham aldığım söyleyerek peygamberlik kurumunu tahkir etmiştir. Kainatın işlerini idare ettiğini söyledikleri ğavs,
k u t u p , ebdal gibi, hatemu'l-evliya gibi
inançlarla müslümanlann peygamber hakkında taşımaları gereken inançları bozmuş- •
tur. Bunu gösteren sözlerinden bazı örnek• ler verelim;
Gümüşhanevi şöyle demektedir: "Hakkın suretleri M u h a m m e d ' i n kendisidir.
Çünkü ehadiyet ve vahdaniyet hakikati ile
taayyün etmiştir." (Gümüşhanevi, Camiu'lUsul, 107, Kahire, 1329 H.)
"İlk taayyunla beraber (Allah'la beraber
Uk mevcut) olan zattır. Esmau'l-hüsnası vardır o ve Allah'ın ismi azamidir." (Gümüşhanevi, a.g.e.. Hakikati Muhammediyye bölümü.)
" . Muhammed Demirtaş da şöyle demektedir: "Hakikâtlerin hakikati bütiin mertebele-'
ri ihata eden ilahi kemalli insani mertebedir.
Hazratu'l-Cem', Chadiyyetu'l-Cem' diye
isimlendirilir. Daire onunla tamamlanır. Zatın yokluğunda taayyün eden ilk mertebedir
ve o hakikati Muhammediyye'dir." (Muhamıned Demirtaş, Risale fi Marifeti'l-Haka-,
ik, 7'den naklen Abdunahmart Abdulvekil,
el-Fikru's-Sufi fi Davi'l-Kitab ve's-Sunne,
74)
•
.
:
İbn Arabi de şöyle demektedir: "Alemin
başlangıcı hava (boşluk)tur. Alemde ilk
• mevcut, rahmani arşın üzerine istiva ile nitelenen rahmani haİcikati Muhâmmediyyedir. Rahmani arş ilahi arştır: Ayrı bir varhk.
sözkonusu olmadığı için onu ihata etmek de
sözkonusu değildir.
'
O neden var olmuştur? Nerede var olmuştur? Hava (boşluk)da varolmuştur?
Kendisini bilmekle ifade edilen hak (Allah)da mevcut olan misal (şekil) üzre var olmuştur. Karışımdan kurtulmak ve karışım
olmaksızın her alemin yaratıcısından nasibini almasını sağlamak içindir. Gayesi, hakikatlerini izhar etmek Ve en büyük alemin feleklerini bilmektir." (İbn Arabi, el-Futuhatiı'l-Mekkiyye, 152-154) •
-• : .
"Allah'ım! Salavatınıri bağı (sılası)nl v e '
selamlarının selâmetini Rabbani körlük
(boşluk)tan doğan taayyunatm ilki ve insan
türüne katılan tenezzülatm sonuncusu üzerine saç". Mekke'den Medine'ye hicret eden
Allah'tı ve onunla beraber' ikinci bir şey
yoktu. Daha önce "ne ise, şimdi de odur. Varlığında beş alemi (ilahi zatın aşamaları) ha-
zaratmı toplamıştır. Hüviyet sırrı her şeye TQSQWUF HZ.
sirayet etmiştir. Ubudiyet ve rububiyeti
şahsında toplamıştır. Hüviyet sırrı her şeye Pevgomber'i insirayet etmiştir. Ubudiyet ve rububiyeti san üstü gösteşahsında toplamış, imkan ve vucudiyeti rerek, bütün alekapsamıştır." (İbn Arabi, Mecmuatu'l-Ahmin kendisi için
zab, 2, İstanbl, 1298 H.) '
AbdûIğani en-Nablusi de'şöyle demek- yaratıldığını söytedir: "Muhammed'e ancak Muhammed sa- leyerek, bütün
lat okumuştür. Çünkü kulların ona salatı,
isminin suretinden bir emirle kullardan sa- varlıkların O'n• dır olmuştur. (Yani Kur'an'da Allah mü- dan meydana
minlere Muhammed'e salat okumalarını geldiğini iddia
emrederken, gerçekte" emreden M u h a m med'in kendisidir ve Allah salat okuyan ederek, herkeskulların suretine bürünmüştür.)" (Abdulğa- ten ve her şeyni en-Nablusi, Mecmuu'l-Ahzab, 557, İstan- den önce yarabul.) .
• - El-İbriz kitabının sahibi Abdulaziz ed- tıldığını ileri süDebbağ da Şöyle demektedir: "Arş ve fer- rerek insanların
' şiyle, yer ve gökleriyle, cennet ve perdele- O'nun hakkındariyle, alt Ve üstleriyle, ne varsa, hepsi bir
araya getiriUp bakıldığında Muhammed'in ki İnancını boz:
nurundan bir parça olduğu görülür. Mu- muştur.
hammed'in bütün nuru bir araya getirilip
Arşa konulsa. Arş erir. Arşı örten yetmiş kat
perdeye yöneltilse, perdeler parçalanır. Bü, tün'yáratiklar bir araya getirilip o b ü y ü k .
nura tutulsâ, hepsi dökülür ve dağılırlar." '
(Abdulaziz ed-Debbağ,el-İbriz, 2/84)
'
' Ömer İbn Said el-Funi de şöyle demektedir: "Muhammed'in nuru yaratddığı zaman ortaya çıkan kainatta dağılmadan bütün peygamberlerin ve evliyanın ruhları
• ehadi bir bütünlükle bu Muhammedi nurda
toplanmıştı. Bu da birinci akü mertebesinde
olmuştur." (Ömer İbn Said el-Funi, Rimahu
Hizbi'r-Rahim, 14'ten naklen Abdurrahman
el-Vekil, Hazihi Hiye's- Sufiyye, 87, Beyrut,
1984) ,
Ahmed Abdulmun'im el-Hulvani ise
şöyle demektedir: "İnsanlar yok iken bütün
varhklardan önce, fert fert párlak bir nur
olarak var etmiştir. Ondan' sonra bütün yaratıklar senin yüce nurundan varlığını almıştır. Bu né büyük bir şereftir! Onun için
bütün yaratıklar bu dünyâda ve daha çedn
kıyamet gününde sana sığınır. Başlarına bir
sıkıntı geldiği-zaman, sadece insanların değil, diğer yaratıklar da dahil, hepsinin "sıkıntısını giderirsin. Baña cömerthk yap. Şüphesiz Rahmah'ın hazineleri sağ elindedir v e '
sen dağıtanların en cömerdisin." (Ahmed. Abdulmunim'el-Hülvani, Risale, 14'den
naklen'Abdurrahmán Abdulvekil; A.g.e., •
87.) :
••L :
J - -"- ,
;
İbn flrobi, Vüce
niloh'ın kafir ve
cehennemlik olduğunu belirttiği
Firavn'ı mümin yopıp cennete gönclermek için ayetlerin canına okurken, buzağıya taponlara engel olmak için çırpınan
Hz.Horun'u do ohlayışsızlıklo suçlamokton geri kolmomoktodır.
( a';.
Meşhur şair el-Busiri de Burde kasidesinde şöyle demektedir: "Bütün peygamberlere gelen ayetler, onun (Muhammed'in) nurundan onlara gelmiştir." (Kaside-i Burde Şerhi ve Tercümesi, 39, Beyit,
s.52-53, İstanbul, 1977, Süleyman Çelebi'nin MevUd'inde de aynı ifadeler yer almaktadır.)
,
' .
.
İbn Arabi de şöyle demektedir: "Nuru
içinde bir lamba bulunan kandile benzer.
Lambaya benzetilmiştir. O, boşlukta akılla
adlandırılan Hakikati Muhamined'den daha çok kabul edeceği bir şey yoktu. Akıl
denilen bu Hakikati Muhammed bütünüyle alemin başlangıcı ve varlık olarak ilk zahir olandır. Onun varlığı, o ilahi nurdan,
boşluktan ve külli hakikattandır. Boşlukta
' kendisi var olmuş ve alemin kendisi onun
tecellisinden var olmuştur. Onun en yakir
nı, alemin imamı ve bütün peygamberlerin
sırrı Ah İbn Ebi Talib'dir." (İbn Arabi, Futuhatı Mekkiyye, 1/152-154)
Bir de Ebu Yezid el-Bistami'nin söylediklerine bakalım: "Allah'a yemin olsun,
sancağım Muhammed'in sancağından daha büyüktür. Sancağım nurdandır ve peygamber olan insanlar- ve cinlerin tümü
onun altındadır." (Abdurrahman Bedevi,
Şatahatu's-Sufiyye, 30.)
"Abdulkadir el-Geylani'ye Ebu Yezid'in "Öyle bir denize daldım ki peygam' berler onun sahilinde kalmışlardır" sözünün anlamı soruldu. Şöyle dedi: Bu söz
doğru ise şu demektir: Geçmeye değer
gördüklerini karşıya geçirmek, değmeyenlerin geçmelerini engellemek ve boğulmak
üzere olanları kurtarmak için sahilinde
durmuşlardır. Tıpkı cennete kişilerin girmeleri için üstün olan kişinin sonraya kalması ve girecek kişilerin önce girmesi gibidir." (Bedevi> A.g.e. 32) '
Hallac'm hulul inancından dolayı öldürülmesini gören el-Cuneyd, es-Serrac,
• el-Ciylani görüldüğü gibi, eleştirmediği
Ebu Yezid'in şatahatlarmı tevü .etmek zor
runda kalmıştır.. Bu sözlerin İslam'a uygunluğunu savunmadığı gibi Ebu Yezid'i
• de eleştirip dışlamak da istememiştir. (Bedevi, A.g.e. 25,32-33)
. Abdurrahman Bedevi'nin Ebu Yezid'in
bu sözleriyle ilgiH yaptığı değerlendirmeye bakalım. Şöyle diyor:
'
•
« "Tevhid .ve tecrid konusundaki şuuru
•o kadar ileri gidiyor ki kendisini Peygamberler de dahil, tenzih ve tevhid anlamla' rında taksir edenlerin hepsinin üstüne çık-
maya sevketmektedir. Çünkü bu katıksız
ruhi yücelikte taksir eden peygamberler de
ondan geri kalmışlardır. Onun için sancağının Muhammed'in sancağından daha büyiik olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla
bütün peygamberlerin sancağından da büyüktür, demektedir. Çünkü Muhammed
peygamberlerin büyüğüdür.
.
Bistami, Muhammed'in sancağının da
hala hissi (maddi) olduğunu düşünmektedir. Çünkü Muhammed, cennet ve cehennemden maddi (hissi) anlamda söz etmekte- •
dir. (yani bunları maddi birer varlık olarak
nitelemektedir). Onun için mutlak ruhi tecridden hala uzak bulunmaktadır. Ama ken?
di sancağı, yani ufku ve alam, nurdan olup
peygamberler onun altmda, yani kendisi üst
derecede bulunmaktadırlar. Çünkü Ebu Yezid çadırını Arş'ın yanına kurmuştur. Böylece melei alaya katıldığı için bütün peygamberlerin makamımn üstüne çıkmış olmakta- dır.
O halde peygamberlerin şefaatinde ol^duğu gibi, kendi şefaati bir millete değil,
bütün insanlara olacaktır. Bunda ne tuhaflık
vardır! Çünkü insanlar bir avuç toprak değil
midir?! Bir avuç toprak hakkmda kendisini
şefaatçi yapması Allah'a çok mudur?! Onun
için arkadaşlarından biri kendisine "Bütün
insanlar hakkmda seni şefaatçi yapsa, çok
olmaz,' çünkü bir avuç toprak hakkmda şefaatçi yapmış olur" demiştir.
Ebu Yezid peygamberlerin makamını da
aşan bu mertebeye gelmişken, tümüyle Allah'la bütünleşmek için son bir adımını da
atmalıydı. Allah ile kendisi bir olmalıydı.
Kendisine Allah bir ayna durumunda iken,
şimdi kendisi ona ayna olmalıydı. Yani kendisi Allah'ı özlerdi, şimdi Allah onu özlemeli ve en yüce örneğini onda görmeliydi. ...
Ebu Yezid bunu da söyledi." (Bedevi, A.g.e.,
• 35-36, Fazla bilgi için devanu olan sayfalara
bakınız.)
,
..
Tasawufun,sünnisinde bu inanç olduğu
gibi, şiisinde de bulunmaktadır. Bir örnek
verelim. (Guya) Hz. Ali söylemektedir: "Ben
ve peygarhber onun buyurduğu şekilde Al" lah'm nurundan bir nur idik. O zaman Allah bu nurun ayrılmasıni emir buyurdu.
' Sonra bir yansına Muhammed ol, dedi. O
da Muhammed oldu. Öteki yarıSına -Ali ol,
diye emretti. O. da Ali oldu." (Ali Şeriati, Ali
Şiası Safevi Şiaşı, 153, Yöneliş, İstanb.ul,
1990, Ali Şeriatı bunu eleştirmektedir.)
..
' Halbuki.Yüce AUah Hz.Peygamber'in .
insanlara şöyle demesini emrediyordu:" Si-
ze Allah'm hazineleri elimdedir, demiyo-' sapıttığım görünce'seni" benim yolumdan
gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime
rum. Gaybı da bilmiyorum. Size ben melekarşı mı geldin?" dedi. Harun: "Ey anneğim de demiyorum. Ben ancak bana vahyemin oğlu! Saçımdan sakalımdan tutma,
dilene uyuyorum." (En'am, 50) "Size, Aldoğrusu İsrailoğulları araşma ayrılık koylah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum.
dun, sözüme bakmadın" demenden korkĞaybı da bilmiyorum. Doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum. Küçük gördükleri- • tum, dedi." (Taha, 92^94) ayetlerini sözkonsu etmektedir.) Fir'avn, Allah'ı en iyi bilennize Allah iyilik vermeyecektir, diyemem.
İçlerinde olam Allah daha iyi bilir..." (Hud, ' lerden olduğu ve Hz.Musa da bunu bildiği
31) "Şöyle dediler: Bize, yerden kaynaklar . için Hz.Harun'u bu anlayışsızhğından dolafışkırmadıkça sana inanmayacağız, veya - yı Hz.Musa uyarmıştır. (Geniş bilgi için bakınız. İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, İ/191hurmalıkların, bağların olup aralarında ır196, Harun Fassı, Dr.Afifi neşri.)
maklar akıtmalısın, yahut da iddia ettiğin
Bu şekilde tasavvufçular İslam'ın peygibi, göğü tepemize parça parça düşürmeU
ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getir- gamber inananı bozmuş ve Allah'm dinini
• meUsin veya altm bir evin olmalı yahut gö- değiştirmeye çalışmıştır. Bunun örnekleri
. ğe yükselmelisin - ama oradan okuyacağı- çoktur.
Tasavvufçularm bir de Hatemu'l-Enbimız yazılı bir kitap indirmezsen yine o yükya'ya rakip olarak uydurdukları Hatemu'l-.
selmene inanmayacağız."- De ki: FesubhaEvliya nazariyesi bulunmaktadır. Peygamnallah! Ben peygamber olan bir insandan
berlerin sonuncusu Hz.Muhammed olduğu
başka bir şey miyim?... (İsra, 90-94) "Deki,
Allah'm dilemesi dışında ben kendime bir, gibi, hemen her tasavvuf meşhuru da kendini Hatemu'l-Evliya saymaktadır. Peygamfayda ve zarar verecek değilim. Görünmeber adı dışında Hatemu'l-Evliya olduğu
yen (ğayb)ı bilseydim kendime daha çok
söylenen zat peygamberin bütün sıfatlanna
iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezsahip gibidir. Zamanının en üstün temsilcidi\ Ben sadece inanan bir milleti uyaran ve
sidir, gaybten haber verir, insanların İcalblemüjdeleyen bir peygamberim." (Araf, 188)
ri vé kaderleri üzerinde tasarruf eder¿ meTasavvufçular bu inançlarına dayanak
lekler peygamberlere vahiy getirdiği gibi,
",olması için de "Sen olmasaydın, alemleri
kerıdisine ilham getirir, peygamber vahiy
yaratmazdım", "Gizli bir hazine idim,... begetiren meleği gördüğü gibi Hatemu'l-Evlinimle beni tanıdüar" gibi hadisleri uydurya da meleği görür. Sonuç olarak, isim dımuş," Adem'i onun sureti üzerine yarattı"
şında peygamberin neredeyse bütün özelhadisini yanlış anlamlarına dayanak yapliklerine sahiptir.(Bkz.- Fususu'l-Hikem,
mıllârdir. Halbuki bu "onun" sözüyle behr1/62, el-Halebi basımı, Futuhatı Mekkiye,
tilmek istenen kişi Rasulullâh zamanında
353. Bölüm. Gazali, İhya, 3/19, el-mektebeyaşayan bir köle olup Allah veya peygamberle bir ilgisi yoktur. (Hadisin söyleniş se- . tu't-Ticariyye,-Mısır, eş-Şarani, el-Yevakit •
bebi şudur: Bir gün adamın biri kölesini dö- , ve'l-Cevahir, 2/85-86, ikinci baskı, 1307.
Hakikati Muhammediyye nazariyesinin
vüyor ve yüzüne vuruyordu. Oradan geçen
hıristiyanların teslis inanandán kopya edURasulullah adama, "Yüzüne vurma, Allah
diğini Dr. Zeki Mübarek şöyle belirtmekte-'
Adem' i onun sureti üzere yarattı"buyurdu.
.
• . • .
İbn Arabi, Yüce" Allah'ın kafir ve cehen- dir: •
"Hıristiyanlar Mesih'in Allah'm oğlu
nemUk olduğunu beUrttiği Firavn'ı mümin
olduğunu söylediğinde ittifak ediyorlar.
yapıp cennete göndermek için ayetlerin caAyam bunu gerçek anlamda bir söz görürnına okurken, buzağıya tapanlara engel olken, havas bunun mecazi bir ifade olduğumak için çırpınan Hz.Harun'u da anlayış. sızhkla suçlamaktan geri kalmamaktadır. . nu kabul etmiştir. Bunun en güzel yorumunu Kenan "İsa'nın Hayatı" kitabında şöyle
Çünkü felsefesine göre Allah bütün varlıklar suretinde görünmüş ve Allah'tan başka • yapmıştır: "Bu, Rab ile kul arasındaki şefkati tasvir etmektedir. Yani Allah, şefkatli batapılan bütün varlıklarda, ona ibadet edilmiş
• ölur. Ama Hz.Harun bunu kavrayamadığı banın değerli oğluna baktığı gibi İsa'ya bakmaktadır. '
" .
için İsrailoğullarmın buzağıya tapmasına
"Ben Allah'm Oğluyum" sözü incelenengel olmaya kalkışmıştır. Fakat kavrayışlı;
meye değer bir sözdür. Bu söz İsa'nın sözü
Hz.Musa bunu bildiği için engellemesinden
değilse bUe, onu İsa'nın tabileri söylemişlerdolayı Hz. Harun'u azarlamış ve cezalandırmıştır. ("Musa gelince:"Harun! Onların.' dir. Acaba felsefi açıdan bu söz ne demek-
P®V9Qmberlcrin
sonuncusu
Hz.Muhommed
olduğu gibi, hemen her tasavvuf m0şhuıxı da
kendini Hote'mu'l-6vliv.a soymaktadır. Pey-,
ğomber adı dışında, Hotemu'l€vliya olduğu
söylenen zat
peygamberin
bütün sıfatlarına
'scıhip gibidir.
SuRlerin Hakikati
Muhammediyv®
. nazariyesi Hıristiyanların inancından alınmıştır. Isa
olmasaydı Rlloh
ile alem arasındaki boğ olmaz ve
alem yok olurdu.
Muhammed de olmasaydı ne yeryüzü, ne ufuk, ne
zomon, ne. insan,
ne de nesil
olurdu.
. ,
.
.
,
malarının sebebi de Allah'a bölünme kabul
öyle zannediyorum ki -zannm bazısı
etmeyen İs'a, Meryem ve Ruhulkudüs üçgünah, bazısı günah değildir- sufilerin
lüsünde tapmaları ve Allah'm İsa olarak
"Hakikati Muhammediyye" nazariyesi,
ortaya çıkmadan önce olduğunu söylemehıristiyanların bu sözlerine benzemekteleridir. Bu da teşbih içinde'Yüce Allah'a
dir. Hakikati Muhammediyye, İbn Arayakışan bir tenzihtir. Ne var ki onlar sadebi'nin söylediği gibi, varlık kubbesinin
ce bu üçle sınırlandırdıkları için muyahüzerine oturduğu sütundur, insanlan Alhidler derecesinin altına düşmüşlerdir."
lah'a bağlayan bağdır, kendisinden her
(Dr. Zeki Mübarek, A.g.e., 157, dipnot, elşeyin sadır olduğu yönetici kudrettir.
İnsanu'l-Kamil, 2/105'den naklen)
Bundan anlaşılıyor ki sufilerin HakiŞia'nın imamet nazariyesiiıi tasavvufkati Muhammediyye nazariyesi Hıristiçular Hatemu'l-Evliya nazariyesi şeklinde
yanların inancından alınmıştır. Şöyle ki;
adapte etmişlerdir. Bu nazariyeyi ilk olaİsa -onlara göre- Allah'ın oğludur. Bu
rak hakim dedikleri et-Tirmizi uydurmuşdemektir ki İsa, Allah ile varlıklar arasın-' tur.
daki bağdır. Muhammed de ilk taayyünDipnotlar
dür ve Isa ile Allah arasında başka bir
1- Vahdet-i Vücud, kelime olarak varlığın
varlık olmadığı gibi, Muhammed ile Allah
birliği demektir. Terim olarak, Allah ile evrenarasmda da başka bir varlık yoktur.
deki bütün varhklarm varlığının bir olması deHıristiyanlar İsa'ya seslenirken Almektir. İslam tarihinde en büyük temsilcisi
lah'ı gözl'erinin önüne getirirler. Çünkü
Muhyiddin İbn Arabi'dir..
İsa olmasaydı alem olmazdı. Sufiler de
Vahdeti şuhud, bir tek varlığın görünmesi
Muhainmed'e seslenirken Allah'ı gözleridemektir. Terim olarak da evrende görünen bünin önüne getirirler. Çünkü Muhammed
tün varlıkların tek bir varlık olarak görünmesi
demektir. Vahdeti vücud ile vahdeti şuhudun
olmasaydı alem olmazdı. •
aynı kapıya çıktığım vahdeti vücudu bir bakıma
İsa olmasaydı Allah üe alem arasmdasavunan ve panteizm olmadığını söyleyen bir
ki bağ olmaz ve alem yok olurdu. Muyazardan dinleyelim:
hammed de olmasaydı ne yeryüzü,-ne
"Vahdeti vücuda bir cephe olarak ortaya
ufuk, ne zaman, ne insan, ne de nesil olurçıkmış olan İmam Rabbani'nin vahdeti şuhudu,
du. ("Sen olmasaydın alemleri yaratmaztann-alem ilişkisini korumaya çalışırken -bazı
dım" uydurma hadisini hatırlayalım.)
farklılıklar dikkate aimmazsa esasta vahdeti vüİsa, Allah'm Kelimesi'dir, ondan sonra
cud ile birleşmektedir. Zira vahdeti şuhud , birçok noktalarda vahdeti vücud ile tam olarak aydavetini tebliğ eden mensupları da Keliniyet gösterir. Hatta, fazla .mübalağa sayılmazsa,
meler'dir.'Sufilere göre de Muhammed
imam Rabbani, ibn Arabi'den bazı farkh lafızlar
Kelime'dir, bütün peygamberler de Kelikullanarak bu doktrini aynen almıştır, denilebimelerdir.
lir...(..)
İsa'nın bazı tabilerinin hususiyeti varTann-alem münasebetini kurmaya çalışan
dır. Şia da Hz.Ali'nîh hususiyeti olduğuvahdeti şuhud doktrinini özet olarak şöyle ifade
nu söyler." (Dr.Zeki Mübarek, et-Tasavedebiliriz: Varlık aleminde Allah'tan başka mü•vufu'l-İslami fi'l-Edebi ve'l-Ahlak, 156,
şahede edilen, görülen bir şey yoktur. Görülen
her şey odur. Bu tarifte de, bir varlığın birliğinDarulcil, Beyrut,) Cebraü vahiy getirirken
den söz edilmektedir. Bunun belki birçok tevil;
"Ah'ye vereceği yerde yanlışlıkla Muhamleri yapılabilir, ama neticede yine varlığın birliği
med'e verdi, sözleri meşhurdur. Rasululdoktrinine gidilmektedir." Doç. Dr. Hüsamettin
lah'ın evladının soyundan geldiğini söyleErdem, Panteizm ve Vahdet-i Vücud
yerek kendilerine seyyidUk ve şeyhlik paMukayesesi, 80-81, Kültür Bakanlığı, 1990, Anyesi çıkaranlann anlayışı da bu hususiyekara.
tin bir ifadesi olsa gerektir. Şia'daki ma2- Hulul; elektriğin kablolarda Ve suyun
sum imam anlayışı da bu hususiyetin başağaçlarda yayıldığı gibi Yüce Allah'm evrende
yayılması ve ona sirayet etmesi demektir. Başka
ka bir ifadesidir.
bir deyişle, Allah-alem .bütünleşmesi demektir.
Hıristiyan inancı ile sufüerin bu inancı
arasındaki yakmhğın bir ifadesi olarak el • İslam tarihinde en büyük temsilcisi Hallacı
Mansur'dür. Baba-oğul inancı taşıyan hıristiyanCili'nin şu sözlerine bakahm:
ların, imamları hakkında aşırı düşünen
"Hıristiyanlar geçmiş bütün üinmetRafızilerin, Hallac'm inancını benimseyen
lerden Allah'a daha yakındırlar. Onlar
sofuların ve Karma tilerin taşıdığı inançtır.
Muhammedilerden sonradırlar. Böyle ol(Devam edecek)
tir?
Tasavvufun Islam kültürüne
olumlu etkileri"
Prof. Dr. Mustafa Kara
İslam k ü l t ü r ü n d e t a s a v v u f î ,
kültürünü bir oenİŞ
'^'P e d e r e k b u g ü n l e r e g e l m i ş t i r ,
düşüncenin etkileri u z u n boylu
•
. .
, .. ..
.
Bunları anlatmamızın sebebi tasavtartışılmaya değer bir konudur.
V®lpQZ0 o ' o r a k d u ş u n e c e k
^^^
^^^^^^^ çıktı? tasavvuf da
İslam kültürü denen meseleyi bir olursok, bü yelpazenin muhtelif var mıydı'daha önce? gibi sorularm
geniş yelpaze olarak düşünelim, kanotlori VOrdlH bİr konodl do sorulmasıdır. Evet tasavvuf yoktu.
Bu geniş yelpazenin muhtelif ka- tQSQwuftUr. O do dİÖer İlimlerle
devamını da söylememiz lanatları var. İslam kültürü, medeu- I-LH
X
H
tefsir de yoktu, kelam da yok• niyeti bunların bütününe verilen
birlikte dOğmUŞtUr
•
tu, hadis de, hkıh da yoktu. Peki ne
isimdir. Bu kanatlar İslam Mede. zaman çıktı bunlar ortaya? ;
niyeti içinde var olan bütün Uimler, sistemler, fikirler.
Belli bir Zaman dilimi içinde, belirli asırlar içinde
mezhepler, bütün tarikatler... herşey bu yelpazenin
bir anlamda kendi istiklaliyetini ilan ettiler. Bu tıpkı.
".içindedir. Bu yelpazenin bir kanadı da tasavvuftur. , neye benziyor biliyor musunuz? Mescid-i Nebeviye
benziyor.
Tasavvuf bu yelpazede ne zamandan itibaren yer alMes'cid-i Nebeviye bakınız. Mescid-i Nebevi'de
mıştır? İlk asırlarla birlikte yani diğer ilimlerle birUkte
hem cami hem kışla görevini, hem medrese hem de
doğmuştur bu ilim. Diğer ilimlerde olduğu gibi, yani
sosyal güvenhk müessesesi görevini görürsünüz. Datefsir, hadis, fıkıh, kelamda olduğu gibi, tasavvuf ilmi
ha sonraki yıllarda ise, bütün bu fonksiyonlar müstade kendi içinde bir gelişim çizgisi takip etmiştir. Yani
kU müessese olacaklardır. "Ama Mescid-i Nebevi'de
bugün anlaşılan şekliyle bir tefsir ilmi, hadis ilmi Asr1 Saadef te yok. Bugün anlaşılan şekliyle kelam ilmi böyle değildi. Birkaç asır sonra, üç asır sonra bakıyorAsr-i Saadefte yok. Bunlar zaman içinde gelişmişler. . sunuz ki, camiden ayn bir medrese, camiden ayrı bir
kışla, ajTi bir imaret, ayrı bir tekke, camiden ayrı bir
Tıpkı bunun gibi bugün anlaşılan şekliyle tasavvuf ilmi de yoktur Asr-ı Saadefte. Ama bütün bunların ta- • zaviye, karşımıza çıkıyor. İşte bu da müesseseler bazında demin söylediğimin aksedişidir.
biri caizse bir nüvesiV^, mayası, özü var.
Dolayısıyla İslami ilimlerin gelişimini, oluşum ve
Bugün raflanmızı dolduran binlerce tefsiri sahabi
değişimini incelerken böyle bir manzarayı gözümütanımıyordu. Fıkıh usulü diye okuttuğumuz ilmin
zün önüne getirirsek meseleyi daha rahat ârüarız. Dohiçbir Iconusunu sahabi bilmiyordu. Çünkü böyle bir
ilim yoktu.Tefsir usulü diye bir iUm okumamıştır sa- ' layısıyla bu yüzyıllarda, bu ilk yüzyıllarda tasavvuf
diye bir kavram da yok. Tasavvufla ilgili kelime
habi. Tabii ki bir Kur'an var. Ama tefsir usulü denen
bu ilim zaman içinde gelişmiştir. Adeta bir tohumun"' Kur'an'da da hadislerde de geçmiyor. Daha sonraki
yüzyıllarda bu kelime gündeme geliyor. Fakat tasav. yedşmesi, cenin haline gelmesi, büyümesi, doğması
' vs. gibi düşünmek'gerekiyor bu ilmi faaliyetleri. Tabü . vufun özel olarak vurguladığı konular Kur'an'da vardır: Tasavvufun yüzlerce tarifinden bir'tanesi de ahki; hadis diye bir vak'â var Asr-ı Saadefte. Ama hadis
laktır. Öyleyse'ahlak nedir? Ahlak insanm iç alemiyle
ilmi henüz oluşmamış. Tabii ki inanç konuları tartışı^
ilgili, gönül alemiyle ilgili, insanın huylarının eğitim
hyor. Ortada bir inanç meselesi, bir akaid meselesi
ve terbiyesi, dolayısıyla menfi huylann ve hastalıklavar. Ama bugün anlaşılan şekliyle bir kelam ilmi herın izalesi, onun yerine bu iyi huyların ve güZel ahlanüz oluşmuş değil. Tabii ki tasavvuf diye bildiğimiz
"ilim de henüz doğmuş, gelişmiş, bugünkü şeklini al- - kın ikamesi anlamına geliyor. Bu anlamda, tasavvumış değil. İslami ilimler kendi içinde hepsi beHrU bir' fun temel konularının Kur'an'da olması gayet tabiidir.
^
^
• ,
tarihi tekamülü içerirler. Hepsi bir gelişim çizgisi ta-
Tasavvufun özel
olarak vurguladığı
konular Kur'an'da
vardır, Tasavvufun yüzlerce tarifinden bir tanesi
de ahlaktır. Dolo~ yısıylo menfi huyların vehastalıklorın izalesi, onun
yerine bu iyi huyların ve güzel ahlakın ikamesi
anlamına gel
mektedir.
Böyle bir kelime Hicrî 3. asırdaı\ sor\-. . binlerce sufiyi taratan kitap mevcuttur.
Tasavvuftan üçüncü ana direği müesra târih sahnesine çıkıyor. O dönemcie
seseleridir, tasavvufa has müesseselerdir.
kelime "yün elbise giymek" anlamına
Bunlardan birincisi tekke ve zaviyeler,
geliyor.
. '
ikincisi tarikatlardır.
Tasavvuf hangi konuları ihtiva ediTekkeler ve zaviyeler, Mescid-i Nebeyor? Genelde İslam medeniyeti yelpazevî'den kalan merkezi manzaranın daha
sinde yer verdik. Dedik ki bu ana yelpasonra istiklaliyetini ilan eden müessesezenin bir kolu da tasavvuftur. Şimdi o
l e r i n d e n b i r i d i r . Yani h e r k e s H.2.
yelpazeyi kapatalım. Yeni bir yelpaze
yy'dan sonra kendi mezhebine, meşrebi" açalım. Bu tasavvuf yelpazesi olsun. Yane göre birtakım müesseseler kurmuş,
. ni o tek kanadı alalım. Bunu büyük bir,
herkes değişik coğrafyalara kendi anlayıyelpaze haline getirelim. Bu yelpazede
. şma göre bu hizmeti götürmüştür.
neler var, neler yok?
Tekke ve zaviyeler bazan dergâh,
Tasavvuf yelpazesinde pek çok konu
var. Ama bunları size dört ana unsur ile . hangâh adım ribad adım alır. Bazan tarikatlarla isimlenir. Mevlevihane, ŞazeUhaözetlemek istiyorum. Tasavvuf yelpazene gibi ... Bu müesseseler de tasavvufi
. sinde dört ana konu vardır. Yani Tasavdüşüncenin anlaşılması; anlatılması ve
vuf tarihi demek, dört ana konu demek.
aktarılması için kurulmuş mimari yapiT
Tasavvuf kültürü demek, dört ana kolardır, mimarî müesseselerdir. Bunlann
nuyu içine alan kültür demektir.
Bunların birincisi tasavvufun ıstılah- ' bir kısmı,-basit, tek odalı bir yerdir.' Bir
kısmı ise çok daha geniş bir alanda hizlarıdır. Tasavvufun temel ısblahları vardır. İlk klasiklerle beraber ortaya çıkan . met veren, değişik hizmetleri olan -özeltemel ıstılahlardır bunlar. Nedir bu te- - likle Mevlevihane ve Bektaşi tekkeleri
böyledir- çok geniş, bir alanda kurulan
mel ıstılahlar? Mesela bu terimlerden
d e ğ i ş i k b i n a l a r d a n m e y d a n a gelen
bahseden bütün tasavvuf kitaplarııiin
pekçok birimi ihtiva eden kompleks biilk söylediği terim tevbe'dir, tevbe terinalar söz konusudur. Çok basit, ahşap,
midir.
tek odalı tekkeler de karşımızâ çıkar...
Tevbe sözlük anlamı itibariyle dönDemek ki tasavvufî düşüncenin anlaşılmek demektir. Hakka dönmek, güzele
ması, anlatılması ve yaşaması için özel
dönmek, yani Allah'a dönmek, batıldan
olarak yapılan mekanlara dergâhlar, tekhakka, çirkinden güzele, şeytandan Alkeler, zaviyeler diyoruz.
lah'a dönmek demektir. Dolayısıyla heBir diğer sosyal-müessese de tarikatmen bütün tasavvuf kitaplarının ilk anlardır. Tarikatlar tasavvufi düşüncenin
lattığı terim tevbe'dir. Bundan başka
ekolleri, mezhepleridir. .
Zühd terimi, kanaat terimi, tevekkül, ziKelam tartışmalan, kelam mezheplekir, rıza terimi vb...Bunları daha sonraki
rini ortaya çıkarıyor. Fıkıh tartişmaları
yüzyıllarda yüzlere binlere çıkarmak
zaman içerisinde fıkıh mezheplerirü karmümkündür.
Tasavvufun ikinci ana direği, bu ha- • şımıza çıkanyor. İşte tasavvufla ilgili, ahlakla ilgili konular da tartışıla tartışıla
yâtın, bu düşüncenin, bu yaşama tarzıkarşımıza tarikatiarı çıkarıyor. Fakat tarinın temsilcileridir, yani sufilerdir. Buna
kadro diyebiHrsiniz. Tasavvufun ikinci • katlerin bir özelliği Hicri 6. yy'dan sonra
ortaya çıkmış olmalarıdır.
ana kolu mutasavvıflardır, sufilerdir,
Hicri 6. asırda, yani daha . doğrusu
evliyaullahtır, meşayihtir, erenlerdir vs.
Selçuklulardan önce tarikat yoktu. TariBu da ilk yüzydlardan itibaren çok değişik coğrafyalarda, hemeıi hemen müslü- ' kat vakıası Selçuklulardan sonradır. Yani
Miladi 13. , y y ' d a n sonra... Tıpkı
m a n l a n n olduğu tüm coğrafyalarda,
. H . l . y y d a fıkıh ilıranin olup fıkıh mezhetüm topraklarda var olan insanlar. Bunbinin olmaması gibi. Tıpkı Hicri 3 . ) ^ d a
lar tasayvufi düşünceyi öğrenen insankelam Uminin olup, kelam mezhebinin
lardır. Ve bir kısmı da öğrendikten sonolmaması gibi. Bunun gibi ilk 5-6 asırda
ra başkalarına öğreteiı insanlardır. Buntarikat vakıası yoktur. Ama tasavvufi halarla birlikte eUmizde pek çok kitap var,
yat vardır.
, •
Tabakat kitabı olarak elimizde yüzlerce.
Tekke, dergâh, zaviye vardır, şeyhleri, müridleri, alışverişleri vardır. Fakat
bu düşünce tarikat adıyla mezhepleşmiş,
ekolleşmiş değildir. Tarikatlar adeta Osmanlılarla birlikte tarih sahnesine çıkmıştır. Ondan önce böyle bir oluşum yok.
Selçuklular döneminde belki tohumu atılıyor.
Bunun çok açık dehli de şudur: Meylevî bildiğimiz Mevlana Celaleddin Rumî, Abdülkadir Geylanî vb. bütün tarikat
• kurucuları H. 6.yy. veya sonraki asırlarda dünyaya gelmiş, yaşamışlardır. Hatta
, bazıları ta Osmanlı kurulduktan sonra
doğuyor, .yaşıyor. Osmanh devleti 100
yaşında iken Şah-ı Nakşibend vefat ediyor. Dolayısıyla Selçuklular dönemi için"
Nakşibendilik söz konusu olamaz. Osmanlı Devleti'nin ilk yüzyılı içinde de
Nakşibendlik diye bhşey sözkonusu. değil. Çünkü daha Nakşibend hayatta. Dolayısıyla Nakşibendilik IS.yy'da oluşuyor. Ve Anadolu'ya gelen Nakşibendi •
mutasavvıflar Fatih dönemindedir. Fatih
devrinden önce Anadolu Nakşiliği tanımıyor bile.
• Dördüncü ayak nedir? Tasavvufun
dördüncü aıia direği, bu düşüncenin insanlara aktarılmasıdır. Buna da irşad denir. Neticede tasavvufun vazgeçilmez
dördüncü ana direği de budur..
Bir tasavvufî düşünce olacak, bir tasavvufî sistem olacak, bir tasavvufî terim
olacak.. İki:Bu terimleri geliştiren insanlar olacak, sufiler olacak... Üç: Bu sufilerin kurduğu müesseseler olacak, bu müesseseler kaliteli sufi yetiştirecek, kaliteli
sufiler daha güçlü rñüesseseler kuracak.
Bu sufiİerle müesseseler arasında böyle
kopmaz bir bağ var.
Bu dördüncü ana unsurda irşatta iki
ana konu var. Bu yollardan-bir tanesi
doğrudan doğruya irşad; ikincisi dolaylı
irşattır.
Doğrudan doğruya irşad sohbettir. '
Sohbet, yani insan insana irşad, diz dize,
gözgöze irşad. Bu doğrudan irşaddır. Tasavvufi kültürün bir bilen tarafmdan müridlere aktarılmasıdır. Mürşid taraftndan
müridlere aktanimasıdır.
Dolaylı irşad ise kitapla olur. Dolayısıyla tasavvuf tarihinin en renkli alanlanndan biri de tasavvufi eserlerdir, tasav-
vufi risalelerdir. İlk yüzyıllardan itibaren
yüzlerce binlerce eser yazılmış. Ve tabii
insanoğlu bu yüzlerce binlerce eserin bir
kısmım imha etmiş, ama bir kısmı elimize ulaşmış.
Konuşmamın sonunda tasavvufi kültürün sosyal hayata aksedişine dair bir
kaç örnek vermek istiyorum. Önce şunu
tesbit edelim. Tasavvufi düşünce gerçekten İslam toplumunun kılcal damarlarına
nüfuz etmiş bir düşüncedir. Bu iyi mi oldu, kötü mü oldu? Tabiî bu tartışmaya
açık- Yani mutlaka iyi oldu anlamında
bunu söylemiyorum. Ama birşeyi tesbit
etmemiz lazım: Tasavvufi düşünce müslüman toplumun ruhuna işlemiş bir düşüncedir. Şimdi.tesbit bu olunca bunun
tabii neticesi şudur zaten: Bir toplumu bu
•kadar özünden yakalayan bir sistem haliyle bunu bir yerlere sevkedecektir. Bir
sistem bir toplumu özünden yakalanuşsa, haliyle 9 toplum, ona göre hareket
edecek, ona göre kendini yönlendirecektir.
•
İslam Medeniyetine çok geniş olarak
baktığımızda böyle bir manzara görüyoruz. Hakikaten Malezya'dan Fas'a kadar,
Kırım'dan Yemen'e kadar bu insanların
hayatina şu veya bu oranda girmiş, tesir
etmiştir. İnsanlarımızın sporla ilgilenmesine benziyor. Bugiin sporla ilgilensek de
ilgilenmeSek de bir spor kültürüıhüz vardır. Şimdi bizim için tasavvufî hayat da
böyle birşey. Dolayısıyla tarikata mensup
olsanız da olmasanız da bir tarikat gözlü-^
ğünüz var.
,
.
Şimdiki toplumumuzda bu yok. Şimdiki toplumumuzda bu belli oranda olmadığı için çok hayret ediyorlar. Şimdi
televizyonla birlikte mesela belli oranlarda tariİalt k ü l t ü r ü g ü n d e m e geliyor,
menfi veya müspet birtakırn manzaralarla karşılaşıyoruz. Dörtdörtlük m ü s l ü - •
manlar da hayret ediyor. Niçin? Çünkü
onlar da böyle birşey görmemiş. Yani son
70 senedir Türkiye'deki dini hayat itibariyle böyle bir tarikat rengi yok. Olmayınca da "Allah Allah bunlar nerden çıktı? Nedir bu rezalet!" diyor.
. Ama dünkü adam, dinle ilgisi olmasa
dahi onun ne demek olduğunu biliyor- "
du. Çünkü toplumda bu kültür yaygındı.
Dolayısıyla tasavvuf, tasavvufî düşünce.
Bizim medeniye- timizde güzel SQ• notları teşvik
eden merisez
tekkelerdir. Musikide Dede
ÇPendi'yi görürsünüz, Mevlevi
dervişidir. Şiirde
Vünus Çmre'yi
•görürsünüz bir.
-flnodolu-'
dervişidir.
TosavvuFr hayat,
tasavvufr düşüncel tekke kültürü
çok güzel, çok
• gerçekçi, çok Faydalı işler üretmiştir. flma bütün
insonın ürettikleri
gibi zaman zomon
problem de
üretmiştir.
^ tasavvufî kültür, tasavvufî alüak belirli
oranda İslam toplumunda yaygmdnr;
Siyasi hayatla tasavvufun, tekkenin
ne ilgisi olabilir? Doğrudan bir ilgisi olmayabilir. Hatta siyasilerle fazla içli dışlı olmayı da sevmez müridler. Siyasi ha-,
yatla tasavvuf dünyasımn ilişkisi nedir?
Bunu tek kelimeyle menfi veya tek kelimeyle müspet olarak izah etmek mümkün değildir. Döneme göre, insanlara
göre, tavırlara göre, mizaçlara göfe değişen bir özellik arzediyor. Tekkeler
' devletin önemli üç beş müessesesinden
bir tanesidir. Aklı başında bir devlet
adamının da yapacağı şey bu mühim
müesseseye sahip çıkmalctır. İlmi hayat
ile ilgili bir şeyler söyleyeyim. Medrese
ilçtıi hayatın başıdır. Ve zaman zaman
aralarındaki metod farklılığı sebebiyle
de medreselerle tekkeler arasında tartışmalar olmuştur. Medresenin kullandığı,
metodla, tekkelerin kullandığı metod
farklıdır. Bu farklılığı bazan karşılıklı
anlayışla, yumuşak bir şekilde idare etmişlerdir. Bazan da kavga ve sürtüşmeler olmuştur. Bu şeriat -tarikat tartışmaları dediğimiz, tekke- medrese tartışmaları dediğimiz tartışmalar bu kabil tartışmalardır.
Bütün tarih bu kavgalardan ibaret
değil şüphesiz. Böyle kavgalar olmaWa
beraber özellikle Osmanlı d ö n e m i n e
baktığımız zaman büyük oranda kavga
değil de bir uyum olduğunu görürüz.
' Tasavvufun" İslam kiiltürüne etkisini incelerken iktisadi hayata da temas etmek
gerekir.
Bir lokma bir hırka diyen bir sistemin iktisadi hayada ne gibi bir ilgisi ola• bilir diyenler çıkabilir. Tasavvufî ahlak,
tasavvufî anlayış, t a s a v v u f î ^ i h n i y e t
toplumun sosyal damarlarına girdikten
- sonra iktisadi hayatın bunun dışında olması nıümkün değil. Ve bizim sık sık
anlattığımız bu ahî teşkilatı, fütüvvet
teşkilatı dediğimiz teşkilatın ana rengine baktiğımız zaman bunun da tasavvufî bir renk olduğunu görürsünüz. Fütüvet teşkilatının yönetmelikleri var, yönergeleri var. Fütüvvetname diyoruz.
Fütüvvetnamede anlatılan şey bir müride vasiyetler, tavsiyeler değü. Çalışan
bir adama tavsiyeler. Yani işçiye, çırağa.
ustaya tavsiyelerdir.
Bu fütüvvetnameleri o k u d u ğ u m u z
zaman sanki bir tasavvufi ahlak kitabı
okumuş gibi oluyoruz. Dolayısıyla dünkü iktisadi hayatı elinde tutan insanlara •
yerilen ahlak da budur. Bir hırka bir lokma y o r u m u n u ters yorumlamakla işin
içinden çıkamayız. Dolayısıyla iktisadi
hayat da d ü n k ü t o p l u m u m u z d a belli
oranda bu düşüncenin etkisi altindadır.
- Askeri hayata gelince; Bu anlamda da
dervişler belli oranda hayatın içindedir.
Şüphesiz hayattan kaçan dervişler de
vardır. Bunları inkar etmiyoruz. Bunların
azınlıkta olduğunu görüyoruz. Sufiler •
başından beri hep askeri hayatin, yani
mücadelenin içindedirler. Yani her iki
türlü mücadelenin de içindedirler. Hem
nefislerine karşı mücahede, hem de fiziki
anlamda düşmanlarına karşı mücahede.
Yeniçeri ordusu Osmanh ordusunun
mühim bir parçasıdır. Yeniçeri ordusuyla Bektaşilik tarikatı arasında çok enteresan bir bağ vardır. Bu bağ o kadar güçlü
olmuştur ki bu tarikat ile ordu arasındaki bağ o kadar güçlü olmuştur ki devlet
1826'da yeniçeriUği kaldırırken Bektaşih- ''
-ği de yasaklamıştır ayra anda.
•
' 1826'da Yeniçeriliği lağveden devlet
Bektaşihği de lağvetmiştir, yasaklamıştır.
Niçin? Çünkü Bektaşilik varolduğu sürece Yeniçeriliği kaldırmak mümkün değüdir. Dolayısıyla bu ikisi birlikte lağvedilmiştir 1826'da. Ve ondan sonra da bir daha Bektaşilik tarih sahnesine çıkmamıştır.
Son olarak kültür hayatımızdaki tesirleri açısından, bediî faaliyetlere yani
güzel sanatlarla ilgili faaliyetlere temas
edelim. Kültür dünyasının çok önemli
bir bölümü de güzel sanatlarla ilgili bölümdür. Güzel sanatları olmayan toplumlar medeniyet kuramazlar.
Tasavvuf psikolojisi gönül merkezli
bir psikolojidir. Burada bir ortak alan
meydana geliyor. Güzel sanatlar da gönül merkezli bir faaliyettir. Bu sebepten
bizim medeniyetimizde güzel sanatlarımızın hakim rengi tasavvuftur. Veya
şöyle söyleyelim: Bizim medeniyetimizde güzel sanatları teşvik eden merkez
tekkelerdir. İster musikimize bakınız, ister şiirimize bakınız karşımıza çıkacak
dehalar tekkelidir.
Musikide Dede Efendi'yi görürsünüz, Mevlevi dervişidir. Şiirde Yunus
Enu-e'yi görürsünüz, bir Anadolu dervişidir. Bir alperendir Yunus Emre. Ve o
günden beri Yunus Emre'yi aşan insanlar gözükmemektedir. Tıpkı b u n u n gibi
. Niyazi Mısri olsun, Eşrefoğlu Rumî olsun bizim tekke şürimizin büjmkleri bu
merkezlerden feyzalmışlardır, İlham almışlardır. Ve b u n u kendi sistemlerine
aksettirmişlerdir. Dolayısıyla tasavvufî
kültür öncelikle kendi kendini geliştirmiş. Eserlerle, sohbetlerle, tekkelerle,
d e r g â h l a r l a .tarikatlarla k e n d i kendini
geliştirmiş. Özel olarak bunu yürütürken
genel olarak da topluma n ü f u z etmiş. Ve
toplumun değişik alanlarına, siyasi, ikti, sadi, askeri değişik'alanlarına'nüfuz etmiştir. Bu n ü f u z içinde şüphesiz doğrular da yanlışlar da vardır. Bunu tekrar
v u r g u l a m a m ı z gerekir. Niçin v a r d ı r ?
Ç ü n k ü insanm ürettiği her şeyde eksik
ve fazlalık olabilir. Tasavvuf kültürü de
insanm ürettiği bir kültürdür. Dolayısıyla t a s a v v u f î hayat, tasavvufî düşünce,
tekke k ü l t ü r ü çok güzel, çok gerçekçi,
çok faydalı işler üretmiş. Ama bütün insanın ürettikleri gibi zaman zaman problem de üretmiştir. Bunu da açıkça ortaya
koymak lazım.
^ Bu tesbit sufilerin tesbitidir, b e n i m
değil. Mutasavvıflar kendi galatlarından
söz ediyorlar. Bizzat mutasavvıfların bu
konudaki eserleri meycuttur. Bu eşerlerin
, bazı bölümleri galatat-ı sufiyye başlığını
taşıyor, yani sufilerin yanlışları.
Bir soru üzerine:
•
Tasavvuf hiç şüphesiz dini bir ihtiyaçtan doğmuştur. Fakat insanları
Kür'an ve Sünnet tatmin etmemiş mi ki,
başka yol arıyorlar? Aslında tasavvufî atmosferde sunulan şey Kur'an ve hadisten
çok farkh şey değil. Belki çok sivri peyler
de var diyeceksiniz. Tartışmalı konular
olduğu için bunları şimdilik bir yana bırakalım.
Fakat tartışmalı olmayan konularcia
neticede tasavvuf insanlara bir İslam ah-
lakı, Kur'an ahlakı öğretiyor. Eşrefoğlu
Rumi'nin meşhur kitabı Müzekkin N ü fûs'ta baştan sona bir insanm nefs-i emmâreden nefs-i mutmaineye nasıl ulaşabileceği anlatılıyor. Ve "Bu yolda şu yedi
hastalık izale olacak, onların yerine şu
yedi güzel huy gelecek" deniyor. Nedir
bu yedi unsur? Kindir, gayzdu:, kibirdir,
haset vb'dir. Gönlümüzden bu hastalıkları izale edeceğiz. Bunların yerine cömerthği, tevazuu, sabrı,' şükrü vb. koyacağız. işte tasavvufî hayat budur. Bunlar
K u r ' a n ' m dışında şeyler değildir. Belki
sufiler b u n u kendilerine göre yeni bir
tasnife tabi tutuyorlar. Bu anlamda sufiler Kur'an'dan çok farklı birşey sunmu^
yorlar.
' •
. İkinci olarak, kişi niçin tekkeye intisap ediyor? Toplumda herkese Kur'an'm
mesajı eşit oranda, dengeli ve yetecek
o r a n d a sunulamıyor. Veyahut da alıcı
alamıyor. Aslında sunulmasına rağmen
bu m e s a j h e r h a l d e kişiyi hayatının bir
döneminde pek ilgilendirmiyor, kulağım
tıkıyor. Bir dönem sonra karşısına çıkan
bir kimsenin söylediği şeylere k'apılanı. yor. Ashnda bunlar da daha önce kendisine söylenen şeyler. N e deniyor ona?
"Namaz kıl, oruç tut, içkiyi bırak, kumar
oynama, gıybet etme" gibisinden şeyler.'
Bazı insanlar hayatının bir safhasında bu
mesajı alıyor, ama b u n u n ş u u r u n d a değil.' Toplumda içki içmenin haram' olduğunu bilmeyfen var mı? Herkes biliyor ki,
içki kumar... haramdır. A m a . h a y a t ı n ı n
• belli bir d ö n e m i n d e öyle bir psikolojik
hal alıyor ki, bir şeyh efendinin tekkesine
gidiyor. Belki orada ona "içki içme" vb.
gibisinden hiçbirşey söylenmiyor. Öyle
bir atmosfer oluyor ki, oraya giriyor ve
içkiyi bırakıyor. Zira o psikolojik vasatı
daha önce yakalayamamıştı, Şüphesiz insanların tasavvufî hayata yönelmelerinin
sebebi çok olabilir. Fakat kanaatimce e n
niühim sebeplerinden bir tanesi bu anlattığımızdır.
• • '
e*) AKV İstanbul şubesinin geçtiğimiz
seionda düzenlediği seminerden özetlenmiştir.
-
Aslında tasavvuPP
atmosferde su-,
nulon şey Kur'an
ye hadisten çok
farklı şey değil.Tortışmalı olmayan konularda neticede tasavvuf insanlara
bir İslam ahlakı,
-Kur'an.ahlgki öğ-,
retiyor. '
.-
Kur'an'da insan hakları
Ramazan Ersoy
I-Insan H a k l a n Kavramı
inson haklori k a v r o m i r
nın, tüm dünya insanlarım kapsamadığı, tek bir kültür ve medenii'
, ,
,
,
onsekizinci yüzuıl İçinde bir doktrin yetin, Batı medeniyetinin ürünü
İnsan hakları kavramı; yaklaı
ı
ı
_c
olduğu, oysa dünyanm bir farkh
şık üç-yüzyıi önce felsefi kökleri
olorok gelişen, ınsonlorm sırf
atılan, onsekizinci yüzyıl içinde İhson OİfTİOİOrindon doloyi doğUŞ- kültür ve dinler mozağiğine sahip
bir doktrin olarak gelişen, insan- ton birtokım devredilmez hokloro olduğu, diğer kültür ye medeniyetlerin insan, tabiat ve hayat an-,
lann sırf insan olmalarından do,
„
layışlan ile insan hakları kavramılayı doğuştan birtakım devredilSOhip olduğunU SOV^non,
na yaklaşımlanmn farklı olduğu,
mez, dokunulmaz, vazgeçilmez
. ; modem bir kovromdır.
bugünkü yaygın ve egemen görühaklara sahip o l d u ğ u n u savuşün tüm bu farkh kültür ve medeniyetlerin harmonik
nan, Amerikan Halklar Bildirileri ve Fransız İnsan ve
bir
sentezini teşkil etmediği, içerik olarak Batı kültür
Vatandaş Hakları Evrensel Bildirisi ile resmi metinleve felsefesini yansıttığı yolunda; Afrika,, islam ve Güre geçen, modern bir kavramdır. , •
ney Asya kaynaklı eleştirilerde insan hakları ile ilgih
Bir doktrin" ve ideoloji olarak Batı düşünce tarihi
alternatif ve özgün arayış ve yönelişlere sebep olmuşiçinde serpilip büyüyen insan hakları kavramı butur. .
gün; Birleşmiş Milletler Kuruluş Anlaşması'nda, İnsan Haklan Evrensel Bildirisi'nde, bölgesel ve ulusla. Bunlardan birisi de "İslam İnsan Hakları" kavrararası sözleşmelerde sıkça ve ayrıntılı bir şekilde gemıdır. Son yıllarda", müslüman entellektüeller de, inçen, taraf ülkelere belirli yükümlülükler getiren, sısan hakları kavramı üzerinde yoğun bir şekilde durnırlar ötesi ve uluslarüstü bir netelik kazanmış bir
makta, özellikle uluslararası sözleşme ve metinlerde
"üst değer" konumuna yükselmiştir.
yeralan insan hakları kavramındaki hakim düşünce
ve anlayışa köklü eleştiriler getirmektedir.
Hiçbir ülke veya ulus insan haklan ihlallerinden
Öncelikle müslüman aydınlar; İnsan Haklan Evkaynaklanan sorunları istese de bir "iç mesele" olarak
rensel Beyannamesi'nde yeralan genel hükümlerin
görememekte, insan lıaklan kavramının bugünkü yaKur'an'da da yeraldığmı, bunların Kur'an'la çeUşmekaladığı "referans değer" olma özelliği, ihlallerin tüm
diğini belirtmekle beraber; genellikle bu İnsan Haklainsanhk ailesini ilgilendireceği şeklindeki haklı tezrı Evrensel Bildirgesi'nin çerçevesi ve arka-planmm
den hareketle, uluslararası kuruluş hatta devletlerin
çok seküler olduğu, buradaki insan anlayışının farklı
bu yöndeki müdahalelerine meşruiyet kazandırmakbir tarih ve toplum felsefesine dayandığı, ahlaki ve
tadır. , . •
etik bir boyutunun bulunmadığı, inşan haklan ihlalKeza; bugün tüm ulusların demokratik anayasalalerinin olmamasını sağlayacak müeyjndeler içermedirında da insan hakları kavramı, temel hak ve özgürği yolundaki eleştirilerini de sistemleştimrüşlerdir!
lükler ve bunlara saygı platonik olarak yer almakta,
Batılı insan haklan normlarına ve anlayışına getiböylelikle devleüer kavrama saygıyı gerçekleştirme
rilen bu eleşdrilerin yanında ayrıca; Batı ile farklılığın
ve geliştirme ymkümlülüğünü üzerine almaktadır.
yalnızca haklar ve özgürlüklerin görünüş biçiminde
Ancak; tüm bunlara karşın insan haklan kavramı-
rüntü sergilememektedir.
1948 yılında BM'in öncülüğünde İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin imza:
lanmasmdan bu yana insan haklarının
uygulanmasında gözle görülür bir çifte
standart yaşanmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bir "ideal haklar listesi"
• olarak kalmaya devam etmiştir.
Çoğu zaman insanhk tek bir aile olarak değil, bir kültür ve medeniyete mensup olmak veya olmamak şeklinde değerlendirilmiştir. İlişki ye değerlendirmelerdeki bir diğer ölçüt, bazı patron ülkelerin ebedi çıkarları olmuştijr. Özelhkle Bati'da demokrasi, özgürlük ve insan
haklarma^vurgu yapılırken, 3. Dünya ve
İslam ülkelerinde bu görmezlikten gelinmiştir.
Alman savaş analizcisi Profesör İstv a n Kende'nifı h e s a p l a m a l a r ı n a göre
1945-1976 yılları arasmda toplam 133 savaş çıkmış, bu savaşların tamamına yakını da 3. Dünya'da cereyan etmiş, özellikle 3. Dünya insanlarının barış içirıde yaşaması hayal olmuştur. Keza, askeri darbeler de bu ülkelerin değişmez karakteristik özelliklerindeiı birisini teşkil etmiş,
J962-1976 yılları arasmda 104 askeri darbe gerçekleştirilmiş, bunların pek az bir
kısmı Üçüncü Dünya ülkelerimn dışındavuku bulmuştur.
,
Uygar dünya, dolayh hatta doğrudan
bu darbeleri ve savaşları desteklemiş, ye- •
ni kriz bölgeleri oluşturnıuş, böylelikle _ ,
buralara sürekli silah Satma ve yeni si• lahları deneme imkanı bulurken, ekonomik büyümelerindeki devamlılığı da sürdürmüştür.
•,
Bu dönem içinde. Bati, bir taraftan teBizim çahşma konumuz İslam'ın teınel insan hak ve özgürlüklerine saygı' mel kaynağı olan Kur'an'da İnsan Haklanın korunması ve geUştirilmesi için peşn'dır. Kür'an'ın insan haklarına ne-düpeşe bölgesel ve uluslararası sözleşmelezeyde ve ölçüde yer verdiği hususu birin hazırlanması ve imzalanmasında ön• > zim inceleme konumuzu teşkil edecektir.
cülük yaparken, bir taraftan da bu dö-Ancak; K u r ' a n ' d a insan haklarına
nemde, ırkçı Güney Afrika'nın faşist uygeçmeden, önce, insan hakları açısından
gulamalarına, İsrail'in insanhk dışı cinagünümüz dünya pratiğine ve uygulamâ-'
yetlerine, m a s u m insanların Irak
larma kısaca değinmek yerinde olacaktir.
yönetimi tarafmdan kimyasal silahlarla
yok edilmesine ses çıkarmamış, hatta .
II- İnsan H a k l a n Açısından Dünyadestek vermiştir. .
~
..
nın Bugünkü Durumu
Batı'nm bu paradoksu bugün de ayn e n sürmekte, A v r u p a ' n ı n ortasında','
' İnsan hakları açısından bakıldığında
üyehği BM'ce kabul edilmiş bir ülke ve •
bugün dünyamız hiç de parlak bir göve uygulamasında değil, daha derinlerde
ve felsefi varsayımlarda yattığı, Avrupa
tarihinde insan haklarının Islam'dakinin
aksine doğuştan değil, toplumsal çatışma ve mücadeleler sonucu, sonradan kazanılmış haklar olduğu, belirtilmiştir.
Keza; insan hakları, düşünce özgürlüğü gibi Batılı kavramların mülk edinpıe
ve sımrsız davranma isteklerinin sonucu
olarak salt bireyci felsefelerle ilahi irade
ve dine karşı bir başkaldırı şeklinde ortaya çıktığı, bunların sonradan, yükselen
burjuvazinin felsefi ve politik ideolojisini
o l u ş t u r d u ğ u , b u r j u v a z i n i n özgürlük,
kardeşlik ve eşitlik kavramlarını da içeren sivil toplum taleplerinin 1789 İnsan
Ve Vatandaş Hakları Bildirisi üe doruğa
ulaştığı, ancak bu tarihten sonra başta
Fransa ve İngiltere olmak üzere diğer
' Avrupalı devletlerin Afrika, Asya ve Latin Amerika'da sömürge faaliyetlerine
yeni bir hız kattıkları, kendi ülkelerinde
insan hakları kavgası verenlerin, sömürgelerde katliam yaptıkları, kaynakları
yağmaladığı, köle ticaretinden vurgunlar
vurduğu, 100 MUyon Afrikah'nm ya katledildiği ya da Avrüpa ve Amerika'ya
köle olarak götürüldüğü, Aztek, İnka ve
Maya medeniyetlerinin acımasızca yok
edildiği, Kızılderililerin de soykırıma uğ-.
ratıldığı şeklinde çoğu, Batı'nm geçmiş
' tarihine konu olan eleştiri ye değerlendirmeler de insan haklan bağlamında dile getirilmiştir.
• ^
'
Ancak bizim konumuz, insah haklarına eleştirel bir bakış değildir. Müslüman
dünyanm bu yöndeki eleştirilerine yeri
geldiği için kısmen değinilmiştir.
inson hakları
kavramının, tüm
dünya İnsanlarını kapsamadığı,
tek bir kültür ve
medeniyetin,
Batı Medeniyetinin ürünü öldüğü, diğer kültür
ve medeniyetlerin insan, tabiat
ve hayat onla- •
yışlorı ile insan
hakları kavramına yoklaşimlori-.
nm farklı olduğu
yolunda
eleştirilere se-"
bep olmuştur.
Kur'ori herşeyden önce bir ahlak öğretişidir.
Bu itibarla;
insan haklan,
uluşlararası^özleşme ve beyannamelerde
yazıldığı şekilde
oinnamakla beraber Kur'an'da
önemli ve ağırlıklı bir yer hJtmaktadır.
Biz b u çalışmada, Kur'an'da' insan
' insanları yaklaşık dört yıl boyunca her
haklarını, m o d e m insan hakları kavratürlü insan haklarını yok edercesine,
m ı n d a o l d u ğ u üzere birinci, ikinci ve
hatta en temel haklardan olan "kendiüçüncü kuşak haklar gibi bir ayrima tabi
kendini savunma hakkı" bile elinden
tutmaksızm, insan'm bazı temel hak ve
alınarak korkunç bir vahşet ve soykınözgürlüklerini beUi bir önem-ve sıra dama uğrarken, yine dünyanm birbaşka
-hilinde ele almaya çalışacağız. Bu çalışkriz bölgesinde birbaşka ulus siyasal
ma, Kur'an'daki insan'haklan kavramıözgürlük ve bağımsızlık talebinin, selfmn tamamını değil, belli bir bölümünü
determinasyon hakkımn bedelini halen
yansıtacaktır.
Çok ağır bir biçimde ödemekte, her platformda insan haklarını savunan ülke ve
3.2. İnsan Haklan
kuruluşlar olayı bir "iç mesele" olarak j
Kur'an-ı Kerim, her insanm doğuştan
görüp basit kınama ve üzüntülerle gebirtakun haklara sahip olduğunu belirtir.
çiştirmiektedir. '
Bunlann başhcalan; yaşama hakkı, inanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, mülT ü m b u hadiselerde; son yüzyıla
kiyet hakkı, seçme ve seçilme hakkı, sedamgasını vuran, insanlığın ortak meyahat hakkı, ikamet hakkı, zulmü protes. tinleri olan uluslararası sözleşme, bildiri
to hakkı, örgütlenme ve toplantı hakkı
ve beyannamelerde ifadesini bulan tevs'dir.
mel insan hak ve özgürlükleri ile ilgili
3.2.1. Yaşama Hakkı: Kur'an'da ön, hedef ve ideallerin, diınya nüfusunun
görülen en tenael haklardan birincisi, yaönemh bir bölümü için bir anlam ifade
etmediği gerçeğini ortaya koymaktadır. ^ şama hakkıdır. İslam insanın canına bü-, )Kik önem vemüş, adeta kutsal sâyrmştır.
Kur'an'a göre bir insanın öldürülmesi,
III~Kur'an'da insan Haklan
^
tüm insanların canına kıyılması demektir. Allah'm yarattığı cam bir başkasının
3.1. Giriş
öldürme yetkisi yoktur.
Kur' an; İslam inanç ye düşüncesinin
"Kim bir cana kıymamış, ya da yeren temel k a y n a k l a r ı n d a n b i r i s i d i r .
y ü z ü n d e bozgunculuk yapmamış olan
Kur'an öğretisinde insan çok önemli ve
bir canı öldürürse, sanki bütün insanlan
aktif bir öğedir. Yaratılmışlann en şereföldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırlisi olarak görülmüştür.
sa sanki o bütün insanlan diriltmiş gibi
U ğ r u n a d ü n y a y ı yarattığı (Bakaolur." (Maide:32). •
ra:22-29) ve kendisine "ruhundan üfleGörüldüğü gibi Kur'an; haksız yere
diği" (Hicr :29; Sad:72) insana Kur'an;
Allah'a itaat etmeme, doğru yolu takip , adam öldürmeyi kesin bir şekilde yasaklamış, haksız yere adam öldürenin ebedi
etmeme hürriyetiyle birlikte, tabiatın
cehenneme gideceğini, Allah'm gazabıbütün diğer varlıklarının reddettikleri
na, lanetine ve. büyük azabına uğrayaca"emaneti" vermiş (Ahzap:72), ona yerğım vurgulamıştır.
^
yüzünde Allah'ın Halifesi olma görevini
Nisa süresindeki şu ayet b u n u n en
yüklemiş, tabiatın dengelerinden so- ,
çarpıcı örneğidir:
rumlu tutmuştur.
"Bir mü'mini kasten öldürenin ceza' Kur'an hiçbir zaman kendini, bir hu- kuk ya da ekonomi kitabı ya da tüm bü- . sı, içinde ebedi kalacağı cehennemdir.
Allah ona gazabetmiş, lanet etmiş ve
ğileri içeren bir ansiklopedi gibi tanıtonun için büyük bir azap hazırlamıştır."
-mamaktadır. Keza Kur'an'ı, birçok kesimin iddia ettiği gibi bir "anayasa" met- . (Nisa:93).
Gerçi ayette, m ü ' m i n insanı haksız
. ni olarak da görmek mümkün değild^.
yere öldürenin sürekli olmak üzere ceKur'an herşeyden önce bir ahlak öğretihenneme atılacağı söyleniyorsa da bunşidir.
dan mü'min olmayan insanı öldürmeye
Bu itibarla; insan haklan, uluslararası sözleşme ve beyannamelerde yazıldı- , izin verildiği anlamı çıkmaz. Hitap İslam
toplumuna yapıldığı için burada mü'min
ğı şekilde ohnamakla beraber Kur'an'da
insan tabiri geçmiştir. Fakat inancı ne
önemli ye ağırhkh bir yer tutmaktadır.
olursa olsun, her insanın canı, malı ve
namusu güvencededir. Haksız yere hiç
kimsenin canına, malına ye namusuna
dokunulamaz. Yüce Allah tüm-masum
insanları kasdederek "... Allah'm haram
kıldığı canı haksız yere öldürmeyin' (İsra:50/33) b u y u r m u ş ve Allah'ın halis
_kullannm, haksız yere cana kıymayacaklannı vurgulamıştır (Furkan:42/68X
Bundan dolayı İsrailoğullanna şöyle
yazdık: Kim bir cana kıymamış ya da
yeryüzünde bozgunculuk yapmamış
olan bir cara öldürürse, s a ^ i bütün insanlan öldürmüş gibidir. l ü m de onu(n
hayatını kurtarma suretiyle) yaşatırsa,
. bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara açık delüler getirdiler, ama bundan sonra da onlardan
çoğu, yine yeryüzünde israf etmekte (aşı. n gitmekte)dirler. (Maide:l 10/32).
Adem'in iki oğlunun öyküsünden hemen sonra gelen bu ayette, bundan dolayı İsrailoğullanna, bir cana kıyanın bütün toplumun canına kıymış ve bir canı
yaşatanın da bütün toplumu yaşatmış gibi kabul edileceğinin bildirilmiş olması,
kimi müfessirlere göre anlatılan bu öld ü r m e olayının kahramanlarının, asıl
Adem'in öz oğulları değil, onun zürriyetinden gelmiş olan İsrailoğullanndan iki
kişi olduğunu gösterir.
Ayette 'bir insanı öldürmek', bütün '
toplumu öldürmek gibi sajalmıştır. Çünkü bir insan, türüiıü temsil eder. Bir insa, nin haksız yere öldürülmesi, topluma
haksızlıklann, saldırüarm, öldürme olaylarının yayılmasına, insanların birbirine
düşmesine, kan davalarının yaygınlaşmasına, toplum düzeninin bozulmasına
yol açar. Birinin hayatını koruyup kurtarmak da toplumda can güvenliğini
sağlar. Toplumu gönül huzuru içerisinde
mutlu yaşatır. Yüce Allah, bir ferdin hayatını, bir toplumım hayatı kadar değerli
şaymışhr. Bir ferde hâksizhk etmek, tüm
topluma haksızlık etmek gibidir.
'Fakir düşerim, besleyemem' düşüncesiyle çocuk öldürmek, yeni doğmuş çocuğunu sokaklara atmak, ölüme terketmek veya anne rahminde uzuvlan belirmiş, ruh üflenmiş bir yavrujTi kürtaj ile
parçalayıp çocuklarınızı öldürmek büyük hatadır' (İsra: 50/31) buyurmuştur.
•
y
•
• •
•
Kur'on-ı Kerim, b®!" insanın doğuştan birtakım hokloro
sahip olduğunu belirtir. Bunların boşlıcolori;
yoşoma, inanma, din ve vicdan özgürlüğü, mülkiyet,
seçme ve seçilme, seyahat, ikamet, •
zulmü protesto, örgütlenme ve
toplantı hakkı vs'dir.
,
Kur'an yalnızca, bâşkalanmn hayatı.
m ortadan kaldırma)^ yasaklamakla kalmamış, insanın kendi çanına kıymasını,
dolayısıyla intihan da"yasak kılmıştır.
"Kendinizi öldürmeyin." (Nisa: 29).
, 3.2.2. İnanma Hakkı: İkinci temel hak
inanma hakkıdır, din ve vicdan özgürlüğüdür. Kur'an'a göre herkes düşünce ve,
inanç ö z g ü r l ü ğ ü n e sahiptir: 'Dileyen
inansın, dileyen inanmasın', "Sizin dini"
niz size, benim dinim banadır",'Sizin ey•"
leminiz size, benim eylemim bana aittir.
Siz benim-yaptıklarihdan sorumlu değilsiniz' ayetleri ve benzerleri, bu özğürlüğü v u r g u l a m a k t a d ı r . Hiç kimse zorla
inancından döndürülemez. Zaten inanç
zorla, baskıyla olmaz. Kesin kanıya, gö-,
nül bağhlığma dayanır: 'Dinde zorlama
yokhır'(Bakara:92/256)
,
"
"
İslam'da savaş, insanları zorla dine sokmak için değil, vicdanlar üzerindeki .
baskıyı ortadan kaldırmak için yapılır.
Müslümanlar, fethettikleri ülkelerin'
halklanna tam bir din ve vicdan özgürlüğü tanımışlardır. Emeviler, Abbasiler, . ^
Selçuklular ve Osmanlılar d ö n e m i n d e
gayri m ü s l i m tebaa> ö z g ü r l ü k içinde
.
inançlarını yerine getirmişlerdir. BüjKik
Osmanlı İmparatorluğunda aynı köyde,
...
kasabada y e kentte cami, kilise ve havra bir arada bulunmuş, her dinin mensubu
kendi mabedinde özgürce ibadetini yapmıştir. • •
•
. .
Hz.Ömer zamanında Irak'a, Gürcistan'a, ^erbaycari'aı giden müslüman fa•
tihler, oraların halklarına baş-vergisi
.
olan cizye karşılığında özgürlük taramışlar, aldıkları bu vergiye karşılık askerlikten muaf tuttuklan o insanları, düşman^•
larma karşı koruma görevi üstlenmişlerdir. Ama onlar içinde müslüinanlarla
birlikte cepheye gelip askerlik y a p a n
kimselerden vergi almadıkları gibi, kadm ve çocuklardan da vergi almamışlar;
•
....
.
•
'
O'nun yeryüzündeki halifesi olan
insan, bu mülkiyeti ñlloh yojun• da yönetmekleyükümlüdür.
Hur'on'ın mülkiyete olon bu yaklaşımı, mülkiyeti
"kullanma ve kötüye de kullanma
hakkı" olarak tanımlayan Roma
Hukuku'ndoki kavrama toban tabana zıttır.
"•mabedlerini korumuşlar, hatta mabedgin Ebu Leheb'e yapılmış ve serveti dalerinin yapımı için yardım da etmişlerhi mahkum edilmiştir.
dir.
.
•
• "Ebu Leheb'in elleri kurusun. Zaten
Yine şu ayetlerde de Kur'an'daki din
kurudu da. O'na ne mah, ne de kazandıve vicdan özgürlüğünü en çarpıcı bir
ğı bir fayda verdi." (Leheb:l-3).
şekilde sergilenmektedir: .
Hazreti Peygamber bu konuda mut"¿ğer Rabbin dikseydi, yeryüzünde
lak uzlaşmazlık içinde olmuştur. Tabekimselerin tamamı.birden iman ederlerr i ' d e , bu ayet v a h y o l u n d u ğ u zaman,
di. Böyle olunca sen, insanların tamamı • zenginlik dalalete sevkeder mi diye ilk
müıriin olsunlar diye zorlayacak mımüslümanlann nasü endişelendikleri ansın?" (Yunus:99).
latılır. Hz.Peygamber şöyle demiştir:
"Habibim, sen nasihat et. Sen ancak
"İçinde bir adamın.aç olduğu bir topbir öğüt vericisin. Sen onlar üzerine bir J u m d a n Allah korumasını çeker."
zorlajacı değilsin." (Gasiy'e: 21-22).
Kur'an;'bir b ü t ü n olarak insanlara
mülkiyet hakkını tanırken, zenginliğin
"Sana (Peygambere) lazım olan apaüst üste katlanmasını ve servetlerin eşitçık tebliğdir." (Nahl:82).
» .
sizliğini engellemeyi hedef alır.
3.2.3. Mülkiyet Hakkı: Kur'an'a göre mülkün asıl sahibi Allah'dir. İnsan,
Zekat, gelir üzerinden değil,, servet
ancak Alfoh adına mülkü yönetir, dünüzerinden ve serveti temizlemek amacıyyada düzeni sağlar. Mülk, Allah'm insala alınan vergi, her türlü istifi engeller.
na emanetidir. Bu emaneti insanlığın
İlk dönemlerin hukuku yalnızca iş aletleyararına, güzel bir şekilde yönetmek inrini (üretim araçları) zekat dışı bırakır ve
samn sorumluluğuna bırakılmıştır.
zekat oranım yüzde 2,5 olarak belirler.
Bu kural uygulandığında, kırk sene için• Servetlerin yığılması ve bu servetlede (bir nesilde) özel bir "mülkiyet" tarin insana Allah tarafmdan İlahi irademamıyla ortadan kalkar ve (zekatla oluşnin yerine getirilmesi için emanet edilturulan sosyal fon, toplumdaki ihtiyaç
miş olduklarının unutulması konusunsahiplerine ve çaresizlerin yardımına ayda, bütün peygamberlerin yaptıklarını
rılmış olduğu için) bu mülkiyet b ü t ü Kur'an tekrar dile getirir.
nüyle o topluma geri döner.
"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi
de Allah'ındır." •
"Riba" yasağı b a ş t a olmak ü z e r e
K u r ' a n ' m b ü t ü n buyrukları, servetin
(Bakara 115, 284; ali İmran, 109; ve
toplumun bir kutbunda yığılmasını ve
başka ayetler). .
öbür kutbun sefalete terkedilmesini önO'nun yeryüzündeki halifesi olan inleme .amacı güder.
san, bu mülkiyeti Allah yolunda çekip
çevirmekle (yönetmekle) yükümlüdür.
Kur'an; paranın siyasi bir hiyerarşiKur'an'm mülkiyete olan bu yaklaşııra,
kuracağı her tür sosyal düzeni de kökünmülkiyeti "kullanma ve kötüye de kulden reddeder. Hiçbir yanlış anlamaya
lanma hakkı" olarak tanımlayan Roma
meydan vermeyecek açıklıkla şöyle bu-H u k u k u ' n d a k i kavrama taban tabana
yurur:
zıttır. (Jus utendi et abutendi).
"Bir memleketi yıkıp yok etmek istediğimiz zaman, oranın refah ve zenginKur'an'a göre, müslüman için aksine
likten şımarmış ileri gelenlerini iktidar
vazifeler, haklardan önce gelir. Allah'm
sahibi yaparız/' (İsra:16).
mülkünün sorumlu yöneticisi insan, bu
mülkü keyfince kullanamaz. Yani onu
3.2.4. Evlenme ve Neslini Devam Etcanının istediği gibi tahrip edemez, satirme HakkırAllah size kendinizden eşçıp savuramaz, kendi çahşması ile veler var etti, eşlerinizden de sizin için
. rimli hale getirmeyip boş bırakamaz, yıoğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel
ğıp biriktiremez.
şeylerle nzıklandırdı. (Nahl:70/72).
Beğendiğiniz kadınlarla evleniniz!
"Altın ve gümüşü biriktirip de Allah
(Nİsa:98/3). '
yolunda sarfetmeyenleri can yakıcı bir
azapla müjdele". (Tevbe:34).
İçinizden bekarlan ve köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin. Eğer yoksul
Kur'an'da en büjKik lanet, ünlü zen-
iseler, Allah, lûtfuyla onları zengin eder.
Allah(ın mülkü) geniştir, O (herşeyi)
bilendir. Evlenme (imkanı) bulamayanlar, Allah kendilerini lûtfundan zengin
ed(ip evlenme imkanına kavuştur)uncaya k a d a r i f f e t l e r i n i k o r u s u n l a r . •
(Nur:102/32-33).
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır.
(O) dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler,
dilediğine de erkekler bahşeder yahut
onları çift yapar: H e m dişi, hem erkek
(verir). Dilediğini de kısır yapar. O (herşey) bilen, (herşeye) gücü yetendir, (şura:
62/49-50).
Bu ayetler insanları evlenmeye, çoluk
çocuk sahibi olmaya yöneltmektedir.
Kur'an-ı Kerim, insanları evlenip aile
kurmaya teşvik ettiği gibi, peygamberimiz de 'Dünyâ bir geçimden ibarettir. Şu '
geçim dünyasının en güzel nimeti de iyi
bir kadm(la evlenmek)dir', 'Gençler, sizden gücü yeten evlensin. Çünkü bu, gözü harama karşı korur, namusu muhafaza eder. Gücü yetmeyen de oruç tutsun.
Çünkü oruç şehveti kırar' gibi hadisle-.
riyle müslümanları evlenmeye, teşvik etmiştir. Namus ve iffetin korunması, nes-'
lin devamı için evlenmek gerekir. İslam
aUesi, karşılıklı sevgi ve saygı temeli üzerine kurulur. Peygamber, iffetli, iyi huylu kadımn en büyük dünya nimeti olduğunu belirtırüştir.
3.2.5. S e ç m e ve S e ç i l m e H a k k ı :
Kur'an'm insanlığa getirdiği temel haklardan biri de seçme ve seçilme hakkıdır.
Peygamberimiz, sahabilerinden beyat almıştır ki, bunun modern anlamı seçimdir. Yalnız erkeklerin değil, kadınların •
da oy hakkı vardır:
Sana beyat edenler (İslam uğrunda
ölünceye kadar savaşmak üzere sana söz
verenler), gerçekte Allah'a beyat etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin
üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi
aleyhine bozmuş olur. Kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir
mükaat verecektir. (Fetih: 48/10).
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana
gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmama.ları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle
ayaklan arasında bir iftira uydurup getirmemeleri (başkasının doğurduğu veya
başka erkekten gayri meşru kazandıkları
bir çocuğu, kocalanna nisbet etmemeleri), iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana beyat ederlerse onlarm biatlarmı al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan,
çok esirgeyendir. (Mümtehine: 111/10).
Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan buyruk sahibine itaat edin. (Nisa: 98/59).
Bu ayetler seçme, seçilme hakkını ve
seçilenin yasal emirlerine itaat etme
prensibini getirmektedir.
Hz.Peygamber, Mekke'nin Fethi gününde erkeklerden beyat aldığı gibi kadınlardan da beyat almıştır ki, bu, erkek
kadm herkese seçim hakkının tanınması
demektir. Peygamberimiz, kendisinden
sonra ailesinden birini yerine bırakmamış, bu yüzden müslümanlar, haUfelerini kendileri seçmişlerdir. Daha sonra bu
sistem veraset yoluyla saltanata dönüştürülmüştür.
. Aynı şekilde Kur'an'm "şura" prensibi, toplumun üyelerinin, Aİlah'm gözetim ve denetimi altında, kendi kaderlerini ilgilendiren kararların hazırlanma
ve uygulanmasına katılmaları için, her
a l a n d a ve her d ü z e y d e , k e n d i l e r i n e
danışılmasını zorunlu küar. Bu prensip,
aynı zamanda, bir adam, sınıf veya partinin her türlü despotizmini ortadan kaldırır.
• .
V
\
"Ve-işlerde onlarla müşaverede
bulun." (Şura:38). "
3.2.6. Seyahat H a k k ı : 'De ki: 'Yery ü z ü n d e gezin, bakın yaratmaya nasıl
başladı, sonra Allah, son yaratmayı da
yapacaktır. Çünkü Allah, herşeye kadirdir' (A.nkebut:85/20) ayeti ve benzerleri,
insanları yeryüzünde seyahat edip Allah'ın yaratılış mucizelerini görmeye,
araştırma ve inceleme yapmaya yöneltmektedir. Allah'm verdiği seyahat özgürlüğü, haklı bir sebep olmadan kısıtlanamaz.
3.2.7. İkamet Hakkı: Kur'an, insana,
başkasının hakkına, mülküne tecavüz etmemek şartıyla Allah'm mülkü olan şu
dünyada, istediği yerde ikamet hakkı 'da
tanımıştir:
, .
Nefislerine yazık e d e n kimselere,
canlarını alırken melekler: 'Ne işte idiniz
Kur'an'a göre;
müslüman için
aksine, vazifeler,
haklardan önce
gelir. Allah'ın •
mülkünün sarumlü yöneticisi insan, bu mülkü
keyfince kullana- maz, canının istediği gibi tahrip .
edemez, saçıp
. savuramaz, kendi çalışması ile '
^ verimli hale getirmeyip boş bırakamaz, yığıp
, biriktiremez.
(dininiz için ne yapıyordunuz)' dediler.
3.2.10. Örgütlenme ve Toplantı Hak-"
(Bunlar) 'Biz yer3mzünde aciz düşürülkı: Kur'an, insanları doğru yola götür-.
müştük' diye cevap verdiler. Melekler
mek, onları iyiye, güzele çağırmak ve
dediler ki: 'Peki, Allah'ın yeri geniş
kötülük, f u h u ş ve ahlaksızlıktan vazdeğü miydi ki ona göç edip gönlünüzce
geçirmek gibi aniaçlarla bazı kişUerin öryaşayabileceğiniz bir yere gideydiniz?'
gütlenmesine, toplumda insanlarla
işte o n l a n n d u r a ğ ı cehennemdir, ne
temas kurmasma hak tammiştir.
k ö t ü b i r . gidiş
yeridir
orası!
"Sizden h a y r a d a v e t e d e n , iyiliği
(Nisa:98/97).
emir ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşle kurtuluşa erenler
3.2.8. Özel Hayatın D o k u n u l m a z l ı ğ ı H a k k ı : K u r ' a n ; k i ş i l e r i n ö z e l , -'onlardır." (AU İmran-i 104).
hayatlarını ve yaşamlanm da koruma
Bu ayetin yorumlanmasında, çağdaş
altına almış, insanlarm kendi evlerinde
demokrasilerdeki kişi hak ve özgürlükhiçbir m ü d a h a l e olmaksızın güvenli
lerinden olan örgütlenme ve toplantı
bir ş e k i l d e y a ş a m a l a r ı n ı esasa bağyapma hakkının Kur'an tarafından da
lamıştır. '
insanlara tanındığı, ancak, "amacın toplumun^iyiliğini ve insanları kötülükten
Bu husustaki ayetler oldukça açıktır.
caydırmaya yönelik olması gerektiği
, "Ey iman edenler, kendi evinizden
Kur'an'm insanlığa başka evlere, s a h i p l e r i n d e n izin a k - sonucu çıkardabUir.
Yine Kur'an'da; yukanda sayılan bu
getirdiği temel madıkça ve ofilara selam vermedikçe
girmeyiniz. Eğer o evde kimseyi bulhakların yanında Rum 41 ve Fatir 45'de
haklardan biri de • mazsanız, size izin verilinceye kadar çevre hakkından. Bakara 1-3, 177, 219,
seçme ve seçilme girmeyin. Eğer geri dönün denirse geri • M a ' u n 1-7, Z a r i y a t : i 9 , H a ş r ^ 7 ' d e
ekonomik güvenlik hakkından, Kassas
hokkıdır. Peygam- gidin." (Nur:27-28).
27'de ücret ve maaş hakkından, Hucurat
Kendisinde
istifadeniz
olan
ve
içinberimiz, sahaİDile10,13, Maide 8 ve Kassas 4'de de eşiüik
de oturulmayan evlere girmenizde
rinden beyat al- günah yoktur." (Nur:29).
hakkından bahsedildiği görülmektedir."
mıştır ki bunun mo^
3.2.9. Zulmü Protesto Hakkı: Kur'an
, Kaynakça
,
insanlara,
kendilerine zulmedildiğinde
dern anlamı sebu zulme karşı çıkma, her türlü baskı,
1- Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı
çimdir. Valnız
şiddet ve zorbalığa karşı seslerini çıkarArasmda İslam, 1987, İstanbul
' erkeklerin değil, ma, z a l i m l e r e hiç b o y u n e ğ m e m e ,
2- Ah Bulaç, Kur'an-ı Kerim ve Türkkadınların da oy zulümlerini protesto etme, haksızlıklara çe Anlamı, Birinci Bsk. 1983, İstanbul.
3-Ali Bulaç, İslam'da İnsan Hakları,
hakkı vardır: karşı sessiz kalmama hakkını da vermiştir.
•
.
,
Kitap Dergisi, Ocak 1989, sayı 23, İstan. "Allah, çirkin sözün alenen söylen- „bul.
4- Roger Garaudy, İslam ve İnsanmesini sevmez. Ancak zulum görenler
lığın Geleceği, 1990, İstanbul.
müstesna."(Nisa:148).
• •
5- Muhammed Selahaddin, Özgürlük
Zalind görüp elini tutmayanlara (enArayışı ve İslam, 1989, İstanbul..
gel olmayanlara) Allah'ın b ü y ü k bir
6 - S ü l e y m a n Ateş, Kur'an-ı Kerim
azap indirmesi uzak bir ihtimal değüMeali, 1986, Ankara.
dir." (Hadis).
. 7- Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı
Keza Kur'an, insanlara yalnizca zulme karşı çıkma hakkını vermemiş, bu. (Meal), Diyanet İşleri Başkanlığı, 1983,
Ankara.
karşı çıkış ve baş kaldırışın etkisiz kal8-1.Kur'an Sempozyumu Tebliğlerm a s ı h a l i n d e , z a l i m h ü k ü m d a r ve
Müzakereler, Bilgi Vakfı, 1994, Ankara.
yöneticiye itaat e d i l m e m e s i ve o n u
9- P a u l H a r r i s o n , 3. D ü n y a n ı n görevinden uzaklaştirma yollarına başBatılılaştırılması (Çev. Cevdet Cerit),
' vurulmasına da izin vermiştir. (Bakara:
1990, İstanbul.
•' 124; Şuara:151).
Habitât II izlenimleri
Ayfer Erdun İpekoğİu
Mimar
toplumsal kirlenmeyi dia göste3-14 Haziran tarihleri araResmi ve .sivil totilımın
rimli olarak anlatan p r o g r a m
sında gerçekleştirilen Habitat ayrı ayrı mekanlarda birbirinden
ciddi bir çalışma ü r ü n ü olarak
n kent zirvesinden A.K.V, Haboğımsız yapılması, asıl kararların nitelendirildi.
nımlar Koinisyonu olarak elde
ettiğimiz izlenimler tahminleri- resmi katılımların olduğu ilerlerde
Çok farklı konulardaki düalındığı görüntüsünü verse de
mizden daha farklı değildi.
şünceleri değişik sunuş biçimle. Beklenen sayının 1 / 3 ' ü n ü n
ri içinde izledik. Kürtaj cinayekararlar daha önceden
gelmiş olması nedeniyle o tatinin dünya çapında yasâllaşti•
olınmış gibiydi.
rihler arasmda İstanbul nüfusu
nlmasmı savunanların yamsıra
fazla artış göstermemiş, dolayısıyla o kadar inşanı bu t u t u m a karşı olanların temsilcileri die vardı.
nereye yerleştireceğiz endişesinin boşuna olduğu
Amerika'dan gelen sivil kurum teinsildleri paylaş.görülmüştür.
'
manm ve sorumlu yaşamknm insan hayatmm gereklerinden olduğmıu savunarak eğer insanlar. A k
. Resmi ve sivil katılımm ayrı ayrı mekanlarda
lah'a inanıyolarsa AUah'ın enîanetini koruyacağım
•birbirinden bağımsız yapılması asıl kararların resmi katdimlann olduğu yerlerde alındığı görüntüsü- bilmeliler diyorlardı. Alternatif aile birimlerini öne
çıkararak Dünya toplumlanm tahrip etmeye yönenü verse de kararlar daha önceden aimmış gibi idi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin değişik, ülke- . lik olarak yapılan çalışmalar'neticesinde çocuklardaki psikolojik ve sosyal bozukluldann arttığı gözlerden şehircilik k o n u s u n d a uzmanlar çağırarak
düzenlediği bilimsel toplantılarda, yerleşim sistem- lenmiştir. Türkiye çocuk zirvesi kent çevre ve çocuk
projesi ile ilgili yapılan toplantıda, toplumun gelişleri; şehir ve şehircilik gibi temel problemlerin yamesinin onurlu bireylerin yetiştirilmesi ile m ü m nında onları etkileyen konu ve kavramlara da yer
kün olabileceği çocuklar taraftndan anlatıldı.
. verilmiştir.
•
• '
İnsan olmakla beşer olinak arasındaki fark sahip
• Ülkemizin Dünyaya tanıtılmasmm yanısna fiziolunan u M değerlerle kendini gösterir. Çocuklann
ki, sosyal ve kültürel sorunları ağırlaşan İstanbul'a
verdikleri mesaj; "teknolojiyi kullanacak ve yaratadikkat çekilmesi Habitat Il'nin beklentileri arasmda
cak insanların mutlaka iyi niyetli olmalan gerekir"
idi. Ancak uluslararası televizyon yayınlarında bu
şeklinde idi. Madde hakimiyetli bir dünya için hadikkatin çekilemediğine şahit olduk.
vN.G.O. programlarını takip ettiğimiz İ.T.Ü. Taş- zırlanan g ü n ü m ü z çocuklarının b u sloganı" adeta
kışla binasında sivil kurumlar belli koşullarda ken- bir çocuk fantazisi gibi gözüküyor. Bugün tüm doğal güzellikler teknoloji adma gelişme.adına yokedilerini ifade etme imkanı buldular. Ancak ertele. nen programlan takip edebilme güçlüğüne günlük diliyor, eski güzellikler de masal anlatılır gibi anla-^
programlan temin etme güçlüğü eklendiğinde or- - tılıyor. Kişilik, bfeceri, zihinsel ve fiziksel yetenekleganizasyonun yetersiz olduğu farkediliyordu. .
rin
eksiksiz olarak geliştirilmesi, çocuklann huzurA.K.V.'nin hazırlayıp sunduğu tüm boyutlan ile
lu aîle ortamında büyümesi, doğal çevrede yetiş-
mesi onlara
programlı ve
sistemli eğitimin verilmesi ile m ü m k ü n d ü r . Bir
kaydırağın
RESEARCH AND CULTURE
ya da bir roFOUNDATION
botun beden
ve zihin geliş i m i n d e hiç<
•-Sı
-•••. ••
bir rolü yoktur. Yokedilen doğal gü^zelliklerin
ı
\
yerine suni
olarak yapılan
oyun
alanları ve
- ' '
fSM
p a r k l a r m çocukları tatHABİTAT niSTÂNBUL'96
min etmediği
h e r k e s ç e biSPECIAL BUULETIN
linmektedir.
Katıldığımız programAmştırma ve Kültür Vakfı'nm Habitat II faaliyetleri
lardan bazılâçerçevesinde yaytnladtği'Ingilizce broşür
r i da İslam
karşıtı sivil k u r u m l a r m kendilerine göre y a p t ı k l a r ı incelemelerle ilgili idi.
Önyargı ile yaklaşılan K a d m ve İslam
adlı toplantıda konuşmacılar, m ü s l ü m a n kimliğindeki insanlan kategorilere ayırıp, "bunların pekçoğu taşra orijinlidir, b ü y ü k bir bölümü İç Anadolu
y e D o ğ u A n a d o l u d a n gelenlerin çocuklarıdır" derken bu diişüncenin temelinde yatan şeyin, sadece kendilerinin bu ülkeye yön verip yönetme arzul a r m m o l d u ğ u n u , taşrahları ve bahsedilen bölge insanlarını hakir görme
eğiliminde olduklarını gözledik.
Çok fazla reklam yapüdığı için geniş kapsamlı bir çalışma gibi görünen
Bahai p r o g r a m l a r ı n ı n içi boştu. N e y i
anlatmak istediklerini kendileri d e bilmiyor gibiydiler.
Yabancı katıhmcılarm seviyeli
pf-ogramları vardı. Fakat çeviri yapıl-
• U^ i
mayışı ve anadili İngilize olmayan ülkelerin programlarmın pekçoğunun İngilizce anlatımlarının da yeterli düzeyd e olmayışı nedeniyle kavrama güçlüğü çektik.
T.M.M.O. Temsilcilerinin s u n d u ğ u •
Şehir ve Medya a d h program medyayı
tarafsız gözle incelemiş olması itibarı'
ile gerçeklerin bir kısmmı da olsa gözler ö n ü n e s e r i y o r d u . Şehir v e M e d y a
a r a s m d a birebir ilişki o l d u ğ u n u n vur- ^
gulandığı toplantıda haberlerin medyad a filitrelendiği, tek başına k a m u o y u
diye bir k a v r a m m olmadığı, medyanın
yönlendirdiği insan kitlelerinin varlığı
ü z e r i n d e d u r u l d u . H e r g ü n kapılarını
yeni teknolojilere açan gazetelerin b u
teknolojiyi insanlara d o ğ r u haber verm e yerine onlardan istedikleri gibi fayda sağlamak için kullandıklanm, gazetecilerin gazetecilikten daha başka işler
yaptıklarını söyleyerek, Kardak adalan n a bayrak dikme çlaymı gazetecilerin
gerçekleştirmiş olmaları p e k ç o ğ u n u n
herşeye hakim olma isteğinde olduğunu kanıtlamıştır şeklinde yorum
yapıldı.
Bosna'da insanlar ölürken hiçkimsenin sesi çıkmamıştı. Bir kültür müzesi
k o n u m u n d a k i Bağdat'ın bombalanmasını televizyondan seyrettik. En kötüsü
d e şaşırmayı unuttuk. Medyanın tabancalarından çıkan kurşunlara kimse hedef olmak istemiyor. Bu teslimiyet dev a m ettikçe doğruları istemeye hakkımız olmayacaktır.
Toplantılar esnasında değişik ülke
temsilcileri ile fikir ahşverişinde bulund u k . Adreslerini ve faks numaralarını
aldık. İletişim teknolojisi d ü n y a n m en
uzak yerlerini yakınlaştırıyor; fakat bizi
bir arka sokağımızdan hatta aynı apartm a n d a k i komşularımızdan uzaklaştırıyor. Bazen d ü ş ü n c e itibariyle birbirinebenzeyen insanlar bUe mesafeli olmayı
tercih ediyorlar. İlişküerimizin daha insanca d a h a İslamca olmasını t e m e n n i
ediyor aradaki mesafeyi ortadan kaldıralım diyoruz.
' 2 O ' 1e r d e n
' 9 O ' 1 a r a ^b i r
m ek t u p :
Dünya ne de az değişmiş!
Alíame Süleyman Nedvi
Çev.: Şakir
Altıntaş
halkı gelişimizi öğrenmiş ve cadTarih İBlÛ'yi gösteriyordu. I.Diin- ayaklandırdı. İngiltere, bunun için bü-,
•
deleri doldurmuşlardı.^ Caddelerde
• ya Savaşf iki yıl Önce sona mniş ve îs- yük çaba sarfettı. Yahudilere teslim edizalimleri
ve düşmanları lanetlelebilmesi
için;Arap
kuvvetleri
Tñisiin(!i;i
lavı diihyası, İran'dan Türlciye'ye ka' yen müthiş bir kalabalık seli vardı.''
dar, İtilaf Devletleri'nİn hakimiyetine Türklerin elinden alarak zaptetti.'
Londra'ya 26 Şubat'ta akşam
Bu^ gelişmelere çok üzülen Hindis-gipnişti. Osmanlı Hilafetinin yıkılması,
üzeri
ulaştık. Hemen Türkiye ile iltanlı
müslihnanlar
bir
Hilafet
Meclisi
İslam Dünyası için adeta 8.0 şiddetinde
gili müzakerelerin yeni başladığı
bir deprem gibiydi- Bu büyiik depremin 'kurulmasına önderlik ettiler. Bu Meclis,
A v a m Kamarası'nın y o l u n u tut- •
„ belirtileri çok daha önce ortaya çıkmıştı. Hilafetin korunması hedefiyle Hindistuk. Varınca bizi pzel konukların,
1908'de Jön Türkler bir darbe gerçekleş- tan'ın bağımsızlığı fikrini aynı noktada
" tirmişler, peşinden Avrupalı devletler birleştirdi. Hindistan'ın tamamı, Hinduarasına oturttular. Bütün konuş'rfe durumun avantajım değerlendirmek lar ve Müslümanlar, tarihte benzeri gömalar önyargı doluydu. Biz m ü s - ,
. için harekete geçmişlerdi. İlk olarak İtal- riilmemiş bayie bir politik hareketle bir
lümanlar, önyargılı olmakla eleştiyanlar Afrika kıtasındaki Trabliisgarb'a araya, geldiler. Meclis,' taleplerini İngiliz rihyorduk. Avrupa'da tanık oldu- •
saldırdılar. Balkanlar'da ise Sırbistan, • hükümetine iletmek için İngiltere'ye bîr
ğum bu tavır neyin nesiydi?
Bulgaristan ve Karadağ, Avrupalı müt- Imjet^öndermeye karar verdi. Meclisin
; Sadece bazı işçi Parti'si delegetefiklerinden aldıkları cesaretle Osmanlı talepleri şunlardı: •
, leri bizi desteklediler. Ayrıca ba1) Türk Sultan'm -ki kendisi dünya
' İmparatorluğu^na savaş ilan ettiler. Bal-'
kanlar da İ s t a n b ü l ' u n Tüirklerin,
kan ^Savaşlan somında Türkiye, Avru- müslümanlannın halifesidir- İstanbul,'
k o n t r o l ü n d e kalması gerektiğini
pa'daki topraklarının büyiik kısmını ' Trakya, Anadolu ve 'Ermenistan'ı yönetifade ettiler. Fakat bu "taraftarlar" '
mesine izin verilmelidir.
,• ,
kaybetti, "
"
, '
bile sadece kendi kontrolleri altm-,
- 2} Hicaz, Suriye, Filistin ve İrak'tan
Balkan savaştan, l$l4'teki I. Dünya
da olan ve sembohk bir Türkiye i s - "
Sttimşı'mn yolunu (içmişti. Dünya Sava-, oluşan ve İslam'ın kutsal yerlerinin bu/tiyorlardı. Hepsinin birleştiği noklunduğu
Arap
yarımadası
(Ceziret-úl
' şı^ tamathen, Avrupalilarm yeni pazarta ise Türkiye'nin iğdiş edilmesi,
. lar elde etmek ve hammadde kaynakları- Arab) müslüman olmayanların kontro-'
istihkamlarının
yıkılması Ve' gemi• m ek geçime savaşından ibaretti. Tür- -• lüne bırakılmamalıdır; ki bırakılmayacalerinin batırılarak var olan b ü t ü n
ğına
İngiltere
savaş
sırasında
saz
ver' kiye savaşın içine 1914 Kasmt'ında çe- mevcudiyetinin tasfiye edilmesiy'
' '
kildi. Böylece'ingiltere, Türkiye aheyhi- mişti,
di,
' .
~
Gönderilen (iç kişilik heyetin içinde
ne olan nihai planım uygiıhmaya koy- ,
büyiik
alim
Alíame
Süleyman
Nedvİ
de
dıi.'Müslüman kitleleri susturmak için
Burada yeni bir kelime işittim
de kutsal topraklara dokunmayacağına bulunuyordu. Sekiz ay süren seyahat bove onun siyasette çok önemli bir
söz verdi. Diğer yandan da Mekke Şerifi ^ yunca haftalık mektuplar yazdı ve bunla-' vasıta olduğunu öğrendim: Propa- •
. Hüseyin bin Ali'yi Kızıldenii'den Akde- tı daha sonra "Avrupa'dan Mektuplar"
ganda. Hadise şu: Vaziyet ne olur^ niz'e kadar olan,^ bölge üzerinde bir Arap(Bareed-e Farang-Mail From Europe) İs- . sa olsun, haklı vöya haksız, dün-'
krallığı sözü vererek Halife'ye karŞı mi altında yayınladı.
. yayı inandırmak istediğinizde onu
gazetelerde ilan ediniz, mitingler
14 Ş u b a t ' t a İ t a l y a n kolonisi
Mısır'a vardığımızda ise Port
düzenleyiniz ve temsilciler ayarlaolan Eritre'nin Kiassâva "şehrine
Said'de karaya ayak bastık ve Abyımz. Böylece herkes defalarca ayulaştık. Akşam namazı için bir cabasi Camii'ne namaz kılmaya gitnı şeyi işitsin. Eğitim için kitaplar
miye gittiğimizde görevimizi öğtik. Camide insanlar ftkıh dersi yayazınız, kitleler için tiyatro oyunlarenen halkın heyecanı görülmeye
pıyorlardı. Görevimizin mahiyetini
n üretiniz. Bu şekilde defalarca aydeğerdi. Bizi, hayatımız boyunca ^ açıkladığım zaman çok büyük sevnı rnesajı ,veriniz. Sonuçta sizin deunutamayacağımız büyük bir sev- _ gi gösterisinde'bulundular. .Cami- meciniz '-yerleşik hakikat" olacakgiyle, bağirlarma bastılar.
den ayrılırken sanki bütün kasaba -
tır.
'
lunduğu toplantı birbuçük saat
• öyleyse bir uluslararası komisyon
Yunanistan, Sırbistan ve Bulgasürdü. Arkadâşlanm Muhammed
kurulsun ve bu iddialar araşhrıism.
ristan Türklere karşı bu silahı kulAli ve Seyyid Hüseyin mükemFakat bu komisyonda mümkünse
landı. Şimdi ise aynı vasıtayı Ermemel ifâdelerle talepİeriirıizi aklarbir İngiliz hakim ve Hilafet Komisniler kullanıyorlar. Karşılaştığımız
dılar. Daha .'sonfâ Lloyd George
yonu üyeleri de bulunmalıdır. Bu
herkesin bu propagandayla beyni
konuşmaya başladı. Fakat konuşdavetimizi gazetelere, başbakana
yıkanmıştı. Amerika'da yaşayan
ması bizim kendüerine yönelttiğive Ermeni liderlerine İlettik. .Aynı
Ermeniler bU konuda çok maharetmiz sorularla hiç alâkâsı olmayan
isteğimizi gei\el jtpplântıîarda da
liler. Herbirisi Türkler tarafmdan
şeylerle ügüiydi. -Self-determitîâsdefalarca diİe getirdik. Fakat hiç
gerçekleştirilen "soykırım"ın "tiânli
yonla ilgUi olarak, Müslüman Ve
kimse böyle bir talebe evet deme
tanıkları"(!) Amerika'da "Ruhların
Hıristiyanlarâ eşit olarak uygülacesaretini gösteremedi, v
Müzayedesi" (Auction of Souls)
nacâğilii ifade etti: "Trakya'da
2 I^art'ta Hindistan ilişkileri
isimli bif hikaye yayınlamışlar. HiYunanlılar çoğunlukta olduğü
(Indian Affairs)nin bakanlığım yü
kaye/Türklerin kadınları, çocukları
rüten Fisher ile görüştük. Heyeti- , " için İjurası Öülâfa bırakılmalıdır.
ve ihtiyar erkekleri nasıl katlettik1--İ..
»»^.i
\ t'. - Öbür
rSu;-:;. yahdaü İzmir
T
J_ buranın
u.
de/
mizde bûlunan*
M
u h a m m e dj Ali
lerini(!) tasvir ediyor. Fotoğraflar
Çoğunluğu Müslüman olmasına
kendisine Hilafet Komitesi'nin tagerçekte Cahfomia'da çekilmiş. İn- '
rağm'en Yühah orijinİi blduklari
leplerini iletti. Ayrıca diğer arkadagiltere ve Amerika'da bu oyunu
için. Yunanlılara bırakılmalıdır."
şımız Seyyid Hiişeyih de taleplerihalka açık tiyatrolarda oyna- " .
Muhammed Ali bu d u r u m a
yarak sergiliyorlar. Kitabm
m ü d a h a l e etmeye çalışınca
ÖUrada yeni bir kelirfle işittim '
kendisinin de binlerce kopyatartışmanın tekrar açılmasını
sını satmışlar.
ve onun sii^6sette çok önemli bir
ve bütün gece burada, kahnak
Bir diğer propaganda ki- vcıSlto olduğunu öğrendim: Propogon- istemediğini söyledi.
tabı ise "The Story of NaeSftı
Pekçok konujoı bir kenara
Bay". Bu kitapta da iyi bir , do. Hadise şu: Vaziyet ne olursa olbırakinâk zOründa kalmiş olTürk yetkiU "katliam"la UgiU sun, haklı veyo haksız, dünyûyi Inohsak da, Erınenistan dahil hiç"hükümet emirleri"ni anlatı- dırmok istediğinizde onu gazetelerde
bir Türk vilayetinde Hıristiyor. İngiliz hükümeti de "Kayanlarm çoğunlukta olmadıkilon
ediniz,
mitingler
düzeîilöviniz
ve;
ra Kitap" (Black Book) isimli
larını belirttik.
bir kitap bastırmış. Günlük tem'sildler ayaflöyınız. Böylece herkes . Daha önce de bihyordum
gazeteler de Ermeniler taradefalörco aynı şeyi işitsin. 'Sonuçta
ya, şimdi gözlerimle gördüm:
fından u y d u r u l a n korkunç
Burada yalan söyleme sanabnsizin
demeciniz
"yerleşik
hakikat"
hikayelerle dolu. Avam Kadâ ustalaşmış kimselere devlet
olacaktır.
marası'nın üyelerinin çoğu
adamı diyorlar. Lloyd George
da Ermenilere zulmettikleri
b u n l a n n en iyisiydi. Aynı
için Türklerin İstanbul'dan çıkarılgünlerde İrlanda'ya özerklik vemiz konusunda Hindularm da bizi
ması gerektiğini söylüyorlar.
desteklediğini Gandhi'nin memo-, • rilmektedir. Fakat İrlandalılar
Liderler, söylenenlerin yalan olself-determinasyon temeline da- •
r a n d u m u n d a n aktarma yaparak
duğunu çok iyi biliyorlar; Ermeniyalı bağımsız bir cumhuriyet isteifade etti. Daha sonra bakan bana
ler öyle iddia ettikleri gibi korkunç
mektedirler. Bir sonraki gün aynı
döndü. Ben de kendisine politikacı
bir katliamla değil, bizzat savaş
Başbakan Avam Kamarasında şu
olmadığımı ve dini akademik işlermeydanında öldürüldüler. Fakat
le iştigal ettiğimi söyledim. Sözko- , cevabı vermektedir: "Yüzyülârdır
bu oyuna iki sebepten dolayı alet
aynı hükümet tarafmdan yönetinusu olan mesele tamamen dini ololuyorlardı: Birincisi, Bakü petrollen milletiere self-determinasyon
duğu îçin buradaydım."Kendisine
larini istiyorlardı. İkincisi de, Müshakkı nasü verilebilir!?"
Hilafet'in ve mukaddes yerlerin
lüman birliğine engel olmak amabizler için ifade ettiği manayı izah
Dünya bügün tipkı İngiliz "kıcıyla Türkiye ve Türkmenistan araettim. Fisher sonunda Türkiye ile
hcımn himayesinde yaşıyor oluşu
sına bir Ermenistan bariyeri yerleşilgili kararlar alınırken Müslümangibi, bilgi ve malumatını da, Retirmek.istiyorlardı. Bu propaganda
larm duyarlılıklarının tamamen gö- . uters telgraf hizmetleri biçiminde
orkestrasına karşı, karşı propaganzönünde bulundurulacağına dair
dünyayı saran elektronik kanalda başlatmak için para gerekiyorsöz verdi.
lardan elde ediyor. Şunu ifade etdu; fakat biz de ona sahip değildik.
meliyim ki, dünya tarihinin son
19 M a r f t a ise Başbakan Lloyd
Bu yüzden şunu teklif ettik: Mayüzyılı güveiiilir değildir. HerGeorge ile g ö r ü ş t ü k . A v r u p a l ı
dem ki bu tür iddialar sözkonusu
hangi bir yazı veya konuşmayla
Arap ve Fars uzmanlarının da bü-
' ilgili olarak bir bölüm seçeceklerflma artık iyi haberler de var, müslümanlar artık her yerde
dir; bu bölüm sizin ifade ettiğinizle .
uyanıyor.
Bu seyahatimiz boyunca diğer yerlerdeki Müslü' ilgili değildir. Bir sonraki gün size
manlar hakkında çok şeyler öğrendik. Faslılar, Hindistan'da .
atfedilen bu ifadeler bütün dünyaya ilan edilecektir. İşin acı tarafı, simüslümanların yaşadığını bilmiyorlarmış. Bizler de Çn'de,
zin bü durumu yalanlamaya gücüMalezya'da, Nijerya'da, Filipinlerde veya Madagoskar'do
nüz yetmeyecektir. Başbakan'la"
yaşayan müslümanlar hakkında çok şey bilmiyorduk. .
yaptığımız toplantıdan sonra aynı
şey bizim de başımıza geldi. Reİnanıyorum ki, dünya bir kez dohd değişecek; bu kasvetli
uters, Başbakanın konuşmasının • günlerin arkasında parlak bir gelecek var.
tamamını, bizim konuşmalarımızın
ise çarpıtılmış bir özetini İngiltere
Bunların lyanında ise Türkiye'ye
tabında zaten bu durum" günah de-'
ve Hindistan'da yayımladı.
hiçbir şekilde elinde Ordu, gemi,
ğiidiri
,
Aynı günlerde Avrupa'dan
•
12 Nisan'da Mekke Şerifi'nin . uçak veya haberleşme sistemi bulundurmasına hrsat verilmiyordu. • yüzlerce Yahudi yerleşmek amaoğlu Eırür Faysal'm bakanlarından
Sadece 50.000 kişilik bir pöhs gü- .' cıyla Filistin yollarına düşüyordu. bir Hıristiyan Arap olan Haddad
cüne izin veriliyordu; bu gücün
Paşa ve Nuri el-Said Paşa ile görüşBizim de b u l u n d u ğ u m u z gemide
tük. Ben Arapça, Muhammed Ali, de. kontrolü İtilaf Devletleri'nİn
Sırbistan'dan yola çıkmış SGO^Yaelinde olacaktı. İngiliz gazeteleri
de İngüizce konuştu. Ümmetin dahudi vardı. Beş gün boyunca onlavasına zarar veren Türk-Arap reka- • anlaşmayı güzel ye adil bir anlaş- • n n davranışlarına tanık olduk. Av- ma diye nitelerken Fransız gazetebetini tartıştık. Muhammed Ah ağrupa'da yaptıkları ahlaksızlık geleri ise adaletsizliği apaçık belli • mide de aynen devam ediyor, gemi
lıyordu. Hepimiz ağlıyorduk. General Nuri El-Said bizi ikna etmeye", olan bir arüaşma olarak değerlenpersoneli Yahudi güzellerle zevkleçalışıyordu: Osmanlı'ya veya Hila- . diriyorlardı.
n i y o r d u . Kutsal t o p r a k l a r d a k i
fet'e karşı olmadığını, sadece Jön
müstakbel kültür için ne kÖtü bir
Türkiye, İttifak Devletleri'ni
Türklere karşı olduğunu söylüyor- ' desteklediği için mi cezâlandırüiişaret!
;
du. Ayrıca Irak, Suriye, Filistin ve
yordu? Fakat diğer yandan kendiAvrupa bize ahlaki özgürlük Hicaz için tam bağımsızlık istiyor- • lerini destekleyen Arnavutluk'a
aslında ahlaktan özgürlük- vermek .
du. Kendisine, verilen bu sözlerin
da İtilaf Devletleri Özgürlük ver- ' istiyor." Niçin? Siyasi özgürlüğe katutulacağına dair elimizde hiçbir
miyorlardı. Niçin? Çünkü burası
vuşamayalııh diye.
garantinin bulunmadığını söylemüslüman nüfusun yaşadığı bir
/ Ama artık iyi haberler d e var,
dik, Düşmanlar son derece güçlü
ülkeydi,
•.
müslümanlar artık her yerde uya•
olmakla kalmıyorlar "aym zamanda .
. H i n d i s t a n ' a d ö n e r k e n İtal- •' nıyör. Bu s e y a h a t i m i z boyunca
çok da hilekarlar. Adamlann ahlak' - ya'da, 8 Eylül'de, Hilafet'in kaldışimdi Lcmd.ra ve Paris'i ziyaret
• kitaplarında adalet, gerçeklik ve
rılmasına sebep olan Arap isyanıeden diğer yerlerdeki Müslüman- ^
doğruluk diye bir bahis yer almının arkasındaki asıl güç olan Emir • lar hakkmda çok şeyler öğrendik.
yor. Nuri el-Said de Trakya, İstanFaysal ile karşılaştık. Bize duru- • Faslılar, Hindistan'ca müslümanlabul ve İzmir'in Türklerden alınma-- mun son derece karışık olduğunu
rın yaşadığını bilmiyorlarmış. Bizsına karşı olduğunu ifade etti.
anlatmaya çalıştı. O'na göre, bir
ler de Çin'de, Malezya'da, Nijerkez "gerçeklerin ne olduğunu öğya'da, Filipinler'de veya Madagas:
Tam bir ay s o n r a , 12 Mayıs
reriseydik kendisini daha fazla
kar'da yaşayan müslümanlar hak- - • "'
1920'de m ü t a r e k e anlaşmasının
kmda çok şey İnilmiyorduk. Bizler,
şartları Türkiye'ye teslim edildi. . .suçlamayacaktık. 90 dakikalık gör ü ş m e m i z b o y u n c a d a h a önce
bütün bu yerlerin hepsinde vardık
Anlaşmanm 25-30 sayfalık bölümü
şüphelendiğimiz herşeyin ispatHilafet'in idam fermanını ilan edive y a ş ı y o r d u k . İ n a n ı y o r u m ki,
landığını gördük. Emir Faysal'a
yordu. Anlaşmanın diğer maddeledünya bir kez daha değişecek; bu
İngihz ve Fransız şarlatanlar tara- • kasvetli günlerin arkasında parlak
ri de şunlardı: Trakya ve İzmir Yufmdan bir sürü sözlü ve yazılı va- . bir gelecek var. Yeni neslimiz biznanistan'a verilecek; Ermenistan ve
adlerde bulunulmuştu. Kendisine
Kürdistan Türk yönetiminden çıkaden daha iyi olacak.,
"
yazılı sözleri güvenli bir yerde
rılacak; Irak ve Suriye İtilaf DevletOnlar İ300 yıllık eski sağlam
saklamasını ve günlük müsait zaleri'nİn kontrolüne bırakılacak; Mıtemeller.üzerine daha güçlü bir
SU-; Sudan ve Kıbrıs İngihz yöneti- manlarında okumasını söyledik.
yapıyı inşa edecekler. Bu, uzun yıl, mine verilecek; Fas ye Tunus Fran- ^ Savaş esnasında verilen sözler, salar boyunca azimli çabalan gereksız idaresine bırakılacak; Trablus-", vaştan sonra hiçbir anlam taşi7, tirecek. Fakat ben şu an bir başlan- - •
maz. İtilaf Devletleri'nİn ahlak ki- - gıcı görür gibiyim. .
garp İtalyan yönetiminde olacak.
, •
. ~
Alıntı ve değiniler..
•
\
I
Haz. İlhan Gündoğdu-Savaş Yaylı
Ey Kavmim...
Kadınların siyah giyer, kederle
solar tenleri ama onları görmezsin.
Sen ki peygamberlerini bile
Her kuytulukta bir çocuğun
dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
vurulur, aldırmazsın. " ^
Dönüp de bakmazsm ölülerine.
Merhamet dilenir, şefkat dileLut kavminden de değilsin sen,
nir, para dilenirsin.
-•
hazdan olmayacak mahvm.
- •Ve nefret edersin dilencilerden.
, Acıyla kanidı harcın ama acıyUtancı bUir ama utanmazsın.
la da yabancısın.
Tannya inanır ama firavunlara
Ağıtları sen yakarsın ama kentaparsın.
'
di kulaklarm duymaz kendi ağıdıBütün seslerin arasından yâlnı.
, ,
nızca kırbaç sesini dinlersin sen.
Bir koyun sürüsünden çalar giEy kavmim... "
bi çalarlar insanlarını ve sen bir
. Sen ki peygamberlerini bile
koyun sürüsü gibi bakarsın çalı- ,
dinlemedin bini hiç dinlemezsin.
nanlara.
Sana yapılmadıkça işkenceye
Tannya yakanr ama firavunla- ' karşı çıkmazsın. •
ra taparsın.
Senin bedenine dokunmadıkça
"Musa Kızıldeniz'i açsa önünde,
hiçbir acıyı duymazsın.
sen o denizden geçmezsin.
Örümcek olsan Hazreti MuEy kavmin...
;'
hammed'in saklandığr mağaraya
Sen ki p e y g a m b e r l e r i n i bile
bir ağ örmezsin.
dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Her koyun gibi kendi bacağmKorkarsın kendinden olmayan ^ . dan asılır, her koyun gibi tek başıherkesten.
na melersin.
• Ve sen kendinden bile korkarHazreti Hüseyin 'in kellesine
sın.
sen vurmaz ama vuranı alkışlar, Hazreti İbrahim olsan, sana
sın.
gönderilen kurbanı sen pazarda
Muaviye'ye kızar ama ayaklansatarsın.
inazsm.
Hazreti İsa'yı gözünün önünde.
Hazreti Ömer'i bıçaklayan ele
çarmıha gerseler, sen başka bir şesen bıçak olursun.
ye ağlarsın.
Ey kavmim...
G ü n d ü z l e r i Maria MagdaleSen ki peygamberlerini bile
na'yı orospu diye ta'şlar, geceleridinlemedin beni hiç dinlemezsin.
koynuna girmeye çabalarsın.
Ölülerine dönüp de bakmazZ e b u r ' u , Tevrat'ı, İncil'i,
sm.
Kur'an'ı bilirsin.
Lut k a v m i n d e n de değilsin
Hazret-i Davut için üzülür ama
hazdan olmayacak mahvın.
Golyat'ı tutarsın.
Ama arkana baktığın için taş
Ey kavmim... Sen ki peygamkesileceksin.
berlerinin dediklerini bile dinlemeVe sen kendine bile ağlamaya, din beni hiç dinlemezsin.
caksın.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Komşun âç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin. Lut k a v m i n d e n de değilsin
hazdan olmayacak mahvın.
Musa önünde Kızıldeniz'i açsa
• • Ama sen kendi acına da yabano denizden geçmezsin. '
cısın.
• Tannya inanır ama firavunlara
İki Ayın
Satır Aralanndan
* Refahlı bir koalisyonun bölgede, Avrupa'da v e d ü n y a d a istikrarsızlığa yolaçacağım savunan
F r a n s a C u m h u r b a ş k a n ı Chirac,
kaygılannı Demirel'e bizzat iletti.
D e m i r e l ' e telefon e d e n Chirac,
"Demokrasi a d m a , d ü n y a adına
bu işe engel olun" dedi; Chirac,
Refah iktidanndan duyduğu kaygıları geçen Pazar günü İtalya'da
bîraraya geldiği- ANAP lideri Mes u t Yılmaz'a da söylemişti, Sıjfcöft,
27.61996
•
•
* İsrailli uzman R. İsraeli "Hamas'ın sosyal yardım ve hizmete
önem vererek b ü y ü d ü ğ ü n ü , b u gün %40 halk desteğine' sahip old u ğ u n u " söyledi. RP'nin iktidardan dışlanmasmm şiddete yol açabileceğini hatırlattı.ye«r Yiht/tl, 21
Mmps 1996
' •
»Tansu Çiller'i dolandıran Selçuk Parsadan'ın eşi Zühre Parsadan: Kocam şerefli bir dolandınct."!ll Zaman,2i Mayts 19%
, * 2000'e Doğm Yerel Yönetimler Sempozyumu'nda konuşan İzmir Belediye Başkam Burhan Özfatura: " D ü n y a ' d a tek komünist
ülke, d ü n y a d a çağdışı' fikirlerle
yönetilen tek ülke biziz. Küba'da
kafa değişiyor, bizdeki kafalar daha .koyulaşıyor, devletçi, müdahaleci bir sistem geliyor. Bugün eğer
Ankara'daki başıboşluğa, lâubaliliğe ve sorumsuzluğa rağmen bü
ülke batmıyorsa, mahalU yöneticilerin gösterdiği performans sayesindedir." Hürriyet, 29 Mayıs 1996
' * The Times; "Refah'a iktidar
şansı v e r i l m e m e s i g e r e k i r . Refah'm iktidara gelmesi, Türkiye'de
taparsın.
^
Ey kavmim...
Sen ki p e y g a m b e r l e r i n i bile
dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Ey kavmim... »
Tek tek öldürülürken insanların sen korkudan öleceksin.
Ahmet Altan, 6. 6. 96, Yeni Yüzyıl
• RP, Chirac ve Çizme
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques
Chirac, muhtemel bir Refah Partisi
iktidarına ilişkin olarak Floransa
Zirvesi sırasında Başbakan Mesut
Yümaz'a söylediği sözlerle çizmeyi
hayli hayli aştı. Çizmeyi değil, palaskayı bUe aşh.
Her halükarda, RP demokratik
yöntemlerle hükümet olduğu takdirde Fransa'ya veya herhangi bir'
Avrupa devletine söz hakkı düşmüyor. Halt etmek düşüyor.
Diğer taraftan^ hamasi bağımsızlık nutukları çeken ve "Sevres
kompleksi" travmasında yaşayan
pek muhterem "laikperestlerimizin", Fransa Cumhurbaşkam'nm
sözleri karşısında nasıl bir tutum
alacağı, doğrusu çok merak celbeMilli bağımsızlık konusunda
malgalda kül bırakmayanların, iş
"köktendinci tehlike"ye gelince
yelken mayna etmesi uzak bir ihtimal oluşturmuyor.
Floransa'da söylenenlerin bu
boyutunu da deftere kaydetmek
gerekiyor. • ^
Din-devlet iUşkisini Paris "Jakobenizminden" farkh biçimde algılayan ve Fransa'nın Cezayir'de
)mzüne gözüne bulaştırdıklarını
unutmayan Almanya, İngiltere ve
Benelüks, Refah Partisi ile diyalog
kapısını açık tutmak istiyor. •
Hadi
Uluengin,
Hürriyet,
26.6.1996
. . •
Ünlü b i r işadamından aykırı
yorunılar:
"Refah'm kadrolaşmasından
çok, başarısından korkarım."
"Ben Refah'm Milli Eğitim'i ele
geçirmesinden, devlette kadrolaşmasından falan korkmuyorum. Benim asıl korkum, Refah'm iktidarda başarılı olması. Toplumun beklentilerine Uygun icraatte bulunması _ .
Refahlı Belediyeler, nasıl vatandaşın beklentilerine cevap verdiyse... Refahlı politikacılar da diğerleri gibi yçlsuzluklara karışıp
ya da moda deyimiyle fırsatları
değerlendirip zenginleşiyorlar.
Ama yaşantılarını değiştirmiyorlar.
. Mesela Süleyman Mercümek'i
ele alalım. Körfez bankalarında 15
müyon doları' olduğu söyleniyor,
ama yaşantısına bakm. Hâlâ Fatih'te üç odalı bir evde oturuyor.
RP'U politikacılarda, zenginleştikçe halktan kopma yok. Çünkü
burjuvalaşma özentileri yok. Hanlan-hamamları var. Ama zenginhkleri halkın gözüne bakmıyor.
Meral Tamer, Milliyet, 26.6.1996.
Neden İkisi Bir Rçfah Edemiyor? •
Büyük sermaye...
Büyük bankalar...
Büyük faiz zenginleri...
. Büjmk ordu...
Büyük basm..." •,
Refah'ı dışlayan hükümet modellerinin üretilip tezgahlanmasına ne kadar ağırlık verirse versin,
halk kitleleri Refah Partisi'ni tutmaya, onu iktidar ortağı görmek
istediğini her fırsatta açıklamaya.'
devam ediyor. Eğer demokrasiye"
inanıyorsak, seçim sandığından çıkan sonuçları kabullenmek erdemdir. .
' '
• İkisi bir Refah etmedi...
Cici Tansu, dürüst Mesut...
Bir Necmettin Hoca olamadı... '
Refah yüzde 33.5 oy aldı... '
• DYP ve ANAP ikisi birden... Ancak yüzde 32'yi tutturabildi...
Dolayısıyla, Refah'ı hükümet
dışında tutma tezgahlan hazırla-
laik rejimin çökmenin eşiğine gelmesi ve Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinin tehlikeye girmesi anlamına gelir. Bu yüzden Türkiye'deki
seküler güçler, İslam tehlikesine
karşı Refah'ı iktidara getirmemek
için birleşmek z o r u n d a d ı r lar.(Başyazı)Yeni Şafak, 32 Mayıs
1996
Mehmet Barlas: ... "Birbirierinden nefret eden merkez partilerinin t ü m ü n d e n nefret eden seçmenler, oylarım Refah'a veriyor.
H e r h a l d e s o n u n d a b e n d e aynı
şeyi yapacağım."Siit<7fı, â Haziran
1996
\ - .
İrfan Çağırıcı: İslami hareketi siyasî şubede kurdular. Böyle
bîr örgütün varlığını bilmiyorum.
Eminiyette yetkili organlar "örgütün ismini biz k o y d u k , yakıştı"
ifadesini kullandılar. Onu şubede
k u r d u l a r . Böyle bir ö r g ü t y o k TıIT.Millîyel,17.6.İ996'
^
* Cindoruk: Altı a y d a S u u d i
Arabistan gibi oluruz. Hüs?ımettin Cindoruk, h ü k ü m e t güvenoyu
alırsa T ü r k i y e ' n i n altı ay sonra
S u u d i A r a b i s t a n gibi olacağını
söyledi. " N e y a p m a k istedikleri
ortadadır. N i h a i amaçlarj İslam
devrimidir. Ancak bu devrim
kansız bİr devrim. Türkiye'de laik birikim sizin sandığınızdan daha az, daha küçük bir grup. Güvenoyu alırsa laik c u m h u r i y e t e
ara yerilmiş, siyasal İslamcılık iktidara taşınmış olacak. ' . ,
Murat
1996 ' [
Birsel, Y.Yüzyıl,
3 7.
yarak ülkeyi yönettirme iddiasında olan b ü y ü k sermaye, b ü y ü k
bankalar, büyük faiz zenginleri,
büyük basının doğru bir tahlil yapamamış olduğu ortaya çıktı. Senaryo üretim merkezlerinin ürettiği Refahsız senaryolarım, halk elinin tersiyle geri çeviriyor.
Son seçimler şunu gösterdi:
İktidarını geciktirdikçe,.'.
•
V Refah, daKa çok büj^yor...
Necati Doğru; Sabah, 4 Haziran
1996
AKV'den Haberler
Yarınlara Atılan T o h u m :
K a m p Geleneğimiz '96
« Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden
her kesim insanın katılarak renklendirdiği "Yaz Dönemi Dinlenme ve
Eğitim Kampı"mızın altıncısı bu yıl
Çanakkale'nin Lapseki ilçesi Sulucaköyü'nde gerçekleştirildi.
Bu sene altıncısını gerçekleştirdiğimiz "AKV Dinlenme-Eğitirh
Kampı"mız 15 Haziran'da başlayıp
28 Temmuz'a dek sürdü. Çeşitli öğrenci, halk, esnaf ve meslek grubun' dan her yaştan kardeşlerimizin işti-
rak ettiği bu süre zarfında haftahk
gruplar oluşturuldu.
Birer haftalık grupların ilk üçü
özellikle öğrenci kesimine hitabetti.
Her ne kadar sonraki haftalarda da
yer yer öğrenci bulunduysa da asıl
ilk üç hafta öğrencüere yönelik organize edilmişti. Ortaokul öğrencilerinden yetmiş kişilik grupla ilk
hafta başlamış oldu. Her grupta
planlandığı üzere genç kardeşlerimiz, daha ilk günden itibaren günlük programla tanıştılar, kamp kurallarmı ilgiyle dinlediler. Aralarından seçilen çeşitli saha sorumlularıyla hemen harekete geçtUer. Ecza,
çevre, malzeme, su, mutfak, çadır,
namaz,'spor, kültürel faaliyetler sorumluluklarından amaç, genç kardeşlerimizin yarınki hayata her veçheden hazırlıklı hale gelmelerini
sağlamaktı.Kardeşlerimiz, bu yaşta
hayâtın ne demek olduğunu, so-
rumluluğunun anlamını, dayanışmanın, yardımlaşmanın, birbiriiıe
hizmet ederek tahammül edebilmenin canlı örneklerini yaşamış oluyordu. Hele o bulaşık yıkama seansları görülmeye değer manzaralar oluşturuyordu. Bazen; "Hacı dede" bazan "Hacı abi" hitablarıyla
kendisiyle samimi olunan yetmişlik
aşçımız Şevket amca ile sonraki haftalar hizmet veren v e titizliğiyle
dikkat çeken aşçımız yine yetmişlik
Salim amcayı hiç unutmayacağız.
Temel imanı konular. Siyer Bilgisi, adab-ı muaşeret, müminlerin
özellikleri, fıkhı bilgiler ve namazın
önemi konularından o l u ş a n '
sohbet-eğitim
seanslarımız
tam bir fikri hareketlilik içinde
geçiyordu. Sorular, örneklemeler, tartışmalar hep İslam'ı
en iyi şekilde
anlama, en güzel tarzda yaşa-,
ma amacına dönük idi.
Diğer taraftan spor turnuvalarında heyecan
doruktaydı. Elbette her turnuvanın ,
şampiyonları oluyordu. Bilgi yarışması, marş yarışması, şiir yarışması
akşam çayı eşliğinde ceviz" altında
yapıldı. Marş ve, şiir yanşmalarında
her haftanın gruplarında edebî, sanatsal ve aktör özellikli yetenekler
ortaya çıktı, cevherler keşfedildi.
K a m p ı m ı z ı n birinci haftası
programı son akşamki görkemli
İcamp ateşiyle şenlikU bir şekilde tamamlandı. Ertesi gün birbirine ahşmış, kaynaşmış bir şekUde hüzünlü
ayrılık saatiyle, kampa veda. edildi.'
Kampın ikinci haftası liselilere ayrıl- ,
mıştı. Hayatın en hareketli, hayrın
ve şerrin en çok hissedildiği, insan
tipleriyle, toplumsal hayatın çeşitli
veçheleriyle henüz tanışıldığı gençlik çağının baharındaki gençlerle
başbaşa idik bu hafta.
Bu haftanın en önemli hatırala-
rından biri, kampa gelen malzemelerin traktörle şenlikli, esprili bir
şkilde taşınması olmuştu. Cevizaltı
artık oturulur, program yapar hale
getirilmişti gençler taraftndan.
" İkinci önemli olay da kültürel
fâaliyetlerin her bir dalında tam altı
tane ö d ü l kazanan İsparta'danÖmer Antah arkadaşımızın-enerjisi
ve hakh sevinciydi.
.
Hele bu hafta bir ilginç olay yaşandı ki dillere destan. Yine İsparta'dan Mustafa ve Mehmet ahilerin
icra ettiği "cin operasyonu" Konyalıları şaşkına çevirmişti. Gece nöbe. tinde uygulamaya konan "Cin operasyonu" şakasına maruz kalanlara
tekraren geçmiş olsun diyoruz.(!)
Yine bu hafta da kamp ateşi ve
. sardalya balığı (kebabı) ziyafetiyle
• tamamlanmış, ertesi gün hüzünle
ayrıimmış oldu. Arkadaşlanmızın
şu ortak cümlesinin moraliyle dop. dolu olmuştuk: "Çeşitli kamplara
gittik. Ancak bu sıcak, rahat ortamı,
seviyeli, dengeU eğitimi sadece bu- •
rada yaşadık, seneye aynen hurdayız, kaçırmayacağız."
Kamp sahasmda yer alan ilaçlı
elma ağaçları her geleni etkiliyor,
anCak yemeye cesaret edUemediğinden arada bir kaçak saldınlarC!) ger• çekleşiyordu elmalara yönelik.
Sonraki haftalarda artık sıra büyüklere gelmişti, Üniversiteli arkadaşlarımız, değişik meslek gruplarından büyüklerimiz Trabzon'dan,
A d â n a ' d a n , Ankara'dan, Konya'dan, Zonguldak'tan, Hopa'dan,
istanbul'dan, İsparta'dan iştirak etmişlerdi,
'
Büyüklerin inşa ettikleri altyapı
. tesisleri kampı başbaşka kıldı. Hele
şadırvan bölg'esi, bulvar ve cadde
döşemeleri, Memiş ahinin kuyu temizleme harekatı ayrıca zikredUmeye değer.'..
Ayrıca Kampımızın ilginç bir
misyonu da; AKV'nin Ydlık şubeler
İstişare Toplantısı'nm başkanlar ve
yetkililerin katüımıyla kampta ger. çekleşmesi idi. Geçen dönem kritiğinden sonra istişari olarak gelecek
dönem planları tartışıldı, tecrübe'
ahşverişinde bulunuldu. Kamptan
aile olarak istifade edilebUecek düzenlemelerin yapılması çalışmalarının hızlandırılması kararlaştırıldı.
Şehidler İçin Fotoğraf Sergisi
Araştırma ve Kültür Vakfı İstanbul Kağıthane Sanayi Mahallesi
Şubesi, Bosna ve Çeçeniştan şehid'leri için fotoğraf sergisi açtı. Bosna
ve Çeçenistan'daki soykırımı belgeleyen yaklaşık 60 fotoğrafın gösterime sunulduğu sergi Haziran
ayının b a ş ı n d a gerçekleştirildi.
Serginin son akşamı konuyla ilgili •
slayt gösterimi yapıldı. Slayt gösterisi mahalle halkı tarafından izdiham içinde yaklaşık üçyüz kişi
tarafından ibretle seyredildi.
Çok sayıda kartpostal v e kitabın vatandaşların beğenişine sunulduğu serginin en ilginç özelliği
ise, sergilenen fotoğrafların tamamının orijinal o l u p d a h a evvel
hiçbir basın organında yayınlanmamış olması idi.
Amaç A c ı l a n Biraz Olsun
Dindirmek " •
AKV Kağıthane Şubesi Başkanı
Yusuf Topuz düzenledikleri sergi
ile Bosna ve Çeçenistan'daki insanlık dramını biraz olsun gözler
ö n ü n e sermeyi amaçladıklarını
belirtti. Srgide satılan kitap ve
kartpostalların gelirinin Dayanışma Vakfı vasıtasıyla Çeçenistan'daki şehid ve gazi ailelerine
ulaştırıİacağım kaydeden Topuz
böylece Çeçenistan'daki bağımsızlık ve iman mücadelesine destekte bulunarak kısmen de olsa
üzerlerine düşen görevi yerine getirmiş olacaklarını belirtti. ' •
. Pınar
Yayınları
Sanayi
Mahallesi sorumlusu Lokman Yıl- •
dınm ise düzenlenen bu sergiyle
21.yüzyala girerken dünyanın dört.
bir yanında zulme maruz kalan
müslümanlara maddi ve manevi
yardımın sağlanmış olduğunu
söyledi. Lokman Yıldırım AKV •
Kağıthane Şubesi olarak ayrıca paneller, fotoğraf sergileri düzenleyerek müslümanların durumlarını
gündemde tutmaya, kamuoyu
oluşturmaya çalıştıklarını söyledi.
G ü n d e ortalama ikiyüz kişinin
gezdiği sergi Sanayi Mahallesi'nde
yapılan ilk açık sergi olmuş oldu.
Kitap dünyası.,
İslami Direniş ve Islahat
Müslümanlar, 19.Yüzyılın sonlarında gerek düşünsel, gerekse
pratik hayatta, tarihi süreç içinde
başlayan ve Batı kültürü karşısında
gittikçe artan ciddi bir çözülüşü
yaşıyorlardı. Cemaleddin Afgani
ve Muhammed Abduh'la güç kazanan İslam'ın özgün değerlerini
yeniden ortaya' koyma çabası, müs-,
. lümanların çözülüşüne ve emperyalist yayılmacılığa karşı önemli
bir direniş ve ıslah hareketi oluşturdu.
Islahat çabalan, müslümanlan
muharref gelenekten arındırmaya
çahştığı kadar, İslam'ı yabancı bir
düşünce biçimine uydurarak müslümanların emperyalistlerle birlikte yaşamalarını normalleştirme
gayreti içindeki "reformist" sapmalara karşı da bir direnişi ifade etti. - " •
Kendi şartları içinde değerlendirmemiz gereken bu çabalar, İslami hareketlere, istikbara karşı dire-;
niş ve sahih ilkeler etrafında yenidşn yapılanma azmi aşılandı.
Muhammed el-Behiy bu kitabında, İslam coğrafyasının sömürgeleşme döneminde İslami direnişi
canlandıran ve dini kültürü İslah
etmeye çalışan gayretlerin iki öncü
ismi, C e m a l e d d i n • Afgani ve
Muhmmed Abduh'u inceliyor. Ve
bu çizgi ile Muhammed İkbal'in ne
kadar irtibatlı olduğunu da ele alıyor.
• Muhammed el-Belıiy, Çev.:Prof.
Dr. jbrahim Sarmış, Ekin Yay. 232 s.
İslam'ın Klasik Çağında Felsefe Tasavvuru '
^ İslam Felsefe geleneğini yeniden keşfetme gayesine yönelik ola!rak ülkemiz ve dünya ilim çevrelerinde yapılan araştırmalar önemli
bir birikim oluşturma yolundadır.
İslam düşünce, tarihinin kendi bütünlüğü içinde anlaşılması bakımından nisbeten sevindirici olan
bu sonuca, tenkitli neşir, tercüme,
tahlil vé yorumlarıyla katkıda bulunan uzmanlar sayesinde ulaşılmıştır. Bu çalışmalar ilerledikçe,
yeni verilerin ortaya çıktığı, yepyeni açıklama ve yorumlara gitmek'
için cesaret verici birikimlerin sağlandığı gözlenmektedir. En önemUsi yeni bilgiler, bu sahaya yönelik
canli ilgilerin doğmasına yol açmaktadır.
'
. Yazar, İslam felsefesi tarihi çalışmalanna, bu tarihi "yapanların"
zihniyet dünyasını incelemek suretiyle mütevazi bir katkıda bulunmaya gayret etmiştir. İslam filozoflarının felsefe tasavvurlarım yahut
felsefe dendiğinde ne anladıldannı
ortaya koymanın ve böylece felsefe
geleneğine istikamet veren yönlendirici fikirleri belirlemenin, sözkon u s u zihniyet dünyasına yaklaşmak bakımından önemli olduğü
varsayımından hareket etmiş bulunan müellif, sonuçta teşekkül edén
"İslam felsefe paradigması"nıh, evrensellik, süreklilik, özgünlük, ilmilik ve meşruiyyet gereklerini ne
ölçüde karşıladığını ortaya koymaya çahşmıştır.
Yard. Doç. Dr. İlhan Kutluer, Îz
Yay. 238 s.
Tozlu raflardan...
Evliya Ç e l e b i ' y e B a b a s ı n ı n
Öğütleri
Hakir o g ü n g a m içinde olan
evimize v a r ı p b a b a v e a n a m ı n
ellerini ö p ü p huzur-i şeriflerind e d u r d u ğ u m d a peder-i azizim:
"Safa geldin Bursa seyyahı! Safa
geldin" dedi. Halbuki ne tarafa
g i t t i m d e n kimsenin haberi yok
idi. Hakîr dedim: "Sultanım, hakirin B u r s a ' d a o l d u ğ u n u nered e n b i l d i n i z ? " B u y u r d u l a r ki:
" S e n b i n elli m u h a r r e m i n i n
(1640 Mayısı) a ş u r e s i n d e - k a y b o l d u ğ u n gece ben nice eski dualar o k u d u m . Bin k e r r e " İ n n a
a ' t a y n a " s u r e s i n i o k u d u m . Ol
g e c e u y k u d a s e n i g ö r d ü m ki
Bursa'da Emir Sultan zaviyesind e ruhaniyetten istimdat ile seyahat rica edip ağlardın. O gece
b a n a nice d e r v i ş k i m s e l e r rica
ederek senin seyahate gitmen
için izin istediler. Ben de ol gece
c ü m l e s i n i n rızasıyla s a n a izin
verdim.^ F a t i h a o k u d u k . " G e l
imdi, oğul! B u n d a n sonra sana
seyahat g ö r ü n d ü . Allah m ü b a rek eyliye. A m m a sana nasihatim v a r " diye elimden yapışıp,
ö n ü n d e ayak üzre d u r d u r u p sağ
eliyle sol k u l a ğ ı m ı b u r a r a k ş u
nasihate başladı:
"Oğul, âdem yoksul olur,
besmelesiz yemek yeme .
Sırrın v a r s a ^ s a k m a v r a d ı n a
deme. C ü n ü p iken yemek yeme.
Elbisenin s ö k ü ğ ü n ü ü s t ü n d e
dikme.
İyi adını kötüye takma.
Kötüye yoldaş olma, zararını
çekersin.
Sen yürü ileri, gözüm, kalma
geri. • .
, Alay bozma. Tarlaya basma.
Dostlar payına sarkma.
B i r ş e y k o m a d i ğ ı n y e r e el
uzatma. .
İki kişi söyleşirken dinleme.
Ekmek ve tuz hakkını gözet.
Başkasının eşine b a k ı p ihanet etme.
Davetsiz bir yere varma. Varırsan emin olduğun, n a m u s u n a
sahip yere var.
Mahrem-i esrar ol. H e r mecliste işittiğin sözleri hıfzeyle.
Evden eve söz getirme. . Kınamak, koğalamak ve ar. kadan kınamaktan, dedikodud a n uzak ol.
•
H a l û k ol. Herkesle iyi geçin.
İnatçı ve kötü dilli olma.
Senden uluların önünden
gitme. İhtiyarlara riayet et.
Daima temiz olup haram
olan "ve y a p ı l m a s ı y a s a k o l a n
şeylerden perhizkar ol.
Beş v a k i t n a m a z a d e v a m
edip sâlâh-i hal ile mâruf, ilm-ü
fazi ile meşgul ol.
Oğul! Dünya cihetinden n a ;
sihatım oldur ki daima hoşsohbet ol. D ü ş ü p kalktığın v ü z e r a
ve a'yana varıp d ü n y a için birşey t a l e b i n d e olma ki s e n d e n
nefret edip istiskal etmeyeler.
Rıza lokmasına kanaat eyle.
Eline geçen malı d a israf etme.
Kanaatle geçin; "Kanaat tükenmez bir hazinedir." demişler.
• İyilikte ve hastalıkta l a z ı m
olur. Dünyalık akçeyi lokma ve
hırka için saklayıp n a m e r d e
m u h t a ç olma. Çünkü: "Düşma-
na kalırsa kalsın, dosta muhtaç
olma tek" demişler.
Gezip dolaştığm yerlerde iki
y e r d e n g a y r e t k u ş a ğ ı n ı beline
bağlayıp kendini daima m u h a faza et. Su üyur, ağyar ve gaddar düşmanlar uyumaz.
Kibar-ı evliyaullah ziyaretleriyle meşgul olup cümle ziyaretgahları ve her diyarm menzillerinde olan ova, yüksek dağ, garip ağaçları ve taşları, beldeleri,
ibret-nüma eserlerini, kalelerini,
fâtih ve banilerini, dairen m â d a r
cirimlerini yazarak "SeyahatnaT
rne" namiyle bir telif vücuda getir. S o n u n h a y r o l u p d ü ş m a n ,
şerrinden emin olasın. H a k celle
v e alâ m u i n v e z a h i r i n olsun.
D ü n y a d a e m n - ü a m a n , ahir-i
nefeste i m a n bulasın, peygamber bayrağı dibinde haşrolasm.
Bu öğütlerimi kulağına küpe eyle". d e y i p e n s e m e bir pehlivan
sillesi vurarak kulağımı burdu,
"Yürü, âkıbetin hayrola, el-fâti-'
h a " dedi.
H a k î r sille s a r s ı n t ı s ı n d a n
ayılarak g ö z ü m ü açtım ki hanem i z içi p ü r n u r o l m u ş . H e m e n
p e d e r i m i n m ü b a r e k elini ö p ü p
sessiz d u r d u m . Onu g ö r d ü m ki
bir heybe içinde bir Kitab-ı Kafiye, bir Şafiye, bir Molla Cami,
bir Kudusî, bir Mülteha^ bir Kitab-Kıbistanî, bir Hidaye ve bir
Gencine-i Râz hâ.sılı oniki kadar
nefis kitap ihsan ederek iki yüz
k a d a r s i k k e l i e ş r e f î altını y o l
parası verdi.
Evliya Çelebi, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Yay., s.7-8 '
Download