HÜKÜMET SİSTEMLERİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE BİR ANALİZ Tuğrul

advertisement
Akademik Hassasiyetler
The Academic Elegance
Makale Gönderim Tarihi: 20/09/2016 - Makale Kabul Tarihi: 09/11/2016
HÜKÜMET SİSTEMLERİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE BİR ANALİZ
Tuğrul KORKMAZ*
Öz
Mevcut hükümet sistemine yönelik eleştiriler ve buna alternatif hükümet sistemi
arayışları ülkemizde uzunca bir süreden beri gündem oluşturan konuların başında
gelmektedir. Parlamenter sistem, başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi ve karma sistemler ekseninde zaman zaman farklı arayışlar/öneriler ortaya çıkmaktadır.
Öne sürülen önerilerde dikkat çeken husus, ülkenin şartlarından ziyade öneriyi yapan
kişilerin, çeşitli angajmanlarla, ısmarlama tabir edilebilecek şekilde çeşitli hükümet
sistemlerini öne sürmeleridir. Bu nedenle önerilen hükümet sisteminin avantajları
ön plana çıkarılırken dezavantajları görmezden gelinmekte ya da etkisizleştirilmeye
çalışılmaktadır. Aynı şekilde hükümet sistemleri tercihi bir tartışma konusu haline
geldiğinde de taraflar benzer tutumlar gösterebilmektedir. Bu şekilde yapılan tartışmalar ise adeta bir kör dövüşünü andırırken, sonuç noktasında yol alınamamaktadır.
Farklı hükümet sistemlerinin avantajlarının ve dezavantajlarının Türkiye özelinde
incelendiği bu makalenin amacı, olabildiğince objektif kalmak suretiyle ülkemiz için
hangi hükümet sisteminin daha uygun olacağına dair bir tartışma yürütmek ve bu
konuda daha elverişli tartışmaların sürdürülebilmesi için düşünsel yollar açmaktır.
Anahtar Kelimeler: Hükümet Sistemleri, Parlamenter Sistem, Başkanlık Sistemi,
Yarı-Başkanlık Sistemi.
SYSTEMS OF GOVERNMENT AND AN ANALYSIS ON TURKEY
Abstract
The critique of the current governmental system and the search for an alternative
are one of the leading topics in the political agenda in Turkey. Different suggestions,
including parliamentary system, presidential system and mixed systems, are proposed
in this political atmosphere. However, the point about those proposals is that the people insist on the governmental systems that represent their own political engagements
which could be depicted as an “imposed suggestion,” rather than a suggestion that considers the political-social needs of the country. Hence, the defended proposals about the
advantages of those governmental systems’ are ignored or counteracted. Similarly, the
opponents follow the same behavioral patterns. As a result, the supposed discussions
become at cross purposes, while it is hard in these circumstances to arrive at a conclusion. The aim of this article, which analyses the advantages and disadvantages of
the different governmental systems in the context of Turkey, is to initiate a discussion
about the most suitable governmental system for Turkey in a proper objective way, in
addition to opening intellectual ways to be able to extend the regarding debates.
* Yrd. Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü, [email protected].
43
Tuğrul Korkmaz
Keywords: Systems of Government, Parliamentary System, Presidential System,
Semi- Presidential System.
Giriş
Devletin temel organlarının ne şekilde ayrılacağı ya da birleşeceği, birbirleri
ile aralarında ne şekilde bağların olacağı, bu temel organların kimler tarafından
oluşturulacağı ve nasıl kullanılacağına yönelik sorulara verilen cevaplar neticesinde ortaya çıkan tercihler, hükümet sistemlerini oluşturmaktadır. Bir diğer ifade ile
hükümet sistemleri devlet içindeki kuvvetlerin dağılımı ve düzenlenişi bakımından
anayasal demokrasilerde veya demokratik olmayan rejimlerde uygulanan kural ve
kurumlar dizgesinin bütünü olarak tanımlanabilir (Hekimoğlu, 2009:5). Hükümet
sistemleri kurucu iktidar tarafından anayasalarda karara bağlanması gereken bir
konudur. Bu tercih ülkenin ekonomik, siyasal ve toplumsal gerçekleri, yani ülkenin
sosyo ekonomik ve sosyo politik iklimi göz önünde bulundurularak yapılabilecek
bir tercihtir. Yapılacak tercih son derece önemlidir, zira ülkedeki çarkların dönmesi
ve siyasal sistemin sorunsuz bir şekilde işlemesi, büyük ölçüde bu tercihe bağlıdır.
Hükümet sistemleri tercihi, Türkiye’de de 80’li yıllardan bu yana şiddeti artan
bir şekilde siyasal alanda tartışma konusu haline gelmiş, kurucu meclis tarafından
belirlenen parlamenter sistem, ihtiyaçlara cevap vermekte zorlandığı gerekçesi ile
zaman zaman eleştirilmiştir. Bu eleştiriler sonucunda çözüm yolu olarak bir hükümet sistemi değişikliği önerilmiş, sıklıkla da bir reçete olarak başkanlık sistemi
gündeme getirilmiştir. Cumhuriyetin kurulmasından bu yana zaman zaman tartışılmasına rağmen, siyasi olarak ilk defa Turgut Özal tarafından gündeme taşınan
sistem değişikliği önerisi daha sonra Süleyman Demirel ve son olarak Recep Tayyip
Erdoğan tarafından da kuvvetli bir şekilde dile getirilmiştir. Bu önerilerin toplumsal bir talepten ziyade çeşitli gerekçelerle, karizmatik ve güçlü liderler tarafından
siyasal olarak gündeme getirildiği söylenebilir. Sistem değişikliği ile ilgili toplumsal bir talep yokluğu, vatandaşı da bir anlamda siyasal konum almaya itebilmektedir. Daha açık bir ifade ile konu ile ilgili bilimsel bilgiden uzak olan kamuoyunun,
hükümet sistemi tartışmalarında siyasi parti aidiyetleri veya kimlikleri bağlamında
tercihler göstermekte olduğu görülmektedir. Farklı hükümet sistemlerinin yalnızca
avantajları ya da dezavantajları ön plana çıkarılarak yapılan tartışmalar, bu kısır
döngünün değirmenine su taşımakta ve bu hususta çözümden uzaklaşılmaktadır.
Bu makalenin amacı, Türkiye’de yürütülen tartışmaların kişiye endeksli ve siyasal aidiyetlerle yapıldığı problematiğinden hareketle, hükümet sistemleri hakkında
veri ve bilgileri ortaya koyarak, artı ve eksileriyle birlikte bu sistemlerin Türkiye
özelinde bir analizinin yapılmasıdır. Böylelikle amaçlanan, siyasal angajmanlardan
uzak, olabildiğince objektif kalınarak, Türkiye için uygun olabilecek hükümet sisteminin tespitine çalışmaktır. Araştırmada yöntem olarak İkincil veri araştırması tekniğine dayalı literatür taraması ve nicel-nitel analiz yöntemleri birlikte kullanılmıştır. “Farklı hükümet sistemlerinin hangileri olduğu?”, “bunların avantaj ve dezavantajlarının neler olduğu?”, “ön plana çıkan özelliklerinin neler olduğu?”, “Türkiye’de
yürütülen hükümet sistemleri tartışmalarının nasıl şekillendiği ve nasıl olması gerektiği?” ve son olarak “Türkiye’de nasıl bir hükümet sistemi tercihinin daha faydalı
44
Hükümet Sistemleri ve Türkiye Üzerine Bir Analiz
olacağı?” bu çalışmanın başlıca araştırma sorularını oluşturmaktadır. Bu araştırma
sorularından hareketle makalede önce farklı hükümet sistemlerinin karakteristik
özelliklerinden bahsedilecek, bunların artı ve eksileri belirlenmeye çalışılacaktır.
Böylelikle bu sistemler hakkında fikir sahibi olmaya çalışılacak ve daha sonra da bu
sistemler Türkiye özelinde incelenecektir. Çalışma, ele alınacak hükümet sistemlerinin menşe ülkeleri ile sınırlı tutulmuştur. Böylelikle konunun kapsamını aşmadan,
ana hatlarıyla anlaşılabilmesi ve dağılmaması hedeflenmektedir.
1. HÜKÜMET SİSTEMLERİ: AVANTAJLAR VE DEZAVANTAJLAR
Hükümet sistemi tercihinin kurucu iktidar tarafından anayasa yazılırken yapılan bir tercih olduğundan giriş kısmında bahsedilmişti. İşte bu tercih hususunda
hükümet sistemlerine yönelik kurucu irade tarafından karara bağlanması gereken
ilk konu, belirlenecek hükümet sisteminin güçler birliğine mi yoksa güçler ayrılığına mı yönelik bir sistem olacağıdır. Bu noktada tercih edilen sistem eğer güçler
birliği olursa yeni bir karar verme gerekliliği daha kurucu iradenin önüne çıkacaktır. Zira güçler, yasama veya yürütme gücü altında toplanabilir. Güçlerin yasama
altında toplanması durumunda “meclis hükümeti” sistemi ile karşılaşılır. Yürütme
gücü altında toplandığında ise karşılaşılan hükümet sistemi “diktatörlük” olmaktadır. Nitekim burada bahsedilen yürütme, bir kabineden ziyade devlet başkanının
bünyesinde güçlerin toplanmasıdır. Buraya kadar bahsedilen hükümet sistemleri
güçler birliğine dayalı ve demokratik olmayan sistemler başlığı altında değerlendirilebilir (Gözler, 2015:73-82).
Kurucu iktidarın güçler ayrılığına yönelik bir tercih yapması durumunda ise
üç alternatif ortaya çıkmaktadır. Bunlar; “başkanlık”, “parlamenter” ve “yarı başkanlık” sistemleridir. Bu üç alternatif, aslında yasama yürütme ve yargı gücünün
birbirinden ne oranda ayrılacağı sorusunun neticesinde belirir. Sert güçler ayrılığı
denildiğinde başkanlık sistemi, yumuşak güçler ayrılığında ise parlamenter sistem ortaya çıkar. Kökeni Fransa olan ve her iki sistemin dezavantajlarını mümkün
mertebe azaltmayı, avantajlarını ise birlikte kullanmayı hedefleyen sistem ise yarı
başkanlık sistemidir (Gözler, 2015:82-101; Erdoğan, 2010:205; Özbudun, 2000:329).
Özellikle belirtmek gerekir ki, bu sistemlerin farklı ülkelerde, farklı uygulamaları bulunmaktadır. Fakat bu çalışmada, sistemlerin menşe ülkeleri ve karakteristik
özelliklerini baz alan bir yöntem benimsenmiştir. Nitekim sosyal bilimlerde sınıflandırma yapıldığında ister istemez bir indirgemecilikle yüz yüze kalınabileceği de
ortadadır. Bu noktada Breuilly’nin sözü manidar ve açıklayıcıdır: “Sınıflandırmaların doğru ya da yanlışı yoktur, ya faydalılardır ya da faydasız” (Breuilly, 2001: 9). Bu
açıdan ele alındığında ABD, İngiltere ve Fransa merkezli literatürde de yaygın kabul gören üçlü kategorizasyonun benimsenmesi, hükümet sistemlerinin kimi ortak
özelliklerinin anlaşılmasında faydalı gözükmektedir. Daha açık bir ifade ile Birleşmiş Milletler’e kayıtlı 193 ülkenin her birinin hükümet sistemleri ve uygulamaları
birbirinden farklıdır. Bunların analiz edilebilmesi ve karşılaştırma yapılabilmesi ise
ancak bir kategorizasyon ile mümkün olabilmektedir. Bu minvalde, başlangıç olarak hükümet sistemlerin karakteristik özellikleri, avantajları ve dezavantajlarından
kısaca bahsetmek, konunun anlaşılabilirliğini artıracaktır.
45
Tuğrul Korkmaz
A. Başkanlık Sistemi
Hükümet sistemleri içerisinde bu çalışma kapsamında ilk ele alınacak sistem
başkanlık sistemidir. Başkanlık sistemi denildiğinde, yürütmenin tek başlı olduğu
(başkan), başkanın halk tarafından seçildiği ve yürütmenin yani başkanın yasamanın güvenine dayanmayan bir sistem akıllara gelmektedir (Sartori, 1994: 83-84). Bu
sistemde başkan, parlamentoya değil halka karşı sorumludur, yasama yürütmeyi
görevden alamaz iken yürütme de yasamayı feshedemez. Yetkiyi halktan alan başkan, kendi ekibini kurmakta özgürdür ve uygulayacağı politikalar, başarıları ve
başarısızlıkları neticesinde yalnızca halka karşı sorumludur. Sert güçler ayrılığının
net bir şekilde hissedildiği bu sistemde, parlamenter sistemin aksine, bir kişi hem
yasama hem yürütmede görev alamaz. Bırakın görev almayı, başkan meclisin yasama faaliyetlerine seyirci olarak dahi katılamaz. Yapabileceği tek şey, olağanüstü
hallerde veya meclisin açılış gününde “mesaj” yetkisini kullanarak meclis başkanı
tarafından okunmak üzere ihtiyaç duyduğu kanunları ve gerekçelerini belirten bir
mektubu gönderebilir. Sistem içerisinde başkanın gensoru ile düşürülmesi gibi bir
uygulama bulunmaz. Bunun tek istisnası “impeachment” davası denilen bir yöntemdir ki, bu da aslında siyasi değil adli bir yargılama usulüdür. Sistem, yukarıda
kimi unsurları belirtilen fren ve denge mekanizmalarına sahiptir. Başkanın bütçesi yasama tarafından onaylanır. Başkanın yapacağı uluslar arası antlaşmaların
da onay mercii yine yasama gücüdür. Bu mekanizmalar aslında karşılıklı yetkiler
çerçevesinde oluşan, yasama ve yürütme gücünün işbirliği ve uyum içerisinde çalışmasını teşvik eden uygulamalardır (Erdoğan, 2005:207-208; Gözler, 2015:83-84).
Başkanlık sisteminin avantajları üç başlık altında toplanabilir: Devletin meşruluğunu halktan alan tek kişi tarafından yönetilmesinden kaynaklanan “güçlü yönetim”, karşılıklı görevden almaların bulunmamasından dolayı hükümet krizlerinin
olmaması neticesinde “siyasal istikrar” ve hesap sorulabilirliği yüksek ve sorumlu
bir başkandan dolayı “daha demokratik bir yönetim”.
Sistemin dezavantajları ise beş başlık altında toplanabilir: Fesih ve güvensizlik
oyu gibi araçlar olmadığından, olası bir krizde sistemi rahatlatacak olan erken seçime gidilemeyeceği için krizler ancak anti demokratik yöntemler ile çözülebilir. Bir
diğer ifade ile başkanlık sistemlerinde askeri darbe ihtimalinin yüksek olduğundan
bahsedilebilir. Hele ki ülkede demokratik siyasal kültür zayıf ise rejim krizlerinin
çıkma ihtimali çok daha yüksektir. Böyle bir tehdit karşısında başkanın elindeki
yetkileri kötüye kullanarak otoriterleşmesi gibi bir durumla da karşılaşılabilir. Başkanlık sistemi katı bir sistemdir. Yasama ve yürütme çeşitli süreler için işbaşına
geldiklerinde daha sonra arkalarındaki halk desteğini yitirmiş dahi olsalar görev
süreleri sona ermeden görevlerinden ayrılmazlar. Uzlaşmaz bir parlamentonun yapısının ortaya çıkması neticesinde başkanın yapabileceği hiçbir şey yoktur. Sistem
kilitlenir ve bir sonraki seçim beklenir. Bu sistemin bir diğer dezavantajı olarak çift
meşruluk sorunundan bahsedilebilir. Yasama ya da yürütme halkın desteğini alarak
o makamlara geldiğini ve meşru olduğunu ileri sürerek uzlaşmaktan kaçınırlarsa
sistem kilitlenir. Siyasal kutuplaşma başkanlık sisteminde görülebilecek bir diğer
olumsuzluktur. Zira bu sistem kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin ise her
şeyi kaybettiği bir sistemdir. Sistemin aslında en büyük sorunu iktidarın kişiselleş46
Hükümet Sistemleri ve Türkiye Üzerine Bir Analiz
mesidir. Çünkü bu sistemde başkan hem devlet başkanı hem hükümet statüsündedir. Seçmenlerden aldığı oylar neticesinde iktidarı kazanan başkan, halkı, devleti,
hükümeti temsil ettiği yanılgısına kapılarak iktidarını kişiselleştirme yoluna gidebilir. Kendine ait bir saraya sahip olması, kendine bağlı bir teşkilat kurabilmesi gibi
hususlar da düşünüldüğünde adeta bir güç zehirlenmesi ile başkanın kendini kral
ya da imparator gibi hissetmesi, her şeye gücünün kadir olacağını düşünmesi kuvvetli bir ihtimaldir (Lijphart, 1995:194-195; Linz, 1995:143-159, Gözler, 2015:83-84;
Teziç, 2014:516-518).
Başkanlık sistemi 1787 ABD Anayasası ile literatüre giren bir sistemdir. Genel
bir yanlış anlaşılmayla sanki federalizm ile “sin qua non” olarak, yani federalizmin
olmazsa olmazı gibi düşünülmektedir. Bunun sebebi 1787 Anayasası’nın hükümet
sistemi tercihini başkanlıktan, devlet şekli tercihini ise federalizmden yana kullanmasındandır. Zira her iki kavram da anayasa hukuku ve siyaset bilimi literatürüne
ilk defa bu anayasa ile birlikte girmiştir. Oysaki başkanlık sistemi bir hükümet
sistemi iken federal veya üniter ayrımı yine kurucu irade tarafından belirlenmesi gereken egemenliğin yapılandırılmasına dayanan bir devlet şekli tercihidir. Bir
diğer ifade ile başkanlık sistemini tercih eden bir ülkenin federal devlet şeklini
benimsemesi gerekmemektedir. Bir örnek vermek gerekirse; ABD başkanlık sistemine dayanan federal bir devlet iken, Almanya parlamenter bir federalizmdir.
Bunun yanında Şili, Uruguay ve Kıbrıs Rum Kesimi gibi ülkeler de üniter başkanlık
sisteminin örnekleri arasındadır.
Yukarıda nitelikleri, avantaj ve dezavantajları bahsedilen başkanlık sistemi,
dünyada yaklaşık 60 ülkede tercih edilen bir hükümet sistemidir. Sosyo ekonomik
veriler açısından incelendiğinde kişi başına düşen GSMH’da dünyanın en zengin
25 ülkesi içerisinde başkanlık sistemi ile yönetilen ülke sayısı yalnızca 1 iken bu
bağlamda en fakir 25 ülke içerisinde bu sayı 12’dir1 (bu ülkeler içinde 3 ülke parlamenter sistemle yönetilirken 9 ülke de yarı başkanlık ile yönetilmektedir). Yalnızca
ekonomik gelişmişlik değil, sosyo politik anlamda da demokratik gelişmişlik incelendiğinde, ilk 40 ülke içerisinde yalnızca 3 ülke başkanlık sistemini tercih etmişken
bu sayı son 20 ülkede 12’dir2. 28 Avrupa Birliği ülkesi incelendiğinde bunlardan 1
ülke başkanlık sistemi (Kıbrıs), 3 ülke yarı başkanlık (Fransa, Portekiz, Romanya)
ve geri kalan 24 ülke ise parlamenter sistemle yönetilmektedir.
Her ne kadar Sartori bunun tam aksini savunsa da (1994:92) başkanlık sistemini
tercih eden bir kaç ülkede yukarıda bahsedilen avantajlar sağlanırken geri kalan
ellinin üzerinde ülkede başkanlık sisteminin dezavantajları olarak görülen unsurların biri yada bir kaçı birlikte görülmektedir. Bu ülkelerin çoğunda sistemin otoriterleşerek “başkancı sistem” denilen sisteme evrildiği tespiti de yapılabilir (Teziç,
2014:516). Sistemin daha ziyade güney Amerika, Afrika ve eski Sovyet ülkelerinde
tercih edildiği görülmektedir.
1 Dünya Bankası’nın http://unstats.un.org/unsd/snaama/resQuery.asp sitesinden 2014 verileri baz
alınarak hazırlanan listeye göre.
2 Freedom House tarafından hazırlanan “Freedom In The World 2015” başlıklı raporda yer alan
demokratikleşme bazlı listede demokratikleşme puanı en yüksek ve en düşük ülkeler baz alınarak
hazırlanmıştır. https://freedomhouse.org/report/freedom-world-2015/table-country-ratings
47
Tuğrul Korkmaz
Bununla birlikte son yıllarda yapılan kimi çalışmalarda başkanlık sisteminin
parlamenter sisteme göre daha avantajlı olduğu iddiaları da yer bulmaktadır. Bu
tezi savunan düşünürlerden biri olan Cheibub’a göre başkanlık sistemlerinin çökme
sebepleri sistemin kendisinden ziyade ülkelerin sahip olduğu özelliklerden kaynaklanmaktadır (2007:2). Cheibub bu tezini destekler nitelikte bir örnekle özellikle GSMH’sı 1000 $’ın altındaki ülkeler göz önünde bulundurulduğunda demokrasilerin
hayatta kalma şansını parlamenter sistemler için 7 yıl olarak görürken başkanlık
sisteminde ise 10 yıl olduğunu dile getirmektedir (Cheibub, yayın yılı yok:1). Daha
açık bir ifade ile ülkelerin tercih ettikleri hükümet sistemi modeli başlı başına siyasal sistemi demokratik veya antidemokratik yapmaya yetmeyebilir. Antidemokratik bir siyasal kültürün yerleşmiş olduğu bir ülkede başkanlık, yarı başkanlık veya
parlamenter sistemin benimsenmesi sonucu değiştirmeyebilir. Aslında Cheibub’un
söyledikleri bu makalenin de mantığı ile örtüşmektedir. Zira iddia edilen, ülkedeki
hükümet sisteminin başarısı, sistemin o ülkenin koşullarıyla ne kadar uyumlu olup
olmadığıyla yakından alakalıdır. Cheibub’a göre başkanlık tarzı hükümet sistemleri ile siyasal sistemin otoriterleşmesi veya sistemin anti demokratik bir karakter
kazanması arasında da pozitif bir korelasyon yoktur. Hiç kuşkusuz objektif veriler
ışığında incelendiğinde bu iddia haklı olmakla beraber, demokratik siyasal kültürün gelişmemiş olduğu ülkelerdeki devlet başkanlarının sınırlı bir yasama ve etkin
bir yürütme gücü için ihtiyaç duydukları sistemin büyük oranda başkanlık sistemi
olması ise bir realitedir. Yani özellikle Afrika ve Latin Amerika ve eski Sovyet ülkeleri göz önünde bulundurulduğunda, bu ülkelerin otoriterleşmesinde doğrudan
başkanlık sisteminin bir etkisinin olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Fakat
otoriter ve kişisel yönetimlere elverişli yapısı ile başkanlık sistemi bu gibi ülkelerde devlet başkanının bir aracı haline gelmekte, devlet başkanının olası otoriter
eğilimlerini meşrulaştırarak sistemlerin başkancı sistemlere dönüşmesine neden
olmaktadır.
Çalışmanın hemen başında belirtildiği üzere kurucu iktidarın yapacağı hükümet sistemi tercihi, o ülkenin iklimi ile yakından alakalıdır. Dolayısıyla hükümet
sistemi tercihi hususunda “doku uyuşmazlıkları” ile karşılaşılmaması için sistemin
o ülkenin şartlarına ne denli uygun olup olmadığı iyi tahlil edilmelidir. Zira herhangi bir hükümet sistemi bir ülkede son derece olumlu olan ve meyvelerini veren
bir sistem iken, aynı sistem aynı özellikleri ile diğer bir ülkede krizlere, darbelere,
otoriterliğe davetiye çıkaran bir tercih durumuna da düşebilir.
B. Parlamenter Sistem
Çalışma kapsamında ele alınan ikinci hükümet sistemi olarak parlamenter sistemden bahsedilebilir. Parlamenter sistem, demokratik hükümet sistemleri arasında, tarihsel olarak bakıldığında ilk sistemdir. Sistemin kökeni İngiltere’ye dayanmaktadır. İngiltere’de çoğulculuğa dayalı olarak uygulanan bu sisteme Westminister Sistem de denilmektedir (Lijphart, 1999:9-47). Bu ismi İngiltere parlamentosuna
ev sahipliği yapan sarayın isminden almaktadır. Yumuşak güçler ayrılığına dayalı
olan parlamenter sistemde, devletin üç temel organı olan yasama, yürütme ve yargı iç içe geçen sorumluluk alanları ile birlikte birbirlerinden tam olarak bağımsız
48
Hükümet Sistemleri ve Türkiye Üzerine Bir Analiz
değildir. Yasama ve yürütme organı karşılıklı olarak birbirlerinin varlıklarına son
verebilir. Sistem en basit şekilde yürütmenin yasama içinden çıktığı ve ona karşı
sorumlu olduğu anayasal bir demokrasi tipi olarak da tanımlanabilir. Bu yüzden
parlamenter sisteme “kuvvetlerin işbirliği” (Teziç, 2014:483) sistemi de denilmektedir. Sisteme adını veren parlamento, parlamenter sistemin en kilit ve merkezi
öneme sahip kurumudur.
Sistemin karakteristik özellikleri incelendiğinde her şeyden önce yürütmenin
iki başlı olması dikkat çekicidir. Yürütmenin bir kanadını devlet başkanı oluştururken diğer kanadında ise hükümetin başı olarak başbakan yer almaktadır. Parlamenter sistemde yürütme her ne kadar iki başlı bir görünüm sergilese de sistemde devlet başkanının konumu ve yetkileri semboliktir. Parlamenter sistemi benimseyen
ülkeler incelendiğinde devlet başkanının göreve geliş şekline göre monarşiyi tercih
eden ülkelerde “yönetemeyen krallar” ile karşılaşılır. Yani bu ülkelerde krallar, siyasal iktidarını sürdürme isteklerinden vazgeçmişlerdir. Kral siyasal yönetimi belirlemez, bu yönetim siyaseten sorumlu olan hükümettedir. Kral, siyaset dışı, sınıflar ve
partiler üstü, tarafsız bir devlet başkanıdır. Devletin devamlılığının sembolü, ulusal bütünlüğü sağlayan, yumuşatıcı ve uzlaştırıcı bir unsurdur (Gözler, 2014a:179).
Eğer tercih cumhuriyetten yana olmuşsa durum burada da benzerdir. Zira parlamenter sistemi benimsemiş olan bir ülkede devlet başkanı, yani cumhurbaşkanı,
devlet ve milletin bütünlüğünü temsil eder, arabulucu ve hakem rolü üstlenir. Bir
diğer ifade ile parlamenter sistemde de cumhurbaşkanının yetkileri semboliktir.
Bu yüzden yasama karşısında da bir sorumluluğu yoktur. Görevden alınamaz ve
var olan yetkilerini de ancak “karşı imza” ile yani bakanlar veya başbakanın imzası
ile kullanabilir. Sistemde yürütme işlevi asıl olarak başbakan ve bakanlar kurulu
tarafından yerine getirilir. Dolayısıyla siyasal sorumluluğun asıl sahibi başbakandır. Sistemde her ne kadar yürütmenin sahibi bakanlar kurulu olarak gözükse de
bakanlar kurulunun çalışma ilkeleri göz önünde bulundurulduğunda başbakanın
sorumlulukla beraber iktidarın da asıl sahibi olduğu söylenebilir.
Başkanlık sisteminden farklı olarak parlamenter sistemde yürütme doğrudan
halkoyuyla seçilmez ve önceden belirlenemez. Seçim sonrası oluşacak parlamento
aritmetiği bu noktada devreye girer. Nitekim seçmen sandık başındayken oy verdiği partinin eğer yeterli çoğunluğa ulaşamaz ise kimle koalisyon ortağı olacağını
önceden öngöremez. Sistemde seçmenler önce parlamentoyu oluşturacak vekilleri
seçer ardından çoğunluğu tek başına veya birlikte elde edebilecek olan partiler hükümeti kurarlar. Kurulacak olan kabinenin yasamadan güvenoyu alması ile birlikte
göreve başlar. Sistemde yasama güvensizlik oyu ile yürütmeyi görevden alabilirken
başbakanın önerisi ile cumhurbaşkanı parlamentoyu feshederek ülkeyi erken seçime götürebilir. Yani yasama ve yürütme karşılıklı olarak birbirlerinin varlığına son
verebilme gücüne sahiptir. Yumuşak güçler ayrılığının bir diğer yansıması olarak
parlamenter sistemde yasama içinde görev alan bir kişi yürütmede de görev alabilir. Hatta o kadar ki, başbakan olabilmenin şartı yasama içinde olmaktır. Cumhurbaşkanı tarafından başbakan olarak görevlendirilecek kişi milletvekili olmak
zorundadır. Yasama ve yürütme arasında yine yumuşak güçler ayrılığı ilkesinden
kaynaklanan etkileşim mekanizmaları mevcuttur. Örneğin bütçe yürütme organı
49
Tuğrul Korkmaz
tarafından hazırlanır fakat yasama organı tarafından kabul edilir. Uluslararası antlaşmalar aynı şekilde yürütme organı tarafından yapılırken, onay mercii yasamadır. Yasama, soru, meclis araştırması, meclis soruşturması ve gensoru gibi denetim
mekanizmaları ile yürütmeyi denetleyebilir.
Sistemin başlıca avantajı esnek oluşudur. Bu sayede değişen şartlar ve durumlara kolaylıkla adapte olarak çözüm geliştirmeye müsaittir. Örneğin oluşabilecek olası
siyasi krizlerde güvensizlik oyu ve erken seçim gibi araçların kullanılmasıyla siyasi
tıkanıklıklar demokrasi içerisinde çözülebilir. Sistemin bir diğer avantajı olarak koalisyona imkan tanıması gösterilebilir. Zira başkanlık sisteminde yürütme makamına, kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir içerikle, tek bir
partinin temsilcisi olarak tek bir kişi seçilirken, parlamenter sistemde farklı partiler
bir arada hükümet etme imkanına sahip olabilirler. Bu özellikle siyasi kutuplaşma
tehlikesini ortadan kaldıran kayda değer bir avantajdır. Nitekim seçim meydanlarında ya da gündelik siyasette, belki de bir sonraki seçimde koalisyon ortağı olabileceği
parti veya liderine karşı üsluplarında çok daha dikkatli olurlar. Seçmen açısından
da durum bundan farklı değildir. Bunlara ek olarak bir siyasal parti seçimi kaybetse
dahi parlamenter sistemde yetki ve sorumlulukları ile oldukça önem taşıyan bir diğer görevi yerine getirir: muhalefet (Gözler, 2015:96-97). Bunun yanında son yıllarda
yapılan bazı çalışmalara göre parlamenter sistem ile politik, ekonomik ve insani gelişme arasında pozitif bir korelasyon olduğunu öne süren çalışmalar da mevcuttur.
Bunlardan biri olan ve parlamenter sistem ile başkanlık sistemini çeşitli değişkenler
ışığında inceleyen Gerring Thacker ve Moreno bahsi geçen bu gelişmeleri sağladığından dolayı parlamenter sistemi bir adım önde görmektedirler (2009:1).
Parlamenter sistemin dezavantajları aslında avantajları ile yakından alakalıdır. Daha açık bir ifade ile koalisyon hükümetleri parlamenter sistemin avantajları içerisinde yer alması ile birlikte aynı zamanda bu sistemin dezavantajlarını
oluşturan en önemli başlıklardan da biridir. Güçler ayrılığının yumuşak olması bir
diğer dezavantaj olarak görülebilir. Bir partinin hem yasamayı hem de yürütmeyi
ele geçirmesi sorunlara yol açabilir. Parlamentonun hükümeti düşürebilmesi zayıf
hükümetlere yol açabilir ve koalisyon hükümetleri siyasal istikrarsızlığı ortaya çıkarabilir. Ne var ki bahsi geçen dezavantajlardan özellikle koalisyon hükümetleri
çok da çekinilecek bir durum olarak görülmeyip avantaj olarak kullanılabilir. Zira
günümüzde Avrupa Birliği içerisinde yer alan ve parlamenter sistem ile yönetilen 24 ülkeden 21’i koalisyon hükümetleri tarafından yönetilmektedir. Dünyada
parlamenter sistemi benimsemiş olan ülkelerde de durum benzerdir. Parlamenter
sistemlerde tek parti yönetiminin istisnai, koalisyonların ise yaygın olduğu unutulmaması gereken bir husus olarak belirtilebilir. Ayrıca sistemin dezavantajlarını gidermek için tedbirler almaya dayalı olarak ortaya çıkan “rasyonelleştirilmiş
parlamentarizm” uygulamaları ile birlikte bu eksiklikler büyük ölçüde giderilebilir.
C. Yarı Başkanlık Sistemi
Son olarak parlamenter sistemin ve başkanlık sisteminin avantajlarından birlikte yararlanarak dezavantajlarını ise ortadan kaldırmaya yönelik ara bir sistem olarak isimlendirilebilecek yarı-başkanlık sistemine değinmek faydalı olacaktır. Sis50
Hükümet Sistemleri ve Türkiye Üzerine Bir Analiz
temin en temel özelliği üzerinden bir tanım yapmak gerekirse, cumhurbaşkanının
halk tarafından doğrudan seçildiği parlamenter sistemlere yarı başkanlık sistemi
denilmektedir. İlk olarak 1958 Fransa Anayasası’nda teorize edilen yarı başkanlık
sistemi, isimlendirme her ne kadar başkanlık üzerinden de yapılsa, unsurları incelendiğinde parlamentarizme çok daha yakın bir sistemdir. Başkanlık sisteminde tek
başlı olan yürütme, yarı başkanlık sisteminde tıpkı parlamenter sistemde olduğu
gibi iki başlıdır. Yürütmenin bir kanadını bakanlar kurulu ve başbakan oluştururken etkin kanadını ise yarı başkan yani halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı
üstlenmektedir. Yarı başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı yalnızca halka karşı sorumlu iken, yürütmenin diğer kanadı olan hükümet yasamaya karşı sorumludur.
Bir diğer ifade ile kabine güvensizlik oyu ile düşürülebilir.
Sistemin avantajlarının başında, başkanlık sisteminde olduğu gibi, güçlü ve
istikrarlı bir yönetim tesis edilebilmesi gelmektedir. Çünkü bu sistemde de, tıpkı
başkanlık sisteminde olduğu gibi cumhurbaşkanı düşürülemez. Cumhurbaşkanını
halk seçtiği için hükümet krizi ihtimali azalmıştır. Sistemde ikili bir denge mekanizmasının varlığı sayesinde başkanlık sisteminde görülen iktidarın kişiselleşmesi
ve sistemin otoriterleşmesi ihtimalini azaltmaktadır. Sistemin dezavantajları olarak
belkide en öne çıkan başlık yürütmenin iki başlı olması nedeniyle ortaya çıkabilecek olan görev ve yetki çatışmalarına bağlı anlaşmazlıklardır. Özellikle başkan
ile parlamentonun farklı çoğunluklardan oluşması neticesinde sistemin kilitlenme ihtimali ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda hem yasama, hem de yürütme
demokratik meşruluk iddiası güderek geri adım atmayabilir. Fransa’da ilk olarak
1981 senesinde Mitterand ve Chirac arasında ortaya çıkan bu durum uzlaşmacı
Fransız siyasal kültürünün de etkisiyle sorunsuzca aşılmış ve siyaset bilimi literatürüne “nikahsız birlikte yaşamak” manasında yeni bir kavram kazandırmıştır;
kohabitasyon. Bu durum o tarihten günümüze değin iki kez daha yaşanmıştır. Her
ne kadar sistemde bu kohabitasyon dönemine son verecek yasamanın hükümeti istifaya zorlama veya cumhurbaşkanının parlamentoyu fesih etme yetkisi gibi
araçlar olsa da, bahsi geçen uzlaşmacı kültürün de etkisiyle Fransa’da bu yollara
başvurulmamıştır (Korkmaz, 2015:121-122).
2. HÜKÜMET SİSTEMLERİ ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME
Olabilecek en kısa ve belkide yüzeysel şekliyle anlatılan hükümet sistemleri
bağlamında genel ve belkide keskin bir değerlendirme yapılması gerekirse, iyi veya
kötü bir hükümet sistemi yoktur. Sözgelimi, başkanlık sistemi iyidir, parlamenter
sistem kötüdür gibi bir tespitin yapılması doğru gözükmemektedir. Tıpkı bu tespit
gibi, toptancı bir anlayışla, biri diğerinden daha demokratiktir, ya da bir sistem
diğerine göre ekonomik kalkınmayı daha efektif bir biçimde sağlar gibi bir tespitte bulunabilmek de mümkün değildir. Bunun yerine sistemlerin artı ve eksileri
birlikte düşünülerek mevzu bahis olan ülkenin dokusuna hangisinin daha uygun
olabileceğini konuşmak çok daha faydalı gözükmektedir. Bir analoji yapmak gerekirse, portakal ağacı çok güzel, heybetli, yılın uzun bir döneminde yeşil, çiçekleri
açtığında görsel olarak güzel ve c vitamini deposu olarak tabir edilen bir meyvenin ağacıdır. İçeriğindeki asitten dolayı meyve zararlılarına karşı oldukça dayanıklı
51
Tuğrul Korkmaz
olabileceği dahi söylenebilir. Bunlar portakal ağacının avantajlarıdır. Bahsi geçen
portakal ağacı fidesi Mersin’den alınıp Ankara’ya dikildiğinde bu avantajların neredeyse hiçbirinden faydalanılamaz. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi hükümet sistemi
tercihi o ülkenin siyasal, toplumsal, tarihi ve ekonomik iklimi ile yakından alakalıdır ve bundan bağlantısız düşünülemez.
Daha açık bir ifade ile çeşitli siyasi ve ideolojik angajmanlar doğrultusunda yapılacak olan tercihler ve tartışmalar, konuyu ilmi bir tartışma zemininden uzaklaştıracak ve sonuç alınmasını zorlaştıracaktır. Üzerinde bilgiye dayalı bir toplumsal mutabakatın şart olduğu hükümet sistemi tercihi, böylelikle yalnızca siyasetin
ve akademinin konusu olmaktan bir adım daha öteye gidemeyecektir (Asilbay,
2013:248). Hiç kuşkusuz yapılacak böyle bir tercihten de doğru bir sonucun çıkmasını beklemek imkansız değilse bile ona çok yakındır.
Hükümet sistemi, siyasal sistemin en etkili alt sistemlerinden biridir. Fakat en
az hükümet sistemi kadar siyasal partiler sistemi, seçim sistemi, ekonomik ve kültürel sistem de siyasal sistemin belirleyicilerindendir. Çalışmanın hemen başında
“iklim” olarak belirtilen bu faktörleri göz önünde bulundurmadan, tüm dertlerin
çözümü olarak hükümet sistemi tercihini adeta “sihirli bir değnek” olarak görmek
fazla iyimser bir tutum olarak değerlendirilebilir. Bir diğer ifade ile, bir ülkede,
demokratik bir siyasal sistemin tesisinde son derece önemli olan bu faktörler göz
ardı edilerek, o sistemin tüm başarısının veya başarısızlığının hükümet sistemine
bağlanması, kuşkuyla yaklaşılması gereken bir tutumdur (Erdoğan, 1996:4).
O halde hükümet sistemleri, bağlamındaki ülke ve onun birçok değişkenden
oluşan arka planı ile birlikte düşünülmelidir. Hangi tarihsel, sosyolojik, kültürel
veya ekonomik gelişmeler sonucunda ortaya çıktığı bilinmeyen veya anlaşılmayan kurumların taklit veya ikame edilmesi, bir diğer ülkede aynı sonuçları doğurmayabilir. Her biri demokratik hükümet sistemleri olan, gerek başkanlık, gerek
parlamenter, gerek ise yarı başkanlık sistemlerinin avantajları ve dezavantajları,
uygulanacağı ülkeye ve uygulama pratiklerine göre farklılıklar gösterebilir.
3. TÜRKİYE’DE SİSTEM TARTIŞMALARI
Makalenin hemen başında da belirtildiği üzere Türkiye’de özellikle 80’li yıllarla
birlikte hükümet sistemi tartışmaları ve buna bağlı olarak sunulan öneriler günümüze değin söz konusudur. Parlamenter sistem içerisinde yaşanan krizler veya
kimi açmazlar bu tartışmaların ve önerilerin popülerliğini arttıran gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Bu öneri ve tartışmalar sonuçları açısından incelendiğinde
ise ülke gündemini meşgul etmek dışında çok da bir amaca ulaşılabildiği söylenemez. Zira 30 yılı aşkın süredir tartışılan bir konu olmakla birlikte, bu tartışmaların
çıktısı olarak görülebilecek kurumsal ya da kuramsal bir kazanımdan bahsedilebilmesi oldukça güçtür. Bu güçlük, tartışmalar ya da önerilerin yöntem veya içeriği
açısından bir problem olduğunun göstergesi olarak da kabul edilebilir.
Türkiye’de hükümet sistemi eksenli yapılan tartışmalar incelendiğinde bu sistemlerin fayda ve zararlarının neler olacağından ziyade, bu tartışmaların şahıslar ve partiler ekseninde yapıldığı görülmektedir. Tabi ki hükümet sistemleri tartışılırken bunu
uygulayacak olan şahıs ve partiler hiç kuşkusuz önemlidir. Fakat unutulmaması gere52
Hükümet Sistemleri ve Türkiye Üzerine Bir Analiz
kir ki bu, her şey değildir. Bunların yanında göz önünde bulundurulması gereken çok
fazla değişken ve birçok faktör de bulunmaktadır. Yukarıda bahsedilenlerin dışında,
şöyle bir düşünüldüğünde, o ülkenin anayasal tarihi bu anlamda ilk akla gelen ve belkide en önemli faktörlerden biridir. Türkler, Türk anayasa tarihinde ilk anayasa olan
1876 Kânûn-ı Esâsî’den bu yana 140 yıl parlamentarizmi benimsemiş, kimi unsurlarını da geliştirerek rasyonaleştirmiş bir millettir. Bu tecrübe hükümet sistemi tercihi
hususunda göz ardı edilmemesi gereken bir faktördür. 140 yılın verdiği kazanımlar
dikkate alınmadan yapılacak hükümet sistemi tercihi çok da mantıklı olmayacaktır.
Temelinde yöntem sorunu olan, tartışmaların siyasal partiler veya şahıslar eksenli yürümesiyle bağlantılı olarak ortaya çıkan bir diğer sorun da sistemlerin birini
ya da diğerlerini savunanların kendi tezlerini doğrulayabilecekleri objektif verilere
ulaşma kolaylığıdır. Adeta “körün fil tarifi gibi” herhangi bir sistemi savunanlar
veya reddedenler tezlerini doğrularken dünya üzerindeki örneklerden de hareketle
veri bulma sıkıntısı yaşamamaktadır. Söz gelimi başkanlık sistemi savunulurken
bunun ekonomik gelişmeye olan katkısı, başarılı ülkelerden alınan veriler ile ön
plana çıkarılırken, tam aksi bir şekilde parlamenter sistemin başarısızlıkları ajite
edilmektedir. Konunun diğer tarafında ise parlamenter sistem savunularında da
durum bundan farklı değildir. Daha açık bir ifade ile araştırmacıların önünde iddialarını destekleyebilen veya çürütebilen birçok objektif veri bulunmaktadır. Hangi
argümanların görüleceği veya görülmeyeceği, araştırmacıların tercihine kalmakta,
içinden bakılan pencerenin konumuna göre de değişiklik göstermektedir.
Bahsi geçen bu sorunlara bir de savunanın veya reddedenin savunduğu veya
reddettiği sistem ile ilgili yeterli bilgisi olmaması eklendiğinde tartışmalar içinden
çıkılamaz bir hale bürünmektedir. Böylelikle şahıslar, partiler ya da konuyla alakası
olmayan soyut gerçeklikler üzerinden yapılan savunma veya reddiyelerin bir anlamı olmayacaktır. Kavramların doğru kullanılması son derece önemlidir. Nitekim
özellikle kamuoyundaki başkanlık sistemi eleştirileri incelendiğinde “başkanlık sisteminin antidemokratik olduğu” ve “federal yapıyı getireceği” en yaygın bilinen
yanlışlar arasında sayılabilir. Yukarıda da belirtildiği üzere başkanlık sistemi de,
yarı başkanlık ve parlamenter sistem gibi demokratik hükümet sistemleridir ve
hükümet sistemi ile devlet şekli arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Bir diğer
örnek olarak parlamenter sisteme yapılan eleştirilere bakıldığında, “sistemin çalışmadığı”, “yetki karmaşasına yol açtığı” ve “koalisyon hükümetlerine neden olduğu”
gibi hususlar ilk akla gelenlerdir. Sistemin çalışmaması eleştirisi mantıklı gözükmemektedir. Zira hükümet sistemleri içerisinde esnekliği en yüksek ve oluşan yeni
şartlara uyum sağlayan, krizlerden demokrasi içerisinde en rahat çıkan hükümet
sistemi parlamenter sistemdir. Koalisyon hükümetleri, daha önce de belirtildiği
üzere, parlamenter sistemde olağan ve sistemin ruhuyla da paralel bir kurumdur.
Özellikle tekrar altı çizilmelidir ki parlamenter sistemlerde tek parti hükümetleri
istisnaidir. Yetki karmaşası hususunda gelinirse, bu biraz da Türkiye’nin güncel
şartları ve siyasal figürlerle alakalı bir durumdur. Hemen belirtilmelidir ki Türkiye’de ya da parlamenter sistemle yönetilen diğer ülkelerde de zaman zaman devlet
başkanı ile başbakan arasında uzlaşmazlıklar ya da çatışmalar olabilir. Burada kastedilen şey bu uzlaşmazlıklar veya çatışmaların ötesinde bir durumdur.
53
Tuğrul Korkmaz
Konunun anlaşılabilmesi için Türkiye’deki hükümet sistemi tercihleri üzerinde
durmak yerinde olacaktır. Biraz önce de belirtildiği üzere, Türkiye’de meclis hükümeti sisteminin benimsendiği 1921-1924 arası dönem haricinde, tercih edilen yöntem
hep parlamenter sistem olmuştur. 1924 ve 1961 Anayasaları parlamenter sistemin
salt haline yakın iken, 1982 Anayasası cumhurbaşkanını güçlendirmek suretiyle rasyonalleştirilmiş bir parlamentarizm örneğidir (Gözler, 2014b:62-63). Tabii bu noktada dönemin şartları ve ilk haliyle bir darbe anayasası olması nedeniyle kantarın
topuzunun kaçtığı tespitinde bulunulabilir. Siyasal iktidarlara duyulan güvensizlik,
yürütmenin sorumsuz kanadı olan ve o tarihlere kadar hep askerlerden gelen cumhurbaşkanlığı makamının vesayetçi bir anlayış içerisinde aşırı güçlendirilmesiyle
sonuçlanmıştır. 1982’den günümüze “darbe anayasası” olarak anılan 1982 Anayasası farklı hükümetler tarafından 18 kez değiştirilmiştir. Bu revizyonlar bağlamında
112 maddede değişiklik yapılmış (kimi maddeler birden fazla kez değiştirilmiş) toplamda 87 madde anayasanın ilk halinden farklılaşmıştır (http://www.timeturk.com/
tr/2013/09/24/1982-anayasasi-nin-yarisi-degistirildi.html). Yani içerik anlamında yarıdan fazlası değişen ve ilk haliyle alakası kalmayan bir anayasadan bahsedilebilir.
Zaman zaman dillendirilmesine karşın, “darbe anayasası” içerisindeki anti-çoğulcu niteliklerden büyük ölçüde sıyrılan 1982 Anayasasında, vesayetçi unsurlar
içeren, cumhurbaşkanının yetkilerini sınırlandıran veya düzenleyen değişiklikler
ise yeterince yapılmamıştır. 2007 yılında cumhurbaşkanının niteliklerini ve seçilmesini düzenleyen anayasanın 101. ve 102. maddesi değiştirilerek cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine referandum sonucu karar verilmiştir. Cumhurbaşkanının yetkilerini ve görevlerini düzenleyen maddelere ise dokunulmamıştır.
2007 yılında yapılan bu değişiklik halkoylaması ile kabul edilmiş, yürürlüğe girmiş, fakat uygulanması için 28 Ağustos 2007 tarihinde meclis tarafından 7 yıllığına
seçilmiş olan 11. cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin bitmesi beklenmiştir (Teziç, 2014:530-531; Gözler, 2015:90). Yeni değişikliklerle birlikte cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği 10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi neticesinde R.Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. , halk tarafından seçilen
ilk cumhurbaşkanı olarak göreve başlamıştır.
10 Ağustos 2014 tarihi önemlidir. Zira bu tarih fiili olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yarı başkanlık sistemine geçtiği bir tarih olarak anılabilir. Hatırlanırsa yarı
başkanlık sisteminin tanımını ve en önemli unsurunu oluşturan “devlet başkanının
doğrudan halk tarafından seçilmesi” bu tarihte gerçekleşmiştir.
Hükümet sistemleri tartışmalarına geri dönülecek olursa, Türkiye’de özellikle
1982 Anayasası sonrasında uygulanan yöntemin, cumhurbaşkanının aşırı yetkilerinden dolayı parlamentarizmin ruhuna çok da yaklaşmadığı söylenilebilir. Hatırlanırsa parlamentarizm incelenirken “yönetemeyen krallar” mevzuuna değinilmiş,
bu sistemlerde yürütmenin ikinci kanadının sorumsuz, yetkisiz ve sembolik olacağından bahsedilmişti. Buradan hareketle Türkiye’de parlamenter sistemi eleştirenlerin büyük oranda eleştirdikleri şeyin aslında “parlamenter sistem” olmadığı
da söylenebilir. Daha açık bir ifade ile sistemden şikayet ederken, şikayet edilen
şeyin isimlendirilmesi hususunda da bir sıkıntı görülmektedir. Konunun pekişmesi
açısından Türk siyasal hayatından bir örnek daha verilecek olursa; Türkiye’nin ko54
Hükümet Sistemleri ve Türkiye Üzerine Bir Analiz
alisyon hükümetleri tarafından yönetildiği 1990’lı yıllarda, parlamenter hükümet
sistemi, hükümet istikrarsızlığı ve güçsüzlüğüne yol açtığı gerekçesiyle eleştirilmekteydi. Haklılık payı olmasıyla birlikte, eleştirilen bu hususların parlamenter
sistemle değil, ülkede aritmetik anlamda güçlü bir hükümetin olmamasından kaynaklandığı görülmüştür. Nitekim 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına
iktidara gelmesi ile eleştirilen bu hususlar neredeyse bütünüyle ortadan kalkmış,
parlamenter sistem gayet rahat bir şekilde çalışabilmiştir (Gözler, 2014b:68).
Değinilmesi gereken bir diğer konu yarı başkanlık sisteminin dezavantajları
içerisinde yer alan çift meşruluk sorunu ve kohabitasyon ile sonuçlanan uzlaşı kültürüdür. Fiili olarak 2014 yılında yarı başkanlık sistemine geçen Türkiye’de, sistem ilk krizini 2016 yılında, beklenenden çok daha erken ve öngörülemez şekilde
yaşamıştır. Bu kriz aynı zamanda literatürü de alt üst eden bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Zira hatırlanacak olursa yarı başkanlık sisteminde öngörülen kriz
şekli, parlamentoyu oluşturan çoğunluk yani hükümetin başı sıfatı ile başbakanın,
cumhurbaşkanı ile farklı siyasi partilerden olması durumunda ortaya çıkmaktaydı.
Oysa ki Türkiye’de aynı siyasal gelenek ve parti kökenli olmasına karşın iki figür
arasında ortaya çıkan bu kriz, aslında yarı başkanlık sisteminin Türkiye uygulaması ile ilgili çok ciddi bir uyarı olarak yorumlanabilir. Zira hükümet sistemleri tercihi
yalnızca bu gün düşünülerek ve günü kurtarma amacında olmamalıdır. Aynı parti
ve gelenekten gelen aktörler arasında yaşanan bu kriz yürütmenin sorumlu kanadı
olan başbakanın istifası ile sonuçlanmış, kriz en hafif şekilde atlatılmıştır. Cumhurbaşkanı ve başbakanın her ikisinin farklı partilerden olduğu varsayımı ile ve Türkiye’nin politik atmosferi dahilinde tekrar düşünüldüğünde, yaşanılacak olan olası
bir siyasal kriz ilk etapta ekonomik daha sonra ise toplumsal kriz ve çatışmalara
dönüşebilir. Bu olası senaryo ve başbakan Ahmet Davutoğlu ile cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan arasında yaşanan bu gelişmeler aslında sistemin ne kadar kırılgan
olabileceğinin de göstergeleri olarak da değerlendirilebilir.
Son olarak siyasal çevrelerde dillendirilen “partili cumhurbaşkanı” önerilerine
de hükümet sistemleri çerçevesinde değinmek faydalı olacaktır. Partili cumhurbaşkanı; cumhurbaşkanı olarak seçilen kişinin, eğer var ise genel başkanı ya da
üyesi olduğu parti ile fiili ve hukuki bağının sürdürüldüğü bir sistem olarak tanımlanabilir. Diğer bir ifade ile Türkiye’de 1961 Anayasası’nın 95. maddesinde yer
alan “cumhurbaşkanı seçilenin partisi ile ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği sıfatı sona
erer” cümlesiyle anayasal olarak engellenmiş bir sistemdir. Şimdiye kadar demokratik sistemler olarak bahsedilen başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter sistem
güçler ayrılığına dayalı demokratik sistemlerdir. Partili cumhurbaşkanlığı fikri ise
yarı başkanlık ve parlamenter sistem içerisinde değerlendirilebilecek olan bir alt
uygulama olarak görülebilir. Pratik olarak incelendiğinde dünyada çok da fazla
uygulama alanı olmayan bir yaklaşımdır. Bu duruma örnek olarak cumhuriyetin
ilk yıllarında, 1923-1938 arası dönemde Mustafa Kemal Atatürk ve 1938-1950 arası
dönemde İsmet İnönü’nün hem cumhurbaşkanı hem de CHP’nin genel başkanlığı
sıfatını taşıdığı dönem gösterilebilir. Partili cumhurbaşkanı, dönemin olağanüstü
şartları ve anayasal bir engel olmaması ile birlikte düşünüldüğünde dahi sakıncaları olabilecek bir hükümet sistemi yorumudur. Kaldı ki günümüz anayasasında
55
Tuğrul Korkmaz
tarafsız olması gereken, anayasal tanım bir yana dursun, devletin ve milletin başı
olan bir şahsın organik bağlarla bir partiye bağlı olması, bu sıfatlarını da oldukça
zedeleyebilir. Tartışmanın teknik kısmına bakılacak olursa normalde yürütmenin
sembolik kanadı olması gereken cumhurbaşkanı icracı bir tutum sergiler ise yürütmenin sorumlu kanadı olan bakanlar kurulu ve başbakan ile sorun ve çatışmalar
yaşanabilir. Konuya cumhurbaşkanının penceresinden bakıldığında ve uyumlu çalışan bir yürütme senaryosu ile hareket edildiğinde durum daha da farklı bir boyuta
taşınmaktadır. Zira güçler ayrılığı prensibine göre birbirinden ayrı olması gereken
yasama ve yürütme, partili cumhurbaşkanlığı uygulaması ile birlikte teorik olarak birleşecektir. Yani bir tarafta yasamanın çoğunluğunu oluşturan bir parti ve
onun içerisinden bir başbakan, diğer taraftan partili bir devlet başkanı yürütmeyi
oluştururken, yasama görevi ise parlamento tarafından yerine getirilecektir. Böyle
bir durumda yasama ile yürütme örtüşecek, partili cumhurbaşkanının tutumu ve
karakterine bağlı olarak sistem tek bir kişinin etkin olduğu ve fiili olarak güçler
birliğine dayalı bir sistem şeklini alacaktır. Güçler birliğine dayalı olan sistemlerin
ise anti-demokratik sistemler olduğuna makalenin başında değinilmişti.
Sonuç
Türkiye’de neredeyse 100 yıllık bir mazisi olmasına rağmen hükümet sistemi
tartışma ve önerilerinin, yapısal konular üzerinde olmaktan ziyade konjonktürel
olarak tartışıldığı söylenebilir. Hükümet sistemi tartışmaları, siyasal iktidarların
ve liderlerin, özellikle ülkedeki kriz ortamlarında, belki halisane niyetlerle bu krizi
aşmak için, ya da kuvvetle muhtemel gündemi değiştirmek için sarıldıkları bir can
simidi olmuştur. Konunun bu şekilde görülmesi ve tartışılması neticesinde, tartışılan şeyler retorik, yüzeysel ve sonuç elde etmekten oldukça uzak bir içeriğe bürünebilmektedir. Hükümet sistemi tercihi gibi önemli bir konu gerek iktidar gerek
ise muhalefet partileri tarafından siyasi söylem aracı olarak görülmektedir. Bu da
konunun özüne inilmesinin önünde bir engel olarak görülebilir.
Tüm bu bahsedilenler ışığında, Türkiye’de tartışılması gereken şeyin hükümet
sistemi tercihi mi? yoksa parlamenter sistem içerisinde bulunan ve parlamenter
sistemle içerikleri bakımından uyuşmayan maddeler ve uygulamalar mı? olduğuna karar verilmelidir. Eğer bir hükümet sistemi tercihi yapılacak ise, bunun katılımcı ve çoğulcu bir anlayış ile, yalnızca siyasetin sınırlarına hapsedilerek değil,
toplumsal bir mutabakat ile yapılması önemlidir. Sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, kanaat önderleri ve hatta mecliste temsil şansı bulamayan siyasi parti
temsilcilerinin de katılımıyla yapılması faydalı olabilir. Çoğunlukçu bir anlayış ile
yapılabilecek olan hükümet sistemi tercihi, daha ilk etapta meşruiyetten yoksun
bir tercih olarak görülebilir. Bu, yapılan tercihin kamuoyundaki meşruiyetini de
olumsuz yönde etkileyebilir. Yok eğer parlamenter sistemde devam edilecek ise,
yürürlülükteki anayasada yer alan ve parlamenter sistem ile özü itibariyle uyuşmayan, cumhurbaşkanına aşırı yetkiler tanıyan maddeler düzenlenerek cumhurbaşkanının “sembolik” görevlerine geri çekilmesi gerekmektedir. Bu aşamada yapıcı
güvensizlik oyu gibi parlamentarizmin rasyonelleştirme araçlarından bazılarının
da kullanılması sistemin daha stabil çalışması açısından önerilebilir.
56
Hükümet Sistemleri ve Türkiye Üzerine Bir Analiz
Tüm bunların yanında aslında makalenin başından beri değinilen ülkedeki siyasal iklime yönelik hususlar, bir başka makalenin konusu olmakla birlikte kısaca
üzerinde durulması gereken konulardır. Zira ülkedeki seçim sistemi, demokratik
siyasal kültürün yerleştirilmesi, çoğulcu bir toplumsal ve siyasal yapının tesis edilebilmesi en az hükümet sistemi tercihi kadar önemlidir. Bunlar; başlangıçta da
bahsedilen siyasal yapıyı yani iklimi oluşturan unsurlardan bazılarıdır. Bu unsurlar
üzerinde yapılabilecek geliştirmeler hükümet sistemi tercihi her ne olursa olsun,
sistemin işleyişine katkıda bulunabilir.
Kaynakça
ASİLBAY, İ. H. (2013). “Parlamenter Sistem ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”. TBB
Dergisi, S.104, Ankara.
BREUILLY, J. (2001). Nationalism and The State, Manchester University Press, U.K.
CHEIBUB, J. A. (2007). Presidentialism, Parliamentarism, and Democracy, Cambridge
University Press, Cambridge.
CHEIBUB, J. A. (yayın yılı yok), Systems of Government: Parliamentarism and Presidentialism:
https://www.hks.harvard.edu/fs/pnorris/Acrobat/stm103%20articles/Cheibub_Pres_
Parlt.pdf
ERDOĞAN, M. (1996). “Başkanlık Sistemini Doğru Tartışmak”. Liberal Düşünce Dergisi, S.2
Ankara.
ERDOĞAN, M. (2010). Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara
GERRING, J. - THACKER, S. – MORENO, C. (2009). Are Parliamentary Systems Beter?,
Comparative Political Studies, V.42, N.3
GÖZLER, K. (2014a). Anayasa Hukukunun Genel Esasları, Ekin Kitabevi, Bursa.
GÖZLER, K. (2014b), “Hükümet Sistemimiz Değişecek mi?”, Türkiye Günlüğü, S.118, Ankara.
GÖZLER, K. (2015), Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Kitabevi, Bursa.
HEKİMOĞLU, M. M. (2009). Anayasa Hukukunda Karşılaştırmalı Demokratik Hükümet
Sistemleri ve Türkiye, Detay Dağıtıcılık, Ankara.
KORKMAZ, T. (2015). “Fransa Cumhuriyeti”, Çağdaş Siyasal Sistemler, Ed. Burhan Aykaç Şenol Durgun, Alter Yayıncılık, Ankara.
LIJPHART, A. (1995). “Yeni Demokrasiler İçin Anayasal Tercihler” Demokrasinin Küresel
Yükselişi, Ed. Larry Diamond – Marc F. Plattner, Yetkin Kitabevi, Ankara.
LIJPHART, A. (1999). Patterns of Democracy, Yale University Press, UK.
LINZ, J. J. (1995). “Başkanlık Sisteminin Tehlikeleri” Demokrasinin Küresel Yükselişi, Ed.
Larry Diamond – Marc F. Plattner, Yetkin Kitabevi, Ankara.
ÖZBUDUN, E. (2000). Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara.
SARTORI, G. (1994). Comparative Constitutional Engineering, New York University Press,
USA.
TEZİÇ, E. (2014). Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul.
http://www.timeturk.com/tr/2013/09/24/1982-anayasasi-nin-yarisi-degistirildi.html (26.07.2016)
57
Download