ÖZETLER EUR RESPIR J 2007 EYLÜL 30 (3) İnfluenza aşılaması ve mortalite: yaşlılarda geniş coğrafi alanda prospektif kohort bir çalışma Doğal antikoagulanlar lipopolisakkarite bağlı pulmoner koagülasyonu kısıtlasa da inflamasyonu kısıtlamaz Å. Örtqvist, F. Granath, J. Askling ve J. Hedlund G. Choi, A. P. J. Vlaar, M. Schouten, C. van’t Veer, T. van der Poll, M. Levi ve M. J. Schultz Daha önce, yaşlı popülasyonda influenza aşılamasına bağlı olarak mortalitede %50 azalma olduğu bilgisi, aşı olmayı kabul eden ve etmeyen bireylerin arasındaki sistematik farklılıkları ve genel popülasyonu tam olarak göz önüne almayan çalışmalara dayanmaktadır. Pulmoner koagülopati ve hiperinflamasyon sepsiste kötü sonuçlara yol açabilir. Bu çalışmada, sıçan endotoksinemi modelinde doğal koagülasyon inhibitörlerinin bronkoalveoler hemostaz ve inflamasyon üzerine etkileri ortaya kondu. Popülasyon temelli prospektif kohort bir çalışma Stokholm’de (İsveç) 65 yaş ve üstünde yaklaşık 260.000 hastanın dahil edildiği 1998/1999, 1999/2000 ve 2000/2001 grip mevsimlerinde yapıldı. Aşılanmış ve aşılanmamış bireyler arasında göreli mortalite riskleri; demografik özellikler, üç mevsimde ve takip eden gripsiz mevsimlerdeki komorbid durumlara göre düzeltilmiş ve düzenlenmiş Coxun oransal risk regresyonu (Cox’s proportional hazards regression) kullanılarak tahmin edildi. Bu üç mevsimdeki herhangi bir sebebe bağlı düzeltilmemiş mortalite düşüşü İnfluenza aşılamasına bağlı bulundu. Düzeltmeler yapıldıktan sonra aşılanmamış bireylerdeki mortalite sırasıyla, %50, %46 ve %42 iken aşılanmış bireylerde sırasıyla %14, %19 ve %1’e düştüğü izlendi. Bu üç mevsim sırasında bir ölümün engellenmesi için gerekli sayılar sırasıyla 297, 158 ve 743 idi. Yaşlılarda herhangi bir sebebe bağlı mortaliteyi düşürmedeki etkinliği daha önce düşünülene göre daha düşük olsa da aşılama, yaşlı insanlarda influenza komplikasyonlarını engellemek için hala en önemli yaklaşımdır. Eur Respir J 2007; 30:414-422 356 Erkek Sprague-Dawley sıçanları randomize olarak normal salin, rekombinan insan aktive protein C (APC), plazma kaynaklı antitrombin (AT), rekombinan insan doku faktörü yolağı inhibitörü (DFYİ), heparin veya rekombinan doku plazminojen aktivatörü (dPA) ile tedavi edildi. Sistemik inflamatuar yanıt ve pulmoner inflamasyona sebeb olan lipopolisakkarit (LPS) sıçanlara intravenöz yolla enjekte edildi. LPS enjeksiyonundan 4 ila 16 saat sonra kan ve bronkoalveoler lavaj alındı ve koagülasyon ve inflamasyon belirteçleri ölçüldü. LPS enjeksiyonu, sistemik ve bronkoalveoler kompartmanda trombin-AT kompleksi düzeyini artırken plazminojen aktivatör aktivitesini azalttı. Administration of APC, AT ve DFYİ verilmesi, akciğerlerde LPS tarafından indüklenen trombinAT kompleksi salınımını anlamlı ölçüde kısıtladı ve dPA pulmoner fibrinolitik aktiviteyi uyardı. Ancak bu ajanların hiçbirisi pulmoner sitokinlerin oluşumu, kemokinler, nötrofillerin içeri girmesi ve miyeloperoksidaz aktivitesi üzerinde önemli etki göstermedi. Sıçan endotoksinemisinde doğal koagülasyon inhibitörleri, koagülasyonun bronkoalveoler aktivasyonunu engellese de pulmoner inflamatuar yanıtında majör değişikliklere sebeb olmaz. Eur Respir J 2007; 30:423-428 CİLT 2 SAYI 3 EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL ÖZETLER Endotoksine bağlı inflamasyonun taxolle baskılanması T. Mirzapoiazova, I. A. Kolosova, L. Moreno, S. Sammani, J. G. N. Garcia ve A. D. Verin Akut akciğer hasarının patogenezinde lökositlerin endotelden akciğer dokusuna geçmesi ve endotelyal epitelyal bariyerlerin hasar görmesi sonucu proteinden zengin ödem oluşumu yer alır. In vitro çalışmalarda mikrotübül ağının nötrofil lökomosyonu yanında endotel geçirgenliğinin düzenlenmesinde de rol oynadığı gösterilmektedir. Mikrotübülü stabilize eden bir ajan olan taxolün inflamasyon ve vasküler kaçağa bağlı akut akciğer hasarını in vivo olarak engelleyebileceği hipotez olarak öne sürüldü. İntravenöz yolla verilen taxolün etkisi, intratrakeal lipopolisakkarit (LPS) verilmesiyle oluşan akciğer hasarı bulunan sıçan modeli kullanılarak değerlendirildi. Akciğer hasarı ve inflamasyon parametreleri tedaviden 18 saat sonra değerlendirildi. İntravenöz olarak verilen taxol ile akciğer parankimindeki inflamatuar histolojik değişiklikleri ve bronkoalveoler lavaj sıvısına inflamatuar hücre ve proteinlerin infiltrasyonu, akciğer myeloperoksidaz aktivitesi ve Evans mavisi ile işaretlenmiş albuminin ekstravazasyonu gibi LPS’nin indüklediği inflamasyon parametrelerinde anlamlı derecede düşüş oldu. Tek başına taxolün (LPS bulunmadığında) bu parametrelere etkisi yoktur. Akciğer proteinlerinin yanı sıra intravenöz taxol, LPS’nin indüklediği peritonit modelinde asit sıvısında lökosit birikimini azalttı. Tümü gözönüne alındığında, bu veriler, taxolle oluşan mikrotübül stabilizasyonunun sistemik olarak lipopolisakkarite bağlı inflamasyon ve vasküler kaçağı engellediğini göstermektedir. Eur Respir J 2007; 30:429-435 İnsan eozinofil apoptozisi üzerine N-asetilL-sisteinin modülatör etkileri M. Martinez-Losa, J. Cortijo, G. Juan, M. Ramón, M. J. Sanz ve E. J. Morcillo Eozinofiller alerjik inflamasyona bağlı oksidanlara hassas hücreler olarak kabul edilmektedirler. Bu çalışma, insandan izole edilen eozinofillerde antioksidan N-asetil-L-sisteinin (NAC) yapısal ve sitokine bağlı gecikmiş apoptozis üzerindeki etkilerini incelemek için yapıldı. İnsan eozinofilleri manyetik ayırma sistemi ile sağlıklı vericilerden alınan kandan ayrıştırılarak elde edildi. Apoptozis ve selüler glutatyon, elektroforez mobilite shift tahlili ile sitoflorometrik analiz ve nükleer faktör (NF)-κB bağlayıcı aktivitesi ölçülerek değerlendirildi. İnsan eozinofillerinin 24 saatlik kültüründen sonra aneksin-Vile pozitif boyanma ile değerlendirilen spontan apoptozis oranı ortalaması±sem %48,2±1,4 (n = 5) bulundu. Granülosit-makrofaj koloni-stimule edici faktör (GM-KSF; 10 ng·mL–1) apoptozisi %194±1,8 (n = 5)’e kadar düşürdü. NAC (5 mM), spontan EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL apoptozisi engelledi (%33,6±2,7; n = 5) ancak GM-KSF varlığında apoptozisi daha da arttırdı (%30,9±1,5; n = 5). NAC (5 mM) aynı zamanda tümor nekroz faktör (TNF)-α (10 ng·mL–1) ve interlökin-5 (5 ng·mL–1) varlığında da apoptozis oranını artırdı. NAC (5 mM) eozinofil glutatyon içeriğini artırdı. GMKSF ve TNF-α’nın indüklediği eozinofil NF-κB bağlama aktivitesindeki artış NAC ile baskılandı. Sonuç olarak N-asetilsistein yapısal apoptozisi engellediği, ancak insan eozinofillerinde inflamatuar sitokinler tarafından oluşturulan sağkalım etkisini tersine çevirerek eozinofil apoptozisini modüle ettiği gösterildi. Eur Respir J 2007; 30:436-442 Moraxella catarrhalis, akciğer epitelinde ERK- ve NF-κB-bağımlı COX-2 ve prostaglandin E2’yi indükler. P. D. N’Guessan, B. Temmesfeld-Wollbrück, J. Zahlten, J. Eitel, S. Zabel, B. Schmeck, B. Opitz, S. Hippenstiel, N. Suttorp ve H. Slevogt Moraxella catarrhalis kronik obstrüktif akciğer hastalığında enfeksiyona bağlı alevlenmenin başlıca sebebidir. Siklooksijenaz (COX)’dan türeyen prostaglandin E2 (PGE2) gibi prostaglandinler akciğer fonksiyonunun önemli düzenleyicileri olarak kabul edilirler. Yazarlar pulmoner epitelyal hücrelerde M. catarrhalis’in COX-2-bağımlı PGE2 üretimini indüklediği hipotezini araştırdılar. Bu çalışmada yazarlar M. catarrhalis’ in spesifik olarak pulmoner epitelyal hücrelerde COX-2 ekspresyonunu ve akabinde PGE2 salınımını indüklediğini gösterdiler. Dahası bu hücrelerde prostanoid reseptör alttiplerinden EP2 ve EP4’ün upregüle olduğu izlendi. M. catarrhalis’e spesifik yagın hücre yüzey proteini A1, COX-2 ve PGE2 indüksiyonu için önemliydi. Ek olarak M. catarrhalis’in indüklediği COX-2 ve PGE2 ekspresyonu ekstraselüler sinyalle düzenlenen kinaz ½’den derive nükleer faktör-κB aktivasyonuna bağlıyken p38 mitojenle aktiflenen protein kinaz aktivasyonundan bağımsızdı. Sonuç olarak bu veriler M. catarrhalise spesifik yaygın hücre yüzey protein A1, ekstraselüler sinyalle düzenlenen kinaz ½ ve nükleer faktör-κB’nin akciğer epitel hücrelerinden siklooksijenaz-2 ekspresyonunu ve sonrasında prostaglandin E2 salınımını kontrol ettiğini göstermektedir. Moraxella catarrhalis’in indüklediği prostaglandin E2 ekspresyonu kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan hastalarda akciğer inflamasyonunun hava yolundaki kolonizasyonu artırmasını önleyebilir. Eur Respir J 2007; 30:443-451 CİLT 2 SAYI 3 357 ÖZETLER Astımda ağır alevlenmeler aşırı akciğer fonksiyon düşüşünü tahmin edebilir. T. R. Bai, J. M. Vonk, D. S. Postma ve H. M. Boezen Ağır astım atakları hava yollarında ağır inflamasyon ile yapısal değişikliklere katkıda bulunduğu ön görülen süreçlerdir. Eğer bu öngörü doğruysa akciğer fonksiyonlarındaki hızlı düşüş sık atak geçiren hastalarda geçirmeyenlere göre daha belirgin olmalıdır, ancak bugüne kadar bu durum gösterilmemiştir. İnhale kortikosteroid tedavisi öncesi orta-ağır derecede hastalığı olan sigara içmeyen 92 astımlı hastada ağır atakların hava yolu obstrüksiyonunun progresyonu üzerindeki etkilerini araştırmak için kohort bir çalışma yapıldı. Hastalar beş yıl ve üzerindeki bir zaman dilimi boyunca takip edildi (ortalama takip 11 yıl). Toplam 56 (%60.2) hasta en az bir kez ciddi atak geçirdi (medyan oranı 0,10·yıl–1). Çalışma başlangıcında oral kortikosteroid kullanımı ve ciddi hava yolu obstrüksiyonu olanlarda atak oranı daha yüksekti. Bu parametrelerden bağımsız olarak sık atak geçiren astım hastalarında birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacminde (FEV1) anlamlı derecede daha fazla yıllık düşüş izlendi (FEV1; mediyan fark (%95 güvenlik aralığı): 16,9 (1,5–32,2) mL·yıl–1). Yılda bir ciddi atak yıllık FEV1 düşüşünde 30,2 mL daha fazla düşmeye neden olduğu gösterildi. Atak oranı FEV1’deki düşmeyi anlamlı olarak tahmin etti. Bu veriler astımda alevlenmeleriyle, yani hava yolu inflamasyonun arttığı zaman dilimleriyle, akciğer fonksiyonlarındaki hızlı düşüş arasında ilişki olduğu hipotezini desteklemektedir. Eur Respir J 2007; 30:452-456 Çocuklarda hava yolu aşırı duyarlılığı kılavuzluğunda uzun dönem astım tedavisi: randomize kontrollü bir çalışma M. Nuijsink, W. C. J. Hop, P. J. Sterk, E. J. Duiverman, J. C. de Jongste, Çocuklarda Optimal Astım Tedavisi (ÇOAT) Çalışma Grubu tarafından Astıma yaklaşım planları, çocukluk çağı astım kontrolündeki optimizasyonda sınırlı başarı sağlamaktadır. Bu çalışmada, astımlı çocuklarda bronş aşırı duyarlılığı (BAD) kılavuzluğunda oluşturulan tedavi stratejisinin, semptoma yönelik referans stratejisi ile karşılaştırıldığında semptomsuz gün sayısındaki artış ve akciğer fonksiyonlarındaki düzelmenin değerlendirilmesi hedeflendi. Semptom skorları ve/veya BAD varlığı açısından seçilen orta atopik astımlı 210 çocuk (yaşları 6-16 yıl arasında) çok merkezli, çift kör, paralel grup, randomize, iki yıl süren bir çalışmaya alındı. Üç aylık muayenelerde semptom skorları, birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacim (FEV1 ) ve metakolin provokasyon testi sonuçları toplandı ve tedavi (beş basamaklı flutikazon ve/veya salmeterol) semptom skoru (referans stratejisi, n = 104) veya BAD ve semptom skoru (BAD stratejisi, n = 102) ‘na dayanan algoritmalara göre düzeltildi. . 358 İki yıldan sonra semptomsuz gün yüzdesi açısından tedavi rejimleri arasında farklılık bulunmadı. Bronkodilatör öncesi FEV1 BAD stratejisi uygulananlarda daha yüksekti (beklenenin %2,3’ü). Bu durum bronş aşırı duyarlılığı bulunan ve semptom skorları düşük olan 91 çocuktan oluşan alt grupta FEV1 ’in kademeli olarak düşmesi ile açıklandı (çalışma kolları arasında son fark %6 idi). Aşırı hava yolu duyarlılığı kılavuzluğunda astım tedavisinin semptomsuz gün sayısı açısından faydası olmadığı ancak özellikle hava yolu aşırı duyarlılığına rağmen semptom skorları düşük olan alerjik astmlı çocuklarda bronkodilatör öncesi birinci saniye zorlu ekspiratuar hacimlerinin daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Eur Respir J 2007; 30:457-466 Sigara içen ve bırakmış KOAH’lı hastalarda hava yolu inflamasyonu benzerdir: havuz analizi E. Gamble, D. C. Grootendorst, K. Hattotuwa, T. O’Shaughnessy, F. S. F. Ram, Y. Qiu, J. Zhu, A. M. Vignola, C. Kroegel, F. Morell, I. D. Pavord, K. F. Rabe, P. K. Jeffery ve N. C. Barnes Kronik obstüktif akciğer hastalığı (KOAH) olan hastalardan alınan bronş biyopsisi örneklerinde CD8+ T-lenfositleri, makrofajlar, ve bazı çalışmalarda da nötrofil ve eozinofillerin artmış olduğu gösterilmiştir. Sigaranın bırakılmasının KOAH’ta birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacmin (FEV1) düşüş oranını etkilediği bilinmektedir ancak sigaranın bırakılmasının inflamasyon üzerine olan etkileri net değildir. Hala sigara içmekte olan ve sigarayı bırakmış olan KOAH hastalarında bronş biyopsisindeki inflamatuar hücre sayıları karşılaştırıldı. Hala sigara içen veya sigarayı bırakmış olan KOAH’lı hastalardan alınan bronş biyopsilerinden subepitelyal inflamatuar hücre sayım verilerinin havuz analizi yapıldı. Hala sigara içen 65 hasta ve sigarayı bırakmış olan 36 hastanın (toplam 101 hasta) hücre sayısı verileri CD4+ and CD8+ T-lenfositler, CD68+ (monosit/makrofaj), nötrofil elastaz+ (nötrofil), EG2+ (eozinofil), mast hücre triptaz+ ve tümör nekroz faktör-α mRNAsı pozitif olan hücreler analiz edildi. Hala sigara içen ve sigarayı bırakmış olan hastaların FEV1 (beklenenin %’si), zorlu vital kapasite (FVC) ve FEV1/FVC açısından akciğer fonksiyonları benzerdi. Analiz edilen inflamatuar hücre tipleri sayısı ve belirteçleri açısından sigara içen ve sigarayı bırakmış olan hastalar arasında anlamlı fark bulunmadı. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı saptanan, sigara içmeye devam eden ve sigarayı bırakmış olan hastalarda bronş mukozası inflamatuar hücre infiltrasyonun benzer olduğu sonucuna varılmaktadır. Eur Respir J 2007; 30:467-471 CİLT 2 SAYI 3 EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL ÖZETLER Tiotropiumun balgam ve serum inflamatuar belirteçleri ve KOAH atakları üzerine etkileri D. J. Powrie, T. M. A. Wilkinson, G. C. Donaldson, P. Jones, K. Scrine, K. Viel, S. Kesten ve J. A. Wedzicha Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olan hastaların sık atak geçirmeleri, sabit hava yolu inflamasyonunun arttığına işaret etmektedir. Tiotropiumun atak sıklığını azalttığı gösterilmiştir ancak hava yolu inflamasyonu üzerine olan etkileri bilinmemektedir. Bu çalışmada tiotropiumun balgam inflamatuar belirteçleri ve atak sıklığı üzerine olan etkilerinin araştırılması hedeflendi. Toplam 142 hasta çalışmaya alındı. Bir yıl süresince kendi ilaçlarına ek olarak tiotropium veya plasebo alan iki grup olarak randomize edildiler. Balgam ve serum sitokinleri ELİSA yöntemiyle incelendi ve atak sıklığı semptoma dayalı oluşturulan günlüklerle hesaplandı. Gruplar arasında balgam interlökin (İL)-6 veya miyeloperoksidaz için eğri altında kalan alanda fark izlenmedi fakat balgam İL-8 seviyesi tiotropium alan grupta daha yüksek bulundu. Çalışmanın başında ve sonunda bakılan serum İL-6 veya Creaktif protein seviyelerinde fark yoktu. Tiotropium, atak sıklığında %52’lik bir düşüş sağladı (1,17’e karşı 2,46 atak·yıl–1). Tiotropium alan hastaların %43’ü en az bir atak geçirirken plasebo alan grupta bu oran %64 bulundu. Ataklı gün sayısı toplamı plasebo alan grupla karşılaştırıldığında azalmıştı (17,3’e karşı 34,5 gün). Tiotropium kronik obstrüktif akciğer hastalığında atak sıklığını azaltmaktadır ancak bu etkinin hava yolunda veya sistemik inflamasyonda azalmaya bağlı olduğu söylenemez. Eur Respir J 2007; 30:472-478 eğitimi alanlarda herhangi bir değişiklik olmadığı izlendi. Pth,max üzerine olan etkiler tlim için olandan daha fazlaydı. Eğitim sonrasında solunum paterni değişmiştir. Bu durum, iş döngüsünde azalmaya ve bunun sonucunda inspiratuar iş yükünde azalmaya ve dolayısıyla her iki grupta Pth,max ve tlim değerlerinde artışa yol açmıştır. Bu makalenin yazarları kronik obstrüktif akciğer hastalığında solunum paterninin zorlanmadığı testlerle inspiratuar kas fonksiyonunu değerlendirmede gittikçe artan yük testlerinin sabit yük testlerine tercih edilmesini önermektedirler. Ancak bu testlerdeki inspiratuar kas endüransında düzelme olarak yorumlanabilmesi için solunum paterni kontrol edilmelidir. Eur Respir J 2007; 30:479-486 Kistik fibrozisli hastalarda günlük ve haftalık verilen azitromisin rejimlerinin karşılaştırılması J. McCormack, S. Bell, S. Senini, K. Walmsley, K. Patel, C. Wainwright, D. Serisier, M. Harris ve S. Bowler Kistik fibrozisli (KF) hastalarda azitromisinin (AZM) klinik yararları, daha önce plasebo kontrollü randomize dört çalışmada saptanmıştı. Bu çalışma AZM’in günlük veya haftalık verildiğinde yararlı etkilerinin birbirine denk olup olmadığını araştırdı. Yaşları 6 ila 58 arasında değişen 208 KF’li hastanın alındığı çift kör randomize çalışma tasarlandı. AZM 250 mg/gün (n = 103) veya 1,200 mg/hafta (n = 105) olarak altı ay boyunca verildi. Değerlendirmeler başlangıçta, 1., 3., 6., ve 7. aylarda yapıldı. Hastalar Avusturalya’daki Güneydoğu Queensland bölgesinde bulunan beş erişkin ve çocuk KF merkezinden alındı. Her iki grupta (günlük tedavi rejimine karşı haftalık tedavi rejimi) da ±%10 tolerans aralığı ile %95 güvenlik aralığı kullanılarak akciğer fonksiyonları (birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacim ve zorlu vital kapasite), C-reaktif protein, hastanede geçirilen gün sayısı, başvuru oranları ve beslenme (vücut kitle indeksi, z-skorları) açısından düzelmelerde denk olduğu gösterildi. KOAH’lı hastalarda inspiratuar kas endüransı için gittikçe artan (inkremental) ve sabit yük testlerinin karşılaştırılması K. Hill, S. C. Jenkins, D. L. Philippe, K. L. Shepherd, D. R. Hillman ve P. R. Eastwood Bu çalışmanın amacı kronik obstrüktif akciğer hastalığında yüksek yoğunlukta inspiratuar kas eğitimini (Y-İKE) takiben inspiratuar kas endüransındaki değişiklikleri tesbit etmede gittikçe artan (inkremental) ve sabit yük testlerinin göreceli değerlerini göstermekti. Y-İKE alan 16 hasta çalışmaya alındı ( 11’i erkek, birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacim (FEV1) %37,4±12,5). Buna ek olarak 17 hastaya (11’i erkek; FEV1 %36,5±11,5) yalancı inspiratuar kas eğitimi verildi. Eğitim sekiz hafta süresinca haftada üç kez yapıldı. Bazal ve eğitim sonrası gittikçe artan yük testi sırasında maksimum eşik basıncı (Pth,max) ve sabit yüke karşı nefes alma zamanı (tlim) ölçümleri saptandı. Solunum paterni zorlanmadı. Günlük tedavi alan 18 yaşından küçük hastalarda altı ay sonra boy ve ağırlık için z- skorlarında anlamlı düzelme izlendi. Çocuklarda günlük tedavi rejiminin beslenme avantajı sağladığı bulundu. Haftalık tedavi rejiminde gastrointestinal yan etkiler daha yaygındı. Bu bulgular dışında günlük ve haftalık azitromisin tedavi rejimlerinin kistik fibrozisli hastalar için benzer sonuçlara sahip olduğu gösterildi. Eur Respir J 2007; 30:487-495 Y-İKE alan hastaların bazale göre karşılaştırıldığında Pth,max ve tlim değerlerinin yükseldiği ancak yalancı inspiratuar kas EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL CİLT 2 SAYI 3 359 ÖZETLER OUAS’lu hastalarda noktürnal melatonin plazma seviyeleri: CPAP’ın etkisi Yayma grup 0 (hiç basil görülmeyen)olgular için medyan TTD-TB 14 (12–20) gündü. Bu değer izolasyonun kaldırılması için standart değer olarak kullanıldı. Yayma grup 4’te (tedavi öncesi balgam örneklerinde >9 ARB her büyük büyütmeli alanda (hpf)) TTD-TB tedavinin medyan 25. gününe uzadığı tesbit edildi. C. Hernández, J. Abreu, P. Abreu, A. Castro ve A. Jiménez Melatonin insanlarda uyku ve uyanıklık siklusunu düzenleyen pineal bir hormondur. Plazma melatonin seviyeleri obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) olan hastalarda araştırıldı. Toplamda OUAS olan 20 hasta ve 11 sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. OUAS olan hastalar diagnostik polisomnografi ve sürekli pozitif hava yolu basıncı (CPAP) titrasyonu yapılan geceler olmak üzere iki gece teste alınmış oldu. Kontrol grubu sadece bir gece test edildi. Plazma melatonin seviyeleri hastalarda ve kontrol grubunda radyoimmünoassay metodu kullanılarak saat 23:00 (aydınlık periyod), saat 02:00 (karanlık periyod) ve saat 06:00 (aydınlık periyod)’da ölçüldü. Kontol grubundaki bireylerde noktürnal melatonin pik değeri saat 02:00’de izlendi (70,6±14 pg·mL–1). Ancak bu noktürnal melatonin piki OUAS olan hastalarda yoktu. OUAS olan hastalarda en yüksek melatonin değeri tanının konulduğu gecede saat 06:00’da bulundu (49,3±36,8 pg·mL–1). OUAS olan hastalarda titrasyonun yapıldığı gece saat 06:00’daki melatonin düzeyi, tanının konulduğu gecedeki değerden (35,6±37,9 pg·mL– 1) anlamlı olarak düşük bulundu. Ancak OUAS olan hastalarda diagnostik polisomnografi yapıldığı gece saat 23:00 veya saat 02:00’deki melatonin düzeyleri (saat 23:00: 31,6±29,8 pg·mL–1; saat 02:00: 47,4±33,8 pg·mL–1) ile CPAP titrasyonu yapıldığı gece saat 23:00 veya saat 02:00’deki melatonin düzeyleri (saat23:00: 20,2±10,3 pg·mL–1;saat 02:00 h: 37,7±27,5 pg·mL–1) arasında anlamlı fark yoktu. Obstrüktif uyku apne sendromu olan hastalarda anormal melatonin sekresyon paterni bulunur. Noktürnal melatonin pikinin olmaması kısmen, bu hastaların normal uyku-uyanıklık paternine ulaşmalarındaki zorluğa bağlı olabilir. Eur Respir J 2007; 30:496-500 Mycobacterium tuberculosis’in sıvı besiyerinde tesbit zamanına dayanan hasta tecrit süresi için yeni öneriler S. R. Ritchie, A. C. Harrison, R. H. Vaughan, L. Calder ve A. J. Morris Hipotezimiz, akciğer tüberkülozlu hastaların balgam örneklerinin sıvı besiyerindeki Mycobacterium tuberculosis ‘in saptanma süresinin hastanın tecrit süresi açısından balgam yaymasına göre daha iyi bir belirteç olduğudur. Akciğer tuberkülozlu 284 hastanın tedavi öncesi ve tedavi sırasındaki balgam aside resistan basil (ARB) yayma ve kültür sonuçları incelendi. Sıvı besiyerinde M. tuberculosis ‘in tesbit edildiği zaman (TTD-TB), Mikobakteriyel Büyüme İndikatör Tüpünde aside resistan basilin kültürde saptanması ve görüntülenmesi için geçen süre ‘gün’ olarak belirtildi. 360 Bu yazarlar, yayma grup 1 ve 2 olan hastalarda (tedavi öncesi balgam örneklerinde sırasıyla 1–9 ARB/ 100 hpf ve 1–9 ARB/10 hpf) tedavinin 7. gününden sonra hasta tecritinin kalkabileceğini önermektedirler. Yayma grup 3 (1–9 ARB/hpf) ve yayma grup 4 hastaların sırasıyla tedavinin 14. ve 25. gününe kadar tecrit altında sağaltılması gerektiğini önermektedirler. Bu kriterler yayma pozitif akciğer tüberkülozlu 143 çalışma olgusunda tecrit süresini 1516 gün azaltabilirdi. Mevcut radyolojik ve klinik kriterler tatmin edici olduğunda Mycobacterium tuberculosis’in sıvı besiyerinde tesbit zamanı kullanılarak hasta tecrit süresi, tedavi öncesi balgam yayma derecesinden tahmin edilebilir. Bu öneriler balgam yayması negatifleşmeden önce tecritin kalkmasını sağlayarak hastalara ve sağlık çalışanlarına önemli faydalar getirecektir. Eur Respir J 2007; 30:501-507 Mikobakterilerin sarkoidozdaki rolü için moleküler kanıt: Bir meta-analiz D. Gupta, R. Agarwal, A. N. Aggarwal ve S. K. Jindal Sarkoidozun etyolojisi henüz bilinmemektedir. Sarkoidoz ve tüberküloz arasındaki klinik ve histolojik benzerliklerden dolayı sarkoidoz için etyolojik ajan olarak mikobakterinin rolü defalarca araştırılmıştır. Bu meta-analizde sarkoidoz gelişiminde mikobakterinin olası rolü konusunda ulaşılan moleküler kanıtların değerlendirilmesi hedeflendi. MEDLINE, EMBASE, CINAHL, DARE ve CENTRAL veritabanlarında 1980 ile 2006 yılları arasında yapılan çalışmalar araştırıldı ve sarkoidozlu hastaların biyolojik örneklerinde moleküler teknikler kullanılarak mikobakterinin varlığının değerlendirildiği çalışmalar bu analize dahil edildi. %95 güvenlik aralıkları beklenen oran (her bir çalışmanın) için hesaplandı; veriler, %95 güvenlik aralığında özet başarı oranı elde etmek için toplandı. Mikobakteri varlığını değerlendirmek için olasılık oranı (odds ratio) (%95 güvenlik aralığı) sarkoidozlu hastaların örnekleriyle sarkoidoz dışı kontrol olgularının örnekleri karşılaştırıldı. Veritabanı araştırması sonucunda 31 çalışma meta analize dahil edildi. Tüm çalışmalarda nükleik asit amplifikasyonu sonrasında mikobakterilerin farklı tiplerine spesifik nükleik asit sıralarının tanımlanması için polimerize zincir reaksiyonu kullanılmıştı. Sonuçta 874 hastanın 231’inde 26,4 (%23,6–29,5) pozitif sinyal oranı ile mikobakteri pozitifliği bulundu ve sarkoidozlu hastalarda sarkoidoz dışı olgulara göre mikobakteri bulma olasılığı random etkiler modeli kullanılarak 9,67 (%4,56–20,5) ve exact metodu kullanılarak 19,49 (%11,21–35,54) olarak bulundu. Yayınlarda metadolojik ve istatistik heterojenite ve yanlılık kanıtı vardı. Bu çalışmanın sonucunda, sarkoidoz lezyonlarında mikobakteri varlığı gösterilmesiyle mikobakteri ve bazı sarkoidoz olgula- CİLT 2 SAYI 3 EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL ÖZETLER rı arasında bir ilişki olduğu söylenebilir. Metodolojik farklılıkları engellemek için örneklerin santral labarotuvarlarda test edildiği, daha büyük, çok merkezli çalışmalar tasarlanmalıdır. Eur Respir J 2007; 30:508-516 Sepsis ciddiyeti toplum kökenli pnömonide sonuçları tahmin eder B. Schaaf, J. Kruse, J. Rupp, R. R. Reinert, D. Droemann, P. Zabel, S. Ewig ve K. Dalhoff Hastaların tedavi ve takip yoğunluğunu yönlendirmede kolay uygulanabilir prognostik kurallar yardımcıdır. Bu çalışmanın amacı toplum kökenli pnömokoksik pnömonisi olan 105 hastada sepsis skorlarının prediktif değeri ile konfüzyon, solunum sayısı (≥30 soluk·dakika–1), kan basıncı (sistolik değer <90 mmHg veya diyastolik değer ≤60 mmHg) ve 65 yaş ve üzerinde olma (CRB-65) skorlarını karşılaştırmaktı. Ek olarak antimikrobiyal tedavinin zamanlamasının sonuca olan etkileri de araştırılmıştır. Sepsis ve CRB-65 skorları kullanılarak hastaların düşük, orta ve yüksek riskli alt gruplara ayrılması sağlandı. Her iki skor için (sepsis skoruna karşı CRB-65) mortalitenin karşılaştırılabilir yüksek pediktif değerler saptandı: 1) düşük riskli grup, %0’a karşı %0; 2) orta riskli grup, %0’a karşı % 8,6; 3) yüksek riskli grup, % 30,6’ya karşı %40 bulundu, eğri altında kalan alan 0,867’ye karşı 0,845 olarak bulundu. Ayaktan antibiyotik ön tedavisi alan hastalarda daha düşük akut fizyoloji skorları, daha düşük beyaz küre hücre sayısı ve daha hızla düşen C- reaktif protein düzeyleri saptandı. Ön tedavi alan hastaların hiçbiri ölmedi. Özet olarak her iki skor da mortaliteyi tahmin etmede eşit bulundu. Orta riskli grupta sağkalımı tahmin etmede sepsis skoru daha hassas olabilir. Hastane öncesi antibiyotik tedavisi alanlarda hastalık şiddeti daha azdı. Eur Respir J 2007; 30:517-524 Hastaneye yatan toplum kökenli pnömonide makrolid ihtiyacı: eğilim analizi M. Paul, A. D. Nielsen, A. Gafter-Gvili, E. Tacconelli, S. Andreassen, N. Almanasreh, E. Goldberg, R. Cauda, U. Frank, L. Leibovici TREAT Çalışma Grubu tarafınddan Bu çalışmada toplum kökenli pnömoni sebebiyle hastaneye yatırılan eğilim skorları kullanılarak düzeltilmiş hastalarda ßlaktam makrolid (“kombinasyon”) tedavisi ile tek başına ßlaktam (“monoterapi”) tedavisi alanlar karşılaştırıldı. Birçok ülkenin katıldığı prospektif gözlemsel bir çalışma yapıldı. Kombinasyon tedavisi için eğilim skoru çalışma başlangıcında hasta ve enfeksiyon özellikleri kullanılarak oluşturuldu. Hastalar eğilim skorlarına (virgülden sonra üç basamak ) göre eşleştirildi ve 30 günlük mortalite ve hastanede kalış süresi ile karşılaştırıldılar. Eğilim skoru mortalite için oluşturulan lojistik modelde eşdeğişken (covariate) olarak kullanıldı. klinik prezentasyonları farklıydı. Düzeltilmemiş mortalite, monoterapi alan hastalarda anlamlı olarak daha yüksekti (37/169 (%22)’a karşı 21/282(%7)). Eğilim skorları kullanılarak monoterapi alan gruptaki hastalardan sadece 27’si kombinasyon grubundaki hastalarla eşleştirilebildi. Bu gruplardaki mortalite (her bir grupta üç exitus (%11)) aynıydı. Kombinasyon tedavisi mortalitesinin, eğilim skorları ve Pnömoni Ciddiyet İndeksi göre düzeltilmiş çok değişkenli olasılık oranı (multivariable odds ratio) 0,69 (%95 güvenlik aralığı 0,32–1,48) olarak bulundu. Kombinasyon tedavisine karşı monoterapinin yararı gözlemsel çalışmalarla güvenilir bir şekilde değerlendirilemez. Çünkü bu rejimleri kullanma eğilimleri belirgin farklılık göstermektedir. Eur Respir J 2007; 30:525-531 Akciğer kanseri tarama protokolüne erken uyumu belirleyen faktörler U. Montes, L. M. Seijo, A. Campo, A. B. Alcaide, G. Bastarrika ve J. J. Zulueta Bilgisayarlı tomografi (BT)kullanılarak yapılan akciğer kanseri taraması erken evre hastalığın yakalanmasında etkilidir. Ancak uyumla ilgili kaygılar artmaktadır. Yazarlar 2000 ile 2003 yılları arasında akciğer kanseri tarama programına katılan semptomu olmayan 641 sigara içen kişinin dahil edildiği retrospektif gözlemsel bir çalışma yürüttüler. Uyumlu bireylerle uyumsuz bireyler akciğer fonksiyonu, cinsiyet, yaş, katılım motivasyonu, referans merkeze uzaklık, ailede akciğer kanseri hikayesinin olması, asbest maruziyeti, eğitim düzeyi, ilk BT’de izlenen nodül varlığı ve tipi ve uyumu artırmak için tasarlanan hemşirelik hizmeti açısından karşılaştırıldılar. Sonuçta çalışma protokolüne erken uyum oranı %65 idi. Çok değişkenli analizle cinsiyet, referans merkezine yakınlık, kalsifiye olmayan nodül varlığı ve hemşirelik hizmetinin çalışma protokolüne uyumu sağlayan önemli faktörler olduğu saptandı. Çalışmaya girmesi desteklenen ve eskiden sigara içmiş olan hastaların uyumu daha fazla oldu. Çok değişkenli analizde cinsiyet etkileşimleri izlendi. Hemşirelik hizmeti kadınlar için önemliyken, anormal akciğer fonksiyonu erkeklerin uyumunu arttırdı. Kadınlar ve referans merkezine yakın oturanların akciğer kanseri taramasına uyumları özellikle iyidir. Bu çalışma uyumun arttırılması için erkekler ve düşük risk algısına sahip olanların hedeflendiği yeni stratejilerin geliştirilmesinin gerekliliğini düşündürmektedir. Eur Respir J 2007; 30:532-537 Monoterapi alan hastalar (n = 169) kombinasyon tedavisi alanlara (n = 282) göre daha yaşlıydı (ortalama±SD yaş 70,6±17,3’e karşı 65,0±19,6 yıl), kronik hastalık skorları daha yüksek olup EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL CİLT 2 SAYI 3 361 ÖZETLER Profesyonel itfaiyecilerde solunumsal semptomlar, atopi ve bronş aşırı duyarlılığı D. Miedinger, P. N. Chhajed, D. Stolz, C. Gysin, A-B. Wanzenried, C. Schindler, C. Surber, H. C. Bucher, M. Tamm ve J. D. Leuppi Eur Respir J 2007; 30:545-548 Bu çalışmanın amacı profesyonel itfaiyecilerin solunumsal sağlığının değerlendirilmesiydi. Basel, İsviçre’den toplam 101 erkek profesyonel itfaiyeci çalışmaya dahil edildi. Erişkinlerde Akciğer Hastalıkları ve Hava Kirliliği İsveç Çalışması’ndaki Basel popülasyonundan 735 erkek birey kontrol grubu olarak alındı.Tüm bireylere standardize anket, spirometre, prick deri testleri ve metakolin bronş provokasyon testleri yapıldı. İtfaiyecilerde kontrol grubu ile karşılaştırıldığında iş yerindeki gözlerde yanma (%21’e karşı %3), burun akıntısı (%19’a karşı %2), boğaz kaşıntısı (%26’ya karşın %3), öksürük (%28’e karşı %3), dispne (%7’ye karşı%2) ve başağrısı (%25’e karşı %3) gibi semptomlar daha sık olarak izlendi. İtfaiyecilerde atopi %51, kontrol grubunda ise %32 idi. İtfaiyecilerde kontrol grubuna göre metakoline aşırı duyarlılık olasılık oranı 2,24 (%95 güvenlik aralığı 1,12–4,48) olarak bulundu. İtfaiyeciler kontrol grubu ile karşılaştırıldığında işte daha fazla solunumsal semptomu bildirdiler ve atopiden daha fazla yakındılar. Bronş aşırı duyarlılığı itfaiyecilerde daha fazlaydı ancak bu durum akut maruziyete veya çalışma süresine bağlı değildi. Bu bulguların işe başlamadan önce mi olduğu yoksa işe başladıktan sonra mı geliştiği konusu açık değildir. Eur Respir J 2007; 30:538-544 Eğitim etkinlikleri mesleksel astımı olan çiftçilerde ekshale nitrik oksit düzeyini düşürür Adolesanlarda yeni başlamış rinit ve işe başlamanın ilk ayları E. Riu, H. Dressel, D. Windstetter, G. Weinmayr, S. Weiland, C. Vogelberg, W. Leupold, E. von Mutius, D. Nowak ve K. Radon Bu çalışmanın amacı adolesanlarda çalışmanın süresi ve tipi göz önüne alınarak tatilde ve herhangi bir işte rinit sıklığını araştırmak ve semptomlar gelişene kadar geçen süreyi araştırmaktı. 1995 yılında Çocukluk Çağındaki Astım ve Allerjiler Uluslararası Çalışma(ISAAC)-II grubuna Münih ve Dresden (Almanya)’den dahil edilen katılımcılara (yaşları 16–18 yıl) 2002 yılında posta yoluyla gönderilen anketlerle tekrar ulaşıldı. Anketler alerjik rinit, tüm işlerin tipi ve süresi ve olası diğer etmenlerden oluşmaktaydı. Haftada sekiz saat ve üzerinde ve bir ay ve üzerinde devam edilen işler ve çevresel maruziyetler iş-maruziyet matriksi oluşturularak kodlandı. 3785 katılımcıdan 964’ü iş hikayesi bildirdi. İşin medyan (25.–75. yüzdelik dilim) süresi10 (1–16) aydı. Olası diğer etmenler açısından düzeltmeler yapıldıktan sonra yüksek riskli işlerde çalışanların (odds ratio (OR) 1,4 ; %95 confidence interval (CI) 1,0–2,1)özellikle düşük moleküler ağırlıklı ajanlara maruz kalanların (OR 1,8 ; %95 CI 1,1–2,8) yeni başalayan rinit açısından daha fazla risk altında oldukları izlendi. Yüksek riskli işlerde 10 aydan daha az çalışanların rinit insidansının en yüksek olduğu bulundu. Yüksek riskli maruziyetin olduğu alanlarda çalışmaya başlayan adolesanların rinit insidansı çalışmayanlarla karşılaştırıldığında daha yüksek bulundu. Bu risk artışı işe başlamanın erken dönemlerinde ortaya çıkabilir. H. Dressel, C. Gross, D. de la Motte, J. Sültz, R. A. Jörres ve D. Nowak Eur Respir J 2007; 30:549-555 Alerjik mesleksel astım çiftçilikle uğraşanlarda sıktır. Eğitim etkinlikleri hastalığın tedavisini kolaylaştıracağından kısa dönem eğitim etkinliklerinin etkisi spirometrik değerler ve ekshale nitrik oksit fraksiyonu (FeNO) bazında değerlendirildi. İnek kepeği (deri döküntüsü) ve depo akarlarına karşı çoğu duyarlı olan mesleksel astımlı çiftçiler (n = 81) bir günlük eğitim programına katıldılar. Sonuçların ölçümü çalışma başlangıcında ve 4-6 hafta sonrasında, FeNO, , akciğer fonksiyonları ve bir anket ile değerlendirildi. Sonuçlar eğitim verilmeyen kontrol grubunun (n = 24) sonuçları ile karşılaştırıldı. Eğitim alan grupta bireylerde işe bağlı semptom bildirimleri oranı azaldı. FeNO geometric ortalama olarak 28,2’den 25,7 ppb düzeyine düştü ve çalışma başlangıcında FeNO yüksek olan (n = 32) bireylerde 59,7’den 49,2 ppb düzeyine kadar düştü. Kontrol grubunda buna denk gelen değerler 25,6’ya karşı 27,7 ppb ve 49,5’e karşı 48,1 ppb olarak izlendi. Spirometrik sonuçlar her iki grupta da değişmedi. Mesleki astımı olan çiftçilerde kısa dönem eğitim etkinliğinin alerjik hava yolu inflamasyonunun göstergesi olan ekshale nit362 rik oksit fraksiyonu üzerinde faydalı etkileri olduğu gösterildi. Bu durum, ekshale nitrik oksit fraksiyonunun kısa dönemde koruyucu etkilerini spirometreden daha yüksek duyarlılıkla gösterdiğini düşündürmektedir. Hava yolu yeniden yapılanmasını azaltmak veya önlemek için farmakolojik ve nonfarmakolojik girişimler E. H. Walters, D. W. Reid, D. P. Johns ve C. Ward Hava yolu yeniden yapılanmasının ve tedavilere olan cevabının değerlendirildiği bu derlemede yeniden yapılanma sebebiyle hava yolunda meydana gelen fizyolojik değişiklikler hakkındaki klinik gözlemler hava yolu örneklemesi ve histopatolojik analizden elde edilen yapısal değişiklikler hakkında bilinenlerle ilgilidir. Bu derlemede astım, kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve akciğer transplantasyonu sonrası kronik rejeksiyonu gösteren bronşiolitis obliterans sendromu (BOS) gibi üç önemli hastalık üzerinde duruldu. Akciğer transplantasyonu sonrası rutin bronkoskopik değerlendirme ile direk hava yolu patolojisinin çalışılabilme olanağının olduğu BOS’nu ayrı bir konu olarak da seçtiler. Buna ek olarak yazarlar potansiyel terapötik yaklaşımların geliştirilebildiği hava yolu yeniden ya- CİLT 2 SAYI 3 EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL ÖZETLER pılanmasının indüklendiği hayvan modellerini de gözden geçiridler. Son olarak, yaygın olarak kullanılan tedavilerin yeniden yapılanma üzerine olan etkilerinin değerlendirildiği sınırlı literatürlerden bilgisi gözden geçirildi . Sonuçta insanlarda yeniden yapılanmayı düzelten veya değiştiren potansiyel bilgilerdeki bazı boşlukları detaylandırdılar. İvedi araştırma gereksiniminin olduğuna inanılan konuların altı çizildi. Eur Respir J 2007; 30:574-588 MALT-tipi lenfoma ile ilişkili pulmoner nodüler amiloidozun alışılmadık kistik prezentasyonu S. Lantuejoul, N. Moulai, S. Quetant, P. Y. Brichon, C. Brambilla, E. Brambilla ve G. R. Ferretti Bu olgu sunumunda mukoza ilişkili lenfoid dokunun ekstranodal marjinal zon B-hücreli lenfomasında (MALT lenfoma) akciğerdeki nodüler amiloidozun nadir kistik radyolojik özellikleri sunuldu. Sjögren sendromu dışında nodüler pulmoner amiloidozun radyolojik prezentasyonun olduğu ilk olgu sunumudur. Amiloidozun tanısı için transtorasik ince iğne biyopsisi yardımcı olsa da MALT-tipi lenfoma ilişkili kesin tanısı için açık akciğer biyopsisi gerekti. Bu olgu altta yatan akciğer tümörleri veya lenfoproliferatif hastalıkların varlığının tesbiti için pulmoner nodüler amiloidozda cerrahi girişimlerin uygulanmasının önemini vurgulamaktadır. Eur Respir J 2007; 30:589-592 EUROPEAN RESPIRATORY JOURNAL CİLT 2 SAYI 3 363