İSLAM'DA ÇALIŞMANIN ÖNEMİ ف ي ُٰرى ِ ْ ْس ِل َ ُس ْعيَه َ سعٰ ى َواَ ان َ ان ا اَِّل َما َ ْل ْن َ س ْو َ َوا َ ْن لَي ِ س Muhterem Müminler Yüce Dinimiz İslam, çalışmayı emreder. Çalışmak, insan olmanın gereğidir. Alın teri ve el emeği dinimizce kutsal kabul edilmiştir. Çalışarak, alın teri dökerek elde edilen kazanç en makbul kazançtır. İnsan için onurlu yaşamanın tek yolu çalışarak kazanmaktır. Çalışmak ve çalışarak kazanç sağlamak insan için ayıp değil, bilakis insan olmanın gereğidir. Dinimiz de bunu böyle kabul eder. Tembelliği, işsiz-güçsüz dolaşmayı, zamanını başıboş geçirmeyi katiyetle reddeder. Atalarımız ne demiş: "işleyen demir pas tutmaz. Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Akıllı kişi kendi işini kendi yapar. iki el bir baş içindir. Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada yolunu şaşırır." Evet, bütün bu sözler ile dedelerimiz, bizlere çalışmayı ve çalışarak kazanmanın önemini açıklamışlardır. İsterseniz atasözlerimizden şunları da hatırınızda tutabilirsiniz. Çalışan kazanır. Bugünün işini yarına bırakma. Ekmek bile çiğnemeden yutulmaz. Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz. Karıncadan ibret al yazdan kışa hazırlan. Hazıra hazine dayanmaz... Çalışmamak, tembel tembel oturmak biz insanların yaratılışına terstir. Çünkü kâinatta yer alan her şey hareket halindedir. Kendi yaratılış özelliğine göre dünyada çalışmayan hareketsiz duran hiçbir canlı varlık yoktur. Yakın çevrenizde yaşayan canlı varlıklara bir bakınız; kuşlar, balıklar, arılar, karıncalar ve tüm varlıklar... Hep koşmakta ve hiç durmadan çalışmaktadırlar. Hiçbiri tembel tembel oturup yiyeceklerini bir başkasının getirmesini beklemezler. Canlı varlıkların en yücesi ve en şereflisi olan biz insanlara çalışmamak: kazancımızı alın terimizle sağlamamak hiç yakışmaz. Çalışmayanı ne Allah sever ne de peygamberimiz sever. Bakınız çalışma konusunda Peygamberimiz ne buyurmuşlar: "Veren el alan elden üstündür." "İki günü birbirine eşit olan kişi aldanmıştır." En hayırlı kazanç, insanların alın teri ve emekleri karşılığı elde ettikleri kazançlarıdır. Kişi, emeğinin karşılığından daha yararlı ve hayırlı kazanç yememiştir. Allah elçisi Hz. Davut bile kendi el emeği karşılığı olan kazancını yiyordu". Diğer taraftan sevgili peygamberimiz, çalışmayan tembel tembel oturanlara selam vermemiş. Dilenciliği kati surette menetmiş ve bu konuda müslümanları şu veciz sözleri ile uyarmıştır: "Dilenmek suretiyle kazanç sağlayacağına aklı yatsa bile yoksul kişilerin, bir ip alarak dağa çıkmaları; topladıkları odunları ip yardımı ile sırtlarında taşıyarak pazara getirmeleri ve bu odunları pazarda satarak yiyeceklerini temin etmeleri, kendileri için dilenmekten ve bu yolla kazanç sağlamaktan daha hayırlıdır" demiş ve dilenciliği, tembelliği reddetmiştir. Ayrıca işveren durumunda olan müslümanlara da şu uyarıda bulunmuştur: "Sizler iş yaptırdığınız ve adınıza çalıştırdığınız kişilere ücretlerini daha henüz terleri kurumadan ödeyiniz. İşi karşılığı alacağı ücreti belirleyiniz ve bunu kendisine önceden bildiriniz". Buraya kadar yaptığım açıklamalardan da anlaşılacağı üzere dinimiz İslam, çalışmayı emretmiştir. Emeği kutsal tanımıştır. Tembelliği reddetmiştir. Emek karşılığı kazancı yararlı görmüş, başkalarının sırtından geçinmeyi şiddetle yermiştir Kuranı Kerim, "Ancak çalışanın kazanabileceğini ve alın terinin dışında bir yolla yararlı bir 'kazanç sağlayamayacağını" haber vermiş ve yeryüzünde yaşayan her canlı varlığın kendi özel yaradılışı doğrultusunda çalıştığını açık açık beyan etmiştir. İslam dini çalışmayı esas aldığından müslümanların haftalık bayram günü olan cuma günü bile cuma namazından sonra müslümanlara çalışmalarını öğütlemiştir. Çalışmak hem müslümanlığımızın hem de insanlığımızın gereğidir. Her günün kendine özel işleri vardır. Bu nedenle bugünün işi yarına bırakılmaz. Ziya Paşanın dediği gibi: "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz; şahsın. Görünür rütbei aklı eserinde" diyelim ve hutbemizi İstiklal marşı şairimiz Mehmet Akif’in şu iki mısraını birlikte terennüm ederek bitirelim. Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası Dostunun yüzkarası, düşmanının maskarası. Eylül 1979