Untitled - Hacettepe Üniversitesi

advertisement
ATATÜRK
vc
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
TARİHİ
Doç,, Dr. M ustafa YILM AZ
Yrd. Doç. Dr. Temuçin Faik ERTAN
Yrd. Doç. Dr. Yusuf SARINAY
Yrd. Doç, Dr. A dil DAĞISTAN
Dr. M. Derviş KILINÇKAYA
Dr. Ayten SEZER
Dr. Oğuz AYTEPE
Okutman: Ayşe AKTAŞ
EKİM, 1998
ANKARA
Editör: M, Der viş KILINÇKAYA
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ
© Siyasal Kitabevi
Tüm Haklan Saklıdır.
ISBN:
1. Baskı Ekim 1998
Dizgi
Leyla ERDEK
Kapak ve İç Baskı
Cem Web Ofset Ltd. Şti,
Tel: (312) 385 37 27
Siyasal Kitabevi
Yeniacun sokak 3/D Cebeci-Ankar a
Tel: 320 45 10-418 35 93
Faks: 362 53 93
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
I.
BÖLÜM
: O SM A N LI Y ENİLEŞM ESİ
A -O SM A NLI TOPLUMSAL YA PISIN A GENEL BİR BAKIŞ
1
B-OSMANLİ DEVLETİNİN GERİ KALIŞI VE
Y EN İLEŞM E Ç A B A L A R I . ....................................................................... 8
1-Osmanlı devletinde Islahat Hareketleri....................................... 10
2 - Tanzimat ve Islahat Fermanları D ö n e m i .........................................16
3-Şark Meselesi...............................................................................
21
C-OSM ANLI SİYASAL H A YA TIND A MEŞRUTİYET VE
MU H ALEFET
..............................................
24
1-Yeni Osmanlı Muhalefeti ve I. Meşrutiyet ............................... 25
2-Fıansız İhtilâli ve E tkileri.................................................................. 29
3-Sanayi İnkılâbı ve Sömürgecilik.............................................
33
4-Müdaha!eler Devrinde Osmanlı D ev le ti...........................................36
5-İttihat ve Terakki muhalefeti ve II. M e ş ru tiy e t.......................... 37
Ç-DIŞ O L A Y L A R .........................
41
!- Tıablıısgaıp Savaşı
...........................
41
2-Balkan S a v a ş la rı................................................................................... 42
D-II M E ŞR U T İY E T DÖNEMİ FİKİR H A REKETLERİ
43
1-Batıcılar
...........
44
2- Türkçüler
45
46
3-İslâmcıla ı .........................................
E-BİRİNCİ D Ü N Y A SAVAŞI
47
1-Savaşın Sebepleri.
....................
47
2-Osmanh Devletinin savaşa K atılm ası..................................................49
3-Osmanlı Topraklarının Paylaşılmasına Dair Gizli Anlaşmalar 51
i
Ç erçeve Yazı i : Wilson İlk eleri............................................ ........ 55
.....
57
4-M ondıos M ü t a r e k e s i ...................................
II B Ö L Ü M : M İ L L İ M Ü C A D E L E
A -H AZIRLIK D Ö N E M İ , ..........................................
63
1-İşgaller Karşısında Ülkenin Durumu ve Kurulan Cem iyetler
63
a)İngiliz. Fransız ve İtalyan İşgalleri
.
.
64
b) Ermen i Faaliyetleri
............................
65
Çerçeve Yazı II : E rm e n i T ehciri
..............
66
c)Yunan İşgalleri . ,
72
74
ç)Zar ar Is Cemiyetler.. ...............
d)Miilİ Cemiyetler
. .
76
e)Padişah ve Osmanlı Hükümetinin T u tu m u ...................................... 79
2)Mustafa Kemal Paşamın İstanbul’a Gelmesi ve Duruma Bakışı 81
Ç erçeve Yazı İH : S a m s u n ’a Çıktığı G ü n e K a d a r M u sta fa
K em al P a şa m ın H a y a t ı
........
— 85
2-Mustafa Kemal Paşa’n ui Sam sun’a Çıkması ve Faaliyetleri
89
a)Amasya Tamimi,Kapsamı ve Sonuçlan, ..................................... 92
b)Eı zuıum K o n g re s i...................................
95
c)Bafıkesir ve Alaşehir Kongreleri.................................
97
ç)Sivas K o n g r e s i...................
.98
d)Amasya Görüşmeleri ve Protokolü . .
102
ejSivas’ta Komutanlarla Yapılan T o p l a n t ı
. .
102
f)Heyet-i Temsiliyenin Ankara’ya Gelişi , ............ ....... , 103
g) Son Osmanlı Mebusları Meclisi ve MisakT Milliye". ........ 10.3
h) İstanbul’un İşgali ve Mubusiar Meclisinin Dağıtılması
105
B-TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET M ECLİSİ’NÎN AÇILMASI
.
106
1-TBMM’nin Açılışından Sonra Askeri ve Siyasi Gelişmeler .... 108
a)İç Ayaklanmalar................ .................................
.
108
b)Milli O rdu’nun IÇurulması. ...
110
c)Sevr Barış anlaşm ası...................
......
.111
2-Miili Cephelerin K urulm ası.
112
a)Gtiney ve Güneydoğu Cephesi... ■ .................. . . . . .
113
b)Doğu Cephesi
114
c)Batı C ep hesi....................................................
116
C- 1921-1922 ASKERİ VE SİYASİ G ELİŞM ELER
........................ 117
1-Birinci İnönü Muharebesi ve Londra Konferansı
............ i 17
2 - İkinci İnönü M u h a r e b e s i
...
..... .119
3-Kütahya-Eskişehiı M uharebeleri........................ ..
.,
120
4-Mustafa Kemal Paşa’nm Başkomutanlığa Getirilmesi
ve Jekâiif-i Milliye Emirleri...........................
...
120
.5-Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonuçlan. . ................................ 121
6 - Biiyük Taarruz ve Başkumandan Meydan M u h a r e b e s i
123
III BÖLÜM : M UD A N YA M ÜTAR EK ESİN DEN LO ZA N BA R IŞ
AN LA ŞM ASIN A
AB-
MUDANYA M ÜTAREKESİ
...............
L-OZAN BARIŞ K O N F E R A N S I
...............
i - Hazırlıklar..........................
2-Gör üşmeler in Başlaması ve Konferansın Birinci D önem i ...
3-Lozan Konferansının Kesilmesi ve Türkiye’deki Önemli
Olaylar
...............................
...............................................
.
4-Konferansın Yeniden Başlaması ve Anlaşmanın İmzalanması
5-Lozan Barış Anlaşması
125
128
128
133
135
138
139
IV BÖ LÜM : A TA TÜ R K D Ö N EM İN D E TÜRKİYE
A-İÇ POLİTİKA
...................................................... ................
. 143
1-Cumhuriyetin İlânını Hazırlayan Gelişmeler
143
2-Cumhuriyet’in İ lâ n ı........................
144
3-Haiifeliğin Kaldırılması ...
. ...; ................................ 146
4-Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nm Kurulması ve
Muhalefetin Ortaya Çıkışı
.........................................
147
5-Şeyh Sait İsyanı ve Sonuçlan
148
6-izmir Suikasti G ir iş im i..............................
. ..
. 150
7-Serbest Cumhuriyet Fırkası’mn K u ru lm ası. .
150
8 - Menemen Olayı .........................................
153
B-ATATURK DÖNEMİ TÜRK DİŞ POLİTİKASI
.................. 154
1-Atatürk ün Dış Politikadaki Temel İlkeleri
155
2-Dış İ liş k il e r ....................
..............
........................
. 160
a'iVhısu; Sorunu
.
160
b)Hatay Sorunu .........................
.
162
163
c)Montrö Boğazlar Sözleşmesi .................
ç)Türk-Yunan “etab lu Anlaşmazlığı ...............................................165
d)Balkan A ntantı
...
.166
e)Sâdâbat Paktı.................................
168
3-Atatürk Döneminde Türkiye’nin İkili İlişkileri
169
a)Turk-Sovyet İlişkileri .
169
b )Tüık-İngiliz İlişkileri
172
c)Tüık-İtalyan İlişkileri
173
ç)Türk-Fvansız İlişkileri :
174
V B Ö LÜ M : İN K ILÂ P H A R E K E T L E R İ
A -Ç A Ğ D A Ş H U K U K SİSTEMİNİN K U R U L M A S I
181
1-Hukukun Anlamı,Önemi ve Başlıca Hukuk Sistemleri
181
182
2-Osmaııiı H ukuk Sistem i...................................................................
3-Cumhuı iyet Dönemi H ukuk Devrimi ve Yeni
Hukuk Sisteminin Kurulması .................................
186
4 - l üık Anayasaları ..............................
....
190
a)Anayasanın Anlamı ve Tarihçesi
190
b) 1876 Osmanlı Kanun-ı Esasisi.....................................
191
c)19 2 1 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu............................................
192
ç) 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu
..................................
193
d) 1961 anayasası
196
e) 1982 ana y asası.................................................................................
B-EĞITİM ALAN IN DA K İ G E L İŞ M E L E R
................................. 197
1-Cumhuriyet Öncesi Eğitim S iste m i...................................................... 198
2-Atatürk Dönemi milli Eğitim Politikası............................................... 198
3-Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve U ygulam aları
.......................... 200
4-îlk ve Ortaöğretimdeki Gelişmeler .................................
202'
5-1933 Üniversite Reformu ve Yükseköğretimdeki Gelişmeler .... 204
206
6-AzınIık ve Yabancı O k u l l a r ı ....................................................
C -K Ü LT Ü R A LAN IN D A YAPILAN İNKILÂP H A RE K ET L E Rİ 209
1-Cumhuriyet Öncesinde Türk Dili
........................................
209
2-Alfabe Değişikliği......................................................
3-Tarih İnkılâbı ve Türk Tarih Kuruntunun K uru lm ası.......................213
4-Dil İnkılâbı................................................................
D -EK O N OM İK VE TO PLUM SAL A L A N D A YAPILAN
İNKILÂPLAR ... , ................................................................................217
1-Ekonomi Alanındaki Gelişmeler ...................................
, ,217
,2-Diğet Alanlarda Ortaya Çıkan Gelişmeler ...........................
227
a)Kılık ve Kıyafet Alanındaki Düzenlemeler,Tekke
ve zaviyelerin K a p a tılm a s ı............................................
228
b)MilIetleıarası Takvim ve Saatin K a b u lü .............................................230
cjÖlçii sisteminin Yenileşmesi ......................................
231
ç)Soyadı Kanunun Kabulü
......................................................
231
d)Hafta Tatilinin Değiştirilmesi.........................................
232
VI B Ö L Ü M : A T A T Ü R K S O N R A S I T Ü R K İY E
A-İÇ POLİTİKA
1-İnönü Dönemi
.......................................................
233
233
2-Demokrat Parti D ö n e m i ..
2.3 7
3-1960-1995 Sonrası Türk İç Politikası ......................................... . 240
B-DIŞ P O L İT İK A .............................................................................................. 244
1-İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası .....................................249
2-îkinci Dünya Savaşından Sonra T ü rk i y e .
254
3-Soğuk savaş Döneminde Türk Dış Politikası...................................... 260
a)I< ıbrıs Sorunu ..........................
264
b)Türk-Sovyet İlişkileri
...2 6 7
c) I üık-ABD İlişkileri........................
.........................
269
ç)İslâm Ülkeleri İle Olan İlişkiler........................................................... 271
d)Tiirk-Yunan İlişkileri
.......................................................................273
4-Soğuk Savaş Döneminden Sonra Türk Dış Politikası ...
278
VII B Ö L Ü M : A T A T Ü R K İ L K E L E R İ
A-CLM1 iliRİYl- 1ÇİLİK ............................................................................ 281
B-MİI LİYETÇİI İK
. . .
..291
C-HALKÇIL1K
308
......................
312
Ç-LÂİKLIK
Ç e rç ev e Yazı IV : L aiklik Ü s tü n e .........................
319
D -D EV LETÇ İLİK .
.............................................. 329
E-İNKILÂPÇ1LIK
336
K A Y N A K Ç A ..................................................................................................... 3 4 5
V
SUNUŞ
Osmanlı Devleti, başlangıçta bir Avrupa Devleti idi Büyük
bölümü 1380’ierde -İstanbul’un fethinden yaklaşık 70 y ılö n c e fethedilen Balkanların demografik ve kültürel yapısı, XIX yüzyıl
sonlarına kadar Anadolu’dan farksızdı 93 Harbi (1876-1877)’nden
sonra başlayan yenilgiler, maruz kalınan katliamlar ve geriye göçler
sonucunda, Balkanlarda Türk sosyal yapısının ve Türk kültürünün
ne hâle getirildiğini günümüzde Osmanfı mîrâsı olan son Türk
izlerinin de Bosna-Hersek’de başlayan ve Kosova’da devam eden
saldırılarla nasıl silinmeye çalışıldığını hepimiz biliyoruz
Eğer
Milli
Mücadele
yapılmasaydı,
Anadolu
da
balkanlaştırılmış olacaktı Mustafa Kemâl gibi bir lider ortaya
çıkmasaydı, Milli Mücadele de gerçekleştirilemezdi Direnen millet
istiklâlini kazandı Bunu tâkiben Türk İnkılâbı gerçekleştirildi Ve
çağdaş medeniyet seviyesine çıkma yarışı başladı .
Bu yarışta başarı kazanmak, uğradığımız felaketlerin, milli
mücadelenin arka planını ve Türk İnkılâbı’nm gelişme ve kalkınma
felsefesini iyi anlamak, bunları gençliğimize iyi öğretmek ve
kendilerine tarih bilinci kazandırmak gerekiyordu
İşte bu amaçla Ankara Hukuk Mektebi’nde İsmet Paşa’nın
konferansı ile başlayan Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi, bütün
üniversitelerimizde altmış üç yıldan bu yana kesintisiz bir biçimde
okutuluyor
Böyiece tarih bilinci içinde, Atatürk’ün istediği
istikâmette
gençliğin
olay ve
olguları
akılcı
düşünceyle
yorumlamasına ve bütün problemleri İlmî yaklaşım ve metodla
çözümlemesine çalışılıyor
Üniversitelerimizde 1983 yılından itibâren, Atatürk İlkeleri
ve İnkılâp Tarihi’nin muhtevasının araştırılması ve derslerin veriliş
biçimi yeni bir yapıya kavuşturuldu Birisi Hacettepe’de olmak üzere
altı üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü kuruldu
Bu enstitülere yüksek lisans ve doktora yaptırtmak üzere genç
araştırma görevlileri alındı Bu gençler hem lisans düzeyinde İnkılap
Tarihi derslerini okuttular hem de kendi alanlarında araştırmalar
yaparak akademik kariyer kazanmaya çalıştılar İşte elinizdeki
kitabın yazarları, söz konusu dönemde veya daha sonra H Ü
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde göreve başlayan ve
bugün bir kısmı doçentlik ve yardımcı doçentlik unvanları kazanmış
olan genç öğretim üyeleri ve görevlileridir
Dolayısıyla ilk
denemeleri olmasına rağmen, yazarlarının hem araştırma hem de
uygulama tecrübelerinin ürünü olduğu için özel bir önem taşıyan bu
kitap,
hiç
şüphesiz
sonraki
baskılarında
daha
da
mükemmelleşecektir Böyle bir gayret içinde olduklarına inandığım
yazarları kutluyor, başarılarının devamını diliyorum
Prof Dr Bahaeddin Yediyiİdiz
H Ü Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü
Müdürü
viii
ÖNSÖZ
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersleri 1935 yılından
başlayarak İstanbul Üniversitesi ile Y üksek Okullarında ve A nkara
Hukuk F a k ü lte s in d e “ Türk İnkılâp Tarihi” adı altında okutulm aya
başlandığında,elde edilm ek istenen sonuç yüksek öğrenim gençliğine
Türkiye Cumhuriyetinin hangi şartlarda kurulduğunu anlatabilm ek ve
cum huriyete sahip çıkma şuurunu verebilmekti 1934 yılında İstanbul
Üniversitesi bünyesinde İnkılâp Enstitüsü kuruldu.
O dönemde çok
yoğun bir ilgiyle karşılanan ve konferanslar şeklinde verilen Türk
İnkılâbı Tarihi D erslerinijn kılâbm öncülüğünü üstlenmiş olan lider
kadronun bizzat anlatması ve devletimizin kurucusu Gazi M ustafâ
Kemal A tatürk’le, Başbakan İsmet İnönü’nün konuyla yakından
ilgilenmiş olmaları bu derslere ne kadar önem verildiğini göstermektedir
Bu konferanslar sırasında konular dört bölüme ayrılm ış-v e İnkılâbın
A skerlik ve İç Siyasete dair olan bölümü o dönem de C H F ’nm U m um i
Kâtib i (Genel Sekreteri) olan Recep (Peker), H ukuk bölüm ünü M a hm ud
Esad (Bozkurt),Dış politika bölümünü
Y u s u f H ikm et (Bayur) ve
Ekonomi
bölümünü
de Y usuf Kemal
(Tengirşenk) Beyler
üstlenmişlerdi Ankara H ukuk M e ktebi’ndeki ilk ders İsm et P a ş a ’nın
konferansı ile başlamıştı Başlangıçta üzerinde önem le durulan bu
amaçlara zaman içinde tam anlamıyla ulaşıldığını söylemek zordur Türk
İnkılâbının,hemen her alanda kendisine rakip olarak gördüğü geleneksel
değerler,1940’fı yılların sonlarından başlayarak yeniden güçlenm eye ve
geıek toplum ,gerek siyaset hayatında kendini gösterm eye başlamıştır.
Bu, tabii kabul edilmesi gereken bir gelişmedir Meseleye gelenek ve
modernlik arasındaki rekabetin daı çerçevesinden bakıldığında,hemen
her alanda görülen kısır çalışmanın gerek bürokrat-seçkinleri,gerek
eııtellektlieileı i ve gerekse halkı bıktırdığı ve bunalttığı söylenebilir Asıi
mesele bu konunun kaynakları üzerinde bu kadar çok yazılıp çizilmiş
olmasına rağmen,Türk inkılâbının halk katmanlarında ne kadar
yerleştİği.naşı 1 algılandığı konusunda elimizde şaşılacak kadar az veri
bulunduğunun hala fark edilmemiş olmasıdır Esasında, medeniyet
değiştirmek gibi büyük bir tecrübeyi yaşayan bir toplum da , dönüşüm
sürecinden kaynaklanan çalkantıların ortaya çıkması doğal değil midir ?
Boş övgü veya yergilerden sıyrılarak kendi yakın geçmişim izi anlamak
hakkını bizden kim esirgemektedir ?
Esas olan,meselelerimizi fark etmek ve bütün çağdaş toplumlar gibi
bu meseleleri ilmi yaklaşımlarla anlamak ve aynı metotla çözümler
üretmek,üretebilmektir Büyük A tatürk’ün dediği gibi “ ..Hayatta en
hakiki mürşit İlimdir 11 Meseleleri anlamada ve çözümlemede ilim rehber
kabul edildiğinde ideolojinin kaçmaktan başka çaresi yoktur
Elinizdeki bu eser,Hacettepe Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve İnkılâp
Tarihi Enstitüsü’nde uzun yıllardan beri bir arada bulunan öğretim
elemanlarının yaptıkları ekip
çalışmasının ilk ürünü olarak ortaya
çıkmıştır Her yazarın kaleme aldığı böJümdeki görüşlerinin sorumluluğu
kendine ait olmak kaydıyla,Türkiye’de pek çok alanda gözlenebilecek
olan buhıaııın tarihi kaynaklarına ve gelişimine dikkat çekmek amacını
taşımaktadır Tabiatıyla bir ders kitabının elverdiği ölçülerde...Bu eserin
yazarlarının ortak kanaatleri bu ülkede yaşayan herkesin siyasal ve
düşünsel tercihi ne olursa olsun sonuçta bu ülkenin insanlarının mutlu
olmasını amaçladığıdır Eğer sözkonusu tercihler,sağlıklı bir tarihi
perspektife
kavuşturuİabiİirse,daha tutarlı bir tartışma zemininin
oluşabileceği kanaatindedirler.
Altı ana bölümden m eydana gelen
şekilde ortaya çıkmıştır:
bu kitaba katkılar aşağıdaki
Milli Mücadelenin başlangıcına kadar 19 ve 20. Yüzyıllardaki
durumu işleyen I. B ölüm ’de “O smanh Toplumsal Yapısına Genel Bir
Bakış ' (4-9) Doç Dr Mustafa Yılmaz; “Osmanlı Devleti’nin Geri Kalışı
ve Yenileşme Çabalan” ,’’Osmanh Siyasal Hayatında Meşrutiyet ve
Muhalefet” (10-66) Dr. M Derviş Kılınçkaya tarafından ;
x
^
Milli Mücadele Döneminden Lozan Barış Anlaşmasın* işleyen İi
Bölüm'de:
‘Milli Mücadele (66-120) Dr Oğuz Aytepe;”Mudanya
Mütarekesinden Lozan Barış Anlaşmasına” (120-137) Yard Doç Dr
Temuçin Faik Ertan tarafından;
Atatürk dönemi iç ve dış politikasının işlendiği III B ölüm 'de :
‘ Atatürk Dönemi : İç Siyaset “(137-148) Dr Ayten Sezer; “Atatürk
Dönemi Dış Politikası 1923-1938” (148-171) Doç Dr Mustafa Yılm az
tarafından:
C u m h u ri\c t Dönemi İnkılâp Hareketlerinin işlendiği IV B ö l ü n r d e :
"Çağdaş Hukuk Sistemim in Kurulması ve Lürk Anayasaları”(1 7 3 -1 8 2 )
Y ard D o ç Dr. T e m u ç in Faik Ertan;"Eğitim ve Kültür Alanındaki
G elişm eler” ( 1 8 2 - 1 9 3 ) Dr A yten S e z e rÇ K ü ltü ı Alanında Yapılan
İnkılâp Hareketleri’ (194-202) Ayşe A k ta ş ;’Ekonomik ve Toplumsal
alanda İnkılâp” (203-220) Dr M. Derviş Kıhnçkaya tarafından ;
Atatürk sonrası Türkiye’nin iç ve dış gelişmelerinin işlendiği V
Bölüm de :’ İnönü Dönemi : İç Olaylar” (220-225) Yard Doç Dr T F
Ertan;’'Atatürk’ten Sonra Türk Dış Politikası’" (226-260) Yard Doç Dr
Yusuf Sarınay tarafından ;
Atatürk İlkelerinin işlendiği VI Böİüııı’de Cumhuriyetçilik,Laiklik ve
İnkılâpçılık İlkeleri Yard Doç Dr. Adil Dağıstan;Müliyetçilik İlkesi
Yard. Doç, Dr Yusuf Sarınay ; Halkçılık ilkesi Dr M Derviş Kıhnçkaya
;Devletçilik ilkesi Yard Doç Dr Temuçin Faik Ertan tarafından kaleme
alınmış,metne konulan çerçeve yazıların müellifleri ayrıca belirtilmiştir
Eser . yazarların isteği üzerine Dr M Derviş Kıhnçkaya tarafından
müelliflerin üslûp ve fikirleri muhafaza edilmek şartıyla
redakte
edilmiştir Dolayısıyla buradaki eksiklik ve hatalar bize aittir
Burada müsveddelerin temize çekilmesi,düzenlenmesi ve yazılması
sırasında oldukça yoğun bir mesai yaparak yorulan değerli çalışma
arkadaşımız Leyla Erdek H anım efendi’ye bütün yazarlar adına teşekkür
etmekten büyük bir zevk duyduğumu belirtmeliyim
Daha iyiyi
arayanların oldukları gibi kalmaları beklenemez Daha iyi çalışmalarla
okuyucuya ulaşmak dileğiyle,eseri eleştirilerinize sunuyoruz
Dr M. D erviş Küm ç k a y a
A ğu stos-1998 ,B eytepe
xi
I.BÖLÜM : OSMANLI YENİLEŞMESİ
A -O SM A N L I T O PL U M SA L Y A PISIN A G E N E L BİR BAKIŞ
Osmanlı toplumsal yapışma geçmeden önce Türk adının ve
tarihinin başlangıç noktasına kısaca değinecek olursak; Türk tarihinin
başlangıcının
Orta A sy a ’da M . Ö 2 0 9
olarak kabul
edildiğini
söyleyebiliriz Türk kültürünün şekillenmesi ve Türk adıyla İlk devletin
kurularak Türklük bilincinin ortaya çıkışına ilişkin ilk örnekleri ise
Orhun yazıtlarında görmek mümkündür.
Büyük O ğuz göçü ile beraber Türkler yarı göçebe Türk
devletlerinin sosyal yapısını ve Selçuklu idare tarzında somutlaşan İslam
siyasi geleneğini A n adolu ’ya getirmişlerdir A nadolu’d a Osmanlılık,
çökm eye yüz tutm uş iki medeniyetin İlhanlı ve Bizans medeniyetlerinin
kalıntıları üzerine onları tasfiye ederek merkeziyetçi bir tarzda tarihi
süreç içerisinde kurulmuştur
Şüphesiz tarım ve ticaret ağırlıklı yeni hayata geçişte
İslam iyet’in de etkisi olmuştur. Çünkü İslamiyet g erçek manasını
şehirieşmiş yapıda bulmaktadır
1
Osmaniı İmparatorluğunda i Bayezid iie başlayan ve fl.M ehmed
ile birlikte bütün kurum lan ile yerleştirilmeye çalışılan bir merkezi İdare
uygulaması vardı. Bu sistem en genel biçimleri ile XVIII Yüzyıl
başlarına kadar varlığım sürdürebilmiştir. Ancak XVII. Yüzyılla birlikte
bu sistem ileride değineceğim iz bölgesel unsurların ağırlık kazandığı bir
gölünüm almıştır
Osmaniı İmparatorluğu, Selçuklu-Bizans sınır bölgesinde
Osman Gazi etrafında toplanmış hudut kuvvetlerinin 1300 tarihlerine
doğru siy asi bir varlık olarak ortaya çıkması sonucu tarih sahnesine
girmiştir Yukarıda söylediğim iz gibi devletin kuruluşundaki teorik
temelde,
eski
Oıta-Doğu
İmparatorluklarının,
Orta-Asya
Türk
Hakanlıklarının ve İslamiyet’in fikri katkılarının karışımı vardır
Osmaniı Devletinin Klasik idare esasları, Ulem a tarafından
XIV Yüzyılın sonlarına doğru genel hatları ile oluşturulm uştur Osmaniı
toplumu diğer toplamlardan farklı olarak, kendi içinde hassas dengelere
sahip merkeziyetçi-misyoncu (görevci) bir karakter arz eder Osmaniı
devlet yapısında hükümdar merkezi otoritesini kurabilmek için:
1. Doğrudan Hükümdarın emrine bağlı ve daima harekete
hazır bir Yeniçeri ordusu ■kurulmasını
2. Devletin hizmetlerinin padişahın kullarına verilmesini
3. Kadıların
çalışmıştır
merkeze,,
padişaha bağlılıklarını
sağlamaya
Bu sistemin temelinde ise Kul Sistemi-Kadılaı ve Tımaı Sistemi
yatmaktadır. Klasik dönemde anılan merkeziyetçiliği Sina Akşin şematik
olarak şöyle tasnif etmektedir :
a)YÖ N ET EN LER
P adişah ve B ürokrasi K atları
1 -İcıa i A skeriler (K ul Statüsünde)
İT M aaşlılar
l,2,Z aim îer ve Tımarlı Sipahiler
2-U lem a
2
b)Y Ö N E T İL E N L E R
1-K entiler
1 1 Lonca Esnafı
1.2 Tüccarlar ve Sarraflar
2-K öylüier
3- G öçebeler
Klasik dönemde yukarıda yer alan yapıya iç ve dış etkiler
nedeniyle bazı eklenmeler olmuştur Yönetenler katına; 1- A dem -i
M erkezi Y önetenler, 2- A lafranga Y önetenler, 3- A laturka
Y önetenler, 4- A zın lık B urjuvazisi, 5- Kul Z ıhnîyetli Y önetenler, 6M ektepli Y önetenler girerken Yönetilenler katma ise sadece İşçi
eklenmiştir Bunlardan Adem-i Merkezi yönetenler ileride değinileceği
gibi Osmanîı yönetiminin Tımar sisteminden vazgeçmesi ile birlikte bir
güç olarak ortaya çıkan ayanların yönetime katılması ile gerçekleşmiştir
Alafranga yönetenler ise O sm anh yönetiminin batıya açılması sonucu
O s m a n lr d a batılılaşma İşini yabancı elçiliklerin de desteği ile yürüten
zümredir Azınlık Burjuvazisi ise A vrupa için gerekli ham m adde ve yine
A vrupa'nın ürünlerini pazarlamada kapitülasyonlar ile verilmiş olanların
dışında imzalanan diğer antlaşmalarla (1838 Ticaret Antlaşması benzeri
ülkenin ticari ve iktisadi açısından sömürülmesine yardımcı olan kuşak
gayri Müslim Rum ve Eımenilerden oluşan bu zümre aracılığı ile) ticari,
mali ve iktisadi olarak O sm a n lı’nm sömürülm esini sağlamıştır
Bilindiği gibi O sm anlı’ya em peryalizmin giriş vasıtası olarak,
yabancı okullar, yabancı kültür, ticari mallar, ticaret anlaşmaları, mali
sermaye, borçlandırma ve teknoloji gibi unsurlar sayılabilir
Mektepli yönetenler ise yenileşme ile başlayan süreçte batılı
tarzda eğitim veren O sm anh okullarından özellikle T ıbbiye ve
M ü lk iy e’den yetişen kuşaktır, Bilindiği gibi bu kuşak tekrar meşrutiyetin
ilanını sağlamada ve topluma bir takım yenilikleri getirmede öncülük
etmiştir En önemlisi mektepli bir subay olan Mustafa Kemal Paşa
İmparatorluğun yıkıntıları üzerine genç ve her yönüyle Osm anlI’dan
farklı bir yeni devlet olarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.
3
Şimdi bu yapıyı açıklamaya çalışalım: A skeri kat, padişahın
beratı ile alenen yetki tanıdığı kişilerden oluşmaktaydı Ü m era: Ehl-i
ö r f ü n İmparatorluktaki sosyal mevkileri devletten aldıkları güce
dayanmaktaydı. Padişahın otoritesini temsil eden bu kat, görevlerine
belirli sürelerle atanmış, doğrudan doğruya, padişaha bağlı kullardan
oluşuyordu Askeri kat ile Ulemayı ayıran en temel özellik askeri katın
kul statüsünde oluşu idi Osmanlı devletinde yönetici olmak bir anlamda
kelleyi koltuğa almak demekti. A skeri diye anılan yönetici zümrenin
padişahın siyasi otoritesini tehdit etmesini engellem ek için M üsadere
usulü
geliştirilmişti. Müsadere usulü, geniş yetkilerle donatılmış
herhangi bir bürokratın (Sadrazam, Vezir, Paşa) düzenin işleyişine karşı
tehlike oluşturmaya başladığı zaman o kişinin mal varlığına el konulması
ve onun siyaseten katledilmesi demekti (Tarihte bunun uygulanışına
örnek olarak Çandaroğlu ailesi verilebilir) BÖylece gayri meşru
yollardan servet birikimi önleniyor ve toplum içerisinde ayrıcalıklı
grupların oluşmasının önüne geçiliyordu A ma Askeri kat servet
birikimini sağlamak için Vakıf vasıtasıyla bir çözüm yolu bulmuşlardır
Kul statüsündeki askerilerin çoğu Hıristiyan ailelerden
devşirilerek E n d e r u n 'd a Türkleştirilip, İslâmlaştırılarak sisteme dahil
edilenlerden oluşmaktaydı
Bunun yanında Müslümanlardan oluşan U lem a ise din, eğitim
ve yaıgı işlerinden sorumlu idi Müftü, Kadı, Müderris vb kişilerden
oluşan ilmiye m ensuplan görevleri gereği toplumu eğitm ek ve
aydınlatmakla yükümlü idiler ve bu görevleri onları toplumsal piramidin
o n üstüne yerleştiriyordu Ulemaların görevleri askerilerin görevlerine
oranla ideolojik ve pasif görevlerdi Medrese eğitimi ağırlıklı Ulemalık
Müslümaniaı için bir yükselme kapısı idi
Osmanlı toplum unda Askeri kata veya M edresede alman
düzenli bir eğitim sonrasında Ulema katma geçmek olmayacak şeylerden
değildi. Askeri ve ilmiye katlarından oluşan idari kademe kast özelliği
gösterm iyordu İdareciler görevlerini servet ve sınıflarından dolayı
kazanmadıkları için aristokratlaşma da görülmezdi.
Bu durum
İmparatorlukta sınıflar arasında hareketlilik ile fakir köylülerin ve bir
sıra neferinin yüksek yönetim kademelerine gelmesine imkan sağlıyordu
Siyasi hiyerarşideki bu tutum, bir yandan yönetici zümrenin herkese açık
4
olmasın! diğer yandan idareciler atasında kan tazelenmesini sağlayarak
yönetim in standartlarını korumuştur,
Yönetim: Kurtuluş devrinden itibaren Osmaniı padişahları bir
bölgeye iki yönetici göndermişlerdir Bunlardan biri yürütme kuvvetini
temsil eden Bey ( B e y le rb e y i-S a n c a k b e y i-E y a le t-S a n c a k -L iv a ), diğeri
ise Yargı Kuvvetini temsil eden K a d ı ’dır Bey, kadının hükm ü olmadan
hiç kimseyi cezalandıramayacağı gibi, K adı’da Bey’in kuvvetine
dayanmadan hükm ünü uygulayamazdı. Kadı hükümlerinde bağımsızdı
ve doğrudan padişahtan emir alır, ona a r z ’da bulunabilirdi
İmparatorluk içerisinde Beylerbeyinden Sancakbeyine ve en
küçük idareciye kadar uzanan zincir Tımar sistemi içerisinde Askeri kat
oluşturuyordu ve bu yöneticilerin tümü kul statüsünde yetişmiş, Padişaha
bağlılıkları daha önceki görevlerinde denenmiş , devlete ve H üküm dara
bağlılıklarından dolayı terfi ettirilerek bu görevlere getirilmiş kimselerdi
XV yy ilk yarısında iki Beylerbeylik varken, XVI yy ’da
Trakya har iç beş Eyalet (Anadolu,
Karaman, Sivas, Diyarbakır ve
Erzurum), XVII yy ’da ise bu sayı 3 2 ’ye yükselmiştir, X V III yy’da ise
A n a d o lu ’da 10 eyalet, 18 sancak ve 616 kaza vardı
Osmanlı tarihini göçebelerin yerleşik hayata geçmesi olarak
yorumlayabiliriz. Yerleşik hayata
geçiş ve tarım faaliyetlerinin
yürütülmesi kendini TIM AR sistemi içinde bulmuştur
T o p r a k İd a re si:
Osmanlı
egemenliği altında bulunan
toprakların büyük bir bölümü doğrudan doğruya Osmanlı hüküm darının
mutlak otoritesi altında idi Buralarda TIM AR sistemi denilen bir rejim
uygulanıyordu Yani devletin gelirleri birtakım görevler karşılığı
idarecilere ve Sipahilere tahsis edilmiştir
Devlet Tımar Sistemi Sayesinde; göçebeleri y e rle şik h a ya ta
geçiriyor, iktisadi fa a liy e tle ri k o n tro l altına alıyor ve toprakta
feo d a lleşm eyi ön lü yor, m asrafa girm eksizin ordunun asker ih tiyacım
karşılıyordu,,
Tımar geniş anlam da belirli bir yere ait vergi gelirlerinden bir
kısmının Hükümdar tarafından havale edilmek suretiyle bir şahsa tahsisi
idi Bu bölgede Sipahinin hak ve ödevleri belirli esaslara bağlanmıştı
5
Ö n ıe s in Sipahinin ve Reayanın toprak üzerindeki hakları , ancak
kanunun tanıdığı şartların yerine getirilmemesi halinde düşmekte ve bu
durum a kanunlara göre kadı karar vermekteydi; Toprağı fiilen tasarruf
eden, onu işleyen reaya faydalanma hakkına sahipti. Sipahi, Reayadan
kânunun öngördüğü hususları yerine getirmesini isteyebilirdi S ip ah i’nin
Reayaya ait toprak üzerinde doğrudan doğruya bir tasarruf hakkı yoktu.
Tımar sisteminin iyi işlediği dönem lerde Sipahiler toprak üzerinde
Batıda
Ortaçağda
yaşanan
feodal
Senyörün
haklarını
ele
geçilememişlerdi A ma XVII yy'dan sonra toprak devlet kontrolünden
çıkarak hukuken olmasa bile gerçekte Beylerin ve Ayanların
Malikaneleri durum una gelecektir
Toprak idaresi konusunda farklı uygulamalar vardı askeri idari
ve mali sahalardaki değişik uygulamalara bağlı olarak bazı bölgeler
belirli bir miktar vergi ödemekle yükümlü iken belirli bölgeler belirli biı
oranda asker beslemek ile yükümlü kılınıyordu
Klasik donem Osmanlı düzeninin ¡300-1600 yukarıda kısaca
bahsettiğimiz karakteristikleri aynı zamanda Batı aleyhine genişlemenin
nedenleri hakkında bize ipuçları vermektedir
Batı
karşısında
indirgeyebiliriz
zaferleıi
tayin
edici
özellikleri
üçe
!, D evletin siyasette m erkeziyetçi olu şa i siyasi otoritenin
f e o d a l heyİerce p a yla şıld ığ ı Batı F eodalitesine g ire b eraberin de
avan tajlar sağlam akta idi, F eodal yö n etim altın da ezilen H ıristiyan
halk O sm anlı idaresin i tercih ediyordu,
2 A sk eri
olarak, g ö çeb e din am izm inin m e rk ezi ordu
tarafın dan batıya karşı ustaca kullanılm ası, B atıda m illi b itliğ in ve
m erk ezi ordu hır m olu şm adığı bir dön em de O sm anlı zaferlerin i
kolaylaştırıyordu,
3, İs la m ’ı Osnuııılılar ken dilerin e has yo ru m la rı ile evren sel
biı m esa j h alin e getirm işlerdi, Din ve m ü lkiyet fa rk lılık la rın ın ö n em i
y o k tu İnsan varlığı esas kabu l edilmişti,, Bu tutum en gizisyon çağını
yaşayan batıya g ö re bir ü stünlük oluşturuyor ve O sm anlı idaresinin
tercih edilişin i beraberin de getiriyordu,.
6
Paraya
dayalı
bir
iktisadi
yapış! olamayan
Osman i i
İmparatorluğunun kendi dışında gelişen olaylar sonucu vergilerini aynı
olarak almak yerine İltizam Usulü denilen sisteme yani para
ekonomisine geçmiştir Oysa bir bölgenin gelirlerine M ültezim ’e havale
etmek o bölgede Sipahinin ortadan kalkması yani Tım ar sistemini
çökmesi demekti.
İltizam Usulü: Devletin gelirlerinden (maden ocağı, tuzla,
darphane, gümrük vb.) birisi üzerindeki hakkını artırma usulü ile belirli
bir müddetle, bir kimseye ondan aldığı peşin veya taksit para karşılığı
devretmesidir Hazine. Mültezimlerin yaptığı teklifler arasından en
yüksek teklifi yapan M ü lt e z im ’e 3-69 yıl arasında değişen bir süre ile o
M u k a ta a y ı vergilendirme hakkını devrederdi Bu süre
içerisinde
Mültezim, devletin sağladığı mali, idari ve adli kolaylıklardan
faydalanarak kanunların çizdiği sınırlar içerisinde tam bir özel girişimci
gibi hareket ederek artırmada saptanan miktarı hâzineye ödedikten sonra
kalan kısmını kendi şahsi ve meşru karı olarak kazanırdı, Mültezim bir
şahıs olabileceği gibi bir ortaklık da olabilirdi.
XVI yüzyıldan İtibaren gittikçe yaygınlaşarak uygulanan bu
sistemle aslında bireı özel girişimci olan Mültezimler mali ve mülki
biı eı yönetici olarak yönetim kademesinde yer edinmişlerdir Böylece
aslında geleneksel devlet sisteminde olmayan bu yeni züm re bir türedi
grubu ortaya çıkarmıştır A j a n l a r diye anılacak olan bu grup bir
anlamda mahalli feodallerdir. Ayanlar devletin otoritesine olabildiğince
kısm aça çalışarak bölgelerinde bir çeşit otonomi kurmaya çalışmışlardır
Fakat O smanh devlet yönetim geleneğinde yerleri olmadığı için hiç bir
zaman meşruiyet kazanamamışlardır
Bu durumun te k İstisnası
II M a h m u t’un Ayanlarla imzalamış olduğu S encd-i İ ttif a k ’tır
Devletin peşin paraya duyduğu ihtiyacın, aslında Askeri k a t ’ın
elinde bulunan iltizamların çoğunluğunu Gayri Müslimierin oluşturduğu
sermaye sahibi bir zümrenin de yönetime katılmasını beraberinde
getirdiğini
görüyoruz
Y ukarda
yönetenler
katma
eklendiğini
söylediğim iz bu gruba azınlık burjuvazisi demiştik
Asıl hedefi fazlaca kar elde etmek olan Mültezimlerin vergi
kaynaklarının korunması ile fazla ilgilenmemesi sonucu gelir
kaynaklarının yok olma tehlikesi ekonomiyi tahrip edici bir karakter
7
kazanınca bunu önlemek amacı ile gelecek yılların mali kaynaklarının
yıpranmasını önlemek ve Reayanın güvenliğini sağlam ak için bazı gelil
kaynakları Kayd-ı Hayat şartı ile yani sürekli olarak iltizama verilmeye
başlamıştı ki buna Malikane sistemi denilmektedir.; Mültezim lerin bu
usulde görev ve yetkilerini ikinci şahıslara bırakması örneği Malikane
sisteminde de kendini gösterdi ve İstanbul’da oturan ve Malikanesini
iltizamla idare eden bir grup oluştu
B -O S M A N L I D EV L E T İN İN G ERİ KALIŞI VE Y E N İL E ŞM E
ÇABALARI
Osmanlı devletinin gerek A nadolu’da ve gerekse A v ru p a’da
hâkimiyet kurmasını hızlandıran temel faktörlerin başında ; kuruluş
ve
yükseliş
devirlerinde gösterilen yüksek idari perform ans
gelmektedir Osmanlı devlet adamları bu devrede hâkimiyet kurdukları
topraklardaki geleneksel yapıları
"’H an edan 1a B a ğ lılık ’’ kaydıyla
muhafaza etmişlerdir;
G erek A nadolu’da ve gerekse R u m eli’deki asayişsizlik ve
toplumsal karmaşaya son vererek
asayiş ve huzuru sağlamayı
başaran Osmanlı yönetiminin bu özelliği hızlı bir genişlemenin temel
dayanağı olmuştur
Osmanlı
devletinin üzeıinde kuıulduğu alan, 16 Yüzyılda
kıtalararası ticaretin geliştiği döneme kadar
siyasal, toplumsal ve
ekonom ik açılardan eski dünyanın merkezi kabul edilen “ Akdeniz
H avzası”nın
kritik alanlarından biridir Roma
îm paratorluğu’nun
dağılm asından sonra, AvrupalIların medeni seviyelerinde gözlenen
düşüş, servet, güç ve daha da Önemlisi bilginin “doğ u”da birikmesini
sağlamış ve 11 Yüzyıldan itibaren aşağı-yukarı 700 yıl devam edecek
olan bîr “tarih d a ig a sf’nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. İşte Osmanlı
Devleti bu dönemde Türk fatihlerin temsilcisi olarak önce A n adolu’da
birliği sağlamış, daha sonra da yukarıda sözü edilen karmaşanın; etnik
ve dini lekabetlerin en keskin biçimde yaşandığı Balkanlara hâkim
olmuştur Buralarda, Osmanlı yönetiminin etnik ve dini yapıların iç
işleyişine dokunmadan merkezî devletin otoritesini hâkim kılm ak ve
8
nüfûs İskam yoiuyla ekonomiyi canlandırmakta gösterdiği başarı, hayli
cezbedici olmuştur
Diğer
taraftan, feodal rekabetlerin ve uzun hâkimiyet
mücadelelerinin A vrupa’yı tamamen kendi içine dönük hale getirmiş
olması da Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde yani 15 Yüzyılın
ortalarına kadar çok şiddetli rekabetlerle karşılaşmasını önleyen
bir
etkendir.
1.5 yüzyıl Türk ve dünya tarihinin genel seyri bakımından
oldukça önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir D o ğ u 'd a
Osmanlı Devleti ile şiddetli bir rekabete girişecek olan İran’da
merkezî bir devlet ortaya çıkmaya başlamış ve 16, Yüzyıldan itibaren
Osmanlı Devleti sadece “küffâra karşı cihad eden” bir devlet olmaktan
çıkarak, İran ile de boğuşmaya başlamıştır
Osmanlr Devletinin, gücünün zirvesine uiaştığı bu dönem de
Batıda da merkezî devletler oluşmuş,bununla hem zaman olarak ortaya
çıkan coğrafî keşifler; ticareti, askeri ve
siyasi organizasyonları
'‘Akdeniz D ü n y a sf’mn boyutlarından “ kıtalararası” boyuta taşımıştır.
Tabii,Osmanlı Devleti de geleneksel üstünlüğünün ne kadar
büyük
bir
tehditle
karşı
karşıya kaldığını
hemen
ilk an d a
anlayamamıştır Bütün 17 ve 18. Yüzyıl boyunca ortaya çıkan bir
dizi buhrana çözüm arayan Osmanlı seçkinlerinin hep 16 Yüzyıldaki
Osmanlı devlet organizasyonunu temel kıstas olarak kabul etmeleri bu
bakımdan pek şaşırtıcı değildir, Çünkü canlandırılması istenen
kurum ve gelenekler uzîın yüzyıllar boyunca denenmiş ve “kiiffâr
karşısında ' büyük bir üstünlüğün elde edilmesini sağlamışlardı Asıl
meselenin ortaya konulması, bir dizi utanç verici mağlubiyetten sonra
m ümkün olabilmiştir
Rusya karşısında uğranılan mağlubiyetle ilk defa Kırım gibi
bir “ m em alik-i İslam iye nin elden çıkması Osmanlı idareci ve
seçkinleri için çok ağır bir darbe olmuştur Daha önce Örtülü
biçimde,çekinerek
dile
getirilmeye çalışılan
“ye n ile şm e ”, artık
Osmanlı devletinin en temel meselesi haline gelmiştir
Özetlersek, Osmanlı devletinin çöküş sürecine girmesine ve
“y e n ile şm e yahut ısla h a t' arayışlarına yol açan gelişmeler dar açıdan
9
bakıldığında iç dinamiklere kolayca bağlanabilmektedir Oysa, zaman
hükmünü tek
toplum
ve tek
devlet için yürütmez Zam anı ve
gereklerini
eıken
anlayarak buna
uygun
yapılanmaları
gerçekleştiremeyen toplumlar, kendilerini daim a geçmişin "m uhteşem
ç a ğ la n ” ile övünmeye âdeta mahkûm etmişlerdir!
18 yüzyılın
sonlarından
başlayarak Türkiye
Türklerinin
gösterdikleri müthiş çaba,medeni bir millet olarak yaşam ak ve tarihin
dışında kalmam ak çabasıdır ve hayranlık vericidir
1-O sm anlı D e v le tin d e Islahat H areketleri
Herhangi bir toplumun, tarihin belirli bir döneminde kendisini
zirveye
taşımış olan temel kültürel, siyasal ve yönetim le ilgili
alışkanlıklarını kurum lanın değiştirmelerinin zor olduğu açıktır. Bu
tarz bir değişim
için,bunalımı derinden
hissettirecek olayların
yaşanması gerekmektedir
1683’deki Viyana Bozgunu ve bunu takibeden mağlubiyetler
zinciri Osmanlı Devleti ve toplumu açısından arayışın başlangıcı
kabul edilebilir, Burada bir noktaya temas etmek gerekiyor Osmanlı
toplumsal ve idari sistemi “a vam -h avass” ayrılıklarına dayalı olduğu
için, bu sistemde yöneticilerle yönetilenler
arasındaki
ilişkiler
“m ü tek abiliyet= karşılıklılık ” esasına değil ,tepeden tabana doğru
‘‘buyuruculuk" esasına dayalıdır Teb’adan beklenen itaat etmesidir.
Dolayısıyla, toplum yukarıda söz konusu edilen arayışlarda “k a tıla n ”
değil “seyred en ” durumundadır Yani yenileşme çabaları seçkinlerin
(=havass) meselesi olarak ortaya çıkmış ve büyük ölçüde de öyle
kalmıştır
Osmanlı aydu ı-b ü ro k ra tla n
bu dönemde gözlerini
batıya
çevirmişler ve bilhassa din değiştirerek Osmanlı hizmetine girmiş olan
dönmeler
vasıtasıyla
dış
dünyada ortaya
çıkan
gelişmelerden
haberdar olmaya çalışmışlardır.
Bir
başlangıç
M ü t e f e r r i k a ’yı örnek
10
noktası
olarak
bunlardan
İbrahim
verebiliriz Aslen, Macar olan bu zat, dini
inançları dolayısıyla ülkesinden ayrılarak Osmanlı devletine sığınmış,
burada İslâmiyeti kabul ederek devlet
hizmetine
girmişti O ’nuıı
y azd iği
Usû T ü l H i kem f i N izam ’ü l Ümem ” adlı eserde, Osmanlı
ülkesinde ilk defa olarak batıdaki gelişmeler hakkında etraflı bilgi
verilmektedir.
Bu eserde, A v ru pa’da gelişen yeni savaş usulleri,ilmi ve
teknik
gelişmeler
özetleniyor ve bu
gelişmelerin faydalarından
bahsediliyordu İbrahim Müteferrika burada önce üç siyasal sistemi
anlatır : M onarşi, A ristokrasi ve D em okrasi Oldukça ihtiyatlı bir dil
kullanarak A vrup a’daki yasa düzenlerini tanımladıktan sonra,bunların
dayandıkları
askeri kurulları ve yöntemleri inceler Rusya’nın,bu
değişmeleri uygulayarak.nasıl güçlenmeye başladığından söz eder. Bu
vesileyle ilk defa olarak A vrupa’daki yeni askerlik kuruluşlarım,bu
kuruluşların
gerektirdiği
silah değişiklikler ini,taktik
ve strateji
yeniiikteıini anlatırken de N izam -ı C edit deyimini kullanır Bu deyim
daha
sonraki dönemde Osmanlı İslahatını
tanımlamak için
kullanılacaktır M ü te fe ııika’nm bu eseri pek çok bakımdan öncü bit
eserdir
Fakat O ’nun asıl ünü 1728’de matbaanın Türkiye’ye
getiıilmesindeki rolünden kaynaklanmaktadır 17 Yüzyılın başlarından
itibaren A vrupa’da ortaya çıkan 11bilgi patlam ası ııın temelinde kitap
baskısındaki artışın ve kitap fiyatlarındaki ucuzlamanın tesirini ayrıca
belirtmekte fayda vardır Fakat,matbaanın kurulmasındaki gecikme ve
bir dizi teknik eksiklik bizde kitabın bu fonksiyonunu yani bilgiyi geniş
kitlelere ulaştırma ve yaym a fonksiyonunu hayli geciktirmiştir
Lâle Devri olarak anılan bu dönemde askerlik sahasında da
önemli sayılabilecek bazı yenilikler yapılmıştır Fakat bu
çabalar
Y en içerilerin karşı çıkması yüzünden devamlılık kazanam am ış ve
Patrona
H alil
A yaklanm ası
ile
bir
süre
durdurulm uştur
Ayaklanmacılar,İstanbul’u
kasıp
kavururken
matbaaya
dokunmamışlardır
Faaliyetlerini sürdürdüğü 1742’ye kadar bu ilk
Osmanlı matbaasında toplamı 23 cilt tutan 17 eser basılabilmiştir.
Matbaanın bu tarihte faaliyetine ata vermesi kısmen Osmanlı siyasal
sisteminden,kısmen teknik yetersizliklerden,kısmen de kâğıt üretiminin
azlığı ve okuyucu kitlesinin bulunmamasından kaynaklanmaktadır Bu
dönem de matbaada yapılan yıllık baskı sayısı
ortalama 850 nüsha
civarında kalmıştır.
11
Bu dönemdeki önemli gelişmelerden biri de M ühendishane-i
B erri-i H üm âyûn
ve M ühendishane-i Bahri-i Hüm âyûn
adıyla
askeri kara ve deniz mühendislik okullarının kurulmasıdır
Islahatların yerleştirilmesi için ikinci ve esaslı tecrübe
Yüzyılın sonlarında, H LSelim devrinde yapılmıştır
18
120 000 kişilik Osmanlı ordusunun 30.000 kişilik Rus
kuvvetleri karşısında uğradığı
ağır mağlubiyet sonunda
1791 ’de
imzalanan
Yaş A ntlaşm ası, Osmanlı devletinin sonunu getirmiş
gibiydi Artık İstanbul yolu açılmış, batıkların hedefledikleri “ T ürkleri
A vru pa'dan a tm a k ” hayali neredeyse gerçekleşme noktasına gelmişti.
İşte bu sırada F ransız İh tilâli’nin patlak vermesi Osmanlı D evleti’ni
kurtardı. Padişah, bu mağlubiyeti ve sebeplerini görüşmek gayesiyle bir
M eşveret M eclisi topladı Burada tartışılacak meseleler şunlardı :
1)Nizam-ı Cedit Ordusu kurulması,
2)Kapıkulu Ocakları ve Timar sistemi’nin ıslahı,
3)Yeni ordunun
bulunması,
kurulması
için gerekli
maddi
kaynakların
4)Askeri sanayi ve eğitimle, askerlik ilmi üzerine yazılmış
kitapların hazırlanması yahut yabancı dillerden çevrilmesi
Bu Meşveret Meclisinin kararlarını değerlendiren III Selim
öncelikle askerlik sahasında ıslahatlar yapm aya girişti Yeni askeri
usullere göre yetiştirilecek olan orduyu eğitmek üzere görevlendirilecek
olan yabancı subayların dışarıdan getir ilmesi,yeri i teknik subay sınıfının
yetiştirilmesi, yeni kışlaların yaptırılması,gerekli ders kitaplarının
Fransızcadan tercümesi bu dönemin başarıları olarak ilk akla gelenlerdir
Arapça ve Farsça’nın dışında yabancı dil eğitimine ilk defa
Fransızca eğitimi ile
başlandı
Avrupa başkentlerinde D aim i
E lçilikler’in kurulmasına da ilk defa 1793’de teşebbüs edildi Nizam-ı
C edit’in giderlerini karşılamak üzere İrâd-ı C edit adı altında yeni bir
hazine kuruldu. Buraya gelir temin etmek için mali alanda yapılan
çalışmalar ve timar sisteminde başlatılan değişikliklere karşı ayanların
gösterdiği tepkiler yeniçeri ve ulemanın tepkileri ile bir leşince 29 Mayıs
1807’de Kabakçı M ustafa adıyla anılan bir serkeşin öncülüğünde
12
patlak veren ayaklanmayla fil Selim tahttan indirildi ve yerine IV.
M ustafa getirildi Birkaç ay sonra, Nizam-ı Cedit taraftarlarınca ikna
edilen R usçuk A yam A lem dar M ustafa P aşa, İstanbul’a yürüyerek
padişahı tahttan indirdi ise de bu sırada III Seiim asiler tarafından
öldürüldü ve Osmanlı hanedanından hayatta kalan son erkek olan II.
M ahm ut tahta geçirildi
Alem dar M ustafa Paşa sadrazamlığa getirildi ve ilk iş olarak
ülkede gücün gerçek sahibi oldukları görülen ayanlarla padişah arasında
bir anlaşma yapılması için harekete geçti
1808 Ekiminde imzalanan ve Sened-i İttifak adıyla anılan bu
belgede padişah, güvenliğinin sağlanması karşılığında; ayanların
ayrıcalıklarını tanıyacağını taahhüt ediyordu Böylece,Osmanlı tarihinde
ilk defa olarak, teorik bakımdan iktidarı sınırsız olan padişah,yetkiler inin
sınırlandırılmasını resmen kabul etmiş oluyordu Artık padişahın
hâkimiyeti ayanların kefaleti altındaydı
Sultan, iktidarını kurtarabilmek için, bu belgedeki şartlan kabul
etmiş görünmekle beraber, bütün saltanatı boyunca bu ayan kesimini
sindirmeye ve ortadan kaldırmaya çalışmıştır.. Mısır Valisi M ehm et Ali
Paşa dışındaki ayanların nüfuzunu kırmakta da başarılı olmuştur
Nizam-ı C edit’in yıkılışından Tanzimatın ilânına kadar geçen
zaman içinde eski siyasi rejimin yerine yeni bir sistem geliştirme
konusunda bir bocalatma dönemi yaşanmıştır Bu devirde üç temel eğilim
ortaya çıkmıştır:
1)Geİeneksel sistemin sürdürülmesi,
2)Merkeziyetçi hükümdarlık teşkilatı ile taşra güçleri arasında
sözleşmeye dayalı bir devlet yapısı oluşturmak,
3)Hüküm darın mutlak
bürokratik monarşi kurmak
Bu üç eğilim arasındaki
sürecektir
hâkimiyeti
altında
merkeziyetçi
bit
bocalama, cumhuriyet devrine kadar
II M ahm ut devrindeki köklü ıslahat hareketlerinin başlatılması
ancak Yeniçeri O cağı’nm kapatılmasıyla m ümkün olabildi 1826’da
13
Yeniçerilerin kışlaları topa tutularak dağıtıldı ve O ca k ’la özdeşleşmiş
olan Bektaşi Tarikatı da takibat altına alındı Önde gelen Bektaşi
babalarından
üçü alenen
asıldı
ve
bir
çoğu
sürgüne
gönderilerek,tekkeleri kapatıldı Ocağın kapatılmasından sonra li
Mahmut,uzun zamandan beri beklettiği Islahat Hareketlerini bir bir
gerçekleştirmeye başladı
a)A skeri Islahatlar
1826 sonlarında A sakir-i M ansure-i M uham m ediye
adı
altında kurulan yeni oıdu için bir yönetmelik çıkarıldı Vilayetlere
gönderilen emirnamelerle,yeni orduda görevlendirilmek ü ze re,12 yıllık
mecburi askerlik hizmetiyle yükümlü olacak askerlerin toplanması
istendi
Yurtdışından subaylar
getirilerek
ordunun
eğitimiyle
görevlendirildi 1827’de ordunun hekim ihtiyacım karşılamak amacıyla
İstanbul’da A skeri Tıbbiye M ektebi açıldı. 1831 yılında M uzıka-i
Hümayun, 1834’de M ekteb-i U lûnı-ı H arbiye kuruldu Bu okullarda
Fransızcamn öğretilmesine de başlandı
b)Diğer Islahatlar
Osmanİı devletinin ihtiyaç duyduğu tercümanların yetiştir ilahesi
için lîâ b ıa li’de bir Tercüm e O dası kuruldu Bu kalemlerde görev
alanlar daha sonra Osmanlı hâriciyesinin esas kadrolarını teşkil
edeceklerdir
Diğer yandan padişah,merkeziyetçi yapıyı güçlendirmeye
gayret sarfetti ki; bu durum, daha sonraları gelişen bürokrat sultasının
bir başlangıcı olarak kabul edilebilir. Yeni okullardan yetişen bu
bürokratlar,toplumun mütevazi kesimlerinden gelmekteydiler ve okumuş
olmaları deviet hizmetinde yükselmelerine ve sınıf atlamalarına
yeterliydi Merkeziyetçiliği güçlendiren daha ileıi iki tedbir 1831 ’de
alındı Bunlardan birincisi, ilk O sm anlı N üfûs AV/yz/Hi’nın yapılması,
İkincisi ise m ü lk yazım ı idi Nüfûs sayımı ile aynı zamanda daha verimli
ve sağlıklı bir vergi tarh ve tahakkuk sistemi gerçekleştirmek için mülk
yazımı da yapıldı Aynı yıl T imar Sistemi kaldırıldı ve vakıflarda yeni
düzenlemelere gidildi İlk Osmanlı resmi gazetesi olarak 1 8 3 1 d e
Takvim -i V ekayi
çıkarılmaya başlandı Posta Sitemi kuruldu ve
Karantina usulü kabul edildi,
14
Hükümet sisteminde de önemli değişiklikler yapılarak ‘K a b in e
Sistem i ”ne geçildi Yeni idari meclisler oluşturuldu
Padişah, kendi te b ’asıyla batılılar arasındaki gözle görülür
farklılıkları ortadan kaldırmak amacıyla sarığı ya sa k la ya ra k
fes
g iy ilm e sin i mecburi kıldı Önceleri sadece askeri alanda başlatılan bu
uygulama 1829’da sivilleri de kapsayacak şekilde genişletildi Sultanın
portresi devlet dairelerinin duvarlarına asılmaya başlandı
A y a n lık kurumu kaldırılarak, yerine köy ve mahallelerde
m u h t a r l ı k kurumu oluşturuldu
İlk defa 111. Selim zamanında
oluşturulan M e ş v e r e t M eclisleri yerine üç ayrı ve sürekli kurum
teşkil edildi : D âr-ı Ş û ra -y ı B âb-ı Âli (Hükümet Şurası), M eclis-i
V âlâ-yı A h k â m - ı A dliye (Adliye İşleri Yüksek Meclisi) ve D â r -ı
Ş û ra -y ı A sk e rî Bu kurulların ayrı ayrı belirlenm iş g ö revleri vardı;
yönetim, ordu ve hukuk alanlarında yapılacak yenilikleri belirleme ve
bunları kurallara bağlamakla yükümlendirihuişlerdi
Bütün bu gelişmelerin oldukça yüksek bir maliyeti vardı ve
Osmanlı devleti aynı zam anda dışarıdan d a M ehm et Ali Paşam ın baskısı
altma girmiş bulunuyordu
Mısır Vâlisinin, oğlu İbrahim Paşa
komutasındaki bir kuvvet 1838’de
Halep ve Kütahya yakınlarında
O smanh kuvvetlerini bozguna uğratarak İstanbul yolunu açmışken,
büyük devletler duruma müdahale etmekte gecikmediler
Tabii
karşılığını alarak Osmanlı devleti İngiltere ile 1838’de, zaten pek iyi
durumda olmayan ekonomisini çökertecek oian B a ftalim an ı G ü m r ü k
A n l a ş m a s r m imzalamak zorunda kaldı. Bunu Fransa ile yapılan aynı
nitelikte birtakım anlaşmalar takibedecektir Osmanlı ekonomisi bu yeni
süreçte bütün rekabet imkânlarım kaybedecek ve devlet dış borç
batağına sürüklenecektir
Iİ
M a hm ud’un
bu yenileşme hareketlerinin
T a n z im a t F e r m a m ’nm ilânına zemin hazırladı
gelişmesi,
15
2-T an zim at ve Islahat Ferm anları D önem i
] 8 yüzyılın sonlarından başlayarak, Osmaniı devlet ve toplum
yapısında gerçekleştirilmeye çalışılan yenileşme hareketleri içinde
Tanzim at Ferman* tam bir dönüm noktası teşkil eder II M ahm ut
döneminde yetişen ve batıyı az-çok tanım ak imkânı bulmuş olan Sadık
R ıfat P aşa,M ustafâ R eşit Paşa gibi Osmaniı bürokrat elitine mensup
zatlar,devletin varlığını sürdürebilmesi için yeni bir yapılanm a sürecine
girmesi gerektiğini görmüş ve bu yolda gayret sarfetmişlerdir Ancak
T anzimat Fermanı sadece bu iç dinamiklerden kaynaklanmış sayılamaz,
Zira, devletin zayıflamasıyla birlikte, ülkedeki
Hristiyan unsurlar
üzerindeki etkilerini artırmak isteyen batılı devletlerin, bunlar lehinde
ıslahat
yapılması
yönündeki
baskıları
da
G ülhane
H att-ı
H ü m a y u n u ’nun hazırlanmasında etkili olmuştur Diğer yandan,M ısır
Valisi M ehmet Ali P aşa’mn isyanını önleyemeyen Osmaniı hükümeti
bu fermanı ilân ederek büyük devletlerin sempatilerini kazanm ak ve
bunlar vasıtasıyla yapılacak baskıyla, ayaklanmayı durdurm ak istiyordu.
Bütün bu sebepler Osmaniı Devletiniiı önünde Tanzimat denilen yeni
bir sayfanın açılmasında etkili olmuştur.
H M a h m u d ’un ölümünden hemen önce Reşit P aşa’nın, Osmaniı
devletinin bütünlüğünün korunması karşılığında yeni bir sistem
oluşturmaya çalışacakları yolunda İngiltere Dışişleri Bakanı
Lord
P a ln ıerston ’a verdiği garantinin bir sonucu olarak, Sultanın ani
ölümünden sonra yeni padişah
A b d ü lm ecid ’in onayıyla bizzat
sadrazam tarafından kaleme alınmış olan ferman, 3 Kasım 1839’da
sadrazam tarafından okundu ve yürürlüğe girdi
Tanzimat Fermanı,Osmaniı devlet geleneğinin bir sonucu
olarak,yöneticilerin ; te b ’a karşısında yerine getirmeye söz verdikleri,
tek taraflı bir vaadler demetidir Fermanda
zikredilen hususların
gerçekleştirilmesini denetleyebilecek herhangi bir iç-siyasa! ya da
toplumsal m ekanizm a yoktur Yani ; uygu lam al arın, yöneticiler in şahsi
niteliklerine ve dış olayların zorlamasına bağlı bir seyir takibetmesini
Önleyecek yapılar oluşmamıştır
16
Tanzimat Fermanı,bütün vatandaşlara eşit haklar,can ve mal
güvenliği, mali, askeri ve adli sahalarda bir dizi ıslahatlar öngörüyordu
Bu haklar, çıkarılacak yasalarla yazılı güvence altına alınacaktı Padişah,
kendi mutlak iradesinin sınırlandırılmasını
kabul ederek, hükümet
yönetiminin m evadd-ı e s a siy e ’y z göre çıkarrlacak kanunlara göre
yürütüleceğini
bildiriyordu
Yani,
keyfî
y ö n e t im d e n ,h u k u k u n
ü s tü n lü ğ ü ilkesine d ay a lı yeni bir yönetimin gerçekleştirileceği vaad
ediliyordu M e şv e re t Ş u r a s ı ’nin kararlanma göre bu esaslar şunlar
olacaktı :
1)Devlet yönetim inin yeni kanunlara göre düzenlenmesi,
2)K.anunların “ş e r i a f ’a uygun olması,
3)Kanunların gayesi ; can,mal ve namus güvenliği gibi te m el
hakların dokunulm azlığım sağlamaktı,
4) Bu kanunlar
uygulanacaktı,
din
farkı
5)Hüküm dar,bu
verecekti.
kanunlara
gözetilmeksizin
aykırı
bütün
te b ’aya
davranmayacağına
söz
Vaadletin hayata
geçirilmesi için kurulan meclisler,halkın
katılımıyla değil; ulema, bürokrasi ve ordu seçkinlerinin atan m asıyla
oluşturulmuştur Ancak, T azimat Dönemi olarak adlandırılan 1839-1876
devresi, Osmanlı devleti ve toplumu açısından tam bir yeniden
yapılanm a devresi olmuştur, Böyiece, III Selim zamanında "b a tı
kurumlar inin alınm ası ’ şeklinde gelişen modernleşme hareketi siyasal
ve kültürel alana da taşınıyor ve artık batı fikirleri de Türkiye’ye
girmeye başlıyordu Bu dönem de ortaya çıkan değişmeleri birkaç başlık
altında kısaca özetlemek gerekirse :
a)D evlet İdaresi ve H üküm et A lanında
Sultan Abdülmecid, padişahlığın geleneksel niteliklerine
inanmış olmakla birlikte mühim yenilikler de getirmiştir Halkın içinde
bulunduğu gerçek durumu öğrenmek için inceleme gezileri yapmış, her
yıl Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı A dliye’nin açılışına katılarak, yapılan ve
yapılacak olan işler hakkında bilgi vermiştir Bu dönem de,yapılacak
işlerin, önce komisyonlarda hazırlanarak, özel meclislerde tartışılması ve
17
daha som a Meclis-i V âlâ’da karara bağlanarak ,padişah onayından sonra
yürürlriğe girmesi gelenek haline getirilmiştir Sadrazam lık makamının
niteliklerinde önemli bir değişiklik olmamış, ancak; Ş eyh ülislâm lık
önemini kaybetmeye başlamıştır.
24 Eylül 1854’de M eclis-i  li-i Tanzim at (Tanzimat Yüksek
Meclisi) kurularak, kanun
ve yönetmeliklerin hazırlanması işi bu
kuruma devıedilmiş, 9 Eylül 1861’de Meclis-i V âlâ ile birleşerek iki
daı'ıe halinde çalışmalarını sürdürmüş, nihayet 1868’de mülki idare
işlerine bakacak olan Şura-yı D evlet (bu günkü Danıştay) ve adalet
işlerine bakacak D ivân-ı A hkâm -ı A dliye (bu günkü Yargıtay) teşkil
edilm iştir
Vergi toplamada İltizam
usulü kaldırıldı M erkeze
yakın
eyaletlerden başlayarak, sancak yönetimi “m ü ltezim ler"den alındı,
,TnuhassıIlar’’a verildi Bunlar hem bölgenin yönetimini üstlenecekler
ve hem de vergileri toplayarak merkeze göndereceklerdi Bu işlerin
yapılm asında muhasşıllara yardımcı olmak üzere sancak merkezlerinde
“ M uhassıihk M eclisi ‘ adi altında yeni bir kurul oluşturuldu Halktan
temsilcilerin de katıldığı bu kurul, vergilerin tesbiti, toplanması ve
benzeri hizmetlerin yerine getirilmesinde m uhassda yardımcı olacaktı
A ncak sistemin işlemesi birçok sebepten ötürü m üm kün olamayınca
1842 M arkından başlayarak iltizam usulüne tekıar dönüldü
Eyalet ve sancak yönetimi de yeniden düzenlendi. Tanzimatın
uygulandığı bölgelerde birkaç köy birleştirilerek, ilk defa köyle sancak
arasında “kaza” adı altında bir idari birim oluşturuldu Kazaları K aza
M üdürü olarak adlandırılan
ve seçimle atanan kimseler idare
edeceklerdi Muhtarların ve Kaza Müdürlerinin seçimle atanmaları
halkın “seçim ’ kavramını tanıması açısından önemli adımlardır Sancak
yöneticisi doğrudan doğruya hükümet merkezinden atanacak olan
K aym akam idi. Bunlar sancak merkezlerinde kurulan Sancak M eclisi
"ne başkanlık eder ve V ali’ye karşı sorumluluk taşımakla beraber o ’nun
tarafından görevden alınamazlardı. Sancak Meclisleri Kaymakam, Mal
M üdürü,Tahrirat ve Mal Başkâtipleri ile Müslüman ve Gayrimüslim
toplulukların temsilcilerinden meydana geliyordu Eyalet yöneticisi
eskiden olduğu gibi yine Vaİi idi Valiler de yönetimi E yalet M eclisi ile
birlikte idare eder ve merkezden atanırlardı
18
1864’de çıkarılan V ilâyet N izam nam esi ile ülke v ilâ y et,
sancak, kaza ve köy yönetm birimlerine ayrılıyor, Eyâlet adı V ilâyet
olarak değiştiriliyordu. Sancak yönetimi Kaymakam yerine M u tasarrıf
denilen yöneticiye bırakılarak, Kaza müdürlüğü kaldırılıyor, yerine
hükümet tarafından Kaymakam atanıyordu Fransız taşra yönetimi örnek
alınarak yapılan bu düzenlemelerde Eyalet M eclisi yerine, V ilâyet
İdare M eclisi
kurulmuş ve üyelerinin seçim ine ilişkin hükümlere
açıklık kazandırılmıştır
b)E ğitim A lanında
Tanzimatın
idari
alanda
getirdiği
değişikliklerin
uygulanabilmesi her şeyden önce
bu ilkelere uygun bir eğitim
sürecinden geçm iş bir b ürokrasi’nin varlığına bağlıydı D olayısıyla
Tanzimat döneminde
batı tarzında eğitim
veren
kurumlar m
oluşturulmasına öncelikle yüksek eğitimden başlanmıştır Bu amaçla
1859’da M ekteb-i M ülkiye ve 1869’da M ekteb-i Tibbiye-i M ülkiye
kuruldu
Bir başka m esele ise bu okullarda okutulacak olan kitapların
teminidir Bu amaçla meselâ; Mühendishane’de ders veren hocalara
tercümeler yaptırılmış ve burada kurulan matbaada basılan kitaplarla
konuya çözüm getirilm eye çalışılmıştı, Tıp alanında Türkçe eğitim e
geçiş ise ancak 1867’de mümkün olabilmiştir
Bir başka noktayı da hatırlamak gerekir Tanzimatın tem el
ilkesi din,ırk ve m ezhep farklılığı gözetm eksizin bütün teb ’anm eşit
olduğu ilkesi idi D olayısıyla kurulacak olan okullar sadece müslüman
Osmanlılann değil, M illet-i O sm an iye’nin tamamının istifadesi için
kurulmuştur Dolayısıyla, dil m eselesi, müsiümanlar için bir engel olarak
ortaya çıkacak ve m eselâ tıp alanında en azından ilk yıllarda eğitim
görenler arasında gayrimüslimlerin sayısı daha fazla olacaktır
Yüksek
öğrenimin
altyapısını
hazırlamak
amacıyla
ortaöğrenime büyük bir ağırlık verilmiş bu amaçla yeni tarzda eğitim
veren okullar kurulmuştur 1846’da A sk erî İdadiler, 1847’de M ülkiye
R üştiyeleri ve diğerleri ile yeni usulde ortaöğretim kumrularının
oluşturulması yoluna gidilmiştir Fransız L ise’leri örnek alınarak
1865’de D ârü şşafaka, 1867’de G alatasaray Sultanileri kuruldu
19
Ortaöğretimin
gelişmesi üzerine artan öğretm en
karşılamak
amacıyla
1847’de
DarüIm uaHimin,
D arülm uallim in-i Sıbyan kuruldu
ihtiyacım
1862’de
Kadınlar için 1842’de Ebe M ektebi, 1858’de K ız R üştiyeleri,
1870’de Kız Sanayi M ektepleri ve aynı yıl D arü lm uallim at
kurulmuştur
Batı tarzında eğitim veren bu “ o k u r l a r ı n , ” m e k t e p ” lerin yerini
almaya başlamasıyla medreseler
de Önemini
yitirmeye ve
etkisizleşmeye başlamışlardır Bu yeni kurululardan yetişenler özellikle
Fransız tiyatro ve edebiyat eserlerini adapte ederek
yayınladılar
Edebiyatta yeni yazım türieri (roman, piyes vb.) gelişti
Yine aynı dönem de bazı fen kitapları ve dergiler yayınlanmaya,
gazete ve kitap Osmanlı hayatında daha etkili olmaya başlamıştır.
Bütün
gayretlere rağmen
Osmanlı devleti
büyük güçler
tarafından batılı bir devlet olarak kabul edilmedi. 1856’da Paris Barış
Konferansına katılmak isteyen Türkiye’ye ön şart olarak “ülkedeki
bütün azınlıklara eşit haklar tanın m ası” gerektiği ileri sürüldü Bunun
üzerine
batılı büyük güçlerin isteklerine uygun olarak hazırlanan
“Islahat Ferm anı” ilân edildi.
Paris Barış Antlaşmasına imza atan
Osmanlı devleti bundan sonra ülkesinde yapılacak bütün ıslahatların
batılı devletler tarafından denetlenmesini de kabul etmiş oluyordu
Tanzimat Fermanı, nisbeten
iç zorunluluklardan doğmuş
olmasına karşılık Islahat Fermanı doğrudan doğruya batıkların
müdahalesiyle hazırlanmış ve ilân edilmiştir 1856’dan sonra Osmanlı
devletinin tarihi, bir “ müdahaleler; devri “ olarak adlandırılabilir
Uygulamalardaki
eksiklikler ve aksamalar içeride
hoşnutsuzluğun
artmasına sebep olduğu gibi, dışarıda da olumsuz gelişmelere gerekçe
teşkil etmiştir
Tanzimat Fermanı ile ülkede ortaya çıkan bu köklü değişim
yeni bir siyasi düşünceyi de şekillendirmeye başladı :
Osmanlı
topraklarında yaşayan herkese tek vatand aşlık sıfatı altında, fakat
devletin bütünlüğüne zarar vermeksizin, eşit hak ve vazifeler tanımak. .
Bu fikir, azınlıkları devlete bağlamak ve bu toplulukların Y unan istiklal
hareketinde olduğu gibi bağımsızlık için isyana kalkışmalarım önlemek
20
endişesine kolaylıkla.bağlanabilir. Fakat, bu mümkün olmamıştır Bunun
çok çeşitli sebeplerinin başında Türkleri A vrupa’dan atm ak fikrinin
hayata
aktarılmasında
büyük
devletlerin
Osmanlı
azınlıklarını
kullanmaya çalışmaları gelmektedir
Bu noktada, artık Osmanlı
topraklarının paylaşılması anlamını ifade eden Şark M eselesi’ne temas
etmekte fayda vardır
3- Şark M eselesi
19 yüzyıldan itibaren bir siyasi terim olarak kullanılm aya
başlanan “Şark M eselesi ” nin, tarihî başlangıcım oldukça eskilere
götürmek mümkündür Z am ana ve mekâna bağlı olarak değişik
görünümler altında ortaya çıkan bu politikanın temelinde HristiyanMüslüman
veya A vrupa- T ürk münasebetleri yatmaktadır. Terimin
Avrupalılar tarafından kullanıldığı göz Önüne alınırsa, bu meselenin
esasen Avrupa'nın haçlı zihniyeti
ile üzerine eğildiği ve kendi
menfâatlerine uygun biçim de halletmeye çalıştığı bir mesele olduğu
kendiliğinden anlaşılmaktadır
A v ru p a’yı fazlasıyla meşgul eden bu meseleyi iki safhada ele
almak mümkündür Birincisi 1071-1683 tarihleri arasındaki devredir Bu
safhada Avrupalılar savunmada, T ürkler taarruz halindedirler Anılan
tarihlerde Şark Meselesinin esaslarını aşağıdaki şekilde özetlemek
mümkündür :
1)1 üt kleri A nad olu’ya sokmamak,
2 ) Tüıkleri A n ad o lu ’da durdurmak,
3)Türklerin R um eli’ye geçişini engellemek,
4)Türklerin Balkanlar
ilerleyişine mani olmak,
üzerinden
Avrupa
içlerine
doğru
Şark Meselesinin kabul edilen bu hedeflerine rağmen Tüıkier
A n adolu’ya girmiş
ve yerleşmiş, R u m eli’ye geçmiş, Balkanlar’ı
tamam en zaptetmiş ve V iyana kapılarına kadar ilerlemişlerdir. Fakat
1683 tarihinde Fürklerin V iyana’da mağlubiyete uğramaları ile Şark
Meselesinin birinci safhası bitmiş, ikinci safhası başlamıştır Bu devrede
Türkieı savunmada, Avrupalılar ise taarruzdadırlar 1920’li yıllara kadar
21
devam eden bu devrede Şark M eselesinin gelişm esi şu seyri takip
etmiştir:
1)Balkanlardaki Hristiyan milletleri Osmanlı hâkimiyetinden
kurtarmak; bu am açla sözkonusu toplulukları isyana teşvik ederek,
evvela iç işlerinde serbestlik demek olan m uh tariyet almalarını, sonra
da istiklallerini elde etmelerini sağlamak. Sırasıyla, Y un an, Sırp ve
Bulgar
bağım sızlık hareketleri bu ilkenin başarıyla uygulandığı
olaylardır.
2)bir inci maddede
belirtilen hususlar gerçekleşm ezse,
Hıisttiyaniar için ıslahat talep etmek ve onların lehinde Osmanlı
hükümeti nezdinde müdahalelerde bulunmak
3)Türkleri Balkanlardan tamamen atmak
4)İstanburu Türklerden geri almak
5)Osmanlı devletinin A sya’daki topraklarında yaşayan Hristiyan
azınlıklar
lehine ıslahatlar yaptırmak, muhtariyet elde etmelerini
sağlamak veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak, E rm eni
A y a k la n m a sın ın tem elinde bu vardır
6) Anadolu’yu paylaşarak,
A sya’daki yurtlarına sürmek
Türkleri
buradan
çıkarıp^
Orta
AvrupalIların takip ettikleri bu politikaların temelinde ise
Koloniyalist yayılma ve ekonom ik emperyalizm istekleri yatmaktadır.
Bu politikaların geliştirilmesinin başlıca sebeplerini üç ana başlık
etrafında toplamak m ü m k ü n d ü r :
a)M ad d î Seb ep ler :
19 yüzyılda Avrupa dünyanın sanayi,sermaye ve üretim
merkezi durumuna gelmiştir Bu bakımdan, gelişen sanayileri için
hammaddeye; üretilen mallan satmak için pazarlara; sermayesini
değerlendirmek için emeğin ucuz olduğu, sanayi ve teknolojinin
gelişm ediği ülkelere
ihtiyacı vardı Sanayileşen Avrupalı güçlerin
uyguladıkları him ayeci ekonom i p olitikaları yüzünden bu ihtiyaçların
Avrupa kıtasında karşılanması büyük çatışmalara sebep oluyordu O
halde, Avrupa dışında yayılmak lazımdı Böylece em peryalizm ve
22
s ö m ü rg e c ilik Avrupa içi çatışmaları önleyecek bir em niyet sübabı
durumuna geldi
b ) S t r a t e j i k S ebepler
Kolonileri, pazarlan, etki sahalarını
korumak ve bunlar
arasındaki irtibatı sağlamak için stratejik mevkileri ele geçirm ek veya
tesir sahası içine almak lazımdı,
c )P siko !ojik S eb epler :
Emperyalizm, sadece ekonom ik çıkarlar sağlayarak servet
birikimini sağlamak am acından ibaret değildir Aynı zam anda ülkelerin
prestijini artırarak, büyük devlet ve bü yü k m illet olm a a rzu la rım d a
tatmin
etmektedir
Öte taraftan,
B atı
M e d e n iy e ti5nin te m el
değerleri,yükselen ekonom ik güçle orantılı olarak;,batılr olm ayan
to plu m lu n u ben im sem esi gereken değerler olarak algılanmaya
başlamıştır. “ A v ru p a lI b ey a z in s a n ” ın diğer ırklardan üstün olması
gerektiği hissi ve Hristiyanlık şuuru emperyalist ye kolonici politikaların
itici unsurları oîmuştur Bütün bu sebeplerle Avrupalı, kendi dışındaki
dünya
milletlerini
u yandırm ak,
m edenileştirm ek, H ristiya n lığ ı
ya ym a k ,b a şk a devletlerin sınırları içinde yaşayan H ristiyan ları
ku rta rm a k gibi bir dizi uygulamayı kendi gö revi olarak kabul ediyordu
Bu A v r u p a lıl a ş tı r m a politikalarında hemen hem en
hiçbir zorlukla
karşılaşmayan batılıfar, çok kolay zaferler elde etmişlerdir Sadece
Türkleı in hâkim oldukları Osmanlı devleti b u 'a m a n sız yayılm acılığın
karşısında direnebilmişti Oysa Türkler, ne H ris tiy a n , ne d e A v r u p a lı
idiler İşte Türkiye’ye yönelik politikaların acımasızlığının temelinde b u
baş eğm em e ve direnme yatmaktadır.
Bu genel tesbitler, batılı devletlerin kendi aralarındaki
rekabetlerin
tamam en
ortadan
kalktığı
düşüncesini
hatıranıza
getiın^emelidir Her ülke kendi menfaatlerini ön planda tutan politikalar
geliştirmiş ve bu sebeple kendi aralarında da şiddetli bir çatışma
sürmüştür
23
C -O SM A N L I SİY A SA L H A Y A T IN D A M E ŞR U T İY E T VE
M U H A LEFET
Osmaniı ıslahatlarının
ortaya çıkardığı yeni toplumsal
güçler in, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyasal hayatta etkinlik
kazanmak için hareketlendiğine şahit oluruz Tanzimat reformlarıyla
filizlenmeye başlayan bu yeni seçkinler sınıfının eksenini dört meslek
grubuna
mensup
olanlar
teşkil
etmektedir
:
Subaylar,B ürokratlar,H ukukçular ve G azeteciler
1850’Ierden
sonra Türk yenileşmesinin öncülüğünü , bu mesleklere m ensup olan
aydınlar üstlenmişlerdir.
Büyük çoğunluğu alt-orta sınıflardan gelen bu yeni elit grubu
menşeleri
itibarıyla
yönetici
sınıfa
karşıt
duygularla
yetişmişlerdi Bunlardan subaylar,çok küçük yaşlardan itibaren girdikleri
askerî okullarda kendilerine benimsetilen değerler doğrultusunda
"toplum u değiştirm e ve idare et/Me” misyonunu
üstlenmekteydiler
Gazetecilik,devletle toplum arasında etkileşimi sağlayacak olan
mekanizmaların yokluğundan ötürü, oldukça erken f)ir zamanda, bu
kopukluğu gideren ler
yani; halkın h aklarım sa vu n a n la r
rolünü
üstlendiler Halkla kendileri arasındaki eğitim farklılığı son derece
belirgin olduğu için bir yandan da halkı eğitm e ve u yarm a gibi iki kilit
rolü de kendiliğinden benimsediler Bu tarihlerde bütün dünyada
iletişimin en önemli unsurunun gazete olduğunu hatırlarsak, bu meslek
mensuplaıinin etkinliğinin boyutlarım da kavramış oluruz Tanzimat
reformlarının hukuk alanında getirdiği yeniliklerin
bir sonucu olarak,
..Osmaniı hukukuna giren batı normları bu alanda ihtisas yapm ış olan
dindışı bİı hukukçular grubunun gelişmesini sağladı. Medrese dışında
yetişen bu grup, Türkiye’de
laik
veya seküler
bir geleneğin
oluşm asında da etkin bir rol oynadı
Osmaniı aydınları batıyla karşılaştıkça ve batının ezici
üstünlüğünün gerisinde bilim alanında ortaya çıkan gelişmelerin yattığını
farkettikçe kendi fikir kategorileri arasında “terakkiya t-ı c e d id e ”, ’’ulûm
ve fü n û n ”u Ön plana çıkarmaya başlamışlardır Bu sıralarda A vrup a’da
moda olan ve kendisinden önceki düşünce akımlarını gerileterek ön
plana çıkan biyolojik m ateryalizm Osmaniı aydınlarını da büyülemiştir
24
Derin bir felsefî tartışma geleneğinin olmadığı bir toplum da gelişen
kabuller, belki de medrese geleneğinin bir sonucu olarak tartışılmaz
hakikatlere yani dogm alara
dönüştü A vrupa’da bilim kendisinden
önceki bütün dogmaların yerini nasıl almışsa, bir çırpıda Osmanlı
aydınının kafasında da eski fikir kategorilerinin yerini alm aya başladı
“ Sadece güçlü olanların yaşam ayı sü rd üreb ild ikleri” şeklinde
özetlenebilecek olan D arw in izm ’in medrese kökenli aydınları bile
etkilediği söylenmiştir Batıda ortaya çıkan ilerlem e/terakk i fîkri de
Osmanlı aydınları açısından siyasal bir ayrımın temel ölçütü haline
gelecektir Türk siyasal hayatında sık sık karşılaştığımız ilerici-g erici
tartışması, büyük ölçüde bu modernleşme sürecinin bir sonucu olarak
karşım ıza çıkmaktadır
Batıda geleneksel
Türk
imajının dışında olduklarını
vurgulam ak açısından Jöntürk/G enç Türk olarak adlandırılan ve
1860’lardan itibaren Türk siyasal hayatında etkili olmaya başlayan bu
aydınlat grubunun üstlendiği temel misyon “d e v le f i k u rta rm a k ”lu Bu
kurtuluşun sihirli reçetesi ise “b ilim ”û'u Bu kısa zihniyet tahlilinden
sonra Jöntürk hareketinin genel seyrine bakabiliriz.
I-Y eni O sm anlılar M u h alefeti ve I, M eşrutiyet
Osman!t ülkesinde Müslüman aydınların kurduğu ilk gizli
muhalefet örgütünün Fedailer C em iyeti olduğu söylenmiştir. Ancak bu
cemiyetin pek etkin olmadığı anlaşılmaktadır Bu manadaki ilk ve etkili
muhalefet örgütü olarak G enç O sm anlılar C em iyeti’ni gösterebiliriz
Cemiyeti kuran aydınların tamamı ya II M a hm ud’un batılılaşma
hareketine başladığı s ırada,yahut Gülhane Hatt-ı H üm ayunu ’nun
ilânından sonra doğmuşlardır, Bu aydınların bir kısmı yabancı dil
öğrenmeye muvaffak olmuş ve bu sayede devrin fikir akımlarıyla tem as
etmek ve AvrupalIların Osmanlılar hakkındaki maksatlarını öğrenmek
imkânını bulmuşlardı Sultan Abdülaziz devrinde, T asvir-i Efkâr,
M uhbir ve Tercüm an-ı A hval gazeteleri bu aydınlar grubu tarafından
çıkarılıyordu
25
Genç Osmanhlar, devletin Avrupaya borçlanması ve borç alınan
paraların israf edilm esini tenkit ediyorlardı, Yabancı devletlerin iç
isyanları ve Hristiyan teb’anın durumunu bahane ederek iç işlerimize
müdahale etmeleri ve çeşitli imtiyazlar elde etm eye çalışmalarına tepki
gösteriyorlardı
Bütün bu hata ve zaaflar,hükû metin icraatını
denetleyecek bir mekanizmanın yokluğuna bağlanıyordu
Bu
mekanizmanın kurulmasını sağlamak üzere faaliyete
geçm ek amacıyla 1865 Haziran’ında İstanbul’da “G enç O sm anhlar
C em iyeti” kuruldu Kurucuları M ehm et, R eşat, N uri, A yetu llah ,
K em al ve R efik B eylerdi, Cemiyetin programı, m em lek ette m utlak iyet
idaresi yerin e,m eşru tiyet idaresinin tesisini sağla m a k ’tan ibaretti
1867 yılında sayılarının yeterince arttığına inanan cem iyet mensuplan
V eliefendi Çayırında bir toplantı yaparak 40 kişilik bir fedailer grubuyla
Babıali’yi basıp Sadrazam  li Paşa’yı bertaraf etmeye karar verdiler
Fakat durum Âli Paşa tarafından haber alınarak, tevkifata başlanınca
cem iyet üyeleri yurt dışına kaçmaya başladılar 1867’den sonra,yurt
dışında örgütlenerek faaliyetlerini sürdüren Genç Osmanhlar,Avrupa’da
bulundukları sırada Mısır Hidİvi İsmail Fazıl Paşa’nm kardeşi Mustafa
Fazıl Paşa’nın desteğiyle ve kendilerine tahsis ettiği maaşla yaşamaya ve
çalışm aya başladılar Artık cem iyetin gizlilik vasfı kalmamıştı
Genç Osmanhlar C em iyeti’nin resmî bir reisi yoktu, ancak;
Mustafa Fazıl Paşa bu görevi fiilen üstlenmiş görünüyordu Genç
Osmanhlar fikirlerini yaymak
am acıyla giriştikleri faaliyetlerin ilki
gazete çıkarmak olmuştur
Ali Suavı, 1867’de Londra’da M uhbir
gazetesini çıkarmaya başladı. Ziya Paşa ile N am ık K em al de bir yıl
spnra
H ü rriyet’i
çıkarmaya
başladılar
Bu
gazetelerin
koüeksiyonİannm incelenm esinden elde edilen bilgilerin ışığında Genç
Osmanhlann siyasi programlan aşağıdaki şekilde Ö zetlenebilir:
1) Osmanlı
milletinin
mensuplarının
hukuken
eşit
kabul
edilm esi
2) Osmanlı milletinin
teminat altına alınması.
fertlerinin
hukuk
ve
hürriyetlerinin
3) Halkın zulümden kurtarılması ve adalete kavuşturulması.
4) Osmanlı halkının vatan m uhabbeti ile birleştirilmesi
26
5) Bütün bu maksatların elde edilebilmesi
m ut lak iyet idaresinin meşrutiyete çevrilmesi
için
Osmanlı
6) Bunun için şiddete baş vurulmaması, propaganda ve ikna
usulünün benimsenmesi
Osmanlı ülkesinde, anılan cemiyetin kuruluşuna kadar, iktidar
karşısında herhangi bir örgütlü muhalefet olmamıştı. Z am an zaman,
padişah veya sadrazam değiştirmek için bir araya gelen m uhalif
kuvvetler, hükümet darbesi gerçekleştirildikten sonra dağılan geçici
hiziplerdi Bu bakımdan Genç Osmanlılar hareketi,modern manadaki ilk
muhalefettir
Herhangi bir merkezleri olmamasına karşılık bir
programlarının ve benimsedikleri bir metotlarının olması onları farklı
kılmaktadır Böylece, Osmanlı siyasal hayatına iki yeni kavram girmiş
olacaktır: siyasi program ve usûl. Gerçi jöntürkler programlarını
uygulamaya muvaffak olamadılar ama, hürriyet ve m eşrutiyet
fikirlerinin bürokraside ve subaylar arasında yayılm asında büyük başarı
gösterdiler. Bundan başka, dinî ideallerin dışında değer tanımayan
halka, dindışı bir kavram olarak vatanseverlik fikrini getirdiler. 1870’li
yıllardan itibaren, hareketin Önde gelen isimlerinden N am ık K em a l’in
yurda dönmesini, Ali P a şa ’nın ölümü üzerine diğerlerinin dönüşü
takibetti ve hareket böylece dağıldı N am ık Kemal y u rda döndükten
sonra gazeteciliğe devam etti 1872’de İbret gazetesinin idaresini ele
aldı ve bu gazetede hürriyet ve vatan üzerine yazdığı makaleler,
kendisinden sonraki kuşağı çok derinden etkiledi, V atan yah u t S ilistre
adlı piyesi 1873’te G edikpaşa T iyatrosu’nda sahneye konduğunda yer
yerinden oynadı Yazar, hala şüphe altında olduğu için K ıb rıs’a sürgüne
gönderildi.
Fakat, meşrutiyet fikri Osmanlı aydınları ve bürokrasisi arasında
hayli taraftar bulmuş ve M idhat Paşa,Serasker H üseyin A vn i Paşa ve
ask erî O kullar N a z ın Süleym an P aşa’mn gayretleriyle Sultan
A bdülaziz tahttan indirilerek ve yerine V, M urad getirilmiştir (30
Mayıs 1876) Birkaç gün sonra, tahttan indirilmiş olan Sultan Abdülaziz
,kapatıldığı F e r’iyye
Sarayında bilekleri kesilmiş halde ölü olarak
bulundu. Bu duruma sinirlenen yaverlerinden Çerkeş H aşan,kabine
toplantısını basarak, Serasker Hüseyin Avni P a şa ’yı ve diğer Nazırları
öldürünce zaten sinirleri zayıf olan V Murad h a l’edildi ve Meşrutiyetin
27
Mânı konusunda aydın-bürokrat kesimle anlaşan II„ A b d iilh a m id tahta
geçerek, hemen Midhat P aşa’yı sadrazamlığa getirdi 23 Aralık 1876’da
ilk O sın a n lı K a n u n - ı Esasisi (Anayasa) ilân edildi. Böylece 1808’de n
başlayarak devam eden gelişmeler
A n a y a s a ’h bir rejim noktasına
gelmiş oldu. Artık Türkiye,parlamenter yönetimle tanışıyordu
Kanun-ı Esası, A y an ve M e b u s a n Meclisi adı altında iki
meclisin kurulmasını, öngörüyordu
Halkın siyasete, yani ülke
yönetimine
katılması
süreci,
A naya sa’nm
teminatı
altında
sürdürülecekti. Siyasi rakiplerini bertaraf etmek am acıyla M idhat Paşa
tarafından ısrarla Anayasaya konulan ve Padişah’a gerekli gördüğü
hallerde herhangi bir kişiyi sürgün etme yetkisini veren 113 M addeye
dayanılarak kendisi sadaretten azledildi ve T a i f e sürgüne gönderildi
İlk Osmanlı Parlamentosu 19 Mart 1877’de toplandı Tayinle
gelmiş 25 kişiden oluşan A y an Meclisi, seçim sistemi belirlenmediği
için, seçmenlerin ilgisizliği arasında oluşturulm uş 120 kişilik bir
M e b u s a n Meclisi vardı Bu meclis 28 Haziran 38 7 7 ’de sona erdi ve yeni
seçim lerden sonra İkincisi 13
Aralık’ta toplandı, Nisan 1877’de
başlayan ve .31 O cak 1878’de sona eren Osmanlı-Rus savaşındaki ağıı
mağlubiyetin sorumlusu olarak görülen üç nazırın Meclis karşısında
hesap vermesi istenince, Sultan, bunu bahane ederek 14 Şubat 1878’de
meclisi dağıttı. Meclis 30 yıl boyunca bir daha toplanamayacaktır.
Hükümetin ve padişahın denetlenmesini amaçlayan aydın muhalefeti ise
bu dönemde yeniden yeraltına indi
Meclis kapatıldı, fakat ; meşrutiyet ve hürriyet fikirleri artık
ortadan kaldırılamayacak şekilde kafalara yerleştiği için, kısa bir müddet
sonra Osmanlı aydınları fâaliyetlerini gizlilik içinde sürdürmeye devam
ettiler
Osmanlı
modernleşmesi
dünyada önemli
değişikliklerin
yaşandığı bir dönemde ve bu süreçlerden etkilenerek sürdürülmüştür
Şimdi A vrupa’daki bu değişmelere göz atalım
28
2-F ransız İhtilâli ve Etkileri
18 yüzyılın başlarında A vrupa’da ortaya çıkan aydinlanma,her
türlü düşünce sisteminde a k ıl’ı
ön plana çıkarmıştır. A kıl,T abiat
K anunu ve G elişm e kelimeleri bu dönemin anahtar kavramları haline
g d ı n e \ e başlamıştır Ortaçağlarda hâkim durumda bulunan kilisenin
statik evren anlayışı karşısında akıl her meselenin çözümünü sağlayacak
bir anahtar olarak ortaya çıkınca,toplum hayatının birçok alanında
reform cu görüşlerin de gelişmesine yol açmıştır
Siyasal alanda
akılcılığın
(rasyonalizm)
kabulü,
bütün
aydınları,
dar
kalıplı,sınırlandırılmış
düşünce
biçimlerinden
çıkararak,
serbest
düşünme ve inceleme metoduna götürmüş ve buradan da hürriyet fikrine
ulaşılmıştır Hürriyet fikrinin doğuşu ise tabiatıyla,mevcut mutlakiyetçi
rejimlere karşı başkaldırıya yol açmıştır
Aydınlanm a döneminin hürriyetçi akımı, sadece F ra n sa’da
değil, A v ru p a’nın hemen hemen her tarafında önemli tesirler bırakmıştır
Meselâ, Prusya Kralı büyük Frederick, Rusya İmparator içesi II Kater ina
ve Avusturya İmparatoru
II Joseph , aydınlanmanın tesiriyle, katı
mutlakiyetçi rejimlerini yum uşatm aya ve daha insancıl bir yönetim
kurmaya çalışmışlardır Ancak, bu dönemin en önem li gelişmesi
Fransa’da ortaya çıkacaktır
Fransa,
aydınlanma
çağının
en
önemli
filozoflarını
yetiştirmiştir Özellikle siyasal alanda M ontesquieu
(Monteskiyö),
K an un ların R uhu adlı eserinde toplumsal sıvasâl ve dinsel kurum lan,
mutlakiyetçi rejimlerin itibarını sarsacak şekilde eleştiriye tabi tutarak
hükümdarların
yetkilerini
Tanrı’dan aldıkları tezini
çürütmeye
çalışmıştır Bunun yerine meşruti monarşiyi yani A n a y a sa ’lı Krallık
rejimini savunmuştur Jean -Jacq ues R ousseau (Jan lak Russo),
T oplu m sal M u kavele adlı eserinde,insaniar için esas olanın eşitlik
olduğunu,o günkü toplum un ise eşitsizlikler üzerine kurulduğunu
işleyerek d em ok rasi’yi savunuyordu. D iderot (Didro), yayınladığı
ansiklopedide esaret, hürriyet, vergi, vergi eşitsizliği, ad aletsizlik gibi
kavramları halka açıklamış ve bunu yaparken de rejimin kusurlarını
göstermeye çalışmıştır V oltaire (Volter), ise eserlerinde krallığa hücum
ederek, vicdan ve fikir hürriyetini savunmuş, krallığın İlahî menşeli
29
olmadığım göstermeye çalışmıştır. Bu aydınların hepsi ihtilâli görmeden
Ölmüşler ve eserlerinde de ihtilâl telkininde bulunmamışlardı,, Ancak,
yazdıkları, mevcut düzenin doğru ve adil olmadığını, mevcut düzenden
daha iyi bir toplumsal düzenin kurulabileceğini gpstermiş, okuyucuları
olan küçük burjuvazi bu fikirlerden derinden etkilenmiştir.
İhtilâl 1789’da patlak verdi ve kısa zamanda inanılmaz bir
şiddet gösterisine dönüştü 14 T em muz’da ayaklanan halk P aris’in
yönetimine el koydu. Derebeylik sisteminin kaldırıldığı ilân edildi. 28
A ğustos’ta
İnsan ve V atandaş H a k la n B ildirisi yayınlandı Bu
bildirinin ana hatları şunlardı :
1) İnsanlar,haklan bakımından hür ve eşit doğarlar ve öyle
kalırlar
2) Bu haklar, h ürriyet, m ülkiyet, gü ven lik ve zulm e karşı
koym ak haklarıdır
3) Her türlü egem en lik esas olarak m illetind ir...
4) Kanunlar umumi iradenin ifâdesidir
5) Kamu düzenine dokunmadıkça, hiç kimse siyasal ve hatta
dinsel kanaatlerden ötürü kınanamaz
6)
yayında bulunabilir
Her vatandaş hür bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve
Fransız İhtilâlinin getirdiği en önemli yeniliklerden biri de millî
i r a d e kavramı olmuştur Böylece meşruiyyetin yegâne kaynağının millet
ol.duğu ilkesi uluslar arası hukuk alanına da girmiş oldu.
Bir K urucu M eclis oluşturularak iki yıl içinde
A nayasa
yazıldı Yönetimde kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsendi. Bütün bu
gelişmeler ve özellikle “vatandaşların eşitliği”ne dayalı, Anayasalı
rejim, Avrupada, eşitsizlikler üzerinde kurulu monarşileri derin bir telaşa
sürükledi Kiliselerin ayrıcalıklarının ortadan kaldırılması ve lâik
prensiplerin benimsenmesi P apa’yı ve din adamlarını da F ransa’nın
aleyhine çevirdi
Alsace (Alsas) bölgesindeki prensliklerde Fransızca konuşan
halk, 1790’da ayaklanarak Fransa’ya katıldıklarını ilân ettiler Milli
30
i r a d e böyle istediği İçin ihtilâl yönetimi de teklifi kabul etti 1 7 9 i ’de
A vignon (Avinyon) halkı Papalığa karşı ayaklanarak F ransa’ya katıldı
Bu gelişmeler A v ru p a’nın bütün dengelerini alt-üst ediyordu ve
Fransa’ya karşı bir ittifak oluşm aya başlamıştı. 20 nisan 1 79 2 ’den
itibaren Avusturya ile başlayan savaş, Prusya’nın da katılmasıyla
genişlemeye başladı Böylece Fransa’nın İ8 1 5 ’e kadar bütün A vrupa ile
giriştiği savaş başlamış bulunuyordu Bu savaşlarda öne çıkan bir
general, N apoléon B onaparte Fransa’nın yönetimini ele geçirdi ve
1815’deki mağlubiyetine kadar geçen sürede A vusturya’yı, R u s y a ’yı.
P rusya’yı, İngiltere’yi ve diğer küçük Avrupa devletlerini çiğneyip geçti
N ap o ly o n ’un A v ru p a’da kurmuş olduğu hâkimiyet, ilginç bir şekilde
Fransız ihtilâlinin ortaya koyduğu m illiyetçilik ilkesinin etkisiyle
sarsılm aya başladı A v ru p a’da m illet ve m illiyetçilik, h ürriyet ve
eşitlik fikirlerini haykırarak A vrupa halklarını boyunduruğu altına alan
F ransa’ya karşı milliyetçi tepkiler ortaya çtkmaya başladı Bu dönem de
gelişmeye başlayan rom antizm akımı da özellikle m illî kültür, m illî
tarih çerçevesine oturtulmuş ve Almanya,Avusturya ve İtalya’d a millî
benliklerin doğmasına zemin hazırlamıştır.
N ap o ly o n ’un 1812’de Rusya’yı dize getirmek üzere giriştiği
M oskova Seferi askeri bakımdan hedeflerine ulaşmakla beraber,
stratejik bakımdan onun sonunu hazırladı Ağır kış şartları karşısında
direnemeyen Fransız ordusu, Moskova dönüşünde çok kayıp vererek
yorgun düştü 1813’te L eip zig’de birleşik A vrupa orduları karşısındaki
ağır yenilgi bu yorgunluğun bir sonucudur N ap o ly o n ’un alt-üst ettiği
A vrupa haritasını yeniden düzenlemek üzere 1815’te V iyana K ongresi
toplandı.
Ancak, ihtilâl ordusunun yaydığı yeni fikirler yaşamaya devam
etti 1815''den sonra Monarkların halklarına karşı takip ettiği politikalar,
hürriyetçi fikirlerin güçlenmesinde etkili oldu 1830’dan itibaren,yine
F ransa’dan başlayarak Belçika, İngiltere, İspanya, Polonya, İtalya ve
A lm a n y a ’da
hürriyetçi
ihtilâller patlak vermeye
başladı
Bu
ayaklanmaların sonucunda A vrupa’da birbiri ardına A n aya sa’lı rejimler
kurulmaya başlandı 19. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde A vrupa’daki
bütün ülkelerde, Anayasalı _ rejimler kurulmuş ve bu konu artık
A v ru p a’nın gündeminden çıkmıştı,
31
Hürriyetçi (Liberal) akımın yanı sıra, milliyetçi (nasyonalist)
akım da 19 Yüzyılın ana çizgilerinden birini teşkil etmektedir Başka
devletlerin hâkimiyetleri altında yaşayan, millî istiklallerini kazanmaları
ve kendi bağımsız devletlerini kurmaları olarak tanımlanabilecek bu
akım bir anlamda kişi hürriyeti kavramının milletlere de tatbikinden
ibarettir
18 1 5 ’ten sonra milliyetçilik akımının A v ru p a’da ortaya
çıkardığı en önemli mesele Alm an ve İtalyan millî devletlerinin
kurulması olmuştur İtalya’da Piyemonte, A lm a n y a’da Prusya devletleri
İtalyan ve Alman millî birliğinin kurulmasına öncülük ettiler Her iki
devletin kuruluşu
Avusturya ve Fransa arasındaki uzlaşmazlıkları
derinleştirmiştir
1858 ’de
Fransa’yı
da
\am na
almayı
Piyemonte, 18 5 9 ’da
A vusturya’yı
mağlup
ederek,diğer
devletçiklerini
etrafında
topladı
1861
Şubatında
ilk
Parlamentosu Torino’da toplandı ve İtalya Krallığı ilân edildi.
başaran
İtalyan
İtalyan
Alman birliği ise üç safhada gerçekleşmiştir 1864’te PrusyaD anim arka savaşı ile Prusya, D anim arka’nın elindeki bazı alman
topraklarım geri alıp Germen Konfederasyonumla, katmıştır.. 1866
A vustuıya-Prusya savaşında A vusturya’nın mağlup edilmesi ve Germen
K onfederasyonum un dışında bırakılması, bu devletin Almanya
üzerindeki kontrolünü sona erdirmiştir, Üçüncü adım ise F ran sa’nın
nüfuzu altında bulunan güneydeki Katolik Alman devletlerinin Alm an
birliğine katılması oldu. 1 8 7 l ’de Fransa’nın mağlup edilmesi ile bu da
gerçekleştirildi ve Alman İmparatorluğu kuruldu Bütün bu gelişmelerin
mimarı ise Prusya Şansölyesi B ism arck’tır
Diğer yandan Sosyalizm de bu devrede siyasal alanda zaman
zaman ortaya çıkan bir akım olmuştur. Esasında Fransız ihtilâlinin
ortaya attığı eşitlik fikrinin farklı bir yorumu olan sosyalizmi K a r l M a r x
ve F r e d e r ic h E n g els’in ortaya çıkmalarıyla birlikte köklü bir değişim e
uğramıştır
S a in t S im on, S ism on di gibi
ü topik sosyalistlerin,
F euer b ac h gibi m ateryalistlerin fikirlerini H e g e l’in diya lek tik
metoduyla yeniden ele alan Marx, kendi sosyalist sistemini işçi sınıfına
dayandırdığı gibi,bu sistemi enternasyonal açıdan ele aldığı için bütün
dünya işçilerinin örgütlenmesi konusuna çok önem vermiştir Bu
çabaların sonucunda I„ Ve II,. E n te rn a s y o n a lle r olarak adlandırılan
32
Sosyalist E n te r n a s y o n a ll e r ortaya çıkmıştır. Ancak, bıı örgütlenmeler
ne sosyalistleri ve ne de dünya işçi sınıfım birleştirmeyi başaramamış,
üstelik ortaya çıkan fikir ayrılıkları sosyalist hareketin parçalanmasına
yol açmıştır Sosyalizm,bu dönemde etkili bir akım haline gelememiş
Bu ideolojinin milletlerarası ilişkilerde etkili olmaya başlaması L e n in
öncülüğündeki
Bolşevik
Komünistlerin,
Rusya’da
iktidara
gelmelerinden sonra m ümkün olabilmiştir
,3-Sanayi İnkılâbı ve S ö m ürge cilik
19 Yüzyılda gelişen ve etkisini günümüzde de sürdüren bir
başka olgu ise sömürgecilik ve emperyalizmdir. Tam amen ekonom ik bir
mesele olarak ortaya çıkmıştır 18 Yüzyılda A vrupa bütün dünyada
üstünlük sağlamış bulunuyordu, fakat nüfûs iskânı yolu yla kurulan
sömürge imparatorluklarına rağmen dünya, A vrupa’nın idare ettiği te k
bir b iıiın haline gelmemişti. İşte 19 yüzyıl bu kesin hâkimiyetin
kurulduğu dönem dir ve sanayi inkılâbının bir sonucu olarak gelişmiştir
Buhar gücünün sanayide kullanılmaya başlanmasıyla kitlevî boyutlara
ulaşan üretim, “ glo b a lle şm e” den il en,pazar farı ve üretimi dünya
boyutuna taşıyan ekonom ik dönüşümün başlangıcını teşkil etmektedir
Bu dönem de aile ekonomileri yerini temel ekonomik birim olarak
fabrikalara bırakmaya başlamıştır
Fabrikaların, geleneksel üretim
usûllerinden ayıdan bazı tarafları vardır
1) İmalat süreci tek bir işletmede odaklaşmıştır
2) Fabrika ne kadar geniş bir alana yayılırsa
ekonom ik ve makinalar da o kadar büyük olur.
girişim o kadar
3) Fabrikalarda üretim maki nal arla yapılmaktadır, yani insan
dışı güçler kullanılmaktadır
4) İşçiler yönlendirilir ve belli saatlerdeki çalışmaları
karşılığında bir ücret alırlar Bunun denetimi ise gelişmiş bir yönetim
bilgisini ve kadrosunu gerektirir.
5) üretim gelişmiş pazar lara yöneliktir
33
Bu teme! özellikleriyle fabrikanın esas enerji kaynağı İse
kömürdür Sanayi inkılâbının ilk aşamasında buhar, kömür ve demirin
bir araya getirilm esi önemli ekonomik ve
siyasal ve toplumsal
sonuçlarıyla birlikte, “ D em iryolu Ç ağı”nı da başlattı Demiryolları hem
üretilen malların pazarlara intikalini hızlandırdı, hem hammaddelerin
daha fazla miktarda ve kısa zamanda naklini temin ederek üretim ve
pazarlama süreçlerini kısaltmış, sermaye artışını hızlandırmıştır Bu
dönemde ortaya çıkan bilim sel gelişm eler,sağlık alanında ki
buluşlar,teknolojinin askerlik alanında yarattığı başdöndürücü değişim,
AvrupalIların dünyanın kontrolünü ele almalarına imkân verecek bir güç
seviyesine ulaşmalarım sağlamıştır Avrupa1’a biriken sermaye fazlasına
yatırım alanları
ve imkânları bulmak, üretim fazlası mallara yeni
pazarlar elde etmek, artan nüfusa yeni iskân alanları sağlamak, sanayinin
ihtiyacı olan hammaddeleri temin etmek gibi sebepler söm ürgeciliğin
yaygınlaşmasındaki temel faktörlerdir Daha önce temas edildiği gibi
Avrupa’daki himayeci politikalar rekabetin Avrupa dışına taşınmasında
etkili olmuştur Yatırımcı şirketlerin yöneticileri, daha rahat çalışabilm ek
için sömürge alanlarının güvenliğini sağlamak hususunda kendi
hükümetlerini baskı altında tutmaları, bu alanların doğrudan doğruya
askeri kontrol altına alınması sonucunu getirdi D olayısıyla ekonomik
bakımdan yayılm a, aynı zamanda siyasi yayılm ayı da hızlandırdı
Endüstrileşme, nüfus artışı, artan refah ve şehirleşm eye yol
açarken aynı zamanda entelektüel seviyeyi de yükseltmiştir. Dönemin
genel karakterinden ötürü entelektüel çevrelerde Sosyal Darvvinizm
gittikçe daha çok etkili olmaya başladı Bu teoriye göre .tabiatta en
g ü çlü olan ların ,yan i; değişen çevre şartların a en iy i uyum
sağlayanların ya şa m a ya h akları vardı ve ta b ii ayıklanm a yo lu y la bu
sürüp gidiyordu Yani güçlü olan haklıydı
18 70’lerden itibaren, Avrupa’da ortaya çıkan devletler de bu
güçlüler kervanına katılmaya kararlıydı Yani; Almanya ve İtalya da
söm ürgecilik rekabetinde kendilerine yer bulmaya çalışınca sürtüşmeler
hız kazanmaya başladı, Bismarck’ın, Alman Birliği’nİ ayakta tutabilmek
için takip ettiği temkinli politika 1871-1891 devresinde A lm anya’yı
Avrupa’nın en önde gelen gücü haline getirdi
34
Bismarck, Alman birliğini kurarken esas ; olarak iki büyük devletle
çatışmaya
girmişti:
Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu
ve
Fransa. A vusturya’nın yeniden kazanılması kolay olmuştu Alm anya,
A vusturya’ya verdiği kesin garanti ile Orta A v ru p a ’da bir Pangermen
Blokunun oluşmasını sağlamıştı. Ancak doğusundan ve batısından Rusya
ve Fransa gibi iki büyük A vrupa devletinin tehdidine açık bulunuyordu
Arada hemen hemen hiçbir tabii engelin bulunmaması bu endişeyi dah a
da yakın biı tehlike haline getiriyordu Almanya karşısında gururu
kırılan ve rejim değişikliğine kadar giden buhranlar yaşayan Fransa’nın
bir intikam savaşma girişeceğinden kuşkusu olmayan Bismarck, b u
devletin tek başına harekete geçmeye cesaret edemeyeceğini de
biliyordu Dolayısıyla, Fransa kendine
bir müttefik bulmalıydı
A vusturya’nın bunu kabul etmesi m üm kün değildi, o halde bu müttefik
ancak Rusya olabilirdi. İşte B ism arck ’m K âbusu denilen bu ihtimal
Fransa ile Rusya’nın birleşmesiydi Bİsmarck’m bütün diplomasisi bu
ihtimali önlemek üzerine kuruluydu. 1888’de I Frederick W ilhelm ’in
ölümü üzerine yerine geçen II. Wilhelm ile
Şansölyenin fikirleri
birbirinden farklıydı Gittikçe gelişen ve sanayileşen A lm a n y a ’nın bir
sömürge im paratorluğu haline gelmesi, biı dünya devleti olması
aızusuyla tutuşan genç ve atak imparator İ 891 ’de Bismarck’ı istifaya
zorladı Bundan sonra A lm a n y a’nın giderek güçlenmesi ile şiddetlenen
rekabet, A vrup a’da bloklaşmayı ve bloklar arası çatışmayı beraberinde
getirdi. Rusya’nın tepki göstereceğini bile bile, Bism arck’m itirazlarına
rağmen 1889’da O sm anh devletini ziyaret ederek, Halifö’nin nüfuzunu
bu rekabette kendi
yararına kullanmak için teşebbüse girişti B u
ge 1iş m e 1er, A vrupa ’da ku vvetler d enges inin korunm ası, den izler dek i
ü stün lü ğün ün sü rdü rü lm esi ve söm ürgelerinin bir biriyle irtibatın ı ve
g ü ven liğ in i sağlam ayı politikasının esası olarak benimsemiş olan
İngiltere,bütün bu alanlarda A lm anya İle karşı karşıya gelince ürktü
Artık zarların atılması zamanı gelmişti ve 20 Yüzyılın başlarında O rta
A v ru p a’da zayıf bağlarla da olsa İtalya’yı d a yanm a alarak JÛ^l'ü
İttifak ’ı oluşturan Pangeımen Bloku karşısında harekete geçen İngiltere,
Fransa ve R usya’yı uzlaştırarak Üçlü İ t ilâ f ın ortaya çıkmasını sağladı
Bu gelişmelerin yaşandığı devrede Osırianh devletinin durum una kısaca
göz atmak gerekmektedir
35
4 - M ü d a h a le le r D e v rin d e O sınanlı Devleti
Osman h devletinin 19. Yüzyıl' hovunca d ev am eden mücadelesi,
dağılmakta"olan' devlete Fayatiyet kazandırmak caKaiarından ibarettir
Yukarıdan beri sıralanan yenileşme hareketlerinin, devletin karşı karşıya
bulunduğu büyük buhranlarla bir arada yürütüldüğü düşünülürse bu
gayretlerin değeri daha iyi anlaşılabilir. 17 8 9 ’dan itibaren O sm anlı
devleti Rusya^ ile savaşı büyük kayıplar karşılığında da__nlsa sona
erdirmeye çalışmış ve 1792’de buna muvaffak olm uştur. A vusturya ile
ZIstovıT ^ u s y a ile Yaş _A ntlasm alan _ imzalanmış-,ve büyük toprak
kayıplan karşılığında Tuna nehri Osmanlı devletinin batı, Dinyeper ise
doğudaki Avrupa sınırları haline gelmiştir 1798’de N apolyon M ısır’a
saldırdığında A vrupa’nın güçlü devletlerinin yardım etmemesi üzerine
Rusya tarihinde ilk defa Rusya ile anlaşmak zorunda kalan Osmanlı
devleti. Boğazları Ruslara açınca durum değişti. Boğazların kapalılığı
ilkesi zedelenince, Rusya’nın Hindistan yolunu tehdit etmeye başlaması
İngiltere’yi endişeye şevketti Bu devlet “ b o ğ a z la rın kap a li!ığ ı” m
kendi çıkarları için hayati derecede önemli bulduğundan bu ilkeyi dış
politikasının esaslarından biri haline getirdi B oğazlar M eselesi olarak
bilinen ve bütün yüzyıl boyunca Osmanlı devletinin başını ağrıtan yeni
bir problem daha böylece ortaya çıkmış oluyordu. 1806’da başlayan ve
1812’de N apo lyon’un Moskova Seferi üzerine sıkışan R u sya’nın teklifi
üzerine yapılan Bükreş antlaşması geçici bir b anş dönemi getirdi
Fransa İhtilâlinin O sm anlı te b ’ası üzerindeki ilk etkisi ise
aydınlanm a çağının ortaya çıkardığı Yunan hayranlığının etkisiyle
A v rupalı güçlerin desteklediği Yunan bağımsızlık hareketinin TıâŞarıya
ulaşması oldu Artık Hristivan Osmanlı
te b ’asınııı ayaklanarak
b ağımsızlık elde etme süreci başlamış oldu Akabinde, Arabistan ve
Suriye’deki ayaklanmaları
bastırdığı
sırada bölgedeki
Osmanlı
hâkimiyetinin zayıflığını gören ve kendi hanedanım kurmayı kafasına
koyan M ısır Valisi M ehmet Ali Paşa’nın ayaklanması Osmanlı
hanedanına zor günler yaşattı. 18.31’de Cezayir, Fransızlar taîFfmdan
işgâT edildi 1832’den itibaren Suriye’yi ele geçiren ve. biri B e le n ’de
diğeri K onya’da iki Osmanlı Ordusunu ağır şekilde mağlup eden Mısır
Valisinin İstanbul üzerine yürümesi, Rusya’nın müdahalesi karşısında
36
tarafsız kalmayı kendi çıkarlarına uygun bulmayan Batılı büyük güçlerin
müdahalesi ile durduruldu
1839’da yeniden harekete geçen Mısır
valisinin atağı büyük devletlerin ortak müdahalesi ile önlendi ve M ısır’ın
yeni statüsü L ondra’da yapılan bir konferansla belirlenerek, 1841’d e
Sultan A bdülmecid tarafından yayınlanan bir fermanla yürürlüğe g irdi
BITTârihten sonra Mehmet Ali Pasa’nın ailesine bırakılmış olan M ıs ır
Valiliğine ayrıcalıklarından dolayı Hidiv denilmeye haşlandı A ynı
yıİTardm I8j 8 rde yapılan"Baltaîırnanı gümrük anlaşm asıyla Osınanlı
ülkesi bTTaçik Pazar haline getirildi. Kırım Savaşından sonra yapılan
Paris Barış Konferansında^ Osmanlı devletinin kendi inisiyatifiyle
başlattığı yenileşme hareketleri büyük güçlerin denetimi altına
sokulmuş, Islahat Ferm anı ile bu durum İyice tescil edilmiştir 1856
sonrası, Osmanlı devletinin dağılm a sürecinde bir m ü dahaleler d ö n em i
olarak tanımlanabilir
Osmanlı İslahatlarının genel bir değerlendirmesini yapm ak
gerekirse, denilebilir ki; gittikçe şiddetlenen batı saldırıları karşısında
devleti yaşatm ak için
kurumların, zihniyetin ve yapının değişmesi
gerektiği yahut yetersizliği konusunda herkes hemfikir olm asına rağmen,
hem geleneğin gücü, hem de örnek alınan batı hakkındakr eksik bilgi
isabetli çözümlerin zam anında ortaya konulmasını engellemiştir. Her
şeye rağmen iyi niyetle sürdürülen bu çabalar, modern Türkiye’yi ortaya
çıkaracak olan bir yönetici elit sınıfın yetişmesinde, belirli bir tecrübe
birikiminin oluşmasında son derece etkili olmuştur Cumhuriyeti kuran
Türk aydınları, imparatorluğun son yüzyılındaki olayların ışığı altında,
kurdukları milli devlete yön vererek, h ed e f çizmişlerdir
5-İttihad ve Terakki M uhalefeti ve II, M eşrutiyet
Osmanlı devleti, Kanun-ı Esasiyi işte bu ortamda ilân etmişti
Kısa bir süre sonra yukarıda anılan sebeplerle Anayasa askıya alındı ve
Meşrutiyete son verildi
fi Abdülhamid, meclisi tatil ederken ileri sürdüğü eğitimsizlik
gere! çesihKçrrtadan kaldırmak için çok köklü bir reform politikasını
hayata geçinrreyb çalıştı
Fakat, tahttan indirilmesine gidecek
37
gelişmeleri sağlayacak olan muhalif güçler de bu okullardan yetişti
Üstelik tesirleri günümüze kadar uzanan bir çizgide f u r k aydınlarını
derinden etkileyen p ozitivist düşünce de bu okullardaki tercüme deis
kitaplarından meydana gelen kütüphanelerden ve ders programlarından
beslenerek gelişti iöntürk muhalefetinin insan kaynakları bu okullar
olmuştur
A vrup a’ya kaçarak, burada çıkardıklar t çeşitli gazeteler
etrafında toplanıp, Sultana karşı muhalefet yapan bu aydınların
“ A nayasa ve M eşrutiyet rom antizm i” devletin J 9 0 8 ’e kadar devam
eden macerasının esas hattını oluşturmaktadır Bu aydınlar arasında ön
plana çıkanlar şunlardır : Ahmet rıza Bey, Mizancı Murat Bey, Prens
Sabahattin vd
Jöntürklerin, A vrup a’nın çeşitli merkezlerinde çıkardıkları
M eşveret, Ö sm anh, M izan, K anun-ı Esasi gibi gazetelerde ortaya
koydukları esaslı bir programdan sözetm ek m üm kün değildir
1880’lerden itibaren özellikle Mekteb-i Tıbbiye-i Ş ahane’de
yönetime kaışı örgütlü muhalefetin faydaları konusunda yoğun
tartışmaların yapıldığı bilinmektedir 20 Temmuz İ 8 9 1 ’de İbrahim
Temo, ishale Sükûtu, A bdullah C evdet, M ehm et R eşit, H ü seyinzade
A li, Şerafeddin M ağm um i, Ali Şefik, Ali Rüşdü ve diğerlerinden
oluşan 12 kişilik bir öğrenci topluluğu İttihad-ı Ostnani C em iyeti adı
altında bir teşkilat kurdular İşte somadan İttihat ve Terakki Cemiyeti
adını alacak olan efsanevi örgütün temeli budür Cemiyet ilk birkaç
yılda, faaliyetlerini daha çok nüfuzlu kimselerin kazanılmasına Ve üye
sayısının artırılmasına hasretmiştir C e m iy e t’iiı kurulduğu andan itibaren
durumdan haberdar olan resini makamlar işi ciddiye alarak 1894’den
itibaren takibatlarını yoğunlaştırmaya başlayınca, A v ru p a’ya firarlar da
artm aya başladı Cemiyet, bu sırada A vrupa’da bulunan A hm et R ıza
B e y ’le de irtibata geçerek N izam nam e konusunda onun fikrini de aldı
Ahmet Rıza Bey, Doktor Nazım B ey ’in teklifiyle C e m iy e t’in
yurtdışindaki şubesine katılmayı kabul ederken yaptığı pazarlık
sonucunda. AügU st C om te (Ogüst K ont)’un fikirlerinden ilham alarak
teşkilâtın adı Ö sm anh İttihad ve Terakki C em iyeti olarak değiştirildi
“ İ ttih a d ve T e r a k k i” yani ; “ Union a n d P r o g r e s s ” veya ;
“ Birlik ve G elişm e” , Cemiyet için bu adın seçilmiş olması bile bu
fikiılerin Osmanlı aydınları için ifade ettiği önemi vurgulamaktadır
1895’ten itibaren faaliyetlerini hızlandıran C em iyet’in P a r is
ve K a h ir e şubeleri hemen örgütlendi ve birincisinin başına A hm et Rıza,
İkincisinin başına İsm ail İ b r a h im Bey getirildi Aynı yıl İstanbul’daki
merkez şubenin hem en hemen bütün elemanları ya yakalandı veya
kaçmak zorunda bırakıldılar Böylece İT C ’nin Avrupa şubesi giderek
önem kazanm aya başladı B e y ru t, K ıb rıs, İz m ir, M idilli, R odos,
Selanik, Ş am , T aşlıca , T ra b lu s ş a m , T ıa b lu s g a r p ve T r a b z o n ’daki
şubeleri ise varlıklarını sürdürmeyi başardılar.
Î TC, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında sürdürdüğü açık
ye gizli faaliyetleri sırasında imparatorluk geleneğini tabii olarak
sahiplenmiş ve Osmanlı bünyesindeki ayrılıkçı Ermeni ve A rap
milliyetçileri ile ilişki kurarak onları
cemiyet lehine kazanm aya
çalışmıştır Ancak bu faaliyet daha sonraki dönemlerde iç çatışmaları
şiddetlendirmekten başka fayda getirmemiştir. Cemiyet, 1896 ve, 18.97
yıllarında yurt içinde darbe teşebbüsünde bulunmuşsa da bu ta rz
hareketlerde muvaffak olam am ış ve İstanbul’daki Cemiyet m ensuplan
bu yüzden ağır baskı ve takibat altına alınmışlardır
İTC. içinde ortaya çıkan gruplaşmaları - ki,bunlar fikrî ayrılıklar
olmaktan ziyade şahsî çekişmelerden ibaret görünmektedir - ortadan
kaldırmak üzeıe 1902 senesinde Jöııtürkler. Paris’te bir kongre
düzenlediler Bu kongrede “ Â dem -i M e rk e z iy e t ve T eşebb üs-ü Ş a h sî”
programını İleri sürerek haklı bir ün yapmış olan P re n s S a b a h a d d i n ’le
Ahmet Rıza
Bey
arasındaki çekişme cemiyeti ikiye böldü D aha
doğrusu, çeşitli hiziplerin bu iki isim etrafında toplanmasına yol açtr
Prens Sabahaddin, Damat Mahmud Celaleddin Paşa’nm oğluydu ve
O ’nun S aray ’la anlaşmazlığa düşmesinden sonra babasıyla beraber yurt
dışına kaçmıştı Sabahaddin Bey, P aris’te bulunduğu şırada Sosyoloji
dersleri almış ve Edward Desmouİins vasıtasıyla Le P la y Ekolü’nün
etkisi altında kalmıştı
O ’na
göre,Anglo-Saxonlarin kurdukları
devletlesin A vrupa’nın en gelişmiş ülkeleri haline gelmesinin temel
sebebi.
merkezin
yetkilerinin ' taşraya
devredilerek
(Â dem -i
M erk e ziy e t), Özel teşebbüsün yaygınlaşmasına destek verilmiş
39
olmasıydı
olabilirdi
Osmaniı
devletinin kurtuluşu ancak bu yolla mümkün
Kongrede, padişahın Kanun-ı Esasi’yi yeniden yürürlüğe
koyması için yabancı devletlerin müdahale etmesine taraftar olanlar ki,bunlar genellikle azınlıklardıM üdahaleciler olarak Prens
S abahaddin’in etrafında,bunun aksine; ihtilâlin yerli güçler tarafından
yapılmasını savunanlar da  dem -i M ü d ahaleciler olarak A hm et Rıza
B e y ’in etrafında toplandılar Birinciler daha sonra Prens Sabahaddin
B e y ’in başkanlığında
T eşebbüs-ü Şahsi ve A dem -i M erk eziyet
C em iyeti’ni, İkinciler de Ahmet Rıza B ey5in öncülüğünde O sm aniı
Terakki ve ittihad C em iyeti’ni kurdular
Cem iyet'in bu iç
meselelerinin çözülebilmesi için harcanan çabalar bir sonuç vermemiştir
Jöntürkierin, Kanun-ı E sasî’yi
yeniden yürürlüğe koym a
çabalarındaki en önemli gelişme SeSânikte, askerlerin
çoğunluğunu
oluşturdukları O sm aniı H ü rriyet C em iyeti ile P aris’teki C e m iy e t’in
birleşmesidir Cemiyet, bünyesine M ustafâ K em al’in Ş a m ’da kurduğu
V atan ve H ürriyet C em iyeti’ni de aldı
1908’de, İngiltere, Fransa ve Rusya hükümdarlarınm R e v aî’de
buluşarak anlaşması üzerine faaliyetlerini hızlandıran Cemiyet, duvarlara
astığı afişlerde Osmaniı devletinin bu buluşma sırasında paylaşıldığını
ve bunun önüne geçmenin yegane yolunun Kanumı E sasî’yi ilân etmek
olduğunu işlemeye başladı. Cemiyet fedaileri suikastlere giriştiler.
Nazım Paşa yaralandı, Şemsi Paşa Manastır telgrafhanesinden çıkarken
vurularak öldürüldü Fedailerden
Enver Bey
Tikveş bölgesinde,
S elahaddin ve Tosun B ey ’ler A rnavutluk’ta, K olağası N iyazi ve Eyüp
Sabri B e y ’ler Resne ve Ohri taraflarında çete kurarak dağa çıktılar
Nihayet baskılara dayanamayan Padişah 23
Temmuz 1908’de
meşrutiyeti ilân etti
İT C ’nin gücünün esas dayanağı gizliliği idi
Cemiyet
açığaçıktıktaıı sonra “tek parti yönetinıP’ni kurduğu
B âbıâli
B a sk ın ı’na kadar bir türlü iktidarı ele alamamıştır.. 1909’da 31 M art
A yaklanm ası’m desteklediği gerekçesiyle II., Abdülhamid tahttan
indirilmiş ve yerine Sultan V Mehmed Reşad tahta geçirilmiştir.
40
İT C ’nin ihtilâli gerçekleştirmesinde en önemli rolü oynayan
ask erî kanat, hep iktidarın gerçek sahibi olduğunu düşünerek hareket
etmiştir İT C ’ııin kuruculara ve bu arada Avrupa kanadının öncülüğünü
yapanlar, 1908’den sonra giderek unutulacaklardır
Diğer taraftan M eşrutiyet’in ilâhını takip eden günlerde
ülkedeki an asır-ı m uhtelife arasında görülen geçici yakınlaşma kısa bir
müddet sonra yerini inanılması zor bir kargaşaya bırakacaktır
Bir dizi siyasi çekişme,sonunda; İttihad ve Terakki Fırkası
tarafından uygulanan gayrim eşru baskıların da tesiriyle, bütün siyasi
partilerin 191 l ’de İT F ’na karşı H ürriyet ve İtilâf Fırkası adı altında
birleşmelerine kadar gidecektir Bu cepheleşme ve siyasal sürtüşme ordu
içine de sıçrayacak ve kendilerine Halaskar Zabitân adını veren bir
grup subay, muhalefet yıllarında ÎT F ’mn uyguladığı yöntemleri
kullanarak büyük bir gerginliğin doğmasına yol açacaklardır Bütün bu
iç karmaşa sırasında imparatorluk dağılmaya devam edecektir.
Ç-BIŞ OLAYLAR
Meşrutiyetin ilânından sonra batılı büyük güçlerin, Osmanlı
devletine dönük politikalarının değişeceğini ümit eden İtîihadçılarm,bu
beklentilerinin ne kadar boş olduğu kısa zamanda anlaşıldı. İlk bunalım,
B osııa-H ersek M eselesi’dir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 5
Ekim I 9 0 8 ’de
Berlin Anlaşmasıyla yönetimine bırakılmış olan bu
bölgeyi topraklarına kattığını duyurdu.
Aynı gün Bulgaristan
bağımsızlığını ilân etti Osmanlı devleti bütün bu oldu-bittiieıi
kabullenmek zorunda kaldı
1-T rablusgarb Savaşı
B osn a-H eısek ’in işgaline en şiddetli tepkiyi gösteren devletlerin
başında Rusya geliyordu. Boğazlarla ilgili olan devletlerin başında
Rusya geliyordu Boğazlarla ilgili olan diğer devletler üzerinde baskı
kurabilmek amacıyla Rusya, Balkanlarda şiddetli bir rekabet içinde
olduğu A vusturya’dan başka bir devletin desteğini almak üzere harekete
geçerek, İtalya’ya yaklaştı. İki ülke arasında imzalanan R acconigi
41
A ntlaşm ası ile Rusya ve İtalya, T rablusgarp ve Boğazlar üzerindeki
menfaatlerini karşılıklı olarak tanımayı taahhüt ediyorlardı A nlaşmadan
iki yıl sonra İtalya,Trablusgarb’a saldırdı Rusya ise Boğazlar konusunda
O smanh devletine baskıda bulunmaya başladı. 1911 Eylülünde İtalya,
Trablusgarb’ı işgal etmeye başladı. İngiltere^ bu devleti büsbütün
küstürerek karşısına alm am ak için Mısır yolunu O smanh kuvvetlerine
kapatınca, buraya asker şevketine imkânı da ortadan kalkmış oldu Genç
Osmanh subayları (M ustafa K em al, Enver, Fethi, A ziz Ali el-M ısrî)
kılık değiştirerek gönüllü olarak, Trabiusgarb’a geçip,burada bulunan
Osmanh ve Arap kuvvetlerini teşkilatlandırarak çetin bir gerilla savaşma
giriştiler İtalyanlar, beklemedikleri bu şiddetli direniş karşısında
şaşıldılar Bu sııada başlayan Balkan Muharebesi İtalya’nın işini
kolaylaştırdı. 3912 Ekiminde imzalanan Uşi antlaşm ası ile O sm anh
devleti Tıablusgarb’ı İtalya’ya terkettiği gibi, Yunanlıların göz
koydukları 12 A d a ’yı da İtalya’nın koruyuculuğuna bıraktı
2-Ba!kan Savaşları
Bulgaristan,bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlarda aktif
bir politika izlemeye başlamıştı Bu ülkenin Sırbistan’la bir çatışmaya
girmemesi için gayret sarfeden Rusya, her iki devlet arasında
arabuluculuk yaparak O sm anh devletine karşı anlaşm alarım sağladı
Gene aynı devletin teşvikiyle 1912 ortalarında Yunanistan ve Karadağ
da bu anlaşmaya katıldılar. Büyük devletlerden, yenildikleri takdirde
sınırların değişmeyeceği garantisini de alan Balkanlı bağlaşıklar Ekim
ayında O smanh devletine karşı savaş açtılar. O sm anh devleti Ordu
içerisindeki siyasî çekişmelerden ötürü, em ir-komuta zincirinde ortaya
çıkan aksamalar sebebiyle hemen hemen her cephede ağır bir
mağlubiyete uğradı Taraflar aıasında savaşı bitiren
anlaşm a 1913
Mayısında L ondra’da imzalanmıştır Bu anlaşm aya göre: A rnavutluk
bağımsızlığını kazanıyor, Girit Adası Y unanistan’a bırakılıyor, O sm anh
devleti nin.._T rakya sınırı, Ed ir ne’yi d ıs a r îd a"b ir akaEid^şekTMe-Af idy e Enez hattı oluyordu
„. ........
Balkan Savaşında ummadıkları kadar kolay bir zafer kazanan
bu devletler, elde ettikleri toprakların paylaşılmasında anlaşmazlığa
düşünce bu defa birbİrIeriyle savaşa tutuştular Bunun üzerine harekete
geçen O smanh Ot du su Edİjne^yl k ıM a n n a^ ıJj aşar d ı
42
J 3 a l kan Savaşı,Türkiye ’nin iç politikası üzerinde çok derin
e tkiler b iiakrniştlrTO zamam Tkadar yay gmhk kazanam ayan Türkçülük
güç 1en m eye^?e'"Ballcan lardan gelej 2jgöç ın enllğrm_ellri3 İ\de TürkTü O i i u r u
yerfeşn^^^
C7H6 alkan sava şyndaki ye mig r-ü z ^ ri n ç ^ R â b i â Ii
B a s k ın ı’ nl "d üzeni ey e re k yön e t iıne^'eTko.ydu
D - II M EŞR U TİY ET D Ö N EM İ FİK İR H A R E K E T L E R İ
II Meşrutiyet dönemi her bakımdan kendisinden sonraki
dönemi çok derinden etkileyen bir dönemdir Bu dönemde ortaya çıkan
tecrübeler ve kazanılan yeni siyasal ya da fikri gelenekler, yapılan
münakaşalar, gerçekleştirilmeye çalışılan reform hareketleri, cumhuriyet
döneminde yapılan inkılâplara ışık tutmuştur Bu akımların ve genel
program ve hedeflerinin bilinmesi bu bakımdan faydalı olacaktır
İmparatorlukların dokusu bir bakıma
gen el ve özel
v atanlardan örülüdür. Huzur ve barış bu iki doku arasındaki uyumla
yakından ilgilidir. Oysa milliyetçilik çağında bu uyumun sürdürülmesi
mümkün olmamıştır
Tanzimat ve ıslahat dönemlerinde gelişen
O sm an lıcılık fikri işte bu uyumu sağlama çabasının ideolojisidir Hiçbir
etnik vc siyasî ayrım gözetmeksizin bütün Osmanlı tebaasının
vatan d aşlık bağıyla
birbirine bağlanması düşüncesi
devletin
bütünlüğünü korum a isteğinin resmî ideolojisi olarak geliştirilmiştir.
Başlangıçta teorik olarak hayli cazip görünen bu fikir,hayatın gerçekleri
karşısında anlamsız hale gelmekten kurtulamayacaktır. Lâkin her şeye
rağmen.yıkılışına kadar Osmanlı devletinin resmî politikası olm aya
devajn etm iştir Ancak Meşrutiyet devrinin hayli renkli ve hareketli
ortamında resmi ideoloji dışında ülkenin kurtuluşu için ortaya atılan
reçeteler ve gelişen fikir hareketleri içinde B atıcılık,İslâm cıhk ve
T ürkçülük fikirleri ön plana çıkmaktadır Elbette dönem in fikrî ve
siyasî akımları bu üç düşünceden ibaret değildir, fakat hem en hemen her
akım bu üç temel fikir hareketinden az ya da çok etkilenmiştir
Osmanlı ıslahatlarının Tanzimat döneminde hız kazanmasıyla
birlikte, batı fikirlerinin de Osmanlı aydınlarını etkilediği üzerinde
durmuştuk Esasında m odernleşm e konusunda dönemin fikir akım lan
43
atasında biı fikir beraberliği vardır Fakat bunun derecesi konusunda
münakaşalar yürütülmektedir Şimdi bu grupların teklif ettikleri esaslara
kısaca bir göz atalım :
1-B atıcıtar
Batıcılar, batı medeniyetini bir bütün olarak
görmekte ve
medeni olabilmek için bütün bu değerlerin benimsenmesi gerektiğini
savunmaktadırlar f ç tih a d ve İleri gibi gazete ve mecmualar etrafında
toplanmışlardır Abduiiah Cevdet, Celal Huri, Kılıçzade Hakkı tanınmış
temsilcileri olarak kabul edilebilir
Bu hareketin
Öncülerinden A bdullah C ev d et’in çıkardığı
İçtihad M ecmuasında yayınlanan
ve K ılıçzade H ak k ı’nın kaleme
aldığı “ Pek U yanık Bir U yku” başlıklı iki yazıda batıcıların bütün
hedeflen özetlenmiştir Bu makalede özetle şunlar sıralanmıştır :
a) Fes kamilen defedilip yeni bir serpuş kabul olunacaktır
b) Mevcut kumaş fabrikaları genişletilecek ve yenileri de
açılacaktır Yerli mallarının kullanılması teşvik edilecektir
c) Kadınlar diledikleri tarzda giyinecekler, yalnız israf
etmeyeceklerdir
Polisler ve softalarla,arabacı makuiesi kimseler
kadınların giyim lerine asla müdahale etmeyeceklerdir Şeyhülislâm
Efendiler de çarşaflara dair
beyannameler yazm ayacak ve İmza
etmeyeceklerdir Polisler, kadınların işine ancak münasebetsiz ve genel
ahlâka daiı meselelerde müdahale edebilecekler ve bu vazifelerini de
büyük bir nezâketle yerine getireceklerdir Kadınlar vatanın en büyük
velinimeti sayılarak kendilerine erkekler tarafından hürmet ve riayet
gösterilecektir.
ç) Kadınlar ve genç kızlar, Müslüman Boşnak ve Çerkezlerde
olduğu gibi, erkekten kaçmayacaklardır Her erkek, kendi gözüyle
gördüğü, tetkik ettiği,beğendiği ve seçtiği kızla evlenecektir. Görücülük
adetine nihayet verilecektir
d) Kızlar için diğer mekteplerden başka bir de Tıbbiye Mektebi
açılacaktır
44
e) Biter tembellik yuvası olan bütün tekkeler ve zaviyeler ılga
olunacak, varidat ve tahsisatları kesilip, M aarif bütçesine ilâve
edilecektir
f) Bütün medreseler kapatılacaktır
g) Sarık sarmak ve cübbe giymek sadece yüksek alimlere
mahsus hale getirilecektir
h)
Evliyaya nezirler yasak edilecek, bu
Donanma ve Müdafaayı Milliye Cemiyetleri kasalarına girecektir
gibi
teberrular
ı) Arazi ve Evkaf kanunlarından başlanarak bütün kanunlar ıslah
edilecektir
i)
edilecektir
Ş er’i mahkemeler kaldırılacak ve Nizami mahkemeler ıslah
j) Mecelle kaldırılacak veya en azından o derece değişecektir
k) Mevcut Osmanlı Elifbası atılarak yerine Lâtin harfleri kabul
edilecektir
1) Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek bugünkü evlenmeboşanma şartları tamamiyle değiştirilecektir Birden fâzla kadınla
evlenmek ve bir sözle karı boşamak usulleri kalkacaktır.
Esas metne bağlı kalınarak özetlenen bu düşüncelere
eklenebilecek sistemli başka şeyler olduğu pek söylenemez
2-Türkçüler
Esasında, Türkçüleri
Tanzimatla birlikte gelişen
fikir
hayatımızda ortaya çıkan yeniiikçi-m uhafâzakâr çatışmasında telifçi,
yani uzlaşmacı bir noktaya koymak gerekmektedir Çünkü; vatan, d il ve
kültür kavramlarına dayanan milliyetçiliğin bizatihi kendisi , 19 yüzyıl
sonlarında gelişen bir harekettir
Türkçülerin programlarını da M illi Tetebbular, H a lk ’a D oğru
ve Türk Yurdu mecmualarından ve hayli geniş yayınlardan derlemek
mümkündür Bu program şu şekilde özetlenebilir:
45
a)B üyük Türk Birliği : Dilleri, ırkları,adetleri hatta çoğunun
dinleri bir olan bütün Türklerin birleşmesi Osmanlr devleti bu camia
içinde merkezî bir yer işgal edecektir
b)T ürk Tarihi ve K ültürü : Türk tarihi Osmanlı devletinin
kuruluşu ile başlam az O ndan evvel de büyük bir Türk mazisi ve
medeniyeti vardrr
Türk milletinin OsmanlIlardan evvel başlayan
tarihini, ahlâk ve adetlerini, lisan ve edebiyatlarım, iktisadi durumlarım
araştırmak şarttır
c)T ürk Dili : Türk dili, Arap ve Acem dillerinin tesirinden
kurtarılacaktır İstanbul Türkçesi ortak yazı ve konuşm a dili haline
getirilmelidir İsimler konulurken Türkçe adların yaygınlaştırılmasına
önem verilmelidir Ziya Gökaip
bunu Türkleşm ek, İslam laşm ak,
M u asırlaşm ak şeklinde formüle etmiştir
ç)M iü î İktisat : Yoksulluktan ve yabancı baskısından
kurtulmanın yolu,millî istihsali (üretimi) artırmanın çarelerini bulm ak ve
Türk İktisadî hayatını yabancı maliyecilerin pençesinden kurtarmaktır
d)M iilî E d e b iy a t : Halk dilinin ye folkloıünün araştırılması,
millî vezin olan hece vezninin kullanılması ve halka inilmesi.
3-İslâm cılar
İslamcılık hareketinin iki temel çizgisini olan ihyacılık ve
selefîyecilik oluşturur Bunlardan İhyacılık d in ’in asr-ı saadette, Hz
M uha m m e d’in hayatta olduğu dönemdeki haliyle yaşanması gerektiğini
savunmaktadır
Buna karşılık Selefiyecilik ise d in ’in kuralları
değişmemekle beraber yeni içtihatların yapılabileceğini ve M üslüman
hayatının
yeni
şartlara
göre tanzim
edilebileceğini
görüşünü
benimsemektedir. Bu iki ana gruba mensup olan aydınlar S ıra t-ı
M ü s ta k im ve S e b ilü r r e ş a t gibi dergiler etrafında toplanmışlardır
Bunların düşünce ve tekliflerini de aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz ;
a)B üyük İslâm B irliği : Din,cemiyetin temel direğidir ve dinle
millet birdir İslâm dinine mensup insanlar,Hilâfet etrafında dİ! farkı
gözetmeksizin bir tek millet oluştururlar.
46
b)İslâm T e r a k k iy e M â n i Değildir : İslâm dini insanlığın ön
plana çıkardığı bütün değerlere, demokrasi, hürriyet, eşitlik, kardeşlik
vb sahiptir Müslümanların geçmişte kurduğu yüksek medeniyet bunun
göstergesidir Dolayısıyla, gelişmeye mani olan din veya dini değerler
değil, Fakat dinin değerlerine göre hareket etmeyen müslümanlardır
c )Ç a ğ d a ş la ş m a : Batının ilim ve tekniğini,sanayiini alm aya
m ecburuz Fakat, AvrupalIların bütün adetlerini, ahlâkını ve hayat tarzını
kabul edemeyiz
ç )K a d ın H a k l a n : Şeriat,yani dinin koyduğu kurallar, kadının
kendisine mahrem olmayan erkeklerden kaçmasını em re d er Tesettür
şarttır Fakat bu, kadına hiçbir meşru lıakkmı kaybettirmez Kadın da
malım erkek gibi istediği şekilde kullanabilir
d)T aaddüd-i
Z evcat:
Birkaç
kadınla
evlenmek
tabiî
zaruretlerdendir İslâm dan evvel çok evliliğe bir sınır konulmamıştı,
İslâm dini çok evliliği dört ile sınırlandırmıştır
İslamcılar, batıcıların ileri sürdüğü şeylerden
ilim.teknik ve sanayiinin alınmasına taraftardırlar.
sadece
batı
E-I D Ü N Y A SAV A ŞI
Î-Savaşın Sebepleri
i Dünya Savaşının sebepleri, Fransız ihtilâli ve çeyrek yüzyıl
süren ihtilal savaşlarının müteakip yüzyıl içinde meydana getirdiği
gelişmelere kolayca bağlanabilir Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı yeni
fikirler, devletlere olduğu kadar, devletlerarası münasebetlere de yeni
bir yön vermiştir Bu yeni çerçevenin ana unsurlarını şu noktalarda
toplamak mümkündür: Liberalizm hareketleri, sadece devlet sınırlan
içinde ortaya çıkan bir olay şeklinde kalmayıp, münasebetlerde yeni
çatışma unsurlarının doğmasına yol açmıştır Milliyetçilik hareketleri
ise, liberalizmden daha etkili olmuştur İtalyan ve A lman birliklerinin
ortaya çıkması, A vrupa dengesine yepyeni bir biçim vermekle kalmamış,
Balkanlaıdaki millî d uygula n kamçılayarak 1870’den itibaren bu bölgeyi
A vıupa diplomasîsinin rekabet ettiği beJIibaşlı faaliyet alanlarından biri
47
haline getirmiştir 1908-1909 B osna-H ersek B uhranı ve 1912-1913
Balkan S avaşlarından sonra 1 9 1 4 ’de /„ D ünya Savaşın ın p a tla m a sın a
y o l açan kıvılcım da hu bölgede ortaya çıkm ıştır
Sanayileşmenin 19 Yüzyılda kazandığı hız ve bunun sonucu
olarak gelişen ve genişleyen sömürgecilik, diplomatik münasebetlerin
alanını A vrupa'n ın dar sınırlarından çıkararak yeni kıtalara, Afrika ve
U zakdoğu'y a yaydığı gibi, bloklaşan Avrupalı güçlerin çatışma
alanlarım da genişletmiştir
1870'lerden sonra A vrupa’daki kuvvetler dengesinin Almanya
lehine değişmeye başlaması,İngiltere’nin olayların akışına müdahale
etmesine sebep oldu Zira, A lm anya’nın denizlerde güçlenmeye
çalışması ve İngiliz sömürgelerine giden yollara sokulması bu ülke
tarafından çıkarlarına yapılan doğrudan bir tehdit olarak algılanmıştır.
19 0 4 ’den sonra Fransa’nın yanında yer almaya başlayan
İngiltere, A lm anya’dan yüz bulamayan Rusya ile birleşerek 1907’de
Üçlü İtilâf’ı oluşturmayı başardı, Öte yanda ise Almanya, AvusturyaMacaristaıı İmparatorluğu ile bir pangermen bloku oluşturdu ve
İtalya’yı, za y ıf bağlarla da olsa yanına almayı başardı. Böylece Üçlü
İ ttif a k da meydana gelmiş oluyordu 1904-1914 devresinde bloklar
arasındaki çatışma sürdü İtilâf Devletleri,bu çatışmalar sırasında
İ t a l y a ’nın İttifaka zayıf bağlarla girmiş olduğunu fark ettiler ve savaş
başladığında çeşitli vaadlerie bu devleti yanlarına çekmeyi başardılar
Avusturya-Macaristan veliahdı F r a n c o i s - F e r d i n a n d ’ın 28
Haziran 1914’de S a r a y b o s n a ’da öldürülmesi üzerine 28 T em m uz’ fiilen
savaş başladı Bunu zincirleme olarak diğer devletlerin birbirlerine
savaş ilân etmeleri
izledi. Böylece cepheler kısa zamanda
genişleyerek,savaş bütün A vrupa’ya yayıldı
Savaşa bu ismin verilmesi,bütün dünyanın katılmış olmasından
değil ‘d ü n y a n ın m e rk e z i” olarak görülen A vrupa’da cereyan etmiş
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu savaş aynı zamanda Avrupa merkezli
dünya siyasetinin de sonunun başlangıcı olmuştur O zamana kadar
Avrupa ile ilişkilerini sınırlandırarak kıta içi gelişmelere yönelmiş olan
Amerika Birleşik Devletleri,bu savaşla dışarıya açılacak ve Avrupa
diplomasisini tanımaya başlayacaktır.
48
2-Osm anlı Devletinin Savaşa Katılması
O sm anh Devleti,Balkan savaşlarından sonra bir yandan
ordusunu ve donanmasını ıslaha girişirken diğer yandan da bloklaşan
A v ru p a’da yalnız kalm am ak için müttefik aramaya başladı
O smanh devleti,ilk ittifak teşebbüsünü geleneksel dostu saydığı
İngiltere nezdinde yaptı Maliye Nazırı Cavit Bey, 1911 Ekiminde
İngiltere Bahriye N a z ın Winston ChurchiiPe bir mektup yazarak iki
ülke arasında bir ittifak yapılmasını teklif etti Churchill, İngiliz dışişleri
B a k a n iığ fn a danışarak verdiği cevapta “ şimdilik yeni siyasi bağlar
altına giremeyiz.,,.’"diyerek bu teklifi geri çevirdi
Diğer bir teşebbüs ise Fransa nezdinde yapıldı.Bahriye Nazırı
ve T ürk-Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal Paşa,Fransız
dışişleri Bakanlığı ile temasa geçerek iki ülke arasında bir ittifak
yapılmasını sağlam aya çalıştı Verilen cevapta, Rusya razı olmadıkça
böyle bir ittifakın m ümkün olmadığı bildirildi
Böylece Osman!ı devleti ister istemez A lm a n y a’nın kucağına
itilmiş oluyordu Alm anya ile ittifak görüşmeleri 27 T em m uz’da
İstanbul’da başladı ve 2 Ağustos 1914’de Türk-Alman İttifakı imzalandı
Buna göre :
1)lki devlet Avusturya ile Sırbistan
anlaşm azlıkta tam bir tarafsızlık göstereceklerdi.
arasında
çıkan
bir
2 )R usya’nın aldığı askeri tedbirler sonucu,A vusturya ile Rusya
savaşa tutuşur ve A lm anya da A vusturya’nın yardım ına gitm ek zorunda
kalırsa O sm anh Devleti de savaşa katılacaktı
3)Osmanlı Devleti tehdit
Devletini silahla savunacaktı.
altında
kalırsa,Almanya,O smanh
4)İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan
biri feshetmezse beş yıl için yeniden yürürlüğe girecekti
O sm anh devleti,savaşın başında tarafsızlığını ilân etmekle
birlikte, A ğustos’un ilk haftalarından itibaren olaylar ve A lm anya’nın
çabaları savaşa katılmasına yol açtı
49
Alman donanmasına ait iki gemi (Goben ve B resla u)’nin
müttefik donanmasının önünden kaçarak Boğazlardan girip Türkiye’ye
sığınması ve bu gemilerin kendilerine teslim edilmesini talep eden İtilâf
devletlerine bunların satın alındığının açıklanması, Osmanlı devletinin
tarafsızlığına önem veren müttefikleri bir süre sakinleştirdi Ancak, bir
müddet sonra Y avuz ve Midilli adını alarak Türk donanm asına katılan
bu gemiler Enver1 Paşa’nın emriyle, Amiral S ouchon ’un komutasında,
diğer gemilerle birlikte K aradeniz’e açılarak 29-30 Ekim gecesi Odessa
ve Sivastopol’ü bombalayınca önce Rusya, ardından diğer İtilâf
devletleri Türkiye’ye savaş iiân ettiler. Böylece, İ9 1 8 ’e kadar devam
edecek olan 1 Dünya S avaşı’na katılmış olduk.
Türk halkının seferberlik dediği bu savaşta Osmanlı orduları
yedi cephede savaştı: Kafkas ve Galiçya cephelerinde Ruslarla;
M akedonya’da Yunan ve Fransızlarla; Çanakkale’de İngiltere, Fransa ve
İtalya ile; Filistin, Suriye ve Irak cephelerinde İngiliz orduları ile
Osmanlı devletinin savaşa katılması ve İttihatçıların İngiliz ve
Fransız sömürgelerinde yaşayan Müslümanlar arasında yoğun bit
İttihad-ı İslâm propagandasına girişmeleri,
İtilâf Devletlerinin,
Türk-iyeAyi bir an Önce savaş dışı bırakmak için harekete geçmelerini
hızlandırın ıştır Bunun diğer bir önemli sebebi de müttefiklerinden
yardım alamayan Rusya’nın, iç karışıklıklara sürüklenmesi ve komünist
propagandalarının
etkili
olmaya başlamasıdır.
Eğer,
Boğazlar
düşürülerek İstanbul ele geçirilmek suretiyle O smanlı devleti savaş dışı
bırakılırsa İtilâf devletleri hem sömürgelerdeki huzursuzlukları
büyümeden önleyecekler, hem de Rusya’ya yardım yetiştirerek Almanlar
karşısında avantajlı duruma geçeceklerdi Bu amaçlarla Boğazlara karşı
girişilen saldırıda, kâğıt üzerinde kolay bir başarı görünüyordu A ma
kâğıt üzerinde olmayan şey, Çanakkale’de İtilâf kuvvetleri karşısında
varolmak-yo'kolmak
mücadelesine
girdiğinin şuurunda olan TUık
askerinin, kader anlarının adamı büyük bir askerî deha ta rafından yani
M u s t a f a K e m a l tarafından idare edildiği idi. O n u n kom utası altında
inanılmaz kahram anlıklar gösteren M ehm etçik, Îtilâfçıların savaşı kısa
yoldan bitirm e umutlarını da Boğaz'ın sularına gömdü.
Çanakkale Cephesindeki zafer M ustafa K em al Paşa'nın,
İsta n b u l’u k u rtaran adam olarak ün k az a n m a sın a ve M illî m ü c ad e le
50
?
yıllarında liderliğe seçilmesinde; diğer taraftan da müttefiklerinden
yardım alamayan Çarlık R u s y a sfn ın çökmesinde etkili oldu Y eni
kurulan Bolşevik Rejimi de İttifak devletleri ile 3 Mart 1 91 8 ’de BrestLitowsk A ntlaşm ası’nı imzalayarak savaştan çekildi
Rusya’nın savaştan çekilmesi üzerine, Sarıkamış felaketiyle,
Kafkas cephesindeki faaliyetini oldukça yavaşlatan Türk kuvvetleri, bu
tarafa yöneldiler Türk ileri harekâtı kısa zamanda İran, A zerbaycan ve
Dağıstan istikametinde gelişti Turan Y olu’nun açıldığını gösteren
kuvvetli belirtiler Enver P a şa ’mn bu cepheye hayli önem vermesine yol
açacaktır
Diğer taraftan K u t’ü lam m are’de İngiliz kuvvetleri kuşatıldı ve
General T'own$end’le 18 000 kişilik ordusu esir edİJdi. Ancak T ü rk
ordusu bu cephedeki başarısını sürdüremedi ve İngiiizler bu mağlubiyeti
takibeden günlerde toparlanmayı başardılar Süveyş K a n a lı’na karşı
girişilen Türk taarruzları ise bir netice vermedi. 1916 yılrnm sonunda
İngiiizler Sina Yarım adasını ele geçirerek Suriye sınırlarına dayandılar
1917’den itibaren bu cephelerde çok büyük kuvvetler ve ateş üstünlüğü
ile harekete geçen İngiiizler Türk ordusunu bozdular ve 1918’de cephe
dağıldı
yararak
zorladı
Aynı günlerde Fransız kuvvetlerinin Bulgaristan cephesini
Trakya’ya doğru ilerlemeleri OsmanIı devletini mütarekeye
3-Osm anlı
anlaşmalar
Topraklarının
Paylaşılmasına
Dair
gizli
R u sya’nın ısrarı ile savaş sonrasında Osmanlı topraklarının
paylaşılmasına
dair
İngiltere
ile
başlatılan
görüşmelerde
İngiltere,Boğazlar’r ve İstanbul’u bu devlete bırakmayı kabul etti,
Bu durum İtilâf devletlerinin Osmanlı toprakları üzerindeki ihtiraslarını
kamçıladı ve bir dizi paylaşma anlaşmasının imzalanmasına yol açtı. Bu
devletler Osmanlı imparatorluğunun sonunun geldiğini düşünerek, dah a
savaş sona ermeden birtakım düzenlemeler yapm ayı kararlaştırmışlardı.
Kâğıt üzerinde de olsa, R u sya’nın B oğazlan ve İstanbul’u alması, kendi
hissesini elde etmek bakımından F ransa’yı harekete geçirdi ve Rusya ile
yapılan anlaşmadan sonra Fransa, İngiltere’nin kendileri ile de anlaşması
51
gerektiğini ileri süıdü Savaş şartlarında bu isteklere olumlu bir cevap
vermekte mahzur görmeyen İngiltere’nin
bu tavrıyla 1915 yıhnın
ilkbahar ve yaz aylarında yapı ian görüşmelerde Rusya, Suriye ve Adana
bölgesinin Fransa’ya verilmesini prensip olarak kabul etti 1915 yılı
sonlarında iki yeni unsurun ortaya çıkması A nadolu’nun paylaşılması
konusundaki görüşmeleri hızlandırdı Bunlardan birincisi Rusya’daki
gelişmelerdir Çanakkale savaşlarının başlamasından sonra, müttefiklerin
uğradığı başarısızlık bü ülkede rejime karşı hoşnutsuzlukları artırdı
Rusya bu durumu ortadan kaldırmak için Doğu A n adolu’dan toprak
istedi İkinci unsur F ransa'ya aittir 1915 yazından itibaren İngiltere,
Araplarla anlaşarak O rtadoğ u’ya yerleşmek için faaliyete geçmiş ve
görüşmelere başlamıştı İngiltere, bu gizli görüşmelerden F ransa’yı son
anda haberdar edince, Fransa durumu kabul etmedi ve Suriye ile Adana
üzerindeki ısrarlarım sürdürdü
Rıısya, Bağımsız bir Arap devleti veya Arap Devletleri
Konfederasyonu’nun
kurulmasını
ve
Suriye,
Adana
ve
M ezopotam ya’nın İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmasını kabul etti
Buna karşdık Erzurum, Van, Bitlis vilâyetleri ile V a n ’ın güneyinde
Fırat nehri ile Muş ve Siirt arasında kalan toprakları ve Trabzon’un
batısında sonradan tesbit edilecek bir noktaya kadar Karadeniz
kıyılarını alacaktı,
Fransa; Aladağ, Kayseri, Akdağ, Yıidızdağ, Zara, Eğin ve
Fiarput arasında bulunan Anadolu topraklarını alacaktı,, Kesin
sınırlar sonradan tesbit edilecekti
Osmanlı devletinin savaşa girmesinden soma, muharebelerin
gün geçtikçe şiddetlenmesi ve “Cihat Fetvası”nın yoğun Müslüman
nüfûsun yaşadığı İngiliz sömürgelerinde etkili olmaya başlaması ihtimali
İngilizieri Haşimi ailesinden Şerif Hüseyin ile anlaşmaya itti Çünkü,
Şeıif Hüseyin, Peygamberim izin aiiesindendi ve 0 ” un İngiltere” in
yanında yer. alması, İslâm Halifesi” in nüfuzuna, ağır bir darbe
indirmekle kalmayacak; 11 ak-Suıiye-Filiştin cephelerinde de İngiitere” i
rahatlatacaktı Şerif Hüseyin, bütün Arap Yarımadası ile İrak ve
Suriye'nin tamamını içine alacak bağımsız bir devlet kurulmasını ve
başına da kendisinin getirilmesini istedi
1915 yılındaki uzun
müzakerelerden som a İngiltere ile Şerif Hüseyin arasında 1916 Ocak
52
aynıda bir anlaşmaya varıldı İngiltere, Şerif H üseyin’in Lübnan hariç
bütün isteklerini kabul etti (Şerif Hüseyin-Mc Mahon Anlaşması)
Fransa, bu görüşmelerden ancak 1915 Kasımından itibaren haberdar
olmuştur Bu gelişme üzerine Fransa, O rtadoğu’nun da paylaşılması için
ısrar etmeye başladı Sonunda İngiltere ve Fransa arasında 9 ve 16 Mayıs
1916 tarihleri arasında karşılıklı olarak verilen mektuplarla bir anlaşma
sağlandı Buna Göre:
S u r iy e ’nin A k k â ’dan itibaren kuzeye doğru Beyrut dahil
olmak üzere bütün kıyı bölgesi, A dana ve Mersin F ra n sa ’ya ait
olacaktı Geri kalan topraklarda bir Arap Devleti yahut A rap Devletleri
Konfederasyonu kurulacaktı Bu devletin kurulacağı alanın AkkâKerkük çizgisinin güneyinde kalan kısmı İngiliz, kuzey kısmı ise
Fransız nüfuz alanı olarak ayrıldı Ayrıca, İskenderun serbest liman ve
Filistin de
milletlerarası
bölge oluyordu
Bu anlaşmaların
müzakerelerini Fransa adına Geoeges Pîcot, İngiltere âdına Sir Mark
Sykes yürüttüğü için bu anlaşm aya Sykes-Picot Anlaşması da denir
1917 yılında Bolşevik İhtilâli ile
Çarlığın yıkılması ve
BoİşevikSerin, Çarlık diplomasisinin bütün gizli vesikalarını açığa
vurması Araplar için bir soğuk duş oldu ve İngiltere’nin bütün oyunlarını
oıtaya koydu
Öte yandan. İtalya’nın İtilâf Devletleri safında savaşa katılması
ve A n ad o lu ’dan ısrarla pay istemesi sonucunda 21 Nisan 1 91 7 ’de S t
Jean De M au rien ne’de görüşmeler yapıldı ve sonunda şu kararlara
varıldı:
İtalya, 19 î 6 ’da İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapı imiş
olan tüm anlaşmaları kabul ediyordu B una karşılık Mersin hariç olmak
üzere Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri
İtalya’ya
bırakılıyordu
İngiltere ve Fransa İzmir’de birer serbest liman
kurabileceklerdi Ancak bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi R u s y a ’nın da
onayı şaıtma bağlanmıştı ki; Rusya’da geçici hükümet iktidardan
düşünceye kadar bunu onaylayamamıştır Bu olay savaş sonrasında
yapılan Paris barış görüşmelerinde İtalya ile müttefiklerinin atasını
bozmuştuı
53
Görülüyor
ki;
Osmanlı
devleti
mütareke
imzalamaya
hazırlandığında, İtilâf Devletleri aralarında yaptıkları gizli anlaşm aları
uygulayabilmek ve kendi işgal alanlarım elde edebilm ek için gerekli
ortamı oluşturmak konusunda hemfikirdirler
54
Çerçeve Yazı I : W ilson Prensipleri
M„ Derviş Kılınçkaya
Savaşın sonlarına doğru ortaya çıkan bîr gelişme, mağlupiaıın
ve özellikle Osmanlı aydınlarının adaletli bir barışın yapılabileceğine
dair
bazı umutlar beslemelerine yol açmıştır Bu gelişm e A BD
Cumhurbaşkanı W ilson’un savaş sonrasına ilişkin olarak yaptığı
açıklamalardır
A vrup a’daki “ Gizli diplomasi” geleneğini yeterince tanımayan
ve 1917 >e kadar ’’Tectid’ politikasını benimseyerek A m erika kıtası
dışına açılmamış olan ABD, anılan yılın Nisan ayında İtilâf Devletleri
safında savaşa katıldı Uzun süren savaş yıllarının her ülkede barış
özlemlerini artırdığını gören A B D Cumhurbaşkanı W Wilson, 8 Ocak
1918 de Amerikan Kongresinde yaptığı bir konuşmada savaş sonrasında
yapılacak Barış Anlaşmalarına ilişkin görüşlerini açıkladı D ah a sonraki
dönemde Wilson Prensipleri adıyla anılacak olan
ve 14 noktada
toplanan bu görüşler şunlardır:
1)Baıış anlaşmalarının açık olarak yapılması ve gelecekte de
açık diplomasi yürütülmesi;
2)Savaşta ve barışta
manada serbest olması ;
3)Serbest
kaldırılması ;
ticareti
karasuları
engelleyen
dışında
bütün
denizlerin
hususların
mutlak
ortadan
55
4)Siiahianma faaliyetlerinin azaltılması için gerekli ve yeterli
garantilerin uluslar arası sözleşmelerle sağlanması;
5)Sömürge isteklerinin, ilgili halkların çıkarlarıyla, yetkileri
sonradan belirlenecek olan sömürgeci devletin istekleri aynı ölçüde göz
önünde tutulmak suretiyle,mutlak bir tarafsızlıkla çözülmesi;
6)Rusya topraklarının tamamı boşaltılmalı ve R u sy aY a kendi
gelkişmesini sağlamak için her türlü imkân verilmelidir
7)Belçika’ya tam ve bağımsız egemenliğinin verilmesi ;
8)İşgai edilen bıansız topraklarının boşaltılması ve P rusya'nın
1871 ’de Alsas-Loren Meselesinde yaptığı hatanın düzeltilmesi ve bu
yolla barışın teminat altına alınması;
9)İtaîyan sınırlarının milliyet prensibine göre düzeltilmesi ;
10)Avusturya-M acaıistan
gelişme imkânlarının verilmesi;
imparatorluğu
halklarına
özeık
1 l)Romanya,Sırbistan ve Karadağ topraklan boşaltılacak ve
Sırbistan'a denizden bir çıkış verilecek;
12)Osmaniı
imparatorluğunun
Tüık
olan
kısımlarının
egemenliği sağlanacak, fakat Türk olm ayan milliyetlere özerk gelişme
imkânları \ eı İlecek Çanakkale Boğazı devamlı olarak bütün mililetleıin
gemilerine açık olacak ve bu, milletlerarası garanti altına konulacak;
13)Bağımsız bit Polonya kurulacak;
14)Büyük ve küçük bütün devletlere,siyasi bağımsızlıklarını ve
toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak imkânını
sağlamak amacıyla bit Milletler Teşkilâtı kurulacak
Bu görüşleri tamam layan
nokta da şunlardır:
27 Eylül 1918 açıklamasındaki
5
1)Adaletin dost ve düşman atasında eşit olarak sağlanması ;
2)Yalntz bit milletin veya milletler zümresinin özel çıkarları
bütün milletlerin menfaatleriyle çakışmadığı takdirde
nihai barışın
hiçbir kısmına esas teşkil etmemesi;
56
3) Milletler Cemiyeti içinde herhangi
yapılmaması;
bir özel anlaşmanın
4)Milletler Cemiyeti tarafından ekonomik cezalandırma k a ra n
alınmadıkça boykota], özel iktisadi anlaşmalar veya ittifaklar
yapılmaması ;
5)Miiletler arasında her ne suretle yapılırsa yapılsın bütün
anlaşma ve uzlaşmaların açıklanması
Dikkat edilirse bu prensipler o zamana kadar A vrupa
diplomasisinin
temel
prensiplerine ve büyük güçlerin bencil
politikalarına çok ters düşmektedir Nitekim savaş şartlarında pek itiraz
görmeyen bu görüşler savaş sonrasında bir dizi münakaşalara ve nihayet
Paıİs Barış Konferansında Manda ve Himaye sisteminin ortaya
atılmasına kadar giden gelişmelere yol açacakta Manda ve Himaye
sistemine gerekçe olarak ileri sürülen husus şudur : Boyunduruk altından
kuıtanlan milletler henüz kendi kendilerini idare edebilecek siyasi
olgunluk ve yeteneğe sahip değildirler Dolayısıyla bu yeteneği
kazam ncaya kadar
tesbit edilecek bir büyük güç tarafından
yönetilmelidirieı Bu yaklaşımın emperyalizmi yeni bir görüntü altında
sürdürm ekten başka bîr anlam taşımadığı ve savaş sırasındaki gizli
anlaşmaları uygularken ABD yi küstürmemek esasına dayalı olduğu da
açıktır
Ancak,yine de Wilson Prensipleri J Dünya Savaşının mağlup
milletler için bir umut ışığı yakmıştır denilebilir Her ne kadar bu ışık
emperyalist hırsların fırtınaları karşısında kolayca sönmüşse de
4-M O N D R O S M Ü T A R E K E Sİ
Cephelerde işlerin kötüye gitmesi üzerine mütareke arayış m a
başlayan Osman lı hükümeti, bu konuda hazırlık yaparken, İtilâf
Devletleri de yapılacak barış anlaşmasının esaslarını tesbit etmek üzere
bir araya geldiler Osmanlı devleti ile anlaşmak yetkisi îngilteıe’ye
bırakıldı
Ekim ayının sonlarına doğru Limni AdasPnın M oudros
limanında Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki Türk Heyetiyle, İtilâf
57
Devletlerinin Ege donanm a Komutanı Amiral C althorpe arasındaki
görüşmeler 30 ekim 1918’de Moudros M ü tare k e sin in imzalanmasıyla
sona erdi (Anlaşma Türk K amuoyuna imzalandığı limanın adm a atfen
fakat yanlış olarak M on d ros Mütarekesi adıyla yansıtılmıştır )
Bilindiği gibi mütareke anlaşması,savaş durum una son veren
geçici bir anlaşmadır Kesin durum ise barış anlaşmasının imzalanması
ve bu anlaşmanın hükümetler tarafından tasdiki ile belli olur ve
yürürlüğe girer Halbuki, Mondros mütarekesinin imzalanmasından
hemen sonra, İtilâf Devletleri, barış anlaşmasını beklemeye lüzûm
görmemişler ve derhal Osınanh toprak'atım işgale başlamışlardır
Özellikle Türkiye’nin güney bölgelerinde bu durum daha açık biçimde
görülmüştür Mütareke hükümlerine göz atmak gerekirse :
I,2,3 ve 6, Maddeler açılacak olan İstanbul ve Çanakkale
B o ğ a z la n ile K aradeniz’deki mayınlı sahaların İtilâf
devletlerine
bildirilerek temizlenmesi, sahil koruma dışındaki Türk savaş gemilerinin
belirli ¡imanlarda kalmasına dairdir
5,.
Madde, sınırların korunmasını ve iç güvenliği sağlayacak
miktardan fazla olan askerlerin terhis edilmesi, bunların silah ve
teçhizatlarının tesliminin denetlenmesini öngörür
7 ..Madde, İtilâf devletlerinin güvenliklerinin tehlikeye düşmesi
halinde, herhangi bir stratejik bölgeyi işgale haklarının olduğunu;
8,9,13 ve 14, Maddeler İtilâf devletlerinin demiryollarından,
ticaret gemilerinden, limanlardaki tamir araçlarından faydalanmalarını,
kömür ve yağ gibi maddeleri alabilmelerini, bahrî, askerî ve ticarî
malzemenin tahrip edilmesinin Önlenmesini;
10 ve 12,. Maddeler, hükümet yazışmaları dışındaki telgraf ve
telsiz habetleşmesinin denetlenmesini ve Toros tünellerinin İtilâf
kuvvetlen'tarafından işgal edilmesini;
II,1 5 ,1 6 ve 17 M addeler, İran ve K afkasya’da bulunan Türk
kuvvetlerinin harpten önceki sınırlara çekilmesini; Hicaz, Yemen, Asir,
Suriye, İrak,Trablus ve Bingazi’deki T'üık birliklerinin en yakın İtilâf
kumandanlıklarına
teslim
olmalarını
ve
İtilâf
devletlerinin
58
demiryollarından
edebileceklerini ;
faydalanarak
Kafkasya
ve
B a k u ’yu
işgal
19 ve 20, Maddeler
asker ve sivil Alman ve Avusturya
te b ’asmın en kısa zam anda Türkiye’den ayrılmasını ve O smanh
devletinin bu ülkelerle işbirliğine sori vermesini;
4 ve 22. Maddeler İtilâf devletleri ve ermeni esirlerinin derhal
serbest bırakılmasını, Türk esirlerin ise onların emrinde kalmasını;
24, M adde Doğu Anadolu vilâyetlerinde ( Erzurum . Sivas,
Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekir) bir karışıklık çıkması halinde
buraları işgal etme hakkının doğacağını;
25.,
M adde ise 31 Ekim 1918’de gece yarısından itibaren her
türlü harp halinin sona ereceğini öngörmektedir
Görüldüğü gibi mütareke hükümleri oldukça ağırdır. Bilhassa 7.
ve 24 Maddeler
İtilâf devletlerinin A n adolu ’da istedikleri yerleri
kolayca işgal etmelerine uygun zemini hazırlamak maksadını
taşımaktadır Mütarekenin Türkçe metninde
Vilâyât-ı Sitte (altı
vilâyet) olarak geçen bölge İngilizce metinde
The six A rm enian
Vilayets (altı Ermeni vilâyeti) olarak tanımlanmaktadır ki, anılan
bölgede bit Ermenistan kurma tasarısının ne kadar ciddi şekilde
düşünüldüğünü gösterm esi bakımından önemli bir ipucudur Mütareke
metninde kullanılan coğrafi terimlerin de İngiliz ve Türk taraflarınca
farklı algılandığı anlaşılmaktadır Meselâ, Türk tarafı Suriye ve Irak
terimlerini Osmanlı İdarî yapısı içindeki Suriye ve Irak vilâyetleri
olarak anlamakta, buna karşılık İngilizler Musul vilâyetini Irak’a dahil
saydıklarından 16 M addeye göre buradaki Türk birliklerinin teslim
olmasını istemekteydiler. Halbuki Musul, Osmanlı İdarî yapısında
Irak’tan ayrı bir vilâyetti. Diğer taraftan mütareke metninde Kilikya,
M ezopotam ya, Irak gibi
sınırları belli olm ayan tarihî terimler
kullanılmış bu da karışıklığa yol açmıştır ki bunlar İngilizler tarafından
bilerek kullanılmıştır
Mütareke
hükümleri
Osmanlı
devletinin
elini-kolunu
bağlamıştır Yapılacak işgallere karşı koyma ihtimali bulunan Türk
birlikleri
silahsızlandırılarak, denetim altına alınmış, özellikle sınır
bölgelerindeki kuvvetlerin dağıtılması sağlanmaya çalışılmıştır
Mondros mütarekesinin uygulanmasına karşı ilk tepkiler ise
hükümetten değil cephede uygulamaların muhatabı olan askerî kanattan
gelecektir
a)Mütarekenin Uygulanmasına Tepkiler
30 ekim 1918 günü mütareke şartları Osmanlı Ayan ve
Mebıısan Meclislerinin gizli oturumunda, Sadrazam A hm et İzzet Paşa
tarafından açıklanmış ve anılan ağır hükümler üzüntü ve endişeyle
karşılanmıştı Hükümetin mütarekeyi hangi düşüncelerle kabul ettiği ve
bu derece ağır şartlar ihtiva eden mütarekeyi
imzalamak
mecburiyetinde kalmasının sebepleri her iki mecliste de uzun
tartışmalara konu olmuştu
Gerçi genel durum, Osmanlı devleti için harbin sonucu
bakımından başarı ihtimalini imkânsız hale getirmişti. Ancak, dıııum
kayıtsız-şartsız teslimi gerektirecek kadar da kötü değildi Osmanlı
ordusu mütarekenin imzalanmasından önce, Suriye ve Filistin
cephelerindeki
çöküşü,
H alep’in
kuzeyinde
alınan
tedbirlerle
durdurmuştu Irak cephesindeki durum mütareke görüşmelerine tesir
edecek kadar kötü değildi. Osmanlı kuvvetlerinin Kafkaslardaki üstün ve
rakipsiz durumu önemli bir avantajdı. Bütün bu konular Mecliste dile
getirildi, fakat sonuçta mütareke kabul edildi ve cephelerdeki
kumandanlara bildirildi
Diğer taraftan İ T P n m önderleri Enveı,Talat ve Cemal Paşa lâr
yurt dışına kaçmışlardı 14 E kim ’de sadrazamlığa getirilen A hm et İzzet
Paşamın buna göz yumduğu söylentileri üzerine, padişahın ısrarları da
eklenince kabine 8 Kasımda istifa etti ve Tevfik Paşa sadarete getirildi
Mütareke, başlangıçta halkta bir ferahlığa yol açmıştı Basın,
memleketin esas ihtiyacının barış ve asayiş olduğunu belirterek hadiseyi
nisbeten ihtiyatlı karşılıyordu Ancak,bu olumlu hava kısa bir müddet
so m a işgallerin başlamasıyla dağıldı Azınlıkların aşın davranışları,
İtilâf kuvvetlerinin mütareke hükümlerini keyfî olarak uygulamaya
başlamalar ı halkta endişelerin büyümesine, şehre çıkan düşman asker ve
komutanlaıımn konak ve yalılara saldırmaları tepkilerin doğm asına yol
açacaktır
60
Mütarekenin uygulanmasına ilk esaslı tepkiler cephelerdeki
kumandanlardan
gelecektir
Mustafa
Kemal
(Atatürk)
Paşa,mütarekenin şartlarım öğrendikten sonra komutası altındaki 2 ve
7 Kolordulara gönderdiği bir emirle Suriye hududunun,Osm anlı
devletinin Suriye vilâyetinin kuzey
hududu olduğunu, Türklerin
çoğunlukta olduğu bölgelerin esas hat olarak kabul edilmesi gerektiği,
mütareke şartlarının yeterince açık olmadığını,dolayısıyla yapılabilecek
işgal hareketlerine karşı uyanık olunmasını,Toros tünellerini işgal
edecek İtilâf kuvvetlerinin yanma Türk kuvvetlerinin yerleştirilmeye
çalışılmasını istedi 3 Kasım tarihinde Harbiye Nezaretine çektiği
telgrafta da şunları sordu :
“ Suriye
hududunu,Sur iye vilâyetimizin
kuzey hududu
addetm ekle beraber bu hususta başka bir görüş varsa bildirilmesi
lâzımdır, S uriye’de terkettiğimiz veya bizimle irtibatı olan hiçbir
kuvvet yoktur, Kilikya havaiisinin Adana vilayetinin mühim bir
kısmı olduğu bilinmekle beraber buranın hududu da m alûm
değildir.,,” Ahmet İzzet Paşa verdiği cevapta durumu kendi açısından
izah ederek hadiseyi basitleştirmeye çalıştıysa da, İtilâf devletlerinin
isteği üzerine P ozantı’ya kadar bütün adana vilâyetinin boşaltılmasına
başlandı Mustafâ Kemal Paşa 6 Kasım tarihinde yazdığı cevabî
telgrafında son olaıak “ m ütareke şartlan
hakkında
İtilâf
devletlerinin yanlış telakkilerini ortadan kaldıracak tedbirler
alınmadıkça orduları terhis edecek ve İngiiizlerin her dediğine
boyun
eğecek
olursak,ihtirasların
önüne
geçm eye
imkân
olmayacaktır,,., ” diyordu. Ahmet İzzet Paşa bu münakaşanın devamını
önlemek için 7 K asım ’da Yıldırım Ordular Grubunun lağvedildiğini
bildirerek Mustafâ Kemal P a şa ’vı İstanbul’a çağırdı
Suriye cephesinde bunlar cereyan ederken,İrak cephesinde de durum
şöyle gelişmekteydi; 6 Ordu kumandanı Ali İhsan (Sabis) Paşa
mütarekenin imzalandığım haber ahr almaz İngiliz generali Marshail a
bir mektup göndererek iki ordu arasındaki arazinin tarafsız bölge
sayılmasını istedi Çünkü bu
mektubun yazıldığı tarihte îngilizler
M u su l’un 60 km güneyinde idiler, General Marshall gönderdiği
cevapta çatışmaların durduğunu.fâkat mütarekenin 7 Maddesine göre
Musul u işgal etmeye hakkı olduğunu , Türk garnizonunun derhal
M usul’u boşaltması gerektiğini bildirdi Ali İhsan Paşa buna itiraz
61
ettiğinde, İngiliz kumandanı bir harita ekleyerek gönderdiği yazıda,
bölgenin işgal edilmesi emrinin İngiltere Harbiye N ezaret i’nin emri
olduğunu, eğer Musul boşaltılmazsa bunun çatışmaya sebep olacağım
bildirdi Durumu İstanbul’a bildiren Ali İhsan Paşa, S adrazam ’dan bu
isteğe karşı direnebilecek gücümüzün olmadığını, Amiral Calthorpe ile
görüştüğünü ve sonucun beklenmesini istediğine dair bir cevap aldı. 8
K asım ’da Ali İhsan P a şa ’ya M u s u l’un boşaltılması için emir verildi Ali
İhsan Paşa 1919’un Mart ayı başlarında, İstanbul’a iner inmez daha
Haydarpaşa G arındayken tevkif edilerek M alta’ya sürgüne gönderildi
Kafkas cephesinde aynı
tavrı gösteren Yakup Şevki Paşa da
ilerlemiş yaşına ve gözlerindeki rahatsızlığa bakılm aksızın aynı
akibetten kurtulamayacaktır.
62
IL BÖLÜM : MİLLÎ MÜCADELE
A -H A Z IR L IK DÖNEM İ
1-İşgaller
Karşısında
Cemiyetler:
Ülkenin
Durumu
ve
Kurulun
Dünya savaşının sona ermesiyle imzalanan M on dro s Mütarekesi
İtilâf devletlerinin Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan gibi
Türkiye’ye de
hiçbir hayat hakkı bırakmayacak kadar ağır
yükümlülükler getirmeyi düşündüklerini gösteriyordu. 1 Dünya Savaşı
sırasında yaptıkları gizli anlaşmalarla Osmanlı topraklarını paylaşan
İtilaf Devletleri Mondros Mütarekesi ile emellerini gerçekleştirecek
hukuki dayanağı oluşturmaya çaba harcamışlardır. Mütarekenin 7,
Maddesine dayanarak ülkenin çeşitli yerlerini işgal ederek, önemli
buldukları noktalara denetim subayları yerleştirmişlerdir
Mütareke şartlarının yetine getirilmesi amacıyla yapılan
fâaliyetler bütün Türkiye’de büyük bir kaynaşma m eydana getirmişti
Ordu birliklerinin yerlerinden oynatılması ve terhisi, askeri malzeme ve
silah nakliyatı, yerlerine dönen göçmenler, işgal kuvvetlerinin gidip
gelişi, Türkiye’de bulunan Alman ve Avusturya asker ve.subaylarının
şevki. İstanbul ve önemli merkezleri devamlı bir harekete sahne
63
yapmıştı- Hiçbir yerde diizeıı kalmamış.savaş sırasında zaten zayıflamış
olan asayiş, iyiden iyiye bozulmuştu. Savaş yıllarında türeyen eşkıyalık
her taıafta çoğalm aya başlamış, soygunlar, baskınlar, adam Öldürmeler
alıp yürümüştü Bütün Karadeniz kıyısı ve T'ıgkya, Rum çetelerinin
yuvası olmuştu
İttihat ve Terakki yönetiminin yıkılmasıyla,orada burada sinmiş
durumda bekleyen ve çeşitli fikirlere sahip olan siyaset adamları ve
teşekkülleri faaliyetlerine yeniden başlamak üzere hızlı bir çaba
göstermeye başlamışlardı İstanbul’da siyasal mücadele yeni boyutlar
kazanırken. Rumluk veya Erm enilik hesabına feda edilecek bölgelerin
Eürk unsuru başlarının derdine düşmüşlerdi Her
bölge, her şehir
kendini kurtaımak için uluslararası siyaset alanına atılmaya çalışıyordu
yaptığı
Yahudi
bunları
Doğuda
İngiliz Dışişleri Bakam Avam Kamarasında 18 Kasım 1918’de
konuşmada Osmanlı topraklarındaki
Arap, Ermeni, Rum,
azınlıkların Türk egemenliğinden kurtarılacağım söyleyerek .
Türkiere karşı savaşmaya yöneltmiş ; bununla da yetinmeyerek
Kürt sorununun alevlendirifeceğine dair işaretler de vermişti
a)İngiliz, Fransız ve İtalyan İşgalleri
Mondros Mütarekesi hükümleri uyarınca 6 Kasım 1918 de
Çanakkale ye gelen bir İngiliz heyeti ile yapılan anlaşma ile Boğazlar
İngilizlere teslim edildi İııgilizler Çanakkale, Musul, Batum. Antep,
Konya,. Maıaş, Bilecik,, Samsun, Merzifon . Urfa ve K ars’ı işgal ettiler
İtilaf Devletleri’nin bit filosu da .13 Kasım günü İstanbul
Limanı na demirledi Amiral Caîthorpe’un
İstanbul’a gelecek İtilâf
donanmasında Yunan gemilerinin bulunmayacağına dair Rauf B ey’e
verdiği yazılı teminata rağmen bu filoda Yunan gemileri de vardı
Ti ansızlar ise Trakya’daki demiryollarının önemli noktalarıyla,
Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonlarını işgal ettiler.
İtalyaniar önce pasif kaldılarsa da Yunanistan lehine ortaya
çıkan siyasal gelişmeleri görünce Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye
ve M arm aris’i işgal ettiler Konya ve A kşehir'e de birlikler yolladılar.
64
b) Ermeni Faaliyetleri
Mondros M ütarekesi’nin 24 M addesinde,D oğuda bulunan altı
vilayetin Eımenilere bırakılabileceğine ilişkin im a5Ermeniieri harekete
geçirdi 30 Kasım 1918’de İtilaf Devletlerine başvurarak bağımsız bir
Ermenistan kurulmasını istediler. Ermeni Patriği de Londra ve P aris'e
giderek destek aradı
İşgalci Fransız kuvvetleri ile beraber Kozan,Osmaniye,Mersin
ve A d a n a ’ya getirilen Ermeni alayları,işgallerle birlikte yerli Ermenilerin
de katılmalarıyla Çukurova ve Doğu A n ado lu’da yayılm aya ve
M üslümanlara zulüm yapm aya başladılar Öteden beri Çukurova
(
mütareke metninde Kilikya olarak anılıyordu) üzerinde hak iddia eden
Ermeniier aıtık bekledikleri fırsatı ele geçirdiklerine inanıyorlardı
65
Çerçeve Yazı I I I ; ERMENİ TEHCİRİ
M. Derviş Kıhnçkaya
Üzerinden uzun yrilar geçmiş olm asına ve dönemin Osmanlı
belgelerinin büyük bir çoğunluğu yayınlanmış olmasına rağmen, kendi
yazdıklarının dışında hiçbir şeye inanmamayı tercih eden Ermeni
milliyetçilerinin batı, özellikle İtilâf kam uoyunda I D ünya Savaşı
yıllarındaki yoğun propagandanın
ortaya çıkardığı
Türk aleyhtarı
havayı ustaca kullanarak geliştirdikleri “ Ermeni Katliamı” iddialarına
kısaca dokunm akta fayda vardır. Zira, bu hakikatlere ters iddialar hem
hiç layık olmadığı halde Türk milletini rencide etmekte ve hem de
önemli
bir kısmı Türkiye’den veya Osmanlı
dönem inde Türkiye
sınırları içinde bulunan topraklardan göç ederek bu günkü Ermeni
D iasp o ra sf sini 'oluşturan
ancak Taşnakçılarm propagandalarının
etkisindeki
kuşakların Türkiye ve Türkler hakkındaki son derece
olumsuz tavırlarına yol açmaktadır Daha da ilginci 196Ö’lı yılların
sonlarından başlayarak geleneksel Ermeni tedhiş metodlaıryla yeniden
gündeme getirilen bu iddiaların,yeni Türk kuşaklarının kafasını
bulandırmış olmasıdır
Ermeniier, Osmanlı “ millet sistemi” içinde 1876’ya kadar
istisnasız bütün gözlemcilerin ifade ettikleri gibi imparatorluğun en
sadık gayrimüslim tebaasını oluşturmaktaydılar Osmanlı devletinin
zayıflamasıyla birlikte, Batılı Büyük G üçler’in takibettikleri Türkler i
A vrupa ve A n adolu’daki topraklarından çıkararak Orta A sy a ’daki
yurtlarına sürmek şeklinde özetlenebilecek politikalar doğrultusunda
66
kullanmak üzere E rm en d e n tahrik etmeleri,bir dizi üzücü olayın ortaya
çıkmasına sebep olmuştur.
Öncelikle,!. Dünya savaşında 2 milyon E rm eni’nin Türkler
tarafından katledildiğine ilişkin iddialar gerçeği yansıtmamaktadır
Türkiye’deki toplam Erm eni nüfusuna ilişkin bilgiler bu iddiayı açıkça
geçersiz kılmaktadır Türkiye’deki Erm eni nüfusu :
A -E r m e n i K a y n a k la r ın a G ö re
Ermeni tarihçisi Basmaciyan 2 380 0 0 0 ’i
Türkiye’de olmak üzere
dünyadaki toplam Ermeni nüfûsunu 4 160 000 olarak gösterm ektedir Y
Topciyan 1909’da doğudaki 9 vilayette yaşayan Ermeni nüfûsunu A
V am b e ry ’ye dayanarak 1 131 125 olarak vermektedir Kevork Aslan
1914’de
T ürkiye’deki toplam Ermeni nüfûsunu 1 800 000 olarak
göstermektedir
B -Y aba n cı K a y n a k la r a G ö re
M a rc e l L e a r t (Ermeni Patrikhanesinin kayıtlarına göre) 191 3 ’de
2 560 000
V„ C u in e t
1 743 352
C- O sm a n lı K a y n a k la r ın a G ö re
Gregoryen
1 161 169
Erm eni
Katolik
67 838
Ermeni
Protestan
65 844
E rm eni
TOPLAM
I 294.851
Görüldüğü gibi
rakamların en abartılı olanında dahi Türkiye’deki
toplam Ermeni nüfûsuna ilişkin rakamlarla,katliam iddiaları atasında
tutarlı bir ilişki kurmak m üm kün değildir
67
I. Dünya savaşına kadar Taşnaksutyun ve Hınçak gibi çeşitli ihtilâlci
cemiyetler kuıaıak kendi halklarını hiçbir yerde çoğunlukta olmadıkları
Anadolu'da bir maceraya sürüklemeye ve Batılı güçlerin kontrolü ve
koruması altında olacak bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni
milliyetçilerinin çoğunlukta olduklarını iddia ettikleri Doğu Anadolu
Vilâyetlerindeki nüfûs istatistikleri ise 1934 yılı başında şoyledir :
V İLÂ Y ET LER
Nüfûsu
Genel Nüfûs
Ermeni
Bitlis
119,134
437, .479
Diyarbakır
73,226
616,825
Erzurum
136,618
815,432
Manıii retülaziz
87,864
538,227
Sivas
154,674
1,169 443
Van
67,792
259 141
Ur fa
18,370
170 988
Kayseri
52 192
263,074
Maraş
38433
192555
Trabzon
40,237
1,122,947
TOPLAM
788,540
5 586,111
68
Yani neresinden ve kimin gözüyle bakılırsa bakıisın 1 Dünya
savaşının başlarında,A nadolu’da Van merkez hariç olmak üzere —
ki,burada da genel nüfus içinde azınlık durumundadırlar- Erm enilerin
Türk ve müslüman nüfûsa yaklaştıkları dahi söylenemez
Ermeni M eselesi’nin ortaya çıkışma gelince : 1877-78
savaşında Rusya karşısındaki ağır yenilginin sonunda Osmanîı Devleti
Sırbistan’ın bağımsızlığını tanım ak ve Bulgaristan’a muhtariyet vermek
¿orunda kalmrştı
Ermeni P atrik’i Narses 1878’de
Ayastefanos
Anlaşması için görüşmeler başladığında Grandük N ik o la ’dan Anlaşm aya
Ermenileı için de bir hüküm konulması için
karargâhına giderek
tavassut talebinde bulundu Anlaşmanın 16 Maddesi,Doğu A nadolu’d a
Ermenilerin yoğun olarak bulundukları yerlerde, onların hayat şartlarının
iyileştirilmesi ve bu amaçla yapılacak ıslahatların tamamlanmasından
sonra
buraların boşaltılacağı kaydediliyordu
Ermeni Kilisesinin
beklediği ise bağımsız bir Ermenistan kurulması idi. Nitekim aynı
taleple bu defa İngilizlere baş vuran Patrik Narses,kurulacak
Ermenistan'ın “ Van ve S ivas P aşalıkları iîe D iyarbakır Vilâyetinin
büyük kısm ın ı için e alacak eski K ilikya
K r a llığ ın ın arazisi ”
olacağını söylüyordu. Eğer bu taleplere kulak asılmazsa
E rm en i
halkının Türk idaresin e karşı toptan ayaklan acağım ” da eklemeyi
unutmuyordu Ayastefanos Anlaşmasını değiştiren Berlin Kongresinde
Eski Patrik Hrİmyan ile Başpiskopos Hoıen N arbey hazırladıkları ve
sundukları taleplere destek bulamadılar. Ancak,bu meseleyi Osmanîı
Devletinin İç işlerine müdahale sebebi olarak gören batıklar Berlin
Anlaşmasının 16 Maddesini bu hususa ayırdılar Maddenin metni şudur
z B âbı ali, E rm en ilerin otu rdukları vilâyetlerin m ah a lli şa rtla n
dolayısıyla m uhtaç oldu kları ıslah at ve dü zen lem eleri gecikm eden
yapm ayı ve K ü rtlerle
Ç erkezlere karşı em n iyet ve h u zu rların ı
korum ayı taah h ü t eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası g eldikçe
devletlere tebliğ edeceğinden, adıgeçen devletler bu tedbirlerin
uygulanm asına n eza ret edeceklerdir„”
İşte Patrikhane’nin ve Ermeni din adamlarının öncülüğünde
gündeme getirilen bu talepler bir sonuç vermeyince,Ermeni milleti tahrik
ediieıek bir dizi isyan geliştirildi Osmanîı bürokrasisinin “ Ermeni
Pat’’tısı’ olarak adlandırdığı bu olayların 1914’de I Dünya savaşının
69
başladığı tarihe kadar Müslümanlarla Erm eniler
ortadan kaldırması ise tabii karşılanmalıdır
arasındaki
güveni
Bu faaliyetler iki İhtilâlci Ermeni örgütü olan H m çak ve
T aşnaksutvun’un öncülüğü ve baskılan arasında yürütülmüştür.
Taşnaksutyun Cemiyetimin
1892’de tesbit edilmiş olan programı
konuyu anlamak bakımından hayli aydınlatıcıdır Bu programa göre :
I
eteler teşk il etm ek ve on ları fa a liy ete h azırlam ak,
2)H er yola başvurarak E rm en i halkının
ih tilalci fa a liy etin i artırm ak,
m an eviyatın ı ve
3)H alkı silahlan dırm ak için her y o la başvurm ak,
4)İh tilâl K om iteleri teşkil edip, aralarında sıkı irtib a tı tem in
etm ek,
5 )K avgayı teşvik etm ek ve h ü kü m et yetk ililerin i, m u hbirleri,
hainler i s oygu n cu ları yıldırın ak,
6)İm a n ve silah nakliyatı için u laştırm ayı sağlam ak,
l)H iik ü m e t m üesseseler ini yağm alam ak ve
Cem i> et'' in ana gayeleri olarak hükme bağlanıyordu
h arap etm ek
Adıgeçen ihtilâlci Ermeni örgütlerinin baskıları ve Ermeni
kilisesinin desteğiyle girişilen bir dizi ayaklanmayı organize edenlerle
daha muhalefet yıllarında irtibata geçen ve onları kazanm aya çalışan
İttihatçılar, 1908’den sonra harcadıkları çabalara rağmen
Ermeni
ihtilalcilerini ikna edemediler 1. Dünya Savaşının hem en öncesinde
E rzurum ’da yapılan bir görüşmede anlaşmaya varılmış gibiydi
Ancak savaşın daha başlarından itibaren Ermeniler R usya’da
oluşturdukları gönüllü taburlarıyla Türk ordularıyla savaşmaya
ve
Türkiye içinde de çeteler kurarak
çephe gerisini zayıf düşürmeye
başladılaı 1915 Şubatında başlayan ve Van,M uş ve Bitlis vilayetlerinde
M üslüm an ahalinin hunharca katledilmesi ile gelişen olaylardan sonra
İttihat ve Terakki hükümeti harekete geçti ve 24 N isan 1915’te
İstanbul’da ihtilalci faaliyetlere Öncülük ettikleri bilinen,2345 Ermeni
tutuklandı İşte Ermenilerin her yıl
katliam tarihi diyerek gösteri
yaptıkları tarih,bu tutuklama gününün yıldönümüdür 2 7 Mayıs 1915’te
70
(eski takvim le İ4 Mayıs 1331) çıkarılan ve 1 Haziran’da Takvim-i
V ekayi’de yayınlanarak yürürlüğe giren Tehcir Kanunu çıkarıldı. Bu
kanun askeri makamlara “„ S a v a ş zam anın da, hüküm etin em irlerin e ,
m em leketin savunm asına ve asayişin koru nm asına yö n elik u yg u la m a
ve tedbirlere karşı çıkar ak,silah la saldıran ve m u ka vem et ed en leri
anında tedibe ve im haya y e tk ili
kılmaktaydı Kanunun 2 Maddesi d e
C asusluk ve ih a n etleri hissedilen köy ve kasaba ah alisin in tek tek
veya toplu ca diğer bölgelere sevk ve iskân ettirilebileceğ i ” hükmünü
getirmektedir 15 Eylül 1915’te Meclisin aldığı b ir kararla bu kanuna
dayanılarak, savaş mıntıkalarında oturan bir kısım Ermen ilerin Ordunun
harekâtını zorlaştırdığı,halka saldırdığı ve asilere yataklık yaptığı tesbit
edildiğinden Van, Bitlis, Erzurum vilâyetleri ile Adana, M ersin,K ozan,
Cebel-i Bereket (Osmaniye) kazaları, Maraş’m merkezi hariç M ataş
M utasanıtl iği,Halep
vilâyetinde,
Beylan,
İskenderun,
Antakya
kazalarında yerleşik Ermenîlerin yerleri değiştirilecektir. Bunlar Musul
ve Zor Mutasarrıflıklarının,Van vilâyetiyle bitişik Kuzey kısımlarına,
Hâlep vilâyetinin doğu ve güneydoğusuna,Suriye vilâyetinin doğusuna
nakledileceklerdir Ayrıca gittikleri yerde Müslüman nüfûsun %
10’unu geçm em elerine,kurulacak köylerin her bîrinin 50 haneden
fazla olmamasına dikkat edilecektir Göçmenlerin bütün ihtiyaçları
yerleşme işi bitene kadar hükümet tarafından sağlanacak,m esken
inşaatı ve ziraat için ihtiyaçlarının karşılanmasına d a dikkat
edilecekti 1918’e kadar Örfi İdare Mahkemeleri tarafından andan
sebeplerle yargılanan ve idam dahil çeşitli cezalara ç a rp tın lamların
toplamı 1.397 kişidir Dahiliye Nezaretinin 7 Aralık 1916’d a hazırladığı
bir raporda tehcire (yer değiştirmeye) tabi tutulanların toplamı 702 900
kişi olarak belirtilmektedir İşte Türk aleyhtarı propagandanın konusu da
bu yer değiştirme sırasında Erm en iler in katliama tabi tutuldukları ve bu
sayının da 2 milyonu bulduğudur.. Bu rakamlar zaman içinde giderek
artmaktadır 1915’de 300 0 0 0 ’den başlayan rakam 198G'’lerde 2 milyonu
bulmuştur Bir nüfûsun zaman içinde artışı tabii olm akla beraber, belirli
bir zamanda ölmüş kişilerin sayılarının seneler geçtikçe artması herhalde
sadece bu olaya özgü bîr olağanüstülüktür O ysa Milletler C em iyeti
Göçmenler Komitesi i Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’den Rusya’y a
göç eden Etınenilerin sayılar mı 400-420 000 olarak vermekte, İstanbul
Ermeni Patriği mütarekeden sonra yerlerine dönenler de dahil olmak
üzere Ermenilerin sayısını 625 000 olarak açıklamaktadır Bu durumda
71
savaş sırasında
yaklaşmaktadır
sonucudur
ölen Ennenüerin sayılan da 300 000
rakamına
Bu da sistemli bir katliamın değil, savaşın bir
1 Dünya savaşında Türk kuvvetlerinin cephelerdeki insan kaybı
1 milyona yaklaşmıştır. Ancak,içeride çeşitli salgın hastalıklardan,
gıdasızlıktan
ve askerlikle ilgisi olmadığı halde Ermeni ve Rum
çetelerinin saldırılarından ölenlerin sayısı ise 2 milyonu aşmaktadır
Bunlar kimsenin hatırına gelmemektedir
A ma unutmamak gerekir ki 1 Dünya Savaşında Türkiye’nin
savaştığı milletler arasında Ermeniler de vardı ve Türk hükümetinin
cephelerin güvenliği ve asayiş bakımından bu kararları almaya hukuken
hakkı ve yetkisi vardı Tehcir sırasında ihmalleri görülen veya kafilelere
saldıranlar titizlikle takibata alınmış ve yakalananlar mahkemelerde
yargılanarak idam da dahil olmak üzere çeşitli cezalara çarptırılmışlardır
Meşru bir hükümetin yapabileceği de bundan ibarettir
Bu hususta son olarak şunları söyleyebiliriz : Emperyalist
hııslaı için her bir inin kendi dünyaları,kendi sevgi ve özlemleri olan
insanların tek tek bir önemi yoktur. Esas tehlike emperyalizmin oyuncağı
olarak kendi insanlarını acılara sürüklemekten çekinmeyen gafillerden
gelmektedir Dinleri ayıı olmasına rağmen yüzyıllarca barış içinde
yaşamış olan Türklerle Etmenileri karşı karşıya getirenler
ihtilalci
Ermeni çeteleri olmuştur.
c)Yunan İşgalleri
İtilaf Devletleri ve bilhassa İngilizleı tarafından desteklenen ve
kışkırtılan
Yunanistan,Bir inci
Dünya
Savaşı
sonunda
“Büyük
Y un anistan ” ülküsünü gerçekleştirmek için Batı Anadolu ve Trakya’yı
ele geçirmek istiyordu İngiltere de kendi sömürgelerine giden yolların
güvenliği açısından , Batı A nadolu’nun İtalya gibi güçlü bir ülkenin
eline geçmesini istemiyor ve Yunan emellerini destekliyordu Ancak,
Y u nanistan ’ın istekleri Batı A nadolu’da gözü olan İtalya’nın menfaatleri
ile çatışıyordu
Paris Barış Konferansında Yunanistan,
Türk topraklan
üzerindeki isteklerini açıkladı. Bu bölgede tarihi haklan olduğunu ve
72
burada yaşayan nüfusun çoğunluğunu
sürdü
Rumların oluşturduğunu ileri
İngiltere Başbakanı Lloyd George, Paris görüşmeleri sılasında
İtalyanların A nadolu'd a yayılmalarına karşı çıkarak, Yunanlıların
İzmir'deki Rumları korumak gerekçesiyle İzm ir'e asker çıkarmalarına
izin verilmesini Önerdi Bu teklifi Fransa ve A B D kabul ettiler Y alnız
kalan İtalya istemeyerek de olsa bu teklife razı oldu. Konferansta
Y unanistan'ın tüm Ege bölgesinin işgali İçin görevlendirilmesine karar
verildi Karar İtalya tarafından Osmanlı Hükümetine sızdırıldı ise de
güçsüz durum da bulunan hüküm et karşı tedbirler almayı başaramadı,
İzmir'in işgal edileceği haberinin duyulması üzerine bazı
vatanseverler 14 Mayıs gecesi gösteriler düzenlediler İzmir Valisi
Kambur İzzet ve Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa işgal haberlerini
yalanladı Valinin, işgalin Yunanlılar tarafından değil , İngilizlerce
yapılması teklifi İtilaf Devletlerince reddedildi
15 Mayıs 1919’da İngiliz, Amerikan ve Fransız gemilerinin
koruması altında bir Yunan Ordusu İzmir’e çıktı ve şehri işgale başladı
İşgal kısa bir süre sonra katliama ve yağm aya dönüştü. Yerli Rumlar da
bu öldürme, tecavüz ve yağm aya katıldılar İtilaf Devletlerinin gözleri
önünde iki gün devam eden katliam sonunda 5000’e yakın Fiirk
öldürüldü İzmir’in işgali ile başlayan vahşet.Fürk kuvvetleri mütareke
gereğince etkisiz hale getirildiği için güçlü bir askeri direnişle
karşılaşmayan Yunanlılar,Ege BÖİgesi’nde yayılmaya devam ettiler Üç
koldan ilerleyen Yunan kuvvetlerinin İlk kolu G ediz'den başlayarak
Menemen, Manisa, Turgutlu, Salihli, ve Alaşehir’e, ikinci kol Menderes
vadisinden
başlayarak Torbalı,Bayındır,
Ö dem iş’e
üçüncü
kol
TorbalI’dan A ydın’a inecekti
Hükümetin seyirci kaldığı işgallere yerli Rumlar rehberlik
ettiler Flükümetin aksini bildirmesine rağmen Türk askerleri, çeteciler
ve sivil lıalk Bergama, Ödemiş, Ayvalık ve A ydın’da Yunan Ordusuyla
kanlı çarpışmalar yaptı Yunaiılaı bu sırada Batı ve Doğu Trakya’yı da
işgale başladı
73
ç)Zararlı Cemiyetler
1789 Fransız
bilinçlenen azınlıklar
istiyorlardı Osmaniı
serbestiler veren siyasal
ihtilalinin yaydığı milliyetçilik duygularıyla
uzun süredir bağımsızlıklarım elde etmek
Devleti’nin onlara baskı yapm ayan
büyük
anlayışı, bü grupları iyice güçlendirmişti.
Daha mütareke günlerinde örgütlenmeye başlayan Rum ve
Ermeni azınlıklar , İzmir’in işgalinden cesaret alarak yoğun faaliyetlere
giriştiler Rum azınlığın hedefi , Yunan işgalini kolaylaştırmak ve bunun
mümkün olduğu kadar geniş alanlara yayılmasını sağlamaktı Yüzlerce
yıl İstanbul ve A n ad o lu ’daki Yunan amaçlarının önderliğini yapan Fener
Patrikhanesi
bu etkinliğin merkezi oldu Patrikhanenin desteği ile
kurulan ‘ Yunan Komitesi” ve ‘T r a k y a Komitesi” adlı iki örgüt,
Trakya’da Türk direnişini kırmaya çalıştılar Yunan amaçlarının
gerçekleşmesinde baş rolü oynayan, ancak savaş yıllarında susan
“Etniki Eterya (Ulusal Dernek)” adlı örgüt, Pontus Devleti kurulması
konusunda ciddi çalışmalara başladı. Teşkil edilen Rum eşkiya çeteleri
özellikle Trabzon yöresinde Müslüman ahaliye karşı katliam ve tedhiş
hareketlerine girişti. “Mavri Mira (Kara Baht)” Dem eği ise Rumları
silahlandırarak, aynı faaliyetleri gerçekleştirmelerini sağlıyordu Yine bu
amaçla çalışan derneklerden biri de “G öçm enler Derneği” idi
Savaşın son yılı içinde ABD C um hurbaşkanı VViJson’un
ortaya koyduğu 14 İlke’ye dayanarak “Bağımsız Erm enistan” kurmak
İsteğiyle etkinliklerini artıran Ermeniler, A dana yöresi ve Doğu
A n adolu’da
ülkülerini
gerçekleştirmeye
çalışıyorlardı.
İzm ir’in
işgalinden önce Adan a ’d a Fransız makamlarının desteği ile kurulan
“Ermeni İntikam Alayı” büyük tedhiş hareketlerine girişmiştir Ermeni
Patriği Zaven Efendi, Mavri Mira heyeti ile birlikte çalışmış
ve
Rumlarla işbirliği yapmıştı Patrik, Büyük E rm enistan’ın başkenti
Garİn/Erzurum olacaktır diyordu. Ancak, A nad olu’daki tek derli-toplu
güç olan 15 Kolordu E rzurum ’da bulunuyordu ve kolordu komutanı
Kâzım Karabekir Paşa Doğudaki Ermeni baskısına şiddetle karşı
koymakta kararlıydı
Yahudiler de toprak isteği yerine ellerindeki ticaret,din ve kültür
serbestliği gibi imtiyazlarını kaybetmemek için İstanbul’da “M ak ab i”
ve
“Alyans İsrail” adlı örgütler kurmuşlardı Ancak, Yahudiler
74
imparatorlukta rahat bir hayat yaşadıklarından diğer azınlıklar kadar
yıkıcı faaliyetler içinde olmamışlardır
Azınlıkların- kurdukları ve faaliyet gösterdikleri milli varlığa
zararlı bu cemiyetlerin yanında lin k le rin kurdukları ve katıldıkları
cemiyetler de vardır
Sulh ve Selameti Osm aniye Fırkası : Osmanlı Sulh ve Selamet
Cemiyeti ile Selameti Osm aniye Fırkasının birleşmesi ile kurulmuştur
Meşrutiyet ve demokrasiye taraftar olduğunu ilan etmiştir. Dernek
,ülkemizin kurtuluşunun kuvvet yolu ile değil de anlaşma, barış yolu ile
sağlanacağına inanmaktaydı
Bu nedenle Milli Mücadelecilerin
karşısında yer almıştır
İngiliz M uhipleri Cemiyeti liııgiiizler tarafından kurulan
derneğin
amacı,
Halifenin
etrafında
bütünleşerek,İngiltere’nin
sempatisini kazanmak suretiyle bir İngiliz mandası sağlamaktı M illî
Mücadelenin başlamasıyla birlikte bu cemiyet,Türk halkının uyanan
milliyetçilik bilincini yok etmek ve ecnebi müdahalesini kolaylaştırmak
üzere,m illî direnişe karşı bir dizi ayaklanmayı organize etmiştir Bu
derneğe Padişah Vahideddin ve D am at Ferit de üye idiler Derneğin
m ensuplan , İngilizleri “seçkin kavim “ olarak görüyor ve onlarla olan
dostluğun kuvvetlendirilmesini istiyorlardı D em ek Hürriyet ve İtilaf
Fırkası ile tam bir işbirliği yapmıştır
Kiirt Teâü Cemiyeti : 1919 Mayısında Seyyit Abdüikadir
tarafından kurulan dernek, Kürtleri ayrı bir kavim sayıyor ve Ermenileı
gibi Wilson ilkelerine dayanarak
bağımsız bir Kürdistan kurmayı
amaçlıyordu.
Dernek önemli gördüğü yerlerde şubeler ve kulüpler açmış,
Kürdistan ve Jin adlı gazeteleri yayımlamıştır
Teâli-ı İslam C em iyeti Kuruluş aşamasında adı “Cemiyet-i
M üd errisin ” (M edrese Öğretmenleri Derneği) olan, derneğin kurucu
ve yöneticileri m edıese öğretmenleridir Dernek , îslamı yükseltmek.
Osmanlı D evieti’ni içersine düştüğü buhrandan ,kuvvet yolu ile değil de
iman, din, ahlak ve sosyal vasıtalarla kurtarmayı amaç edinmiş, İngiliz
Muhipleri Cemiyeti ve Hürriyet ve İtilaf Fırkasının vilayetlerdeki
75
merkez ve şubeleriyle işbirliği yapmıştır A nadolu’da sadece ..Konya ve
çevresinde şube açabilmiştiı
Hürriyet ve İtilaf Fırkası : ilk kez 19iFde kurulan Fırka,,
İttihatçıların siyaset sahnesinden
çekilmesi üzerine 1919’da yeniden
siyasete atılmıştır. Pek çok partiyi bünyesinde toplayan ve milliyetçiliği
reddeden fırka ,İngiliz taraftan olarak bilinmektedir
Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti : Doğu
K aradeniz’in İti lafçı kesimi tarafından merkezi İstanbul’da ve şubeleri
Doğu K aradeniz’de açılmıştı. İstanbul hükümetleri paralelinde çalışan
dernek
hiçbir varlık
gösteremeden
Hürriyet ve İtilaf Fırkasına
katılmıştır
Wilson Prensipleri Cemiyeti : İstanbul’daki bazı aydınlar,
Türklerin bağımsız olarak bırakılmayacağı düşüncesi ile hiç değilse
parçalanmadan ve bütün olarak büyük bir devletin, özellikle OsmanlIlara
hiçbir zaman zararı dokunmamış olan A B D ’nin koruyuculuğu altina
gimıevi uygun buluyordu. Amerikan mandası isteyen aydınlar, 4 Ocak
1919’da “ Wilson Prensipleri Cemiyeti” ni kurmuşlar ve W iison’a bir
muhtıra yollamışlardı
Mandacılar konuyu, Sivas K o n g re sin d e açıkça savunmuş ise
de, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tam bağımsızlık düşüncesi
karşısında bir şey yapamamışlardı Ancak, dernek mensuplarından bir
kısmı somadan Kurtuluş Savaşına katılmıştır
d)Mi!ii Cemiyetler
Bil inci Dünya Savaşı sonunda bazı yurtsever subaylar Osmanlı
Öevleti’nin parçalanacağını ve yurdumuzun bile işgale uğrayabileceğini
tahmin etmişler, bunu elden geldiğince
önleyebilmek için
bazr
hazırlıklara girişmişler ve gizli komiteler oluşturmuşlardır Bunların ilki
Teşkilât-ı Mahsusa tarafından savaş yıllarında İngiliz ve Fransız
sömürgelerinde faaliyet göstermek üzere kurulan İttihad-ı İslâm İhtilâl
Kom iteleridir
İttihat ve Terakki fedailerinin oluşturduğu
bu
komiteler,savaştan sonra da faaliyetlerini durdurmamış,ancak yurt içinde
etkinliklerini yavaş yavaş artırarak,işgale uğrayan yörelerle özellikle
Rum çetelerinin etkin olduğu yerlerde silahlı mücadeleye girişmiştir
76
Halk yurdun her yerinde aydınların önderliğinde işgallere karşı
örgütlenmeye başlamış, Türk bağımsızlığım devam ettirmek, Milli
Mücadeleye fiilen katılmak ve desteklemek am acıyla bir çok dernek
kurmuştur
Bu derneklere verilen adlar genelde
‘koruma"
ya da
"savunma ) i yansıtmaktadır Müdafaa-İ Hukuk, Muhafaza-i Hukuk.
Reddi ilhak gibi Milli dernekler , Sivas Kongresi sırasında 7 Eylül
i919 d a alman bir kararla “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-î Hukuk
Cemiyeti" adı ile birleştirilmiş ve bölgesel olmaktan çıkarılmışlardı
Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyct-i
Osm aniyesi : Bölgesel
amaç güden derneklerden ilki 2 Kasım 1918’de Edirne'de kurulmuştu
Amacı,, Trakya’nın Osman!ı
Devleti ne
bağlılığını ve toprak
bütünlüğünü
korumaktı Trakya'nın tarih, ırk, kültür ve ekonomi
yönlerinden Türk olduğunu kanıtlamak için yayımlar yapan dernek,
Trakya adlı bir gazete de çıkarıyordu Dernek 1919 T em muzundan
başlayarak bir dizi kongreler düzenlemişti Bu çerçevede İtilaf Devletleri
temsilcilikleriyle ilişki kuım uş ve Paris Barış Konferansına bit. heyet
göndeıerek dileklerini içeren bir de rapor sunmuştu Yunan işgaline
İmkansızlıkları yüzünden birkaç çete ile sarp yerlerde karşı koymuş daha
fazla bir varlık gösterememiştir
İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti :îzmir ilinin
Yunanlılara verileceği haberinin duyulması üzerine kurulan dernek, ilk
aşamada İzm iı’in yabancılara verilmesini önleyebilmek için Wilson
İlkelerine dayanarak bölgenin Türklüğünü gösterm eye çalışmış ve
Fransızca “ Türk İzmir “ adlı bir dergi yayımlamıştır Kongrelerinde
Vali Nurettin Paşadan yardım gören bu dem eğin çalışmaları, İstanbul
hükümeti tarafından 66İttihatçılık ve
Bolşeviklik” ie suçlanarak
engellenmiştir
D em ek amacını açıklamak ve İzmir ilinin hakkını savunabilmek
İçin İstanbul ve Paris’e temsilciler göndermeye çalışmış, İzmir’in işgali
üzerine buradaki faaliyetine son vermişti Çalışmalarını Redd-i İlhak
adı altında sürdüren dernek İstanbul’a taşınmış ancak eski etkinliğini
gösterememiştir
77
Vilayat-ı Şarkiye Müdafâa-i Hukuk-r Milliye Cem iyeti :
Doğu illerinin Ermenilere verilmek istenmesi üzerine Doğulu aydınlar
tarafından 2 Aralık i9I8’de İstanbul’da kurulan dernek , bölgelerinin
Türk olduğunu kanıtlayım yayınlar yapmak ve gerekirse A v ru p a’ya
heyetler gönderme karan almış, Türkçe Hadisat ve Fransızca Le Pays
(Vatan) adlı gazeteleri yayımlamıştır
Derneğin ilk şubesi Erzurum ’da açıldı,
A lbayrak gazetesi
yeniden yayımlanarak derneğin fikirlerini yaym aya başladı.
Dernek Mustafâ Kemal Paşa başkanlığındaki Erzurum
Kongresini yaparak 7 Ağustos 1919’da , Şarki Anadolu Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetine katıldı
Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ; Trabzonlu
aydınlar tarafından Karadeniz kıyılarında bak iddia eden Pontuscu
Rumlaı ve Ennenilere karşı mücadele etmek amacıyla kurulan dernek ;
Trabzon ilinin Türklüğünü, coğrafya ve etnik durumunu belirten ayrıntılı
raporlar hazırlamış, derneğin fikirlerini yaymak amacıyla İstikbal
gazetesini yayımlamıştı.
İzmir’in işgali karşısında daha geniş bir örgütlenmenin
gerekliliği dikkate alınarak tüm doğu illeri temsilcilerinin katılacağı bir
kongre toplanması için girişimde bulunulması kararlaştırılmış ve böylece
Erzurum Kongresinin toplanmasına destek olunmuştur Dernek,Şarki
Anadolu Müdafâa-i Hukuk Cem iy eti’ne katılarak çalışmalarım
genişletmiştir
Adana Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti (Kilikyalılar
Cemiyeti); Adana ve yöresinin Plansızlara verileceğine ilişkin haberler
üzerine İstanbul’da bir araya gelen o yöreden aydınlar 23 Aralık Î9i$’de
kurmuşlardı Bu dernek de diğerleri gibi bölgenin Türk olduğunu , yöre
halkının anavatandan ayrılmak istemediğini kanıtlayacak yayım lara
öncelik vermiş ve Feryatname adlı bir makale yayımlamıştı
Fransızların Kasım 1919’da Antep, Maraş ve A dan a’yı işgal
etmeleri üzerine dernek merkezini A d ana’ya naklederek .buradaki
‘İntibah Cemiyeti” ile birlikte Toıoslar cephesinde silahlı teşkilat
kurdu Ancak, dernek
yöneticileri değişik bahanelerle tutuklanıp
sürgüne gönderildiklerinden fâzla bir etkinlik gösterememiştir
78
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cem iyeti : Türk
kadınlarının Milli Mücadeleye büyük kararlılıkla katılışını simgeleyen
dernek. Sivas Valisi Reşit Paşa’nın eşi M elek Reşit ve arkadaşları
tarafından.
Sivas’ta 9 Aralık !9I9’da kurulmuştur
Kısa zam anda
A n a d o lu ’nun çeşitli şehirlerinde şubeler açmıştır İtilaf Devletleri ve
İstanbul hükümetine karşı protestolar yayınlamış , Milli Ordunun maddi
ihtiyaçlarını karşılamak için kam panyalar açmış, Milli M ücadele için
A n a d o lu ’ya geçenlere kutlama mesajları göndererek
onları teşvik
etmiştir Dernek Heyet-i Temsiliye ve Ankara Hükümeti ile yakın
ilişkiler sürdürmüştür.
Milli Kongre : Rumların, İstanbul’da teşkilatlanıp “ Megali
İdea” (Büyük Yunanistan) uğrundaki çalışmalarına engel olmak için .
göz Doktoru Esat (İşık) P a şa ’nın çağrılan ile 70 kadar dem ekten
İkişer temsilcinin katılması ile ,29 Kasım 1918’de partiler üstü bir
teşkilat olarak kuruldu Amacı, “Bütün kuva-yı milliyeyi birleştirmek ,
vatanın haklarını ve yararlarını koruyacak ve gerçekleştirecek y o lla n ve
araçları
sağlamaktı ” Kongrenin etkinlikleri içinde 23 M ayısta
düzenlenen Sultanahmet mitingi önemli bir yer almıştı
Kongre
değişik
nedenlerden
dolayı
umulan
etkinliği
sağlayamadı Esat Paşa S ino p’a sürülünce örgüt başsız kaldı. Son
Mebuslar Meclisinin açılması ile Milli K ongre’nİn etkinlikleri de sona
erdi.
Parçalanma tehlikesi karşısında hep birlikte hareket etme
düşüncesinden doğan ikinci girişim Milli Blok diye de adlandırılan
V ahdeti Milliye (Ulusal birlik) idi
Milli Blok’un amacı
Milli
Kongreninkinden pek farklı değildi
e)Padişah ve Osmanlı Hükümetinin Tutumu
Saltanat m akam ında bulunan Vi. M ehmet Vahidettİn
daha
şehzadeyken
siyasetle
yakından
ilgilenmişti
O nun
İttihad-ı
M u h am m ed i C em iyeti ve Derviş Vahdeti ile ilişkili olduğuna dair
işaretler vardır. Ayrıca Hürriyet ve İtilaf
hareketiyle de ilişkili
olabileceğini tahmin etm ek zor değildir Kız kardeşi Mediha Sultan
Hürriyet ve İtilaf Sn ilk başkam olan Damat Ferit Paşa ile evliydi ve
dolayısıyla Padişahın bu fırka ile yakın ilişkileri olmuştu. Muhalefetle
79
olan bu yakın ilişkiler V ahidettin’in İttihat ve Terakki karşıtlığını
gösteriyordu Sultan Vahidettin İttihat ve Terakki karşıtı olmasaydı da
öyle görünmek zorundaydı Avrupa ve özellikle İtilaf kam uoyu İttihat
ve Terakki Fırkası’nın,Avrupa sömürgelerindeki Müslümanlar arasında
Halifemin nüfuzunu kullanarak yaptıkları bağımsızlık propagandalarım
imparatorlukları için önemli bir tehdit oiaıak algılamış bu yüzden
takındıkları düşm anca tavrı savaş sonrasında da sürdürmüşlerdi
19 i 5 ’den sonra yoğunlaşan bu propaganda savaşında iyi bir malzeme
olarak kullanılan yeni bir ‘g ü n a h ’ olarak buna Ermeni tehciri de
eklendi. Böylece İttihatçılık
komünistlik gibi büyük bir bela olarak
görülmeye başlandı. Vahidettin bu nedenle hem tahtta kalabilmek, hem
de O smanh için hafif barış şartlan elde edebilmek için olduğunca İttihat
ve Terakki karşıtı görünm ek zorundaydı
Kuşkucu ve kuruntulu bir kişiliğe sahip olan Vahidettin akrabası
olan devlet adamlarıyla çalışmayı yeğlemiştir Bunun içindir ki, ılımlı bir
siyaset gütmek istediği zaman, dünürü Tevfik P a ş a ’yı , sert siyaset
gütm ek istediği zaman eniştesi D amat Ferit’i öne sürmüştür
Memnuniyetsizliğini gösterm ek için Mondros M ü ta re k e s in i
imzalayan delegeleri kabul etmeyen Padişah, sonradan yayımladığı bir
bildiride ‘İşgal kuvvetlerinin medeniyet ve refah getireceklerini
belirterek
onların
Türk
misafirperverliğine
yakışır
şekilde
karşılanmalarını ve her hangi bir şekilde onlara karşı konmamasını “
istemişti
H ükümet
de
bir
savunma
hareketine
geçilmesini
istemiyor, soı unları müzakerelerle
halletmeyi umuyordu
İzmir’in
işgalinden iki gün sonra Dahiliye Vekili Mehmet Ali B e y ’in verdiği bir
dem eçte hükümetin İzm ir’de m eydana geldiği rivayet edilen olaylardan
haberi olmadığını, bu tür rivayetlere önem verilmemesi gerektiğini
bildirmesi Hükümetin içinde bulunduğu acz ve gafleti acr bir şekilde
gösterir
Mustafa Kemal bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Vahidettin
mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül
ettiği d en ’i tedbirler a r a ş tır m a k t a ,, Damat Paşanın başkanlığındaki
Kabine âciz , haysiyetsiz , korkak yalnız Padişahın iradesine tâbi ve
onunla beraber şahıslarını koruyacak herhangi bir vaziyete razı,,,”
80
Devletin başında bulunan Padişahın, kişisel çıkarları, Hilafet ve
Saltanatla ilgili hukukunun dışında ülke sorunları için ne mücadeleye ve
ne de değerlendirmeye gücü vardı Diğer taraftan Devletin siyasi gücünü
temsil eden Hükümet de güçsüz ve yeteneksizdi
Ülkenin işgali, İstanbul’daki siyasi gücü, Padişahı ve onun
kurduğu
hükümetleri
harekete
geçirmemiş,zaman
ilerledikçe
A n adolu’da
gelişen
Milli Harekete karşı olmuşlardır
İşgalci
kuvvetlerin
isteklerine boyun eğmek, politikalarının esasını teşkil
etmiştir
2-Mustafa Kemal Paşanın İstanbul’a
Değerlendirmesi
Gelmesi ve Durum
Mondros Mütarekesi yapıldığı sırada Mustafa Kemal Paşa,
Yıldırım Orduları kumandanı olarak A d an a’da bulunuyordu. Mütareke
hükümlerinin uygulanması halinde vatanın tamamen işgal edileceğini
anlamıştı Bu nedenle , İskenderun’un işgal edilmek istenmesi üzerine
Mütareke hükümleri arasında karaya asker çıkarmaya ilişkin madde
bulunmadığını İstanbul’a bildirmişti
Hükümet Mustafa K em al’den, yayılm aya devam eden işgal
ordularına karşı konmamasını istedi 6 Kasım’da verdiği cevapta, bu
emri uygulamayacağını, her ne sebep ve bahane ile olursa olsun
İskenderun’a çıkacak düşman askerlerine ateş açılacağını bildirirken,
verilen emirleri uygulayacak yeni bir komutan atanmasını istiyordu
Hükümetle çıkan sorun fazla devam etmedi, Padişah buyruğu ile
Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu Karargahı
lağvedildi Mustafa
Kemal Paşa Harbiye Nezareti emrine verildi İzzet Paşa istifa ettiğini ve
İstanbul’a gelmesinin uygun olacağını Mustafa Kemal P aşa’ ya bildirdi.
Yüz
kadar büyük savaş gemisinden oluşan
İtilaf Devletleri
donanmasının İstanbul limanına geldiği 13 Kasım günü M ustafa Kemal
Paşa İstanbul’a vardı. Kendisini çok sinirlendiren manzara karşısında
söylediği söz “geldikleri gibi giderler” olmuştur
Mustafa Kemal İstanbul’a geldiği zaman Ahm et İzzet Paşa
hükümeti çekilmiş ve Tevfik Paşa kabinesi kurulmuştu Bu, Mustafa
81
Kemal P a şa 'd a büyük bir hayat kırıklığı yarattı Çünkü A hm et İzzet
P a şa ’ya güveni vardı ve onunla işbirliği yaparak bir çıkış yolu
bulabileceğini umuyordu Padişah ve mebus arkadaşlarıyla konuşmasına
rağmen Tevfik Paşa kabinesini düşürmek giı'işimi
başarılı olmadı
Mustafa Kemal yine de girişimlerine son vermedi 29 Kasım da Padişahla
yaptığı görüşm ede umduğunu bulamamıştı, ancak V ahidettin’de 0 !na
bir ölçüde umut vermekten kaçınmamıştı Ortak olduğu M i n b e r gazetesi
kamuoyunu aydınlatmak ve padişahı uyarmak için Tevfik Paşa aleyhine
şiddetli bir kam panya başlatmıştı
O sırada , annesinin evinden taşınarak yapacağı temaslar için
daha uygun bulduğu B eyo ğlu’ndaki Pera Palas
oteline yerleşti. İş
başında bulunan bütün şahsiyetlerle temas imkanları aramaya, onlaıı
yakından
tanıyıp
değerlerini
tartmaya
kendilerine
güvenilip
güvenilm eyeceğim öğrenmeye de koyuldu
Bir müddet sonra Şişli’de kiraladığı bir eve yerleşti. Şimdi
“ İstanbul Şehri Atatürk M üzesi” olan bu ev, İstanbul’dan ayrılıncaya
kadar Mustafa K em al’in çalışmalarına
ve Milli M ücadele için
hazırlıklarına bir merkez oldu. Burada güvendiği arkadaşlarıyla
toplanıyor.ilerisi için kararlar alıyor, tedbirler düşünüyor, aydınlatılması
gerekli insanlara inanç ve kurtuluş ufukları açıyordu
Mustafa kemal, 6 O rdu Komutanlığına atanmak istenir, ancak
O rahatsız oluşu ve memuriyetin özelliği nedeniyle görevi kabul etmez
Bu yüzden şahsi yaveri alınır, makam maaşı kesilir. Kendisine teklif
edilen 2 Ordu Müfettişliği görevini de aynı gerekçeyle reddeder
1 9 i 4 ’te yazdığı “ Z a b i t ve K u m a n d a n İle H a s b ı h a l ” adlı
eserini yayımlayarak
savaştan yenik çıkan subay ve komutanların
moralini yüksek tutm aya çalışır
O demokratik ve yasal yollardan, ulusal birliği ve bağımsızlığı
amaçlayan bir hükümette etkin bir görev alarak O sm anh devletinin
yazgısını değiştirmeye çalışır Ancak, olaylar düşündüğü gibi gelişmez.
Mebuslar Meclisinin 21 Aralık 1918’de kapatılmış olması artık yasal
düzeyde mücadele vermek imkanının kalmadığını gösterm işti Böylece,
Mustafa K em a l’in çok güvendiği arkadaşı Fethi (Okyar) B e y ’in yeni
kuımuş olduğu O s m a n lı H ü r r iy e tp e r v e r A vam F ı r k a s ı ’nın Mecliste
82
güç kazanarak iktidara gelme İhtimali de ortadan kalkıyordu. Artık yasal
ve demokratik düzeyde mücadele edilemeyeceğine göre, M ustafa Kemal
ve kadrosu ihtilal yolunu denediler
İhtilalci kadro sadrazamın
kaçırılarak istifaya zorlanması, hatta gerekir İse Padişahın öldürülmesi
gibi konuları tartıştı Bütün bunlar, sonuçları yönünden düşünüldüğünde
de, bu tüı girişimlerin hiçbir fayda sağlamayacağı, çünkü ne başka bir
hükümdar ne de yeni bir hükümetin düşman süngüleri altında kalmaktan
kurtulmuş olamayacağı anlaşılmıştı İşte bu şartlar içinde, artık mücadele
merkezinin İstanbul olamayacağı kesinlik kazanm aya başladı
83
Çerçeve Yazı III : M ustafa Kemal Paşa’nın Hayatı
Tarih, tabiatın zıddına insanın eseridir Böyle olm akla birlikte,
tarihin İnşasındaki esas rol.toplumlaıa mı yoksa kahramanlara mı aittir
sorusu bilim adamları arasında tartışılmaya devam ediyorsa da bunun
anlamlı olduğunu söylemek zordur Çünkü, kendi iradesiyle aklı ve
bilgisiyle hareket eden ister kişi olsun ister toplum mutlaka tarihi etkiler
Bilim ve fikir kahramanlarına sahip olan toplumlar şuur lan ır,siyaset
kahramanlarına sahip olan toplumlar dünya milletleri arasında şahsiyet
kazamı, askeri kahramanlara sahip olan toplumlar varlık ve
şahsiyetlerini korumada başarılı olurlar Şurası da unutulmamalıdır ki.
böyle kahramanlar da, bilgili ve şahsiyetli,tarihi to plum lann eseridir
Öyleyse tarihi yapan ne tek başına fert ne de tek başına toplumdur, fakat
irade ve bilgi sahibi şahsiyetli yöneticileriyle bütünleşebilip harekete
geçen toplumlardır İşte çöken bir imparatorluktan modern Türkiye’nin
doğuşu,bu tarihi olgunun en iyi örneklerinden bilidir Bu perspektif
içinde 21 Yüzyılın eşiğinden geriye doğru baktığımızda
A tatürk’ü
anlamamız çok daha kolay olacaktır. Bu sebeple toplum uyia bütünleşen
bir kahraman olan Mustafa Kemal A tatürk’ün yetiştiği ortam içinde
hayatını sergilemekte fayda vardır
yaşadığı,
M akedonya,O smanlı ülkesindeki çeşitli milletlerin bir arada
kendileıine özgü bir
yaşam süıdütdükleri
bir yerdi
85
MakedonyalIlar Müslüman, Hristiyan ve Musevi ; Türk, Yunan. Slav,
Ulah ya da Arnavut, hepsi ülkeler inin toprak yapısının en soğuktan eıı
sıcağa kadaı değişen ikliminin gerektirdiği disiplinli, sertleşmiş, sağlam
ve dayanıklı insanlardı
İşte Mustafa Kemal. 1881 yılında M ak edon ya’nın kozm opolit
bir liman şehri olan Selanik’te dünyaya geldi, Aynı
tarihler
Hr isi iv anların Müslüman iara, Yunanlılarla
Slavların TCirklere ve
birbirlerine karşı ayaklandıkları, R um eli’nin tümünü oluşturan unsurların
birbirlerinden kopup dağıldıkları bir kargaşa ve kaos dönemidir Yine
aynı yıllarda başta Rusya olmak üzere büyük devletler Osmaniı
topraklarını Yunanistan,. Bulgaristan ve Sırbistan yararına bölmeye ve
parçalamaya çalışıyorlardı
Selanik Askeri rüştiyesini tamamladıktan sonra Manastır Askeri
İdadisi ne başlayan Mustafa K em al.buiada ilk kez kendisini bir çatışma
ortamının
içinde
buldu
M akedonya’daki
Türk
otoritesinin
zayıflamasından faydalanan Yunan ve Slav öğrenciler pervasızca
davranışlar geliştiriyor ve öğretmenlerin taraf tutmalaraı yüzünden de
■okul içinde çatışmalar meydana geliyordu M sakedonya’nm fethini
anlatan kahramanlık hikâyeleri, türküleri ve efsaneleriyle büyüyen
M ustafâ Kemal, şimdi Yunanlılar in, Bulgar iann ve Sırpların bü
toprakları ele geçirmek için yapmış .olduklart entrikalara ve çete
fâaliyetleıine tanık oluyordu Bu arada Girit meselesi yüzünden halkm
galeyana gelmesi ve gönüllülerin askere alınması Mustafa K em a l’i de
harekete geçirmiş, ancak Öğrenci olduğu için kabul edilm emiş ve okula
geri gönderilmişti
Bu olay genç Mustafâ K em a l’in
gönlünde
vatanseverlik ateşinin tutuşmasına ve vatanını koruma isteğinin
gelişmesine sebep olmuştu
M anasta 'daki askeri eğitim Mustafa K e m a l’in karakterini
geliştirmiş ve kişiliğini kazandırmıştı. Doğduğu şelıir olan S elanik ’in
karışık ve kozmopolit yapısının kendisine kazandır d ıklan, geniş taıilı
öğrenimi ve edindiği hayat tecrübeleri sayesinde geniş ufuklu bir
şahsiyet olmuş, keskin gözlemleri ve güçlü iradesiyle, bundan sonraki
dönem lerde kendi kişiliğinin derinliğine bakan ve kendisiyle tartışan biı
düşünce adamının özelliklerini kazanmıştı
86
Mustafa K em a l’in şiir ve edebiyatla karşılaşması da Manastır
Askeıi İdadisinde gerçekleşti. Arkadaşı Ömer N a c i’nin etkisiyle vatan
şairi N am ık K em al’in şiirleri ve yazılarıyla tanıştı. Bu tanışma- Mustafa
Kemal in ilerde uğruna mücadele edeceği fikirler açısından önemli
birikimler edinmesini sağladı.
Mustafa Kemal 1899 yılında İstanbulMa H arbiye’ye başladı.
İstanbul 4 ve 5 Yüzyıllarda Büyük R o m a’nın en görkemli şehri idi
1453 yılından bu tarafa ise Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseldiği,
kendisini ifade ettiği bir başkentti Tarihselliğiyle çeşitli kültürlerin
kaynaştığı, câmi, kilise ve havraların iç içe girdiği bir imparatorluk
merkeziydi
Osnıanh devletinin toprak kayıplarının hızlandığı, iktisadi
açıdan adeta yarı-sömürge haline geldiği ortam Mustafa K em a l’in de
dahil olduğu bir grup haı biyel i genç arasında konuşulm akta,
tartışılmakta ve bu zor duruma çözüm yollan aranmaktaydı Mustafa
Kemal daha o yıllaıda hükümetin hatalarını, kötü siyasetini ve berbat
idaresini çevresine korkmadan açık açık anlatan lider konumundaydı
1902 yılında H arbiye’yi bitirdikten sonra başarılı öğrencilerin
alındığı Eıkân-ı Harbiye M e ktebi’ne kaydoldu Bu yıllarda hürriyetçi
fikirlerle daha yakından tanışan Mustafa Kemal 21 yaşındaydı ve ülke I I
Abdullıamid’in sıkı denetimi altındaydı Bu eğitimi sırasında özellikle
tabive ve strateji konularında olağanüstü başarılı biı öğrenci olarak
hocalarının dikkatini çekmiş olan Mustafa Kemal, 1905’te
Kurmay
Yüzbaşı olarak orduya katıldı
Sultan’a karşı faaliyetlere karıştığından Yıldız Sarayında biı
askeri m ahkeme tarafından yargılanan Mustafa Kemal, herhangi bir
cezaya çarptırılmamakia beraber, sürgün niteliği taşıyan bir kararla
Ş am ’daki uzak bir garnizona tayin edildi Buradaki görevi, Mustafa
Kemal için ülkenin içinde bulunduğu durumu daha yakından görebilmesi
açısından çok faydalı oldu Devlet yönetiminin içine düştüğü kötü
durum.ordunun eğitim eksikliği ve halkın çektiği sıkıntılar baklandaki
gözlemleri,, daha sonraki siyasi faaliyetleri açısından önemli bir temel
oluşturdu
87
Mustafa Kemal merkezden uzakta bulunmasına rağ
ı
hürriyetçi fikirleri doğrultusunda yürüttüğü mücadeleden vazgeçm em işd
O ’na göre ekonom ik durumun bozukluğu,büyük devletlerin baskısı ve
çıkarı isyanların yayılması yönetimin daha nitelikli insanların elinde
bulundurulmasını şart kılmaktaydı Bu mücadeleyi örgütlü bir hale
getirmek üzere 1906 yılında Ş a m ’da Vatan ve Hürriyet C e m iy eti’ni
kurdu C e m iy e t’in yaygınlaşması ve güçlenmesi için yoğun çaba
sarfetmesine rağmen bunda başarı sağlayamayınca,bu kez siyasetin hayli
canlı olduğu M akedonya’ya el atmak fikrine ulaşan Mustafa Kemal bu
amaçla S eianik’e geldi Burada cemiyetin bir şubesini açtıktan sonra
hakkında soruşturma açılması üzerine tekrar Ş am ’a döndü
] 9 0 7 ’de M akedony a’daki 3 Orduya tayin edilen Mustafa
Kemal burada İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkiye geçti ve cemiyete
üye oldu İTC bünyesinde yer aldıktan sonra,Cemiyet içinde sivrilmeye
başladı ve cemiyetin iktidara yönelik daha ciddi bir programının olması
gerektiği y önünde tenkitlerde bulundu
23 Temmuz 1908 ’de İT C ’nin gayretleriyle gelişen olaylar
sonucunda II Meşrutiyet ilân edildi ve ülkede yeni bir dönem başladı
Mustafa Kemal bu defa İttihatçı liderlerden Enver Bey ile anlaşmazlığa
düştıi ve Trabiusgaıp’ta çıkan bir isyanı bastırmak göreviyle S eiânik’ten
uzaklaştırıldı
Daha som a Meşrutiyete karşı bir isyan niteliği taşıyan 31 Mart
Vak ası’nın bastırılmasında görev aldı Bu olaydan sonra Selânik’e
dönen Mustafâ Kemal.
cemiyet
yönetimine
karşı
sürdürdüğü
muhalefeti daha da sertleştirdi
Mustafa K em al’e göre. O ıdu
mensuplarının siyaset yapm amaları yahut siyasetle uğraşmak isteyen
askerlerin ordudan istifa etmeleri şarttı Bu fikirler etrafında küçük, fakat
etkili bir grup oluşturdu Bunlar arasında daha sonra Cum huriyet
döneminin önde gelen isimleri arasında yer alacak olan Ali Fethi
(Okyar), İsmet (İnönü), R auf (Orbay), Kâzım Kaıabekir, Ali Fuat
(Cebesoy). Rcfet (Beie) ve Tevfik Rüştü (Aras) Beyler bulunuyordu
1911
yılında
İtalya’nın
T ıablusgarb’a
saldırması
üzerine,bölgeye gönüllü olarak giden Mustafa Kemal. 1912 yılında
Balkan Savaşı nın çıkması üzerine geri döndü Mustafa Kemal P a şa ’nıtı
çok kısa bir sliıe G elibolu’daki kolordumun harekât dairesi başkanlığını
88
yaptığı savaş Osmanlı devletinin ağn mağlubiyetiyle sona erdi Savaş
sırasında yapılan bir hükümet darbesi sonunda İTC yönetim e hâkim oldu
ve özellikle Enver Paşa çok güçlendi Bu yeni dönemde Sofya Askeri
Ataşeliği görevine atandı Ancak i Dünya Savaşının başlamasıyla aktif
goıev almak üzere yurda döndü
Mustafâ Kemal, Osmanlı Devletinin A lm a n y a’nın yanında
savaşa katılmasına ve Osmanlı ordusunun Alman
subaylarının
denetimine girmesine karşı olduğu halde girişim lerde bulunarak
fe k iıd a ğ da kuruluş halinde bulunan 19. Tümen komutanlığına atandı
Bu cephedeki Çanakkale Savaşı, Mustafâ K em al’in gelecekteki hayatı
bakımından en önemli döniim noktalarından birini oluşturdu Çtinkü ülke
İçinde olduğu kadar,ülke dışında da,bu cephede gösterdiği üstün başarı
yankı buldu
Muş ve Bitlis taraflarında Ruslaıa karşı başarılar elde etti
30 Ekim 1918’de ,yani Mondros Mütarekesinin imzalandığı gün
Yıldırım Orduları Grubu K om utanlığı’na tayin edildi Haksız işgallere
karşı çıkan Mustafâ Kemal Paşa,kumanda ettiği Ordular G tubu’nun
lağvedilmesinden sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul’a döndü
16 Mayıs 1 919'a kadar burada arkadaşlarıyla görüşmelerini
sürdürerek meşru zeminde ülkenin içinde bulunduğu kötü durumdan
kuıtaı ılınası için çaba harcadı İstanbul’da bir şey yapılam ayacağım
anlayınca A n adolu ’ya geçmek İçin uygun fırsatı beklemeye başladı
Yakın arkadaşlarının yardımı ve akıllıca kurduğu iyi ilişkiler sonucunda
9 Oıdu M üfettişliğim e atanan Mustafâ Kemal Paşa,.oldukça geniş bit
bölgedeki bütün askeri ve mülki makamlara emir verebilme yetkisiyle
donatıldı ve 16 Mayıs 1919’da S am sun’a hareket etti
2-Mustafâ Kemal P a şa ’nın Samsuna Çıkması ve Faaliyetleri
Çerçeve yazıda belirtildiği gibi, M aked onya’daki genç subaylık
günlerinden başlayarak birlikte hareket eden ve Mustafa K em al’in
liderliğini benimsemiş olan grup, İstanbul’da bir araya gelerek g ö ıüş
bitliğine caıdı Bu çekirdek kadro -M u sta fa Kemal, R a uf (Oıbay), Ali
Fethi (Okyar).. Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy).. sonradan katılan
İsmet (İnönü) den oluşuyordu - gelecekle ilgili kesin kararlar almaya
yöneldi (ilkenin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulması İstanbul’daki
89
hükümet kadrolarıyla m ümkün değildi ve çözüm A n a d o lu ’da olacaktı.
¡lk olarak Kâzım K atabekiı, E rzurum ’daki 15 Kolordu , daha sonra AliFuat Paşa
A n k ara’daki 20 Kolorduya komutanlıklarına atandılar.
Hareket başlamıştı
Bir taktik adamı olan Mustafa Kemal zamanın ve koşulların
olgunlaşmasını beklemiş, gerekli hazırlıkları yapmış ve arkadaşlarım
A nad o lu 'y a geçirmişti N ihayet kendisi de “ Anadolu içine girmek, bir
müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk milletine felaketi haber
v erm ek” amacıyla, A n adolu’ya geçme yollarım aramaya baş lam işti
Geniş yetkilerle A n adolu’ya geçme fırsatı 21 Nisan 1919 günü
Calthoıpe un hükümete verdiği nota ile çıktı Karadeniz bölgesinde,
Samsun, Vezirköprü, Merzifon ve dolaylarında Rum Pontus çetelerinin
İslam ahaliye saldırıları daha da artmış, fakat İtilaf Devletleri durumu
tam tersinden alarak, bölgede meydana gelen olayların sebebi olarak
Türkleıin, Hıristİyanlara karşı saldırılarını göstermişlerdi. Oysa Rum lar
Pontus Cum huriyeti’ni kurmaya kararlıydılar, Bölgede ııüfüs ekseriyeti
sağlayabilmek için R usya’dan ve başka bölgelerden göçm en getirmeye
başlamışlar, bir yandan
da yerli
Rumları silahlandırarak
Türk
köylerine saldırm ışlardı
İngilizler,
bölgedeki
etnik
çatışmaların
durdurulmasını,
Erzurum, Erzincan. Bayburt ve Sivas bölgelerinde bir dizi şuralar
kurulduğunu ve derhal bu duruma son verilmesini, aksi takdirde
kendilerinin bölgeye müdahale edeceklerini bildirmişlerdi. Bunun
üzerine hükümet,Samsun yöresinde durumu yerinde inceleyip gereken
tedbirleri almak ihtiyacım duymuş ve bölgeye güvenilir birisinin
gönderilmesi için harekete geçmiştir
Damat Ferit Paşa kabinesi o bölgeye değerli fakat kendi
isteklerine göre davranacak bir komutanın gönderilmesini düşünüyordu
O günkü bazı politika adamları da her ne surette olursa olsun Mustafa
K e m a l’in İstanbul’dan uzaklaştın iması uda
kendi hesaplarına fayda
umuyorlardı
Padişah ve hükümet, dürüst, güvenilir ve iyi bîr asker
olduğu bilinen ve İttihatçılarla aıası açık olan Mustafa Kemal P aşa’yı 30
Nisan 1919 da 9 Ordu Müfettişliğine tayin etmeyi uygun buldu Erkan-r
H arbiye'deki arkadaşlarının gayretleriyle Mustafa Kemal P aşa’ya bütün
ülkedeki askerî ve sivil makamlara emretme yetkisi
veren belge
hazırlanarak,padişah tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girdi
90
Mustafa Kemal bu görevi A n ado lu’ya geçmek için büyük bir
fırsat saymış. Yunanlıların İzmir’e asker çıkartmasında bir gün sonra
güvendiği 18 subay ile Bandırma vapuruyla S am sun ’a hareket etti. 19
Mayıs 1919’da S am sun’a çıktı Bu tarih milli mücadelenin fiilen
başladığı tarihtir
S am su n 'd a büyük bir ilgi ile karşılanan Mustafa K emah
bölgedeki durumu inceleyerek 20 ve 22 Mayısta hükümete yolladığı
raporlarda: İzm it’in haksız işgalinin ordu ve milleti içten yaraladığını, bu
tecavüzü kabul edemeyeceklerini, İngiiizlerin bu bölgeye haksız olarak
asker çıkarmış olduklarını belirtiyordu Bu raporlarda sadece müfettişlik
alanı ile ilgili meselelere değinmekle kalmamış bütün ülkenin içinde
bulunduğu durumu tahlil etmiştir. Halkın ve ordunun b it an Önce
teşkilatlandırılması zorunlu hale gelmişti
Mustafa Kemal Paşa S am su n ’un, İngiliz işgalinde ve kıyıda
bulunmasının y am su a, civardaki Rum çetelerinin faaliyetlerini de
gözönüne alarak,karargahı m daha emniyetli bir yere nakletm eyi uygun
bulmuş ve 25 M ay ıs’ta H avza’ya hareket etmiştir
Mustafa Kemal Paşa için artık tarihi görev başlamış
bulunuyordu Bundan sotıra Osmanlı Devleti bir süre adeta İki elden
idare edilecekti Çünkü Mustafa Kemal Paşa irer gittiği yeıde halkın
arasına girerek İstanbul hükümeti gibi halkı sükunete değil,, tersine
harekete geçirmeye çalışacaktı, yine O sadece komutan olm ayacak
valiler ve milli teşekküllerle haberleşen, Türk milletini düştüğü kötü
durumdan haberdar eden, memleketin dertlerini dert edinen bunlara çare
arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan bir önder olacaktı Mustafâ
Kemal Paşa. 28 M a yıs’da askeri ve mülki amirlerle, Müdafaayı H ukuk
Cemiyetlerine gönderdiği bir yazıyla işgali protesto için yurdun her
taıafında
mitingler
yapılmasını,,
había
felaketin
büyüklüğünün
anlatılmasını ve bunu köylere kadar yaymalarını İstedi Edirne’de
bulunan C a fe r T a y y a r P a ş a ’ya yol Íad iği telgrafta bağımsızlığa kadar
milletle birlikte fedakâıca çalışmaya yemin ettiğini,artık A n adolu’dan
hiçbir yere gitmeyeceğini bildiriyordu
Memleketin her köşesinde İzm ir’in işgaline tepki olarak
mitingler yapıldı İstanbul’da altı miting, A n ad olu’nun çeşitli şehir ve
kasabalarında 96 miting tertip edildi İstanbul mitinglerine ve Mustafa
91
K e m a l in H avza’daki etkinliklerine iik tepki işgal makamlarının onu
geıi çağırmalar! olmuştur
a) Amasya Tamimi, Kapsamı ve Sonuçları
Mustafa Kemal Paşa, o güne kadar “ Ordu Müfettişi” sıfatı ile
bütün kişisel ağırlığını koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatının
tehlikeye düştüğünü görüyordu Bu nedenle giriştiği eylemi kişisel
olmaktan çıkarıp halka mal etmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye
Nezaretine oyalayıcı bir cevap veıeıek 12 Haziran’da A m asy a’ya vardı.
Halk onu büyük bir coşku ve heyecanla karşıladı Ali Fuat Paşa, Refet
Bey ve Rauf B e y ’in katkılarıyla 14 H aziran’da kurulan Müdafaa-i
H ukuk Cem iyeti bünyesinde ,Mustafa Kemaİ Paşa tarafından önceden
hazırlanmış metnin üzerindeki çalışmalar tam am lanarak İnkılâp
tarihimize Amasya Tamimi olarak geçen ilk önemli belge kabul edildi
Tamim. K onya’da bulunan 2 Ordu Müfettişi Cemal Paşa (Küçük, ya da
Mersinli Cemal Paşa) ile Erzurum ’da 15.Kolordu Komutam Kâzım
Karabekiı Paşanın da onaylamasından sonra 21/22 Haziran 1919’d a t ü m
ilgilileıe duyuruldu Ayrıca İstanbul’da bulunan bazı Önemli kişilere bu
bildiri ile birlikte yollanan mektuplarla bağımsız! iğim izin milletin
bağrından çıkan güce dayanarak sağlanacağı, miting ve gösterilerin
büyük am açlan gerçekleştirmeye yetmeyeceği, zat at i i propagandaların
durdurulması gerektiği belirtiliyordu
Bu tamimde Özetle şu noktalara temas ediliyordu :
1)Vatanın bütünlüğüpnilletin istiklali tehlikededir
2)îstanbul hükümeti üzerinde bulunan sorumluluğun gereklerini
yerine getirememektedir Bu durum milletimizi aşağı göstermektedir
-3)Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır
4) M i 1letin içinde bulunduğu durumu açıklamak ve hak arayan
sesini dünyaya duyurmak için, her tiirlü tesir ve baskıdan uzak bir milli
heyetin kurulması şarttır
5 )A nadolu’nun her bakımdan en emin yeıi olan S ivas’ta milli
bir kongre' n in toplanması kararlaştın İm ıştır
92
6)Bunun İçin bütün vilâyetlerin her sancağından, milletin
güvenini kazanmış üç delegenin hemen yola çıkarılması gerekmektedir
7)Her ihtimale karşı bunun bir milli sır olarak saklanması şarttır
8)Şark vilâyetleri ad ın a,10 T em m uz’da bir kongre toplanacaktır
Bu kongrenin delegeleri de S ivas’daki genel kongreye katılacaklardır
9) Delegeler, Müdafaa-i Hukuk, Redd-i İlhak dernekleri ve
belediyeler tarafından seçilecektir
10)Bu kararların uygulanmasına 9 Ordu Müfettişi Mustafa
Kemal Paşa. Hüseyin R a u f Bey., Kâzım Karabekiı Paşa, 13 Kolordu
Kumandan Vekili Albay Ahmet Cevdet Bey, Refet Bey. Samsun
Mutasaırıfı Hamit Bey. 2 Ordu Müfettişi Cemal Paşa, 12 Kolordu K
Albay Sefahattin Bey, Ali Fuat Paşa, 17 Kolordu K. Albay Bekir
Sami(G ünsav) Bey., Edirne Kolordu K Albay Cafer Tayyar Bey ve diğer
sivil ve askeri kişilerce çalışılacaktır Ayrıca Mareşal A hm et İzzet Paşa,
Ferit Bey ve Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey gibi kişilerin düşünce
ve görüşleri alınacaktı
11)Müdafaa-i
Hukuk
ve
Redd-i
İlhak
derneklerinin
telgraflarının çekilmemesi halinde,bu reddedilecek ve haberleşmenin
yapılabilmesi için gösterilerde bulunulacaktır
12) Asker i ve milli örgütlerin hiçbir biçimde dağıtılm aması;
bitliklerin komutanlıklarının hiçbir surette terk edilmemesi
ve
dağıtılm aması isteniyordu Bir yerin düşman işgaline uğraması, yalnız
oradaki askeri birliği değil tüm orduyu ilgilendirecekti. Silah, cephane ve
diğer araçlar kesinlikle teslim edilmeyecekti
A m asya K a r a d a n ’nm bir bölümü bir gün sonraki tarihi taşıyan
Amasya T am im i’nde yer almış, ülkenin dört bir yanına gönderilmiştir
Ancak yayımlanan tamimde o günkü koşullar dikkate alınarak son üç
maddeye yer verilmemişti
A m asya
Tamimi.
Mustafa Kemal
P aşa’nm
daha önce
kumandanlara vc mülki amirlere gönderdiği tebliğ ve tamimlerle halka
açıkladığı hususların bir program ve kaıar halinde ifâdesidir Amasya
T am im i’nde öngörülen fikirler, eskimiş, yıpranmış ve iktidarda
bulunanların zorla devama çalıştıkları
işgalcilerle işbirliği yaparak
93
korumaya çalıştıkları düzene karşı bir harekettir. Tamim milli
egemenliğe davalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk
adımdır Türk milletine bu çağrının gerekçesin; ve uygulanacak planı
açıklamaktadır
Artık yüzyıllardır Türk milletinin kaderine hükmetm iş olan
Padişah iradesine karşı ayaklanma başlamıştır Nitekim Tamimle birlikte
İstanbul'a yollanan mektuplarda, artık İstanbul’un A n adolu’ya egemen
değil, bağımlı olmak zorunda olduğu belirtilmiştir.
Ordunun A m as y a'd a alınan kararların uygulanması
ile
görevlendirilmesi aıtık
ordunun
da ihtilâlin
içinde yer aldığını
göstermesi bakımından önemlidir
A masya Tamimi hukuki ve siyasi önemi ile yeni Tüık Devletinin
kuruluşunu hazırlayan bir temel belge olmak özelliğini taşımaktadır
Mustafa Kemal Paşa Amasya Tamimi’nin hazırlayıp Edirne'ye
kadar bütün askeri ve sivil yöneticilere bunu yayınca, yetkilerini aşmış
oldu O ’nun yetki alan; 9 Ordu bölgesi idi İki ay içinde bu resmi yetkileri
aşıp, ulusal bir eylemi hazırlamaya kalkışması, O ’na bu görevi verenleri
çok zor duruma düşürdü Özellikle İngilizierin baskısı üzerine Dahiliye
Nazırı Ali Kemal, Mustafa Kemal Paşanın görevinden uzaklaştırıldığını
bildirdi Ancak bu emrin Anadolu "da dinlenmesi imkansızdı Çünkü
Amasya 'Tamimindeki hususların uygulanması işiyle bizzat komutanlar
uğraşıyorlardı Sonuçta Ali Kemal istifa etmek zorunda kaldı Bu sırada,
doğu illerindeki milli direnişi toparlamak ve Sivas KongıesTnin ilk
basamağını oluşturmak üzere Mustafa Kemal Paşa Erzurum’a hareket etti
O Sivas’tan geçerken, Dahiliye Nezaretinin verdiği emri yerine getirip,
kendisini görevinden alıkoymak isteyen Elazığ Valisi Ali Galip ile
görüştü Onu sorguya çekerek hırpaladı ve bu girişimini Önledi
Erzincan’dan geçerken Padişahtan İstanbul’a dönmesini isteyen bir telgraf
aldı Ancak Mustafa Kemal Paşa görevinden ayrılmayacağını bildirdi 3
Temmuz 1919’d a coşkun gösteriler arasında beraberindekilerle E rzurum ’a
vardı
7''8 Temmuz gecesi Mustafâ Kemal Paşaya görevinden kesin
olarak alındığını bildiren bir emir geldi Bunun üzerine Mustafa Kemal
94
Paşa, Harbiye Nezaretine hem görevinden hem de askerlikten ayrıldığını
bildirdi
Erzurum Kongresi hazırlıklarının yapıldığı s.ıradasMustafâ Kemal
Paşanın verdiği bu karar milli mücadelenin en bunalımlı anlarından
bilisidir. O nun aniden mesleğinden ayrılması başlatılan hareketi tehlikeye
düşürebilirdi Fakat böyle olmadı,
askerlikten çekilmesi hiçbir şeyi
değiştirmedi Başta Kâzım Karabekir Paşa olmak üzere hemen bütün
komutanlar, arlık hiçbir resmi sıfatı kalmayan O'nuıı emri altına girdi
Ancak bu olayın en anlamlı yanı Mustafa Kemal Paşanın liderlik
özelliklerinin artık tartışma götürmez bir duruma gelmesidir
b)Erzurum Kongresi (23 Tem m uz-7 Ağustos 1919)
Milli birliğin kurulmasının ikinci adımı Erzurum Kongresi ile
atılmıştı Kongrenin Erzurum ’da toplanması bir tesadüfün eseri değildir
Mondros Mütarekesi’nden sonra müdafaa bilincinin en belirgin meydana
çıktığı bölgelerden birİ Erzurum idi, Zira mütareke hükümlerine göre
Erzurum topraklan n da içine almak üzere bir Ermenistan kurulmak
isteniyordu Bu milli birlik ve beraberlik bilincini daha da etkiledi
Merkezi İstanbul’da bulunan Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i
Hukuku Milliye Cemiyetinin Erzurum şubesi Önce Erzurum V ilayet
Kongresini( 17-25 Haziran 1919) gerçekleştirmiş ve bir Heyet-i Faale
oluştur muştu
Erzurum K ongresi’nin 10 F em m u z’da başlaması öngörülm üştü
Çünkü R um eli’de hürriyet Rumî takvime göre 10 Tem muz 1324/1908
de ilan edil m işti ve en büyük bayram olarak yerini aİmıştı Fakat
delegelerin bir bölümünün henüz gelmemiş olmasından dolayı K ongre
23 T em m uz'a ertelenmişti Bu tarih de miladi takvime göre hürriyetin
ilanı tarihidir Bu sim gesellik üzerinde ısrar edilmesi. Erzurum
K on g ıcsi’nin demokratik-milliyetçi biı ideolojiye sahip olduğunu, bu
bakımdan İttihat ve T e ra k k ry e benzediğini gösterm ektedir denilebilir
Mustafa Kemal de, bu ideolojinin içinde olmakla birlikte o diğerlerinden
farklı olarak cum huriyet ve lâiklik yandaşıdır. Mustafa Kemal Paşa ile
Rauf Bey"in kongreye katılabilmeleri için Cemiyetin U m um i Kâtibi
Cevat (D uısunoğlu)
B e y d e delegelerden
Kâzım
Bey merkez
delegeliklerinden istifa etmişlerdir.
95
Kongre 23 Temmuz 1919 günü toplandı, Kongreye altı doğu ili;
Erzurum. Vaıı,. Bitlis, Sivas ve Trabzon 'dan 62 delege katıldı Yalnız
Elazığ, Diyarbakır ve Mardin delegeleri hükümetin emri ve valilerin
baskısı ile gelemedi Mustafa Kemal Paşa 38 oyla Kongreye başkan
seçildi Kongre 14 gün çalıştı ve 7 A ğustos'ta
on maddelik bir
beyanname yayımladı Kongre kararları şunlardır :
1) M i 11i sınırlar içindeki vatan bir bütündür,parçalanamaz
2)Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı
hükümetinin çökmesi
durumunda
millet birlik
olarak
vatanını
koı uyacak ve kurtaracaktır
3)Osmanlı hükümeti memleketin istiklalini koruyamadığı
takdirde, milli gayeye ulaşmak için geçici bir hükümet kurulacak ve bu
İcra Heyeti Milli Kongre tarafından seçilecektir Eğer kongre toplantıda
değilse bunu Temsil Heyeti yapacaktır
4)Kuvayı mili iyeyi amil ve iıade-i milliyeyi hâkim kılmak
esastır
5)Hristiyan halka siyasi hâkimiyetimizi ve toplum dengesini
bozacak imtiyazlar verilemez
6fManda ire.himaye kabul edilemez
7)Mi!li Meclisin derhal toplanması ve bu suretle hükümet
icraatının denetim altına alınması şarttır
Erzurum Kongresi beyannamesi çok az değişikliklerle Sivas
Kongresi tarafından kabul edildikten bir süre sonra Mebuslar
Meclisi’nde ^eü d is a k -i M Îİİijriarak onaylanmıştır
Kongre kabul ettiği tüzük gereğince dokuz kişilik bir Heyet-i
Temsiliye seçerek dağılmış ve bu heyetin başkanlığına Mustafa Kemal
Paşayı seçmiştir
Viiayat-i Şarkiye Miidafâa-i Hukuku Milliye
Cemiyeti yerine Şarki Anadolu Müdafâa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş
ve bu Cemiyetin de başkanlığına Mustafâ Kemal Paşa seçilmiştir
Erzurum Kongresi ülkenin bütününü ilgilendiren bu tarihi
kararıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden sonra
gelecek tiim olayları etkilemiştir
96
Erzurum Kongresinde alınan kararlar İstanbul hükümeti, ve
İtilaf Devletleri tarafından çok kötü karşılanmıştır. Onlara göre kongre
bir ihtilal demekti
milli egem eniik”ten
söz etmek ve Mebuslar
M e c lis in in toplanmasını istemek, İtilaf Devletlerinin emellerini
söndüıecek
ve aynı zamanda saltanat aleyhine sonuç verebilecek
tehlikeli
gelişmeler olarak değer lend iri ¡inişti.
Sadrazam Damat
Ferit.ihtilalin elebaşısı saydığı Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile
onlara vardım eden diğer bazı aydınların yakalanarak İstanbul’a
getirilmesi için asker ve sivil yöneticilere 30 T em m uz’da emir verdi
A ncak bu çabalar tümüyle sonuçsuz kaldı Çünkü artık ihtilâl tam anlamı
ile yoluna girmek üzereydi Aydınlar ve ordu, Mustafa Kemal Paşanın
etıafında kenetlenmişlerdi
Erzurum K ong ıesi’ni takiben Mustafâ Kemal Paşamın amacı,
en kısa zamanda A n adolu’da millet temsilcilerinden oluşan bir meclis
toplamak ve bu meclisin kuracağı hükümet ile Milli Mücadeleyi bir
merkezden idare etmekti Bu nedenledir ki doğu illerinin mukadderatı
için toplanan Erzurum K ongresi’ni bu amaca yöneltmek istedi Bu
düşünce iledir ki Eızuıum K ongıesi’ni Sivas K ongresi’ne bağlayarak
Milli M ücadele'ye ülke çapında yaygınlık kazandırdı
c) Balıkesir ve Alaşehir
Kongreleri
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine oıtaya çıkan
gelişmeler sonucunda Hacim Muhittin (Çarıklı) Bey’in başkanlığında
kurulan Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti 28 H aziran-12 Temmuz
tarihleri arasında vilayet kongresini yaparak bir Heyet-i Merkeziye
teşekkül ettirmişti Bu heyetin teşebbüsüyle çevre il ve ilçelerden
delegelerin de katıldığı biı mahalli kongre düzenlendi.26-31 T em m u z
tarihleri arasında toplanan kongre aldığı kararları hükümete ve İtilaf
devletleri temsilciliklerine birer telgrafla bildirdi Buna göre :
f)K ongrenin maksadı vatanın
fırka ile alakası yoktur
kurtuluşudur ve hiçbir
siyasi
2)Anadolu nüfûs
çoğunluğu, tarihi
ananeleri, milli
temayülleri, mimari ve
tarihi medeniyeti bakımından tamamiyle
Türk ve M üs 1limandır
97
,3)Wiison P r e n s ip le r i’ nİn 12 Maddesinin derhal tatbikine
Anadolu Türkieri bunların yalandan ibaret olmadığını
üniid etmektedirler
başlanmak
4)Anadolu Türkieri
yurdlarının
ufuklarını
Yunan
bayrağından
kurtar ıncaya
kadar
savaşm aya
karar
verm işlerdir- bunun önüne geçebilecek hiçbir tavsiye ve kararı
kabul etmeyeceklerdir
Balıkesir K o n g r e s i’nin kararlarım tekrarlamak ve teşkilatı
genişletip güçlendirmek am acıyla 1 6 - 2 5 Ağustos tarihleri arasında
yapılan
A laşehir K o n g re si ‘ne de yine Hacim Muhittin Bey
öncülük etmiş ve kongre aynı kararları almıştır Erzurum Kongresi
Beyet-i Temsi üyesiyle irtibata geçilerek,, Sivas Kongresine temsilci
gönderilmiştir.
Diğer
taraftan, Brest--Litowsk
A nlaşmasıyla
Osman h
devletine bırakılan Elviye-i Seiase (Kars,A rtvin,A rdahan) bölgesinde
de Şuralar oluşturuldu ve bu bölgede Ermenistan kurulm asına karşı
milli direniş teşkilatlandırıldı
ç) Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919)
Heyet-i Temsiliye başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa. Sivas
Kongresi nin hazırlıklarını yapm ak üzere 29 Ağustos Ta E rzurum 'dan
ayrıldı ve 2 EylüEde Sivas’a geldi.Kongre toplanıncaya kadar ihtilâl
başlangıcını pekiştirmek için çeşitli çalışmalar yaptı,.
Bütün ülkeyi temsil eden böyle önemli bir kongrenin S ivas’ta
toplanışı, şehrin stratejik dutumu ile ilgili idi A nadolu’nun ortasında yer
alan bu şehrimiz
- İtilaf D evietieri’ni temsiien bazı subaylar
bulunmasına rağmen- işgal altında değildi Anadolu yollarının birleştiği
kavşak durum unda idi Her ne kadar Fransıziar A dana üzerinden,
İngilizler S am sun’dan işgal tehdidinde bulunuyorlarsa da Mustafa
Kemal böyle bir İşgalin çok pahalıya mal olacağını hesaplıyordu.
Müdafaa- i H ukuk Cemiyeti Sivas Şubesi, şehirde oldukça iyi
teşkilatlanmıştı
Ayııca Karargahı S ivas’ta bulunan 3, Kolordu
Komutam Albay Seiahattin Bey de Milli Mücadeleyi destekleyen
komutanlar arasında idi
98
Sivas Kongresi 4 Eylül 1919’da Sivas Lisesi’nde toplandı
Kongreye bütün illerden delegeler gelmemişti A m asya Tamimi ile
yurdun her yanına kongreye temsilci seçilmesi ve gönderilmesi
bi İdi j i im işti Fakat İstanbul yanlısı mülki amirler bunu her yerde halka
duyurmadılar İstanbul’daki
sansür yüzünden gazeteler
Erzurum
Kongresi haberlerini ve kararlarım da kam uoyuna iyice duyuramıyordu.
Bu nedenle kongre 38 delege ile toplandı Kongreye katılaniardan beşi
H eyet-i T em süiye üyesiydi. İstanbul’dan gelen iki temsilci dışında Tıp
Fakültesi Delegesi olarak Hikmet (Boran) adında bir öğrenci de gençliği
temsil etmek üzere katılmış; özellikle manda konusunu M ustafa Kemal
Paşanın düşündüğü gibi savunmuştu
Bazı üyeler Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığı’na
getirilmemesi için tertiplere girişmişlerse de, delegeler yapılan gizli
oylamada yine onu başkan seçmişlerdi
Kongrenin ilk üç günü söylevler, usul hakkında görüşmeler bu
davranışın İttihat ve Terakki Partisi ile ilgili bulunmadığının gerekçesi
ve yeminlerle geçmişti K ongrede tartışılan önemli konularda biri m anda
ve koruyuculuk meselesiydi Birinci Dünya S avaşı’ndan sonra ortaya
çıkan ve sömürgeciliğin ad değiştirmiş şekli olan M an da Yönetimi
Mustafa kemal Paşanın tam bağımsızlık düşüncesiyle çelişiyordu
Delegelerden bir kısmı m andaya taraftar görünüyor bir kısmı da tam
tersini düşünüyordu. Fakat Amerikan ve İngil izler den birini tercih
edemiyorlardı Mustafa Kemal Paşa birkaç arkadaşı ile m anda ve her
çeşit koruyuculuğu reddetmiş, kendisini bazı üyeler de desteklemişti
Rauf B ey’in A m erik a’dan bir heyet çağrılması teklifi meseleyi hal
yoluna koymuştu
Sivas Kongresi Erzurum K ongresi’nde vatanın bütünlüğü ve
milletin istiklalini temin için verilmiş kararlan kabulle kendisine mal etti
ve genelleştirdi Kongre 11 E ylül’de şu kararlan aldı :
Milli sınırlar
i Bit bir inden ayrılamaz
içindeki
bölgeler
bölünmez
bir
!
2
Osmanlı topraklarının bütünlüğünün sağlanması
güçlerin etkinliği ve milli egemenliğin üstün kılınmasr şarttır
bütündür
için
milli
99
/ ' 3 Her türlü işgal ve müdahaleye karş1 .dilet birlik olarak
'kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir Hıristiyan azınlıkların her
türlü güvenliği sağlandığından bunlara ayrıcalık tanınam az,
4
Manda ve koruyuculuk kabul edilemez
(
5 Milletin kendi geleceğine karar verebilmesi ve hükümetin
''başıboş bırakılmamasj için Mebuslar Meclisinin derhal toplanması
/gerekir
6 Ulusal direnmeyi gerçekleştirmek için kurulan dernekler
('birleştirilmiş ve adı ‘A n a d o h ı^ y e F tıım çli M iId a ia a ^ L H u k iL k C e m i y e t i ”
i olmuştur
7 Ku t sa l a m a c ı ve umumi teşkilatı idare için Kongre tarafından
bir (Heyet-i Tenis iliyjb seçilmiştir
Erzurum K ongresi’nde doğu Vilayetlerini temsiien oluşturulan 9
kişilik Heyet-i Temsiliye Sivas K ongresi’nde yapılan seçimle 6 kişi daha
eklenerek
genişletilmiş, bu suretle Türkiye Büyük Millet Meclisi
açılıncaya kadar ülke mukadderâtında yegane söz sahibi biı kuıul
oluşturulm uştu
birleştirilmiş
kurulmuştu
Milli amaca erişmek yolunda ayrı ayrı çalışan dernekler
ve Anadolu ve Rumeli Müdafâa-i Hukuk Cemiyeti
Koııgıe, Ali Fuat Paşayı Batı Anadolu Umum Kuvay-ı
Milliye K u m a n d a n lığ ın a tayin etmekle., yürütme yetkisine sahip
olduğunu göstermişti.
13 Eylül’de S ivas’ta, ihtilâlin yayın organı olm ak üzere İrade-i
Milliye adlı bir gazete yayımlandı
Sivas Kongresi, üyelerinin bütün ülkeye şamil olması nedeniyle'"
Milli
Mücadele
başlangıcında
Türkiye’nin
mukadderatını
belirleyen,bütün milletin tek vücut halinde birlik olduğunu dünyaya ilan
eden milli bir k o ngredir. Bunun içindir ki tesirleri Erzurum
K on gresi’nden daha geniş olmuş, kendisinden sonra gelişecek olayları
büyük ölçüde etkilemiştir, Zira Misak-ı M illi’de , Türkiye Büyük Millet
M eclisi’nin açılışında, Milli M ücadele’nin bütün anlaşmalarında, Sivas
100
Kongresi’nin izleri görülür. Sivas Kongresi İstanbul Hükümetinin açık
muhalefetine rağmen toplanmıştır Erzurum Kongresi gibi ihtilâlci bir
karakter taşımaktadır
Sivas K ongresi’nde elde edilen sonuçlar başarılıdır Her ne
kadar çeşitli düşüncelere sahip temsilcilerin bağdaştırılması yolu
tutulmuşsa da, sonuç Mustafâ Kemal Paşanın isteğine uygundur. Artık
savaş ve ihtilâl tek örgüt tarafından ,bütün y uıd a yaygın biçimde
yürütülecektir
Kongrede milli egemenlik ilkesinin "‘Saltanat ve
Halifeliği' kurtaracağı görüşü ortaya atılmıştı Bu çok önemli bir
adımdır ve böylece O smanh saltanatının üstüne, milli egemenlik
çıkarılmaktadır
İstanbul Hükümeti, Sivas K ongresi’ni dağıtmak ve Mustafa
Kemal Paşa ile arkadaşlarını yakalatm ak için, Elazığ Valisi Ali Galip’i
görevlendirmişti, Ali Galip S ivas’ı basıp kongreyi dağıtacaktı Ancak
üzerlerine gönderilen askeri birlikler bunu önledi Bu olay D am at Ferit
Paşa kabinesiyle, A n adolu’nun ilişkilerinin kesilmesi sonucunu doğurdu
Mustafa Kemal Paşa durumu padişaha bildirm ek istedi Fakat çekilen
telgıafları Damat Ferit Paşa padişaha göstermedi Bunun üzerine bütün
telgrafhaneler İstanbul ile ilgilerini kestiler
Bu hareket .Anadolu da
gelişmiş bulunan milliyetçiler için de bir güç ifâdesi oldu Mustafa
Kemai-İstanbul mücadelesinde (8 Haziran-30 Eylül 1919) İstanbul
yenilmiş ve Ingilizlerden yüz bulamayan Damat Ferit Paşa istifâ etmiş,
yerine 2 E k im ’de Ali Rıza Paşa kabinesi geçmişti Milliyetçi bir hüviyet
taşıyan bu kabinenin, İstanbul’da işbaşına geçmesi Mustafa K emal Paşa
ve ulusal dava için Damat Ferit’in düşürülmesinden sonra kazanılan ilk
zaferdir
Yeni hükümetle birlikte, basında da Sivas K on gresi’nin
faaliyetleri ile ilgili haberlere ve övgülere rastlanmaya başlanmıştı Artık
gazetelerin ilk sahifelerini Mustafa Kemal Paşa ve R a u f Bey’in portreleri
süslemekteydi
Mustafâ Kemal Paşa Sivas Kongresi’nin bitiminden bit hafta
sonra Sivas’a gelen, General J G. Harbord’la yaptığı konuşmada, yeni
Türk Devleti kurma arzusunu açıkça belirtmişti
Sivas Kongresi’nden sonra Ali Fuat Paşa Eskişehir ve Bilecik
bölg sinde, Albay Kazım (Özalp) Bey Balıkesir bölgesinde, Albay Bekir
101
Sami (Günsav) Bey Bursa bölgesinde halkı örgütleyerek milli direnişi
başlattılar
d )A ın a sy a G ö r ü ş m e le r i ve P ro to k o lü
Anadolu, İstanbul üzerinde kurduğu bu egemenlikten yararlanmak
istedi Mustafa Kemal Paşa, Hükümetten özellikle ulusal direnişin
karşısında olan sivil ve askeri yöneticilerin işten alınmalar¡nı ve
cezalandırılmalarını, onların yerine ihtilalcilerin güvenini taşıyanların
getirilmesini, oıdu örgütünün ulusal am aca uygun olarak yeni baştan
düzenlenmesini., Mebuslar M eciisi’nin toplanmasını istiyordu Daha
başka pek çok öneriler de yapılıyordu Anadolu istek ve önerilerinin
hemen kabulünü ileri sürüyordu Sonuçta İstanbul Hükümeti . M ustafa
Kemal Paşa ile yüz y üze anlaşmasnTin ğerekTTolduğuna karar verdi ye
Bahriye Hazırı Salih Paşayı A m a s y a ’ya gönderdi 16 Ekim 1919’da
Hüseyin Rauf ve Bekir Sami Beylerle Sivas’tan hareket eden Mustafa
Kemal Paşa iki gün sonra A m asya’ya vardı 20 E k im ’de başlayan
müzakereler 22 E k h n ’de son buldu Görüşmelerin metni üçü açık ve
imzalı ikisi imzasız gizli beş protokol ile tespit edildi ve şu hususlarda
analaşma sağlandı:
İtilaf Devletleri ile yapılacak barışta sınırların tam bir anlayışla
çizilm esi. yiTTürTOenrPvabancı ^ ev T e rB ö yunduruğunda b ırakılm am ası
M ü s l^ ıa ı> ~ e jffl3Yan unsurlara ayrıcalık t a n m m am as ı. Y eni açılacak
m e d is için yapılacak seçimlerin s e r b e s th k jc inde yap 1 1m a sı~A n ad o 1u ve
Rumei i M ü da fa a - i H uk uk C em îy e t i ’n in, İstanbul Hükümetince de k a b u l
edilmesi M ebuslar Mecl is i tarafından k a l m L â d r J j l i j ^ ^
1a Sivas
Kongresi kararlarının hTBdlmerTarafıtıdan benimsenmesi. M e b u slar
M|cnsîTTİ;[nzgffiy^^
m ı n uy gu n
olmadığı
A m asya’da yapılan bu anlaşma ile Mustafa Kemal Paşa hedefine
y ak 1a ş m ış "oîüyondlTT^imdjsh^^
ayiğma~p3ereli m illi ihtilâli resmen tanıyordu. \
e)
1919
S iv as’ta
K o m u t a n l a r l a Y ap ılan T o p la n tı (16-28 Kasım
}
Salih Paşa A m as y a’da Mebuslar M e c ü si’nin A n a d o lu ’da
toplanmasına çalışacağına söz vermişti Ancak hüküm et ve padişah buna
102
ıazı olm adıklarından Meclisin nerede toplanacağı yeniden büyük bir
soruna dönüşmüştü Heyet-i Temsil iye Meclisin toplanacağı yer ve
seçimler hakkında beliren görüş ayrılıklarını tartışıp kesin k arara varmak
jçin Milli Mücadeleyi destekleyen kolordu ve tümen komutanları ile
ortak bir toplantı düzenlemeyi zorunlu görmüştü
Toplantıya Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuku Milliye
Cemiyeti adına M ustafa Kemal Paşa ile 3,12,13,15 ve 20 Kolordu
komutanları
davet
edildiler
Trakya’dan
Cafer
Tayyar
Bey,
B andırm a’dan Y u su f İzzet Paşa, Diyarbakır’dan Cevdet Bey aradaki
uzaklık ve özel durumları nedeniyle toplantıya katılamadılar
Toplantı sonunda ;sakmca ve tehlikelerine rağmen Meclisin
İstanbul’da toplanması,
İstanbul’da Milletvekillerinin güven ve
serbestlik içinde yasama ve görevlerini yaptıklarını bildirecekleri ana
kadar Heyet-i
T em siiiye’nin görevine devam etmesi, Paris Barış
Konfesansı’nm Türkiye hakkında olum suz bir karar vermesi ve bu
kararın Meclis tarafından kabul edilmesi halinde milletin düşüncesinin
öğrenilmesi ve ona göre hareket edilmesi kabul edildi
f)Heyet-i Temsiliye’nin A n k a ra ’ya Gelişi
Komutanlar toplantısında, Heyet-i Temsilive merkezinin. Eskişehir
yakınındaki Seyitgazi kabul edilmiş olmasına rağmen, gerçekte tesbit
edilen _yer Ankara idi Çünkü Ankara; 20. Kolordunun. Merkezi olması
dışında demiryolu ile İstanbul ve Batı A nadolu’ya ulaşmaya da imkân
ve rjyo rdu
(da^m â^T İaha^
m siliye 18
Aralık’ta jsiyasitan Mıamket _,e.ttL Kayseri-Mucur, Hacıbektaş, Kırşehir
yoluyla 27 Atalık ta A nkara’ya geldi ve büyük bir coşkuyla karşılandr
Beraberindekilerle Ziraat Mektebine yerleşen Mustafa Kemal Paşa burayı
merkez edindi Ankara artık, Milli Mücadele hareketinin kalbi ve meıkezi
olmuştu
g)Son Osmanlı Mebuslar Meclisi ve Misak-ı Milli
Milli iradenin üstünlüğü karşısında Mebuslar Meclisinin açılması
kabul edilmiş ve seçimler başlamıştı Milletvekillerinin maneviyatlarını
güçlendirmek isteyen Mustafâ Kemal Paşa, onlara bir amaç etrafında
toplanmalarını, Meclis’de Kuvay-ı Milliye ruhunu sürdürmek için bir
Müdafâayı Hukuk grubu kurmalarını ve kendisini de bu M eclis’e başkan
103
seçmelerini istiyordu Kendisi Meclis’e katılmayacak olmasına rağmen,
başkan seçilmeyi ve çoğunluğu Müdafaayı H ukuk’a dayanan Meclis’in
istediği kararlan alacağım düşünüyordu
Meclis
12 Ocak
1920’de Padişalı’m
beyannamesinin
okunmasıyla açıldı Fakat Mustafa Kemal Paş« M ^ l ^ başkanlığına
seçilmediği gibi
M üdafaa-i Hukuk Cemiyeti
grubu da kurulmadı
Grubudur kurdular. Bu grup. Mustafa
Kemal Paşa tarafından Sivas’ta hazırlanmış bulunan Mİsak-ı Milli metni
üzerinde görüşmek amacıyla bir toplantı yaptı ve 28 Ocaktaki gizli
toplantıda bu metin pek az değişiklikle kabul edildi ve Meclis 17 Şubat
1920 de bu kararı açıkladı IVLisak-ı Milli Kararlar ı’na göre:
1 Mondros Miitarekesi’nin imzalandığı tarihte işgai altında
bulunan ve nüfusunun çoğunu Arapların teşkil ettiği Osmanlı topraklarının
mukadderatı, o topraklar üzerinde yaşayan halkın serbestçe beyan
edecekleri oylarla tayin edilmelidir Ancak mütarekenin imzalandığı
tarihle işgal edilmemiş olan ve Osmanh-İslam ekseriyetinin yaşadığı
bölgeler hiçbirısebeple ayrığamaz bir bütündür
2 Daha önce kendi'istekleriyle Anavatana katılmış olan Elviye-i
Selese için gerekirse yeniden halk oyuna başvurulabilir.
3 Batı Trakya’nın durumu, orada yaşayan ahalinin serbestçe
beyan edecekleri oylarla tespit edilecektir
4 Hilafet ve Saltanatla hükümet merkezi olan İstanbul’un ve
Marmara Denizimin güvenliği sağlanmak şartıyla, Boğazların serbest
ticarete açılması için Osmanlı Devletiyle ilgili ülkelerin bildikte
verecekleri karar geçerli olacaktır
5 Azınlıkların hukuku, komşu ülkelerdeki Müslüman ahalinin de
aynı hukuktan faydalanmalar ı kaydıyla Türkiye’ce temin edilecektir
6 Türkiye’nin milli ve iktisadi gelişmesine mani olacak
siyasi,mali, adli sınırlamalar kabul edilmeyecek, borçların ödenmesi
şartlan da bu esaslara aykırı olmayacaktır
Meclis,milli sınırlar içinde taıo bağımsız yeni bir Türk devletinin
esaslarını kapsayan Misak-ı M il ii ’yi kabul etmekle büyük bir görevi yerine
getirmiş oldu
104
iı)İstanbu)’un İşgali ve Mebuslar Meclisi’nin Dağıtılması
İtiiaf Devletleri Misak-i Milli’yi hoş karşılamadılar. Dalı a ocak
avı içinde Kuvayı Mü [iyeyi destekleyen Harbiye Nazın Cemal Paşa ile
Genelkurmay başkanı Cevat Paşanın tutumunu protesto eden notayı
hükümete verdiler Cemal ve Cevat Paşaları, Kuvay-ı Mili iye'ye subay
yollamak, silah ve para sağlamak, terhis edilen erleri göndermekle
suçladılar Baskı karşısında Cemal ve Cevat Paşalar istifa ettiler
26-27 O cak’ta Akbaş Cephaneliğinin basılarak buradaki Fransız
askerlerinin esir alınması ve büyük miktarda silah ve cephanenin
A nadolu’ya nakledilmesi, seferberlik hazırlıklarının yapılması gibi
gelişmeler İtilaf Devletlerini baskılarını daha da arttırmaya itti Bu baskılar
karşısında Ali Rıza Paşa istifa etti ve yeni hükümeti Salih Paşa kurdu
İtilâf Devletleri bu fırsattan yararlanarak Türk iye;’ye istedikleri
barış s a r t fa n nT"k a buT"ettumek_ j ç mT önce Türk O cağı’nı bastılar ve 16
¡vfârfta da İstanbul’u işgal ettiler. Meclisi de kuşatarak "Rauf Bey veTÎCar a
V âsif B ey’i tutukladılar. Bu sırada Erzurum’da
bulunan Yarbay
Ra\\Iinson ve 20 kadar İngiliz ıesmi görevlileri Kâzım Karabekir Paşa
taıatından ıesmen tutuklandı A nkara’daki 200 İngiliz askeri ile Fransız
kumandanı da oradan ayrılmak zorunda bırakıldılar
İşgalin hemen akabinde Mustafâ Kemal Paşa; İtilaf Devletlerinin
İstanbul’daki temsilcilerine, Birleşik Amerika Siyasi Temsilcisine, tarafsız
devletler dışişleri bakanlarına, Fransa, İngiltere ve İtalya parlamentolar ma
birer protesto gönderdi M ebuslar Meclisi ‘Mebusluk vazifesinin g üven
içinde yapılması imkânı oluncaya kadar meclis görüşmelerinin
yapılamaması” karan alarak toplantıları erteledi. Muştala KemâI~Pasanın
emrine uyularak, İstanbul iie her türlü yazışma ve vergilerin İstanbu l ’a
gö n d e n h n esi vasa.kl.andı
Artan baskılar karşısında Salih Paşa
zorunda kaldı. 5 Nisan 1920’de Damat Ferit
sadaıete getirildi Kuvay-ı Miliiye’ye karşı her
olan padişah, meclisten de hoşnutsuzdu ve
Meciisi’ni dağıttı
kabinesi de istifa etm ek
Paşa yeniden IV. defa
yola başvurmaya kararlı
11 N isan’da Mebuslar
105
B- TÜRKİYE B Ü Y Ü K M İLLET M ECLİSÜNİN A Ç IL M A S I
İstanbul’un işgali, Mebuslar M eclisi’nin dağıtılması, aydınların
ve milletvekillerinin
tutuklanması Osmanlı Devleti-nin sonunun
geldiğini gösteriyordu Mustafa Kemal Paşamın tahminleri doğru
çıkmıştı Artık herkes onun etrafında toplanacaktı Bundan sonra?
İstanbul’dan A n k a ra ’ya bir akın başladı O güne kadar İstanbul’da kalıp
“ bir şeyler “ yapm ak isteyenlerin tek umutları Ankara ve M ustafa Kemal
Paşa oldu
Ulusal eg em enliğe’dayalı bir devlet kurmayı düşünen Mustafa
Kemal Paşa bu fırsatı iyi değerlendirdi Kuracağı devletin temel
organlarını
oluşturacak yeni
meclisin
toplanmasını
sağlayacak
çalışmaları başlattı
17 Mart 1920’de Ordu komutanlarına bir genelge göndererek
A n k ara’da bir milli M eclis’İn toplanmasının gerekli olduğunu bildirdi
19 M a rt’taki genelgesinde;
yeni
seçilecek olanlarla İstanbul’dan
kurtulmayı
başaran
mebusların
en
kısa
zam anda
A n k ara’da
toplanmalarını
istedi
Erzurum
Kongresi
kararlarında
belirtilerek.Sivas’ta da onaylanan kararlarda açıklandığı gibi “ O sm an h
hükümeti milletin istiklalini koruyamamış
“ ve A n a d o lu ’da bir milli
hükümetin kurulması için bütün şartlar oluşmuştu
23 Nisan 1920’de Ankara’da topianan Meclis, Türkiye Büyük
Millet Meclisi adım aldı ve ertesi gün yaptığı toplantıda Mustafa Keroaf
Paşayı başkanlığa seçti Böylece, milletin meşru haklarını savunacak olan
kurucu meclis de oluşturulmuş bulunuyordu.
T B M M ’nin kurulmasıyla A n ad o lu ’da yeni bir hüküm et ortaya
çıkmış oluyordu. 2 Mayıs 1920’de Meclis üyeleri arasından ilk “İcra
Vekilleri Heyeti” de teşekkül ettirildi ki; bu durum Erzurum
K o ng ıesi’nde hazırlanmış olan planın uygulanması olarak kabul
edilebilir
Meclis;yasama, yürütm e ve yargı yetkilerini kendinde toplamış
“ Kuvvetler Birliği” temeline göre kurulmuştu. Meclis , yasaları yapm ak
ve bunları kendi arasından seçtiği hükümet üyelerine uygulatmakla iki
yetkisini doğrudan doğruya kendisi kullanıyordu Bu üyeler Meclis adına
iş gördüğü için kendilerine vekil deniyordu. Bunlar hükümeti meydana
106
getiriyordu Vekiller heyetinin başkanı Meclisin de başkanı idi Bunlara
u İcra Heyeti' de deniyordu. Her vekil Meclis tarafından ve kendi üyeleri
arasından ayri ayrı seçiliyordu
M eclis1in tam mebus sayısının 390 olması gerekiyordu ancak
açılışta 78 mebus bulunmuştu. Askerler,memurlar, din adamları, çiftçi ,
tüccar ve aşiret başkanları gibi toplumun idareci sınıfıyla sivil halkı bir
ara>a getiren mecliste ilk amaç, ülkenin kurtarılmasıydı M e c lis le 's iy a s i
partiler yoktu, ancak ; Halk Züm resi, Tesanüt Grubu, İstiklâl Grubu,
Islahat Grubu gibi çeşitli gruplar vardı Komünistler de Yeşil Ordu adı
altında gruplaşmak istemişlerdi
Mustafa Kemal Paşa, Milli M ücadele’nin giderek sertleşmesi
karşısında seri kararlar alabilmek ve kanunları m ümkün olduğunca
\çabuk çıkarabilmek için, I Grup da denilen
Müdafaa-i H u ku k
G r u b u ’nu kurdu Bu gruba çeşitli sebeplerle m uhalif olanlara da II
Grup denilmekteydi
Bunlar
zaman
zaman
sert
eleştirilerde
bulunmuşlardır
TBMM, öncelikle A nadolu’daki asayişsizliği ortadan kaldırmak
için harekete~-geçti^e--^9 ^ ^ a l ? d a ~ ^ H 7yanetT''V atanive Kanunu” ıru
çtkSrdTHBuyasayı uygulamalTüzei:e n T ^ y I ü r r 9 2 0 de özel m ahkem eler
olarak TBMM Üyeleri arasından oluşturulacak İstiklal M ah k em eleri
JkjuryJjd-fch^
™
7 Haziran 1920’de çıkarılan bir yasa ile ; Osmanlı Devleti ile
yapılan her çeşit sözleşmeler,antlaşmalar, ayrıcalıklar, yer altı
kaynaklarının verilmesi gibi açık ya da gizli her türlü antlaşmalar 16
Mart 1920’den başlanarak yapılmamış sayılacaktı Böylece bütün
yabancı devletler Ankara ile ilişki kurmak ve anlaşm ak zorunda
bırakılmıştı
20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çıkarılıncaya kadar
Osmanlı Kanun-u Esasi’si Ölçüt olarak alınmış, bu tarihten sonra
kanunlar yeni yasaya dayanılarak çıkarılmıştır
İstanbul Hükümeti’nin kurduğu Harp Divanı(askerlerden oluşan
yargı organı) başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere arkadaşlarını ölüm
cezasına çarptırmıştı. Padişah bunlardan yalnız Mustafa K em a l’in ölüm
107
cezasını onaylayarak diğerlerini affetmişti
yalnız bırakmak için yapılmıştı
Bıı durum Mustafa K em al’i
A n adolu’da kurtuluş için çarpışanlar bir taraftan düşman ile
uğraşırken
diğer yandan Padişah’ın idam fermanlarını boyunlarında
'taşıyorlardı
Bu
durum onların başarıları için büyük zorluklar
çıkarıyordu İstanbul Hükümeti yalnız fetva ve fermanlar dağıtmakla
kalmamış; paıalı askerler tutarak bunları A nadolu’da düşmanla çarpışan
Kuvay-ı M i 1ü y e ’ nİn karşısına göndermişti. A n adolu’da bozulan devlet
/otoritesini düzeltmek tizeıe gönderildiğini ileri sürdükleri bu kuvvetler
aslında milleti vurmak am acıyla görevlendirilmiş ‘Halife O rdusu” idi
1-T B M M ’nin açılışından Son ra, Asker i ve Siyasi Gelişmeler
a)İç ayaklanmalar
T B M M ’nin yeni kurulduğu günlerde karşı karşıya kaldığı,
gerçekte birbirine bağlı belli başlı iki büyük mesele vardır Yurt içinde
asayiş ve otoriteyi temin etmek ve cepheleri oluşturmak için düzenli
orduya geçiş
D amat Feıit hükümetlerinin İngilizlerle işbirliği yaparak, uzun
savaş yıllarının yoıg ünlüğünü taşıyan halka yaptıkları Milli Mücadele
aleyhtarı yoğun propaganda A nkara’yı bir hayli sıkıntıya sokmuş ve
TBMM hükümetine karşı ayaklanmalara yol açmıştır Bu ayaklanmaların
başlıcalan şunlardır:
i)Bozkıı Ayaklanmaları (27 Eviül-4 Ekim ve 20 Ekiın-4 Kasım 1919)
2 ,Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim-24 Aralık ¡919)
3 Anzavuı Ayaklanması (1 Ekim-30 Kasım 1919 ve 16 Ş u b a t-16 Nisan
1920)
4 Bolu-Düzce Ayaklanmaları
Eylül 1920)
5 Yozgat Ayaklanmaları
î 920) ~
(12 Nisan-31
Mayıs ve 8 Ağustos-23
(15 Mayıs-27 Ağustos ve 5 Eylül-30 Aralık
6 Zile Ayaklanması (21 Mayıs-12 Haziran 1920)
108
7 Milli Aşiıeti Ayaklanması ( 8-26 Haziran 1920)
8 Konya Ayaklanması (2 Ekim-22 Kasım 1920)
9 .Demirci M ehmet Efe (1-31 Aralık 1920)
10 Koçgİri Ayaklanması (6 M a rt-17 Haziran ,192JJ^
1 ljİÇerkes Ethem Ayaklanması. ^ 27 Aralık 192-24 Ocak 1921)
12 Rum Pontus Ayaklanması (6 Aralık 1920- 6 Şubat 1923)
Saf vatandaşları ayaklanma yoluna iten nedenlerin başında
Î n ıg ijj z ie td ııZ ^ ^ f t tiZ I ^ 'lığ j ^ ^ 'raganda 1a r jzeîTr Dhîar, ''dıemrATdlşab’ı
destekleyerek, hem de kendi başlarına çaba harcayarak milli mücadeleyi
önleme isteğinin yantsıra Boğazları ellerinde tutabilmek için ileride
Anadolu da kurulabilecek bir devletten gelmesi m üm kün tehditleri
önlemeleri gerektiğini hesaplamışlardı
Bu nedenle M arm ara'nın
doğusunda iki tampon bölgeye ihtiyaç vardı Biga ve Gönen dolayları
ile Düzce ve Hendek bölgelerinde yaşayan ve saltanata bağlılığı ile
bilinen vatandaşlar insafsızca kışkırtıldı ve bu bölgelerin halkı Anadolu
Hükümetine karşı ayaklandı
D oğuda kurulması „ dü şünülen Ermeni ve K ürt^dsadet 'j erinin
doğıaasını İmi a r a ş t ı r m a k iğin o ralardaki vatandaşlar kışkırtılmış, b unun
da önc
mış lardır
Pı ta Anadolu halkı da d insel .du ygulan İstanbul H üküm etince
kötüye kullanılarak ayaklanmaya sürükleırdnnlnTîşfİF
Doğu K aradeniz’deki Rumların ise .ayaklanması doğaldı
Çünkü Baty Anadolu. ..Y ırnm üıJari^rşga^diliycü'dm ^ n f a ı y ^ a şüphesiz
Rum Pontus.devlrini,kurabj.toe.kauiıı^ u . işgalden cesaret almışlardı
Mustafa
Kemal
Paşa
düşman
karşısında
savunmanın
zayıflatılması pahasına iç cephenin temizlenmesine üstün çaba
harcayarak., karşı ihtilalcileri yok etmiş ve sonra asıl düşmanla savaş
başlamıştır
109
b)[Vnili Ordunun Kurulması
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline Osmanlı Askeri güçleri
açıkça karşı koyamamıştır Fakat Kuvayı Milliye adı verilen direnişçi
güçler, ordudan terhis edilen (yahut öyle gösterilen) subayların
öncülüğünde ortaya çıkarak işgalci güçlere karşı direnmeye başlamıştır.
Asker ve sivil aydın yurtsever milliyetçi kişilerin öncülüğünde milliyetçi
güçler giderek çoğaldı
Belirli bir merkezden yönetilmeyen bu düzensiz güçler
birbirinden farklı insan gruplarından oluşuyordu Büyük bir bölümü
askeri eğitimden geçmemişti Ağır silahları da yoktu
Kuvayı Milliye güçleriyle yakından ilgilenen M ustafa Kemal
Paşa, Sivas Kongresi’nde Batı Anadolu Umum Kuvayı Milliye
K om utan lığın a Ali Fuat Paşanın atanmasını sağladı. Güney
Cephesi’ni düzene koymak amacıyla Kılıç Ali Bey bu bölgeye
gönderildi
Ur fa da, A ntep’te, A dana’da ve E ge’de kahramanca
mücadele veren Kuvayı Milliye güçleriyle işgalci güçleri yurttan atmak,
milli istiklali sağlamak mümkün gözükmüyordu. A n a d o lu ’da direniş
harekatı güçlendikçe, bu direnişi ’ kırmak için P adişah ’ın askerliği
kaldırdığını belirten propagandaların yapılması Kuvayı M illiye’ye
duyulan ihtiyacı arttırıyordu 15 Kolordu’nun dışında düzenli askeri
birlik kalmamıştı
O günkü şartlarda Kuvayı M iliiye'den düzenli orduya geçmek
güçtü Zira elde bulunan oıdu adeta iskelet durum unda idi Ordu
kadroları boştu Silah altına alınanlar kaçıyordu Subay kadrosu da
yeterli değildi Bu nedenle askerlerin kaçmalarını önlemek için Firariler
kanunu çıkartıldı ,iç güvenliği sağlayacak Seyyar Jandarm a Müfrezeleri
oluşturuldu Ankara’da subay yetiştirmek üzere okul açıldı
¡cıa Vekilleri Heyeti tarafından, ordunun ihtiyaçlarının hükümet
tarafından karşılanması
ve Kuvayı Milliye’nin Milli Müdafaa
Vekaleti’ue bağlanmasına kaıar verildi Bununla beraber düzenli orduya
karşı çıkarak çeteler ve milis kuvvetleriyle düşmana karşı daha başarılı
olunacağını savunanlar da vardı Özellikle Kuvayı Seyyareciler (Çerkez
Ethem ve kardeşleri) Gediz taarruzundaki başarısızlığı, cephe komutanı
ve düzenli ordu birliklerine bağlıyorlardı Gelişen askeri olaylar ve
110
düşman ilerlemeleri, 22 Haziran 1920’deki Yunan taarruzunun tehlikeli
biı şekilde gelişmesi, G ediz başarısızlığı gibi olaylar düzenli orduya olan
ihtiyacı açıkça ortaya koymuştu Bu nedenle Kuvay-ı Milliye’nin yeni
adlar altında teşkilatlandırılmasına hız verildi
8 Kasım 1920’de Batı Cephesi ikiye bölündü Güney bölümü
Refet Bey'in, Batı bölümü ise İsmet B ey’in komutası altına verildi
Mustafa Kemal Paşa, “ acil olarak düzenli ordu ve büy ük süvari gücü
“ oluşturmak gerektiği emrini verdi Bundan sonra çete teşkilatlan hızla
kaldırıldı
c)Sevr B arış A n tla şm a sı
İtilaf Devletleri temsilcileri 18-26 Nisan 1920 tarihleri arasında
S an R e m o ’da toplanarak Türkiye'ye kabul ettirilecek anlaşm aya son
şeklini verdiler
Konferansta T ürkiye hakkında karar verilirken,
müttefikler Türklerin görüşlerini almak lüzumunu bile hissetmediler
Barış antlaşmasının taslağı 11 M a y ıs’ta O sm anh temsilcilerine verildi
Temsilcilerin başkanı Tevfîk Paşa antlaşma tasarısını görünce dehşete
düştü İstanbul’a dönerek bu barış anlaşması imza edilirse, Osmanlı
D evleti’ııin ortadan kalkıp bir sömürge haline geleceğini söyledi. Türk
temsilcilerinin bu çıkışı üzerine hem Mustafa K e m a l’in durumunu
zayıflatmak hem de İstanbul’daki Tevfîk Paşa gibi vatanseverlerin
direnişini kırmak için, İngiliz birlikleriyle desteklenen Y unan kuvvetleri
22 H aziran’da B u r s a - U ş a k çizgisine doğru ilerlemeye başladılar
Karşılarında bulunan pek zayıf Türk birliklerini dağıtarak 8 T em m uz’da
B u r s a ’yı işgal ettiler. Hemen hemen tüm Ege bölgesi ve Doğu Trakya
Yunanlıların eline geçti. Bu durum Padişaha b a n ş antlaşmasının
imzalanması için fırsat verdi 22 Temmuz 1920’de toplanan Saltanat
Ş u ra s f nda Topçu Korgenerali Rıza Paşa dışındakiler hükümetin
tavsiyesine uyup anlaşmanın imzalanmasını kabul ettiler
Barış görüşmeleri için D am at Feıit Paris’e gitti Hadi P a ş a ile
Rıza Tevfîk Bey 10 Ağustos 1920’de Türkiye’nin milli mevcudiyetine
derin darbe vuran Sevr antlaşmasını imza ettiler
On üç bölüm ve 433 maddeden
antlaşmasının maddeleri özetle şöyledir:
m eydana
gelen
Sevr
111
1 Osmanlı İmparatorluğunun üikesi İstanbul ve A n ad o lu ’nun
ufak bir parçası ile sınırlandırılıyordu.
2 İstanbul ve Çanakkale boğazlan savaş sırasında bile bütün
devletlerin gemilerine açık tutulacak, Boğazlar uluslararası bir komisyon
tarafından yönetilecekti
3 İzmir ve Ege bölgesinin önemli bir kısmı Y unanistan’a
veriliyordu Yine, M idye-Büyükçekmece arasındaki çizgisinin batısında
kalan bütün Doğu Trakya da bu devlete bırakılmıştı
4 Doğu A n ad olu’da iki yeni devlet kurulacaktı: Erm enistan ve
Kürdislan
5 Irak,
paylaşılıyordu
Arabistan
ve
Suriye
İngiliz
ve
Fransızlarca
6 Antalya ve Konya bölgeleri İtalyanların; Adana, Sivas ve
Malatya ise Fransızların payına düşmüştü
7 Devletin askeri gücü sınırlandırılıyordu En fazla 50 700 kişi
silah altında bulunacaktı Tank,ağır top, uçak orduda bulunmayacak,
denizde 7 gambot ve 6 Torpidodan başka hiçbir gem imiz olmayacaktı.
8 İktisadi, mali ve adli kapitülasyonlar en geniş biçimi ile
tanınıyordu Azınlıkların hakları Türkleıden daha fazla tutuluyordu
İtilaf Devletleri’nin savaş sonrasında mağlup olan devletlerle
yaptıkları anlaşmalar içinde en ağır olanı şüphesiz Sevr antlaşmasıdır.
Bu antlaşma iie sadece Osman El İmparatorluğunun tasfiyesi değil, Türk
milletinin yok edilmesi amaçlanıyordu
T B M M ’nin Sevr barışına tepkisi çok sert oldu Bu barışı TBMM
tanımıyordu Zaten İstanbul Hükümetinin hiçbir işleminin yeni Devlet
gözünde hukuki önemi yoktu Bu antlaşmayı onaylayan bütün Osmanlı
Devlet adamları 19 A ğustos’ta T B M M ’nce verilen bir kararla vatan haini
sayıldılar ve vatandaşlık haklarından yoksun kıtındılar
2-Milli Cephelerin Kurulm ası
M ondros M ü ta re k e s in d e n sonra ülkenin çeşitli yerleri İtilaf
Devletleri nce işgal edildi Mütareke koşullarına aykırı olarak yapılan
112
bu eylemler Tüık milletinin tepkisine neden oldu ve Kuvayı Milliye adı
verilen bir hareketi doğurdu Bu hareket ,yur dun ve bağımsızlığın
tehlikeye girmesi karşısında halkın kendi içgüdüsünden kaynaklanan bir
savunma harekatıdır 1919 M a yıshndan 1920 yılı sonlarına
kadar
sür miiştür
Milii müfrezelerin kuruluşunda eşrafın rolü büyüktü Çünkü
silahlı köylüler çok defa eşraftan birinin etrafında toplanmak üzere
şehirlere gelmekte idiler Hemen her yerde teşekkül etmiş olan “ K u v ay r
Milliye H e y e tle ri” ve
L M ü d a fa a - i H u k u k H e y e tle ri” milli
müfrezelerin he; türlü ikmal hizmetlerini ifa ediyordu
Z am anla milli kuvvetler artmış milli taburlar ve alaylar
kurulm uştu Bunların başında halkın ileri gelenlerinden birisi bulunurdu
Her alay ve tabur komutanının subay olan bir yardımcısı vardı Kuvayı
M il li) e ’nin lideri askeri birliklerle temas ederek silah ihtiyaçlarını
karşılardı
Halkın kendi içinden çıkardığı Kuvayı Milliye güçlerini, ülkenin
içinde bulunduğu koşullar yaratmıştır Bu nedenle düzenli ordu ile
aralarında oldukça farklılık vardır Kişisel davranışlar, şöhret, gösteriş,
sivrilmek Kuvayı Miiliye’nin itici faktörleridir Merkezi otoriteye, emiı
komuta zincirine bağlı olmayan kendi yasalarını ve kendi kurallarını kendi
koyan Kuvayı Milliye güçleri düzenli ordu kuruluncaya kadar işgalci
güçlere karşı büyük bit dirençle karşı koymuşlardır Kuvayı Miiiiye’ce
oluşturulan cepheleri kısaca şöyle özetlemek mümkündür;
a) G ü n e y ve G ü n e y d o ğ u C e p h esi
İtilaf Devletleri, Osmanlı
Devleti’nin topraklarını nasıl
paylaşılacağına
ilişkin çeşitli antlaşmalar
yapmışlardı
Mondros
M ütarekesinden sonra bu antlaşmalara işlerlik
kazandırılmıştır İşgal
harekatım İngilizier başlattı. Mütareke koşullarına aykırı olarak Musul,
İskenderun ve Kilis işgal edildi Haberleşme araçlarına el konuldu Halkın
elinden malı alınmaya,elindeki silahlar toplanmaya başlandı A ntep’i de
işgal eden İngilizier aydın ve ileri gelen kent halkını Mısır’a sürdüler
Mondros M ütarekesinin yedinci maddesine dayanarak Maraş ve Urfa’yı
işgal ettiler.
113
Plansızlar ise Adana, Mersin ve O sm a niy e’yi işgal ettiler
Buralarda yaşayan Ermenilerle işbirliği yaptılar Hatta ja n d arm a gücünü
Erm enilerden oluşturdular.
İngiltere ile Fransa 15 Eylül 1919 ’da ikili bir anlaşm a yaparak
O rtado ğu’yu nasıl paylaşacaklarını belirlediler frak ve Filistin İngiliz
mandası, Suriye ve Lübnan d a Fransız mandası altına sokuldu Antep,
Ur fa, Maraş da el değiştirerek Fransa’ya geçti Fransızlaı burada bulunan
yerli E rm ende n silahlandırarak bölgeyi kontrol altında tutm aya ve diğer
yandan bölgede bulunan aşiretleri elde ederek tutunm aya çaba
harcadılar
1920 yılı boyunca bölgede sivil halkın örgütlenmesi sonucunda
ortaya çıkan Kuvay-ı Mîllîye önce M a ra ş’ta. sonra U rfa ’da Fransızlaıı ve
E rm ende n mağlup ederek buraları terk etmek zorunda bıraktı Esas
şiddetli çarpışmalar Antep ve A dana çevresinde meydana geldi.
Antepiiieı büyük bir fedakârlıkla bir yıl boyunca Fransız kuşatması
altında direndiler Bunun sonucu olarak TBMM, 6 Şubat 1921 ’de
Antep e Gazi unvanını verdi
F ransa’nın yarısı kadar araziyi 60.000 kişilik bir kuvvetle ve
bölgedeki E rm end e n silahlandırmak sureti ile ellerinde tutabileceklerini
zanneden Fi ansızlar yanıldıklarını kısa zamanda gördüler Bunun
sonucunda da TBMM ile anlaşmaktan başka çıkar yol kalmadığı için
1921 Haziranında görüşmeler başladılar Ankara İtilafnamesi olarak
adlandırılan bir anlaşmayla güney topraklarımızı boşaltarak çekildiler
b )D oğu C ep hesi
İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgal altına alınması ve
vatanımızın bir kısmının Ermenilere terk edildiğinin duyulm ası Doğu
ve güneydoğu bölgesindeki ahalinin ayağa kalkmasına yol açmıştır
Doğu
Cephesinde esas
olarak
Ermenilerle
savaşılmış,fakat
.Boişevikleıin E rm enistan’da
iktidara
gelmelerinden
ötürü,siyasi
mücadele Ruslaıa kaışı yapılmıştır
Bolşeviklerin iç savaşı kazanarak
Kafkaslara yönelmeleri
üzerine hareketsiz beklemeyi tehlikeli bulan ve esasen Ermenilerin
üç vilayetteki
Müslüman
ahaliye
karşı
uyguladıkları
katliam
114
karşısında daha Önce de tedbirler almaya çalışmış olan X V Kolordu
kumandanı Kâzım Karabekir Paşa T B M M ’nin talimatıyla harekete
geçti
9 Haziran i 920’de Doğu
vilayetlerinde kısmi seferberlik
ilân edildi, Ancak SSCB
ile ilişkilerin gelişmesi Doğu harekâtını
biraz geciktirdi Ermeniierin ,OItu bölgesine yaptıklarf
saldırıları
durdurmaları
için T B M M ’nin verdiği notaya kulak asmadıkları
görüldü Ermeniier
T B M M ’ne verdikleri cevapta Brest-Litow sk
A nlaşmasının
İstanbul
hükümetiyle
y apıld rğ m gT B M M ’nin
ise
İstanbul
hükümetini
tanım adığım
dolayısıyla E rm enistan’m bu
anlaşmalarla bağlı olmadığını bildirerek saldırılarını devam ettirdiler
Bu durumda Ankara 20 E y l ü l d e Ermenilerle savaşa karar verdi Zaten
Kâzım
Karabekir Paşa hazırlıklarım tamamlamıştı Erm eniierin 24
E y lü ld e bir baskınla f ü r k topraklarına saldırmaları üzerine Türk
kuvvetleri 28 E y lü ld e harekete geçerek sının geçip Üç Sancak
bölgesine dahil oldular
Sarıkamış ve M erdenek’in alınmasından sonra , A nkara’nın
talimatıyla harekât durduruldu Ermenistan hükümeti yayınladığı bir
bildiride E rm enistan’ın tehlikede olduğunu duyururken-SovyetJere de
müracaat ederek Türk hükümetine müdahalede bulunmalarını J ü r k
taarruzunun
durdurulm ası
için
Ankara
nezdinde
teşebbüse
geçmelerini istedi Bolşevik Rus Dışişleri Komiseri Ç içe rin ’in bu
yoldaki taleplerine verilen cevapta Ermeniierin Sevr Anlaşmasına
dayanarak saldırıya geçtiklerini belirtti. Bu sırada Erm enistan’daki
Taşnak
idarecilerle
Sovyetleıin
ilişkileri bozuldu
Dutumu
değerlendiren Ankara Kâzım K arabekir’e tekrar harekete geçme
emrini verdi 28 E kim ’de hücum a geçen Türk kuvvetleri
4 gün
içinde
K ars’ı aldı Burada, Eımenileı
tarafından yapılmış vahşi
katliamlara rağmen
Türk ordusu silahlarını bıraktıkları takdirde
Ermeniierin rahat ve sükunet içinde yaşayacaklarını duyurdu !
Kasım
19 20 ‘de
Ermeni ter e
barış
teklif
edildi. Ancak
Ermenİler. Türkiye ile anlaşacak yerde Rusya ve ABD nezdinde
teşebbüse
geçerek,yardım talebinde bulundular. Bu sırada ileri
harekâta girişen Türk kuvvetleri G ü ım ü ’ye doğru süratle ilerlemeye
devam ettiler 6 Kas im’da Ermeniier
Türk Ordusu Komutanlığına
başvurarak mütareke istediler K arabekir’in geçici mütareke şartlarını
115
kabul eden Ermeniler Gümrü Kalesini ve kasabasını bırakarak
çekildiler TBMM hükümetinin 8 K asım ’daki
.mütareke şartlarını
ağır bulan Ermenilerle çarpışmalar yeniden başladı Sivil halka karşı
ağıı eziyetler yapan Ermeni ordusu Türk kuvvetleri karşısında
bozguna uğıayarak dağıldı 17 K asım ’da Kâzım Paşa’ya Mütareke
teklif eden Ermenilerin
bu isteği kabul edildi. G ü m rü ’de yapılan
görüşmeler sonucunda
2/3 Aralık
1920’de
Gümrü
Anlaşması
İmzalandı Bu anlaşmayla Kar s, Kağızman,Sarıkamış, Kulp ve İğdır
yeniden Türk topraklarına katıldı
Diğer taraftan .1921 yılı başlarında Gürcülerle de Batum
Meselesi yüzünden çarpışmalar olm uş,Türk kuvvetleri B a tu m ’u işgal
etmişler,Ahıska ve Ahılkelek ele geçirilmişti. Fakat,kısa bir süre sonra
Ermenistan
Rusiar
tarafından
işgal edilerek Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri Birliği’ne katıldığı için Gümrü anlaşması hüküm süz
kalmıştı Nihayet, 16 Mart 1 9 2 1 d e imzalanan M o sk o v a A n la ş m a sı ile
buralar G ürcistan’a bırakıldı ve 13 Kasım 1921 ’de imzalanan K a rs
A n l a ş m a s ı y l a da Doğu sınırlarımız kesinleştirildi
Görevini tam bir başarı ile sonuçlandıran
butiklerimiz hemen Batı cephesine gönderilmiştir
doğudaki
ordu
Trirk delegeleri M oskova’da iken orada bulunan Afgan Devleti
yetkilileri İle 1 Mart i 921 ’de bir dostiuk-kardeşiik anlaşması imza
edilmişti. A fganistan’la sınırımız bulunm am akla beıabeı bu anlaşma,
onların kurtuluş savaşım ıza verdikleri değeıi göstermiş ve manevi
gücümüzü artırmıştı
c)Batı Cephesi
A nadolu’da en geniş çaplı istila eylemi, Yunan ordusunca
y ap ılı)o rd u ,” Büyük Yunanistan” ülküsünü gerçekleştirmeye çalışan bu
ordu kesin olarak yenilm edikçe diğer cephelerdeki başarılar hiçbir anlam
taşıyamazdı Bu nedenle, Düzenli Oıdu kurulduktan ve Doğu Cephesi
güvenlik altına alındıktan sonra, Türk Hükümeti ile Genelkurmayının
çalışmaları Batı Anadolu üzerinde yoğunlaşmıştı
9 Kasım 1920’de Yunanlılar İzmit’ten, Uşak- Sarayköy çizgisine
kadar ilerlemiş bulunuyordu Yunan ordusu, devrinin en yeni silahlarıyla
donatılmıştı Lojistik desteği, bakımı çok ileriydi Ayrıca, subay ve erleri
116
dinçtiler Bu oıdu sayı bakımından da Türk birliklerinden üstündü Buna
karşılık Türk Ordusu yeni kurulmaya başlanmıştı Eldeki silahlar hem
sayıca az. hem de çok çeşitli ve eskiydi Bakım ve donatım eksikti
Ayaklanmalar, büyük kayıplara yo! açmıştı. Ancak, ordunun komutanları,
yıllardan beri çeşitli savaşlarda bulunup en iyi biçimde yetişmişlerdi. Pek
çok er de savaşlarda pişmişti Türk komuta kurulu üstün niteliklere sahipti
Yunan ordusu komutanları arasında ise çeşitli iç siyasal didişmeler ve
çekişmeler nedeniyle düşünce ayrılıkları vardı Komuta kurulu ise savaş
denemesinden geçmemişti Nihayet Yunan ordusu Batı A nadolu’da bir
işgal gücüydü Türk Oıdusu ise vatanını kurtarmak için ölüm-kalım
mücadelesi yapıyordu
C - 1921-1922
G ELİŞM ELER İ
Y IL L A R I
ASKERİ
VE
SİY A Sİ
1-B h iııci İ n ö n ü S av aşı ve L o n d r a K o n fe ra n sı (6-11 O c a k
1921)
1920 yılı sonlarında Yunan Kralı A ieksandır ölmüş, Başbakan
Venizelos da seçimleri kaybederek, iktidardan düşüp, ülkesini te rk
etmişti. Yeni Kral K o n s ta n tin ,'Türk-Yunan savaşım devam ettirmesi
kaydıyla bazı İngiliz ileri gelenleri tarafından tahta çıkarılmıştı
1920 yılı yaz aylarında ilerleyen Yunanlılar belirli mevzilerde
durmuşlar ve bir genel saldırı için hazırlanmaya başlamışlardı Düzenli
orduya girmeyi kabullenmeyen ve kendi başına buyruk davranmayı
sürdüren Ç e rk e z E th e m ve kardeşlerinin Türk Hükümetine karşı
ayaklanmaları ve bunu Yunanlılara da bildirerek işbirliği önermeleri,
Yunan oıdusu için çok uygun bir durum yarattı 6 Ocak’ta Bursa’dan
Eskişehir yönünde, U şak’tan da Afyon yönünde
Çerkez Ethem’ce
desteklenen Yunan ordusu ileri harekata başladı 9 Ocak’ta İnönü’de
Türk
birlikleriyle
çatıştı
O rdum uz
daha
yeni
kuruluyordu
Birliklerimizin büyük bir bölümü Çerkez E them ’e karşı gönderilmişti.
Yunanlıların kuvveti çok üstündü.
Ancak,
İnönü mevziindeki
birliklerimiz büyük bir azimle direndiler 11 Ocak gününe kadar yapılan
kanlı çarpışmalar sonucu, Yunanlılar geldikleri yere çekildiler. Güneyde
117
de E them ’m kuvvetleri dağıtıldı Ethem Yunanlılara sığındı Böylece bu
ilk düzenli savaş, genç Türk Ordusunun zaferiyle sonuçlandı
Birinci İnönü Savaşının zaferle bitmesi T B M M ’nde ve tüm
ulusta derin heyecan gösterilerine yol açtı Bu başarı dışarıda da büyük
yankılar uyandırdı
Rusya son duraklamalarını bırakıp TBMM
Hükümetine yanaştı. Batıiı 1ar Londra Konferansının toplanm asına karaı
verdiler.
Batılı Devletler L o n d r a K o n fe ra n sın a , O sm a n lı H ü k ü m e t i ile
Y u n a n i s t a n ’ı çağırdılar Davette Osman İr heyeti arasında Ankara
temsilcilerinin de bulunması isteniyordu Bu davranışları ile İtilaf
Devletleri TBMM Hükümetini meşru saymadıklarını gösterm ek
istiyorlardı
İstanbul Hükümetinin çağrılması T B M M çevrelerinde
kızgınlık
yarattı
Uzun
yazışmalara
rağmen,
Batılı
devletler
karar larmdan dönmediler
Hariciye Vekili Bekir
Sami B e y ’in
başkanlığındaki kurul L ondra’ya gönderildi İstanbul Hükümeti de
Tevfik Paşayı gönderdi 23 Şubat günü toplanan konferansta İtilaf
Devletleri,
Sevr
Antlaşmasının esaslarına dokunmayan
bazı
değişikliklerle getirdikleri projeyi Tüıklerin ve Yunanlıların önceden
kabul etmesini ileri sürdüler Türk heyeti, ilk olarak A n adolu’nun
boşaltılmasını istedi ve Misak-ı Millimizi izah etti. Yunanlılar ise, ne
A n adolu’nun boşaltılmasına razı oldular ne de değişiklikleri kabul
ettiler Konferans bir sonuç vermeden dağılmış ve bunun üzerinden on
gün geçmeden Yunan orduları bütün cephelerden taarruza geçmişlerdi
Bu olumsuz sonuca rağmen Londra Konferansı TBMM için bir
başarıdır Her şeyden önce Batılı bağlaşıklar Anadolu ihtilalini hukuki
alanda da tanımışlardı Hele İstanbul temsilcilerinin söz hakkını
A n k ara’ya bırakması, bundan sonraki diplomatik iliştiler bakımından son
derece elverişli bir ortam yaratmıştır: İtalyan- Fransız çıkar birliği
Yunan-İngiliz ortaklığının karşısına dikilmiştir
Böylece I ürkler
İtalyanlarla Fıansızlara yaklaşm aya başlamışlardır: Nitekim Konferans
dağıldıktan som a Bekir Sami Bey, Londra’da İtalyanfar ve Fransızlarla
birer sözleşme imza lam iştir
Fransızlarla 11 Mart 192l ’de yapılan sözleşm eye göre: savaşa
son verilecek ve tutsaklar karşılıklı olarak serbest bırakılacak güney
sinirimiz kesin olarak tesbit edilecekti Fransızların bu fedakârlıklarına
118
karşılık güneyde onlara bazı iktisadi kolaylıklar sağlanacaktı 12 M art’ta
İtalyanlaıia yapılan sözleşmede de aynı hükümler vardı. İngilizlerle de
yalnız tutsakların bırakılması yolunda biı sözleşme yapılmıştı. Fakat, bu
sözleşmede İngilizlere, savaş suçlusu saydıkları Türk tutsaklarını serbest
bırakm am ak hakkını veren bir hüküm eklenmişti
Bekir Sami B e yan yaptığı sözleşmeler Hükümet tarafından çok
olumsuz karşılandı Sözleşmeler Devletimizin sıkı sıkıya sarıldığı ve
geıçekleştirmek istediği tam bağımsızlık ilkesine aykırı idi Bu nedenle
sözleşmeler kabul edilmedi
2-îkinci İnönü Savaşı (23-31 Mart 1921)
Londra K o n fe ra n s ın d a Türklere önerilen barış taslağı kabul
edilmeyince
özellikle îngilizler T B M M ’ne baskı yapabilmek için
Y unanlılan yeni bir saldırıya kışkırtmaya başladılar Yunanlılar da
Birinci İnönü savaşındaki başarısızlıklarım örtmek ve Sevr Barışı ile
kazandıkları imkânlardan yararlanmak için saldırıya hevesliydiler. Onlar
ayrıca Türk O rdusuna gelişme zamanı bırakmanın da sakıncalı olduğu
kanısındaydı lar
Bu nedenlerle yine saldıııya geçtiler Savaş İnönü- Afyon arasındaki
bölgede yapıldı Yunanlılar ilkinden daha üstün kuvvetlerle 23 M art
sabahından itibaren Bııısa’dan İnönü İstikametine ilerlemeye başladılar
İki saldırının da püskürtülmesi üzerine Yunan kuvvetleri çıkış
mevzilerine çekilmeye başladılar Güneydeki çok üstün Yunan birlikleri,
kuzeydeki esas kuvvetlerin yenildiğini anlayınca Afyon’u işgal ettikleri
halde hızla geri çekildiler Böylece Afyon da kurtuldu
İkinci İnönü Savaşının da zaferle bitmesi, um utlan daha d a
artırdı Her iki savaşta da Batı Cephesi Komutanı bulunan İsm et (İnönü)
B e y ’in rütbesi 31 M a rt’ta Tuğgeneralliğe yükseltildi
Birinci ve İkinci İnönü zaferleri, Sovyet Rusya ile 16 M art
192î 'de Moskova dostluk antlaşmasının imzalanmasını sağladığı g ib i,
Fransa’nın ve İtalya’nın da politik bakımdan İngiltere’den ayrı bir
politika izlemesine sebep olmuştur Fransa anlaşm ak üzere, Frank!in
Bouilloıı’u Türkiye’ye karşılıklı görüşmelerde bulunmak üzere
göndermiştir İtalyaniar ise, daha anlayışlı davranarak işgal ettikleri
bölgelerden çekilmişlerdir
119
İkinci İnönü zaferinden sonra beliren uygun durumdan
yararlanm ak isteyen bazı komutanlar, güneydeki Yunan kuvvetlerini
imha etmek için harekete geçtiler, Ancak, İnönü savaşlarından yorgun
çok yorgun çıkan, m evcutlan azalmış birliklerimiz, destek almış, dinç ve
güçlü Yunan kuvvetlerini, mevzilerinden söküp atamadılar, Böyiece bu
iki ufak çaplı savaş bir olumlu sonuç almamadan bitti
3-Kütahya ve Eskişehir Savaşları (10-24 Temmuz 1921)
İnönü Savaşlarında savunma taktiği uygulamak zorunda kalan
ve Aslıhanİar- Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldın gücü
olmadığını ortaya koyan Türk ordusunun durumundan yararlanmayı
düşünen
Yunan
Genelkurmayı
daha
güçlü
birliklerle,
İnönü,Eskişehir. Afyon
ve
Kütahya atasındaki
çizgide
bulunan
mevzilerimize yüklenerek buraları işgal etmek ve gerekirse A n k ara’ya
kadaı ilerlemeyi planlıyordu Yunanlılar bu amaçla yeni birliklerle iyice
güçlendiler ve 10 T'emmuz’dan itibaren büyük saldırıya geçtiler Şiddetli
çarpışmalar oldu Ancak gerek insan gücü gerekse araç ve gereç
j ö n ü n d e n Türk kuvvetlerinden çok üstün durumda bulunan Yunanlılar
birçok je tle ri işgal ettiler. Afyon,Eskişehir, Kütahya, Bilecik,, art arda
düşman eline geçti
Mustafa Kemal Paşa kuvvetlerimizin S akarya’nın doğusuna
kadar çekilmesini gerekli gördü. Böyiece zaman kazanılacaktı. O rdum uz
geri yürüyüşe geçerek 25 T em m uz 1921 ’de tamamen Sakarya N e h r i’nin
doğusuna çekildi. Bu harp yönetimi bakımından isabetli bir karardı
Kütahya- Eskişehir Savaşlarında Türk ordusunun kayıpları
büyüktü 4 0.00 0’ne yakın silahlı kuvvetimiz yok olmuştu Ayrıca ataç ve
gereç kaybımız da büyüktü.
4-Mustafa Kemal P aşa’nın Başkom utanlığa Seçilm esi ve
Tekâlif-i Milliye Emirleri
«
Yunanlıların ilerlemesi yurt içinde ve dışında büyük yankılar
yaratmıştı
T B M M ’nde, ordunun geri çekilmesi ve komutanlar
eleştirilmişti Bu durum karşısında herkesin üstünde durduğu çare
olağanüstü önlemlerin alınması idi Bundan sonra yapılacak savaşlar,
Türk ulusu için ölüm- kalım mücadelesi olacağından, buna ülkenin tüm
gücü ile hazırlanması artık bir zorunluluktu.
120
Mustafa Kema! Paşaya inananlar, bu ağır işin altından yalnız
O ’nun kalkabileceğini biliyorlardı TBMM uzun tartışmalardan sonra 5
Ağustos 1921 ’de Mustafa Kemal Paşanın “ Türk Orduları B aşkom utanı”
olmasını ve vereceği emirlerin kanun niteliğinde bulunmasını
kararlaştırmıştı
Türk Ordusu insan gücü bakımından Yunan ordusundan az
olmakla beraber savaş yeteneği üstündü. Yunan ordusu İngiltere
İmparatorluğunun bütün kaynaklarından faydalanıyordu Türklet bu
bakımdan yalnız kendi olanaklarıyla yetinmek zorunda idi
- ■ Mustafa Kemal Paşa, M eclis’ten aldığı yetkiye dayanarak
orduya yardım için on emir yayımlamıştı Her il ve İlçede “ Tekalif-i
M illiye L (Milli Yardım Kuruluşu) meydana getirilmiş, Türk Ot duşu’n un
donatımı için tüm milleti yardım a çağırmıştı. Her Evden birer kat
çamaşır, çorap ve çarık isteniyordu Tüccarın elindeki her çeşit malın
% 4 0 ‘nm karşılığı sonra ödenmek üzere orduya vermeleri bildiriliyordu
Arpa, buğday ve öteki tahıllara da ei konmuştu Türk Ordusu ancak
böylelikle ve bu çeşit yardım larla biraz olsun donatıiabilmişti.
5-Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonuçları (23 A ğ u sto s-13
Eylül 1921)
Bu yeni saldırıya çok önem veren Yunanlılar hızla hazırlanm aya
başladılar. Yunan Kralı Konstantin A nadolu’ya geçti K ü tahya’da
yapılan son bir toplantıdan sonra, Y unan kuvvetlerine S ak ary a’yı aşarak
A n k ara’ya ilerlemeleri emri verildi
Mustafa Kemal’in Başkumandanlık Savaş Yönetim yeri, savunma
hattının çok yakınında, A lag ö z’de idi. Savaş Sakarya bölgesinde 110
Kilometrelik bir alanda 22 gün aralıksız siirdü Asıl çarpışmalar 23
Ağustos’ta başladı, şiddetli çarpışmalar sonunda (5 Eylül 1921) Yunan
ordusu yıpranarak saldırıyı sürdürme yeteneğinden
yoksun kaldı.
Üzerlerine yapılan saldın sonucunda 1.3 Eylül’de Sakarya’nın doğusunda
hiçbir düşman askeri kalmadı Ancak Türk O rdusu’da bu çok uzun savaşta
yıprandığı için düşmanı daha fazla izleyerek yok etmeğe girişmedi Fakat
düşman artık saldırı gücünü bir daha toparlayamayacak kadar yıpranmıştı
Sakarya M eydan Savaşı Türk devletinin genç tarihine, dünyada
eşine pek az rastlanan büyük bir zafer olarak geçmiştir.
121
TBMM, Sakarya Meydan Savaşî’nı kazanan B aşk om utan’a 19
Eylül 1921 ’de “G azi” unvanı ile müşirlik (mareşallik) rütbesini verdi
Sakarya Zaferinden sonra siyasal alanda büyük bir etkinlik
başladı. Bu kez Yunanlılar, Türk O rdusu’nun saldırıya geçeceğinden
korkarak
endişelenmişlerdir.
Batılı bağlaşıklarından
, özellikle
İngilizleıden yardım istediler Ancak artık kimseden yardım alamadılar
Bu sıraiaıda Rusya ile aramızdaki ilişkiler daha olumlu hale
geldi
26 Eylül ! 921 'de Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan
devletlerinin temsilcilerinin katıldığı bir konferans düzenlendi K ars’ta
yapılan bu toplantıda TBMM Hükiimeti’ni Kâzını Karabekir Paşa
başkanlığında bir heyet temsil etmiştir Konferans 13 Ekim 1921 ‘de bir
antlaşmayla bitmiştir Kars Antlaşmasına göre: Taraflar birbirlerine zorla
kabul ettirilmek istenen antlaşmaları benimsemeyecekler Azerbaycan,
Güıcistan ve Ermenistan Türkiye’nin tanımadığı bir barış antlaşmasını
tanımayacaktır Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan kapitülasyonların
kaldırılmasını zorunlu
görüyordu
Boğazların ticarete
açılması,
İstanbul’un güvenliğinin sağlanması her iki tarafça benimsenmişti
Taraflar arasında genel bir af çıkarılacak, İletişimi güçlendirmek İçin
telgraf ve demiryolunun geliştirileceği de vurgulanmıştı M oskova
antlaşmasının bit tekrarı gibi gözüken bu antlaşma taraflar atasında olan
soıunları çözümlemiştir.
Fransız Hükümeti Frank!in
Bouillion’u (Fratıklen Buyon)
A nk ara'ya gönderdi
Sakarya Savaşı öncesinde A n k ara’ya gelen
Bouülion ile görüşmeleri bizzat Mustafa Kemal Paşa yaptı Bouillion
Mustafâ K em a l’in kararlı tutumu karşısında biraz daha imtiyazlı biı
anlaşm a yapabilm ek için A nkara’dan ayrıldı Zira Y ı l a n l ı l a r büyük bir
hazırlık içinde idi Ancak Sakarya Savaşı lehimize sonuçlanınca 20
Ekim 19 2 1’de TBMM ile Fransa
Hükümeti arasında
Ankara
Îtilafnaınesr imzalandı
kuvvetleri bu hattın kuzeyine, Fransız kuvveti de G üneyine çekilecektir
Her iki taraf ta çekildiği bölgede af ilan edecektir İskenderun ve
Antakya için özel bir yönetim sistemi oluşturulacak burada resmi dil
Türkçe olacak, Türk halkının kültürünü geliştirmesi için her türlü önlem
alınacaktır
122
Bu antlaşma İle G üney sınııtavındaki savaş sona ermiş, bu
bölgedeki kuvvetler Bat! C ep hesi’ne kaydırılmıştır Fransa çekilirken
birçok silah ve cephanesini de Türklere bırakmıştır
6-Büyük Taarruz ve Dumlupmar Meydan M uharebesi (2630 Ağustos 1922)
Sakarya Zaferinden sonra TBMM içinde ve dışında herkes.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşanın çevresinde birleşmişti O ’na kaışı
olanlar, kesin sonuçlu bir taarruza geçmek için sıkıştırıyorlardı. Mustafa
Kemal Paşa ve yakın arkadaşları O rd u ’nun Sakarya Savaşı iie yitirdiği
pek çok malzemesini tamam lam adan ve onu bir taarruz gücü durumuna
getirmeden girişilecek bir hücumun başarısız kalabileceği ihtimalini
düşünüyorlardı Bu nedenle dikkat ve hızla çalışmak, bir yandan da
düşm anda hiçbir şüphe uyandırmamak gerekiyordu Böyiece Mustafa
Kemal Paşa T B M M ’nde ne zaman ve nasıl taarruz edileceğini kesinlikle
belirtmiyordu
Doğu ve Güney Cephelerindeki birliklerin bir bölümü, gerekli
araç ve donatımları ile, sessizce ve büyük bir düzen içinde Batıya
kaydırıldı İstanbul’daki depolardan büyük bir gizlilikle pek çok silah ve
cephane deniz yoluyla A nado lu’ya kaçırıldı
İtilaf Devletleri 22 Mart 1922’de Türkiye ve Y un anistan’ın
atalarında Mütareke yapmalarını bildirdiler Yunanlılar Afyon-Eskişehir
dem iryolunun doğusunda savunmaya geçmişlerdi
Batı C ephesi’nin hazırlığı umut verici bir biçimde ilerlediğinden
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa yakın bir zamanda taarruz edileceğini
ordu ileri gelenlerine açmış ve taarruz kararını 1922 yılı Haziran ayında
vermiştir Başkomutan , tem m uz sonunda A kşehir’deki Batı Cephesi
Karargahına giderek komutanlarla tekrar görüşmüş ve A nkara’ya
dönmüştür
Taarruz hazırlıkları tamamlandıktan sonıa en son güne kadar
Yunan O rdusuna bu konuda hiçbir şüphe verilmemesi, yapılacak
harekatın tam bir baskın biçiminde olmasını sağlamıştır
26 Ağustos 1922 sabahı, hazırlanan taarruz plânı uygulanm aya
konulmuş, İngilizlerin geçilemez dedikleri Yunan mevzileri tüm olarak
123
ele geçirilmişti 31 A ğustos’a kadar süren çok şiddetli çarpışmalar
sonucunda. Yunan kuvvetleri
Doğudan ve Güneyden 2 ve İ
Ordularımızla,. Kuzeyden ve Batıdan süvari Kolordumuzla kuşatılarak
Dumlupmar kuzeyindeki Aslıhanlar bölgesinde yok edildi
Bu
çarpışmaların tümüne Dum lupınat Meydan Savaşı denilir 30 Ağustos
günü. Yunan Ordusunun asıl kuvvetlerinin tüm olarak yok edildiği ve
Başkomutan Mustafa Kemal Paşanın doğrudan doğruya yönettiği büyük
savaşa ise il Başkomutan Savaşı" (Başkumandan M uharebesi) adı
verilmiştir Başkomutan, savaşın ertesi günü Genelkurm ay Başkanı
Fevzi (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) ve Ordu
komutanları Yakup Şevki (Subaşı) ve N urettin(Sakalh) Paşalarla, Y unan
kuvvetlerinin yok edildiği Çal köyü dolaylarındaki durumu inceledikten
som a gerekli tedbirleri aldı ve düşmanın am an verilmeden izlenmesini,
denize dökülmesini emretti: “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir ileri”
Takip harekâtının büyük bir hızla yapılması, Batı bölgelerinde
bulunan ve savaşa henüz katılmayan bazı düşman kuvvetlerine
toparlanma imkanı vermemişti Batıya ilerleyen ordularım ız 9 EylüPde
î z m i r e girdi Kuzeydeki birliklerimiz, önlerindeki Yunan birliklerini
Mudanya ve Bandırma yöresine sürdüler 11 EylüPde Bursa kurtuldu
Tutsak edilenler dışında kaçabilen düşman askerleri Bandırma ve
Kapıdağı yaıım adasından
gemilere binerek, perişan bir durumda
yurdumuzu terk ettiler
18 Eylül 1922’de Batı A nadolu’da hiçbir Yunan askeri
kalmamıştı 26 A ğustos’ta başlayan büyük Taarruz, 15-20 gün gibi kısa
bir sürede 200.000 kişilik Yunan Ordusunun yok edilmesi ve Batı
A n a d o lu ’nun tüm olarak temizlenmesi ile sonuçlanmıştı
124
III.BÖLÜMrMUDANYA MÜTAREKESİNDEN
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASFNA
A -M U D A N Y A M Ü T A R E K E S İ ( 3 -U E K İ M 1922)
Eylül
19 2 2 ’nin ortalarına gelindiğinde tüm Bati Anadolu
Yunan işgalinden kurtarılmış ve sıra Yunan işgalinde bulunan D oğu
T r a k y a ’nın ve İtilaf Devletlerinin kontrolünde bulunan İstanbul’ un
kurtarılmasına gelmişti TBMM Orduları bu amaçla Ç a n a k k a l e ’ye
doğıu ilerlemeye başlamışlardır. Türk ordusunun ilerlemesi karşısında
İngiiizler, bir yandan Çanakkale Boğazındaki kuvvetlerini artırırken,
diğer yandan da müttefikleri ve dominyonlarından herhangi bir çatışma
durum unda yardım talep etmişlerdir Ancak dominyonlardan sadece
Yeni Zelanda bu yardım çağrışma olumlu cevap verirken, A vrupa’daki
müttefikleri
olan
Fıansa
ve
İtalya
kesin
olarak
yardım
göndermeyeceklerini açıklamışlardır
Mütareke görüşmelerinin nerede ve ne zaman yapılacağının
yoğun olarak tartışıldığı günlerde Türk birlikleri tarafsız bölgeye
girmişler ve Çanakkale yakınlarındaki Erenköy’ü işgal etmişledir Türk
125
ve İngiliz kuvvetlerinin karşı karşıya geldikleri ve doğrudan bir çatışma
ihtimalinin belirdiği bu günlerde İngiliz generali Harrington, L on dra’dan
aldığı talimata rağmen askerlerine ateş emri vermemiş ve Türk birlikleri
Çanakkale ye saldırmadıkça herhangi biı çatışmaya gir ilmemesini
istemiştir
Aynı günlerde İzmir’de Fransız Franklin Boullin ile bir
görüşme yapan Mustafa Kemal Paşa da askeri harekatın durdurulmasını
kabul etmiştir Böyiece “Ç anakkale Olayı” olarak bilinen gergin günler
M udanya da ateşkes görüşmelerinin başlamasıyla şimdilik sona ermiştir
M udanya'daki görüşmeler 3 Ekim 1922’de, saat 15 15’te başlamıştır.
G örüşmelerde TBM M Hükümeti Batı Cephesi komutanı İsmet
Paşa tarafından temsil edilirken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da
görüşmeler boyunca M u d a n y a’da kalmışlardır
İngiltere General
Harrington, Fransa General Charpy ve İtalya da General Monbelli
tarafından temsil edilmişlerdir Görüşmelerle doğrudan ilgili durum da
bulunan Yunanistan ise General Mazakaris ile Albay S ariyan is’i
görevlendirmesine kaışın Yunan delegeler görüşmelere doğrudan
doğruya katılmamış ve gelişmeleri M udanya açıklarındaki bir gemiden
izlemekle yetinmişlerdir
Zaman zaman gergin anların yaşandığı , hatta görüşmelerin
kesilmesi ihtimalinin doğduğu ve bu nedenle Tüık Ordusunun yeniden
harekat lıazı İlıklarını giıiştiği mütareke görüşmeleri 1 1 Ekimde
uzlaşmayla sonuçlanmıştır
14
şunlardır:
Maddelik
Mudanya
Mütarekesinin
önemli
hükümleri
1-Mütareke imzalandıktan üç gün soma, 14/15 Ekim gecesi
yürürlüğe girecektir
2 - T ürk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma sona
erecek tir
3-Yunanlılar Doğu T rakya’yı mütarekenin imzalanmasından
som a 15 gün içerisinde boşaltacaklardır. Yunanlıların boşalttıkları
yeıleı. önce İtilaf Devletleri temsilcilerine, sonra bu temsilciler
aracılığıyla 30 gün içerisinde TBMM yönetimine bırakılacaktır
126
4-Baıış antlaşması imzalanıncaya kadar T üık ordusu T rakya’ya
geçemeyecektir. Buna karşılık iç güvenlikle ilgili olarak sayısı 8 0 0 0 ’i
aşmayacak bir ja ndarm a kuvveti gönderilebilecekti
5-Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar M eriç’in sağ sahili
ve Karaağaç İtilaf Devletlerinin işgali altında kalacak ve Türk kuvvetleri
Çanakkale Boğazi ve İzmit'te belirlenen çizgiyi geçemeyeceklerdi:
6 -B an ş antlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul ve B oğazlar’da
Yunanistan dışındaki İtilaf Devletleri birlikleri varlıklarım devam
ettireceklerdir
İngiİteıe’nin Türk görüşünü kabul ettiği ve T rakya’nın savaş
yapılmadan kurtarıldığı M udanya Mütarekesiyle Osmanlı Devleti de bir
anlamda tümüyle devre dışı kalmış ve hukuki varlığını yitirmiştir
Mütarekeyi Önce kabul etmek istemeyen ve imzalamayan Y unan
Hükümeti ise destek bulamamış ve sonuçta 14 Ekimde imzalamak
zorunda kalmıştır Bu arada T B M M Doğu I ra k y a ’mn teslim alınması ve
orada Türk yönetiminin kurulm asıyla ilgili olarak Refet P aşa’yı
görevlendirmiştir Refet Paşa 19 Ekim de TBMM temsilcisi olarak
İstanbuPa girmiş ve halkın büyük coşkusuyla karşılanmıştır
Mudanya Mütarekesi Türkiye ve Yunanistan kadar İngiltere için
de önemli sonuçlar doğurmuştur
Doğu Akdeniz politikası iflas eden
İngiltere’de Başbakan Lloyd George istifa etmek zorunda kalmış ve
Yunan destekçisi bu devlet adamının politik yaşamı sona ermiştir
Mudanya
Mütarekesiyle
Türk-Yunan
çatışmasının
sona
erdirilmesi ve Doğu Trakya’nın kurtarılması gerçekleşirken, İstanbul ve
B o ğazlat’da Türk denetimi kurulamamıştır Gerek Boğazlarda kontrolün
sağlanamaması ve gerekse Trakya’ya ordu geçirilememesi, barış
konferansı öncesinde Türk tarafının pazarlık gücünü sınırlandırmıştı
Gerçekten de Türk far afi Lozan Konferansı boyunca bu sıkıntıyı
yaşamak zorunda kalmıştır
127
B -LO ZAN BARIŞ KONFERANSI:
1 )HazırltkIar
Baıış görüşmelerinin başlaması öncekinde Ankara, aynı
tarihleıde iç içe girmiş ve biıbitleıiyle doğrudan ilgili üç önemli sorunla
karşı karşıya kalmıştır. Hemen hemen aynı günlerde gündeme gelen ve
T B M M ’ni meşgul eden sorunlardan ilkini,
görüşmelerin nerede
yapılacağı ve ne zaman başlayacağı konusu oluşturmuştur. TBMM
Hükümeti daha M udanya Mütarekesi görüşmeleri devam ederken İtilaf
Devletlerine verdiği bir nota ile barış konferansının 20 Ekim 1922’de
İzm ir'de toplanmasını teklif etmiştir Ancak Müttefikler bu teklife sıcak
bakmamışlar ve konferansla ilgili olarak kendi aralarında görüşmeleri
sıklaştıı atışlardır. Sonuçta barış konferansının 13 Kasım 1922’de
L ozan'd a toplanması konusunda fikir birliğine varmışlar ve 27 Ekim
1922 tarihli bir nota ile de kararlanın hem TBMM H üküm eti’ne, hem de
İstanbul H ükümeti’ne bildirmişlerdir
İtilaf Devletlerinin verdikleri nota ile konferansın nerede ve ne
zaman başlayacağı konusu açıklık kazanırken, aynı günlerde konferansa
hem T B M M Hükümetini İn, hem de Osmanlı H ük üm eti’nin davet
edilmesiyle yeni bir sorun çıkmıştır L ozan’da yapılacak olan barış
görüşmelerine her iki hükümetin de davet edilmesi, Türk milletinin
görüşmelerde hangi hükümet tarafından temsil edileceği
sorununun
ortaya çıkmasına neden olmuştur
Başkomutan ve Meclis Başkam
Mustafa Kemal Paşanın kısa bir süıe önce TBMM Hükümetinin tek
temsilcisi olduğunu açıklamasına rağmen, İstanbul Hükümeti sadrazamı
Tevfik Paşa, bu yaklaşımı görmezlikten gelmiş ve konferansta izlenecek
ortak ilkeleri tespit etmek amacıyla bir telgraf çekmiştir T B M M ’ni
geçici bir kurul olarak gören ve artık görevinin sona erdiğine inanan
İstanbul’daki
bazı çevrelerin. T B M M ’nin açılmasıyla birlikte
A n adolu’da yeni biı Tüık devletinin kurulduğunu lıaia anlamamış
olmaları
ya da bilerek görmezlikten gelmeleri, bu çevrelerin
gerçeklerden n e d e n li uzak politikalar izlediklerini göstermesi açsından
son derece yararlı olmuştur
İstanbul Hükümetinin konferansa katılmak istemesi ve elde
edilen askeri ve siyasi zafere ortak olmak girişimlerinde bulunması,
İstanbul Hükümetinin yanı sıra Saltanat kuruntunun da varlığını tartışılır
128
hale sokmuştur
Kurtuluş savaşı yıllarında iç ve dış koşulların uygun
olmaması nedeniyle saltanata karşı doğrudan doğruya olum suz bir tavır
sergilemeyen ve batta zaman zaman bağlı olduğunu açıklayan, bununla
birlikte saltanat kurumunu kaldırmak için uygun bir fırsat kollayan
Mustafa Kemal Paşa, M eclis’te O smanh Hükümetine karşı doğan tepkiyi
iyi değerlendirin iş ve sorunun tümden çözümü için saltanatın
kaldırılmasını gündeme getirmiştir İstanbul Hükümetim in girişim lerine
Saltanata ve Hilafete yakın mebusların bile tepki gösterdikleri bir
dönemde Mustafa Kemal P a şa ’nm telkinleriyle Dr Rıza Nur Bey ve
arkadaşları Saltanatın kaldırılmasına dair hazırladıkları teklifi Mecİis’e
sunmuşlardır 1 Kasım 1922’de M eclis’te yapılan oylamayla Saltanat
kaldırılmış ve böylelikle 600 yılı aşkm bir süre yönetim de bulunan
Ösmanlı
hanedanının
egemenliği
sona ermiştir1
Saltanatın
kaldırılmasından kısa bir süre sonra Tevfİk Paşa da
sadrazamlık
görevinden istifa ettiğini açıklamış ve İstanbul Hükümetinin konferansa
katılma ihtimali tümüyle ortadan kalkmıştır Bu gelişmeler karşısında
İtilaf Devletlerinin “ bizim için sorun yok, farketm ez” şeklinde tavır
sergilemeleri, artık onların da O sm anh Devleti’nin tükendiğini ve
T B M M ’nîn sürekliliğini kabul etmelerini
göstermesi bakımından
önemlidir
Barış konferansı öncesinde TBMM,
İstanbul H ükümeti’niıt
barış konferansına katılmaması için yoğun bir uğraş verirken, aynı
günleıde bir başka sorunla, T B M M ’ni temsil edecek heyetin kimlerden
oluşacağı ve bu heyetin başkanının kim olacağı sorunuyla karşı kaışıya
kalmıştır Heyet başkanlığı için Vekiller Heyeti Reisi (Bakanlar Kurulu
Başkanı) Rauf Bey başta olmak üzere Yusuf Kemal Bey, Fethi Bey ve
hatta Kazım Karabekir Paşa gibi Milli Mücadele yıllarının önd e
gelenlerinin isimleri gündem e gelmiştir Özellikle daha önce Mondros
Mütarekesini imzalamış olan Rauf Bey açısından Lozan’a gitmek son
derece önemli bir olay haline gelmiştir Rauf Bey baıış konferansına
katılarak hem Mondrosla ilgili olarak geriye dönük eleştirilerden
1
1
K asım
1 9 2 2 "d e
d o k u n u lm am ış
m ensup
bir
V alıideltİn"in
ve
k işinin
kabul
h alifeliğe
g e tirilm esi
17 K a s ı m
edilen
kanun
T B M M ’nin
ile
kararlaştırılm ıştır
1 9 2 2 d e b îr
h ilafet
belirleyeceği
Son
k ııru m u n a
O sm anlı
şim dilik
hanedanına
padişah
konum undaki
İngiliz g e m isiy le yurttan
ay rılm asın d an
s o m a İS K a s ı m 1 9 2 2 ’d e T B M M , A b d ü i m e c i t H f e n d i ' y i h a l i f e l i ğ e g e t i r m i ş t i r
129
kuvUilabilecek, hem de daha önce mağlup taraf olarak muamele gördüğü
Batıklarla hesaplaşma imkanını bulabilecekti
Bütün bunlara karşın Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşamın
kafasında çok faiklı bir isim vardı Bu kişi M udanya Mütarekesi
görüşmelerinden başarıyla çıkan ve hemen her konuda Mustafa Kemal
Paşamın güvenini kazanmış olan İsm et P aşa idi M ustafa Kemal
Paşa"mn Heyet Başkanhğı için Rauf Bey yerine İsmet P aşa1yi tercih
etmesinde çeşitli etkenler ıol oynamıştır Her şeyden evvel Rauf B e y ’in
Vekiller Heyeti Reisi görevinde bulunması, onun L o za n 'a gitmesi için
bit engel teşkil etmekteydi Çünkü Lozan Konferansı , H a r ic iy e
Vekilleri (Dışişleri B akanlan) dü ze y in d e toplanacaktı
ve İtilaf
Devletleri bu düzeyde yetkililerini konferansa göndereceklerdi Bu
nedenle de TBM M H üküm eti’nin Hariciye Vekili düzeyinde temsil
edilmesi diplomatik açıdan daha uygundu ö t e yandan Mustafa Kemal
Paşa yurt dışında gerçekleşen ve kendisinin sınırlı etki yapabileceği bir
konferans için en çok güvendiği bir kişinin orada bulunmasını daha
uygun görmekteydi M eclis’tek-i- m uhalif İkinci G r u p l a dirsek teması
içinde bulunan Rauf B ey’in Mustafa Kental P aşa1ya bu yönde güven
verdiğini söylemek mümkün değildi Buna karşılık İsmet Paşa, Mustafa
Kemal Paşa’nın direktiflerine uyma konusunda güven telkin etmekteydi
ve bunu da M ud anya’da yapılan mütareke görüşmeleri sırasında
kanıtlamıştı Ayrıca İsmet Paşa;Batı karşısında eziklik duymayan ,
Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen yeni tip bir devlet adamıydı
ve Batılıiar karşısında hiçbir kompleks taşımıyordu. Bu niteliği
İngilizlere yakınlığı ile bilinen Rauf B ey’e karşı bit- avantaj
oluşturmaklaydı
Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat ve Fevzi Paşalarla,
Yusuf Kemal Bey. R a u f Bey ve İsmet Paşa’nm da görüşlerini aldıktan
sonra İsmet P aşa’nm heyet başkanı olmasıyla İlgili kararını açıklamıştır.
24 E kim ’de Yusuf Kemal Bey Hariciye Vekilliğinden istifa
etmiş ve yerine İsmet Paşa getirilmiştir Vekiller Heyeti tarafından
saptanan Türk delegasyonu- şu kişilerden oluşmuştur: Baş delege İsmet
Paşa (İnönü), İkinci delege Dr, Rıza Nur Bey ve diğer delege eski
iktisat vekili Haşan (Saka) Bey idi; Tüık heyeti sadece bu isimlerden
ibaret değildi Bu isimlere ek olarak geniş bir danışmanlar grubu
oluşturulmuştur Bu isimlerin bazıları şunlardır: Celal (Bayar), Zekai
(Apaydın), Muhtar (Çilli), Veli
(Saltık), Zülfü (Tigrel, Münir
130
(Ertegün), Tevfik (Bıyıkhoğlu), Şükrü (Kaya), Hikmet (Bayur), Fuat
(A ğ ıa h ), Talıir (Taner)
Ruşen Eşref (Ünaydhn), Y ahya Kemal
(Beyath) Beyler,
Lozan için hükümet tarafından kesin şekli verilen heyetin
TBMM tarafından onaylanmasından sonra söz alan İsmet Paşa barış
konferansında savunacakları temel İlkeleri şu konuşmasıyla açıklamıştır:
‘A rkadaştın
yü ksek
h eyetin izin
gü ven in i
kazanarak
barış
kon feransına heyetim iz g id iyo r., H eyetim izin A v ru p a ’da takip ed eceğ i
davaların esas ya tla rı, şim diye kadar dünya tarafından bilinm ektedir,
Bu, m illetim izin öteden beri m illi istekleri yolu n da takip ve tespit e ttiğ i
yoldur ki, M isak-ı M illi ile açıklanmıştır,, Binaenaleyh M isa k -ı M illi ve
yü k se k heyetinizin siyasetim ize esas olarak kab u l ettiğ i anlaşm alar
bizim h areket lıattm uzın esasını te şk il eder, M isak-ı M illi ile yapılm ış
an laşm alar çerçevesin de h aklarım ızı savunacağız, Ü m it ediyoruz ki,
h ak ve h akikat dünyada o kadar ileri g itm iştir k i istek lerim izi
k olaylıkla açıklam aya m u vaffak olacağız, İnşallah b a rış kon feran sı
in saniyetin , hakkı kabu l h usu sun da çok insaflı ve çok ile ri olduğuna
şa h it olur H eyetim iz için yü k se k M eclisin daim i ya rd ım la rı ila h i
k a ra tın belirm esin e vesile o la c a k tır”, İsmet P a şa ’nın bu sözlerinden
konferanstan umutlu
ve Batılı devletlere bakışının iyimser olduğu
anlaşılmaktadır Ancak kısa zamanda bu iyimser hava yerini gerginliğe
ve umutsuzluğa bırakacaktır
Heyetin kesinleşmesinden sonra Lozan’da ele alınması geıeken
konular üzerinde çalışmalara hız verilmiş ve Türk tezinin
özeti
şeklindeki 14 maddelik talimatname hükümet tarafından heyete
verilmiştir Bu talimatname şöyledir;
1-Doğu Sınırı: E rm en i yurdu bahis konusu olam az Olur ise
gör ü ş m eler kesilec ektir,
2 - Irak Sınırı: S üleym an iye, K erkük ve M u su l sancaklar t
istenecektir. K on feran sta bundan fa rk lı olarak o rta ya çıkacak
gü çlü kler için Vekiller H eyetVm len ta lim a t alınacaktır, P etro l vesait e
im tiyazları sorununda İn giliztere bazı ekon om ik çıkarlar sağlanm ası
görü şü lebilir
131
3 -S u rîy e
Sınırı:
Bu
sim im
dü zeltilm esin e m ü m kün
olabildiğin ce çalışılacak ve bu sınır şöyle o l a c a k t ı r R e ’s ü l’a y ıt’dan
haşlayarak Hurim, M ü slim iye, M eskene ve sonra F ırat yo lu D eyrizor,
çö l ve n ih ayet M u su l V ilayeti gü ney sınırına ulaşır,
4 -A d a la r : D urum a g öre h areket edilecek ve kıyılarım ıza p ek
y a k u t m eskun olan ve olm ayan adalar derh a l ilhak edilecek, haşarı
eld e edilem ediği takdirde A n k a ra ’dan sorulacaktır,
5-Trakya
çalışılacaktır
Batı
Sınırı:
1914
sınırının
elde
edilm esin e
6 -B atı T ra k y a : M isak-ı M illi m addesi uygulanacaktır,
7-B oğazlarda ve G elibolu yarım adasın da y a b a n a askeri
k u vvet kabu l edilem ez Eğeı bu konudaki görüşmeler kesilmeyi
gerektir ir se kesilmeden önce A n k ara’ya bilgi verilecektir
8-K apitülasyon lar kabu l edilem ez
gerekir ise yapılır
G örüşm elerin
k esilm esi
9 - A zınlıklar ; Esas, m übadeledir,
! O-Düyun-u
U m um iye
Borçlar m
Türkiye den
ayrılan
m em leketlere dağılım ı
Yunanlılara devri, yani tam irata karşılık
tutulm ası olm adığı lakdirde 20 y ıl ertelenm esi gerekir D üyım -u
U m um iye İdaresi ortadan kalkacaktır G üçlükler çıktığı takdirde
A n ka ra ya sorulacaktır
11 -O rdu ve donanm ayı sınırlandıran konu olm ayacaktır
12-Yabancı kurum lar Türk, kanunlar m a tabi olacaklar dır
1 3-T ıirkiye’den ayrılan m em leketler için M isak-ı M illi nin özel
m adde s i y ür üt lüktedir
14-C em aatler ve İslam Vakıflar H ukuku eski a ntlaşm alara g öre
düzenlenecektir
132
2 -Görüşm elerin Başlaması ve Konferansın Birinci Dönemi
Lozan Barış Konferansı 13 Kasım
1922’de başlaması
gerekirken. İngiltere’deki siyasal sorunlar (seçimler) ve müttefikler
arasındaki görüş ayrılıklarının giderİlememesi nedeniyle ancak, 20
Kasım
1922 ’de başlayabilmiştir.
İtilaf devletlerinin temsilcileri,
görüşmelerin oldukça kolay geçeceği düşüncesiyle Lozan’a gelmişlerse
de, daha ilk günkü konuşmalar sonunda bu düşüncelerinde yanıldıklarını
anlamışlardı '
Görüşm elerde İngiltere, Lord Curzon, Fransa Barere, İtalya
ise Garroni başkanlığındaki heyetler tarafından temsil edilmişlerdir
Bunun yanı sıra Yunanistan Venizelos, Boğazlarla ilgili görüşmelere
katılmak için L ozan’a gelen Sovyet heyeti de Çiçerin başkanlığında
temsil edilmişlerdi Ayrıca A BD de gözlemci sıfatıyla konferansa
katılmıştır
Konferansın ilk gününden itibaren tarafların taban tabana zıt
am açlara ulaşmak için gelmiş olduklarının anlaşılması ve bunu her
fırsatta dile getirmeleri görüşmelerin çok çetin geçeceğinin habercisi
olmuştur
Türk heyeti elde edilen askeri zafere bir de diplomatik kazancı
eklemeyi am açlam akta ve bu nedenle Mudanya M ütarekesi’ni esas
almaktaydı Ayrıca Misak-ı Milli gibi zaferlerle güçlendirilmiş bir
belgeyi de kullanarak masaya galip taraf olarak oturduğunu
yinelemekteydi
Buna karşılık İtilaf Devletleri, Konferansı Milli
M ücadelenin bir sonucu olarak değil, I Dünya S avaşı’nın devamı olarak
görmekteydiler ve bu nedenle de galip ta ra f olduklarını iddia
etmekteydiler Bu nedenle de M udanya’nın değil, M o n d ro s’un esas
alınması gerektiğine inanmaktaydılar.
2 İsm et P a ş a
İsviçre C u m h u rb a şk a n ı M ö sy ü
H abb ve
İngiliz te m s ilc i L o r d
C u r z o n uı ı k o n u ş m a l a r ı n d a n s o n r a s ö z a l m ı ş v e d i p l o m a t i k k u ı a l i a r ı h i ç e s a y a r a k
s e r t bir k o n u ş m a y a p m ı ş t ı r
İ s m e t Paşa., T ü r k i y e ' n i n t a l e p l e r i n i d i l e g e t i r d i ğ i
k o n u ş m a s ı n d a sad e c e k o n f e r a n s a k a tıla n la ra değil, tü m d ü n y a y a h ita p e tm iş v e
b a ğ ı m s ı z l ı k il e t o p r a k b ü t ü n l ü ğ ü k o n u s u n d a k i T ü r k g ö r ü ş l e r i n i k a r a r l ı b ir ş e k i l d e
d ile g e tirm iştir
133
Törenlerin tamamlanması, yöntem ve şekil sorunlarının
çözümlenmesinden som a Lozan Konferansı Usi Şatosu’nda 22 Kasım
İ 9 2 2 ’de çalışmaya başlamıştır Üç komisyon kurulmuştur Birinci
komisyon arazi ile ilgili sorunlara, askerlikle ilgili işlere ve Boğazların
statüsüne bakacaktı ve başkanlığına Loi d Curzon getirilmişti Mali
ekonom ik sorunlarla ilgili ikinci komisyonun başkanlığına ise Fransız
B aıeıe getirilmişti Üçüncü komisyon ise azınlıklar ve diğer hukuki
sorunlarla ilgili işlere bakacaktı ve başkam İtalyan temsilci Garıoni idi
Görüşmelerin başlamasıyla birlikte Türk heyeti, İn giltere ile
M u sul ve B oğazlar; Fransa ile kapitü lasyonlar , im tiyazlar, O sm anlı
b o rç la n ve azın lıkların du rum u ; İtalya ile ise kapitü lasyon lar ve
kabotaj gibi konularda karşı karşıya kalmış ve büyük bir çatışma içine
girmiştir A yrıca Y unanistan'la da tam irat bedeli, Trakya sınırı
(Karaağaç sorunu) ve A h a li M ü badelesi (Etabli) sorunlarında önemli
görüş ayrılıkları çıkmıştır
Konferansın ilk gününden itibaren Türk tarafı en fazla İngiltere
ile karşı karşıya gelmiştir Hemen her konuda İsmet Paşa’nın yoğun
itirazı ile kaışılaşan ve böyle bir davranışı da hiç beklemediği anlaşılan
İngiliz temsilci Lord Curzon, İsmet Paşa’yı “ Konferanstan bir neticeye
varacağız A m a m em nun ayrılm ayacağız, H içbir dediğim izi m a k u l
olduğuna, haklı oldu ğun a bakm aksızın kabu l etm iyorsun u z H epsin i
red dediyorsu n u z En n ih a yet şu kanaatli vardık ki, n e reddedersen iz
h epsin i cebim ize atıyoru z M em leketiniz h araptır İnuır etm eyecek
m isin iz? Bunun için p araya ihtiyacınız olacaktır, Parayı nereden
bu lacaksın ız? P ara bugün dünyada bir ben de var, bir de
yan lın dakiler de,, U nutm ayın ne reddedersin iz h ep si cebim dedir
N ereden p a ta bu lacaksınız
Eransızhırdan m ı? “ şeklindeki sözlerle
tehdit etmesi başta İngiltere olmak üzere, diğer devletlerin konferansa ve
Türkiye’ye bakışiaıını göstermesi açısından önemlidir
Lord C u rzon’un tutumu ve diğer gelişmeler karşısında
konferansın anahtar ülkesi olarak İngiltere’yi gören Türkiye, bu ülkenin
kısmen de olsa tatmin edilmesinin gerektiğine inanmaya başlamıştı! Bu
nedenle Sovyet R usya’nın tüm tepki ve kışkırtmalarına karşın Boğazlar
konusunda İngiliz tezine yaklaşılmış ve bu konuda İngiltere’ye belli
oranda taviz verilmiştir Sovyetİer, kendi çıkarlarına uygun olarak
134
Boğazların tümüyle Türkiye’nin egemenliğine bırakılması gerektiğini
savunurken., İngiliz'ler bu bölgenin yönetiminin uluslararası bir
komisyona bırakılması
ve Türkiye ile ilgiii bir takım sınırlamalar
getirilmesinin şart olduğunu iddia etmişlerdir Türk tarafı ise konferansın
genel başarısı ve diğer konularda İngiltere’nin desteğini alabilmek için,
Türkiye'nin çıkarlarına daha uygun görünen Sovyet tezinden uzaklaşmış
ve İngiliz görüşünü kabul etmiştir
Boğazlar konusunda Sovyet Rusya’nın tüm muhalefetine
rağmen ilerleme kaydedilmişse de, bu olumlu adım Türkiye’nin
beklediğinin aksine, konferansın bütününe yansımamıştır Ö yle ki Ş u b a t
ayı başlarına gelin diğim le M u su l (frak Sınırı), Karaağaç (D oğu
Trakya Sınırı) m ali ve ekon om ik konuda, kapitülasyonlar ve
Yunanistan *dan istenen ta m ira t bedeli kon u ların daki görü ş ayrılıklar t
g iderilem em iştir
G örüşmelerde hiçbir ilerleme kaydedilememesi
üzerine konferans çıkmaza girmiş ve 4 Şubat 1923’de kesilmiştir
Görüşmelerin başarısız olması sonucu Türk heyeti ve diğer heyetler
Tozan i terk etmişler ve yeni bir dönem başlamıştır
.3-Lozan Konferansının Kesilmesi ve Türkiye’deki Önemli
Olaylar
4 Şubat 1923 - 23 Nisan 1923 tarihleri arası Lozan Baıış
K onferansının kesilme dönemidir Bu dönemde bir yandan görüşmelerin
yeniden başlaması için taraflar birbirlerine yeni projeler sunarken, diğer
yandan da Türkiye’nin iç politikası Lozan Konferansı ile doğrudan ve
dolaylı ilgili olan
çeşitli siyasal ve ekonomik gelişmelere sahne
olmuştur
Konferansla dolaylı da olsa ilgili bulunan gelişmelerin ilki İ7
Şubat 19.23’te toplanan İzm it İ k tis a t K ongresidir TBMM hükümeti,
daha cumhuriyet ilan edilmeden ve rejim sorunu çözüm lenm eden önce,
yeni Türk devletinin ekonom ik politikasını belirlemek ve izlenecek
ekonomik modeli tartışmak am acıyla bu konferansı toplamıştır
Kongrede yabancı sermayeye karşı olunmadığı ve yabancı sermayenin
Türkiye’nin kanunlarına uymak şartıyla yatırımlar yapabileceği
vurgulanmıştır BÖylece kapitülasyonlardan ve diğer imtiyazlardan
135
vazgeçmeyen İtilaf
Devletlerine sosyalist olunmayacağı yönünde
mesajlar verilmiş ve bu konuda Batilı ülkelerin rahatsızlığı giderilmeye
çalışılmıştır Bununla birlikte yine kongre sonunda kabul edilen M isak-ı
İ k tisa d i ile ekonomik bağımsızlığın önemi
dile getirilmiş ve
Türkiye’nin tam bağımsızlık konusundaki kararlı tutumu, dolayısıyla da
kapitülasyonlar ve diğer ayrıcalıkların kaldırılması konusundaki
kararlılık Batılı devletjere bir kez daha ifade edilmiştir
İzmir İktisat K ongresi’nin devam ettiği günlerde A n k ara’da
T B M M ’nde de sıcak saatler yaşanm aya başlanmıştır L ozan’dan dönen
Türk H eyeti1nin A n k ara’ya ulaşmasından so m aJ 27 Şubattan itibaren
T B M M ’de Lozan Konferansı ile ilgili görüşmelere geçilmiştir.
Görüşm elerde m uh alif JI Gruba mensup milletvekilleri (özellikle de
Sırrı Bey, Ali Şükrü Bey, Y u su f Ziya Bey ve Durak Bey) heyet ve
hükümete seıt eleştiriler yöneltmişlerdi
Lo zan ’da verilen bazı
tavizlerden memnun olmayan m uhalif mebuslar, başta Musul, Karaağaç
ve mali konular olmak üzere İsmet Paşa ve Rauf Bey ’i sıkıştırmışlardır.
Meclisteki tartışmalar sırasında Mustafa Kemal Paşa tam anlamıyla
heyetten yana bir tavır takınmış ve heyetin meclise değil, hükümete karşı
sorumlu olduğunu vurgulayarak, İsmet P a şa ! ya olan güvenini bir kez
daha dile getirip tartışmalara son noktayı koymuştur
M eclis’te L ozan’la ilgili tartışmaların tamam lanm asından
hemen sonra barış gülüşmelerinin yeniden başlaması için yoğun bir
çalışma dönemine girilmiştir Türk Hükümeti, İtilaf Devletlerine 8
Mart ta veıdiğİ bir nota
ile barış koşullarını içeren projesini
açıklamıştır Bu projeye göre Musul, Türkiye ile İngiltere arasında
barıştan sonra 12 ay içerisinde görüşülecek, anlaşma olmadığı takdirde
Milletler Cem iyeti’ne başvuruiacaktr
Karaağaç Y unanistan’a teık
edilecektir
Yine aynı projede Boğazların statüsü ve azınlıklar
konusunda
anlaşmazlığın
olmadığı
açıklanmış;
borçlar
ve
kapitülasyonlar başta olmak üzere ekonomik ve maii konularda
Türkiye’nin tutum unun değişmediği ifade edilmiştir
Buna göre
' T o z a n d a n İ s t a n b u l ’a g e l e n İ s m e t P a ş a . E s k i ş e h i r ’d e İ z m i r ’d e n d ö n e n M u s t a f a
K em al P a şay la b u lu ş m u ş ve birlikte A n k a ra \ a d ö n m ü şle rd i
İsm et P aşa
ııııı
h ü k ü m e t v e m e c l i s t e n ö n c e M u s t a f a K e m a l P a ş a ’\ a a ç ı k l a m a l a r d a b u l u n m a s ı
bazı ç e u e l c r c e hoş ka rşıla n m am ıştır
136
kapitülasyonlar tümüyle kaldırılacak, borçlar ise taksim edilerek
ödemeler altın para hesabına göre yapılacaktı İtilaf Devletleri ise bu
notaya 28 M a ıl'la cevap vermişler ve görüşmelerin 23 N isa m d a yeniden
başlayacağım duyurmuşlardır
Türk notasının müttefikler tarafından kabul edilmesinden sonra
Ankara da konferansla ilgili çalışmalara hız verilmiştir İlk iş olarak 1
Nisan 1923 te Birinci T B M M m de seçimlerin yenilenmesi karar
alınmıştır Bu kararın alınmasında dolaylı da olsa Lozan K onferansımın
etkisi olmuştur Çünkü konferansın devam ettiği günlerde ve kesilme
dönem inde mecliste tartışmalarda muhalif İkinci Grubun olum suz
tutumu ve engellemeleri seçimlerin yenilenmesi kararı alınmasında etkili
ölmüştür. Çünkü mevcut meclisle imzalanacak olan barış antlaşmasının
onaylanması tehlikeye girmiş ve yaklaşık üç yıldır varlığını sürdüren bu
parlamento yıpranmış ve yorulmuştu Daha da önemlisi Mustafa Kemal
Paşa'nııı kafasında tasarladığı köklü yenilikleri mevcut parlamento ile
gerçekleştirmesi im kansız görünüyordu. Bütün bu gerekçelere dayalı
olarak Mustafa Kemal Paşa taraftarlarının oluşturduğu Müdafaa-i
Hukuk Grubu toplantısında mevcut meclisin imzalanacak olan biı
antlaşmayı onaylamayacağı dile getirilmiş ve muhalif olan İkinci Grubun
etkisini
kırmak
için
meclisin
feshedilmesi
yoluna
gidilmesi
kararlaştırılmışta Alınan karar doğrultusunda I TBMM, 16 N isan
1923 te son toplantısını yapmış ve dağılmıştır
Barış görüşmelerinin başlamasından hemen önce A nkara'daki
konferansla ilgili bir başka gelişme Amerikalı Chester grubuna verilen
İmtiyazdır Aııkaıa Hükümeti madenler, petıol kaynaklan, d e m iry o lla rı
ve limanlaı la ilgili olarak verdiği bu imtiyazla emperyalistler arasındaki
çelişkilerden yararlanmak istemiş ve barış görüşmeleri sırasında
ABD nin desteğini kazanmayı amaçlamıştır Türkiye bu yolla, özellikle
Musul konusunda İngiltere’ye kaışı A B D ’yi kendi tarafına çekmeye
çalışmışın Ancak Musul konusunda başarılı olunamayanca. Chester
Projesi de hayata geçememiştir
4 Şubattan itibaren 23 N isa n’ a kadar geçen sürede Lozan’ a
gidecek olan Türk Heyetİ’ni gerek A nkara’daki m uhalif çevrelere karşı,
gerekse L oza n’daki İtilaf Devletlerime karşı güçlendirecek tedbirler
137
alınmış ve bu
genişletilmiştir
sayede
4-Konferansın
İmzalanması
L oza n’da
Yeniden
İsmet
P aşa’ nın
Başlaması
ve
manevra
alanı
Antlaşmanın
Konferansın
ikinci
dönemi
tüm
heyetlerin
L oza n’a
ulaşmasından sonra 23 Nisan 1923’de başlamıştır Bu dönem de Tiirk
heyetinin başkanı yine İsmet Paşa olmakta birlikte, müttefiklerin
heyetlerinde değişiklikler olmuştur. Sir Horace Rumbold İngiltere,
General Pelle Fransa ve M ontagna ise İtalya heyetinin başkanı olarak
L ozan'a gelmiştir
¡kinci dönem, çeşitli açılardan birinci döneme göre daha farklı
bîr nitelik taşımaktaydı Her şeyden önce Türk heyeti yeni dönemde, ilk
döneme göre daha rahat ve daha güçlü durumdaydı Heyet, meclisin
feshedilmesiyle II Grubun baskısından kurtulmuş ve Mustafa Kemal
Paşa nın tam desteğini alarak L ozan’a gelmişti Diğer taraftan birinci
dönem
görüşmelerinde
istediklerini
büyük
ölçüde
elde
eden
¡ngüteıe’nin, ikinci dönemde
fazla zorluk çıkarması ve konferansa
önem veımesi beklenmiyordu
Lord C u ızo n ’ un ikinci dönem
görüşmelerine
katılmaması
İngiltere’nin
konferansı
fazla
önemsemediğinin çarpıcı bir kanıtıydı Gerçekten de birinci dönemde ve
kesilme dönemindeki girişimlerle İngiltere ile ilgili; arazi, sınırlar ve
askeri sorunlar büyük ölçüde çözümlendiği için, İkinci dönem de daha
çok mali ve ekonom ik sorunlarla ilgili oturumlara ağırlık verileceği
keşindi Sonuçta da beklenildiği gibi olmuş ve Türk heyeti ekonomik ve
mali sorunlarda Fransa ve İtalya ile karşı karşıya gelirken, Yunanistan ile
de tamirat bedeli konusunda anlaşm azlığa düşmüştür
Görüşmelerin ikinci dönemini, önceki dönem den ayıran bir
başka nokta ise Türk heyeti ile TBMM Hükümeti arasındaki ilişkilerin
gerginleşmesi ve görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasıdır L ozan’daki Türk
heyetinin başkam olan İsmet Paşa ile bu heyetin sorumlu olduğu
hükümetin başkanı olan (Vekiller Heyeti Reisi )Rauf Bey arasındaki
görüş ayrılıkları yüzünden ilişkiler iyice geıginleşmiş ve hatta kopma
noktasına gelmiştir
138
İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında tartışmaya yol açan konııiaıın
ilki., borçların ödenmesiyle ilgilidir. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey,
İsmet P aşa’va gönderdikleri talimatta, İstanbul’un boşaltılması ve
borçların Frank olarak ödenmesi hakkında taviz verilmemesini
istemişlerse de, İsmet Paşa bu talimatı hemen uygulamamış ve
Ankara'mın ısrarı sonucunda kararını gecikmeli olarak değiştirmiştir
Borçlaım ödenmesi sorununda bozulan ilişkiler Y unanistan’dan istenen
savaş
tazminatı
konusundaki
anlaşmazlık
nedeniyle
daha
da
gerginleşmiştir V enizeios’un tamirat bedeli karşılığında K araağaç’ın
verilmesi teklifine A nkara’dan olumsuz yanıt gelmesine karşın, İsmet
Paşa nın kendi iradesiyle Yunan teklifini kabul etmesi. İsmet Paşa - R auf
Bey ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir İsmet P a şa ’ nın diğeı
konularda başarı sağlaması için talimatların dışında hareket ederek.
Karaağaç karşılığında tamirat bedelinden vazgeçtiğini bildirmesine
rağmen. Rauf Bey bu açıklamadan tatmin olmamıştır
İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında kuponlar ve imtiyazlar
konusunda çıkan görüş ayrılığı, artık bu iki devlet adamının tümüyle
farklı çizgilere çekilmesine yol açmıştır. Ancak her ne pahasına olursa
olsun barıştan yana olan Mustafa Kemal P aşa’mn kritik günlerde İsmet
P aşa'yı destekleyen tutumu yüzünden muhtemel bir siyasi kriz şimdilik
ortadan kalkmıştı
Hükümet ile heyet arasındaki anlaşmazlığın M ustafa Kemal
Paşa' mn girişimleriyle aşılmasından sonra 24 T em m uz 1923 £de Lozan
Barış Antlaşması imzalanmıştır
5-Lozan Barış antlaşması
Lozan Barış Antlaşması 143 maddeden oluşmuş ve 4 bölüm
halinde düzenlenmiştir
a)Sınıriar:
l)T rakya Sının: Karaağaç Türkiye’de kalacak ve Meriç Nehri
sınır olacaktı İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları dışındaki Ege Adaları
Y unanistan’a bırakılacaktı Buna karşılık Midilli, Sakız. Sisam ve
139
Nikarya adatan asker ve silahtan arındırılacaktı Bu arada Türkiye Kıbrıs
ve Mısır'ın İngiliz yönetimine geçtiğini kabul edecekti
2 ) S u ı i \ e Sınırı: 20 Ekim 1921 'de Fransa, ile TBMM Hükümeti
aıasında imzalanan Ankara İtilafhamesinde kabul edilen sınır aynen
benimsenecekti
.3)Irak Sınırı (Musul Sorunu): Konferansın bitiminden 9 Ay
sonra yapılacak olan Türk-İngiliz ikili göıüşm elerinde çözümlenecek;
anlaşma
sağlanamazsa
çözüm
Milletler
Cemiyetimin- kararma
bırakılacak
b)Ekonomik ve Mali Hükümler:
1)Kapitülasyonlaı bütün sonuçlarıyla kaldırılacaktır Ancak bazı
Batılı uzmanlar
Türk adi iyesin i düzenlemek için 5 vıi süreyle
Tiirkive’de danışmanlık görevi yapacaklardı
2)Q smanh B o rç la n , Osmanlı Devletinden ayrılan ülkeler
aıasm da paylaşılacak ve T ürkiye’nin payına düşen borçların ödenmesi
belirli taksitlere bağlanacaktır
i
..
^
c)AzınIıkIarın Statüsü:
1)Ttilkiye içinde yaşayan Müslüman olm ayan azınlıklar hukuken
ve fiilen Türk uyruklu sayılacaklar ve kendileri için her türlü hayır
kurumu ve okul açabileceklerdir
2)Türkiy-e’de yaşayan Rumlarla Y unanistan’da yaşayan Tiirkier
karşılıklı olarak değiştirileceklerdi İstanbul’da yaşayan Rumlarla. Batı
Tıakya da yaşayan Türkler bu değiş-tokuşun dışında tutulacakiaıdı
ç)BoğazIaı ın Statüsü:
İtilaf Devletlerinin işgali tümüyle kalkacak ve Boğazlar
Türkiye’nin başkanlığındaki uluslararası biı komisyon tarafından
yönetilecekti Bu komisyonda Türk temsilcinin yanı sıra Transa,
140
İngiltere, kalya, Japonya, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve
Sırbistan’ın temsilcileri bulunacaktı Ayrıca Çanakkale mıntıkasında
sahilden 20 kilometrelik bir bölge ile İstanbul Boğazının her iki taıafmın
15 kilometrelik mıntıkası asker ve silahtan arındırılacaktı:
Sonuç olarak .Lozan Barışıyla Yeni Türk devletinin vaılığı ve
bağımsızlığı tüm dünya tarafından kabul edilmiştir 24 Temmuz 1923’te
imzalanan antlaşmayla 28 Temmuz 1914’te başlayan Birinci Dünya
Savaşı resmen sona ermiştir.
Dış politika açısından “Şark M eselesi’ yeni bir boyut
kazanırken, Türk iç politikası da L oza n ’ın etkisindeki yıllara girmiştir
Görüşmeler sırasında İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında başlayan
tartışmalar, cumhuriyetin ilk yıllarına damgasını vuran siyasal görüş
ayrılıklarına kadar uzanmıştır
Lozan Barışı konusundaki farklı
yaklaşımlar Terakkiperver Cum huriyet Fırkasının kurulması ve
Takrir-i Sükun Kanununa uzanan bir sürecin başlangıcını teşkil
etmiştir
Lozan Barış Antlaşması daha önceki yıllarda İmzalanan barış
antlaşmaları dikkate alındığında Türk diplomasi tarihi açısından büyük
bir
başarıdır,
Antlaşmayla
“Mİsak-ı
Milli"
büyük
ölçüde
gerçekleştirilmiş ve tam bağımsızlık elde edilmiştir Bununla birlikte
bazı konularda istenilen sonuç elde edilememiştir Musul un T ürkiye'nin
sınırları dışında kalması. Boğazların tümüyle egemenlik altına
alınamaması, Llatay sorununun çözümlenememesi L ozan’da istenilen
sonucun elde edilemediği temel konulardır Sonraki yıllarda Musul
Sorunu Türkiye'nin aleyhine, Boğazlar ve Hatay sorunları ise lehine
çözüme kavuşturul muştur 1923’ten ! 9 9 8 ’e kadar geçen sürede varlığını
koruyan Lozan Barışı, bu yönüyle I Dünya Savaşı sonunda imzalanan
antlaşmalar arasında en gerçekçi
belge olma özelliğini halen
korumaktadır Antlaşma bu niteliğiyle 75 yıldır Türk dış politikasını
yönlendiren temel hareket noktası özelliği taşımaktadır
141
IV. BÖLÜM : ATATÜRK DÖNEMİ
A- İÇ POLİTİKA
1-Cumhur iyet’in İlanmı Hazırlayan Gelişmeler
Milli mücadele ve kongreler döneminde ön plana çıkan en
önemli lıusus “K u vay-ı M ilİ iy e y i â m il ve irade-i m il üyeyi h akim
kılm ak esastır düşüncesiydi Aynı düşünceleri içeren Misak-ı M illi’nin
Son Osmaniı Mebusan Meclisinde 28 Ocak 1920’de kabulünden sonra,
16 Mart 1920 ’de İstanbul’un işgali , A nadolu’nun İstanbul’dan
kopmasına yol açmıştı. Bu gelişmeler üzerine 23 Nisan 1920’de
A nkara’da yeni bir Meclis açıldı. Halkın seçtiği temsilcilerden oluşan ve
T ürkiye’yi zafere ulaştıran bu Milli Meclis, kendisinin üstünde başka bir
kuvveti tanımayan, olağanüstü yetkilere sahip bir Meclisti. Bu Meclisin
20 Ocak 1 9 2 1 d e kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye K anunu’nda şu esaslara
yer verilmişti;
‘ H akim iyet k ayıtsız şartsız m illetindir, İdare u sulü h alkın
k en d i k a d erin i fiilen ken disinin idare etm esi ilkesine dayan ır (M adde
1)
Yasama ve y ü rü tm e ku dreti m illetin y e g â n e ve h a k ik i
tem silcisi olan Büyük M illet M eclisV m le toplanır (Madde 2)
143
Türkiye D evleti, Büyük M illet M eclisi tarafından idare olunur
ve h ü k ü m eti B üyük M illet M eclisi H ü küm eti adını taşır (Madde 3) Bu
hükümler de göstermektedir ki. adi söylenmemekle beraber bu
gelişinde] Cumhuriyete doğru gidişte önemli adımlardır
Milli M ücadelemin başarıyla sonuçlanması üzerine L o za n 'd a
toplanacak Konferansa L B . M .M - le m s il c is iJ le birlikte İstanbuljdan d a
temsilcilerin çağırılması, Milli M ücadele’ye gereken desteği”vermeyen
Saltânathr kaldırılmasına v esile oluşturdu (1 K asım 1922) Bu kararlTe
padişahlık yetkilerini kaybeden Sultan V ahidedd in ’in sadece halifelik
görevi kaldı Bu dutum karşısında 17 Kasım 1922’de İngilizierin
yardım ıyla İstanbul’dan ayrılması üzerine,,
Veliahd
A b d ü lm ecid , İ halife seçti (18 Kasım 1922)
2- C u m h u r iy e tin İlanı
Lozan A n tla şm a sın ın imzalanmasından sonra dikkatler iç
politikaya çevrildi Siyasi alanda mücadelenin başladığı bu dönemdeki
en önemli gelişme devletin rejiminin adının konmasıdır Daha çok
Miidafaa-i Hukuk temsilcilerinin seçildiği yeni seçimler sonunda,
II T B M M , 1923 yılı Ağustosunda çalışmalarına başladı Bundan
yaklaşık bir ay sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ‘Halk Fırkası’ adıyla
siyasi bir parti haline getirildi (9 Eylül 1923)
13 Ekim 1923’te A nkara’nın başkent olmasıyla gerek yurt
içine, gerekse yurt dışına saltanat yönetimne dönülmeyeceği yolunda
ciddi bir mesaj verilmiş oluyordu. Bu gelişmeden sonraki günlerde 27
Ekimde istifa eden Fethi (O k ya r)B e y ’in başında bulunduğu hükümetin
yeıine yenisinin kurulamaması, Meclis Başkanının yetkilerinin ise işi
çözmekte yetersiz kalması Devlet B aşkam ’na olan ihtiyacı ortaya
çıkarıyordu Zira, A nayasa’ya göre vekiller M eclis’te teker teker oylanıp
çoğunluğun sağlanmasıyla seçiliyordu Bu bunalım hiç bir vekilin
çoğunluğu sağlayamam asından kaynaklanmıştı
Hükümet bunalımının meclis hükümeti sistemi nedeniyle
aşılamaması, kabine sistemine geçmek, dolayısıyla da Cumhuriyeti ilan
etmek için uygun bîr siyasal ortam yaratmıştı
Sonuçta 29 Ekim
144
1923 te.. 192i tarihli Anayasada yapılan değişikliklerle Cum huriyet ilan
edildi
Buna göre;
u )H akim iyet kayıtsız şartsız m illetindir, İdare şekli, halkın
k en d i k aderin i kendisinin tayin edeceği tem eline dayanır D evletin
h ü k ü m et şe k li C um huriyettir,
b)T ü rkiye D evleti'n in din i İslam dinidir, R esm i d ili Türkçedir.
c) Türkiye D evleti T.B M M tarafından yönetilir,
ç) Türkiye C u m hurbaşkanı, T B M M
ü yeleri arasından seçilir,
g e n e l kurulunca k en d i
d) Türkiye
C um hurbaşkanı
devletin
de
başkam dir,
G erektiğin de M e c lis'e ve B akanlar Kurulu 'ruı başkanlık eder
e) Başbakan,
arasından seçilir,
C u m h urbaşkanı
tarafından
M eclis
ü yeleri
Bu değişikliklerle rejimin adı konmuş ve Cumhurbaşkanlığı
seçimine gidilerek Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilmiştir
İsmet Paşa ise hükümeti kurmakla görevlendirilerek Cumhuriyetin ilk
başbakanı sıfatım kazanmıştır
Türkçe Sözlük’te “Ulusun egem enliği kendi elinde tuttuğu ve
bunu belli süreler için seçtiği m illetvekilleri aracılığı ile kullandığı
devlet biçim i olarak tanım lanan Cum huriyet Türk milletinin karakterine
uygun en iyi hükümet şekli olarak tercih edilmiştir Yeni rejimin
kurucusu M Kemal Atatürk. Cumhuriyetin resmen ilanından önce bu
konudaki görüşlerini başlangıçta yakın arkadaşları arasında ifade eder
V iy ana’da yayınlanan Neue Freie Press gazetesine verdiği bir
demecinde de aynı konudaki niyetini açıklar Burada, Türkiye’nin
adından başka her şeyiyle bir Cumhuriyet olduğunu, Anayasanın
kapsadığı hükümlerden ilkinin egemenliğin millete ait olduğu,
İkincisinin ise, halkın yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil
edildiği belirtilir Yine 1 Nisan 1923’te seçimin yenilenmesi hakkmdaki
karar dolayısıyla T'B.M .M ’de söylediği bir nutkunda konu ile ilgili
kanaatlerini şöyle açıklamıştır: “ Yeni T ürkiye D evleti'n in ru hu b ü n yam
145
h a k im iyet-i m illiyedir, M illetin bilakayd-ii şart h akim iyetidir
T ürkiye
D e v le ti’nde ve Türkiye D e v le ti’n i kuran Türkiye halkın da tâcidar
yo k tu r ! , Bütün cihan bilm elidir ki, artık bu devletin ve bu m illetin
başın da hiçbir k u vvet yo k tu r, h iç bir m akam yoktur. Yalnız bir k u vvet
vardır , O da h akim iyet-i m illiyedir ”
Tanİn gazetesi başyazarı H üseyin C a h it (Yalçın) ise
C um huriyet’in ilanından sonra yazdığı bit yazısında: “A n a d o lu ’da
Büyük M illet M eclisi vatanın kaderine fiilen hakim olm aya başladığı
dakikadan beri T ü rk iye’de C um huriyet ku rulm uştu A tılan toplar bize
y e n i bir şey öğretm iyor, y e n i bir değişiklik yapm ıyor. Yalnız ortaya
çıkm ış bir h ali tespit e d iyo r” diyerek aynı konuya dikkatleri çeker
Yeni devletin idare şekli olarak kabul edilen Cum huriyet daha
sonıa kabul edilen Anayasaların kesin hükmü haline getirilir Bu ilkenin
bir Anayasa değişikliği ile dahi değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin
teklif bile edilemeyeceği hükme bağlanır
3-HaIifeiiğin Kaldırılması
Cumhuriyetin ilanı soması gerçekleştirilen inkılâplarla rejimin
yerleşmesini Önleyecek her türlü engel ortadan kaldırıldı Bu konuda
atılan en önemli adım 3 M art 1924’te kabul edilen kanunlarla oldu
Bunlardan bilisi Halifeliği kaldıran kanundur. Bilindiği gibi halife
Hz M u h a m m e d ’in ölümünden sonra O ’nun yerine geçen kişiye verilen
isimdir Halife, hem dini hem de dünyevi görevleri olan kimsedir Dört
halife döneminden sonra (632-661) halifeliğin sırasıyla Emevileı (656750) ve Abbasiler ( 7 5 1-1258)’e geçtiği bilinir. Tarihte birden fâzla
kullanıldığı dönemlere de rastlanan halifeliğin, Yavuz Sultan S elim ’in
M ısır’ı fethi (1517) ile O sm anhlara geçtiği kabul edilir. II A bdülham id
(1876-1909) döneminde siyaset meselesi olarak kullanılan halifeliğin
I.Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminde pek etkisi görülmedi.
Üniteı milli bir devlet olarak kurulan Türkiye C um huriyeti’ne karşı olan
grupların desteklediği Halife, aynı zamanda bazı dış gruplar tarafından
da ilgi topluyordu. Gerek Halifenin kendisini ön plana çıkartan
davranışları gerekse Hindistan’daki îsmaiiiye tarikatının liderleri olan
Ağa Han ile Emir A li’nin Başbakan İsmet Paşa’ya yolladıkları m ektupta
146
halifeye olan bağlılıklarının ifade edilmesi, Türkiye’nin iç işlerine
m üdahale olarak görülerek tepki topladı Bütün bu gelişmeler halifeliğin
kaldırılm asına zemin hazırladı
A tatürk’ün N u tu k ’da “M illetim izin kurduğu y e n i devletin
g eleceğ in e işlerine, h ürriyetine, unvanı ne olu rsa olsun h iç kim seye
m ü dah ale ettirm eyiz! M illet kendisinin kurduğu d evleti ve on u n
istik lalin i m u h afaza ediyor ve ilelebet m u hafaza e d e c e k tir!” şeklinde
açıkladığı gibi. Yeni Türkiye’nin kendi hayat ve saadetinden başka
düşünecek bir şeyinin olmadığı ve bağımsız kalmak istediği vurgulanır
Bu düşüncelerden hareketle kendisine ortak kabul etmeyen
Cum huriyet yönetimi, Halifeliği kaldıran, 3 M art’taki kanunla Halife
ve ailesini yurt dışına çıkarır Halifeliğin tarihe karıştığı bu kanunla
birlikte kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim
birleştirilerek milli ve laik eğitim esasları getirilirken; Şeriye ve Evkaf
V ek aleti'ııi kaldıran kanun ile laikliğe engel teşkil edecek diğer
kurumlar kaldırılın ıştır
4Terakkiperver
Muhalefetin Ortaya Çıkması
C um huriyet
Fırkasının
Kurulm ası
Milli Mücadele hareketinin kazanılmasından sonra meydana
gelen gelişmeler (L oz an’ın imzalanması, Cumhuriyetin ilanı ve 3 M art
1924’te kabul edilen laikleşmeye yönelik kanunlarla) Mecliste
A tatü rk ’ün bazı arkadaşları arasında görüş ayrılıklarına, dolayısıyla
tepkilere yol açtı. Bu ayrılıklar Cumhuriyet Halk F ırka sı’na karşı
muhalefet hareketini doğurdu Milli Mücadelede M„Kemal Paşa’nın
yakınında yer alan ve onu destekleyen Kazım Karabekir, Ali Fuat
(Cebesoy), Refet (Bele), R a u f (Orbay) ve Adnan (Adıvar) gibi önemli
komutan ve şahsiyetler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir
parti kurdular Başkanlığını Kazım K arabekir’in yaptığı F ırka’nın genel
sekreteri ise Ali Fuat P a şa ’ydı Bazı eski ittihatçıları da bünyesinde
toplayan yeni paıti; programında; halk egemenliğine ve Cum huriyet
yönetimine olan bağlılığını vurgular
Toplumu çağdaşlaştıracak
değişikliklerin birdenbire değil, zamanla kendiliğinden gerçekleşeceğini
iddia ederler Cum huriyet Halk Fırkası’na nazaran daha liberal ve
147
ve
dem okrat görüşleri benimsediklerini, dolayısıyla dini inanç ve fikirlere
saygılı olduklarını ifade ederler Ayrıca Cum hurbaşkanı5nın tarafsız
olması
gerektiğini
savunan
Terakkiperver
Cum huriyet
Fırkası
temsilcileri muhalefetsiz bir sistemin otoriteıliğb kayacağı endişesini
taşıdıkları için böyle bir harekete giriştiklerini belirtirler Kısa sürede
teşkilatlanmaya başlayan parti, rejime ve inkılâplara karşı olan grupların
sızdığı bir konuma geldi İktidara karşı eleştirilerin artması üzerine İsmet
Paşa (İn ö n ü )1nın yerine daha ılımlı kişiliğiyle bilinen Fethi (Okyar) Bey
başbakanlığa getirildi Bu sırada doğuda meydana gelen Şeyh Sait isyanı
gelişmelerin seyrini değiştirdi
5- Şeyh Sait İsyanı v e Sonuçları
İç politikada iktidar muhalefet çekişmesinin sürdüğü sırada 1.3
Şubat 19-25 te doğuda Genç ilinin Piran köyünde başlayıp kısa sürede
bölgeye yayılan bir isyan patlak verdi Şeyh Sait İsyanı olarak bilinen bu
isy-'anm çıkış sebepleri üzerinde farklı görüşler vardır Bu görüşlerden
bilisi
resmi makamların görüşüdür Buna göre, sözkonusu isyan
gerçekleştirilen inkılâplara tepki gösteren çevreletin başlattığı bir karşı
ih tila l’ hareketidir
Medreselerin
kapatılmasına
ve
halifeliğin
kaldırılmasına karşı çıkan çevrelerin, saltanat vc hilafeti geri getirmek
am acıyla başlattıkları bir isyandır
İsyanın çıkmasında etkili olan faktörler arasında, Terakkiperver
Cum huriyet F ırk a s r n m da payından söz edilir
Ziıa, bu parti,
programında d in i inanç ve görü şlere saygılı okluğunu vuıgulayarak
tefim karşıtı çevrelere cesaret vermiştir Dolayısıyla İsyanda muhalefetin
parmağı vardır Ayrıca dönemin m uhalif basınının da hükümeti
zayıflatacak yayınlarından dolayı bu isyanda etkisi söz konusudur
Bu konudaki bir başka görüş ise, Şeyh Sait’in Kürt kimliğinden
dolayı bu hareketin dini değil, aslında siyasi ayrılıkçı bir hareket olduğu
iddiasıdır O sırada L o za n ’da halledilemeyen Musul meselesinden dolayı
İngilizlerle sürdürülen görüşmeler esnasında M usul’u T ürkiye’den almak
isteyen İngiiizlerin , isyancıları destekleyerek bölgede bir Küıt meselesi
çıkarmak istemelerinin de payı vardır
Böyiece, İngilizier Türk
hükümetini zayıflatarak, Musul meselesini kendi lehlerine çözüm lem ek
148
istemektedirler. Çok zayıf bir ihtimal olarak görülmekle beraber, yeni
devletin biitün yetkileri elinde toplamak isteyen bir politika izlemesinden
dolayı, bölgedeki aşiret yapısının kaldırılması girişimleri yüzünden,
Şeyh Sait’in nüfuzunu kaybetme tehlikesine karşı ayaklandığı iddiası da
ileri sürülen goıüşler arasındadır
ö z e tle bu isyanın çıkm asında tek sebepten bahsetm ek doğru
değildir Dolayısıyla bütün faktörlerin etkilerinin olduğu söylenebilir
Ancak, en yaygın kanaat, yeni rejime karşı duyulan memnuniyetsizlikten
dolayı oluşan tepkidir
İsyanın patlak vermesi üzerine dönemin başbakanı Fethi
(Okyar) Bey, olayı olağan görerek örfî idare ile bastııılabileceği fikrini
savunurken; İsmet Paşa ve bazı radikal arkadaşları bu hareketi
İnkılâplara
tepki
olarak değerlendirerek,
çok
sert
tedbirlerle
bastın İmasını isterler M K em al’in ikinci görüşü benimsemesi üzerine
fe th i Bey görevden ayrılır Yeni hükümeti kurma görevi İsm et Paşa’ya
verilir İsmet P aşa’nın hükümeti kurmasından sonra ilk işi T a k r ir -i
S ü k u n K a n u n u ’nu çıkarmak olur 4 Mart 1925 tarihinde iki yıllığına
çıkartılan K an u n ’a göre, ülkedeki isyanları bastırmak için İstiklal
Mahkemelerinin kurulması kararlaştırılır Bu amaçla biri Ankara’da
diğeri ise isyan bölgesinde olmak üzere iki istiklal mahkemesi kuruldu
Yaklaşık iki ay süren askeri harekât sonucunda isyan bastırıldı Başta
Şeyh Sait olmak üzere isyancılar idamla yargılanarak cezalandırıldılar.
Yargılama esnasında Şeyh Sait’in verdiği ifadelere bakılırsa, isyanın
siyasî boyutu yoktur Yani, isyancıların gayesi Kürt Devleti kurmak
değildir
Medreselerin kapatı imasına ve halifeliğin kaldırılmasına
yönelik dinî bir tepkiden ibarettir.
İsyanın çıkm asında etkileri görülen çevrelere karşı sert önlemler
almdı İsyan sonrasında, programındaki “fırkam ız itikad-ı ¿1in iyeye ve
f ık ı iyeye
h ü rm etka rdır”
maddesinden
dolayı
T erakkiperver
C u m h u r i y e t F ırk a sı ,isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925’te
kapatıldı Ayrıca basma sansür getirilerek, İstanbul’da yayınlanan
T evhid-i E fk a r , İstiklal, A y d ınlık , Son
T elgraf,
T anin ve
S e b ilü r r e ş a d gibi bazı muhalif gazete ve dergiler kapatıldı ve
gazeteciler tutuklandı Yine, çeşitli çevrelerce istismar edilen tekke,
zaviye ve türbeler kapatılarak, şeyhlik, dervişlik gibi Unvanlar
149
yasaklandı Daha da önemlisi Takıir-i Sükun K anu num un getirdiği
ortamdan yararlanarak Türk aile yapısında değişiklikler meydana getiren
Türk Medeni Kanunu bu dönem de kabul edildi (17 Şubat 1926)
Kısaca özetlemek gerekirse. Cumhuriyetin ilk yıllarında patlak
veren bu isvaıı dönemin hükümetini oldukça meşgul etmiştir Henüz,
yeni devlet eskinin yaralarını satıp m odem bir toplum oluşturmak için
çaba sarfederken böyle bir isyanın çıkması bazı sıkıntıların doğm asına
yol açmıştır H er şeyden önce rejim serileşm iş ve dem okrasin in
yerleşm esi gecikm iştir Bu arada
Musul kaybedilmiş ve 19.30’daki
Ser best T ırka deneyimine kadar tek parti dönemi devam etmiştir
6- İzmir Suikasti Girişimi:
Şej-h Sait ayaklanmasını
takip eden dönemde inkılâplar
karşısındaki unsurların sindirilmesi için sertlik politikasına devam
olundu Bu sırada yapılan İnkılâpları halka anlatmak maksadıyla 1926
baharında yurt gezilerine çıkmayı planlayan A tatürk’ün, programında
Balıkesir üzerinden 17 H aziran’da İzm ir’e varması gerekiyordu. Aynı
günlerde muhalefetle iktidar arasındaki sürtüşme ve k ııg m h k da devam
ediyordu İzmiı suikasti böyle bir ortamda meydana geldi Ziya Hurşit,
Laz İsmail, Gürcü Vusuf ve Çopur Hilmi adında kişiler M K em al’e
suikast düzenlemeyi amaçlıyorlardı Bunlara Giritli Şevki yardım
ederek suikastteıı sonra Yunan adalarına kaçıracaktı Ancak ziyaretin
biıgün gecikmesinden şüphelenen
Giritli Şevki meseleyi yetkililere
haber
verir.
Suçlular yakalanarak cezalandırılır
Terakkiperver
Cum huriyet Fırkası mensupları ile bazı ittihatçıların olay ile ilgileri
olduğu İddiasıyla haklarında yapılan soruşturmalar sonucu Kazım
Karabekiı vb. kişiler suçsuz bulunarak serbest bırakılır Bazı ittihatçılar
ise tutuklanır İttihat ve Terakki1nin Türk siyasi hayatından silinmesini
sağlayan bir dizi idam gerçekleştirilir
7- Serbest C um huriyet Fırkast’nın Kurulmasr
1930’lu yıllarda A m erika’da başlayarak dünyaya yayılan
(işsizlik ve enflasyonun arttığı) genel ekonom ik buhran T ürkiye’yi de
150
etkilemiştir. Halkta Cum huriyet Halk Fırkasına ve yürüttüğü politikaya
karşı bir memnuniyetsizlik gözle görülür hale gelmişti Bu durum
üzerine M Kemal C H F 'n a karşı muhalefet görevini yürütecek olan bir
başka fu k a ,,nın kurulmasını istemiştir Böyle bir fırkanın kurulm asında
güdülen amaçlar arasında,Mustafa Kemal P a şa ’nın Batı tarzında
dem okratik rejimi benimsemiş olm ası ve kendisinden sonra ortaya
çıkabilecek anti-demokratik gelişmelere meydan verm em ek isteği de
etkili olmuştur. Ayrıca halkta birikmiş hoşnutsuzlukların giderilmesini
sağlamak ve hükümeti hem kusurlarını ve eksikliklerini düzeltmeye,
hem de ekonom ik duruma yeni çareler aramaya sevk edecek bir sistemin
yaratılmasına şevketine düşüncesi de vardı
B izzat M„ K em al'in teklifi ve isteği ü zerine o sırada P aris
B ü yü kelçiliğin de g ö re vli bulunan F ethi Bey p a rtiy i ku rm akla
g ö revlen d irild i ve 12 A ğu stos 1930 gü n ü p a rti resm en kuruldu,
Mustafa Kemal Paşa, Fethi B e y ’e hitaben yazdığı bir mektupta,
gençliğinden beri, dürüst fertlerin ve siyasi partilerin, Meclis içinde veya
millet önünde, memleket hayrına olarak, fikirlerini serbestçe açıklayıp
tartıştıkları bir sisteme taraftar olduğunu bu sebeple laik prensiplere
dayanan yeni bir siyasi partinin M ecîis’te yer alıp memleket meselelerini
serbestçe tartışmasını Cumhuriyetin temellerinden biri olarak gördüğünü
belirtiyordu (Cumhuriyet 12 Ağustos 1930) Fethi Okyar hatıralarını
anlattığı Üç D e v ir d e B ir A d a m ” adlı kitabında dönem in TBMM
Başkam K azım Ö z a l p ’in Y alo va’da M K em al’in yanında şunları
söylediğini belirtmektedir:
Bir m u h a lefet lazımdır,, Bir çok arkadaşlar M ecliste söz
söyleyem edi ¡derinden
şik a y et ediyorlar,,
G eçen lerde
Viyana 'da
bu lu n du ğu m zam an, N eu e fre ie Press G azetesi benden m ü la k a t istem iş
ve
T ürkiye'de kaç siyasi p a r ti vardır?" su alin i sorm uştu “-B izde
y a ln ız bir fırk a vardır" cevabını verdim, G azeteci h a yre t etti:
H ü kü m et işleri sadece bir fırk a ile ııasü kon tro l edilebilir,, O h a ld e
sizde p a rla m en to m u rakabesi de yok dernektir ” d ed i K en d isin i tatm in
için bizdeki sistem i izah edip, “-H ayır, bizde m u rakabe vardır, f a k a t
bizim ken dim ize m ahsus tarzım ız vardır, Biz h ükü m eti fırkada ve
en cü m en lerde kon tro l ederiz B öylelikle de ülkem izde, çok fırk a la rın
varlığından kopup gelen sakıncaların tesirlerin i önledik, " dedim .
151
G azeteci ertesi gü n ü söylediklerim i aynen ya zm a k ta b eraber -k en d i
ta b iriyle- “-Şu bu dalaya b a k ın : A vru pa'n ın ortasın da bize P arlam ento
dersi verm eye g e lm iş " m ealin de bir de fık r a ilave etm işti, H akikaten
bizim m eclisin vaziyetin i izah etm ek gü çtü r., F akat bu m u h a lefeti Fırka
d a h ilin de ya p m a k la başlam ak daha uygun olm az m ı? Bir m ü d d et bu
su retle devam ettikten son ra ileride fırk a la r da teşek k ü l edebilir,, ”
SCF programı liberalizme kaçan bazı prensiplerden ibaretti.
Partinin esas politikası Cum huriyet Halk Fırkasına karşı koym ak ve
ekonomi
alanındaki
başarısızlığını
eleştirmekti
Y ayım ladığı
programında Cumhuriyetçi, Milliyetçi ve Laik esaslara bağlı olduğunu,
Ana> asadaki hak ve özgürlüklerin herkes için geçerli olduğunu, vergi
adaletsizliğinin giderileceğini, dış politikada ise bütün devletlerle
dostluk ve işbirliğinden yana olduklarını belirtmekteydiler Teşkilâtını
genişletmeye çalışan partinin etrafında çok sayıda muhalif gruplar
toplanmıştı
Bunlar
çeşitli
toplantı
ve
gösterilerde
kendini
gösteı iyotlardı. F eth i Bey 'in İzm ir'e g ittiğ i sırada bin lerce kişilik bir
gru p tarafın dan karşılan m ası ve bundan y a k la şık bir ay so m a
(E kim 'de) ü lke çapında yapılan B elediye seçim lerinde S C F g ib i y e n i
ku rulan bir p a rti için büyük sayılacak bir başarıyı g ö sterm esi iktidar
ka n adın da rah atsızlık u yan dırıyordu Bütün bu olanlar yeni partinin
iktidaıa karşı eleştirilerini arttırmasına yol açıyordu.
S C F ’nin
kurulmasıyla birlikte, cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen
inkılaplar ve ekonom ik politikaların bazı çevreler tarafından tümüyle
benimsenmediği ortaya çıkmıştı Bunun doğal bir sonucu olarak da CHF
ile SCF arasındaki ilişkiler gerginleşmiş ve Mustafa
Kemal Paşa
başlangıçta sergilemiş olduğu tarafsızlık politikasından vazgeçme
eğilimine girmişti Bu gelişmeler Fethi O k yar’ı bu koşullarda bir
muhalefet partisinin yaşayamacağı inancına yöneltmiş ve Mustafa Kemal
Paşa ile karşı karşıya kalmam ak İçin partisini feshetme durum unda
kalmıştır( 17 Kasım 1930). Üç ay gibi kısa bir süre varlığını sürdüren
SCF denemesinin başarısızlığa uğraması sonucu Türkiye’de 1945 yılına
kadar başka bir siyasi parti kurulmadı Ancak tek partinin olduğu bu
dönemde Faşist idarenin bulunduğu İtalya ve A lm a n y a’da olduğu gibi
diktatörlüğe gidilmediği, bu yöndeki girişimlerin ise Atatürk tarafından
engellendiği görülmüştür
152
8- M e n e m e n O layı
Serbest Fırka deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanmasından
sonra. 23 Aralık 1930 tarihinde, M a n isa’nın bir köyünden geldikleri
sanılan altı kişinin M e n em e n ’e gelerek şeriat istemeleri ile olay patlak
ver ir Olayın duyulması üzerine bölgeye gelerek kendilerine engel olm ak
isteyen Asteğmen Kubilay ile Haşan ve Şevki adındaki iki bekçi
isyancılar tarafından öldürülürler Sıkıyönetimin ilan edildiği bölgeye
daha sonra askeri birliklerin gelmesiyle isyancılardan üçü vurulur
diğerleı İ de yakalanırlar
İçlerinden Derviş M ehmet isimli kişinin mehdilik iddiasıyla
başlayan olay, şiddet kullanılarak bastırılmış ve olayın boyutlarını tespit
etmek maksadıyla olayla uzaktan yakından ilgisi görülenler hakkında
kovuşturmaya geçilmiştir Aralarında bölgedeki N akşibendi tarikatının
önemli isimlerinden olan Esat Efendinin de bulunduğu bazı kişiler
gözaltına alınır Bu olay', altı kişinin başlattığı bir olay olmayıp arkasında
başka güçlerin varlığından şüphe edilm esinden dolayı çok yönlü
araştırılmıştır.
İsyanın bastırılmasından sonra Suçlular M e n e m e n D ivan-ı
H a r b i örfisin ce ölüme mahkum edilirler. 34 kişinin idam edildiği olayda
41 kişi de çeşitli sürelerde hapse m ahkum edilirler (4 Şubat 1931)
İsyanın bastırılmasından sonra bölgedeki sıkıyönetim kaldırılır (26 Şubat
1931) Olayın duyulm ası üzerine Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa orduy-'a
gönderdiği başsağlığı mektubunda:
B üyiik ordunun g en ç subayı ve
C u m h uriyetin ülkücü öğretm enler topluluğunun d eğ e rli ü yesi
K u bilay Un tem iz kanı ile C u m h uriyet yaşam a ye te n e ğ in i tazelem iş ve
gü çlen m iş olacaktır” sözleri ile olaydan duyduğu üzüntüyü ortay'a
koyar Fahrettin Altay anılarında , olayın duyulması üzerine Ç an kaya’d a
yapılan bir toplantıda M Kemal Paşa’nın olayın siyasal kaynaklarının
araştırılmasını, isyancılara karşı sert davramimasıııı ve gerekli işlemin
yapılm asını istemiştir
153
B-A T A T Ü R K DÖN EM İ TÜRK DIŞ P O LİTİK A SI 1923-
1938
Milli Mücadele döneminin dış politikadaki temel hedefi olan
yeni ve milü Türk Devletini milletlerarası alanda tanıtma uğraşı bir
anlamda Türkiye Cum huriyeti’nin kuruluş diplomasisini oluşturmuştur
Önceki bölümlerde değinilen bu dönem sonrasını Cum huriyetin dış
politikası olarak değerlendirmek mümkündür
Dönemin dış politikasının temel iİKesi bağımsızlıktan hiç bir
şekilde fedakârlıkta bulunmamak üzerine kurulmuştur.
Türkiye’nin modern anlamda bir milli devlet olarak uluslararası
platformda hukuki statü kazanması Lozan Konferansı ile gerçekleşmiştir.
Atatürk dönem inde dış politikada Lozan sonrası yeni devletin
uluslararası platformda onaylanması doğrultusunda
uluslararası
toplantılara katdma, devlet başkanları seviyesinde ziyaret gibi süreçler
ile iki savaş arası dönemde hakim olan bağlantısızlık politikası
yürütülmüştür
Diğer yandan Türkiye’ye yönelik tehditlere karşın
uluslararası güç dengesi sisteminin kuralları çerçevesinde ittifaklara
girişilmiştir Yine 1923-30 yılları arasında daha çok L oza n’da
halledilemeven sorunların çözümü için harcanan çabalar ağırlıklı olarak
Türk Dış Politikasını meşgul etmiştir Bunlar,İngiltere ile Musul Sorunu,
Fransa ile Kapitülasyonlar ve diğer sorunlar, Yunanistan ile Ahali
Mübadelesidir
Birinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası politikada savaşı
kazananlar ve kaybedenler arasında bir kutuplaşma yaşanmıştır Galip
devletler savaş sonrası oluşturulan uluslararası düzenin devamım
isterken ; mağluplar kendilerine dikte ettirilen ağır şartlar taşıyan
anlaşmalara tepki göstererek statükoyu değiştirmek üzere revizyonist bir
tutum benimsemişlerdir İki savaş arası dönem de rev iz y o n ist ve an tire viz yo nist olarak belirlenen bu kutuplaşmada Türkiye,savaştan yenik
çıkanlar arasında bulunmasına rağmen revizyonist bir politika
izlememiştir Türkiye’nin böyle bir tutum benim sem esinde şüphesiz
verdiği milli kurtuluş mücadelesinin zaferle sonuçlanması ve Lozan'da
154
yapılan anlaşma ile Sevres Antlaşmasını geçersiz kılacak bir sonuca
ulaşmasının etkisi vardır
Bunun yanı sıra yeni kur ulan Türkiye Cum hur iyeti’nin
ekonomik, sosyal ve diğer alanlarda gerçekleştirdiği köklü değişiklikler
ve Atatürk iin uygulamaya koyduğu inkılaplar ile Türkiye hep çağdaş
batı medeniyeti seviyesine ulaşmayı ideal olarak benimsemiştir Bu
tavrın doğal sonucu olarak batı ile bütünleşmenin gerçekleşmesi
hedeflenmiştir. Böylece O sm anh İmparatorluğu yerine bir milli devlet
kuran yeni yönetim 28 Ocak İ920 tarihli Misak-ı M ili i ’de belirtildiği
gibi artık bir İmparatorluk değildir Onun yerine Milli bir devlet
kurulmuştur
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına bağlı olarak
ülkelerle yürütülen ilişkilerle L ozan’da halledilemeyen problemlerin
çözümüne geçm eden dönemin aşağıdaki başlıklar altında toplanabilecek
olan dış politika ilkelerine kısaca değinmekte sanırız yarar vardır
1-A tatü r k ’ün Dış Politikadaki Temel İlkeleri
a)G erçe k çÜ ik
A tatü rk ’ün dış politikası gerçekçidir Boş hayaller peşinde
koşmaz Maceracılıktan uzak durmayı hedefler Bunun yanında milli
çıkaılan gerçekleştirmede kararlı olmayı amaçlat A ta tü rk ’ün kendi
deyişiyle “ Biiyük h a ya li işfer yapm adan ya p m ış g ib i g ö rü n m ek
yü zü n d en dü nyanın dü şm an lığın ı, kötü n iyetin i, kinini bu m illetin ve
m em leketin ü zerin e çektik,,, B iz böyle ya p m a d ığ ım ız ve ya p a m a d ığ ım ız
kavram lar ö ze tin d e k o şarak dü şm anlarım ızın sayısını ve ü zerim ize
olan baskıların ı arttırm aktan ise, tabii durum a m eşru du rum a
dönelim , H addim izi bilelim ” diye Özetlediği bir anlayıştır..
Sonuçta Türk milletinin gücünü ve imkanlarını bilmek kadar
karşısındaki devletlerin ne yapacaklarını veya ne yapamayacaklarını
gerçek ve doğru şekilde değerlendirmiş olan bit uygulama görülür
Şüphesiz bu gerçekçilik beraberinde şartlar ne olursa olsun sonuna kadar
dilenmeyi öngören cesur ve onurlu bir gerçekçiliktir
Burada
teslimiyetçilik ve yılgınlık yoktur
Nitekim Atatürk 8 Tem muz 1920 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Me c 1is in de y a p 11 ğ ı k'on u ş m ada “ m em leketim izin ellide bir i d eğ il,
her tarafı tah rip edilse her tarafı ateşler için de b ıra k ılsa biz bu
155
toprakların ü zerinde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunm a He
m eşg u l o l a c a ğ ı z diyerek bu konudaki kararlılığını göstermiştir.
b)Bağırnsızlık
Bağımsızlık ilkesi diğer ülkelerle olaıı ilişkilerde genç
Cumhuriyetin
bağımsızlığının
korunmasına
özen
gösterilmesini
hedeflemiştir'. Osmanlı Döneminin iktisadi, siyasi, mali kısacası lıer
yönden dışa bağımlı yönetimlerini görmüş olan yeni Türkiye’nin lideri
Mustafa Kemal Paşa için kurulan devletin gerçek bağımsızlığı en önde
gelen amaçtı. Bu bağımsızlık siyasi, iktisadi, mali, askeri ve kültürel
açıdan bağımsızlıktı ve bunlardan ödün verilemezdi N itekim Atatürk
bağımsızlıktan ne anladığını şöyle ifade ediyordu: “ Tam bağım sızlık
den ildiği zam an , elbette siyasi, m ali, iktisadi, adli, askeri, k ü ltü rel ve
ben zeri her husu sta tam bağım sızlık ve tam serbestlik demektir, Bu
saydıklarım ın h erh an gi b irin de bağım sızlıktan m ah ru m iyet, m illet ve
m em leketin g erçek m an asın da bütün bağım sızlığından m a h ru m iyet
demektir, ” Bu ilkeden hareketle gerek Milli Mücadele süresince batılı
devletlerle yapılan görüşmelerde gerekse Lozan Barış görüşmeleri
sonrasında bağımsızlık ilkesine gölge düşürülebilecek her konuda kararlı
davranılmıştır Ülkenin şartlan gereği daha sonra yapılan anlaşm alarda
ise yeni Türkiye Devleti genç cumhuriyet kendisine yapılan dayatm alara
mahkum olmadığım ama onun yerine Özgür iradesi ile ve kendi rızası ile
kabullendiği ittifaklara -.e yükümlülüklere girmiştir Kabul edilebileceği
gibi bu tür bir işbirliği ülkenin bağımsızlığına engel değildir
c)Baı ışçıiık
Atatürk dönemi dış politikasının bir başka özelliği ise onun
barışı esas almasıdır Bunun yine en güzel örneği Milli M ücadele
yıllaıında verilmiştir Savaş ortamı içerisinde bile görüşmeler yoluyla
barışı temin İçin çabalar sürdürülmüştür Bir asker olarak savaşın ne
demek olduğunu en iyi bilen kişi olarak Mustafa Kemal Paşa “ Ben
harpçi olamam, Ç ünkü h arbin acıklı h allerin i herkesten iyi b ilirim . ”
dem iştir, Yine M u stafa K em a l Paşa “H arp za ru ri ve h a ya ti olm alı...
Ö ldü receğiz diyen lere karşı, ölm eyeceğiz diye h arbe g ireb iliriz Lâkin
m illet hayat! tehlikeye uğram adıkça harp bir cinayettir ' demiştir.
Atatın k ’ün barışçılığı yine onun söylediği “ Yurtta Sulh C ihan da S u lh ”
sözü ile Türk Dış Politikasının bir ilkesi haline gelmiştir, Bölgesinde
156
barışı korumada üzerine düşeni gerçekleştiren genç cumhuriyet diğer
yandan teslimiyetçi ve pasifist bir politikada izlememiştir Yani barış
içinde vaşamak için gerekli hazırlıkları yapmak, gerekirse barış için
savaşa hazır olmak doğrultusunda hareket edilmiştir Sonuçta Atatürk
dönemi dış politikası barışçılık gereği saldırgan olmayan ve diğer ülke
ve toplumlarla uyum içinde dünya barışının korunması doğrultusunda
politikaların uygulandığı bir dönem olmuştur
ç)Güven!ik Politikası ve İttifaklar Sistemi
Başarılı bir asker ve iyi bir devlet adamı olan M ustafa Kemal
Paşa genç cumhuriyetin kuruluşu sonrası onun iktisadi, sosyal ve
kültürel yapılanması işinin önemini sürekli vurgulamıştır Diğer yandan
genç cumhuriyetin kendini koruyabilmesi yani savunması için gerekli
güvenlik önlemlerini almasının gereğine inanan Atatürk. Türk milletinin
kendi gücüne dayalı askeri ve ekonomik açıdan yeniden yapılanması için
çalışmalarda bulunmuştur. Bu anlamda askeri harcamalar ve ordunun
m odernleşmesi ülkenin ekonom ik yapılanması ile eş zamanlı olarak
yürütülmüştür Ülkenin kendini savunacak güce ve iradeye sahip olması
gerektiğini Atatürk şöyle vurgulamıştır: “Bugün vardığım ız barışın
ebedi barış olacağına in anm ak safdillik olur, Bu o kadar önem li b ir
gere, e ki ir ki, ondan bir an bile g aflet, m illetin h ayatın ı teh lik eye sokar,
Ş ü p h esiz h u ku ku m u za, ş e r e f ve h aysiyetim ize saygı g ö ste rild ik çe
m u k a b il saygıda asla kusur etm eyeceğiz Fakat, ne ç a re ki, z a y ıf
olan ların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı
gö sterilm ediğin i çok acı tecrü belerle öğrendik. Onun için her tü rlü
ih tim allerin g erektireceği h azırlıkları yapm akta asla gecik m eyeceğ iz”
A tatürk’ün bu sözünde de görüleceği gibi barışın korunm asında
gösterilen kararlılığın güvenlik ile ilgili hazırlıkların yapılması ile
tam am lanacağına olan inanç vurgulanmaktadır, Barışın korunması için
Türkiye’nin gücünün yetmeyeceği alanlarda ülkenin güvenliğini
sağlamak için uluslararası politika gereği denge politikaları yine bölgesel
barış için ittifaklar yaparak ülkenin güvenliğini sağlamak ilke olarak
benimsenmiştir. Y ukarıda değindiğimiz gibi savaş sonrası mevcut
statükodan memnun olan ve onun devamını isteyen ülkelerden yana biı
tavır benimseyen Türkiye, Atatürk döneminde bu doğrultuda hareket
157
etmiş ve ülkenin güvenliği için ileride değineceğim iz gerekli gördüğü
ittifakları sapm aktan kaçınmamıştır
d )B a tıc ıh k
Batılı güçlere karşı savaşı İmasına rağmen yeni kutulan
cumhuriyet lıer fırsatta batı ile yakınlaşmayı sağlayacak bir yo!
izlemiştir
Şüphesiz bunda A tatürk’ün Türkiye’yi çağdaşlaştırma
yolunda takip ettiği ve uygulamaya koyduğu politikaların da rolü
olmuştur Yeni Türkiye kendisine hedef olaıak en gelişmiş ülkeler
düzeyine çıkma ve onun ötesine gitmeyi belirleyince,bu doğrultuda batı
ülkeleriyle ilişkileri geliştirme bir paralellik arzetmiştiı. Bu politikaların
kaçınılmaz sonucu olarak batı ülkeleri ile iyi ilişki ve çağdaş
medeniyetin bir parçası olma yolunda bir Türkiye görülmüştür
e)A kılcıhk
Akılcılık ilkesi doğrultusunda yeni devlet uluslararası hukuka
bağlı kalmıştır A tatürk’ün T ü rk iy e’sinin dış poiitika anlayışı ideolojik
doğmalara, önyargılı saplantılara değil, aklı ve bilimi esas alan bir çizgi
üzeı ine oturtulmuştur Bu bağlamda uluslararası ilişkilerde, tarihi
dostluk ve tarihi düşmanlık yerine değişen şartlar ve karşılıklı yarar
ilişkileri esas alınmıştır Nitekim Atatürk siyasi, sosyal ve ekonomik
düzeni çok farklı olan ülkelerle dostluk kurabilmiş ve barış içinde bir
arada yaşayabilmenin örneklerini vermiştir
Yine Atatürk akılcı
yaklaşımı ile iki savaş arası dünyada değişen şartlar ve değişen dünya
konjonktürünü iyi takip ederek bu doğrultuda yeni politikalar üretmiş ve
milli amaçları gerçekleştirmiştir
Yukarıda sayılan ilkelere şüphesiz uluslararası adil bir düzen
kurma, söm ürgeciliğe karşı oluş ve hukuka bağlılık gibi ilkeler de
eklenebilir Bunların dışında bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü
korumak anlamında T ü rk iye’nin güvenliğinden duyduğu endişe onun dış
politikasına etki etmiştir. 1923-30 yılları arası batı ile olan problemleri
nedeniyle (Bu dönemin problemleri olarak L ozan’da halledilemeyen Irak
Sının yani Musul Sorunu, Osmanlı Borçları ve Yunanistan ile yapılacak
Ahali
değişimi,
patrikhane
ve
patriklik,
yabancı
şirketlerin
millileştirilmesi, yabancı okullarda okutulacak Türkçe derslerine ilişkin
problemler
sayılabilir )
batılı
ülkelere
çekince
ile
yaklaşan
158
Türkiye,özellikle ¡925 yılında Sovyetlerle imzaladığı saldırmazlık paktı
ile Sovyetleıe yaklaşmıştır
1930 soması ise İtalya’dan duyduğu
endişeden ve İtalya'nın yayılmacı politikalarına karşı batı ile iyi ilişkiler
içine girmiştir
Türk dış politikasına yön veren etkenlerden bir diğeri ise
Türkiye"nin coğrafi konumuna bağlı olarak yani Türkiye’nin Sovyetlerle
komşu oluşu boğazların Türkiye’nin kontrolünde oluşu ve Türkiye Tıin
ekonom ik ve stratejik açıdan önemli bir Ortadoğu ülkesi oluşu gibi
nedenlerle dış politika belirlenmesinde bu konuma bağlı politikalar
üretilmiştir
Türkiye’nin dış politikasının belirleyicisi olan bir başka etmen
ise yönetim
felsefesidir
denilebilir
Mustafa Kemal
Paşamın
Önderliğinde başlatılan ulusal kurtuluş savaşı batılı devletlere karşı
verilmiş olmasına karşın batılı devlet anlayışım ve batılı m odele karşı bir
hareket olmamıştır
Tam tersine Türk bağımsızlık hareketi batının
fikirleıi ile batıya karşı mücadeleye girişen ilerici, liberal ve milliyetçi
öğeleri içeıeıı bir anlayışı benimsemiştir. İşte bu anlayış doğrultusunda
ülkeleri çeşitli ama uygarlığı bir göıen Mustafa Kemal Paşa,bu bağlamda
1930’lıı yıllardan başlayarak batılı devletler ile iyi ilişkiler kurmuştur
Hatta iyi ilişkilerden öte A vrupa topluluğu içinde yer almak am açlanm ış
denilebilir
Son olarak Türk dış politikasına etki eden bir diğer unsur olarak,
Türkiye’nin incelediğimiz dönem de yaşadığı ekonom ik zorluklar
ver i lebi 1i ı
Türkiye’yi batıya yönelten nedenler sadece yukarıda
değindiğimiz İtalya’nın yayılmacı emelleri ve yeni Türkiye’nin
öndeı inin yeni yönetim felsefesi değildir Özellikle 1929 yılında
dünyada yaşanan ekonom ik bunalım ve bunun Türkiye’ye yansıması d a
bu yönelişe etki etmiştir. Türkiye 1923-30 yılları arasında özel girişim
ile kalkınmayı esas alan politikaları uygulamaya koymuş ama 1930
sonrası devletçiliğe yönelmiştir
Ama bu yöneliş Türkiye’yi Sovyet
modeline değil tam tersine o günlerde batıda yaygınlaşan devlet
müdahaleciliğine
ve dolayısıyla batılı sermayeye ve yardıma
yöneltmiştir
İlkelerini ve dış politikasına belirleyici olarak etki eden
etmenlerini
açıkladığım ız
Atatürk
dönemi
Türkiye’sinin,Lozan
159
Antlaşması
sonrasında halletmeye çalıştığı
doğrultudaki gelişmeleri gözden geçirebiliriz
problemleri
ve
bu
2-Dış İlişkiler
a)Musul Sorunu
Musul sahip olduğu zengin petrol kaynakları nedeniyle batılı
devletlerin ilgisini çekmeye 19.yüzyıl sonlarından itibaren başlamıştır
Özellikle İngiltere,Birinci D ünya Savaşı sırasında itilaf devletlerinin
diğer üyelerini M u s u l’un kendisine ve İmesi konusunda ikna etmiştir
O smanh nın paylaşılmasını esas alan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında
itilaf devletleri arasında yapılan gizli antlaşmalar.doğrultusunda İngiltere
bölgeye ilgisini sürdürerek Musul ve çevresinde çeşitli bölücü çabalara
girişmiştir. Sonuçta İngiltere Osmanlı İmparatorluğu açısından savaşa
son veren 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesinin imzalandığı
tarihte.,
T ürk birliklerinin
kontrolünde olan bölgeyi
Mondros
Mütaıekesinin ruhunu aykırı biçimde 11 Kasım 1 9 i 8 ’de işgal etmiştir
Bundan som a ise bölgeyi elinde tutabilmek için her türlü çabayı
göstermiştir
Nitekim
Osmanlı
Devleti
ile
imzaladığı
Sevr es
A ntlaşmasında İngiltere konuyu lehine halletmiştir A m a A n ad o lu ’da
Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlatılan Kurtuluş hareketi
yayınladığı M isak-i M illi’de M u su l’u vatanın bir parçası saymış ve
A nadolu’da kurulan hüküm et ise her platformda Sevres Antlaşmasını
tanımadığım açıklamıştır
Kazanılan zafer sonrası başlatılan Lozan barış görüşmelerinde
İngiltere’nin M usul’u bırakm am ak konusundaki ısrarı sürmüş ve
antlaşmanın tehlikeye girmemesi için Musul Sorununun daha sonra
taraflar arasında görüşmeler ile halledilmesi uygun görülm üştü
Lozan antlaşmasının üçüncü maddesinde “ Türkiye ite Irak
arasındaki sınır sorununun dokuz ay içinde Türkiye ile Ingiltere arasında
barışçı yollardan çözüleceği” hükmü yer alıyordu Bu hüküm gereği
Tüık-lngiliz görüşmeleri 1924 yılı Mayıs ayında başlamıştır Bu
konferansta Türkiye nüfus açısındans siyasi, tarihi, coğrafi, askeri ve
stratejik nedenlere dayalı haklı gerekçelerini öne sürerken İngiltere
M usul'un kendi mandaterliği altındaki Irak’a bırakılması konusunda
160
ısraımı şüıdürmüş ve bunun yanında Türkiye'den H ak k a ri’ye kadar
uzanan toprak talebinde bulunmuştur
Bu durum da konferans 5 Haziran 1924 yılında bir sonuca
varmadan dağıldı Lozan A n tla şm a sın ın ilgili hükmü, bu görüşmelerin
başarısızlığı durumunda sorunun milletler cemiyetine götürülmesini
öngörüyordu Başlangıçta iiyesİ olmadığı üstelik ta m am en İngiliz
kontrolünde olan bir organizasyondan Türkiye lehine bir karar
çıkmayacağına olan inancından dolayı tereddüt geçiren Türkiye sonunda
sorunun Milletler Cem iyetim de görüşülmesine razı oldu
Musul sorunu Milletler Cemiyeti konseyi tarafından 30 Eylül
1924’de görüşülmeye başlandı Bu görüşmeler sürerken Türk-İngiliz
ilişkileri iyice gerginleşti ve Milletler Cemiyeti Türkiye iie İngiltere
arasındaki sınır çekişmesine 29 Ekim 1924 Türk iye-Irak geçici sınırını
tespit ederek çözüm buldu. Daha sonra sorunu çözmek İlgili devletler ile
görüşmeler yapm ak üzere bir uluslararası komisyon oluşturuldu
Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından kurulan komisyon
K o n sey ’e 'M u su l’un İngiltere mandası altındaki frak’ın bir parçası
sayılması gerektiğini ve Türkiye ile Irak arasındaki sınırın da Brüksel’de
belirlenmiş bulunan çizgiden geçeceğini" bildiren bir karar aldı, Türkiye
K o m isyon ’un kararım tanımadığını ve konseyin bu biçim de kesin bir
karar alma yetkisinin bulunmadığını belirterek, bağlayıcı bir karar İçin
ilgili tarafların olumlu oylarının alınması gerektiğini bildirdi
Ama konsey 16 Aralık 1925 tarihinde üçlü komisyonun
raporunu benimsedi Bu sırada Türkiye’de iç siyasi hayatta bir takım
olumsuzluklar yanında ülkenin doğusunda Şubat 1925’de çıkan Şeyh
Sait İsyanının bastırma uğraşı veriliyordu
Triıkiye her şeye rağmen bu kararı hem en tanımadı Ancak,
Musul Sorunu ile Türkiye ilk kez daha Milli Mücadele dönem inde
olduğu gibi uluslararası platformda yalnız kaldığını ve batılı devletlerin
savaş yolu ile elde edemediklerini baskı yolu ile elde etmeye
çalıştıklarını gördü ve bu yalnızlıktan kurtulmak için 17 A ralık 1925’te
Sovyet'ler ile bir tarafsızlık ve saldırmazlık anlaşması imzaladı.
Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer almasına rağmen M usul’u
geri almak için güce başvurmaktan başka çare kalmamıştı Oysa ülke
161
içeı isinde Yaşanan yeni yapılanma ve yukarıda değindiğimiz Şeyh Sait
İsyanı gibi iç nedenler ile Misak-ı M illi’den taviz sayılabilecek geri
adımı atmak zorunda kalan Türkiye, 5 Haziran 1926’da yaptığı anlaşma
ile (Türkiye. İngiltere ve Irak Hükümeti) Musul İngiltere’nin mandası
altındaki İrak a bırakıldı Buna karşılık Türkiye ye Musul petrollerinden
25 yıl süre ile % 10 pay alınacaktı Ancak daha sonra yapılan bit
düzenleme ile Türkiye bu paydan 500 000 İngiliz Lirası karşılığında
vazgeçmişti!
b)Hatay Sorunu
Sancak bölgesinde Türkler nüfusun çoğunluğunu teşkil ettikleri
için bu bölge Misak-ı Milli hudutları içinde idi Ancak 20 Ekim İ 921 ’de
Fransa İle yapılan Ankara İtilâfhamesi ile Hatay ve İskenderun
Türklerine muhtariyet ve kültürel bakımdan ayrıcalık kazandırılmıştı
Suriye'nin Fransız m a d at’sı altına girmesinden sonra da Sancağın bu
statüsü süıdıi
Suriye üzerinden Fransız m a n d a f sının kaldırılması için Fransa
ile Suriye arasında 9 Eylül 19.36’da bir antlaşma yapıldı Bu anlaşm ada
Sancağın kaderi de Suriye hükümetine bırakılıyordu ve Suriye S a n c a k ’fa
ilgili tüm sorumlulukları da Fransa’da alıyordu Şüphesiz bu yeni durum
hem Sancak ta yaşayan Türkler i hem de Türkiye Cumhuriyetini rahatsız
etmişti
Halbuki S ancak’ta Türkler çoğunluktaydı ve Türkiye’nin
Sancağı Suriye’ye terk etm em ek hususundaki kararlılığı bizzat Atatürk
tarafından dile getirilmişti Türk hükümeti 9 Ekim 1936’da F ransa’ya
verdiği bir nota ile durumu protesto etti Türkiye Fransa’dan Suriye ve
Lüb nan’a tanınan bağımsızlığın ayrı bir bölge olan İskenderun
Sdncağı’na da tanınmasını istedi Fransız hükümetinin 10 K asım ’da
verdiği
cevabi
notada
Türk
görüşünün
kabul
edilemeyeceği
bildiriliyoıdu Türkiye’nin bu meselenin halledilmesi konusundaki ısrarı
üzerine. Sancak meselesinin Milletler C e m iyeti’ne götürülmesi,
kararlaştırıldı Konu 14-16 Aralık 1936 tarihleri arasında görüşüldü ve
İsveç Temsilcisi Sandler raportör olarak tayin edildi
Sandiet hazırladığı raporda Sancak Meselesinin çözümü için bir
Komisyon kurulmasını teklif etti ve bu teklif kabul edildi İngiltere’nin
aracılık etmesi üzerine 26 Ocak 1937’de iki hüküm et arasında bir
prensip anlaşmasına varıldı İngiltere’nin arabuluculuk nedenlerinin
162
,
başında ise A kdeniz dengesi açısından önemli iki ülkenin atasının
açılmasını istemeyişi, Türkiye ile ilişkilerin düzelmesi ve Türkiye’nin
sorunu barış yolu ile halletmesini onaylaması gelmektedir Bu prensip
anlaşmasıyla İskenderun ve Antakya içişlerinde bağımsız, fakat Suriye
ile güm rü k birliği halinde olan bir statüye kavuşturuluyor ve bir Anayasa
ile İdare edilen “ ayrı bir varlık” teşkil ediyordu Sancak’m dışişleri bazı
şartlar altında Suriye Hükümeti tarafından idare edilecekti. Türkçe resmi
dil olacaktı 29 Mayıs 193'7’de S ancak’m milli bütünlüğünü tem inat
altına alan ve Türkiye-Suriye sınırını tespit eden bir anlaşm a yapıldı
Ancak S an cak ’m bu yeni statüsü uygulanırken bazı sorunlar çıktı
S an c a k ’ta seçimlerin yapılm ası sırasında bazı haksızlıkların ortaya
çıkması üzerine Türkiye duruma müdahale ederek, seçim sisteminin
düzeltilmesini istedi O cak 1938’de seçim sistemi değiştirildi Bu
sııalaıda A vrupa’da savaş tehlikesi gittikçe daha belirgin bir hale
geliyoıdu Transa, O rtadoğu’da güçlü bir devlet olan Türkiye’ye
yanaşm ak zorunda kalmıştı. 3 Temmuz 1938’de Sancak’ta sükunet ve
asayişi sağlamak üzere 6.000 kişilik bir kuvvet kurulması ve bunun
10 0 0 ’inin S an ca k ’tan ,geri kalanın Türkiye ve Fransa tarafından
sağlanması kararlaştırıldı Anlaşmadan iki gün sonra Türk kuvvetleri
H ata y ’a girdi A ğu sto s’ta yapılan seçimler sonucunda 40 M ebusluktan
2 2 ’sini Türkleı kazandı Bütün mebuslar M eclis’te Türkçe yem in ederek
göreve başladılar Meclis Sancağa Türkçe adıyla Hatay Devleti adını
verdi
Eylül 1938’de kurulan Hatay Devleti bir yıl kadar bağımsız
kaldıktan sonra 29 Haziran 1939’da son toplantısını yapan H atay
Meclisi, oybirliğiyle A n av a tan ’a katılma karan aldı
c)M ontreaux Boğazlar Sözleşmesi
Lozan Konferansında tespit edilen Boğazlar Statüsünün yabancı
gemilerin geçişi ile ilgili hükümleri Misak-r Milli esaslarına uygun
olm akla
birlikte,
B oğazların
silahtan
arındın iması.
y ani
silahsızlandırılması
TüiToye’nin
güvenliği
a çısından
sakıncalar
doğuruyordu. Bu bölgeıiîn“ğrıTehlîğj"A4illetler Cemiyeti ’nin güvencesi
altındaydı. A ncak zamanla Cemiyetin güvencesinin pek e tk lU^ohnadığı
g öTOlîn u ş l u ~ l t a 1ya CTTabe Şi sTân^rl ş
a Ben Bölgesini
s T l ^ ’afidTnrıış, Avusturya ise zorunlu askerliği yeniden_ başlatmıştı
163
Cemiyet ise bu gelişmeler karşısında bir şey yapamamıştı Bu durum da
T ü r k i y e ^ B o ğ a la r ın d urumunun, değişen dünya şartlar ı ışığında yeniden
görüşülmesini istedi ki, bu davranış 1923N 939,,-arasındaki devrede.,
kuvvete başvurmaksızın hakkını milletlerarası* hukuk kurallarına
dayanarak aramada tek örnek olmuştur Nitekim Batı kam uoyunda
Türkiye’nin gerek bolaesinde komşuları ile barışı sağlamak üzere
kurduğu ittifakla r ve nüveni ık anlaşmaları yapması, g e r e k s e d i usİa r a r a s ı
platformda yapıcı ve ak tif rol üstlenerek dünya barışına katkı yapar tavı r
i1e 'Al manya ve İta lya örneğini takip etin e mes i. problem lenıTT vf üpaTi
devletler ile görüşmeler yoluyla ve onları şartların değiştiğine ikna
ederek sonuç alma tavrı takdir ediliyordu.
Türkiye bu isteğini ilk defa 1933’te L on dra’daki silahsızlanma
konferansında dile getirdi
1934 yılında Balkanlarda YugoslavyaBulgarİstan yakınlaşması ve aynı yıl İtalya’nın Asya ve A frika’daki
emellerini Faşist lider M ussolini’nin dile getirmesi üzerine Türkiye bu
isteğini çeşitli vesilelerle dile getirmeye devam etti. Ancak bu İstek
1936’ya kadar büyük devletlerce olumlu karşılanmadı
A tatürk’ün 1936’da, Dışişleri Bakanı Tevfîk Rüştü A ra s’a,
Boğazlar Meselesini çözüm lem ek için durumu uygun gördüğünü
söylemesi üzerine, Türkiye harekete geçerek 3 3 N isan 1936 tarihinde
Lozan A nlaşmasına taraf olan devletlere birer nota göndererek
sözleşmenin değiştirilmesini istedi Sovyetler Birliği başından beri Türk
tezini desteklemişti,
İngiltere’de ntkaYÎ|[^IÎygun ,_c eyapL_.verince,
I- ra ıı s â da i ıy ma k zo i;ıi n da" kal cif....
Boğazlar rejimini değiştirecek olan konferans, 22 Haziran
1936’da İsviçre’nin Montrö şehrinde toplandı Türk tasarısına göre
Türkiye, Boğazlar bölgesini silahlandırmak ve buralarda askeri kuvvet
bulundurmak istiyordu. Bundan başka, Boğazlar K om isyonu’nun da
kaldırılması isteniyordu
Bu esaslar dahiiinde Türkiye, ticaret ve savaş gemilerinin
Boğazlardan geçiş serbestliğini bazı şartlar altında kabul ediyordu. Savaş
zamanında Türkiye tarafsız olduğu takdirde bu kayıtlar altında savaş
gemileri Boğazlardan geçebilecekti Türkiye savaşta olduğu takdirde
savaş gemilerinin geçişi T ü rk iy e ’nin müsaadesine tabi tutulacaktı
164
20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi
imzalandı Sözleşme 20 yıl süreli idi Ancak, taraflardan hiçbiri
sözleşmenin
feshedilmesi
için
talepte
bulunmadığından
hala
yürürlüktedir
Bu sözleşme, iki dünya savaşı arasında Türkiye’nin başta
Atatürk olm ak üzere Türk yöneticilerinin Önemli bir başarısıdır T ürk
yöneticileri bu başarıyı sorunu zam anında gündeme getirme, kararlılıkla
savunma ve sabırla takıp etme sayesinde elde etmişlerdir
ç) Türk-Yunan “étab li” Anlaşmazlığı
Lozan
Konferansında,
Türkiye’de
kalan
Rumlarla,
Y unan istan’da kalan M üslümanların değişimi meselesi ele alrnmış ve bu
konuda 30 Ocak 1923’de bir sözleşme ve protokoi hazırlanmıştı. Buna
göre, T ürk iy e’de kalan Rumlarla, Y unanistan’d a kalan M üslü m an Türkleıin değişimi yapılacak, ancak; 30 Ekim İ 9 î 8 ’den önce İstanbul
Belediye sınırları içinde yerleşmiş (établi) bulunan Rumlarla, Batı
Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacak, yani bunlar yerlerinde
kalacaklardı. Bu sözleşm eyi uygulamak üzere de Türk ve Yunan
temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulacaktı. Ancak komisyonun
fâaliyete geçmesinden sonra “ Yerleşm iş” (établi) deyiminin kapsamı
konusunda Türk ve Yunan temsilcileri arasında anlaşmazlık çıktı
Türkiye’ye göre deyimin manası Türk kanunlarına göıe tayin edilecekti
Yunanistan ise buna karşı çıkarak İstanbul’da olabildiğince fazla Rum
bırakabilmek için 30 Ekim I 9 1 8 ’den Önce herhangi bir şekilde
İstanbul’da bulunan her R u m ’un yerleşmiş sayılacağım ileri sürdü
Milletlerarası Adalet D ivanı’nm yaptığı yorum da anlaşmayı
sağlayamayınca Türk-Yunan ilişkileri gerginleşti. Yunanistan Batı
Trakya Türklerinin mallarına el koyarak buralara, Türkiye’den gelen
Rumları yerleştirmeye başladı Buna karşılık Türkiye’de İstanbul
Rumlarının mallarına el koydu Gerginliğin tırmanması üzerine işin
görüşmeler yoluyla çözümlenmesi,iki ta ra f için de uygun olduğundan 1
Aralık 1926’d a b ir anlaşma imzalandı Fakat bu anlaşmanın uygulanması
da kolay olmadı Birçok gerginlikler ortaya çıktı, Savaş havası esmeye
başladı Fakat, Venizelos bir savaşın Y unanistan’a getireceği sıkıntıları
düşü lerek tutum unu yumuşattı ve A n k ara’nın da buna karşılık vermesi
üzerine 10 Haziran 1930’da Ahali anlaşmazlığını çözümleyen yeni bir
165
anlaşma imzalandı Bu anlaşma iie doğum yerleri ve tarihleri ne olursa
olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi “ établi”
deyiminin kapsamı içine alındı Bu suretle L ozan’dan beri devam
etmekte olan anlaşmazlık da sona ermiş oldu
Yunanistan ile Türkiye arasında yine “ établi” sorunu ile
bağlantılı olarak ortaya çıkan bir başka problem Patriklik konusudur.
L oza n’da Türk temsilcilerinin Patrikliği, Türkiye dışına çıkarılması
yolundaki ısrarlı istekleri Batılı ülkelerce kabul görmem iş ve Lozan
A ntlaşmasında bu konuda bir hüküm yer almamıştır Yalnız Patrik’in
siyasetle uğraşmaması konusunda sözlü bir antlaşmaya varı İm işti 1924
yılında boşalan Patriklik için yapılan seçimi kazanan kişinin mübadele
kapsamında yet alması üzerine Türkiye itiraz etmiş ve 1925 yılında
yapılan seçim ile mübadele kapsamına girmeyen bir Patrik seçilmiştir
Lozan antlaşmasının uygulanışındaki bu problem dışında
Y unanistan’ın özellikle “ Anadolu macerasındaki uğradığı yenilgiyi
hazmedememesi ve Türkiye’ye yönelik olarak İtalya-Yunanistan işbirliği
ve Y unanistan’ın Türkiye’ye karşı iyi niyetli olmadığını gösterir tavırları
ile artan gerginlik, 1930’lu yıllarda özellikle Bulgaristan’ın bölgesinde
izlemeye başladığı Revizyonist tutum sonrası Türkiye ile Yunanistan
Başbakanlarının karşılıklı ziyaretleri ile başlayan sıcak ilişkilere zemin
hazırladı ki bu 1954 yılma kadar devam edecektir
a, Türk-Yunan anlaşmazlığının çözüm lenm esinden
sonra meydana gelen yakınlaşma bir işbirliği havası doğurdu
1929’dan itibaren ortaya atılan Balkan Birliği fikri çeşitli
organizasyonlarla uygulam aya konulmuştu. Ancak bunun siyasi alana
intikal etmesi pek kolay olmadı Arnavutluk ve Bulgaristan’ın mevcut
statüko’yu değiştirmekten yana (revizyonist) olmaları, buna karşılık;
Türkiye, Yugoslavya ve Y unanistan’ın statüko taraftarı bulunmaları
anlaşmayı geciktirmiştir
I Dünya Savaşından hemen sonra ekonom ik buhranlarla
karşılaşan ve geniş topraklar kaybederek Balkan ülkeleri içinde savaştan
en zararlı çıkan Bulgaristan’ın M akedonya meselesini çözüm lem ek
amacıyla Romanya ve Yugoslavya ile yaptığı temaslar bir netice
166
vermemişti Bulgaristan’da 1923 darbesiyle Başbakan S tam bulski’nin
iktidardan uzaklaşmasından sonra yeni yöneticiler.onun uzlaşma
politikasını terk ettiler 1927’den sonra Bulgaristan’ın revizyonist bir
politika takip etmeye başlaması,Balkanlarda işbirliğini zorlaştıran
sebeplerden biridir
İşbirliğinin gecikmesindeki diğer önemli sebep de Türkiye ile
Yunanistan arasındaki kötü ilişkilerdi Ancak 1930’da Ahali mübadelesi
ile ilgili anlaşmadan sonra ilişkiler düzelmeye başlayınca Balkan
Devletleri arasında yakınlaşma m ümkün olabilmiştir. Türkiye, bundan
sonra Balkan Antantına varan görüşmelerde son derece aktif bir tutum
takındı
Türk-Yunan ilişkilerinin iyileşmesinden sonra, 1930-1933
yıllan arasında Bulgaristan’ın da katıldığı Balkan Konferanslarında yeni
fikirlerin ortaya atılması ve karşılıklı anlayışın yaratılması konularında
bazı gelişmeler sağlanmışsa da. İtalya’nın baskıları sonunda Arnavutluk
ve Bulgaıistan delegeleri konferanstan çekilmişlerdir. Bulgaristan’ın
Balkan Birliğine katılmasını engelleyen iki mesele vaıdı: Azınlıkların
haklarının korunması (M ak e d o n y a’da önemli bir Bulgar azınlık vaıdı),
diğeri ise Ege Denizime çıkabilmek için Bulgaristan’a bir m ahreç (çıkış)
verilmesi Ancak 19.3.3’te Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan ve
tarafların Trakya sınırım garanti eden Samimi Anlaşma Misakı” bu
imkanı ortadan kaldırmıştı
Türkiye’nin davetine rağmen paktı kendilerine karşı bit oluşum
gibi değerlendiren Bulgaı!aı, Balkanlarda statükonun korunmasını
amaçlayan bir işbirliğine yanaşmayacaklardır Öte yandan Türk-Yunan
Anlaşması R om an y a’yı harekete geçirecek ve Başbakan Titulescu’nun
A nkara'yı ziyareti sırasında 17 Ekim 1933’de Türkiye ile Romanya
arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Anlaşması
imzalanacaktır
Romanya, Bulgaristan’ın revizyonist isteklerinden
endişe duyduğu ve kendi deniz ticareti de Boğazlardaki serbest geçişe
bağlı bulunduğu için brı anlaşmayı menfaatlerine uygun bulmuştur
Türkiye’nin yaptığı bu ikili anlaşmalar, Bulgaristan’da tepkiyle
karşılandı ve Bulgar basını Türkiye aleyhinde bir kam panya başlattı
Bulgaristan’ın
Balkanlarda
statükonun
korunmasına
bu
kadar
sinirlenmesi Y ugoslavya’yı endişeye şevketti Türk Dışişleri Bakanının
167
Belgi a d 71 ziyareti sır asında 27
Saldırmazlık Anlaşması imzalandı
Kasım
1933 ’de
bir
Dostluk
ve
1933 yılında bu gelişmelerin ortaya çıkması tesadüf eseri
olmamıştır Zira, aynı yıl A lm a n y a’da Nazi Partisi’nin iktidara gelmesi,
A vrup a’da revizyonist gelişmelere zemin hazırlamıştı Balkanlardaki
Alman ve İtalyan baskısı giderek artıyordu Arnavutluk İtalya’nın
kontrolü altına girmişti
Bu durumda Balkanlarda T ürkiye’nin
önderliğini yaptığı statükocu devletler aralarında yaptıkları ikili
anlaşmaları birleştirerek dörtlü bir Pakt imzaladılar (9 Şubat 1934).
Bu anlaşma ile devletler (Türkiye-Yunanistan, Y ugoslavya ve
Romanya) sınırlarını karşılıklı olarak garanti ediyorlar, birbirlerine
danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle birlikte bir siyasi harekette
bulunmamayı ve herhangi bir siyasi anlaşma yapm am ayı taahhüt
ediyorlardı
Antant ile birlikte imzalanan bir gizli anlaşmayla da taraflardan
biri bir Balkanlı olmayan devletin saldırısına uğrarsa ve Balkanlı bir
devlet de saldırgana yardım ederse diğer taraflar bu Balkanlı devlete
karşı birlikte savaşa gireceklerdi Fakat bu protokole Türkiye, eğer bir
Rus-Romen çatışması çıkarsa
Türkiye’nin R om anya’ya yardım
etmeyeceğini Sovyet R usya’ya bildirmiş, Yunanistan ise protokolün
kendisini İtalya ile bir çatışmaya götürmeyeceği konusunda rezerv
koymuştur
Fakat çeşitli sebeplerle zayıf doğan bu anlaşma etkili bir
işbirliğinin doğmasını sağlayamamıştır Türkiye’nin dış politikasında
bölgede barış ve güvenliğe ne kadar önem verdiğini göstermesi
bakımından dikkat çekici bir anlaşmadır
e ) S â d â b a t P ak tı
i İ y İtaly a ’nın bir yandan Habeşistan’ı işgali ile Doğu A k d e n iz ’de
İtalyan tefrdfdini ortaya çıkarırken, A sy a ’da bazı hedeflere yöneldiğini
Belirtmesi,de T ürkiye’yi İngiltere’ye bağlanmaya götürmüş. Ortadoğu
devletleriyle İşbirliği yapm ak ve bazı savunma tedbirleri almak zorunda
bırakmıştır
168
Daha
İtalyan-Habeş
anlaşmazlığının
başında,
İtalya’nın
bölgedeki yayılmacı emellerine karşı tedbirler almak ihtiyacını duyan
Ortadoğu devletlerinden İran’ın teşebbüsü üzerine C e nevre’de 2 Ekim
1935’de.JTtjrkiye, İran ve İrak arasında üçlü bir anlaşma parafe edilmişti
Türkiye tarafından hararetle desteklenen bu anlaşmayı uygulama alanına
sokabilmek hemen m ümkün olmadı. Ancak. İran ile İrak arasındaki.sınır
anlaşmazlığı ve Türkiye ile İran arasındaki hudut meseleleri
halledildikten sonra bu m ümkün olabildi Zorlam a tedbirleri konusunda
İtalya’nın aldığı sert tutum ve H abeşistan’ın istilasının gerçekleşmesi bu
devletleri birbirine yaklaştıran önemli bir unsur olmuştur. 1937 yılında
İran ile Türkiye arasında çeşitli konularda İşbirliğini amaçlayan
anlaşmaların
imzalanmasından
sonra
O rtadoğu’da
Türkiye’nin
faaliyetleri arttı 7 Nisan 1937’de Mısır ile bir Dostluk Anlaşması
imzalandı
Nihayet İran ile Irak arasında sınır anlaşmazlıkları
Türkiye'nin gayretiyle ortadan kalktı Bu arada Afganistan da anlaşmaya
katılacağını bildirince,8 T em m uz 1937’de Tahran’da Sadabad Sarayında
Türkiye-İ ran-Irak ve Afganistan arasında Sadabad Paktı adını alan
anlaşma imzalandı
5 yıl süreyle imzalanan bu anlaşmayla taraflar; Milletler
Cemiyeti ve Briand-Kellog Paktına bağlı kalmayı, birbirlerinin içişlerine
kaıışmamayı. ortak sınırlara saygı göstermeyi, birbirlerine karşı herhangi
bir saldırıya girişmemeyi taahhüt ediyorlardı Böyiece Türkiye Batıda ve
Doğuda bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için Önemli oİanTuT'iki
bolğede15|ffi|3^1ü'ikasını kuvvedlEncGİThTştir
3- Atat ürk
İlişkileri
D önem i’nde
T ürkiye’nin
Diğer
Ülkelerle
Oİan
İkili
a)Türk-Sovyet İlişkileri
Osmanlı Devle* nin zayıflamaya başlaması ve Çar I'Petro’nun
Rusya da yaptığı reformların başarıya ulaşmasıyla bu devletin sıcak
denizlere inme politikasını uygulamaya koyması hemen hemen aynı
zamanlara rastlamaktadır Nitekim, R usya’nın K aradeniz’de donanm a
bulundurmaya başladığı 18 yüzyılın sonlarından itibaren Türkiye’nin bir
169
Rusya meselesi vardır ve Türk diplomasisi bu faktörü daima gözönünde
bulundurmak zorunluluğunu hissetmiştir.
Tarihi, birbiriyle mücadele etmekle geçen bu iki devletin ve
toplumun jeopolitik konumlara karşı karşıya gelmderini adeta kaçınılmış
kılmıştır Karşılıklı oluşan bu durum, zayıflayan Osmanlı Devletinin
takip ettiği “ Denge Politikasını” , Türk diplomasisinin temel unsuru
haline getirmiştir Osmanlı Devleti, çoğunlukla, varlığına yönelen Rus
tehdidine kaışı Batılı büyük devletlerle büyük tavizler vererek bir denge
oluşturmaya gayret etmiş, fakat; durum gerektirdiğinde Batılı Devletlere
karşı Rusya’ya yönelme kozunu da elden bırakmamıştır.
Genel batlarıyla ‘"düşmanca” denilebilecek bu politik çizgide,
“ Milli Mücadele “ dönemi ilk bakışta sıcak ilişkilerin kurulduğu ayrı bir
devre olarak görünmekle beraber, tarihi şartlar incelendiğinde; 19191930 devresi olaylarının bu iki devletin birbirine yaklaşmasını zaruri
hale getirdiği kolayca anlaşılmaktadır
Daha A n k a ra ’da Milli Hükümetin kurulmasından önce
Sovyet'ler Türkiye ile de ilgilenmişler ve gerçekleştirmek istedikleri
“ Dünya
Proleter
İhtilalinde”
Türkiye’nin
yer
alabileceğini
düşünmüşlerdi Bu ihtilalin gerçekleşmesi için iki ayrı politika tespit
edilmişti Endüstrileşmiş toplum larda ihtilali sanayi işçileri (proleterler),
Komünist Partilerinin önderliğinde yapacaklar; Ortadoğu ve A s y a ’da ise
bu olgu gelişmediğinden ihtilalin öncülüğünü “ Emperyalizme karşı
kurtuluş savaşı veren Milliyetçi Burjuvazi” aynı işi yapacak, çekirdek
halindeki Komünist Partileri de bu milli kurtuluş mücadelesini bir
proleter ihtilali haline çevirecekti.
Sovyet Rusya 1919 Martından itibaren Türkiye’ye bu açıdan
bakmış ve bu konudaki ümitlerini Türk milli mücadelesi boyunca da
devam ettirmiştir Hatta Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin yayın
organı “ İzvestiya” gazetesinde Türk milli mücadelesinin “ A sy a ’daki ilk
Sovyet ihtilali' olduğunu ilan etmişlerdi
A n adolu’da, Büyük Mustafa K e m a l’in Önderliğinde başlayan
mücadeleyi yürüten lider kadro ise tamamen farklı düşünüyordu
Sovyetlerden yardım alabilmek gayesiyle, kontrol altında tutulmak
şartıyla komünist propagandalara bir şiire göz yumulm uş, durum
170
tehlikeli bit hal alınca da ‘Resmi Türkiye Komünist Partisi” kapatılmış
ve takibata geçilmiştir
Milli Mücadele sırasında Türk-Sovyet münasebetlerinin ilgi
çekici bir yönü de, Sovyetlerin Mustafa Kemal’in Batıl dar la uyuşma ve
uzlaşması ihtimalinden duydukları endişedir Çünkü, Türkiye Batıklarla
uzlaştığı takdirde Sovyetlere daha fazla dayanma mecburiyetinden
kurtulacak ve belgelerinde bu durum açıkça görülmektedir Ayrıca
mesela Bekir Sami B e y ’in (Türk Dışişleri Bakanı) Paris ve Londra’ya
yaptığı ziyaretler, buralarda verdiği demeçler ve nihayet İtalya, İngiltere
ve Fransa ile yaptığı anlaşmalar Sovyetieri sinirlendirmiş ve hatta
A nkara'yı bu yüzden protesto etmişlerdir Fransızlarla 1921’de Ankara
İtilafhamesi imzalandığında aynı durum ortaya çıkmıştır
Türkiye’de Komünist faaliyetlere karşı sert tepkinin başlaması
üzerine.. Stalin ve Orjonikidze yardımın kesilmesini istemişlerse de
Lenin ve Troçki yardım ın sürdürülmesini kararlaştırmışlardır
Boğazlar Meselesi dolayısıyla Sovyetleı Lozan Konferansına
özellikle ilgi göstermişlerdir Lâkin konferansa ancak Boğazlar Meselesi
tartışılırken davet edilmişlerdir. Türkiye, Batılılar karşısında yalnız
kalmam ak için Sovyetlerin Konferansa katılmasını özellikle istemiştir
L oza n ’dan sonra A vrup a’daki savaş buhranlarının başladığı
devreye gelinceye kadar,TUık-Sovyet münasebetleri üç unsurun tesiri
altında gelişmiştir
Ticari münasebetler, komünizm meselesi ve
T ürkiye’nin Batı ile münasebetlerini düzeltmesi ve geliştirmesi
Sovyetler Bitliği, ticari ve ekonomik münasebetler yoluyla
Tüıki>e’yi nüfuzu altında tutm aya çalışmıştır Buna karşılık Türkiye, dış
ticaretini Sovyetlerin tekeli aitına sokmaktan kaçınarak, Batı ile ticari
münasebetlerini geliştirmeye Özen göstermiştir
K omünizm meselesine gelince; Lozan’dan sonra Türkiye milli
varlığına kavuşunca, kom ünizm e karşı daha hassas davranmış ve bu işi
daha
sıkı
tutmuştur
Komünizm
meselesi
ile
Sovyet-T ürk
münasebetlerini birbirinden ayrı tutm aya dikkat eden Türk hükümetinin
bu tutumu Sovyetieri hoşnut bırakmamıştır.. Sovyetler ise ikili ilişkileri,
Türkiye’deki komünizm propagandası ile birlikte değerlendirmişlerdir
Nitekim bu husus 1929’da P ra v da’da bu husus açıkça dile getirildiği
171
için, I ürk hükümetinin organı durumunda bulunan Milliyet Gazetesi 6
Temmuz
î 9 2 9 ’da buna
dünyanın hiçbir davası,
Türkiye
nasyonalizminin daha az mukaddes sayılmasına sebep olam az rj
biçiminde ilginç biı cevap vermiştir
Ticaret alanında olduğu gibi siyasi alanda da Türkiye’nin Batılı
devletlerle uzlaşma yoluna girmesi ve dış politikasını yavaş yavaş
Sovyet
tekelinden
kurtarmaya
başlaması,bu
devlet
tarafından
hoşnutsuzlukla karşılanmıştır
Türkiye’nin dış münasebetlerinden duydukları endişelere
rağmen, Sov>etİeı Birliği milletlerarası durumu kendileri için henüz
güvenli görmediklerinden Türkiye’ye Önem vermeye devam etmişlerdir
Musul anlaşmazlığı sırasında, Türk-İngiliz münasebetlerinin gerginliği,
buna karşılık Lokarno anlaşmalarıyla A lm a n y a’nın batılıiarm yanında
yer alması ihtimali ,17 Aralık 1925’te Türkiye ile Sovyetler Birliği
arasında Dostluk ve Saldırmazlık anlaşmasının imzalanması sonucunu
v erm iş l ii'^ jJç yıi iç iTTlmz a 1a nnTrf^Tan^Bu^TTaş m ay a g ö rlTTTrrafl ard a n
TTmTne, bir veya birkaç devlet tarafından yöneltilen bir askeri hareket
halinde diğeri tarafsız kalacak ve taraflardan hiçbiri birbirlerine
saldırmayacakları gibi, birbiri aleyhine yönelen ittifak veya siyasi
anlaşmalara katılmayacaklardı Türkiye için olduğu kadar, Türkiye’nin
Batıklara katılmasından duyduğu endişe bakımından Sovyet Rusya için
de tatmin edici bir anlaşma olan bu anlaşma, 1929’da yeni bir hüküm
eklenerek yenilenmiştir. Bu anlaşma hükmüne göre de taraflar karadan
ve denizden komşu bulundukları devletlerle birbirlerine danışmaksızın
herhangi bîr siyasi anlaşma yapm am a esasını kabul etmişler ve söz
konusu
anlaşma
1945
M art’ında Sovyetler
Birliği tarafından
feshedilinceye kadar yürürlükte kalmıştır
b )T ü ık -İn giliz İlişkileri
Musul meselesinin halledilmesinden sonra Türkiye dış
ilişkilerinde Sovyetler Birliğine karşı bir denge oluşturarak Batkılarla
ilişkilerini yoğunlaştır maya çaba harcamıştır
Fakat bu sadece
Türkiye’den kaynaklanmamış, İtalya ve A lm a n y a’nın A v ru p a ’da giderek
artan bir bunalımı başlatmaları üzerine O rtadoğu’da Batkılar için
güvenilebilecek yegâne devletin Türkiye olduğunu göz Önüne alan
büyük devletler de bu ilişkilerin kurulmasını kolaylaştırmışlardı!
172
Türkiye’nin savaşı kanun dışı ilan eden Briand-Keflog Paktım a
katılması (1929 O cak), 1932’de Milletler Cem iyeti’ne üye olması g ibi
önem i i gelişmeler Türkiye ile İngiltere arasındaki buzların erim esinde
tgsnTTloImuşturr--'
1936 'da İtalya’nın Balkanlar ve O rtadoğu’da tehditlerini
artırm asrüzerine, önce F ra n sa’yla anlaşan İngiltere, bir İtalyan saldırısı
karşısında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve T ürkiye’ye garanti verdi
İspanya bunu reddetti, ancak diğer devletlerle birlikte Türkiye bu
garantiyi kabul ettiler Ayrıca bu üç devlet de İngiltere’ye garanti verdi
Bu kaı şılıklı garantiler sistemine A kdeniz Paktı adı verilmiştir
Akdeniz Paktı ile Türkiye İtalyan tehlikesine k a rşı İngiltere’ye
bağlanm ış oluyordu ki._ bu y eni. Türkiye’n in Ingıjtere ile olan
m ünasebetlerinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir Türkiye ile İngiltere
arasındaki bu yakınlaşma 1939"13a BÜ TtOTâka varacaktır
Fakat İngiltere, kendî garantisini mahfuz (saklı) tutarak
Yugoslavya, Yunanistan ve T ürkiye'}i kendisine verm iş oldukları
garantilerden affetti Bunun anlamı şuydu; İngiltere bir saldırıya uğrarsa
bu devletlerin yardım mecburiyeti olmayacak, fakat İngiltere bu
devletlere yardım edecekti Buna karşılık bu devletler de, kendi
garantilerini
mahfuz
tutarak
İngiltere’yi
verdiği
garantilerden
affettiklerini bildirdiler Karşılıklı tek taraflı garanti durumu krsa sürdü
İtalya Türkiye ile ilişkilerini de düzeltmek için teşebbüse geçince
Türkiye bu tek taraflı garanti durumuna son verdi. Fakat artık Türkİngiliz münasebetleri İyileşme yoluna girmiş bulunuyordu 19.39’da
Türk-İngiliz-Fransız ittifakına kadar vardı
c)T ü rk -İtalyan İlişkileri
L oza n’dan sonra ve^T 'ürkiye Cumhuriyeti’niıı kuruluşuyla
birlikte, milli mücadele şırasındaki dostça tutumları da gözönüne
alınarak İtalyanlarla iyi münasebetler tesis edilme yoluna gidildi
Ekonomik alanda gelişen iyi münasebetler siyasi alanda aynı görüntüyü
vermedi
M uşsoiini’nin
İtalya’da
ilk andan
itibaren
“R om a
İmparatorluğu” nu canlandırmak için sömürgecilik ve yayılmacılık
politikasına yönelmesi, Doğu A kd eniz’i kontrol altına alm aya çalışması
TuîliTye’yi en d iş e le n d ir d 'r j^ ' ^
173
1926-27 yıllan bu ilişkilerde dönüm noktası oluşturmaktadır
Musul meselesinin halledilmesinden sonra Türkiye’nin Fransa ve İtalya
ile de ilişkilerinde bir dostluk ve tarafsızlık anlaşması imzalanmıştır
Buna
göre taraflar
birbirine yönelmiş
herhangi bir
ittifaka
katılmayacaklar, taraflardan birine bir veya birkaç devletin saldırması
halinde tarafsız kalacaklardı
Ancak 1930’dan itibaren İtalya’nın tekrar yayılmacı bir politika takip
etmeye
başlam ası,T ürkiye’yi
endişelendirdi
ve
Türk-İngiliz
yakınlaşmasında İtalya’nın bu tavrı etkili oldu
İtalya’nın H abeşistan’a saldırması (1935) ikili ilişkilerde
güvensizliğin yeniden doğmasına sebep oldu. Bu saldırı üzerine Milletler
Cemiyeti
İtalya’ya
karşı
zorlama tedbirleri
aldı
ve
barışın
korunmasından yana Türkiye’de bu tedbirlere katıldı
İtalya bunun
üzerine bu tedbirleri almayan devletlerle gerekirse siyasi münasebetlerini
keseceğini ilan etti (11 Kasım 1935)
İtalyan tehditlerine karşılık İngiltere’nin garanti vermesi ve
'Akdeniz P a k tf ’nm ortaya çıkması siyasi havanın yeniden yumuşamasını
sağladı Öte yandan statükoyu değiştirmemeyi karşılıklı olarak garanti
etmeleri Türkiye’yi büyük ölçüde rahatlattı
Takat,, 10-11 Eylül 1937’de İspanyol iç savaşı dolayısıyla artan
denizaltı korsanlığına karşı çıkan İtalya’nın isteğine rağmen Türkiye
İngiltere ile birlikte hareket etti ve bu yönünü batıya dönerek batı ile
uzlaşma doğrultusunda politikalar geliştirmeye başladı
ç)T ü rk -F ıa n sız İlişkileri
Fransa ile, L oza n’dan arta kalan esas mesele O sm anh borçları
meselesi idi Takat, ilişkilerin bozulmasını etkileyen sebepier biraz daha
farklıdır
20 Ekim 1921’de Fransa ile Türkiye arasında Türkiye-Suıiye
sinirinin tespitini de ilgilendiıen A nkaıa İtilafnâmesi imzalanmıştı Sınır
tespit komisyonunun bir ay sonra kurulması gerekirken bu ancak 1925
Eylülünde m ümkün olabildi ve sınırın çizilmesinde de anlaşmazlıklar
ortaya çıktı Biı kısım topraklar üzerinde taraflar karşılıklı iddialar
174
orta>a attılar Bunun üzerine Türk ve Fransız Hükümetleri doğrudan
doğruya diplomatik münasebetlere girişerek, 18 Şubat 1926 anlaşması
ile bu meseleyi sona erdirdiler Anlaşm a bu tarihte parafe edilmekle
beraber Fransa, Musul anlaşmazlığının çözümlenmesine kadar imzadan
kaçındı 30 Mayıs 1926’da yani Musul Anlaşmasının imzalanmasından 6
gün önce ‘Dostluk ve İyi K om şuluk” sözleşmesi imzalandı Buna göre
taraflar aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözümleyecekler ve
birine yöneltilen silahlı saldırıda diğeri tarafsız kalacaktı.
Diğer bir mesele de Türkiye’deki Fransız misyoner okulları
meselesi oldu. Türk hükümeti bir yönetmelik hazırlayarak, yabancı
okullarda Taıih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak ve Türk
Öğretmenleri tarafından okutulması esasını kabul etti Bu okullar buna
yanaşm ak istemediler Bunun üzerine Fıansa ve Papalık işe müdahale
etmek İstediler Türk hükümeti ise, sadece bu okulları kendisine muhatap
olarak aldığını belirtti Fransa daha ileri gidemedi fakat bu olay TürkFransız ilişkilerini zayıflattı
Borçlar Meselesi ise daha şiddetli çekişmeye sebep olmuştur
Bilindiği gibi Fransa, Osmanlı devletinden en çok alacaklı olan devletti
Lozan da bu mesele ele alınmış, devlet tahvilleri ile ilgili olan borçların
ödenm esinde borç tahvillerinin sahipleri ile Türkiye’nin görüşmesi
kar arlaştıı ılmıştı.
Çoğunluğunu
Fransızların
teşkil
ettikleri
bu
alacaklılarla yapılan müzakereler ancak 13 Haziran 1928’de sonuçlandı
Ö denecek borcun miktarı ve ödeme şekli bir formüle bağlandı Ancak.
1929 dünya ekonom ik buhranı Türkiye’yi de güç d urum a soktu ve
ödeme güçlükleri ortaya çıktı
Türkiye Hoover m oratoryum una
dayanarak borç ödemeyi geciktirmek istedi. Alacaklıların itirazı üzerine
yapılan görüşmeler sonunda, 22 Nisan 1933 de P aris’te yeni bir anlaşma
imzalandı ve borçlar meselesi de böylece hal yoluna girdi
Düyun-u U m u m iv e ’nin tarihe karışmasından sonra (1928)
Fransa ile bir başka mesele daha patlak verdi Bu da Adana-Mersiıı
demiryolunun satın alınması meselesi idi Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı
döneminden kalan kapitülasyonların tamamını kaldırmaya kararhydı
Türkiye’deki Fransız işletmelerinin millileştirilmesine başlangıçta karşı
çıkan Fransız hüküm etijşietm elerinin millileştirilmesine başlangıçta
karşı çıkan Fransız hükümeti Türkiye’nin ısrarı karşısında direnemedi ve
175
1929’da yapılan bir anlaşma ile durumu kabullenmek zorunda kaldı Bu
anlaşmaların ortaya çıkmasında, Fransa’nın düzelen Türk-İngiliz
münasebetlerini gözönüne aldığını söyleyebiliriz. "Nitekim Hatay
meselesinde de böyle olmuştur
Yukarıda Atatürk dönemi Türk dış politikasının temel ilkelerini ve
uygulamalarını aktardığımız dönemin Batı kam uoyunda
nasıl
değerlendirildiğine bakacak olursak şunları söylemek mümkündür
Lozan öncesi Türkiye’nin barış istemediği ve savaştan yana
olduğunu düşünen Batı kamuoyu özellikle İngiliz basım bu tavrım Lozan
görüşmeleri sırasında da sürdürmüştür Ama bu anlayış ve tavır Lozan
barış antlaşması sonrasında değişmiş ve artık Türkiye daha makul bir
ülke ve onun lideri Mustafa Kemal Paşa da ülkesini geri kalmışlıktan
modern bir çağa taşıyan akıllı bir yönetici olarak değerlendirilmiştir
Aynı tür değerlendirmeler Musul Sorunu’nun halledilmesi ile
tekıar dile getirilmiş ve Türkiye’nin saldırgan bir tavır taşım ayan
komşuları ile barış içerisinde yaşamaya dayalı ama bağımsızlığından
ödün vermeyen ve kendini bağlayıcı bir ittifaka girmektense,daima
serbest hareket etmeye ve değişen durumlar m yaratacağı avantajlı
pozisyonlara göre tavır alm aya yönelik politikayı benimsediği şeklinde
olmuştur
Başlangıçta Türk-Rus ilişkileri konusunda endişe duyan ve
Türkiye’nin Bolşeviklerin etkisi altında dış politikalarını belirlediklerini
dile getiren Batı kam uoyu,yaşanan süreç içerisinde bunun doğru
olmadığını anlamıştır M ustafa Kemal Paşa hem Batı ülkeleri ile iyi
ilişkiler içerisine girerek ,hem de Sovyet Rusya ile dost kalarak bunu
başarmıştır
Özellikle Türkiye’nin Milletler C em iy eti’ne girmesinden sonra
yeni Türkiye’nin dış politikadaki imajı, komşuları ile iyi geçinen,
bağımsızlığını korum ada kararlı, ortak savunma paktları oluşturma ve
bölgesinde güvenliğin korunmasından yana, kısacası dünya barışını
korum aya yönelik bir tavır olarak takdir edilmiştir Bu bağlam da
Türkiye’nin Lozan sonrası sorunları görüşmeler yolu ile halletmesinin
önemi özellikle vurgulanmıştır. Çünkü Almanya ve İtalya’nın saldırgan
tavırlar sergilediği,bir dönem de Türkiye’nin değişen dünya şartlarını
176
iler i sürerek görüşmeler yolu ile boğazların statüsünü istediği yönde
değiştirmesi herkes tarafından takdir edilmiştir.
Sonuçta A tatürk’ün Türkiye’si,izlediği dış politika ile kendisini
bulunduğu bölgede barışı amaçlayan ve bölgesinde güvenliğin temini
için vazgeçilm ez bir ülke konumuna getirmiştir
İçinde yaşanılan dönemin İkinci Dünya Savaşının belirtilerinin
ortaya çıkm aya başladığı bir dönem olduğu hatırlanırsa,A tatürk’ün
önderliğinde iki savaş arası T ürkiye’nin yürüttüğü bu akılcı, kararlı ve
barışı esas alan politikaların öneminin,Batı tarafından vurgulanm ası
kaçınılmazdır denilebilir
177
V. BÖLÜM : İNKILÂP HAREKETLERİ
Yukarıdan beri aktarılanlar,Türkiye’nin modernleşme sürecinin siyasal
boyutları hakkında az-çok bir fikir vermek amacını taşımaktadır Bu
bölümde Cumhuriyet Türkiye'sinin yeni çehresini çizmek amacıyla
girişilen çabalar aktarılacaktır Bir toplumun modernleşmesi.evvelâ o
toplumun bunu bir zorunluluk olarak hissetmesiyle yakından ilgilidir
Toplum,karşı karşıya kaldığı meseleleri geleneksel kut um,değer ve
davranış kalıplarıyla çözümlemeyi başaramıyorsa ya değişecek yahut yok
olup gidecektir Türkler,hayranlık verici bir yaşama kudretine sahip bir
topluluk oldukları için birinci yolu seçmişlerdir
Modernleşme sürecine sonradan giren Avrupa dışı dünyanın
modernleşme problemleri ilginç bir çalışma alanı oluşturmaktadır Bu
toplumların hemen hepsi farklı yöntemler geliştirmiş.farklı tercihler ortaya
koymuşlardır
Türkler,Asya’nın bir kısmında ve Afrika’nın hemen tamamındaki
sömürge topluluklarından ve/veya devletlerinden farklı olarak güçlü bir
siyasal ve askeri organizasyona sahip oldukları için batılı değerleri kabul
etmekte zor [anmışlardır. Bu sebeple Türk milletini ve çağdaş Türk
devletini “yeni doğmuş” biı yapı olarak kabul etmek yerine “yeniden inşa
179
edilmiş biı yapı olarak görmek daha doğru,daha isabetli bir davranıştır
Bunu Türkiye'nin hemen hemen her kurumunda gözlemek mümkündür
Meselâ Türk Ordusu kuruluş tarihi olarak Bagatur Kağan m ( Mete Han)
O rdu'yu teşkilâtlandırdığı M Ö. 209 tarihini başlangıç olarak kabul eder
örnekleı i çoğaltmak m üm künJâkat gereksizdir Burada vurgulamak
istediğimiz
esas nokta, modernleşen Türkiye'nin,tarihî köklerinden
kopmadığını vurgulamakta ne kadar hassas olduğudur Modern dünyanın
gerçekleri karşısında ayakta kalmasının mümkün olmadığı açıkça görülen
bit imparatorluktan,çağın dinamikle! ine uygun bir milli devlete geçişi
başarmak elbette kolay olmamıştır ve bu yeniden inşa sürecinin mimarı
olan Bü\İık Mustafâ Kemal Atatürk’e ebediyete intikalinin üzerinden 60
yıl geçtiği halde Türk milletinin gösterdiği büyük muhabbet son derece
anlamhdu
Modernleşmenin gerekli olduğunu gören,dış dünyayı da tanıyarak
bunun gereklerini topluma anlatmaya çalışan bir aydınlar grubunun ortaya
çıkışı bizde 18 Yüzyıl sonlarında başlayan Osman lı yenileşmesi iie
mümkün olmuştur Bu aydınlar grubunun Tanzimat reformlarıyla birlikte
palazlanmaları ve mutlak hükümdarın yani padişahın otoritesiyle
çatışmaya gitmeleri ve İktidarı ele geçirmeleri ise hayli uzun bir zaman
almıştır 1860"laıın ortalarından başlayarak 1923’e kadar devam eden bu
mücadelede.Büyük Atatürk’ün öncülüğündeki modernleştirici aydınlar
grubunun iktidar tekelini ele geçirmeleriyle yeni bir dönemece gelinmiştir
1923'Ten başlayarak günümüze kadar devam eden süreçte Türkiye tam bir
ekonomik ve toplumsal dönüşüm yaşamış,bu dönüşümün bütün
sancılarına göğüs germiştir Köylülükten.şehirliliğe ; tarım topîumundan
bilgi toplumuna ; içe kapalılıktan dışa açılmaya yönelen bir toplumun
bütün bu süreçleri sancısız atlatacağım düşünmek mümkün değildir
Türkiye,günümüzde bütünleşme sürecini yaşamaktadır ve bu süreci de
başarıyla geçeceğinden şüphe etmeyi gerektirecek hiçbir işaret yoktur.
Taıih. günübirlik ya şan m az. m Litem adîdir yani devamlılık gösterir Bu
bölüm bıı devamlılığı tahlil ederek gözler önüne sermeye çalışmaktadır.
180
A -Ç A G D A Ş H U K U K SİST E M İN İN KU R U LM A SI
r
l-H u k u k u n anlam ı ve Başlıca H ukuk Sistem leri
Hııkuk, konuşm a dilinde çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır İyi
dostluk ilişkileri, hak sözcüğünün çoğul hali, bir takım davaların konusu
olan uyuşmazlıkların niteliği ve bu davalara bakan yargı yerlerini
belirtmek için kullanıldığına sıkça rastlamaktayız
Fakat en geniş
anlamıyla hukuk, toplumsal ilişkileri düzenleyen maddi yaptırımlı ve
zorlayıcı niteliği bulunan kurallar bütünüdür
Niteliği ne olursa olsun bir hukuk düzeninin varlığı devlet için
zorunludur Devletler, toplumsal düzeni zorlayıcı nitelikteki taşıyan
hukuk kuralları sayesinde sağlarlar Bir toplumda çeşitli nedenlerle çıkar
çatışmaların meydana gelmesi çok sık görülen bir olaydır
Bu
çatışmaların bazı esaslar dahilinde üst bir güç tarafından giderilmesi ve
bundan doğacak anarşi halinin önlenmesi ; toplumun devamı ve esenliği
için toplumu oluşturan bireylerin faaliyetlerini uyumlu bir hale
getirebilecek bir hukuk düzenin kurulması zorunludur Bu düzen bir
yandan bireysel çıkarların korunması, diğer yandan da çatışan çıkarların
uzlaştırılması yoluyla sağlanır
Hukuk kurallarının değişik işlevleri vardır Toplumda dirlik
düzenliği sağlamak, hukuki güvenliği sağlamak, adaleti gerçekleştirmek
ve toplumun gelişimine kendisini uyduracak tedbirler almak bu işlevlerin
en önemlileridir
Yüzyıllar boyunca çeşitli ülkelerde uygulanmış ve hala
uygulanmakta olan farklı hukuk sistemleri ortaya çıkmıştır H ukuk
sistemlerini en genel biçimde Roma Hukuku, Com m on Law (İngiliz
Hukuku), İslam Hukuku ve Sosyalist Hukuk şeklinde sıralayabiliriz
Bütün bu sistemler ortaya çıkışlarından bir süre sonra tek bir ulusa ve
devlete mal olmaktan çıkarak benimseme ya da benimsetm e yoluyla
çeşitli dünya ulusları arasında uygulama alanları bulmuşlardır Yabancı
biı
hukuk sisteminin
benimsenmesindeki en belirgin özellik,
benimsenmenin isteyerek, bilinçli ve toplumsa! gelişmelerin bir gereği
olarak yapılmasıdır
Bu nedenle benimseme, yabancı biı hukuk
sisteminin ben im seti 1meşinden ve yabancı hukuka ait olguların
181
aktarılmasından farklıdır Yabancı bir hukuk sisteminin benimsetilmesi
ya da zorla benimsetme, bir ülkenin baskı altında tuttuğu bir başkaya
ülkeye kendi hukuk düzenini zoıla benimsetmesidir. Sömürgeci ülkelerin
kendi hukuk sistemlerini sömürgelerine zorla kabul ettirmeleri buna
örnektir Bir hukuk olgusunun aktarılmasına ise A m erik a 'ya göç eden
İngilizlerin Com m on L a w ’u yeni kıtaya götürmeleri örnek olarak
gösterilebilir
Türkiye'de ise Tanzimat Dönemiyle başlayan Batı Hukukuna
yönelişin kısmen benimseme, kısmen de zorla benimsetm e olduğu
söylenebilir
Buna karşılık Cumhuriyet döneminde Batı hukuk
kurallarının alınması zorlama
değil, bilinçli ve toptan benimseme
niteliği taşımaktadır
2-O sm anlı Hukuk Sistem i
Türk hukuk tarihini İslamiyet öncesi dönem, İslamiyet
etkisindeki dönem, Tanzimat dönemi ve Cum huriyet dönemi olmak
üzere dört ana bölüme ayırabiliriz
İslam iyet’ten önce Orta A sya’da kısmen göçebe, kısmen de
yerleşik olarak yaşayan Tiirkler hukuk ve devlet fikrine oldukça erken
bir çağda ulaşmışlardır Büyük at ve koyun sürülerinin beslenmesi ve
güvenlikle) inin sağlanması , geniş otlakların kullanılması,bu sürülerin
sevk
ve İdaresi Bozkır!ı Türk’ün
hukuk fikrine erken dönem de
ulaşmasında etkili olmuştur. Hukuk
kurallarının gelişmesi yerleşik
hayata geçişle paralel bir gelişim çizgisi izlemiştir Bu kuralların yazılı
metinler haline dönüşmesi Uygurlar döneminde hızlanmıştır,dolayısıyla
U ygur’larda diğer Türk topluluklarına nazaran daha gelişmiş bir hukuk
sisteminin olduğu söylenebilir.
İslam hukukuna fıkıh denir Bu hukuk sisteminin Kitap veya
K u r’an-ı Kerim, Sünnet, İcma ve Kıyas olmak üzere dört temel kaynağı
vardır Bu hukuk sistemine “ş e f i lıu k u k ’ denilmiştir Ancak K u r ’an ve
Sünnetten çıkarılan anlamlar 7 ve 9 Yüzyıllara dayandığı için İslam
hukuku donmuş ve nakli bir hukuk sistemi niteliğine bürünmüştür
182
lin k le r in
İslam iyet’in
kabul
etmelerinden
sonra
hukuk
sistemleri de İslami bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Çünkü İslamiyet
sadece bir din değil, aynı zamanda bir devlet ve hukuk düzenidir
Osmanlı
Devletimin
kuruluşundan
Tanzimat’a kadar
geçen
sürede
yürürlükte bulunan hukuki hükümler çoğunlukla dini kurallardan oluşan
özel hukuk kurallarından olup, kişiye ve aileye ilişkin kurallardan
oluşm aktadır Buna karşılık bazı mal ilişkilerindeki örf ve adetten gelm e
kurallar
da
hukuki
hükümler
olarak
değerlendirilmektedir
Cezai
hükümlerde ise temel esas şeriatın emirleri olmakla birlikte, bazı konular
ve cezalar şer’i uygulamalardan kısmen ayrılarak devrine göre ya
hafifletilmiş
ya
da
şiddetlendirilmişim.
Yönetimle
ilgili
hükümler
devletin teşkilatına, arazisine, vergilerine ve reayaya ilişkin kurallardır
Bu alanda dini kuralların etkisi diğer alanlara göre daha azdır
Özel hukuk alanında tümüyle dini bir nitelik taşıyan Osmanlı
hukuk sisteminde kamu hukukunda aynı durum söz konusu değildir
Devlet yönetiminde hemen her gün ortaya çıkan değişik ihtiyaçlar, İslam
hukukunun
donmuş
kalıpları
dışma
yapılmasını zorunlu kılmıştır
çıkılarak
yeni
düzenlemelerin
Bu zorunluluk sonucu ulema, şeriatın
Özüne dokunmamak şartıyla egemenlik hakkına sahip olan “ sultanlara”
bu
konuda
istedikleri
gibi
davranma
yetkisini
vermiştir
Osmanlı
padişahlarının bu yetkiye dayanarak ortaya koydukları hukuka “örf-i
h u k u k ’ adı verilmiştir. Padişahların çıkardıkları en önemli “ örfî hukuk”
belgeleri (kanunnameler)
Fatih Sultan M ehmet ve Kanuni Sultan
Süleyman dönem ine aittir Bu tür kanunnameler çıkarılırken genellikle
memleketin
düzenlemenin
örfi
göz
şeriata
önünde
aykırı
tutulmuşsa
da,
olmadığını
çoğu
k ez
kanıtlama
yapılan
yoluna
gidilmiştir. 1'7.Yüzyıldan itibaren Osmanlı DevSeti’ndeki gerileme tüm
alanlarda olduğu gibi hukuk sisteminde de kendisini hissettirmiştir
Yeteneksiz padişahların iş başında bulunduğu dönem lerde yeni örf-i
düzenlemeler yapılmamış ve sonuçta şer’i hukuk kurallarının alanı
genişlemiştir
Böylelikle 19 Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin
teokıatik niteliği daha da ön plana çıkmıştır
183
Osmanlı hukuk sisteminin bu durumu Tanzimat dönem ine değin
devam etmiştir Çağdaş anlamdaki kanunlaştırma h areketleri1 ilk kez
Tanzimat
Fermanının
yayınlanmasından
sonra ’ başlamıştır
Bu
dönemdeki kanunlaştırma hareketleri sonunda bazı alanlarda tam am en
yerli nitelikte ve yürürlükteki dinsel hukuk düzenini çağdaşlaştırm ak
yoluyla kanunlaştırmaya gidilirken, bazı alanlarda ise tam am en yabancı
kanunların benimsenmesi yoluna başvurulmuştur. İlk düzenlemeler ceza
hukuku alanında görülmüştür Ceza kanunnamesi 1850, 1854 ve 1858
yıllarında üç kez tadil edilerek geliştirilmiştir. 1958 yılındaki tadilat
tamamen Transız Ceza kanunundan alınmıştır Böylelikle cins ve
mezhep faikı gözetilmeksizin tanınmış olan can ve mal güvenliği ile ırz
ve namus dokunulmazlığı cezai yaptırımlarla güvence altına alınmıştır
1850 yılında Ticaret mahkemelerinin kurulmasından sonra ilk
Ticaret Kanunnamesi yayınlanmıştır Bu kanunla ekonom ik hayatın
gelişmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır Bir başka kanun ise 1857
yılında yayınlanan Arazi Kanunnamesidir Bu kanunla T anzim at’ın
temel İlkelerine uygun olarak toprak mülkiyeti kurumu oluşturulmuştur.
Arazi Kanunnamesi Tanzimat döneminin en orijinal ve en yerli
kanunudur.
Bir diğer önemli düzenleme medeni hukuk alanında
gerçekleştirilmiştir Ahmet Cevdet Paşa tarafından hazırlanan ve 1876
yılında yürürlüğe giren “ Mecelle-i Ahkam-ı A dliyye” ya da kısaca
‘‘M ecelle’ İslam dünyasının ilk medeni kanunudur Tamamen İslami
nitelik taşıyan M ecelie’nin çağdaşı olan diğer medeni kanunlara göre
önemli eksiklikleri vardı. İlk olması hesabıyla ileri bir adım olmakla
birlikte, vakıf, aile ve miras hukukları bulunmamakta ve eşya hukukuyla
ilgili bölüm son derece yetersizdi
1856 İslahat Fermanının yayınlanmasından sonra hukuk
alanındaki yeniliklerin ve Batı hukukuna yönelişin hız kazandığını
söyleyebiliriz. Bu dönemde ticaret, ceza ve sulh m ahkemeleri için
Fransız ve İtalyan örneklerinden yararlanılarak yeni usul kanunları
hazırlanmıştır. Yine çok önemîi bir adım olarak şeriat, cemaat, ticaret ve
konsolosluk mahkemelerine ek olarak görevi sınırlı da olsa N izamiye
Mahkemeleri kurulmuştur Laik nitelikli N izam iye M ahkem elerinin
1 K a n u n l a ş ı n ııra: D a ğ ı n ı k b ir d u r u m d a v a r o l a n y a z ı l ı v e y a y a z ı s ı z b ü t ü n h u k u k
kuralların ı birleştirm ek : ted v in etm ek ; kodifîk asy o ıı d e m e k tir
184
kurulmasına karşın adli alandaki çokluk ve karışıklık giderilememiş,
aksine biraz daha artmıştır
T anzimat dönem inden itibaren gerçekleştirilen adli
ve
kanunlaştırma alanındaki >eniiiklerin tam anlamıyla am acına ulaştığım
söylemek m ümkün değildir
Her şeyden evvel yeni geliştirilen
mevzuatın kendi içinde birlik ve tutaridık sağlanamamıştır Öte yandan
devlette zaten bozuk olan hukuk birliği iyice parçalanmış ve yabancı
devletlerin bİı ölçüde yargı hakkına sahip olmalarıyla egemenlik
anlayışına büyük bir darbe vurulmuştur Tanzimatçıların reformları
gerçekleştirirken hem ulemayı kollamak için şeriatı g öz önünde
bulundurmaları, hem de Batının sempatisini ve yardım ım kazanm ak
istemeleri hukuk reformunun istenilen düzeye ulaşmasını ve toplumsal
sorunları çözmesini engellemiştir. Ayrıca hukuk birliğini sağlamak için
yola çıkan Tanzimatçılar, hukuk daha da parçalanmasına engel
olamamışlardır Yeni kanunların çıkarılmasına karşı eski kuralların
varlığını koruması yüzünden hemen her alanda olduğu gibi hukuk
alanında da kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış ikili sistem ortaya
çıkmıştır Bu nedenle imparatorluk sınırları içinde yaşayan çeşitli
unsurların tek çatı altında toplanması ve Osmanlıcılık ideolojisinin
hayata geçirilmesi çabaları sonuçsuz katmıştır
Tüm olumsuzluklara karşın bazı olumlu adımların da atıldığı bir
gerçektir
Heı şeyden evvel yeni kanunlar
ve bu kanunlardan
kaynaklanan anlayış ile hukuksal eşitsizlikler giderilmiş ve kam u
hizmeti düşüncesi belirmiştir. Kanunlaştırma kavramı ilk kez çağdaş
niteliğiyle tanınmış ve yerleşmiştir Yargılama yöntemleri geliştirilmiş
ve yeni
mahkemeler kurulmuştur. Ayrıca Osmaniı vatandaşlarının
hukuksal
durumu ilk kez çıkarılan vatandaşlık kanunu ile belli bir
düzene sokulmuştur
Tanzimat Fermanıyla birlikte ortaya çıkan tüm
olumlu ve
olumsuz gelişmeler sonunda cumhuriyet dönemine kadar devam edecek
olan bir Batılılaşma süreci başlamıştır Bu niteliğiyle Tanzimat dönemi
hukuk reformları Atatürk dönemi hukuk devriminin ilk ve önemli bir
deneyimini teşkil etmiştir
185
3 - C u m h u r iy e t D önem i H u k u k d e v rim i
K urulm ası
ve Yeni H u k u k D ü ze n in in
Cumhuriyetin d e v r a l d ı ğ ı hukuk sisteminin özelliklerini kısaca
Özetleyecek olursak, bir hukuk birliğinden ve ihtiyâçları karşılayabilecek
kanunların bulunduğundan söz etmek m ümkün değildir
Dinin
etkisindeki Osman!ı hukuk sistemi çağın gerisinde ve sorunları
çözmekten uzaktı. Bir imparatorluk hukuku olduğu için ulusal devletle,
monarşiyle özdeşleştiği için de genç cumhuriyetle
bağdaşmıyordu
Ayrıca yargılama yöntemleri çok ilkeldi ve çağın oldukça gerisinde idi,
Bütün bu gerekçeler sonunda Türkiye’nin yeni bir hukuk
sistemi kurması ve bunun için d : Batı hukukuna yönelmesi kaçınılmaz
bir adım olmuştur. Batı hukukuna yönelme ve bu sistemle ilgili
kanunları almanın zorunluluğunu Mustafa Kemal Paşa, daha Milli
Mücadele yıllarında dile getirmiştir Mustafâ Kemal Paşa, 1 Mart
1922’de Meclisin
açılış konuşmasında,
adi iyeye verilen öneme
değinmiş ve adliyenin bütünüyle uygar sosyal hayatın düzeyine
çıkarılması gerektiğini, bunun için mevcut kanun ve usullerin
düzeltileceğini ifade etmiştir
Yine aynı konuşm ada M e ce lle’nin
yetersizliği üzerinde durmuş, hakimlerin durumlarının düzeltileceğini ve
yeni hukukçular yetiştirilmesi için bir hukuk mektebinin kurulacağını
açıklamıştır Gerçekten laik ve çağdaş esaslara dayalı bir cumhuriyet için
çağm gereklerine uygun ve toplum sal gelişmeye zemin hazırlayan bir
hukuk sisteminin kurulması bir zorunluluktur
Yeni hukuk sisteminin kurulmasıyla ilgili ilk ciddi adım 1925
yılında A nkara’da Hukuk M ektebi’niıı açılmasıdır Mustafa Kemal Paşa
okulun açılışında yaptığı konuşm ada yeni kanunlara duyulan ihtiyaca bir
kez daha değinmiş ve bu kurumun yeni hukuk nesli yetiştirmek için
açıldığını ifâde etmiştir
Ama asıl devrim sayılabilecek adımların atıldığı yıl 1926’dır
Bu yıl içerisinde Batıdan alman kanunlarla Türk hukuk sistemi yepyeni
bir çevreye girmiştir Alınan kanunlar şunlardır:
a ) T ü r k M e d e n i K a n u n u : Cumhuriyetin ilanından sonra
Batıdan alman kanunlar arasında Medeni Kanun kuşkusuz en fazla
dikkate alınması gereken kanundur Çünkü Medeni Kanun insanla ve
186
toplumla doğrudan ilişkili ve istisnasız bütün bireylerin yaşam mı
doğrudan etkileyen hukuk alanıdır Medeni Kanun kişinin doğumundan,
hatta doğum öncesi ana rahmine düşmesinden başlayarak ölümünden
sonraya kadar, özel hukuk açısından önemli olan tüm yaşam ilişkilerini
düzenleyen, toplum ve insan yaşamında çok önemli bir kanundur
Osmanlı D evleti’nin ilk medeni kanunu bilindiği gibi 1876’da yürürlüğe
giren Mecelle idi M e ce ü e'n in yetersizliği Osmanlı Devletimin son
yıliannda anlaşılmış ve İttihatçı hükümet 1917 yılında Aile Hukuku
Kararnamesini yayınlamıştır Bu kararname ile erkeğin mutlak boşanma
iıakkma ve yine erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine sınırlamalar
getirilmiştir Aile Hukuku Kararnamesinin sadece Türk-M üslüman
unsurlar için değil, dini veya mezhebi ne olursa olsun tüm Osmanlı
vatandaşları için bağlayıcı nitelik taşıması, gerek İttihatçı karşıtlarının
ve gerekse azınlıkların tepkisine yol açmıştır Kararname bu tepkiler
sonucu İstanbul'un İtilaf Devletlerinin kontrolünde bulunduğu bir
dönemde,, bu devletlerinin baskısıyla 1919 yılında kaldırılmış ve
Mecelle yeniden uygulamaya konmuştur
Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda hemen heı alanda
olduğu gibi hukuk alanında da yeniliklere girişilmiş ve yapılacak
yeniliklerle ilgili komisyonlar kurulmuştur Özgün bir medeni kanun
hazırlamak için kuruluna komisyonun başarılı olmaması üzerine, gerek
hukuk d e \ r imini bir an evvel geıçekleştiımek, gerek Lozan Barışının
yükümlülüklerinden kurtulm ak' ve gerekse hazır bir kanunun
alınmasının kolaylığından yararlanmak amacıyla İsviçre Medeni
Kanununun alınmasına karar verilmiştir
Kısa bir süre sonra İsviçre Medeni Kanunundan iktibas edilen
kanun, 17 Şubat 1926’da T B M M ’de görüşülmüş ve 743 sayılı Türk
Medeni Kanunu olarak kabul edilmiştir Bundan iki ay kadar sonra 22
Nisan 1926’da ise bu kez Medeni Kanunun devamı niteliğindeki Borçlar
Kanunu da çıkarılmıştır
2 to zan
B arış A n tla şm a s ın a g ö re
Iü rk iy e.
5 yıl i ç i n d e h u k u k k u r a l l a r ı n ı
y a rg ıla m a u su llerin i A v r u p a 'n ın stan d a rtların a ulaştıracak tı
hükmün
hukuk
sö y len em ez
d ev rim i
Çünkü
ve
M ustafa
B atı
k an u n ların
K em al Paşa,
alınm asında
daha
Lozan
B u n u n la birlikte
belirleyici
B arışı
ve
bu
old u ğ u
im zalan m ad an
B a t ı d a n ç a ğ d a ş k a n u n la r ı n a lın m a s ı g e r e k ti ğ in e işaret e tm iştir
187
Medeni Kanunun İsviçre’den alınmasının çeşitli nedenleri
vardır Bunların en önemlisi İsviçre Medeni Kanununun Batıda en son
kabul edilen ve en son yürürlüğe giıen medeni kanun olmasıdır. Yine
kanunun laik ve çağdaş olması, akla ve bilime dayanması,
açık ve
anlaşılır bir dille yazılmış olması, pratik ve esnek olması ve yargıca
takdir hakkı tanıması tercih edilmesindeki diğer etkenlerdir Ayrıca
dönemin Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat (Bozkurt) B e y an
İsviçre'de hukuk öğrenimi görmüş olmasının etkisinin olduğu bir
gerçektir
Medeni Kanunun kabul edilmesiyle Tüık aile yapısında önemli
değişiklikler meydana gelmiştir
Yeni ve ileri bir aile düzeni
yaratılmıştır Çok kadınla evlilik yerine tek kadınla evlilik ve evlilikte
erkek ile kadın arasında eşitliğin getirilmesine çalışılmıştır Kanun ile
ailenin kurulması (Evlenme) ve bozulması (boşanma) devlet kontrolüne
alınmış ve miras konusunda kız ve erkek çocuklar arasında eşitlik
sağlanmıştır Bu arada evlenme akdi dini bir hüviyetten laik bir yapıya
kavuşturulmuştur
Sadece Türk ve Müslümanlaı için değil, tüm
vatandaşlar için bağlayıcı nitelik taşı>an Türk Medeni Kanunu ile
Patrikhanenin dünyevi yetkileri de kısıtlanmıştır.
b)T ürk C eza Kanunu: 1 Mart 1926’da T B M M ’nde kabul
edilen ve 1 temmuz 1926’da yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu,
İtalya’dan alınmıştır
c) Türk Ticaret Kanunu: 29 Mayıs 1926’da kabul edilen bu
kanun Alman I icaret Kanunundan etkilenerek hazırlanmıştır
ç)H ııkuk
M uhakem eleri
Usulü
Kanunu:
Bu
kanun
İsviçre'nin Neuchatel Kantonundan alınmış ve 18 Haziran 1926’da
T'BMM’nde kabul edilmiştir
d)C eza M uhakem eleri U sulü K anunu:4 N isan 1929’da kabul
edilen bu kanun A lm any a’dan Tür alınmıştır
e)İcra ve İflas K anunu: Nisan 1929’da çıkarılan bu kanun
Adliye Vekili Mahmut Esat Bey başkanlığındaki bir komisyon
tarafından hazırlanmıştır
188
f)D eniz T icareti Kanunu: Alman kanunları örnek alınarak
hazırlanan Deniz Ticareti Kanunu. 33 Mayıs 1929"da kabul edilmiştir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki ; Cumhuriyetin ilk yıllarında Batı
kanunların alınması T anzimat döneminin aksine bir zorla benimseme ya
da benimsetme değil, bilinçli ve programlı bir benimsemedir Yine
Osmanlı dönemi reform larından farklı olarak eski hukuk sistemi tümüyle
kaldırılmış ve yerine yepyeni bir hukuk düzeni kurulmuştur. Bu yönüyle
yeni kanunların toplumun ihtiyaçlarının karşılanması açısından daha ileri
bir adım olduğunu söyleyebiliriz
Ağırlıklı olarak 1926 yılında gerçekleştirilen hukuk
devi imiyle Türk Hukuk sistemi laik, çağdaş ve ihtiyaçları karşılayacak
bir yapıya kavuşturulmuştur Türkiye bu sayede kesin olarak ¡slami
Hukuk çevresinden çıkmış, Batının dayandığı Roma Hukuku çevresine
girmiştir Yeni hukuk düzeninin kurulmasıyla hukuk birliği sağlanmış ve
imparatorluktan ulusal devlete geçiş süreci hızlanmıştır Özellikle
Medeni Kanunun kabul edilmesiyle yeni bir insan tipi ve toplum modeli
için çok Önemli bir adım atılmıştır. Bu insan tipi ve toplum modeli
cumhuriyetin dayandığı temel unsurlar olmuşlardır Yine medeni kanun
yüzyıllarca geri planda kalmış ve yok sayılmış Türk kadınının sosyal ve
ekonomik haklar elde ederek, çağdaş dünyada saygın bir yer elde etmesi
için önemli bir basamak olmuştur
Türk kadını medeni kanunun
sağladığı oltamdan yararlanarak 1930 yılında belediye seçimlerine. 1934
yılında ise milletvekili seçimlerine katılma hakkını elde etmiştir
Böylece siyasal açısındârTAvı upü ülkelerinin çoğunun kadınlarına göre
daha ilen Haklara kavuşmuştur.
Bütün bunlarla birlikte kadın-erkek eşitliğinin mutlak olarak
sağlandığını, tüm toplumsal sorunların çözümlendiğini ve eski
alışkanlıkların tümüyle terk edildiğini söylemek m üm kün değildir
Çünkü günüm üzde bile eski uygulamalar hala devam etmektedir Kız
kaçırma, birden fazla kadınla evlilik, başlık parası, dini nikah gibi
uygulamalara pek sık olmasa da rastlanmaktadır Bunun nedeni kanunun
yetersizliği değil, Türkiye’nin sosyo-küitüreİ ve ekonom ik koşullarıdır
Devletin çeşitli nedenlerle tam olarak ulaşamadığı yörelerde, ortaya
çıkan
boşluk geleneklerle
doldurulmaya çalışılmakta
ve eski
alışkanlıklardan vazgeçilmemektedir, Medeni Kanun başta olmak üzere
189
tüm ilgilidir kanunların uygulama alanı bulması, ancak devletin topluma
ulaşması ve kendisini hissettirmesiyle mümkün olabilir Bundan dolayı
kanunların başarısı ve tüm bölgelerde aynı derecede uygulanabilmesi
devletin olanakları ve niteliğiyle çok yakından ilgilidir.
4--Türk anayasaları
a)A nayasa, nın A nlam ı ve Tarihçesi
Anayasa en genel biçimde; devletin temel yapısını, yönetim biçimini,
devletin temel organlarını, bunların biıbirleriyle ilişkilerini, kişilerin
devlete karşı, devletin kişilere katşı olan hak ve görevlerini düzenleyen en
üst yasadır Daha açık bir ifadeyle anayasa; devleti kuran ve devletin tüm
işlevlerini >erine getirirken bağlı olduğu üst hukuk kuralıdır
Dünyada
anayasal
süreç
veya
iktidarın
sınırlandırılması,
İngiltere’de 1215 yılındaki Magna Carta ile başlamasına karşın çağdaş
anlamda ilk yazılı anayasa Amerikan Bağımsrzlık Savaşı sonrasında
oluşturulan A B D anayasasıdır Bununla birlikte 19 ve 20. Yüzyıllara
damgasını vuran ve başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı etkileyen
anayasal süreç Fransız Devrimi ile ortaya çıkmıştır
O smanh D evleti’nde ise 1808 yılındaki Sened-i İttifak iktidarın
sınırlandırılması anlamında düşünülerek anayasa) sürecin başlangıcı
olarak ele alınmasına karşın, bu belgenin demokratik ve anayasal bir
geleneğin oluşmasına doğrudan bir katkı sağlamadığı da gerçektir
Çünkü Sened-i İttifak ile padişahın yetkileri kısıtlanmakla birlikte birer
feödal deıebey kimliğinde olan ayanların da varlıkları yasallaştırılmıştır
Kısacası bu kısıtlama demokrat,k bir nitelikten çok, merkezi otoritenin
sarsılmasının kağıt üzerine yansıması olarak görülebilir Kaldı ki,
padişah il Mahmut ilk fırsatta ayanların gücünü yok etmiş ve imzaladığı
belgeyi geçersiz kılmıştır
Fakat Tanzimat Fermam Türkiye’deki anayasal gelişmeler açısından
Önemli bir basamaktır Tanzimat Fermanı bîr anayasa olmamakla
birlikte, anayasal bir yönetim için mücadele eden aydınların yetişmesine
sağladığı katkı ile anayasal bir dönem için önemli biı adım olmuştur
190
Tanzimat Osmaıılı dünyasına giren Batı’nın liberal ve demokratik
akımların etkisinde kalan Genç Osmanlılar adı verilen hareket. T ürk
toplumuııun ilk anayasası olan 1876 Kanuıı-ı Esasisi’nin yürürlüğe
girmesinde büyük rol oynamıştır.
b) 18 76 O sm anlı K anun-t Esasisi
Mithat Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından hazırlanan ve
23 Aralık 1876’ta padişah II A bdüibamit tarafından ilan Kanun-ı Esasi
ile Osmanlı Devleti Tide i Meşrutiyet dönemi başlamıştır. Türk
demokrasi tarihinde ilk olması açısından ileri adım olmakla birlikte 1876
Anayasası. B a tfd ak i çağdaşlarına
göre ger eke hazırlanış şekli ve
gerekse içeriği açısından önemli eksiklikler taşımaktadır Her şeyden
evvel Batı anayasaları toplumsal bir hareketin bir sonucu olarak ortaya
çıkarken, Osmanlı anayasası bir avuç aydının mücadelesi sonunda,
padişahın iradesine bağlı olarak yürürlüğe girmiştir Bu nedenle de
aydınların gücünün kırılmasına paralel olarak anayasal hakların askıya
alınması da gerçekleşmiştir
Fakat asıl olarak anayasa, an lam m m aksine hükümdarın yetkilerini
sınırlandırma ve iktidarın paylaşılması konularında son derece
yetersizdir
Öyle ki.
1876 Anayasasına göre bir parlamento
oluşturulm asına karşın
(Meclis-i Umumi= Heyet-i Ayan- Heyet-i
Mebusan) yasamada son söz meclise değil, padişaha aittir Ayrıca
yürütme yetkisini elinde bulunduran hükümet, yine meclise değil,
padişaha karşı sorumludur Padişaha meclisi istediği zam an dağıtm a
yetkisinin verilmesi de bir başka sakıncalı hükümdür, Bu arada biı
hukuk devleti için son derece kaygı verici bir m adde olan 113. maddenin
varlığı da diğer bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır Bu maddeye göıe
padişah, istediği kişi veya kişileri herhangi bit yargı kararı olmaksızın
yurt dışm a sütgiin edebilecekti 1876 Kanun-ı Esasisi’nin çağdaş
anayasalara göre geri olmasında rol oynayan hükümler bunlarla sınırlı
değildir Anayasada temel hak ve özgürlükler çok sınırlı tutulduğu gibi,
siyasal parti kurma ve siyasal faaliyetlerde bulunmak la ilgili herhangi
biı düzenleme yapılmamıştır
O smanlıcılık anlayışının izlerinin çok açık görüldüğü anayasada
Meclis-i Umumi adıyla toplanması kararlaştırılan parlamentonun, Heyetİ Ayan ve Heyet-i Mebusan isimlerini taşıyan iki bölümden
191
oluşturulması öngörülmüştür
Meclis-İ Ayan üyelerinin padişah
tarafından kayd-ı hayat şartıyla’ atanması kabuk edilirken, Meclis-i
M ebu san’ın seçimlerle belirlenen üyelerden oluşması
hükmü yer
almıştır Devletin dini İslam ve resmi dil Türkçe’ olarak belirtilmesine
karşın, dini ve mezhebi ne olursa olsun Osmanlı vatandaşı olan herkesin
eşit tutulacağı ifade edilmiştir.
Anayasanın ilan edilmesinden kısa bir sonra 8 Mart 1877”de
Osmanlı parlamentosu toplanmış ve çalışmalarına başlamıştır Ancak
1977-1878 Osmanlı-Rus Savaşındaki bozgun parlamento ile II
Abdülhamit arasındaki İlişkileri gerginleştirmiş ve bunun sonunda
padişah anayasada kendisine tanınan yetkiyi kullanarak 1878’in Şubat
ayında meclisi feshetmiştir Aynı tarihte anayasa da rafa kaldırılmış ve
böylelikle 1 Meşrutiyet dönemi sona ermiştir
Yaklaşık 30 yıl süren mutiakiyet rejimi 23 Temmuz 1908’de II
Meşrutiyetin ilan edilmesiyle sona ermiş ve 1876 Anayasası yeniden
uygulamaya konularak, anayasalı tnonaışik rejime bir kez
daha
geçilmiştir Meşruti rejime karşı bir ayaklanma niteliği taşıyan 31 Mart
Olayım takip eden günlerde, S Ağustos 1909’da Kanun-ı Esasinin bazı
maddelerinde değişiklik yapan teklif parlamentoda kabul edilmiş ve
yürürlüğe
girmiştir.
Bu
değişikliklerle
padişahın
yetkileri
sınır land irilmiş, yasamada son meclise ait olmuş ve bir anlamda
parlamento hükümdara karşı güçlendirilmiştir Ayrıca yürütme meclise
karşı sorumlu hale getirilirken, yurttaşlara siyasal parti kurma, siyasal
faaliyetlerde bulunma ve toplantı yapma özgürlükleri sağlanmıştır.
c) 1921 Teşkilat-ı E sasiye Kanunu
23 Nisan 1923 tarihinde A nkara’da T B M M ’nin açılmasıyla
A n adolu’da yeni bir Türk Devleti kurulmuştu Osmanlı Devleti’nden
farklı
olarak
milli
egemenlik
ilkesine
dayanan
bu
devletin
teşkilatlanması ve İşleyişi de doğal olarak farklı bîr zemine oturtulması
düşünülm üştü
Önceleri
5 Eylül 1920’de kabul edilen Nisab-ı
Müzakere Kanunu ile çalışmalarını sürdüren ve kararlar alan TBMM, 20
Ocak 1 9 2 1 d e kabul edilen Teşkiiat-ı Esasiye Kanunu iie anayasal bir
çizgiye çekilmiştir T B M M ’nin kurucu meclis sıfatıyla hazırladığı ve
olağanüstü bir dönemin ürünü olan, aynı zam anda da
Yeni Türk
192
Devletinin İlk anayasası niteliği taşıyan bu üst hukuk kuralının ilk
m addesinde egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu ifade
edilmiştir Böylece Türk tarihinde ilk kez milli egemenlik ilkesi som ut
olarak ortaya konulmuş ve padişahın ¡iadesi yerine millet iradesi
geçmiştir 23 maddeden meydana gelen bu anayasada olağanüstü
koşullardan dolayı güçler birliği ilkesi benimsenmiş ve yasama ile
yürütm enin
VBM M ’nin
içinden
çıkacağı
ortaya
konulmuştur
Anayasanın 3 Maddesi ise aynen şöyledir: “ Türkiye Devleti, Büyük
Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti Büyük Mi!iet Meclisi
Hükümeti ünvamnı taşır'"’ Bu hükümden de anlaşılacağı gibi Osmanlı
hükümeti yok sayılmakta ve ulusun tek temsilcisinin T B M M olduğu
vurgulanmaktadır
Biitün bunlara karşın saltanat makamına karşı herhangi bir som ut
olumsuz bükme yer
verilmemiştir Ayrıca aynı dönem de Osmanlı
Kanun-ı Esasisi5nin de yürürlükte bulunması, çift anayasalı bir dönemin
ortaya çıkmasına yol açmıştır Osmanlı Anayasasının,, 1921 Teşkiiat-ı
Esasiye Kanunu ile çelişmeyen hükümlerinin varlığı inkar edilmemiştir
Ayrıntılı bit şekilde hazırlanmayan bu anayasada hak ve Özgürlükler gibi
temel konulaı ın düzenlenmemiş olması da, Osmanlı anayasasının
yürürlükte bulunmasına bağlaııabiiiı
Çünkü Osmanlı anayasasında
düzenlenen bu konulara yer verilmesine gerek görülmemiştir
ç)İ9 2 4 Teşkilat-ı E sasiye Kanunu
1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldın İmasıyla Osmanlı
Kanun-ı Esasisi de resmen yürürlükten kalkmış ve sadece 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu varlığını sürdürül duruma gelmiştir A ncak Saltanatın
kaldırılmasından somaki dönem de
A nkara’nın başkent olması.
Cumhur iver'in ilan edilmesi ve Halifeliğin kaldırılması gibi gelişmeler
karşısında 1921 Anayasası da tartışılır hale gelmiştir. Yeni bir Anayasa
için hazırlıkların tamam lanm asından sonra 1924 Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu 11 T B M M tarafından kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir.
20 Nisan 1924 tarihinden İtibaren uygulamaya konulan yeni
A nayasada da Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmezliği üzerinde özellikle
durulmuş ve “ güçler bitliği” ilkesi 1921 ’deki kadar katı olm amakla
birlikte yine korunmuştur 1921 Anayasasında olduğu gibi egemenliğin
kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu ve ulus adına egemenliği kullanacak
193
olan tek gücün T.B M M olduğu bir kez daha vurgulanmıştır. 1921
Anayasasına göre daha kapsamlı ve ayrıntılı olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye
Kanununda, Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan özgürlük anlayışı
benimsenirken bu özgürlüklerin kısıtlamasının da ancak kanunla
yapılabileceği hükmüne yer verilmiştir. Ancak sınırlamanın ne ölçüde
yapılacağının açıklanmaması, iktidarın bu alanda geniş yetkiler elde
etmesine ve sonraki yıllarda sorunların doğmasına neden olmuştur
1921 A nayasasında yer almayan bir başka hüküm ise
anayasanın nasıl değiştirileceğine dâir kesin açıklamanın yapılmasıdır
Buna göre 1/3 üyenin değişiklik teklifi sonunda oylamaya geçilebileceği,
2/3 üyenin ise kabul oyu vermesi ile anayasanın ilgili maddesinin
değiştirilebileceği hükme bağlanmıştır.
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, o yılın koşulları gereği laiklik
ilkesine aykırı maddelere de yer verilmiştir Bunlar devletin resmi
dininin İslam olarak belirtilmesi; T.B M M ’nİn görevleri arasında “ Din
işlerini düzenler” hükmünün de bulunması; Cumhurbaşkanı ve
Milletvekillerinin yemin metinlerinin dini ifadeler taşımasıdır
1928 yılında A nayasada yapılan değişiklikle laikliğe aykırı olan
bu hükümler kaldırılmış ve Türk Anayasasının laikleşmesi sağlanmıştır.
Yine 1937 yılında Atatürk İlkeleri (ve tabi laiklik de) anayasaya girmiş
ve bu ilkeler devletin niteliğini oluşturmuşlardır.
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1928, 1934, 1937 ve 1952
yıllarında
yapılan
değişikliklerle
1960 yılına değin
varlığını
sürdürm üştür Türkiye Cumhuriyetinin en sivil anayasası niteliğindeki
bu anayasa .36 yıl yürürlükte kalarak bugüne kadar ki en uzun Ömürlü
anayasa olma özelliğini taşımaktadır.
d)196I A n ay a sası
1921 Anayasası 1960 yılına kadar-varlığını sürdürmesine karşın
1950 den sonraki siyasal gelişmeler karşısında ortaya çıkan sorunları
çözmekte yetersiz kalmıştır Her ne kadar Fransız ihtilalinin saçtığı
evrensel hak ve özgürlüklere yer verilmişse de insan haklan konusunda
II Dünya Savaşından sonra gelişen yeni ilkeleri kapsamaması
anayasadaki önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır II Dünya
Savaşından somaki yıllarda yayınlanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Evrensel Bildirisi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan
194
temel hakların güvenceye alınması hukuksal bir zorunluluk haline
gelmiştir
Ayrıca özgürlüklerin sınırlandır ılınası konusunda iktidara geniş
yetkiler tanınması, anayasaya aykırı kanunların iptal edilmesi konusunda
bağımsız bir üst yargı organının bulunmaması, bir başka deyişle yasama
organının işlemlerinin yargısal denetime tabi tutulması konusunda
çağdaş
düzenlemelerin
yapılm amış
olması
1924 Anayasasının
yetersizliğini tartışılmaz bir şekilde ortaya çıkarmıştır
27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri müdahale ile 1924 anayasası
da geçersiz sayılmış ve yeni bir anayasa için hazırlıklara başlanmıştır.
Bu amaçla Temsilciler Meclisi ve Milli Birlik komitesinden oluşan iki
kanatlı bir “ Kurucu Meclis’1 oluşturulmuştur
Temsilciler Meclisi
tarafından hazırlanan anayasaya MBK tarafından son şekli verilmiş ve 9
Temmuz 1961 ’de halkoyuna sunularak kabul edilmiş ve yürürlüğe
girmiştir
Halkoylaması sonucu kabul edilen ilk Türk Anayasası olan 1961
A nayasasında Cum huriyet ve Egemenliğin ulusa ait olduğu bir kez daim
vurgulanmıştır
Anayasayla ilk kez ılımlı güçler ayrılığı ilkesi
benimsenerek parlamenter bir sisteme doğru gidilmiştir
Y asama organı olan T B M M , 1924 Anayasasından farklı
olarak iki kanatlı hale getirilmiştir. Bunlar Millet Meclisi ve Cum huriyet
Senatosu dur
Tüm üyeleri seçimle belirlenen Millet M eclisim in
yetkileri daha geniş tutulmuştur Y ürütmenin T B M M içinden çıkacağı
belirtilmekle beraber,
Başbakan dışındaki bakanların
gerekirse
T B M M dışından da görevlendirilmesi uygun görülmüştür Ayrıca
C um hurbaşkanına Millet Meclisim i feshetme yetkisi de verilmiştir
Yargı her açıdan bağımsız hale getirilmiş ve yargıç güvencesi
sağlanmıştır
Daha da önemlisi T B M M . ’nin çıkardığı yasaların
anayasaya uygun olup olmadığının yargısal denetimi için Anayasa
Mahkemesi kurulmuştur
Hak ve özgürlüklerin sınıflandırılmasına bir ölçü getirilmiş
ayrıca 1924 Anayasasına göre ek olarak ekonomik, sosyal ve siyasal
haklar tanınmıştır. İlk kez tam olarak sendikalaşma olanağı tanınmış,
grev ve toplu sözleşme hakkı getirilmiştir Başta üniversiteler ve TRT
olmak üzere çeşitli kurumların özerkleştirilmesi yoluna gidilmiştir.
Türkiye Cumhur iyeti’nin en özgürlükçü anayasası olarak
nitelenen 1963 Anayasası, 1965 yılından so m a ortaya çıkan siyasal ve
195
ekonomik sorunlar hale gelmiştir ya da getirilmiştir Bunun nedeni
kimilerine göre tanınan hak ve özgürlüklerin o dönemde çok geniş
tutulması; kimilerine göre ise bu hak ve Özgürlüklerden dolayı gelişen
muhalefetin sindirilmek istenmesidir Fakat ne olursa olsun Türkiye
!970"den sonra yeniden ciddi bir anayasal bunalıma girmiş ve ilk önemli
değişiklik 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası sonrasında gerçekleştirilmiştir.
Askeri müdahalenin etkisiyle bazı kısıtlamaların yapıldığı bu değişikliğe
rağmen Türkiye’de ekonom ik ve siyasal bunalımlar aşılamamıştır
Sonuçta 12 Eylül 1980’de yine bir askeri darbe ile parlamenter rejime
ara veı ilmiş, yeni bir dönem başlamıştır
e)1982 A nayasası
12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koyması ile
parlamento feshedilmiş, siyasal partiler kapatılmış ve İ961 A nayasası’da
yürürlükten kaldın İm ıştn Yeni bir anayasa için bir kez daha Kurucu
Meclis oluşturulmuştur Danışma Meclisi ve Milli Güvenlik Konseyi
tarafından hazırlanan anayasa 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunularak
kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir
Ulusai egemenliğe dayalı Türk Devleti’nin demokratik, laik,
sosyal bir hukuk devleti olarak niteleyen bu anayasada, "‘Atatürk
Milliyetçiliği’ nin devletin temel nitelikleri arasında gösterilmesi önemli
yeniliklerden birisidir
Yasama organı yeniden düzenlenerek 1961 Anayasası ile
kurulan Cum huriyet Senatosu kaldırılmış ve yeniden tek meclise
dönülmüştür Yürütme konusunda ise 1961 Anayasasındaki sistem aynen
korunmuştur Bir farklılık olarak Cum hurbaşkanı’nın Meclisi feshetme
yetkisi biıaz daha genişletilmiştir Buna göre 45 gün içerisinde hüküm et
oluştur ulamaz
veya
kurulan
hükümet
güvenoyu
alamazsa
Cumhurbaşkanı Meclisi dağıtıp, seçimlere gitme kararı verebilecekti
Yargı konusunda bağımsızlık ve yargıç güvencesi sağlanmışsa
da , Adalet Bakanlığı yargıçların Özlük haklarını düzenleyen kurulun
başına getirilmesi yargı bağımsızlığını zedeleyeceği yolunda kuşkular
uyandırmıştır
Temel hak ve özgürlükler ise oldukça geniş ve kapsamlı olarak
düzenlenmekle
birlikte,
kısıtlayıcı
bir
anlayış
benimsenmiştir.
Özgürlüklerin kısıtlanması için gösterilen gerekçelerin çok geniş
tutulması, konu ile ilgili getirilen yasal güvencelerin yetersiz kalmasına
196
y o la ç m işin . Bu arada din derslerinin ilk ve ortaöğretimde okutulacak
zorunlu dersler arasında gösterilmesi, anayasanın en çok tartışılan
maddesini (24 Madde) oluşturmuştur Bu hükmün değişik din ve
mezhepleri bünyesinde barındıran Türkiye’nin koşullarına uygun
olmadığı ve laiklikle bağdaşmadığı sıkça ifade edilmiştir Bu maddenin
hala geçerliliğini sürdürüyor olması tartışmaları da devam ettirmektedir
Denilebilir ki;1876’dan 1990’lara kadar geçen yaklaşık 120
yıllık süre zarfında Türk topkım unun 5 farklı anayasayla karşılaşması ve
zaman zaman bu anayasal dönemlerin kesintiye uğramış olması,
Türkiye’de anayasal gelişmelerle ilgili ciddi sorunların bulunduğunu
göstermektedir Dikkat edilirse 3924 Anayasası dışındaki diğer 4
anayasanın (1876, 1921, 1961 ve 1982 anayasaları) olağanüstü
dönemlerin bir ürünü olarak, yine olağanüstü kurullar tarafından
hazırlandığı görülmektedir. Olağanüstü dönemlerin “halet-i ıuhiye‘'’sinde
hazırlanan ve ciddi bir toplumsal uzlaşma sağlanamadan yürürlüğe giren
bu anayasalar, kısa zamanda ortaya çıkan sorunlar karşısında yetersiz
kalmışlar ve çözüm üretememişlerdir
O halde Türkiye’nin anayasal sorunlarının çözümlenmesi ve
demokrasi konusunda istikrar sağlanması için geniş kesimlerin
uzlaşmasıyla sivil bir anayasanın hazırlanması zorunludur. Ancak bu
sayede devlet-biıey, devlet-toplum ve toplum-birey ilişkileri daha
sağlıklı bir çerçeveye oturtulabilir
B-EĞ İTİM A L A N IN D A K İ G E L İŞM E L E R
Eğitim, pek çok tanımı yapılabilen bir kavramdır Hedefi ve
konusu insan olan eğitim, kısaca insan yetiştirme sanatı olarak ifade
edilebilir. Bu ise ancak sistemli bir eğitim sayesinde gerçekleşir Zira,
kişilerin toplum içinde sürekli değişen hayata hazırlanması ve bir
ülkenin kalkınması için gerekli olan yetişmiş insan gücünün
sağlanm asında önemi büyük olan eğitimin ayrıca kültür ve medeniyetin
gelişmesinde ve nesilden nesile aktarılmasında da rolü tartışılmaz Bu
yüzdendir ki, eğitim sistemlerinin değişen ve gelişen zam ana ayak
uydurması ve sürekli kendini yenilemesi gerekir Bu yapılmadığı
197
takdirde toplumun geıi kalması kaç m ılın az hale gelir Nitekim,
O s m a n t n u n geri kalmasının sebeplerinden birisi eğitim ve Öğretim
kurumiarmm kendini yenileyememesidir
1,C u m h u r i y e t Ö ncesi Eğitim Sistemi
Selçuklularda ve diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı
Devleti'nde de genelde dine dayanan bir eğitim sistemi vardı Bu
dönemdeki eğitim kurum lan çoğunluğu vakıf kuruluşu olan halk
çocuklarına mahsus parasız sıbyan okulları ve medreseler ile devletin
üst kademelerine yüksek idareci yetiştiren Enderun Mektebi (Saray
Okulu) idi Bu kurumlar başlangıçta ihtiyacı karşılayan ve devrin
bilimsel gelişmelerini takip eden kurumlar iken, zamanla bu özelliklerini
kaybettiler
17 Yüzyılın sonlarından itibaren batı karşısında ilk toprak
kayıplarına uğrayan Osmanlı Devletinde bazı yenilik hareTeetleıine
girişildi İlk yenilikler başlangıçta yenilginin de etkisiyle orduda
başlamış ve bu alanda batılı anlamda askeri okullar açılmıştı.
Gerilemenin devam etmesi üzerine batının üstünlüğünün kabul edilmeye
başlandığı 19 yüzyıldan itibaren eski eğitim kurum iarm m yaııı sıra diğer
alanlarda da çeşitli seviyelerde modern mektepler açıldı. Bunlar R üştiye,
İ d a d i ve S u lta n i adında otta dereceli okullarla, Tıbbiye (1827),
H a r b iy e (1834). M ü lk iy e (1859) ve D a r ü lf ü n u n (186.3) gibi yüksek
okullardı Bu durum ülkede mektep-medrese ikiliğini m eydana getirdi
Ülkede ayrıca, azınlık (Rum, Ermeni, Yahudi) ve yabancı devletler
tarafından açılan misyoner okulları da faaliyetlerini sürdüren okullar
arasındaydı Farklı din, dil ve kültüre dayalı programlarla farklı
zihniyette nesillerin yetişmesine yol açan bu kozm opolit eğitim sistemi,
Cum huriyet dönem ine kadar devam etmiştir
2 A t a t ü r k D ö n em i Milli Eğitim P olitikası
Milli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanmasından sonra
Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı isteyen
Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için ülkede köklü inkılâp
hareketlerine girişti Bu hareketleri engelleyecek her şeyin ortadan
kaldırıldığı bu dönemde, hedef alman ana düşünce milli, çağdaş ve laik
bit toplum meydana getirmekti. Bütün bunlar ise ancak milli bir eğitim
198
sayesinde gerçekieşebiiitdi. Zira, devietin çağdaşlaşmasında ve milli bir
devlet hâline gelmesinde eğitimin büyük rol oynayacağına inanılıyordu
Bundan dolayı, 1920’Ierden ölümüne kadar gerek T B M.M ’nde gerekse
çeşitli öğretm en topluluklarına hitaben yaptığı konuşmalarında Atatürk,
en fazla eğitimin milliliği üzerinde durmuştur Milli M ücadelenin
kazanılm asında etkili otan milli birlik ve milli şuur anlayışı yeni devletin
eğitim politikasının da esasını oluşturdu Zira, Osm anlI’dan farklı olarak
ün iter milli bir devlet olarak kurulan Cumhuriyetin eğitim politikası da
milli olmalıydı Bu konu ile ilgili olarak, daha milli mücadelenin devam
ettiği yıllarda İ 921 ’de A n k ara’da milli bir eğitim programının
oluşturulması am acıyla M a arif Kongresi toplandı Atatürk kongrenin
açılışında yaptığı konuşmasında, önceki eğitim sistemini eleştirerek,
ülkenin geri kalmasında oynadığı role dikkatleri çektikten sonra, yeni
devletin eğitim politikasının O sm anlI’daki gibi gayr-i milli olmayıp,
doğu ve batı tesirlerinden uzak milli bir politika olacağını vurgulamıştır
Cum huriyet ile beraber milli eğitimin amacı, milli egemenlik ve tam
bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, milli biıiik ve bütünlüğe önem veren
nesillerin yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir Bunu 1922’de Mecliste
yaptığı bir konuşmasında Atatürk şöyle ifâde etmiştir: “ ....yetişecek
çocuklarım ıza ve g en çlerim ize g örecekleri tahsilin hududu n e olu rsa
olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istik la lin e k en d i
ben liğine, an anât-ı m illiyesin e düşm an olalı bütün anasırla m ü cadele
etm ek lüzum u öğretilm elidir, ”
Bu dönemde milli eğitimin, ayın zamanda çağdaş ve laik
özellikler taşıması için çalışıldı Zira gerçekleştirilen inkılâpların özünde
garplılaşmak bir başka ifadeyle ‘m edenileşm ek’ yani ‘asrileşm ek’
anlayışı vardır Bunu sağlamak bir hayat meselesidir ve yapılm ası şarttır
O dönemde batı medeniyeti en ileri çağdaş tek medeniyettir ve temelinde
akılcılık ve gerçekçiliğe dayalı bilimsel düşünce anlayışı vardır Türk
toplum unun çağdaşlaşabilmesi için bu düşüncenin temel alınması
dolayısıyla eğitimin dinin tesirinden kurtarılarak laik esaslara göre
yeniden düzenlenmesi gerekiyordu ki. bu doğrultuda laikleşme
hareketlerine ağırlrk verildi Böylece, milli ve laik bir eğitim politikası
ile ümmet toplumundan millet toplumuna geçiş sağlanmaya çalışıldı
Bunların yanı sıra dönemin milli eğitim politikasının bir özelliği
de halkçı., halka doğru olmasıdır. Daha çok ilk ve orta öğretimde belirgin
199
olarak ortaya çıkan bu özellik, eğitimde fırsat eşitliğinin yaratılması,
okulların bütün ülke çocuklarına açık ve parasız hale getirilmesi anlayışı
ile kendini göstermiştir
Cumhuriyetin ilk M aarif Vekili olan' İsmail Safa (ö z le r)
dönem inde eğitim politikasının tespiti için oluşturulan ‘M isak-ı
M a a r ifte eğitim ve öğretimin hedeflerini belirleyen şu ilkelere yer
verilmiştir: İlköğretimi fiilen umumi Jıale getirmek, herkese okuma
yazma öğretmek, vatandaşları milliyetçi, halkçı ve cumhuriyetçi
yetiştirmektir Aynı M i sak ta eğitimin genel hedefi ise, Türk m illetin i
m ed en iyet safında en ile tiy e götü rm ek ve y e n i n esilleri Türk olm ak
haysiyetinin istilzam ettiğ i g a yeye en kısa zam an da varm ayı m üm kün
kıla ca k aşk, irade ve ku d retle y e tiş tirm e k ” olarak belirlenmiştir
Özetle temelinde kültür ve medeniyet değişimi yatan Atatürk
ilke ve inkılâplarının dayandığı esaslar Türk milli eğitim politikasının da
özünü oluşturmuştur Bu esaslar dönemin tek partisi olan Cum huriyet
Halk Fırkası’nın 1931 tarihli programında da yer aldığı şekliyle yeni
nesillere verilecek eğitimin hedefi, “ ku vvetli C um huriyetçi, M illiyetçi,
H alkçı, L aik ve İn kılapçı vatandaşlar ye tiştirm e k ' olarak belirlenmiş
ve bu doğrultuda çalışmalarda bulunulmuştur
,3 Tevhid-i Tedrisat K anunu ve U ygulam aları
Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen inkılâplar
arasında eğitimdeki gelişmeler önemli bir yere sahiptir O s m a n îfd a n
devralman eğitim sistemi Cumhuriyetin ilkeleri ile bağdaşmamaktaydı
Dolayısıyla hem eğitim ve öğretimdeki düzensizliği ortadan kaldırmak,
hem de gerçekleştirilen inkılâpların yerleşmesi ve geliştirilmesi için
gerekli olan yetişmiş insan gücünü oluşturmak maksadıyla yeni bir milli
eğitim politikası benimsendi Bu alandaki en Önemli adım 3 Mart
1924 de kabul edilen
Tevhid-i Tedrisat K anunu (Öğretimin
Birleştirilmesi) ile atıldı Konu daha milli mücadele döneminde iken ele
alınmış, ancak gerçekleşmesi cumhuriyet döneminde olmuştur Kurulan
yeni devletin ilme ve fenne dayalı çağdaş, laik ve milli özellikler taşıyan
bir eğitim sistemi ile kalkınabileceğine inanan Atatürk, bu kalkınmada
Öğretim birliğinin önemi üzerinde durmuştu Bu konuda 1923 yılı
başında İzmir’de yaptığı bir konuşmasında medreseleri eleştirerek,
A rapça öğrenmenin güçlüğünden bahseden Atatürk “ M illetim izin
200
d a rü liıfan ları bir olm alıdır. Bütün m em leket evladı kadın ve erk ek
aynı surette oradan çıkm alıdır
' diyerek konuya dikkatleri çekmiştir
Yine,, 1924 te T B M M ’ de yaptığı bir
M illetin aray-ı um um iyesin de te sp it olunan
tevlıid-i um desinin bilft ifate-i an tatbiki
ed iy o ru z” sözleri ile öğretim birliğinin bir
gerektiğini vurgulamıştır.
konuşmasında Atatürk,
terbiye ve tedrisatın
lüzum unu m ü şah ede
an önce sağlanması
Nihayet, 3 Mart 1924’te Saruhan Mebusu V asıf Bey ve
arkadaşları tarafından T B M M 1 ne verilen “Tevhid-i Tedrisat
Kanunum a dair Kanun Teki ifi” yapılan görüşmeler sonucunda kabul
edildi Buna göre ülkedeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına
bağlandı
Medreseler
kapatıldı
Kanuna
dayanarak
İstanbul
Darülfünununa bağlı ‘İlahiyat Fakültesi1 ile ülkenin değişik bölgelerinde
İmaın-Hatip okulları açıldı Köklü değişiklikleri getiren bu kanun ile
eğitim merkezileştirilerek devletin kontrol ve denetimine geçti Farklı
programlarla eğitim yaparak ikiliğe yol açan mektep-medrese ayrılığının
önüne geçilmeye çalışıldı
Yine, Osmanlı dönemindeki zar arlı
faaliyetleri ile dikkatleri çeken azınlık ve yabancı okulları, denetim
altına alındı Aym gün kabul edilen Halifelik ile Şer1iye ve E vkaf
Vekaletini kaldıran kanunlarla öğretim birliğini engelleyecek ve
laikleşmeyi önleyecek faktörler ortadan kaldırıldı Daha da önemlisi
eğitim program lan milli ve laik esaslar çerçevesinde yeniden düzenlendi
Bu konuda yapılan değişikliklerle i 9 2 7 ’den itibaren seçmeli durum a
getirilen din dersleri 193O1da şehir ilkokullarından, 1931-32’de ortaokul,
1939'"da ise köy ilkokul programlarından çıkarıldı Yine 1929’da Arapça
ve Farsça dersleri okullardan kaldırılarak yerine Latince ve Yunanca
dersleri konmuşsa da bu da uzun sürmedi Kanunla açılan İmam-Hatip
okulları gereken ilginin gösterilmemesi ve hükümetin laiklik politikası
gibi sebeplerden dolayı 1931-32’de, İlahiyat Fakültesi Üniversite
reformundan som a aynı gerekçelerle kapandı
Aynı şekilde ders kitapları dönemin politikasına uygun olarak
yeniden hazırlandı Yeni çıkarılan ders kitaplarında eskiye ait bilgiler
azaltıldı ve milli eğitim politikası çerçevesinde Cum huriyet ideolojisini
yerleştirecek milli şuur uyandırıcı konulara ağırlık verildi.
201
Eğitim ve öğretimde sağlanan bu birlik ve laiklikten sonra
1930’lardan itibaren kültürün ve dilin millileşmesi yolunda çalışmalara
önem verildi 1928’de Latin Harflerinin kabulünden sonra hem yeni
harfleri öğretm ek hem de okur yazar oranım arttırmak gayesiyle ‘M illet
M ek tep leri1 açıldı Ayrıca açılan ‘H alk O kum a O d a la rı7 ile okum a
alışkanlığı kazandırılmaya çalışıldı Î 9 3 2 5de kurulan “ Halk Evleri” ile
eğitim kültür ve sanat faaliyetlerine ağırlık verildi Bu konuda yayın,
toplantı ve kurslar tertip edildi
1926’dan itibaren ortaöğretimde karma eğitime geçilerek kız ve
erkeklerin aynı okuldan aynı programla bir arada ökumaiarı sağlandı
Kısacası,
gerçekleştirilmesi
konusudur
bu
kanun
ile
inkılâpların
eğitim
yoluyla
ve bütün toplum a yaygınlaştırılması çabası söz
4 İlk ve O rtaöğretim deki G elişm eler
Cumhuriyetten önce sıbyan okulları ile iptidaî mekteplerinde
yapılan
ilköğretim
istenilen
amacı
gerçekieştiremiyordu
Zira,
1920’lerde okuma yazma bilenlerin oranının % 10 civarında olduğu
tahmin edilmektedir Bu yüzdendir ki, Cum huriyet Türkiye’sinde
yöneticilerin en çok üzerinde durduğu konu ilköğretim alanı olmuşturToplumun çağdaşlaşmasının kadın erkek tüm nüfusun eğitilmesi ile
sağlanabileceğine inanan Atatürk, Büyük Zaferden hemen sonra 1922’de
yaptığı
bir
konuşmasında:
“ M a a rif p rogram larım ızın , m a a rif
siyasetim izin tem el taşı cehlin izalesidir. Bu izoie edilm edikçe
yerim izdeyiz. Yerinde duran şey g eriye gidiyor dem ektir ’ sözleri ile
ifade
ettiği
gibi
öncelikle
bilgisizliğin
ortadan
kaldırılması
gerekmektedir Bunun için ilköğretim yaygınlaştırılarak parasız ve
zorunlu hale getirilmiştir İlkokuldaki eğitimin gayesi çocukları milli
hayata hazırlamak olarak belirlenmiştir
Cumhuriyetten önce rüşdiye, idadi ve sultani gibi değişik
adlardaki okullarda yapılan ortaöğretim, bu dönem de üçer yıllık ortaokul
ve lise olarak iki devreye ayrıldı Ortaokulların liseye liselerin de yüksek
okullara öğrenci hazırlayan kurumlar olarak ele alındığı bu dönem de
ortaöğretim, mesleki bilgilerin de verilmesi gereken yerler olarak
görüldü Bu doğrultuda hazırlanan yeni programlarda Cum huriyet
202
ideolojisinin yanı sıra bazı mesleki bilgilere de yer verildi Türkçe ve
edebiyat gibi derslere ağırlık verilerek, liselere ilk kez “ S osyoloji” dersi
konuldu
Bu dönem de önem verilen bir diğer alan mesleki ve teknik
eğitimdir. Bu konuda yabancı uzmanlar davet edilerek onların bilgi ve
tecrübelerinden yararlanıldı
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitim alanında gösterilen
gayretler sonucunda % 10 civarında olan okur-yazaı oranı 1935’de %
19’a. 1940'da ise % 2 2 ’ye çıkarılabilmiştir Bu dönemde erkeklere
nazaran kadınların okur yazar oranı oldukça düşüktü
19 3 5 ’de
erkeklerdeki % 2 3 ’lük oran kadınlarda % 8 civarındadır Bu rakam
1950’lere gelindiğinde erkeklerde % 5 5 ’e çıkarken kadınlarda % 2 5 ’e
ulaşmıştır ki, bu rakam kırsal kesimdeki kadında daha düşüktür
1923-1938 A rası İlk ve O rtaöğretim deki Sayısal G elişm eler
Okul Sayısı
Yıllar
İlkokul
Ortaokul
Lise
1923-24
4.894
72
23
1937-38
6.700
140
68
Öğlenci Sayısı
1923-24
341.541
5.905
i . 24 i
1937-38
764.691
74.107
21.000
203
Öğretmenlerin Sayısı
1923-24
10.238
796
513
1937-38
15.775
2.840
1.164
Mesleki ve Teknik Eğitim
Yıllar
Okul Sayısı
Öğrenci Sayısı
Öğretmen
Sayısı
1923-24
64
6.547
583
1937-38
78
11.134
967
5 - 19.3.3
G elişm eler
Ü niversite
Reform u
ve
Y ük sek öğretim d ek i
Batılı anlamda modern bir toplum meydana getirecek kadroları
yetiştirmek ve Özellikle bilimsel zihniyeti yerleştirmek için yüksek
öğretimde düzenlemelere gidildi Bu amaçla Tanzimat döneminde
açıldığını
gördüğümüz Darülfünunda ıefoım yapıldı
Dönemin
hükümetinin kanaati. Darülfünunun özellikle son dönem de kendinden
bekleneni yerine getiremediği ve gerçekleştirilen inkılâpların gelişimine
ayak uyduramadığı şeklindeydi Atatürk ise, T B M M ’ de yaptığı
konuşmasında “Ü niversite tesisin e verdiğim iz eh em m iyeti beyan etm ek
isterim, Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şü ph e yoktur., B ütün
işlerim izde olduğu g ib i m aarifte ve kurulan üniversitede de radikal
tedbirlerle yü rü m ek kati kararım ızdır, ' diyerek konuya dikkatleri
çekmiştir
Bu amaçla İsviçre’nin Cenevre Universitesi’nden Prof A lb eıt
M alche görevlendirildi
hükümetine sunar
Malche Darülfünunla ilgili raporunu dönemin
Raporda, özetle D aıülfünun’un bilimsel yetersizliği
ifâde edilerek, bu durumun ortadan kaldırılması için araştırmaya ve
yabancı dil derslerine ağırlık verilmesi önerilir
204
Söz konusu rapordan
hareketle D arülfünun kaldırılarak yerine Milli Eğitim Bakanlığına bağlı
İstanbul Ü niversitesi kuruldu (19.33)
Batı örneğinde bir bilim yuvası olarak düşünülen üniversite.
E debiyat,
Fen,
teşkilatlandırıldı
Ttp
ve
Tevhid-j
H ukuk
F akülteleri
olarak
yeniden
Tedrisat Kanunu gereği açılan “İlahiyat
F akültesi’ İslam Tetkikleri Enstitüsü olarak düzenlendi Ayrıca T ürk
İnkılabı Enstitüsü, Kim ya Enstitüsü ve M orfoloji Enstitüsü gibi
araştırma kurum lan açıldı
Yeni
Türkiye
Devleti’nin
akla
ve
bilime
verdiği
değer
ölçüsünde kalkınabileceğine inanan Atatürk, bilim adamlarına büyük
önem vermiştir Buna en açık örnek Darülfünun reformunun yapıldığı bu
dönemde
inkılâp
hareketlerine
istenilen
karşılığı
vermediklerinden
dolayı tasfiye edilen eski kadronun yerine Nazi A lm an ya’sından gelen
bazı bilim adamlarına yeni üniversitede görev verilmesidir Aralarında
Yahudi ve Nazi karşıtı şahsiyetlerinde bulunduğu bilim adamlarının yeni
üniversitenin istenilen düzeye gelmesinde önemli katkıları olmuş ve
kendi alanlarında değerli araştırmalar yayınlamışlardır
Cumhuriyetin onuncu yılında gerçekleştirilen bu düzenlemelerin
yanı sıra A nkara’da 1925 de açılan Hukuk M ektebi 1934’de H ukuk
Fakültesi haline getirildi
Daha önce açılan A nkara Y üksek Z iraat
M ektebi 1933’te Y üksek Z iraat Enstitüsü olaıak düzenlendi
1930’laıdan sonra takip edilen milli kültür politikası gereğince
Türk dilinin ve tarihinin bilimsel metotlarla araştırılması için A n k ara’da
Dil ve
Tarih-C oğrafya
Fakültesi
kuruldu
(1936)
Aynı
yıl eski
M ülkiye M ektebi,Siyasal Bilgiler O kulu olarak A nkara’da yeniden
düzenlendi Ankara Ü n iversitesini (1946) meydana getiren bu okullarla
T ürkiye'de yüksek öğrenim in geliştirilmesi sağlandı
O günlerde
başlayan bu çabalarla, günüm üz T ürkiye’sinde sayılan 60"a yaklaşan
lesmi ve özel üniversite ve çok sayıda araştırma enstitüleri ile belli bir
düzeye gelinmesi sağlandı.
205
1923-38 Arası Y üksek Öğretimdeki Gelişmeler
Yıllar
Fakülte ve
Yüksekokul
Öğrenci
Öğretim Elemanı
1923-24
9
2.914
307
1937-38
19
9.384
837
6 -A zınlık ve Y abancı O kulları
Cumhuriyetin O sm anlI’dan devraldığı okullar arasında azmiık
ve yabancı okuifan önemli bir yere sahiptir Bu kurumlar değişik etnik
köken ve dini inanca sahip unsurların bir arada yaşadığı Osmanlı
topraklarında
açılan
ve
serbestçe
faaliyetlerini
sürdüren
biı
konumdaydılar. Zira, Osmanlı topraklarında yaşayan çeşitli dini ve etnik
topluluklara kendi dil, din ve kültürlerinde eğitim yapm alarına fırsat
tanıyan biı sistem vardı Dolayısıyla her tebaa kendi eğitim kuruntunu
kendi değerleri doğrultusunda açabiliyordu
Böyle biı ortamda
azınlıklara tanınan bu serbestiyet ve haklardan yabancı devletler de
yararlandılar Ayrıca yabancılara verilen kapitülasyonlar ve bu ülkelerin
misyonerlik gayeleri 19. Yüzyıla gelindiğinde O sm anh topraklarında
açılan yabancı okulların sayılarını gittikçe arttırmalarına yol açtı
Başlangıçta Hıristiyan çocukları ile yabancıların eğitimi için misyonerler
tarafından açılan Katolik ve Protestan okulları, zamanla ait oldukları
ülkelerin özellikle O sm anlı’nm gerilemesine paralel olarak bölgedeki
em peryalist emellerini gerçekleştirmede araç olarak kullanıldılar
Böylece hem kendi dil, din ve kültürlerinde nesiller yetiştiriyor hem de
ülkedeki azınlıkları kışkırtarak O sm anlı’yı içten parçalamakta bu eğitim
ve öğretim kurum lanın kullanıyorlardı Bu duruma örnek olarak başta
Robert Kolej (1863) olmak üzere Amerikan misyonerlerinin ülkenin
değişik bölgelerinde açtıkları okullar verilebilir Bu kolejlerde verilen
eğitimle özellikle Bulgar ve Ermeni gençleri yetiştirilerek, onların
O sm anlı’dan kopartılması için kışkırtılmışiardır Yine gerek O sm a n lı’nm
son dönemlerindeki ayrılıkçı isyanlarda gerekse Milli M ücadele
206
döneminde, bu kolejlerin ülkedeki azınlıkları destekledikleri belgeleriyle
ortaya konmuştur
Bütün bu gelişmelerin farkında olan M Kemal Atatürk ve
dönemin ileri gelenleri azınlık ve yabancı okullarının zararlı
faaliyetlerine engel olm ak maksadıyla onları denetim altına almak için
çalıştılar Bu okulların Türkiye’deki varlıkları 24 Temmuz 1 92 3 ’te
imzalanan Lozan Antlaşması ile sağlandı Dini propaganda yapm amaları
ve devletin kanunlarına uymaları şartlarıyla Rum, Ermeni ve Yahudilere
ait azınlık okulları antlaşmanın 40 ve 41.maddeleri gereğince, yabancı
okulları ise L ozan’a ekli mektuplarla Türkiye’deki faaliyetlerini
sürdürebileceklerdi
3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince kabul
edilen millî ve laik eğitim anlayışı söz konusu azınlık ve yabancı okulları
üzerinde de uygulandı Pek çoğu dini amaçlarla misyonerler tarafından
açılan yabancı okulların dini propaganda yapmalarına engel olmak için
çalışmalarda bulunuldu Binaları, kitap ve programları ile yönetici ve
öğretm enleri devletin denetimi altına alındı Bu m aksatla uymaları
istenen kuralları içeren genelgeler yayınlandı. Buna göre;
-Y aban cı okullarda m abetler dışındaki m ekanlarda bulunan
dini sem boller kaldırılacaktır,
-M üslüm an ların ve H ıristiyanların başka m ezhebinden olan
öğrencilerin bu oku llardaki d in i a yin lere k atılm aları yasaktır,,
-M illi kü ltü rü koru m ak için Türkçe, Türk tarih ve coğrafyası
ile y u r t bilgisi derslerinin Türkçe olarak Türk öğretm enler tarafından
oku tu lm ası zoru nlulu ğu getirildi,
-Bu oku llarda ya b a n cı m ü dür ya n ın d a M E B
atanan bir Türk M üdür Yardım cısı bu lun duracaklardı
tarafın dan
~Türk çocukların ın -küçük yaşlardan itibaren ya b a n cı
kü ltü rlerin tesirlerin den koru yabilm ek için- 1931 'de çıkarılan bir
kan un la yaban cı ilkoku llara gitm eleri yasaklan dı
Bu doğrultuda yapılan sıkı denetim ve kontrollerde kurallara
uymayan okullar kapatıldı Söz konusu uygulamalara karşı çıkan ülkeler
uyarılarak, konunun bir iç mesele olduğu ve laik
Türkiye
207
Cumhuriyeti nde dini okulların bu yöndeki eğitim faaliyetlerine izin
verilmeyeceği ifade edildi
Her şeye rağmen Türkiye’de kalmayı ve misyonunu devam
ettirmeyi İsteyen bazı okullar aldıkları kararlarla taktiklerini değiştirerek
'isimsiz Hıristiyanlık’ adı altında çalışmalarını sürdürm eye devam
ettiler
Yine de Cum huriyet döneminde getirilen uygulamalarla ilk
yıllara nazaran bu okulların sayısında büyük bir düşüş meydana gelmiş
ve açıktan zararlı faaliyetlerde bulunmalarının önüne geçilmiştir. Büyük
bir kararlılıkla yürütülen milli ve laik eğitim politikası sonucunda
sayıları binlerle ve yüzlerle ifade edilebilen bu okullar, sadece İstanbul,
İzmir ve Mersin gibi kıyı şehirlerinde olmak üzere onlar seviyesine
düşür ülebi İm iştiı.
1923-38 arası ülkedeki yabancı okulların sayısı aşağıdaki
gibidir._______________________________________________________________
Yabancı İlkokullar
Yıllar
Okul Sayısı
Öğretmen Sayısı
E
K
1924-25
87
575 '
1937-38
22
44
Öğrenci Sayısı
E
K
249
3.838
3.459
89
809
964
1.230
670
1.649
1.630
Yabancı Ortaokullar
1924-25
_
_
1937-38
10
128
104
Yabancı Liseler
1923-24
_
_
_
1937-38
13
t no
13D
59
208
_
672
498
Özetle,Türkiye D evleti’ııin eğitim politikası her şeyden önce
milli idi Akla ve bilime dayah laik ve çağdaş özellikler taşım aktaydı
öncelikli mesele cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Bu am açla parasız
eğitim esas alındı ve ilköğretim bütün üike çocuklarına zorunlu kılındı
Tevhid-i Tedrisat’ia eğitim merkezileştirilerek bu alandaki çalışmalar
M H B ’nııı sorumluluğuna verildi. Böylece ilk kez milli eğitim politikası
bir devlet politikası haline getirildi Yeni devletin kısa sürede gelişip
kalkınmasını sağlayacak kadrolar yetişmesi için mesleki ve teknik
eğitime ağırlık verilerek öğretimin her kademesinde pratik hayatta işe
yaıaı
bilgilerin
verilmesi
esas
alındı
Ayarca,
bu
dönemde
öğretm enlerden istenen genç neslin “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı
hür1' nesiller olarak yetiştirilmesidir
Kısacası, bu dönem de bir taraftan çok düşük olan okur-yazar
oranı arttırılmaya çalışılırken diğer taraftan Türk toplum unu muasır
medeniyetler seviyesine çıkaracak, cumhuriyet ilkelerine bağlı, diline,
tarihine ve kültürüne saygılı, bilimsel zihniyeti benimsemiş milli şuura
sahip gençlerin yetiştirilmesi için gayret sarf edilmiştir
C -K ÜLTİJR A LA N IN D A Y A PIL A N İN K IL A P H A R EK ETLER İ
1-C u m hu riyet Ö ncesinde Türk Dili
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin te m el prensip
olarak uygulamaya koyduğu “M illiyetçilik ” ilkesi; C um huriyetin
ilanından sonra yapılan tüm inkılaplarda kendisini göstermiş, özellikle
Dil ve Tarih anlayışının bu paralelde değiştirilmesi ise Yeni Türkiye
imajı için gerekli görülmüştür
Dil ve tarih şuuru, bir milletin oluşm asında başlıca rolü
oynayan, milleti millet yapan unsurların başında gelir Atatürk, “M illet,
dil, kültür ve m efkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşk il
ettiği bir siyasi ve içtim ai h eyettir” diyerek tanımladığı millet
kavramının en önemli özelliğinin dil birliği olması gereğini uygulama
alanına koymuş, yapılan bir dizi inkılapla bunu sağlamaya çalışmıştır
209
Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu zaman henüz yazı dili
hayli ağır ve halk tarafından anlaşılmaz durumdaydı Bu durumda milli
dilin kullanılmasının gerekliliğini duyan Mustafa Kemal 22 11 1924
tarihinde S am sun’da öğretm enlerle yaptığı konuşmasında:
‘ Efendiler milli terbiyenin ne dem ek olduğunu bilmekte artık
bir yana teşevvüş kalmamalıdır Bir de milii terbiye esas olduktan sonra
onun lisanını usulünü vasıtalarını da milli yapm ak zarureti gayri kabili
m ü n a k a ş a d ır ’ diyerek konunun önemini belirtmiş, 1928 yılına
gelindiğinde ise milli dilin yaratılması yolundaki çalışmalara hız
kazandırarak gelişmeleri bu yöne çekmiştir
1928 yılına kadar Osmanları aydınları tarafından dilin ve
alfabenin sadeleştirilmesi konusunda epey çalışmalar olm asına karşın
herhangi biı sonuç alınacak ve radikal bir inkılap yapılamamıştır
Osmanlı devletinin, konuşulm ayan sadece yazıda kullanılan
Arapça-Farsça-Türkçe karışımı olan ve Osman!ıca adı verilen dili, halk
tarafından anlaşılmaz durumdadır Kelimelerle zeka oyunları yapılır bir
hale gelen O sm anlıca’nm edebi dile tamamen hakim olması T ürk yazı
dilinin doğal gelişmesini engellemiş sadece konuşma dili olarak
kalmıştır Osmanlı devletinin çökmeye başlamasıyla, bozulan düzeni
yeniden kurmak ve düşünce hayatında batıya dönerek yeni uygarlığın
gidişine ayak uydurm ak am acıyla bir takım ıslahat hareketlerine
başlanılmıştır Tanzimat’ın getirdiği yeni düzenlemeler içerisinde, batı
kültürünü tanıyan Osmanlı Aydınları tarafından (bilhassa edebiyat
çevrelerinde) O sm anlıca’ya karşı tepkiler de doğmuştur Tanzimat
dönemi, som asında Servet-i Fünun ve Meşrutiyet dönemlerinde,
edebiyatçıların çoğu ağırlaşan O snıanlıca’ya karşı yeni bir dil ve üslup
arayışlarına girmişlerdir Şinasi Muallim Naci, Ahmet Cevdet Paşa gibi
şahsiyefleı yazı dilinin sadeleşmesi gerektiğini söyleyen öncülerdir
Ancak Tanzimat’tan C um huriyet’e gelene dek dil ve alfabenin ıslah
edilmesi gerektiği söylenilmiş, fakat pek yol alınamamıştır 20 y y ’a
gelindiğinde çağın milliyetler çağı olması dolayısıyla toplum lunuzda bir
milliyet şuuru uyanm aya başlamış bunun neticesinde de dilde
Türkçeleşme akımı hızlanmıştır
* S e rv e t-i F ü n u n d ö n e m i e d e b i ta s n ife g ö re 1 8 9 6 -1 9 0 ] y ılla n arasıdır.
210
Diideki sadeleşme akımına etki!i olan bir başka hareket de,
Osmanlı
Devleti
dışındaki
gelişmelerdir
Türkoloji
alanındaki
çalışmaların önem kazanması ve diğer T'üık kültür merkezlerindeki
gelişmeler: Bunlardan bütün Türk dünyasında anlaşılabilecek ortak bir
yazı dilinin kullanılması ve dilde birlik sağlanabilmesi gayesi ile, İsmail
G aspıralı'm n 1883 yılında K ırım ’da çıkardığı Tercüman adlı gazete,
dilde Türkçe kullanma akımını hızlandırmıştır Devam eden dönem lerde
II
M eşrutiyet’in ilan
edilmesi ile mitli
şuurun yayılm ak istenmesi
Türkçe kullanma taraftarlarını çoğaltmıştır “ Türk D erneği” “G enç
K alemler” “Yeni Lisan” gibi adlar altında toplanan yayınlarda İstanbul
ağzının esas alındığı bir dilin kullanılması gerektiği söylenmiştir,
Tanzimat dönem inde “Dilde Sadeleşm e” olarak başlayan
hareket 20 yy. başında Türkçeleşme olarak kendini göstermiştir Bütün
bu sadeleşme ve Türkçeleşme çabalarına rağmen Cum huriyet devrine
gelindiğinde Türk Dilinin sadeleşmesinde henüz istenilen seviyeye
ulaşılamamıştı Kullanılan yazı dili yine halkın kolayca anlayabileceği
bir biçim de değildir Türk dilinin tarihi ve sosyal gelişmesi içinde
normal görünen bu duruma Atatürk Di! İnkılabı ile son vermiş yazı dili
ile konuşma d İli arasındaki far km mümkün mertebe kapatılmasın ı
sağlamıştır
Atatürk Milli Dilin yaratılması için gerekli olan kolay ve pratik
bir alfabenin kabulü ile dil inkılabının Ön hazırlığını yapmış, dil
konusundaki çalışmaları hızlandırmıştır
2-AIfabe D eğişikliği
Tanzimat dönem inde O sm anlıca’ya karşı doğan tepki,
kullanılan alfabe sistemine de tepkiyi beraberinde getirmiştir. Tüıklerin
Arap alfabesini kullanması Anadolu T ürkçe’sinde 13 Yüzyıla, Doğu
Türkçe’sinde 11 Yüzyıla kadar gider Arap Alfabesi ve İslam iyet’in de
tesiriyle Arapça-Farsça kelimelerin Türk dilini istilâ ettiği durum a tepki
gösteren aydınlar alfabe sisteminin de ıslah edilmesi gerektiği
düşüncesini T anz im a t’tan Cum huriyet’e kadar sürekli tartışagelmişlerdir
Büyük zaferden sonra Türk toplumunun Cumhuriyeti kabul
etmesiyle birlikte yeni devletin kültürel sorunları da tek tek ele alınmaya
başlanmıştır Alfabe konusu, Cum huriyet döneminde ilk defa İzmir
211
İktisat Kongresinde
reddedilmiştir.
gündem e
gelmiş,
maarifi
ilgilendirdiği
için
Daha sonra 1924 yrlmda Şükrü Saraçoğlu tarafından T B M M ’de
gündeme getirilmiş, ancak sonuçsuz kalmıştır Bu sırada kültür
alanındaki gelişmeler de peş peşe devam etmektedir 3 M art 1924
tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretimde birliğin
sağlanabilmesi için “ dil birliği” nin kurulması, bunun için de Latin
harflerinin kabulü gerekliliği düşünülm eye başlanmıştır Uygulanan
kültür programı doğrultusunda 26 Aralık 1925 tarihinde uluslararası
takvim ve saatin kullanılması kabul edilmiş, Hicri Takvim yerine Miladi
Takvim alınmıştır Daha sonra 1926 yılında çıkarılan bir kanunla ticaret
alanında
Türkçe
kullanılması
öngörülmüştür
Ticaret
alanında
aksamaların önüne geçmek gerekçesiyle Cum a günleri olan tatil Pazar
gününe alınmıştır
19.27 yılında çıkarılan bir kanunla da sokak adları
Türkçeleştirilmiştir. Arkasından 20 Mayıs 1928 tarihinde Arap rakamları
bırakılarak Latin rakamları kabul edilmiştir
Latin esasına dayalı yeni alfabenin kabulüne doğru giden bütün
bu gelişmeler gerçekte, önceden düşünülm üş olup, A tatü rk ’ün Türk
toplumıınu çağdaşlaştırm aya yönelik çalışmalarıdır
Nitekim 1919 yılında Erzurum Kongresinin yapıldığı sıralarda
M. Müfit K ansu’ya Latin harflerinin kabul edileceğinden söz etmiştir.
Aynı şekilde 1922 yılında Latin harflerinin kabulü imkanından söz ettiği
Halide Edip tarafından da ifade edilmektedir
Bütün bu gelişmeler, Harf İnkılabına doğru gidişi hazırlamakta,
dini toplum olan Türk toplumunu “ Millet” toplum una doğru
çekmektedir Laikliğe doğru gidişin basamakları sayılan gelişmelerden
(Halifeliğin kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, Türk
Medeni Kanununun kabulü gibi) sonra da dinin toplum üzerindeki
olumsuz tesiri kaldırılmaya çalışılırken Kuran Dilinin A rapça olması
dolayısıyla Arap alfabesinin kutsal olduğu ve değiştirilemeyeceği yargısı
da böylelikle ortadan kalkıyordu Latin harflerinin kabulüne karşı engel
olabilecek din unsuru laiklik ve Milliyetçilik prensipleri doğrultusunda
yapılan çalışmalarla kaldırılmaya çalışılırken 1926 yılında toplanan
212
Bakü Konferansında Türkiye dışındaki Türklerin Latin harflerini kabul
etmesi, dilde birlik düşüncesinin uygulanması İçin uygun zemini
hazırlamıştır
23 Mayıs 1928 tarihinde, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde
resmen bir dil encümeni kurulur ve görevi Latin harflerini incelemek
olan heyetin görüşü Latin harflerine geçişin ancak 5-6 yıl içerisinde
olabileceği şeklindedir Mustafa K em al’in heyete verdiği direktifle (Bu
üç ayda ya olur ya hiç olmaz şeklindeki) çalışmalar hızlanmış.
Türkçe’nin özellikleri ve ihtiyaçları göz önünde tutularak hazırlanan
rapor sonrasında 9 A ğusto s’tan 1 K asım ’a kadar geçen zam an içerisinde
yeni harflerle döneminin basınında denemeler yapılmıştır 1 Kasım 1928
tarihinde kabul edilen kanun ile kanunun kabulünden itibaren yeni Türk
harflerinin kullanılması öngörülüyor, Haziran 1929’dan sonra da A ra p
harflerinin kullanılması yasaklanıyordu
O cak 1929’da açılan 16-45 yaş arası yurttaşların katılabileceği
millet Mektepleri sayesinde I milyona yakın kişi bir yıl içerisinde
okuma yazm a öğrenmiştir
Yeni alfabenin
Öğrenme
kolaylığı
ve
o k um a yazm a
bilmeyenlerin oranı % 91 8 olması sebebiyle hızla başarıya doğru
gidilmiştir Ciddi bir tepkiyle karşılaşılmamış olması da b u başarının
hızını arttırmıştır Alfabe tartışmalarının köklü bir çözüme ulaşması,
yeni Türkiye C um huriyeti’nin takip ettiği siyasal
amaçlı kültür
politikasının yönünü tayin etmiş, Millileştirme çalışmalarının pek ç o k
konusuna da çözüm getirmiştir “Ç ağdaşlaşm ak” ve “M e den ileşm e k”
hareketlerinin bir parçası gibi görünen Latin esaslı alfabenin kabulü
aslında dilde Millileştirmeyi başlatmış, laikleşmeyi de kolaylaştırmıştır
Doğu kültüründen kopup batıya yönelme çabalarının bir neticesi olmuş
bununla beraber Türk benliğinin işlenmesine de kapılan açmıştır
3-T arih İnkılabı ve Türk Tarih K urum u’nun K urulm ası
Osmanlı devleti döneminde değişik tarih görüşleri vardı
Genelde İslam tarihine dayanılıyordu. Tanzimat’ın ilanından sonra
medrese dışındaki okullarda İslam tarihi yanında Osmanlı Tarihi d e
okutulm aya başlanmıştı Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar ise millet
213
fikri gelişerek Türk Tarihi görüşü meydana getirilmiştir. Bu değişik
durum Cumhuriyete kadar devam etmiştir
Osmaniî Devleti yerine kurulan yeni Türkiye D evleti’nde
ümmet ideolojisi yerine milliyetçilik fikri benimsenmiştir Dolayısıyla
din tarihi ve hanedan tarihi yerine milli tarih ön plana çıkmıştır
0 zamana kadar batılı tarihçiler Ttirkier hakkında bazı haksız
iddialarda bulunuyorlardı (Bunlaı Türkleriıı sarı u k a mensup olduğu,
batıklardan geri oldukları, sadece asker oldukları, medeniyette geri
oldukları, hatta medeniyetleri yok ettikleri, Turkleıin yaşadıkları
topraklarda hak iddia edilmesi gibi iddialardı
Atatürk bütün bunların doğru olmadığını kanıtlamak istiyordu
Türk vatanının bizim olduğu, parlak medeniye örnekleri meydana
getirdiği bazı batılı tarihçiler tarafından da kabul ediliyordu
Tarih çalışmalarına bu duygularla başlanmış
hazırlığı dahilinde yürütülmüştü. Bu plana göre;
ve
bir
plan
ve
nasıl
1-T ürkiye’nin en eski halkını teşkil edenler kim lerdi9
2-T ürkiye’de ilk medeniyet kimler
kurulmuştur; bu medeniyetin Özelliği nedir?
tarafından
3 - Tüıklerin dünya tarih ve medeniyetinde hizmetleri ve yeri ne
değerdedir9
4-Tiuklerin A nado lu'da bir aşiretten bir devlet çıkarmaları
m ümkün olmadığına göıe bu olaym gerçek izahı nasıldır?
5-İslarn tarihinin gerçek niteliği Tüıklerin İsiam tarihindeki
rolleri nedir9
Bütün bunların başatıyla gerçekleştirilebilmesi için teşkilatlı bir
çalışmaya ihtiyaç vardı Türkiye'de tarihle uğraşabilenler Türk Tarihi ile
ilgili kaynaklan incelemekle görevlendirilmişler, inceleme sonuçları M
K em al’e sunulmuş ve tartışılmıştır Ve 1930 yılında bastırılan “ Türk
Tarihinin Ana Hatları” adlı Türk milletinin dünya tarihindeki yerini ve
rolünü belirleyen kitap hazırlanmıştır. Bundan bir yıl sonra 15 Nisan
1931 tarihinde sonradan (19.35’de Türk Tarih Kurumu adını alacak olan
4Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti” kurulmuştu! Bundan sonra Tüıklerin
214
eski çağlardan beri yarattıkları medeniyetlerin araştırılmasına hız
verilmiştir Temel görüş Türklerin Orta A sy a’dan kuraklık nedeniyle göç
ettikleri ve gittikleri yerlere medeniyet götürdükleridir. Tarih ilmine de
büyük önem veren Atatürk, bu konuda bazı metot kitaplar mm
tercümeleri yaptırılmış, bir konuşmasında da:
''"Tat İh yazm ak fa tih yapm ak kadat mühim dir Yazan, yapana
sadık kalm azsa değişm eyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir m ahiyet
ahr
Demişti
Türk tarihini araştırmak,bilimsel metotlarla ortaya koymak ve
tarih bilincini geliştirmek am acıyla kurulan 'Türk Taıih Kurumu,
Osmanlı toplumsal yapısından çağdaş, milli bir toplum o lm a yolunda,
ümmet foplumundan millet toplumuna geçişi kolaylaştırmak için Milli
Tarih anlayışını benimsemiş ve bu yolda çalışmalar yapmıştır
Osmanlı döneminin tarih anlayışını terk ederek Türklerin O rta
A sya'dan geldiğini, Türklüğün Osmanlı ile sınırlı kalmadığını
ispatlamak yoluna girmiştir
4-D il İnkılabı
1 Kasını 1928 tarihinde kabul edilen yeni Türk harfleri; Dil
konusunda gramer, imla gibi konulara çözüm getirememiş sadece “ Milli
dilin yaratılması için gerekli zemini hazırlamıştır Alfabe encümenin
im la-gramer gibi konularda yetkili olamayışı ve Türk Tarih Kur um um un
kurulmasıyla da Türk Dilini tetkik etmek ve sonuçlarını yayınlam ak
amacıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti
kurulmuştur T ürkçe’nin bir bilim ve kültür dili haline getirilmesini
amaçlayan Tüık Dili Tetkik Cemiyeti daha sonıa Türk Dil Kurumu adını
alıı ve dünyada da yeni gelişmekte olan Türkoloji çalışmalarını da takip
ederek bilimsel metotlarla Türk dili üzerine çalışır Değişik alanlarda
yapılan çalışmalar sonucunda TDK, Osmanlı döneminde hor görülen
sadece halkın konuştuğu T ürkçe’yi, yazı diline çekerek T ilikçe m in
gelişmesini sağlamış milli bir dil yaratılmasına katkıda bulunmuştur
Halk ağzından yapılan derleme taram a çalışmaları sonucu binlerce
Türkçe kelime kullanılır hale gelmiştir Mustafa Kemal çoğu zaman
kurumun çalışmalarını yakından takip ederek yönlendirmiştir
215
Milli Eğitim B akanlığı’na tavsiye edilen bilimsel terimlere
binlerce Türkçe karşılıklar önerilmiş, ders kitaplarında bunlar
kullanılmıştır. Örneğin, üçgen, artı, eklembacaklılar gibi bazı terimler
Mustafa K e m a l’in kendisine aittir
Dilin Arapça ve Farsça olması dola) ısıyla hantallaşan bilim
dallarında (Astronomi, Fizik, Zooloji, Kimya vb.) 1932-45 yılları
arasında toplam 5327 terimin 4 2 9 9 ’una Türkçe karşılık bulunmuştur
Örneğin: Adim et ûl Ercûl->Ayaksızlar
Zatül ilkah izah ire-»Çiçekl i bitkiler
Cü mcü m e—>kafatası
Kereyve-i ham ra->A lyuvar
C e fn -» g ö z kapağı
Teklif edilen bu terimlerin ders kitaplarında yer almasıyla başarı
oranı yükselmiş, aynı zam anda öğretimde birlik sağlanmıştır
Türk diline milli bir gelişme yaratabilmek için zararlı pürüzleri
yok etmek ve yazr dili ile konuşma dili arasındaki açığı kapatmak
yolundaki çalışmaları da dil inkılabının en büyük başarısıdır U zun süren
savaş yıllarından çıkmış bir toplumun ekonomi, siyaset ve kültür
alanlarında başarı sağlaması dünyada eşine az rastlanır bir durumdur M
Kemal askeri ve siyasi başarılarının ardından geliştirdiği kültür
politikasında milli ve ç a ğ d a ş bir toplum yaratmayı esas almıştır.
A tatürk’ün bizzat yönlendirdiği Türk Tarih Tezi gibi Güneş-Dil Teorisi
de; Türklerin tarihte en eski uygarlığı kuran millet ve T ürkçe’nin de
dünya dillerinin en eski ve yüksek kültür dili olduğuna inanmasından
kaynaklanmaktadır. A ncak dünyadaki Türkoloji çalışmalarının yeni
olması ve Türkiye’de de henüz yetişmiş dilci olmaması sebebiyle bazı
yanlışlar yapılmıştır. Bunlar Güneş-Dil Teorisinin ortaya atılmasından
önceki aşırı Türkçeleşme ve daha sonrada bütün dünya dillerinin
Türkçe’den
yayıldığı
şeklindeki
inanmaları
ve
doğrultudaki
gelişmelerdir
Mustafa Kemal, “ Hatay Meselesi dil işini geri bıraktırdı”
diyerek 1938 yılında yazdığı mektupta bu konudan memnuniyetsizliğini
216
belirtmiştir Bizzat kendisinin geliştirdiği Güneş-Dil Teorisi ile aslında
Türk dilinin eskiliğini ortaya koyarak yüzyıllardır dilini hor görmüş bir
ulusa milli bir güven kaynağı olm ak ünlü yabancı dilcilerin dikkatini
Türk Dili üzerine çekerek bundan Türk ulusunu yararlandırm ak ve ona
eski ve köklü tarihi ile olduğu kadar dili ile de övünmeyi aşılamak
istemiştir
Türk Dil Kurumu kuruluşundan itibaren değişik dönemler
geçirmiş dünyadaki düşünce akımlarına paralel görünen bir çizgi
tutturmuştur 1940’lardan sonra “dilde Türkçecilik” “Öz Türkçecilik”
şekline dönüşen politikası 1950’Ierden sonra siyasi platformdaki
çekişmelerden kendisini sıyıramamış, dolayısıyla bilimsel çalışmalarını
tartışma sahnesine çekmiştir
D-
EKONOMİK VE TOPLUMSAL ALANDA
YAPILAN İNKILÂP HAREKETLERİ
1-E kono m i A la n ı n d a k i G elişm eler
Cum huriyet yönetim i kurulduğu andan itibaren hemen hemen her
alanda oldukça önemli bir dizi değişim yaşamıştır Samet A ğ aoğiu ’nun
isabetli olarak tanımladığı ve birçok araştırmacının da benimsediği
“ K u v a y ı Milliye R uhu” deyimi, dönemin her alanda kendini
ispatlama,Türk’ün kabiliyet ve gücünü ortaya koym a isteğini gayet
güzel ifade etmektedir Burada bir noktaya dikkat çekmekte fayda vardır
Cumhuriyet,eğitim
ve
kültür
alanında
bir
dizi
inkılâpları
gerçekleştirirken
tabiatıyla
“yeni
değerleri”
yaşayacakları
toplum sallaşm a-kültürleşme sürecinde daha kolay benimseyecek olan
yeni kuşağa yönelmiştir
Diğer
taraftan,kadın
haklarına
önem
verilmesi,kadınların
Cum huriyet rejiminin eğitim süreçlerine ve toplum hayatına daha aktif
katılımlarını sağlayacak bir dizi hukuki düzenlemenin öncelikle
yapılm asına yönelik gayretler , II. Meşrutiyet dönem inden beri
gerçekleştirilmeye çalışılan m odernleşm e
isteklerine bağlanabileceği
217
gibi,.daha pratik bir amaç olarak “yeni d e ğ e r l e r i n bu hedef kitle
tarafından kabulünün daha kolay olacağı varsayımına da bağlanabilir
Bu tarz bir yaklaşımı daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki tabloya göz
atmak yeterlidir :
TABLO i : N üfûsun C insiyete G öre D ağılım ı
Yıllar
Nüfûs
Erkek Nüfus
Kadın
1927
48,1
51,9
1935
49,1
50,9
Kadın
nüfûsun
aktif hale
getirilmesi
oldukça önemliydi
Dolayısıyla,Cumhuriyet hükümetleri daha ilk yıllardan itibaren
bu
hususa dikkatle eğilmişlerdir II Tablo,kadm nüfûsun eğitimindeki hızlı
artışı göstermesi bakımından oldukça ilginçtir Eğitimlerini tamamlamış
olanların derhal devlet hizmetine girebildikler i gözönüne alındığında bu
alandaki yatırımlara verilen önemin rejimin geleceği açısından da ne
kadar kritik olduğu kolayca anlaşılabilir Eğitim politikalarının,kültür
İnkılâbıyla birlikte değerlendirilmesi daha açsk bir fikir edinmemize
yardımcı olacaktır Bu yıllardaki okullaşma oranının yüksekliği büyük
biı ileri görüşlülükle bu konuya eğilİndiğini göstermektedir, 1923-1932
yıllan arasındaki bütün ekonom ik zorluklara rağmen büyüklü küçüklü
2650 yeni okul binası yaptırılmıştır
Bu eğitim seferberliği yeni Türkiye’deki hızlı toplumsal
farklılaşmalardan kaynaklanan meseleleri de beraberinde getirmiştir
Eğitim alanların sayısı
süratle artmakla beraber,toplam nüfusla
karşılaştırıldığında,Cumhuriyetin getirdiği yeni değerlerle yetişmiş
insanların sayısındaki artışın yetersiz olduğunu söyleyebiliriz
Yeni Türkiye biı taraftan yeni toplumu şekillendirecek idareci
kadroları şekillendir irken,diğer taraftan da ekonom ik gelişmeleri
hızlandırmaya çalışmıştır
218
Bütün çabalara rağmen ; Tanzimat’tan beri memlekette bir milliiktisadi yapı ortaya çıkarılamamıştı Üstelik,çeşitli vesilelerle yabancı
devletlere tanınmış olan ekonomik ayrıcalıklar (kapitülâsyonlar)
devleti ekonomik tıkanıklıklarla karşı karşıya bırakmıştı Ülkedeki
işletmelerin
büyük çoğunluğu yabancı
sermaye
ile
kurulmuş
olup,Düyun-u Um um iye Kurumu vasıtasıyla da devlet gelirlerine el
konulmuştu
T A B L O H : T ü r k i y e ’deki Y a b a n c ı Y a tırım la r
S e k tö rle r
Demirvollaı ı
Toplam Y atırım
A lm a n
F ra n sız
İngiliz
46.868
17.248
23.247
4.588
Limanlar
3.191
576
2.206
409
Belediye Hizm.
3.816
304
1.701
363
Bankacılık
8.900
1.750
3.400
2.950
450
100
Sigoıta
550
Ticaret
4.289
300
3.031
757
Sanayi
3.959
300
1.220
1.665
M adencilik
2.732
175
2.007
450
Birim ; 1 000 İngiliz Sterlini
TABLO
I ’in
incelenmesinden
anlaşılan Türkiye’deki
çeşitli
sektörlerde en büyük yatırmıın Plansızlar tarafından yapıldığıdır
İşletmelerin sektörlere göre dağılımı da aşağıdaki şekildedir :
219
TABLO
III
îjp*rSANAYİ BALI
...^^
-4 -u
Kuruluş Sayısı
1ÇahŞanlarm
239
8.481
32
1.136
D eri
21
1.270
Ağaç
29
377
134
6.736
61
1.267
18
i«3i
7
500
İ G ıd a
■
. . .
-
i T oprak
D okuma
K ır ta s i y e 1 y c
•
K im y a
M a d e n i Eşya
/,
;;G E N E L : t O F L Â t ^ y ^
541
Toplamı
.
__ ..................... 19.925
Yukarıda
sıralanma
olan
sektörlerde makine kullanımı son
derece smulıdıı, Makine gücü kullanan kuruluşların toplam sayısı
374 ve bunların kullandıkları toplam beygir gücü de 20 9 7 7 ’dir
1915
yılında bu
sektörlerin toplam üretim
değerleri 7 570 470
TL ’dir Bu yıllarda sanayi için hayati derecede önemli olan birçok
maddenin üretimi sıfırdır (Demİr,Çelik vb madenler gibi).
Yetişmiş
çarpıcıdır:
220
insan
gücü ile
ilgili
istatistikler
ise
daha
da
I
|
TABLO 3
■:
■■■
L'İ-i.--.:\ı ;'! *Ï-Jm
m'. i*■'
İlkokul
3 000
?
Lise
İlk okul
f . ■■
- ‘■■■üLA
?
14
?
1920
1.200
1920
20.566
10 596
962 000
1940
O rtaokul
3867
238
95 000
1940
Lise
1544
82
25 000
1940
967
20
13.000
1940
Y üksekokul
Birtakım temel verileri sıralarsak ;
a)Nüfûsun
% 8 5 ’i kırsal alanda yaşamaktadır
b)Miili gelirde tarımın payı % 6 7 ’dir
c)Ekilebilir arazi % 32,ekilen arazi % 5,aile başrna ekilen arazi 25
dönüm
ç)M akine kullanmayan işletmelerin oranı % 95 68
Ortaya çıkan tabloyu aşağıdaki şekilde tanımlayabiliriz :
1)Osmanlı devletinin bütün gayretlerine rağmen temel sanayi
kurulamamıştı.
Y üksek
fırınlar ,metalürji
sanayii, demir-çelik
fabrikaları vb işletmeler yoktur Madeni eşya sanayiinde hurda demir
kullanılmaktadır. Makinelerin tamamı ithal edilmektedir
2) O smanlı devleti mam ul
mal
alan,hammadde
ve yiyecek
maddeleri ihraç eden bir devlettir, Ü lkede tarım ve sanayi sektörleri
arasında bütünlük kuru lam am ışlarım sektörü ile bu m a lla n
ithal
eden
yabancı
ülkeler
arasında bir
bütünleşme eğilimi
ortaya
çıkmıştır.
221
,3)Sanayi,önemli ölçüde
yabancılar tarafından
kurulmuştur ve
üretim,tüketimi karşılamaktan uzaktır Sanayinin ham madde ve ata
mallan dışarıdan alınmaktadır
4)Uikede
maden
işleyen hiçbir
kuruluş
yoktur Sanayide
kullanılan tarım ürünlerinin önemli bir bölümü işlenmeden yurt
dışına satılmaktadır
5) Sanayi kuruluşlarının üretim kapasitesi düşük ve maliyetleri
yüksek,kalitesi düşüktür. Sanayide motor kullanımı seviyesi düşüktür
İşte böyle bir sanayi yapısının üzerine “iktisadi b ağım sızlık ”
ilkesine uygun bir yapılanma sağlanacaktı Yani,yeni Türk devleti
kurulduğunda karşı karşıya kaldığı iki temel problem milletleşme
ve sanayileşmedir Cumhuriyetimizin kurucusu biiyük Atatürk,milli
istiklalden yani “istiklal-i tam ”dan siyasi ve iktisadi bağımsızlığı
anlıyordu İktisadi bağımsızlığı sağlayabilmek için de her şeyden
önce bir iktisadi program tespit etmek gerekiyordu Bu am açla,daha
Cumhuriyet ilân edilmeden önce 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde
İzmir de 1 İktisat Kongresi toplandı
Kapitülasyonlar
ve Misak-ı
M ilii’nin Lozan
Konferansında
batıklara kabul ettir ilemeyen Türk görüşleri üzerinde heyetimizin
ısrarı, görüşmelerin
kesilmesine sebebivet vermişti
Bu
kritik
devrede.söz konusu meselelerde bir taviz verilmeyeceğinin batıklara
anlatılması lazımdı 1135 delege ile toplanan kongrenin temel amacı
elbette ki sadece bu değildi Aynı zamanda Türkiye’nin ekonomideki
yakın ve uzak hedeflerinin de tespit edilmesi gerekiyordu Kongrede
devlet adamlarının,özellikle A tatürk’ün yaptığı konuşmalar dikkate
değer konuşmalardır. Kongrenin tartıştığı konular A tatürk’ün daha
önce 1 Mart 1922’de T B M M ’nde yaptığı bit konuşm ada dile
getirilmiş meselelerdi. Bu konuşmada şu hususlara temas edilmişti
l)A vrupa rekabeti güzünden mahvolm uş ve ihmal edilmiş olan
sanayii ve ziraatı ihya ve çağdaş vasıtalarla teçhiz etmek,
2}Unnımi çıkarları doğrudan doğruya ilgilendiren kurumlar ve
ekonomik teşebbüsleri gücümüz nispetinde devletleştirmek,
222
,3)Madenlerimizde,diğer
işlerinde kullanılmak isteyen
türlü kolaylığı göstermek,
ekonom ik
konularda ve
bayındırlık
sermayenin sahiplerine hükümetçe her
İzmir İktisat Kongresini açış konuşmasında da
sin düren bir tutarlılık görüyoruz :
aynı
çizgiyi
, Ö zel ekonom ik teşebbüsler de serbest pazarla çarpışm aya
hazıı olabilecek bir seviyeye varm am ıştı, T anzim at’ın açtığı çığır
serbest
ticaret devri A vrupa
rekabetine
karşı kendisini
koruyam ayan
ekonom ik
yaşantım ızı
yine
ekonom ik
yön den,kap itülasyon zinciriyle bağladı,.,” Bu ifadeler Mustafa
K em al'in bir açık pazar haline getirilen ülkemizin ekonomik
durumu hakkmdaki bilinçliiiğini gösteren delillerdir O ’na göre devlet
gerçekten bağımsız değilse “ kendi uyruğundaki lıalka koyduğu
vergiyi,yaban cılara uygulayam az,kendi güm rük rejim leri ve her
türlü vergi işlem lerini düzenlem e hakkına salıip olam az,kend i
kanunlarına göre yargılam a hakkını yabancılara u ygulayam az
D evletin ve m illetin yaşan tısına yapılan m üdahaleler,bundan daha
da fazladır M illetin ek on om ik ihtiyaçlarından olan m esela
dem iryolu inşaatı,fabrika inşaatı gibi konularda d ev let serbest
değildir, Böyle bir şeye b aşladığınız zaman her ne olursa olsun
yab ancılar
işe
karışırlardı, Y aşantısını sağlam a
yeteneğind en
yoksun olan bir devlet bağım sız olabilir mi ? ” Bu ifadeler açıkça
gösteıinektedir kİ , Mustafa K em al’e göre tam bağımsız devlet
ekonom ik bakımdan da bağımsız olan devlettir
Birçok yazar. 1923-1929
dönem in i, İzm ir
İktisat
kaıaıİanna dayanarak Liberal ekonomi dönemi, 1930’dan
ise devletçi ekonomik dönem olarak tanımlamışlardır. O ysa
Kemal A tatürk’ün kongreyi açış konuşmasında iktisadi
ferdi ön plana çıkardığım söylemek çok zoıduı
Kongresi
sonrasını
Mustafa
faaliyette
Aynı kongrede İktisat Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in
yaptığı konuşma ekonom ik politikanın sınırlarını daha kesin ve açık
biçimde çizmektedir :
Ne
Biz ekonomi tarihi içindeki ekollerden hiçbirine benzemeyiz
bn akınız
geçsinler,bırakınız
yapsınlar ekolü,ne
de
223
sosyalist,komünist,etatist veya him aye ekofünden değiliz, Bizim de
Yeni Türkiye’nin yani ekonom ik anlayışına göte,yeni bir ekonom i
ekolümüz vardır Buna ben Yeni Türkiye Ekonomi Ekolü diyorum
Yukarıda belirttiğim ekonomi ekollerinden hiçbirine bağlı olmamakla
beraber,m emleketimizin ihtiyacına göre bunlardan faydalanmaktan
geri kalmayacağız. Yeni Türkiye,karma bir ekonomi izlemelidir.
Ekonomik teşebbüsleri kısmen devlet ve kısmen kişiler üzerlerine
almalıdır Çünkü
memleketimizin
ekonom ik
durumu bunu
gerektiriyor,
O dönem de böyle bir görüşün A tatürk’ün düşünce
sistemine karşı olması zaten beklenemezdi
Atatürk diyor ki
“ Bizim yolum uzu
çizen içinde yaşad ığım ız yu rt,b ağrın d an
çıktığım ız Türk m illeti ve bir de m illetler tarihinin bin bir facia
kaydeden sahifelerinden çıkardığım ız n eticelerd ir ”
Atatürk , Devletçilik
ilkesinin memleketin
içinde
bulunduğu ekonom ik şartlardan kaynaklandığım “M edeni Bilgiler” de
şöyle açıklamaktadır :
“ C um hu riyetim iz henüz çok gençtir,, M aziden ken disine
kalan bütün hayati işler,zam anın m ecburiyetlerini tatm in edecek
d erecede değildir, Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi
işlerde de,fertlerin teşebbüslerinin neticelerini bek lem ek doğru
olam az M ühim ve büyük işleri,ancak m illetin toplam servetin e
ve devletin teşk ilat ve kuvvetine dayanarak m illi egem enliğin
uygulanm asını
ve
yü rü tü lm esin i d üzen lem ek le görevli
olan
hüküm etin m üm kün olduğu kadar üzerine alıp başarm ası tercih
olu nm alıd ır D iğer bazı d evletlerin ikinci d erecede görebileceği
ve fertlerin teşebb üslerine bırakılm asında beis olm ayan işlerden
çoğu,bizim için hayati derecede önem lidir ve b irin ci d erecede
m ühim
devlet
işleri
arasında
sayılm alıdır
Türkiye
C um huriyetini
id are
ed en lerin ,d em ok rasi
esasından
ayrılm am akla
b erab er,d evletçilik
p rensibine
uygun
yürüm eleri,bugün
içinde bulunduğum uz
h allere,şartiara
ve
m ecburiyetlere uygun o lu r ”
Devletçilik ilkesinin Özel sektörün faaliyetlerini sınırlamak
anlamına gelmediğini yine kendisi şu şekilde ifade etmektedir :
224
M em lekette
her
çeşit
üretim in
artm ası
için,ferdi
teşebbüsün
d evletçe
elzem
olduğunu
önem le
kaydettikten
sonra,be>an
etm eliyiz ki ; d evlet
ve
fert b irb irine
k arşı
d eğil,b irb irinin
tam am layıcısıd ır Bizim
takibini
uygun
görd ü ğüm üz d evletçilik p rensibi sosyalizm p rensibine dayanan
k ollektivızm ,kom ünizm gibi bir sistem d eğild ir ferd i çalışm a ve
faaliyeti esas tutm akla beraber,m üm kün olduğu kadar az zam an
içinde m illeti refaha ve m em leketi bayındırlığa eriştirm ek için
m illetin genel ve yü ksek m enfaatlerinin gerek tird iği işlerde Özellikle iktisadi sa h a d a - devleti fiilen alakadar k ılm a k t ır ,”
Nitekim,İzmir İktisat Kongresinden sonra Türkiye’nin ekonomik
gelişmesi şu dört esas prensibe göre yönlendirilmiştir :
1)Uıeticileıin korunması
2)İhracatı özendirme
3)Milii Sanayiyi ve işçiyi koruma
4)Demİryolu siyaseti
Üreticiler in durumlarını iyileştirmek için ilk adımı olarak 17 Şubat
1925’te çıkarılan bir kanunla Aşar Vergisi kaldırıldı Zirai üretimin
artmasını sağlamak maksadıyla köylüye para,tohum ve alet yardımları
yapıldı 1930’da Tohum lukların G üm rük Resm inden M u a f O lduğuna
Dair K anun çıkarıldı. Çeşitli yerlerde fidanlıklar kurularak m eyve
ağaçlarının ıslahına çalışıldı 1924 yılında çıkarılan bit kanunla R ize ve
Borçka havalisinde Fındık ve Çay ziraatinin geliştirilmesi için bir dizi
teşvik tedbirleri alındı 17 Haziran 1927’de Ziraat Tedrisatının Islahına
Dair Kanun kabul edilerek Yüksek Ziraat
ve Y üksek Baytar
M ektepleri ve Enstitüleri kuruldu Bu okullarda ders vermek üzere
ihtisas amacıyla 74 ziraatçı hoca yurt dışına gönderildi Özetle fenni
ziraatın yapılması için her alanda okullaşmaya gidildi, 1929 yılında
çıkarılan Zirai Kredi K ooperatifleri K anunuyla bir yıl içinde ülke
çapında 572 Kredi K ooperatifinin kurulması sağlandı Aynı yıl,8 Haziran
1929’da Topraksız Ç iftçiye Toprak V erilm esi H akkında Kanun
çıkarıldı Bu suretle ülkenin en önemli gelir kaynağı ve geçim vasıtası olan
ziraat sahasında verimin artırılmasına gayret edildi
225
İzmir İktisat Kongresinde alman kararlar doğrultusunda Milli
sanayinin gelişmesini sağlamak üzeıe 28 Mayıs 1926’da Teşvik-i S anayi
K a n u n u çıkarıldı G ü m r ü k Tarife K a n u n u yerli sanayinin korunması
amacıyla yeniden tanzim edildi Sanayicilere kredi sağlamak amacıyla
1925d e S anayi ve M a a d in Bankası açıldı Alman bu tedbirlerin etkili
olduğu 1923de ,386 olan sanayi kuruluşlarının sayısının 1933de 1087’ye
yükselmiş olmasından anlaşılmaktadır Bununla paralel olarak Türkiye’de
sanayi işçisi sayısında da önemli bir artış ortaya çıkmıştır. İ921 ’de 76 216
olan sanayi işçilerinin sayısı 1927’de 256 855’e çıkmıştır 1927’de toplam
17 milyon lira olan sanayi imalatı T933de 137 milyon liraya yükselmiştir
19.33de çıkarılan bir kanunla Sanayi ve Maadin B a n k asın ın yerine
S iin ıe ıb a n k kurulmuştur Bu dönemde sanayileşmenin genel stratejisi şu
riç esas üzerine inşa edilecektir :
1)Yabancı
şirketler
elindeki imtiyazları
millileştirmek Bütün mali
zorluklara rağmen
arasında ecnebi şirketler devletleştirilmiştir.
satm
alarak
1928-1938 yılları
2)Sanayiieşmeye gidilirken ulaşım meselesini halletmek 19251933 yılları arasında 2048 kilometre demiryolu yapılmış, 1933-1938
yılları arasında buna 963 kilometre daha eklenmiştir
3) Memleketin tabii kaynaklarını tespit ederek nerelerde,hangi
sanayi tesislerinin kurulabileceğini planlayarak devletin yapacağı ve
işleteceği km akışların yanı sıra özel teşebbüsün de bu alanlara
yönelmesi için imkân hazırlamak
Yukarıda sıralanan tedbirlerin alm m asm a karşın ülkede fertlerin
elindeki sermayenin yeter sizi iği,temel ihtiyaçların sağlanması için
gerekli büyük yatırımların yine de devlet eliyle yapılmasını
gerektirmiştir
Siinıeıbank vasıtasıyla
tekstil sektörüne yapılan
yatırımlar kısa zamanda semeresini vererek bez ve kumaş üretimi süratle
ülke ihtiyacını karşılayacak seviyeye getirilmiştir. Diğer taraftan
ülkedeki maden kaynaklarının tespiti am acıyla Maden Tetkik ve A ram a
Enstitüsü., işletilerek mamul hale getirilmesi amacıyla da Etibank
kuıularak faaliyete geçirildi.
226
Ticaretin de dünya şartlarına uyabilecek biçimde organizasyonuna
bu dönem de başlanmıştır 1925 yılında Ticaret ve S anayi O daları
K anunu çıkarılarak bütün vilâyet merkezlerinde faaliyete geçmeleri
sağlandı
Bu ekonom ik faaliyetlerin büyük bir heyecanla yürütülmesi eski
ile mukayese edilem eyecek
Ölçüde bir canlanma
getirmiştir
Nitekim, 1950’li yıllarda yürütülen “ İthal İkamesi” politikaları ile T ü rk
ekonom isinin sermaye yapısında önemli değişi inlet ortaya çıkmaya
başlamış ve i 9 8 0 ’ i i yıllarda “ Liberal EkonomT’ye geçişin temelleri bu
dönem lerde oluşmuştur.
Bir başka nokta da Atatürk dönemi maliye siyasetinde temel
olarak kabul edilen “ Denk Bütçe” uygulamasıdır Bu tercih ekonom ik
büyüm ede “ enflasyonist” politikaları tercih ederek,büyümenin faturasını
halka yükleyen yaklaşımların benimsenmediğini,yükün dengeli olarak
dağıtılm asının daha uygun bulunduğunu göstermesi bakımından dikka
çekicidir
2-D iğer A lanlarda O rtaya Çıkan G elişm eler
Ekonomi alanındaki gelişmelere ana çizgileriyle değinilirken
görüldüğü gibi T ürkiye’de devlet hemen her alanda mukayese kabul
etmeyecek bir gücü temsil etmektedir Bu,büyük ölçüde T ü rk Devlet
geleneğinde çok derin biçim de kökleşmiş olan “devletin k a p sa y ıcıiığ ı”
esprisine kolayca bağlanabilir Bu anlamda toplumsal alanda da aynı
kapsayıcı lığın
açık
biçim de
gözlenebileceğini
söyleyebiliriz
Nitekim.sivil bir alan olan toplum alanında
hem Osmanlı
dönem inde.hem Cum huriyet dönem inde
kılık ve kıyafetten,kadın
haklarma;Ölçü ve tartr aletlerinden ibadet yerlerine kadar hemen her
alanda devlet “d ü zen leyici” olmaktan ziyade “m üd ahaleci” olmuştur
Malkm bu müdahaleler karşısında olumlu yahut olumsuz tepkilerini
ortaya koym aya başlaması ise 1990’lı yıllarda kendini gösterecektir ki ;
bu, B ü y ü k A t a t ü r k ’ün hedeflediği “ fik ri h ü r ,v ic d a n ı h ü r ,i r f a n ı
h ü r ” kuşakların ülkemizde artık
tam anlamıyla geliştiğini
gösterm ektedir Anayasa ve kanunlar çerçevesinde düşündüklerini ifade
227
.münakaşa ve birbirine tahammül edebilme yeteneğini kazanmış olan
insanların çoğunluğu oluşturmaya başlamış olmaları, temelleri Atatürk
döneminde atılmış olan
“yen i insan,yeni v a ta n d a ş” yetiştirme
hedefinin
büyük
ölçüde
gerçekleştiğini
göstermektedir
Yeni
düzenlem elerle
ortaya
çıkabilecek
boşlukları
önlem ek
üzere
Halkevlerinin kurulması,yeni değerlerin bu kurumlar vasıtasıyla topluma
aktarılarak benim setilm esi amaçlanmıştır. Bu yeni düzenlemeleri
sıralayacak olursak :
a)K ılık ve
K ıyafet
Z aviyelerin K apatılm ası
A lanındaki
D ü zen lem eler,T ek k e
ve
1925 yılı,birkaç açıdan Önemli bir dönün noktası olarak kabul
edilebilir
Dinsel
davranışlarda
,Halk
inançları
olarak
adlandırabileceğim iz,dinin aslıyla ilgisi olmaktan ziyade dini mahiyet
kazandırılmış sembollerden oluşan
farklı bir alanın varlığı
bilinmektedir. Cumhuriyet İnkılâplarının mahiyetini kavramakta zorluk
çeken,”yeni hayat”ın toplumun önüne açtığı ufukları görmezden gelen
bazı istismarcılar halkın bu “sem b oller d ün yasın ı” harekete geçirerek
rejime muhalefetlerini din kisvesi altında sürdürmeye çalışmaktaydılar.
Bir anlamda,bu semboller dünyasının yıkılarak,halkın istismarına yol
açan hurafelerin ortadan kaldırılması modern değerlerin daha kolay
yerleşm esine imkân verecekti.
İşte Kılık ve Kıyafetle İlgili
düzenlem eler, herhangi bir dini mahiyeti olmayan bu semboller
dünyasının etkisizleştirilm esine yönelik adımlardır.
Bir yandan
d a,batıyla aramızdaki gözle görülür farklılıklar m ortadan kaldırılması
amacıyla gerçekleştirilm iş oldukları açıktır.
Atatürk’ün Kastamonu seyahatinden
çıkarılan bir dizi Karafname ile :
sonra
2
Eylül
1925’te
1) Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına;
2)İlm iye Sınıfının kıyafetlerine;
■3)Devlet- Memurlar mm kıyafetlerine ilişkin yeni; esaslar getirildi
Bu kararnamelerin sadeleştirilmiş suretleri aşağıdaki gibidir :
228
Tekke ve Z aviyelere Dair K ararnam e
1)Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vak ıf suretiyle yapılmış ve
gerek Şeyhin mülkü olarak tapulu bütün tekkeler ve zaviyeler istisnasız
olarak kapatılmıştır Ancak vaktiyle mescit olarak yapılm ış olanlar
sadece bu hizmet için açık kalabilecektir.
2) Türkiye Cumhuriyetinde hiçbir tarikat ve bunlara mensup hiçbir
Şeyh ve Derviş ve mürit yoktur Bu sınıflara ait özel kisveler ve unvanlar
da kaldırılmış ve yasaklanmıştır
3)Kapatıian
tekke ve zaviyelerden elverişli olanlar okul
yapılacak,elverişli olmayanlar da satılarak parasıyla okul yapılacaktır
4)sultan!aıa ait m escit ve türbeler kapatılmıştır Bunun gibi bir
çıkar uğruna veya bir tekke veya bir tarikata dayanarak kullanılan
türbeler de kapatılmıştır
5)TürbedarJık kaldırılmıştır Türbedaılar camilerde imamlık ve
m üezzinlik gibi vazifelerde çalıştırılacaklardır
İlm iye sınıfı ve İlm iye K isvesi H akkında K ararn am e
1)Türkiye Cumhuriyetinde İlmiye
aşağıdaki makam ve vazife sahipleridir :
sınıtına -inensup
olanlar
a)D iyanet İşleri Başkanı
b )D iyan et İşleri B aşkanlığı D anışm anlar K urulu
c)İI ve İlçe m erkezlerin de bulunnn M iiftii 1er
d )D iyan et İşleri B aşk an lığı tarafınd a n f ayin «lijen iirıa m la r
e)D iyan et İşleri B a ş k a n lığ i t a rafı n d an ta y in eıftf en h afi pl e r ve
vaizler
f)D iyan et
im am ları
İşleri
Başkanlığı t a r a f ^ ^ ^ ^ a y i f t s ^ t e n y ^ y
2) Î1m iye s mı f i nın kisvesinde 'Uİftmet^beyaz -sarîk’^ve ^SîyaM atadün:
ibarettir
229
3)1 İnıiye sınıfım teşkil eden zatlar görevieıi dışında ilmi kisvelerini
giymeye mecbur değildirler
4)İlmi kisve giyenler resmi dairede usulen başı açık bulunurlar
Aynı gün çıkarılan bir kararname ile
K ıy afe tleri H a k k ı n d a şu esaslar getirildi :
Öevlet M e m u r l a r ı n ı n
1)Btitün ordu ye donanm a mensuplarıyla ilmiye sınıfından
olanlardan ve hâkimler gibi kıyafetleri devlet tarafından hususi olarak
tayin edilmiş bulunanlardan başka bütün devlet memullarının kıyafetleri
dünya yüzündeki medeni milletlerin müşterek ve umumi kıyafetlerinin
aynısıdır Y ani,gündüz ve gecenin muhtelif durumlarına ve resmi
törenlere göre giyilmek üzere muhtelif elbiseler ve şapkalardır
2)Binalar içinde başı açık bulunmak kaidedir. Selamlaşma
işaretiyle oluı
baş
,3)Halk,Ordu , D onanma ve İlmiye için hususi olarak tayin edilmiş
olan elbiseyi giyemezler
Bu gelişmenin hemen ardından,25 K asım ’da Şapka Giyilmesine
Dair Kanun,30 K asım ’da da Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve
Türbedarlıkların Kaldırılmasına Dair Kanun çıkarıldı
b ) M ille tle ra r a s ı T ak vim ve S a a tin K a b u lü
Eski dönemde Rumi ve Hicri olm ak üzere iki takvim
kullanılıyordu.
Bunlardan birincisi Mali hesapların daha rahat
yapılabilmesi amacıyla sonradan kabul edilmişti Aynı anda birkaç
takvim
kullanmaktan
kaynaklanan
karışıklıklar,devletin
kes in
hesaplarının yapılmasını da zorlaştırıyordu Bu zorlukların önüne
geçebilmek için
26 aralık 1925’te çıkarılan kanunla Milletlerarası
Takvim ve saat kabul edildi Bu konuda çıkarılan 697 Sayılı K anun
Metni şudur :
Madde 1-Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gün gece y ansından başlar
ve saatler O’dan 2 4 ’e kadar sayılır
Madde 2-1341 yılı A ra lık ay ının ( K â n u n u e v v e l) 31, G ü n ü n ü
ta k ip eden g ü n 1926 yılı O c a k A yının 1„ G ü n ü d ü r
230
Madde 3-Hicri takvim öteden beri olduğu gibi hususi hallerde
kullan ıhı Hicvi, Kameri ayların başlangıcını rasathane resmen tespit
eder
c )ö lç ü Sistem inin Y enileşm esi
Arşın, Endaze, Dönüm, Okka, Kantar,Çeki, Batman, Kile
esaslarına
dayalı eski ölçülerin kullanılması çoğu zaman karışıklıklara yol
açıyordu Bu ölçülerin bir kısmı memleketin değişik yerlerinde değişik
ölçüleri
ifade etmekteydi
Taksimatlar ondalık esas üzerinden
yapılmadığı için ticarette karışıklığa,hesapların zorlaşmasına yol
açmaktaydı 1 Nisan 1931’de çıkarılan bir yasa ile ölçülerde metre ve
kilo sistemine geçildi
ç)Soyadı K an un u ’nun K abulü
İnkılâp kanunları arasında en önemlilerinden birisi de toplum
hayatımızdaki bir dizi hukuki karışıklığa son veren Soyadı K anunıdnun
kabulüdür Bu kanun çıkıncaya kadar insanlar nüfusa küçük adlarıyla
kaydolunurlar,aynı ismi taşıyanların birbirinden ayırt edilmesi için ya
lakaplar kullanılırdı veya kimin oğlu veya kızı olduğu belirtilirdi İşte
1934 de çıkarılan 2525 sayılı kanunla bu karışıklığa da son verildi
Kanun metni özetle şudur :
Madde
m e c b u ıd u ı.
1-Her
Türk ö z
adından
başka
Madde
kullanılır.
2-SöyIeyişte,yazılışta,imzada
öz
soyadını
ad
da
taşımağa
önde,soyadı
sonra
Madde 3-Rütbe ve memuriyet,yabancı ırk ve millet isimleriyle
umumi adaba uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları
kullanılamaz.
Madde 4-Soyadı seçme vazifesi ve hakkı evlilik birliğinin reisi olan
kocaya aittir
TBM M çıkardığı bir kanunla akrabaları dahil kendisinden başka
kimsenin kullanmaması kaydıyla
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa
K em al’e A T A T Ü R K soyadını verdi.
231
'F a tfü n h i &eğtştfFftmesi
Bilindiği gibi 1924’de çıkarılan bir kanunla nüfusu 10 OOO’in
üstünde olan bütün şehir ve kasabalardaki müesseseler için haftada bir
gün tatil mecburiyeti konulmuştu. Bu tatil günü de Müslümanlar için
geleneksel olarak Cuma günü idi 1935 yılında çıkarılan bir kanunla
haftanın resmi tatil günü Cumartesi saat 13 OO’den başlamak üzere
Cumadan Pazar’a çevrildi. Tatilin süresi en az 35 saat olacaktı Dikkat
edilirse5gelişm iş dünya ile arasındaki m esafeyi kapatmaya yönelen
Türkiye, Cumhuriyetin bu ilk yıllarında çok geniş kapsamlı bir değişim
yaşam ış ve Büyük Atatürk’ün hedeflediği
“ .Muasır
m edeniyet
seviyesinin üstüne çıkmak
amacına yönelmiştir.
232
VI. BÖLÜM :
ATATÜRK SONRASI TÜRKİYE
A-İÇ PO LİTİKA
1 -İnönü Dönemi (1938-1950)
A tatürk’ün ölümünden soma, 11 Kasım 1938’de İsmet İnönü’nün
cumhurbaşkanlığına getirilmesiyle Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır
İsmet İnönü, Atatürk kadar karizmatik özellikler taşımasa da Kurtuluş
Savaşı yıllarındaki askeri başarılan ve CHP içindeki etkinliğiyle 1.950
yılma değin ülkeyi tek başına yönetmeyi başarmış ve bu döneme
damgasını vurmuştur
1924 Anayasası’nın cumhurbaşkanlarına verdiği
yetkilerin sınırlı olmasına karşılık, İsmet Paşa C H P ve meclis içindeki
gücünü korumuş “milli ş e f ’ ve “değişmez genel başkan” sıfatlarıyla ülke
kaderini doğrudan etkileyen kişi olmuştur
İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı yılları ile ilgili olarak ağırlıklı
temel konular II Dünya Savaşı ve
çok partili siyasi hayata geçiş
çabalarıdır İnönü dönemi dış politikası ve doğal olarak da II Dünya
Savaşı yıllan sonraki bölümde ele alınacağı için bu bölümde iç
politikadaki önemli gelişmeler üzerinde durulacaktır,
İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildiği 11 Kasım 1938 tarihinden O cak
19 3 9 ’a kadar Atatürk’ün son başbakanı olan Celal Bayar ile çalışmış ve
233
gerek dış politika ilkeleri, gerekse ekonomik politikaları farklı olan bu iki
devlet adamı 2 ay kadar bir süre devletin zirvesinde bulunan ilk iki ismi
oluşturmuşlardır Ancak kendisine
yakın isimler üzerinde baskıların
artırılması sonucu Celal Bayar başbakanlıktan çekilmiş ve yerine 25 Ocak
1939’da Refik S a y d a m atanmıştır
İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanlığının ilk yıllan aynı zamanda savaş
yılları olduğu için tüm ekonomik ve siyasi girişimler, Türkiye’yi bu
savaşın olumsuz etkilerinden uzak tutmak adına gerçekleştirilmiştir Ne
zaman sonuçlanacağı bilinmeyen savaş nedeniyle çok sayıda gencin askere
alınması ve temel ürünlerle ilgili olarak devlet stoklarının geniş tutulması
nedenivle iç piyasada büyük darlık yaşanmış ve ürünlerin fiyatları
olağanüstü artmıştır. Aynı dönemde hükümet stokçu, karaborsacı ve
fırsatçılarla yoğun bir şekilde mücadele etmişse de, bu mücadelede
toplumun geniş katmanlarını tatmin edebilecek bir başarı elde
edilememiştir
Refik Saydam ’m ölümü üzerine 9 Temmuz 1942’de
başbakan olan Ş ü k rü S araç o ğ lu döneminin ekonomik alanda belki de en
fazla akılda kalan ve tartışmaları bugüne kadar sarkan girişimi Kasım
1942’de çıkarılan V a r lık Vergisi K a n u n u olmuştur Servetlerin bir
defaya mahsus vergilendir ildiği ve vergisini ödemeyenlerin bedensel
çalışmaya tabi tutulduğu bu uygulama büyük tartışmalara yol açmış ve
sonuçta 1944 yılı başlarında kaldırılmıştır Tarım kesimiyle ilgili olarak ise
Haziran 1943’te aşar vergisinin bir benzeri olan T o p r a k M a h su lle ri
Vergisi K a n u n u çıkarılmıştır Gerek 1946 yılınca kaldırılan bu vergi ve
gerekse Varlık Vergisi toplumun İnönü dönemi hükümetlerinden
soğumalarından öte önemli sonuçlar doğurmamıştır
Ekonomik alandaki tüm olumsuzluklara karşın devletin kontrolündeki
döviz rezervlerinde olağanüstü bir artış gerçekleşmiştir Türkiye silah
sanayiinde kullanılan kromu savaşan ülkelere satarak önemli ölçüde döviz
elde etmeyi başarmıştır
Savaş yıllarında bir yandan ekonomik sıkıntılar aşılmaya ve savaşa
girmemeye çalışılırken, diğer yandan da Atatürk döneminde başlatılan ve
büyük mesafeler kat edilen eğitim ve kültür alanındaki çabalar devam
ettirilmiştir İnönü döneminin en önemli eğitim kurumu kuşkusuz K öy
E nstitüleridir 1940 yılında kırsal kesime öğretmen yetiştirmek amacıyla
açılan Köy Enstitüleri, Türkiye’nin dünya eğitim tarihine kazandırdığı en
234
özgün modellerden biri olarak döneme damgasını vurmuştur, Köy
Enstitüleri 1954 yılında D e m o k r a t P a r ti tarafından kapatılmasına karşın,
bu okullardan mezun olanlar C H P ’nin kafasındaki insan tipinin
temsilcileri olarak uzun yıllar eğitim ve politikadaki etkinliklerini devam
ettirmişlerdir
İnönü dönemindeki kırsal kesimle ilgili çabalar Köy Enstitüleri ile
sınırlı kalmamıştır. Atatürk döneminde de gündeme gelen Toprak ve tarım
reformu çalışmalarına yeniden hız verilmiştir Ancak geniş em lak
sahiplerinin yoğun tepkisi ve konuyla ilgili alt yapı eksiklikleri nedeniyle
topraksız köylü bırakmama çabalan bu dönemde de başarıya
ulaşamamıştır
İnönü döneminin eğitim ve kültür alanındaki diğer gelişmelerini,
klasik miizik eğitimine önem verilmesi, tiyatronun yaygınlaştırılması, yeni
kitaplık ve kütüphanelerin açılması, doğu ve batı klasiklerinin Türkçe’ye
kazandırılması şeklinde sıralayabiliriz
Yaklaşık 12 yıllık bir dönemi kapsayan İnönü döneminin iç
politikadaki en kayda değer olay kuşkusuz çok partili siyasi hayata geçiş
için atılan adımlardır
Aslında demokrasiyle ilgili ilk adımlan. Mayıs
1939’da toplanan C H P ’nin 5. Kurultayında hükümeti denetlemekle ilgili
olarak 21 kişilik bir M ü sta k il G r u b u n kur-uimasına kadar götürmek
mümkündür Ancak bu girişim C H P ’nin doğrudan denetiminde olduğu
için demokrasi konusunda umulan faydayı getirememiştir. Fakat asıl ciddi
ve kalıcı girişim 1945 yılında iç ve dış dinamiklerin etkisiyle
gerçekleşmiştir
İsmet İnönü’yü, daha doğrusu mevcut iktidarı bu karan almaya iten iç
dinamiklerin başında II. Dünya Savaşı yıllarında izlenen ekonomik
politikalardan dolayı ortaya çıkan toplumsal tepki gelmektedir Savaş
yıllarında uygulanan ve ağırlıklı olaıak da kırsal kesimlerde yaşayanlarla,
esnaf-tıiccaı gibi grupları olumsuz etkileyen ekonomik politikalar ,
toplumun bu kesimlerindeki huzursuzluğu arttırmış ve iktidarın yeni siyasi
çözümlere yönelmesine neden olmuştur Bir başka iç etken 1923’ten beri
iktidarda bulunan C H P ’nin ciddi bir yıpranma sürecine girmesi ve bu
nedenle kendini yenileme, bir başka ifadeyle çeki düzen verme İhtiyacını
hissetmiş olmasıdır, Atatürk’ün izinde bir devlet adamı olarak bilinen
İsmet İnönü’nün bu konuda Kemalist ilkelerle örtüşen bir tutum
235
sergilemesi de demokrasiye geçişt hızlandırmıştır. Gözden kaçırılmaması
gereken bir başka etken ise Terakkiperver ve Serbest Fırka denemelerinin
bıraktığı heyecanın bala sürüyor olmasıdır
Türkiye’nin demokrasiye yönelmesinde etkili olan dış dinamiklerin
başında 11. Dünya Savaşını A B D , İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin
oluşturduğu demokratik bloğun kazanması gelmektedir. Gerçekten de II
Dünya Savaşı ile birlikte Batıda yeni bir dünya kurulmuş ve yeni dengeler
oluşturulmuştur Türkiye’nin bu yeni oluşum içinde yerini alabilmesi için
Batının hemen her alandaki norm standartlarım benimsemesi zorunlu hale
gelmiştir
Bu etkenin
Türkiye’deki tek parti iktidarını halkın
muhalefetinden daha fazla etkilemiş olduğunu söylemek hiç de yanlış
olmaz. Fakat Türkiye’nin batıya yönelmesini hızlandıran asıl önemli
gelişme 1945 yılındaki Sovyet tehdididir
Stalin yönetimindeki Sovyet
Rusya’nın 1925 yılındaki antlaşmayı uzatmayacağını açıklaması ve
bununla yetinmeyerek Kars, Ardahan ve Artvin’i isteyen ve Boğazların
ortaklaşa savunulmasını öneren bir nota vermesi Türkiye’de büyük bir
tepkiye neden olmuştur Bu tehdit yüzünü zaten batıya dönmüş olan
Türkiye’nin başta A B D olmak üzere Batı dünyasıyla ilişkilerini
geliştirmesini hızlandıran temel etken olmuştur.
Aynı döneme denk gelen ve birbirleriyle içi içe geçmiş tüm bu iç ve
dış gelişmelere bağlı olarak Türkiye’de, CHP dışında başka siyasal
partilerin de kurulması gerektiği yolundaki ilk ciddi açıklama Birleşmiş
Milletler Örgütünün kuruluşu için San Fransisco’da bulunan Türk
heyetinden gelmiştir San Fransisco’daki Türk temsilciler artık Türkiye’de
demokrasinin kurulacağını açıklamışlardır
İsmet Paşa’nın 19 Mayıs 1945’te savaşın sona ermesiyle ilgili olarak
yaptığı konuşmada demokrasiye geçileceğini açıklamasıyla çok partili
siyasi hayat için en ciddi start verilmişti. Bu ılımlı havanın etkisiyle ilk
olarak 18
Temmuz 1945’te Milli Kalkınma Partisi kurulmuştur.
İnönü’nün 1 Kasım 1945’teki Meclis, açış konuşmasında demokrasi
konusundaki kararlılığım bir kez daha belirtmesi üzerine bu yöndeki
çalışmalara daha da hız verilmiştir.
7 Ocak 1946 tarihinde C H P ’den
ayrılmış olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad
Köprüfü’ııün önderliğinde Demokrat Parti’nin kurulması demokrasiye
geçiş çabalarını geri dönülmez bir seviyeye getirmiştir.
236
r
Savaş yıllarında İhmal edilen kırsal kesimde yaşayanlarla, yine
savaştan olumsuz etkilenen büyük ve küçük sermaye çevreleri için bir
umut ışığı olan DP, aynı zamanda demokrasiye susamış aydınlar için de
ideal bir siyasi platform gibi görünmekteydi D P’nin kurulmasından kısa
bir süre sonra 21 Temmuz 1946 tarihinde ilk tek dereceli ve çok partili
seçimler yapılmıştır. Çoğunluk sistemine dayanan ve açık oy - gizli tasnif
esasına göre yapılan bu seçimlerde DP ancak, 66 milletvekili
çıkarabilmiştir Bu sonuçtan da anlaşıldığı gibi D P ’nin halktan gördüğü
yoğun ilgi şimdilik sandığa ve dolayısıyla da parlamentoya yansımamıştır
1946 seçimlerinden sonra kan değişikliğine gitmek isteyen İnönü,
başbakanlığa Şükrü Saraçoğlu’nun yerine Recep Peker’i getirmişse de,
D P ’nin büyümesine engel olamamıştır Bir süre sonra bu kez Peker’in
istifası sonucu 9 Eylül 1947’de Haşan Saka yeni hükümeti kurmuştur
İktidar içinde kaynamaların devam ettiği bir dönemde DP içinde de
tartışmalar çıkmış ve Fevzi Ç akm ak önderliğindeki bir grup ılımlı parti
üyesi istifa ederek, 20 Temmuz 1948’de Millet Partisini kurmuşlardır.
CHP cephesinde ise Peker gibi sertlik yanlısı olmayan Haşan Saka d a
istifa etmek zorunda kalmış ve yerine bu kez Şemsettin Günaltay
başbakan olmuştur Günaltay, İsmet İnönü’nün son başbakanı olacaktır
Seçim yasasında yapılan değişikliklerden sonra 14 Mayıs 1950’de yine
çoğunluk sistemine göre olmakla birlikte gizli oy - açık tasnif esasına göre
yapılan genel seçimlerde, bu kez DP üstünlük sağlamış ve 23 yıllık C H P
iktidarı sona ermiştir Bu seçimlerde oyların % 5 5 ’ni alan DP 408
milletvekili (%85),
% 4I oy alan CHP ise 69 milletvekili (% 15)
çıkarmıştır Seçimler sonucu 1923 yılında devleti kurmuş olan CHP,
kansız ve kavgasız bir şekilde iktidarı Demokrat Parti’ye devretmiştir
Böylece Türk demokrasi tarihinde yeni bir dönem başlamıştır
2-Demokrat Parti Dönemi (14 Mayıs 1950 - 27 Mayıs 1960)
14 Mayıs 1850 tarihinde yapılan genel seçimlerde DP oyların %
5 5 ’ini, CHP ise % 4 1 ’ini almışlardır Ancak seçim sistemi yüzünden bu
sonuçların parlamentoya yansıması oldukça farklı olmuştur Öyle ki DP,
408 sandalye ile milletvekilliklerinin %85 ‘ini, CHP ise 69 sandalye ise
milletvekilliklerinin % î 5 ’ini elde etmişlerdi. Bu sonuçlar sonrasında
İsmet İnönü cumhurbaşkanlığından ayrılmış ve yeıine Celal Bayar,
237
Türkiye Cumhuriyetinin 3, cumhurbaşkanı olarak göreve gelmiştir. Adnan
Menderes başbakan olarak atanırken, D P’nin kurucularından Fuat Köprülü
Dışişleri Bakam, Refik Koıaltan ise Meclis başkam olmuşlardır. Büyük
umutlar ve beklentilerle iktidara gelen D P ’nin ilk yıllarında dıştan,
özellikle de A B D ’deıı gelen yardımlar sayesinde görülmemiş bir bolluk
yaşanmıştır. 1952 yılında N ato’ya girilmesiyle , II D ünya Savaşı
sonrasında yaşanan yalnızlık tümüyle sona ermiş ve Türkiye, A B D ’nin
yardımlarını daha yoğun bir biçimde almaya başlamıştır. Dış politikadaki
bu gelişmenin doğal olarak iç politikaya da yansıdığı bu dönemde, D P ’nin
gücü ve toplumdan aldığı destek artmıştır Ancak DP yöneticilerinin
iktidara yeterince hazırlıklı olmamaları ve C H P ’nin muhalefet
deneyimsizliği iki siyasal parti arasındaki ilişkileri gün geçtikçe
gerginleştirmiş ve ülke kısa zamanda kısır siyasal çekişmelere doğru
sürüklenmeye başlamıştır
1951 yılının Ağustos ayında Halkevleri ve Halkodafarının
devletleştirilmesi ve kamu hizmeti yapan bu örgütlerin mal varlıklarının
hâzineye aktarılması; 1953 yılında C H P ’nin tüm mal varlığının “ haksız
iktisap1' olduğu İddia edilerek Hâzineye geçirilmesi; yine 1953 yılında
Millet Partisi’nin kapatılması; Şubat 1954’te Köy Enstitülerinin ilk
öğretmen okullarına dönüştürülmesi ve nihayet basın üzerinde baskıların
arttırılması iktidar- muhalefet ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir
D P ’nin ‘devr-i sabık” yaratma politikası C H P ’nin iyice hırçınlaşmasına
yol açmıştır
Bu koşullarda yapılan 1954 seçimlerini de DP kazanmıştır C H P ’nin
■meclisteki milletvekili sayısının 3 1 ’e düştüğü bu seçimlerde DP oylarını
artırmış ve oy oranını % 5 7 ’ye yükseltmiştir CHP ise oyların ancak
% 3 6 ’smı alabilmiştir D P’nin gücünü artırması, izlenen iç ve dış
politikanın toplum tarafından onaylanması anlamı taşımaktaydı Bu
nedenle DP, muhalefet üzerindeki baskılarım 1954 yılından sonra daha da
artırmıştır Gazetecilere hapis ve para cezalarının verilmesiyle CHP Genel
Sekreteri Kasım G ülek ’in bir gün gözaltında tutulması ve daha sonraki
günlerde 6 ay hapse mahkum olması iktidar-muhalefet ilişkilerini büyük
bir çıkmaza doğru sürüklemiştir
1954-1957 yılları arasındaki DP
iktidarının belki de en önemli olayı 6/7 Eylül olaylarıdır 6 Eylül 195 5 ’te
Atatürk ün Selanik’teki evine bomba atıldığı yönünde çıkan haberler
238
üzerine galeyana gelen bir grup, İstanbul'daki Rumların ev ve işyerlerini
tahrip etmiş, mezarlık ve kiliseleri yağmafamıştır Ordu birliklerinin
müdahalesiyle bastırılan olaylar sonucunda sıkıyönetim ilan edilmişse de,
Türkiye’nin dış politikada aldığı yara kapatıiamamıştı.
DP - CHP gerginliğinin had safhaya ulaşması ve iktidarın güç
kaybetmeye başlaması nedeniyle seçimler bir yıl önceye alınmış ve 1957
yılında yapılmıştır 1957 seçimlerini de DP kazanmışsa da, oylarında
büyük bir düşüş gözlenmiştir Öyle ki, bu seçimler sonucunda DP % 48
oy oram ile 424 milletvekili çıkarırken, CHP oy oranını % 4 1 ’e yükseltmiş
ve 178 milletvekilini Meclis’e sokmuştur. Aynı seçimlerde Cumhuriyetçi
Millet Partisi ve Hürriyet Partisi d e 4 ’er milletvekili çıkarmışlardır
Bu yeni dönemde DP iktidarı ortaya çıkan ekonomik bunalımlar
karşısında çaresiz kalmış ve IMF İle Dünya Bankasının dayatmalarına
direnememiştiı Yaşanan döviz darboğazı dengeleri alt üst etmiştir Komşu
ülke Irak’ta 14 Temmuz 1958’de darbe yapılması ve ordunun yönetime el
koyması Adnan Menderes hükümetinin kuşkuya kapılmasına yol açmış ve
bu nedenle iktidarın, potansiyel bir tehlike olarak gördüğü CHP ve basın
üzerindeki baskıları artmıştır Bu kuşku D P’nin 12 Ekim 1958’de Vatan
Cephesi’ni kurmasıyla yeni bir boyut kazanmış, ülkedeki siyasal
kamplaşma ve dolayısıyla da gerginlik dönülmez bir duruma gelmiştir.
DP iktidarının sonunu hazırlayan gelişmelerin en önemlisi kuşkusuz 18
Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonunun kurulmasıydı Başta C H P olmak
üzere Meclis içi ve dışı tüm muhalefeti hemen her türlü siyasi faaliyetten
men etmeyi hedefleyen Tahkikat Komisyonu, sorunları çözemediği gibi
üniversite öğrencilerinin sokağa dökülmesine de neden olmuştur 28
Nisanda İstanbul Üniversitesinde bir öğrencinin öldüğü ve çok sayıda
öğrencinin yaralandığı olaylar sonunda sıkıyönetim ilan edilmişse de,
olaylar A nkara’ya sıçramıştır. 21 Mayısta Ankara’da Haıp Okulu
öğrencilerinin yapmış olduğu yürüyüşle de verilen mesaj m iktidar
tarafından anlaşılamamasmdan kısa bir süre sonra 27 Mayıs 1960’ta
gerçekleştirilen bir askeri darbe sonucu DP iktidarına son verilmiş, Celal
Bayar ve Adnan Menderes görevlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır
239
3-1960 - 1980 Y ıllan Arasında Türk İç Politikası
27 Mayıs Askeri Müdahalesi sonucu DP iktidarına son veren genç
subaylar Milli Birlik Komitesi adında bir grup kurarak ülke yönetimine el
koydular İhtilalcilerin^Darbe’nin başına bir Orgeneral getirme isteği
üzerine ,Milli Birlik Komitesİ’nin başkanlığına, o dönemde emekli olmak
üzere izne ayrılmış olan Kara Kuvvetleri Komutam Cemal Gürsel
getirilmiştir. Ancak M B K bütünlüğünü koruyamamış ve 13 Kasım 1960’ta
Alparslan Türkeş’in öncülüğündeki 14’ler
Grubu tasfiye edilerek
yurtdışına sürgüne gönderilmişlerdir. Daha Önce, M B K ’nin direktifleri
doğrultusunda
hükümet üyeleri ve D P’li çok sayıda milletvekili
tutuklanmış ve Yassıada’da mahkeme süreci başlatılmıştır 14 idam
cezasının verildiği yargılamalar sonucunda bu idamlardan üçü MBK
tarafından onaylanmıştır, DP döneminin Başbakanı Adnan Menderes,
Dışişleri Bakam Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakam Haşan Polatkan idam
edilmişlerdir Bay ar’a verilen idam cezası ise yaşından dolayı hapis
cezasına çevrilmiştir
İdamlar sonraki yıllarda,tamiri güç yaralar açarken, Türk siyasal
hayatında da yeni bir dönemin başlangıcını teşkil etmiştir
M B K ve
Temsilciler Meclisinden oluşan Kurucu Meclis 6 Ocak 1961’de
çalışmalarına başlamış ve ilk iş olarak hazırladığı yeni anayasayı 9
Temmuz 1961’de halkoyuna sunmuştur. %60 civarında kabul oyu ile
yürürlüğe giren anayasanın hemen ardından nisbi temsil sistemiyle
seçimler yapılmış ve İsmet İnönü başkanlığındaki koalisyon hükümetleri
dönemi başlamıştır
1961 Anayasası ile sosyal devlet anlayışı ortaya çıkmış; grev, lokavt
ve toplu sözleşme haklan getirilmiş; çoğulcu devlet anlayışına geçilmiştir.
Ayrıca DP döneminin deneyimi sonucu yasama organını yargı yoluyla
denetlemek amacıyla A nayasa Mahkemesi kurulmuştur Bir diğer yenilik
ise T B M M ’nin Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olarak iki kanada
ayrılmış olmasıdır, Bu arada ihtilalciler ömür boyu olmak kaydıyla “ Tabii
Senatör” olmuşlardır
Türkiye’nin en liberal ve özgürlükçü anayasası olarak nitelenen 1961
Anayasasının yarattığı ortamda sivil toplum örgütlenmeleri de hız
240
kazanmıştır Bu dönemde Türk solu giderek güçlenmiş ve -1961'yılında
Türkiye İşçi Partisi kurulmuştur. Bu arada kapatılan D P ’nin devamı olarak
yine 1961 yılında Yeni Türkiye Partisi ve Adalet Partisi
adıyla iki
siyasal parti kurulmuştu 1961 seçimlerine giren bu partiler oyların
bölünmesi nedeniyle başarılı olamamışlardı Adalet Partisi, Süleyman
Demirel’in genel başkan olmasından sonra güçlenmiş ve yeni liderin
etkisiyle 1965 ve 1969 seçimlerinde Tek başına iktidara gelmeyi
başarmıştır O dönemde radikal-sayılabilecek bk sol söylemle 1965
seçimlerine katılan Türkiye İşçi Partisi’nin, oyların % 3 ’nü alarak 15
milletvekilini parlamentoya sokması Meclis’te
zaman zaman gergin
tartışmaların ortaya çıkmasına ve sol hareketlerin özellikle genç kuşak
arasında ilgi toplamasına zemin hazırlamıştır Fakat, “ Ortanın Solu”
sloganıyla,ılımlı bir sol görüşü dile getiren CHP, gerek 1965, gerekse
1969 seçimlerinde oy kaybına uğramıştır
1969 yılında %4'7 oy alarak tek başına iktidara gelen AP iktidarı
ekonomik bunalımların etkisiyle kısa zamanda yıpranmaya başlamış ve
halktan gördüğü desteği yitirme durumuna gelmiştir. 1970 yılında yapılan
devalüasyonla.! Oolar*9sJ J JY ien4d« X k7ye yükselmiştir DP ile başlayan
ve “ İthal İkamesi” -o günlerdeki popüler deyimle “Montaj Sanayii” politikası ve enflasyonist uygulamalar , doğal olarak ökönörnik dengeleri
alt üst etmiş ve toplumsal dengeler süratle değişmeye başlamıştır.
Ekonomik, bü yüm e ve sivil toplum Örgütlerinin hareketlendirdiği yeni
siyasa! ortamdaki gelişmeler A P ’nin bölünmesine ve 18 A ralık 1970’de
Demokratik Parti adıyla"’ y en i irir'"siyasal parti kurulmasına kadar
uzanmıştır
........... ..... ..........
ParlamentodakCbu gebşrneieid’m yâm ^’Sirâ1"iîü§dkdkfâ"‘1|^ff ve Öğrenci
hareketleri de .yoğunJaşaujuJU keuüddL Jbi& dk^^
başlamıştır.
Özellikle
1968 yılında Fransa’da başlayan öğrenci
hareketlerinin Türkiye’yi de etkilemesiyle ortaya çıkan
öğrenci
yıllarının
bloklaratası
propaganda..— mücadelesine
sahne
olan
T ürkiye’yi, kritik. Jb ir
.ip ^ ^ ^ l^ J^ ıla rd a k i
köklü değişimin ortaya çıkardığı köyden kentegÖÇîÇarptkşeh*rleşmeygelir
dağı 11 m mda-d©ftges4«li k® ■gibi--bk-dizi
ygan,
hale getirmiştir Ekonomik krizlerin aşılamaması, işçi ve öğrenci
241
hareketler inin durdurulamaması DemireI hükümetinin yıpranmasına ve
gözden düşmesine yol açmıştır Bu kez 12 Mart 1.97 E d e emir komuta
zinciri çerçevesinde bir “ Muhtıra” veren silahlı kuvvetler ,yakın tarihimize
“ 12
Mart
Muhtırası”
olarak
geçen
_ bir
müdahale
daha
gerçekleştirmişlerdir Askeri müdahaleyle Demirel istifa etmiş ve Nihat
Eritirin başbakanlığında partilerüstü bir hükümet kurulmuştur Askeri
müdahaleye karşın önüne geçilemeyen şiddet eylemleri, sıkıyönetimin ilan
edilmesine ve iktidarın daha da sertleşmesine yol açmıştır T B M M ’nin
etkinliğinin kendi tarihindeki en alt düzeye indiği dönemlerden birisi olan
12 Mart Döneminin önemli siyasal gelişmelerinden birisi de , 5 Mayıs
3972’de yapılan C H P ’nin V Olağanüstü Kurultayı sonunda partinin .33
yıldır Genel Başkanlığım yürüten İsmet İnönü bu görevinden ayrılmak
zorunda kalmış ve yerine Bülent Ecevit genel başkanlığa seçilmiştir
CHP. 14 Ekim 1973’te yapılan seçim lerde yeni lideri İle beklenenden
çok oy alarak T B M M ’nde en fazla sandalyeye sahip olmuştur !973
seçimleri 12 Mart dönemini sona erdirirken, 1980 yılm a kadar devam
edecek olan bir başka dönemin başlangıcını teşkil etmekteydi Bu arada
Cemal Gürse Eden sonra cum hurbaşkanlığına seçilmiş olan Cevdet
S unay ’ın da görev süresi dolmuş ve yerine Fahri Korutürk
6.
Cum hurbaşkanı olarak göreve başlamıştır 1973 seçimleriyle başlayan
istikrarsızlıklar, 1977 seçimleriyle de giderilememiş ve Türkiye
birbiıiyle uyumsuz ve farklı temellere dayanan partilerin oluşturdukları
koalisyonlarla yönetilmiştir. 1973-1980 devresinde Cum huriyet Halk
Partisi-Millİ Selamet Partisi Koalisyonuyla başlayarak ,Adalet PartisiMilli Selamet Partİsi-Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven
Partisi'tiden oluşan I Ve II Milliyetçi Cephe Hükümetleri ve C H P ’nin
A P ’den transfer ettiği 1 E lerle oluşturduğu
II. Ecevit hükümetleri
dönem inde ülkede ekonom ik ve toplumsal istikrar giderek sarsılmıştır
Özellikle 1976 yılından sonra şiddet eylemlerine dönüşen ve
toplumsal cinnet haline gelen öğrenci hareketleri, adeta ilân edilmemiş
bir iç savaş niteliğine bürünmüştür. Parlamentodaki siyasal partilerin kısır
çekişmeler içerisine girerek, ülke sorunlarım halledebilecek çözümlerden
uzaklaşmaları demokratik rejimi de ciddi bir bunalıma sokmuştur.
A nayasa’nm getirdiği grev ve lokavt hakkının istismarı ile kriz boyutuna
tırmanan darboğazın aşılamaması sonucu 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı
Kuvvetleri yönetime bir kez daha el koymuştur Sivil toplum örgütlerinin
242
^
sorunlara çözüm bulma yeteneklerini ve araçlarım
kullanamamaları
sonucu gerçekleşen 12 Eylül askeri darbesi sonucu TBMM feshedilmiş ve
siyasal partilerin tümü kapatılmıştır
Fahri Korutürk’ten boşalan cumhurbaşkanlığına yaklaşık 6 ay kadar
bir süre geçmesine karşın kimseyi seçemeyen T B M M ’nin feshedilmesi ve
toplumun en acil sorunlarına bile çözüm bulmakta aciz kalan siyasal
partilerin kapatılmasının toplumun bütün kesimleri tarafından onaylanmış
olması demokrasinin içine düştüğü durumu göstermesi açısından
önemlidir
Askeri darbeden hemen sonra ülke yönetimini, darbenin önderi Kenan
E vren’in başkanlığında oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi üstlenmiştir.
Kısa bir süre sonra Eski Deniz Kuvvetleri Komutam Bülent Ulusu yeni
bir
hükümet kurmakla görevlendirilmiş ve
bakanlar
kurulunu
oluşturmuştur 12 Eylül darbesiyle yürürlükten kaldırılan 1961 Anayasası
yerine yeni bir anayasa hazırlanması için Danışma Meclisi toplanmış ve bu
mecliste oluşturulan bir komisyonun hazırlamış olduğu anayasa, mecliste
kabul edildikten sonra Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanarak ,
halkoyuna sunulmuştuı 6 Kasrm 1982’de yapılan halkoylaması sonucu
%93 kabul oyu alan yeni anayasa yürürlüğe girmiştir Aynı gün Kanan
Evren de cumhurbaşkanlığı görevine resmen başlamıştır
1982 Anayasası doğrultusunda yeni kurulan siyasal partilerin
katılmasıyla 1983 yılında yapılan seçimlerde Turgut Özal’m genel başkanı
olduğu Anavatan Partisi, seçime katılan Milliyetçi Demokrasi Partisi ve
Halkçı Parti’ye göre daha fazla oy alarak tek başına iktidara gelmiştir.
Özai ile birlikte Türkiye’nin dış politika ve ekonomik politika tercihleri
ciddi biçimde değişmeye başlamış ve buna paralel olarak Türkiye’nin
toplumsa! değerlerinde de ciddi bir değişim süreci ortaya çıkmıştır
Mecliste etkili bir muhalefetle karşılaşmayan Anavatan Partisi iktidarı,
dışa açılma konusunda önemli hamleler yapmış ve toplumdan aldığı
destekle 1987 seçimlerinden başarıyla çıkmıştır Ancak bundan sonraki
dönemde 1980’-de siyasi faaliyetleri yasaklanan liderlerin
(Demiıei,
Ecevit, Eıbakan ve T ü rk e ş ) yeniden parlamentoya girmeleriyle Anavatan
Partisi’nin Meclis üstünlüğü sarsılmaya başlamıştır. Buna karşın 1989
yılında Turgut ö za i, Kenan Evren’in görev süresinin dolmasından sonra
243
/apıian seçimiet sonucunda 8 Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşküne
çıkmıştır
199] seçimlerinde hiçbir partinin tek başına iktidara gelememesi
üzerine Süleyman Demirel başkanlığındaki Doğru Yol Partisiyle Erdal
İnönü başkanlığındaki Sosyaldemokrat Halkçı Parti arasında koalisyon
hükümeti kurulmuş ve Türkiye'de yeniden koalisyonlar dönemi
başlamıştır. Bu arada 1993 yılında Ö zal’ın ani ölümünden sonra ise
cumhurbaşkanlığına Süleyman Demirel seçilmiştir
1960-1990
devresi
Türkiye’nin
küreselleşen
dünya
ile
bütünleşmeye başladığı bir devredir Hızla büyüyen Türkiye ekonomisi,
doğal olarak toplumsal katmanların hareketlenmesine ve siyasal alanda
yeni taleplerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur Değişen toplum larm
tamamının yaşadığı şiddet süreçleri ülkemizde, Türk ordusunun rejim
konusundaki titiz ve dikkatli tavrı sayesinde nisbeten h afif atlatılmıştır
B- DIŞ POLİTİKA 1938-1995
Milli Mücadelenin askeri safhasını başarıyla sonuçlandıran
Türkiye, Lozan Barış Antlaşması ile uluslararası alanda resmen
tanınmıştır
1923-1930 yılları
arasında
L ozan’da
çözülemeyen
sorunlarını halleden Türkiye, ] 9.32 yılında Milletler Cem iyeti’ne giıe ıe k
aktif bir şekilde uluslararası işbirliğine katılmaya başlamıştır
Ancak Türkiye’nin L ozan’dan arta kalan sorunlarını hallettiği
1930 yılından itibaren dünya bir buhranlar devresine giriyor ve özellikle
A v ru p a’da patlak veren buhranla! Türkiye’yi de etkisi altına alıyordu
Bu sebeple iki savaş arası dönem, dünyada bir barış devresi olmaktan
ziyade, yeni bir dünya savaşının tohumlarının atıldığı bir dönem
olmuştur Dünyada 1925-1929 arasındaki nispi yum uşam a döneminin
dışında özellikle 1929-30 dünya ekonom ik bunalımından sonra
uluslararası gerginlik hızla artmış, I Dünya Savaşının getirdiği
statükoyu korumak isteyen anti-revizyonist devletler ile bu yapıyı
değiştirmek isteyen revizyonist devletler arasında gittikçe keskinleşen
bir kutuplaşma doğmuştur
244
Avrupa ve dünyanın kısa sürede bunalımlar dönem ine girdiği
yıllarda,
Türkiye
Lozan
Antlaşmasının
Misak-ı
M illi’nin
gerçekleştirilmesinde eksiklikler bırakmasına rağmen, revizyonist
A vrupa devletleri gibi, bu buhranları kendi çıkarları için kullanma
yoluna gitmemiştir Aksine kolektif barış ve güvenliğin hararetli bir
savunucusu olarak anti-revizyonist bir politika takip etmiştir.
Bu dönem de Türkiye, bütün devletlerle olan ilişkilerini d evam
ettirmekle beraber, kendi güvenliğini ön planda tutarak öncelikle
bölgesel ittifaklara yönelmiş, (Balkan ve Sadabat Paktı) ancak
A v ru p a’daki hızlı askeri ve siyasi gelişmeler, özellikle İtalyan tehlikesi
endişe verici boyutlara varınca bölgesel ittifakların yanı sıra Batı ülkeleri
ile işbirliğine yönelmiştir. Bu sebeple 1930’lu yıllardan itibaren İtalyan
tehlikesi T ürkiye’nin dış politikasına ana istikametini veren faktörlerden
biri olmuştur Gerçi A tatürk’ün gerçekleştirdiği radikal inkılaplar sonucu
kurulan Laik devlet düzeni ile siyasi, sosyal, ekonom ik ve kültürel
alanlarda meydana gelen değişiklikler hiç şüphesiz Türkiye’yi yapı
itibariyle batıya yaklaştırmıştır Iç politikada başlayan bu radikal
değişikliklere paralel olarak Türk dış politikası 1930’lu yıllardan itibaren
Batıya yönelmiştir İtalyan tehlikesi bu yönelişin bir işbirliğine ve ileride
bir ittifaka dönüşmesinde önemli rol oynamıştır
Bölgede ortaya çıkan İtalyan tehlikesi karşısında Batı ülkeleri
ile işbirliğine girişen Türkiye Milli Mücadele yıllarından itibaren, dış
politikasının temel unsuru olan Sovyetler Birliği ile ilişkilerini bozm ak
istememiştir. Aksine jeopolitik yeri ve son derece stratejik mevki gereği
Batı ülkeleri ile Sovyetler Birliği arasında hassas bir denge kurmaya
büyük gayret sarfetmiştir.
A vrupa ve dünyanın kısa sürede bunalımlar dönem ine girdiği
yıllarda, A tatürk’ün izlediği gerçekçi, barışçı ve çok yönlü dış politika
sayesinde Türkiye bölgede bir istikrar unsuru olmuş, A v ru p a ’da oluşan
her iki blok tarafından da daima dostluğu aranan, heı siyasi merkezde
saygı uyandıran, itibarı artm ış bir devlet haline gelmiştir Ülkenin
bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve güvenliğini her şeyin üstünde tutan
A tatü rk ’ün yönlendirdiği bu politika sayesinde Türkiye uluslararası
bunalımların arttığı
bu dönemde uluslararası hukuk kuralları
245
çerçevesinde iyi bir zaman ¡ama ve banşçs yollarla Boğazlar ve Hatay
meselesini kendi lehine bir çözüme kavuşturmuştur
a Türk-İngiliz-Fransız İttifakı
Atatürk, 30 Kasım 1938 tarihinde hayata gözlerini yumarken
A vrupa önemli çalkantılar içerisinde ve ¡kinci Dünya Savaşının eşiğinde
bulunuyordu. Çünkü hızla silahlanan Almanya, Versay Antlaşmasını
yırtmış. Milletler 'Cem iyeti’nden çekilmiş, A v ru p a’da Almanların
yaşadığı yerleri A lm a n y a ’ya bağlamış, öte yandan “ Büyük R o m a” ideali
ile genişlemek çabasında olan İtalya ile Japonya’nın da dahil olacağı bir
ittifak yapılmıştı Böylece A vrupa’da barış cephesi olarak bilinen
İngiltere ve Fransa karşısında üstünlüğünü ortaya koymuş, İngiltere’nin
takip ettiği yatıştırma politikası giderek sonuçsuz kalmıştır.
A lm a n y a ’nın izlediği bu politika Batıda ve Sovyetler Birliğinde
büyük endişeler yaratm asına rağmen, -barış yanlısı olm akla birlikteuzun bir süre T ürkiye’yi korkutmaınıştır. Hatta. A tatürk’ün Almanya
hakkında bir savaşa sebep olabileceği uyanlarına rağmen, H itler’in “ bir
millet biı devlet” politikası ile Avusturya ve Südetleri ele geçirmesi ve
kendisini V e rsa y ’m zincirlerinden kurtarması Türkiye tarafından
anlayışla karşılanmıştır. Ancak A lm a n y a’nın 15 Mart 1939’da
Çekoslovakya yı işgal etmesi ve böylece “hayat sahası” politikasına
başlaması Türkiye' de ciddi endişeler doğurmuştur Diğer taraftan Doğu
A kdeniz ve Balkanlarda öteden beri genişleme emelleri güden İtalya’nın
7 Nisan 1939’da A rn avutluk ’u İşgal ederek Balkanlarda bir köprü başı
elde etmesi T ürkiye’nin güvenlik endişelerini doruk noktasına
çıkarmıştır Nitekim bu olay üzerine Türk devlet adamları da artık
tarafsızlık İmkanı kalmadığına inanarak Türk dış politikasını Batı
ittifakına yöneltm eye karar vermişlerdir Sonuçta İtalya, A rnav utluk’a
çıkar çıkmaz İngiltere’nin teklifi ile Türk-İngiliz-Fransız ittifakına kadar
varacak olan görüşmeler Türkiye ile İngiltere arasında başlamıştır.
İtalya’nın A rnavutluk’u işgalinden doğan buhran içinde
İngiltere yatıştırma politikasını terk ederek Fransa ile bildikte Yunanistan
ve R om an y a’ya garanti verdiler İngiltere 13 N isa n ’da aynı garantinin
Türkiye’ye de verilebileceğini bildirdi Türkiye 15 N isa n’da verdiği
cevabında teklifi uygun karşılamakla beraber, bu garantinin iki taraflı
olmasını, Mihver devletlerince Akdeniz ve Balkanlarda saldırıya
246
geçilmedikçe Türkiye’nin tarafsızlığının korunması, bir saldırı halinde
Boğazların savunulması için İngiltere’nin yardım etmesini ve Sovyetler
Birliği’nin işbirliğinin sağlanması müzakereler sonunda 12 Mayıs
1939’da Türkiye’yi “Barış Cephesi” tıe bağlayan T ürk-lngiîiz ortak
deklarasyonu yayınlanmıştır
İlan edilen deklarasyonda iki nokta dikkati çekiyordu: Birincisi,
iki devletin aralarında, kendi güvenlikleri için, uzun süreli bir ittifak
antlaşması im zalamak kararını almaları idi ki; bu karar özellikle Türk dış
politikasının kesin ve devamlı istikametini ortaya koyması bakımından
önem taşıyordu Böylece Türkiye Batı dünyası ile kader birliği yapm aya
kaıar vermişti İkinci nokta ise, ilan edilen deklarasyon ve ileride
imzalanacak olan antlaşmanın hiçbir devlete karşı olm ayacağı idi
Bu durum, Atatürk dönem inden itibaren takip edilen çok yönlü
ve barışçı Türk dış politikasının tabii bir sonucu idi
Türk-İngiliz görüşmelerine Fransa da katılmış, ancak Türkiye
Hatay Soıunn halledilmediği için deklarasyonun üçlü olmasını kabul
etmemişti Daha sonra 23 Haziran 1939’da iki devlet arasında yapılan bir
anlaşma ile F ransa’nın H ata y ’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etmesi
üzerine, aynı gün Tüık-İngiliz deklarasyonunun benzeri olan TürkFıansız ortak deklarasyonu da ilan edilmiştir
Sovyetler Birliği deklarasyonu görünürde iyi karşılamıştır D ah a
Türk-İngiliz görüşmeleri sırasında A n k ara’ya gelen Dışişleri komiser
yardımcısı Potemkine, Sovyetler Birliğimin bu görüşmeleri olumlu
karşıladığım bildirmiştir
Alm anya ise, Türkiye’yi Alman dış
politikasına m ümkün olduğu kadar yakın tutmak, ya da çıkacak savaşta
T ürkiye’nin tarafsızlığını sağlam ak amacıyla İngiltere ile başlayan
müzakerelerin bir ittifaka varmasına engel olmaya çalışmış, bu am açla
en iyi diplomatlarından olan Von P ap en ’i A n k ara’ya Büyükelçi olarak
atamıştır Fakat Türk-İngiliz ortak deklarasyonuna engel olamamıştır
Türkiye, İtalya tehlikesi karşısında Batı dünyası ile görüşmelere
girişirken Milli Mücadele yıllarından itibaren dış politikasının tem el
unsurlarından biri olan Sovyetler Birlıği’ni bertaraf etmek istememiştir
Aksine dış politikasında hem İngiltere’ye hem de Sovyetler Birliği’ne
dengeli bir ağırlık vermeye özel bir dikkat göstermiştir Türkiye Mihver
247
devietierİne karşı başlatılan barış çabalarına Sovyetİerin de katılacağına
ve bu görüşmelerin karşılıklı imzalanacak bir pakt ile tam am lanacağına
inanıyordu Türkiye’nin bu inancım, gerek Türk-İngifiz görüşmelerini
Sovyetİerin tasvip etmesi, gerekse mihver devletlerine karşı barış
çemberi meydana getirmek amacıyla Sovyetler Birliği, İngiltere ve
Fransa arasında M oskova’da başlayan müzakereler güçlendirmişti
Böylece Türkiye Batı dünyasına yaklaşırken Sovyetİerin de bu politikayı
olumlu karşıladığım görmüş ve dış politikasını bu istikamette
geliştirmiştir
Fakat dünya kamuoyu M o sko va’da cereyan eden İngilizFransız-Sovyet görüşmelerinin sonunda bir barış cephesinin kurulduğu
haberini sabırsızlık içinde beklerken, 23 Ağustos 1939’da Sovyetİerin
Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzaladıkları haberi bütün dünyada
bir bomba tesiri yapmıştır Bu olay milli çıkarların ideolojilerin üstünde
yer almasından başka bir şey değildir.
Hiç beklenmedik bu gelişme, ümitlerini M oskova görüşmelerine
bağlamış olanları hayal kırıklığına uğrattığı gibi, Türk dış politikasının
da bütün hesaplarını altüst etmişti. Çünkü bu pakt T ürkiye’nin
kuzeyindeki emniyeti ortadan kaldırdığı gibi, Türkiye’yi yaklaşan savaş
karşısında müzakerelere giriştiği İngiltere ve Fransa ile yalnız
bırakıyordu Bu durumda Türkiye, Sovyetler Birliği ile Batı dünyası
arasında zor bir tercih karşısında kalmasına rağmen, öncelikle bu iki
dostluğu bağdaştırmak için çalışarak Sovyetler ile Batı arasında bir
köprü olmayı deneyecektir Zaten bu sırada İngiliz ve Fransızlarla
yürütülen ittifak görüşmeleri sonuçlanmış, Türkiye bu durumdan
Sovyetleri haberdar etmiş, fakat Sovyetlerle görüşmeden üçlü ittifakı
imzalamak istemişti Çünkü Sovyet politikasında meydana gelen bu
değişikliğe rağmen Ankara Sovyetlerle bir ittifak yapılabileceği
yolundaki ümidini muhafaza ediyordu. Ancak Sovyetler Birîiği’nin
daveti üzerine bir ittifak yapmak üzere M osko va’ya giden Dışişleri
Bakanı Şükrü Saraçoğlu’na Sovyet idarecileri antlaşmanın yapılabilm esi
için, Boğazların ortaklaşa savunulması, M ontreux Sözleşmesinin
değiştirilmesi gibi kabul edilmesi güç bazı şartlar ileri sürmüşlerdir,
Türkiye’nin derhal reddettiği bu istekleri 1920’den beri devam eden
Türk-Sovyet ilişkilerinin kötüleşmesinde bir dönüm noktası olmuştur.
248
Sovyetler
Birliği
ile
Türkiye
arasında
bir
uzlaşma
sağlanamaması üzerine, 19 Ekim 1939’da dah a önce kararlaştırılan
esaslar dahilinde Türk-İngi!iz-Fransız ittifakı imzalanmıştır. Bu ittifaka
göre; bir Avrupa devletinin saldırısı ile başlayan İngiltere ve Fransa’nın
katılacakları bir savaş A kden iz’e yayılırsa Türkiye, İngiltere ve
F ransa’ya yardım edecekti Türkiye bir Avrupa devletinin saldırısına
uğrarsa, İngiltere ve Fransa kendisine yardım edecekti Bunların dışında
Türkiye, İttifaka ek 2 numaralı protokolle anlaşm adan doğan
taahhütlerin kendisini Sovyetler Birliği ile bir savaşa sürükleyemeyeceği
konusunda bir çekince koydurmuştur İttifaktan hemen sonra Türkiye,
İngiltere ve Fransa arasında iktisadi ve mali anlaşmalar da imzalandı B u
anlaşmalarla iki devlet Türkiye’ye savaş malzemesi ihtiyacını
karşılamak üzere kredi vereceklerdi
Böyiece Batı ülkeleri ile ilk ittifak anlaşmasını yapan Türkiye,
İkinci Dünya Savaşının başlarında onlarla kader birliği yapm aya
başlıyordu Diğer taraftan Sovyetler Birliği ile anlaşamam ış olmasına
rağmen, yine de bu devletle bir savaşa sürüklenmekten kaçınmaya son
derece dikkat ediyordu
1 İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası
Türkiye İkinci D ünya Savaşında coğrafi mevkiinin önem i
dolayısıyla müttefik ve mihver devletlerinin kendi yanlarında savaşa
sokabilmek amacıyla yoğun baskılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Savaşan
tarafların bu baskıları karşısında Türkiye’nin politikası ise, ülkenin
toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını hiç bir taviz vermeden muhafaza
etm ek amacıyla savaşın dışında kalmak ve büyük devletler arasında b ir
denge unsuru olm a politikasını yürüterek saldırılardan korunmaktı
Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu politikanın
yürütülm esini üzerine alırken, dönemin Önemli bir bölüm ünde Dışişleri
Bakanlığı yapan N um an M enem encioğlu’da İnönü’nün en yakın
yardımcısı oluyordu
a, Sovyet-AIman İttifakı D önem inde Türkiye
Türkiye, İngiltere ve Fransa ile 19 Ekim 1939 tarihinde üçlü
ittifakı imzaladığı sırada, A lm a n y a’nın 1 Eylül 1939’da P olonya’y a
saldırmasıyla başlayan II D ünya Savaşı devam etmekteydi Bu arada
249
yenilen Polonya, Alm anya ile Sovyetler Birliği arasında paylaşılmış,
Sovyetler Birliği Baitik devletlerinde üsler elde etmişti Savaşın
başlarında Türkiye müttefiklere sempati duymakla beraber, “ harp harici”
bir politika takip etmekteydi. Ancak 1940 M ayısında A lm a n y a’nın
Fran sa'ya saldırması ve İtalya’nın da A lm a n y a’nın yanında yer
almasıyla savaş A kdeniz bölgesine yayılmıştır Bu durum da İngiltere ve
Fransa üçlü ittifak gereği Türkiye’nin savaşa girmesini istemişlerdir
Buna karşılık Türkiye üçlü ittifakın 2 numaralı protokolünü ileri sürerek
İngiltere ve F ransa’nın isteklerini yerine getirmemiştir Gerçekten
savaşın
ilk devresinde Sovyetler
Birliği’nden duyulan endişe
Türkiye’nin savaşa girmemesinde son derece etkili olmuştur Bu arada
Fransa A lm anya tarafından saf dışı edilmiş, İngiltere’de bu istekte fazla
ısrarlı olmamıştır
28 Ekim 1940 tarihinde İtalya’nın Y unanistan’a saidumasr.
Ocak 1941 ’den başlayarak A lm a n y a’nın Balkanlara inmesi Türkiye ile
beraber İngiltere ve Sovyetler Birliğini de telaşlandırmıştır Bu durum
Almanya ile Sovyetler Birliği arasında gittikçe şiddetlenen bir nüfuz
çatışmasına yol açmıştır Bu nüfuz çatışması şiddetlendikçe Türk-Sovyet
ilişkileri düzelm eye başlayacaktır Bu arada A lm a n y a’nın Balkanlara
inmesi, İngiltere’nin Türkiye’nin savaşa girmesini istemesine yol
açmıştır İngiltere’ye göre Balkanlara yerleşen A lm anya Ortadoğu ve
S üvey ş’e inebilirdi
Bu
sebeple
İngiliz Başbakanı
Churchill,
Cumhurbaşkanı İnönü’ye yazdığı 31 Ocak 1941 tarihli mektupta,
Türkiye’den hava üslerini istemiş, İngiltere’nin gerekli yardımı
yapam ayacağına İnanan Türkiye, bu isteği reddetmiştir, 26 Şubat
1941’de İngiltere T ürkiye’nin A lm a n y a’ya savaş açmasını tekrar istemiş,
ancak Türkiye, Almanya ile birlikte Sovyetler in de Türkiye’ye
saldırabileceğini, zaten teçhizat bakımından da yetersiz olduklarını ileri
sürmüştür Bu arada 1941 yılı baharında Almanya, Balkanlar ve Ege
adalarını işgal etmiştir
Balkanların Alm anya tarafından işgali,
Türkiye’de endişe uyandırırken Almanlarla Sovyetler in ilişkilerinin
bozulmasına yol açmıştır.
b. A lm an-Sovyet Savaşı ve Türkiye
23 Ağustos 1939 paktıyla başlayan A lm an-Sovyet işbirliği uzun
ömürlü olmamış ve iki devlet atasında 1940 yılı ortalarında başlayan
250
soğukluk, giderek bir nüfuz çatışmasına yol açmıştır Sovyet-A hnan
işbirliği sona ermeden azami kârı elde etmek isteyen Sovyetİer Birliği,
Türkiye’yi kendi nüfuzu altına almak amacıyla son bir deneme
yapm aktan çekinmemiştir 12-13 Kasım İ9 4 0 ’da Berlin’de iki devlet
arasında son bir antlaşma zemini bulm ak ve Sovyetleı- B irliği’ni mihver
devletlerine katmak am acıyla yapılan görüşmelerde, diğer isteklerle
birlikte Türkiye’nin Sovyet nüfuzu altına bırakılmasını ve kendisine
Türk Boğazlarını kontrol etme yetkisinin verilmesini istemiştir Berlin
görüşmelerinde iki ülke anlaşamamış, Hitler Sovyet isteklerini kabule
yanaşmamıştır
Sonuçta Sovyetlerin işbirliğini sağlayamayacağını
anlayan Hitler, Sovyetlere karşı 1940 Aralığında savaş açmaya karar
vermiştir
Sovyetİer Birliği de A lm anya ile olan ittifakının uzun ömürlü
olmayacağını anlamış ve çıkacak bir savaşta Türkiye’nin durumunu
önemli gördüğü için. Alm an-Sovyet ilişkileri bozuldukça Türkiye’ye
karşı izlediği politikayı değiştirmek gereğini hissetmiştir Nitekim 1
Mart 1941 ’de Bulgaristan’ın mihvere katılması, A lm an ya’nın Balkanlara
yerleşmesi ve H itler’in Boğazlar üzerindeki Sovyet isteklerinden
T ürkiye’yi haberdar etmesi üzerine harekete geçen Sovyetİer Birliği,
Türkiye’ye karşı dostça yaklaşmaya başlamıştır Sonuçta Türkiye ile
Sovyetİer Birliği 24 M aıt 1941 ’de bir saldırmazlık bildirisi yayınlayarak
1925 tarihli paktın yürürlükte olduğunu ilan etmişlerdir Sovyetİer
Birliği’nin T ürkiye’ye karşı takındığı bu dostça tavır, Stalingrad
galibiyetine kadar sürecektir
Böyiece Türkiye üzerindeki Sovyet tehdidi büyük ölçüde
kalkmıştı Buna karşılık Türkiye, 1941 baharında Alman baskısı ile karşı
karşıya kalmıştır . Nisan 1941 ’de A lm anya askerlerini Türkiye üzerinden
Irak "a geçirmek istemiş, buna karşılık Türkiye’ye saldırmazlık garantisi
ve Ege adalarından toprak vaadinde bulunmuştur. Bu istekleri
Türkiye’nin reddetmesi üzerine, Sovyetİer Birliğine karşı girişeceği
saldırıdan önce Balkan cephesini tümüyle güvenlik altına alm ak isteyen
Hitler, Türkiye'ye bir saldırmazlık paktı önermiş ve Türkiye ile A lm anya
atasında
18 Haziran
1941’de
Türk-Alınan
saldırmazlık paktı
imzalanmıştır Daha sonra 9 Ekim 1941’de Türkiye’nin Alm anya ile
90 000 ton krom satışım öngören bir anlaşma yapması müttefikleri
kızdırmıştır
251
22 Haziran
1941 ’de A lm anya’nın Sovyetler
Birliği’ne
saldırması Türkiye’yi rahatlatmakla beraber, Türk diplomasisi için yeni
bir endişe ortaya çıkmıştır. Türk devlet adamları İngiltere’nin Birinci
Dünya S avaşı’nda olduğu gibi, R usya’ya Türk B oğazlan ve toprakları
üzerinde taviz verebileceğinden korkmaya başladılar Bunun üzerine
Sovyetler Birliği ve İngiltere birlikte Türkiye’ye ortak bir nota vererek,
Montreux Sözleşmesine ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı
göstereceklerini bildirmişlerdir. Ancak Türkiye’nin Sovyetler B irliği’nin
T ürkiye’ye karşı önceki tavrı, Türk hükümetinin Sovyetlere olan
güvenini sarsmıştı N itekim Sovyetler Birliği zafere yaklaştıkça
T ürkiye’nin bu endişelerinde ne kadar haklı olduğu ortaya çıkacaktır
c Müttefiklerin Türkiye’yi Savaşa Sokma Çabaları
Japonya’nın 7 Aralık 1941’de PeaıT Har bor Amerikan üssüne
saldırması üzerine 1 î A ralık’ta A BD savaşa girmiştir, A B D ’nin savaşa
girmesi ile ¡kinci D ünya Savaşının İngiliz-Sovyet-ABD işbirliği devresi
başlamıştır
Savaşın bu devresinde Türkiye’nin savaşa girmesi
konusunda, başta İngiltere olmak üzere müttefik baskıları giderek
artmıştır Bunun en önemli sebebi A lm anya’nın Stalingrad ve Kuzey
A frika’da yenilmesiydi
Müttefikler A lm anya’yı kesin yenilgiye
uğratm ak için stratejik planlar hazırlamaya başladılar ki, jeopolitik
durumu geıeği bu planların Türkiye’yi de içine alması tabii idi
Müttefikler, özellikle A lm a n y a’ya karşı A vrupa ve Balkanlarda
girişecekleri saldırıda Türkiye’nin de savaşa girmesini gerekli
görüyorlardı
Müttefiklerin bu kararını 30 Ocak 1943’te A d an a’ya gelen
Churcill Cum hurbaşkanı İnönü’ye iletmiştir. A dana görüşmesinde
Churchill, Türkiye’den savaşa girme konusunda kesin taahhüt
istememiş, daha çok T ürkiye’nin Sovyetlerden duyduğu endişeleri
gidermeye çalışmıştır. A dana toplantısından sonra da İngiltere’nin
T ürkiye’yi savaşa sokma çabalan sürmüştür. Bir yandan Türk ve İngiliz
uzmanlarca Türkiye’ye yapılacak askeri yardım konusu görüşülürken,
biı yandan da İngiliz sorumluları, yakın gelecekte Türkiye’den savaşa
girmesini beklediklerini belirtmekten geri kalmamışlardır
Nihayet A lm a n y a’nın S talingtad’da durdurulm ası ve geri
çekilmeye başlaması üzerine savaşın seyri ile birlikte, Sovyetlerin tavrı
252
da değişmeye başlamıştır. 19 Ekim 1943’te yapılan M oskova
toplantısında Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, savaşa katılması için
T ürkiye’ye baskı yapılmasını istemiştir, Bununla beraber M oskova
toplantısında Türk hava alanlarının müttefikler tarafından kullanılmasına
ve 1943 yılı sonuna kadar Türkiye’nin savaşa sokulm asına karar
verilmiştir. Bu kararlar doğrultusunda İngiliz Dışişleri Bakanı A Eden,
K ahire’de Türk Dışişleri Bakanı Menemencioğlu ile görüşerek müttefik
önerilerini bildirmiştir. Ancak Türkiye, müttefiklere hava alanı vermenin
savaşa katılmak d em ek olacağını belirterek bu istekleri geri çevirmiştir
25 Kasım-1 Aralık 1943 tarihleri arasında yapılan müttefik
liderleri arasında yapılan Tahran Konferansında Türkiye’nin durumu
genel müttefik stratejisi açısından tekrar ele alınmıştır. Konferans
sonunda Türkiye’nin hava alanlarının müttefikler tarafından kullanılması
ve 15 Şubat 1944 tarihine kadar savaşa sokulması konusunda görüş
birliğine varılmıştır
T ahran’da alman karar gereği Churchili ve
Roosevelt tarafından İnönü K ahire’ye davet edilmiş ve müttefik kararlan
kendisine iletilmiştir. Buna karşılık İnönü, ilk defa prensip olarak savaşa
girmeyi kabul etmiş ve bunu ortak bir askeri plan yapılması, askeri
yardım ın önceden tamam lanm ası ile Sovyetler Birliği’nden duyulan
rahatsızlık nedeniyle bölgenin siyasal geleceği hakkında karara
varılmasını istemiştir
Konferanstan sonra O cak 1944 başlarında
A nk ara’da Türk-İngiliz askeri görüşmeleri başlamasına rağm en herhangi
bir sonuç almam adan kesilmiştir, Askeri görüşmelerin sonuçsuz kalması
Türkiye üzerinde müttefik baskısının artm asına yol açmıştır İngiltere ve
A B D Türkiye’nin A lm a n y a’ya yaptığı krom sevkıyatını durdurmasını
istemişler,
bunun üzerine
Türkiye A lm a nya’ya krom
ihracını
durdurmuştur Ayrıca 5 Haziran 1944’de Boğazlardan geçen A lman
gemileri Türkiye ile müttefiklerin arasının daha da açılmasına yol açmış,
bu olay üzerine Dışişleri Bakanı M enemencioğlu istifa etmiştir.
6 Haziran Î 9 4 4 ’te, N orm andiya çıkarmasının yapılmasıyla
A lm a n y a ’nın
yenilgiye
doğru
yaklaşm ası
üzerine,
müttefikler
Türkiye’nin Alm anya ile ekonom ik ve diplomatik ilişkilerini kesmesini
istemişler, Türkiye 2 Ağustos 1944 tarihinde A lm anya ile ilişkilerini
kesmiştir
253
d, Yalta Konferansı ve Türkiye’nin Savaşa Girişi
4-11 Şubat 1945 talihinde, savaş sonrası batış düzeninin
esaslarını belirlemek amacıyla yapılan Yalta k o n feran sın d a Stalin’in
Boğazlat ve Montreux Sözleşmesini ortaya atması sebebiyle Türkiye
gündeme gelmiştir. Stalin Montreux sözleşmesinin modasının geçtiğini,
savaşta Türkiye’nin B oğ azlan kapatarak Sovyetleıin boğazını sıkmasının
haksızlık olduğunu ileri sürerek, Y alta’dan sonra Dışişleri Bakanlarının
bu meseleyi görüşm ek üzere toplanmasını istemiştir K onferansta
meselenin
Londra’da yapılacak Dışişleri Bakanları toplantısında
görüşülmesi ve Türkiye’nin de haberdar edilmesi kararlaştırılmıştır
Boylece Sovyetler Birliği boğazlar hakkındaki niyetleri konusunda
zemin yoklaması yapmış oluyordu
Yalta K onferansında alınan kararlardan biri de 25 Nisan 1945
tarihinde San Francisco’da toplanacak olan Birleşmiş Milletler
Konferansına kurucu üye olarak katılacak devletlerin, 1 Mart 1945
tarihinden önce mihver devletlerine savaş açmalarının şart koşulmasıdır
Bunun üzerine Türkiye 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş
ilan ederek Yalta Konferansı kararlarına uyan bir devlet olarak Birleşmiş
Milletlerin kurucu üyeleri arasında yer alınıştır Bu arada 7 Mayıs
1945’te A lm anya’nın 10 Ağustos 1945’te de Ja p o n y a’nın teslim
olmasıyla II Dünya Savaşı sona ermiştir
2,D ü n y a S a v a ş ın d a n S o n ra T ü rk iy e
II Dünya Savaşının sona ermesiyle uluslararası sistem esaslı bir
yapısal değişime uğradı Savaşın sonunda ortaya çıkan iki süper gücün
liderliğinde Doğu-Batı blokunun oluşması ve iki blok arası ilişkilerin
soğuk savaş şeklinde cereyan etmesi yeni uluslararası sistemin
belirleyici özelliği olmuştur Uluslararası sistemdeki bu köklü değişiklik
ülkelerin dış politikalarına yansırken, Türkiye’nin dış ilişkilerinin
yeniden düzenlenmesinde etkili olmuştur
Nitekim, II
Dünya
Savaşından sonra Türkiye’nin dış politikasına egemen olan ve ona
istikamet veren esas unsur savaş sonrası Avrupa dengesinde meydana
gelen boşluklardan yararlanan Sovyetler BiıTıği’nin Türkiye üzerindeki
istekleridir
254
a,.Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den İstekler i
Savaş içinde Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı politikası
cephe durumlarına göre değişiklikler gösterdikten sonra, savaş sonunda
gerçek niteliğini kazanmıştır Nitekim daha savaş sona erm eden 19 M art
1945’te M oskova Büyükelçisi Selim Sarper’i kabul eden Molotov,
Sovyet hükümetinin günün şartlarına ve II Dünya Savaşı sonunda
ortaya çıkan yeni duruma uygun olmadığı için esaslı değişiklikleri
gerektirdiğine inandığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve
Tarafsızlık Antlaşmasını feshettiğini bildirmiştir Bunun üzerine Türkiye
Sovyetler Birliği’ne verdiği cevabi notada, iki ülke arasındaki dostluk ve
iyi ilişkilerin devamı İçin yeni bir anlaşm a yapılabileceğini bildirmiştir
Ancak çok geçmeden Türkiye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünden
bazı tavizler vermeden Sovyetler Birliği ile antlaşma yapılm asının
imkansız olacağı ortaya çıkmıştır Nitekim 7 Haziran 1945’t e Molotov.
Büyükelçi S arper’e iki ülke arasında yeni bir antlaşma yapılabilm esi
için; Boğazlanıl Türkiye ile birlikte savunulması, bunu sağlam ak için de
Sovyetleıe Boğazlarda deniz ve kara üsleri verilmesi, Montreux
Sözleşmesinin değiştirilmesi, Kars ve A rdahan’ın Sovyetler Birliği’ne
iade edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür Kabul edilmesi mümkün
olmayan bu isteklerin Türk hükümeti tarafından reddedilmesi üzerine,
Sovyetler Birliği, 1945 yılı Haziran ortalarından itibaren Türkiye
üzerinde siyasi baskı yapm aya başlamıştır
A BD ve İngiltere’nin, Sovyetler Birliği ile savaş sonu işbirliğini
gerçekleştirmek am acıyla yaptıkları Potsdam Konferansında görüşülen
en önemli meselelerden biri Türk boğazlarının durumu olmuştur
Konferansta, Sovyetleı Birliği Boğazlar meselesinin sadece Türkiye ile
kendisini ilgilendiren iki taraflı bir mesele olduğunu belirterek,
Boğazlarda askeri üsler istemiştir
Sovyetler Birliği Potsdam Konferansından bir yıl sonra 8
Ağustos 1946’da Boğazlarla ilgili görüşlerini içeren bir notayı
Türkiye’ye vermiştir Bu notada; Sovyetler Birliği, İkinci D ünya Savaşı
içinde meydana gelen olayların, Montreux Sözleşmesinin Karadeniz
devletlerinin güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldığım ileri sürerek,
Boğazlardan geçiş rejimini düzenleme yetkisinin Türkiye ile K aıadeniz
devletlerine ait.olm asını, ve boğazların Türkiye ile Sovyetler Birliği
255
tarafından ortaklaşa savunulmasını istemiştir Sovyet notası üzerine
ABD ve İngiltere ile durumu görüşen Türkiye, bu istekleri reddetmiştir.
Bundan sonra, Sovyetler Birliği 24 Eylül’de ikinci bir nota vererek aynı
istekleri tekrarlamıştır
Sovyetler Birliği isteklerini kabul ettirmek için Türkiye
üzerinde siyasi baskı yapm aya devam etmiştir Bu baskılar karşısında
Türkiye İngiltere ve A B D ’nin desteğini sağlam ak amacıyla faaliyetlerini
artırmıştır
b A B D ’nin Türkiye’yi Desteklemesi
Türkiye, Sovyet tehlikesine karşı bağımsızlığını ve toprak
bütünlüğünü koruyabilmek amacıyla, 1939 yılından itibaren ittifak
içinde bulunduğu İngiltere’nin ve savaş sonunda dünyanın en güçlü
devleti olarak orta>a çıkan A B D ’nin desteğini aramıştır Fakat gerek
Türkiye’nin savaşta tarafsız kalmış olması, gerekse Türkiye’de büyük bir
endişe uyandıran Sovyet davranışlarının aynı tepkiyle karşılanmaması
sebebiyle başlangıçta istediği desteği elde edememiştir A ncak 19451946 yıllarında cereyan eden olaylar İngiltere ve A B D ’nin politikasının
yavaş yavaş değişmeye başlamasına yol açmıştır
Öncelikle A B D ’nin diplomatik desteğini elde eden Türkiye’nin
A B D ’nin askeri ve ekonom ik desteğini aradığı sıralarda Y unanistan’da
ortaya çıkan iç savaş yüzünden bu ülkede komünizm tehlikesi ortaya
çıkmıştı İkinci Dünya Savaşından itibaren Türkiye ve Y un anistan’a
askerî yardım a devam eden İngiltere 21 Şubat 1947’de A B D ’ye verdiği
bir muhtıra ile, artık bu ülkelere yardım a devam edemeyeceğini, fakat
batı dünyasının savunması bakımından bu iki devletin bağımsızlığının
önemli olduğunu, bu sebeple A B D ’nin askeri ve ekonom ik yardım ının
şart olduğunu bildirmiştir İngiltere’nin bu muhtırası artık onun dünya ve
özelikle O rtadoğu’daki yerini A B D ’ye terk etmek zorunda kaldığını
ortaya koymaktadır. Bu sebeple İngiliz muhtırasını alan ABD yönetimi
Doğu Avrupa ülkelerinde kurulan komünist rejimleri, Türkiye ve
Y unanistan’ın durumunu göz önüne alarak Sovyet yayılm acılığım
durdurmak üzere harekete geçmeye karar vermiştir
Sonuçta ABD Başkanı Truman Kongrede 12 M art 1947’de daha
sonra Truman Doktrini adını alacak olan mesajını okumuş ve Kongreden
256
hükümete Türkiye *ve Y unanistan’a askeri yardım yapılması yetkisi
verilmesini istemiştir Buna dayanarak hazırlanan “ Yunanistan ve
Türkiye’ye Yardım K anunu” 22 Mayıs 1947’de yürürlüğe girmiştir
D aha sonra 12 Temmuz 1947’de Türk-Amerikan ikili antlaşmasının
imzalanmasından sonra A B D Türkiye’ye askeri yardım yapm aya
başlamıştır Truman Doktrini ve ikili antlaşma Sovyet baskısı karşısında
devamlı A B D ’nin desteğini arayan Türkiye’de büyük bir m em nunluk
yaratmıştır Ancak daha sonraki yıllarda ikili antlaşma ile getirilen bir
takım sınırlamalar Türkiye açısından b ir ta k ım sıkıntılar doğuracaktır
Truman Doktrini, savaş sonrası A B D ve dünya politikasında bir
dönüm noktası teşkil etmiştir Böylece İkinci Dünya Savaşının geçiş
devresini sona erdirmiş, dünyanın iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-A BD
mücadelesinin, başka bir deyişle soğuk savaşın başladığını ilan etmiştir.
Askeri yardım amaçlı Truman D oktrini’nden sonra Türkiye ile
A B D arasında 4 Temmuz 1948’de ekonomik işbirliği antlaşması
imzalanmıştır Anlaşmadan sonra Marshal! Planı çerçevesinde 19491951 yıllan arasında Türkiye’ye ABD ekonomik yardım yapmıştır 1951
yılından sonra bu yardım “ Ortak Savunma ProgramT’na dahil edilmiştir.
Türkiye bu yardım ların yürürlüğe gitm esiyle artık batı yanlısı
bir politika takip etmeye başlamıştır
c N A T O ’nun Kuruluşu
İT Dünya Savaşında A vrupa’nın yıkılmış olması ve Sovyetlere
karşı bir denge unsuru olan A B D ’nin A vrupa’dan çekilmesi kuvvetler
dengesinin tamamen Sovyetler Birliği lehine bozulmasına sebep olmuş
ve Sov>etier A v ru p a’nın en güçlü devleti olarak ortaya çıkmıştır.
Sovyetler Birliği Almanya ve Japonya’nın yenilmesi ile doğusunda ve
batısında meydana gelen boşlukta yayılma politikası takip etmeye
başlamıştır
Sovyetler Birlİği’nin yayılmacı politikalarına karşı,
A B D ’nin Truman Doktrini ve Marshali Planı’m uygulam aya başlaması
üzerine faaliyetlerini artıran Sovyetler Birliği, 5 Ekim 1 94 7 ’de diğer
peyk ülkeierie birlikte K om införm ’u kurmuştur
Böylece D oğu
B lo k u ’nun resmen ortaya çtktnasıyla dünya açıkça iki bloğa ayrrlmıştır
Buna karşılık A vrupa ülkelerinin güvenliğini sağlayacak
herhangi bir ittifak ve teşkilat mevcut değildi. A vrupa’da birleşme
257
yönünde ilk adım İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Dunkerk
Antlaşması olmuştur. Prag darbesi Avıupalıları telaşlandırmış, Dunkerk
Antlaşmasını
genişleterek
17 Mart
1948’de Brüksel
Paktı’nı
imzalamalarına yol açmıştır Ancak Batı Avrupa ülkelerinin savunma
amaçlı kurdukları bu pakt A B D ’nin ittifaka dahil olmaması sebebiyle
Sovyetiere karşı bir denge unsuru olmaktan uzaktı Bundan dolayı Batı
Avrupa ülkeleri, A B D ’yi ittifaka dahil etmek amacıyla faaliyetlerini
yoğunlaştırmışlardır. Sonuçta 11 Haziran 1948’de ABD K ongresi’nde
kabul edilen Vanderberg Kararı ile ABD 1823’ten itibaren uygulamakta
olduğu Monreo D oktrini’ni terk ederek dış politikasında esaslı bir
değişiklik yapmıştır. A B D ’nin dış politikasında meydana gelen bir
değişiklikten sonra Brüksel Paktı sonucu kurulan Batı Avrupa Birliği’ne
ABD ve K anada’nın da dahil olmasıyla 12 ülke arasında kısa adı N A T O
(North Atlantic Treaty Orgaııization) olan Kuzey Atlantik İttifakı 4
Nisan i 9 4 9 'da kurulmuştur
d, Türkiye’nin N A T O ’ya girişi
Türkiye’nin N A T O ’ya girme fikri İkinci Dünya Savaşından
som a başlayan Batı Bloku’na bağlanma çabalarının bir sonucudur Genel
olarak savaştan sonra Türkiye’nin Batıklara yaklaşm a politikası bir
yandan ülkenin ekonomik kalkınması ve silahlı kuvvetlerinin
modernizasyonu için gerekli kaynakların dış yardım yoluyla Batıdan
kolay sağlanabileceğine inanılırken, diğer yandan Atatürk tarafından
başlatılan çağdaşlaşma hareketleri sonucu Türkiye’nin batılı b i r ülkedevlet olma yolunda yaptığı tercihin doğal sonucu olarak görmek
gerekir Zaten Ttilkiye Batı yanlısı politikaya uygun olarak iç politikada
büyük bir değişiklik yaparak çok partili sisteme geçmiş, ekonomik
alanda liberal politikalar uygulamaya başlamıştır Yukarıda belirtildiği
gibi daha yakın ve somut bir sebep ise Sovyet tehditleri olmuştur Gerçi
Tüıkiye Truman Doktrini ve Maıshall Planı çerçevesinde A B D ’nin
desteğini sağlamıştı; ancak bu desteğin karşılıklı bir ittifaka
dayanmaması sebebiyle güvenlik endişeleri tamamen giderilmiş değildi
Bu sebeple Türkiye, N A T O ’nun daha kuruluş safhasında bu
ittifaka dahil olmak amacıyla girişimde bulunmuş, fakat sonuç
alamamıştı! Ancak 8 Ağustos 1949’da Türkiye’nin Avrupa Konseyi
üyeliğine alınması, Türk devlet adamlarını N A T O ’ya girme konusunda
258
hem cesaretlendirmiş, hem de müracaatlarına haklı bir sebep
hazırlamıştır Ancak T ürkiye'nin N A T O ’ya girme çabaları özellikle
Avtupalı
üyelerin siyasi, ekonom ik ve kültürel
itirazları
ile
karşılaşmıştır Bu ülkelerden farklı olarak İngiltere. Orta Doğu’daki
çıkarlarını koruyabilmek amacıyla, Türkiye ve Y unanistan’ın Avrupa
Savunma Cephesi yerine oluşturulacak Ortadoğu Savunma Planı içine
alınmasını istiyordu
Bu arada Türkiye’de çok partili sisteme geçilmesinden sonra
kurulan D em okrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelmiştir
D em okrat Parti İktidarı genelde C H P ’nin dış politikasını benimsemiş ve
devam ettirmiştir. Ancak DP yönetiminin özellikle ekonomik politikalar
açısından batıya daha yakın bir özellik taşıması, Türkiye’nin batıya
bağlanma çizgisine, daha belirli ve zorunlu bir istikamet vermiştiı Bu
sebeple Türkiye’yi N A T O ’ya sokmayı zorunlu gören DP, bu sırada
patlak veren Kore Savaşım büyük bir fırsat olarak düşünmüş ve 4500
kişilik bit Türk Birliğini T B M M ,’nin onayını almadan Kore’ye
göndermiştir
Kore S avaşı’ndan sonra Türkiye’nin N A T O ’ya alınması
konusunda A B D ’nin tavrı değişmeye başlamıştır Çiînkü K ore Savaşı,
İkinci D ünya Savaşından sonra artık çıkması beklenmeyen bölgesel
savaşların hiç de ihtimal dışı olmadığım göstermiş ve N A T O ülkelerini,
özellikle de A B D 'ni Sovyetler Karşısında daha etkili te dbîrler almaya
yöneltmiştir Sonuçta Sovyetler Birliği’ne karşı set çekme ve çıkabilecek
muhtemel bir savaşta askeri üslere ihtiyaç duyulması sebebiyle A B D
T ürkiye’nin N A T O ’ya alınmasını gerekli görmüştür
Dolayısıyla
Türkiye'nin
N A T O ’ya alınmasında,
Kore’deki askeri
başarısı,
uluslararası sorunlarda Batıklarla birlikte hareket etmesi ve modern
olm amakla beraber güçlü bir kara ordusuna sahip olmasının yanı sııa,
Batı savunması için gerekli olan jeopolitik yerinin Önemi, birinci
derecede etkili olmuştur diyebilir iz
Bu gelişmelerden sonra N A TO Bakanlar Konseyi 15-20 Eylül
1951 talihinde Türkiye ve Y unanistan’m N A T O ’ya üye olarak
alınmasına oybirliği ile karar vermiştir. T B M M ’ de 18 Ş ubat 1952’de
Kuzey Atlantik Antlaşmasını tasdik etm iş böyiece Türkiye N A T O ’y a
resmen üye olmuştur
259
Böylece Türk dış politikasında, Sovyet tehdidine karşı batı
savunma sistemi içinde güvenliğini sağlama politikası. N A T O ’ya
girmesiyle am acına ulaşmış, A B D ’nin Türkiye’ye yaptığı ekonom ik ve
askeri yardım lara düzenli bir işlerlik kazandırılmıştır. Türk devlet
adamları uzun yıllar Atlantik ittifakını sadece bir savunma ittifakı
olmaktan öte, bir dünya görüşü ve milli bir dış politika unsuru olarak
değerlendirmişlerdir Bu anlayrşın sonucu uluslararası problemlerde Batı
ülkeleı İyle özellikle de ABD ile birlikte hareket etmeye başlamışlardır
3 Soğuk Savaş D önem inde Türk Dış Politikası
D aha önce değinildiği gibi soğuk savaş ortam ında iki blok
arasında bir smır devlet konum unda olan Türkiye’nin stratejik önemi
artmış ve Batı ittifakının parçası olması yönünde oluşan uygun
uluslararası konjonktür içinde Türkiye N A T O ’ya girmiştir Türkiye
N A T O ’ya girdikten sonra bütün uluslararası olayları bu ittifakın
özellikle de A B D ’nin perspektifinden değerlendiren tek yönlü, tek
boyutlu bir dış politika izlemeye başlamıştır Dolayısıyla Atatürk
dönem inde izlenen çok yönlü dış politika terk edilmiştir
Bu dönem de Türkiye’yi yönetenler Atlantik Antlaşmasını
Türkiye için milli bir politika, bir dünya görüşü olarak değerlendirdikleri
için, Staliırin ölümünden sonra Sovyet dış politikasında görülen ve
tarafsız devletler tarafından olumlu karşılanan yum uşam a politikasını bir
taktik değişmesi olarak yorumlamışlar ve bağlantısızlığı bir dış politika
olarak kabul etmemişler ve Batı bağlılığım Türkiye’nin milli çıkarlarını
en iyi sağlayacak yol olarak seçmişlerdir
Bu genel politika çerçevesinde Truman D oktrini’nden itibaren
gerek Türkiye’nin gerekse A B D ’nin Sovyet tehdidini algılamalarında
benzerlik sebebiyle iki ülke ilişkileri yoğun bir dostluk, ortak stratejik
amaç ve işbirliği ile gelişmiştir. Türkiye N A T O ’ya girdikten sonra A BD
ile bir çok ikili antlaşma imzalamıştır Bunların bir bölümü T B M M ’nin
onayından geçirilmeyen gizli antlaşmalardır Bu antlaşmalar içinde 1954
yılında imzalanan “ Askeri Kolaylıklar Antlaşması" ile T ürkiye’de bir
meri kan stratejik hava üssü (İncirlik) kurulmasına, A B D uçaklarının
belli başlı Türk hava alanlarından, Amerikan gemilerinin de belli başlı
260
Türk Limanlarından yararlanmalarına izin verilmiş, çeşitli tesisler
kurulması için de A B D ’ye Türkiye’de arazi tahsis edilmiştir 1958
yılında imzalanan ikili antlaşma ile Türkiye’de bir füze üssü kurulmuş,
ancak bu füze üssü 1962 Küba bunalımı sonucu Washington ile
M oskova arasında yapılan pazarlığa bağlı olarak kaldırılmıştır. Bu
dönem de 5 Mart 1959’da imzalanan bir diğer antlaşmayla da Türk-A BD
ilişkileri Eisenhower Doktrini temelinde en üst düzeye çıkarılmıştır Bu
doktrin özetle; A B D ’nin dolaylı ya da dolaysız bir şekilde kom ünizm in
saldırısına h ed e f olacak Ortadoğu ülkelerine, gerekirse silahlı
kuvvetlerini de kullanarak yardım etmesini öngörmekteydi Eisenhower
Doktrini çerçevesinde A B D ’nin Lübnan iç savaşma askeri m üdahalede
bulunması T ürkiye’de m uhaf’e letçe eleştirilmiştir
Diğer taraftan
Türkiye’nin genelde Batı, özelde A B D ’ye daha çok bağlanmasının
önemli sebeplerinden birisi de ekonom ik kalkınması için özellikle
A m erik a’dan gelecek yardım lara bel bağlamasıdır. DP yönetimi
ekonomik kalkınma için Batı ile ilişkileri tek çıkar yol olarak görmüştür
Bu çerçevede 1960 yılm a kadar Türkiye’ye yapılan dış yardımların
büyük çoğunluğunu ya doğrudan doğruya, ya da Avrupa Ekonomik
İşbirliği Teşkilatı ve diğer uluslararası kuruluşlar kanalıyla A B D
yapmıştır
Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki tek yönlü politikasının
olumsuz sonuçlan
1950’lerde uluslararası ilişkilerinde kendisini
göstermiştir Bu bağlamda Türkiye, O rtadoğu’daki gelişmeler ile
dünyadaki bağımsızlık ve bağlantısızlar hareketine Batı ile ilişkilerinin
perspektifinden bakmaya başlamış, Sovyetler Birliği ve müttefikleriyle
ilişkiler en alt seviyede tutulmuştur
Bilindiği gibi Türkiye Truman Doktrini çerçevesinde A B D
askeri yardımını almasına paralel olarak Filistin konusunda batı yanlısı
biı politika takip etmeye başlamış ve İsrail devletini tanımıştır B u
durum Türk-Arap ilişkilerinde olumsuz bir tesir yaratmıştır. Türkiye
N A T O ’ya girdikten sonra ABD ve İngiltere’nin isteği üzerine
O rtado ğu’da bîr savunma teşkilatı kurmak amacıyla harekete geçmiştir
Tür! i^e’nin yoğun çabalan sonucu 24 Şubat 195.5’te kurulan Bağdat
Paktı’na İrak, İran, Pakistan ve İngiltere katılmıştır 21 \ğ u s t o s 1959’d a
bu pakt (kısa adı CEN TO olan) Merkezi Antlaşma Teşkilatı olarak
değiştirilmiştir. Sovyetler Birliğini çevreleme ve O rtadoğu’daki batı
261
menfaatle! ini korumak amacıyla kurulan bu paktm Türkiye açısından en
öneıuli sonuçlarından biri Arap dünyası ile ilişkilerini kötüleştirmesi ve
tamamen koparmasıdır Diğer taraftan O rtadoğu’daki bu gelişmelerin
Sovyet ler Biri iği’ni de bölgenin aktif bir unsuru haline getirmesi,
Türkiye'yi Batıya daha fazla kaydırmıştır
Diğer taraftan Türkiye A B D ’nin teşviki ile Balkanlarda da bazı
diplomatik çalışmalara girişmiştir A B D ’de bu sırada Sovyetleı Birliği
ile ilişkileri çok gergin olan Y ugoslavya’nın durumu üzerinde önemle
duruyor ve bu ülkenin güvenliğini sağlayacak bir formül arıyordu
Bunun için en çıkar yol olarak da Türkiye. Yunanistan ve Yugoslavya
arasında bir Balkan Paktı kurulmasını görmüştür. Sonuçta Türkiye’nin
çabalan ile 1954 yılında kurulan ve N A T O ’nun sağ kanadının ve
Özellikle Balkanlar cephesinin kuvvetlendirilmesini amaçlayan Balkan
Paktı,
Y ugoslavya’nın
Önce
Sovyetler
Birliği
ile
ilişkilerini
yumuşatm ası, daha sonrada bağlantısızlar hareketine yönelmesi üzerine
1960 yılında sona ermiştir
¡kinci Dünya Savaşından som a dünyada meydana gelen önemli
gelişmelerden birisi de kolonizasyon hareketleri sonucu Asya ve
A frika'da yeni bağımsız devletlerin kurulmasıdır. Türkiye, NAT'O’ya
girdiği sırada, ittifakın Avrupaiı üyeleıinin bir kısmını en fazla
uğraştıran sömürgelerinin bağımsızlık istekleriydi Bu ülkeler özellikle
Birleşmiş Milletler Antlaşmasının kendilerine verdiği imkanlardan
faydalanarak, bağımsızlık kazanmak çabası içindeydiler Türkiye N A T O
dayanışm asına o kadar çok önem vermiştir ki Birleşmiş Milletlerde bu
konularda yapılan oylamalarda Batılı müttefiklerinden farklı yönde oy
kullanmaktan dikkatle kaçınmıştır Bunun en çarpıcı örneği C ezayir’in
bağımsızlığı konusunun Birleşmiş Milletlerde görüşülmesi sırasında
C ezayir'in bağımsızlığını ve self-determinasyon hakkını destekleyici bir
tutum almaktan kaçınması ve çekimser kalması teşkil eder
Aynı şekilde Türkiye, yeni bağımsızlığına kavuşan Asya ve
Afrika devletlerinin başlattıkları bağlantısızlar veya üçüncü dünya
harekeline de cephe almıştır Nitekim 1955 yılında B and ung’da yapılan
bağlantısızlar hareketinin toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Fatih
Rüştü Zorlu burada özellikle komünizm tehlikesi üzerinde durmuş,
tarafsızlığı kınamış ve NAT'O’yu genellikle de Batı blokunu
262
savunmuştuı Böylece Türkiye konferansta her türlü bloklaşmanın
aleyhine olan, tarafsızlığı kendilerine dış politika ilkesi olarak kabul
eden
devletlerin
karşısına
çıkmış
bulunuyordu
Konferansta
Bağlantısızlar Türkiye’yi Batının sözcüsü olarak görmüşler ve bundan
büyük rahatsızlık duymuşlardır
Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonrada yeni yönetimin
dış politikası eskiye göre önemli bir değişiklik gösterm emiştir Zaten
ihtilal yönetimi yayınladığı bildiride, Türkiye’nin bütün ittifaklarına ve
taahhütlerine sadık olduğunu N A T O ’ya ve C E N T O ’ya bağlı olduğunu
ilan ederek dış politikada herhangi bir değişikliğin olm ayacağını
açıklamıştır
1960’İı yılların ortalarına gelindiğinde uluslararası sistemde,
üçüncü dünya ülkelerinin ortaya çıkmasıyla iki kutupluluktan ç o k
merkezli bir sisteme ve soğuk savaştan yum uşam aya geçilmeye
başlanmıştır Bu uluslararası konjonktür içinde Kıbrıs Sorunu 1960’larm
ortasından itibaren Türk dış politikası üzerinde belirleyici temel bir
faktör olarak ortaya çıkmıştır
Türkiye, 1960’li yılların ortalarında K ıbrıs’ta bunalım ın artması
üzerine soruna çözüm bulm ak amacıyla, gerek Birleşmiş Milletlerde,
gerek Batı dünyası içinde beklediği ilgi ve desteği bulamamış bü durum
T ü ık iy e’nin uluslararası ilişkilerdeki yalnızlığım gözler Önüne sermiştir.
Türk dış politikasını yönetenler değişen dünya şartlarında Batı ittifakına
sıkı sıkıya bağlı kalmanın Türkiye’yi dünyada nasıl yalnız bıraktığını
açık bir şekilde fark ettiler, T ürkiye’nin kendisini bu denli haklı
hissettiği bir davada özellikle ABD tarafından terk edilmesi gerek
kam uoyunda gerek yöneticiler katında gerçek bir şok etkisi yarattı T ürk
dış politikasının bu başarısızlığı Türkiye’nin temel dış politika
ilkelerinin, uluslararası ilişkilerinin yapısının sorgulanmasına ve
değişiklik isteklerinin güçlenmesine yol açmıştır Bu arada 1964 Johnson
Mektubu özellikle sol çevrelerin Türk kamuoyunda yürüttüğü anti
Amerikan akımının doruk noktasına çıkmasına yol açmıştır. O zamana
kadar tartışılmayan dış politika bir tabu olmaktan çıkmış, T ürk
kam uoyunda tartışılmaya başlanmıştır
Türkiye’nin uluslararası planda Kıbrıs sorunu sebebiyle
karşılaştığı yalnızlığa karşı tepkisi çok yönlü dış politika başlığı altında,
263
am a temelde iki yönde olmuştur. Yumuşamanın imkanları çerçevesinde
Batı Blokundaki yükümlülüklerinden vazgeçmeden bir yandan başta
Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Bloku ile diğer yandan genelde tüm
3. Dünya ile özel olarak bunun içindeki İslam dünyası ile ilişkilerinin
geliştirilmesi hedeflenmiştir
a Kıbrıs Sorunu
Tarihin hiçbir devrinde Yunan idaresinde olmayan K ıbrıs’ta
sorunun en basit tanımıyla Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının adayı
Y u nanistan ’a bağlam a çabaları ve Kıbrıs Türklerinin buna karşı
çıkmaları ile başladığını söylemek mümkündür R um ca “E N O S İS ”
sözcüğü ile tanımlanan bu çabaların kökeni 19 Yüzyılın başlarında
ortaya çıkan Yunan milliyetçiliği ve bunun bir tezahürü olan yayılmacı
“Megali Îdea” politikasına dayanır
1571-1878 yılları arasında Türk yönetim inde kalan Kıbrıs bu
tarihte geçici kaydıyla İngiltere’ye devredilmiştir A ncak İngiltere 1914
yılında adayı fiilen ilhak ettiğini açıklamış, bu fiili durum Lozan
Antlaşması ile hukukileşmiştir. 1947 Paris Antlaşması ile İtalya’nın
Osmanlı devletinden işgal etmiş olduğu On İki adanın Y unanistan’a
verilmesi cesaretlendirici bir unsur olmuş, Ruuı-Yunan İkilisi K ıbrıs’ı da
ilhak için faaliyetlerini artırmıştır Rum-Yunan İkilisinin adada İngiliz
yönetimine daha sonra da Türklere yönelttikleri terörist eylemleri Türk
basını ve kamuoyu yakından takip etmesine rağmen Türk hükümeti 1955
yılına kadar konu ile ilgilenmemiş, hatta İ Nisan 1 9 54'te Dışişleri
Bakanı verdiği bir demeçte, İngiltere’ye ait olan Kıbrıs’ın statüsünde bir
değişikliğe razı olmadıklarını bu sebeple Türkiye’nin Kıbrıs meselesi
diye bir şeyinin m evcut olmadığını açıklamıştır. A ncak K ıbrıs’ın kısa
zam anda Türk kam uoyuna mâl olarak Türkiye için milli bir dava haline
gelmesi, diğer taraftan K ıbrıs’tan çekilmek niyetinde olan İngiltere’nin
Y u nanistan ’ı dengelemek için 29 Ağustos 19 5 5 ’te Londra Konferansına
Türkiye’yi de davet etmesi üzerine Türkiye Kıbrıs sorununa dahil
olmuştur Kıbrıs bu tarihten itibaren Türkiye’nin dış politikasının ana
konularından biri haline gelmiştir Başlangıçta K ıbrıs’ta statünün
devamını isteyen Türkiye 1957 yılından itibaren adanın taksim
edilmesini savunmaya başlamış, ancak 1959 yılında bağım sız bir
cumhuriyetin kurulm asına razı olmuştur
264
1958 yıhnd a K ıbrıs’ta Rum tedhişçiliğinin şiddetlenmesi
dolayısıyla Türk-Yunan ve Yunan-İngiliz ilişkileri gerginleşmiştir Bu
sebeple ABD ve N A T O ’nun arabuluculuk ve baskiiarı ile üç devlet
müzakerelere girişmişler ve 1959 Zürich ve Londra Antlaşmaları ile
Bağım sız Kıbrıs Cum huriyeti’nin kurulmasına karar vermişlerdir. Bu
antlaşma Kıbrıs’ta ENOSİS ve taksimi yasaklıyor, Türkiye, Yunanistan
ve İngiltere’ye kurulacak anayasal düzeni korumak için garantörlük ve
buna dayanarak tek başına adaya müdahale hakkı veriyordu. Bu esaslar
çerçevesi içinde hazırlanan Kıbrıs Anayasası 16 Ağustos 1969’ta
yürürlüğe girerek Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuştur
Ancak Kıbrıs Rumları, Tüıkleri yönetiminden atmak, E N O S İS ’i
gerçekleştirmek için mevcut anayasayı değiştirme yoluna gitmişlerdir
Bu amaçlarını silah zoruyla gerçekleştirmek isteyen Rum yönetiminin
saldırılan 1963 yılında bir soykırıma dönüşmüş, Türkieı fiilen
yönetim den dışlanmışlardır. Dolayısıyla 1960 yılında kurulan Kıbrıs
Cumhuriyeti aslında Makarios tarafından 21 Aralık 1963 yılında fiilen
yıkılmıştır Bundan sonra Makarios yönetimi bir taraftan Türkieı i
katlederken, diğer taraftan uyguladığı baskı ve ekonom ik ambargo ile
Türkieı için Kıbrıs’ı yaşanmaz hale getirmiştir.
Kıbrıs Rum Y ö netim i’nin Türklere yönelttikleri saldırıların
1964’ten itibaren tekrar artması üzerine Türkiye garantörlük hakkını
kullanarak Kıbrıs’a müdahale etmek istemiş, ancak A B D Başkanı
lohn so n ’un 5 Haziran 1964 tarihli ünlü mektubu ile Türkiye
müdahaleden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Daha önce Tiiık dış
politikası üzerindeki etkilerinden bahsettiğimiz bu mektupta; 1947 tarihli
yardım antlaşması gereğince Türkiye’ye ABD tarafından verilmiş
silahların sınırlar dışında kullanılamayacağı, A B D ’nin Türkiye’nin
K ıbrıs’a müdahalesini meşru saymayacağı ve böyle bir hareket sonucu
Sovyetler Birliği Türkiye’ye saldıracak olursa, N A T O ’nun Türkiye’y e
yardım etmeyeceği belirtilmekteydi Türkiye’de bir şok etkisi yaratan bu
mektuptan sonra, 18 Aralık 1965’te K ıbrıs’la ilgili olarak Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda yapılan bir oylamada Türkiye’nin garanti
anlaşmasından doğan müdahale hakkını kullanmasına izin vermeyen bir
karar kabul edilmiştir Bu olay Türkiye’nin sadece Batr Bloğu içinde
değil, dünya üzerinde de yalnız kaldığını göstermiştir
265
1’iirk dış politikasında derin izler bırakan bu iki olaydan sonra
Türkiye, bir taraftan Kıbrıs Türklerinin soykırımını önlemek ve
hayatlarını devam ettirebilmek için yardım da bulunurken, diğer taraftan
görüşmeler yoluyla soruna siyasal bir çözüm bulmaya çalışmıştır Bu
çerçevede 1968 yılından itibaren Türk toplumu lideri R auf Denktaş ile
Rum Toplumu lideri Makaıios arasında toplumlararası görüşmeler de
başlamış, ancak herhangi bir sonuç alınamamıştır
Y unanistan’ın 15 Temmuz 1974 tarihinde K ıbrıs’ta darbe
yaparak E N O S İS ’i gerçekleştirmeye çalışması üzerine,
Türkiye
garantörlük hakkını kullanarak 20-22 Temmuz ve 14-16 Ağustos 1974
tarihlerinde K ıbrıs’a askeri harekatta bulunmuştur. Bu askeri harekat
sonucu Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenlikleri sağlanmış, A d a ’da
gerek Türk ler, gerek Rum lar tarafından özlemi duyulan kalıcı barış
ortamı da sağlanmıştır.
Bu barış ortam ında Rum larca 1 î yıl devletsiz bırakılan Kıbrıs
Tütkleri, 13 Şubat 19 7 5 ’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurmuşlardır
Daha sonra self-determinasyon haklarını kullanan Kıbrıs Türkleri 15
Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cum huriyeti’ni kurmuşlardır K KTC
bağımsız bir devlet olarak kurulm asına rağmen KKTC yetkilileri Federal
Kıbrıs Cum huriyeti’nden yana olduğunu açıklayarak toplumlararası
görüşmelere iyi niyetle katılmaya devam etmiştir
K KTC, K ıbrıs’ta varılacak olan nihai bir antlaşmada;
1-Türkiye’nin etkili ve fiili garantisinin devam etmesini,
2-İki bölgeli, iki toplumlu, bağımsız ve bağlantısız federal
cumhuriyetin kurulmasını,
3-Merkezi hükümetin yetkilerinin sınırlı olmasını,
4-TürkIenn egemenlik ve siyasal eşitlik haklarının tanınmasını
ısrarla talep etmiştir,
Buna karşılık Rum kesimi, Türkierin egemenlik ve siyasal
eşitlik haklarını tanımamıştır. İşgalci olarak niteledikleri Türk askerinin
adadan çekilmesini ve Türkiye’nin garantörlüğü yerine uluslararası bir
garanti sisteminin oluşturulm asını talep etmiştir Gerçekte Kıbrıs Rum
Yönetimi esas hedefin ENOSİS olduğu üç temel strateji takip
266
etmektedir
Bu çerçevede hukuki olmayan Kıbrıs Cumhuriyeti
pozisyonunu koruyarak, görüşmeler yoluyla Kıbrıs Türklerini bu devlete
federasyon adı altında azınlık statüsü vererek içine almak, yani içinde
Türk azınlığı bulunan Rum Cumhuriyeti tesis etmek İkincisi eğer
görüşmelerle barış sağlanamaz ise; silah zoruyla K K T C ’yi işgal ederek
adanın tamamına hakim olmak Bu am açla hızla silahlanan Rumlar son
zamanlarda Rusya Federasyonundan Türkiye için de tehlikeli olabilecek
S 300 füzeleri alma girişim inde bulunmaktadırlar. Üçüncü yol olarak
Rum yönetimi meşru Kıbrıs hükümeti gibi davranarak meseleyi
milletlerarası platformlara taşımakta bu kuruluşlar vasıtasıyla Türkiye ve
KKTC tize; inde baskılar yaptırarak amacına ulaşmaya çalışmaktadır.
Nitekim Rum -Y unan İkilisi yıllarca yürüttüğü propaganda ile K KTC
üzerinde jo ğ u n bir siyasi, ekonom ik ve kültürel baskı uygulattığı gibi,
Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde engeller çıkartmıştır
Diğer taraftan Kıbrıs Rum Yönetimi Garanti Antlaşm asına
aykırı olarak Ada nın tamamını temsil etmediği halde, A B ’ne Kıbrıs
Cumhuriyeti olarak müracaat etmiştir 1995 yılından itibaren işleyen bu
sürecin gerçekleşmesi halinde Kıbrıs’ın dolaylı olarak Y unanistan’a
ilhak yoiıı açılmış olacaktır.
Kıbrıs sorununun başından itibaren gerek BM ve A B D geıek
Rum-V unan İkilisinin izlediği politikalar karşısında Türkiye ve
KKTC nin yeni bir Kıbrıs politikası belirlemesi zorunlu hale gelmiştir
Geıçi KKTC Meclisi 1994'te aldığı kararla federasyonu tek çözüm yolu
olarak gören tüm eski kararları iptal etmiş, Türkiye’de KKTC ile
entegrasyona yönelik antlaşmalar yapmıştır. Ancak, kam uoyuna net bir
politika ilan edilmemiştir Bu sebeple Kıbrıs konusunda takip edilecek
politikada hem K K T C ’nin hem de Türkiye’nin geleceği ve güvenliği
dikkate alınarak, Enosis yolunu ta m am en kapatacak ve Kıbrıs Türklerini
R u m ’un siyasi ve ekonom ik esaretine mahkum etmeyecek bir çözüm
tarzı olarak ya K K T C ’nin tanınmasına, ya da Türkiye ile entegrasyonuna
yöuelinmeiidir
b-Türk-Sovyet İlişkileri
Türkiye ile Sovyetleı Birliği arasındaki gerginlik 1953 yılında
S ta ü n ’in ölümüne kadar devam etmiştir Stalin’in Ölümünden sonra
Sovyetler Birliği 30 Mayıs 1953 tarihinde Türkiye’den toprak talebinde
267
bulunmakları vazgeçtiğini açıklayarak Türkiye ile yeniden dostluk
ilişkileri kurmak için çeşitli teşebbüslere girişmiştir A ncak Sovyetler
B iıliği’nin bu davranışlarını yeni bir taktik olarak değerlendiren Türkiye
bu teşebbüslere olumlu cevap vermemiştir İki ülke ilişkileri bundan
sonra da blok politikası çerçevesinde şekillenmiş, 1964 Kıbrıs buhranına
kadaı Türk-Sovyet ilişkileri soğukluğunu korumuştur
5 Haziran 1964 tarihli .Johnson mektubu nasıl Türk-ABD
ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuş ise, yine bu mektup Türk Sovyet
ilişkilerini yeni bir gelişme dönemine sokmuştur. Kıbrıs sorunu
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde yalnızlığını gözler önüne sermekle
kalmamış kendi güvenliği açısından da bir gerçeği ortaya çıkarmıştır
1947-1964 e kadar geçen 17 yrl içinde Türkiye A B D ’ve sadakatle
bağlanmış ve N A T O ’dan fazla A m erika’yı güvenliğinin temel dayanağı
yapmıştır Johnson mektubu bu dayanakta ilk defa ciddi bir şüphe
yaratımı ve bir itimat buhranının ilk tohumlarını atmıştır. Bu ise
T ürkiye’ye kuzey komşusu bir süper devletle devamlı gerginlik içinde
olmanın gereksizliğini ortaya koymuştur.
Bu bağlamda Türkiye 1960’lann ortalarından itibaren başta
Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Bloku ülkeleriyle ilişkilerini
geliştirmeye başlamış ve Sovyetierin daveti üzerine 1964 yılı sonlarında
Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin 1965 yılında da Başbakan Suat
Hayri Ürgüplü Sovyetler Biriiği’ni ziyaret etmişlerdir Buna karşılık
Sovyet Dışişleri Bakanı G rom iko ’da Türkiye'yi ziyaret etmiştir İki ülke
arasında başlayan siyasi ilişkiler ticari alanda gelişmelerle devam
etmiştir Nitekim Sovyetler Birliğinin Türkiye’de birtakım sınai tesisler1
kurmaları konusunda 1965 yılında anlaşmaya varılmıştır İskenderun
Demir-Çelik.. Seydişehir Alüminyum tesisleri bu anlaşmaya dayanarak
inşa edilmiştir
1970’ii yıllarda Türk-Sovyet ilişkileri yeniden bir durgunluk ve
hatta soğukluk dönemine girmiştir Bunda Türkiye’de başlayan anarşi ve
terörü sosyalist ülkelerin basın yayın organlarının kışkırtması ve Kıbrıs
harekatına Sovyetierin karşı çıkması rol oynamış, Türkiye’de Sovyetler
hakkında şüphecilik yeniden canlanmaya başlamıştır. Türkiye'de 12
Eylül 1980 askeri harekatı olduğunda Türk-Sovyet ilişkileri soğukluk
içinde bulunuyordu Yeni yönetimin çok yönlü dış politikaya devam
268
etmesi
çerçevesinde
Sovyetler Birliği
ile de ilişkiler tekrar
normalleştirildi. 1982’de iki ülke arasında imzalanan yeni bir ticaret
anlaşması ile iki devlet arasında ticaret hacmi artırıldı. Soğuk savaşın
1989’da sona erme sürecine girmesi ve Doğu hlokunun dağılması
uluslararası sistemde köklü değişikliklere yo! açmış, artık Sovyetler
Biriiği’ııin dağılması ile ortaya çıkan Rusya Federasyonu ile Türkiye’nin
İlişkilerinde yeni bir devir başlamıştır.
c Türk A B D İlişkileri
1963 yılı sonundan başlayarak 1964 yılı içinde devam eden
Kıbrıs olayları ve Johnson mektubu Türk-ABD ilişkilerinde bir dönüm
noktası teşkil etmiştir Bundan sonra Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde
beliren mesafe kolayca ortadan kalkmamış, aksine Türkiye bu devlete
karşı çekingen politikasını sürdürm eye çalışmıştır Bu bağlam da Türkiye
1964 yılında A B D ’nin önerdiği “ Çok Taraflı K u v v e f ’e katılmayacağını
açıklamış N A T O ’nun Türk ordusunda yaprriak istediği çoğaltmayı
reddetmiş,, nükleer enerji ile çalışan bir Amerikan ticaret gemisinin
Türkiye’yi ziyaretine izin vermemiş ve bu ülkeyle imzalanmış ikili
antlaşmaların gözden geçirilmesini istemiştir Özellikle 1960’la n n
ortalarından itibaren oluşan sert tepkiler ve sol muhalefet hükümeti A BD
ile yapılm ış ikili antlaşmaları gözden geçirmeye zorlanmıştır Türk
hükümeti tarafından 21 Ocak 1967’de yapılan bir açıklamada; Türkiye
ile ABD arasında 54 ikili antlaşma olduğu, 3 ’ünün 1950’den önce,
314nin 1950 ile 1960 arası, 2 0 ’sinin de 1960-1965 yılları arasında
imzalandığı belirtilmiştir Türkiye, A B D ’ye verdiği bir muhtıra ile bu
antlaşmaların ıslahını istemiştir Sonuçta 3 Temmuz 1969’da ABD ile
'Ortak Savunma ile İlgili İşbirliği Antlaşması” imzalanarak, daha önce
yapılan antlaşmaların sakıncalarının ortadan kaldırıldığı açıklanmıştır
Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekatına büyük tepki gösteren
ABD, 5 Şubat 1975 tarihinde Türkiye’ye silah ambargosu uygulama kararı
almıştır 26 Temmuz 1978 yılına kadar süren bu ambargo Türkiye’de milli
silah sanayinin kurulması yolundaki çalışmaları hızlandırmıştır
1979 yılının uluslararası
alandaki
gelişmeleri
A B D ’yi
Tıirkive’nin de içinde bulunduğu bölge konusunda son derece duyarlı
hale getirmiştir. Sovyetler in A fganistan’ı işgali ve İran’da Humeyni
yönetim inin işbaşına gelmesi üzerine ABD N A T O ’nun sorumluluk
269
alanını genişleterek Orta Doğu yu da kapsayan bir ittifak haline
getirmeye çalışmıştır Eylül 1980’de İran-İrak savaşının başlaması
T ürkiye'nin ABD açısından önemini daha da arttı m u ş t u . Böyle bir
ortamda ABD Türkiye’de kurulan askeri rejimi anlayışla karşıladığını
belirttiği gibi, ilişkilerini de sıklaştırmıştır, Bu dönemde Türkiye ile
A BD arasında Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalanmış,
ardından ABD telkinleriyle Y unanistan’ın N A T O ’nun askeri kanadına
geri dönmesi konusunda Türkiye vetosunu kaldırmıştır. 1983 yılında
T ü rk iye’de yeniden demokrasiye geçilmesiyle işbaşına gelen Özal
hükümetleri ABD ile ilişkileri geliştirmeye devam etmiştir Bu dönem de
dış politikada '‘ekonom ik pragm atizm i” ön planda tutan Başbakan
ÖzaiTn A m erika’ya dayanma politikası çarpıcı hale gelmiştir Fakat
Türkiye nin bu tavrı Amerika tarafından “ sömürülm e eğilimleri” de
gösterm emiş değildir
Bu sebeple 1983-1990 dönemi Türk-A BD
ilişkileri görünüşte bir yakınlaşma içinde olmuş ise de esas itibariyle iki
taraf aıasm da bir takım anlaşmazlık konulan etrafında cereyan etmiştir
Bunlar içinde önemlileri şunlardır:
a Türkiye’ye askeri yardım konusu; bu çerçevede 7/10 orani ile
A B D ’nin Türkiye ile Y unanistan’ı dengelemesi çabaları
b Amerikan
yaklaşımları,
Kongresinin “ Ermeni
Soykırımı” konusundaki
c
Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması
A B D 'n in Türkiye ve K K TC üzerindeki baskılarıdır
konusunda
Bununla beraber, Körfez krizi Türk-ABD ilişkilerini yeni bir
yapıya sokmuştur Ancak Türkiye bu kriz sırasında açıkça A B D ’yi
desteklemesine rağmen Körfez krizini Türkiye’nin ABD ile olan
ilişkilerinde beklenen olumlu sonuçlan yaratmamıştır Bunun en önemli
sebebi soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte T ürkiye’nin A B D ’nin
gözünde stratejik öneminin azalmaya başlamasıdır
Tİiık-ABD ilişkilerinde, soğuk savaş döneminde bazı inişçıkışlaıa rağmen Türkiye’nin stratejik Önemi ve Sovyet tehdidini
algılamalarındaki benzerlik sebebiyle Türkiye hep o vazgeçilemez
hissini ve güvenini korumuştur, Sovyetler çökünceye kadar hatalar
düzeltilmiş, insan hakları ve demokrasi eksiklikleri daha anlayışla
270
karşılanmıştır Ancak Sovyeiler Birliği çöktükten sonra Türk-ABD
ilişkilerinde hakim olan "ortak çıkar” kavramının içeriği kısmen
boşalmış ve Türkiye A B D ’nin gözünde kollanacak müttefik olmaktan
çıkmıştır Bundan sonra Kıbrıs ile İnsan H aklan gibi sorunlar A B D
tarafından ön sıraya çıkarılmaya başlanmıştır
d İslam Ülkeleriyle İlişkiler
Türkiye, 1960’lann ortalarında Kıbrıs sorunu yüzünden içine
düştüğü yalnızlık sebebiyle,
dış ilişkilerini coğrafi
bakımdan
genişletmek gerektiğinin gittikçe artan bir şekilde farkına varm ıştır
Bundan sonra Sovyetler Birliği’nin yanı sıra İslam ülkeleriyle de
ilişkİleıini geliştirmeye başlamıştır Soğuk savaş dönem inde Türkiye ile
İslam ülkeler i ilişkilerinde her zaman Doğu-Batı çatışmasının gölgesi
hissedilmiştir. Türkiye ile İslam ülkelerinin ilişkileri, Türkiye’nin 1967
Arap-İsrail Savaşında Aıap dünyasının yanında yer alarak A rap tezlerine
destek vermesi ile olumlu bir yola girmiştir Fakat Türkiye, Batı bloku
karşısında Sovyetler Birliği’nin desteğini almış olan komşu A rap
ülkeleri ile siyasi ve ekonom ik ilişkileri geliştirmede zorlanmıştır
Ancak 1973 petrol krizinden sonra, İslam dünyası Türkiye’nin
dış ekonom ik ve politik ilişkilerinde ciddi bir şekilde devreye girmiştir
Bu strateji değişikliğinde daha önce de kısmen değinildiği gibi. Batılı
dostlarından Kıbrıs konusunda destek görememesi, ekonom ik sorunların
batılı ülkelerle çözülememesi, petrol krizinin ödemeler dengesini
olumsuz etkilemesi, Avrupa Topluluğu ile olumlu gelişmelerin ortaya
çıkmaması. Kıbrıs Barış harekatını Batının anlamak istememesi ve silah
ambargosunun Batıya güveni sarsması gibi faktörler önemli rol
oynamışlardır Sonuçta bu gelişmeler İslam ülkeleri ile ekonomik ve
siyasi işbirliği isteklerini kuvvetlendirmiştir Bu çerçevede, 1969 yılında
temelleri atılan İslam Konferansı Örgütii’nün çalışmalarına başlangıçta
çekimser bir tavırla katılmış olan Türkiye, 1970’li yılların ortalarından
itibaren örgütün bütün toplantılarına giderek üst düzeyde katılmaya
başlamıştır
1980’li yı Harın ortalarından itibaren Türkiye İslam
Konferansı Teşkilatım da dış politika problemleri için İslam ülkelerinden
destek elde edebileceği bir zemin bulmuştur Ayrıca bu teşkilat
vasıtasıyla Türkiye gittikçe artan sayıda Orta Doğu, Asya ve Afrika
ülkesiyle dış ticaretini geliştirmesinde ve ortak teknik ve kültürel vardım
271
programlatını uygulamasında faydalar sağlamıştır Ayrıca Türkiye, İran
ve Pakistan arasında 1977 tarihinde temelleri atılan ve 1985 tarihinde bir
protokol ile canlandırılan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (E K İT-E C O ) da
kurulmuştur Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığına
kavuşan Türk Cumhuriyetleri de bu teşkilata 1992 yılında üye olmuştur
1990’lara kadar Türkiye'nin Orta Doğu ve İslam ülkelerine
yönelik politikası;
a Mahalli çatışmalara katılmamak ancak taraflar isterse aracılık
yapm ak olmuştur
b
Türkiye’nin dış politikası Arap güvenliğine karşı dikkatli
olmuştur
c.
Türkiye, Orta Doğu devletlerinin iç işlerine ve dinamiklerine
göre ikili ilişkiler kurmanın kendi yararına olduğunu görmüştür.
Bu çerçevede başlangıcından itibaren İraıı-Irak savaşında
tarafsız kalmış, 1986 yılında A B D ’nin Türkiye’yi dolaylı olarak bu
savaşa sokma girişimleri karşısında dahi N A T O ’nun öngördüğü resmi
stratejik taahhütler dışında başka bir taahhüde girmemiştir
Ancak 1990 ’ 1ar da uluslararası imaj oldukça değişmiştir
Dünyada tek süper güç olarak ortaya çıkan ABD, İrak ve S uriye’nin
silahlanmasını Türkiye’ye karşı bîr saldırı hazırlığı olarak göstermekte
ve Suriye ile Irak’la su yüzünden çatışma çıkabileceği gibi uyarılarda
bulunmaktaydı Sonuçta Türkiye bu silahlanmayı bölgede çıkarlarını
etkileyecek büyüklükte görmeye başlamıştır.
Böyle bir ortam da Irak’ın K uveyt’e saldırması ile başlayan
Körfez
Krizi
sırasında
kendisine
de
ekonom ik
am bargo
uygulanabileceğinin bilincinde olan Türkiye, eski bir am bargonun
etkilerini hatırlayarak herkesten önce petrol boru hattını kapatarak Irak’a
ilk müeyyideyi uygulayan üike olmuştur Türkiye’nin yeniden Batının
yanında yer alması ile birlikte Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkileri
bozulma sürecine girmiştir Irak’a uygulanan ambargo ve petrol boru
hattının kapatılması Türkiye’ye büyük zamanlar vermiştir Türkiye’nin
Körfez savaşıyla ilgili diğer bir sorunu da G üneydoğusunda ortaya çıkan
bölücü PKK terör hareketinin güç kazanması ve çeşitli oyunlarla Kuzey
272
Irak’ta De Facto bir Kürt devletinin kurulma sürecine girilmesidir Çekiç
Güç şemsiyesi altında Kuzey Irak’ta meydana gelen gelişmeler
Türkiye’yi zor durumda bırakmıştır Savaş sonunda PKK sorunu uluslar
arası kam uoyunun gündemine girmiş ve Türkiye üzerinde batılı ülkelerin
baskıları artmıştır 1990’lı yıllarda İran’la zaman zaman gerginleşen
rejim probleminin yanı sıra Türkiye’nin en önemli sorunu Suriye ile
olmaktadır Bu ülke ile su ve sınır probleminin yanı sıra, özellikle
P K K ’ya verdiği destek ve Türkiye’ye karşı Y unanistan’la işbirliğine
girmesi iki ülke ilişkilerini sürekli gergin tutmaktadır
1993 yılında İsrail ile Filistin arasındaki 1947 yılında başlayan
anlaşmazlık son bulmuş, Araplarla İsrail arasında ilişkiler tesis edilmeye
başlanmıştır. Bu çerçevede Türkiye’de dalıa önce Filistin konusunda
İsrail ile dondurduğu ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır
e Türkiye-Avrupa Birİiği İlişkileri
Bilindiği gibi A B ’nin temeli 1957 Roma Antlaşması ile atılmış
1958 yılında Avrupa E konom ik Topluluğu olarak yürürlüğe girmiştir.
AET ülkeleri aralarında birinci aşamada ekonom ik entegrasyonun, ikinci
aşam ada
siyasi
entegrasyonunun
sağlanmasın!
hedeflemişlerdir
Topluluk ü>e ülkeler arasındaki entegrasyon süreçlerine bağlı olarak
önce Avrupa Topluluğu daha sonra da 1 Kasım 1993 tarihinden itibaren
Avrupa Birliği adını alarak birleşik bir Avrupa idealini gerçekleştirmeye
çalışmaktadır
Daha önce belirtilen sebeplerle Batı ittifakına giren Türkiye, bu
ittifakın diğer kurulularının olduğu gibi Avrupa Topluluğunun da üyesi
olmaya yönelmiştir. Türkiye, A vrupa Topluluğu üyeliğini Batı ittifakının
üyesi olm anın doğal bir uzantısı olarak görmüştür A vrupa Topluluğu
üyeliğinin Batının parçası olma anlamına geleceği ve bu durumun
Cum huriyet döneminde ve hatta Tanzimat’tan beri önem verilen Batı
medeniyetinin parçası olma gayretiyle de uyum içinde olduğu
düşünülmekteydi ^
Bu anlayış içinde Türkiye’nin Avrupa Topluluğu ile ilişkileri
1959 yılında yapılan ilk üyelik başvurusu ile resmiyet kazanmış ve 12
Eylül 1963 tarihinde imzalanan A nkara Antlaşması ile iktisadi ve siyasi
ilişkilerin geliştirilmesi ve belirli bir dönem sonunda tam üyelik için
273
altyapının hazırlanması kararlaştırılmışta 1959’dan Katm a P rotok oi’ün
onaylandığı
1970
yıllan
atasında
Türkiye-Avrupa
Topluluğu
İlişkilerinde sorunların en az olduğu dönemdir Soğuk savaş ortam ında
Türkiye ile Batı ittifakı arasındaki uyuntun bu dönem de A vrupa
Topluluğu ile de oluştuğunu görüyoruz Bu ortamda Avrupa Topluluğu
güvenlik endişelerini Ön planda tutmuş ve Türkiye’nin stratejik önemine
ağırlık vererek ilişkileri geliştirmeye yönelmiştir A ncak 1 9 7 0 'lerin
başlarından itibaren Türkiye’deki ekonom ik ve siyasi gelişmeler ile
Avrupa Topluluğu dinamikleri atasında uyumsuzluk baş gösterm eye
başlamıştır Bu dönemdeki sorunlarda ağırlığı iktisadi konular ve
Özellikle gümrük birliği soıunu teşkil etmiştir Türkiye’de 12 Eylül
1980 de askeri yönetim in
işbaşına gelmesiyle
Türkiye-A vrupa
Topluluğu ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. 1980’den başlayan
ve halen sürmekte olan bu dönemde Türkiye-Avrupa Topluluğu
ilişkiler İndeki sorunların iktisadi sorunlara ilave olarak siyasi konulara.
Özellikle demokrasi ve insan hakları boyutuna kaydığını görmekteyiz
Topluluk üyeler inin Türkiye’deki demokrasi konusuna ait endişe ve
eleştirilerin arttığı bir dönemde Yunanistan 1981 yılında A vrupa
Topluluğuna tam üye olmuştur Bundan somaki gelişmelerde Yunanistan
Türkiye ile Avrupa Topluluğu ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen temel
faktörlerden biri haline gelmiştir
Avrupa Birliği ile ilişkilerin nasıl normalleştirileceği üzerinde
tartışmalar sürerken Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde A vrupa
Topluluğuna tam üyelik başvurusunda bulunmuştur Türkiye’nin bu
müracaatı 2,5 yıl aradan sonra Topluluğun Türkiye’yi üye kabul etmeye
ve Türkiye' nin de topluluğa tam üye olmaya lıazıı olmadrğr gerekçesiyle
reddedilmiştir Bu tarihten sonra Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinin
yönü belirsiz kalmış, 1990’dan sonra Doğu A vrupa devletleri dahi
T ürkiye’den önce üye olmaya aday olarak görülmeye başlanmıştır Bu
sebeple 1993-1994’te Türkiye tam üyelikten kısmen um udunu keserek
G üm rük Birliği için Avrupa Topluluğu ile m üzakerelere başlamıştır Bu
görüşmeler sonucu Avrupa Birliği Ortaklık K onseyimin G üm rük
Biıligimin kuruluşunu tamam lam asına ilişkin kaıarı 6 M art 1995
talihinde imzalanmış ve i O cak 1996 tarihinden itibaren G ümrük Birliği
yürürlüğe girmiştir
274
Tiiıkİye'de çok geniş biçimde tartışma konusu yapılan Gümıük
Birliği., kaıar veıme mekanizmaları içinde olunmadığı halde Avrupa
Birliği tarafından verilen kararlara uyma yükümlülüğü getirdiği ve bir
takım tavizler verildiği gerekçesiyle eleştirilmiştir Nitekim dah a somaki
dönemde Kıbrıs Rıım Yönetiminin T ürkiye’nin Gümrük Birliği ne
alınması karşılığı tam üyelik sürecine dahil edildiği ileri sürülmüştür
G üm ıük Birliği Türkiye açısından isteneni vermediği gibi, Y unanistan’ın
Avrupa Birliği tarafından verilecek mali yardımları, bloke etmesi
sonucunda Türk ekonomisine ek bir külfet getirmiş bulunmaktadır
Bu gelişmelerden sonıa Avrupa Birliği genişleme sürecine
girmiştir Genişleme sürecinde de Türkiye’nin tam üyelik talebinin
soğuk karşılandığı ve Türkiye’nin devamlı dışlandığı görülmektedir
Nitekim 1997 ilkbaharında başım Almanya Başbakanı H ehnut Kohl’ün
çektiği A vrupa'daki Hıristiyan demokrat liderler yaptıkları toplantı
sonucunda Türkiye’nin yakın ve görülebilir bir gelecekte tam üye
olamayacağı konusunda hemfikir olduklarım açıklamışlar Aralık
1997 de L üksem b uıg’da aday 12 üyenin çağrılması ile yapılan AB
zirvesinde Türkiye Tıin tam üyeliği reddedilmiştir fü ıkiye bu tavra
karşılık Avrupa Birliği ile siyasal diyalog sürecinin sona erdirdiğini
açıklamıştır
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik müracaatına
ekonomik nedenlerden ziyade siyasal nedenlerle (demokrasi, insan
haklan, özellikle “ Kürt sorunu” vb.) karşı çıkıldığı ve Y unanistan’ın
engellemelerinin devamlı öne sürüldüğü göıÖlmektedir Ancak giderek
A vrup a’da gelişen ve güçlenen bakış açısı; Türkiye’nin değişik bir kültür
çevresine ait olduğu ve bu nedenle Avrupa entegrasyonunda yer
almaması gerektiği şeklindeki görüştür
f, Tiirk-Yunan İlişkileri
Türkiye ile Yunanistan, 1952’den bu yana aynı ittifakta yer
almalarına karşın komşulukları yyurn içinde olmayan iki devlettir 19301955 dönemi hariç iki ülke ilişkileri sürekli gerginliğini korumuştur Bu
sebeple Yunanistan gerek ikili, gerekse uluslararası ilişkilerde Türkiye’yi
en çok uğraştıran ülkelerin başında gelmektedir
275
Ancak Tiiık-Yunan ilişkileri tarihsel boyutu göz ardı ederek
açıklanması mümkün olmayan başlıca konudur Çünkü Yunanistan milli
kimliğini vc bağımsızlığını kürklere karşı mücadele vererek kazanmıştır
Yunanistan bu mücadele sırasında oıtaya attığı milli ideali, Megali İdea
çerçevesinde bağımsızlığını kazandıktan sonra yürüttüğü irıedentist,
yayılmacı politikayla,, Avrupa devletlerinin de desteğini arkasına alarak,
Türkieıe karşı büyümeyi, genişlemeyi dış politikasının ekseni yapmıştır
1830’dan 1922’ye kadar Y unanistan’ın dış politikasının tamamı Doğu
sorunu içinde Avrupalı devletlerin desteğiyle Osmanlr devletinden pay
kapmaktan ibaret olmuştur
Türk Milli Mücadelesinin ardından L oza n’da bir denge
oluşturulmuştur Ancak, önce 1947 Paris Antlaşması ile yeni bir toprak
kazanıp On iki A d a ’yı elde eden, som a da 1950’ların ilk yatısından
başlayarak K ıbrıs’ı gözüne kestiren Yunanistan Lozan dengesini
zorlamaya başlamıştır 19'70’lerde E g e’de çeşitlenen ve K ıbrıs’ta nitelik
değiştiren sorunların özünde Y unanistan’ın bu politikasını uygularken,
kendisinin ve Türkiye’nin Batı bağlantısını bu politika doğrultusunda
kullanmayı da ihmal etmemiştir
Türkiye, Y unanistan’ın İzlediği
politikaya tepkisini ortaya koyarken her zaman Batı bağlantısı
çerçevesinde hareket etmek zorunda kalmıştır Bunun bir istisnası 1974
Kıbrıs Baıış Harekatı olmuştur
1974’ten sonra Türk-Yunan ilişkilerinde daha önce değinilen
Kıbrıs konusu her zaman en başta gelen sorun olmuştur A ncak bu
tarihten sonra iki devlet arasındaki sorunlar Ege ve Batı Trakya
Türklerinin sorunlarının da önem kazanmasıyla yaygınlaşıp genişlemiş
ve ikiii ilişkileri olduğu kadar, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini de
kökten etkilemeye başlamıştır
Y unanistan’la Türkiye arasındaki sorunların büyük bir bölümü
E ge'de yatmaktadır
Yunanistan
Ege deki
egemenlik haklarını
genişletmek için sürekli adımlar atmaktadır Lozan ve uluslararası
sözleşmeleri hiçe sayarak Ege adalarını hızla silahlandırması, kıta
sahanlığı 6 mil olarak belirlenmesine rağmen, bunu 12 mile çıkarma
çabası içine girmiştir Bu konuda Y unanistan’ın temel amacı E ge'yi bir
Yunan denizi haline getirmektir. Ancak Türkiye Y u nanistan ’ın
karasularını 6 milin ötesine genişletme kararını vermesini bit casus belli
276
(savaş sebebi) sayacağını açıklayarak kararlı bit tavır takınması ile
Yunanistan komşularını genişletememiştir. Ayrıca hava sahası, TİR hattı
gibi Ege sorunlarının yanı sıra Türkiye ile Yunanistan arasında Batı
Trakya Türklerinin durumu da önemli bir sorun teşkil etmektedir Başta
Lozan olmak üzere Batı Trakya Türklerinin haklan ikili ve milletlerarası
antlaşmalarla garanti altına alınmasına rağmen; Yunanistan Batı Trakya
Türklerinin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlamış, milli kimliklerini
inkar ederek asimde etme yönündeki baskılar 1980’li yıllarda artmıştır
Türkiye'nin, Yunanistan ile iyi ilişkiler kurarak sorunlara
barışçı yollardan çözüm bulm ak amacıyla sarf ettiği çabalara (1980
yılında Y unanistan’m N A T O ’nun askeri kanadına tekrar dönmesi için
T ürkiye’nin veto hakkını kullanmaması. Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Teşkilatına Y unanistan’ ın kurucu üye olarak katılmasını sağlaması, tek
taraflı olarak Yunan vatandaşlarına vizenin kaldırılması v b ) rağmen
ülkemiz aleyhinde yoğun faaliyette bulunmaya devam etmektedir
Yunanistan özellikle 1981 yılında Avrupa Topluluğuna tam üye
olmasında sonra elde ettiği bütün avantajları Türkiye’ye karşı
kullanmaya başlamıştır İki ülke ilişkileri 1987 Martında bir savaşın
eşiğine kadar gelmiştir Ancak bu bunalım iki ülke Başbakanlarının
karşılıklı mesaj lan ile aşılmıştır. Daha sonra Ocak 1988 ’de D avos’ta
ardından da Mart 1988’de Brüksel’de Papandreu ve Özal bir araya
gelmişlerdir Böylece “ Davos süreci” diye anılan ve iki ülke arasında
yakınlaşma yaratacağı umulan bir diyalog dönemi başlamıştır A ncak
Yunanistan m diğer sorunları görüşmeyi Kıbrıs konusunun çözüm üne
bağlaması ve uzlaşmaz tutumu yüzünden herhangi bir sonuç
alınamamıştır
Y unanistan’ın 1974 yılından itibaren Türkiye’nin zararına olan
her şey. Y unanistan’ın yararınadır anlayışı ile Türkiye aleyhine
yürüttüğü faaliyetler şunlardır:
a Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini ve tam üyelik
müracaatını veto hakkını kullanarak sürekli engellemektedir.
b Türkiye aleyhine faaliyet gösteren Eım eni A SA L A ve dah a
sonra PKK terör örgütüne maddi ve manevi her türlü desteği
vermektedir
277
c Pontus soykırımı iddialarını giderek canlandırmaktadır Brı
konuda
Türkiye
aleyhinde
uluslararası
kamuoyu
oluşturmaya
çalışmaktadır
d Türkiye’ye bazı k o nula rd a 'düşm anlık besleyen Suriye ve
Ermenistan ile işbirliği yaparak ülkemizi bölgede kıskaç altına almaya
çalışmaktadır
e Başta ABD olmak üzere dünyadaki Rum lobisi vasıtasıyla bir
çok konuda Türkiye aleyhine propaganda yaparak ülkemizin imajını
kötülemeye çalışmaktadır
Yunanistan yürüttüğü bu faaliyetler ile Türkiye’nin uluslararası
camiadan tecrit edilmesi, içerisinde bütünlüğü parçalamayı ve bu yolla
Türkiye'nin zayıflatılmasmı hedeflemektedir
4, Soğuk Savaş Döneminden Sonra Türk Dış Politikası
1989 yılından itibaren S SĞ B ’deki değişime bağlı olarak Doğu
A vrup a’da ortaya çıkan gelişmeler ve 1991 'de Sovyetler Birliği’nin
dağılması Uluslararası sistemde köklü değişikliklere yo! açmıştır
1985 yılında Mihail S. G oıbaçov S B K P ’nin Genel Sekreterliği’ne
getirildi Onun ortaya attığı ve uygulamaya çalıştığı Perestroyka
(Yeniden yapılanma) ve Glasnost (Açıklık) kavramlarının
getirdiği
demokratikleşme hareketlerkönce Doğu Avrupa ülkelerinde.bilahare
Sovyet'le] Birli ği’nde ve Balkanlarda etkisini hissettirmiştir
Bu
ülkelerdeki
Sosyalist rejimle! süratle çöktü ve demokrasi yolunda
önemli adımlar atılmaya başlandı Bu süreçte eski Sovyetler Birliği ve
Yugoslavya topraklan üzerinde birçok bağımsız devlet ortaya çıkmıştır
Sovyetler birliğinin yıkılması İle soğuk savaş yıllarının “ iki kutuplu
dünya ' politikası devresi sona ererken,. Körfez Bunalımı A B D ’nin
hâkim olacağı “ Yeni Dünya Düzen i” n in kurulmakta olduğunu ortaya
çıkardı Küreselleşme veya Globalleşme olarak da adlandırılan bu yeni
dönemin demokrasi.,insan haklan ve hukukun üstünlüğü
ilkelerine
dayandığı ilân edilmesine rağmen ; çok geçmeden yeni uluslar arası
yapının da en az eskisi kadar “güce dayalı olduğu” ortaya çıkmıştır:
A B D ’nin temsil ettiği tek süper güce dayanan “ Yeni dünya D ü z e n f ’ni
278
oluşturma çabalarına rağmen.dünyada yeni güç merkezlerinin ortaya
çıkmasına yol açan yeni bir süreç de gelişmeye başladı Bu süreçte
bölgeselleşme eğilimleri belirginleşmektedir Özellikle Japonya'mın
liderlik etliği Asya-Pasifik Bölgesi,Avrupa Bitliği ve birlik içinde
olmakla beraber iki A lm a n y a’nın (Federal Almanya ve Demokratik
Alman Cumhuriyeti) birleşmesinden so m a ortaya çıkan güçlü Alman
devletinin tavrı ; askeri gücünün yanı sıra hızla büyüyen ekonomisi ile
Çİn ve zengin kuzey " karşısında "fakir güney” yarımküre ülkelerinin
takip edecekleri politikalar bu bölgesel güç merkezlerini belirlemekte
etkili olacaktır Yeni dünya düzeni söylemlerine rağmen üzerinde
önemle durulması gereken bir diğer sorun iletişim sistemlerindeki
teknolojik devrim nedeniyle farklı sosyo-kültürel grupların bütünleşme
ve uzlaşma değil, çatışma potansiyelini artıran
tarzda yoğun bir
etkileşim
sürecine
girmeleridir
‘ Mikro
milliyetçilik'’
veya
‘ atom iz asy o ıf olarak adi and in lan bu gelişme dünya istikrarım tehdit
eden boyutlara varmıştır Yukarıda tanıtılmaya çalışılan genel çizgiler
2000 Iİ yılların eşiğinde dünya politikasının
çok boyutlu biçimde
yeniden yapılandığım ortaya koymaktadır'
Soğuk savaşın sona ermesi yıllardan beri stratejik önceliği Sovyet
tehdidini Batı bloku içinde karşılamaya veren Türkiye açısından yeni bir
dönemin başlangıcı olmuştur. Bu dönemin teme! özelliği Türkiye’nin
çok yönlii ve kimi zaman belirsiz olan birtakım tehditler ve yeni
imkânlar ile karşılaşmış olmasıdır. Soğuk savaşın sona ermesine paralel
olarak dünyada yaşanan işbirliği ve uzlaşma eğilimine rağmen
Türkiye'min bulunduğu coğrafya
yeni bir çatışma alanı haline
dönüşmüş.m esela uzun bir süredir istikrarsızlıkla adeta özdeşleşmiş olan
Ortadoğu bölgesine,Balkanlar ve Kafkasya bölgeleri de eklenmiştir
Soğuk savaşın sona ermesinin Türkiye’ye sağladığı en büyük imkân
ve yendik eski Sovyetler Birliğimde yaşayan Türk topluluklarının
keşfedilmiş olmasıdır 1990’lı yıllara kadar,Kıbrıs politikası dışında
T ürk dış politikası soğuk savaşın küresel politikaları çerçevesinde
şekillendiğinden Türkiye ile Türk topluluklarının ilişkileri en alt düzeye
inmişti Bu sebeple bu topluluklar hakkında çıkan ilk haberlerin
Türkiye'deki pek çok kimsede şaşkınlık yarattığın! söylemek bir abartı
olmayacaktır Eski Sovyetler Birliğimdeki Türk Cumhuriyetlerinin
bağımsızlıklarını
k a z a n m a la rı''
Türkiye'nin
bölgede
279
siyasal.ekonomik,kültürel ve stratejik açılardan önemli bir ülke olmass
sonucunu doğurmuş ve doğu-batı cepheleşmesinin sona ermesi ile
stratejik önemi azalan Türkiye’nin,yeni faktörlerin etkisiyle tekrar
önemli biı konuma gelmesi m ümkün olmuştur Yeniden doğmakta olan
Rusya'nın Türkiye için yarattığı olumsuzluklara rağmen Balkanlardan
Orta A sy a'y a kadar uzayan geniş bir bölgede Türkiye için daha etkili bir
bölgesel rol oynama imkânı doğmuştur. Nitekim Kafkaslaı ve Orta
A sy a ’da bağımsızlıklarını ilân eden Türk Cumhuriyetlerini hemen
tanıyan Türkiye,bu ülkelerle diplomatik ilişkileri başlatan ilk ülkelerden
biri olmuştur Arkasından bu devletlerle siyasi,kültürel ve ekonomik
İlişkiler kınan Türkiye.aynı zamanda bu devletlerin uluslar arası alanda
kendilerine biı yer edinmelerine de yardımcı olmuştur
Tiirk Cumhuriyetleıinin A G İK (Avıupa Güvenlik ve İşbirliği
Konferansı) gibi uluslararası örgütlere üye olarak katılmasına yardımcı
olan Türkiye.ayrıca kendi girişimleri İle kurulan Karadeniz Ekonom ik
İşbirliği Teşkilâtının ve yeniden canlandırılan İktisadi İşbirliği
Ö rg ü tü ’nıin bu devletleri de kapsayacak şekilde genişletilmesini
sağlamıştır
Diğer taraftan Türkiye. Balkanlardaki gelişmelere de jeopolitik
konumu tarihî ve kültürel yakınlığı sebebiyle gücü ve diplomatik
birikimi sebebiyle konjonktürün elverdiği ölçüde başarılı girişimlerde
bulunmuştur Özellikle
Y ugoslavya’nın dağılması ile ortaya çıkan
cumhuriyetleri tanımış,Bosna-Hersek çatışmasında aktif bir dış politika
izles ekilmiştir
Sonuçta Balkan laı da Bosna-Hersek, Makedonya.
Arnavutluk,
Bulgaıistan ve Romanya gibi ülkelerle ilişkilerini geliştiren Türkiye,
Balkan dengeleri içinde ağırlığını hissettirmeye başlamıştır
Gerçi
T ür kıy e.bütün bu gelişmelere hazırlıksız yakalanmış
olmasından dolayı bazı alanlar da bu yeni devletlerin beklentilerine tam
anlam ışla cevap verememiş olmakla beraber, soğuk savaş yıllarındaki
tek boyutlu Türk dış politikası bugün uluslararası politik gelişmelere
tesir edici, çok yönlü biı hale gelmiştir Sonuç olarak Türkiye, bölgesel
güvenliğin sağlanması ve işbirliğinden doğacak yararlan, bağlı olduğu
ittifak çıkarlarının önünde değerlendi)meye,yani soğuk savaşın global
çıkarları serine.kendi çıkarlarım ön planda tutmaya ve vurgulam aya
başlamıştır
280
VII. BÖLÜM : ATATÜRK İLKELERİ
A- CUMHURİYETÇİLİK
C um huriyet Kelimesi ve Anlamı
Cum huriyet kelimesi dilimize Arapça ''Cumhur' kelimesinden
gelmiştir
Cumhuı
ise, halk, ahali, bıiyuk kalabalık anlamına
gelmektedir
Cum huriyet kelimesinin Fransızca karşılığı "La R e p ı ı b ^ u e ”
İngilizce karşılığı “the R e p u b lic ’dİr. Aslı Latince olan ‘'Res PublicaC
kelimesinden türemiştir "Res Publicav\, kamuya ait şey, kamu mali
anlamına gelir Cum huriyet gerek Latince, gerekse Arapça kökeninde,
aynı kavramı ifade etmek için kullanılmıştır
■Res Publica" deyimi zamanla siyasal ve tarihi gelişme sonrası,
demokratik bîr rejimde ve halk hizmetinin görüldüğü bir devlet
yönetimini İfade etmiştir
Yukarıda etimolojik anlamım vermeye çalıştığımız Cumhuriyet
hem bir devlet şekli hem de hükümet şekli olarak kabul edilmektedir
Devieı şekli olarak; egem enliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun
281
tümüne ait olduğunu ifade eder Devlet şekillerinin belirlenmesinde en
Önemli kriter egemenliğin kaynağı olduğuna göıe. Cumhuriyetin bu
anlamda bir devlet şekli olduğunu söyleyebil itiz Ancak Cumhuriyeti
aynı zamanda bit hükümet şekli olarak da kabul etmek mümkündür Bu
anlamda Cumhuriyet, başta devlet başkanı olm ak üzere, devletin
başlıca temel organlarının seçim ilkesine göre kurulm uş olduğunu
ifade eder Aslında, devlet ve hükümet şekli olaıak Cum huriyet
kavramlarının birbirlenyle çok yakından
ilgili olduğu açıktıı
Egemenliğin siyasi toplum un tümünde olduğu biı sistemde, devletin
temel organlarının millet iradesinin ifa^Csi olan seçimlerle oluşması
tabidir Aynı şekilde., devletin teme! organlarının seçimden çıktığı bir
sistem milli egemenlikten veya halk egemenliğinden başka bir ilkeye
dayanam az Türkiye Cumhuriyetini ilan eden 129 Ekim 1923 tarihli
Teşkilatı Esasiye Kanununda Cumhuriyet biı hükümet şekli olarak kabul
edilirken; 1924 tarihli Anayasa ise Cumhuriyeti biı devlet şekli olarak
kabul etmiştir Cum huriyet daha sonraki Anayasalarda da bir devlet şekli
olarak ifade edilmiştir
C u m h u r iy e tin T arih i Gelişimi
Miç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu, 20
Yüzyıl talihinin en dikkate değer olaylarından biridir Birinci Dünya
Savaşı sonrası galiplerin dikte ettirmiş oldukları düzene karşı başlatılan
millî mücadele tüm dünyanın dikkatini çekmiş hatta etkilemiştir .'Türkiye
Cum huıiyeti bu süreçteki bir dizi olağanüstü uğraşlar sonucunda ancak
kurulabilmişti
Atatürk, bu geçiş dönemini şöyle değerlendirmektedir;
Saltan at d evlin den C u m h u riyet devrine geçebilm ek için , bilin diği g ib i
geçiş dönem i y a şa d ık Bu dönem de, iki dü şün ce ve içtih at b it biriyle
sürekii m ü cadele etti, O düşüncelerden biri, saltanat devrinin
sü ıd ü ıü İm esiyd i Bu görü şün taraftarları a çık tı D iğer görüş, saltanat
id a resin e son vererek C u m h uriyet idaresin i ku rm aktı Bu bizim
göriişüm ûzdü., Biz görü şüm üzü açıkça söylem eyi sakıncalı buluyorduk,
A n cak görü şüm üzü n u ygu lam aya koym a olan ağın ı saklı bu lu n du ru p ,
uygun zam an da tatbik edebilm ek için, saltanat taraftarlarının
g ö rü şlerin i u ygu lam a alanından u zaklaştırm ak zorunda idik„
282
“ Yeni ya sa la r yapıldıkça, özellikle anayasa ya p ılırk en saltan at
taraftarları padişah ve halifenin hak \ e yetkilerin in b elirlen m esin de
ısrar ettiler, Biz bunun zam anı gelm ediğin i y a da g erek olm adığını
söyle) erek o y öne değinm em ekte ya ra r görü yordu k
“D evlet yön etim in i C um huriyetten söz etm eksizin , u lu sa l
egem enlik esasları için de, her an C um huriyete doğru yü rü yen şek ild e
toplam ağa çalışıyorduk
“Büyük M illet M eclisinden daha büyük m akam olm adığım
telk in de ısrar ederek saltanat ve h ilâfet m akam ları olm aksızın, d evleti
idare etm enin m üm kün olduğunu kanıtlam ak gerekli idi,
“D evlet reisliğinden saz etm eksizin, onun g ö revlerin i fiilen
M eclis R eisine gördürüyorduk,
“iy g u la m a d a M eclisin Reisi, ikinci reis d i H üküm et verdi.
Fakat, T ürkiye Büyük M illet M eclisi H üküm eti u n va n ım taşıyordu.
K abine sistem ine geçm ekten kaçm ıyorduk, çünkü hem en saltanatçılar,
p a d işah ın yetkilerin in ku llan ılm ası gereğin i ortaya a tacaklardı
“İşte geçiş dönem inin, hu m ü cadele safhalarında, bizim k a b u l
ettirm ek zorunda bu lunduğum uz, ara şekli, Büyük M illet M eclisi
H ü küm eti sistem ini haklı olarak eksik bulan, m eşru tiyet şeklin in
açıkça belirtilm esin i sağlam aya çalışan m u h asım lan m ız, bize itiraz
ediyorlar, diyorlardı ki, bu yapm ak istediğim iz h ü k ü m et şekli neye,
h angi idareye b en ze r? A m aç ve h edefim izi söyletm ek için bize
y ö n eltilen bu tür sorulara, biz de, zam anın gereğ in e göre cevaplar
vererek saltanatçıları uzaklaştırm ak zorunda idik ”,
Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte
İ921 anayasasında
gerekli ve zorunlu değişiklikleri yapan ve
T eşkilâtı E sasiye
K a n u n u n u n Bazı M c v a d d ın ın T avzihe» Tadiline D air “ yasa kabul
edilecektir
Bu yasa, 1921 Anayasası ile 1924 Anayasası
Cumhuriyetin İlanım belgeley en bir geçiş yasasıdır
arasında
Yasanın birinci maddesinde egemenliğin yine kayıtsız şaıtsız
milletin olduğu belirtilerek, “ Yönetimin h alka k a d erin i doğrudan
doğru ya ve bilfiil idare etm esi esasına dayalı olduğu açıklanacak ve
283
Türk iv e Devletimin
edilecektir
yönetim
şeklinin
Cum huriyet
olduğu
ilan
1924 Anayasasında, Türkiye devletinin bir Cumhuriyet
olduğunu egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu, Türk
milletinin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından temsil
olunacağını ve millet adına egemenlik hakkını yalnız Türkiye Büyük
Millet M eclisim in kullanacağı ilkeleri kabul edilir.
Böyiece millet egemenliği ilkesi ve Cum huriyet rejimi rayına
oturmuş olur
Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesinin
taşıdığı anlam ise çok büyüktür, Çünkü, binlerce yıl muhtelif devletler
kuran Tiiık milleti, tarihinde kazanmış olduğu askeri başarılardan sonra
halk iıet zaman ihmal edilmiştir
Tıiıkive Cumhuriyetinin kuruluşu İle birlikte, devletin bütün
temel unsurlarında köklü değişimler olmuştur. Devletin ülke ve insan
topluluğu
unsurlarında
önemli
değişiklikler
olmuş;
Egemenlik
anlayışının niteliği ve meşruluk ilkeleri temelden değişiyordu A tatürk'te
Türkiye Cumhuriyetinin O smanlı Devletinin bir devamı olm adığım şu
sözlerle ifade ediyordu: “ T ürkiye B üyük M illet M eclisi H ü küm eti,
p ek a la b ilirsin iz ki eski B abıâli h ükü m eti değildir, esk i O sm anlı
D evleti değildir
O nlar artık tarihe karışm ıştır D üşm an larım ız
O sm anlı D evletin i yıkarak asli unsur olan Türk m illetin i de im ha
etm ek istiyorlardı H albu ki Türk M illeti yeni bir insan ve kesin bir
m illi azim le y e n i bir devlet ku rm u ştu r” G en e b a ş k a b ir k o n u ş m a s ın d a
“O sm anlı d evleti m aa tteessü f (yazık ki) Ölmüştür, B abıâli h ü kü m eti
m a a ttee ssü f
ölm üştür;
affedersiniz
h ata
ettim
m a a ttee ssü f
dem eyecektim , m aaliftihar (övünelim ki) ölmüştür,, Ç ünkü onlar
ölm eseydi m illeti öldü receklerdi” demektedir
Atatürk, bağımsızlık savaşını Türk milliyetçiliğinden ve milli
egemenlik ilkesinden güç alarak yönetmiş; daha önce de belirttiğimiz
gibi Türkiye Cum huriyetim i aynı ilkeye dayalı olarak kurmuştur
Milli egemenlik ilkesi Türk devlet yapışma ilk defa Atatürk'le
biriikte girmiştir Bu ilkeyi., millî mücadelenin ve kurduğu devletin
temellerinden biri yapmış olması, A tatürk’ün başarısını sağlayan temel
284
etkenlerden bîridir
Bu, aynı zamanda onun sağlam tarih bilgisinin,
üstün sezgi gücünün ve demokrasi idealine bağlılığının bir delilidir
Yalnız aksiyon adamı değil, aynı zamanda bir fikir adamı olan
Atatürk, demokratik düşünce akımlarından ve son yüzyılların dünyaya
getirdiği değişmelerden haberdardır Artık çağın Uniili devletler'"’ çağı
olduğunu ve demokrasi akımının büyük gücünü anlamıştı Uzun süren
savaşlardan bıkmış milleti yeniden seferber edebilmenin ancak,, milî i
duygulan sağlam ve hür yaşamaya azimli bir milletle olabileceğini
sezmişti En güçlü görünen imparatorlukların dağıldığını ve en köklü
monarşilerin çökerek yerlerini yeni rejimlere bıraktıklarım görmüştü
Milli egemenlik ilkesini daha açık bir şekilde ifade edebilmek
için, egemenlik kavramım biraz açmamız gerekecektir
Dilimizde hakimiyet sözcüğü ile eşanlamlı olarak kullanılan
egemenlik (soııvetaineie, sovereignty), hükmeden, buyuran, buyruğunu
yürütebilen üstün bir gücü ifade eder Kendisinden daha üstün bir başka
gücün varlığım kabul etm em ek egemenliğin özünde vardır Egemen bir
güç., kendi yetki alanında, her hangi bir üst otoriteye bağlı ve bağımlı
olmay an güç demektir
Egemenlik kavramı Fransız hukukçusu lean Bod in gibi yazarlar
taıafmdan. 1789 Fransız inkılâbından önce, kralın devlet gücüne tek
başına sahip oluşunu meşru bir temele oturtmak, monarşinin hukuki
izahım yapabilmek için ortaya atılmıştı. O tarihlerde egemenlik dini ve
ilahi bir kaynağa bağlanıyordu: Kral, A llah’ın isteği ile egemen idi
Devletin bütiin gücü kralda toplanmıştı XIV E ouıs’nin “ D evlet B e n im 1"
sözüyle anlatılmak istenen buydu
Fransız inkılâbı egemenlik kavıamım kralcı hukukçulardan
devraldı Kral yerine millete mal etti Kralın başındaki taca millet el
koydu ve kendisi giydi Krala ait olduğu ileri sürülen egemenliğe millet
sahip çıktı
Egemenlik kavramı, devletin egemenliği ve devlet
egemenlik olmak üzere iki değişik tarzda kullanılmaktadır
içinde
Devlet egemenliği: devletin dışa karşı egemenliği demektir ve
bir uiusfaıarası hukuk konusudur Bir devletin egemen olması,, o devletin
285
kendi dışında bir güce tabi olmaması anlamına gelir Manda ve himaye
altında bir yönetim. bir sömürge egemen değildir
Devlet içinde egemenlik ise, söz konusu olan devletin gücünü
nereden aldığı ve bu gücü nasıl kullanacağıdır
Devlet içinde
egemenliğin bir şahsa, bir hanedana mı; bir zümreye mi; yoksa millete
mi ait olacağı sorunu uluslararası hukukta değil, iç kamu hukukuyla
anayasa hukukuyla ilgili bir sorundur Devlet içindeki egemenlik., kendi
üstünde bir güç ve sınırlama tanımaz Ancak bir demokraside, bu
egemenliği fiilen kullanacak olan çeşitli organlara belli alanlarda, belli
ölçüler içinde yetkiler tanımı, başka bir ifadeyle egemenliği kullanacak
olanların y etki alanları ve yetkileri sınırlıdır.
Atatürk milli mücadelenin başlarında millet egemenliğini
giriştiği mücadelenin dayanağı yaparken, egemenliğin hem uluslararası
hukuku, hem anayasa hukukunu ilgilendiren yönlerini bir atada
kullanmıştır
Mîllet egemenliği ilkesini Atatürk, yerine ve zamanına göre,
hem Tüık devletini parçalamak isteyen dış düşmanlara karşı hem de
emperyalist devletlerin oyuncağı haline gelen ve millî mücadele
liderlerini ölüme mahkum ettiren padişaha ve hükümetine kaı şr
kullanmıştır
Atatürk.
E gem en olan millettir. Bu egem enlik kim seye
devi edilem ez K im seyle bölüşülem ez M illet ken di kaderin i ken di eline
alm ıştır ve egem enliğinin bir zerresinden va zg eçem ez” derken, bir
yandan dışa karşı m ücadelede tam bağımsızlığı amaçlıyor; Türkiye
Büyük Millet Meclisi hükümetinin meşruluğunun ve Türk milletini
temsil etme hakkının sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğunu
vurgularken; bir yandan da Saltanatın Kaldırılması, Cumhuriyetin ¡lanı,
Hilâfetin Kaldırılması gibi içe dönük hedefler için de gerekli fikri temeli
oluştuı uyordu
Atatürk, millet egemenliği ilkesini. Miiii Mücadelenin ve yeni
Tiirk devletinin temel ilkesi haline getirirken, hiç şüphe yok ki, am aç
Türkiye'de gerçek anlamda demokratik rejimi yerleştirmekti
Şartların demokrasinin doğması vc sağlıklı biı şekilde işlemesi
için yeterince elverişli değildi Ülkenin demokrasi yolunda tecrübesi yok
286
gibiydi Yok gibiydi diyoruz, çünkü, Cumhuriyet öncesi hükümdaı ların
mutlak otoritelerini yer yer sınırlandırma yoluna gitmişlerse de bunlar
mutiakiyet idaresinden lıukuk devletine geçiş yolunda yeterli bir zemin
oluşturamamışlardı
Nitekim.
XIX
yüzyılın başlarında hükümdarın mutlak
yetkilerini bir ölçüde sınırlamak, yönetimin denetlenebilmesini sağlamak
amacıyla Sultan II Mahmut ile ayan arasında “ Sened-i İttifak” adı
verilen bir anlaşma yapılm ışsa da çok kısa ömürlü olmuştur
İmparatorluğu parçalanmaktan kurtarmak ve dış müdahaleleri
Önlemek amacıyla, keyfi idareye son veıip kanun önünde eşitliği
sağlamak için Tanzimat döneminde girişilen çabalar da istenilen
sonuçları verememişti Yabancı devletlerin azınlıklar lehindeki baskı ve
müdahaleleri, hukuk devletinin gerçekleşmesinden çok, Osman i ı
devletinin bölünmesine yol kaçmıyordu
Padişahın yetkilerini sınırlandırmayan 1876 ‘Kanun-u E s a s r ’si
ile I Meşrutiyet dönemi başladı Ancak, tarihimizin bu ilk Anayasası
millet egemenliği fikrine yabancıydı 1876 M eşrutiyet’iııde. bütün
üyeleri padişah tarafından tayin edilen ikinci Meclis (Meclis~i Ayan)
vardı Padişah birinci meclisi (Meclis-i Mebusan-ı) dilediği anda
dağılmak imkanına sahipti
Meclise karşı hiç bir sorumluluğu
bulunmayan yürütme organı sadece padişahın denetimi altındaydı Kaldı
ki. bu deneme de çok kısa sürmüştü 1877’de başlayan meclis Türk-Rus
savaşı üzerine, 14 Şubat 18 7 8 ’de padişah tarafından süresiz olarak
kapatılmıştır
1908 de ‘Kanuıı-i Esasi” yeniden yürürlüğe kondu Metninde,
demokratik yönde, kısa ömürlü değişiklikler yapıldı. A ncak İkinci
Meşrutiyette de millet egemenliği esası kabul edilmiş değildi 31 M art
ayaklanması üzerine padişah tahttan indirildi, yerine yeni bir padişah
geldi Bu arada İttihat ve Terakki Partisinin devlet yönetiminde tek sö z
sahibi oluşu, yeni bir baskı dönemini başlattı
Göıidüyoı ki. milli egemenlik Türk devlet yapısına ilk defa
A tatürk’le birlikte girmiş ve yerleşmiştir.
287
Gerçekten de Atatürk, büyük bir sabırla, millet egemenliği
ilkesini zihinlere yerleştirmeye çalışmıştır Bu konudaki çok sayıdaki
sözlerinden bir kaçını verelim:
“E gem enliğinden vazgeçm eye rıza gösteren bir m illetin akıbeti
elbette fela k e tle r, elbette musibettir,, ”
“M illetler ken di egem enliklerini m utlaka ellerin de tutm ak
m ecbu riyetin dedirler Ş im diye kadar m illetim izin başına g elen bütün
fela k etler ken di talih ve kaderin e başka birisinin eline terk etm esinden
k ayn aklan m ıştır
Bu kadar acı tecrü beler geçiren m illetin ,, bundan
sonra
egem en liğin i bir
kişiye
verm esi kesin likle
m üm kün
olm ayacaktır, E gem enlik kayıtsız şartsız m illetindir ve m illetin
olacaktır, ”
A tatürk'e göre, millî egemenlik ilkesi, bütün kişisel yönetim
biçimlerinin reddini gerektirir: “ T ürkiye devletin de ve Türkiye d evletin i
kuran Türkiye h alkın da tfıcidar yoktu r, diktatör yo k tu r B ütün cihan
bilm elidir ki, ortak bu devletin ve bu m illetin başında hiçbir k u vvet
yo k tu r, hiçbir m akam yo k tu r Yalnız bir ku vvet vardır., O da m illi
egem enliktir, Yalnız bir m akam vardır, O da m illetin k a lb i vicdanı ve
varlığıdır ”
Bu sözlerden de anlaşılmaktadır ki, Atatürk döneminin dikta
rejimlerini reddetmiştir Nitekim Türk gençliğine okutulacak “Medeni
Bilgiler" başlıklı ders kitabı için kendi ei yazısı ile yazdığı sayfalarda
demokrasiye aykırı çeşitli akımlan eleştirerek, demokratik rejimin
üstünlük ve özelliklerini anlatmıştır
Bu sayfalarda, A tatürk’ün
komünizmi, ihtilâlci siyasi sendikalizmi, faşizmi ve korporatist dikta
yönetimini bilinçli bir şekilde reddettiği görülür
Atatürk
döneminde,
demokrasi
bütün
gerekleriyle
gerçekleştirilememiş olsa da, bu rejimin işler hale gelmesi için gerekli
olan kurumlar ve düşünce temeli oluşturulmuş, Türk toplumu
demokrasiye hazırlanmıştır Bu kurumlaıın başında, demokratik yapının
temel unsuru olan TBMM gelir Saltanatın ve hilafetin kaldırılması,
Cumhuriyetin ilanı ile mutlak monarşiye ve teokratik devlet sistemine
dönüş yollan kapanmıştır Milletin temsilcisi olan meclise karşı sorumlu
olan,, milletvekillerine hesap veren bir hükümet fikri yerleşmiştir
288
Yüzyıllarca ırsî hükümdarlığa alışmış bir ülkede, yönetilenlerin
yetkilerini milletin ve millet temsilcilerinin oylarından alması ve belli
aralıklarla seçimlerin yenilenmesi usulü siyasi gelenek haline
getirilmişti) Millet adına yargı hakkını kullanan bağımsız mahkemeler
kurulmuştur Bağımsız bir yargı organı haline getirilen Danıştay'a,
Bakanlar Kurulu kararlan da dahil, idarenin karar ve eylemlerini
denetlemek, hukuka aykırı kararlan iptal edebilmek, haksız karar ve
eylemleri nedeniyle idareyi tazminata mahkum edebilm ek yetkisi
tanınmıştır.
Birçok Avrupa ülkesinde kadınların siyasi haklardan yoksun
oldukları bir dönemde, Türk kadınlarına Seçme ve Seçilme Hakkı
tanınm ıştır 1930’iu yılların başında Türk kadını bu hakları elde ederken
İsviçre ve Fransa gibi ülkeler bile kadınlarına bu siyasi haklan henüz
tanımamışlardı Çok partili hayata geçmek denenmişse de ne yazık ki
bunda başarılı olunamamıştı
1925’de Terakkiperver Cumhuriyet
Fır k as rım ı bilinen şartlardan dolayı kapatılmasından beş yıl sonra
1930 da Atatürk bir defa daha çok partili rejim denemesi yapmıştır
Arkadaşı Fethi O kyar’a kurdurduğu
Serbest Cum huriyet Fırkası
tecrübesi de. Cumhuriyet ve laikliğe karşı olanların taşkınlıkları ve
demokrasi İçin gerekli olan anlayış ve düşünce ortamının henüz
kurulm amış olması yüzünden kısa sürmüştür
Görüldüğü gibi, yeni Türk devleti kuruluşundan itibaren
demokratik rejimin yerleşmesi yolunda büyük gayretler sa rf edilmiştir
Hemen belirtm ek gerekir ki, rejimlerin en iyisi olan demokrasi rejimlerin
en kolayı değildir Bu sebeple özgürlüğe, insan haklarına, hür seçime,
hukukun üstünlüğüne, yurttaşların kanun önünde eşitliğine dayalı, bugün
anladığımız tarzda bir demokrasinin bütün gerekleri ile uygulanışı,
yalnız Tiiık tarihinde değil, dünya tarihinde de oldukça yenidir
Demokrasi kendiliğinden ve rastlantı sonucu doğuveren bir yönetim tarzı
değildir İnsanların, akıllarım, iradelerini kullanarak, bazı eğilim ve
içgüdülerini yenerek gerçekleştirebildikleri bir rejimdir “H ürriyete layık
olm ak için h ü rriyeti daim a ye n id en feth etm ek gerek ir” sözünün de
ifade ettiği gibi demokrasiyi kurmakta yeterli değildir Onu yaşatabilmek
için devamlı dikkat ve uyanıklık göstermek şarttır
289
Şüplıe yok ki, demokrasi, çağrınızın en çekici en sihirli
sözcüklerinden bilidir O kadar ki, bir çok açıdan birbirlerine taban
tabana zıt rejimler bile, kendilerine 'demokratik’' sıfatım vermektedirler.
Ne var ki devletlerin kendilerine taktıkları sıfatlar; ya da anayasalarına
yazdıkları parlak cümleler, bir ülkede demokrasinin var olmasına
yetmemektedir Gerçek demokrasi her şeyden önce hür seçime dayanır,
Bir milletin kendi kendini yönettiğinden söz edebilmek için, milletin
siyasi tercihinin serbest ve dürüst seçimlerle ortaya konabilmesi gerekir
Tek parti tek liste ile yapılan bir seçime seçim denilemez Çünkü
seçmene siyasi tercih hakkı verilmemiştir İktidar partisi karşısında
serbestçe
teşkilatlanabildi
görüşler ini
açıklayabilen,
seçimlere
katılabilen bir veya birkaç muhalefet partisinin bulunması demokrasinin
başta gelen unsurlarındandır. Gerçek demokrasi insanları korkudan uzak
şekilde yaşamasını sağlayabilen tek rejimdir Totaliter rejimlerde ise
hürri) et değil korku bakimdir
Demokrasinin özünde akılcılık vardır. Otokratik rejimlerde,
yöneticilerin iktidara gelişleri ve iktidarda kalışları akılcı temellere
dayanmaz Yönetilen büyük kitlenin herhangi bir şekilde katkısı, oyu,
ıızası olmaksızın, bir insanın veya bir avuç İnsanın toplumun bütün öteki
mensuplarım yönelme hakkına sahip sayılabilmeleri için, çoğu zaman bu
yöneticilerin güçlerini A lla h ’tan aldıklarını ileri sürmeleri gerekmiştir
Çağımızın
bir
olgusu
olan
totaliter
rejimlerde
ise,
iktidardakilerin güçlerini A lla h’tan aldıkları yolundaki İnancın yerini, bir
ırkın üstünlüğü veya bir sınıfın iktidara el koyma hakkı gibi dogmalar
almıştır
Faşizmde, Kom ünizm de, teoktarik diktatörlüklerde başta
bulunanlar bütün gerçeği sadece kendilerinin bildiğine ve temsil
ettiğine, o halde doğmaya aykırı herhangi bir görüş ileri sürmenin
suç olduğuna inanmışlardır,
Totaliter rejimler ha lk için iyi olanı sadece biz biliriz H alkın
kendi kendini yö netm esi önemli değildir yönetim in halk yararına olm ası
Önemlidir görüşüne dayanırlar Demokraside ise yönetimin halk için ve
halk yararına olması elbette gereklidir ve önemlidir; fakat yeterli
değildir Halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesi söz konusudur
290
Totaliter rejimde iktidar partisi mutlak ve tartışılmaz gerçeği
tekelinde tutar Sözde halkı temsil ettiği ileri sürülen organlar bulunsa
bile, bu organlardaki üyelere düşen görev sadece baştakilerin tespit ettiği
çizgisini öğrenmek, doğru olduğu kendilerine parti yönetimi tarafından
tebliğ edilecek olan düşünceleri tartışmasız alkışlamaktır
Buna karşılık, demokratik sistem, gerçeğin kimsenin tekelinde
olmadığı bilincinden hareket eder
Demokratik
rejimde,
gerçeğin
aranmasına,
gerçeğe
yaklaşılmasına imkan veren hür ve adil tartışma usulleri hayati önem
taşır
Çağdaş anlamda demokrasi, ırk, renk, mezhep, cinsiyet gibi
sebeplerle bit kısım yurttaşların siyasi haklardan yoksun bırakılm alarım
kabul etmez Kanun önünde eşitliğe Önem verir
Demokratik anlayışla yalnız devlet değil, bireylerde önemlidir
Elbette devlet olmadan bağımsız ve hür yaşanmaz, güvenlik sağlanamaz,
elbette devlet korunacaktır Devletin hayati önem de görevleri olduğu
unutulm ayacaktır
Fakat devlet kişilerin korkusuz, hür, mutlu
yaşatı İmaları am acından saptm im am ahdır
B- M İLLİY E TÇ İLİK
Milliyetçilik Atatürk İlkelerinin ve Türk inkılabının temel bir
ilkesi olduğu kadav, Türk milletinin kaderini tayin eden, biı yüce ülkü,
milleti huzur ve refaha yönelten güçlü bir bağdır.
Milliyetçilik, genel olarak herkesin m ensup olduğu milleti
sevmesi ve onu yüceltm eye çalışmasıdır Çağımtzın en geçerli sosyal
politika prensibi olan Milliyetçilik, millet gerçeğinden hareket eden bir
fikiı akımıdır Bu sebeple öncelikle millet kavramı üzerinde durmam ız
gerekir
291
Millet ve Milliyetçilik Kavramları:
Çağımızda Fransızca “N ation ,, kelimesinin karşılığı olarak aynı
kökten, aynı soydan gelm e anlamında kullanılan millet; her şeyden
önce ortak bağlan olan insanlar topluluğudur İnsan, sosyal bir varlık
olarak tarihin bilinen en eski çağlarından itibaren toplu halde yaşamakla
beraber, bu topluluğun millet karakterini alması Y akınçağın bir
ürünüdür Yani toplumlar, sosyal gelişim basamakları içinde, aşiret
teşkilatından milli teşkilatlanma seviyesine ulaşarak millet haline
gelmişlerdir Yüzyıllar süıen bir tarihi akış ve sosyal kültürel bir pota
İçinde meydana gelen bu ürüne “M illet” adını veriyoruz
Milleti tanımlamak ve onu diğer insan topluluklarından
ayırdetmek için ortaya atılmış olan görüşleri iki grupta toplayabiliriz. Bu
görüşlerden birincisi objektif millet anlayışıdır Bu görüşe göre; Millet,
aynı ırktan gelen, aynı dili konuşan ve aynı dine inanan insanların
meydana getirdiği bir topluluktur. Bu görüşü benimseyen düşünürlerin
bazıları dil birliğini, bazıları yurt birliğini, bazıları soy birliğini, bazıları
din birliğini, bazıları tarih ortaklığını ve ülkü kardeşliğini fertleri
birbirine bağlayan ana faktörler olarak göstermişlerdir
Saydığım ız bu objektif faktörler, tarihi bakımdan bir çok
milletin meydana gelmesinde çok Önemli rol oynamışlardır Fakat millet
olgusunu sadece bu faktörlere indirgemek, her milleti sadece objektif
benzerliklerle açıklamak yetersiz kalmaktadır. Bu bakımdan milletin
oluşm asında sübjektif veya kültürel unsurlar ağır basmaktadır Gerçekten
bir milletin oluşabilmesi için onun her şeyden önce bir his olarak
kalplerde yaşaması gerekir
Bu gerçek birçok düşünürü milletin kriterini sübjektif veya
manevi unsurlarda aramaya yöneltmiştir,, Sübjektif millet anlayışını ilk
defa en güçlü bir şekilde ortaya koyanlardan biri Fransız düşünürü
Ernest R en a n ’dır. Renan 3882 yılında verdiği “Bir M illet N edir?” adlı
konferansında milletin, fertleri arasındaki “birlikte yaşam a duygusuna
bir ortak kültüre, bir ruh birliğine” dayandığını belirtmiştir
Gerçekten millet olmak için en başta arzu edilen husus, toplumun fertleri
arasında sevgi ve saygı hislerini canlı tutan en gerekli anlarda karşılık
beklemeksizin dayanışmayı sağlayan duygu ortaklığının mevcudiyeti
olmalıdır Bu ortak duygu ancak, ortak bir kültür hayatı yaşayan
292
topluıularda ortaya çıkabilir O halde milli kültür millet olm anın sosyal
dokusunu m eydana getirmektedir Bir toplulukta fertler aynı kültür,
aynı terbiye ve aynı duygularla birleşiyorsa orada millet gerçeği vardır
denilebilir Kültürde birlik, sosyal yapının güçlenmesini sağlar Çünkü
fertler arasındaki ortak duygu ortak şuuru yaratır. Bu bakrmdan milli
şuur veya milli duygu küitür hayatının dışa bir yansımasıdır A ncak
ortak kültür değerleri fertler arasında birleştirici rol oynayabilirler Bu da
sosyal yapının güçlenmesini sağlar O halde milli kültürün en Önemli
görevi millet olma sürecini pekiştirmiş olmasıdır
Şüphe yok ki, Millet bir gönül birliği, bir ruh anlaşması ve
bunun hukuki ifadesi olan birlikte y aşam a arzu ve iradesidir. Bu birlik ve
anlaşmanın doğması için elverişli bir zemin lazımdır Bu zemin yukarıda
saydığımız ortak ülke, ortak dil, ortak soy, ortak din ve ortak tarih gibi
objektif faktörlerdir. Ancak sübjektif veya kültürel faktörler bu zem in
üzerinde yükselebilir D em ek ki bîr milletin varolabilmesi için objektif
ve sübjektif faktörlerin birbirini tamamlamaları ve takviye etmeleri
gerekmektedir Ayrıca bir insan grubunun bir gönül birliği halini alarak
bir millet meydana getirmesinde siyasi kuvvet ve teşkilatın da önemli bir
rolü vardır.
Bütün bu izahların ışığı altında bir tarif y apm ak gerekirse
Millet; ne yalnrz ırk ve yurt birliğinin, ne yalnız dil, tarih ve ülkü
birliğinin, ne de siyasi hukuki ve iktisadi birliğin ürünü olmayıp,
yukarıda sayılan objektif ve sübjektif unsurların bir araya gelmesiyle
meydana gelen tarihi ve sosyal bir gerçektir diyebiliriz Bizde bu
anlam da milleti ilk tarif eden Ziya Gökalp olmuştur G ö k a lp ’e göre,
milleti meydana getiren temel faktör ırk, kavim, ya da coğrafya
değildir
Millet; “D ilce, D ince, A h lakça ve G üzellik D uygusu
bakım ından m ü şterek olan, y a n i aynı terb iyeyi alm ış fertlerd en
m eydan a gelen bir toplu lu ktu r ” İleride geniş şekilde üzerinde
duracağım ız gibi Atatürk de millet ta nım ında yukarıdaki bütün unsurları
esas almaktadır.
Milliyetçilik
Bir sosyal politika prensibi veya fikir akımı olarak, m illet
gerçeğinden hareket eder ve milli menfaati temin gayesi ile bir ülkü
e t r a f n d a toplanmayı ifade eder Milliyetçilik ideal ve kader birliğinin
293
yönlerini belirten bir prensiptir ve toplumu yüceltme amacını güder
Çağımızda milliyetçilik insanı bir gruba ve bir toplum a bağlayan en
kuvvetli bağdır Bu anlam da milliyetçilik, kişiyi topluluğa bağlayan bağ
olarak milliyet duygusu şeklinde de ifade edilmektedir
Her milletin milliyetçilik anlayışı değişik ve farklıdır Çünkü
Milliyetçilik, hayatiyet ve gelişmesini her ülkenin özelliğine, her
milletin kendine has karakterin e göre geliştirecek bir nitelik
taşımaktadır,. Bu sebeple dünyada ne kadar milliyetçilik akımı varsa o
kadar da milliyetçilik anlayışı vardır. Dolayısıyla heı milliyetçilik
akımının da kendine has özellikleri vardır Bu bakımdan bütün
milliyetçilik akımlarım içine alan açık ve belirli bir tarif y apm ak güçtür
Bununla beraber milliyetçilik; “ Kendilerini aynı milletin üyesi sayan
kişilerin duydukları, bir arada, aynı sınırlar içerisinde, bağımsız bir hayat
sürmek ve teşkil ettikleri toplumu yüceltmek isteğidir “ Sadri Maksudi
Arsal, bundan biraz farklı olarak milletin tarihi oluşum una değer vererek
milliyetçiliği şöyle tarif etmektedir: Milliyetçilik, yani milliyet duygusu
bir millete mensup fertlerin, milli tarihlerine, milletlerin mazideki hem
parlak başarılarına, hem de felaket ve ızdıraplarına karşı derin bir ruhi
bağlılık ve hürmet hissi şeklinde tecelli eder Fakat milliyetçilik ancak
maziye mazideki şeylere bağlılıktan ibaret değildir, Milliyet hissinin
tecelli ettiği diğer bir saha vardır O da istikbale yönelmiş emel, gaye ve
düşünceler sahasıdır ” demektedir
Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Gelişmesi
Türk M illiyetçiliği; İslam ü m m etçiliğinden çok m illetli
O sm an lıcılığa, oradan siyasi İslam cılığa ve n ih ayet Türk M illiyetçiliği
ve vatan perverliği şeklinde bir gelişme göstermiştir Bu hareket Osmanlı
Devletinin çeşitli din ve milliyetlerden meydana gelen kozm opolit yapısı
içinde bir tepki ve kendini bulma akımı olarak doğmuş ve daha ziyade
Türkçülük olarak adlandırılmıştır
Fransız İhtilali ile beraber modern milliyetçilik cereyanının
yayılması, çok milletli Osman! ı devletini de etkilemekte gecikmemiştir
Millet gerçeğinden hareket eden bu ideolojik vasıflı milliyetçilik
anlayışı, milli menfaati temin gayesi ile bir ülkü etrafında toplanmayı ve
milleti yüceltmeyi amaçlat Temelde ise, milli egemenlik ve ona bağlı
olarak gelişen milli bağımsızlık fikrine dayanır Bu siyasi milliyetçilik
294
cereyanı Osmanlı devletinde önce Gayri Müslimierde, daha sonra da
Türkİerin dışındaki Müslüman unsurlar arasında yayılmıştır Türklerdeki
milliyetçilik, Gayri Müslimlerin bağımsızlık kazanarak devletten birer
birer ayrı İmaları ve İmparatorluktaki Türk olmayan Müslüman
unsurların milliyetçi
gayelerine karşı bir tepki olarak
doğmaya
başlamıştır
Balkan Savaşları Osmanlıcılık anlayışının dayandığı
temelleri yıkmış, “ İttihad-r Anasır” politikasını fiilen iflas ettirmiştir
Sonuçta Türk Milliyetçiliğinin hızla yükselm esine yol açmıştır
Türk Milliyetçiliğinin uyanışındaki bu gecikmenin milletimize
ne kadar pahalıya mal olduğunu Atatürk şu sözlerle açıklamaktadır:
“ Biz Milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok
ilgisizlik göstermiş bir milletiz, Bunun zararlarını fazla faaliyetle
telafiye çalışmalıyız, Çünkü tarih, hadiseler vc m üşahedeler,
insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hakim olduğunu
göstermiştir Özellikle bizim milletimiz, milliyetini ihmal edişinin
çok acı cezalarını çekmiştir, Osmanlı İm paratorluğundaki çok çeşitli
toplumlar hep milli inançlara sarılarak, Milliyetçilik idealinin
kuvvetiyle kendilerini kurtardılar, Biz ne olduğum uzu, onlardan
ayrı \ e onlara yabancı bir millet olduğumuzu, sopa ile içlerinden
kovulunca anladık Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir
gördüler.
Anladık
ki,
kabahatimiz
kendimizi
unutmuş
olduğum uzm uş ”
Milli M ü cadeie’nin başlanırda Türk Milliyetçiliğini ve milli
egemenlik ilkesini kendisine rehber olarak alan Mustafa Kemal Paşa,
Türk toplumunu dağılm a tehlikesinden kurtararak Müdafaa-i H ukuk
Hareketi içindeki dağınık mahalli güçlerin temsilcileri cemiyet ve
kongreleri Sivas Kongresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ııin
bünyesinde Misak-ı M illi’ci bir sentez içinde kaynaştırıruştır Bugünkü
sınırlarımız içinde yaşayan milletimiz bu kaynaşma temeline
dayanmaktadır Böylece Milli Mücadele hareketi toplum umuzun üm m et
halinden millet haline geçiş sürecinde önemli bir rol oynamıştır Bu
sebeple Türkiye’de çağdaş manada bir millet oluşturma ve ona muhteva
kazandırma Türk Milli Mücadele hareketi ile birlikte M ustafa Kemal
Paşa tarafından gerçekleştirilmeye başlanmıştır Çünkü M ustafa Kemal
Paşa bölgeciliğin yerine Türk Milliyetçiliğini geçirmiş, Türk toplumunu
295
ortak hedefler çerçevesinde birleştirmiştir Bu hedeflerin en Önemlisi
bizzat Obrun da belirttiği gibi;
Hakim iyet-i Mrlliyeye müstenit,
b iiakaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmektir,”
A tatü rk ’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı
Osmanlr dönem inde İmparatorluk yapısı içinde Türk toplum una
gereken önemin verilmediğini gören ve milliyet fikrinin toplum um uzd a
uyanışının ve devlet politikasında tatbikinin gecikmesinin milletimize
büyük zararlara mal olduğunu söyleyen Atatürk; “
dünyanın bize
hürmet göstermesini istiyorsak ilk önce biz kendi benliğim ize bu
hürmeti hissen, fikren ve fiilen bütün ef’al ve harekatımızla
gösterelim; hilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka
milletlerin avıdır ” demektedir Bu sözleri ile milletlerin yaşayabilmesi
için milli şuurun uyandırılması ve milliyet fikrinin tatbikinin ne kadar
önemli olduğunu vurgulayan Atatürk; Türk Milliyetçiliğini Türkiye
C um huriyeti’nin kuruluşu ile birlikte şuurlu bir devlet politikası olarak
yürütmeye başlamıştır Bu politikanın sonucu büyük felaketler yaşayan
milletimize yeniden güven duygusu kazandırmıştır.
Milli M ü cad ele’nin askeri safhasının kazanılması ile birlikte
giriştiği radikal inkılaplarla Türk toplumunu “m uasır milletler”
seviyesine çıkarmayı amaçlayan Atatürk; bunun bir gereği olarak Tüık
milliyetçiliğinin temeli olan Türk toplumuna modern bir millet vasfı
kazandırmaya çalışmıştır Çünkü, “M edeni olm ak ancak kuvvetli bir
millet olm akla m ü m kü nd ür”
A tatürk’ün Milliyetçilik anlayışım iyi anlayabilmek
öncelikle O ’nun millet anlayışını açıkça ortaya koym am ız gerekir
için,
A tatü rk ’ün Millet Anlayışı
A tatürk’ün millet anlayışı, bugün de ilmiliği kabul edilmiş olan
sübjektif veya kültürel millet görüşüne uygundur Milletin çağdaş
düşüncelere uygun ilmi bir tanımını yapm a gereğine işaret eden Atatürk,
m ümkün olduğu kadar her millete uyabilecek olan şu geniş tanımı
yapmaktadır:
296
a-Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan;
b-Beraber
yaşam ak
m uvafakatta samim i olan,
hususunda
müşterek
arzu
ve
c-Ve sahip olunan mirasın m uhafazasına beraber devam
hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden
meydana gelen cem iyete millet namı verilir, Bu tarif tetkik olunursa,
bir milleti teşkil eden insanların rabıtalarındaki kıymet, kuvvet ve
vicdan hürriyetiyle insani hisse gösterilen riayet, kendiliğinden
anlaşılır
Gerçekten maziden müşterek zafer ve yeis mirası;
istikbalde gerçekleştirilecek aynı program ümitleri beslemiş olmak;
bunlar elbette bugünün medeni zihniyetinde, diğer her türlü
şartların üstünde mana ve şümül alır,”
Atatürk her millete uyabilecek, bu genel tanımın yanı sıra, Türk
MİlletPnin oluşum unda etkili olan tabii faktörleri şöyle sıralamaktadır:
a - Siyasi varlıkta birlik,
b - Dil birliği,
C- Yurt birliği,
d - Irk ve menşe birliği,
e - Tarihi Karabet (Yakınlık-Akrabalık),
f- Ahlaki karabet (Yakınlık-Akrabalık),
Temelde Atatürk, millet hayatında ve tanımında milli kültürü
esas almaktadır Nitekim yaptığı tanım lardan birinde milleti; “Dil,
kültür ve m efkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil
ettiği siyasi ve içtimai heyet” olarak tarif eden Atatürk Ayrıca,
‘T ü r k iy e C u m h u r iy e t in i kuran Türkiye Halkına Türk Milleti
denir” demektedir Gene A tatürk’e göre; Milletin en kısa tanımı “aynı
kültürden olan insanlardan oluşan toplumdur ” Gerçekten de bil
milletin oluşabilmesi istikbalini ve milli benliğini m uhafaza edip
devamlılığını sağlayabilmesi için milli kültüre sahip olması şarttır
Nitekim millet hayatında milli kültürün yer ve öneminin idraki
içinde olan Atatürk; “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselm esin i
297
Türk C u m h u riyeti’nin temel direği olarak temin e d e c e ğ i z ” diyerek
m i 1i i kültüre verdiği Önemin büyüklüğünü ortaya koymaktadır.
Gerçekten Atatürk kültüre verdiği önemi sadece sözde bırakmayıp
öncelikle Türk kültürünün araştırılması ve zenginleştirilmesi için dil ve
tarih kurum iannın yanı sıra fakülteler ve üniversiteler kurulmasına
büyük Önem vermiştir Diğer taraftan çağdaş medeniyete yönelirken
Türk gururunu ve İzzet-i nefsini tatmin ederek oluşm akta olan kültürün
milli bir tabana oturmasını sağlamak amacıyla Türk tarihi ile ilgili
araştırma ve incelemelere öncülük etmiştir Ayrıca kültürü geniş tabana
yayarak
milli
birliği
sağlamlaştırmak
am acıyla
aydm -halk
bütünleşmesine yönelik çalışmalar yapmıştır. Atatürk sistemli olarak
yürüttüğü bu kültür politikası ile Türkiye’de çağdaş manada millet olma
sürecini başlatmıştır
Bu millet görüşünün ışığı altında Atatürk, milliyet prensibini
şöyle tanım lamaktadır “Bir milletin diğer milletlere oranla tabii veya
sonradan kazanılmış özel karakter sahibi olması, diğer milletlerden
farklı bir varlık teşkil etmesi, çoğu zaman onlardan ayrı olarak
onlara paralel gelişm eye çalışmasına milliyet prensibi denir,, Bu
p re n sib e göre, her fert ve her millet kendi hakkında iyi niyet,
topraklarına bizzat kayıtsız sahip olmayı istemek hakkına ve
hürriyetine sahiptir” Türk milliyetçiliği ise, “ ilerleme ve gelişm e
yolunda ve milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş
milletlere paralel ve onlarla uyum içinde yürüm ekle beraber, Türk
topium unun özel karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini
korumaktadır ”
A tatü rk ’ün Milliyetçilik Anlayışı ve Özellikleri
Atatürk gerçekleştirdiği köklü inkılaplarla Türk toplumunu
çağdaş milletler seviyesine yükseltirken, bu anlayışa uygun olarak
milliyetçiliğe de yeni bir anlam ve çağdaş bir muhteva kazandırarak onu
Türkiye Cuınhuriyeti’nin temel ilkelerinden birisi haline getirmiştir
Böylece milliyetçilik anlayışım ız sadece bir tepki milliyetçiliği olmaktan
çıkmış, gerçekçi, ileriye dönük, çağdaş ve birleştirici bir hüviyet
kazanmıştır Bu açıklamaların ışığı altında A tatürk’ün milliyetçilik
298
anlayışının özelliklerini ve uygulamalarını şu başlıklar altında toplamak
mümkündür
Milli Birlik ve Bütünlüğe Büyük önem verir
Milli birlik ve beraberlik duygusu millet fertlerini birbirine
bağlar Zaten milli birlik ve beraberlik dünyada milliyetçilik cereyanının
yayılm asından sonra kurulan milli devletlerde önem kazanm aya
başlamıştır Atatürk de Milli M ücadele’nin başlangıcından itibaren milli
güç. milli birlik ve bütünlük konusuna son derece önem vermiş, bu
mücadeleyi Türk milletinin maddi ve manevi gücünü birleştirmesiyle
başarmıştır. Milli Mücadele, milli sınırların kurtarılması olduğu kadar,
millet birliğinin sağlanmasına da yönelik olmuştur.
“Milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz
diktiğim iz idealdir” diyen Atatürk,
Türk milletinin birliğini
kuvvetlendirecek manevi harcı kültür milliyetçiliğinde bulmuştur
A tatü rk ’ün başta dil ve tarih çalışmaları olmak üzere milli kültüre büyük
önem veımeşinin en önemli sebeplerinden birisi budur, milli birliğin
sağlanması ve güçlendirilmesinde milli eğitime büyük görevler
düştüğünü vurgulayan Atatürk;
‘ Yetişecek çocuklarım ıza ve gençlerimize, görecekleri
eğitimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce
T ü rk iye’nin bağımsızlığına kendi benliğine, milli geleneklerine
düşm an
olan
bütün
unsurlarla
mücadele
etm ek
gereği
öğretilmelidir,
Dünyada milletlerarası durum a göre böyle bir mücadelenin
gerektirdiği manevi unsurlara sahip olm ayan kişilere ve bu nitelikte
kişilerden oluşmayan toplumlara hayat ve bağımsızlık y o k tu r”
demektedir.
V a n ’dan,
D iyarbakır’dan
Trakya’ya,
K arad eniz’den
A k d en iz’e kadar yurdumuzun her köşesindeki memleket evlatlarım “hep
aynı cevherin dam arları” olarak vasıflandıran Atatürk, ırk , m ezhep ve
sın ıf a yrılıklarım körü kleyen lere karşı çıkm ış, m illi b irlik ve bütünlüğü
sarsm aya çatışanların “düşmana alet olm uş beyinsizlerin dışında
kim seyi etkisi altına alam ayacaklarım söylemiştir” Milletimizi kendi
içinden bölm eye yönelik, bütün didinmelerin boğulmaya m ahkum
olduğunu belirten A tatürk’e göte; “ Türk milleti kendinin ve
299
memleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışm ak isteyen
bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçm alam alarındaki
gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir”, bilindiği
gibi Atatürk kendisini Türk hisseden herkesi Türk kabul etmiş, “ Türkiye
C um hu riy eti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir,” demiştir
O ’nun millet anlayışı da ortak mazi, ortak tarih, ortak vatan ve ahlaka
dayanmaktadır Bütün bu gerçeklere rağmen Türkiye üzerinde oynanm ak
istenen oyunları gören Atatürk şöyle demektedir:
“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde
kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri ve
Boşııaklık fikri propaganda
edilmek istenmiş vatandaş ve
m illetd aşlan m ız vardır, Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü
olan bu yanlış adlandırm alar birkaç düşman aleti, mürteci,
beyinsizden mada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir
tesir hasıl etmemiştir Çünkü bu millet efradı da umûm Türk
camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip
bulunuyorlar ”
Bu sebeple A tatürk’ün toplayıcı ve birleştirici Milliyetçilik
anlamışı, Türk milletini ırk, mezhep ve sınıf kavgaları ile bölmeye
kalkışacak olanlara karşı en sağlam savunma aracıdır
Sınıf Kavgasına Karşıdır
A tatürk’ün milliyetçilik anlayışının önemli bir özelliği de sınıf
mücadelesini reddetmesi ve sosyal dayanışmayı esas almasıdır Atatürk;
Türk toplumunu teşkil eden köylü, çiftçi, işçi, esnaf, sanatkar, sanayici,
tüccar, serbest meslek sahibi ve memur gibi heı çeşit meslek ve
zümrelerin, aynı milli toplum un birer unsuru olarak, sosyal adalete
u>gun esaslar içinde, ahenkli bir tarzda işbirliği yapmalarını; bunlar
arasında çıkabilecek anlaşmazlıkların millet yararını her şeyin üstünde
tutarak uzlaştırılmasın! ve bağdaştırılmasını öngören temel bir görüşe
sahiptir
A tatürk’ün gerek milliyetçilik anlayışı, gerekse halkçılık
anlayışı sosyal adalete, sosyal güvenliğe toplumun ekonom ik bakımdan
zayıf kesimlerinin koııınmasına ve güçlendirilmesine, adaletli gelir
dağılımına büyük önem vermekle beraber, sınıf mücadelesini reddeder
300
Atatürk M i i ii M ü c ad e le’nin ilk günlerinden itibaren kendi halkçılık
anlayışının sınıf çatışması esasına dayanan komünizmle hiçbir ilgisinin
bulunmadığını sürekli olarak vurgulamıştır
Gerçekçidir ve Vatan Kavramına Dayanır
A tatürk’ün Milliyetçilik anlayışının temel özelliklerinden birisi
de gerçekçiliktir Türk milletinin varlığının ve hayati menfaatlerinin P a n ­
islamizm, Pan-Turanizm veya federal imparatorluk gibi uzak hayallere
feda edilmemesi gerektiğini daha Milli M ücadele’nin başında
vurgulayan Atatürk:
“Büyük hayaller peşinde koşan, yap am ayacağım ız şeyleri
yapar gibi görünen sahtekar insanlardan değiliz,, Efendiler!, Büyük
ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün
dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini bu memleketin ve milletin
üzerine topladık, biz Pan-İsiamizm yapmadık, Belki yapıyoruz
yapacağız dedik, Düşmanlar da y aptırm am ak için bir an ön ce
öldürelim dediler,, Pan-Turanizm yapmadık. Yaparız yapıyoruz
dedik, yapacağız dedik yine öldürelim dediler!
Biz böyle
yapm adığım ız ve yapam adığım ız kavramlar üzerinde koşarak
düşmanlarım ızın sayısını ve üzerimizdeki baskıları artırmaktan ise,
tabi sınıra, meşru sınıra dönelim, Efendiler!,,, Biz hayat ve
bağımsızlık isteyen milletiz, Ve yalnız ve ancak bunun için
hayatımızı esirgemeden harcarız ” demektedir
Takip edilecek
geıçekçi ve akılcı yolun sınırları belli bir vatan üzerinde, milli bir devlet
kurmak olduğunu belirten A tatürk’ün bu gerçekçi tavu elbette milli
sınırlarımız dışında kalan Türklerle ilgilenmediği anlamına gelmez Bu
konuda Atatürk şöyle demektedir.
“Türk milleti istiklal savaşından beri, hatta bu savaşa
atılırken bile, mazlum milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davaları ile
ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir,, Böyle olunca
kendi
soydaşlarının
hürriyet
ve
bağımsızlıklarına
kayıtsız
davranması elbette uygun görülmez, Fakat Milliyet davası şuursuz
ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve m üdafaa edilmemelidir
Hareketlerin imkan sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır
301
Türkiye dışında
ilgilen melidirler.”
kalmış
Tüı k l e ı ,
ilkin
kültür
meseleleriyle
Nitekim bir Türklük davasını böyle bîr müspet ölçüde ele
almış
bulunuyoruz
Büyük
Türk
tarihine,
Türk
dilinin
kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem
veriyoruz Baykal ötesinde Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile
ihmal etmiyoruz
Bu konuşmasından da açıkça anlaşılacağı gibi, Atatürk dış
Tüı kleı davasını Öncelikle bir kültür meselesi olarak ele alarak
ilgilenmektedir Anavatanı tehlikeye atmadan dış Tür kleı in her türlü
sorunu İle ilgilenen Atatürk, bu konuda Türkiye’nin hazırlıklı olmasını
da tavsiye etmektedir
Atatürk'ün Milliyetçilik anlayışı vatan kavramı
yakından bağlantılıdır
İle de çok
I Dünya S avaşkanı yenilgiyle sonuçlanması ve A n ad o lu ’nun
dahi tehlikeye düştüğü bir sırada son derece gerçekçi davranan Mustafa
Kemal Paşa Türk milletinin hayati menfaatlerinin Pan-îsiamizm veya
Pan-Tıirkizm gibi uzak hayallere feda edilmemesi gerektiğini
vurgulayarak milli sınırlar ötesinde müphem ve daha geniş bir varlık içiıi
değil, Tüıkiye halkı için savaştığım açıkça ortaya koymuştur:
‘ Efendiler, vatandaşlarım ızdan hemşehrilerimizden her biri kendi
dimağında bir mefkure-i Aliye besleyebilir, hürdür, muhtardır,,
Buna kimse karışamaz, Fakat Türkiye Büyük Millet Meclisi
hükümetinin sabit, müspet maddi bir siyaseti vardır, O da efendiler
muayyen hududu millisi dahilinde hayatını ve istikbalini temin
etm eğe matuftur
diyen Atatürk, Ziya G ökalp’den beri sosyolojik
temelleri oluşturulan kültür milliyetçiliğinin büyümesi, yeni Türk
nesillerinin Türklük Türk milletine dayanan özdeşlik, bağlılık fikrine,
yeni bir fikir, “ Türklerin ülkesi, Türkiye İdealini” getirmiş oluyordu.
Yeni devletin ilk günlerinde ortaya çıkan bu yeni fikir T ürkiye’deki Türk
m i iletine dayanan toprağa bağlı bir Miiiet-Devlet fikri idi
Sonuçta, Milli Mücadele ile çizilen Misak-ı Milli sınırlan Türk
milletinin anavatanı olarak benimsenmiştir 1921 ve 1924 anayasalarında
Türkİ\e ülkenin adı olarak kullanıldı Böylece Türk Milliyetçiliği m i Hi
302
vatan kavramı ile bütünleşince açıklık ve güç kazanmıştır Bundan sonra
Türk devleti bütün gücünü bu vatan etrafında birleşmiş, çağdaş
medeniyeti benimsemiş milli bir devletin yücelmesine sa rf etmiştir.
Atatürk. Tüık milletinin oturduğu, yaşadığı toprak parçasını; derin ve
şanlı geçmişin, büyük kudretli atalarının mukaddes miraslarının
saklandığı sınırları tarihte çizilmiş yer olarak belirtmektedir A tatürk'e
göıe, Vatan diye adlandırılan bu toprak parçası hiçbir kayıt ve şart
altında ayrılık kabul etmez bir kütledir,”
Saldırgan Değil Barışçıdır
Milliyetçilik konusunda son derece hassas olan A tatürk'ün
milliyetçilik anlayışı asla bencil bir milliyetçilik değildir O ’nun
milliyetçilik anlayışında her şeyin üstünde Türk milleti ve bu milletin
menfaatler i gelmesine rağmen, insanlık ailesi içinde başka milletlere de
yaşama ve hürriyet hakkı tanırdı Atatürk bu konuda;
‘ Vakıa
bize milliyetperver
derler,
Fakat
biz öyle
m illiyetperveram z ki, bizimle teşriki mesai eden bütün milletlere
hürmet ve riayet ederiz,, Onların bütün milliyetlerinin icabatını
tanırız,
Bizim
milliyetperverliğimiz herhalde hodbinane
ve
inağı urane bir m illiyetperverlik değildir,,” demektir.
“ ,,,,
Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir
c i n a y e t t ir ’' diyen, A tatürk’ün milliyetçilik anlayışı
barışçıdır
Türkiye’nin milli menfaatlerinin bir gereği olarak L o z a n ’dan sonra
samimi ve dürüstçe barış idealini savunmuştur Yurtta Sulh Cihanda
Sulh ilkesi barışa verdiği değerin ifadesidir Hemen belirtelim ki,
düşman güçlere boyun eğm eye hazır, teslimiyetçi, dünya gerçeklerinden
habersiz, hayalci pasifistlerin tavrı ile Atatürk’ün barışçılığı arasında
derin bir uçurum vardır N e yazık ki çağımızda hala milletlerarası
ilişkilerde kuvvetli olan haklıyı ezebilmektedir Bu gerçeği görmezlikten
gelmek m üm kün değildir. Bu sebeple her şeye rağmen barış veya milli
menfaatlerden fedakarlık pahasına da olsa barış anlamına gelebilecek
pasifist biı politika değildir Atatürk, barışın korunmasının milli güce ve
askeri hazırlıklara bağlı olduğunu çok iyi görmüş ve bunun gereklerini
yerine getirmiştir
303
Irkçılığa karşıdır
Atatürk'ün
çağdaş
milliyetçilik
anlayışı
ile
ırkçılığı
bağdaştırmak mümkün değildir. 1937’de anayasaya milliyetçilik ilkesi
eklenirken Recep Peker, “Bizim milliyetçiliğimizin kan ve ırk
m illîyetçiliği” nden farklı olduğunu belirtmiştir Y ukarıda da belirtildiği
gibi Atatürk millet hayatında kültürü esas almaktadır
Çağdaş
milliyetçiliğin de gereği budur Bu konuda Erol Güngör; “ hakikatte
milliyetçilik bir kültür hareketi olması dolayısıyla ırkçılığı, halka
dayanan bir siyasi hareket olarak da otoriter idare sistemini reddeder.”
derken, Sadri Maksudi Arsal; çağdaş milliyetçiliğin kan tahlili ve
kafatası ile uğraşmadığını, sosyolojik ve psikolojik esaslara dayandığını
belirtmektedir Aynı ortak geçmişe, ahlaka, hukuka sahip bulunan, aynı
ortak kültürü ve idealleri benimseyen, kaderlerini kendi samimi
istekleriyle Türk milletine bağlamış olan bütün vatandaşları Türk kabul
eden Atatürk, Türk vatandaşlarını din ve etnik köken esasına göre ayırt
etmez Yani Türk toplumu içinde büyüyüp, aynı eğitimi gören ve
Türklüğü benimsemiş olan her vatandaş bugünkü milliyet aniayrşımıza
göre T ü rk ’tür: Bu anlayış anayasalarımızda da Türk devletine
vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul edilir şeklinde ifadesini
bulmuştur Dolayısıyla Alman nasyonal sosyalizminde önemli yer tutan
çağdaş bilimin reddettiği sa f ırk, üstün ırk ııazarİyeleriyle ilgisi yoktur
Milliyetçiliği Reddeden Akımlara Karşıdır
Tüık Milliyetçiliği temeline dayanan Atatürkçülüğün, millet
kavramını ve milliyetçilik prensibini reddeden düşünce akımlarıyla
bağdaşmayacağı açıktır. Bu anlamda millet ve milliyet mefhumlarının
birer burjuva uydurması olduğunu, komünizmde bunun yerini
proletaryanın milletlerarası dayanışmasının alacağını ileri süren
M arksizm-Leninizm elbette Atatürkçülükle bağdaşmaz.
Gerçekte
milliyet duygusu millet gerçeği, milleti inkar eden ideolojilerden daha
güçlüdür Çünkü günüm üzde Çin, Rus, Bulgar vb. milliyetçilikleri uzun
yıllar süren Marksist rejimlere rağmen derinden derine sürüp gitmiştir
Ayrıca II Dünya Savaşı sırasındaki gelişmeler de göstermiştir ki, bu
savaşta sınıf menfaatlerinden çok, milletlerin varlığı, bağımsızlığı,
düşünce ve inanç hürriyeti, demokratik hayat tarzı gibi konular çok ağır
304
basmıştır Bu sebeple milletlerin tarihini sadece sınıf kavgasına veya
ekonom ik ilişkilere bağlamak m ümkün değildir
Atatürk, Hitler ve Mussolini’n i n . temsil ettikleri demokrasi
düşmanı, millet egemenliği ile bağdaşmayan totaliter devlet anlayışlarını
da reddetmiştir Atatürk aynı zamanda Laikliği temel ilkelerinden biri
haline getirdiği için teokratik devlet anlayışının da karşısındadır.
Laiklik İlkesi ile Bağlantılıdır
A tatürk’ün milliyetçilik anlayışının bir diğer özelliği de laik bir
anlayışa sahip oluşudur Din ve devlet işlerinin ayrılmasını esas alan
laikliğin, Türk toplumunun temel ilkelerinden biri haline gelmesiyle
dinin bit leştiricilik rolünü Türk milliyetçiliği almıştır
Böylece
toplum umuzun ümmet yapısından çağdaş manada millete geçiş süreci
başlamıştır Bu gerçeği Atatürk 5 Kasım 1935'te yaptığı konuşmada
şöyle vurgulamaktadır:
“
Milletin varlığının devamı için, fertleri arasında
düşündüğü ortak bağ yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini
değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi bağlılık yerine Türk milliyeti
bağı ile fertlerini toplam ıştır.”
A tatü rk ’ün devletin temel ilkelerinden birisi haline getirdiği
laiklik ilkesi sayesinde toplum um uzda meydana gelebilecek her türlü
mezhep çatışması önlenmiş, Türk toplum u milli hedefler çerçevesinde
birleşmiştir Laiklik sayesinde devlet yönetim inin din kurallarına bağlı
olmaksızın, din ve devlet işlerinin, hukukun, eğitimin çağdaş bilime,
çağın ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş ve yürütülmesi sağlanmıştır A yrıca
ilerleme ve gelişme yolundaki engeller laiklik ilkesi sayesinde
kaldırılmış, Türk milliyetçiliği yepyeni bir anlam ve boyut kazanmıştır
Millet Egemenliği İlkesiyle Bağlantılı ve Demokrasiye Yöneliktir
Milli M ü cad ele’nin temelinde, Türk milliyetçiliği ile birlikte,
egemenliğin bir şahsa, değil millete ait olduğu ilkesi de yer almıştır
Atatürkçü düşünce sisteminde, bu iki ilke birbirinden ayrılamaz Böylece
milli egemenlik ilkesiyle bütünleşen Türk milliyetçiliği çağdaş bir
özellik kazanmıştır Çağdaş milliyetçiliğin en önemli özelliklerinden
birisi de zaten dem okratik bir nitelik taşımasıdır Milli M ü cad ele’yi
305
güçlü ve meşru bir temele, yani milli egemenlik temeline oturtan
A tatürk'ün esas amacı, milli egemenlik ilkesinin tabii bir sonucu olarak
T ürkiye'de demokrasiyi yerleştirmektir A tatürk’e göre; “ Io p lu m d a en
yüksek hürriyetin en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde
sağlanması ve korunm ası ancak ve ancak tam ve k at’i manasıyla
milli egemenliğin kurulm uş olmasına bağlıdır,” Bu sebeple Atatürk,
bütün milli mücadele boyunca “hakim iyet-i milliye” esasını işleyip, onu
yeni devletin temel dayanağı yapm akla devletin, yönetim şekli olan
cumhuriyet rejiminin de temelini atmış bulunuyordu. Gerçekten milli
egemenlik esasının tam bir şekilde gerçekleşmesi cumhuriyetle
m ümkündür
Atatürk milli egemenlik ilkesini, Milli M ü cadele’nin ve yeni
Tüık Devletİ’nin temel ilkesi haline getirirken hiç şüphe yok ki amacı
Türkiye’de gerçek anlam da demokratik rejimi yerleştirmekti
Fakat
şartlar demokrasinin doğması ve sağlıklı bir şekilde işlemesi için
elverişli değildi Çağdaşlaşm a yolunda hızla yapılması gereken köklü
inkılaplar vardı Ülkenin demokrasi yolunda tecrübesi çok azdı Bu
sebeple
Atatürk
dönem indeki
demokrasi
denemeleri
başarılı
olamamıştır Ancak uygulanan tek parti yönetiminin sürekli olmadığı
vurgulanmıştır Amacın gerçek bîr demokrasiye ulaşmak olduğu devamlı
tekrarlanmıştır. A tatürk’ün gerçekleştirdiği Türk inkılabının teorik
olarak amacı iktidarı bütün millete devretme hareketi olmuştur Ülke
şartlan ve genel eğitim seviyesi elverdiği anda tek partiden çok 'partili
rejime geçilmesi amaçlanmıştır Siyasi iktidarın meşru kaynağının millet
olduğu ısrarla vurgulanmış “ egemenlik kayıtsız şartsi 2 milletindir ”
İlkesinin kalplere ve kafalara yerleşmesi yolunda çaba gösterilmiştir
A tatürk’ün 1 Nisan 1923’te mecliste söylediği N u tu k ’ta; “ Türkiye
devletinde ve Türk devletini kuran Türkiye halkında tacidar yoktur,
diktatör yoktur Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu
milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiç bir m akam yoktur. Yalnız
bir kuvvet vardır., O da hakim iyet-i milliyedir,;” sözleri bunun içindir
Türk Milletinin Çağdaşlaşm asını A maçlayan
Milliyetçiliktir
İleriye Dönük Bir
A tatürk’ün
Milliyetçilik
anlayışı
Türk
milletinin
çağdaşlaşmasını amaçlayan ileriye dönük bir milliyetçiliktir A tatürk’ten
306
önceki devlet adamlarının çoğu medeniyet ile kültürü ayırarak Batı
medeniyetinin sadece maddi taraflarım almanın yeterli olacağım
düşünmüşlerdir Aynı medeniyet kültür ayrımı ve buna bağlı olarak
çağdaşlaşm a konusunda, batıdan sadece teknoloji alınması fikri Türk
milliyetçiliğini sistemleştiren Ziya G ök alp ’de daha belirginleşir
D olayısıyla çeşitli sebeplerin de etkisi ile, bu şekilde çağdaş medeniyetin
budanarak
alınmaya
çalışılması
Türk çağdaşlaşma
hareketinin
başarısızlığa uğramasına sebep olmuştur, Halbuki kültür ve medeniyet
birbirlerinden ayrı hadiseler değil, milli kültürler bir medeniyetin çeşitli
manzaralarından ibarettir Milliyetçilik ise, milli kültürü bizzat bir
medeniyet kaynağı haline getirerek toplumu modern bir millet haline
getirme hareketidir
Meseleye bu açıdan bakıldığında Osman lı
dönem indeki Türk milliyetçiliğinde olduğu gibi, milliyetçiliğin sadece
bit tepki veya bir kültür hareketi değil, aynı zamanda bir medeniyet
davası olduğu ortaya çıkar
Nitekim A tatürk’ün Türk milliyetçiliğine kazandırdığı çağdaş
muhteva sonucu Türkiye’de çağdaşlaşma ile milliyetçilik birbirine karşı
değil, birbirine paralel olarak gelişmiştir. Böylece Türk milliyetçiliği
“ Batıya rağmen Batılılaşmak” düsturu ile bir tepki milliyetçiliği
olmaktan çıkmış,. Tüık milletinin çağdaş medeniyet seviyesine
ulaşmasını amaçlayan ileriye dönük bit milliyetçilik halini almıştır
Zaten milliyet duygusu sadece milletin kültürüne geçmişine bağlılıktan
ibaret değildir Aynı zam anda istikbale yönelmiş milli gaye ve
düşüncelerdir Milliyet duygusunun bir gelişme ve ilerleme sebebi
olması işte istikbale yönelik bu dilek ve arzular sayesindedir. Bu sebeple
‘Milletimizin hedefi, yani milli mefkuresi bütün cihanda tam
manasıyla medeni bir içtimai h ey ’et olmaktır,.” diyen A tatürk’ün
milliyetçilik anlayışı bat) medeniyetinden faydalanma ve çağdaşlaşma ile
birbirine paraleldir
Türk milleti ve devletinin dünyada milli varlığını ve istiklalini
koruyabilmesi için çağdaşlaşmayı bir hayat davası olarak gören Atatürk;
aynı zamanda milli şahsiyeti yok edebilecek taklitçiliğe de karşıdır.
Çünkü çağdaşlaşm ada esas, model aktarma veya batıyı taklit değil,
önemli olan, çağdaşlaşm a sürecinde bilim ve teknolojiye ait yaratıcı bir
zihniyetin toplum değerleriyle bütünleşecek şekilde bağdaştırılmasıdır.
307
Bu sebeple Atatürk Türk topiumunun benlik şuuruna varması ve
bu şuurdan alacağı güven hissiyle çağdaş m edeniyet aleminin haysiyetli
bir
üyesi
haline
gelmesini
istemektedir
N itekim . A tatürk’ün
gerçekleştirdiği köklü inkılapları topluca değerlendirdiğimiz zaman
bunların çağdaş medeniyet seviyesinde bir millet olm a ve aynı zam anda
milli kültüre kavuşm a am acına yönelik olduğunu görürüz.
C- H A L K Ç IL IK
Büyük A tatürk’ün Halkçılık ilkesini daha iyi anlayabilm ek için
bu düşüncenin Türkiye’deki tarihi seyrini kısaca gözden geçirmek
faydalı olacaktır,
T ank zafer Tunaya’nın dediği gibi II. Meşrutiyet dönemi,Y eni
Türkiye’nin siyasi
laboratuarıdır. Bu
dönem de
imparatorluğun
tebaasını oluşturan çeşitli unsurların bağımsızlık kazanmaları “üm m et
toplum ” yapısından millet’e geçiş sürecinin hızlanmasına vesile teşkil
etmiştir Birçok
fikir
hareketinin göze
çarpmaya
başladığı bu
dönem de halkçılık fikri de tartışılmaya başlanmıştır.
Türkiye’de Pantürkizm
fikirlerinin
yayılm asında tesirlerini
gördüğüm üz Türk
aydınlarından bir
kısmının Rusya’dan
gelmiş
olması.bunların
R u sy a’daki fikir
akımlarından
bazılarının
Türk
aydınlan arasında tartışılmasında öncülük etmeleri
tabiidir Çarlık
rejimine karşı olmak açısından Rus Narodnikleri ile aynı noktada
bulunan bu
aydınlar söz konusu
Narodnizm akımından
etkilenmişler,fakat bu akımın genişindeki Sosyalist fikirlerden ziyade
lıalka karşı olumlu bir tavır takınm ak esprisini benim sem işlerdir
Halkla yöneticiler arasındaki uçurumun kapatılmasının zaruri olduğu
düşüncesi de bunda etkili olmuştur
R usya’daki halkçılık 'fikirler i, Balkan Sosyal D em okrat Hareketi
mensupları ve Ermeni İhtilalci cemiyetleri vasıtasıyla imparatorluk
içine ulaşma imkânları buldû.
Türkiye’deki halkçılık fikrinin gelişmesinde büyük ölçüde etkili
olan diğer bir fikir akımı da Fransa’da gelişen
Solidarizm
akımıdır XIX Yüzyılın sonlarıyla,XX Yüzyılın başları çağdaş sanayi
308
toplum unun ortaya çıkışıyla ilgili meseleleri gün ışığına çıkarmıştır.
İçlerinde Emil Durkheim gibi düşünürlerin bulunduğu solidarizm
akımının
temsilcileri ; sosyal
çalkantıların sistemi tahrip
edici
özelliklerini yok etmeyi,sosyalist ve liberal görüşlerin aşırılıklarından
kurtulmuş yeni bir düşünce ile sağlamak istemişlerdi Bu amaca
uygun
olarak liberalizmin her
şeyi
kontrolsüz
bırakan
yönünü,sosyalizmin sınıf çatışması tezini reddetm işler,ekonomide
devlet
kontrolünü lüzumlu
görmüşlerdir. Birbirine rakip
sınıflar
kavramından ziyade,bir uyum noktası olarak İşbölümünden kuvvet
alan meslek zümrelerini esas almışlardı. D urkheİm’a göre, sanayileşme
geleneksel
toplumun
mahalli bölünmeye
dayanan temelini
kaldırmakta,neticede
siyasi sistem artık
korporasyon tarzı bir
teşkilatlanmaya yani
mesleki
organizasyonlar
tarzında
bir
teşkilatlanmaya doğru evrim geçirmektedir.
Ziya G ökalp,bu düşünceleri, Türk lonca geleneği ile birlikte
düşünerek zenginleştirdi Çatışm a yerine uyum,sosyal sınıflar yerine
meslek zümreleri ve dayanışmacılık düşüncesini geliştirdi
Özetler sek,II.
Meşrutiyet dönem inde gelişen halkçrlık fikri
önemli ölçüde Türkçülük hareketinin etkisi altında ortaya çıkmıştır.
Halkın
eğitilmesi, yöneticilerle halk
arasında
iyi bir
diyalog
kurulması,aydınlarla halk arasında bir yakınlık tesisi ve devlet
kontrolünde güçlü bir orta sınıf yaratmak gibi amaçlara yöneldi
Halk
Osmanlı imparatorluğu gibi gelenekçi yönetimlerde “ uyruklar’'
vardır Bir halkın varlığından söz etmekse zordur “ H alk” kelimesi
meşruiyetin
kaynağını
kolektif bir unsurdan aldığını
varsayan
teorilerde kullanılmaya başlanır Osmanlı devletinde “halk” kavramı
bugünkü
anlamından
farklı
biçimde
kullanılmıştır Osmanlı
imparatorluğu avam -havass
yani
düşük tabaka-seçkinler ayrımı
üzerine
kurulmuştur, Seçkinler
devleti
yönetirler, Yapılması
gerekenleri tespit eder ve bunları halka yansıtırlar. Basit halk bu
konuda ancak izleyicidir Yani,yönetime katılma olayı yoktur Bundan
başka,im paratorluğun yönetim
sistemi “din
gruplar ı” na göre
309
düzenlenmiştir Bunlara cemaat (millet) deniliyordu Mesela, Rum
O rtodoks cemaati bu yönetim birimlerinden biridir, XIX Yüzyılda
bu cemaatlere kanuni bir kimlik kazandırıldı ve resmi yazışm alarda
millet olarak anıldı.
Her ne kadar Osmanİı imparatorluğunun yapısı bir “ halk” tan söz
edilmesini mümkün kılmıyor idiyse de meşrutiyetle birlikte gelişen
kavram dağarcığı içinde halk kelimesini de görüyoruz Bunun kökeni
yukarıda
sözü
edilen batıdaki “peuple"
kelimesi
idi Batıdaki
demokratik
milliyetçi
akıırt bu konuda
herhangi
bir
zorlukla
karşılaşmamıştı Mesela bir Fransız milleti vardı ve bu millet
meşruiyet kaynağı olarak halk kavramı ile çakışıyordu . Demokratik
milliyetçi akımın yalnız birinci parçasını yani meşruiyetle ilgili
yönünü alabilen Osmanlı aydınları,bu temel farka rağmen “ halk”
kavramını hayli erken kullanmaya başladılar Bu noktada Osmanlı
toplum
yapısının,batıdakinden farklı oluşundan kaynaklanan temel
problemle karşılaşıyoruz Meşruiyetin kaynağpOsmanlı sisteminde
halk değil hükümdardı. Oy s a,demokratik milliyetçi akım ,meşruiyetin
kaynağını millet kavramıyla çakışan bir halkta görüyordu.
A tatü rk ’ün Halkçılığı
Yukarıda aktarılanlardan anlaşılmaktadır kghalkçılık fikri temel
esprisi itibarıyla meşruiyetin kaynağım halkta gören ve demokratik
milliyetçi akımın kullandığı anlamda dil,vatan ve kültür beraberliğine
dayanan bir millet
meydana getirmeyi amaçlayan bir fikirdir
Osmanlı toplum yapısının esasını oluşturan avam-havas ayrılıklarına
son vermek ve aydınlarla halk arasındaki ayrılıktan ortadan kaldırmak
,halkın
yönetime
katılmasını
sağlamak,halkm
biı birine
rakip
zümrelerden oluşmadığını,yani
sınıf çatışmaları
yerine “tesanüd
(dayanışma)" fikrini yerleştirmek gibi mühim
yapı
farklılaşmaları
halkçılık fikrinin ana eksenini oluşturmaktadır
Mustafa Kemal A tatü rk ’teki halkçılık fikrinin ilk belittileriıii
henüz
1920’lef in
başında
bizzat
hazırladığı
“ H alk ç ılık
P r o g r a m f ’nda görüyoruz Sonradan 1924 A nayasası’na esas teşkil
edecek olan bu program bir bakıma dayanışm a felsefesi için köklü
tedbirleri ihtiva etmektedir
310
1917 Rus İhtilalinden sonra geliştirilen popülizm hareketinden
faiklı olan bu halkçılık ilkesi aynı zamanda Ziya G ökalp’in önerdiği
halkçılıktan da farklı görüşleri yansıtmaktadır Popülizm hareketinde
temel hedef,halkı komünist felsefe doğrultusunda eğitmek, halkı
Çarlık rejimi kalıntılarıyla mücadeleye çağırmak gibi siyasi bir am aç
güdülm ekteydi G ökalp’in halkçılığında ise kültür ve medeniyet
ikiliğini aydın ve halk kadrosu arasında karşılıklı sindirme amacı
vardır Mustafa K em a l’in Halkçılık ilkesi ise her iki görüşten de
ayrılmaktadır O ’na göre halkçılık sadece siyasi ve hukuki bir kavram
değildir Aynı zamanda sosyo-ekonom ik bir düşünce
sistemidir
Nitekim 1 Aralık î 9 2 1’de T B M M ’nde yaptığı bir
konuşmada
Efendiler,halkçılık
nizanı-ı
içtimaisini,gayretine,hukukuna
dayam ak isteyen bir meslek-i i ç t i m a i d i r , ” diyerek kavramı bir
sosyal fikir ( meslek-i içtimai) olarak tanımlıyordu
Bu yaklaşımda halkçılık halk için halkı ezen bir model değil
tersine kuvvetin,kudıetin.egemenliğin ve yönetimin doğrudan halka
verilmesidir
30 Haziran 1924’te aynen şunları söylüyor “..„Asırlardan beri
Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünm üşlerdir,fakat yalnız
biı
şey
düşünmemişlerdir : Türkiye’y i Bu düşü ncesizlik
yüzünden Türk vatanının,T ürk milletinin duçar olduğu zararlar
ancak
bir tarzda telafi edilebilir,, O da
artık
Türkiye’de
Türkiye’den başka bir şey d üşünm em ek
Görülüyor ki halkçılığın temel hareket noktası yüzlerce yıldan
beri ihmale uğramış,unutulmuş Türk milletini yeniden biçimlendirmek
ve medeniyetin,teknolojinin bütün imkânlarından faydalandırmaktır.
Türkiye’ye ve Türk milletine hizmet etmek O ’nu kalkınmanın ekseni
kabul etmek,Atatürkçülüğün sosyal politikasının da çağa ne kadar
uygun olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir
Atatürk fin fikir sistematiği içinde önemli olan diğer bir husus
da
Türkiye
cumhuriyeti
halkını
ayrı
ayrı
sınıflardan
m ürekkep değil
fakat ferdi ve
sosyal
îıayat
için işbölümü
itibarıyla muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir topluluk telakki
etmek,.. ” i İr Burada ifâde edilmek
istenen
sın itsizliktir Mustafa
Kemal. T ürk toplumunu ayrı ayrı sınıflara bölmeye karşıdır Ancak
311
iş bölümü sonucu halkın çeşitli İş sahalarına ayrılmış olması yeterlidit
İş bölümü sonucu meydana gelen tabakalaşma şöyledir :
1) Çiftçiler, 2) Küçük sanat sahibi ve esn af 3)İşçi 4) Serbest
Meslek
sahibi
5)Sanayici
6)Tüccar
7)Memur , O ’na
göre
“ Bunların her birinin çalışması umumi camianın h ayat ve
saadeti için zaruridir, Fırkamızın bu prensipleri istih daf ettiği
(Karşısına koyduğu) gaye sınıf mücadeleleri yerine içtimai nizam
ve dayanışma temin etmek ve
birbirini çürütm eyecek surette
m enfaatlerde ahenk temin etmektir Menfaatler tabiatıyla marifet
ve çalışma derecesine göre olur ”
A tatürk’ün
halkçılık
fikrinin
özü
meşruiyetin
yegane
kaynağının milletle çakışan manasıyla halk olduğu ve “Hakim iyetin
,kayıtsız,şartsız millete a i t . , ” olduğudur
Ç- LAİKLİK
Laikliğin Önem i ve Anlamı
A tatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilmiş olan r ü r k inkıîâbınrn
temel taşı lâikliktir Bu ilke Türk inkılâbının çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşmasında en önemli ataç ve zeminini oluşturmaktadır
Padişahlıktan Cumhuriyete geçişin bile lâiklik ilkesi ile
doğrudan İlgisi vardır Çünkü Cumhuriyet, siyasi İktidarın, dini ve ilahi
kaynak yerine, millet iradesine dayandığı gerçeğinden hareket edilerek
kurulmuştur
Halife-Padişah, A llah’ın yer yüzündeki gölgesi olarak
gösteriliyordu, Halife-Padişah, gücünü ilahi iradeden aldığı iddiasında
idi Türk inkılâbı ise, A masya Tam imi’nden, Erzurum ve Sivas
Kongrelerinin kararlarından ve 23 "Nisan 1920’de T B M M ’tıin
toplanmasından başlayarak, daha ilk günlerinden itibaren gerek millî
mücadelenin gerekse siyasi iktidarın hukuki dayanağını milli iradede
görmüştü
312
Türk inkılâbı, devlet yapısını, hukuk sistemini, eğitimi, kültür
hayatını, donmuş, statik kalıplardan kurtarıp, akim ve çağdaş bilimin
ışığında çağın gereklerine uygun bir hale getirmek zorunluluğundan
doğmuştur İnkılâp hareketlerinin ortak kaynağını, ortak nedenini, lâik
devlet ve toplum anlayışında bulmak mümkündür Devletin niteliklerini
belirleyen lâiklik ilkesi, Türkiye C um huriyeti’nİn dünü olduğu kadar
bugünü ve geleceği yönünden de oldukça önem taşımaktadrr
Y ukarida önemini ifâde etmeye çalıştığımız lâiklik kelimesi
dilimize Fransızca’dan gelmişse de aslında Yunancadır
Laikos
sıfatından gelir Laikos sıfatı, Y unanca’da çok görülen bir ekin eklemesi
ile “ Laos” ismi üzerine kurulmuştur Laos: Halk, kalabalık, kitle, lâikos
da: Halka, kalabalığa, kitleye ait demektir Bu kelime G eç L atince’de
“ Laicus” , eski Fransızca’da “ Lai” ve İngilizce’de ise “ k a y ” şeklini
almıştır Eski çağlarda bu söz, rahipler sınıfına m ensup olmayan
anlamında kullanılıyordu Hıristiyan âleminde de, kilise adamlarına
“ d e r i c i ” , bunlar dışında kalan inanmışlar topluluğuna “ laici” deniyordu
Zam anla kelime, bir felsefi yaklaşımı veya devlet ile din arasındaki
ilişkileri anlatm ak için kullanılmaya başlandı
Laiklik değişik ülkelerde, çeşitli dönemlerde birbirinden çok
farklı anlamlarda kullanılmıştır Bunun temel sebebi, lâiklik sadece
felsefi, ideolojik bir kavramdan ibaret değildir; hayata geçirilen,
uygulanan bir ilkedir Böyle olunca, uygulanan ülkenin dini, siyasi,
sosyal şartlan lâiklik anlayışını etkilemektedir
Öte yandan, lâiklik konusunda duygusal bir şekilde, siyasi
önyargılarla bakılması da farklı yorumlara yol açmaktadır.
Laikliği felsefi açıdan, siyasi açıdan, hukuki açıdan değişik
şekillerde yorum lam ak mümkündür
Felsefe a ç ısın d an lâiklik, “ insana, insan aklına, insanlığın
sürekli gelişimine inanmak”tır B una göre devlet yönetiminde, din
dışında ve akla dayanan temel kuralların egemen olması gerekir Bu
yönü ile lâiklik akılcılık ve gerçekçiliği ifâde etmektedir
Siyasi A nlam ı ile L aiklik, siyasi iktidarı sınırlaman bit
unsurdur Din ile devlet işlerinin birbirine karıştığı teokratik devlet
yapısında otoritenin sınırlandırılması mümkün değildir Buna karşılık
313
lâik devlette örgütlenmiş din. devlet otoritesinin sınırlandırılmasında
yardımcı olur
Hukuk Açısından Laiklik, Hukuk açısından lâikliğin üzerine
biı uzlaşma yoktur Ama en çok geçerli tanım şöyledir: lâiklik, ‘din
işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır Buna göre, din işleri ile
devlet işleri kendi içlerinde birbirinden ayrı ve bağımsızdırlar; birbirini
etkilemezler Bazı görüşlere göre ise özgür devlet içinde özgür din yer
almalıdır Devlet, dinler karşısında tarafsız olacağı gibi dinin kamu
düzenini bozacak davranışlarını da önleycoilmelidir Laiklik kişiyi
kendisini saran ve gerçekte Allah ile kendi araşma giren batıl inançlar
ve mü esse sel erden kurtararak,, onu vicdan özgürlüğüne kavuşturan
haıeketieıdir. Kişinin istediği dini inanca sahip olması, İbadetini engelsiz
yapabilmek hakkına sahip olmasıdır
Laiklik sıfat olarak bireylere değil devletlerin rejimlerine
uygulanan bir sıfattır Devletin lâik olması ise; her şeyden önce o
devletin resmî biı dininin olmamasıdır
Dev 1et. vatandaşlarının dini inanç ve ibadetlerine müdahale
etmez, devlet yönetimi de din kurallarına bağlı olmadığı gibi dini
kuruluşla! m da etkisinde değildir Laik devlet, belli bir dinin kurallarını
vatandaşlarına benimsetmek ve uygulatm ak için çalışmaz Nitekim
Anayasaya göre, "kimse, ibadete, d İni ay m ve törenlere katılmaya,, dini
inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve
kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz (3982 Anayasası madde
24) denilmektedir.
Görüldüğü gibi, lâik bir devlette bireyler üzerinde hiçbir baskı
söz konusu değildir Herkes istediği dini seçme hakkına sahip olduğu
gibi dinsiz de olabilir Aslında lâikliği, dinsizlik olarak ortaya atan
görüşlerin tam tersine, gerçek din hürriyeti lâik bir devlette mümkün
olabilir Çiinkü, ancak böyle bir devlette kişiler hiçbir dış zorlama
olmaksızın dinlerini seçebilirler ve bu inançlarının gereğini yerine
getirebilirler Laik devlet, ne dine bağlı (teokratik) bir devlettir, ne de
Marksisl-I.enİnist devletler gibi dini zararlı biı afyon sayan ve
vatandaşlarına dinsizliği telkin eden, dine karşı tavır alan bir devlettir
Laik devlet, insanların inanç ve ibadetlerine karışmayan; bu inançları
314
yönlendirmeye kalkışmayan, bunu bir
devlettir.
vicdan sorunu olarak gören
Türkiye’de, lâik devletin din görevlileri ibadethaneler ve din
eğitimi
için
bütçesinden
ödeme
yapmış
olmasından
dolayı
eleştir i lebi imekted ir Unutulmamalıdır ki, lâiklik evrensel değerleri
yanında uygulandığı ülkenin, tarihi, siyasi ve sosyal şartlan ve o ülkede
yaygın olan dini özelliklerinden de etkileneceği bir gerçektir
Nitekim Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare İçinde
yer almakladır Çünkü din hizmetlerinin görülmesi yanında, lâik devletin
korunması bakımından da zorunlu görülmüştür Bunun içindir ki, 1982
Anayasasının 136 maddesi şöyledir: “G e m i idare içinde yer alan
D iyanet İşleri B aşkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda bütiin siyasi göniş
ve düşünceler in dışında kalarak ve m illetçe dayanışm a ve bütünleşm eyi
am aç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir ”
demektedir
Diğer taraftan, lâik devlette din eğitimi olamaz denilebilir
Ancak devletin din öğretimi alanına hiç karışmaması, bu alanı
cemaatlere terk etmesinin sonuçlarını tahmin etmek için yakınçağ
tarihimize bakmak yeter Tidir; ÎLDin elden gidiyor” propagandası ile
halkın şuuraltına işlenerek, halk bilinçsizce neye hizm et ettiğinin farkına
bile varmadan, isyana dönüşecektir Patrona irticai böyle olmuş, İli
Selim 'e karşı irtica böyle olmuş 31 Mart irticai böyle olmuş ve
Cum huriyet döneminde Şeyh Sait irticai ile Kubilay olayı aynı şekilde
ortaya çıkmıştır Dolayısıyla lâikliğin dinsizlik olmadığım anlayarak
bunu halka anlatacak; dünya işlerinde ve toplum yönetim inde
uygulanacak hukuk kurallar mm dini fetvalarla sınır lanamayacağım
bilen; vicdan ve düşünce hürriyetine saygılı mezhep çatışmalarını
ortadan kaldırmaya muktedir, seviyeli din görevlileri yetiştirme işi dün
olduğu gibi bu gün de önemini korumaktadır
Laiklik ile sekülerHk terimlerinin karıştırılmaması gerektiğini de
belirtmeliyiz Daha çok Anglo-Sakson kökenli, Almanya, İngiltere ve
Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde karşılaştığımız seküler:
Latince ırk, çağ, dünya anlamına gelmektedir “ Seculum” den türetilen
bu terim daha çok dini alanın dışında, dini kaygılardan uzaklaşma
anlamım ifade etmektedir Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi
315
seküler devlet, kendini din kurallarının dışında sayan ve dine ilgisiz olan
devlettir Bu devletlerin geçmişinde “ din-devlet” mücadelesi yaşanmış;
ancak bu mücadeleyi aşmıştır Örneğin Amerika Birleşik D evletleri’nde
ya da bir başka seküler ülkede devlet başkanı Incil’in üstüne el basarak
yemin eder Aynı şekilde mahkemelerde de Incil’in üzerine yemin edilir..
Bundan kimse rahatsızlık duymadığı gibi, Hıristiyan düzenin geri
geleceği endişesine kapılmaz.
Görüldüğü gibi, seküler devletin millet egemenliği yerine din
egemenliğinin getirileceği gibi ne bir endişesi vardır, ne de böyle bir
tehdit altındadır Buna karşı lâik devlet mevcut düzenini koruyabilm ek
için dini denetlemek zorundadır.
Laiklikle sıkça karıştırılan başka bir kavram da ateizm
(dinsizlik)’dir. Laiklikle ilgisi olmayan bu kavram, A rnavutlu k’taki kısa
bir dönem hariç tutulursa, dünyada uygulama alanı bulamamıştır
Laikliği değişik şekillerde
tanımların başlıcaları şunlardır
tanımlamak
mümkündür
Bu
Din Hürriyeti
Vicdan
(inanç) ve ibadet hürriyeti
olarak da ifâde
edebileceğimiz din hürriyetini Atatürk şöyle ifâde etmektedir “ Vicdan
hürriyeti m utlak ve taarruz edilem ez, ferd in tabii haklarının en
m ühim ler inden tanınm alıdır
Her fert, istediğini düşünm ek, istediğine
inanm ak, kendine m ahsus siyasi bir fikre m alik olmak, m ensup olduğu
bir dinin icaplarını yapm ak veya ya p m a m a k ha k ve hü rriyetine m aliktir
K im senin fik rin e ve vicdanına hakim olunam az
Tekke ve Zaviyelerin
kapatılmış, tarikatların lağvolunmuş bulunmasını ibadet hürriyetine
aykırı görülem ez A tatü rk ’ün ifade ettiği gibi bunlar “ irtica m ernbaları
ve cehalet dam galarıdır Türk m illeti böyle m üesseselere ve onların
m ensuplarına taham m ül edem ezdi ve etm edi
Anlaşılacağı gibi, herkes dinini seçmekte hürdür
İbadet
hürriyeti ve dini merasim lere gelince asayiş ve genel adaba aykırı
o lm am ak ve siyasi gösteri şeklinde yapılm am ak kaydtyla bir yasaklama
söz konusu değildir
316
Resm i Bir Devlet Dininin Bulunmaması
Daha önce lâik devlet tanımında belirtildiği gibi devlet belli bir
dine üstünlük tanıyamaz, Resmi bir dini de yoktur. Dolayısıyla
vatandaşlarına belli bir dinin kurallarını benimsetmek ve uygulatmak
hakkına sahip değildir. Nitekim Anayasaya göre “kimse, ibadete, dini
ayin ve (Örenlere katılm aya, dini inanç ve kanaatlerini açıklam aya
zorlanam az, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanam az ve
suçlanam az
Görüldüğü gibi, lâiklik dinsizlik değil; tam tersi, gerçek bir din
hürriyetinin güvencesidir. Laik devlette din hürriyeti, belli biı dine
inanma ve onun ibadet gereklerini yerine getirme hürriyetini ifâde ettiği
gibi, kişinin isterse hiçbir dine inanmama ve hiçbir ibadetini yerine
getirmeme hürriyetini de kapsar
Devletin Din Ayrımı G özetm em esi
Anayasanın eşitlik bakkmdaki 10’uncu maddesi “ din, m ezhep
ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir’'
ifadesiyle devlet içindeki çeşitli dinlerin mensuplan arasında kanun
önünde ayrım yapılmaması ve eşit işlem yapılması güvence altına
alınmıştır
D evlet K u r u m la n ile Din Kurumlarının Ayrılmış Olm ası
Laik bir devlette din
kurum lan
devlet
fonksiyonları
göremeyeceği gibi, devlet kurum lan da din fonksiyonları ifâ edem ez
Yeni lâik devlet, gerek dine bağlı devlet, gerekse devlete bağlı
sistemlerini reddeden din ve devlet işlerini biı birinden ayıran bir
yönetim sistemidir
Devlet Yönetiminin Din Kurallarına Bağlı Olm aması
Laik devlette yönetim, din kurallarına bağlı olmaması toplum
sorunlarına akılcı ve bilimci bir bakışla yürütülür
Atatürk pek çok konuşmasında, devlet yönetimine sadece akim,
bilimin ve çağın gereklerinin rehberlik ezmesi gerektiğini vurgulamıştır:
“B ugünün ihtiyaçlarına uygun kan un ya p m a k ve onu tatbik eylem ek
refah ve ilerlem e vasıtalarının en m ühim lerindendir,, ” “D ünyada her
317
şey için, m eden iyet için h a yat için, m u vaffakiyet için en h a k ik i m ü rşit
ilim dir, fe n d ir, ilim ve fen n in h aricinde m ü rşid aram ak g a flettir,
cehalettir, dalâlettir ” Nihayet Onuncu Yıl N u tk u ’nda ifade ettiği gibi,
“ Türk m illetinin yü rü tm e k te olduğu terakki ve m eden iyet yolunda,
elin d e ve kafasın da tu ttu ğu m eşale, m ü spet ilim dir
Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı gibi, lâiklik din ve devlet
İşlerinin ayrılması ve bir devlet yönetim prensibi olduğu kadar da aynı
zamanda bir hayat tarzıdır Dünya ve toplum sorunlarına akıl ve bilimin
rehberliğinde bakabilmektir.
Laik bir toplum düzeninde din ile ilgili olmak üzere devletin iki
görevi vardır
1-Devlet dinin siyasal yaşamı etkileyici ve kendi
kurallarına çevirici davranışlarını engelleyerek denetim yapar 2Kişilerin din özgürlüğünü korum ak için, dini inançlara yapılacak
saldırıları da engeller Şu halde devlet, din alanında görülecek kötüye
kullanmaları önlemekle görevlidir
318
(Çerçeve Y a z ı : Laiklik Üstüne)
M, Derviş Kılınçkaya
Atatürk
ilkeleri
arasında üzerinde
en
çok
tartışılanı ve
konuşulanı şüphesiz laikliktir Bu ilke üzerinde neden bu kadar çok
tartışma yapılıyor 9 Bu soruyu cevaplandırmak için biraz gerilere
gitmek lazımdır Biliyoruz ki, ülkemizde Tanzimat döneminden bu
yana cereyan eden fikir tartışmalarının taraflarını muhafazakârlar
ve
yenilikçiler
oluşturmaktadır
II,
Meşrutiyet döneminde
muhafazakârlar arasında kısmen bütünlük varken,yenilikçiler iki
gruba ayrılmışlardır : Batıcılar ve Türkçüler .
Bu iki grup arasındaki teme! farklılıkları burada tek tek
saymaya
gerek olmamakla birlikte
en Önemli
ayrılığın din
karşısındaki tavır farklılığı olduğunu vurgulamakta fayda vardır
Cum huriyet ifân edildiği sırada Türkiye’de ayakta kalabilmiş
fikir ve ideolojiler ya Türkçü,yahut derece farklılığıyla batıcı idiler
İşte cumhuriyeti kuranları etkileyen bu iki fikir hareketi arasında, din
karşısındaki farklı tutum nedeniyle ortaya çıkan mücadele zamanla
artarak
günümüze
kadar gelmiştir Bilhassa 1950’den
itibaren
Türkiye’de gittikçe zenginleşen fikir hayalında, İslamcıların da kısmen
ağırlık kazanmaya başlamalarıyla laiklik tartışmaları üç farklı boyut
kazandı
319
Laiklik
üzerinde
birleşen
Batıcılarla
Türkçüler arasındaki
tartışmanın temelinde, II Meşrutiyet döneminde aydınlarımızın din
karşısındaki farklı tavır alışların derin tesiri olduğu söylenebilir. Bu
tartışmaların analizi elinizdeki çalışmanın sınırlarını çok aşacaktır
Fakat, A tatürk’ün laiklik anlayışına geçmeden Önce kavramın gelişim
çizgisine göz atmakta da fayda vardır
Türkçe’de eskiden bu kelimelerin karşılığı olarak “asrileşm e”
kelimesi kullanılıyordu Fakat bu kelime zamanla, muhafazakârların
da gayretleriyle dilimizde; züppelik, köksüzlük, sathilik ve dinsizlik
anlamına gelmeye başladı. Kelimenin bu anlamını ortadan kaldırmak
endişesiyle Ziya Gökalp “ muasırlaşmak” ifadesini kullandı
Laicisme ve Secularism birbirinden farklı manalar taşımaktadır,
ancak bunlar çok ince farklılıklardır. Yani, Laicism e’deki kilise y a d a
kilise adamı, kurul ve kuralları yetkilileri
ile onların dünyevi
karşıtlarının (yani Iaikus ve K lerikus’un) karşı karşıya gelmesi, çok
sayıda ölçülerle birbirinden iyice ayıtdedilmesi”
durumu yerine
secularism ’de “gelenekçi,katılaşmış kurul ve kurallara karşı zamanın
gereklerine uyan kurul
ve
kuralların geliştirilmesi” durumu söz
konusudur
Bilindiği gibi Laiklik meselesi A v ru p a’da da yeni zamanların
ortaya çıkardığı bir meseledir Batı dünyasında din, bir müessese
olarak kilise
ile bir tutulduğu için, çağdaşlaşmanın
kifise-devlet
ilişkisindeki farklılaşma olduğu kanaati; devlet ve kilise olarak iki
ayrı ve güçlü kurum ve yetkili organlara sahip olmayan Hıristiyanlık
dışı toplum iarda da yerleşti Batı düşüncesini iktibas eden ve
batılılaşma sürecine sonradan dahil olan bu toplumiarda kavramı
karşılayacak kurumlaşmanın bulunmaması esaslı bir mesele olarak
ortaya çıkmaktadır Hıristiyanlıkta, devlete ait olan alanla, kiliseye ait
olan alan kesin sayılabilecek sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. İslam
toplum lannda ise bu durum
daha farklıdır. Burada dini olanla
dünyevi olanı kesin sınırlarla birbirinden ayırmak oldukça zordur.
Dolayısıyla, laisizm, İslam to p lum lan nda dini olanla, dünyevi olanın
birbirinden a y rılm a sı. şeklinde ele alındığında tartışma kendiliğinden
davet edilmiş olmaktadır Halbuki mesele bir çağdaşlaşma yani
320
sekülerizasyon meseiesi
olarak
anlaşılabilir hale gelmektedir
ele
alındığında durum
nispeten
Max
Weber, dünyevileşmeyi “ kaynağını dinden alıp din
tarafından
yaratılarak insanlara
benimsettirilmiş olan ahlaki
anlayış ve inanç gibi ruhi durumların dini özleri kaybolduktan
sonra veya hiç olmazsa zayıfladıktan sonra da motif olarak tesir
ve rollerini devam ettirmesi...” olarak tanımlıyor Kavram ın bir
başka tanımı da Palmer tarafından yapılmıştır O na göre sektilerizm
“ geniş anlamda din ve onun diğer kültürel sistemlerle olan
ilgisini belirleyen sembolik farklılaşma derecesidir ” A ynı yazara
göre, dini sistemin modernleşmesi anlamında ABD ilk, Türkiye ikinci
ve Japonya üçüncü örneği teşkil ederler “ .Türkiye’de yönetici elit
ile halk kültürü
arasında -İslâmî
kültürün
siyasi yönünün
sınırlandırılması neticesindebir
farklılaşm a
olduğu inkâr
edilemez, Halkta
ümm et kültürü,yöneticilerde ise laik kültür
hakim olmuştur Bu sebeple
halk
katında ümmet ideolojisi
varlığını sürdürm eye devam etmiştir, Ancak buna
karşılık
Cum huriyet, bir
diğer
yönden ümm et yapısının
devamını
sağlamıştır Vatanseverlik, birlik olma ,başkalarına karşı koyma
gibi sık kullanılan kavramlar ümm et duygusunu devam ettirici
bireı unsur olmuşlardır,,.,”
Cum huriyet
seçkinleri
arasında
ümmet
kavramı, batılı
araştırmacıların çok sık ileri sürdükleri gibi, siyasi bir muhteva
kazanm am akla
beraber modernleşmeye ve dinin sosyal etkinlik
kazanm asına da engel olmamıştır. Çünkü, dini sistemin birçok mit ve
normları halkın geleneklerinde varlığını sürdürürken, yönetici elit de
bu sembolleri değişik motif ve kalıplarla temsil edebilmişlerdir
Türkiye’de
modernleşm e süreci
içinde
-Osmaniı
devleti
döneminde din devlet kontrolünde olduğu için- bir din-devlet
çatışması söz konusu
olm am ıştır Bizzat
Atatürk, İslam dinini
gelişmeye karşı olm ayan bir din olarak tanımladığına göre laiklik
kavramını “ çağdaşlaşm a” ile birlikte düşünmek daha doğru biı
yaklaşım olacaktır. Şimdi bu teorik çerçeveden çıkarak yukarıda
çizdiğimiz sınırlar içinde laiklik kavramını ele alabiliriz
321
Tariiı IV ’de bu kavram “din telakkisi vicdani olduğundan
... ..din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı
tutmak...” şeklinde tanımlanmaktadır Bu tanımda laikliğin “ dine
karşı olmak veya dîni reddetm ek” şeklinde anlaşılmasına yol
açabilecek en ufak bir atıfta bulunulduğu söylenem ez Aşağıdaki
satırlar ise laiklik ilkesinin üzerinde durduğum uz yönünü daha açık
şekilde ifade etmektedir “ Efendiler, yaptığımız ve yapm akta
old uğum uz
inkılâpların
gayesi,Türkiye Cum huriyeti halkını
tamamen asri ve bütün mana ve görünüşüyle medeni bir içtimai
heyet haline getirmektir,, İnkılâplarımızın esas ilkesi buttur. Bu
hakikati
kabul
edem eyenlerin zihniyetlerini
tarumar etm ek
zaruridir Şimdiye kadar milletin dimağını paslandıran,uyuşturan
bu zihniyetin sahipleri olm u ştu r Herhalde zihinlerde mevcut
hurafeler kamilen ortadan kaldırılacaktır Onlar çıkarılmadıkça
dim ağlara hakikat nurlarını yerleştirmek im kânsızdır..
“ Türk milleti daha dindar olmalıdır Yani bütün sadeliği İle
dindar olmalıdır d em ek istiyorum Dinim ize,bizzat hakikate nasıl
inanıyorsam,Öyle
inanıyorum,
İslam
akla
ve
mantığa
aykırı,ilerlemeye engel hiçbir
şeyi
ihtiva etm iyor Fakat
bu
cahiller,bu
acizler sırası
geldikçe aydınlanacaklardır,, Onları
kurtaracağız,, ”
“ Efendiler,camilerin
m ukaddes
minberleri,halkın
ruhani,ahlaki gıdalarına en âli ,en feyyaz
m enbalardır Fakat
buna
nazaran hatiplerin
sahip olm aları lazım gelen ilmi
vasıflar,hususi liyakat ve dünya ahvaline vakıf bulu nm aları son
derece önem lidir ”
Dikkat edilirse Türk inkılâbı gelişmeye başladığı andan itibaren
çağdaşlaşmayı,çağdaş bir toplum inşa etmeyi h e d e f almış ve millet
olmaya,, bunun tabii
sonucu
olarak
da milli
devlet
kurmaya
yönelmiştir İşte bu esaslı dönüşüm anında ortaya çıkan direnişlerin
büyük
kısmı semboller alanındaki
farklılaşmaların
harekete
geçirilmesiyse ortaya çıkan direnişlerdir. Halkın,dini bakımdan daha
önemli bir dönüşüm olan Halifeliğin kaldırılması karşısındaki tavrı
ile fesin çıkarılarak şapkanın giyilmesi karşısındaki tepkilerini
mukayese
ettiğimizde
semboller
etrafında
kümelenmiş
halk
322
inançlarının Önemi daha açık olarak anlaşılabilir Cumhuriyet, teme!
hedeflerini
ger çekleştirirken
dine
karşı
değil
bu
semboller
etrafındaki halk inançlarına karşı mücadele etmiştir, Bu sembolleri
harekete
geçirerek
Cumhuriyet
karşıtı
eylemleri
kışkırtanlarla
samimi dindarları
birbirinden ayırm ak
belirli
bir
hassasiyeti
gerektirmektedir.
Türkiye’de laiklik uygulamalarının en çok gözlenebileceği alan
hukuk alanı olmuştur. Bu son derece tabiidir Çünkü laik devlet
dinsiz
devlet
değildir; toplum hayatını
düzenleyen
kanunları
çıkarırken dini kurallara ve kurullara dayanmayan devlettir
Özetlersek, laikleşme süreci ve bu sürecin nitelikleri Türkiye’de
çağdaşlaşm a problemleri ile iç-içe gelişmiştir. Bu süreç, bir dindevlet çatışması şeklinde değil zihniyet değişikliği şeklinde ortaya
çıkmıştır ve dünyevileşıneyi ifade etm ektedir:
Türkiye’de Laikliğin Tarihi Gelişimi
Laiklik bir batı kurumudur. Dolayısıyla Batıdaki gelişimini
kısaca değerlendirmek konumuza ışık tutacaktır Bilindiği gibi laiklik
batıda da pek kolay olmamıştır Uzun asırlar süren şiddetli hatta kaniı
mücadeleler sonucu ortaya çıkmıştır Hıristiyanlığın kurucusu İsa.
‘Benim hüküm darlığım hu dünyada değildir" ve “Sezai m ha kkım
Sezai a \ etin iz" yani “D ünya işlerine krallara, im paratorlara dünyevi
liderlere b ıra k ın ız1 dediği halde, Kilise, zamanla güçlendikçe devletin
temel yetkilerini ve egemenlik alanlarını devletin elinden almak
istemiştir
Kilise ile imparator atasında uzun asırlar sıiren bu mücadele
sonucunda kilise yanılmış ve 16.asırdan itibaren A v ru p a’da milli
egemenlik ilkesine dayanan devletler kurulm aya başlamıştır. Bu uğurda,
batıda din adına vicdanlara hükmedilmiş ve insanlar ağır zulümleı
görmüştür Ortaçağda insanların biı din veya mezhebe inandıkları yahut
inanmadıklarından
dolayı
işkenceye
tabi
tutan
Engizisyon
m ahkemelerine verilmişlerdir
Yine 16 asırda Fransa gibi bir devlette
323
sırf Protestan oldukları için .3000 kişinin kılıçtan geçirildiği bilinen bir
gerçektir
Osmanlı İm paratorluğu’nda egemenlikleri altına alman ülkelerin
halklarına din, dil, Örf ve adetlerine karışılmamıştır Yine yabancı kökten
ve dinden gelen bu insanlara geniş bir din ve vicdan hürriyeti
tanınmıştır. Öte yandan O smanlı Türklerinin Ispanya’da Engizisyon
zulmüne uğrayan Yahudi 1erin 15 ve 16.asırlarda gem iler göndererek
Türkiye’ye getirdikleri, bunlara Türkiye’de yer ve iş verdikleri herkes
tarafından bilinen bir gerçektir. N e var ki, Hıristiyan ve Yahudilere bu
kadar hoşgörülü olan Osmanlı İm paratorluğu’nda, M üslüm anlara aynı
din ve vicdan özgürlüğü tanınmamıştır
A ncak Atatürk inkılabı ile birlikte Türkiye’de din. ve vicdan
hürriyetine yeni biı yaklaşım g elm iştir, Böylece İslâm dininin h uk u k a ait
bölümü ve egemenlik kavramıyla ilgili görüşler kökten değişmiştir. Bu
yapılanlarla dinin özüne, inanç ve ibadete karışılm ak istenmemiştir
Ayrıca dine değil, cehalete ve din adına ileri sürülen safsatalara, dinle
hiç bir ilgisi olm ayan hurafelere ve dini siyasal am açlara alet ederek
egemenlik sürdürmek isteyenlere karşı yapılmıştır Din v e devlet, din ve
bilim maksatlı olarak karşı karşıya getirilmek istenmektedir Bilindiği
gibi İslam dini, orijinal şekli ile akla, ilme ve terakkiye açık bir dindir
12 Yüzyılda fikir ve düşüncenin zirvesine ulaşmışken, bir takım dar
yorumcular yüzünden giderek bu özelliğini kaybetmiştir
Söz konusu dönem lerde, İslâm âlemi yalnız ekonom ide,
askerlikte değil, ilim ve teknolojide de çok ileriydi İslâm âlemi,
Ortaçağda, Farabi, Fahrettin Razi, El Biruni, İbn-ür Rüşt, İbn-i Sina gibi
bilginler yetiştirmiştir. Bilindiği gibi, Türk asıllı İslâm bilgini İbn-i
S in a’nın tıp alanındaki eseri yakın çağa kadar batıda yüzyıllarca temel
kitap olarak kullanılmıştır
Doğu, yalnız “ A lla h’ın birliği” esasına dayanan bü yük dinlerin
merkezi değildi Matem atiğin de ilk bulunduğu yerdi. Rakam burada
bulunmuş, cebir burada gelişmişti Gene, saati keşfeden İslâm âlemiydi
Alkol, barut gibi keşifler doğuda yapılm ış, çiçek aşısı ilk defa Osmanlı
Türkleıi tarafından uygulanmıştır. Batı, ruh hastalarını insanın içine
şeytan girmesiyle izah edip hastalan yakarken, Türklerde ç a ğ m a göre
ileıi sayılabilecek şifahaneler kurulmuştur
Batı O rtaçağın koyu
324
karanlığında yaşarken, İslâm bilginlerinin tuttukları ışık, Hıristiyan:
Batıyı aydınlatmıştı. Fakat, İslâm âlemi, yavaş yavaş içine k ap an d ığı
taassubun, donmuş düşünce kalıplarının, skolastiğin, medrese eğitiminin
esiri olmuştur
İlmin öğretildiği tek yer olan medreseler, başında İslâmi ilimler
olan fıkıh, hadis, tefsir ve kelâm yanında felsefe, tıp, matematik, mantık,
astronomi gibi derslere de
yer verirken zamanla m üspet ilimden
uzaklaşmıştır Artık deneye dayalı ilimler, çağdaş araştırma usulleri,
medreseden atılmıştı,. Skolastik eğitime saplanan İslâm medresesi,
çağdaş bir toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzaktı, Batının
bilim yolunda hızla ilerlemeye başladığı bir dönemde kör taassubun nasıl
bir duraklam aya yol açtığım gösteren en ibret verici örneklerden biri,
Osmanlı D evleti’nin Müslüman uyruklarının m atbaa gibi son derece
yararlı bir buluştan tam 277 yıl yoksun kalmalarıdır.
N e yazık ki, en faydalı bir yenilik bile ancak dini bir fetva ile
girebilmektedir Ya söz konusu yenilik “ş e ria f’a uymadığı için, ya ilgili
makam aşırı derecede dar kafalı ve mutaassıp olduğu için, ya da bazı
etkili kişi ve zümrelerin çıkarları sarsılacağı için istenilen fetva
verilmeyince, toplum, önemli bir ihtiyacı karşılayacak yenilikten
mahrum olabilmektedir A v ru p a’da 1450 yılında İcat edilen matbaa,
O sm a n lı’ya ancak 17 27’de girebilmiştir. Bugün bile bu gecikmenin
zararını
çekmekteyiz
Osmanlı
ülkesinde
Musevileıin
(1493),
Erm enilerin (1567), Rumların (1627), hatta Hıristiyan Arapların (1702)
bu icattan faydalanarak, kendi dillerinde dilediklerini basmaları serbest
iken teokratik düzen, Osmanlı D evleti’nin Müslüman yurttaşlarım bu
büyük icadın nimetlerinden yüzyıllarca mahrum etmişti. Nitekim
Atatürk: 5 Kasım 1925’de Ankara Hukuk M e ktebi’n in açılış
konuşm asında, büyük bir çelişkiye dikkat çekiyordu:
Bütün cih an a karşı, İstan bu l'u (1 4 5 3 ’de) ebedi o la ra k Türk
M illetin e m a l etm iş olan k u vvet ve kudret, hem en hem en a yn ı yılla rd a
ic a t edilm iş olan m atbaayı Ç sm a n h ’y a kabu l ettirm eyi başaram am ıştır,,
K öh n e h uku kun ve m ü n tesiplerin in m atbaanın m em lek etim ize
g irn esine m ü saade etm eleri için üç y ü z sene m ü şahede ve tered d ü t
etm eleri ve leh ve aleyh te p e k çok ku vvet ve ku dret sarf etm eleri za ru ri
o lm u ştu r ”
325
Açık olarak görülmektedir ki, m atb aayı kullanabilm ek için bir
dini otoriteden “ fetva” almak mecburiyetini ortadan kaldırırsanız İslâm
dini bundan zarar görmez Sadece, medeniyet yolunda ilerlemeyi
köstekleyen bir usul kaldırılmış, teokratik dey 1et yerini lâik devlete
bırakmış olur İşte A tatürk’ün yaptığı da budur
Tanzimat’tan sonra yeni açılan ortaokullarda, (Rüştiye
mekteplerinde) harita ile coğrafya dersi okutulması üzerine, Damat Sait
Paşa. Padişaha başvurarak. “Coğrafya derslerinde harita gösterm enin
kâfir âdeti olduğunu ve şeriatın buna cevaz verm ed iğ in i” bildirmiştir
Oysa, büyük Türk denizcisi Piri Reis’in, dünyaca ünlü haritasını, bu
olaydan yüzyıllar önce, I 5 1 3 ’de çizdiğini düşününüz!
Sonra da
19 yüzyılda, coğrafya derslerinde harita göstermenin şeriata aykırı olup
olmadığının tartışılmasındaki garabete bakınız! .
A tatürk’ün akla ve iime dayalı yaklaşımının Türkiye’de neler
kazandırdığını göstermek için sayısız örnekler vermek mümkündür II
Mahmut devrinde başlık olarak “fes” kabul edilince, bir kısım ulema
buna karşı çıktılar “ Fes” in din ve imana uygun olmadığı ileri sürüldü.
Aradan yüzyıl geçince aynı başlığın “din ve iman işareti” olduğu ileri
sürülerek bu defa da “fes” in kaldırılmasına karşı çıkıldı Bu basit Örnek
bile fert ve toplum hayatını fetvalarla idare etmeye kalkışmanın
anlamsızlığını gösterir Nitekim ,yukarıda belirttiğimiz gibi lâik devletin
millet egemenliğine dayandığı gerçeğine uygun olarak A n a d o lu ’da
kurulan yeni Türk devleti, adım adım ‘lâik” bir devlet olm aya yöneldi
Buna göre önce egemenliğin temeli laikleştirildi
Başka bir deyişle daha Milli Mücadelenin ilk günlerinde,
Amasya tamimi ‘M illetin bağım sızlığın ı yin e m illetin azim ve k a ta n
kurtaracaktır diyerek ini İlet iradesini mücadelenin dayanağı ve hareket
noktası olarak kabul ediyoıdu Eızurum ve Sivas kongreleri, “ M illi
iradeci hakim k ılm a k ’ kararını alarak, padişahın tartışılmaz kudretinin
yerine m idi hakim iyet i esas alıyordu
Bir zaruretin sonucu olarak ortaya çıkan lâiklik; adım adım
siyasi ve hukuki alanda kurumlaşmıştır
1924 yılında Hilafetin
kaldırılmasıyla başlayıp. 1937 yılında Anayasa ilkesine dönüşmüştür.
326
Laikliğin kurumlaşması, lıeı ne kadar Cum huriyet dönemine
rastlıyorsa da, aslında devralm an Osmanlı siyasal yönetimi geleneğinin,
lâikliği kolaylaştırdığını söyleyebiliriz Nitekim Tanzimat’la birlikte
hukuk., eğitim
ve yargı
düzeninin
lâikleşme yoluna girdiği
görülmektedir Halifenin olmasına rağmen dini hukuktan ayrılan Ceza
Kanunnameleri, Ticaret kanunları, Arazi kanunnameleri çıkarmak
zorunluluğu duyulmuştur.
Ş e r’i mahkemeler yanında,
nizamiye
mahkemeleri kurulmuştu
A tatü rk ’ün çağdaş uygarlık olarak batıyı model aldığı bir
gerçektir Fakat daha açık bir gerçekte batıyı körü körüne taklit
etmediğidir Bizzat A tatürk’ün de ifade ettiği gibi, bir taklitçilik hareketi
olmayıp; T ürkiye’ye has ve Türkiye’nin şartlarından çıkan değerlerdir
Nitekim. Atatürkçü Laik anlayışı da Fransa’daki lâikliğin tamamen
Türkiye’de bit uygulanışt değildir. Türkiye’ye özgü bir lâikliktir Ayrıca
yazımızın başında anlatıldığı gibi, oluşum şartları da oldukça farklıdır
Batıda lâiklik milli bir devletin kuruluşundan sonra ortaya çıkmıştır
Türkiye'de İse milli bit devlet olmanın ön şartı olarak ortaya çıkmıştır
Batıda vicdan özgürlüğü ortaya çıkarken bizde ise Halife aynı
zamanda sultandır Papaz ise aynı zamanda kıai değildir Bizde aynı
zamanda idarenin de lâikleşmesi söz konusudur İslâm dünyası içinde,
akıl, bilim ve aydınlanma yoiuna tam olarak girebilmiş; çağın
gereklerine uyarak hukuk düzenini, eğitimi, devleti lâikleştirmek
cesaretini gösterebilmiş tek ülke Türkiye’dir. Teokratik bîr dikta
rejiminin eline geçirdiği ülkeyi, nasıl karanlığa sürüklediği ortadadır.
Türkiye’de uygulanan lâiklik anlayışı, teokratik bir devlet
yapısına dönüşe müsaade etmeyecek kadar yerleşmiştir Ancak, lâik
devlete geçmekle, İslâm dininin Özünden de kopmuş değildir Ne var ki,
İslâm dünyasını birbirine düşman kılmakta fayda görenler, özellikle bu
Müslüman
ülkelerin
A tatürk’ten
örnek
alarak
uyanmalarını
istememektedirler Bunun için de lâik Türkiye Cum huriyeti’nin artık
Müslümanlıktan uzaklaştığı propagandasını İslâm ülkeleri üzerinde
işlemektedirler Laik Cumhuriyetin kurucusu Atatürk, dinin yanlış
yorumcular elinde miskinliğe ve tembelliğe sürüklendiğinden hareketle
şunları söylemektedir: “ Bizim dinim iz çalışm ayanın insanlıkla alakası
o lm a d ığ ım b ildiriyor Bazı kim seler a sri (çağdaş) olm ayı k â fir olmak
327
san ıyorlar A sri küfür onların bu zannıdır, Bu ya n lış tefsiri ya p a n la rın
m ak sadı İslam ların kâfirlere esir olm asını istem ek d eğ il de n e d ir ? ”
Bir başka konuşmasında da;
D in im iz son d in dir D inlerin
en m ükem m elidir. Çünkü dinim iz akla, m antığa, h akikate tam am en
u ygu ndu r Eğer akla, m an tığa ve h akikate uygun düşm em iş olsaydı,
bu nu nla diğer tabiat kan un ları arasında tezat olm ası g erek ird i Çünkü
bütün ya ra tılış kan u n ların ı ya p a n C enab-ı H a k tır, ”
A tatürk’ün İslâm dini ile ilgili konuşmalarının hiç birinde İslam
dinini horlayan bir sözü yoktur Buradan çıkartılacak sonuç, onun
mücadelesinin batıl inançlarla ve hurafelerle olmasıdır Bunu iyi bilen
Türk Milletinin büyük çoğunluğu hem İslâmi inançlarının özüne hem de
A tatın k ’tin çağdaş medeniyete ulaşmak için gerçekleştirdiği lâik devlet
ve akılcılık hamlesine sıkı sıkıya bağlıdır
Şüphesiz, bugün Türkiye’de devlet yapısının, eğitimin, ailenin,
kadın haklarının, ekonom ik faaliyetlerin, bütün hukuk düzeninin
dogmatik dini kalıplar içinde hapsedilmesini isteyenler de vardır
Teokratik devlet yapısına geri dönme hevesinde olan insanlarda vardır
Laikliği dinsizlik gibi gösteren bu teokratik devlet yanlıları,
Hıristiyanların din ve dünya işlerini ayırabileceklerini; fakat, İslâm
âleminde bunun m ümkün olmadığını iddia ediyorlar Bu kimseler,
İslâm iyet’in
“zam anın
değişm esiyle
hükümlerin
değişebileceği”
yolundaki kurallarını reddediyorlar Burada, İslâm dininin özündeki
Allah inancı ve ahlaki değerler ile teokratik devlet yapısı bir
tutulmamalıdır
Laiklik aynı zamanda, Türkiye için milli beraberlik ve
bütünlüğün de vazgeçilm ez şartıdır. A n adolu’da, geçen yüzyıllarda
kardeş kavgalarının temelinde, taassubun yol açtığı mezhep çatışmaları
vardır Anadolu Türklüğünün zayıflamasına sebep veren bu çatışmaya
karşı en etkili çare lâik devlet ve toplum düzenidir Türk siyasetçileri,
m ezhep ayrılıklarını, oy kaygısı ile, sağ-sol kavgasının malzemesi olarak
kullanmaktan kaçınmalıdırlar
Sonuç olarak denilebilir ki, Atatürk, esaretten ve donmuşluktan
kurtulm a yolunu açarak İslâm iyet’e de en büyük hizmeti yapmıştır.
Zaten İslâm dininin özündeki Allah inancı ve iyi ahlak prensipleri ile
328
akıl ve bilim arasında bağdaşmaz bir durum yoktur Bir sosyal barışı da
sağlama yolu olan lâikliğin, bu gayenin tam tersine bir çatışma ortamına
sahne olması son derece yanlıştır
Unutulmamalıdır ki, lâiklik ilkesinden, eğitim birliğinden
uzaklaşmak, ilerlemeyi sona erdirir. Çağdaşlaşma milli birlik ve
bütünlük, demokrasi ancak lâiklik ilkesinin doğru anlaşılması ve
uygulanması ile sağlanabilir
D- D E V L E T Ç İL İK
Devlet ve Devletçiliğin Tanımı Ve Tarihsel Gelişimi
Devlet, en genel biçimde “ halk, ülke, içinde toprağı bulunan,
ülkü birliği çevresinde toplanan insanların, bağımsız olarak bir yönetim
altında örgütlenmeleridir” şeklinde tanımlanabilir Diğer bir deyişle
devlet, egemenlik ve ülkü birliği öğelerinin bir araya gelmesi ile kurulan
varlık; belirli sınırlar üzerinde yaşayan insanların oluşturduğu bir siyasal
Örgütlenme tipi olarak da değerlendirilmektedir. Bununla birlikte devleti,
bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde bir baskı aracı olarak
gören Marksist devlet anlayışları ve yine devleti, toplumda çıkar
çatışmalarının doğurduğu bir güç olarak gören M arksist eğilimli
yaklaşımlar vardır. Yukarıdaki genel tanım ve bu sınıfsal bakış açılarının
ortak yönü, devletin belli bir hedef için bir araya gelen insan
topluluklarının oluşturduğu bir örgütlenme tipi olmasıdır. Niteliği ne
olursa olsun ve tanımı hangi anlayışla yapılırsa yapılsın bir devlet için üç
temel öğe, ülke (sınırları belirli bir toprak parçası), üzerinde yaşayan
insanlar (ulus - halk) ve egemenliktir (siyasal iktidar)
Devletler tarihi boyunca içinde bulunduklarr çevre ve
barındırdıkları
insanların
niteliklerine
göre
çeşitli
gelişmeler
göstermişlerdir İlk devleti kuran Sümerlerden, ilkçağın en güçlü siyasal
gücünü oluşturan Romalılar da dahil olmak üzere, devlet, Ortaçağ
sonlarına kadar inişli çıkışlı bir grafik izlemiştir. Batıda devletin kökeni
eski Yunan kent- devletine kadar uzanmakla
birlikte, Rom a
im paratorluğunun kurulm asıyla evrensel devlet anlayışı yönün de
329
değişim başlamıştır. Romalı düşünür Cicero’nun devleti, ‘ yasalarla bir
arada bulunan insan topluluğu” şeklinde tanımlaması devlet anlayışına
yeni bir boyut getirmiştir Ortaçağ ve Rönesans döneminde dinsel bir
otoriteye dayanarak varlığını sürdürebilen devlet, Machiavelli ile birlikte
laikleşmeye doğru önemli bir atmıştır Machiavelli, devletin her türlü
ahlaki kaygıdan uzak ve kendi kurallarını koyan bir hükümdar tarafından
yönetilmesi gerektiğini ileri sürerek, devletin sürekliliğinin, güveliğinin
ve genişliğinin ancak bu şekilde sağlanabileceği ifade etmiştir
Devlet örgütlenmesinde bireyin belirişini ve bireyin devlet
karşısında kendisini ifade etme olanağına kavuşması ,17 Yüzyılın
sonlarında ortaya çıkan Aydınlanma Çağı düşünürlerinin çabalarıyla
m ümkün olabilmiştir
Aydınlanma dönemi düşünürlerinden Locke,
devletin otoritesinin sınırsız olmayacağını savunmuş ve devletin yaşam,
özgürlük ve mülkiyet gibi temel hakların korunması gerektiğini ifade
etmiştir Yine aynı dönemin düşünürlerinden Fransız
Montesquieu
(Monteksiyö) ise güçler ayrılığı kavramını ortaya atarak, hükümdarın
yürütme gücünü, halk tarafından seçilmiş olan parlamentonun yasama
gücünü elinde bulundurmasını ve yargının da bağımsız kalması
gerektiğini vurgulamıştır. Bu yaklaşımıyla anayasal monarşiyi gündeme
öneren Montesquieu, hükümdarların tanrısal iradeye dayanan yetkilerine
karşı çıkmıştır Bir başka Fransız düşünür
Rousseau da (Russo)
hükümdarın
gücünün
Tanrıdan,
değil
toplumun
iradesinden
kaynaklandığını ileri sürmüştür, Onun için asıl olan ulus ve ulusun
iradesiydi.
Rousseau
ulusal
egemenlik düşüncesini
ön
plana
çıkarmasıyla, bir anlamda çağdaş cumhuriyet rejiminin temellerini
atmıştır
Bu yaklaşımlar A vrupa’da 19 Yüzyıla damgasını vuran liberal
devlet anlayışının doğmasına yol açmıştır Bu düşüncelerin de etkisiyle
gerçekleşen Fransız devrimi ve bu devrimi izleyen A v ru p a’daki diğer
devlimler (1830 ve 1848 Devi imleri) sonunda A vrupa’da Önce liberal
devlet anlayışı ve ardından da bu tepki olarak sosyalist devlet anlayışı
ortaya çıkmıştır Burjuva egemenliği ve işçi sınıfı diktatörlüğüne
dayanan bu devlet tipleri, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında da
20 Yüzyılda varlıklarını devam ettirmişlerdir Yine II Dünya Savaşı
sonunda liberal devlet anlayışında da değişiklik meydana gelmiştir Buna
göre devlet, yalnızca toplumu yönetmekle ve uluslararası ilişkilerde
330
temsil etmekle kalmayıp, aynı zam anda insaniann refah düzeyini artırıcı
bit rot de üstlenmeliydi
Devletçilik kavram ına gelince; devletçilik geniş anlamda
devletin ekonomiye, toplum yaşamına ve kültürel çevreye yapm ış bütün
müdahalelerdir, Dar anlam da devletçilik ise devletin piyasa mal ve
hizmetlerini doğrudan üretmesi anlamı taşımaktadır. Batıda 19
Yüzyıldan itibaren
gündeme gelen devletçilik pek ç o k düşünür
tarafından ele alınmış ve tartışılmıştır Bu tartışmalar sonunda devletin
ekonom ik alana yapmış olduğu müdahalelerin devletçilik olarak
değerlendirilmesi görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu açıklamaların ışığında
Osmanfı Devletinin hem geniş anlamda, hem de dar anlamda devletçi
olduğu söylenebilir Çünkü tüm topraklar devletin malıydı ve devlet
üretimi, ilk aşamasından son aşam asına kadar memuru olan sipahisi
eliyle denetlemekteydi Ticaret ve el sanatlarındaki faaliyetler tümüyle
devletin kontrolü altındaydı ve tekeller, iç gümrükler ve sıkı narhlar
yoluyla devlet doğrudan ekonom ik faaliyetlerin içindeydi. Ancak 19.
Yüzyılda Osmanlı Devletinin hemen her alandaki çöküşü ile birlikte
devletin de ekonomide rolü azalmış ve üretim ile tüketim tümüyle
Batının denetimine geçmiştir. Doğa! olarak Osmanlı Devieti’nin de başta
ekonom ik faaliyetler olmak üzere, toplumu ilgilendiren diğer alanlardaki
kontrolleri de büyük ölçüde sınırlandırılmıştır
A t a t ü r k ’ ün Devletçilik İlkesi Ve 1930’larda Türkiye’nin
Ekonomik
D urumu
Türkiye’de 1923’ten itibaren izlenen liberal ağırlıklı ekonomik
politika bazı olumlu adımların atılmasına karşın, kalkınmayı yeterince
gerçekleştirememiştir Devlet desteği ile özel teşebbüsçülüğün yapıldığı
bu
dönemde
özel
kesimin
ekonomiyi
kalkındırma
yükünü
taşıyamayacağı anlaşılmıştır. 1923-19.30 yılları arasında hükümetin
politikası, kendi yatırımlarının, başta demiryolu olmak üzere sosyal
sabit sermaye ve nakliyat alanlarına sınırlayarak öze! girişimleri
canlandırm ak olmuştur
Cumhuriyetin ilk yıllarında hükümetin
ekonom ideki genel hedefi, Türkiye’de insan yaşamının maddi
koşullarım sürekli olarak iyileştirmek ve iyileştirmelerden nüfusun daha
geniş bölümlerinin yararlanmasını sağlamaktı Diğer hedefler ise
331
sanayileşmeyi hızlandırmak, tarımsal üretimin artmasını sağlamak,
ulaşımı geliştirmek ve bankacılık sistemini modernleştirmekti.
Ancak tüm bu hedeflere ulaşmak 1929 yılında dünyada
ekonom ik krizin başlamasıyla olanaksız hale gelmiş ve Türk ekonomisi
de bu krizin etkisi altına girmiştir 1929 krizi Türkiye’nin önemli
ürünlerinden olan buğday fiyatlarının hızla düşmesine yol açmış ve
ekonom ik bunalımın tarım sektörüne sıçramasına
neden olmuştur
Ayrıca krizin etkisiyle ticaret dengelerinde bozulma, ithalat hacm inde
ani daralm a ve hükümetin bütçe gelirlerinde büyük düşüş görülmüştür
1930’lara gelindiğinde
gelecek yılların Türkiye’sinin ekonom ik
politikasını belirleyen iki Önemli gelişme ortaya çıkmıştır. Birincisi
ekonomi üzerinde olumsuz etki yapan 1929 Dünya ekonom ik krizi,
diğeri ise olumlu sonuçlar doğuran
1929 yılında L o z a n ’daki
sınırlamaların kalkmasıdır
Tüm bu gelişmeler sonucu Türkiye’de devletçilik uygulamasına
geçiş hız kazanmıştır Özel teşebbüse dayalı sistemden devletçiliğe
geçişte şu etkenler rol oynamıştır:
1-1929 Dünya E konom ik krizinin yol açtığı ağır bunalım tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devletin ekonom iye müdahalesini
gündeme getirmiştir. Krizin büyüklüğü hükümeti karşı önlemler almaya
zorlamış ve krizinden etkilenmeyen Sovyet modeline doğru eğilimi
artırmıştır
2- İ929 yılına kadar Lozan Barışının getirdiği sınırlamalar ve
bu yüzden gümrük duvarlarının hala düşük kalması yüzünden yerli
sanayinin korunması m ümkün olamamıştır 1929 yılında sınırlamaların
kalkmasından sonra devlet yerli sanayiin korunması ve geliştirilmesi
işini devlet bizzat kendisi üstlenme yolunu seçmiştir.
3- Sermaye birikim inin yetersiz olması ve burjuva sınıfının yok
denecek kadar cılız ve güçsüz olması devletin ekonom iye müdahalesini
kaçınılmaz kılmıştır
4- Vasıflı işçi ve teknik eleman yetersizliğinin yanı sıra
müteşebbis tipinin hiç olmaması da bir başka etkendir, Teknoloji ile
müteşebbis birbirinden ayrılmaz bir bütün oldukları için teknolojinin de
geliştirilmesi işini devlet üzerine almak z orunda kalmıştır
332
5- Serbest Cum huriyet Fırkası denemesi halkın içinde
bulunduğu zor koşulların iktidar tarafından anlaşılması açısından da
önemlidir Bu olaydan sonra hükümet özel sektöre dayalı ekonom ik
politikayı bir kez daha gözden geçirmiş ve halkın refah düzeyini
yükseltmek için ekonom iye müdahale etme kararı vermiştir
6- Bağımsızlığını yeni kazanan bir ulus ve bu ulusun kurm uş
olduğu genç bir cumhuriyet için, bağımsızlık ve egemenlik haklarından
taviz vermeden kalkınmayı gerçekleştirmek ve dünyada saygın bir
konum a ulaşmak temel amaç olmuştur Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti
de, içi ve dış koşulların etkisiyle bağımsız kalarak ekonom ik ve
toplumsal kalkınmayı devlet eliyle gerçekleştirmeye yönelmiştir
Kısacası iç ve dış ekonom ik ve siyasal gelişmelerin etkisi,
cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan haya! kırıklığı, Sovyet deneyinin
yarattığı heyecan ve bağımsızlıktan taviz vermeden kalkınmanın
zorunluluğu Genç Türkiye Cumhuriyeti devletçilik uygulamasına
yöneltmiştir Sonuçta Mayıs 1931 ’de toplanan C H P ’nin Ü çüncü B üyük
Kurultayında devletçilik ilkesi parti programına alınmış ve tek parti
döneminin özelliklerinden dolayı
da bir devlet politikası haline
gelmiştir
A ta tü rk ’ün Devletçilik Anlayışı:
Yeni Türk devletinin 1930’dan sonra izleyeceği ekonomik
politikanın teorisi ve doğal olarak ön çalışmalarıyla nihai kararlar
Mustafa Kemal A tatü rk ’e aittir
Ayrıca ekonom ik politikanın
belirlenmesinde ve uygulanm asında “M ustafa Kemal P aşa - Başbakan
İsmet Paşa - İktisat Vekili” şeklinde hiyerarşik bir yapı bulunduğunu
iddia etmek hiç de yanlış olmayacaktır
Konuya A tatü rk ’ün ılımlı bir devletçilik uygulamasından yan a
olduğunu vurgulayarak başlam akta yarar vardır Atatürk, ılımlı (mutedil)
devletçiliği savunduğunu, devletçiliğin henüz bir devlet politikası
olmadığı 1929 yılında yapm ış olduğu konuşm ada aynen şu ifadelerle
açıklamıştır: “ Türkiye Cum huriyetini idare edenlerin, demokrasi
esasından ayrılm amakla beraber ılımlı devletçilik prensibine u ygun
yürümeleri, bugün içinde bulunduğum uz durum lara, şartlara ve
333
zorunluluklara uygun olur Bizim takibini uygun gö rd ü ğüm üz ılımlı
devletçilik prensibi; bütün üretim ve dağıtım vasıtalarını kişilerden
alarak, milleti büsbütün başka esaslara göre düzenlem ek amacını
güden sosyalizm prensibine dayalı kollektivizm yahut komünizm
gibi özel ve kişisel ekonom ik teşebbüs ve faaliyete meydan
bırakmayan bir sistem değildir.” Atatürk'ün bu sözlerinden 1930’dan
sonra Türkiye’de devletçilik ile İlgili iki temel yaklaşım olduğu
söylenebilir Bunlardan birincisi devletçiliği ideolojik gerekçelerle
açıklamayan ve onu toplumsal kalkınmada bir araç olarak gören
pragmatik devletçilik anlayışıdır
İkinci görüş ise devletçiliği
sosyalizm ve kapitalizme karşı alternatif bir sistem olarak sunan
ideolojik devletçilik anlayışıdır Daha açık bir ifadeyle kalkınmada
üçüncü yo! arayışıdır
A tatürk’ün devletçilik anlayışı pragmatiktir ve Türkiye’nin
içinde bulunduğu koşullardan ortaya çıkmıştır Atatürk bu konudaki
düşüncesini şu sözlerle ifade etmiştir:”'
Devletin bu husustaki
faaliyet hududunu çizmek ve bu hususta dayanacağı kaideleri tespit
etmek, diğer taraftan vatandaşın ferdi teşebbüs ve faaliyet
hürriyetlerini tehdit etmemiş olm ak, devleti idareye salahiyattar
kılınanların düşünüp tayin etmesi lazım gelen meselelerdir Prensip
olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi
umumi şartlan göz önünde bulundurulmalıdır,, Bir de ferdin şahsi
faaliyet, ekonomik ilerlemenin esas kaynağı olarak kalmalıdır,
Fertlerin gelişmesine mani olm am ak, onların her görüş noktasından
olduğu gibi, bilhassa ekonom ik sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri
Önünde, devlet kendi faaliyetleriyle bir engel vücuda getirmemek,
demokrasi prensibinin en mühim esasıdır”. Atatürk bu sözleriyle
devletçiliği benimsemekle birlikte demokrasinin temel ilkesi olan kişi
haklarının da varlığını kabul etmekte ve bireyin kendisini geliştirme
imkanlarının ortadan kaldırmasını kabul etmemektedir
Atatürk tarafından önerilen pragmatik ve ılımlı devletçilik
diyebileceğimiz
yaklaşım,
doğrudan
doğruya
emperyalizmin
müdahalesine karşı kurulmuş bir savunma sistemi idi Atatürk ulusal
bağımsızlığın sağlam esaslara oturtulması için ekonom ik açtdan
tamamıyla bağımsız olmak gerektiğini görmüş ve bunun için de ulusal
334
sanayii yabancı rekabetinden korumak için devlet eliyle kalkınmayı
önermiştir
A tatürk’e göre devlet, özel teşebbüsün ilgilenmediği, başarılı
olamadığı ve gücünün yetmediği alanlarla, toplum çıkarlarının ön planda
olduğu
alanlara müdahale edecektir Bunun için devletin doğrudan
kendisi
yatırım yapacak, işletmeler kuracak ve para politikasını
belirleyecekti Bu yönüyle ılımlı bir çizgide olan Kem alist devletçilik
özel teşebbüse ve özel mülkiyete karşı değildi
Atatürk’ün devletçilik anlayışı Marksist anlamdaki devletin
ekonom ik faaliyetlerin tümünü organize etmesi anlamı taşım ıyordu
M arksizm 'de tüm üretim araçları devletin elinde toplanacak, her alanda
devlet
tekelleri olacak ve özel mülkiyet ile özel teşebbüs
bulunmayacaktı Oysa Kemalist devletçilik geri kalmış bir toplum da
hızla kalkınmayı hedefleyen ve ülkeyi çağdaş sanayileşmiş ülkeler
düzeyine çıkarmadı amaçlayan bir yaklaşımdı
A tatürk’ün devletçilik anlayışı o yıllarda Batıda sıkça görülen
devlet kapitalizminden de farklıydı Devlet kapitalizminde, devlet özel
teşebbüs yararına ve onun çıkarları doğıukuşunda ekonomiye müdahale
eder ve burjuva sınıfı lehine düzenlemeler yapardı Oysa A tatürk’ün
devletçiliği, diğer ilkelerden özellikle de halkçılıktan bağımsız
düşünülemezdi Bu yönüyle halkçılıktaki '‘toplumsal düzeni emeğe ve
hukuka dayatmak için yapılan uğraş’ şeklindeki hedef devletçilik
ilkesiyle son derece uyumlu idi “ Ayrıcalıksız, sınıfsız kaynaşmış bir
kitleyiz' söylemi halkçılık ilkesinin bit hedefi iken, bu hedefe ulaşmanın
yolu da devletçilikten geçmekteydi Ayrıcalıksız ve sınıfsız bir toplum
yaratm ak için her şeyden evvel adil bir ekonomik düzen kurmak ve
toplumun refah düzeyini yükseltm ek gerekli idi Bu konudaki en ciddi
çalışmalar da 1930 yılından uygulamaya konan devletçi ekonomik model
sayesinde g eçekleşm iştir
A tatürk’ün temel iIkeJeıİnden olan devletçiliğin
1931 yılında
CHP nin
progıamın
girmesiyle
birlikte
Türkiye'nin
ekonom ik
politikasının yönü de değişmiştir 1931 yılından sonra pek çok kesim de
önemli yatırımlar gerçekleştirilmiş ve 1933 yılında planlı ekonomiye
geçilmesinin de etkisiyle hızlı bir sanayileşme dönemine girilmiştir
Atatürk dönemindeki devletçi uygulamalar sayesinde Türkiye, dünyanın
335
en hızh kalkınan ülkelerinden biri haline g elm iştir. Sanayileşmenin yanı
sıra tarım alanında önemli teknolojik hamleler yapılmış, para kredi işleri
belli bir düzene sokulm uş, ulaştırmadan madenciliğe, sağlıktan
bayındırlık hizmetlerine kadar uzanan çevrede devlet etkinliğini
hissettirmiştir
Devletçilik ilkesi sonraki yıllarda üzerinde en fazla tartışılan ilkelerden
biri olmuştur
Özellikle 1950 yılından sonra dünyada ağırlığını
hissettirm eye başlayan liberal görüşlerin de etkisiyle devletçilik ilkesinin
aksine uygulamalara girişilmiştir Bununla birlikte Atatürk dönem inde
temelleri atılan, teorik ve pratik alt yapısı oluşturan devletçi model uzun
yıllar Türkiye’nin kalkınmasında önemli rol oynamıştır. İ 9 8 0 ’lerden
sonra yine dünyadaki gelişmelere paralel olarak devlet müdahaleciliği de
gözden düşmüştür A ncak Türkiye’nin bölgeleri arasındaki kalkınma ve
sanayileşme farklarının bulunması, devletçiliğin ve devletin zaman
zaman ekonomiye müdahalelerde bulunmasının vazgeçilm ez bir
ekonom ik politika tercihi olduğu bir gerçektir
İN K IL Â P Ç IL IK
İnkılâbın Tanımı
İnkılâp, kelime anlamı ile değişme, bir halden başka bir hale
dönmeyi ifade eder Arapça kökenli bir kelime olan İnkılâp, kalb,
münkalıb kelimeleri ile aynı kökten gelmektedir Dilim izde İnkılâp ve
devrim kelimeleri eşanlamlı olarak kullanılmaktadır.
İnkılâp ve devrim kelimeleri Fransızca karşılığı Révolution,
İngilizce karşılığı Revolution kelimelerinin karşılığı olarak T ürkçe’ye
çevrilmiştir
Révolution kelimesinin aslı olan “ revoluere” başlangıçta
tam am en somut bir m anada kullanılmaktadır
(Sırtüstü düşmek,
devrilmek, yuvarlanmak) Bu kelimeye ilk defa Dante A leghieri’nin
1.306-1308 yılları arasında yazmış olduğu “Convivio” (Şölen) başlıklı
eserinde rastlıyoruz Bu eserde “revoluzione” ifadesi yıldızların seyir ve
hareketleri anlamına gelmektedir
336
17-nci yüzyılda Hobbes ve Chiarendon gibi yazarlar, bu terimi
önceden görülmeyen, insan iradesi dışında bir olay, bir değişme
anlamında kullanıyorlar. Bu anlamda inkılâp tamamen objektif bir m a n a
taşımaktadır Fransız inkılâbı ile ilk defa fikrî ve sübjektif bir anlam
kazanıyor Ancak, bu sübjektif anlamı kazandıktan sonradır ki inkılâpta
insan iradesinin tesiri ön plana çıkmış oluyor. Artık inkılâp, insanın
seyirci kalacağı bir değişiklik olmaktan çıkıyor, doğrudan doğruya
istenilerek ve uğraşılarak başarılabilen siyasi ve sosyal değişiklikler
anlamında kullanılıyor
Kavram kargaşasını önlemek ve kavramlara açıklık getirmek
için, inkılâp kavramı ile ilgili benzer kavramları karşılaştırmak
gerekecektir
İnkılap, evrim veya tekamül (évolution) ve ıslahattan (reforme)
farklıdır Evrim genel anlam da tedrici bir gelişmeyi, değişikliği ifade
eder Yani yavaş yavaş açılm a ve şekil alma anlamım ifade eder
Örneğin insan soyunun gelişmesi, tabiat olayları evrim deyimi ile ifade
edilir Islahat veya yeni deyimle reform, temelde var olan şeylerin zam an
şartlarına göre ayarlanmasıdır
Toplum ihtiyaçlarına göre hukuk
düzenine uygun olarak yapılır.
İnkılâp ve devrim kelimeleri çok defa ihtilâl kelimesi ile
karıştırılmaktadır, Fransız inkılâbına Fransız ihtilâli de denilmektedir
Oysa inkılâp ve ihtilâl aynı şeyi ifâde etmemektedir ihtilal inkılâbın bir
evresini, mevcut otoriteye karşı gelmeyi, zora başvurmayı yani şiddete
dayalı kısmım ifade etmektedir
İnkılabın bir evresini teşkil eden ihtilal, isyan, baş kaldırma ve
ayaklanmadan farklıdır Fransızca bu kelimelerin karşılığı, révolte,
rébellion, insurrection ve soulévem ent’dir Bu kelimeler arasında anlam
bakımından az da olsa farklar vardır, Révolte Türkçe karşılığı isyandır
İsyan, kanunlara ve emirlere karşı gelmeyi, meşru otoriteyi cebir yoluyla
değiştirmeyi amaçlar İsyan, teşkilatlı bir grubun mevcut politik ve
sosyal düzeni ani olarak değiştirmek am acıyla başvurduğu şiddet
hareketidir
İsyanda devlet kuvvetlerine karşı gelme söz konusudur İsyan
hareketi çok sürmez, devamlı değildir İnkılâp ve onun bir evresi olan
337
ihtilâl, bir fikrin şahlanışıdır Fikri tarih tecrübesinden hız almaktadır.
İsyan ise şahsi tecrübeden fikre giden harekettir Belki bir ihtilalin
başlangıcı olabilir, plana ve akla dayanmaz.
İnkılâp hareketlen genel olarak üç aşamada gerçekleşir.
1-Fİkri aşama, aydınların, yazarların, filozofların fikirlerinin
toplum bilincinde kavranması aşamasıdır
2-Fikri aşam a sonrası gelen aksiyon safhasıdır, Yani değişiklik
fikirlerinin halka mal olması sonrası mevcut sistemin geniş bir halk
hareketi ile yıkılmasıdır Başka bir ifade ile ihtilâl saikasıdır
3-Yıkılan ve bozulan düzenin
verebilecek
yeni
bir
sistemin
gerçekleşmesidir Burada önemli olan
yargılarının toplum vicdanında yer
inkılâbın yaşaması m üm kün değildir
yerine halka beklentilerine cevap
kurulmasıdır
Yani
inkılâbın
inkılâbın getirmiş olduğu değer
etmesi gerekir Aksi takdirde
A t a t ü r k Ve İn k ılâ p çılık
A tatürk’ün benim en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti
bağımsızlık savaşı ve onu ta m am layan Tüık inkılâbının temel ilkeleri
üzerine kuruldu. Bu, 1919-1938 yılları arasındaki bir tarihin oluşumudur
Osmanlı İmparatorluğunun enkazı içinden yeni bir Türk devletinin
kuruluşunu Atatürk,, “ Yeni T ü rk iye’nin eski T iitk iye He hiçbir ilgisi
yoktur, O sm anlı D evleti tarih e karışm ıştır, Ş im d i Yeni Türkiye
d o ğ m u ştu r,” sözleriyle açık bir şekilde tanımlamaktadır İşte bu büyük
olay T ürk inkılâbı idi
Tüık inkılâbı zor şartlar altında başlamış ve başarıya
ulaşmasında Uç büyük engeli aşmak zorunda kalmıştır Birincisi;
Türkiye’yi işgal eden güç em peryalist güçlerden ülkeyi kurtarmak
gerekiyordu İkincisi; fonksiyonunu yitirmiş olan kurum lan yıkm ak ve
bunların yeıine çağdaş dünya ihtiyaçlarını karşılayacak yeni kurumlar
getirmek
İşte Tüık inkılâbı bu güçlüklerin aşılması sonucunda
kurulmuştu
338
1ürk inkılâbı, siyasi toplumun temelini ümmet esasından millet
esasına çevirmiş, aynı zamanda da siyasi iktidar olarak, kişisel
egemenliğe son vererek millet egemenliğini ilan etmiş, hem dine bağlı
(teokratik) devlet yapısının üzerine laik devlet yapısını geçirmiş, hem
modernleşm e ile gelenekçilik arasında bocalamakta olan bir toplumu bu
ikilikten kurtararak Türkiye’nin yüzünü geri dönülmez bir şekilde batı
medeniyetine döndürmüştür Bütün bunlar, yirmi yıldan kısa bir süre
içinde olmuştur
Çok köklü bu değişmeleri kısa zamanda gerçekleştiren Türk
inkılâbı, daima milli egemenliği temsil eden bit meclisin kararlarına
dayanılarak yürütmeye çalışmıştır Hukuki şekillere uyma ve hukukun
üstünlüğüne önem verme, Türk İnkılâbım, sokağın, şiddetin, kanlı
ayaklanmaların hakim olduğu ihtilallerden ayıran bir özelliktir
A tatürk’ün önderliğinde Türkiye’de çağdaşlaşma atılanlarının
gerçekleştirildiği dönemde, A v ru p a’nın bir çok ülkesinde tarihin en koyu
totaliter diktatörlükleri hüküm sürüyordu Atatürk, totaliter ideolojilerin
temelden yanlış olduğunu görmüştür
Fransız ve Rus İnkılâplarının ne kadar kanlı olduğu,, nasıl bir
terör getirdikleri bilinen bir gerçektir Fransa’da, işgalci Alınanlarla
işbirliği yaptıkları Vichy hükümeti yanlısı oldukları' iddiasıyla, İkinci
Dünya Savaşından so m a çoğu zaman sorgusuz ve duruşmasız, sokak
köşelerinde öldürülenlerin sayısı resmi itiraflara göre on bini,, bazı
Fransızların iddialarına göre yüz bini aşmıştır XX yüzyılın totaliter
dikta rejimlerinin kurban sayıları milyonlara, hatta on milyonlara
varmıştır Stalin' in ölümünden sonra Sovyet Rusya Komünist Paıtisi’nin
XX Kongresinde, halefi Kruşçof tarafından okunan ve Stalin’in
zulümlerini belgeleyen rapor, Hitler’in toplama k am ptan ile ilgili
bilgilet, bu gibi totaliter rejimlerin her gün yüzlerce, bazen binlerce
insanın kanına girerek ayakta durabilmiş olduklarını gösteriyor
E ndon ezy a’da Sukarno yönetiminin yıkılmasının, K am boç ya’da Pol Pot
diktatörlüğünün ve onu izleyen dönemlerin,, İran’da Şah’m devrilmesine
yol açan ihtilalin ne kadar kanlı olduğu biliniyor
Bütün bunlar göz önünde tutulunca, Türkiye’de monarşiden
Cumhuriyete, teokratik devletten laik devlete geçişi de içine alan b üyük
bir İnkılâbın,, çok köklü ve geniş değişikliklerin, ne kadar kansız şekilde
339
gerçekleştirildiği anlaşjlır İstiklal mahkemelerinin savaş ve inkılâp
yılları boyunca ölüme mahkum ettiği kişilerin veya sürgüne
gönderilenlerin sayısı birkaç yüzü, yani totaliter rejimlerin bazen bir tek
günde sorgusuz, duruşm asız yok ettiği kişilerin sayısını aşmaz
Atatürk yukarıda saymaya çalıştığımız bu köklü değişimleri 5
Kasım 1925 tarihli bir konuşmasında şöyle ifade etmişti: “ Türk in kılâbı
nedir ? Bu inkılâp, kelim esin in ilk anda işaret ettiğ i ih tilâ l m an asın dan
başka, ondan dah a gen iş bir değişikliği ifade etm ek ted ir Bu gü n kü
devletim izin şekli, asırlardan b e ri gelen esk i şek illeri ortadan kaldıran,
en g elişm iş tarz olm uştur, ”
“ M illet, u lu slararası g en el m ü cadele saltasında h a ya t sebebi
ve k u vvet sebebi olacak ilim ve vasıtanın an cak çağdaş m ed en iyette
b u lun abileceğini, bir değişm ez g erçek olarak p ren sip saym ıştır ,
N etice olarak m ille t saydığım ız değişiklik ve in kılâpların
ancak, dü n yevi ih tiyaçlardan m ü lh em ve ih tiyacın d eğişm e ve
g elişm eyle m ü tem adiyen d eğişm e ve g elişm e si esas olan dü n yevi
zih n iyeti h ayatı boyu n ca devam edecek bir idare saymıştır,
B ü yü k m illetim izin h ayatın ın seyrin de vücuda g etird iğ i bu
değişiklikler h erh an gi bir ih tilâlden çok fazla, çok y ü k se k olan en
m uazzam in kılâplardandır ”
A t a t ü r k bir b a ş k a k o n u ş m a s ın d a ise ", in kılâp varolan
m ü esseseleri zorla değiştirm ektir,, Türk m illetin i son asırlarda g e ıi
bırakm ış olan m ü essese leti yıkarak, ye rle rin e m illetin en yü k se k
m ed en i gerek lerin e g ö re ilerlem esin i sağlayacak y e n i m ü essese leti
koym uş olm aktır” der
A tatürk’ün, yukarıdaki sözlerinden de
anlaşılacağı gibi, Ona göre inkılâp her hal ve şart içinde bir ilericilik,
yenileşmek ve bir çağdaşlaşmaktır. Çağın gerisinde kalmış müesseseleri
ortadan kaldırmaktır Bunları yaparken de ilhamı milletten almış ve
çağdaş temellere dayandırmıştır Nitekim başka bir konuşm asında da
“Ben şim diye kadar m illet ve m em leket h ayrın a ne g ib i h am leler,
in kılâplar ya p m ış isem hep, h alkım a tem as ederek, onların ah laka ve
m u habbetlerin den g ö ste rd ik le ri sam im iyetten kuvvet, ilh am a larak
y a p tım ” demektedir. Görüldüğü gibi Atatürk, yaptığı inkılapların
ilhamını daima milletten almıştır Ayrıca ona göre hakiki inkılâpçılar
340
halkının vicdanlarındaki gerçek eğilimlere nüfuz etmesini bilenlerdir.
Taklitçiliğin de karşısında olan Atatürk, hiçbir millet b aşka bir milleti
taklit edemez ve etmemelidir, aksi takdirde; bunun şonucu o millet için
hüsran olur demektedir Bir millet için iyi olan bir İcraat bir başka millet
için felaket olabilir. Çünkü sosyal bünyeler arasında daim a fark vardır,
işte onun içindir ki, Atatürk Türk milletine yol gösterirken, dünyanın her
türlü ilminden, keşiflerinden ve ilerlemelerinden yararlanalım,, lâkin
unutm ayalım ki asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız
demektedir
A tatürk’ün İnkılâpçılıktaki teme! hedeflerinden biri
de
insanların düşünce yapılarını değiştirmek olmuştur Zira eskiyi y ıkarak
yerine milletin en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini
sağlamak yeni kurum lan yaşatacak yeni bir insan da gerekiyordu Bunun
içindir ki Atatürk, en hakiki mürşidin ilim olduğunu düşüncelerde
yerleştirmeye çalışmıştır Gerçekten de A tatürk’ün Türk milletini
yönetmek istediği Batı uygarlığının temel niteliği, aydınlanma
tutumuydu Bu da akim hayata kılavuzluk etmesi, değer ve normların
akılla bulunması, başka bir ifâdeyle dogmatik ilkelerin yerini ilim
zihniyetinin almasıydı
Özetle
hedeflemişti!
Atatürk
Türk
inkılâbını
gerçekleştirirken
şunları
Yeni ve çağdaş bit Türk devletinin kurulması;
Din
ve
mezhep ideolojisinin yerine milliyet ideolojisinin yerleştirilmesi; Batı
uygarlığım meydana getiren ilim ve yönteme bağlanılması; Yeni Türkiye
devletinin kanun ve örgütlerinin dünya ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi;
İlmin hayat için tek mürşit kabul edilmesi
Atatürk inkılâplarındaki başarısında milletle bütünleşmesi
yanında 1 0 i oynayan başka bir faktörde onun inkılâpları gerçekleştirirken
kullanmış olduğu kendine özgü metotlarıdır Her şeyden Önce Atatürk,
inkılâpları gerçekleştirirken doktrinci olmayan, faydacı bir yol izlemiştir
Devletçilik anlayışı buna en açık Örnektir Bilindiği gibi Devletçilik
politikası dünyadaki mevcut sistemlerden birinin kopyası değil,
T ü rk iye’nin şartlarından çıkmış Türkiye’ye Özgü bir uygulamadır
341
Atatürk inkılâplarının diğer bir özelliği de zor ile değil ikna
yoluyla gerçekleştirmiş olmasıdır Mesela şapka inkılâbı esnasında
Atatürk başında şapka ile K astam onu’ya geziye çıkmış, halka fes yerine
şapka giyilmesinin lüzum ve faydalarım anlatmıştı Şapka kanunu ancak
bu geziden üç ay sonra, halkın çoğunluğu ikna edildikten sonra
çıkarılmıştır
A tatürk’ün inkılâplarının üçüncü bir özelliği de denemeyanılma yoluyla doğruyu bulma yöntemini uygulamış olmasıdır. 'Nitekim
dil inkılâbında 1933 yıllarında Önceki uygulamalarından farklı olarak
daha ılımlı bir yol izlemiştir
Türk inkılabının Tarihi Gelişimi
Osmanlı Devleti duraklama devrinden sonra 18 nci yüzyıldan
itibaren hızla gerilemeye başlamıştır Bu andan itibaren Batılı devletlerin
bir açık pazarı haline düşmüştür 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ile
Batıkların hasta adam olarak nitelendirdikleri Osmanlı Devletine son
darbeyi indirmişlerdir
Mustafa Kemal Paşa bu akıbeti çok önceden görmüş, Türk
Milletini bu yıkıntı içinden selamete çıkarmak, ona özgür ve şerefli bir
hayat sağlanması gereğine inanmıştı. İnkılap düşüncesi onda 1919 un
çaresizliği içinde doğm uş değildi 1907’de daha genç bir subayken,
vatanın gelecekteki sınırlarını çizmişti 1919’da son Osmanlı Meclisine
milli anlaşma (Misak-ı Milli) halinde kabul ettirdiği bu sınır, 1922’de
kılıcı ile çizdiği vatan sınırı ile hem en hemen aynıdır
1922 zaferiyle başlayan inkılâp hareketleri 1938’e kadar şartlar
oluştukça safha safha gerçekleştirilmiştir.
Gerçek bir inkılâpçı olan Atatürk zamanı gelinceye kadar
düşüncelerini kendi deyimiyle “Bir Milli Sır” olarak vicdanında
saklamasını bilmiş, zamanı geldikçe de uygulamakta tereddüt
etmemiştir Ona göre önünde iki alternatif vardır: T ürkiye’yi derece
derece mi ilerletmek; ani olarak mı? Önünde iki yol var: Fransız
İnkılabında olduğu gibi rejimler değişecek, ihtilâllere karşı kontr
ihtilâller yapılacak ve aradan asırlar geçecektir A tatürk’e göre milletin
342
artîk ne akıtacak kanı ne de zamanı vardır Çağım ızda pek az inkılâp
hareketi bu kadar köklü değişimi bu kadar kısa bir zam anda
gerçekleştirebilmiştir
Türk inkılâbı, tarihte her inkılâp hareketinde olduğu gibi, fikri
bir hazırlık evresi sonrası meydana gelmiştir Türk inkılâbı da Tanzimat
ve Meşrutiyet devirleri düşünürlerinin geliştirdikleri fikirlerin zemini
üzerine kurulm uş olmasına rağmen çok bakımdan öncekilerden ayrılır
A tatürk’ten önceki İslahat hareketleri daha ziyade askeri
zaruretlerin ve dış faktörlerin etkisi altında yapılmış, daha çok doğu ile
batıyı uzlaştırmaya yöneliktir
Uzlaştırıcılar, batılılaşmanın
bizi
kendimiz olmaktan çıkartacağı korkusundan hareket ediyorlardı. Oysa
kendimiz olarak kalm am ız ancak uygarlık denen ve aslında coğrafi bir
bölgenin değil, bütün insanlığın ortak malı olan akılcı ve hürriyetçi hayat
görüşüne yönelm em ize bağlıydı Burada bilinmeyen gerçek şu idi; Batı
uygarlığını temel alan hayat felsefesi batıda doğmuş ve sadece batının
olmuş değildi Akılcı ve hürriyetçi düşünce; Sümer, Mısır, Girit. Y unan
ve R o m a ’dan atlayarak Rönesans ve reform gibi iki hümanist aşamadan
geçip Batı A v ru p a’ya yollanmıştı O uygarlığın unsurları arasında
Türklerinde içinde bulunduğu İslâm Medeniyeti de vardı Bu anlamda
Batılılaşma, bir yabancılaşm a değil, tersine bir kendine dönm e idi
Atatürk,
bu
gerçekleri
görerek
Türk milletini
bütün
m üesseseleıiyle çağa uygun bütün mana ve biçimiyle çağdaş bir toplum
haline getirmeyi inkılâplarının temel hedefi sa ym ıştır. A tatü rk ’ü
kendinden
önceki
ıslahatçılardan
ayıran
ikinci
özelliği
Onun
gerçekçiliğidir Bilindiği gibi kendinden öncekiler kurtuluşu şu ü ç tez
üzerine kuruyorlardı:
1-Padişahı yeryüzünde A lla h ’ın gölgesi olarak gören bir devlet
fikri Bu görüşle bütün Müslümanlar bir araya getirilerek geniş haıitalı
bir İslâm devleti kurm ak istiyorlar Oysa bütün İslâm toplulukları
em peryalist devletlerin esareti altında bulunuyorlardı N itekim I Dünya
Savaşında Tüıkler, emperyalist devletlerin yanında yer alan Müslüman
askerlerle de savaşmak zorunda kalmıştır
2-Pan-Tütkizm adı verilen dünyanın çeşitli yerlerinde bilhassa
R usya’da Türkçe konuşan ve ırkça müşterek olan insanlara “ Büyük
343
Türkiye’7 ideali aşılayarak bir Turan ülkesi kurulması fikri idi Bu
Osmanlı D evleti’nin dünya çapında göğüsleyemeyeceği tepkilere maruz
kalacağı anlamına gelmekteydi
3-Pıens S abahattin’in inkılâp propagandasını yaptığı Adem-i
Merkeziyet adı verilen bir nevi federatif devlet fikridir Bu da ancak
imparatorluğun çöküşünü hızlandıracaktı
Çünkü federe olunacak
kitlelerin Osmanlı devletine; özellikle Fransız İnkılabı ile birlikte isyan
halinde oldukları bilinmektedir. İslahat hareketleri padişahların veya bir
küçük aydın grubun eseri olduğu halde Türk inkılâbı Türk halkının
A tatürk’ün etrafında toplanmasıyla başarılmıştır Türk milleti yalnız dış
düşmanlara karşı değil aynı zamanda halife ordusuyla da savaşmak
zorunda kalmıştır
Sonuç olarak denilebilir ki, Türk inkılâbı bir zaruretin sonucu
idi Emperyalist devletlerin saldırıları karşısında, varlığını m uhafaza
edebilmek için öncelikle askeri alanda başlatılan ıslahat hareketleri
devleti kurtarmaya yeterli olamamıştır Tanzimat’tan bu yana Türk
aydınlarının üzerinde sürekli çalıştıkları, ülke nasıl kurtulur? Sorusuna
verilmiş radikal bir cevaptır.
Atatürk önce milli bağımsızlığı sağlamıştır, sonra da yeni bir
devlet, yeni bir toplum oluşturarak Türk milletini her anlamıyla çağdaş
medeniyet seviyesine çıkarmayı hedef almıştır
344
BİBLİYOGRAFYA
Abel Oliver, Arkoun Mohammed Mardin, Şerif; Avrupa’da Etik* Din ve Laiklik
İstanbul 1994
Afetinan A ; Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi Ankara 1977
............; Vatandaş İçin Medenî Bilgiler ve Mustafa Kemal’in ElYazıları
Ankara 1969
....................;D e vle tçilik İlk e s i ve Türkiye C u m hu riyeti’h in B irin c i Sanayi Plânı
1933 TTK Yay Ankara 1972
....................,M edeni B ilg ile r ve M K em al A ta tü rk ’ün E l Yazıları, TTK Yay
Ankara 1969
-------
;Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Ankara 1977
-— ....... — ;Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1968
Ağaoğlu, Ahmet. Devlet ve F e rt İstanbul 1933
;Serbest Fırka Hatıraları, İstanbul 1969
Akçura Yusuf; Yeni Türk Devletinin Öncüleri, 1928 Yılı Yazıları, Haz ; Nejat
Sefercioğlu Ankara 1981
Akgün Seçil; Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik Ankara
Akşin.Aptüiahat; Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi C l İstanbul
1964 C ll İstanbul 1966
Akşin, Sina; "Osmanlı Türk Toplumunda Sınıf Yapısı Üzerine Bir Deneme ,
Toplum ve Bilim Sayı 2 1977 s 31-46
Akşin, Aptulahat; Türkiye’nin 1945’ten Sonraki Dış Politika Gelişmeleri Orta
Doğu Meseleleri, İstanbul, 1959
AKYOL Taha; M edine’den Lozan’a, Milliyet Y ay, İstanbul, 1996
Akyüz Kenan; Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, (1860-1923) 4 Bsk ?
Akyüz, Yahya; Türk Eğitim Tarihi, Ankara 1982
Alasya H Fikret; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Tarihî Ankara 1997
Aralov S I; Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, (Çev Haşan A li Ediz),
İstanb 7 1967
Arar İsmail; Hükümet Programları (1920-1965), Burçak Yayınevi, İstanbul, 1968
345
Arat R Rahmeti; Dil Tabii B ir Varlıktır1 Türk Kültürü, s 158, Aralık 1975 s 6974
Armaoğlu Fahir; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980)
Yayınları Ankara 1983
_____________ ; Atatürk ün Dış Poütika Prensipleri
Devletçilik Anlayışı Ankara 1982 s 57-65
Türkiye iş Bankası
Atatürk’ün Milliyetçilik ve
Arsal S Maksudi; Türk Dili için (Türk Ocakları
Neşriyatından) Milli Mücadele Seri s1 1930
Arsal Sadri Maksudi; Teokratik Devlet ve Laik Devlet
İlim ve Sanat Heyeti
Tanzimat i, İstanbul 1940
.Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları 4 B İstanbul, 1979
Ataay Aytekin
D evrim ler A çısından M edeni Kanun İstanbul 1960
Ataöv Türkkaya; Amerika, NATO ve Türkiye 2 Baskı Ankara, 1969
Atatürk Araştırma Merkezi; Laiklik Paneli Ankara 1987
Atatürk M Kemal; Nutuk 13 B C l-Iİ İstanbul 1973
;Nutuk 3 Cilt
....................;Nutuk C I II II İstanbu! 1973
-— ;Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, II, III
.................-;N u tu k 1,11,ili, İstanbul 1973
[Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, İU, Ankara 1981
—-........
;Nutuk C l II İN İstanbul 1973
.................—;Nutuk II Cilt 9 Baskı İstanbul 1969
A ta tü rk ’ün S öylev D em eçleri II Cilt 2 Baskı Ankara 1959
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri
U Kocatürk C V Ankara 1972
(Tamim
veTelgrafları)
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Haz: Nimet Arsan
Fîaz: S Borak
3Bl C l-lll Ankara 1981
Atay Falih Rıfkı; Çankaya İstanbul 1969
Ateş Toktamış; Laiklik Dünyada ve Türkiye’de Ankara 1994
Aybar Ergun; Atatürk Çağdaşlaşma ve Laik Demokrasi İzmir 1994
[İstiklal Mahkemeleri 2 Cilt Ankara 1982
Aydemir Şevket Süreyya İnkılap ve K adro 3 Baskı İstanbul 1986
346
Barutçu Faik Ahmet; Siyasi Antlar (-1939-1954) Milliyet Yayınları İstanbul. 1977
Başar Ahmet Hamdi İk tis a d i D e vle tçilik 2 Cilt İstanbul 1931-1933
....................A ta tü r k ’le Üç A y ve 1930’dan Sonra Türkiye 2 Baskı AİTİA Yay
Ankara 1981
Başer Ahmet Hamdi; Atatürk ie Uç Ay ve 1930 dan Sonra Türkiye Ankara 1981
Başgii Aii Fuat; Din ve Lâiklik İstanbul 1962
Başgöz İlhan-VVİlson E Fioward; Türkiye Cumhuriyeti’nde Eğitim ve Atatürk
Ankara 1968
Bayar Celal; Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz İstanbul 1978
Baydar Mustafa; Atatürk ve Devrimierimiz İstanbul 1973
Baykal Bekir Sıtkı;
Ankara 1976
Cumhuriyetimizin Tarihsel Anlamı
50,Yıl Konferansları
Bayur. Yusuf Hikmet Türkiye Devleti nin Dış Siyasası Ankara 1973
Berke s Niyazı T ü rkiye ’de Çağdaşlaşm a 2 Baskı İstanbul 1973
.............. —- ;Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara 1978
Bilsel Cemil Lozan, II Cilt İstanbul 1933
Borak Sadi; Atatürkçülük ve Din İstanbul 1962
Boratav Korkut T ü rkiye ’de D e v le tç ilik 2 Baskı Ankara 1982
Bozkurt Güinihal Batı H ukukun T ürkiye’de B enim senm esi Türk Tarih Kurumu
Yay Ankara 1996
Burçak Rıfkı Salim; Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1939-16 Ekim 1939) ve Dış
Politikamız Üzerindeki Tesirleri Gazi Üniversitesi Yayınları Ankara 1983
Canpolat, Mustafa; Türkiye de Yazı Devrimi Girişimleri
Ankara 1979 s 22-32
Yazı Devrimi, TDK
Cebesoy Alı Fuat Siyasi Hatıralar / Cilt, İstanbul 1957
________________Moskova Hatıraları, İstanbul 1955
Churchill Winston S; The Second World War
Company Boston, 1950-1951
Vol
lil, IV, Hougton Miffhn
Cin Halil İslam ve Osm anlı H ukukunda Evlenm e 2 Baskı Konya, 1988
Çaycı Abdurrahman; Atatürk ve Türkiyenin Çağdaşlaşması Problemi
Döneminin Sosyo-Ekonomik Sorunları Erciyes Üni Yay Ankara 1981
Atatürk
347
....................; Atatürk ün Medeniyet Anlayışı ve Batı M edeniyeti, SO.Yıl Armağanı,
Erzurum 1974 S 13-26
Çeçen Antl; Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara 1981
Çöker Fahri; Türk Tarih Kurumu, Kurutuş Amacı ve Çatışmaları, Ankara 1983
Daver Bülent; Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik Ankara 1955
Derin F Çetin ; Osmanlı Devletinin Siyasi Tarihi Türk Dünyası El Kitabı s 9901002
Dümen İbrahim Necmi; Güneş-Dil Teorisinin Ana Hatları Hakkında
İstanbul 1936
TDK
Dönmezler Sulhi; Atatürk ve inkılâpçılık” Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara
1995 s 89-105
Duverger, Maurice; Les Regimes Politiques Paris 1948
Eidem,Vedat ;Osmanlı
Tetkik,Ankara-1994(2)
İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir
Eliçin Emin Türk K e m a list D evrim İd e o lo jis i İstanbul 1970
Ergin Osman Nuri; Türk Maarif Tarihi 5 Cilt, İstanbul 1977
Erkin
1968
Feridun Cemal; Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara
Eroğlu, Hamza; 'Atatürke Göre Millet ve Milliyetçilik” Atatürk Yolu
İstanbul
1981
---------------- ; Kurtuluş Savaşı ve Ulusal Egemenlik Kavramı'
Sempozyumu Ankara, 24-25 Nisan 1985
I,Milli Egemenlik
------ ;Atatürkçülük, Ankara 1981
-....... ;20 Yüzyıl Siyasi Tarihî Ankara 1984
Eroz Mehmet ;Marxizm -Leninizm ve Tenkidi,İstanbul-1975
Feyzioğlu, Turhan; Atatürk Yolu”, Atatürk Yolu Ankara 1981 S 1-61
---------------- ; Türk inkılâbının Temel Taşı Lâiklik’' Atatürk Yolu, Ankara 1987
---------------- ; Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri
Olarak Millet Egemenliği", A, A M D , C.l, Sayı: 3
................... ;Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1986
----------------;Mi!let Egemenliği, Ankara 1988
348
Fındıkoğlu Ziyaettin Fahri: Medeni Hukukumuz Etrafında Bazı Sosyolojik
Meseleler
A nkara Ü n ive rsite si Siyasal B ilg ile r F akültesi D ergisi, XIII Cilt,
No 1 M ad 1958
Georgeon François; Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, Yusuf Akçura Çev: Alev
Er, Ankara 1986
Georges Gaulis Berthe; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği, Çev:
Cenap Yazansoy İstanbul 1981.
Giritli İsmet; Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul 1980
................... ; Atatürk Cumhuriyetinin Lâiklik İlkesi" Atatürkçü Düşünce, Ankara
1992
...................., Kemalizm İdeolojisi Atatürk Yolu İstanbul 1981
Giritli İsmet; Atatürk Cumhuriyeti İstanbul 1988
Goloğlu Mahmut; Türkiye Cumhuriyeti 1923
............... — ;Cumhuriyet’e Doğru
— ............... ;Devrimler ve Tepkileri
[D evrim ler ve T epkile ri Ankara, 1972
....................¡Halifelik Ne İdi?
----- ----- ¡Nasıl Alındı ? Niçin Kaidırıidı? Ankara 1973
Gönlübol, Mehmet - Cem Sar; Olaylarla Türk Dışı Politikası 1919-1973, Ankara,
1974
Gönlübol, Mehmet ve Diğerleri; Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973)
Baskı Cilt I il , S B F Yayınları Ankara, 1982
5
Gülalp Haldun G elişm e S tra te jile ri ve G elişm e İdeolojileri, 2 Baskı, Yurt Yay
Ankara 1987
Gürel, Şükrü S; Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri Ankara, 1993
Gürün Kamuran; Dış İlişkiler ve Türk Politikası, (1939’dan Günümüze Kadar)
S B F Yayınları Ankara, 1983
Kamuran Gürün; Türk Sovyet İlişkileri 1920-1953, Ankara 1991
Erol Güngör,Türk Küitürü ve Milliyetçilik,İstanbul-1976
___________¡Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik,İstanbul-1982
Halil İnalcık; “Osmanlı İmparatorluğunda Kültür ve T eşkilat Türk Dünyası El
Kitabı s 657-708
349
Hamitoğulları Beşir Çağdaş İk tis a d i Sistemler, A Ü SBF Yay Ankara 1975
Harris George; Trouble Alliance: Turkish-American Problem in Historical
Perspective. (1945-1971), Washington and Stanford 1972
Hatipoğlu M Murat; Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954, Ankara
1997
Hatipoğlu Vecihe; Atatürk ve Türk Dili TDK, Ankara 1963
Heyd Uriel; Language Reform İn Modern Turkey, The Israel Oriental Society
Jerusalem 1954
---------------- ;Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çev : Kadir Günay Ankara 1979
İğdemir Uluğ; Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu Ankara 1973
İnalcık Halil; Atatürk ve Türkiye nin M odernleşm esi, Belleten 108 s 623-632
İnan Karnran; Dış Politika, İstanbul 1993
İnönü ismet Hatıralar ii Cilt Ankara, 1987
İsmail Sabahattin; 100 Soruda Kıbrıs Sorunu Lefkoşe 1992
■Jaeschke; / ve li Dünya Savaşlarında Türkiye nin Dış P o lit ik a s ı Çev
CXLI s 164 Ekim 1973 s 733-743
Belleten,
Jaeschke Gotthard; Yeni Türkiye’de İslamlık Çev: Hayrullah Örs Ankara 1972
Kafesoğlu İbrahim-Saray
Temeller İstanbul 1983
Mehmet;
Atatürk
İlkeleri
ve
Dayandığı
Tarihi
Karacan Ali Naci; Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul 1943
Karal Enver Ziya; Atatürk’ten Düşünceler Ankara 1969
....................;Atatürk’ten Düşünceler, Ankara 1956
-.Atatürk’ten Düşünceler İstanbul 1986
Karaosmanoğlu Yakup Kadri; Politikada 45 Yıl Ankara 1968
Karpat Kemal; Türk Demokrasi Tarihi İstanbul 1967
Kazamias, Andreas M; Education and the Quest For Modernity in Turkey,
London 1966
Kedourie Elie; Avrupa’da Milliyetçilik Çev : M Halûk Timurtaş Ankara 1971
Kili Suna; Atatürk Devrimi, Ankara 1981.
Kocabaşoğiu Uygur; Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19 Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul 1989
350
Kocatürk
LJtkan;
Atatürk'ün
Fikir
ve
Düşünceleri,
Ankara
1984
Kodaman Bayram; Avrupa Emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğuna
Vasıtaları (1838-1914) Milli Kültür Haziran 1980 s 23-33
Giriş
:_________ ; "Atatürk ve Tarih ; Atatürk ve Kültür H U Özel Sayı Ankara
1982
Kongar
1994
Emre; Devrim Tarihi ve Toplum Bilim Açısından Atatürk
İstanbul
Korkmaz Zeynep; Cumhuriyet Döneminde Türk Dili A U D T C F Yay 251
Ankara 1974
Kuran Ercümend; Atatürkçülük Üzerine Denemeler Ankara 1981
Kurat.Yuluğ Tekin ; Eili Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası 1923-1973 Belleten
C XXXIX s 154 Nisan 1975 s 265-308
Kushner David; Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu(1876-19Û8) İstanbul 1979
Küçük Yalçın Pfanfı Kalkınm a ve Türkiye 4 Basım İstanbul 1985
Lewis Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ç e v : Metin Kıratlı
1984
Lozan Barış Konferansı Tutanaklar ve Belgeler 3 Cilt (Haz
Ankara 1967-1972
2 B Ankara
Seha L Meray)
Maarif Vekaleti (Yay): Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri İstanbul 1939
Mardin Şerif; Yenileşme dinamiğinin Temeileri ve Atatürk Çağdaş Düşüncenin
İşığında Atatürk,İstanbuI-1983 ss 21-48
___________;Din ve İdeoloji Îstanbul-1983
__________ Jöntürkierin siyasi Fikirleri,İstanbul-1985
Milfi Eğitim Bakanlığı (Yay) Cumhuriyet Döneminde Eğitim İstanbul1983
Milli Eğitim Bakanlığı (Yay) Cumhuriyetin 50.Yılında Milli Eğitimimiz İstanbul
1973
Okyar Fethi; Uç Devirde Bir Adam İstanbul 1980
Okyar; Osman
12
'Devletçiliğin Doğuşu Forum
Sayı 211, 15 Ocak 1963 ss 10-
Olaylarla Türk Dış Politikası C l Ankara 1982
Oral Sander; Siyasi Tarih,Ankara-1985
Oran Baskın; Atatürk Milliyetçiliği Ankara 1988
Ökçün Gündüz Türkiye İk tis a t Kongresi, A Ü SBF Y ay, Ankara 1971
351
Özbudun, Ergun;
ss 231-243
Atatürk ve Demokrasi
Atatürkçü Düşünce
Ankara 1992
Özek Çetin; Türkiye’de Lâiklik, İstanbul 1962
Özerdim Sami; Yazı Devriminin Öyküsü, TDK 2 Bsk Ankara 1978
Özsün ay, Ergun
Yabancı Hukukun Benimsenmesi Yoluyla B ir Çağdaşlaşma
Modeli Kemalist Hukuk Devrimi Üzerine Gözlemler ve Değerlendirmeler” , A ta tü rk
ve A d a le t D evrim i, A da le t Bakanlığı Yay,, Ankara 1981
Roderic H Davıson; Mondroston Lozan a Kadar Türk S iya se ti, Çev Mine Eroi
A Ü D T C Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, C XIV Ankara 1983 s 81-112
SSCB
Dışişleri Bakanlığı; Stalin, Roosevelt ve Churchill’in Gizli
Yazışmalarında Türkiye (1941-1944), Çev: Levent Kongar Hawas Yayınları
İstanbul 1981
Safa Peyami; Türk İnkılabına Bakışlar, Ankara, 1981
Sakaoğlu Necdet; Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi İstanbul 1992
Sander Orai; Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968) II
S B F ,D ,,
Cilt XXVII. No 1 (Mart 1972), ss 1-24
—................;Balkan
Ankara 1969
Gelişmeleri
ve
Türkiye
(1945-1965),
SBF
Yayınlan
..............-— ;Türk-Amerikan İlişkileri (1947-1964) S B F Yayınları Ankara 1979
Sarınay Yusuf; Atatürk’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı, İstanbul 1996
.................. -;Türk Ocakları (1912-1931), İstanbul 1994
Türkiye’nin Batı ittifakına Yönelişi ve NATO’ya Girişi
Ankara
1988
Savcı Bahri; Atatürk Lâikliğinin Gerçek Amacı ve Anlamı
Atatürk’e Saygı TDK
yayını 1969
Sezer Ayten; Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-38), Ankara 1994
(Doktora Tezi)
Shaw Stanford J Shaw Ezel Kural; Osmaniı İmparatorluğu ve Modern Türkiye,
Çev: Mehmet Harmancı C II İstanbul 1983
Soysa/ İsmail Tarihçeleri ve Açıklamaları
Antlaşmaları I C ilt, Ankara 1983
ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal
İsmail Soysal; Balkan Paktı Ankara 1985
Sungu İhsan; Tevhid-i Tedrisat
352
Belleten, C II Ankara 1938
Şimşir Bilal Lozan Telgrafları II cilt Ankara 1990-1994
Tansel Selahattin
Mondros tan Mudanya ya Kadar İV. Cilt, Ankara 1974
Tarih IV: Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul 1931
TDK; Dil Devriminin 30 Yılı Ankara 1962
Tekeli Ilhan-Selım İlkin
Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin
Oluşumu ODTÜ Yay Ankara 1982
.............................. ,1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları,
ODTÜ Yay Ankara 1977
—
Teze! Yahya Sezai, Cumhuriyet Döneminde Türkiye Ekonomisi
Ankara 1988
Yurt Yay
Tikveş Özcan Atatürk Devrimi ve Türk Hukuku, İzmir 1975
Timur Taner Türk Devrimi ve Sonrası (1919-1946,1 Ankara 1971
- ............
,Türk Devrimi Tarihi Anlamı ve Felsefesi Ankara 1968
Tozlu Necmettin; Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar Ankara 1991
Tunaya. Tarık Zafer; Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük 2 B
İstanbul 1981
-...... T ürkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma
Hareketleri
İstanbul
1960
Tunçay Mete; Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (192331), Ankara 1981
Turan Şerafettin; ‘ Atatürk Milliyetçiliği Atatürk Konferansları III, 1969, Ankara
1970
¡Atatürk’ün
Kitaplar Ankara 1982
Düşünce
Yapısını
Etkileyen
Olaylar
Düşünürler
Turhan Terzioğlu; Atatürk ün Dış Politikasının Özellik İlke ve Amaçları
Türkiyesinde Dış Politika Sempozyumu Boğaziçi Üniversitesi s 1-13
Atatürk
Turhan Mümtaz; Garplılaşmanın Neresindeyiz, Bütün Eserleri I İstanbul 1980
Orhan Türkdoğan Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileritİstanbul-1976
.......................... ...... ;Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği,Ankara -1985
...................... .......... ;Günümüzde ve Türkiye’de Weber’ci Görüşler, İstanbul1985
Türk Dış Politikasının Analizi (Der; Faruk Sönmezoğlu) İstanbul 1994
353
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (Yay): Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri
Ankara 1945-1952
CI
II
Türk İstiklal Harbi II Cilt VI Kısım IV Kitap Gen Kur Bşk Harp Tarihi Dairesi
Resmi Yay Ankara 1969
Türkiye ve Avrupa (Yay Haz: Atila Eralp) Ankara 1997
Türkiye nin Dış Politikasrnda 50 Yıl Lozan (1922-1923J Ankara 1973
ÜÇOK Coşkun - Ahmet Mumcu; Türk Hukuk Tarihi Ders Kitabı Ankara 1976
,'Hukuk Çevriminin Nedenleri", Atatürk Yıllık Konferansları
1975- 1976 Ankara 1983
Vlli,
Ulküîaşır Şakir; Atatürk ve Harf Devrimi, TDK 2 Bsk Ankara 1981
Ülken Yüksel Atatürk ve İktisat Türkiye İş Bankası Yay Ankara 1981
Ülken Hilmi Ziya; Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi 2 B İstanbul 1979
Ulman A Haluk - Sander Orai; Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler 19231968 li A Ü S B F Dergisi C XXVI! No:1 Mart 1972 s 1-25
A Haluk Uiman; ‘ Türk Dış Politikasına Yön Veren
S B F Dergisi C XXIII No:3 Eylül 1968, s 241-273
Etkenler
1923-1968
I
Unaydın R Eşref; Hatıralar(Türk Dili Tetkik Cemiyeti nin Kuruluşundan İlk
Kurultaya Kadar) TDK 2 Bsk Ankara Ankara 1943
Vahapoğlu Hidayet; OsmanlI’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları
(Yönetimleri Açısından), Ankara 1990
Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet; Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat
İstanbul 1940
Tanzimat i,
Weisband Edward; 2„ Dünya Savaşı’nda İnönü'nün Dış Politikası, Çev: M Ali
Kayabal Milliyet Yayınları 1974
VVıdmann Horsi; Atatürk Üniversite Reformu
Bozkurt İstanbul 1981
Çev: Aykut Kazancıgil-Serpil
Yaşar Yücel; 'Osmanti İmparatorluğunda Desantralizasyona (Adem-i Merkeziyet)
D air Genel Gözlemler3 Belleten C XXXVIII 1974
Yeni Türkiye (Türk Dış Politikası Özel Sayısı) Yıl: 1 Sayı: 3 (Mart-Nisan 1995)
Yılmaz Ejder Hukuk Sözlüğü Ankara 1982
Yükseköğretim Kurulu; Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Atatürkçülük Ankara
1986
Ziya Gökalp; Türkçülüğün Esasları İstanbul 1976
354
Download