Kadına Yönelik Cinsel Şiddet - Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması

advertisement
Görünüm
Ocak 2015
Kadına Yönelik Cinsel Şiddet
Adli Tıp Açısından Kadına Yönelik
Cinsel Şiddet - Dr. Lale Tırtıl
Cinsel Şiddet: Kavramlar,
Mitler... - Hilal Esmer
www.tapv.org.tr
Cinselliği ve Rolleri ile ‘Güçlü’
Erkeklik Konferansı
2014 UNFPA Raporu
1 Aralık Dünya AIDS Günü
Van Ergene Cinsel Eğitim ve
Danışmanlık Çalıştayı
Görünüm
Ocak 2015
1
Kadına
Yönelİk
Cİnsel
Şİddet
Kadının
Statüsü Genel
Müdürlüğü’nün 2008
yılında yaptırdığı
araştırmaya göre
ülkemizde 15
yaş üstü her 100
kadından 59,2’si
hayatının bir
döneminde cinsel
şiddete uğradığını
beyan etmiştir.
Birleşik Devletler’de
yaşayan 12-16 yaş
arası adölesanların
okulda cinsel tacizle
karşılaşma oranının
ise %83 olduğu
saptanmıştır.
2
Görünüm
Ocak 2015
Dünya Sağlık Örgütü cinsel şiddeti
şöyle tanımlamaktadır: “Bir kişinin
karşısındaki kişiyle arasındaki ilişki
biçimi ne olursa olsun o kişiden
cinsel bir fayda ya da güç elde
etme girişimi; sözle, bakışla ya da
herhangi bir cinsel eylemle kişiye
yaklaşma, kişinin cinselliği üzerinde
baskı kurma gibi davranışları sosyal,
psikolojik ya da fiziksel güç yoluyla
karşı tarafa uygulamasıdır.”1
· Evlilik içi ya da flört içi taciz /
tecavüz
· Tanıdık ya da yabancılar tarafından
taciz / tecavüz
· İstenmeyen cinsel davranışlar
· Özellikle silahlı çatışmalarda
yaygınlık gösteren sistematik
tecavüz, taciz, cinsel kölelik
· Zihinsel ya da fiziksel engelli
bireylere karşı cinsel istismar
· Çocuklara karşı tecavüz ya da
cinsel istismar
· Zorla evlilik, zorunlu kumalık
gibi cinsel şiddetin geleneksel
biçimleri
· Röntgencilik, teşhircilik, zorla
cinsel içerikli görsel/ işitsel
uyaranlara maruz bırakma, laf
atma gibi eylemler cinsel şiddetin
içinde bulunmakla birlikte
cinsel şiddet bunlarla sınırlı
olmamaktadır.
Cinsel şiddetin muhatabı her
cins ve cinsel yönelimden kişiler
olabilmekle birlikte muhatapların
çok büyük bir kısmının kadın
olduğu görülmektedir. Destekleyici
sistemlerin yetersizliği, utanç,
eylemin devam etmesine karşı
duyulan korku, kişinin kendisini
etrafa inandıramama korkusu,
suçlanma ya da toplum tarafından
dışlanma korkusu, şikâyet halinde
eyleme maruz kalanın geçireceği
adli ve tıbbi süreçler gibi durumlar
şiddetle yüz yüze kalan kadınların
yaşadıklarını açığa vurmasını
engelleyici nitelikte olabilmektedir.
Birebir konuşulan birçok kadın
eşlerinin evlilik içinde zorla anal
ilişki, fiziksel şiddet yoluyla ilişkiye
girme gibi şiddet içerikli eylemleri
gerçekleştirdiğini ifade etse de
“cinsel şiddet” yahut “evlilik içi
tecavüzü” kadınların net olarak
ifade etmediği görülmektedir.2
Cinsel şiddetle yüz yüze kalındığı
net olarak beyan edilemeyince bu
alanda hazırlanan istatistikî veriler
de yanlış ya da eksik kalabilmektedir.
Fiziksel saldırı dışındaki şiddet
biçimlerini dikkate almama yahut
bu tür şiddet biçimlerini “şiddet”
olarak nitelememe de bu durumda
etkili olabilmektedir. Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü’nün
2008 yılında yaptırdığı araştırmaya
göre ülkemizde 15 yaş üstü her
100 kadından 59,2’si hayatının
bir döneminde cinsel şiddete
uğradığını beyan etmiştir.3 Yukarıda
sıraladığımız nedenler göz önüne
alındığında bu oranların gerçek
hayattaki karşılığının daha yüksek
olacağı öngörülebilir niteliktedir.
Dünyaya baktığımızda Birleşmiş
Milletler ülkelerindeki iş yerlerinde
herhangi istenmeyen bir cinsel
deneyim, fiziksel temas ya da cinsel
tacizin diğer formlarıyla karşı karşıya
kalan kadınların oranı %40-50
arasında görülmektedir.4 Birleşik
Devletler’de yaşayan 12-16 yaş arası
adölesanların okulda cinsel tacizle
karşılaşma oranının ise %83 olduğu
saptanmıştır.5
Cinsel şiddetle yüz yüze kalan
kadınlarda jinekolojik travmalar,
cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar,
istenmeyen gebelikler, cinsel işlev
bozuklukları gibi üreme sağlığı
sorunlarının yanı sıra depresyon,
intihar eğilimi, anksiyete, uyuma
problemleri, post-travmatik stres
bozukluğu gibi ruh sağlığını
tehdit eden semptomlar ortaya
çıkabilmektedir. Adli/tıbbi makamlarca
kadın ataerkil düzen içerisindeki
konumuna dair suçluluk hissetmeden
yaşadıklarını dile getirme konusunda
destekleyici/ önyargılardan uzak bir dil
kullanılması, mahremiyet ve güvenliği
sağlama konusunda destek sunulması
cinsel şiddetle karşı karşıya kalan
kadının şikayetçi olabilmesi adına
elzem görünmektedir.
Şiddete uğrayan kadınlardan ziyade
eylemi gerçekleştiren erkeklerin cinsel
şiddet hususundaki konumlarına
odaklanmak gerekirse TÜİK tarafından
hazırlanan istatistiklere göre 2010
yılında cinsel suçlardan hükümlü olan
8400 kişiden 8184’ü erkektir.6 Zeynep
Belma Gölge’nin “Cinsel Saldırıda
Etkili Faktörler ve Suçlu Profili”
isimli çalışmasında ise cinsel şiddet
uygulayan
erkeklerin
%55,8’inin
olayda
başkasına
sorumluk
yüklediği
görülmektedir.
Bu erkeklerin
%68’i ise olay
yeri ve saatinde
kadının orada
bulunuyor
olmasının
(“namuslu”
bir kadının “o” saatte, “o” yerde
olamayacağı anlayışı) etkili olduğunu
söylemektedir.7 Cinsel şiddetin
“dışarıda” bir kişiden yöneldiği mitine
karşılık cinsel şiddet uygulayan
erkeklerin büyük çoğunluğunun
şiddetle yüzleşen kadınların tanıdıkları
olduğu ve eylemlerin gerçekleştiği
yerlerin ağırlıklı olarak şiddet
uygulayanın ya da hayatta kalanın
evi olduğu gerçeği ise konuyla
ilgili yapılan çalışmalarda ortaya
konmuştur.8
Cinsel şiddet suçunu işleyen
erkeklerin profili incelendiğinde
cinsiyetlere dair geleneksel rolleri
onaylama, kadınlara karşı muhalif
tutumlar, tecavüz mitleri ve kadına
karşı şiddet kullanımının kabulü
ile cinsel saldırganlık arasında ilişki
bulunduğu anlaşılmaktadır.9 Tüm bu
verilerden yola çıkarak saldırganların
erkek, şiddetle yüzleşenlerin büyük
çoğunluğunun ise kadınlar olmasının
toplumsal cinsiyet rollerinin erkekliğe
ve kadınlığa dair çizdiği sınırlar sonucu
meydana geldiği görülebilmektedir.
Bu noktada cinsel şiddetle mücadele
etmek ve güçlendirici sistemlerin
cinsel şiddetle yüz yüze gelmiş kadını
“mağdur” olarak değil toplumsal
cinsiyet rol ve kalıpları içinde “hayatta
kalan” olarak konumlandırması anlamlı
olacaktır. Toplumsal
ve psikolojik
güçlenmenin yanı
sıra hayatta kalanın
hukuki haklarının
tanımlanması
ve bu anlamda
atılacak adımların
kadınların lehine
olması da önem
kazanmaktadır.
Kadının beyanının
esas alınması
ilkesiyle cinsel
şiddet kapsamına
giren durumlar arasında hiyerarşi
kurmadan, hayatta kalanın illa
psikolojik sorunlar yaşaması
zorunluluğundan yola çıkmadan
-davalarda travma sonrası stres
bozukluğu raporunu mahkemeye delil
olarak sunmak gibi- hayatta kalanın
mücadele etmesi ve güçlenmesi için
destek mekanizmalarının oluşması
cinsel şiddetle mücadele açısından
büyük önem arz etmektedir.10
Cinsel Saldırı Sonrası yapılması gerekenler:
• Hemen güvenli bir yere gidin ya da güvendiğiniz birini arayın.
• Ailenizden, arkadaşlarınızdan ya da bir kadın dayanışma merkezinden /
danışma hattından destek alın.
• Yaralanma tedavisi, cinsel yolla bulaşan hastalık ya da hamilelik kontrolleri için
mümkünse yanınızda bir arkadaşınız ya da bir refakatçi ile hemen en yakın
sağlık birimine başvurun.
• Eğer ilaç yoluyla uyutularak ya da uyuşturularak saldırıya maruz kaldıysanız
sağlık biriminde kan ve idrar testlerinizin yapılmasını sağlayın. 11
World Health Organization,
Understanding and Addressing Violence
Against Women, http://apps.who.int/
iris/bitstream/10665/77434/1/WHO_
RHR_12.37_eng.pdf?ua=1 (Erişim
19.12.2014)
1
Nuran Güler, Hatice Tel, Fatma Özkan
Tuncay, Kadının Aile İçinde Yaşanan
Şiddete Bakışı, Cumhuriyet Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dergisi, 27 (2): 51 – 56,
2005
2
TÜİK, Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri,
sf: 103, Türkiye İstatistik Kurumu
Matbaası, Ankara, 2014
3
UN Women, Fast Facts, Statistics on
Violence Against Women and Girls,
http://www.endvawnow.org/en/
articles/299-fast-facts-statistics-onviolence-against-women-and-girls-.
html (Erişim: 19.12.2014)
4
5
A.g.e
TÜİK, Toplumsal Yapı ve Cinsiyet
İstatistikleri, Suç Türü ve Yaş Grubuna
Göre Ceza İnfaz Kurumuna Giren
Hükümlüler ve Cinsiyet Oranları,
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.
do?alt_id=1068, (Erişim 19.12.2014)
6
Zeynep Belma Gölge, Cinsel Saldırıda
Bulunan Erkekler, Şahika Yüksel, Leyla
Gülseren, Ayşe Devrim Başterzi (Ed.)
Kadınların Yaşamı ve Kadın Ruh Sağlığı,
İçinde (704-713), Türkiye Psikiyatri
Derneği Yayınları, 2013
7
Zehra Kayı, M. Fatih Yavuz, Nadir
Arıcan, Kadın Üniversite Gençliği ve
Mezunlarına Yönelik Cinsel Saldırı
Mağduru Araştırması, Adli Tıp Bülteni,
Cilt 5, Sayı 3, (2000)
8
Zeynep Belma Gölge, Cinsel Saldırıda
Bulunan Erkekler, Şahika Yüksel, Leyla
Gülseren, Ayşe Devrim Başterzi (Ed.)
Kadınların Yaşamı ve Kadın Ruh Sağlığı,
İçinde (704-713), Türkiye Psikiyatri
Derneği Yayınları, 2013
9
Hilal Eyüpoğlu, Cinsel Taciz ve
Travma: Eleştirel Bir Deneyim Aktarımı,
Eleştirel Psikoloji Bülteni, Mart 2008
10
http://www.cinselsiddetekarsikadin
platformu.org/cinselSiddet.aspx
11
Görünüm
Ocak 2015
3
Adli Tıp Açısından Kadına Yönelik Cinsel Şiddet
Dr. Lale Tırtıl
Dr. Lale Tırtıl
1966 İstanbul doğumlu olan Dr.
Lale Tırtıl tıp eğitimini Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi’nde tamamlamıştır.
2001 yılından beri Adli Tıp
Uzmanı olarak Adli Tıp Uzmanları
Derneği’nde görev yapmaktadır.
Adli tıp açısından bakarak cinsel
şiddetle yüz yüze kalmış kadınların
oranını değerlendirecek olursanız
neler söylersiniz?
Kadınların cinsel şiddet yakınması,
fiziksel şiddet kadar yaygın değildir.
Bununla birlikte kadınların maruz
kaldıkları tüm travmaları yargıya
taşımadıklarını biliyoruz. Kadınların
şiddete maruz kalmalarına rağmen
bunu bildirmeleri için kimi zaman
yıllar geçmektedir. Örneğin; uzun
yıllar eşinden şiddet gördükten sonra
polise başvuran 70 yaşlarındaki
bir kadın muayene sırasında
“artık çocuklarım büyüdü, bana
vurmasına dayanmam gerekmiyor”
demişti. Kadınlar partnerlerinin
gösterdiği şiddet davranışının doğal
olduğu öğretisi ile büyütülüyorlar.
Cinsel şiddet ise en mahrem alanı
ilgilendirdiği için kadınlar açısından
4
Görünüm
Ocak 2015
bildirimi ve şikâyet edilmesi en
zor olan şiddet türü. Cinsel şiddet
yarattığı utanma ve aşağılanma ile
doğrudan kişiliğe yönelik bir saldırı
olarak yaşanabiliyor. Dolayısıyla
cinsel şiddeti diğer şiddet türlerine
oranlamaya girişirken istatiksel
körlük tehlikesini göz ardı etmemek
gerekiyor.
Cinsel şiddetle yüz yüze kalan
kadınların destek alma konusunda
çekindiğini yahut sizin de
belirttiğiniz gibi yaşadıkları tüm
travmaları yargıya taşımadıklarını
biliyoruz. Sizce hangi nedenlerden
ötürü tıbbi destek almaya
çekiniyorlar? Bu vakalar için adli
tıp’ta özel bir birim var mı?
Cinsel şiddetle karşı karşıya kalmış
bir kadın için adli ve tıbbi süreç
nasıl işliyor?
Ülkemizde cinsel saldırı destek
olunması gereken travmatik bir
olay olmaktan ziyade yargılama
boyutu ile öne çıkıyor. Cinsel
saldırıya uğrayanın tıbbi ve adli
süreçlerde ihtiyaç duyacağı destek
yerine kanıtların toplanması
üzerine odaklanılıyor. Dolayısıyla
belgeleme düzeyinde algoritmalar
oluşturulsa da travmaya uğrayanı
gözeten, ona kısa ve uzun erimde
destek olmak üzere kurgulanmış
bir yapılanma bulunmuyor. Yalnız
adalet mekanizması içinde değil;
bu tür merkezlerin tedavi, sağaltım
açısından önemi dikkate alındığında
sağlık mekanizması içinde de
bu tarzda çalışan kamu kurumu
bulunmamaktadır.
Cinsel şiddete maruz kaldığında
hızla adli mercilere ulaşabilen
kadınlar öncelikle travmatik olayın
belgelendirilmesi için hastanelere ve
adli tıp birimlerine yönlendiriliyorlar.
Eğer kadının acil tıbbi desteğe
ihtiyacı varsa, yaşamsal yaralanmalar
duruma eşlik ediyorsa bu sıra
tersine işleyebiliyor. Tedavi sırasında
hekim; hastane polisi aracılığıyla
adli süreci başlatabiliyor. Adli tıp
açısından erken dönem belirtileri ve
sanığın kimliklendirilebilmesi için
ne denli hızlı hareket edilebilirse o
kadar başarılı tanımlama yapmak
mümkün. Kadınlar açısından ise
cinsel saldırıdan hemen sonra fiziksel
ve ruhsal etkilerin akut döneminde
başvurulsa da sıklıkla cinsel saldırıdan
sonraki dönemde de şikâyetçi olmaya
karar verilebiliyor. Bildiğiniz gibi
mevcut yasalara göre cinsel saldırıya
uğrayanın, bunu ifade etmesi tek
başına yeterli değil. Öte yandan cinsel
saldırı eylemlerinin pek azında tanık
bulunuyor. Dolayısıyla şiddetten
etkilenen kadın, maruz kaldığı şiddeti
de ispat etmek zorunda kalıyor.
Günümüz adli uygulamalarında cinsel
şiddete maruz kalan kadınlar ayrıca
uzun süren ve yineleyen anımsatıcılar
nedeniyle ruhsal olarak yıpratıcı
süreçlere de maruz kalabiliyorlar.
Cinsel şiddetle yüz yüze kalmış
kadınlara karşı sağlık personelinin
genel yaklaşımı nasıl olmalıdır? Bu
konuda sağlık personeline yönelik
meslek içi eğitimler, seminerler
düzenleniyor mu?
Sağlık çalışanları açısından cinsel şiddete maruz kalan kişilere yaklaşımda
en önemli unsur bu alanda deneyimli
olmalarıdır. Toplumsal cinsiyet farkındalığını da kapsayan, travmaya maruz
kalan kadınların değerlendirilmesine
yönelik “özelleşmiş” eğitimler gerekmektedir. Adli Tıp, Psikiyatri, Çocuk
Psikiyatrisi alanlarında cinsel şiddet
mağdurlarına yaklaşım konusunda
uzmanlık eğitimi alınmaktadır.
Cinsel şiddet: Kavramlar, Mitler…
Hilal Esmer - Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği
Cinsel şiddet “mağdurları” (biz bu
bireylere sağ kalan veya hayatta
kalan diyoruz) ile ilgili algımıza
pompalanan en temel ve baskın
görsel imaj şöyledir; Güçsüz, çaresiz,
korkmuş, köşesine çekilmiş, utançtan
elleriyle yüzünü kapatmış, korkudan
dizlerini karnına çekmiş,
mahvolmuş gibi duran,
çoğunlukla kadın olan
bireyler… Aslında her
zaman kadındırlar; çünkü
bizim ülkemizde erkek
bireylerin cinsel şiddete
maruz kalabileceği,
öyle olsa bile bundan
“mağdur” olabileceği algısı
toplum tarafından yok
sayılmaktadır. “Erkek” ve
“cinsel şiddet mağduru”
gerçekte var olduğunu çok
iyi bildiğimiz, ama biraraya
getirilmeyen iki kavramdır.
Çocuk istismarı için
yaratılan algı da çoğunlukla
kadınlarınkine benzer. Oysa
biliyoruz ki Türkiye’de adli
tıpa ayda 650 çocuk cinsel istismarı
vakası geliyor ve bu sayı sadece kayıt
altında olanlardır.1 Yani gündelik
hayatımızda bir çok kadın ve çocuk
sağ kalana rastlayabiliriz, biz de cinsel
şiddetten sağ kalan biri olabiliriz.
Basında ve hemen heryerde
rastladığımız fail görüntülerinde
aslında “faile” dair bir görüntü yoktur.
Örneğin sağ kalanın neredeyse
adresine kadar ismi ve hayatının
detayları medyada verilirken failin
gündelik hayatımızda tanıdığımız
ya da rastlayabileceğimiz biri
olabileceğine dair hiçbir algı oluşmaz
kafamızda. Çoğunlukla ellerinden
başka bir yeri görünmeyen fail
modelinin elleri bile temiz değildir;
çünkü o babamız, doktorumuz,
öğretmenimiz, nişanlımız,
patronumuzla özdeşleşmemelidir.
Sanat ve reklam camiasının kadına
yönelik şiddet özelinde ürettikleri de
maalesef estetik kaygısından öte bir
1
kaygı hissini bizlere verememektedir.
Basının ve reklam dünyasının
ürettikleri spektrumun iki ucunda olsa
da, tıpkı sistemin diğer mekanizmaları
gibi fail ve mağdur algısını gittiği
yere kadar marjinalleştirerek cinsel
suçların iyice görünmez olmasına
katkı sağlamaktadır.
Öyle ki sürekli üretilen bu hastalıklı
“mağdur ve fail imajı” yüzünden
bazı cinsel şiddet davalarında,
failin avukatları sağ kalanın sosyal
medyadaki gülümseyen fotoğraflarını
zarar görmediğine dair “delil” olarak
sunabilmektedir. Bu algının düzenli
olarak üretilmesi, cinsel suçların
yaygın ve güncel, hatta birçok
durumda “normalleştirilmiş” olduğu
gerçeğini gizlerken tüm toplum
açısından tabu olan taciz, tecavüz,
istismar gibi konuların konuşulmasına
ve milyonlarca sağ kalanın ortaya
çıkmasına da engel olmaktadır.
Gerçekte olan...
Cinsel şiddetle ilgili kırılması gereken
üç mit, bilinmesi gereken üç önemli
gerçek şöyledir:
1)Herkes cinsel şiddete maruz
bırakılabilir. Her yaştan, etnik
kökenden, sosyal sınıf ve
statüden, cinsiyet kimliği ve cinsel
yönelimden, her türlü yaşam
tarzından insanlar cinsel şiddet
mağduru olabilirler.
2)Cinsel şiddetin cinsellikle değil,
güçle ilgisi vardır. Gerçekte cinsel
şiddetin failleri ve mağdurları
büyük çoğunlukla gündelik
hayattaki “normal” insanlardır.
Arazları hiçbirimizden
farklı değildir. Çevrenizdeki
arkadaşlarınız, aile bireyleriniz,
her gün rastladığınız otobüs
şoförü, sevimli bakkal çırağı ya da
komşu teyze olabilirler. Özellikle
güç ve otoritenin kullanımıyla
ilgisi olduğundandır ki cinsel
şiddet olaylarına aile içinde,
flört ilişkilerinde, patron-çalışan,
öğretmen-öğrenci, doktor-hasta
arasında, savaşta, askerlikte,
gözaltında, kamusal alanlarda,
cinsiyetçi ve heteroseksist bir
toplumsal ikiyüzlülük içinde sıkça
rastlanılabilir.
3) Cinsel şiddet tabu bir
konu olduğundan bununla
ilgili suçlamalar da her zaman
“şiddetle” reddedilir. Oysa farkında
olarak ya da olmayarak, derecesi
değişmekle birlikte bizler de
bu şiddetin faili olabiliriz. Bu o
kadar kabul edilemez bir durum
değildir. Yapmamız gereken
durumu kördüğüm etmek yerine
güç ve toplumsal normlardan
beslenen iktidarın (yani
cinsiyetçiliğin, faşizmin, statü ve
benzeri koşulların) “silah” olarak
kullanılmasına karşı farkındalık
geliştirdiğimiz kadar kendi
uygulayabileceğimiz hiyerarşi
ve iktidara karşı da farkındalık
geliştirebilmektir.
Mitler ve cinsel şiddetle ilgili
kavramlar üzerine bolca düşünüp
tartışmamız gerekiyor. Şiddetle ve
cinsel şiddetle ancak bu şekilde
mücadele edebiliriz.
http://www.bianet.org/bianet/cocuk/160296-adli-tip-a-her-ay-650-cocuk-cinsel-istismari-vakasi-geliyor
Görünüm
Ocak 2015
5
Cinselliği ve Rolleri ile Güçlü Erkeklik Toplantısı
TAP Vakfı olarak her yıl üreme
sağlığı çerçevesinde düzenlediğimiz
toplantılar bu yıl 1-2 Kasım 2014
tarihleri arasında ‘’Cinselliği ve Rolleri
ile ‘Güçlü’ Erkeklik” başlığı altında
gerçekleşti. Erkek üreme sağlığından
erkekliğin kültürel inşasına, erkekler
arası ilişkilerden erkek cinselliğine
kadar geniş bir yelpazede ele alınan
konularla ilerleyen oturumlar
belgesel ve atölyelerle daha da
zenginleşti. Konferansın açılış
konuşmasını yapan vakıf Genel
Koordinatörümüz Nurcan Müftüoğlu
üremeden cinselliğe, cinsel
kimlikten ilişkilere kadar hiyerarşik
bir kurulum içinde olan kadınlık ve
erkeklik rollerini değerlendirmenin
öneminden bahsederek bu bağlamda
erkekliği konuşmanın, analiz etmenin,
anlamanın ve varılan sonuçları sosyal
değişim için kullanmanın vakfımız için
de önemli olan bir gündem maddesi
6
Görünüm
Ocak 2015
olduğunun altını çizdi.
Konferansın ilk günü “Erkeklerin
Cinsel Sağlığı ve Üreme Sağlığı”,
“Erkekliğin Toplumsal ve Kültürel
İnşası”, “Erkeklik ve Erkeklerin
İlişkileri” başlıklı oturumlarla
ilerledi. Konferansın ikinci gününde
“Erkeklikten Kaçış Yolları” başlığı
altında düzenlenen panel ve “Erkek
Cinselliğine Dair Efsaneler ve
Doğrular” atölyesiyle başlayan
oturum; eş zamanlı olarak ilerleyen
“Voltrans Belgeseli ve Film
Ekibi ile Söyleşi”, “Pornografi
Deneyimlerimiz”, “Cinsiyetçi Evler
ve Okullar” başlıklı atölyelerle sona
erdi.
“Erkeklerin Cinsel Sağlığı ve Üreme
Sağlığı” başlığı altında gerçekleşen
panelde İstanbul Tıp Fakültesi
Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu erkek üreme
sağlığı hakkında genel bilgiler
vererek erkek genital organları
hakkında bilgi verdi. Üreme sağlığı
ve hastalıkları konusunda bireylerin
doğru bilgilendirilmesi ve uzmanlara
yönlendirilmesi gerektiğinin altını
çizen Kadıoğlu; 1 yıllık korunmasız
cinsel ilişkiye rağmen infertil çiftlerin
oranının %15 olarak kaydedildiğini,
bu vakaların hemen hemen yarısında
erkeklerde tespit edilen bir interfilite
bozukluğu olduğunu belirtti. Üreme
hastalıklarından biri olan prostat
kanserinin de erkeğin sağlıklı
yaşlanmasında doğal bir seyir olduğu
yine Kadıoğlu’nun altını çizdiği
noktalar arasındaydı.
TAP Vakfı Bilimsel Danışma Kurulu
Üyesi Dr. Doğan Güneş Tomruk ise
konuşmasında güvenli
cinsellikte erkeğin rolüne
ve erkek katılımının doğum
kontrolündeki önemine
değindi. Dünyada ve
Türkiye’de gebelikten
korunma ile ilgili oranları
katılımcılarla paylaşan
Tomruk Türkiye’de her 1
kadına karşılık 1.3 erkeğin
korunduğunu söyledi.
Herhangi bir doğum kontrol
yöntemi kullanmayan
çiftlerin %85’inin ilk yılın
sonunda gebelikle karşı
karşıya kaldığının altını çizen
Dr. Doğan Güneş Tomruk
kondom kullanımının
Türkiye’de %15,8 ile %8’lerde
olan dünya ortalamasının
üzerinde seyrettiğini fakat
geri çekme yönteminin
%25,6 ile Türkiye’de hala
en çok kullanılan doğum
kontrol yöntemi olduğunu
ifade etti. Tomruk, HIV/ AIDS
ile ilgili güncel verileri de
katılımcılarla paylaştı.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı
ve Hastalıkları Anabilim
dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burak
Doğangün konuşmasında sünnetin
çocuk üzerindeki etkilerini Freudyen
bir bakış açısıyla tartışmaya açtı. Haz
kavramı ve çocukta psikoseksüel
durum üzerinde duran Doğangün,
Freud’un bakış açısına göre çocuğun
bedensel bütünlüğünü onun
iznini almadan bozmak anlamına
gelen sünnetin yine Freud’a göre
ödipal dönemden önce yapılması
gerektiğini ifade etti. Sünnetle ilgili
çeşitli yaklaşımları yorumlayan Doç.
Dr. Doğangün sorulması gereken
ilk sorunun “çocuğun yararı ne”
olduğunu dile getirdi.
Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir
Hastalıkları’ndan Doç. Dr. Ejder
Akgün Yıldırım toplumsal rollerin
cinselliğe etkilerini tartıştığı
konuşmasında toplumsal rollerin
norm oluştururken etkili olduğunu
söyleyerek bir grubun parçası olarak
bireyin herhangi bir belirsiz durum
karşısında grupla ortak oluşturulan
normlara uyum sağladığını ifade etti.
Cinsellik ve erkeklik rollerini de bu
kapsamda değerlendiren Yıldırım
bu rollerin grubun/ toplumun
zihnindeki “ben” düşüncesine
uyum sağlamaya çalıştığını belirtti.
Yıldırım konuşmasını erkek cinselliği
ile ilgili mitlerden örnekler vererek
sonlandırdı.
“ Erkekliğin Toplumsal ve Kültürel
İnşası” başlıklı panelimizde
cinsiyetlerin toplumsal bir inşa
süreciyle yapılandırıldığını dile
getiren Ankara
Üniversitesi Kadın ve
Toplumsal Cinsiyet
Çalışmaları Anabilim Dalı
Başkanı Prof. Dr. Serpil
Sancar cinsiyet rolleri
ve erkeklik modelleriyle
ilgili 3 ana yaklaşım
olduğunu ifade etti.
Bunların; tarıma dayalı
yaşam biçimine dayanan
ve yaş hiyerarşisiyle
erkek üstünlüğünü işaret
eden “Arkaik Ataerkil
Model”, sanayileşme ve
uluslaşma süreçleriyle
ortaya çıkan ve cinsiyet
ayrımlarına dayalı iş
bölümünü öneren “ Erken
Modernleşme Modeli” ile
gönüllü birlikte yaşama
iradesine dayalı kadınerkek ilişkisini içeren “Geç
Modernleşme Modeli”
olduğunu vurguladı.
Kaos GL’den Remzi
Altunpolat panelin
devamında Türk Sağını
aşkınlık, özcülük, verili
düzenin devamını
sağlama nüveleri altında
İttihat ve Terakki Dönemi
ile Kemalist Dönemden günümüze
doğru ele aldı. Milli kimliğin inşasında
erkeklik rolünün baskınlığına dikkat
çeken Altunpolat, sağ siyasetin
erkeklik söylemlerini irdeleyerek
erkeklik kaybının bir medeniyet kaybı
ve köksüzleşmeyle ifade edildiğini
belirtti.
Görünüm
Ocak 2015
7
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Dr. Cenk Özbay Gezi direnişinde
açıkça gözlemleyebildiğimiz kentli,
orta sınıf, laik kültüre sahip bir gençlik
olduğunu ve bu gençliğin kendine
özgü bir dil ürettiğini belirtti. Özbay,
bu dilin emek, eşitlik, özgürlük,
yatay örgütlenme, anti-hiyerarşi
gibi sol siyasetten alınan; bireycilik,
bireyin özgürlüğünü koruma, yaşam
alanlarını muhafaza etme ve bunun
uğruna direnme gibi liberalizmle
ilintili kavramlarla şekillendiğini
ifade etti. Yine bu dilin politik ekoloji
ve queer ile feminizmin cinsiyet
eşitliğine dayalı kültürel ve kamusal
siyasi performansların öne çıktığı
farklı bir dil olduğunu vurgulayan
Özbay daha az homofobik, daha
eşitlikçi, daha çevreci , daha işbirlikçi,
daha az pragmatik ve daha az
neo-liberal bir erkeklik modelinin
oluştuğunu vurguladı.
Bilgi Üniversitesi’nden yazar
Dr. Bülent Somay ulus-devletin
kuruluşunda bir merkez imgeye
ihtiyaç olduğunu ve bu imgenin
de bir erkek olarak imlendiğini
ifade etti. Bu noktada Freud’un
ilksel baba figürüne atıfta bulunan
Somay, baba figürünün ortaya çıkışı
ve monogaminin tarihi üzerine bir
anlatımda bulunarak Doğu ve Batı
halklarının baba figürüne bakışını
değerlendirdi. Baba figürünün
Osmanlı ve cumhuriyet dönemindeki
örneklerine de konuşmasında
yer veren Somay, Cumhuriyet
dönemindeki siyasi liderlerin baba
figürüyle paralelliklerini ve bu
8
Görünüm
Ocak 2015
durumun günümüzde geldiği noktayı
yorumladı.
“ Erkeklik ve Erkeklerin İlişkileri”
başlıklı panelimizin açılış konuşmacısı
olan Cumhuriyet Üniversitesi
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Çağdaş
Demren konuşmasında insanın
içinde doğduğu toplumun kültürel
değerlerinin aşılanması olarak
ifade ettiği kültürleme sürecinin
ve cinsiyetin inşa edildiği ilk sosyal
çevrenin aile olduğunu belirtti.
Cinsiyet rollerini ne şekilde performe
edeceğimizin ailede öğrenildiğini
ifade eden Demren; belli bir iktidarın
parçası olduğunu düşünen erkeğin
yetişkinlik döneminde eşinden
anne şefkatini beklediğini, bunu
bulamayıp iktidarın da geri bildirimini
göremediği zaman ise krizlerin
çıktığını ve bu durumun erkek
şiddetinin artmasına yol açtığının
altını çizdi.
AÇEV Baba destek programında
görev alan Hasan Deniz
konuşmasında yetişkin erkeğin
ailesinde baba rolünden önce erkeklik
rolünün ön planda olduğunu ifade
etti. Erkekliği en iyi karşılayan pratiğin
babalık olduğunu dile getiren Deniz,
babalığın bireyi dönüştürmek için
en uygun yerlerden birisi olduğuna
ve iyi baba olmak için erkekliği
dönüştürmek gerektiğine dikkat
çekti. Konuşmacımız bu bağlamda
babalık eğitiminin sadece ebeveynlik
için değil mevcut cinsiyet rollerinin
gelişimi için de önemli olduğunun
altını çizdi.
Konferansımıza bir trans birey babası
olarak katılan Zeki Yalçınoğlu LİSTAG
(LGBTİ Aileleri ve Yakınları Grubu) ile
ilgili genel bir bilgi verdikten sonra
oğlunun bir kız çocuğuyken geçirdiği
süreçlerle ilintili paylaşımda bulundu.
Yalçınoğlu, konuşmasında “Sıkıntıda
olan bir çocuğum vardı, oğlum ya da
kızım yoktu. Ben de anne veya baba
değildim, ebeveyndim. Çocuğum
sıkıntıdaydı, ben o çocuğa yardımcı
olmak durumundaydım” diyerek o
dönemde çocuğuyla ilgili tek derdinin
bu olduğunu vurguladı.
Erkeklik ve Erkeklerin İlişkileri
panelimizde yer alan son
konuşmacımız Maltepe Üniversitesi
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet
Bozok erkeklerin ve kadınların
duygusal ve cinsel yaşamlarını
şekillendiren şeyin ataerkillik
tarafından inşa edilen, kurgulanan
ilişkiler olduğunu söyleyerek
bu ilişkiler içerisinde erkeklerin
duygularına yabancı kaldıklarını
dile getirdi. Erkeklerin kendilerini
güçlü kılacak duygularını ifade
ettiklerini fakat kırılgan görülebilecek
duygularını ifade etmekten
kaçındıklarını, bu duygularını ataerkil
ilişkiler içinde maç sonrasında
ağlamak gibi daha meşru görülen
yerlerde ifade etmeyi tercih ettiklerini
de sözlerine ekleyen Bozok, erkeklik
kurgularının toplumsal cinsiyet eşitliği
temelinde değişmesi gerektiğinin
altını çizdi.
Konferansımızın ikinci gününde yer
alan “Erkeklikten Kaçış Yolları”
başlıklı panelimizde Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Sibel Yardımcı,
Judith Butler’ın teorik çerçevesi
içerisinde ilerlettiği konuşmasında
cinsiyetlerimizin biz doğmadan önce
bedenlerimize seslenme yoluyla
atandığını ifade etti. Cinsiyetin inşa
edilen bir süreç olduğunu
bu bağlamda da erkekliğin
tarihsel olarak değişip
dönüştüğünü belirten
Yardımcı, bu yüzden
tek bir erkeklikten söz
edemeyeceğimizin altını
çizerek dil ile zihinlerde
somutlaşan erkeklik idealine
bu bağlamda mükemmel
bir şekilde yanıt verilmesinin
mümkün olmadığını sözlerine
ekledi.
Panelimizin devamında Erkek
Muhabbeti’nden Bilhan
Gözcü cinsiyetin bir sıfat
değil fiil olduğunu belirterek
erkekliğin pratikler, duygular
ve yapısal kombinasyonlarla
ilerleyen bir süreç olduğunu
ve bu bağlamda cinsiyetçiliğe
karşı verilen mücadelenin
de aynı şekilde bir süreç
olarak yer bulduğunu ifade
etti. Gözcü, devletin cinsiyet
üzerindeki denetiminin
nedenlerini ekonomi
yönetimi, belli başlı zümrelerin
yönetiminin sürekli kılınması
ve sınıflar arası hiyerarşinin
devamının sağlanması olarak
açıkladı. Konuşmacımız
erkek örgütlenmesiyle ilgili
örgütlenme biçiminin sadece
cinsiyetçilik karşıtlığına
indirgenmesi halinde
pratikler ve kombinasyonlar
bütününün dar bir çerçeveye
hapsolmuş olacağını da
sözlerine ekledi.
Vakfımızın eğitimcilerinden
Eylem Karakaya vakfımızca
yürütülen, erkeklerin üreme ve
cinsel sağlık üzerinden bilgilerini ve
koruyucu sağlık hizmeti taleplerini
arttırmak ile erkeklerin sağlıklarını
korumaya yönelik davranış pratikleri
kazandırmak amacıyla geliştirilmiş
olan Erkek Sağlığı Eğitim Programı
üzerinden deneyim paylaşımında
bulunarak güçlülük/zayıflık
kavramları, cinsellik, beden gibi
konularda erkeklerin ifadelerinden
örnekler verdi.
Panelin son konuşması Robert Lisesi
ifade etti. Eğitimin mutlaka karma
olması gerektiğini vurgulayan
Uğuzalp fiziksel olarak kadınsılık
ve erkeksiliğin bir arada olması
gerektiğini, kadınsı olan erkeklerin
ve erkeksi olan kadınların okullarda
beraber yer bulmasının ergen
olmanın el kitabını daha güzel
bir el yazısıyla yazma açısından
önemli olduğunun altını çizdi.
“Erkeklikten Kaçış Yolları”
panelimizle eş zamanlı
ilerleyen “Erkek Cinselliğine
Dair Efsaneler ve Doğrular”
atölye çalışmasında ise Cinsel
Eğitim ve Araştırma Derneği
(CETAD) Yönetim Kurulu
Üyesi Prof. Dr. Doğan Şahin’in
kolaylaştırıcılığında erkek
cinselliği ile ilgili abartılı ve yanlış
inanışlar tartışıldı. Eş zamanlı
etkinliklerin ardından yine eş
zamanlı 3 atölye gerçekleşerek
son bulan konferansta
“Voltrans Belgeseli ve Film
Ekibi ile Söyleşi” düzenlendi.
Belgeselin yönetmenliğini
yapan Özge Özgüner ve Voltrans
inisiyatifinde yer alan Berk
İnan’la gerçekleşen söyleşi sorucevaplarla zenginleşirken Berk
İnan kendi yaşamından aktardığı
deneyimlerle atölyeye katkı
sağladı.
Psikolojik danışmanı Erkan Uğuzalp
tarafından gerçekleştirildi. Uğuzalp
ergenlik döneminin “ben kimim”
sorusuyla birebir ilintili olduğunu ve
bu bağlamda ergenlerin çoğu zaman
kendilerini oldukları değil olmadıkları
kavramlar üzerinden tanımladıklarını
Eş zamanlı ilerleyen bir diğer
atölyemizde Bilhan Gözcü
kolaylaştırıcılığında her cinsel
kimlik ve yönelimden erkek
katılımcıların pornografi
deneyimlerini birbirleriyle
paylaşıp tartıştığı bir çalışma
“Pornografi Deneyimlerimiz”
adıyla gerçekleşti. Vakfımızın
eğitimcilerinden Efsun Sertoğlu
ile Tarlabaşı Toplum Merkezi
Gönüllü Koordinatörü Psikolog
Nurgül Öztürk ise “Cinsiyetçi Evler
ve Okullar” başlığı altındaki atölye
çalışmasının kolaylaştırıcılığını
üstlendi. Bu atölye çalışmasında
katılımcılarla birlikte ikili cinsiyet
sistemini sorgulayan ve yeni bir dil
öneren tartışmalar gerçekleşti.
Görünüm
Ocak 2015
9
2014 Yılı UNFPA Raporu 1.8 Milyarın Gücü:
Ergenler, Gençler ve Geleceğin Dönüşümü
kurtulamayabilir.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu
(UNFPA) tarafından her yıl
yayınlanmakta olan dünya nüfus
raporunun bu seneki başlığı gençlerin
önemini vurguluyor. 10-24 yaş
aralığındaki genç nüfusun ilk defa 1.8
milyara ulaştığı dünyamızda aynı yaş
grubundaki her 10 gençten 9’unun
az gelişmiş ülkelerde yaşadığını
söyleyebiliriz. İnsanlık tarihinin
küresel anlamda sahip olduğu bu
büyük genç nüfus ortak geleceğimizi
her yönden etkileyebilecek önemli bir
potansiyeli de içinde barındırmakta.
Gençliğin ihtiyaçlarını karşılayabilen
ülkeler daha eğitimli ve sağlıklı
nüfuslarıyla, daha üretken bir
işgücüyle büyüyen ekonomileriyle
ve düşen doğurganlık oranlarıyla
21. yüzyılın ikinci yarısında çok
daha iyi bir konumda olma şansına
sahip olacaklar. Bu potansiyeli
değerlendiremeyenler ise zaman
içinde artan doğurganlık oranlarıyla
karşılaşabilir, bağımlı bir genç
nüfusa sahip olabilir ve bu ülkelerin
ekonomileri gerekli becerilerden
yoksun işgüçleri nedeniyle düşük
değerli ekonomik faaliyetlerden
ve düşük büyüme oranlarından
10
Görünüm
Ocak 2015
Yetişkinler tarafından şekillenmiş
dünyamızda gençler ve gençliğin
ihtiyaçları sıklıkla göz ardı
edilebilmektedir. Milyonlarca
genç ya okula gidememekte ya
da gitse dahi nitelikli bir eğitim
için gerekli olan asgari seviyelere
ulaşamamaktadır. 10-24 arası yaş
grubunda ilkokula gidemeyen
gençlerin sayısının 57 milyon,
ortaokula gidemeyenlerin sayısının
ise 64 milyon olduğu görülmektedir.
Beklentilerin karşılanmadığı işler
ve/veya genç işsizliği pek çok
ülkenin gündeminde yer almasına
rağmen 73 milyonluk işsiz sayısı
istihdam sorunlarının yaygınlığına
işaret etmektedir. Gelişmekte olan
bölgelerde bulunan gençlerin %60’ı
okula gitmemekte, çalışmamakta ya
da çalışsa bile sadece düzensiz işlerde
yer almaktadır. Toplumsal cinsiyet
eşitsizliği ise mevcut durumu genç
kadınlar ve kız çocukları açısından
daha da olumsuz bir noktaya
taşımaktadır. Dünyada her gün 18
yaşından küçük 39 bin kız çocuğunun
evlendirilmesi bu tablonun
göstergelerinden sadece birisidir.
Gençlerin potansiyellerini
gerçekleştirebilmelerinde önemli
bir boyut olan cinsel sağlık,
üreme sağlığı ve üreme hakları bu
konudaki bilgilere ve hizmetlere
erişimde yaşanan sorunlardan
ötürü engellenmiş durumdadır.
Özellikle ergenler danışmanlık ve
sağlık hizmetlerine, gebeliği önleyici
yöntemlere ve HIV testlerine çok daha
az erişebilmektedir. Ergen anneler
tarafından her gün dünyaya getirilen
20.000 bebeğin % 95’inin gelişmekte
olan ülkelerde olması sorunun
boyutlarının bir başka göstergesidir.
Uluslararası sözleşmeler ile güvence
altına alınmaya çalışılan çocuk hakları
ile eğitim ve sağlığa erişim hakkı
sıklıkla ihlal edilen alanlardandır. Her
gün 200 ergen annenin doğuma
bağlı nedenlerle hayatını kaybetmesi
ise en temel hak olan yaşam hakkının
güvence altına alınamadığını
göstermektedir. Pek çok ülkedeki
mevcut yasalar, politikalar ve
düzenlemeler gençlerin haklarıyla
ilgili uluslararası antlaşmalardan
doğan taahhütlerle ya uyumlu
değildir ya da bu yasa, politika ve
düzenlemeler gençlerin gerçekleriyle
örtüşmemektedir.
Günümüzde yoğun genç nüfusa
sahip ülkelerin dünyanın en
yoksul ülkeleri arasında yer aldığı
görülmekte. Buna karşın bu
ülkeler bir fırsat penceresi sunacak
demografik dönüşümün zirvesinde
yer alma potansiyeline de sahip.
Doğurganlık ve ölüm oranlarının
düşmeye başlaması bu dönüşümü
beraberinde getirir ve bakmakla
yükümlü olunan kişi sayısı azalarak
orantısal olarak daha çok sayıda
kişi işgücüne katılabilir. Ekonomik
kalkınmayla daha kaliteli eğitim
ve sağlık hizmetlerine kişi başı
daha yüksek miktarda harcama
yapılabilmesi için kaynaklar seferber
edildiğinde bahsi geçen fırsat
penceresi yakalanmış olur. Ekonomik
büyüme artmaya başlayarak kabiliyet
ve fırsatların sürekli çoğaldığı bir
döngü oluşur.
Demografik fırsat penceresinden en
iyi faydayı sağlayıp sağlayamamak bir
ülkenin yüksek ölüm ve doğurganlık
oranlarından düşük ölüm ve
doğurganlık oranlarına geçtiği
demografik dönüşüm sürecinde
uygun kamu politika tercihlerinin
ve yatırımlarının yapılmasına
bağlıdır. Ülkeler birbirlerinden çok
farklı koşullara sahip olduğu için
her duruma uygun düşen tek bir
reçete bulunmamaktadır. Ayrıca
bir ülkede geçiş döneminin hangi
aşamasının yaşandığı da pek çok şeyi
belirleyebilmektedir.
Spesifik olarak Türkiye’ye
baktığımızda 76,6 milyon nüfuslu
ülkemizde 10-24 yaş arası gençlerin
nüfusun yaklaşık üçte birini
oluşturduğu görülmektedir. Bu
bağlamda Avrupa’nın en genç
nüfuslu ülkesi olma sıfatıyla içinden
geçtiğimiz bu dönüşüm sürecini
doğru bir şekilde değerlendirmemiz
gerektiği de raporda sıkça
vurgulanmaktadır; zira 2050 yılına
kadar nüfus içindeki oranı azalsa dahi
gençlerin nüfusu artmaya devam
edecektir.
Genç nüfusun yoğunluğuna rağmen
gençlere yönelik etkin strateji ve
politikaların olmadığını, gençlerin
politik süreçlerde de yer alamadığını
biliyoruz. 2013 yılı genç işsizlik
oranımız % 18.7. Türkiye, dünyanın
önde gelen sanayileşmiş ülkeleri
arasında 15-29 yaş arası kadınların
eğitimde en az süre geçirdiği ülke.
ve hak ihlalleri riskli gebelikleri de
beraberinde getirmekte. Resmi
kayıtlara göre 15-19 yaş grubundaki
her 1000 kadına 28 doğum düşüyor.
15- 29 yaş arasındaki kadınların
ortalama eğitim süresi 4.3 yıl
iken erkeklerin 5.2 yıl olduğu
görülmekte.15-29 yaş arası
kadınların yüzde 52’sinin ne
çalıştığı ne de okuduğu ülkemizde
yükseköğrenimdeki net okullaşma
oranı ise yüzde 38,5.
Tüm bu verilerden yola çıkarak yeni
kuşaklarda eğitimde kalma sürelerinin
uzaması, eğitimin niteliğini geliştirme
çabaları ve kız çocuklarının eğitime
daha fazla katılımı gibi olumlu
gelişmelere rağmen demografik
fırsat penceresini somut bir fırsata
dönüştürmek için atılması gereken
pek çok adım olduğunu söyleyebiliriz.
Üst-orta gelir grubuna yaklaşan
ancak bir türlü orada yer almayan bir
ülke olmaya mahkum olabileceğimiz
gibi doğru politikalar ve stratejilerle
kaynaklarımızı etkin kullanarak
gelişmiş ülkeler kategorisine de yol
alabiliriz.
Gençlerin üreme sağlığına ilişkin
göstergeler de atılması gereken
adımları yönlendirecek kadar net.
Gençlerin mevcut bilgi düzeylerinin
sınırlılıkları onları bekleyen risklere
işaret ediyor. Gençlerin % 90’ı
gebelik oluşma zamanını bilmiyor,
10 gençten sadece biri HIV/AIDS
konusunda doğru bilgiye sahip.
Hali hazırda yüksek olan şiddet
oranları genç kadınlar için daha
da yükselirken erken yaşta zorla
evlilikler gibi yaygın uygulamalar
Kaynaklar:
http://www.unfpa.org/swop
http://www.unfpa.org.tr/v2/pages/
posts/duenya-nuefusunun-durumuraporu-2014-462.php
Görünüm
Ocak 2015
11
Üniversite Gençliğine Yönelik 1 Aralık HIV/AIDS
Farkındalık Etkinlikleri
TAP Vakfı olarak gençlerin cinsel
sağlık konusunda sorumlu ve
koruyucu davranış biçimleri
geliştirmelerine destek olmak ve
bilgi sahibi olmalarını sağlamak
amacıyla Güvenli Cinsellik programı
altında 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde
üniversite öğrencileri ile buluştuk.
görevlendirilen öğrencilerin
sorumluluğu altında devam etti.
Üniversitenin hazırlık sınıfı öğrencileri
konuya ilişkin farkındalığı geliştirmek
ve daha fazla bilgi sahibi olmak için
seminer programlarının önümüzdeki
dönemde de devam etmesini
kararlaştırdı.
Okan, Galatasaray ve Sabancı
Üniversitelerinde stand açarak
gençler arasında HIV/AIDS
konusunda farkındalık yaratmak
için Güvenli Cinsellik konusunda
bilgilerin yer aldığı broşürler,
kondom ve rozetler dağıttık.
27 Kasım tarihinde etkinlik
yapılacak okulların öğrencilerine
stand etkinliğinde rol almaları için
oryantasyon eğitimi verdik. Bu
eğitimden sonra gençler 1 Aralık
etkinlikleri kapsamında stantta
görevlendirildi.
Cinsel yolla bulaşan
enfeksiyonlardan tek korunma
yönteminin kondom olduğunu
hatırlatarak standlarda kondom
dağıtımı ve maketler üzerinde
kondom takma pratiği uyguladık.
Kondom takma pratiğinde birçok
genç kondomu hatalı yöntemlerle
taktıklarını fark ettiler ve doğru
takma yöntemini öğrendiler.
Okan Üniversitesi’nde açılan
stantta gençlere 1000 adet
“Güvenli Cinsellik & HIV/AIDS
Hakkında Bilgiler” içerikli
broşür, 1000 adet kondom ve
rozet dağıttık. Yanı sıra masayı
ziyaret eden gençlerin HIV/AIDS
hakkındaki sorularını yanıtladık.
Sağlık Bakım Hizmetleri Bölüm
Başkanı Yrd. Doç. Dr. Nihat
Özaydın, hem stantta bizleri
yalnız bırakmadı hem de “Güvenli
Cinsellik” adında 1 saatlik bir
seminer düzenleyerek etkinliğe
katkıda bulundu.
Sabancı Üniversitesi’nde
açılan stantta ise öğrencilere
1500 adet broşür, 3500 adet
kondom ve rozet dağıttık.
Gençlerden gelen HIV/AIDS
hakkındaki soruları yanıtladık.
Eğitimcilerimizden Eylem
Karakaya yürütücülüğünde,
konuya ilişkin olarak üniversite
öğrencilerine yönelik 1 saatlik bir
seminer düzenledik. Stand, 1 Aralık
HIV/AIDS gününü temsilen takip
eden 1 haftalık süreçte üniversitede
12
Görünüm
Ocak 2015
Stand yerleri olarak üniversitelerde
öğrencilerin daha yoğun olduğu
alanları tercih ettik. 1 Aralık’ın HIV/
AIDS günü olduğunu bilmeyen
öğrencilerin konuya ilgilerini
çekmek ve bilgiye ulaşım yollarını
daha eğlenceli kılabilmek amacıyla
“Güvenli Cinsellik” ile ilgili ‘Doğru’
– ‘Yanlış’ cevapları içeren
çarkıfelek oyunları düzenledik.
Gençler çarkıfelek oyununa
yoğun ilgi gösterdiler. Oyun
içerisindeki soru – cevap yöntemi,
öğrencilerin güvenli cinsellik
için temel sorumluluk bilgilerine
ulaşmalarında etkili bir yol oldu.
Birçok öğrenci oyun sırasında
cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar,
bedeni tanıma, adet dönemi ve
gebelik konularında sorular sorarak
bu konularla ilgili bilgi yetersizliği
yaşadıklarını ifade ettiler.
2 Aralık’ta ise Galatasaray
Üniverstesi’nde stand açarak 500
adet broşür ve rozet dağıtımı yaptık
ve burada da gençlerin HIV/AIDS
hakkındaki sorularını yanıtladık.
Bugün dünyada yaklaşık 35,3
milyon insanın HIV taşıyıcısı
olduğunu ve bu sayının 2
milyonunun 15-24 yaş aralığında
5 milyonunun ise 15-24 yaş
aralığında olduğunu bilmekteyiz.
Ayrıca Türkiye’de yapılan
araştırmalarda her 10 gençten
9’unun HIV’in ne demek olduğunu
bilmedikleri ortaya konmuştur.
HIV/AIDS’in önlenebilir ve tedavi
edilebilir bir hastalık olduğunu
hatırlatma adına, doğru kondom
kullanımının en güvenli ve en basit
korunma yöntemi olduğunun altını
çizerek kullanımını özellikle gençler
arasında yaygınlaştıracak çalışmalara
devam edilecektir.
Van Ergene Cinsel Eğitim ve Danışmanlık Çalıştayı
TAP Vakfı olarak okul psikolojik
danışmanlarını cinsel eğitim ve
danışmanlık konusunda daha
donanımlı, güçlü ve yapıcı bir noktaya
taşımak amacıyla yapılandırdığımız
Ergene Cinsel Eğitim ve
Danışmanlık Çalıştayları’nın 13.’sü,
Psikolojik Danışmanlar Derneği
(PD-DER) Van Şubesi işbirliği ile
Van’da düzenlendi.
19-20-21 Aralık 2014 tarihlerinde
gerçekleştirilen çalıştaya 26
psikolojik danışman katıldı. Çalıştaya,
vakfımızdan Eğitimci Efsun Sertoğlu
ve Psikolog Nurgül Öztürk
kolaylaştırıcılık yaptı.
3 günlük çalıştay süresince
psikolojik danışmanların;
•Cinselliğe yaklaşımlarını ve
cinsellikle ilgili değerlerini
fark etmelerini sağlayarak
bilgilendirme-danışmanlık
süreçlerinde objektif bir
duruş sergilemelerini,
•Toplumsal cinsiyet
eşitliğine duyarlı,
cinsel haklara saygılı,
özel hayatın sınırlarını
koruyabilen bir eğitimdanışmanlık ortamı oluşturmalarını,
•Yetişkinden çocuğa yönelen cinsel
şiddeti önleyici ve çocuğu koruyucu
yöntemler geliştirmelerini,
•Cinsellik kavramına ve ergenin
cinsel gelişim sürecine bütünsel bir
perspektifle yaklaşarak öğrencilerin,
ebeveynlerin ve öğretmenlerin
bilgilendirilmesi yönünde adım
atmalarını destekleyecek çalışmalar
yapıldı.
Çalıştaya tanışma ve beklentilerin
tanımlanması ile başlandı.
Cinsel eğitim ve danışmanlık
sürecinde uyulması gereken
etik ilkeler konuşuldu. Ardından
katılımcıların “cinsellik” kavramına
yükledikleri anlamları ve cinselliğin
konuşulabilirliği konusunda
bulundukları yeri fark etmelerini
sağlamak amacıyla yapılandırılan
“Cinselliğe Yaklaşım” oturumuna
geçildi. Sonraki bölümde ergenlik
dönemi değişimleri, cinsel organlar/
üreme organları ve işleyişi, adet
döngüsü, gebeliğin oluşumu gibi
konularla ilgili bilgi aktarıldı. Günün
sonundaki “Değerler ve Öğrenciye
Yansıyanlar” oturumunda ise
katılımcıların cinsellik konusundaki
değerlerini ve bu değerleri
öğrencilere nasıl yansıttıklarını fark
etmeleri amacıyla çalışmalar yapıldı
ve örnek olaylar paylaşıldı.
Çalıştayın ikinci gününde, Cinsel
Sağlık Eğitim Programı kapsamında
okullarda uygulanan derslerin içerik,
yöntem ve materyalleri paylaşıldı.
“Toplumsal Cinsiyet” oturumunda
ise toplumsal cinsiyet kavramı,
cinsiyet rolleri ve yaşama yansımaları,
cinsiyetçi terminoloji ve yaklaşımlar,
cinsiyet ayrımcılığı vb. konular
tartışıldı.
Çalıştayın son gününe “Cinsiyet
Kimliği ve Cinsel Yönelim” oturumu
ile başlandı. Bu bölümde; biyolojik
cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolü,
cinsiyet kimliği, cinsel yönelim,
önyargı, ayrımcılık, homofobi,
transfobi kavramları ve LGBTİ
çocukların/ergenlerin neden ve nasıl
desteklenmesi gerektiği tartışıldı.
Ardından, “Koruyucu ve Önleyici
Çalışmalar” başlığı altında, özel
alan ve sınırlar konusunda bilinç
oluşturmak ve özel alan ihlallerini,
cinsel tacizi, cinsel istismarı önlemek
amacıyla çocuklarla, ebeveynlerle,
öğretmenlerle yapılabilecek çalışma
örnekleri paylaşıldı. Öğleden sonra
ise cinsel eğitim ve danışmanlık
sürecinde çocuklarla/ergenlerle nasıl
konuşulması ve gelen soruların nasıl
cevaplanması gerektiği konuşuldu.
Çalıştayın son oturumunda, psikolojik
danışmanların öğrenciler, ebeveynler
ve öğretmenler ile yapmayı
düşündükleri çalışmalar üzerinde
duruldu. Katılımcılardan,
çalıştayın beklentilerini
ne ölçüde karşıladığına
ve üç günlük çalışma
sürecine dair sözlü
geribildirim alarak çalıştay
tamamlandı.
“Cinsel eğitim konusunda
eksiklerimin çok olduğunu
fark ettim. Bu çalışma
kendimi sorgulamamı
sağladı. Bir kafa karışıklığı
yaşadım ama bu kafa
karışıklığını da sevdim.”
“Buraya gelirken daha dar
bir perspektifle gelmiştim.
Daha pragmatist bir yaklaşımım
vardı. Şöyle bir sorun yaşıyorum
öğrencilerimle, neler yapabilirim
veya sokakta çalışan öğrencilerim
var, evet risk altındalar, onlarla ilgili
neler yapılabilir? Fakat konunun çok
daha geniş olduğunu, daha bütüncül
bakmamız gerektiğini burada
öğrendim. Kendi eksiklerimizin çok
olduğunu gördük. Bunları öncelikle
tamamlayıp daha sonra bir şeyler
yapabileceğimizin farkına vardık.”
“Bu eğitime gelirken cinsellik çocuklara
nasıl anlatılır diye gelmiştim ama
burada kendimi de eğittiğimi,
cinsellik konusunda bilgilendiğimi
düşünüyorum. Benim için çok fazla
kazanımı oldu; sadece çocuklara cinsel
eğitimin nasıl verilmesi gerektiğini
değil, kendi hayatım için de birçok şeyi
burada kazanmış oldum.”
Görünüm
Ocak 2015
13
Cinsellik ve Cinsel Tedaviler X.Ulusal Kongresi
CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) tarafından düzenlenen Cinsellik
ve Cinsel Tedaviler X. Ulusal Kongresi 28-30 Kasım 2014 tarihlerinde “Cinsel Yaşam
ve Tedavilerin Geleceği” başlığı altında gerçekleştirildi. Cinsel işlev bozukluklarının,
cinselliğin ve cinsel tedavilerin günümüz ve gelecekte nasıl olacağı ve
yapılanacağının ele alındığı ve son bilimsel gelişmelerin tartışıldığı kongreye
alanda hizmet veren çeşitli disiplinlerden uzmanlar ve akademisyenler katıldı.
Cinsel İşlev Bozukluklarında Grup Piskoterapisi, Erken Boşalma Tanı ve Tedavisi,
Herbal Tedavi, Cinsel Tedavilerde Komplikasyonlar gibi tıbbi başlıkların yanı sıra
sosyo-kültürel boyutta Kültürden Biyolojiye Eş Seçimi, Cinsellik ve Tutuculuk,
Ergenler ve Cinsellik konularının da tartışıldığı paneller cinselliğin pek çok
boyutunu gündeme getirdi. “Üreme ve Cinsellik Kıskacında Kadın Bedeni Ne Kadar
Özgür” başlığını taşıyan panelde vakıf genel koordinatörümüz Nurcan Müftüoğlu,
Kadın Cinselliği, Baskılar ve Yasaklar başlığı altında bir konuşma yaptı.
Sabancı Üniversitesi Cinsel Sağlık Eğitimi
Toplumsal Duyarlılık Projeleri (CIP101), 1999
yılından bu yana Sabancı Üniversitesi eğitim
programı dahilinde tüm öğrencilerin almakla
yükümlü olduğu bir derstir. İsteyen öğrenciler,
üniversite hayatları boyunca CIP101 dersine
gönüllü olarak katılabilir. CIP101 bir saha
dersidir; böylece öğrenciler teorik bilgiden çok
yaşarak öğrenme sürecine dahil olurlar.
Bu ders kapsamında yürütülen projelerden
biri “toplumsal cinsiyet ve cinsel sorumluluk”
projesidir. Projede TAP Vakfı olarak dersi alan gençlerle bir
araya gelerek her yıl 1 tam gün eğitim yapmaktayız.
14
Görünüm
Ocak 2015
2014-2015 yılı eğitim-öğretim dönemi
içerisinde eğitimimizi 16 Kasım tarihinde
gerçekleştirdik Eğitimin amacı; toplumsal
cinsiyet ve cinsellik içindeki kavramları
hakkında bilinçlendirmek; güvenli cinsellik
davranışlarını pekiştirmektir.
Eğitim sırasında bedeni tanıma, toplumsal
cinsiyet, erkek egemenliği ve buna
sistemin etkisi, cinsellik ve güvenli cinsellik
kavramları, cinsel ve üreme hakları, cinsellik
içindeki risklere ve mitlere karşı korunma gibi konular
tartışılmakta, grup çalışmaları yapılmaktadır.
Trabzon Kadın Sağlığı Çalıştayı
Kadın sağlığı koşullarını ve verilerini
paylaşmak, yerel yönetimler ve
kadın çalışması yapan sivil toplum
kuruluşlarının bu alana katkılarını
arttırmak amacıyla düzenlediğimiz
Kadın Sağlığı Çalıştaylarımızın
sonuncusunu 27 Ekim tarihinde
Trabzon’da gerçekleştirdik. Toplantıya
Trabzon Halk Sağlığı Müdürlüğü, yerel
yönetimler, sivil toplum kuruluşları
ve akademisyenlerden oluşan 40
temsilci katıldı.
Halk Sağlığı Müdürü Dr. Köksal
Hamzaoğlu Trabzon ili kadın sağlığı
durumunu paylaşarak şunları söyledi:
Anne ölümleri 2013 yılında yüz binde
9.9 (1 anne ölümü), 2014 ilk 9 ayda ise
0’dır.
Hastanede yapılan doğum oranımız
2013’de %99.8, 2014 ilk 6 ayda ise
%99.9’dur.
2014 ilk 9 ayda 113 bin kişiye üreme
sağlığı hizmeti verilmiştir.
Katılımcılar toplantıda Trabzon’da
kadın sağlığı alanında gözlemledikleri
sorunları ise şöyle sıraladılar:
• Menopoz ve yaşlılık döneminde
kadınlara yeterli destekte
bulunulmaması,
• Bilgiye ve hizmet sunumuna ulaşımın
zorluğu,
• Cezaevlerindeki kadınların sağlık
sorunları,
• Emzirme desteğinin yetersiz olması,
• Engelli kadınların sağlık sorunları,
• Kanserli kadınlara desteğin
yetersizliği,
• Ensest, adölesan gebelikler ve çocuk
anneler gibi problemler,
• Evlilik öncesi danışmanlık desteğinin
yokluğu,
• Kurumlar arası iletişimsizlik.
Sorunların konuşulmasının
ardından katılımcılar 3 gruba ayrıldı
ve belirlenen sorunlara yönelik
çözümleri tartışmak için bir araya
gelerek kurumlar arası işbirliği
çalışmaları için uygulama adımlarını
belirlediler.
AYDIN DOĞAN VAKFI KIZ ÖĞRENCİ YURTLARI DESTEKLEYİCİ EĞİTİM
ÇALIŞMASI
Aydın Doğan Vakfı’ndan gelen talep üzerine, 25-26 Ekim 2014
tarihlerinde Erzurum Nene Hatun Kız Lisesi Aydın Doğan Kız
Öğrenci Yurdu’nda kız çocuklarını güçlendirici eğitim çalışmaları
gerçekleştirdik.
9, 10, 11 ve 12. sınıfların ihtiyaç ve beklentilerine göre farklı içerik
ve yöntemlerle yapılandırdığımız 4’er saatlik oturumlarda Psikolojik
Danışman Aysen Zorer; verimli ders çalışma teknikleri, zaman
yönetimi, alan/meslek seçimi, kariyer bilinci, üniversite sınav sistemi,
test çözme teknikleri, sınav kaygısı, kişilerarası iletişim konularını ele
aldı. Vakıf eğitim ekibimizden Efsun Sertoğlu ise ergenlik dönemi değişimleri, özbakım, kadın-erkek üreme organları
ve işleyişi, ortak yaşam için temel bilgiler, özel alan ve sınırlar, toplumsal cinsiyet rolleri, cinsellik kavramı ve cinselliğin
boyutları konularını çalıştı.
Görünüm
Ocak 2015
15
Görünüm
Ocak 2015
2013 YILI TÜRKİYE NÜFUS & SAĞLIK ARAŞTIRMASI (TNSA-2013) AÇIKLANDI
Üreme sağlığı alanında çalışanlar için
önemli bir veri kaynağı olan Türkiye Nüfus
ve Sağlık Araştırması sonuçları 2 Aralık
2014 tarihinde Ankara’da yapılan bir toplantı
ile paylaşıldı. Hacettepe Üniversitesi Nüfus
Etütleri Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen
araştırma 1968 yılından bu yana her beş yılda
bir tekrarlanmaktadır. Metodolojisi ve kapsamı
güncellenerek devam eden süreçte TNSA- 2013
ile 10. araştırma yayınlanmış oldu.
Ankara’da düzenlenen toplantıda Nüfus Etütleri
Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Banu Ergöçmen yaptığı açılış konuşmasında araştırma sürecinde işbirliği yaptıkları
ve desteğini aldıkları Kalkınma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Tübitak, Tüik ve sahadaki kurumlara teşekkür etti.
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ülkenin 2023 vizyonu ve politikalarının bilgi tabanları ile desteklenmesi gerektiğini
ve politikaların şekillenmesi ve değerlendirilmesi süreçlerinde verilerin önemini vurguladı. Yılmaz, nüfus artış hızının
azaldığı ve genç/çalışma çağı nüfusunun yüksek olduğu günümüzde yaşadığımız demografik fırsat penceresini iyi
değerlendirmemiz gerektiğini ifade etti.
22 Aralık 2014 Pazartesi günü ise Doç. Dr. Alanur Çavlin ve Doç . Dr. A. Sinan Türkyılmaz’ın katılımıyla verilerin
paylaşıldığı bir basın toplantısı çeşitli sivil toplum kuruluşlarının da katılımıyla vakfımızda düzenlendi. Metodoloji
ve örneklem konusunda yapılan açıklamalardan sonra 15-49 yaş grubundan görüşme yapılan 9.746 kadına ilişkin
veriler doğurganlık, aile planlaması, düşükler ve ölü doğumlar, doğurganlık tercihleri, kadın ve çocukların beslenmesi
ve kadının statüsü başlıklarında özetlendi. Gebeliği önleyici yöntem kullanımında önemli bir değişmenin olmadığı
ve 2.5 olarak kemikleşen ideal çocuk sayısının bu araştırmada 2.9 olarak göründüğü ifade edildi. Bebek ve çocuk
ölümlerindeki azalma vurgulanarak 5 yıllık dönem için bebek ve beş yaş altı çocuk ölüm hızlarının 1000 canlı
doğumda 13 ve 15 olarak belirlendiği açıklandı. İleri analizlerinin Temmuz ayında yayınlanacağı araştırmanın
sonuçları önümüzdeki aylarda bölgesel toplantılar ile paylaşılmaya devam edecek.
Görünüm
Türkiye Aile Sağlığı ve
Planlaması Vakfı bültenidir.
Üç ayda bir yayınlanır.
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Nurcan Müftüoğlu
Yayın Ekibi: Şule Dursun, Efsun Sertoğlu, Eylem Karakaya,
Z.Begüm Hergüvenç
Sayfa Mizanpajı: Müşerref Öztürk
Yönetim Yeri ve Haberleşme Adresi: Ulus Mahallesi Güzel Konutlar
Sitesi A-Blok Daire: 3-4 34760 Etiler - İstanbul
Tel: (0212) 257 79 41 - 42 Faks: (0212) 257 79 43
[email protected] www.tapv.org.tr
www.dikkatbebek.org.tr www.gencakran.net
Baskı: Maydanoz Matbaa ve Reklamcılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Tel: 0212 619 13 71 www.maydanozmatbaa.com
https://www.facebook.com/tapvakfi
https://twitter.com/tap_vakfi
Download