Kur`an Çerçevesinde Ümmet Kavramının Tahlili ·

advertisement
islamiyat B (2005),
sayı
2, s. 11-23
Kur'an Çerçevesinde Ümmet Kavramının
Tahlili
·
MUSTAFA ÖZTÜRK
DOÇ.DR., ÇUKUROVA
0.
iLAHiYAT FAKÜLTESi
öze[
Bu yazıda, Kur'an'ın birçok ayetinde geçen 'ümmet' kelimesinin ideolojik bir projeele kullanılmaya
müsait bir kavramsal içerik taşıyıp taşımadığı, dolayısıyla günümüzde yaygın olar.ık kullanılan anlamına ne kadar yakın ne kadar uzak olduğu konusu üzerinde. durulacakur. Bu bağlamda Kur'an'ın
ne dediği ve ne demek isıediği esas olmakla birlikte, geçmişten günümüze müfessirlerin ne söylediklerine de önem aıfedilecektir. Zira her müfessir yaşadığ.ı çağ ve çevrenin çocuğu olması hasebiyle tefsir literatüründeki malzeme ümmeı lafıının anlam hayatına ışık rutacakur.
anahtar kelimeler
Ümmeı. İslam toplumu, iyiliği emreımek, kötülüğü menetmek
Giriş
•· mmet, "öne geçmek,
U
kökünden
başı
çekmek, sevk ve idare etmek" gibi anlamlar tabir isimdir. ı Tekil ve çoğul olarak 60 ayette geçen ümmet kelimesi, ilgili ayetlerde genel olarak canlı varlık türleri, özel
olarak da insan topluluğu ve uzun saydabilecek süre gibi anlamlarda kullaruJrruştır.2 Aynca, 16. Nahl, 120. ayene Hz. İbrahim, 'ünunet' olarak nitelendirilmiştir. Abdullah b. Mes'ud'a göre 'ümmet', bu ayene 'haynn öğreticisi' anlamın­
da kullanılrruşttr. Sahabeden ıvru'az b. Cebel de bu anlamda 'ünunet' sıfatıyla
anılmıştır. 'Ümmet'in ilgili ayene hidayet önderi ve/veya tüm iyiliklere sahip
kimse anlamına geldiği de söylenmiştir}
Diğer taraftan 21. Enbiya, 92 ve 23. Müminun, 52. ayetlerde, "İşte sizin bu
ünunetiniz bir tek ümmenir" ifadesi yer almaktadır. Her iki surede de bu ifaşıyan emın
1
J
türetilmiş
Cemiiluddln Muhammed b. Mukerrem İbn Manzür, Lisiinu'l-':ırab, Beyruı 1990, XII. 22-28.
Mesela bkz. 6. En'am, 38; 2. Bakara, 134, 141; 12. Yüsuf, 45.
Ebu Ca'fer Muhammed b. Cerir eı-Taberi, Qimi'u'J-beyan ~n ce'vili'l-l;wr'3.n, Beyruı 1999, VTI.
660-661: Ebu Abdiilah el-Kurrubi, el-Ciimi' li al;ıkami'J-l;\ur'an, Beyrut 1988, X. 130.
12
islamiyat 8 (2005),
sayı
2
deden önce birçok peygamberden söz edilmiş olması, ümmetin bu bağlamda
din ve inanç sistemi anlamına geldiğini göstermektedir. Buna göre tüm peygamberlerin bağlı olduklan inanç sistemi bir tek Allali'a koşulsuz teslimiyerin
ifadesi olan İslam'dır. 4
Rağıb el-İsfaharu'ye (ö. 502/1108) göre ümmet, belli bir din, düşünce, ideal yahut aynı zaman ve mekan gibi faktörlerin bir araya getirdiği insan topluluğunu ifade eder.5 Daha dar anlamda ise, bir peygambere inanıp onun izini
takip eden mürninler topluluğuna delalet eder. Bu bağlamda Ebu'l-Beka (ö.
1095/1684), bir peygambere inanan toplumun 'ümmet-i icabet', nebevi davete
muhatap olan toplumun da 'ümmet-i davet' diye isirnlendirildiğini söyler.6 ·
Elmalılı Harndi Yazır, 2. Bakara, 141. ayetin tefsirinde ümmet ile kökteş
olan 'imam' (önder) kelimesine de dikkat çekerek şöyle bir tanım yapmayı
yeğler: "Ümmet, imam maddesinden me'huz bir ism-i cemi'dir ki fırak-ı nasa
metbu' ve müktedabih olan cemaat demektir. Yani bir İmam maiyetinde kavi
bir ciheti vahdetle toplarup muntazam bir surette icrayı faaliyet eden ve bu suretle muhtelif sunuf ve fırakı insaniye üzerine hakim bulunan hey' eti içtimaiyyedir. Tabiri aharle ümmet, İmameti kübrayı haiz cemaattir. Cemaatlere nazaran ümmet, fertlere nazaran İmam gibidir. Demek ki ümmet bir millet-i hakime eshabından müteşekkil olan hey'eti içtimaiyyedir."7
Modem dönem İslam düşünüderinden Ali Şeriati kelimeye daha derinlikli
bir anlam yükler. Ona göre ümmet, "hareket, hedef, bilinçli karar verme, rehberlik etme ve ilerleme" gibi bir dizi anlam içerir. Bu yönüyle ümmet kavramı
'kavim' ve 'halk' gibi kelime~erden farklı bir özelliğe sahiptir. Zira kavim ve
halk kelimelerinde rehberlik etmek, ortak bir hedefe ve kıbleye doğru yönelmek anlamı mevcut değildir.s Ümmet ve rehberlik, zorunlu olarak 'İmam' (önder) kavramını da çağnştırır. Bu noktada Şianın imarnet nazariyesine göndermede bulunan Şeriati, İslam toplumundaki her bireyin evvela imamını/önderi­
ni tanımak zorunda olduğunu söyler. Zira imamını tanımayan mümin, çobanı­
nı kaybetmiş koyun konumundadır. Böyle bir koyun için mukadder olan da
kendisini kurdun ağzında bulmaktır.?
Kur'an'ın İlk Hitap Çevresi Bağlamında Ümmec .
Hz. Peygamber'in İslam davetine icabet eden s~abe Kur'an'da güzel vasıflan
haiz bir ümmet olarak ravsif edilmiştir. Bu cümleden olarak, 2. Bakara, 143. ayette sahabe nesiinin vasat (adaletli, dengeli ve ölçülü) bir ümmet olduğundan söz
~
Taberi, Ciimi'u'l-bey.'in, IX. 81; Ebü'l-IGsım ez-Zema~eri, el-Keşşfif'an J;ıaJ.diiJp'c-cenzil, Beyrut
19n, ll. 583; Kurtubi, ei-Ciimi', Xl. 224.
5 Rağıb el-lsfahani, ei-Mufrediic fi ğanöi'Hcur':in, istanbul 1986, s. 27.
6 Ebu'l-Beka el-Kefevi, el-Kulliyy.ic, Beyrut 1993, s. 176.
7 Elm:ılılı Muhammed Harndi Yazır, H:ık Dini Kur'an Dili, Istanbul 1979, I. 508.
Ali Şeıiati, Onınıec ve İnı:ımec, çev. Ahmet Sait, Ankara 1990, s. 29.
Şeriati, Onımec ve im:ımec, s. 62-63.
Kur'an Çerçevesinde Ümmet Kavramının Tahlili
13
edilmiştir. 3. Alu İrrıcin, 110. ayette ise yine ilk Müslüman neslin insanlık için habir ümmet olduğu ve iyiliği emretme kötülükten menetme (emir bi'l-ma <rüf .
ve i:ıehiy <a.ni'l-munker) gibi çok büyük bir görev yüklendiği belirtilmiştir.
yırlı
Bu iki ayet konumuz açısından çok önemlidir. Ancak, hemen belirtelim ki 'ümmet' kelimesi bu ayetlerde kendisine atfedilen sıfatıardan anndınldığında 'grup' ya
da 'topluluk' anlarnından başka bir şey ifade etmemektedir. Dolayısıyla ilgili ayetler, ümmet kelimesinin 'tüm dünya Müslümanlan' şeklindeki yaygın anlam ve kullanımına mehaz teşkil etmemektedir. Buna mukabil kelimenin yaygın kullanınu­
na Hz. Peygamber'in birçok hadisinde geçen "benim ümmetim" (ummeiıJ tamlaması referans gösterilebilir. Bu tamlama zorunlu olarak diğer peygamberlere ait
ümmetierin mevcudiyetine, dolayısıyla bariz bir ötekileştirmeye işaret etmek suretiyle, Hz. Muharnrned'e tabi olan tüm nesillerin bir bütün olduğunu gösterir.
Çünkü "benim ümmetim" ifadesi, "burada bir ümmet-i Muhammed var; bir de Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi öteki ümmetier var" anlamına gelir. 10
Burada tavzih edilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Kur'an'ın "Biz sizin vasat (adaleı:li, dengeli, ölçülü) bir ümmet olmanızı sağladık", "Siz iyiliği emreder, kötülükten menedersiniz" gibi beyanlanndaki 'Siz' zamiri, ilk Müslüman
nesle delalet eder. Hatta t:abil müfessir Suddl'ye (ö. 127/745) göre Hz. İbrahim
ve İsmail'in, "(Ey Rabbimiz!) Bizim soyumuzdan da benliklerini sana adamış bir
toplum (ummeten muslimeten) çıkmasını nasip et." diye dua ettiklerini bildiren
2. Bakara, 128. ayetteki "Müslüman ümmet" ifadesi de Araplara işaret eder. 11
Bu görüş her ne kadar soruaki müfessirler tarafından kabul görmemiş olsa
da 43. Zuhrı1f, 44. ayette geçen ve innehü Je-zikrun leke ve li-kavmike ibaresindeki kavm (halk) sözcüğü İbn Abbas (ö. 68/687), Mucahid (ö. 104/722),
Katade (ö. 117/735), Suddi (ö. 127/745) gibi sahabe ve tabiin ulemasının yanı
sıra diğer bütün müfessirlerce de 12 Kureyş kabilesine hamledilmiştir. Mesela
Kurtubi (ö. 671/1273) bu ayete, "Kur'an senin ve kavmin Kureyş için bir onurdur." şeklinde bir mana vermiş, ardından da şunlan söylemiştir: "Bunun bir
benzeri de fihi zikrukum ibaresinin yer aldığı 21. Enbiya, 10. ayettir. Kur'an
Kureyş'ten birine gönderilmiştir. Dolayısıyla Kureyş kabilesinin diliyle indirilmiş ve onlara hitap etmiştir. Farklı dilleri konuşan herkes Kureyş kabilesinin
dilini öğrenmek zorundadır. Bu yüzden her mürnin Kureyş'in iyali olmuştur. "13
43. Zuhrı1f, 44. ayetteki ifade, "Bu Kur'an, bilgi ihtiyacı duyduğunuz konularda sana ve ümmetine bir açıklamadır" veya "din konusunda bir öğüttür" 14
şeklinde de yorumlanmıştır. Galip ihtimalle sahabe ve tabiin neslinden sorıra
10
11
12
13
1•
Aynı paralelde bir değerlendirme için bkz. Toshihiko İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, çev.
Süleyman Ateş, İstanbul trz., s. 98-99.
Bkz. Taberl, Ciimi'u'l-beyan, I. 603; Kurtubl, ei-Ciimi', Il. 86.
Taberl, Ciimi'u'l-beyan, XI. 191; Zemahşeô, ei-Keşşaf, II. 490; Ebü'l-Fida İbn Kesir, Tefsiru'/kur'fini'l-'azim, Beyrut il983, IV. 128.
Kurrubi, el-Cami', XVI. 62-63.
Kurrubl, el-Cami', XVI. 63.
14
isiflmiyat B (2005),
sayı
2
ortaya çıkan bu iki yorum bazı Türkçe mealiere de yansımıştır. Yine 21. Enbiya, 10. ayetteki zikrukum ibaresi klasik tefsirlerin hemen hepsinde "sizin şan
ve şerefıniz" diye açıklandığı 1 5 halde birçok Türkçe mealde zikr kelimesine
"öğüt, uyarı" anlamı verilmiştir. Bizce bu rriüteahhir yorumlar, Kur'an mesajı­
nın evrenselliği gibi doğru bir düşüneeye dayanmakta ve fakat burada hitabın
tarihsel bağlamını kasten göz ardı etme gibi çok yanlış bir yaklaşımı yansıt­
maktadır. Buna rağmen Kur'an'ın Hz. Peygamber'e Mekke ve çevresindeki insanları uyarmak maksadıyla gönderildiğirti bildiren 6. En'am, 92 ve 42. Şura, 7.
ayetler ilahl hitabın öncelikli maksadını çok açık biçimde ifade etmektedir.ı 6
İlahi hitabın nüzulünde bölgeselliğin baz alındığı fıkri İzzet Derveze ve Süleyman Ateş gibi bazı çağdaş müfessirlerce de savunulmuştur. Mesela Ateş, 22.
Hac, 78. ayet münasebetiyle Hz. Peygamber'in ilk hedefirün kendi kavmi olan
Arapları Müslüman yapmak olduğunu, dolayısıyla "Ey İnsanlar!" mealindeki
Kur'an hitaplarının da "Ey Araplar!" şeklinde anlaşılması gerektiğini söyler. 17
Bu konuda Ateş'e kaynaklık ettiği anlaşılan Derveze de Hz. Peygamber'in sahabeye, sahabenin de diğer in~anlara şahitlik yapmasından söz eden 2. Bakara, 143 ve 22. Hac, 78. ayetlerin aslında Arap toplumuyla ilgili olduğuna dikkat çeker. Derveze bu görüşüne 22. Hac, 78. ayeneki, "(Mesajına muhatap ve
taşıyıcı olarak) sizi seçen ve din konusunda üzerirtize bir zorluk, bir güçlük
yüklemeyen O'dur. Ve yine size ataruz İbrahim'in inanç sistemini benimsemeyi öneren de O'dur" ifadesirti delil gösterir.ıs
Derveze'nin istidlali şöyledir: Ayette Hz. İbrahim ile Araplar arasındaki kan
bağına dikkat çekilmiştir. Tabiauyla, "ataruz İbrahim" ifadesinde de sadece
Araplar kastedilmiştir. Burada başka bir milletin kastedildiğirtİ söylemek gerçeği yansıtmaz. Çünkü Araplar nesep yönünden kendilerirtİ Hz. İbrahim ve Hz.
İsmail'e dayandınyorlardı. 19 Bu itibarla, Hz. Peygamber ve sahabenin şahitli­
ğinden söz eden ayetlerde, İslam'a giren Arapların inançlarını pekiştirrnek ve
aynı zamanda Hz. Peygamber'in risaletini tüm Araplar nezdinde tescil etmek
gibi bir amaç gözetilmiştir. Çi:inkü Hz. Peygamber'in tebliğ ettiği ve inanılına­
sını istediği din, o dönemdeki Arapların ata kabul ettikleri Hz. İbrahim'in dirtidir. İşte bu kabulleri sebebiyle İslam <;linirti herkesten önce Arap toplumunun
kabul etmesi gerekir. ıo
ıs Taberi, Qiıııi'u'l-beyan, IX. 8; Kuıtubi, ei-Ciimi', XI. 181; İbn Kesir, Tefsiru'l-~ur'an, III. 174.
Bu noktada Hz. Peygamber'in tüm insanlara gönderildiği söylenebilir ve 34. Sebe', 28. ayetteki
kaffeten linnfis ibaresi bu görüşe delil gösterilebilir. Ancak kfiffe kelimesi bu ayene •engel olmak, bir şeyden alıkoymak" anl:ımında kullanılmışur. Buna göre ibarenin aslı ka.ffen linniis'tır.
Sonundaki ta (ha) harfi mübalağa içindir (Bkz. Kuıtubi, el-Ciimi', XIV. 192). Bu yorum dikkate
alındı~ında söz konusu ibare, Hz. Peygamber'in ilk hitap çevresindeki insanlan inkarcılıktan
alıkoymak maksadıyla gönderildiğine delalet eder.
17 Süleyman Aıeş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul ın., VI. 54.
18 M. İzzet Derveze, et-Tefsiru'l-Hadis, çev. Vahdettin İnce-Mustafa Alurıkaya, İstanbul 1997, V. 147.
19 Derveze, et-Tefs1ru1-Hadis, IV. 465.
ıo Derveze, ec-Tefsiru'l-Hadiş, IV. 465.
16
Kur'an Çerçevesinde Ümmec Kavramının Tahlili
15
Diğer taraftan 14. İbrahim, 35 ve 41. ayetler ile Mekke ve Medine'de nazil
olan birçok ayetin tanıklık ettiği üzere Araplar, özellikle de Hicaz veya Kureyş
Araplan Hz. İbrahim ve zürriyeti ile Mekke arasındaki bağı çok iyi biliyor ve
bunu bir övünç vesilesi addediyorlardı. Nitekim 2. Bakara, 125 ve 3. Alu imran, 96-97. ayetlerde Mekke haremindeki 'Makam-ı İbrahim'den söz edilmiş olması da dönemin Arap toplumunun bu konuda az çok bilgi sahibi olduğuna
işaret etmektedir. Öte yandan Kabe ve Hz. İbrahim'den söz eden ayeder, müş­
rik Araplara atalan Hz. İbrahim'in izinden gitmeleri gerektiğine · dair hem bir
uyarı, hem de Hz. İlbrahim'in aksine puta taptıkları için bir paylamadır. Çünkü Allah onlardan din konusunda atalan İbrahim'in inanç sistemini benimsemelerini ve böylece onun duasını tahakkuk ettirmelerini istemektedir.21
Bilindiği gibi Kur'an'da 'atalar dini' bilhassa Hz. İbrahim'in diliyle eleştiril­
mektedir. Ama diğer taraftan da Araplardan ısrarla atalan İbrahim'in dinini kabul etmeleri istenmektedir. Kuşkusuz Hz. İbrahim'in şiddetle eleştirdiği atalar
dini şirk, Araplara tavsiye edilen ata dini ise tevhid esaslı Hanifliktir. Ancak her
iki durumda da karşımıza çıkan gerçek, ata imgesiniri eski Arap geleneğinde
çok esaslı bir yer teşkil ettiğidir. Bu yüzden Kur'an, ataların şirk dinini Hz. İb­
rahim'in diliyle eleştirirken İslam'a davette de yine onun karizmatik .kişiliğini
ön plana çıkarmaktadır. Bu bağlamda Hz. Peygamber'e, "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy" denilmekte (3. Alu İmran, 95; 16. 'Nahl, 123), Allah'ın
Hz. Peygamber'i gerçek dine, hakka yönelen ve puta tapmayan İbrahim'in dinine ilettiği bildirilmektedir (6. En'am, 161). Yine en doğru inancın İbrahim'in
inanç sistemini benimsernek olduğu bildirilmekte (4. Nisa', 125), İbrahim'in dininden ancak kendini bilmezlerin yüz çevirdiği söylenmekte (2. Bakara, 130),
Kabe'nin haremindeki İbrahim makamının namazgah edinilmesi istenmektedir
(2. Bakara, 125). Bütün bunların yanında birçok ayet Kabe ile Hz. İbrahim ve
Hz. İsmail'in ilişkisinden söz etmektedir.
Sonuç itibarıyla, bahis konusu ayetlerdeki ümmet kelimesi Hz. Peygambere tabi olan ilk Müslüman nesle işaret eder. Tabiatıyla, İslarn'ı temsil etme
(şahitlik), iyiliği errıredip kötülüğü menetme gibi vazifelerin de evvelemirde sahabe nesiine müteallik olması icap eder. Bu durum, sahabenin tarihsel açıdan
çok özel bir konuma sahip olduğunu gösterir. Çünkü Allah, sahabeye her türlü aşırılıktan uzak, dengeli ve ölçülü bir ümmet Ctopluluk) olarak diğer insanlara ilahl mesajı ulaştırma, İslam'ı pratik yaşam düzeyinde hakkıyla temsil etme, insanlar arasında iyiliğin galip gelmesi ve kötülüğün engellenmesi yönünde çaba sarf etme görevi yüklemiştir. Nitekim onlar da memur kılındıkları vazifeyi hakkıyla ifa etmişler ve bu sayede başka toplurnlar da Kur'an ve İslam'la
tanışrnışlardır.
İlk tanışmalar kimi zaman savaş kimi zaman da barış ortarnında vuku bulmuştur.
21
Sonraki kuşak_lann ·İslam'la tanışması ise ekseriyede ebeveynden çocu-
Derveze, ec-Tefsiru'/-Hadis, IV. 107-109.
isliimiyac B (2005),
16
sayı
2
ğa
intikal eden kültürel mirasa koruna şeklinde gerçekleşmiştir. Nitekim dün olduğu gibi bugün de İslam coğrafyasındaki fertlerin hemen tamamı ebeveynlerden tevarüs edilen bir taklid1 iman yoluyla Müslüman olmuştur. Da'hası, modem
dönemdeki hemen her Müslüman dini kimliğini dünyaya gözünü açtığı anda kazanmıştır. Kimi Müslümanlar gerek dini duygu yoğunluğu, gerekse kişisel merak
ve diğer saiklerle Kur'an ve İslam hakkında daha fazla bilgi edinerek taklid1 imaruru tahkik düzeyine çıkarma gayreti gösterseler de, hatın sayılır bir çoğunluk,
belki de hiçbir emek harcamadan kazanılmış bir kimlik olması hasebiyle İslami
değerlere karşı son derece kayıtsız bir yaşam sürçlürmeye devam eunektedir.
Her ne olursa olsun, bugün bir vesileyle İslam'la taruştıktan sonra dini kimliğine sahip çıkmaya azınetmiş olan her Müslüman, Kur'an'daki mesajın muhatabıdır. Buna 'dolaylı muhatap oluş' da denebilir. Çünkü Kur'an muayyen bir
zamanda ve muayyen bir çevrede nazil olmuş ve pek tabii olarak o çevredeki topluma hitap etmiştir. Kur'an'daki hitap bu açıdan yerel ve tarihseldir. Ancak, daha sonraki zamanlarda bir vesileyle İslam'a muttali olup kabul yönünde bir irade beyanında bulunan her Müslümanla birlikte ilahi hitap başka coğ­
rafyalara taşınmış ve bu durum Kur'an mesajının evrenselliği fikrine de zemin
hazırlamıştır. Bu bağlamda müfessirler, "sebebin hususiliği hükmün umumiliği­
ne engel değildir" şeklindeki temel kuraldan hareketle evrensellik düşüncesini
temellendirmeye çalışrruşlardır. Ancak, özünde doğru olan bu düşünce, hemen
her Müslümanın birçok ayette doğrudan kendisine hitap edildiğini yahut övgü
içeren birçok ayette bizzat kendisinden söz edildiğini vehmeunesi gibi çok
yanlış bir anlayışa da yol açrruştır.
Bu yanlış anlayışı ümmetle ilgili ayetlerin yorumunda da gözlemlemek mümkündür. Zira klasik ve modem dönemlerdeki müfessirlerin hemen tamarru, ilgili ayetlerde sözü edilen 'ümmet' kelimesini yaşadıklan çağın tarihselliği içinde
'tüm dünya Müslümanları' manasma hamletmişlerdir. Oysa Allah'ın 2. Bakara,
143 ve 3. Alu irnran, 110. ayette övgüyle s6z ettiği ümmet, sahabe neslinden
ibarettir. Bu ayetlerden günümüz Müslümanlannın payına düşen ise, sahabenin
sahip olduğu güzel vasıfları kazanmak için çaba sarf eunek olsa gerektir.
Sözün özü, sahabenin bin bir çile ve fedakarlıkla elde ettiği bu güzel vasıf­
ları meccanen sahiplenme kurnazlığından vazgeçip tıpkı onlar gibi bir topluluk
(ümmet) olma yolunda azami çaba sarf eunek ~urumundayız. Diğer bir deyiş­
le, bizim vazifemiz, Allah'ın sahabeye nispet ettiği sıfatiara sahip çıkmak değil,
o sıfatiada anılmayı haklı kılacak bir performans göstermektir. Bu bağlamda Allah'ın övgüsüne mazhariyecin ne kadar yakınında ·ne kadar uzağında olduğu­
muzu idrak bakımından sahabeye atfedilen sıfatlan hatıriatmakta fayda vardır.
'Ümmet-i Müslime'nin Temel Vasıtran
Vasatlık
ve Tanıklık
2. Bakara, 143. ayette, "Biz sizin vasat bir ümmet (toplum) olmanızı sağladık
ki böylece siz insanlara tanıklık edesiniz, Allah'ın elçisi de size tanıklık ede!"
.·
Kur'an Çerçevesinde Ümmet Kavramının Tahlili
17
denilerek: sahabe nesli hem övülmüş hem de çok büyük bir vazifeyi ifaya memur kılınmıştır. Fahreddin er-Razi'nin (ö. 606/1209), "Mademki Allah bu üm. meti vasat olarak nitelendirmiştir; öyleyse onların ortak görüşü hüccet olmalı­
dır" şeklindeki bir akıl yürütmeyle icmaın şer'i delil oluşunu temellendinneye
çalıştığı22 bu ayetteki vasat kelimesine sahabe ve rabiln alimlerince 'adil-adaletli' manası verilrniştir. 23 Müteahhir dönemlerde ise kelimeye "her türlü aşın­
lıktan uzak, dengeli, ölçülü, seçkin, hayırlı" gibi manalar da yüklenmiştif.24
Bu yorumların ışığında denebilir ki vasat ümmet, inanç ve ahlak düzeyinde
doğruluk, dürüstlük ve adaletten ödün vermeyen, her bakımdan dengeli, ölçülü
ve sağduyulu toplum anlamına gelir. Kur'an'ın vahyedildiği zaman dilimindeki
Yahudiler ve müşrik Araplarm dünyevileşme yönündeki aşınlı.klan, Hıristiyanlar
ve Mecusiler gibi bazı dilli toplulukların da dünyevi ve bedeni lezzetlere karşı
sıkı perhiz uygulayıp ruhbanlaşmalan dikkate alındığında 'vasat' kelimesinin aslında bu iki aşın tutumdan uzak durmayı ifade ettiği sonucuna vanlır. 25
Diğer taraftan Allah, vasat sıfatını haiz olan Müslüman toplumu çok önemli bir vazifeye memur kılmıştır: İnsanlara şahitlik/tanıklık e unek. .. Buradaki şa­
hitliğin dünyaya mı yoksa ahirete mi müteallik olduğuna dair farklı yorumlar
. mevcuttur. Çoğunluğun tercih ettiği yoruma göre Ümmet-i Muhammed,
Kur'an'dan öğrendikleri bilgilere istinaden ahirette peygamberlerin lehine, onlan yalanlayanlarm aleyhine tanıklık edecektir. Hz. Peygamber de kendi ümmeti lehinde tanıklık edip onlann adil olduğunu söyleyecektir.26
Ayet böyle bir yoruma tamamen kapalı gözükmemekle birlikte, şahitlik görevinin bu dünyaya müteallik olduğunu söylemek daha makul gözükmektedir.
Çünkü şahitlik, 'vasat ümmet' nitelemesiyle ilgilidir. Aynca, şahit kelimesinin İs­
lami literatürde 'ör.nek' anlamında da kullanıldığı bilinmektedir. Buna göre insanlara şahitlik etmekten maksat; dini, ahlaki ve insani açıdan güzel örnek olmak, İslam'ı hakkıyla temsil etmektir. Kuşkusuz Hz. Peygamber, vasatlık ve tanıklık mertebesinde mi:;al-i ekmeldir. Çünkü o üsve-i hasenedir. Bu yüzden İs­
lam toplumu ancak onun siret ve sünnetine iniba ile vasat vasfını kazanır ve
böylece diğer insanlara/toplurnlara ranık-örnek olabilir. 27 Elmalılı'nın bu bağ­
lamda söyledikleri anılmaya değer niteliktedir:
İşte Cenabı
Allah ümriıeti Muhammedi insanlar arasında böyle hakşinas,
adil ve müstakim, hüsni aWakı, ilm ü irfanı ile mümtaz, şayanı istiş­
had ve merkezi bir cazibeyi ve imameti hai.z, müktedabih bir cemaat yapmak ve tam manasıyla adil bir ümmeti hakime teşkil etmek için sayei Muhammed!de yeni bir sıratı müstakime hidayet buyurmuştur. Ve akvamı sahakğü,
22
ı.ı
ı•
:!i
16
27
Fahreddln er-Razi, Mefiiu1)u'l-ğayb, Beyrut lr2., II. 110.
Taberi, Ciimi'u'l-beyan, ll. 9-10.
Razi, Mefiicil)u'/-ğ:ıyb, n. 109; Kunubi, ei-Cimi', li. 104.
Muhammed ·Reşid Rıza, Tefsinı1-menfir, Beyrut 1999. ll. 4-;.
Taberi, Ciimi'u1-beyfin, 11. 12; Razi, Mefiici})u1-ğayb, 11. 112; Kunubl, e/-Ciimi', 11. 104.
Reşid Rıza, Tefsiru 'l-menfir, II. ;.
islamiyat B (2005),
ıs
sayı
2
ire arasında ümmeti İslam bu vazifelerini unutmamak icab edecektir. Müs-'
lümanlar şuna buna uyuotu olmayacak, diğer akvama nümune-i imtisal ve
merci olmak lazım gelecektir ki bunu temin eden sırau müstakim vehbi olduğu halde onun üzerinde bu noktadan yürümek bir emn kesbidir. 28
Kuşkusuz vasatlık ve tanıklık vehbi değil, kesbt sıfatlardır. Diğer bir deyiş­
le, bu sıfatlar islam coğrafyasında dünyaya gelmiş olmakla değil, çaba ve emek
harcayarak kazarulır. Dolayısıyla bugün her Müslüman, sahabe nesiinin emekle kesbectiği bu sıfatiara sahip olup olmadığı noktasında çok ciddi bir nefs muhasebesi yapmak durumundadır. Çünkü Allah sahabeden ölçülü, dengeli ve
adaletli bir toplum olarak söz etmekte ve bu üstün vasilla diğer insanlar/toplunı.lar önünde hak ve hakikati temsil etme; iyilik, fazilet ve adaletin ne oldu- ·
ğunu cümle aleme gösterme kabiliyetiİıi haiz olduklarına dikkat çekmektedir.
Kuşkusuz Hz. Peygamber ve sahabe Kur'an mesajını ulaşabildikleri yere kadar ulaşurdılar. Bu sayede İslam'la tanışıp Müslüman olan herkes de aynı vazifeyi ifaya mecburdur. Ancak bu vazifeyi hakkıyla ifa edebilmek için evvela İs­
lam'ı temsil kabiliyetini haiz olurunalıdır. Bunun için de vasat vasfı kazanılma­
lıdır. Aksi halde tüm Müslümanlar, -özellikle son iki yüzyılda fıilen tecrübe edildiği üzere- ona buna uydu ve uyuntu olma, zulüm görme, sömürülme ve şim­
diki zamanı hep geriden takip etme gibi badirelerle boğuşmaya mahkUm olur.
Hayra Çağırmak, Ma'rCıfıı Emredip Münkerden Menermek
3. Alu İmran, 104. ayette sahabeye, dolayısıyla diğer Müslümanlara, "İçinizden
hayra çağıran, iyiliği ernredip kötülükten meneden bir .grup (ürnmet) bulunsun." mealinde bir görev tevdi edilmiştir. Hz. Peygamber tarafından, "Kim bir
kötülüğe tanık olursa eliyle, buna gücü yetmezse diliyle onu Önlesin. Buna da
gücü yetmezse kötülüğe öfke duysun. Ancak, kötülüğe sadece öfke duymak
iman zafıyetinin son kertesidir. "29 şeklinde derecelendirilen bu dini-ahlaki görevle ilgili ilahi beyanda üç anahtar terim vardır: Hayır, ma'rGf ve inünker.
İslam düşüncesinde umumiyede ~hlaki içerikli olarak kullanılan 'hayır' kelimesi Rağıb el-İsfahanl tarafından, "Herkesin arzu ettiği akıl, adalet, fazilet ve
faydalı nesne gibi şeyler" diye tarif edilmiştir.30 Hayır kelimesi Kur'an'da da
hem maddi hem manevi nimet anlamında kullanılmıştır. Bu cümleden olarak
110. Adiyat, 8. ayette insanoğlunun mal ve millke aşırı düşkünlüğü "hubb-i
hayr" diye ifade edilmiş; Hz. Süleyman'ın cins atlara düşkünlüğü de 38. Sad,
32. ayette yine aynı şekilde nitelendirilmiştir. Ancak 'hayır' birçok ayene salih
amel, hasene ve ma'rGf gibi kavramlarla yakın anlamda olmak üzere her türlü iyi tutum ve davraruşın ahlaki değerine atfen kullanılrruştır. Bununla birlikte iyiliği ernretmenin sonuçlan arasında manevi huzur ve sükiinun yanı sıra,
ııı Y:ızır, H:ık
29
30
Dini, 1. ;24.
Muslim, "lman" 78; Ebü Davüd, "Salat" 232.
Riiğıb ei-İsfahani, ei-Mufrediic, s. 231.
Kur'an Çerçevesinde Ommec Kavramının Tahlili
19
refah, bolluk ve zenginlik de muhtemel olduğu için, hayri davet bir anlamda'
refah ve huzura davet olarak da anlaşılabilir. Nitekim hayır kelimesi bazı ayetlerde de (6. En'am, 17; 10. Yunus, 107; 21. Enbiya, 35; 70. Meanc, 21) maddi
imkan anlamında kullanılnuşur.3 1
Emir bi'l-ma 'rüf ve nehiy <ani'l-munker tabirindeki ma'rGf ve münker kavramlaona gelince; Arapçada "bilmek, tanımak, düşünerek kavramak" anlarnı­
na gelen irfan kelimesi ile kökteş olan ma'rGf, "bilinen, tanınan ve benimsenen
şey" demektir. "Bir şeyi bilmemek, yadsımak" gibi anlamlar taşıyan nukr kökünden türetilmiş olan münker ise "tasvip edilmeyen, yadırganan şey" demektir.32 "Kur'an'da ve hadislerde diğer birçok terim gibi ma'rGf ve münkerin de
kısmen eski anlamlannı korumakla birlikte kapsamlannın genişlediği görülür.
Bu kaynaklarda iyi ve doğru kabul edilen inanç, düşünce ve davranışlara tek
kelimeyle işaret edilmek istendiğinde en çok ma'rGf"kelimesi; yanlış, İslam dinine yabancı, Müslüman toplum tarafından yadırganan inanç, düşünce ve davranışlar için de -bazen fabşa ile birlikte- münker kelimesi kullanılır. "33
İslam alimleri ma'rOf ve münkeri tarumlarken, hem İslam öncesi dönemdeki
anlamlannı hem de Kur'an ve hadislerdeki kullarumlannı dikkate almışlardır. Mesela R.ağıb el-İsfaharu'ye göre rna'rGf, akıl ve Şeriatın iyi olarak nitelendirdiği fı­
illeri ifade eden bir isim; münker ise yine aklın ve Şeriatın kabul etmediği şey­
dir.34 İbn ManzOr (ö. 711/1311) da ma'rGfun Allah'a itaat sayılan, O'na yakınlaş­
mayı (tafsarrub) sağlayan, insanlar için iyilik olarak kabul edilen ve Şeriatça değer verilen tüm güzel davranışlan kapsaclığını söyledikten sonra, kelimenin aynı zamanda insanlar arasında iyi bilinen, benimsenen, yadırganmayan tutum ve
davranışlan da ifade ettiğine dikkat çekrniştir.35 Ancak kelam tarihinde Eşariler
değerlerin kaynağı konusunda -Mutezilenin aksine- nakli esas aldıklan için
ma'ruf ve münkeri, "Şeriatın iyi ve kötü addeniği şey" diye tarif etmişlerdir.36
Merhum Elmalılı bu dar kapsamlı tarifi -bir bakıma Mutezileye reddiye kabilinden- şöyle açırnlanmıştır: "Hayra davet, dini veya dünyev'i bir salahı tazammun eden herhangi bir şeye davett.ir ki esası tevhid ve İslamdır. Emir bilma'ruf ve nehiy anilmünker de bundan bir kısmı mühimdir. Ma'ruf muktezayı
İslam olan raatullah, münker de muktezayı islama muhalif olan ma'siyetullah
demektir. Ma'ruf ve münkeri hablullahdan başka mi'yar ile ölçmeye kalkmak
hevaya ve nefsani arzulara tabi olmakur ki bu da tefrika ihdas etmektir."'7
Hatırlanacağı üzere 3. Alu İmriin, 104. ayet, "İçinizden bir ürnmet bulunsun"
cümlesiyle başlamaktadır. Ürnmet burada Müslüman topluma önderlik edecek
~ı
Mustafa Çağncı. "Hayır•, DİA, İstanbul 1998, XVII. 43-46.
Mecduddin el-F'ııilzabadi, Bas5itu zevi't-cemyiz, Beytut uz., IV. 47, V. 120.
33 Mustafa Çağncı, "Emir bi'l-Ma'rüf Nehiy an.i'l·Münker", DİA, İstanbul 1995, XL 138.
.ı.ı Rağıb el-İsfahiini, ei-Mufrediir, s. 496.
35 İbn Manzur, Lisfinu'l-'a.rob, IX. 155.
36 Bkz. Ebu'I-Hasen el-Curcini, er-Ta'rifar, Beytut 1995. s. 221, 234.
37 Yazır, Hak Dini, ll. 1155. Ma'rüf ve münker hakkında daha geniş bilgi ve değerlendirme için
aynca bkz. Ömer Dumlu, Kur'an-ı Kerim'de Ma"tuf ve Münker, Ravza Yayınları, İstanbul 1994.
J~
isliimiyiit 8 (2005),
20
sayı
2
grup anlamındadır. Dolayısıyla ayene Müslüman topluma önderlik edip toplumun birlik ve beraberliğini sağlayacak, iyiliği emredip kötülükten sakındıracak
bir sosyal kontrol mekanizmasının gerekliliğine işaret edilmektedir. Bu yüzden,
Hayra davet, emir bi'l-ma'rüf ve nehiy ani'l-münker alel'umum Müslümanlara farz-ı kifayedir. Bu yapılmayınca hiçbir Müslüman mes'uliyetten kendini
kurtaramaz. Fakat her yerde farz-ı ayn değildir. Mecmu-i ümmetin vazifesidir. Çünkü 'minküm' buyurulmuştur. Buradaki 'min' tecridi ve teb'izi olmak
üzere iki manaya muhtemildir. Tecridi olduğuna göre her Müslüman bununla memurdur. Teb'izi olduğuna göre de alel'umum Müslümaniann vazifeleri
içlerinden bunu yapacak bir ümmeti mahsusa teşkil ermek ve onlara muavenet ve ittiba' ederek o vasıra ile bu vazifeyi ifa ettirmektir. Bunlar tayin ve
teşkil edildikten sonra emr-ü nehiy bizzat onlar üzerine farz-ı ayn olur. Ve
fakat bunlar farzlanru eda etmezlerse mes'uliyet evvela bunlara, saniyen
urouma teveccüh eder. Nizarnı tevhid bozulduğu zaman zuhur edecek şerr­
~ bela da yalnız zatimiere isabet edip kalmaz, urouma sirayet eder.38
Elmalılı 'ya
ait bu izahanan da anlaşılacağı üzere emir bi'l-ma'rı1f görevinin
farz-ı kifaye addedilmesi ilgili ayetteki minkum ibaresinden kaynaklanmaktadır. Çoğunluğa göre bu ibare söz konusu görevin Müslüman toplum içinde bir
gruba yüklendiğini ifade eder. Muhammed Abduh gibi bazı müfessirler ise
ayetçeki emrin tüm Müslümanlan bağladığı kanaatindedir.39 Ancak, Zernahşe­
ti'nin (ö. 538/1143) de dikkat çektiği gibi, bi.ı görevi ancak ma'rı1f ve münker
hakkında yererli bilgi sarubi olan kimselerin yapabileceği, aksi halde iyiliğin
kötülük ve/veya kötülüğün iyilik zannedilmesi gibi hatalara düşülebileceği"0
ihtimali hesaba katıldığında, islam alimlerinin hemen hepsince benimsenen ilk
görüşün daha doğru olduğu söylenebilir. Bununla birlikte hiçbir Müslüman bu
dini-ahlaki görevden tamamen muaf olduğunu zannetrnemelidir. Çüİıkü her
Müslümanın kendi kapasitesince yapabileceği b~ı görevler vardır. Bunlann
başında da şahitlik, yani İslam'ı bilfiil temsil görevi yer almaktadır.
Seyyid Kurub, hayra d~vet ve emir bi'l-ma'rı1f görevini hakkıyla ifa edebilmek için bir siyasi otoritenin (sul{a) bulunması gerektiğini söyler. Bu gereklilik bizzat Kur'an'ın beyanıyla sabittir. Çünkü ilgili ayette hayra davetin yanı sı­
ra iyiliği emir ve kötülüğü nehiyden de söz edilmiştir. imkanlar elverdiğinde
siyasi otoritesiz de hayra davet yapılabilir. Emir ve nehiy ise ancak bir otorite sayesinde gerçekleşir. Vaaz, irşat ve nasihat, işin bir yönüdür. Diğer yönü
ise emir ve nehiy otoritesini tesis etrnektir. 4 ı
Bu yoruma göre emir bi'I-ma'rı1f ve nehiy 'ani'l-münker hem siyasi otoritenin varlığını hem de bu otoritenin katkısını zorunlu kılan bir görevdir. Hatta
İbn Teyrniyye Cö. 728/1328) gibi bazı alimiere göre tüm kamu .görevlerinin te38 Yazır,
Hak Dini, 11. 1155.
39 Reşid Rıza, Tefsiru'l-menar, IV. 22-23.
40 Zemahşeri, el-Keşşfif,
I. 452.
~• Seyyid Kuıub, Fi zilali'l-kur'an, Diyarbakır (Daru'I-'İlm) ın., ı. 444.
Kur'an Çerçevesinde Ümmec Kavramı.nm Tahlili
21
mel gayesi iyiliği emreunek, kötülükten meneunektir. 42 Nitekim İslam tarihinde siyasi otoritenin emir bi'l-ma'rı1f görevini ifa keyfiyeti 'hisbe' olarak kavramlaşmıştır. Hisbe, "sevap umarak bir iş yapmak, çirkin bir iş yapanı hesaba çekmek" gibi anla~·ılar taşıyan ihtisab mastanndan türetilmiş bir isimdir.4 3 Klasik
kaynaklarda, "terk edildiğinde ma'rGfu emreunek, fiilen zuhur ettiğinde de
münkerden nehyetmek" diye tanımlanan hisbe, 44 emir bi'l-ma'rı1f ve nehiy
ani'l-münker prensibi uyarınca gerçekleştirilen kurumsaL faaliyeti ifade eder.
Müslümanlar için farz-ı kifaye sayılan bu faaliyetin temel amacı, genel ahlakı
ve kamu düzenini korumaktır.45
Emir bi'l-ma'rı1f vazifesi siyasi açıdan zulÜm ve haksız tasarruflara muhalefet prensibini de içerir. Çünkü Allah, müminlere kötülük karşısında susmamayı emretmektedir. Kötülüğe dur demek kimi zaman siyasi otoriteyle çatışmayı
gerektirebilir. Aynca, 9. Tevbe, 71. ayete göre .e mir bi'l-ma'ruf konusunda milminler birbirlerinin velisidir. Bu yüzden siyasi otoritenin de mutlaka denetlenmesi gerekir. 46
Bu bağlamda Mutezile, Ehl-i Sünnet ve Hariciliğin konuyla ilgili temel yaklaşımlarından da kısaca söz eunek gerekir. Bilindiği gibi İslam düşünce tarihinde Murezile uşül-i lJamse diye bilinen beş temel ilkeyle meşhur olmuştur. Bu
beş ilke~ sonuncusu emir bi'l-ma'rı1f ve nehiy 'ani'l-münkerdir. Mutezileye
göre bu pratik (ameil) ilkenin hedefi, toplum hayatında iyiliği hakim kılıp kötülüğü mahkum eunektir. Bu amaca kolay yolla ulaşıldığı takdirde zora baş­
vurmak doğru değildir. Nitekim Allah, 49. Hucurat, 9. ayette iki mürnin topluluğun birbiriyle savaşması halinde evvela sulhtan söz etmiş, aksi halde saldırgan tarafla savaşılmasını emretmiştif.47
Temelde ahlaki bir içefiğe sahip olan bu ilkeye Mutezile siyasi bir boyut katrruş ve .bu çerçevede Emevi iktidarının zulme dayalı 'politikalanna karşı kamuoyu oluşturma, yönetimi baskı altında tuuna ve hatta şartlar olgunlaştığında
başkaldırma siyasetinde sürekli olarak emir bi'l-ma'rı1f ilkesini ön plana çıkar­
rruştır.48 Hatta Mutezile -biraz da Hariciliğin etkisiyle- nehiy ani'l-münker adı­
na zalim yöneticileri mümkün olduğu takdirde güç kullanarak berraraf etmenin
vacip olduğu fıkrini de savunmuştur. Hariciler ise silah kullanmayı kendilerince kötülüğe sapan herkese karşı gerekli görmüşlerdir. Ne var ki onların söz konusu ilkeye dayandırdıklan cihad, Abdullah b. Rabbab b. Eret gibi bir sahabiyi sırf Hulefa-i cişidlrı ve bilhassa Hz. Ali hakkında iyi şeyler söylediği için, halbn Teyıniyye, el-Hisbe fi'J-isliim, Kahire 1318, s. 6.
lbn Manzür, Lisiinu'l-'arab, III. 164.
44 Ebü Ya Hi ei-Ferra, e/-Al).kiimu's-sul!iiniyye, Beyrut 1983, s. 284.
•s Hisbe hakkında daha geniş bilgi için bkz. Hayreddin Karaman, isliimm lşığında Günün Meseleleri, Istanbul 1987, I. 251-286; Fahreddin Atar, İsliimAdliye Teşkilau, Ankara ın., s. 170-175;
Cengiz Kallek, "Hisbe", DİA, istanbul 1998, xvrn. 133-145.
46 Nevin A. Mustafa, islam Siyasi Düşüncesinde Muhalefer, çev. Vecd i Akyüz, İstanbul 1990, s. 115.
~7 K3di Abdulcebbar, Şerl;ııı'l-uşuli'l-l]amse, nşr. Abdulkerim Osman, Kahire 1965, s. 741.
~8 Mahmut Ay, Murezile ve Siyaser, istanbul 2002, s. 185-186.
H
~l
22
islamiyat B (2005),
sayı
2
mile karısıyla birlikte hunharca katietmek gibi bir bedevi terörüne dönüşmüş­
tür. 49 Bu yüzden el-Hasen el-Basri (ö. 110/728) ve EbG Hanife (ö. 150/767) gibi alimler Harici zihniyetini fesatçılıkla suçlamışur.
Büyük ölçüde bu iki alimin fıkirlerine dayanan Sünni ekolde de siyasi
otoriteye karşı silahlı başkaldın yerine zulme karşı sabır ve teslimiyet politikası
tercih edilmiştir. Bu politika her ne kadar toplumun kimyasını bozacak bir
anarşi ve kaos ortamına imkan vermemek gibi çok haklı bir gerekçeye
dayamyorsa da, tarihsel süreçte teslimiyetçilik ve kadercilik gibi düşüncelerin
Sünni muhine yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Değerlendirme
ve
Sonııç
Ümmet kelimesi Kur'an'ın hiçbir ayetinde bugünkü yaygın anlamıyla kullanıl­
mamıştır. Tespit edebildiğimiz kadaoyla kelimenin 'Ümmet-i Muhammed'
manasındaki ilk kullanımı Hz. Peygamber'e aittir. Zira sahih kabul edilen birçok hadiste "benim ümmetim" (ummecD şeklinde bir ifade mevcuttur. Bu ifade,
varit olduğu an itibaoyla tüm Müslümanları tek çatı altında toplamakta,
dolayısıyla Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi diğer dirılere mensup olanlan
dışarıda bıcakmaktadır.
Kur'an, sahabe neslinden adaletli, dengeli ve ölçülü anlamında 'vasat bir
ümmet' (toplum) olarak söz etmektedir. Ayrıca, vasatlık vasfının insanlara
güzel örnek olma (şahitlik) vazifesini zorunlu kıldığına i§aret etmektedir. Yine
bu çerçevede sahabeyi hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden çok
hayırlı bir ümmet olarak nitelendirmektedir.
Evet, bütün bu nitelemeler kesinlikle sahabeye aittir. Çağırnızdaki Müslüman topluıniann kalite düzeyleri de bu görüşümüze ek delil teşkil etmektedir. Daha açıkçası, bugün ne dengeli, ölçülü ve adaletli bir Müslüman toplumun varlığından ne de İslam konusunda 'öteki'ni hasede boğacak bir temsil
misyonundan söz etmek mümkün... Maalesef bugün bütün mesaimizi İslam'ın
ve Müslümanlığın ne olduğunu değil, ne olmadığını anlatmaya hasretmiş
durumdayız. Kuşkusuz bunda ötekinin bizi kasten yanlış tanımlamasının da
önemli bir payı var kuşkusuz. Ama şu bir gerçek ki, en azından son iki asır­
dır kendimizi ifade etmekten bile aciziz. Hulasa biz bugün bir vasat ümmet
değiliz.
Bu itibarla, Kur'an'ın sahabe nesiine atfettiği faziletleri, "sebebin hususiliği
hükmün umumiliğine engel değildir" diyerek kendimize mal etmenin çok
büyük bir haksızlık olduğunu kabul etmek zorundayız. Konuyla ilgili ayetler,
diru kimliğine namusu gibi sahip çıkma azminde olan her Müslümana sahabe
gibi bir ümmetitoplum inşa etme görevi yüklemektedir. Ancak, birçok müfessir, Müslümaniann her Ilalükarda en hayırlı ümmet olduğu fıkrine malzeme teş49
Hariciler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Adnan Demircan, Hfiriciler"in Siyasi Faaliyetleri, İs­
tanbul 1996.
Kur'an Çerçevesinde Ümmec Kavramınm Tabiili
23
kil eden yorumlar üretmiş ve bu yorumlar ister istemez Müslümanlan Allah'ın
övgüsünden kendilerine pay çıkarma gibi bir yanlış anlayışa sevk etmiştir.
Yahudilik ve Hıristiyanlıkla kıyaslandığında tarihte en temiz· sicile sahip olan
ümmet kuşkusuz Ümmet-i Muhammed'dir. Ancak, bizim ötekilerden daha
temiz bir sicile sahip olmamız akvam-ı beşere her daim bir numune-i imtisal
teşkil ettiğimiz anlamına gelmez. Zira dün Hariciler vardı bugün onların benzerleri ... .Maalesef hepsi de bu ümmetin çocukları olarak tarihe geçti.
Son söz olarak bir kez daha vurgulayalım ki Kur'an'da övgüye mazhar olan
Müslüman ümmer bu ümmet değildir. Bu itibarla günümüz Müslümanıarına
düşen görev, Allah'ın övgüsünü hak eden sahabenin haiz olduğu vasıfları kesbetmektir. Kuşkusuz ilk Müslüman nesil Allah'ın ve Hz. Peygamber'in rehberliğinde dengeli ve ölçülü bir toplum inşa etti ve bu suretle İslam'ı temsil (şahit­
lik) görevini de hakkıyla yerine getirdi. Yine bu nesil imkanlar elverdiği ölçüde
ilahi mesajı baŞka coğrafyalara ulaştırmaya çalıştı; insanlan hayra çağırdı, iyiliği
ernredip kötülükten menetmeye çalıştı.
İlk nesil Müslümanlar Allah'ın, "İşte on1ar bir ümmeniler, çoktan geçip gittiler. Onların yapıp ettikleri onlara, sizin yapıp ettikleriniz de size aittir. Ve siz
onların yaptıklan hiçbir işten dolayı sorguya çekilmeyeceksini ı." (2. Bakara,
134, 141) mealindeki hitabının ne anlama geldiğini çok iyi kavradıklan için, uhdelerine tevdi edilen vazifeyi bihakkın ifa etmeye çalıştılar ve sonunda Allah'ın
'hayırlı ümmet' nitelemesine hak kazandılar. Bugünkü Müslümanlar da tıpkı
onlar gibi emek harcayarak 'hayırlı ürnmet' olmaya hak kazanmaWar.
Download