KUR’AN’I KENDİ TARİHİNDE OKUMAK TEFSİRDE ANAKRONİZME RET YAZILARI (Mustafa Öztürk, Ankara Okulu Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2013, 279 s.) Mükerrem PEHLİVAN Kur‟an vahyini anlamak ve/veya anlamlandırabilmek için tarihsel mekân veya tarihsel bağlam önemli bir faktör olarak belirginleşmektedir. Tarihsel bağlamın bu şekilde ön plana çıkması, bireyi Kur‟an‟ı kendi tarihi içinde okuma faaliyetine yöneltmiştir. Kutsal metin anlamlandırırken, tarihsel mekân, metin içi ve dışı bağlam, dil, nass-olgu ilişkisi türünden faktörlerin devreye girmesiyle, Kur‟an vahyinin evrenselliği, tarihselliği meselesi tartışmaya açılmakta ve konu farklı boyutlara taşınmaktadır. Kur‟an‟ı kendi tarihi içinde okumaya yönelik çeşitli makaleler kaleme alan akademisyenlerimizden birisi Mustafa Öztürk olmuştur. Yazar makalelerini „‟Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları’’ adlı kitabında toplamıştır. Eser, „‟Giriş‟‟, „‟Dokuz Makale‟‟, „‟Karma Bibliyografya‟‟ ve „‟Dizin‟‟ den oluşmaktadır. Yazar, kitabının giriş kısmında tarihselci okuma ile niyetinin Kur‟an‟ı tarihe iade etme ya da onu ait olduğu tarihin sayfalarına gömme olmadığını belirttikten sonra tarihsellik ve tarihselcilik ile -yazara göre- ilişkilendirilecek temalardan bahsetmektedir. Daha sonra nesh doktrini ile tarihselcilik arasında kurduğu irtibat girişimi üzerine kısa bir açıklama yapmaktadır. Yazar, niyetinin Kur‟an‟ı tarihin sayfalarına gömmek olmadığını söylese de; „‟…Kur‟an, bütün yönleriyle yedinci yüzyılın Arabistan coğrafyasındaki bir kabileye, yani Kureyş‟e ait kültürü yansıtan bir dili kullanmakta ve gerek şehadet gerekse gayb alemine dair anlatmak istediklerinin tümünü bu dilin sınırları imkanları ile ifadelendirmeye çalışmaktadır.‟‟1, „‟Gaybi alana ait gerçeklikleri, nesneler dünyasına ait örneklemelerle somutlaştırmayı, dolayısıyla tarihselleştirmeyi hedefleyen bu anlatım tarzında, ilk hitap çevresi sakinlerinin lügatçesini kullanmaktan, kıssalardan hukuki düzenlemelere, bireysel ve toplumsal yaşamla ilgili tavsiye ve emirlerden eskatolojiye kadar ilahi hitaba konu olan her şeyin o toplumun özellerinden ya da onların tecrübe dünyasına ait nesnelerden seçilmesinden daha doğal bir şey olmasa gerektir.‟‟2, „‟Kur‟an ilk defa miladi yedinci yüzyılın Arabistan Yarımadası‟nda yaşayan bir Arap kabilesine (Kureyş) Arapça olarak hitap etmiş ve bu hitaba form kazandıran kelimelerin hemen hepsini bu kabilenin lügatçesinden seçmiştir.‟‟3, „‟Ayrıca [email protected] Öztürk, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları ( Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2007), s.209-210. 2 Öztürk, age., s.210. 3 Öztürk, age., s.231. 1 277 Kur‟an‟ı Kendi Tarihinde Okumak Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları Kur‟an‟daki tarihselliğin ahkâmla sınırlı olduğunu da düşünmüyoruz. Kanaatimizce Kur‟an bazı temel mesajları hariç tamamen tarihseldir. Hatta tüm peygamberlerin ortak mesajını teşkil eden tevhid inancına ilişkin bazı Kur‟an ifadeleri dahi tarihsel unsurlar içermektedir. Keza bütün peygamberlerin mesajında bulunması hasebiyle tarih-üstülük vasfını haiz bir inanç umdesi olan ahiret konusuna ilişkin tasvirler de yerel ve tarihsel karakterlidir.‟‟4, „‟Netice itibariyle Kur‟an‟ın gerek dil ve hüküm cihetiyle Arapça olması, Hitabın bütünüyle Arapların algı ve idrak dünyasına uygun biçimde kurgulanmış olmasını ifade eder.‟‟5 ve „‟Kur‟an dil-lisan düzeyinde de evrensellik iddiası içermez.‟‟6 türünden ifadeleriyle ne anlatmak istediği ve niyetinin ne olduğu konusu açıklanmaya muhtaç görünmektedir. „‟Kur‟an ve Anlama Sorununun Mahiyetine Dair‟‟ başlıklı makalesinde, Kur‟an‟ın mahiyetine ilişkin tartışmaların başlangıcının, İslam kelamında hicri ikinci yüzyılda Ehl-i Sünnet ve Mu‟tezile arasında ciddi bir meseleye dönen ve İslami düşünceyi derinden etkileyen teolojik konuların açılmasına sebep veren „‟halku‟lKur‟an‟‟ meselesine dayandığını ifade eder. Yazar, özellikle Sünni düşünce sisteminin oluşturduğu „‟ezeli ve ebedi bir varlığı olan Kur‟an‟‟ tasavvurunun önemli problemler içerdiğini iddia eder. Bu tasavvur nedeniyle Müslümanların zihninde, Kur‟an‟ın geçmiş, şimdi ve gelecek nesillerin tüm soru ve sorunlarına çözüm bulabileceği ve içerisinde her türlü dünyevi meselenin çözümünün olduğu gibi bir anlayışın oluştuğunu ifade eder. (s.12) Bu durumun sonucu olarak, Kur‟an mademki sonsuz bir anlam deryasıdır; öyleyse onda „‟yok yoktur‟‟ tarzından bir yaklaşımla Kur‟an‟da her şeyin bilgisi aranmaya başlanmış oldu. Yazara göre, Sünni düşünce sisteminin oluşturduğu bu tür bir Kur‟an tasavvuru nedeniyle, Kur‟an‟ı muhteva olarak şekillendiren Arabi kültür ve olgudan büsbütün soyutlayan bir anakronik zihniyet kökleşmiş oldu ve bunun sonucunda Kur‟an mesajı tarihsel-kültürel olguya dikte edilen bir manifesto haline dönüştü ve Kur‟an, anlaşılabilir dilsel bir metin olmaktan çıkıp salt mukaddes bir objeye dönüştü. (s.14) Mu‟tezile düşünce sisteminin oluşturduğu tasavvura göre Kur‟an, Allah‟ın mümkün bir tarihte, beşeri bir dilin imkân ve sınırları içerisinde konuşmasıyla varlık bulmuş hadis bir kelamdır. Bundan dolayı Kur‟an tarihseldir, tarihe ait bir fenomendir. Bu durumun bir sonucu olarak, Allah‟ın insanlık tarihinin belli bir döneminde dilsel bir metin olarak somutlaşan kelamını anlama ve yorumlama sürecinde Arap dilinin tüm imkânları sonuna kadar kullanılarak, aklın yetilerine güvenerek ve aklı, Allah‟ın kelamını anlama sürecinde işlevsel hale getirerek kullanılması gerektiği ortaya çıkar. (s.17) 4 Öztürk, “Kur‟an‟ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti,” Kur’an ve Tefsir Kültürümüz (Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2010) içinde, s.11-12. Yazarın tarihselcilik ve evrenselcilik meselesini tartıştığı başka bir çalışması için bkz. “Evrensellik Algısı ve Kur‟an,” Kur’an, Tefsir ve Usul Üzerine Problemler, Tespitler, Teklifler (Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2011) içinde, s.65-98. 5 Öztürk, “Kur‟an‟ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti”, s.12. 6 Öztürk, „‟Kur‟an‟ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti”, s.15. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2015/4, c. 4, sayı: 7 278 Mükerrem Pehlivan Yazarın makalesinin giriş kısmında görüldüğü gibi Kur‟an‟ın dilsel bir metin olduğu özellikle vurgulanmış, Kur‟an‟ın anlaşılmaz bir metne dönüşmesinin ve Kur‟an‟da her şeyin bilgisinin olduğuna dair bir anlayışın oluşmasının sorumlusu olarak Sünni düşünce sistemi gösterilmiştir. Yazar makalesi boyunca, Kur‟an‟ın anlaşılabilir dilsel bir metin yapısına sahip olduğunu, ilahi hitabın nüzul dönemini, tarihsellik tecrübesinin kaçınılmaz olduğunu, tefsir geleneğinin İslam düşünce tarihi boyunca Kur‟an‟ı anlayabilmek için bir yöntem ya da usul ortaya koyamamış olduğunu7, tefsir usulünün sistematik bir anlama ve yorumlama yöntemi içermediği ve bu usulün adı altında yazılan eserlerin deskriptif bilgiler içerdiğini özellikle vurgulamıştır. İfade edilen tüm bu unsurlar ve makalenin tamamı dikkate alındığında görülecektir ki yazarın niyeti Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi ve yorumlanabilmesi için Batı kökenli hermeneutik yöntemin Müslümanlar tarafından kullanılması gerektiğini ifade etmesidir. Evet, Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için hermeneutik yöntemin sağlayacağı katkılar biz Müslümanlar tarafından tartışılabilir. Fakat bu yöntem önerilirken yukarıda sıraladığımız makalede vurgulanan unsurlar ön plana çıkarılarak, fıkhın ortaya koyduğu anlama ve yorumlama metotlarına ve ictihad teorisine hiç değinilmeyerek, çözümün İslam düşüncesinin, geleneğin bünyesinde aranmayıp direk olarak Batı düşünce sistemi içerisinde vücut bulmuş hermeneutik yönteme yönlendirilmesinin ne kadar doğru olduğu tartışma konusudur. “Kur‟an ve Yeni Anlama Yöntemleri” başlıklı makalesinde, Kur‟an metnini anlamada uygulanabilecek bir yöntem olarak Batı kökenli olan Hermeneutik (yorumbilim) kuramını önermekte ve savunmasını yapmaktadır. Yazar, İslam düşünce tarihinde ve özellikle Sünni gelenekte yeni olan bir kavramın ya da yeni bir görüşün veya fikrin ya heretik nitelemesiyle saf dışı edildiğini ya da kabul görmesi için yüzyılların geçmesi gerektiğini belirterek Sünni düşünce sistemine karşı aşırı bir genellemede bulunmuştur. Özellikle kelami konularda belirtilen farklı görüşlerin, tarih boyunca Sünni düşünce tarafından bid‟at olarak nitelendiğini söyleyerek, Ehl-i Sünnet âlimlerinin, Kelam ilmine yönelik yaptığı katkıları göz ardı etmektedir. (s.29) Bu anlayışın devam ettiğini ve moderniteyle birlikte çok daha belirgin bir biçimde hissedildiğini belirten yazar, bu şekilde çağımızın sorunlarına çeşitli gerekçeler göstererek karşı çıkıldığını iddia etmektedir. Yazar, bu ifadeleriyle günümüzde yaşanan sorunlara Müslümanların çözüm üretememesinin sebebi olarak on dört asırlık İslam düşünce tarihini, özellikle Sünni düşünce sistemini göstermektedir. Yazarın makalesinin giriş kısmında bu tür bir genellemeye gitmesinin sebebi -bizce- Tefsir, Hadis, Kelam ve Fıkıh gibi temel İslami ilimlerde yeni olana karşı genellikle rezerv konulmuş olduğunu 7 Yazar bu düşüncesini çalışmasının ilk iki makalesinde özellikle temellendirmeye çalışmıştır. Bu düşüncesini tefsirin ilim olup, olmadığını tartıştığı başka bir makalesinde de tekrarlamıştır. Bkz. “Tefsirde Usul(süzlük) Sorunu”, Tefsir Tarihi Araştırmaları (Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2005) içinde, s.927. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2015/4, c. 4, sayı: 7 279 Kur‟an‟ı Kendi Tarihinde Okumak Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları belirterek ve Sünni geleneği suçlayarak8 , Fıkıh ilminin dinamizmini, yeni sorunlar karşısında Fıkhın geliştirdiği ictihad ve kıyas türünden doktrinleri9 görmezden gelerek önerdiği hermeneutik yöntemi ön plana çıkarmak istemesidir. Kur‟an‟ı anlama sorunu ve Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için uygulanabilecek yöntemin tartışıldığı kısımda yazar, Kur‟an‟ın bugün karşımızda artık bir „söz‟ (kelam) olmadığı yazım ve redaksiyonu tamamlanmış bir kitap olarak durduğunu ve bize ne demek istediğinin anlaşılmasını beklediğini belirtmektedir. (s.30) Kur‟an‟ı bir kitap olarak nitelenmesinin sonucunda, yazılı bir metin olarak karşımızda duran mesajın dilsel kodlarının çözümlenerek, anlamlandırılması gerektiğini belirtir. Bu durumda, anlama ve yorumlamanın bu aşamasında Kur‟an‟a epistemik bir nesne olarak yaklaşmanın kaçınılmazlığını ortaya çıkarmaktadır.10 Kur‟an‟a epistemik bir nesne 8 İslami ilimlerin sahip olduğu ilmi disiplinlerin çeşitli sıkıntılar içermesi ve eleştirilecek yanlarının olması muhakkaktır ve bir düşünce sistemi için bundan daha doğal bir şey olamaz. Fakat on dört asırlık bir düşünce tarihini ve bilhassa Sünni geleneği bir çırpıda problemli göstermek objektif bir değerlendirme değildir. Eleştirisi ve değerlendirmesi yapılan bir düşünce sistemi, holistik (bütüncül) bir biçimde sistemi oluşturan ilmi disiplinler arasında organik bir bağ kurularak ele alınmalıdır. Bu durumda değerlendirmesi yapılan düşünce sistemine karşı objektif ve nesnel bir bakış yakalanabilecek ve bu yaklaşım sayesinde yapılan genellemelerin önüne geçilebilecektir. Günümüzde hem Türkiye‟de hem de İslam ülkelerinde bir kısım akademisyenler, İslam düşünce tarihine ve bilhassa Sünni geleneğe karşı aşırı genellemeci bir yaklaşımla değerlendirmelerde bulunmaktadırlar. Bu durumun ana sebeplerinden birisi olarak İslam ülkelerinin, Batı karşısında askeri, siyasi, ilmi ve bilimsel açıdan geri kalmışlığı ve hissettiği yenilgi duygusu gösterilebilir. Tefsir, Hadis, Fıkıh, Fıkıh Usulü ve Kelam gibi temel İslami ilimler hakkında bilgi, analiz ve değerlendirmeler, bu ilimlerin içerdiği yöntem sorunları, din bilimlerinin sahip olduğu çağdaş sorunlar hakkında çeşitli değerlendirmeler için şu çalışmalara bkz. Modern Dönemde Dini İlimlerin Temel Meseleleri İlmi Toplantı (İSAM Yayınları, İstanbul, 2007) ve İslami İlimler Sorunu Özel Sayısı İslamiyat Dergisi 6:4 (2003). 9 Tefsir ve Fıkıh usulünün günümüzde Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için sağlayabileceği katkıların tartışıldığı iki başarılı tebliğ için bkz. Hacı Yunus Apaydın, „‟Klasik Fıkıh Usulünün Yapısı ve İşlevi,‟‟ ss.285-304 ve Tahsin Görgün, „‟Klasik Anlama Yöntemlerinin (Fıkıh ve Tefsir Usulü) İmkân ve Sınırları,‟‟ ss.305336 Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas Toplantısı (Tebliğ ve Müzakereler) (Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2004) içinde. İslam Fıkhı‟nın sahip olduğu esneklik ve işlevsellik hakkında bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Yunus Vehbi Yavuz (ed.), İslam Fıkhının Dinamizmi (Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri) (Kurav Yayınları, Bursa, 2006). 10 Yazar makalesinin temelini, Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için nüzul ortamının ve/veya tarihsel bağlamın çözümlenmesinde dilsel analizlerin bir ihtiyaç olduğu ve Kur‟an vahyinin anlaşılabilmesi için bu analizlerin anahtar vazifesi gördüğü fikri üzerine kurmuştur. İslam tefsir geleneğinin kendi bünyesinde bir tefsir metodolojisi oluşturamadığını iddia eden yazar, Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için dilsel analiz yöntemlerinin ve fıkıh usulünde ahkam ayetlerini anlayabilmek için ise bazı yöntemlerin geliştirildiğini belirtir. Ayrıca geçmiş dönemdeki tefsir faaliyetlerinin, Kur‟an‟ın çağdaş yorumcusuna ancak bilgi arşivi vazifesi şeklinde fayda sağlayabileceğini iddia eder. Bu durumda, tefsir literatürünün sadece kendi dönemindeki bilgi yığınını ve sosyo-kültürel yapının aktarımında rol oynadığı gibi bir sonuca götürür. Yazar bu iddiasını başka bir çalışmasında da dile getirmektedir. Tefsirin sadece rivayet ve nakilden, diğer bir deyişle, ilk Müslüman nesillerin Kur‟an‟ı nasıl anlayıp yorumladıklarına ilişkin birer tarihsel belge mesabesindeki rivayetlerin aktarımından ibaret olduğunu iddia eden yazar, tefsiri hadis ilminin kapsamına dahil etmektedir. Bkz. Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları (Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2005), s.15, 26. Yazar yapmış olduğu tüm bu kurgu ve çıkarımlardan sonra, Kur‟an‟ın çağdaş yorumcusuna hermeneutik yöntemi önerir. Tefsir literatürüne holistik bir yaklaşım sonucu görülecektir ki, Kur‟an‟ı anlama faaliyeti sadece dilsel analizlere ve fıkıh usulüne dayandırılan yöntemlerden ibaret değildir. İlham ve keşf yollarıyla elde edilmiş irfani bilgiye dayanan, Tasavvufi düşüncenin bünyesinde teşekkül etmiş olan işari tefsirlerde mevcuttur. İşari tefsirin -geçerliliği, herhangi bir metodolojiye sahip olup olmadığı ve bilgi elde etme yöntemleri tartışma konusu olsa da- İslam tefsir geleneğinde ciddi etkileri olmuş ve Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2015/4, c. 4, sayı: 7 280 Mükerrem Pehlivan olarak yaklaşmak, yazılı bir metnin mesajını anlamada dilsel çözümlemelere girişmek ister istemeden, Kur‟an ayetlerinin nüzul ortamında neye işaret ettiğini belirlemeye, bu durumda Kur‟an‟ın ait olduğu tarihsel bağlamda ve/veya tarihsel mekânda okunmasını gerektirmektedir. Yazar tam bu noktada makalesinin giriş kısmında vurguladığı, araştırmacının keşfettiği anlamların kaçınılmaz biçimde içinde yaşamakta olduğu tarihsel-toplumsal yapıyla sıkı bağlantısı olduğuna inanır ve olgu ile değerin, ayrıntı ile bağlamın, gözlem ile kuramın birbirlerinden ayrılmazlığını belirtir (s.28) ve hermeneutik yöntemin dikkate aldığı bu ana faktörler ile Kur‟an‟ın kendi tarihi içinde okunması gerektiğini belirterek, hermeneutik yöntemin Kur‟an‟ın anlaşılabilirliğinin sağlanmasında katkısı olacağını savunur. Ayrıca yazarın, nüzul ortamıyla ilgili olarak yapmış olduğu değerlendirme ciddi problemler içermektedir. Yazar, „‟Zira, Kur‟an, hemen her ayetinde, nazil olduğu tarihsel ortama atıfta bulunmaktadır‟‟ (s.40) ifadesiyle, Kur‟an vahyinin nüzulüyle ilgili her ayet için bir tarihsel bağlam bulma faaliyetine girişmiştir. Her ayete bir tarihsel bağlam bulma faaliyeti bizi tüm ayetlerin ve surelerin bir esbab-ı nüzulü olduğu gibi bir sonuca götürür ki bu da hem Ulumu‟lKur‟an verilerine (esbab-ı nüzul) hem de Kur‟an‟ın kullanmış olduğu, tarihsel bağlamı aşan dile aykırıdır. Yazarın bu girişimini, „‟Kur‟an‟ın bütün pasajlarını tarihsel bağlamlarıyla irtibatlı olarak anlamaya çalışmak‟‟ şeklinde tanımlayabiliriz.11 Yazarın üzerinde özellikle durduğu diğer bir mesele ise, Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için nüzul ortamının mutlaka esas alınması gerektiği olmuştur. Yazara göre, nüzul ortamını yok sayarak doğrudan doğruya Kur‟an metninde kayıtlı olan lafızların delaletiyle Allah‟ın bizden ne istediğini sahih bir şekilde anlamak son derece zor, hatta imkansızdır. (s.21) Fakat Kur‟an‟ın bugünkü muhataplarının vahyin tabii bağlamını fiilen tecrübe etmelerinin tarihsel açıdan imkansız olduğunu belirten yazar, murad-ı ilahinin ya da kasd-ı mütekellimin ne olduğunu anlamak, ancak nüzul ortamını aslına uygun bir şekilde yeniden kurgulamakla mümkün olduğunu belirtmektedir. (s.38) Ayrıca Kur‟an lafızlarının, nüzul ortamında neye delalet ettiklerini belirlemenin kesinlikle zorunlu bir keyfiyet olduğunu ifade etmiştir. Bu durumda Kur‟an‟ı ait olduğu tarihten koparmak mümkün değildir. (s.40) Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için nüzul ortamına zorunluluk atfeden yazar için esbab-ı nüzul kavramı büyük önem taşımaktadır. Bundan dolayı esbab-ı nüzulü, Kur‟an vahyinin inişi için tarihsel bir şart olarak kabul İslam düşüncesini derinden etkilemiştir. Kur‟an vahyini açıklama eylemi olan tefsir faaliyetini, dilsel analizlere ve fıkıh metodolojisine indirgemek, Kur‟an metninden bilgi elde ederken sadece sebep-sonuç ilişkisine dayanmak, bilginin desaklarizasyonuna -bilgi kuramından kutsalın sökülüp alınması sadece sebep-sonuç ilişkisine dayalı bilginin kabul görmesi- sebebiyet vermektedir. Desaklarizasyon kavramı hakkında bilgi, analiz ve değerlendirmeler için bkz. Seyyid Hüseyin Nasr, „‟Bilgi ve Bilginin Desaklarizasyonu,‟‟ Bilgi ve Kutsal (İz Yayıncılık, İstanbul, 2001) içinde, ss.11-74. 11 Yazar başka bir çalışmasında, nüzul sebebi üzerine şu değerlendirmelerde bulunmuştur: „‟Tüm ayetlerin müstakil bir nüzul sebebi bulunmamakta birlikte, Kur‟an bir bütün olarak yirmi iki yılı aşkın bir zamanı kapsayan genel bir sebebi nüzul ortamında vahyedilmiştir.‟‟ Bkz. Öztürk, Kur’an, Tefsir ve Usul Üzerine (Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2011), s.234. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2015/4, c. 4, sayı: 7 281 Kur‟an‟ı Kendi Tarihinde Okumak Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları etmiştir.12 (s.59, dn.50) Bu noktada yazara, „‟vahyi ilk muhatap olanların anladığı gibi mi anlamak zorundayız‟‟ türünden bir soru yöneltmenin yerinde olacağını düşünmekteyiz. Kur‟an vahyini anlamak için nüzul ortamını ya da ilk muhatap olan bireylerin anlayışları ve/veya kavrayışları esas alındığında karşımıza çıkan önemli sorunlardan birisi, on dört asır boyunca vahyi bize aktaran geleneğin işlevinin ne olacağıdır? Diğer bir önemli sorun ise, Kur‟an vahyinin anlamının, ilk muhatapların anladıklarıyla sınırlandırılamayacak kadar, işlevsel biçimde tarihsel bir etki olarak ortaya çıkmasıdır. Kur‟an‟ın anlamı, daima tarihsel bir varlık olarak sürekliliğini devam ettirdiği için, bu süreklilik sayesinde tarihe yön verebilmiştir. Bu süreklilik, Kur‟an‟ın sahip olduğu anlam alanının tek bir yorumla sınırlandırılamamasından dolayı tarih boyunca hep devam ede gelmiştir. Kur‟an‟daki ifadeler arasında, bu ifadelerin mutlak anlamda bir diğerine indirgenemezliğinden kaynaklanan metnin sahip olduğu iç gerilim, Kur‟an metninin dil yapısı, müteşabih özellikler gösteren ve farklı yorumlara müsait olan ayetler, bu sürekliliğin ana dinamiklerini oluşturmaktadır.13 Anlaşıldığı kadarıyla Kur‟an‟ın en sahih anlamına ulaşma noktasında, nüzul ortamına zorunluluk atfetmek önemli problemleri beraberinde getirmektedir. Kur‟an‟ın nüzulüyle ilgili olarak esbab-ı nüzul rivayetlerini aktaran sahabenin ve tabiun neslinin getirmiş olduğu yorumlar, gelenek içerisinde önemli fonksiyonlar üstlenmiştir. Bu noktada geleneksel anlayışı problemli bulan yazarın yaklaşımı tartışmalı bir duruma gelmektedir. Çünkü nüzul ortamının koşullarını ve sosyo-kültürel yapısını bizlere en iyi bir biçimde, gelenekteki kaynaklar aktarmaktadır. Tam bu noktada geleneksel tefsir literatürünün, nüzul ortamının anlaşılabilmesi için bizlere aktarmış olduğu bilgilerin önemi kendisini hissettirmektedir. Yazarın, „‟Kur‟an‟da „‟Örtünme‟‟ Emrinin Tarihsel Zemini‟‟ , „‟Kur‟an‟ın Cennet Tasvirlerinde Yerel ve Tarihsel Motifler‟‟ ve „‟Kur‟an‟da Uhrevi Azap Figürleri‟‟ adlı makaleleri incelendiği zaman, 33/Ahzab:59. ayetinde geçen örtünme konusuyla ilgili „‟Cilbab‟‟ olarak anılan kıyafetin ne tür bir kıyafet olduğuna dair bilgileri aktarırken, müfessirlerin ve fıkıh alimlerinin ayet hakkında yapmış olduğu yorumları aktarırken, Kur‟an‟da tasviri yapılan cennetin tamamen nüzul sürecindeki ilk muhatapların zevklerine göre dizayn edildiğini belirtirken ve müfessirlerin cennet tasvirleri üzerine yapmış olduğu yorumları aktarırken, cehennem azabının mahiyeti ve azabın ebediliği sorunu hakkında bilgi verilirken geleneksel tefsir literatürü, geleneğe ait kaynaklar ve hadis külliyatlarından önemli ölçüde faydalandığı görülmektedir. Ayrıca yazar nüzul 12 Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.74, 164, 198-199, 209. Ayrıca yazarın Kur‟an‟ın anlaşılabilmesi için nüzul ortamının gerekliliğini ve olmazsa olmaz bir şart olduğunu vurguladığı diğer çalışmaları için bkz. Öztürk, Kur’an, Tefsir ve Usul Üzerine, s.91, 93-94, 117, 119, 120-121, 264-265; Öztürk, Tefsirin Halleri (Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013), s.12, 20-21, 26-27, 30-31, 39, 96, 163. 13 Bkz. Burhanettin Tatar, „‟Toshihiko Izutsu‟nun Kur‟an Semantiği Üzerine Çalışmaları‟nın Kur‟an Hermenötiğine Katkısı,‟‟ Oryantalizmi Yeniden Okumak Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2003) içinde, s.223-224; Burhanettin Tatar, „‟Kelam‟a Göre Öteki Dinlerin Durumu,‟‟ Cafer Sadık Yaran (ed.), İslam ve Öteki (Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001) içinde, s.300-301. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2015/4, c. 4, sayı: 7 282 Mükerrem Pehlivan döneminde cennete dair yapılmış tasvirleri aktarırken rivayetlere başvurmuştur. Rivayetlerin klasik dönem Arap hayal gücüne ilişkin anlayışı ortaya koyduğu için sahih olup olmamalarının kendisini ilgilendirmediğini belirtmiştir. (s.219) Yazarın geleneğe ciddi bir biçimde eleştirip, onu problemli bulmasından sonra geleneğe ait kaynakları önemli ölçüde kullanması açıklanmayı bekleyen bir durum olarak karşımızda durmaktadır. 283 Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2015/4, c. 4, sayı: 7