Sağlık, güvenlik 16 Türkiye 2015: Nereye? 2 Bu - Basın

advertisement
Sağlık,
güvenlik
16
Türkiye 2015:
Nereye?
2
Bu “İş”te bir
ayrımcılık var
28
İ
Ç
İ
N
D
E
K
İ
L
E
R
Türkiye 2015:
Nereye? 2
Bir yılda en az 1886
ölüm 16
Bu “İş”te bir ayrımcılık
ar 28
Hukuk 33
GSS ile ilgili önemli
hatırlatmalar 36
Meteksan’da toplu
sözleşme 48
Amcor Tobacco’da
toplu sözleşme 50
Mayr Melnhof’da toplu
sözleşme 52
BASIN-İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU
Yakup Akkaya : Genel Başkan
Savaş Nigar : Genel Sekreter
Hasan Sönmez : Genel Mali Sekreter
Cafer Bozdemir : Genel Eğitim Sekreteri
Ahmet Özbakır : Genel Teşkilatlandırma Sekreteri
BASIN-İŞ GENEL MERKEZ VE ŞUBELERİ
Genel Merkez
BASIN-İŞ GÜNDEM, Türkiye Basın,
Yayın, Gazetecilik, Grafik-Tasarım Baskı
ve Ambalaj Sanayi İşçileri Sendikası
(Basın-İş) Yayın Organıdır • Yayınlayan: Basın-İş Sendikası • İmtiyaz Sahibi: Basın-İş Sendikası adına, Yakup
Akkaya (Genel Başkan) • Sorumlu Yazı
İşleri Müdürü: Savaş Nigar (Genel Sekreter) • Yasal Haklar: Bu dergide yar
alan yazı, makale, fotoğraf ve tasarım unsurlarının bir bölümü veya tamamı (elektronik ortamda çoğaltmak da dahil)
alıntının kaynağı belirtilerek yapılabilir •
Yazılardaki görüşler yazarlarına aittir ve
sendika tüzel kişiliğini bağlamaz •
Dergiye iletilen yazı, belge, fotoğraf,
karikatür gibi ürünler geri gönderilmez •
Baskı: Ziraat Gurup Matbaacılık, Ambalaj San. ve Tic. A.Ş. İstanbul Yolu Trafo
Karşısı Varlık-Ankara Tel: 0 312 384 73
44 - 45 • Baskı Tarihi: 2 Şubat 2015 •
Yayın türü: Yerel Süreli Yayın
Necatibey Cad. Hanımeli Sok. No: 26/7 Sıhhiye-Ankara
Tel: (0 312) 230 29 08 / 229 96 15 Faks: (0 312) 229 43 15
E-posta: [email protected] web: www.basin-is.org.tr
.com / Basın-İş Sendikası
Ankara Şubesi
Necatibey Cad. Hanımeli Sok. No: 26/6 Sıhhiye-Ankara
Tel: (0 312) 230 29 08 / 229 96 15 Faks: (0 312) 229 43 15
E-posta: [email protected]
İstanbul Şubesi
Yukarı Mah. İstasyon Cad. Yankı Sokak No: 7/1 Kartal-İstanbul
Tel: (0 216) 473 73 28 Faks: (0 216) 517 97 56
E-posta: [email protected]
İzmir Şubesi
Anadolu Cad. No: 802 Kat: 2 Daire: 3 Çiğli-İzmir
Tel: (0 530) 322 53 92 Faks: (0 232 386 36 35)
E-posta: [email protected]
BAŞYAZI
Mücadele varsa
umut da vardır
Sevgili Üyelerimiz,
İçinde bulunduğumuz süreç, emeğin yüreğinde kabuk bağlamayacak yaralar açtı…
Güvencesiz ve taşeron çalışma düzeni iş cinayetlerini körükledi ve 2014 yılında 1886
emekçiyi hayattan kopardı…
İşçi kardeşlerimiz Soma, Yalvaç, Mecidiyeköy ve Ermenek başta olmak üzere ülkenin
dört bir köşesinde göz göre göre ölüme gönderildi.
Kölelik düzenine, taşeronlaşmaya ve örgütsüzlüğe bir son isteyen emekçiler alanlara
koştu; kiminin sesi gaza boğuldu, kimi işinden
oldu…
Yine bu dönemde,
Açlık ve yoksulluk tırmanışa geçti, işsizlik
son yılların zirvesine ulaştı.
Asgari ücret, çalışan yoksullar kitlesini yarattı.
Emekçinin alım gücü düştü, milli gelirdeki
payı azaldı; ama vergileri yine o sırtladı.
Yardıma muhtaç hane sayısı iki yılda 6,7 milyondan 8 milyona yükseldi.
Sendikal hak ve özgürlükler tırpanlandı, sendikasızlaştırmaya yönelik eylemler aldı başını
yürüdü…
Torbalar dolusu yasalar önümüze hak diye
sunuldu, kaybeden yine biz emekçiler oldu…
İş güvenliği denilen paketlerden güvencesiz
çalışma çıktı.
Düşünce ve ifade özgürlüğü yok sayılarak,
basın hedef gösterildi, şiddettin en ağırını
gördü.
Düşünürken düşündürenler baskı altına
alındı o da yetmedi; bu uğurda ölümler ya-
şandı… Dahası çocuklar öldürüldü kirli savaşlarda, kadınlar öldürüldü sokak ortalarında.
Ama mücadele ve dayanışma var oldukça
güzel şeyler de oluyor bu ülkede…
Alanlarda hak mücadelesi vererek, haklı seslerini duyuran emekçileri de var bu ülkenin.
Barajlara ve türlü engellemelere rağmen
toplu sözleşmelerine kavuşan işçiler, sendikasızlaştırmaya inat örgütlü bir yaşamı var eden
sendikalar da var bu ülkede.
Basın-İş Sendikası olarak biz de haklı mücadeleden bir an olsun kopmadık.
İzmir’de faaliyet gösteren Amcor Tobacco ve
Tire’de faaliyet gösteren Mayr-Melnhof Graphia
işyerlerimizi yaklaşık iki senelik mücadelenin
sonucunda örgütledik ve bu kazanımı, 2014 yılında imzaladığımız toplu sözleşmelerle taçlandırdık.
Üyelerimizin hakları ve örgütlü yaşam için
hukuk mücadelelerimiz devam ediyor.
Ve dört yıllık bir çalışma döneminin sonuna
yaklaşıyoruz…
2015 yılı toplu sözleşme ve kongreler dönemi olacak. Bu dönemin herkes için en iyi şekilde geçmesini umut ediyor,
Bu duygu ve düşüncelerle, tüm üyelerimize,
bizden dayanışmasını eksik etmeyen yol arkadaşlarımıza ve işçi sınıfına hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmadığı, kendilerini özgürce ifade
edebilecekleri, sağlık ve huzur dolu bir yıl diliyoruz…
Yakup Akkaya
Genel Başkan
1
GÜNDEM
2
T
ürkiye 2015 yılına yeni
ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarla girdi. Gerçekte yaşanan sorunlar hiçbir
zaman tek boyutlu bir zamanın uzanımı değildir. Sorunların tümü düne
bağlıdır, bugün yaşanır ve geleceğe
uzanır. Aralarındaki neden-sonuç
ilişkisi ve bu ilişkileri yaratacak çok
farklı etmenler belirleyici olur.
Türkiye Dünyanın en sorunlu bölgelerinden birinin tam da ortasında
bulunuyor. Birçok açıdan geçiş ülkesi; ekonomik açıdan geçiş ükesi,
enerji kaynakları yönünden geçiş
ülkesi, doğu-batı uygarlıkları açısından geçiş ülkesi, iklimler ve hatta
ekolojik varlıklar açısından geçiş ülkesi...
Şurası genel olarak günümüzde
tartışılmayan bir olgudur: Günümüz dünyasını tanımlayacak en
önemli kavramlardan biri değişimdir
ve yaşamın her alanında varlığını
gösteren değişim farklı kapsam-
larda ve farklı şiddetlerde de olsa
tüm ülkeleri ve toplumsal kesimleri
kavrıyor; kimi zaman yavaş, kimi
zaman da etkili dönüşümlere zorluyor. Bu durum Türkiye ve bölgemiz
açısında da çok somut bir olgudur.
Önemli siyasal, sosyal ve ekonomik sorunların yaşandığı Türkiye’de, yılların birikimi olan birçok
ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar
bulunuyor.
Sorunların çok boyutluluğu, olanakların bulunmasına rağmen çözümlenmemiş
olması
siyasal
tartışmaları ve davranışları daha da
kesinleştirmektedir. Sorunların kaynağına ve nedenlerine ilişkin kalıcı
çözümler üretilememesi ve özellikle
demokratikleşme süreçlerinden kaçınma, siyasal ve sosyal belirsizlikleri arttırırken süreci daha da
karmaşıklaştırmakta, çözüm aşamalarını ötelemekte, geciktirmekte
ve bu nedenle hemen her ekonomik, toplumsal ve siyasal sorun sı-
3
radan bir olgu olmanın ötesinde
tehdite dönüşmektedir.
Türkiye’nin genel ekonomik ve
toplumsal sorunlarının çözümünü
ve ülkenin geleceğini çoğunlukla jeostratejik potansiyeli ile değerlendirmeye çalışan; güvenlik kaygılarını,
toplumsal gelişme, demokrasi ve
özgürlük kavramlarına rakip olarak
görenler, yıllardır yönetim erkini ellerinde tutarak, Türkiye’yi yönetmeye çalışmaktadırlar. Onların
sorunların nedenlerini ortaya çıkarmayan ve çözüm üretmekten uzak
politikaları sonucu ülkenin içine girdiği görünüm kutuplaşmaların ve
zıtlıkların ülkesi görünümüdür. Her
biri “sonuç” olan bu durum, gerçekte sorunların genel “nedeni” olan
kapitalistleşme sürecine, üstelik
vahşi veya barbarlıkla tanımlanan
türden kapitalistleşme sürecine ve
demokratikleşme hedeflerinden koparak otokratikleşme sürecine bağlıdır.
Birkaç sayı
Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği hem özel hem kamusal
alanda çok çarpıcı biçimde
varlığını sürdürmektedir. Çalışan kadınlar Avrupa Birliği
ülkelerinin ortalamasının yalnızca yarısıdır ve okuldan
erken ayrılan kadınların
oranı yüksektir; bu nedenle
çoğu genç kadın iş ve toplumsal yaşama katılım yönünden sorunlar yaşamakta
veya çok önemli bölümü
kayıt dışı ekonomiye katılmaktadır. Bu durumda olanlar, istihdamdaki kadınların
yüzde 30’unu oluşturmaktadır.
Sorun yalnızca bununla
da sınırlı değildir.
Kadınlar politika ve kamu
yaşamı alanlarında hemen
hemen hiç varlık göstermemektedir.
2014 yılı içinde yapılan
yerel seçimler bunun somut
bir kanıtıdır. Bu seçimlerde
kadınların ancak çok küçük
bir bölümü sorumlu yerlere
seçilmiştir. Örneğin 81 ilin
valisi arasında ancak 1’i kadındır.
KIRLARDAN VAROŞLARA
YOKSULLUK
Neredeyse 80 milyona dayanan
nüfusuyla ülkemizin en önemli sorunlarından yaygın yoksulluktur.
Gelir dağılımı eşitsizlikleri ile tanımlanması gereken yoksulluk resmi
rakamlara göre nüfusun çok önemli
bölümünü ilgilendirmektedir.
Verilere göre Türkiye’de nüfusun
yüzde 16,1’i yoksulluk sınırının altındadır. Kentsel ve kırsal yerler
için hesaplanan yoksulluk sınırlarına göre, kentsel yerlerde bu oran
yüzde 13,9 iken, kırsal yerlerde
yüzde 15,7’dir. Bunun anlamı yaklaşık 12 milyon insan yoksulluk sınırın altında yaşamaktadır. Bu acı
gerçeğin diğer bir anlatımı Türkiye’de yaşayan neredeyse her 4
kişiden birinin yoksul olduğudur.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin
aralarında bulunduğu 34 ülkenin
üye olduğu İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Aralık
2014’te yayınladığı raporunda Türkiye'nin gelir dağılımında kaydettiği
ilerlemeye karşın, üyeleri içinde
servetin en adaletsiz biçimde paylaşıldığı ikinci ülke olduğunu açıkladı.
OECD tarafından açıklanan
"Gelir Eşitsizliği Ekonomik Büyümeye Zarar Verir mi?" adlı raporunda, Türkiye'nin son yıllarda kimi
olumlu gelişmeler göstermekle birlikte eşitsizlik konusunda Meksika'nın ardından en yüksek -yani en
kötü- ikinci orana sahip olduğu vurgulandı.
Bunun yanında yıl içinde yayınlanan birçok uluslararası raporda
ülkemiz açısından kimi siyasal iktidar temsilcilerinin böbürlenmelerine rağmen çok önemli ekonomik
sorunların yaşandığı vurgulandı.
Örneğin OECD üyesi ülkeler arasında; Meksika’dan sonra en yüksek yenidoğan ölüm oranına sahip
ülke Türkiye’dir; Estonya ile birlikte
sağlığa en düşük oranda harcama
4
yapan ülke de Türkiye’dir; ve yine
Türkiye, eğitim, iş, çevre, gelir, güvenlik, sağlık, barınma başta olmak
üzere yaşam kalitesi verileri açısından OECD üyesi ülkeleri içinde “en
zor yaşanılacak ülkeler” arasında
yer almaktadır.
Yine Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı'nın (UNDP) her yıl düzenli olarak yayımladığı İnsani Gelişme Raporu'na göre Türkiye,
İnsani Gelişme Endeksi’nde 187
ülke arasında 69’uncu sırada bulunuyor.
Türkiye nüfusunun 2030 yılında
86,8 milyona ulaşacağının öngörüldüğü “İnsani İlerlemeyi Sürdürmek: Kırılganlıkları Azaltmak ve
Dayanıklılık Oluşturmak” başlıklı
raporda, ülkedeki kadın milletvekili
oranının yüzde 14,2, internet kullanım oranının yüzde 45,1, okur-yazarlık oranının yüzde 94,1,
istihdam oranının yüzde 48,5 olduğu belirtildi.
Ülkemizde yetişkin kadınlar arasında en az orta öğrenim görmüş
olanların oranı yüzde 39 iken, bu
oran erkeklerde yüzde 60 olarak
göze çarpıyor. Her 100.000 canlı
doğumda 20 kadın hayatını kaybediyor ve ergenler arasındaki doğurganlık oranıysa 1000 canlı doğum
başına yüzde 30,9 olarak dikkati
çekiyor.
EŞİTSİZLİKLER
ÜLKESİ
Türkiye sosyal eşitsizlikler konusunda önemli sorunları bulunan bir
ülkedir.
Öncelikle saptanması gereken
nokta Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri bölgelerarası eşitsizliklerdir.
Kırla kent arasında gelir ve
yaşam standartı eşitsizlikleri bulunmakla birlikte özellikle Batı ile Doğu
bölgeleri arasında büyük ekonomik
ve sosyal farklılıklar bulunmaktadır.
Aynı biçimde kıyı bölgelerinden iç
bölgelere girildikçe sosyal yaşam
yalnızca otantik yaşam biçimi ile
açıklanamayacak ölçüde değişmekte; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çalışma koşulları, sosyal
hizmetlere ulaşım, istihdam, kamu
yönetiminin kalitesi gibi birçok konuda olumsuzluklar artmaktadır.
Dünya Bankası ve TÜİK’in yaptığı
araştırmalara göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yoksulluk oranı diğer bölgelere göre
çok daha yüksektir. Türkiye genelinde yüzde 16-20 aralığında bulunan yoksulluk ortaması bu
bölgelerde yüzde 60-70’e dayanmaktadır.
Türkiye’nin temel ve öncelikli sorununu oluşturan Kürt sorunu varlığını canlı biçimde sürdürmektedir.
Bu önemli sorunun kalıcı biçimde
sonlandırılması, Türkiye’nin yalnızca siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlarındaki açmazlarını
çözümlemeyecek aynı zamanda
Türkiye’yi bölgede ve dünyada çok
daha etkin, barışçı bir konuma ulaştıracaktır. Ancak barış sürecini dışlamaya
dönük
çabaların
sürdürülmesi durumunda insanlarımızı derinden etkileyen tüm sorunlar ne yazık ki bitirilemeyecektir.
Türkiye bir iç göç ülkesidir. Özellikle kırsal alanlardan büyük kentlere,
kırsal
alanda
yaşam
koşullarının ağırlaşmasına koşut
olarak göç yaşanmaktadır. Günümüzde kentli nüfus toplam nüfusun
dörtte üçünü oluşturmaktadır. Oysa
1980 genel nüfus sayımında bu
oran yalnızca yüzde 44 idi. Türkiye’de insanların neredeyse yaklaşık yarısı doğduğu köyde veya
kasabada artık yaşamamaktadır.
Sosyal eşitsizlikler konusu yalnızca bölgelerarası eşitsizlikler açısından değerlendirilemez. Bu
sosyal konu aynı zamanda engellilere, kadınlara, gençlere, yaşlılara,
emeklilere, göçmenlere ve başka
sosyal kategorilerde değerlendirile-
Nüfus...
Kayıt-dışı
Türkiye’nin nüfusu neredeyse eşit oranda erkek ve
kadın nüfusundan oluşmaktadır.
2012 yılında Türkiye’de
nüfusun
ortalama
yaşı
29,7’dir bu rakam AB ortalaması olan 41,5 yaşın dörtte
üçüne bile karşılık değildir.
Çalışma yaşındakilerin nüfusu (15-64 yaş arası) 10 yıllık dönem içinde 2001’de
yüzde 64’ten 2012’de ancak
yüzde 67,4’e yükselmiştir; bu
rakam AB ortalaması olan
yüzde 66,6’ın çok az üzerindedir.
Türkiye günümüzde oldukça heterojen bir toplumdur. Kırsal ve kentsel alanlar
arasında çarpıcı farklılıklar
mevcuttur. Kentsel nüfusun
oranı 2003’te yüzde 66’dan
2012’de yüzde 72’ye yükselmiştir.
Son yıllarda, Türkiye tarımsal toplumdan endüstriyel
ve sonrasında hizmet bazlı
topluma geçiş yaparak sürekli bir değişim içinde olmuş
ve bu da önemli sosyal ve
ekonomik sonuçlar doğurmuştur.
Türkiye, AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında çok genç bir
nüfusa sahiptir. Yaşlı nüfusun düşük orana sahip olduğu (yüzde 7,3) Türkiye’de,
nüfusun yaşlanması AB’de
olduğundan çok daha az
önemli bir sorundur; AB’de
2012 yılında 65 yaş ve üstü
nüfus, toplam nüfusun yüzde
17,8’ini oluşturmuştur. Çok
yaşlı insanların oranı (80 yaş
ve üstü) Türkiye’de çok daha
azdır. AB’de yüzde 4,9 olan
bu oran Türkiye’de yüzde
1,4’tür. Türkiye’nin 15 yaş altı
nüfus 2003’te yüzde 29,3’ten
2012’de yüzde 25,3’e düşmesine rağmen, AB’deki
yüzde 15,6’lık ortalamadan
yine de çok daha yüksektir
Türkiye’de çalışma yaşındakilerin yüzde 42’si kayıt dışı
işlerde çalışmaktadır (Dünya
Bankası verileri) ve bunların
büyük çoğunluğu tarım alanındadır. Ancak tarım dışı sektörlerde de yüksek oranda
çalışan bulunmaktadır (yüzde
28).
Kayıt dışı işlerin yüksek düzeylerde olması, milyonlarca
insanın sosyal güvenlikten
yoksun olması anlamına geldiği gibi, kamu hizmetlerinden
yoksun kalmalarına da neden
olmaktadır.
Kayıt dışı çalışmanın en
önemli sonuçlarından birisi de
sendikal örgütlenmeye ve sosyal dayanışmaya ilişkin yansımalarıdır.
Kayıt dışı işlerde çalışanlar
güvencelerden uzak sosyal ortamlarda çalışmaları nedeniyle sendikal örgütlenmeye
uzaktır. Kayıt içinde çalışanlar
ise, “kayıt-içinde çalışmanın
verdiği görece güvencelerden
yoksun kalacağı korkusuyla
sendikalaşmaya ve örgütlü
sosyal tutum almaya uzak durmaktadır.
5
Çocuk...
Türkiye’de her dört çocuktan biri yoksul, Afrika’da çocuklar açlıktan ölüyor ve
dünyanın başka bir köşesinde
çocuklar obezite hastalığı ile
boğuşuyor, yine başka bir
çocuk ait olmadığı bir memleketin kaldırım kenarlarında
yaşam mücadelesi veriyor;
ama bu çocuklar sağlıklı
yaşam hakkına sahip(!)
Eğitim hakkı çocuğun vazgeçilmez haklarının başında
gelir. Peki, bugünkü “eğitim”
sistemiyle küçük yaşta eğitilmelerine paralel olarak küçük
yaşta” işçileştirilen” çocukların
eğitim hakkı? Bugün Türkiye’de 1 milyon çocuk işçi bulunuyor ve bu çocuklar, yasak
olmasına rağmen en tehlikeli
işlerde çalıştırılıyor. En çok korunması gereken bireyler olarak; en korunmasız, en
acımasız alanlarda, en ucuz
işgücü olarak…
Bugün kız çocuklarını eğitimin dışında bir yere konumlandırıyoruz; oysa bilmiyoruz
ki kız çocuklarının okullaşma
oranındaki 10 puanlık bir artış
bebek ölümlerini 4.1 oranında
azaltıyor… Ancak biz kız çocuklarına hak ettikleri gibi adil
bir eğitim, insan onuruna yaraşır ve çocuklukla bağdaşır bir
yaşam sunmak yerine onları
“gelinleştiriyoruz”... Hal böyle
olunca yaşam ile eğitim arasındaki bu ince çizgide, eğitimden
uzaklaştırdığımız
çocukları yaşamdan da soyutluyoruz…
Bugün çocuklar zorla çalıştırıldıkları gibi zorla suç işlemeye teşvik ediliyor ve bu
suçlarla en doğal halleri olan
masumluktan soyutlanmaya
çalışılıyor aynı zamanda…
Ve bugün her daim gülmesi
gereken bu çocukların yaşam
hakları ihlal ediliyor…
(Basın-İş 20 Kasım Dünya
Çocuk Hakları Günü basın
açıklamasından...)
cek kesimlere dönük eşitsizlikler ile
birlikte değerlendirilmelidir.
İŞ VE İSTİHDAM
SORUNLARI
Ülkemizin önemli sorunlarının
başında işsizliğin ve genel olarak istihdam sorunlarının gelmediği ileri
sürülemez. Türkiye, işsizlik oranları
yönünden resmi rakamlara göre genellikle iki haneli oranlarda bir işsizlik oranına sahip olmuştur.
İşgücü konusunda TÜİK tarafından yayınlanan Ağustos 2014 verilerine göre Türkiye’de işsbizlik
gerçek bir tehdit olarak varlığını korumaktadır.
- Türkiye genelinde 15 ve
daha yukarı yaştakilerde
işsiz sayısı 2014 yılı Eylül
döneminde 3 milyon 64 bin
kişi oldu. İşsizlik oranı ise
yüzde10,5 düzeyinde gerçekleşti.
- İşsizlik oranı erkeklerde
yüzde 9,1 iken kadınlarda
yüzde 13,6 oldu. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik
oranı yüzde 12,7 olarak tahmin edildi. 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik
oranı yüzde 19,1 iken, 15-64
yaş grubunda bu oran
yüzde 10,7 olarak gerçekleşti.
- Eylül 2014 döneminde 15 ve
daha yukarı yaştaki istihdam edilenlerin sayısı, 26
milyon 169 bin kişi, istihdam
oranı ise yüzde 45,8 oldu.
Bu oran erkeklerde yüzde
65,2, kadınlarda ise yüzde
26,8 olarak gerçekleşti.
- İşgücü nüfusu 2014 yılı
Eylül döneminde 29 milyon
233 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise yüzde 51,1
olarak gerçekleşti. İşgücüne
katılma oranı erkeklerde
yüzde 71,7 kadınlarda ise
yüzde 31,1 oldu.
6
- TÜİK verilerine göre bu dönemde herhangi bir sosyal
güvenlik kuruluşuna bağlı
olmadan çalışanların oranı
yüzde 35,7. Bu oran tarım
sektöründe yüzde 83,9 iken,
tarım dışı sektörlerde yüzde
22,5 oldu.
Bu durum Türkiye’de kadınların
işgücüne katılma oranının ne kadar
düşük olduğunun somut bir göstergesidir. Yine burada unutulmaması
gereken başka bir olgu da Türkiye’de kadınlara dönük ayrımcılık ve
eşitsizliğin çok önemli toplumsal sorunlardan biri olduğu gerçeğidir.
İşgücünün niteliği ve işsizlik olgusu değerlendirilirken gözden kaçırılmaması gereken temel nokta
çalışma süreleri konusudur. Türkiye
haftalık çalışma sürelerinin çok
daha yüksek olduğu bir ülkedir. Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında haftalık çalışma sürelerindeki
fark 12 saati bulmaktadır. Buna
göre Türkiye’de 5 kişinin yapacağı
işi 4 kişi yapmaktadır. Bir yandan işgücüne katılım oranlarını yükseltirken, öte yandan işsizlik verileri ile
mücadele etmenin tek yolu, gelir
kaybına yol açmaksızın haftalık çalışma sürelerini azaltmaktan geçmektedir.
SENDİKALAR VE
TARİHSEL GÖREVLERİ
Günümüzde tüm dışlama çabalarına rağmen sendikaların demok–
ratik hak ve özgürlükler konusundaki toplumsal sorumlulukları giderek daha da artıyor.
Sosyal güvencelerin yerine güvencesizliklerin, sosyal korunmaların yerine ayrımcılıkların korunduğu
bir ortamda sorunların azalmasını
beklemek olanaksızdır.
Son günlerde işçilerin temel kazanımı olan kıdem tazminatına
dönük yeniden düzenleme çabaları
dikkat çekmektedir. Onlara göre
kıdem tazminatı hakkından yararla-
nanların sayısı azdır ve bu nedenle
herkesin yararlanabileceği düzeyler
yeniden belirlenmeli, sınırlandırılmalıdır. Yani anlatmak istedikleri
kıdem tazmınatı hakkını yok etmektir.
Diğer yandan önemli bir sorun da
işçi simsarlığı anlamına gelen Özel
İstihdam Büroları aracılığıyla “Kiralık İşçilik” ya da “Ajans İşçiliği” sistemini yaşama geçirmektir. Bunun
anlamı standart ve tam istihdamın
bozularak standart dışı çalışmaların
egemen kılınmasıdır; aşırı sömürü
ve güvencesizliğe dayalı esnek çalışma sistemlerini yaşama geçirmektir.
Yapılmak istenen bunlarla da sınırlı değildir. 2015 yılında yenilenecek olan kamu işçilerinin toplu
sözleşmelerinde kısıtlamaların getirilmek istenmesi, bölgesel asgari
ücret uygulamasına geçilmesi, sığınmacı ya da mültecilerin kuralsız
biçimde işgücü ortamına sokulmak
istenmesi sendikalar yönünden
önemli riskleri oluşturmaktadır.
Siyasal iktidarın gündeme getirmek isteği hedefler, sendikal hareket için güncel birer tehlikedir.
Sendikal hareketin tüm zayıflatılma girişimlerine karşı yanıtı, daha
etkili örgütlenmek, daha yoğun örgütlenmek olmalıdır. Bunun için
sendikaların içine kapanık örgütler
olmaktan çıkması, demokratik ve
sosyal sorumluluklarını kitle örgütü
olma niteliği ile güçlendirerek, işçilerin somut sorunlarının çözümlenmesi doğrultusunda işyerlerini
sarması gerekiyor.
Sendikalar, demokratik hak ve
özgürlüklerin ortadan kaldırılmak istenmesine, emekçi haklarının baskı
altında tutulmasına hiçbir nedenle
ve suskun kalamaz, kalmamalıdır.
Sendikalar yaşanacak tehlikelere
karşı gerekli uyarılarını yapmalı demokratik toplumsal tepkilerini çok
yönlü ve etkili olarak gündeme getirmelidir.
Yoksulluk+Yoksunluk
Son olarak Eylül ayı ortasında
Türkiye İstatistik Enstitüsü (TÜİK)’in
yayınladığı “Gelir ve Yaşam Koşulları” araştırmasının 2013 yılı sonuçlarına göre Türkiye’yi Avrupa’nın en
eşitsiz ülkesi durumundadır.
Bir önceki yıla göre küçük iyileşmelerin büyük gelişme olarak sunulmak istenmesine rağmen gerçek
durum tüm çıplaklığı ile ortada.
-Türkiye’de nüfusun yüzde 15’i
yoksulluk sınırının altında yaşam
sürdürmektedir.
-2013’te en zengin yüzde 20’lik
grubun toplam gelirden aldığı pay,
yüzde 46.6 iken, en düşük gelire
sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay sadece yüzde
6.1’dir.
- Türkiye’de en zengin yüzde
10’un gelirden aldığı pay yüzde
31.3; en yoksul yüzde 10’un gelirden aldığı pay yüzde 2.3’dir.
- Nüfusun yüzde 39.7’si konutunda “sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi
vb.” sorunlar yaşıyor.
-Türkiye’de yaşayanların yüzde
42.2’si oturduğu konutta “izolasyondan dolayı ısınma sorunu” ile
karşı karşıya...
-Nüfusun yüzde 65.4’ü taksit
ödemeleri ve borçları ile boğuşu-
7
yor.
-Türkiye’nin yüzde 78.5’i
“evden uzakta bir haftalık tatile”
çıkamıyor.
-Nüfusun yüzde 49’u “beklenmedik harcamalarını” karşılayamıyor.
-Bölgelerarası gelir dağılımındaki uçurum sürüyor. Buna göre
Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile
Orta Anadolu en yoksul, Marmara
Bölgesi ise en “zengin”...
-İstanbul’un en fakiri ile en zengini arasındaki fark da 6.5 kat.
Gelir dağılımı en bozuk bölge
yüzde 7.28 ile Kuzeydoğu Anadolu (Kars, Ardahan, Iğdır, Ağrı,
Erzurum, Erzincan Bayburt). Zengin-fakir arası en az olan bölge
Doğu Marmara (Bursa, Eskişehir,
Bilecik, Kocaeli, Sakarya, Düzce,
Yalova, Bolu).
Ekonomistlerin yaptığı değerlendirmelere göre bu durum, orta gelir
grubunun yok oluş sürecini sürdürdüğü, refahın zenginden yoksula
değil orta gelirliden zengine kaydığının bir kanıtı.
Vergi yükü
T.İ.S
Yolsuzluk
Türkiye’de vergi yükü, sıradan bir ekonomik olgu olarak değerlendirilemeyecek
sosyal bir sorun düzeyindedir.
Şu özet rakamları izleyiniz:
Vergi yükünün ağırlığın ücretliler çekmektedir. Asgari
ücretin
yaklaşık
yüzde
15’inden vergi alınmaktadır.
Türkiye, 34 OECD ülkesi
arasında, vergi yükünde sondan altıncı sırada yer almaktadır. En düşük vergi yüküne
sahip OECD ülkesi yüzde
18,1 ile Meksika.
Türkiye'nin vergi yükü ise
yüzde 26.
Dolaylı vergilerin payının
yüksekliği, gelir ve kazançlar
ile mülkiyet üzerindeki vergi
yükünden oluşan dolaysız
vergilerin
düşüklüğünden
kaynaklanıyor.
Türkiye’de dolaylı vergilerin yükü öylesine büyük ki,
benzin fiyatları açısından
Türkiye dünyanın en pahalı
benzinin satıldığı ülke konumunda. Oysa Türkiye kendine
yetecek
benzin
üretmemekle birlikte, dünya
petrolünün yarıdan fazlasını
üreten ülkelerle sınır komşusudur. Ortadoğu, Kafkas ve
Balkan ülkeleri dünyanın en
çok petrol üreten ülkeleri arasındadır.
Gerek tüm çalışanlar, gerekse kendi hesabına çalışanlar yönünden Türkiye’de
vergi inanılmaz ağır yükü ile
gündelik yaşımın ekonomik
yükünü arttırıyor.
Bütünlüklü bir hesap yapıldığında bu ülkede yaşayanlar, yılda en az 4 ay devlet
için çalışıyor.
Günümüzde çalışma yaşamının en önemli sorunlarından birini hatta önceliğini
sendikal ve toplu sözleşme
hakları oluşturuyor.
Burada unutulmaması gereken ana konu, yasal hakların darlığı ve genişliği sorunu
yanında sendikal ve toplu
sözleşme haklarının nasıl kullanıldığının değerlendirilmesi
ve sorgulanmasıdır.
Genel olarak sendikal haklara ulaşma ve toplu sözleşme haklarının yaşama
geçirilmesi konusunda Türkiye’nin geldiği nokta çok büyük
sorunların yaşandığı, önlem
alınmazsa, sorunun sosyal ve
sendikalar politikalar geliştirilmezse çok daha karmaşıklaşan boyutlara genişleyeceğidir.
Birincisi, yaklaşık 16.2 milyon ücretliden ancak yaklaşık
1 milyon işçinin toplu iş sözleşmesi hakkından yararlandığıdır. Bunun anlamı 14
milyon 500 bin işçinin sınırlı
ve yetersiz de olsa “kolektif
haklardan” yararlanamadığıdır. Sendikalar ve Toplu İş
Sözleşmesi Yasası uluslararası sözleşmelere aykırı yasaklayıcı hükümleri nedeniyle
bu süreci çok daha olumsuz
düzeylerde gerçekleştirme
özelliğine sahiptir.
İkincisi, imzalanan sınırlı
sayıdaki toplu sözleşmenin
hükümleri hem kapsadığı işçileri korumada yeterli içerikten
yoksundur, hem de bilinçi olarak uygulanmamaktadır.
Bu genel görüntü değiştirilmediği sürece toplu iş sözleşmesi haklarının daha da
genişlemesi olanaksız olacaktır.
Son yıllarda ülkemizde
gündeme gelen en önemli sorunların başında yolsuzluk sorunu geliyor. Siyasal iktidar
temszilcilerinin ve yandaşlarının neden olduğu yolsuzluk
olaylarındaki artış hem ülke
içinde hem de ülke dışında
gündeme getirilen en önemli
konuların başında yer alıyor.
Özellikle 2013 yılının Aralık
ayında gündeme gelen yolsuzluk olayları ve bu olaylara
ilişkin tartışmalar ülkemizde
nasıl bir çürümenin olduğunu
göstermesi yönünden anlamlıydı.
Türkiye tarihine 17 ve 25
Aralık soruşturmaları olarak
geçen bu süreç AKP iktidarı
tarafından baskı ile kontrol altına alınarak gizlenmek-saklanmak istendi. Rüşvet ve
yolsuzluk olayları nedeniyle
ortaya çıkan belgeler karartılmaya çalışılırken, yargı bağımsızlığı tümüyle ortadan
kaldırılmaya çalışıldı.
Yolsuzluk ve rüşvet olaylarında ortaya çıkan en önemli
sorunların başında da bu çüremenin olağanlaştırılması,
sistematikleştirilmesi ve içselleştirilmesidir.
Ancak günümüzde her ne
şekilde karartılmaya, gizlenmeye, yönlendirmeye, önemsizleştirmeye
çalışılırsa
çalışılsın ve yine ucu ve kapsamı kime dayanırsa dayansın
rüşvet ve yolsuzluk
olaylarının
kapatılacağını,
unutturulacağını sanmak bu
ülkenin insanlarına ve kurumlara yapılacak büyük haksızlık
olacaktır.
2015 yılının karanlıkların
dağılacağı bir yıl olmasını diliyor ve umuyoruz.
8
“Taşeron Cumhuriyeti”
T
ürkiye’de siyasal iktidar, sendikaların yıllarca
uyarılarına
rağmen kölece çalışma biçimi
olan taşeronda çalışmaya
önlem almadı, almak istemedi.
Son olarak 10 Eylül 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı yasa ile bazı değişiklikler
yapıldı. Ancak bu düzenlemeler
kamu kuruluşları ile sınırlı tutuldu.
Özellikle 2000’li yıllardan
sonra yaygınlaştırılan taşeronlaşma, son 10 yılda katlanan bir
sayıyla artış göstermiştir. Taşeronlaşma bir virüs gibi temel
kamu hizmeti olarak adlandırılan sağlık hizmetleri ve yardımcı
sağlık hizmetleri alanında, yerel
yönetim hizmetleri alanında, koruma ve genel güvenlik hizmetleri alanında ve kamu ya da özel
tüm üniversitelerde genişletildi
ve inanılmaz boyutlara ulaştırıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’nın
yaptığı
açıklamalara göre 2002 yılında
yaklaşık 390 bin olan taşeronda
çalışan sayısı bugün 2 milyonu
geçmiştir. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı’nın son kez
yaptığı bir açıklamaya göre
2014 yılında yalnızca kamu kuruluşlarında taşeronda çalışan
işçi sayısın 660 bindir.
Türkiye’de çalışanların en
önemli sorunlarının başında işsizlik sorunu ile güvencesizlik
anlamına gelen taşeronlaşma
geliyor. Özellikle kamuda her yıl
taşeron işverenler değişirken, işçilerin aynı kalması dikkat çekiyor. Bu durum nedeniyle
yüzbinlerce işçi asgari ücret düzeyinde tutarlarla çalışmak zorunda kalıyor. Çok uzun
sürelerle çalışmalarına karşın
çoğunlukla fazla çalışma ücreti
alamıyor, izin kullanamıyor ve
birçoğuna kıdem ve ihbar tazminatı da ödenmiyor. Sorunlar
bununla da sınırlı değil:
- Taşeron işçilerinin bireysel
iş sözleşmeleri genellikle
bir yıldan çok daha kısa sürelerle düzenlenmektedir.
- Taşeron işçileri açlık sınırında öldürmeyecek tutarlarda
bir
ücretle
çalışmaktadır. Ücret ödemeleri geciktirilmekte ya
da düzenli yapılmamaktadır. Kimi zaman ise hiç
ödenmemektedir.
- Taşeron işçileri birçok parasal sosyal hak ve ikramiye
gibi ekonomik katkılardan
yoksundur.
- Taşeron işçilerinin çalışma
süreleri çok uzundur, yoğundur, düzensizdir.
- Taşeron işçileri kıdem tazminatı haklarından yoksun
bırakılmaktadır.
- Taşeron işçileri izin haklarını kullanmakta zorlanmaktadır.
- Taşeron işçileri güvencesiz
koşullarda çalıştırılmaktadır.
- Taşeron işçileri, sendikal
örgütlenme haklarından
yoksun tutulmaktadır.
- Taşeron işçileri çalışma ortamında iş deneyimi yoksunluğu, çalışma ortamına
uyum ve iş stresi yoğunluğu gibi nedenlerle çok
daha fazla iş sağlığı ve güvenliği risk ve tehlikeleriyle
yüz yüzedir.
- Taşeron işçileri çok daha
fazla fiziksel, psikolojik ve
9
sözel şiddetle karşı karşıyadır.
Taşeron işçilerinin sendikal
örgütlenmelerinin engellenemeyeceğine ilişkin yasal haklar konusundaki en önemli olanak,
Türkiye’nin 1960 yılında kabul
ettiği “Bir Kamu Kurumca Yapılan Sözleşmelere Konulacak
Çalışma Şartları Konusunda 94
Sayılı ILO Sözleşmesi”dir. Bu
sözleşmenin önemli hükmü, taşeron işçilerine korumalar getirmesi ve alt işverenlerin işçi
çalıştırma koşullarını kamu yönetimlerinin titizle denetlemekle
sorumlu kılınmasıdır. Bu konu
sözleşmenin 2. Maddesinde
şöyle belirtilmektedir: “Bu sözleşmenin kapsamına giren iş
sözleşmeleri, ilgili işçiler için yapıldığı aynı bölgedeki işkolu
veya sanayide aynı nitelikteki iş
için (...) belirlenmiş ücretlerden
daha az elverişli olmayan ücretleri (Ödenekler dahil), iş sürelerini ve diğer çalışma şartlarını
garanti eden hükümleri kapsayacaktır.”
Bunun anlamı, taşeron işçi
çalıştıranlar, benzer koşullardaki
işçilerin çalışma koşullarını (örgütlenme hakkına ulaşmak da
dahil) garanti etmek zorundadır.
İşte tüm bu nedenlerle taşeronda çalışan işçilerin sendikal
örgütlenmeleri çok önemli zorluklar içermesine, esas işveren
ile alt işverenin yani taşeron şirketin önlem alma, yasal araçları
türlü hilelerle çıkarları yönünde
kullanma çabalarına rağmen
sendikal örgütlenme için işçilerin
birliği, kararlılığı ve direnci son
derece önemlidir.
Basın ve iletişim özgürlüğü
Türkiye’yi yıllardır tanımlayan
en önemli kavramlardan biri, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlılığıdır; basın, iletişim ve fade
özgürlüğünün sınırlandırıldığı,
baskı altında tutulduğudur; açık
baskı ve şiddet uygulamaların yanında gözaltıların, tutuklamaların,
yıllarca sürecek hapislerin yapıldığıdır. Kısaca Türkiye, basın ve
iletişim özgürlüğü yönünden
özürlü bir ülkedir.
Uluslararası Af Örgütü, Mart
2013’te yayımladığı “Türkiye:
İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı” adlı raporunda Türkiye’de
basın özgürlüğünün ciddi bir şekilde kısıtlandığı, gazetecilerin
sadece mesleklerini sürdürdükleri
için belirli yasalar uyarınca kovuşturmaya uğradıklarını ve hatta
hapis cezası aldıklarını belirtilirken bunun sürdürülemez olduğu
vurgulandı.
Uluslararası Af Örgütü, 3
Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü
Günü nedeniyle yaptığı basın
açıklamasında, basın özgürlüğü
sorunun çok önemli bir insan hakları ihlali olduğu vurgulanarak şu
saptamalar yapıldı:
“Ulusal medya kuruluşları
için çalışan birçok gazeteci,
hükümetin Gezi Parkı eylemlerine tepkisi ile ilgili eleştirel habercilik yapmaktan kaçınmaları
için editörlerinden ve hükümet
ile ilişkileri olan medya patronlarından baskı gördü. Muhalif
görüşlerini dile getirmek isteyen eylemcilere ana akım medyada yer verilmedi. Muhalif
yayın kuruluşları için çalışan
gazeteciler ise, hem hükümetin
eleştirilerinin hedefi oldular,
hem de alanda gözaltına alındılar, sözlü tacize ve fiziksel şiddete uğradılar.
Sosyal medya üzerinden
paylaşılan bir konuşma kaydına göre, 2013 Haziran ayında
Başbakan, Haber Türk adlı
haber kanalının Genel Yayın
Yönetmeni’ni arayarak bir muhalefet partisi liderinin konuşmasından canlı yayında verilen
alt yazıları ekrandan kaldırılmasını istedi. Bu Türkiye’deki
ana-akım medyanın hükümete
çoktan boyun eğdiğinin bir
göstergesi sayıldı.
İnternet medyası ve sosyal
medya, ana akım medyaya
mensup gazetecilere yönelik
cezai kovuşturma tehditlerinin
yaşandığı ve ana akım medyanın ciddi oto sansür uygulamalarıyla
sarmalandığı
bir
ortamda, fikirlerin ifade edilmesi ve bilgi edinilmesi için hayati bir önem taşıdı. Muhalif
görüşlere tahammülsüzlük ve
hükümet yetkililerinin yolsuzluklarını ispat ettiği iddia edilen
telefon konuşmalarının dökümleri için de Twitter önemli
bir ifade platformuna dönüştü.
Fakat bu mecraları da hedef
alan uygulamalar ve sınırlamalar hayata geçirildi.”
Avrupa Birliğinin Ekim 2014’te
açıkladığı 2014 Yılı İlerleme Raporu’nda ise ülkenin içinde bulunduğu durumun “Endişe verici”
olduğu saptaması yapıldı. Raporda şu çarpıcı belirlemeler yapılmaktadır:
“İnternet dahil olmak üzere,
ifade özgürlüğünü daha da kısıtlayan mevzuat kabul edilmiş
ve ifade özgürlüğü ile basın
özgürlüğünün etkili bir şekilde
kullanılması uygulamada kısıtlanmıştır. Anayasa Mahkemesi
tarafından daha sonra iptal
edilmiş olmakla birlikte, You-
10
tube ve Twitter’ın tamamen yasaklanması kararları ciddi endişelere
neden
olmuştur.
Siyasetçilerin caydırıcı açıklamaları, muhalif gazetecilere
karşı açılan davalar ve medya
sektörünün mülkiyet yapısı,
medya sahiplerinin ve gazetecilerin geniş çapta oto sansür
uygulamalarına ve ayrıca gazetecilerin işten çıkarılmasına yol
açmıştır.”
5 Şubat 2014’te Meclis tarafından onaylanan İnternet Yasası’nda yapılan değişiklikler,
uluslararası standartlarla uyuşmayan bir şekilde uygulanan yasaya,
internet
içeriğinin
engellenebilmesi için çok daha
fazla olanak sağladı.
Yetkililer ülkenin internet yasası ile ilgili değişik yaptıklarında,
aslında internetin içeriğini engelleyecek ve baskı yaratacak kontrolsüz bir gücü de serbest
bırakmış oldular.
2013’ün son haftalarında, hükümet ayrıca üst düzey devlet görevlilerine yönelik yolsuzluk
iddialarını kanıtladığı ileri sürülen
internet içeriklerini de engellemeye çalıştı.
Bu tartışmalardan birkaç ay
sonra ana akım medyaya ciddi bir
alternatif sayılan Twitter yetkililer
tarafından erişime kapatıldı ve iki
hafta kapalı kaldı. Anayasa Mahkemesi, yapılan bireysel başvurular sonucu Nisan ayında Twitter
yasağını kaldırdı.
Düşünce, basın, iletişim ve
ifade özgürlüğü hakkı temel insan
haklarındandır ve uluslararası
sözleşmelerle koruma altındadır.
Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün olmazsa olmaz bir koşuludur.
Grev
ertelemelerine
hayır!
“Son sözü
direnenler
söyler”
Metal işçilerinin 29 Ocak
2015 tarihinde, 10 ilde 22 fabrikada başlattıkları yasal grevleri, "milli güvenliği bozucu
nitelikte olduğu” gerekçesiyle
ertelendi.
Grev ertelemeleri ile "hakkın var; ama ben istediğim
zaman kullanırsın” denilmektedir.
İşçi sınıfının en büyük silahı olan grev hakkının elinden
alınması; yasakçı, baskıcı ve
otoriter bir zihniyetin ürünüdür.
Bugün sadece metal işçilerinin değil; iş, ekmek, barış isteyen tüm işçi sınıfının hakları
gasp edilmiştir. Unutulmamalıdır ki, sendikal mücadeleyi ve
sınıf bilincini ortadan kaldırmak isteyenlerin karşısında
birleşe birleşe kazanacaklarına inanan işçiler, emekçiler
olacaktır.
Ve yine unutulmamalıdır ki,
hiçbir grev ve hak mücadelesi,
iş cinayetleri ve sömürü koşulları kadar can yakmamakta ve
güvenliği tehdit etmemektedir.
Basın-İş Sendikası olarak
bu duygu ve düşüncelerle, Birleşik Metal İş Sendikası’nın ve
metal işçilerinin her türlü
meşru ve demokratik tepkilerinin yanında olacağımızı bildiririz (31 Ocak 2015).
BASIN-İŞ SENDİKASI
MERKEZ YÖNETİM
KURULU
11
Genel Başkanımız Yakup Akkaya, Genel Sekreterimiz Savaş Nigar, Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz Ahmet Özbakır, Genel Eğitim Sekreterimiz Cafer Bozdemir, İstanbul Şube Başkanımız ve Yöneticilerimiz, Darphane ve Amcor
işyerlerimizden işçi arkadaşlarımız 6 Ağustos 2014 Çarşamba günü insanca yaşanabilir bir ücret için yaklaşık 23 gündür grevde olan Kent Gıda İşçilerini ziyaret etti.
Burada bir konuşma yapan Yakup Akkaya, “Hiçbir sendika toplu sözleşme öncesinde ben bu iş yerinde greve çıkacağım diye masaya oturmaz” diyerek, sendikalar için grevin bir amaç değil, hak almak amacıyla başvurulan bir araç
olduğunu ve bu aracın yerinde ve zamanında kullanıldığında karşılığını alacağını söyledi. Akkaya, Kent Gıda İşçilerinin
bu hak mücadelesindeki kararlılığını yürekten kutladığını ifade ederek, grevin masa başında elde edilemeyen haklar
için son derece meşru ve önemli bir hak olduğuna dikkat çekti. Toplu sözleşmenin, herkesin kabul edebileceği bir şekilde çözümlenmesini temenni eden Akkaya, Basın-İş Sendikası’nın sınıf dayanışması bilinciyle, başından sonuna
kadar, bu haklı ve meşru mücadelede Tek Gıda-İş Sendikası’nın ve Kent Gıda İşçilerinin yanında olacağını dile getirdi.
12
UNI 4. Dünya Kongresi Cape Town’da gerçekleştirildi:
“Tüm dünyada daha güçlü ve
etkin sendikal hareket için”
Sendikamız Basın-İş’in üyesi olduğu uluslararası
sendikal örgüt UNI (Küresel Sendikal Birlik) ‘nin 4.
Dünya Kongresi, 7-10 Aralık 2014 tarihlerinde Güney
Afrika’nın Cape Town kentinde yapıldı.
108 ülkeden 420 sendikal örgütten yaklaşık 2 bin sendika temsilci ve delegesinin katıldığı UNI 4. Dünya Kongresi’ne sendikamızı temsilen Genel Başkan Yakup
Akkaya, Amcor Tobacco Packaging işyeri baştemsilcisi
Yusuf Yörükler ve Mayr-Melnhof Graphia işyeri baştemsilcisi Fatih Çıvgın katıldı.
Tüm dünyada ticaret, bankacılık, ambalaj, grafik ve
matbaa ve hizmetler sektörlerinde çalışan 20 milyondan
fazla işçiyi temsil eden sendikalar 4. Dünya Kongresinde sorunlarını gündeme getirdi ve çözüm yöntemlerini tartıştı. 4. Kongrenin dikkati çeken bir yanı da kongre
öncesinde 800’e yakın kadın sendika temsilci ve işçisinin katılımıyla UNI Dünya Kadın Konferansının toplanması ve çalışan kadınların sorunlarının tartışılması oldu.
UNI 4. Dünya Kongresinde dünya emekçilerine seslenen Genel Başkanımız Yakup Akkaya, Soma’da iş cinayetine kurban verdiğimiz 301 madenci ve madenlerde
yaşamını kaybeden tüm işçiler için bir dakikalık saygı
duruşu ile başladı…
Konuşmasında toplumsal barışa dikkat çeken Akkaya, barışın sadece savaşı sona erdiren bir sözcük olmadığını; temiz su kaynaklarından yoksun, açlıkla,
işsizlikle mücadele eden ya da mülteci olarak başka ülkelerde ekmek ve umut arayan milyonlarca insanın yaşadığı ve emekçiye esnek, kuralsız ve örgütsüz bir
çalışma yaşamının reva görüldüğü bir dünyada toplumsal barıştan söz edilemeyeceğini ifade etti.
Yoksulluk, sömürü, iş kazaları ve demokrasiye yönelik
saldırıların; ülke, inanç, meslek ve kültür farkı olmaksızın tüm emekçilerin ortak derdi olduğunu dile getiren
Genel Başkanımız, ”Yaşasın işçi sınıfı” diyerek sözlerini
noktaladı.
Diğer taraftan, örgütlenme konusundaki düşünce ve
deneyimlerini dile getiren Baştemsilcimiz Yusuf Yörükler,
örgütsüzlüğün işçiler açısından büyük sorun teşkil ettiğini ve işten atılma tehdidinin sendikasızlaştırma açısından önemli bir silah olarak kullanıldığını açıkladı. Bu
endişenin ancak güvenle aşılacağını belirten Yörükler,
Amcor ve Mayr-Melnhof Graphia işyerlerinin örgütlenme
süreçlerini örnek vererek, uluslararası birlik ve dayanışmanın yanı sıra Sendikamızın örgütlenme yaklaşımının
her iki işyerinde de yüzde yüz başarıyı getirdiğini ifade
etti.
UNI 4. Dünya Kongresi’nde, Finlandiya’nın en büyük
sendikası olan PAM’ın Genel Başkanı Ann Selin UNI
Başkanlığı’na seçilirken, Philip Jennings yeniden UNI
Genel Sekreterliği görevine getirildi
13
GÜNDEM
6 . So sya l İn s a n H a kl a r ı U l u sa l Se m p o z y u m u Esk i ş e h i r ’ d e y a p ıl d ı
Akkaya: “Temel haklar
baskı altında tutulmak isteniyor”
T
ürkiye’de akademik çalışmalar yönünden olduğu kadar sendikal hareket açısından da
önemli bir bilimsel etkinlik olan ve her yıl düzenlenen Sosyal İnsan Hakları Ulusal Sempozyumu’nun Altıncısı, 14 Kasım 2014 tarihinde Eskişehir’de Anadolu
Üniversitesi tarafından düzenlendi.
Her yıl bir üniversite tarafından gerçekleştirilen sempozyuma Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya ile
Genel Sekreter Savaş Nigar da katıldılar.
Anadolu Üniversitesi İİBF Dekanlık Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen sempozyumda “Türkiye’de Çalışma Yaşamının Sorunları ve Sendikal Hak İhlalleri”
konusunda bir sunum yapan Genel Başkan Yakup Akkaya öncelikle küreselleşmenin çalışma yaşamı üzerindeki etkilerine dikkat çekti. Akkaya; “Sorunlara ve
hak ihlallerine bütüncül bir açıdan bakmak gerekir.
Elbette her ülkenin kendine özgü kültürü, yaşam biçimi ve uygulamaları vardır; ancak çalışma yaşamının sorunları ve sendikal hak ihlallerine ilişkin
yaşanmış hikâyeler birbirine benzerdir. Bu bakımdan, ülkemize gelen çok uluslu şirketler ile üretimlerini Balkan ülkelerine ve Mısır’a taşıyan büyük
Türk şirketlerinin hedefleri tek bir noktada kesişir:
Ucuz işgücü sağlamak ve sendikalaşmayı önle-
mek… İşte bu nedenledir ki çalışma yaşamında sorunlar ve hak ihlalleri artarak devam ediyor” dedi.
Akkaya, Türkiye’de yaşam hakkına yönelik ihlallerin
hiç kuşkusuz ilk sırada yer aldığını belirterek, iş cinayetleri, çocuk işçiliği ve cinsiyet ayrımcılığı konularına
vurgu yaptı:
“Türkiye’de kanunen yasak olmasına rağmen, 1
Milyon çocuk işçi bulunuyor ve bunların en az 400
Bini mevsimlik tarım işçiliği yapıyor. Ülkenin geleceği olan bu çocukların barınma, sağlık ve eğitim
sorunları var. ILO’nun 182 Sayılı Sözleşmesi’ni imzalamışız, gayet güzel; ancak uygulanmıyorsa hiçbir
anlamı yok.”
Akkaya, sendikalaşma ve sendikalara ilişkin durum
değerlendirmesi yaparak, sendikalı işyerlerinde işçilerin
kendilerini daha güvende hissettiğini ve çalışma yaşamına ilişkin sorunların tam anlamıyla olmasa da çözülebildiğini belirtti. Ancak içinde bulunulan baskı
döneminin çalışma rejimi ve sendikal anlayışı da derinden etkilediğine dikkat çekti. Genel Başkan Yakup Akkaya demokratik hak ve özgürlüklerin savunulmasında
sendikalara önemli sorumluluklar düştüğünü belirtirek
şunları söyledi:
“Türkiye’de sendikal hak ve özgürlüklerin ihlal
14
“Sorunlara ve hak ihlallerine bütüncül bir açıdan bakmak gerekir. Elbette her ülkenin kendine
özgü kültürü, yaşam biçimi ve uygulamaları vardır; ancak çalışma yaşamının sorunları ve sendikal hak ihlallerine ilişkin yaşanmış hikâyeler birbirine benzerdir. Bu bakımdan, ülkemize gelen
çok uluslu şirketler ile üretimlerini Balkan ülkelerine ve Mısır’a taşıyan büyük Türk şirketlerinin
hedefleri tek bir noktada kesişir: Ucuz işgücü sağlamak ve sendikalaşmayı önlemek…
“Demokratik, güçlü, ortak hareket edebilen, sürece karşı emek adına mücadele perspektifini
geliştirebilecek kurumsal yapılar oluşturulmalıdır. Sendikalar artık siyasetin üstünde ya da uzağında değil, üyeleri ve işçi sınıfı adına tam ortasında yer almalıdır.”
edildiği, kısıtlandığı, yasaklandığı bir çalışma yaşamı ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Bu tablo, çalışanlar açısından bir cehennem, sermaye içinse bir cennet görünümündedir.
Endüstriyel ilişkiler sisteminde bir gözetmen, denetmen olarak yer alan devlet, artık en büyük işveren olarak, kuralsız ve taşeron çalışma biçimlerinin
önemli bir aktörü haline gelmiştir.
Çalışanların hak ve özgürlüklerini korumak üzere
ortaya çıkan sendikalar ne yazık ki bu sürece karşın
etkin bir mücadele mekanizması işletememektedir.
Bu durumun yapısal nedenleri olduğu kadar mevzuatla getirilen kısıtlama ve yasaklardan kaynaklanan
dışsal nedenleri de bulunmaktadır.
Ancak en önemli unsur sendikal yaklaşım sorunudur. Bu kapsamda sendikalar işyeri temelli sendikal hak ve özgürlük geliştirici mücadele
yönteminin uygulayıcıları olmak yerine sadece hizmet sunan yapılara dönüştürülmüştür. Aynı zamanda demokratik sendikal yapılar yerine
hiyerarşik, bürokratik örgütler ortaya çıkmış ve sendikal hareket parçalanmıştır.
Tüm dünyada sendikalar sermayenin uluslararasılaşması, merkezileşmesi ve yoğunlaşmasına karşı
etkin mücadele edebilmek için gerek uluslararası
alanda gerek ulusal düzeyde birleşmeye yönelirken,
Türkiye’de ne yazık ki sendikal hareket, gerek konfederasyonlar gerekse sendikalar düzeyinde parçalanmakta ve süreç karşısında çaresiz kalmaktadır.
Nitekim sendikalar, 6356, 6552, 6331 ve 4688 sayılı
kanunlar gibi çalışma yaşamı ve sendikal hak ve özgürlükleri doğrudan ilgilendiren kanunların yapım
süreçlerinde toplumsal aktör olmaktan çıkmış, temsil güçlerini yitirmişlerdir.
Sendikal hareket sadece dönüşen bu yapının sonuçlarıyla yaşamaya çalışan örgütler topluluğu haline gelmiştir. Bütün bu hak ve özgürlüklerin
gelişmesi için öncelikle sendikal anlayışın değişmesi gerekir.
Demokratik, güçlü, ortak hareket edebilen, sürece
karşı emek adına mücadele perspektifini geliştirebilecek kurumsal yapılar oluşturulmalıdır. Sendikalar
artık siyasetin üstünde ya da uzağında değil, üyeleri
ve işçi sınıfı adına tam ortasında yer almalıdır.
Siyaseten yeniden toplumsal aktör olabilmenin
ön koşulu güçlü ve kitlesel sendika anlayışının yeniden hayata geçirilmesidir.”
15
GÜNDEM
D
ile kolay 2014 yılında en az
1886 işçi (*) çoğu katliam
niteliğindeki iş kazalarında
yaşamlarını yitirdi. Şimdi geride yalnızca 2014 yılında yitirdiklerimizin
arkasında en az 10.000 insan var. Bu
rakamları on yıl geriye götürün;
çıkan rakam inanılmaz düzeylere
ulaşıyor: Onbirbin işçi ve geride
bıraktıkları yüzbin insan...
Peki niye?
Bunun birçok nedeni var. Bu nedenlerin başında yasal düzenlemelerin yetersizliği; iş sağlığı ve
güvenliği denetimlerin yapılmaması
ya da sıradan bir prosedüre indirgenmesi; iş sağlığı ve güvenliği sorununu yalnızca teknik bir olgu olarak
elealınması buna karşılık sosyal
boyutlarının dikkate alınmaması;
aşırı ve yoğun çalıştırma; güvencesiz
koşullarda gerçekleştirilen üretim;
standart tam süreli çalışmanın dışlanarak bunun yerine standart dışı
çalışmanın egemen kılınması veya
modern kölelik anlamına gelen
taşeronlaştırma...
Tüm bu nedenler daha alt unsurlarına bölünebilir. Ancak tüm ne-
16
denlerin ulaşacağı yol ya da sonuç,
kapitalizmin emek sömürüsüne, barbarlığına, insan haklarını hiçe sayan
vahşiliğine dayanacaktır.
BİR SİSTEM SORUNU
Dünya Sağlık Örgütü ile Uluslararası
Çalışma Örgütü’nün 1950 yılında düzenlediği ortak konferansta iş sağlığı
konusunda yaptığı tanım evrensel bir
tanım olarak değerlendirilmektedir:
“İş sağlığı şunu amaçlar: Her çeşit
işte çalışan işçilerin, fiziksel, ruhsal
ve sosyal yönden tam iyilik hallerinin
kollanması ve geliştirilmesi; çalışma
koşullarından ötürü işçilerin sağlıklarının yitirmelerinin önlenmesi; çalışmaları
sırasında,
işçilerin
sağlıklarını olumsuz yönde etkileyecek etmenlerden korunmaları; işçilerin fizyolojik ve psikolojik yapılarına
uygun işe yerleştirilmesi ve bunun
sürdürülmesi, özetle işi işçiye, işçinin işe uydurulması.”
İş sağlığı kavramının boyutlarını değerlendirirken sağlığın yalnızca hastalığın bulunmayışı değil, fiziksel, ruhsal
(*) Veriler İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Meclisi’nin 2014 yılı rakamlarıdır.
ölüm
biryıldaenaz
binsekizyüzseksenaltı
17
ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
İşçilerin sağlığının iş kazası geçirildiğinde ya da
meslek hastalığına yakalandığında bozulduğunu
düşünmek, sorunu dar boyutları ile değerlendirmek
olur.
İşçilerin özel yaşamlarından kaynaklanan sorunlar, yeterince beslenememeleri, iyi bir konutta
barınamamaları, insanca yaşamaya yetecek ücret
alamamaları, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılamamaları, işe gidip gelirken ulaşım sorunu yaşamaları, işyeri ortamında bireysel özgürlüklerini
değersizleştirmeye dönük olarak izlenmeleri; fiziksel nitelik yanında sözel, duygusal, ekonomik yıldırma ya da mobbing eylemleriyle karşılaşmaları
da onların sağlıklarını çok önemli biçimde etkilemektedir.
Tüm bu nedenlerde iş güvenliği konusunda alınan önlemler yalnızca teknik ölçüler içinde değerlendirilemeyecek bir konudur.
Yine eğer iş sağlığı ve güvenliği sorunu bir sistem sorunu olarak elealınmıyorsa; her çalışan tehlikeler ve riskler konusunda sürekli olarak
bilgilendirilmiyorsa; özellikle sendikal örgütler yapı,
işleyiş ve denetim süreçlerinden dışlanıyorsa veya
herhangi bir sendika, toplu iş sözleşmeleri başta
olmak üzere iş sağlığı güvenliği konusunda farklı
katılım yöntemlerini harekete geçirmiyor, denetleyici olmuyor ve edilgen tutumu kültürel bir yaklaşım
olarak koruyorsa, teknik koşullar ve yeterlilikler ne
ölçüde gelişmiş olursa olsun, iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerinin alındığını ve başarılı olacağını sanmak gerçekçi değildir.
RAKAMLAR GERÇEĞE IŞIK TUTUYOR
İş sağlığı ve güvenliği sorunu ülkemizde öylesine büyük boyutlardaki, bu konunun çarpıcılığı
özellikle çoklu ölümlerde tüm toplumun yüzünü yalayan bir ateş gibi yakıyor. Ancak sorun gerçekte
çok daha derin, çok daha yaygın ve çok daha şiddetli biçimde yaşanıyor.
2014 Yılının ikinci yarısından itibaren önce 13
Mayıs 2014 tarihinde Soma’da sonra Ermenek’te,
Mecidiyeköy’de Torunlar İnşaat’ta ve İsparta Yalvaç’ta çoklu işçi ölümleri, tüm ülkemizde derin etkiler bırakırken yetkili kamu yöneticilerinin ve
siyasal iktidar temsilcilerinin iş sağlığı ve güvenliği
konusunu ekonomik gelişme ve ilerlemenin önünü
tıkayan aşırı duyarlılık olarak değerlendiğini, umursamadıklarını ve yıllardır sendikaların uyarına karşı
Soma’da 13 Mayıs 2014 günü 301 madencinin ölüm haberinin verilmesini izleyen saatlerde Genel Başkan Yakup Akkaya ve Genel Sekreter Savaş Nigar, Soma işçilerinin yanındaydı. Yöneticilerimiz, madenci ölümlerinin nasıl gerçekleştiği konusunda bilgi alırken işçilerin ve ailelerinin acısına ortak oldu.
18
“kıllarını kıpırdatmadıklarını” bir kez daha gösterdi.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin 2014 yılı
için yaptığı değerlendirmeler bu yargıyı kanıtlayan
verileri yansıtması yönünden anlamlıdır:
- İş cinayetlerinde 2014 yılında büyük bir
artış yaşanmıştır... 2014 yılında yaşamını
yitiren 1886 emekçinin 1693’ü işçi, memur
statüsünde çalışan ücretlilerden; 161’i
çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden
ve 32’si esnaflardan olmak üzere, 193’ü
kendi nam ve hesabına çalışanlardan
oluşmaktadır.
- İş cinayetleri inşaat, maden, tarım ve taşımacılık işkollarında; mevsimlik çalışmanın, sendikasız, örgütsüz ve güvencesiz
çalışma koşullarının hakim olduğu işkollarında yoğunlaşmıştır.
- Yaşamlarını yitiren 1886 işçinin işkollarına göre dağılımı şöyledir: İnşaat, yapı ve
yol işkolunda 423; madencilik işkolunda
386; tarım, orman işkolunda 309; taşımacılık işkolunda 138; ticaret, büro, eğitim
işkolunda 93; belediye, genel işler işkolunda 87; metal işkolunda 81; savunma ve
güvenlik işkolunda 48; enerji işkolunda
43; gemi, tersane, deniz, liman işkolunda
37; tekstil, deri işkolunda 36; çimento,
toprak, cam işkolunda 31; ağaç, kağıt işkolunda 30; petro-kimya, lastik işkolunda
29; sağlık, sosyal hizmetler işkolunda 28;
konaklama, eğlence işkolunda 28; gıda,
şeker işkolunda 21; basın, gazetecilik işkolunda 8; banka, finans, sigorta işkolunda 3; iletişim işkolunda 2. İşkolu
belirlenemeyen işçi sayısı: 25.
- 1886 iş cinayetinin toplumsal cinsiyetlerine göre dağılımı şöyledir: Yaşamlarını
yitirenlerin 131’i kadın ve 1755’i ise erkek
işçidir.
- Son 10 yılda yılda yaklaşık bin 100 işçi yaşamını kaybederken, son 10 yılda iş kazaları sonucu toplam 11 bin işçi yaşamını
yitirdi. Bu rakam 2000-2012 yılları arasında 12 bin 686...
YALNIZCA ÖLÜMLÜ OLAYLARA
BAKILMAMALI
İş kazalarına ilişikin veriler incelendiğinde yalnızca ölümlü sonuçlara bakmak yanıltıcıdır. Çünkü
bu yaklaşım iş sağlığı ve güvenliği sorununu ölüme
Soma’da 301 madencinin ölümü tüm yurtta büyük tepkilere yol açtı. Genel Başkanımız Yakup Akkaya, Genel Sekreterimiz Savaş Nigar ve Sendikamız İzmir Şubesi, 22 Haziran 2014 tarihinde “İş Cinayetlerine, Talana ve Soyguna Hayır”
sloganlarıyla gerçekleştirilen Soma Mitingindeydi.
19
ya da ağır yaralanmaya indirgemek olur. Oysa
sorun küçük-büyük, genel-özel, dar-geniş denemeden bir sağlık ve güvenlik sorunu, üstelik mutlaka
bir sosyal sorun olarak değerlendirilmelidir.
TÜİK tarafından son olarak 2013 yılında yayınlanan “İş Kazaları ve İşe Bağlı Sağlık Problemleri
Araştırma Sonuçları, 2013” verilerine göre Türkiye
genelinde son 12 ay içinde istihdam edilenlerden
yüzde 2,3’ü bir iş kazası geçirdi. Sektörel olarak;
madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe iş kazası
geçirenlerin oranı yüzde 10,4, elektrik, gaz, buhar,
su ve kanalizasyon sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı yüzde 5,2 iken, inşaat sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı yüzde 4,3 olarak
gerçekleşti.
“Elde edilen temel bulgular, Türkiye genelinde son 12 ayda istih dam edilenlerin yüzde
2.3’ünün bir iş kazası geçirdiğini, sektörel olarak incelendiğinde, iş kazalarının en yoğun yaşandığı
sektörlerin
“madencilik
ve
taşocakçılığı”, “elektrik, gaz, buhar, su ve kanalizasyon” ile “inşaat” sektörleri olduğunu ortaya koymaktadır. Yine, çalışma sonuçların
göre lise altı eğitimlilerde iş kazası oranlarının,
lise ve yükseköğretime göre daha yüksek olduğu, işyeri büyüklüğü açısından, çalışan sayısının yüksek olduğu işletmelerde iş kazası
oranlarının daha yüksek olduğu dikkat çekmektedir.
İstihdam edilen ya da geçmişte çalışmış
olanlardan işe bağlı sağlık problemleri yaşayanların oranı yüzde 2.1 olarak tespit edilmiştir.
Sektörel olarak incelendiğinde, işe bağlı sağlık
sorunlarına maruz kalanların oranının en yüksek olduğu sektörlerin “madencilik ve taşocakçılığı”, “elektrik, gaz, buhar, su ve
kanalizasyon” ile “inşaat” sektörleri olduğu görülmektedir. Yaş grupları itibarıyla, işe bağlı
sağlık sorunlarının en yüksek olduğu yaş grubunun 35‐54 yaş grubu olduğu görülmüştür. İşe
bağlı sağlık problemlerinin ağırlıklı olarak “sırtı
veya beli etkileyen kemik, eklem ve kas sorunları” ile “stres, depresyon veya anksiyete sorunları”ndan kaynaklandığı belirlenmiştir.
İstihdam edilenlerden yüzde 7,1‘i çalıştığı
işle ilgili olarak “zaman baskısı ve aşırı iş yükü”
şeklinde ruhsal sağlığını etkileyen elverişsiz
faktöre maruz kaldığı belirlenirken, bu oranın
erkeklerde yüzde 7,9, kadınlarda ise yüzde 5,2
olduğu tespit edilmiştir. Fiziksel sağlığını etkileyen faktörlerden “kaza riski”ne maruz kalanların oranı ise yüzde 17,1 olduğu görülmüştür.
Bu oranın erkeklerde yüzde 21,4, kadınlarda ise
yüzde 7,3 olduğu tespit edilmiştir.”
ETKİN ÖNLEMLER ZORUNLU
İş sağlığı ve güvenliği sorunu çok yönlü, çok boyutlu psikolojik, sosyolojik bir sorundur. Bu konunun sürekli gündemde tutulması, güvenlik algısının
korunması, sağlık temelli bir iş ortamının yaratılması yalnızca devlet ve kurumları yönünden değil
öncelikle sendikalar açısından önemlidir.
Çalışma yaşamında iş sağlığı ve güvenliğinin birincil tarafının sendikalar olduğu gerçeğinin anlamı,
sorunun gözlemleyici, denetleyici, yapılandırıcı yanında sendikaların olduğu ve olması gerektiğinden
kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde sendikaların iş sağlığı ve güvenliği konusunda duyarlılıklarını arttırması, politikaların oluşumunda etken olması gibi önemli yükümlülükleri
bulunmaktadır.
Sendikaların öncelikli yükümlülüklerinden birisi
hiç kuşkusuz iş sağlığı ve güvenliği konusunda
toplu sözeşme hükümlerini daha da güçlendirmeleri, tüm kurumsallaşma önlem ve kurallarının yaşama geçirilmesi konusunda etkin davranmaları,
daha ileri kuralların yaşama geçirilmesini sağlamak
üzere yeni yapılanmaların öncüsü olmalarıdır.
Özellikle toplu iş sözleşmelerinde vurgulanacak
yaptırımcı, düzenleyici ve denetleyici önlemlerin
gerekliliği tartışılamaz bir gerçektir.
Günümüzde yasalara gönderme yapılarak oluşturulan toplu sözleşme düzenlemeleri işverenlerin
yükümlülüklerini somutlamadığı gibi toplu iş sözleşmelerinin evrensel niteliğini tanımlayan “toplu iş
sözleşmesi özerkliği” ile bağdaşmaz.
Önemli ve öncelikli bir sorun ise iş sağlığı ve güvenliği önlemleri konusunda yasal düzenlemelerin
hiçbir ertelemeye uğratılmaksızın yaşama geçirilmesi ve denetleyici kurumlaşmaların her düzeyde
etkin biçimde yaşama geçirilmesidir. Son dönemde
kamu edilen ILO Sözleşmelerinin dışında hala
kabul edilmeyen birçok iş sağlığı ve güvenliği içerikli sözleşmeler bulunmaktadır. Ayrıca iş denetim
sisteminin özerkliği zaman geçirilmeden sağlanmalı, sürekli, etkin ve bilimsel denetimler gerçekleştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki ölüm kolay, ,
yaşamak özellikle insanca yaşamak zordur.
20
“Cinayetlerin hesabı sorulmalı”
Y
alnızca ülkemiz tarihine değil dünya tarihine
de geçen 13 Mayıs 2014 Soma Madenci Katliamından 116 gün sonra 6 Eylül 2014 tarihinde İstanbul Mecidiyeköy’de Torun İnşaat’a ait bir
rezidans inşaatının 30. katından düşen bir asansörün
içindeki 10 işçi yaşamlarını yitirdi. Ekim ayının 28’inde
bu kez toplu cinayet Karaman'ın Ermenek ilçesindeki
bir maden ocağında işlendi; 18 işçi madenin su basması sonucu mahsur kaldı. Onlara günlerce ulaşılamadı. Ve Ermenek’te işlenen cinayetin üzerinden
birkaç gün sonra bu kez ölüm, Yalvaç’a elma toplamaya giden mevsimlik işçileri buldu.
Tüm bu toplu cinayetler, Türkiye’nin iş sağlığı ve
güvenliği yönünden nasıl bir ülke olduğunu bir kez
daha acı biçimde gösterdi.
Basın-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu basına
ve kamuoyuna yaptığı açıklamada, iş cinayetlerine
karşı etkili önlem almanın zorunlu olduğu belirtti.
Merkez Yönetim Kurulu’nun topu cinayatler üzerine
yaptığı basın açıklamasında şu görüşlere yer verildi:
“Biz Unuttukça “Doğallaştırdılar” Ölümü!
Ucuz insan hayatı üzerine kurulu düzen yine
ekonomiye can verirken, bizim canımızı yaktı.
İnsanca çalışmak, insanca yaşamak isterken
biz, sermayenin bitmek tükenmek bilmeyen kâr
hırsı kara tabloya yeni faciaları ekledi.
İnsanın insana yaptığı zulüm “doğallaştırıldıkça” , sermaye ne cana doydu ne de bu iş cinayetleri bir son buldu.
Bir kez daha yineliyoruz: “Kaza Değil, Kader
Değil, Fıtrat Değil, ‘Doğal Afet’ Hiç Değil” …
Çünkü bu ülkede bir günde en az 4 işçi çalışırken can veriyor…
Çünkü bu ülkede işçiler açlık ile ölüm arasında
bir tercih yapmak zorunda bırakılıyor…
Çünkü bu ülkede programlar, stratejiler, yasalar
“ucuz” insan hayatı üzerine kurgulanıyor…
Çünkü bu ülkede işçinin insanca yaşam için
verdiği onurlu mücadele yasaklarla ortadan kaldırılıyor…
Çünkü bu ülkede işçilerin kitlesel bir şekilde
hak aramasına izin verilmezken, kitleler halinde
işçi ölümlerine ses çıkarılmıyor…
Çünkü bu ülkede sendikalar sadece zam organı
olarak algılatılıyor…
Çünkü bu ülkede işçinin bir tas çorbası maliyet
unsuru olarak görülüyor…
Çünkü bu ülkede “kaçsalardı kurtulurlardı, kaçanın anası ağlamaz” diyen bir zihniyet maden işletiyor…
Çünkü bu ülkede kan paralarıyla aklanan patronlar, yeni ihalelerle ödüllendiriliyor…
Çünkü bu ülkede adları sadece ölümle, yoksullukla anılan mevsimlik tarım işçileri, insanlık dışı
ulaşım koşulları yüzünden yollarda can vermeye
devam ediyor…
Çünkü bu ülkede çalışma koşulları açısından
Ortaçağ karanlığı hüküm sürüyor…
Çünkü bu ülkede işçiler güzel yaşamak isterken
“güzel” öldürülüyor…
Çünkü bu ülkede taşeron var…
Çünkü bu ülkede özelleştirme var…
Çünkü bu ülkede sömürü var…
Ve bu nedenledir ki biz unuttuk artık bağışlamayı
Bunun hesabı ne yolda kalacak ne de yer altında…”
21
“Taşeron Ölüm Demektir”
25 Mayıs 2014 tarihinde İstanbul Kadıköy’de TÜRK-İŞ,
DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB tarafından düzenlenen
mitingte Soma’da yaşamını yitiren emek şehitlerinin isimleri
anılarak hep bir ağızdan “Taşerona Hayır” denildi.
“Taşeron Ölüm Demektir, Yasaklansın” yürüyüş ve mitinginde Soma katliamına tepki gösterilirken yapılan konuşmalarda taşeronlaştırmanın yaratacağı olumsuz sonuçlara
dikkat çekildi. Mitingde konuşan Somalı madenciler yaşadıkları olumsuzlukları anlattılar ve madenlerde yaşanan çalışma koşullarını protesto ettiler.
Basın-İş Sendikası’nın üye ve yöneticileri de, “Soma
kaza değil, kader değil cinayet! Taşeron ölüm demektir; yasaklansın” sloganıyla iş cinayetleri ve taşeron köleliğine
karşı Kadıköy Meydanı’ndaydı.
22
Amcor Tobacco İzmir
Darphane
Darphane
Etapak
Etapak
Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız
Soma’da 301 madencinin ölümü nedeniyle 15 Mayıs
2014 tarihinden itibaren 3 günlük “Ulusal Yas” ilan edilirken
öfkenin ve tepkinin sokaklara taştığı ülkemizde başta Soma
olmak üzere İstanbul, Ankara ve İzmir ve birçok kentte kitlesel protesto gösterileri gerçekleştirildi. Bu onurlu kitlesel
tepkilere güvenlik güçleri yine aynı tepki ile yanıt verdi:
Gazlı-Tomalı-coplu şiddet...
Sendikamız bir avuç kömür için bir ömür veren madencilere saygı amacıyla örgütlü işyerlerinde üretim durdurdu.
Üyelerimiz, iş cinayetine kurban verdiğimiz madencilerimiz anısına saygı duruşunda bulunurken, yaşadıkları
acıyı hep bir ağızdan dile getirdiler ve Soma katliamını
unutmayacaklarını ve unutturmayacaklarını bir kez daha
kanıtladılar.
23
Basın-İş Merkez Yönetim Kurulu 8 Mart Dünya
Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle yayınladığı basın
açıklamasında çalışan kadınların sorunlarını gündeme taşıdı. Açıklamada; emek sömürüsü ve şidde-
tin sonlandırılması istenerek toplumsal cinsiyet ayrımcılığın olmadığı bir dünyanın mümkün olduğu vurgusu yapıldı.
Sendikamız yöneticileri 8 Mart nedeniyle işyerle-
Meteksan
Amcor Flexibles İstanbul
Darphane ve damga Matbaası
TÜİK Matbaası
Propak Ambalaj
24
rinde kadın üyelerimizle buluşarak onların toplumsal
mücadelesine destek verdiklerini açıkladılar. Basınİş Genel Sekreteri Savaş Nigar, Ankara’da örgütlü olduğumuz işyerlerini ziyaret ederken, TÜİK
Matbaası’nda Ankara Şube Sekreteri Yasin Çağlar ve
Düzce’de bulunan Propak Ambalaj işyerinde de
Genel Mali Sekreterimiz Hasan Sönmez kadın üyelerimizi ziyaret ettiler.
İzmir’de Mayr-Melnhof Graphia işyeri baştemsilcimiz Fatih Çıvgın; Amcor Tobacco işyerinde, baştemsilcimiz Yusuf Yörükler; Etapak Ambalaj işyeri
baştemsilcimiz Turgay Güler ve işyeri temsilcilerimiz
Behçet Özkan ve İlhan Karabağ, işyerindeki kadın
üyelerimize 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle sendikamız armağanı çiçekleri sundu ve eşitsizliğe, ayrımcığa, dışlanmışlığa karşı tüm
emekçilerin kadın-erkek birlikte mücadele etmeleri
gerektiğini vurguladılar.
Amcor Flexibles İstanbul işyerinde çalışan kadın
üyelerimizin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü,
Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz Ahmet Özbakır
tarafından kutlanırken, Darphane ve Damga Matbaası işyerinde kadın üyelerimize hediyeleri işyeri
temsilcilerimiz tarafından takdim edildi.
Etapak
Mayr-Melnhof Graphia
Mayr-Melnhof Graphia
Amcor Tobacco
25
Dünya işçilerinin birlik, mücadele ve dayanışma günü
1 Mayıs, tüm dünyada coşkulu gösterilerle kutlandı. Milyonlarca işçi alanlara, caddelere, sokaklara çıkarak işçi
sınıfının birliğini, dayanışmasını dile getirdiler; demokrasi
ve özgürlük sloganlarını vurguladılar. Demokratik hak ve
özgürlüklerin baskı altında tutulduğu birkaç ülkede ise 1
Mayıs üzerindeki yasaklar yine kalkmadı; gerçekleştirilmek istenen eylemler baskı ile engellenmek istendi.
Sendikamız Basın-İş emeğin dayanışma günü 1
Mayıs’ta düzenlenen kitlesel gösterilere katılarak demok-
Ankara
Ankara
Ankara
İzmir
İzmir
İzmir
26
ratik ve sendikal istemlerini sokağa, alanlara kararlılıkla
taşıdı.
Merkez Yönetim Kurulu’nun 1 Mayıs nedeniyle yaptığı
açıklamada şu görüşlere yer verildi:
“Bugün 1 Mayıs…
Emeğin, mücadelenin ve dayanışmanın günü…
Bundan tam 124 yıl önce, 1890’da, günde 8 saatlik çalışma süresi ve insan onuruna yakışır bir çalışma hayatı
için ilk direniş ateşinin yakıldığı gün bugün. Bizler de bu
bilinçle mücadeleye devam ediyor ve her türlü baskı ve
engellemeye rağmen haykırıyoruz haklı davamızı.
Ne yazık ki bu 1 Mayıs’ı da birçok sorunun gölgesinde
karşılıyoruz. Bir yandan işsizlik, diğer yandan taşeronlaşma ve iş cinayetleri, sendika ve toplu sözleşme hakla-
rına yönelik kısıtlamalar ve yasaklar… Tüm bu sorunlar
emekçilerin canını yakmaya devam ediyor. Bugün gelinen
noktada, işsizlik, işçileri yıldırmaya yönelik önemli bir
baskı aracı haline gelmiş, iş kazaları iş cinayetlerine dönüşmüş ve ölümlerin önlemlere tercih edildiği güvencesiz
çalışma koşulları egemen hale gelmiş, yeni kölelik olarak
tanımlanan taşeronlaşma ülkeyi işçiler için adeta cehenneme döndürmüştür. Çocuklar da bu olumsuz koşullardan paylarına düşeni almış, 2013 yılı itibariyle 55 çocuğun
iş cinayetleri sonucu yaşam hakkı elinden alınmıştır.
Bizler biliyoruz ki, hak kazanımları ancak mücadele sürdüğü müddetçe elde edilecektir. Basın-İş Sendikası olarak
bu duygu ve düşüncelerle tüm işçi ve emekçilerin 1 Mayıs
emek, dayanışma ve mücadele gününü kutluyoruz.”
Düzce
Düzce
İstanbul
İstanbul
İstanbul
İstanbul
27
KADIN
Ezgi Aslan
(Sendika uzmanı)
T
oplumun kanayan yarası ayrımcılık…
Maalesef kadınlar bu toplumsal yapıda
en dezavantajlı grubu oluşturuyor. Öyle
ki ayrımcı tutum ve uygulamalar, çalışma hayatında da kadının peşini bırakmıyor. Engelleri
aşıp çalışma hayatına dahil olabilen kadınlar
ise hem emekçi hem de kadın olarak iki kat derinden hissediyor ayrımcılığı… İşe alma, ücretlendirme, terfi, işin yürütülmesi ve işten
çıkarma… Türkiye’de cinsiyete dayalı ayrımcılığın çalışma hayatının her evresinde açığa çıktığı görülüyor.
TÜİK Hanehalkı istatistikleri incelendiğinde,
“ev işleriyle meşgul” olunması, kadınları işgücünün dışında tutan en önemli etken olarak
göze çarpar. “Ev işleriyle meşgul” yanıtı birçok
toplumsal gerçeği içinde barındırır. Diğer taraftan, emeklilik, eğitim-öğretim gibi nedenlerin
erkeklerde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu
durum da, emeklilik ve eğitim-öğretim olanaklarından kadınların daha az yararlandığı şeklinde yorumlanabilir.
İşgücü piyasasında kadınların dezavantajlı
konumu, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin bir yansıması olarak düşünülebilir. Kadınlar, işgücü piyasasına dahil olma sürecinde,
erkek egemen toplum yapısı tarafından kendilerine “fıtrat” görülen rolleri de beraberinde getirir ve bu roller nedeniyle ya “güvenilmez” ya
da “uysal, sabırlı” emek şeklinde, duruma göre
değişen tutarsız tanımlamalara maruz kalırlar.
Bu durum, kadın emeği açısından, işlerin toplumsal cinsiyet temelinde ayrıştığı bir işgücü
piyasası yaratmaktadır. Yani kadınlar istedikleri
işlerde değil; başkaları tarafından belirlenen
“uygun” işlerde istihdam edilir. Kadın için öngörülen geleneksel istihdam yapısı, güvencesiz, korunmasız, düşük ücretli atipik istihdamı
içinde barındırır.
Kadınların işgücü piyasasına erkeklerle eşit
koşullarda erişememesi, çalışan yoksullar
içinde de kadının payını önemli ölçüde arttırmaktadır.
Ağır sömürü koşulları ve aşırı hak ihlallerine
rağmen kadın emekçilerin örgütlü bir şekilde
hak aramamaları; ekonomik gelişmişlik düzeyi,
sosyal ve kültürel özellikler ve sendikal örgütlenmenin önündeki yasal kısıtlamalar bir yana;
erkeklerin egemen, kadınların bağımlı olduğu
geleneksel istihdam yapısının sendikalara da
yansımasından kaynaklanır. Geleneksel sendikal anlayışın en temel problemi, kadın sorununun görünmez kılınmasıdır. Bu çerçevede
cinsel taciz, ayrımcılık, eşit değerde işe eşit
ücret, baskı ve şiddet gibi kadın işçilerin kendine özgü sorunları görmezden gelinmektedir.
Ve yine bu yapıdan dolayı kadınların sendika
yönetimlerinde eşit temsil sorunu vardır ve bu
durum kadın işçilerin üyesi oldukları sendikalara yabancılaşmalarına yol açmaktadır.
Gelişmiş ülkeler, kadın örgütlenmesinin
önündeki engelleri kaldırmak adına; üyeliğin
arttırılmasına yönelik kampanyalar, kadın sorunlarının dile getirilip çözüme kavuşturulması
için yapılandırılan bürolar, çalışma yaşamına
bağlı sorunlar kapsamında geliştirilen çözüm
önerileri, toplu iş sözleşmelerinde kadına yer
verilmesi, karar organlarında yeteri kadar temsil için kota uygulaması gibi birtakım girişimlerde bulunmaktadır. Ancak Türkiye’de,
birtakım istisnalar dışında kadın emeğinin örgütlenmesine yönelik çalışmalar eksik bırakılmakta, sendikaların kadınlar için öngördüğü
etkinlik programları 8 Mart “kutlama”larının
önüne geçmemektedir.
İstihdamda görülen statü ayrımına gelelim.
Kadınların işbölümünde düşük statülü işlerde,
vasıfsız işgücü olarak yoğunlaştığından bahsettik. Ancak burada eğitim ile ilişkilendirilen
vasfın, ne derece objektif bir değerlendirme olduğu tartışma konusudur. Aynı eğitim düzeyine sahip bireyler, işgücü piyasasında vasıfsız
28
kadın ve vasıflı erkek şeklinde bir ayrıma tabi tutulduklarında, vasıf-eğitim ilişkisinin de tutarlılığı ortadan
kalkmaktadır. ILO’nun 2014/2015 Küresel Ücret Raporu bu durumu destekler niteliktedir. 38 ülkede yapılan
araştırma, Avrupa, Rusya ve Brezilya’da çalışan kadınların erkeklerden
daha fazla para kazanmaları gerektiğine işaret ediyor. 26 Avrupa ülkesinde, erkek meslektaşlarına göre
daha eğitimli, tecrübeli kadınların bu
donanımlarıyla yüzde 0.9 daha fazla
ücret almaları gerekirken, gerçekte
olan bunun tersi yönünde, yüzde
18.9 oranında daha az kazandıkları…
Brezilya ve Rusya’da da neredeyse
oran yüzde 30’larda… (http://www.
cumhuriyet. com.tr /haber/ekonomi156647/Emekcinin_geliri_dustu.
html)
Profesyonel mesleklere yönelik bir
araştırmada, ayrımcılığın daha çok
idari görevlerde terfi aşamasında ortaya çıktığı dile getirilmiştir. Enformel
ağların terfilerde ön plana çıkarak,
ahbap çavuş ilişkisinin kişisel özellikleri ve başarıları önemsizleştirdiği
ifade edilmiştir. Profesyonel mesleklerde ayrımcılığın boyutları, kadın işi
erkek işi ayrımının eğitim aşamasında başladığı ve alanların cinsiyete
göre ayrıştığı mühendislik örneğinde
açıkça görülebilir. Peyzaj mimarlığı,
iç mimarlık gibi alanlar kadın “becerilerine” bırakılırken; inşaat mühendisliği, jeoloji mühendisliği, elektrik
mühendisliği gibi alanlar en başından erkeklere ayrılmış; sınıflarda kadınlar hep azınlıkta kalmıştır. Okulu
mühendis olarak bitiren birçok kadın
da iş hayatına mühendis olarak
devam edememiş; çok farklı alanlarda istihdama katılmışlardır. Burada
ayrımcılığın
en
belirgin
yaşandığı aşama işe alım aşamasıdır.
Diğer yandan kamuda idari pozisyonlarda görev alan kadınlar, özellikle kendileri ile aynı kademedeki
29
erkek meslektaşları tarafından mobbinge maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Buna neden olarak erkeklerin
iktidar erkini kadınlarla paylaşmak istememeleri gösterilmiştir. Sonuç olarak, çalışma ilişkilerinde iş arkadaşı
ya da ast üst ilişkisinden çok “kadın”
algısının ön planda olduğu söylenebilir.
Özel sektörde üst düzey yönetim
kademelerinde yer almayı başarmış
kadınlarda ise bazı ortak özellikler
görülmektedir. Bu özelliklerin başında ön plana çıkmamak gelir. Kadınlar çok önemli görevlerde
bulunsalar dahi kimliklerini hep geri
planda tutmaktadır. Toplumda görünürlük istemeyen kadınların bu tutumunun ardında aynı önyargılar
vardır. Kadınlar üst düzeylerde yer
alabilmek için daha çok çalışmaları
gerektiğinin farkındadırlar. Üst düzey
kadın yöneticilerin bir diğer özelliği,
sosyoekonomik açıdan üst sınıfa
mensup olmalarıdır. Burada sosyoekonomik durum cinsiyetin önüne
geçerek kadınları üst düzey yönetici
kadrolarına taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, eğitim ve vasıf
düzeyi de çalışma yaşamında adaleti
sağlamak için tek başına yeterli olmuyor, mesele zihniyet meselesi…
Oysa kadınlar, eğitim, teknoloji ve bilişsel süreçlerin “kol” gücünün
önüne geçtiği bir dünyada bu ayrımın
kesinlikle zihniyet meselesinden kaynaklandığının ve böyle bir ayrımın
hiçbir şekilde inandırıcılığının kalmadığının bilincindeler, yeter ki onları
ikincil konuma yerleştiren zihniyet de
bunun farkına varsın …
Kısa Kaynakça:
http://www.petrol-is.org.tr/kadindergisi/pdf/betulurhan.pdf
Berktay, A. (Der) 75 Yılda Kadınlar
ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
KADINLARA
YÖNELİK ŞİDDET
SAVAŞ
+
KANSER
+
TRAFİK KAZASI
+
SITMA
ŞİDDET
EYLEMLERİ
15-44 yaş arası kadınlarda
şiddetten kaynaklanan ölümler, kanser, sıtma, trafik
kazası ve savaşların yol açtığı ölümlerin toplamından daha fazladır. Yani kadınlar en çok şiddet
nedeniyle hayatını kaybetmektedir)
Kadınların yüzde 70’i
yaşamları boyunca
şiddete maruz
kalmaktadır.
Şiddetin en yaygın şekli olan fiziksel şiddet;
eşler (nişanlı, sevgili vs.) tarafından, dayak, cinsel saldırı veya hakaret
şeklinde gerçekleştiriliyor.
30
5’te 1
Dünya genelinde kadınların 5’te 1’i
tecavüz veya tecavüz
girişiminin kurbanı oluyor.
4’te 1
Kadınların 4’te 1’i hamilelikleri
süresince fiziksel veya cinsel şiddete
uğruyor ve bu kadınların düşük, ölü
doğum, kürtaj olasılıkları artıyor.
KADIN TECAVÜZE UĞRADI
1994 Ruanda Soykırımında, Hırvatistan
ve Bosna Hersek’teki savaşlarda 60.000;
1991-2001 yılları arasında Sierra
Leone’de 64.000 kadın, savaştan dolayı
cinsel şiddete maruz bırakıldı.
Terörü savaş stratejisi olarak düşünenler
için kadın bedeni savaşın bir parçası haline gelmiş; kadınlar tecavüze uğramış,
kaçırılmış, aşağılanmış ve hamileliğe,
cinsel köleliğe zorlanmıştır.
31
25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI DAYANIŞMA GÜNÜ:
“HAREKETE GEÇ, İSYAN ET!”
D
ominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı
direnen 3 yiğit kadının; Mirabel Kardeşlerin 25 Kasım
1960’da diktatörlük askerleri tarafından vahşice katledilişinin anısına, Birleşmiş Milletler, bugünü 1985’te Kadına
Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü ilan etti.
Ancak kadına yönelik şiddet son bulmadı... 57 yıl sonra
kadınlar yine aynı yaşam mücadelesindeler; yine insanca
yaşamak isterken bu uğurda can vermekteler… Eğer bu bozuk
düzen bir son bulsaydı; bu yıl da 260 kadını kadın cinayetlerine, 112 kadın işçiyi iş cinayetlerine kurban vermezdik. Eğer
yürekten inanılarak dur denilseydi şiddete, kadınlar yaşamlarını en çok şiddet nedeniyle yitirmezlerdi.
Eğer son bulsaydı her türlü ayrımcı tutum; narin, kırılgan,
güçsüz ya da duygusal gibi söylemler kadının “fıtratı”
sayılarak, şiddetin ve ayrımcılığın üzeri örtülmeye çalışılmazdı…
Kendilerine reva görülen bu yaşam koşullarında zaten zorla
gülebilen kadınların, gülmelerinin dahi “iffetsizlik” olarak nitelendirildiği,
İşlerinin gereğini yerine getirirken tarafsızlıktan ödün vermeyen basın emekçisi kadınların “edepsizlikle” suçlandığı,
Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik her türlü şiddetin
“doğal” karşılanarak kadının önemsizleştirildiği,
Kadın bedeni üzerinden yürütülen ülke politikaları nedeniyle, evlenme yaşı, doğum, kürtaj, çocuk sayısı gibi kadına
dair olan her şeyde söz söyleme hakkının hep başkalarında
olduğu,
Kadından sorumlu bakanlığın aile çatısı altında birleştirilerek kadının aileye hapsedildiği,
Aktif çalışma yaşamının dışına itilen kadınların, görünmez
emek olarak en güvencesiz, en acımasız koşullarda çalışırken
can verdiği,
Örgütlülük düzeyi oldukça düşük seyreden kadınların
sendikal anlamda da cinsiyet ayrımcılığının hedefi haline
geldiği,
Kadın problemlerinin erkekler tarafından erkek zihniyetiyle
çözülmeye çalışıldığı,
Kadına yönelik suçların haksız tahrik indiriminden yararlandırıldığı,
Bu düzen böyle devam ettikçe ne yazık ki bunlar ne ilkti ne
de bir son olacak…
Basın-İş Sendikası olarak, insan onuruna yaraşır bir şekilde
yaşamak varken insanlık dışı katliamlar sonucu yaşamını yitiren tüm kadınların anıları önünde saygıyla eğiliyoruz…
Basın-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu
32
HUKUK
Ancak, yine bu kanunlara göre 3008 Sayılı Çıraklık Kanunu ve Stajyerlikte geçen sürelerde
yaşlılık, maluliyet ve ölüm sigortası primleri
ödenmediği için emeklilik için sigortalılık başlangıç süresi olarak ele alınamayacaktır.
Bu konu ile ilgili uyuşmazlıklar sigortalılar tarafından yargıya taşınmış ve Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunca 2013/21-337 Esas ve
2013/1545 Karar Sayılı 06.11.2013 tarihli kararıyla kesin olarak karar verilmiştir.
Bu karara göre; 506 Sayılı Kanun’un 3/II-B
bendine göre; özel kanunda nitelikleri belirtilen
çıraklar, çıraklık devresi sayılan süre içerisinde
malullük, yaşlılık, ölüm sigortaları hükümlerine
ÇIRAKLIK VE STAJYERLİKTE GEÇEN
SÜRELERİN EMEKLİLİK İÇİN
SİGORTALILIK BAŞLANGIÇ TARİHİ
OLARAK TESPİTİ YAPILABİLİR Mİ?
Üyelerimizden, sigortalılık başlangıç tarihlerinin daha önce olmasına rağmen Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında sigortalılık tarihlerinin
prim ödenmeye başlanan tarih olarak belirlendiği
ve bu nedenle daha geç emekli oldukları belirtilerek bu durumun nedeni sorulmaktadır.
Gerek 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu,
gerekse 5510 Sayılı Kanun’da emeklilik sigortası
için sigortalılık başlangıç tarihi işçinin ilk defa çalışmaya başladığı tarih olarak alınmaktadır.
33
tabi olamazlar ve bu hükmün sonucu belirtilen
sürelerin sözü edilen Kanun’un 108. Maddesinde belirtilen sigortalılık başlangıcı olarak
kabul edilemez.
Bu tür çalışmaların dışında sigortalı olarak çalışmış ancak işvereni tarafından SGK’ya bildirilmemiş sigortalılar açısından ise sigortalılık
başlangıç tarihinin saptanması için işyeri sigortalı giriş bildirgesinin bulunması veya numarasının olması yeterli görülmemektedir. Bu kişilerin
Yasanın belirtmiş olduğu şekilde çalışmaları bulunduğunun tespiti gerekir.
Buna ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı aşağıdadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/21-575
E.N , 2011/697 K.N. ”Bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi için sigortalı işe giriş bildirgesinin varlığı
yeterli değildir. Aynı zamanda o kimsenin Yasa'nın belirlediği biçimde (506 sayılı Yasa'nın 2.
maddesi ve 5510 sayılı Yasa'nın 4/a maddesi)
eylemli olarak çalışması da koşuldur. Bu yön 506
sayılı Yasa'nın 6. maddesi ile 5510 sayılı Yasa'nın 7/a maddesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 1999/21-549-555, 2005/21- 437-448
ve 2007/21-306-320 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır. Bu bakımdan davacının işyerinde
eylemli olarak çalışıp çalışmadığının yöntemince
araştırılması gerektiği ortadadır. Bu tür davalar
yalnızca bir günlük çalışmanın tespitinden ibaret
olarak görülmemeli, bir günlük çalışmanın kabulü ile saptanacak sigortalılık başlangıcının sigortalıya sağlayacağı sigortalılık süresi ile birlikte
kazandıracağı haklar dikkate alınmalı ve giriş bildirgesi ile birlikte eylemli çalışmanın bulunup bulunmadığı özellikle belirlenmeli, buna göre
dönem bordrosunda yer alan ve davacının talep
ettiği tarihte çalışması mevcut tanıklar ile gerektiğinde komşu işyerleri çalışanları olduğu kayıtlarla ya da emniyet yolu ile yaptırılacak
araştırma ile belirlenen kimselerin beyanlarına
başvurulmalı, sonucuna göre karar verilmelidir.
YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ:
“İŞÇİLERİN İŞYERİNDE VE DIŞINDA
DEMOKRATİK TOPLU EYLEM
YAPMA HAKKI VARDIR”
Karar özeti: 6356 sayılı Yasanın ilgili hükümlerinin yorumu noktasında Anayasa değişiklikleri
önem taşımaktadır. Zira, Anayasa değişikliği öncelikle yasa koyucunun bu konudaki iradesini ortaya koymaktadır, İrade: maddede sayılanların
Anayasa metninden çıkarılmasıdır. Ancak bu
noktada önemli olan husus; anayasa koyucunun
yasakların uluslararası düzenlemelere aykırılığından hareket etmesi, dolayısıyla yasaklamaların Türk Hukuk sisteminde uygulanmaması
gerektiğini benimsemesidir.
Anayasadaki yasakların kaldırılması ile bağlantılı olarak değerlendirilmesi gereken bir başka
durum konuya ilişkin uluslararası düzenlemeler
ve Anayasanın 90. madde hükmüdür. Gerek ILO
gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Mahkeme kararları ve yine Avrupa Sosyal Şartı
kapsamında grevi de kapsayan toplu eylem
hakkı bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir.
Bu bağlamda toplu eylem hakkı bir üst kavram
olarak benimsenmiş olup, buna grev yanında
grev benzeri protesto eylemleri, Kurallı çalışma,
işi yavaşlatma gibi eylemler de dahil edilmiştir.
ILO denetim organları çeşitli tarihlerde verdikleri
kararlarda siyasi amaçlı grev, genel grev ve
sempati grevlerinin yasaklanmasını Türkiye bakımından eleştirmiş ve sendika üyelerinin menfaatlerini etkileyen konularda eylem yapma
imkanının tanınması ve desteklenen grevin
yasal olması kaydıyla sempati eylemlerine izin
verilmesi gerekliğini belirtmiştir. ILO'nun denetim
organlarına göre: Grev hakkı yalnızca toplu iş
sözleşmesinin imzalanması ile çözülebilecek endüstriyel uyuşmazlıklarla sınırlı değildir. İşçilerin
grev hakkı vasıtasıyla korudukları mesleki ve
ekonomik menfaatler sadece daha iyi çalışma
koşulları veya mesleki nitelikteki toplu taleplere
ilişkin değildir. Ayrıca işçileri doğrudan ilgilendiren ekonomik ve sosyal politika sorunları ve iş34
letmenin karşılaştığı problemlere yönelik çözümleri de içerir. Hükümetin ekonomik politikasının
sosyal ve istihdama ilişkin sonuçlarını protesto
eden ulusal grevin yasak olmadığına ilişkin açıklama ve grevin yasaklanması, örgütlenme özgürlüğünün ciddi ihlali niteliğindedir. Grev hakkı
bakımından önemli bir diğer düzenleme Avrupa
Sosyal Şartı ve denetim organı olan Avrupa Sosyal Haklar Komitesidir. Avrupa Sosyal Şartının
6/4. Maddesinde “grev hakkı dahil toplu eylem
hakkı” düzenlenmiştir. Avrupa Sosyal Haklar Komitesi maddeyi yorumunda: grev hakkının sadece toplu iş sözleşmesi prosedürü sırasında ve
bu prosedürle bağlantılı olarak kullanılamayacağını kabul etmektedir. Komiteye göre: toplu iş
sözleşmesi prosedürü dışında, işçilerin iş sözleşmelerinin feshinin bildirildiği dönemde bir grup
işçinin bunu önleme veya işten çıkarılanların geri
alınması için yaptıkları eylemler toplu eylem
hakkı kapsamında yer alır.
Belirtmek gerekir ki. Türkiye Avrupa Sosyal
Şartı'nın 5 ve 6. Maddelerini onaylamamıştır. Bununla birlikte, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi
Türkiye'ye ilişkin kararlarında Şartın ilgili hükümlerini uygulamıştır. Nitekim 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda bu
yasağın kaldırıldığı dikkate alındığında, temelde
bir protesto niteliği taşıyan bu eylemin uluslararası normlar kapsamında toplu eylem hakkı
çerçevesinde korunan bir eylem olarak değerlendirilmesi gerektiği söylenebilecektir. Uluslararası normlar uyarınca demokratik bir hakkın
kullanımı şeklinde protesto eylemleri barışçıl nitelik taşıdığı takdirde ve ölçülülük ilkesine uygun
olmak şartıyla yasadışı eylem olarak değerlendirilmemelidir. Anayasanın 90. maddesiyle uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde kabul
edilmesinin sonucu, temel hak ve özgürlükler konusunda uluslararası normlar ile iç hukuk kuralları arasında bir çatışma olduğu takdirde
uluslararası normların dikkate alınmasını gerektirir.
“GECE ÇALIŞMASI’NDA
7,5 SAATİ AŞAN
ÇALIŞMALAR FAZLA
ÇALIŞMADIR”
YARGITAY 9. HUKUK
DAİRESİ
(Esas No. 2011/22849 Karar
No.
2012/17760
Tarihi:
21.05.2012)
Karar Özeti: Dosya içeriğine
göre davacı işçi davalının matbaa işyerinde sunulan 2008 ve
2009 yılı işe giriş ve çıkış saatlerini gösteren cetvellere, tanık anlatımlarına göre gece çalışmıştır.
Hükme esas raporda bilirkişi, davacının gece çalışmalarını dikkate almadan, haftalık 45 saat
çalışma esasına göre haftada 45
saati aşan çalışması bulunmadığı gerekçesiyle fazla mesai
ücret alacağı bulunmadığını belirtmiştir. Davacı taraf bu rapora
itiraz etmiştir. Yukarda açıklandığı gibi gece çalışmalarında
günlük çalışma esası dikkate
alınmalı ve 7,5 saati geçen çalışmalar fazla çalışmalar olarak
kabul edilmelidir. Hükme esas
rapor fazla çalışma esasları yönünden kanuna ve yönetmelik
hükümlerine aykırı olduğundan,
bu rapora dayanılarak fazla çalışma ücret alacaklarının reddi
hatalıdır. 6100 sayılı HMK.’un 30,
bilirkişi raporuna itirazı düzenleyen 281. Maddeleri dikkate alınarak gece çalışmaları nedeniyle
günlük çalışma esasına göre davacının 7,5 saati aşan çalışmaları fazla çalışma kabul edilerek,
bilirkişiden ek rapor alınmalı ve
sonucuna göre karar verilmelidir.
(Esas No. 2014/7643 Karar No. 2014/12368 Tarihi: 04.06.2014)
35
UYARILAR
Genel Sağlık Sigortası ile ilgili
önemli hatırlatmalar
Dr. Oğuz Topak
1
Ekim 2008 tarihinde uygulamaya konulan
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
(GSS) ülkemizde yaşayan herkesi Genel
Sağlık Sigortası kapsamına almıştır. Söz konusu
Yasa uyarınca aşağıda belirtilenler genel sağlık sigortalısı sayılmaktadır.
• İş sözleşmesine tabi olarak, kendi adına bağımsız olarak ve kamu görevlisi olarak çalışan sigortalılar,
• Sosyal güvenlik kurumlarından gelir -aylık
alan emekli dul ve yetimler,
• 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve
Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre
aylık alan kişiler, (Kurum tarafından
01.01.2012 tarihi itibari ile tescili yapılacaktır.)
• İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre
şeref aylığı alan kişiler,
• Vatani Hizmet Tertibi Aylıklarının Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre
aylık alan kişiler,
• Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan
kişiler,
• Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu hükümlerine göre korunma,
bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden ücretsiz faydalanan kişiler,
• Harp malullüğü aylığı alanlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamında aylık alan kişiler,
• Köy Kanununa göre aylık alan kişiler,
• Dünya Olimpiyat ve Avrupa Şampiyonluğu
Kazanmış Sporculara ve Bunların Ailelerine
Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler,
• İsteğe bağlı sigortaya devam eden kişiler,
• Sigortalılar ile emeklilerin bakmakla yükümlü olduğu kişiler.
GENEL SAĞLIK SİGORTALISI’NIN
BAKMAKLA YÜKÜMLÜ OLDUĞU
AİLE BİREYLERİ
2008 yılı Ekim ayı başından sonra yürürlüğe
giren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Yasasında, genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyleri bu tarihten önceki sosyal
güvenlik yasalarından farklı düzenlenmiştir.
1 Ekim 2008 tarihinden önce sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyi olarak sağlık yardımlarından yararlanmakta olan kız çocuklarının
önceki mevzuat hükümlerinden doğan hakları
aynen korunmaktadır.
1 Ekim 2008 tarihinden sonra uygulanmakta olan
genel sağlık sigortasına göre sigortalının bakmakla
yükümlü olduğu aile bireyleri şunlardır:
• Çalışmayan, kendi çalışmalarından dolayı
gelir aylık almayan ve isteğe bağlı sigortaya devam etmeyen eşi.
• 18 yaşını doldurmamış çocukları,
• 18 yaşını doldurmuş olanların, Lise ve
dengi öğrenim veya Meslekî Eğitim Kanununda belirtilen aday çıraklık ve çıraklık
eğitimi ile işletmelerde meslekî eğitim görmesi halinde 20 yaşını, Yükseköğrenim
görmesi halinde 25 yaşını doldurmamış ve
evli olmayan çocukları,
Lise ve dengi öğrenim veya Meslekî Eğitim Kanununda belirtilen aday çıraklık ve
çıraklık eğitimi ile işletmelerdeki meslekî
36
2008 yılı Ekim ayı başından itibaren yürürlüğe giren Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Yasasında, genel sağlık sigortalısının bakmakla
yükümlü olduğu aile bireyleri bu tarihten önceki sosyal güvenlik yasalarından farklı düzenlenmiştir.
Kimi istisnalar dışında ülkemizde yaşayan hemen herkesi kapsamına
alan Genel Sağlık Sigortası, aradan geçen yaklaşık 6,5 yılda büyük uygulama sorunlarına neden olduğu gibi genellikle çok az bilinen bir yasa
olma özelliği göstermektedir.
eğitimi bitiren ve 20 yaşını doldurmamış
olan çocuklar okulu bitirdikleri tarihten itibaren 120 gün süre ile sağlık yardımlarından yararlanacaktır.
• Yaşına bakılmaksızın Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanuna göre malûl
olduğu tespit edilen evli olmayan çocukları,
• Ekim/2008 ayı başından önce yürürlükten
kalkan yasalar uyarınca sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyi olarak
sağlık yardımlarından yararlanan, 18 yaşını
Ekim/2008 ayından önce veya sonra doldurduklarına bakılmaksızın kız çocukları.
Bu durumdaki kız çocukları, evlenmedikçe,
çalışmadıkça, evlenenlerin boşanması
veya dul kalması, çalışanların ise işten çıkması halinde ebeveynin sağlık yardımlarından yararlanma hakları devam edecektir.
• Her türlü kazanç ve irattan elde ettikleri gelirleri asgari ücretin net tutarından az olan,
gelir ve/veya aylık almayan, diğer çocuklarından dolayı sağlık yardımlarından yararlanmayan ana ve babası.
Eşlerin her ikisinin de çalışmalarına bağlı olarak
zorunlu sigortalı olmaları veya sosyal güvenlik kurumlarından gelir-aylık almaları hallerinde, eşlerin
genel sağlık sigortasından yararlanma hakları
kendi sigortalılıklarına bağlı olacaktır.
Boşanan eşlerin çocuklarının bakmakla yükümlü
aile bireyi, mahkemenin çocukların velayetini verdiği eştir. Ancak, çocukların velayeti verilen eş, sigortalı değilse ikamet edilen yerdeki sosyal
güvenlik il ve Merkezine bir dilekçe ile başvurularak, çocukların sigortalı eşten dolayı sağlık yardımlarından yararlanmalarına olanak sağlanabilmektedir.
37
GENEL SAĞLIK SİGORTASI
SAĞLIK YARDIMLARININ SONA
ERMESİ HALLERİ
Genel Sağlık Sigortası, her ay için noksansız 30
gün üzerinden prim ödenmesi esasına göre oluşturulmuştur. Bu nedenle işçilerin Yasalarda öngörülen sürelerden fazla kullandıkları ücretsiz izin
sürelerinde, kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan
işçiler ile mevsimlik işlerde çalışan işçilerin iş sözleşmeleri askıda iken ay içinde veya aylarda çalışmadıkları sürelerde genel sağlık sigortalılıkları son
ermiş sayılmaktadır.
• İş Kanunu uyarınca, özel sektörde kısmi
süreli iş sözleşmesi veya çağrı üzerine ay
içinde 30 günden az çalışanlar ile ev hizmetlerinde 30 günden az çalışanlar.
• iş sözleşmesi sona eren sigortalılardan, iş
sözleşmelerinin sona erdiği tarihten önceki
bir yıl içinde 90 gün zorunlu sigortalı olarak
prim ödemiş olanlardan, işten ayrıldıkları
tarihten itibaren 10 uncu günden sonraki
90 günü dolduranlar, işsizlik ödeneği alanlardan ise ödenek sürelerini tamamlayanlar.
• İş Kanununda öngörülen, ücretsiz yol izni
süreleri, kadın sigortalı işçilere verilen
doğum öncesi ve sonrası ücretsiz izin sürelerinden sonra kullanılan 6 aylık aylık ücretsiz izin süreleri ile diğer iş kanunlarında
öngörülen ücretsiz izin süreleri hariç bir
takvim yılı içinde bir aydan fazla ücretsiz
izin kullananlar.
• Sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile
bireylerinden;
Eşin, zorunlu sigortalı olarak çalışmaya başlaması veya isteğe bağlı sigortaya girmesi halinde,
zorunlu veya isteğe bağlı sigortalılığın başladığı tarihten itibaren,
Çalışmayan, okumayan çocukların 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren,
Lise ve dengi öğrenim gören çocukların, 20 yaşını dolduracakları tarihi aşmamak kaydıyla bu öğrenimlerini bitirdikleri tarihi izleyen 120 günün
dolduğu tarihten, yüksek öğrenime devam edenlerin ise 25 yaşını doldurdukları veya bu yaşlardan
önce okulu bitirdikleri tarihten itibaren,
Sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyi
olma hakları sona ermektedir.
Yukarıda sayılanların Genel Sağlık Sigortalısı
veya bakmakla yükümlü olunan kişi sıfatlarının
sona ermelerinden hemen sonra genel sağlık sigortalısı olarak tescilleri için SGK’ya gelir testi için
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemindeki ikametlerinin kayıtlı olduğu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına bizzat kendileri başvurmak
zorundadırlar.
38
Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren altı ay geçtikten sonra vakfa başvuranlardan yoksul oldukları tespit edilenlerin,
gelir testinin yapıldığı tarih itibariyle yoksulluk statüsünde tescilleri yapılacak, bu tarihe kadar asgari ücretin iki katı üzerinden tahakkuk ettirilen
prim borçları kendilerinden tahsil edilecektir.
Kuruma yazılı olarak başvurarak gelir testi yaptırmak istemediğini bildirenler ile “gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir
ay içinde vakfa başvurmayanlar veya hiç başvurmayanlar genel sağlık
sigortası primini asgari ücretin iki katı tutarı üzerinden ödeyeceklerdir.
GELİR TESTİNİN GEÇ YAPTIRILMASI
YA DA HİÇ YAPTIRILMAMASININ
SONUÇLARI
ücretin iki katı üzerinden tahakkuk ettirilen prim
borçları kendilerinden tahsil edilecektir.
“Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir aylık süre geçtikten sonra (altı ay
içinde veya dışında) vakfa başvuranlardan, aile
içindeki kişi başına düşen gelirleri asgari ücretin
üçte birinden fazla olduğu tespit edilenlerin ise ,
gelir testinin yapıldığı tarih itibariyle gelirleri güncellenerek, primlerini bu gelir üzerinden ödenmesi istenecek ,ancak önceki süreler için asgari ücretin iki
katı üzerinden tahakkuk ettirilerek tebliğ edilen
primleri kendilerinden tahsil edilecektir.
Kuruma yazılı olarak başvurarak gelir testi yaptırmak istemediğini bildirenler ile “gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir ay
içinde vakfa başvurmayanlar veya hiç başvurmayanlar genel sağlık sigortası primini asgari ücretin
iki katı tutarı üzerinden ödeyeceklerdir.
Gelir testine müracaat bildiriminin” tebliğ edildiği
tarihten veya Genel Sağlık Sigortalılığının sona ermesinden itibaren bir ay içinde sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakfına başvurmayanların, tescil
başlangıç tarihinden itibaren aile içindeki gelirinin
kişi başına düşen aylık tutarı, aylık bürüt asgari
ücretin iki katı olarak kabul edilecek ve ödemeleri
gereken primleri buna göre tahakkuk ettirilerek,
sosyal güvenlik il müdürlüğü/ sosyal güvenlik merkez müdürlüğü tarafından 7201 sayılı Kanuna göre
iadeli taahhütlü posta yoluyla tebliğ edilecektir.
Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir aylık süre geçtikten ancak altı aylık
süre içinde gelir testini yaptırmak için vakfa başvuranlardan, yoksul olduğu tespit edilenlerin, asgari
ücretin iki katı üzerinden prim ödemek üzere yapılan tescilleri, tescilin yapıldığı tarih itibari ile iptal
edilerek yoksulluk statüsünde tescilleri yapılacak
ve tahakkuk ettirilen primleri iptal edilecektir.
Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren altı ay geçtikten sonra vakfa başvuranlardan yoksul oldukları tespit edilenlerin, gelir
testinin yapıldığı tarih itibariyle yoksulluk statüsünde tescilleri yapılacak, bu tarihe kadar asgari
TORBA YASA İLE GELİR TESTİNE
BAŞVURU SÜRESİNİN UZATILMASI VE
PRİM BORÇLARINA KISMİ AF
Kamuoyunda “Torba Yasa” olarak bilinen
6552 Sayılı Yasayla Gelir testine başvuru süresi
6 ay uzatılmış ve prim borçlarına kısmi af getirilmiştir. Kurum tarafından resen tescili yapıldığı
halde henüz gelir testi yaptırmamış olan genel sağlık sigortalıları bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihi
takip eden ay başından itibaren 6 ay içinde
(31.03.2015 tarihine kadar) gelir testine başvurabilecek. Bu süre içerisinde gelir testine başvuranların
genel sağlık sigortası primi tavan yerine belirlenen
gelirleri üzerinden hesaplanarak tahsil edilecek.
Daha önce gecikmeli olarak gelir testi yaptırmış
olması nedeniyle asgari ücretin iki katı tutarı üzerinden prim ödemekte olanlarda bu Kanunun yürür-
39
lüğe girdiği tarihten itibaren gelir testi sonucu belirlenen gelirleri üzerinden genel sağlık sigortası
primlerini ödemeye devam edebilecek. Ancak daha
önce asgari ücretin iki katı üzerinden ödemiş oldukları primler ile gecikme zammı ve gecikme cezaları
iade edilmeyecektir.
Nisan 2014 tarihinden önce ki aylara ilişkin,
Genel Sağlık Sigortası primi borçlarının yeniden
yapılandırılması için, borçlu genel sağlık sigortalısının;
• Yasanın yayım tarihini takip eden aybaşından itibaren (01.10.2014 tarihinden itibaren) yedi ay içinde (30.04.2015 tarihine
kadar) Kuruma başvurması,
• Yasanın yayım tarihini takip eden aybaşından itibaren (01.10.2014 tarihinden itibaren) en geç sekiz ay içinde (31.05.2015
tarihine kadar) birinci taksitini yatırması,
• Bakiye borçlarını ikişer aylık sürelerde, 18
ay kadar taksitle ödenmesi,
Halinde gecikme cezası ve zammı uygulanmadan, taksit süresine göre Kurumca belirlenecek kat
sayı oranında uygulanacak faizle tahsil edilecektir.
şınmazları ile bunlardan doğan hakları da dikkate
alınarak, her türlü kazanç ve irattan elde ettikleri
gelirlerin toplamının aileyi oluşturan kişi sayısına
bölünmesi ile yapılacaktır.
GELİR TESPİTİNİN YENİLENMESİ
Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından gelir tespiti yapıldıktan sonra gelir durumları değişenler,
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemindeki kayıtlarına göre hane içinde yer alan ailede;
• doğum,
• ölüm,
• evlenme,
• boşanma,
ve benzeri nedenlerle değişiklik meydana gelenler, değişikliğin meydana geldiği tarihten itibaren bir
ay içinde Kuruma ya da vakfa müracaat etmeleri
gerekmektedir.
Gelir tespiti yapılanlardan, tescilin yapıldığı tarihten itibaren doksan günde bir aile içindeki bireylere
ait verilerin Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri
Projesinde (BSYHP) otomatik olarak güncellenmesi sonucunda gelir durumu değişenlerin tescil işlemleri, değişikliğin meydana geldiği tarih itibariyle
yaptırılacak gelir testi sonucuna göre yenilenecektir.
Yukarıda belirtilen durumlar hariç olmak üzere isteyenler, gelir tespitinin yapıldığı tarihten itibaren
altı ay geçtikten sonra yeni bir gelir testi talebinde
bulunabilirler.
GELİR TESTİNİN YAPILMASI NEDİR?
Gelir tespitinde aile olarak, aynı hane içinde yaşayan MERNİS kayıtlarında yer alan eş, yaşlarına
bakılmaksızın evli olmayan çocuk ve genel sağlık
sigortalısı olarak tescil edilecek kişinin ana ve babası esas alınacaktır.
Gelir tespitinde aynı hanede yaşamayan ve öğrenim nedeniyle başka bir hanede yaşayan evli olmayan çocuklardan 25 yaşını doldurmayanlar gelir
tespitinde aile içinde değerlendirilecektir
Aynı hanede yaşayan aile bireylerinden genel
sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan
kişiler de gelir tespiti işleminde dikkate alınacak,
ancak bu kişiler hakkında gelir testi sonuçlandığı
tarihe göre herhangi bir işlem yapılmayacaktır.
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemin de yer alan
adreste birden fazla aile olması halinde her bir aile
için ayrı ayrı gelir tespiti işlemi yapılacaktır.
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemin de yer alan
adreste yaşamayan ve genel sağlık sigortalısının
bakmakla yükümlü olunan kişisi olan ana ve baba
hakkında ayrı gelir tespiti işlemi yapılacaktır.
Gelir testi ile kişi başına düşecek gelirin hesaplanması, aile bireylerinin harcamaları, taşınır ve ta-
GELİR TESTİNİN SONUCUNA İTİRAZ
Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından yapılan gelir tespiti sonucunda, yoksulluk
40
kapsamında tescil edilecekleri bildirilenler ile belirlenen gelirlerine göre aile içindeki kişi başına düşen
gelir üzerinden tescil edilerek ödeyecekleri prim tutarı bildirilenler, buna ilişkin yazının kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren 15 gün içinde gelir testi
sonucuna, gelir tespit işlemini yapan ilgili vakfa yazılı olarak itiraz edebilecektir.
Gelir testine yapılan itiraz, sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakıfının kayıtlarına intikal tarihinden
itibaren, 15 gün içinde, vakıf tarafından karara bağlanarak, sonuç itirazda bulunan genel sağlık sigortalısına ve Kuruma bildirilecektir.
YOKSULLUK SINIRI VE BELİRLENECEK
GELİRLERE GÖRE ÖDENECEK
PRİM TUTARLARI
Yapılan gelir testi sonucu aile içindeki gelirin kişi
başına düşen aylık tutarı, asgari ücretin üçte birinden az olduğu (400,50 liradan az olduğu) tespit edilenler yoksul sayılarak bu kapsamda tescil
edileceklerdir. Genel sağlık sigortası primleri devlet
tarafından ödenecektir.
Aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık miktarı;
• Asgari ücretin üçte birinden asgari ücrete
kadar olduğu tespit edilenler, prime esas
günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarının üçte biri tutarında, (kişi başına
düşen aylık gelir 400,50 ila 1.201,50 TL arasında olanların ödeyeceği aylık prim: 48,06
TL)
• Asgari ücretten asgari ücretin iki katına
kadar olduğu tespit edilenler, (1.201,50 ile
2.403 TL arasında) prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarı olan
144,18 TL.,
• Aylık Geliri 2.403 TL’den fazla olanlar ise
288,36 TL.
GSS primi ödeyeceklerdir.
2015 Genel Sağlık Sigortası (GSS) Prim Tutarları
01/01/2015 – 30/06/2015 Tarihleri Arası
Aylık Geliri
400,50 TL’den Az Olanlar
(Primleri Devlet Tarafından
Ödenir)
Aylık Geliri
400,50 TL’den 1.201,50 TL’ye
Kadar Olanlar
Aylık Geliri
1.201,50 TL’den 2.403 TL’ye
Kadar Olanlar
Aylık Geliri
2.403 TL’den
Fazla Olanlar
0
48,06 TL
144,18 TL
288,36 TL
01/07/2015 – 31/12/2015 Tarihleri Arası
Aylık Geliri
424,50 TL’den Az Olanlar
(Primleri Devlet Tarafından
Ödenir)
Aylık Geliri
424,50 TL’den 1.273,50 TL’ye
Kadar Olanlar
Aylık Geliri
1.273,50 TL’den 2.547 TL’ye
Kadar Olanlar
Aylık Geliri
2.547 TL’den
Fazla Olanlar
0
50,94 TL
152,82 TL
305,64 TL
41
İSTANBUL YÖNETİCİ VE TEMSİLCİ EĞİTİM SEMİNERİ
Basın-İş Sendikası İstanbul Şubesi Yönetici ve
Temsilci Eğitim Semineri, 27 Kasım 2014 tarihinde,
Gebze’de kurulu bulunan Basın İlan Kurumu Sosyal
Tesisleri’nde gerçekleştirildi…
Genel Başkan Yakup Akkaya yaptığı açılış konuşmasında, çalışanların işsizlikle terbiye edildiği bir
dönemde sendikalı işçi olmanın büyük bir şans ol-
duğunu belirtti. İş cinayetleri, taşeronlaşma, sendikal hak ihlalleri gibi çalışma yaşamının çok önemli
sorunları hakkında açıklamalarda bulunan Akkaya,
güvencesiz, kuralsız, baskı ve sömürüye dayalı bu
çalışma düzeniyle mücadele etmenin öncelikle bilgi
birikiminden geçtiğini vurgulayarak, bilgi birikiminin
ve paylaşımının sağlanması doğrultusunda sendika
42
temsilcilerine büyük sorumluluklar düştüğünü ifade
etti.
Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu’nun da hazır
bulunduğu eğitim seminerinde, Türk-İş Sosyal Güvenlik Danışmanı Celal Tozan, “5510 Sayılı Yasa ve
Sosyal Güvenlik Haklarında Güncel Gelişmeler”
başlığı altında; gelir testi, prim ödemesi, yoksulluk
tespiti gibi merak edilen konularda bilgilendirme yaparak, katılımcıların sosyal güvenlik ile ilgili sorun-
larını yanıtladı.
Sendika Eğitim Danışmanımız Dr. Oğuz Topak tarafından verilen seminerde, sendika temsilcilerinin
hak ve yükümlülüklerine ilişkin yasal ve pratik bilgiler paylaşılırken, temsilcilerin çalışmalarını nasıl
etkin kılacaklarına ilişkin önerilerde bulunuldu.
Ayrıca Hukuk Danışmanımız Avukat İsmail Ertan
da hukuki süreçler ile ilgili soruları yanıtlayarak eğitime katkılarını sundu
43
AMCOR TOBACCO’DA İLK İŞYERİ EĞİTİMİ
İki buçuk yıllık bir sendikal mücadelenin sonucunda 11 Temmuz 2014 tarihinde Toplu İş Sözleşmesi imzaladığımız İzmir Amcor Tobacco
işyerimizde ilk işyeri eğitimi gerçekleştirildi.
18 Kasım 2014 tarihinde, işyerinin kurulu bulunduğu İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Kon-
ferans Salonu’nda gerçekleştirilen toplu iş sözleşmesi haklarına ilişkin eğitiminde Genel Sekreterimiz Savaş Nigar ve İzmir Şube yöneticilerimiz
hazır bulundu.
Genel Sekreterimiz Savaş Nigar, eğitim seminerinin açılış konuşmasında sendikal mücadelenin
44
önemine değinerek Amcor Tobacco’da sürdürülen örgütlenme sürecinin, hem basın ve ambalaj
işkolu hem de ülkemiz sendikal hareketi açısından önemli olduğunu belirtti. Nigar, örgütlü mücedelenin edinilen kazanımları koruduğu gibi yeni
kazanımların temelini de oluşturduğunu söyledi.
Sendika Eğitim Danışmanımız Dr. Oğuz Topak
tarafından verilen eğitimde, toplu sözleşme ve
sendikal örgütlenme, toplu sözleşme süreci, imzalanan toplu sözleşmenin içeriği ve getirileri gibi
konuların yanı sıra, kıdem tazminatı fonu, taşeronlaşma ve gelir vergisi gibi çalışma hayatının
güncel sorunları hakkında bilgi verilerek üyelerimizin soruları yanıtlandı.
45
ETAPAK İŞYERİ EĞİTİMİ
26 Aralık 2014 Cuma günü, Etapak işyerimizde işyeri eğitimi gerçekleştirildi. Sendika Danışmanımız
Dr. Oğuz Topak tarafından verilen eğitimde, Genel Sağlık Sigortası ve Kıdem Tazminatı hakkında bilgiler verilerek, üyelerimizin konuya ilişkin soruları yanıtlandı... Eğitim Seminerinin açılış konuşmasını
yapan Genel Sekreter Savaş Nigar, sendikal eğitimin her sendikal örgüt açısından önemli olduğunu
belirterek, sendikaların bilinçli üyelerinin dayanışma ve mücadelesi ile ilerleyebileceğini söyledi.
46
PROPAK’TA EĞİTİM SEMİNERİ
Düzce’de kurulu bulunan Propak Ambalaj işyerinde, 25 Ocak 2015 tarihinde eğitim semineri yapıldı.
Genel Sekreterimiz Savaş Nigar'ın da hazır bulunduğu seminerde, Türk-İş Sosyal Güvenlik Danışmanı
Celal Tozan, sosyal güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası hakları üzerine bilgiler vererek, katılımcıların
sorularını yanıtladı. Diğer yandan, Sendika Danışmanımız Dr. Oğuz Topak, kıdem tazminatı ve çalışma
hayatının diğer güncel sorunlarına ilişkin gelişmeleri üyelerimizle paylaştı.
47
METEKSAN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ
VE YENİ KAZANIMLAR
Sendikamız Basın-İş’in 2014 yılı içinde sonuçlandırdığı toplu sözleşmeler arasında Meteksan
toplu iş sözleşmesi önemli bir tutuyor.
Basım sektörünün öncü kuruluşlarından olan Meteksan’da sürdürülen toplu iş sözleşmesi görüşmeleri 7 Şubat 2014 günü anlaşmayla sonuçlandı.
1 Ocak 2014-31 Aralık 2016 döneminde geçerli olmak üzere uygulanacak olan toplu iş sözleşmesinde sosyal yardımlara yüzde 22,5'e varan oranlarda zam yapılırken ücretlere birinci yıl için
yüzde 16, ikinci yıl için yıllık enflasyon artı 3 puan oranında ve üçüncü yıl için yıllık enflasyon
artı 4 puan oranında zam yapılması kararlaştırıldı.
48
49
AMCOR TOBACCO’DA
İLK TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI
Amcor Tobacco’da 2.5 yılllık bir örgütlenme mücadelesi sonucunda toplu iş sözleşmesi görüşmeleri anlaşmayla sonuçlandı.
2012 yılında başlayan ve yaklaşık 2,5 yıldır süren örgütlenme süreci, sendikamızla işveren yetkilileri arasında yapılan görüşmeler neticesinde anlaşmayla
sonuçlandı ve Amcor Tobacco’da toplu iş sözleşmesi 11
Temmuz 2014 tarihinde imzalandı. Toplu iş sözleşme-
sinin imzalanması için Amcor Tobacco işyerinde 11 Temmuz 2014 tarihinde saat 16.00’da üyelerimiz, işveren
temsilcileri ve sendikamız adına Genel Başkan Yakup
Akkaya, Genel Sekreter Savaş Nigar, İzmir Şube Başkanı Murat Berk’in hazır bulunduğu bir tören düzenlendi.
İmza töreninde Amcor Tobacco Genel Müdürü Fuat
Polat ile Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya üyelere hitap ettiler.
50
Genel Başkanımız yaptığı konuşmada 2,5 yıldır sürdürülen örgütlenme mücadelesinde emeği geçen üyelerimize teşekkür ettiğini belirterek toplu iş
sözleşmesinin imzalanmasının örgütlenme mücadelesinde sadece bir adım olduğunu asıl önemli olanın imzalanmış toplu iş sözleşmesinin hayata geçirilmesi
olduğunu vurguladı. Sendikal örgütlenme mücadelesinin
çalışma barışının sağlanmasında en etkili yöntem oldu-
ğunu belirten Akkaya, toplu iş sözleşmesinin hem işçilerin yaşam standartlarının arttırılması ve çalışma koşullarının düzenlenmesi, hem de işyerinin sürekliliğinin
sağlanması açısından önemli olduğunu vurguladı.
İmzalanan toplu iş sözleşmesi ile üyelerimiz hem sendikal hak ve güvenceler açısından, hem de ücret ve parasal sosyal haklar açısından önemli kazanımlar elde
ettiler..
51
MAYR-MELNHOF GRAPHIA’DA
TOPLU SÖZLEŞME MUTLULUĞU
Mayr Melnhof Graphia’da 1,5 yıldır devam eden örgütlenme mücadelesi sonucunda toplu iş sözleşmesi görüşmeleri anlaşmayla sonuçlandı ve 1. dönem toplu iş
sözleşmesi 19 Ağustos 2014 tarihinde imzalandı.
Toplu iş sözleşmesinin imzalanması için, Mayr Melnhof
Graphia işyerinde 19 Ağustos 2014 tarihinde işveren adına
Genel Müdürler Necmi Mindek ve Metin Kaya, Genel
Müdür Yardımcısı Çiçek Kopraman, İnsan Kaynakları ve
İdari İşler Müdürü Bürra Pekak, avukatlar Selim Güven,
Selçuk Argun ve Aydın Buğra İlter; Sendikamız adına
Genel Başkan Yakup Akkaya, Genel Sekreter Savaş Nigar,
Genel Başkan Danışmanı Yılmaz Yurteri, sendika uzmanı-
mız Fatih Aydemir ve işyeri sendika temsilcilerimiz Osman
Engin ve Emine Kocaman’ın hazır bulunduğu bir tören düzenlendi.
İmza töreninde, Mayr Melnhof Graphia Genel Müdürleri
Necmi Mindek ve Metin Kaya ile Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya duygularını ifade ederek, sürecin ve
toplu iş sözleşmesinin her iki tarafa da hayırlı olmasını dilediler. İmzalanan 3 yıllık toplu sözleşme ile 200'ü aşkın
Mayr Melnhof Graphia işçisi ikramiye ve sosyal yardımlara
kavuştu; ücret, ücrete bağlı ödeme, izin, mesai oranları,
sosyal haklar ve daha pek çok konuda önemli iyileştirmeler
sağlandı.
52
Sendikamız 10 Temmuz 2014 tarihinde, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı (TÜİK) Matbaa Müdürlüğü ve DSİ Basım ve FotoFilm Şube Müdürlüğü işyerlerinden emekli olan değerli üyelerimizle plâket töreninde buluştu. TÜİK Matbaası Genel Müdürü
Altan Altanlar ile DSİ Basım ve Foto-Film Şube Müdürü Hüseyin Özalkan’ın da katıldığı törende, üyelerimize plâketlerini veren
Genel Başkan Yakup Akkaya konuşmasında, üyelerimizin göstermiş oldukları dayanışma ve dostluğa teşekkür ederek, emeklilik yaşamlarının sevdikleriyle birlikte sağlık ve mutluluk içerisinde sürmesini diledi.
Genel Başkan Yakup Akkaya ile Genel Sekreter Savaş Nigar, 18 Ekim 2014 Cumartesi günü, Meteksan Matbaacılık işyeri baştemsilcimiz Baki Er’in oğlunun sünnet düğününe katılarak üyelerimizle mutlu günlerinde birlikte oldular.
53
Meteksan futbol takımı Business Cup Turnuvası kapsamında Arçelik’i 3-1 yenerek Ankara Şampiyonu oldu. Meteksan
Futbol Takımını tebrik eder, Antalya’da yapılacak Türkiye Finali’nde başarılar dileriz.
54
Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya ve Genel Sekreteri Savaş Nigar, Düzce’de kurulu bulunan Propak İşyerini
ziyaret ederek üyelerimizle birlikte oldular.
55
Genel Başkan Yakup Akkaya 9 Şubat 2014 tarihinde Mayr-Melnhof Graphia işyeri ziyaretinde (Üstte); Genel Sekreter Savaş
Nigar 17 Şubat 2014 tarihinde Yenilik ve Eğitim Teknolojileri işyerleri ziyaretlerinde üyelerimizle birlikte (Altta)...
56
2014 yılında gerçekleştirilen İzmir Etapak işyeri ziyaretlerinden...
57
Amcor Flexibles İstanbul işyeri ziyareti: 6 Ağustos 2014 .
58
Genel Başkan Yakup Akkaya ile Genel Sekreter Savaş Nigar, 24 Haziran 2014 tarihinde Kırklarel, Bursa ve Eskişehir’de
Şişecam’a bağlı fabrikalarda grevde olan cam işçilerini ziyaret ederek desteklerini ilettiler.
59
Genel Başkan Yakup Akkaya ile Genel Sekreter Savaş Nigar; yargı kararıyla kazandıkları kadro hakları ve taşeronsuz,
sömürüsüz bir çalışma yaşamı için direnen Karayollarında çalışan taşeron işçileri bu haklı mücadelelerinde yalnız
bırakmayarak Ankara’da, Karayolları Genel Müdürlüğü önünde düzenlenen kitlesel basın açıklamasına katıldılar.
Genel Başkanımız Yakup Akkaya, 15 Eylül 2014 tarihinde, bir haftalık zorlu mücadelenin ardından Ankara’ya ulaşan
ve Abdi İpekçi Parkı’nda toplanan Vanlı İŞKUR işçilerini ziyaret etti. Burada bir açıklama yapan Akkaya, “Devlet yurttaşına iş ve çalışma imkânı yaratmak zorundadır. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde, Van örneğinde de gördüğümüz üzere, iş yaratılmadığı gibi işçiler işlerinden olmakta, açlığa ve işsizliğe mahkûm edilmektedir. İşçilerin seçimleri
kazanamayınca işten çıkarılması gibi uygulamalar, ne çalışma barışını ne de toplumsal barışı sağlayabilir. Siyasi rant
uğruna işçilerin, emekçilerin işsiz kalmasını kabul edemeyiz. Bir an önce işçilere işlerinin geri verilmesi gerekir” dedi.
60
15 Şubat 2014 tarihinde Ankara’da düzenlenen “Kölelik Düzenine Son-Taşeronlaşmaya, Örgütsüzlüğe, Kuralsız Çalışmaya
Hayır Yürüyüş ve Mitingi”ni kamuoyuna duyurmak amacıyla 13 Şubat’ta Ankara Kızılay’da Türk-İş tarafından bir basın açıklaması yapıldı (üstte). 15 Şubat’ta düzenlenen mitinge, Türkiye’nin çeşitli illerinden yaklaşık 50 bin işçi katıldı. Basın-İş olarak
tüm örgütlü olduğumuz işyerlerinden gelen üyelerimizle mitingdeki yerimizi aldık. Mitinge Genel Başkan Yakup Akkaya, Genel
Sekreter Savaş Nigar, Genel Mali Sekreter Hasan Sönmez, Genel Örgütlenme Sekreteri Ahmet Özbakır ve Genel Eğitim
Sekreteri Cafer Bozdemir, şube başkanları ve işyeri temsilcileri katıldı.
61
Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy’de özelleştirmelere karşı direnen işçileri desteklemek için 24 Ocak 2014 tarihinde
Özelleştirme İdaresi önünde eylemdeydik.
Genel Sekreterimiz Savaş Nigar’ın da aralarında bulunduğu Türk-İş’e bağlı sendikaların Ankara Şube Başkanları, 28
Nisan 2014 tarihinde Kurtuluş Parkı’nda direnişe devam eden Yatağan işçilerini ziyaret etti.
62
10 Ocak 2014: Ankara, Yolsuzluğa Hayır Mitingi
12 Haziran 2014: Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun Yatağan işçileriyle birlikte Özelleştirme İdaresi Başkanlığına yaptığı
yürüyüş.
63
ÇALIŞMA YAŞAMINA İLİŞKİN GÜNCEL VERİLER
ENFLASYON ORANLARI
Haziran 2013
Aralık 2013
Haziran 2014
Aralık 2014
12 Aylık
8,30%
7,40%
9,16%
8,17%
6 Aylık
4,00%
3,27%
5,70%
2,33%
KIDEM TAZMİNATI / AİLE VE ÇOCUK ZAMMI
Kıdem Tazminatı Tavanı
3.541,37 TL
01.01.2015-30.06.2015
Çocuk Zammı (1 çocuk için)
19,83 TL
01.01.2015-30.06.2015
Aile Yardımı (aylık)
169,24 TL
01.01.2015-30.06.2015
Not: Çocuklar için ödenen aile ve çocuk yardımı ödeneği, 657/Md: 202/2. Fıkra hükümlerine göre 0-6 yaş (72. ay
dahil) grubunda yer alan çocuklar için bir kat artırımlı uygulanmaktadır. Dolayısıyla 0-6 yaş grubundaki her bir
çocuk için tablodaki çocuk yardımı, 2015 yılında 39,66 TL olarak uygulanacaktır.
SGK KAZANÇ SINIRLARI
Aylık Üst Sınır
Aylık Alt Sınır
Günlük Üst Sınır
Günlük Alt Sınır
Yürürlük Tarihi
7.809,75 TL
1.201,50 TL
260,33 TL
40,05 TL
01.01.2015-30.06.2015
8.277,75 TL
1.237,50 TL
275,93 TL
42,45 TL
01.07.2015-31.12.2015
ASGARİ ÜCRET TUTARLARI
Brüt Asgari Ücret
Net Asgari Ücret
Yürürlük Tarihi
1.201.50 TL
949,07 TL
01.01.2015-30.06.2015
1.273,50 TL
1000,54 TL
01.07.2015-31.12.2015
ASGARİ GEÇİM İNDİRİMİ TUTARLARI (AGİ)
Eşi çalışmayan ve dört çocuğu bulunan
%85
153,19 TL
Eşi çalışmayan ve üç çocuğu bulunan
%80
144,18 TL
Eşi çalışmayan ve iki çocuğu bulunan
%75
135,17 TL
Bekar olan veya eşi çalışan ve çocuğu olmayan
%50
90,11 TL
TÜRK-İŞ’İN AÇIKLADIĞI AÇLIK-YOKSULLUK SINIRLARI
Haziran 2013
Aralık 2013
Haziran 2014
Aralık 2014
Açlık Sınırı
1.021,67 TL
1.081,59 TL
1.158,09 TL
1.232,35 TL
Yoksulluk Sınırı
3.327,91 TL
3.523,09 TL
3.772,27 TL
4.014,17 TL
ENGELLİLİK İNDİRİM TUTARLARI (Gelir Vergisi Kanunu 31. Madde)
Madde 31: Çalışma gücünün asgari %80’ini kaybetmiş bulunan hizmet erbabı birinci derece engelli, asgari %60’ını kaybetmiş
bulunan hizmet erbabı ikinci derece engelli, asgari %40’ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabı ise üçüncü derece engelli sayılır
ve aşağıda engellilik dereceleri itibariyle belirlenen aylık tutarlar, hizmet erbabının ücretinden indirilir. Engellilik indirimi,
-Birinci derece engelliler: 880 TL, -İkinci derece engelliler: 440 TL, -Üçüncü derece engelliler: 200 TL
64
ÜCRETLİLER İÇİN UYGULANACAK GELİR VERGİSİ TARİFESİ (Gelir Vergisi Kanunu 103. Madde)
12.000 TL’ye kadar
%15
29.000 TL’nin 12.000 TL’si için 1.800 TL fazlası
%20
106.000 TL’nin 29.000 TL’si için 5.200 TL fazlası
%27
106.000 TL’den fazlasının 106.000 TL’si için 25.990 TL fazlası
%35
SSK PRİM HESABINA DAHİL EDİLMEYECEK KAZANÇ TUTARLARI
Yemek Parası (Günlük)
Çocuk Yardımı (1 Çocuk)
Aile Yardımı
2015 1. 6 Ay
2,40 TL
24,03 TL
120,15 TL
2015 2. 6 Ay
2,55 TL
25,47 TL
127,35 TL
ASKERLİK BORÇLANMASI ÖDEME TUTARI (18 AY İÇİN)
Borçlanma tutarı (18 ay): 40.05 TL X %32 X 540 gün
6.920,64 TL
01.01.2015-30.06.2015
Borçlanma tutarı (18 ay): 42.45 TL X %32 X 540 gün
7.335,36 TL
01.07.2015-31.12.2015
Askerlik Borçlanması = (SSK primine esas kazancın günlük alt sınırı) X %32 X borçlanılacak gün sayısı (en geç 1 ay içinde yapılmak zorunda). Diğer
borçlanmalarda da (grev, doğum, doktora vb.) aynı yöntem uygulanmaktadır.
EMEKLİLİK İÇİN SİGORTALILIK SÜRESİ, YAŞ KOŞULU VE PRİM GÜNLERİ
ERKEKLER
KADINLAR
İşe Başlama Tarihi
01.04.1981 öncesi ise
01.04.1981 - 08.09.1981
09.09.1981 - 23.05.1984
24.05.1984 - 23.05.1985
24.05.1985 - 23.05.1986
24.05.1986 - 23.05.1987
24.05.1987 - 23.05.1988
24.05.1988 - 23.05.1989
24.05.1989 - 23.05.1991
24.05.1990 - 23.05.1991
24.05.1991 - 23.05.1992
24.05.1992 - 23.05.1993
24.05.1993 - 23.05.1994
24.05.1994 - 23.05.1995
24.05.1995 - 23.05.1996
24.05.1996 - 23.05.1997
24.05.1997 - 23.05.1998
24.05.1998 - 23.05.1999
24.05.1999 - 08.09.1999
08.09.1999 - 30.04.2008
01.05.2008 - 31.12.2035
01.01.2036 - 31.12.2037
01.01.2038 - 31.12.2039
01.01.2040 - 31.12.2041
01.01.2042 - 31.12.2043
01.01.2044 - 31.12.2045
01.01.2046 - 31.12.2047
01.01.2048 ve sonrası
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
Sigortalılık
süresi
Yaş
şartı
Prim
günü
İşe Başlama Tarihi
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
20
-
Yok
38
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
58
58
59
60
61
61
63
64
65
5000
5000
5000
5000
5075
5150
5225
5300
5375
5450
5525
5600
5675
5750
5825
5900
5975
5975
5975
7000
7200
7200
7200
7200
7200
7200
7200
7200
8.09.1976 ve daha öncesi
09.09.1976 - 23.05.1979
24.05.1979 - 23.11.1980
24.11.1980 - 23.05.1982
24.05.1982 - 23.11.1983
24.11.1983 - 23.05.1985
24.05.1985 - 23.11.1986
24.11.1986 - 23.05.1988
24.05.1988 - 23.11.1989
24.11.1989 - 23.05.1991
24.05.1991 - 23.11.1992
24.11.1992 - 23.05.1994
24.05.1994 - 23.11.1995
24.11.1995 - 23.05.1997
24.05.1997 - 23.11.1998
24.11.1998 - 08.09.1999
09.09.1999 - 30.04.2008
01.05.2008 - 31.12.2035
01.01.2008 - 31.12.2037
01.01.2038 - 31.12.2039
01.01.2040 - 31.12.2041
01.01.2042 - 31.12.2043
01.01.2044 ve sonrası
65
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
Sigortalılık
süresi
Yaş
şartı
Prim
günü
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
-
Yok
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
60
60
61
62
63
64
65
5000
5000
5000
5075
5150
5225
5300
5375
5450
5525
5600
5675
5750
5825
5900
5975
7000
7200
7200
7200
7200
7200
7200
E
ÖRGÜTLENM
Birlik, kararlılık ve direnç...
Yusuf Sadettin Yörükler
(Amcor Tobacco İzmir İşyeri Baştemsilcisi)
A
mcor Tobacco Packaging işyerinde altı yıldır
çalışmaktayım. Sendikaya karar vermemizde, 2011 yılı sonunda aldığımız maaş
zamları ve işverenin “Sizlerin tiplerinize bakarım ve
maaş zammınızı ve görev değişikliğini ona göre yaparım, beğenmiyorsanız kapı orada” şeklindeki söylemleri etkili oldu.
Ücret adaletsizliği konusunda aşırı derecede sıkıntı
yaşayan bir grup işçi olarak, bu durumun daha ne
kadar devam edeceği konusunda şüphelerimiz bulunmaktaydı. Ülkemizde sendika üyesi olmak her ne
kadar anayasal bir hak olsa da uygulama konusunda
zafiyetler vardı. Arkadaşlarımızla yaptığımız grup toplantılarında bir şekilde bu sorunun üzerine gitmemiz
gerektiği konusunda görüş birliğine vardığımız zaman
itibariyle, sendikalaşma ve yasal haklarımızın korunması adına bir karar aldık.
Ben çocukluktan beri çalışıp kendi işlerimi kendim
yapan biriyim. Artık yaşım büyümeye başlamıştı ve
kaybedecek bir şeyim yoktu; ya bu iş olacaktı ya da
sanırım bu işyerinden gidecektim. Korkmuyordum,
çünkü anayasal hakkım olan bir şey karşısında dimdik ayakta durmalı ve bu sendikalaşma döneminde
arkadaşlarımın bize olan güvenini boşa çıkarmamalıydı.
Sendika olaylarını ilk olarak babamdan duymuştum. Fakat Schineider Elektrik’in örgütlenmesinin arkadaşlarım tarafından yapıldığını öğrendiğimde,
sendikayı daha anlamlı bir şekilde benimsemiş ve alınan haklar, iş güvencesi ve sosyal özgürlükler gibi konuları arkadaşlarıma anlatmaya başlamıştım.
Örgütlenmeye başladığımız anda Çiğli İşçi Kurultay Komitesindeki arkadaşlarımla temas halindeydik.
Sendikaya başvurmadan önce kalabalık bir grup
oluşturmak ve sendikanın karşısına çıktığımızda istekli olduğumuzu göstermek istiyorduk. Tarih olarak
tam hatırlayamıyorum ama bir Pazar günüydü… Sendika ile ilk buluşmada 30 kadar arkadaşımızı Şubeye
gönderdik ve fabrikada çalışırken, oradan gelecek
haberleri sabırsızlıkla bekledik. Örgütlenme kararı alınır alınmaz da çalışmalara başladık.
Atatürk Organize Sanayi Bölgesi içerisindeki sendikalı işyerlerinde bulunan arkadaşlarımızla temas
kurup sendika ve sendikal hak ve özgürlükler hakkında bilgi almaya ve bu durumu şirket içerisinde güvendiğimiz arkadaşlara anlatmaya başladık. Ve
sanırım o andan itibaren sosyal hak ve özgürlüklerimizi, ücret adaletsizliği karşısındaki duruşumuzu ve
daha da önemlisi bilinçlenerek kendimizi daha güçlü
ve güvende hissedeceğimiz ve bu güne kadar sömürülmüş olan haklarımıza kavuşabileceğimiz sendika
ateşini yakmış olduk.
Ve toplantılar yapmaya, gün be gün artan kalabalıklara ulaşmaya başladık. Artık çevremiz genişliyordu
ve her türlü haksızlığa karşı nasıl mücadele edebileceğimizi öğrenmeye başlamıştık. Bu konuda Sendikamız ve Organize Sanayi Bölgesindeki Çiğli İşçi
Kurultay komitesi ile her defasında haberleşiyorduk.
Bu komite, gönüllü olarak örgütlenme ve var olan
hakların işçilere anlatılması konusunda çalışıyordu.
Ve artık örgütlenmiştik. Sayımız günden güne artıyordu ve işyerinde sesimiz işçinin kendine güveniyle
daha gür çıkmaya başlamıştı. Ama işveren her mücadelede olduğu gibi elinde bulunan şartları iyi bir şekilde kullanabiliyordu ve her defasında süreyi
uzatabilmek için anlaşma yerine bekleme yoluna giderek işçiler üzerinde psikolojik baskı kurma çabasındaydı.
Böyle
bir
dönem
içerisindeyken
yapacaklarımız kısıtlıydı ve kanunen yetkimiz olmadığı için zor durumdaydık. Masada oturup düşüncelerimizi söylememiz gerekiyordu. Sendikamız ile
konuşarak örgütlü gücümüzü gösterip işvereni masaya oturtmamız gerektiğine inanıyorduk.
Nitekim bir eylem planı hazırladık ve o dönem içerisinde uluslararası kuruluşumuz UNI’den Seksiyon
sorumlusu ile de tanışma fırsatımız olmuştu. Onun da
66
Örgütlenmeye başladığımız anda Çiğli İşçi Kurultay Komitesindeki arkadaşlarımla temas halindeydik. Sendikaya başvurmadan önce kalabalık
bir grup oluşturmak ve sendikanın karşısına çıktığımızda istekli olduğumuzu göstermek istiyorduk.
Mücadelemizin karşılığını aldık. Ve bu mücadeleyi 11 Temmuz 2014 tarihinde imzaladığımız Toplu İş Sözleşmesi ile taçlandırdık. Şu anda yüzde
yüz örgütlü ve daha güvenli bir şekilde çalışıyoruz. Bu süreç için öncesi
ve sonrasına (Sendikalı / Sendikasız) şeklinde bir değerlendirme yaptığımızda farkı net olarak görüyoruz.
yardım ve tecrübeleriyle global anlamda bir eylem
planı hazırladık. Uygulamaya başladığımız anda işveren daha da tehlikeli hale gelmişti; çünkü artık sesimizi duyuyor ve tek başına karar veremiyor, yaptığı
her türlü işçi sömürüsüne karşı karşısında bizleri buluyordu.
Bir eylem günü örgütlenme komitesinden bir arkadaşımla birlikte mola alanı içerisinde dururken, işveren yanımıza koşa koşa gelip ikimizi de işten
uzaklaştırdığını söyledi ve biz altı gün boyunca işimize gidemedik. Bu esnada sendika ile eylem planımızı devam ettiriyorduk ve ateşimiz daha da
büyümüştü. İşyerimizde vardiyadan çıkan arkadaşlarımız evlerine gitmiyordu ve Genel Müdür ile her gün
toplantı yapılmaya başlanmıştı. İşveren örgütlülüğümüzün sağlamlığını o anda anlamıştı; çünkü biz, en
çok ezilen arkadaşlarımızla sağlam bir temel atarak
bu yola çıkmıştık.
Ve sonrasında disiplin kuruluna sevk edildik. Ancak
fabrikamızın disiplin kurulu da yetmedi, bulunduğu
grubun en üst koordinatörü gelerek bizim ile ilgili verilecek kararda kurulun içinde yer aldı. Sonrasında
bizi işe almak durumunda kaldılar. Ve böylece fabrikamızda çalışan her arkadaşımız bize sahip çıkarak
örgütlü çalışmanın ne demek olduğunu işverene göstermiş oldu. Sendikal mücadelenin işçi hak ve özgürlüklerini koruduğuna ilk kez inanmış oldular, sadece
maddi anlamda değil manevi olarak da bir güç kazanıldığının farkına vardılar.
Sonuç olarak, mücadelemizin karşılığını aldık. Ve
bu mücadeleyi 11 Temmuz 2014 tarihinde imzaladığımız Toplu İş Sözleşmesi ile taçlandırdık. Şu anda
yüzde yüz örgütlü ve daha güvenli bir şekilde çalışıyoruz. Bu süreç için öncesi ve sonrası
(Sendikalı/Sendikasız) şeklinde bir değerlendirme
yaptığımızda farkı net olarak görüyoruz.
Sendikal örgütlenme mücadelemizde bizimle birlikte olan ve bu süreçte emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
67
E
ÖRGÜTLENM
Haksızlıklara son vermek için...
Fatih Çıvgın
(Mayr Melnhof Graphia İşyeri Baş Temsilcisi)
Ç
alıştığımız işyerinde düşük
ücretlere ve giderek kötüleşen çalışma koşullarına
bağlı olarak sorunlarımız da artmaktaydı. Bu nedenle bu durumun nasıl
düzeltilmesi gerektiğini işyerinde arkadaşlarla sürekli konuşuyorduk.
Sendikayı ilk olarak halaoğullarımdan duydum. Kendileri Tire Kutsan
sendika kurucularındandır.
Haksızlıklara bir son verilmesi için,
insanca bir muamele ve hep birlikte
yaşanılası güzel bir işyeri için Şubat 2012’de örgütlenmeye başladık.
Fabrikada çalışan 3 arkadaşımız bir araştırma
içine girmişlerdi. Zaman içinde bizimle paylaştılar
ve bizler de insanlara anlatmaya başladık. Bu işi
başlatan Bülent Önaç ve Serkan Kavaklı abilerimiz
işlerinden oldular. Onları hiçbir zaman unutmayız.
Sonra tüm işi biz üstlendik.
23 Temmuz 2012 günü sabah saat 08.00’de
imza atmaya başladık ve 25 Temmuz 2012 günü
saat 13.00’de 142 kişi ile bu işe baş koyduk. Ardından, 4 ay süresince işkolu tespitinin yapılmasını
bekledik. İşkolu tespiti yapılınca öğrendik ki işkolumuz kağıt işkolu değilmiş. Selüloz-İş Sendikası’nda çalışan abilerimiz bizleri Kasım 2012’de
Basın-İş Sendikası ile tanıştırdılar. Onlarla da bir
görüşme yaptıktan sonra,1 günde 142 kişi Basınİş Sendikası’na üye olduk. Bir arkadaşım bile davasından yılmadan imzasını attı. O gün zaten
kendi kendime “Fatih bu iş bitti” dedim.
Beni en çok motive eden olay, tüm iş arkadaşlarımın arkamda olduklarını bana her an hissettirmeleri oldu.
Çalıştığımız işyerinde ilk sendika tecrübem ol-
duğu için kafamda sadece “acaba
nasıl olur?” sorusu vardı. Onun dışında süreçle ilgili hiçbir problemim olmadı.
Örgütlenme
sürecinde
işsizlikten bir gün bile korkmadım.
Arkadaşlarımı ikna etmek, onların
güvenini kazanmak için devamlı okuyup araştırdım. Tüm arkadaşlarımı
elimden geldiğince bilgilendirdim.
Bana bu süreçte, diğer temsilci arkadaşlarım Osman Engin, Vildan Ertuğrul, Emine Kocaman ile işyeri
komitesi ve başta Fatih Aydemir ve Yılmaz Yurteri
olmak üzere Sendika çalışanlarının ayrı ayrı yardımları dokundu.
Bu ruhu, babamdan aldığımı düşünüyorum.
Babam yıllar boyu Lokantacılar Odası Başkanlığı
ve Tire Spor’da yöneticilik yaptı. Ama sendika, ailemde ilk başta itici geldi. Alışkın olmadıkları bir durumdu; ancak zamanla onlar da sendikanın benim
için her konuda faydalı olacağının farkına vardılar.
Şimdi ailem en büyük destekçim.
Eskiden arkadaşlarımda şüphe, korku ve endişe
vardı. Ama ne zaman toplu halde eylemler yapmaya başladık; o zaman hiç kimsenin korkusu
kalmadı.
Ve Kasım 2012’de başlayan örgütlenme mücadelemiz, 19 Ağustos 2014 tarihinde toplu sözleşme ile sonuçlandı. İmzalanan 3 yıllık Toplu İş
Sözleşmesi ile ikramiye ve sosyal yardımlarımıza
kavuştuk; ücret, ücrete bağlı ödeme, izin, mesai
oranları, sosyal haklar ve daha birçok konuda
önemli iyileştirmeler elde ettik.
Başta çalışma arkadaşlarım olmak üzere, bu süreçte emeği geçen Sendika Yöneticilerine ve çalışanlarına teşekkür ederim
68
YİTİRDİKLERİMİZ
PROPAK
Tevrat Şentürk (Annesi vefat etti)
DARPHANE
Cemal Temir (Annesi vefat etti)
Abdullah Uçar (Emekli Üye-vefat etti)
Cemil Duman (Emekli Üye – vefat etti)
Hasan Balta (Babası vefat etti)
Orhan Şengül (Babası vefat etti)
DARPHANE
Nalan Yerlibucak
Fuat Can
PROPAK
Caner Oğuz • Ali Tekin • Harun Sağlam • Davut Yıldız •
İslam Ercan • Mustafa Şimşek
AMCOR TOBACCO İZMİR
Yusuf Yörükler (işyeri Baştemsilcisi)
ETAPAK
Ayşe Karaköse
YAŞAM BOYU MUTLULUKLAR DİLERİZ.
DAMGA
Ömer Çakmak (Babası vefat etti)
ZİRAAT GRUP
Eyüp Sefa Delikan (Babası vefat etti)
Cengiz Aldoğan (Babası vefat etti)
Aydın Karaduman (Babası vefat etti)
MEB DÖNER SERMAYE İŞT
Ali Altınbaş (Annesi vefat etti)
Hüseyin Koç (Abisi vefat etti)
MEB ÖLÇME DEĞERLENDİRME
Mustafa Günay (Annesi vefat etti)
TÜİK
Osman Dağdeviren (Vefat etti)
Sadi Bolat (Babası vefat etti)
AMCOR İSTANBUL
Tayfun Acar (Babası vefat etti)
METEKSAN
Salih Şahin (Emekli Üye)
ACILARINI PAYLAŞIRKEN,
YİTİRDİKLERİMİZE ALLAH’TAN
RAHMET, TÜM YAKINLARINA
SABIR VE BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUZ.
BASIN-İŞ SENDİKASI
MERKEZ YÖNETİM KURULU
DOĞUM
ETAPAK
Ercan Pişkinöz ( Eda ve Efe isimli ikizleri oldu) • Oğuz
Bülbül• Kemal Sönmez • Nazan & Erdin Çelik (Her İkisi
de üyemiz, Enes isimli bebekleri oldu)
PROPAK
Gürhan Güneşdoğdu • Mevlüt Çavuş • Kerim Hunç •
Recep Karakullukçu • Fatih Ören • Ömer Tüney • İsmail Koç • Emrah Kalyan • Emre Yılmaz
ZİRAAT GRUP
Musa Yıldırım
DARPHANE
İbrahim Kılıç • Nesrin Schefir
METEKSAN
Kürşat Yağmur (Zeynep isimli kızı oldu) • Fatih Alptekin
(Zehra isimli kızı oldu) • Metin Adler (Batu isimli oğlu
oldu) • Asım Ay (Kayra isimli oğlu oldu) • Hüseyin Yılmaz (Muhammet Halil isimli oğlu oldu)
TÜM BEBEKLERE SAĞLIKLI VE MUTLU BİR
YAŞAM DİLİYORUZ.
EMEKLİLİK
İŞ KAZASI
DARPHANE
İrfan Yılmaz • Casım Tatlı • İbrahim Kılıç • Zafer Pişkin
• Cengiz Gödek • Ziya Öztürk • Yıldıray Kurtaran
DAMGA
Ramazan Ay
DMO
Necdet Gülten
DSİ
Kazım Yıldız • Levent Erdem
DARPHANE
Kemalettin Kayalı
ZİRAAT GRUP
Levent Albayrak • Serdar Aldoğan
TÜİK
Mustafa Çam
TÜİK
Orhan Gökkaya • Ali Çetintaş • Cengiz Ceylan • Hüsnü
Kocabay • Kemalettin Bayraktar • Nevzat Düver •
Zafer Erdem • Ahmet Bulut • Selma Abay • Osman
Kılıç • Adnan Akbay • Osman Dağdeviren
ETAPAK
Ayhan Türkmener
PROPAK
Yaşar Yalçın • Yusuf Okutan
DARPHANE
Abdulkadir Öztürk • Çetin Akyayla • Ahmet Alıcı • Bülent Dizdar
METEKSAN
Rıdvan Ünver • İsmail Darıcıoğlu • Nuri Bağlan
HASTALIK/AMELİYAT
ACİL ŞİFALAR DİLİYORUZ.
YENİ YAŞAMLARINDA
SAĞLIK VE MUTLULUKLAR DİLERİZ.
Bu Dergi sendika üyesi işçiler tarafından basılmıştır.
ETAPAK
Sinan Altay (Annesi vefat etti)
Murat Tekgöz (Annesi vefat etti)
Hüseyin Doğan (Annesi vefat etti)
Kadınşah Tüccar (Babası vefat etti)
EVLİLİK
Download