Untitled - İSAM Kütüphanesi

advertisement
İSMAİL HAKKI BURSEVİ'NİN MUSA-HIZIR
KISSASI YORUMUNUN İLİM-MARİFET UYGUNLUGU
AÇlSINDAN DEGERLENDİRMESİ
Y rd.Doç.Dr.M.Necmettin BARDAKÇI*
Türk kültür tarihinde verdiği eserlerle haklı bir yere sahip olan
Celvetiyye tarikatı şeyhi İsmail Hakkı Bursevi (1063-1137116531725), din} ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvufa yönelerek
Celvetiyye tarikatı şeyhlerinden Osman Fazlı İlahi (ö:l102/169l)'nin
terbiyesinde tasavvufı eğitimini tamamlamıştır. Sosyo-kültürel ve
manevi şahsiyetini Osmanlı ülkesinde fikirleriyle yaşayan İbnü'l-Arab1
(ö:638/1240), Sadreddin Konevi (ö:673/1274, Mevlana (672/1273) ve
Aziz Mahmud Hüdayi gibi sfıfılerin öğretileriyle şekillendirmiştir.
Bursa'da Ulu Cami'de Kur'an-ı Kerim'in ilk suresinden başlayarak
yaptığı vaazlarını yazıya aktarmak suretiyle meydana getirdiği ve
"Ruhu'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an" adını verdiği tefsirinde tasavvufi
yorumlara da yer vermiştir. 1
Nitekim Kehf suresinde Hz. Musa-Hızır kıssası da Bursevl'nin
tasavvufi açıdan yorumladığı bölümler arasında yer alır. Bursevi bu
kıssanın anlatıldığı ayetlerde, zikri geçen Ledün ilmini açıklarken
nübüvvet bilgisi ile velayet (hakikat) bilgisi arasındaki farka dikkat
çeker ve velayet bilgisinin üstün olduğu neticesini çıkarır. Bu da III/IX
yüzyılda
Hakim Tirmizi (ö:258/898) tarafından tasavvuf
terminolojisine kazandırılan ve İbnü'l-Arabl (560-638/1165-1240)
tarafından geliştirilen "velayet" düşüncesinin bir yansıması olarak
görülebilir. Zira o, İbnü'l-Arabi'nin etkisinde kalmış bir sfıfı olarak
göze çarpar. Bu çalışmamızda İsmail Hakkı Bursevi'nin Musa-Hızır
kıssası ile ilgili yorumunu İslam tasavvuf düşüncesindeki bilgi anlayışı
ve şeriat-tarikat-hakikat birlikteliği çerçevesinde değerlendirmeye
çalışacağız.
S.D.Ü. ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
Sakıp Yıldız, "Türk Müfessiri İsmail Hakkı Bursev'i'nin Hayatı", AÜİİF Dergisi, Sayı:
ı, Erzurum 1976, 113- ı ı 6.
Düşünce
tarihi boyunca bilgi problemi, bir çok mütefekkir
ele alınmıştır. Var olduğu günden beri gerek kendini,
gerekse içinde bulunduğu alemi tanımaya çalışan insan, kendisi ile
kainat arasındaki irtibatını "bilme" adı verilen bir olguyla
gerçekleştirmektedir. Bilgi problemini çeşitli boyutlarıyla işleyen
mütefekkir İslam mutasavvıfları ise, Nübüvvet bilgisiyle birlikte
duyular vasıtasıyla elde edilen bilgilerin yanı sıra, bilgi probleminin
başka bir bölümünü teşkil eden ve sezgiye dayanan marifetullah
konusunda da düşüncelerini dile getirmişlerdir. Onların bilgi
anlayışına geçmeden önce bilgiyi ifade eden ilim ve marifet
kavramlarının semantik analizlerini yaparak konuya yaklaşmaya
tarafından
çalışalım.
İlim terimi Arapça "a-1-m" kök fiilinden türetilmiştir. Sözlükte
bilmek, öğrenmek, bir şeyin hakikatini idrak etmek, anlamak, tanımak,
bir şeyi yakinen bilip tasdik etmek, sağlamlaştırmak, nişan, alamet2 ve
cahilliğin zıddı, bir şeyin şeklinin akılda meydana gelmesi, kendisiyle
cüzilerin ve küllllerin idrak edildiği bir sıfat, bilinendeki gizliliğin
3
kalkması anlamlarına gelmektedir. Güç ve gayret sarf ederek
öğrenilen ilim, cehaletin ve inkann zıddıdır.
Marifet terimi ise Arapça "a-rj'" kök fiilinden bir mastardır.
Sözlükte sezgi, iç tecrübe, hissetme ve yaşama yoluyla peş peşe
oluşarak idrak etme, anlama, kavrama, bilme, hakikate vakıf olma,
görüp yaşayıp tadarak elde edilen bilgi olarak tarif edilir. 4 Sfifilerin
ruhani halleri yaşayarak, manevi ve ilahi hakikatleri tadarak iç tecrübe
ile vasıtasız olarak elde ettikleri bilgidir. 5
Tanımlarında
gibi ilmin ihtiva ettiği mana,
marifet ve İrfandan farklıdır. Yaşayarak, iç tecrübeyle elde edilen
marifet daha çok sezgiye dayalı bir bilmeyi kapsamakta ve
tefekkürden doğmaktadır. 6 Bu yönüyle marifet, sfifilerin ruhani halleri
da
görüldüğü
İsmail b. Hammad El-Cevher!, Es-Sıhah, (1-Vl), Kahire 1982, V, 1990-1991; İbn
Manzfir, Lisan u' 1-Arab, (I-VI), Kahire tarih siz, IV, 3082-3085.
Seyyid ŞerifCürcanl, Kitabu't-Ta'rifat, Daru'r-Reşad, Kahire 1991, 177.
Cevheri, IV, 140-1402; Ragıb El-İsfahanl, El-Müfreddt, Beynıt tarihsiz, 331-332; İbn
Manzfir, IV, 2897-2902.
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1995, 347; Mustafa Kara,
Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, 2. Baskı İstanbul 1990, 130-131; Ethem Cebecioğlu,
TasavvufTerimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, 487.
İbn Paris, Mu 'cemu Makayısı 'l-Luğa, (I-VI), (Tahkik: AbdüsseHlm Muhammed Harun),
Mısır 1969, IV, 281-282; İbn Manzfir, IV, 2897-2902.
82
yaşayarak,
manevi ve ilahi hakikatleri tadarak iç tecrübe ile
olarak elde ettikleri bilgidir. 7
vasıtasız
Tasavvuf terminolojisinde marifet vasıtasız bilgiyi ifade eder.
Ancak kalbin bu bilgileri kabul etmeye hazırlanması gerekir. Tezkiye
ve tasfiyeden sonra peş peşe yapılan riyazet ve ibadetterin çokluğu
kalbi marifete hazırlar. Zira kelimenin kök yapısında birbiri ardına
gelen bilgilerin oluşturduğu "örf' teriminin bulunması, 8 sernantİk
olarak bu anlamı vermektedir.
İslam tasavvufunda ilıne'l-yakin, ayne'l-yakin ve Hakka'Iyakin olarak ifadesini bulan bilgiden ilk ikisi ilim kısmını teşkil eder.
Üçüncüsü ise marifet kısmını oluşturur. Zira ilme'l-yakin ve ayne'lyakin duyu vasıtaları ve akıl yürütmeyle, bir diğer ifadeyle mücahede
ve muanese ile elde edilen bilgilerdir. Hakka'I-yakin ise ferdin bil-fiil
yaşaması ve kalbine bildirilmesi, yani mükaşefe ile ulaşılan bilgidir. 9
Kur'an'ın ilk nazil olan ayetleri okumak ve öğrenmekle
ilgilidir. 10 İlim kelimesi Kur'an'da türevleriyle birlikte yaklaşık olarak
850 yerde geçmektedir. Kur'an'a göre bilenle bilmeyen arasındaki
fark, görenle görmeyen arasındaki ve karanlık ile aydınlık arasındaki
fark gibidir. İnsanın melekten üstün olduğunu gösteren en belirgin
özellik bilgidir. 11
Hz. Peygamber'in de alimierin değerini yükselten ve her
Müslümanın bilgi sahibi olmasını öğütleyen hadisleri bulunmaktadır. 12
Bedir Savaşı sonrasında esir edilen Mekkeli müşriklerden okuma
yazma bilenlerden her birinin' Medineli on Müslüman çocuğa okuma
yazma öğretme şartıyla hürriyetlerine kavuşacaklarını bildirmesi, onun
ilme ve ilim adarnma verdiği değeri göstermesi açısından önemlidir. 13
Uludağ,
Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 347; Cebecioğlu, Tasavvu.f Terimleri ve Deyimleri
886-487; Kara, Tasavvu.fve Tarikatlar Tarihi, 130-131.
Cevheri, IV, 1401.
Ali b. Osman Cüllabi Hucviri, Keşfu '1-Mahcub, Hakikat Bilgisi, (Hazırlayan: Süleyman
Uludağ), İstanbul 1982, 532-533.
Alak suresi, 9611-5.
Zümer suresi, 39/9; En'am suresi, 6/50; Filtır suresi, 35/19; Bakara suresi, 2/31-33.
Buhar!, İl im, 1O; Ebu Davud, İli m, 1; İbn Mace, Mukaddime, 17.
İbn Sa'd, Et-Tabakiitü'l-Kübra, (I-VIII), Beyrut 1985, II, 22; Muhammed Hamidullah,
İslam Peygamberi, (I-Il), çeviren: Salih Tuğ, Beşinci Yayın İstanbul 1991, I, 226;
Mustafa Fayda, "Bedir Gazvesi", DİA, İstanbul 1992, V, 325-327. (Nitekim Sahabenin
iiiimierinden olan Zeyd b. Sabit, Bedir esirlerinden okuma yazma öğrenenlerden biridir.
İbn Sa'd, II, 22.)
Sözlüğü,
10
ll
12
13
83
İsHim dünyasında IWIX. ve IV/X. yüzyıllar, fıkıhtan hadise,
tefsirden keHtma, felsefeden tasavvufa kadar bütün ilimierin prensip ve
metotlarının tespit edildiği, bilgiye inançtan önce yer verilerek İslam
kültür ve medeniyetinin zirveye ulaştığı bir dönemdir. 14 İslam
Medeniyeti'nin inkişaf ettiği bu dönemde yaşayan sftfiler, bu
zihniyetin etkisinde yetişmişler ve ilim tahsil etmeyi amellerin en
üstünü olarak görmüşlerdir. Bu ilim, zahir ve batın olmak üzere
zamanın gerekli olan her türlü ilmidir. 15 Sfifiler, zahiri ilimlerde alim
olanları mülkün ve yer yüzünün, batın alimlerini ise sema ve
melekfttun zineti olarak görürler. Onlar önce Kur'an, Hadis, fıkıh gibi
dini ilimleri tahsil etmeyi, daha sonra da tasavvuf ilmine yönetmeyi
tavsiye ederler. Bu metodu· terk edenlerin vuslat makamına
ulaşamayacaklarını, bulundukları makam ve hallerin cazibesine takılıp
kalacaklarını veya şaşıracaklarını söylerler. Dile getirdikleri bu
düşünceleri bilfiil uygulayan mutasavvıflar, bulunduklan toplumun
müşaviri ve denge unsuru olmuşlardır. Bu metot hem ilk dönem
sfıfileri hem de daha sonraki dönemlerde yaşayan mutasavvıflar
tarafından titizlikle uygulanmıştır. Bu bağlamda Hasan Basri, Haris elMuhasibi, Cüneyd Bağdadi, Muhammed ibn Meserre, Gazzali,
Abdülkadir Geyliini, Ahmed er-Rifai, İbnü'l-Arabi, Mevlana, Hacı
Bayram Veli, Akşemseddin ile Aziz Mahmud Hüdayi vb.
mutasavvıflann ismini zikredebiliriz.
Sftfiler marifet ve ilmin aynı şeyler olmadığını, bu bakımdan
ilmin konusunun şeriat, yani peygamberlerin getirdiği vahiy bilgisi ve
mülk alemi, marifetin alanının ise zat ve ilahi alem olduğunu ifade
ederler. Onlara göre İlınin kaynağı akılla istidlal, duyu organları ve
nakil iken, marifetin kaynağı kalp, sır, ilham ve mükaşefedir. İlim
daha genel ve hem mümine hem de kilfire verilirken, marifet daha
özeldir ve sadece müminlere verilir. İlme çalışarak, gayret sarf ederek
ulaşılırken, marifete mücahede ve yoğun bir ibadetveriyazet hayatı ile
nail olunur. Kalp, her türlü kötü duygu ve düşünceden arınıp ilahi
ilhama, mükaşefe ve müşahedeye hazır hale geldiğinde marifete
ulaşabilir. 16
14
15
16
84
Hüseyin Atay, Kur'an'a Göre Araştırmalar I-V, Ankara 1995,2. Baskıl997, 276.
Ebu Bekir KeHl.bazl, Doğuş Devrinde Tasavvuf, Ta 'arruf, (Hazırlayan: Süleyman
Uludağ), 2. Baskı, İstanbul 1992, 75.
Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, 129-130; H. Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla
Tasavvufve Tarikatlar, İstanbul1994, 234; Cebecioğlu, 487.
Sufiler alimi bilgisini geliştiren ve onu arnelle süsleyen kişi
olarak tanımlayıp ilimle amel arasında bir bağ kurmaktadırlar.
Gerçekten de bu iki kelimenin kök fiillerindeki harflerin yakınlığı
anlamlarında da kendini göstermektedir. Bu sebeple ilim ve amel
birbiriyle iç içedir. Bilgi davranışa yansımalıdır. Davranışa
yansımayan, arnele · dönüşmeyen ve hayata geçirilmeyen bir bilginin
değeri yoktur.
Bayezid Bistami'nin şu sözü onun ilme verdiği değeri
göstermesi açısından önemlidir: "Otuz yıl nefs mücahedesi yaptım.
İ/imden ve ilme tabi olmaktan daha zor bir şey· görmedim. Şayet
alimierin ihtilafi olmasaydı ilerleyemf!Z yerimde sayardım." 17 Cüneyd
Bağdadi ile Seri Sakatı arasında geçen bir konuşmada Seri Sakati'nin,
yeğeni Cüneyd Bağdadl'ye tasavvuf ilmine başlamadan önce, dini
ilimleri öğrenmesini tavsiye etmesi dikkat çekicidir: Cüneyd-i
Bağdildi'ye hocası Seriyyü's-Sakati kimlerin ilim meclisine katıldığını
sorduğunda; Haris el-Muhasibi'nin diye cevap verir. O da: "İyi,
onunla otur, onun edeb ve ilminden al" der, arkasından da; "Allah seni
önce hadis ilminde alim, sonra sufi kılsın; evvela sufi sonra muhaddis
yapmasın" 18 diye ekler. O, bu sözüyle din ilimlerini öğrenmeden
tasavvuf yoluna giren bir kişinin, hadisleri ve d'ğer hükümleri kendi
sufi meşrebine göre yorumlayarak sapıtabiieceği endişesini dile
getirmiştir. Hamdün Kassar da dostlarına: "Size alimierin sohbetine
katılmanızı, cahillerden uzak durmanızı tavsiye ederim" 19 diyerek ilim
meclislerine katılmanın önemini vurgulamıştır.
'
Haris el-Muhasibi, ilmi insana gerekli olan şeylerin başında
görür. İnsan niçin yaratıldığını, dünyaya neden gönderildiğini ve
nereye gideceğini düşünmelidir. Ona göre, kurtuluş için tek çıkar yol
olan Allah'a itaat etmenin ilk delili ilimdir. 20 Muhasibi, "kalbine kalbf
arnellerden bir hatıra gelen kişi, onu iki delil olan Kitap ve Sünnete
arz eder. Onlara uygunsa bunu kabul eder, gönlünün inandığını
reddeder. Sadece ilmin kabul ettiği Allah 'ın emir ve yasaklarını
ı7
ıs
19
20
Ebu Abdurrahman es- Stilemi, Tabakô.tu 's-Sufiyye, (Tahkik: Nureddin Şeribe), 3. Baskı
Kahire 1986, 70.
Sülemi, 55; Ebu Tiüib Mekki, Kutü'l-Kulub, (I-II), Mısır 1306 h., I, 158; Ebu Hamid
Muhammed Gazziül, İhydu Ulumı 'd-Dtn, Mısır 1957, (I-IV), I, 22.
Sülemi, 127.
Hfui.s el-Muhasibi, Er-Ridye Li Hukukıllah, (Tahkik: Alıdülhalim Mahmud), Kahire
1990,47.
85
21
alır," sözüyle ilme en yüksek payeyi verir. Sehl b. Abdullah Tüsteri
"ilmin şükrü ameldir, arnelin şükrü ilmin artmasıdır" 22 sözüyle ilim
amel bütünlüğüne dikkat çekmektedir. Ebu Süleyman Darani ise,
"çoğu kez hakikat kalbime günlerce gelir de, Kitap ve Sünnetten iki
şahit olmaksızın onun kalbime girmesine izin vermem," 23 sözüyle
bilgiye verdiği değeri belirtir. Cüneyd Bağdadi bilgiye dayalı tasavvuf
anlayışını şu sözleriyle ifade eder: "Bizim bu yolumuz, Kitap ve
Sünnetin metoduna bağlıdır. Kur 'an 't ezberlemeye'? hadis
yazmayan24 ve fıkıh öğrenmeyen kişiye tasavvufta uyulmaz."2
Muhammed b. Fadl el Belhi (ö:319/931) ilmin ortadan
kalkmasını, bilginin hayata geçirilmemesini İslam'ın kaybolması
olarak nitelendirir. Ona göre: "İlmin tadını alan kimse ondan uzak
kalamaz." "İslam 'm kaybolması; bildiğiyle amel etmeyip bilmediğiyle
amel etmek, bilmediğini öğrenmernek ve insanları ilim öğrenmekten
uzaklaştırmak olmak üzere dört şeydendir." 26
Bilgiye imandan önce yer veren, hür düşünceli, taklitçilikten
uzak bir ilmi anlayışa sahip olan Endülüslü sufi mütefekkir İbn
Meserre' ye göre ilim, iman ve arnelden önce gelir. İnsanın neye
inanacağını ve neyi yapacağını önceden bilmesi gerekir. Bilgi olmadan
ne iman edilebilir, ne de amel yapılabilir.Z7
Ebu Talib Mekki, araştırmadan bir mezhebin görüşlerini taklit
edenleri tenkit ederek şöyle der: "Kula yarın başkalarının ilminden ve
bilgisinden sorulmayacak Ona, bildiğin şeylerden ne yaptın?
denilecek." 28 Gazzali de "İhyau Ulumi 'd-Din" adlı eserine ilim konusu
ile başlar ve gerekçesini de, "en önde ilim geldiği için hepsinin başına
Kitabu'l-ilmi koydum" 29 sözleriyle ifade eder. Ona göre ilmin yeri
kalbdir. Renklerin suret ve şekillerine nispetle ayna ne ise, bilginin
21
22
23
24
25
26
27
28
29
86
Muhasibi, Er-Riaye, 87.
Sülerni, 207.
Ebu Nasr Serrac, Kitabu 'l-Luma' İs/dm Tasavvufu, çeviren: H. Kamil Yılmaz, İstanbul
1996, 105; Sülemi, 78; Abdtilkerim Kuşeyri, Er-Risaletü'l-Kuşeyrfyye, Kahire 1957, 25;
Mekki, I, 167-168; İbnü'l-Cevzi, Telbisü İblis, (tahkik: Seyyid el-Cümeyli), Kahire
1984, 207.
Kuşeyri, 32.
İbnü'l Cevzi, Telbisü İblis, 208.
Sülerni, 214-215.
Muhammed İbn Meserre, El-Münteka min Keldmı Ehli't-Tüka, Kütahya Vahid Paşa
Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü, no:349, 7b, 20a.
Mekkl, I, 160.
Gazzali, I, 3.
hakikatine nispetle kalb de odur. Her bilginin bir hakikati ve her
hakikatİn de bir sureti vardır. Bu süret kalbin aynasına yerleşir. ilim,
eşyanın hakikatlerinin kalb aynasında meydana gelmesi, bilinenin
kalbe ulaşıp yerleşmesidir. 30
İbnü'l-Arabi,
"kim bir şeyi bilmezse inkar eder: Tıpkı
görmeyen kimsenin apaçık güneşi inkar etmesi gibi," sözüyle bilginin
önemini vur:fiulayarak bilgiden yoksun olmanın inkarcılığa yol açtığını
32
ifade eder.
Ona göre bilmediğini bilmek bilginin temeli dir.
Sadreddin Konevi (607-673/1210-1274)'nin; "bilgi nurun ta
kendisidir. Bir şey ancak onunla idrlik edilir," ifadesinde bilgi
hakkında ışık deyimini kullanması V!?. bununla her şeyi anladığımızı
söylemesi bilgiye verdiği değeri göstermesi açısından önemlidir. Ona
göre filozoflar külli bilgilere cüzilerden yola çıkarak ulaşınaya
çalışırlar. Peygamber ve veli ise bunun tam tersi, yani küllllerden
başlayarak cüziler alemine ulaşırlar. 33
Daha önce de belirtildiği gibi sufilerin kabul ettiği bir bilgi
olan marifet, ilimden farklıdır. Marifet, hem sufılerin
hayatlarında, hem de klasik tasavvuf kaynaklannda önemli bir yer
tutar. Onların marifetle ilgili sözleri, tasavvufi makam ve hallerine
göre değişmektedir. Her bir süfı, kalbine gelen bilgi ve ilham
nispetinde konuşabilmektedir. Bu bağlamda Muhasibi, marifeti
Allah'ın kendisini insana tanıttığı şeylerle O'nu tanımak şeklinde
tanımlar. Ona göre, AHalı'ın affedici, kudret sahibi, cebbar, kerim,
azim, hakim vb. olduğunu bilmek marifettir, yani Allah'ı tanımadır. 34
Ebu Said Harraz, marifetin biri Hakk vergisi, diŞeri kulun gayretiyle
kazanılan olmak üzere iki çeşidinden bahseder. 5 Onun bu ayırımı,
ilirole marifet arasındaki farkı göstermektedir. Sehl b. Abdullah
Tüsteri de, ilim, marifet ve akıl arasındaki ilişkiye dikkat çekerek şu
tespiti yapar: "İlmin varlığı marifetle, aklın varlığı da ilim/edir.
Marifet ise vasıtasız olur. Eşyanın zahiri ile ilgili bilgilere ilim,
çeşidi
30
31
32
33
34
35
GazzaJ'i, III, 12.
Nihat Keklik, Felsefe, Mukayeseli Temel Bilgiler, İstanbul 1978, 94.
İbnü'l-Arab'l, El-FütCıhiitü'l-Mekkiyye, (I-IV), Kahire 1293 h., II, 169.
Nihat Keklik, Felsefenin İlkeleri, İstanbul 1987, 214; İsmail Yakıt, "Sadreddin
Konevi'nin Düşüncesinde İdriik ve Hakikat Bilgisi", Türk Yurdu, sayı: 35, Temmuz
1990 Ankara, 54.
Haris el-Muhil.sibi, El-Vesaya, (Tahkik: Abdülkadir Ahmed Ata), Beyrut 1986, 285.
Serrac, 56.
87
biitınını
ve iç lüzünü
ismi verilir."3
keşfetmek
suretiyle elde edilen bilgilere marifet
Arifi kendisi sustuğu halde sırrından Hakk'ın konuştuğu kimse
olarak gören Cüneyd37 Bağdadi, marifeti insan-Allah ilişkisi yönüyle
ele alır. Ona göre "marifet, Hakk'ın ilminin var olduğu yerde insanın
bilgisinin bulunmamasıdır. Marifet, en sonunda varılacak noktayı
kalbin görmesidir. Arj( bu noktada az veya çok her hangi bir
tasarrufta bulunamaz." 8 Kalbin bu bilgisinde, insanın müdahalesi söz
konusu değildir. Zünnün Mısri ise, marifet bilgisine ulaşan ariflerin şu
üç vasfı taşıması gerektiğini belirtir. Ona göre "bu sıfatiardan
birincisi, marifet nuru yera nurunu söndüremez. İkincisi, zahirf
hükümlere muhalefet eden, onlara ters düşen bir batınf bilgiyi kabul
etmez. Üçüncüsü ise, Allah 'ın ihsan ve nimetlerine nail olduğunda
haramların sınırını zorlamaz." 39
İbn Meserre'ye göre marifet Allah'ın seçkin kullarına bir
hibesidir. Çalışma ile elde edilemez. Bilgisini artıran kişi marifete
zemin hazırlamış olur. Ancak her bilgi sahibine marifetin verilmesi
zorunlu değildir. İnsan bilgisini artırmak, halis ve takvalı bir şekilde
kulluk yapmaktan sorumludur. Bunlar marifetin sebepleridir. 40
Ebu
Talib Melli ise, ilim denilince tevhid ilminin
söyleyerek konuya farklı bir bakış açısı getirir. Ona göre
bu ilme, marifet bilgisiyle ulaşılabilir. 41 İlın-i batın, Allah'ın
sevdiklerinin kalbine terleştirdiği bir sır olup, ona ne bir melek ne de
bir beşer muttali olur. 2 Zahir ve batın olmak üzere ikiye ayrılan ilmin
her bir kısmı, İslam ve iman noktasından birbirinden ayrılamaz. Bu
beden ve kalbin birbirinden ayrılamayışı gibi bir şeydir. 43 Melli'ye
göre, ilimierin en üstünü Allah'ın yakınlığına kavuşanlara mahsus
ayne'l-yakin olan müşahede ilmidir. En düşüğü ve değersizi ise
müminlerin geneline ait olan teslimiyet ve taklitçiliktir. 44 Bu
ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Mekki'ye göre ilimle marifet aynı şey
kastedildiğini
36
37
38
39
40
41
42
43
44
88
KeHibazi, 97-98.
Kuşeyri, 245.
Kelflbazi, 97, 193.
Serrflc, 61; Kuşeyri, 245-246.
İbn Meserre, El-Münteka, 80a-80b.
Mekki, I, 129.
Mekki, I, 120.
Mekld, I, 130.
Mekki, I, 136.
değildir. ilmin konusu şeriat ve mülk alemi, marifetin konusu ise zat
ve iH'th'i alemdir. 45
İbnü'l-Arab'i de selefi Endülüslü İbn Meserre gibi marifeti ilahi
bir nitelik olarak görür. Salih amel ve takva ile yola sülük ederek elde
edilen bir bilgi olan marifet, sadece Bir'i ister ve Bir'i kabul eder. Bu
bilgide düşünme ve nazar yoluyla elde edilen bilginin zıddına, asla
şüphe ve kuşku yoktur. 46
Sufiler güçleri nispetinde ilimierin hepsiyle meşgul olmaya
çalışmışlar, bir ilim dalını tercih edip diğerini bir kenara
atmamışlardır. Bu bağlamda Ebu Bekir Verrak'ın şu sözleri sufilerin
farklı ilim daUarına bakışlarını yansıtması açİsından dikkat çekicidir: "
Fıkıh
ve zühd olmaksızın kelam ilmi ile yetinen kişi zındıklığa düşer,
kelam ve fıkıh ilmi olmaksızın zühd ile iktifa eden bidatçi olur, zühd ve
kelam ilmi olmadan fıkıh ilmi ile yetinen de fasık olur. Bu ilimierin
hepsini öğrenen ve bildiği ile am el eden kişi ise kurtuluşa erer. " 47
Bununla birlikte her ilim dalındaki alimler gibi onlar da kendi
disiplinleri olan tasavvufu diğer disiplinlerden daha üstün görürler.
Nitekim Cüneyd-i Bağdadi: "Eğer bir ilmin, bizim bu ilmimizden daha
şerefli olduğunu bilseydim ona ve o ilmin ehline doğru koşarak
giderdim. Bir vaktin de bizim bu arkadaşlarımızla, meşayıhımızla, bu
ilmi öğrenmek üzere geçirdiğimiz vakitlerden daha değerli bir hal ve
vakit olduğunu bilsem hemen bu meclisten kalkar ona varırdım."
"Bana göre, ilim öğrenmek üzere bir araya gelen topluluklar arasında
sufilerden daha üstün bir cemrıat ve onların ilminden daha değerli bir
ilim olamaz. Eğer durum böyle olmasaydı, ben onlarla düşüp
kalkmazdım," 48 diyerek tasavvuf ilminin üstünlüğünü ve onunla
meşgul olmanın önemini belirtir.
Sufilerin samimi ve ihlaslı olarak yaptıkları ibadet ve riyazet
neticesinde elde ettikleri marifet bilgisi duyu organları ve akılla elde
edilmediği için anlatılamaz. Geliş tarzı bilinmeyen marifetin anlaşılır
bir şekilde ifade edilmesi mümkün değildir. Bir mahiyet hakkında
önermelere dayanmayan bir bilgi olan sfifinin manfetini ispat etme ve
araştırma imkanı yoktur. Sufi kazandığı marifeti akılla işleyebilmekle
45
46
47
48
Hüseyin Certel, İman ve Ahldkta Kemdlin Yolu, Hamle Yayınları, istanbul tarihsiz, 6364.
İbnü'l-Arabi, El-FütCıhatü'l-Mekkiyye, Il, 393.
Sülemi, 224; Hucviri, 211.
Serrfic, 181.
89
beraber marifet bilgisi Allah hakkındaki bilgi olduğu için ilim ve irfan
arayan kişinin aklımn sınırlarına sığmaz. 49 Her şeyi kuşatan ve sınırsız
olan Allah, sınırlı akılla kavranamaz. Bununla birlikte mutlak bilgiye
ulaşınaya çalışan sufı dünyada yaşadığı için ilmin rasyonel terimlerini
kullanmak zorundadır.
İ. Hakkı Bursevl'nin Musa-Hızır Kıssasını Yorumunun
Değerlendirilmesi
İslam tasavvuf düşüncesinde marifet kesin bilgidir. Allah'ın
birliğini
tasdik etmenin yolu ise ilimdir. Bu bakımdan mutasavvıf için
ilim ve marifetin her ikisi de g~reklidir. Allah'ın bir kulunun kalbine
ilham ettiği bilgi, peygamberin getirdiği vahiy bilgisiyle çelişkiye
düşmez. Hakikat olarak ifade edilen şey ilme muhalefet etmez. Şayet
kalbe gelen şey, Nebevi bilgiye ters düşerse ona uyulmaz.
Hz. Musa ile Hızır kıssası insanın manevi-ruhani uyanışı ve
hakikati arayışını yansıtmaktadır. Zahir ve biitın temelden farklı şeyler
olup, neyin görüntü neyin hakikat olduğu ancak tecrübe edip sezgiyle
kavramak suretiyle anlaşılabilir. Bu açıdan Hz. Musa'nın insanların en
bilgini olduğu şeklindeki zannının yanlışlığını vurgularcasına Allah'ın
kendisinden daha bilge bir zatı haber vermesi üzerine onun bilgi
peşinde koşma serüveni başlamaktadır. 5 Kıssada zikredilen "iki
denizin birleştiği yer" ile coğrafi olarak Kızıldeniz ile Hint
Okyanusunun birleştiği Babü'l-Mendeb veya Akdeniz ile Atlas
Okyanusunun birleştiği Cebel-i Tarık Boğazı, ya da Akabe körfezinin
kastedildiği belirtilir. Ancak Beydavi'nin de vurguladığı gibi "iki
deniz" Hz. Musa ile Hızır'ın temsil ettiği iki tür bilgi kaynağını
sembolize etmektedir. Hz. Musa zahiri bilgiyi, Hızır da batıni bilgiyi
simgelemektedir. 51
°
Ledün İlmi; ayetteki ifadesiyle "Hak katından kula verilen
bilgidir." 52 Gayb ilmi olarak da ifade edilen bu bilgi, sırlara vakıf
olma anlamında kullanılan bir tabir olup, Allah tarafından salih
kullarına öğretilen bir ilimdir. Çalışarak ve gayret sarfederek elde
49
50
51
52
90
Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, İstanbul 1982, 128-130, 140; Şahin Filiz,
İslam Felsefesinde Mistik Bilginin Yeri, İstanbul 1995, 225 vd.
Fahreddin Razi, Mejatihu 'l-Gayb, (1-XXXU), Beyrut 1990, XXI, 123-125.
Kadı Beydavl, Envô.ru'-Tenzfl ve Esrô.ru't-Te'vfl, (I-II), Dersaadet 1314, Il, ı9.
Kehf suresi, 18/65.
edilmerip, Allah tarafından vasıtasız olarak kulun kalbine ilham
5
edilir. Bu yönüyle marifet bilgisiyle eşanlamlıdır.
Bu açıdan peygamberlerin ilmi de Allah tarafından gelen vahiy
ve öğretmek şeklinde olduğu için ledün ilmidir. Ancak kendilerine
ledün ilmi verilenierin tamamının bilgileri aynı değildir. Nitekim
Hızır'a öğretilen ilim, Hz. Musa'ya verilen ilimden farklıdır. Kaynak
olarak her ikisi de bilgilerini Allah'tan almalarına rağmen, Musa'nın
ilmi işlerin dış görünüşüyle ilgili, Hızır'ın ilmi ise işlerin iç yüzüyle
ilgilidir. 54 Hz Musa Peygamber olduğu için bilgileri daha geneldir.
Hızır'ın bilgisi ise daha özeldir. İç yüzünü bilmeyenlere anlatılması
doğru değildir. Kıssada da görüldüğü~ gibi bu durum Hızır tarafından
Musa'ya hatırlatılmıştır.
Hz. Musa Hızır kıssası, peygamberlerin her türlü bilgiyi
bilmesinin gerekmediğini de vurgulamaktadır. Burada adı
zikredilmeyen klıJun "Hızır" olduğu şeklinde 1aygın olan kanaat, Hz.
Peygamber'in hadisleriyle doğrulanmaktadır. 5 Hz. Musa'nın Hızır'la
buluşmaya giderken yanında bulunan genç arkadaşı ise, Yuşa b.
Nün'dur. Bu buluşma muhtemelen İsrailoğullarının Mısır'dan çıkıp
Filistin'e giderken Tih Salırasında bulundukları bir sırada cereyan
etmiştir. 56
Buhar!, Hızır'la Musa arasında geçen şöyle bir konuşmayı
"Ey Musa! Ben Allah 'ın ilminden bana öğrettiği bir ilim
üzereyim ki, sen onu bilem{!zsin. Sen de Allah 'ın ilminden sana
57
öğrettiği bir ilm e sahipsin ki, ben de onu bilemem. "
aktarır: Hızır:
Burada Hz. Musa'nın tavrı dikkatle incelenmelidir. Peygamber
Hz. Musa ilim öğrenmek için kendisinden farklı bir
bilgiye sahiR olan bir kişiye tevazulu bir şekilde bilgi edinmeye
gitmektedir. 8 Hz. Musa'nın Hızır'a: "sana öğretilenden bana
öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" diyerek ondan istifade
etmeye çalışması, bize insanın hangi konumda olursa olsun ilim
olmasına rağmen
53
54
55
56
57
58
Tehanevi, II, 1231; Süleyman Uludağ, TasavvufTerimleri Sözlüğü, İstanbul 1995, 335.
Ethem Cebecioğlu, TasavvufTerimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, 471-472.
Elmalılı, V, 371-372; Cebecioğlu, 471-472.
Buhari, Tefsiıu Sureti'l-Kehf, 18/2.
Seyyid Kutub, Fi Zıtali '!-Kur' an, IX, 443; A. Yaşar Ocak, İslam-Türk İnançlarında
Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara 1990, 50-51.
Buhdri, Tefsiru Sureti'l-Kehf, 18/2; Elmalılı, V, 372.
Fahreddin Razi, XXI, 122.
91
öğrenmek için gayret sarfetmesi,
gerektiğini öğütlemektedir. Hz.
öğrenmekten uzak durmaması
Musa'nın Hızır'dan bildiklerini
ilim
kendisine de öğretmesini istemesi, hüsn-i edeb konusunda mübalağalı
bir iltifattır. Zira o, Allah'ın kendisine öğrettiği bilgilerden öğretmesi
için ona tabi olmak, onunla arkadaşlık yapmak için izin istemiştir. Bu,
alimin mertebesi düşük dahi olsa öğrencinin hocaya uymasına bir
delil dir.
İbn Abbas'ın rivayetine göre Hz. Peygamber, Musa-Hızır
kıssasını
anlatarak; "Allah Musa ya rahmet etsin, biraz daha sabırlı
olsaydı Allah bize onların lassasım bildirirdi," demiştir. 59 Nitekim Hz.
Musa Hızır'la beraber olçluğu sürece sabırlı olmaya çalışacağını, hiçbir
şeyde ona muhalefet etmeyeceğini söyleyerek olgunluk gösterir. Bunu
da Allah'ın iradesine bağlamayı ihmal etmez. Zira sabrın Allah'ın
dilernesine tahsis edilmesi gerekir. Bu, geleceğe ait bir işin hiçbir
kimse tarafından bilinemeyeceğini de ifade eder. Hz. Musa'nın yaptığı
işlerde Hızır' a karşı koymayacağına dair söz vermesi ise, konuşulan
anda Hz. Musa'nın kararlı ve azimli olduğunu gösterir. 60
Kehf suresinin 65-82. ayetlerinde
anlatılan
Musa
kıssasını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Musa ile Hızır
vardıklarında Hızır'ı tanıyan gemiciler onlardan para almadan
Hızır
sahile
gemiye
sökerek
bindirdiler. Yolculuk sırasında Hızır geminin bir tahtasını
onda bir kusur ve ayıp meydana getirdi. Bu delik dışarıdan
bakıldığında gemiyi kusurlu ve çirkin göstermekle birlikte içerisine su
almadığından yolcular için bir tehlike teşkil etmiyordu. Ancak Musa
onun yaptığı işe bakarak; "Sen gemiyi içindekilerle batırmak mı
istiyorsun? Sen onlara böyle mi karşılık vereceksin?" diyerek çıkıştı.
Hızır Musa'ya ilk buluştukları andaki sözünü hatırıatınca Musa,
sözlerinde bir kasıt olmadığını, daha önceki verdiği sözü unuttuğunu
söyleyerek özür diledi.
Gemiden indikten sonra Hızır köyün dışında karşılaştıkları bir
"gulam"ı öldürdü. Bunun üzerine Musa "günahsız bir gulamı bir can
karşılığı, kısas olmaksızın öldürdün ha?" diyerek onu azarladı.
Yolculuklanna devam edip bir köye geldiler. Acıktıkları için
köylülerden yiyecek bir şeyler istediler. Allah'a tevekkül edip hallerini
O'na arz edecekleri yerde malılukata yöneldiler. Allah ile aralarına
başkalarını koydular. Ancak köylüler onlara yiyecek vermediler, iyi
59
60
92
Buhari, ilim, 16, 19.
Şevkani, III, 299.
davranınadılar. Bununla birlikte orada yıkılınak üzere olan bir duvarı
tamir etti. Musa Hızır'a "isteseydin yaptığın işin ücretini alıp
kamıınızı doyururduk" deyince Hızır ayrılma zamanlarının geldiğini
söyleyip olayların iç yüzünü Musa'ya açıkladı.
Bu kıssayı tasavvufi açıdan yorumlayan İsmail Hakkı Bursevi,
Hızır'ın zahire ters düşen gizli bilgilere sahip olduğunu, bu sebeple
salih insanın özellikle şeriat sahibinin böyle bir durumu gördüğünde
inkar etmeye başıayacağını belirtir. Ü:ila göre öğretici imam iki
kısımdır.
Birisi çalışıp gayret ederek, diğeri çalışmadan, gayret sarf
etmeden bilgileri elde eder. Büyük çaba harcayarak elde edilen ilirnde
söz, ispat, delil, münakaşa, itiraz, isti,Çilal ve.boşa çıkarma gibi şeyler
vardır. Ancak bu ilim sahibinin eşyanın hakikatinden haberi yoktur.
Bursevi'ye göre, Musa ile Hızır'ın her ikisi de hem zahiri hem de
batıni bilgi sahibi idi. Musa peygamber olduğu için zahire göre karar
vermekte, zahiri bilgi onda ön plana çıkmaktadır. Nitekim Musa'nın
Hızır'a; "Sana öğretilenden bana öğretmen şartıyla sana t{lbi olabilir
miyim?" sözü bilginin bu yönüyle ilgilidir. Zira batıni bilgi zevk ve
keşf yoluyla doğrudan Allah'tan alınır. Hızır ise ilm-i batına sahip bir
velldir. 61
Bursev!'ye göre Musa'nın Hızır'a mütevazi bir şekilde ilim
için uyması, ilim ve irfan taliplerine örnek teşkil eder.
Ancak Nübüvvet ilmi ve zahirl' ilim kendisinde hakim unsur olduğu
için Musa'nın batın ilmine ve veUiyet ilmine sabretmesi mümkün
değildir. Zira velayet ehlinin •yaptığı fıiller onun anlayışına ve takip
ettiği metoda muhalefet etmektedir. Allah onu bunun hikmetine
muttali kılmamıştır. Hızır, Allah'ın kendisine verdiği ledün ilmine
göre hareket etmekte, eşyanın hakikatini mükaşefe yoluyla
bilmektedir. Yaptığı işleri hikmetine bağlı olarak i cra etmektedir. Yani
her ne kadar yapan ve eden Hızır ise de, hakiki fail Allah 'tır. "Ben
kulumun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı olurum ..." kudsi
hadisinde vurgulanan hal gerçekleşmiştir. 62 Hızır' dan sadır olan her
şeyin bir hikmeti, güzel bir gayesi vardır ki bu öğrenci ile hoca
arasında olması gereken edeblerdendir. 63
öğrenmek
Bursevi, Peygamberlerin işlerin batını ve eşyanın hakikatlerini
bildirmek üzere değil, zahire göre hükmetmek üzere gönderildiklerini,
61
62
63
İsmail Hakkı Bursev'l, Ruhu'l-Eeyanfi Tefsiri'l-Kur'an, (I-X), İstanbul 1389, V, 275.
Bursevl, Ruhu'l-Eeyan V, 276.
Bursevl, Ruhu'l-Eeyan V, 277.
93
Hızır'ın ise işlerin batınma ve eşyanın hakikatlerine göre hüküm
vermek üzere gönderildiğini belirtir .. Nitekim Musa'nın Hızır'a karşı
çıkışı bu yüzden olmuştur. Diğer bir açıdan bakılırsa Hızır da marifet
ilmine sahip, işlerin batmını tanıyan bir peygamberdir. O işleri yapsın
diye kendisine vahyedilmiştir. Musa ise zahire göre hükmeden bir
peygamberdir. 64
Hızır olayların iç yüzünü Musa'ya
ayıplamasının sebebinin her sağlam gemiye
haber verirken, gemiyi
el koyan korsan bir kral
olduğunu, kralın J3eminin delik olduğunu görünce ona el koymayacağı
şeklinde açıklar.
Bursevi, Hızır'ın geminin delinmesini kendisine
nispet ederek "Ben isted!m" şeklinde ifade etmesini, Allah'ın hükmü
ve dilemesiyle yorumlamaktadır. Buradan hareketle bir müctehidin bir
şeyin faydasının ve ıslahının zararından ve kötülüğünden daha fazla
olduğunu şeriatın batınına göre anladığı zaman batına göre
hükmetınesini caiz görmektedir. Bu durum hakikate muvafakat
ediyorsa zahire göre hüküm vermesini caiz gö:ı:memektedir. 66
ise, "Hızır onu anası-babası
ve dalalete sürüklernesinden
korktuğu için Allah'ın kendisine öğrettiği bir bilgiyle öldürmüştür"
sözleriyle izah etmeye çalışmıştır.· Hızır, çocuğun tabiatının kü:fiir
üzere oldu@nu Allah'ın bildirmesiyle bildiği için bu fiili
uygulamıştır. 67 Çocuğun öldürülmesi her ne kadar ailesine zor
geldiyse de, "insanın şer gördüğü bazı şeyler onun hakkında hayırdır,
iyi gördüğü şeylerde şerdir" hükmü gereği çocuğun öldürülmesinin
uygun olduğunu ifade eder. Zira çocuk ileride ailesinin din ve diyaneti
için tehlikelidir. 68
Bursevi,
mürnin
olduğu
Hızır
gulam'ın öldürülmesini
onları ileride küfre
halde
hikmetini, batınım açıklamaya başlayarak
şunlara dikkat çeker: Geminin delinmesini kendisine nispet ederek
kötülüğün zahiri yönüne sahiplendi. Gulam'ın öldürülmesini Allah ile
kendisine ortak olarak nispet etti. Çünkü her şahıs için kü:fiir haşyet
duyulup korkulması gereken bir olgudur. Hazine sahibi çocukların
rüşd çağına erişmelerini sadece Allah'a nispet etti. Büluğ çağına
erişmek ve yaşın kemale ermesi yalnız Allah'ın iradesine bağlıdır. Bu
64
65
66
67
68
94
olayların
Bursevi, Ruhu 'i-Beyan,
Bursevi, Ruhu'l-Beyan,
Bursevi, Ruhu'l-Beyan,
Bursevi, Ruhu'l-Beyan,
Bursevi, Ruhu 'l-Beyan,
V,
V,
V,
V,
V,
28 ı.
284.
285.
285.
286.
konuda kulun hiçbir müdahalesi söz konusu değildir. Netice itibariyle
birincisi çirkin bir kötülüktür, üçüncüsü mutlak iyiliktir. İkincisi ise
ikisinin karışımıdır. 69
Hızır, Ey
duvarın tamirini
Musa geminin delinmesini, gulamın öldürülmesini ve
ben kendi görüşüm ve isteğimle yapmadım. Ben bu
işleri Allah'ın emri ve vahyi gereği yaptım. İşte senin anlamakta
güçlük çektiğİn olayların batım, sırrı budur. Bunlar mürşid ile mürid
arasındaki şek ve şüphenin giderilme yoludur. 70
Bursev1, Hızır'ın Musa'ya gösterdiği bu üç olayın insanın kötü
hallerine tekabül eden bir anlama geldiğini belirtir. Ona göre geminin
delinmesindeki gemi ile kastedilen, insan vücududur ve suret
denizinde yüzüp gitmektedir. Yolcuları organlardır ki ruha
muhtaçtırlar. Ruh emir aleminden olup kadimdir. Vücud gemisine
zulüm ile el koymak isteyen kral nefstir. Nefs, onu batırmak ve
ahadiyet sırrına ulaşmasını engellernek istemektedir. 71
Bursevi'ye
göre
gularnın
öldürülmesi, ruh
ve
cesedin
birleşmesinden meydana gelen ve şehvet denilen
heva-yı nefsin
başının koparılmasıdır. Şehvetin koparılıp atılmasıyla insan melek
mertebesine erişir, ilk akla ulaşır. Şehvet, süfll olan unsurların
hükümlerini taşır. Akıl ise ulv1dir. Şeriat ehli ise şehvetin koparılıp
atılmasını ölüm sebebi olarak gördükleri için istemezler. Biitın ehline
hayattır. Bu bakırndan hakiki şehid, şeriat
açısından şehid sayılan savaş sırasında öldürülen değil, riyazet ve
göre ise bu durum ikinci
rnücahede ile nefsini öldüren kirnsedir. 72
İşte Hızır'ın zahirde gularnın başını koparması batın başını
eder. Nefs bedeni ifsada çalışırken, ruh ıslaha
alemi kurmak, hak yolunu ınkıtaya
uğratmamak için nefs ve şehvet gibi yol kesici haramileri yol yakınken
öldürmek gerekir. Diğer taraftan bu konuda rivayet edilen hadislerden
anlaşıldığı kadarıyla gulamın tabiatı, şekavet ve küfiirle tabiatlanmıştı.
Onun iyilerden- olması mümkün değildir. Mükellef olmamasına da
itibar edilmez. Önemli olan kabiliyet ve tabiattır. Bu noktada Bursevi;
koparmaya
işaret
çalışmaktadır.
69
70
71
72
Nizarn-ı
Bursev!, Ruhu'l-Beyan, V, 287.
Bursevi, Ruhu'l-Beyan, V, 287.
İsmail Hakkı Bursev'l, Kitabu'n-Netfce, (Hazırlayanlar: Ali Namlı-İmdat Yavaş),
İstanbul 1997, I, 459.
Bursevi, Kitabu'n-Netfce, I, 460-461.
95
"Her
doğan fitrat
üzere (tevhide meyilli)
doğar.
Sonra onun annesi ve
babası onu ya yahudi, ya hristiyan, ya da meciisf yapar"73 hadisini
delil getirir ve yalnız fıtrat-ı asliyye üzere olmak yeterli değildir.
Kabiliyet-i asliyye ezell saadeti gerektirmez. Şehvet-i hakiki şehvet-i
tabi1yyeden ayrıdır. Buradan da anlaşıldığı gibi her gulam öldürülmez.
Sadece fesad çıkaranlar öldürülür. 74
·
Bursevi duvarın tamir edilmesiyle ilgili olarak şunları söyler:
"Duvarın altında iki yetimin gizli hazineleri bulunmaktadır. Yetirnden
kast edilen ise, ruhu masivaya meylettirip asliyeünden uzaklaştıran
nefs, şehvet ve hevanın emrine giren kalbdir. Kalbin defınesi de esrar-ı
iHihiyyedir. Bu sırların çocukluk çağında gizlenmesi, büluğ çağında
açığa çıkması daha uygundur. Hakk'ın hazinesinde saklanmalıdır.
Çünkü çocuk, büluğ çağına ulaşıncaya kadar sır mahalli değildir. 75
Netice itibariyle Bursevi'ye göre; geminin delinmesi tabiatın
şeriatla ıslah edilmesine, gulamın öldürülmesi tarikatle nefsi ıslah
etmeye, duvarın tamir edilmesi marifet ve hakikat makamlarında halin
gizlenmesine işarettir. 76 Bütün bu olaylar beşerin en mükemmelleri
tarafından ortaya konulan barikulade haller şeklinde anlaşılmalıdır.
Şayet bir kimsenin bunları anlamaya kabiliyeti yoksa bu konuda
konuşmamalıdır. Zira itiraz ve kıyas-ı nefs etmek nefsin kötü
hallerinin bir neticesidir. 77
·
Tasavvufi hayat ne kadar müstesna ve gayri tabii olursa olsun,
tabii ve beşerl: yaşayışın diğer alanları gibi araştırmaya ve tenkide açık
bir hayat tecrübesi olarak kabul edilmelidir. Nitekim lli-IV/IX-X.
yüzyıllarda görülen İslam tasavvufunun sistemleşmesi, tasavvufi
tecrübe ve müşahedelere bir düzen ve intizam verme çabalarıdır. Daha
sonra İmam-ı Rabhani ve Şah Veliyyullah Dehlevi tarafından
sürdürülen tasavvufi düşüncedeki radikal çıkışların törpülenmesi, gaye
ile vasıtayı birbirine kanştıran anlayışlar ve hurafelerin ıslah edilmeye
çalışılması bu anlayışın uzantısıdır.
Bu
Bunlar;
73
74
75
76
77
96
kıssada
Hızır'ın
üç farklı olay ve üç ayrı irade dikkati çekmektedir.
kendi iradesiyle geminin bir tahtasını sökerek delip
Buhil.ri, Kader, 3; Cenfriz,
Bursevi, Kitabu 'n-Netfce,
Bursevi, Kitabu'n-Netfce,
Bursevi, Kitabu'n-Netfce,
Bursev1, Kitabu 'n-Netfce,
80; Müslim, Kader, 22, 24.
I, 460-462.
I, 462-463.
I, 463.
I, 462.
ayıplaması, Allah'ın iradesi
öldürülmesi, Sırf Allah'ın
ile kulun iradesinin aynileşerek "ğulam"ın
iradesi ile yıkılınaya yüz tutan duvann
düzeltilmesidir. Bütün bu olaylar genel anlamda Allah'ın iradesiyle
cereyan eder. Ancak kullara verilen iradenin bir sonucu olarak onlar da
yetki ve sorumluluklarına dayanarak bazı fiilleri işlerler. 78
Bu kıssadan Hızır'ın Hz. Musa'dan üstün olduğu sonucunu
mümkün değildir. Zira üstün olan biri bilmediği bir konuyu
başka bir faziletli kişiden pekala öğrenebilir. Hz. Musa ile Hızır'ın
bilgileri farklı olduğu için Hızır Musa'ya; "Sen benim bilgilerime
dayanarak yaptığım işleri gördüğünde güç yetiremezsin. Senin zahiri
bilgilerin buna uymaz ve sen bunJara sabredemezsin. Zira sen
bunların iç yüzünü bilmiyorsun," şeklinde uyarıda bulunmuştur. 79
çıkarmak
Mutasavvıflar genellikle Hızır'ın veli olduğunu kabul etmişler,
ve~a peygamber olarak gösteren rivayetleri muteber
onu melek
saymamışlardır.
Bu bakımdan Bursevl'nin Hızır'ın batıni bilgilere
göre hareket eden bir peygamber olduğu şeklindeki düşünc.esini kabul
etmek mümkün değildir. Mutasavvıfların genel kanaatine uygun
olarak Hızır'ı bir veli kabul edersek onun bir peygamberden üstün
olduğunu söyleyemeyiz. Zira veliler peygamberlere tabi olduğu,
onların tebliğlerini tasdik ettikleri için peygamberler velilerden
üstündür. V elayetin sonu nübüvvetin başlangıcıdır. Peygamberler de
velidir, ancak peygamber olmayan veliler de bulunmaktadır.
Peygambere tabi olan bir vell, nasıl ondan üstün olabilir? Eğer
peygamberden üstün olduğu kabul edilirse, peygambere tabi olması
izah edilemez. 81 Peygamberlerin veHl.yet yönleri nübüvvet yönlerinden
üstün olduğu için velayet nübüvvetten üstündür denilmektedir. 82
0
Tasavvuf terminolojisinde şeriat ubudiyete bağlı kalmak,
hakikat rububiyeti müşahede etmektir. Şeriatın onaylamadığı hiçbir
hakikat makbul değildir. Bu bakımdan marifetullaha; hakikate ulaşan
kişi zahir ilimlerine de, şeriata da uymak zorundadır. Zahirle batın,
78
79
so
İsmail Yakıt, "Doğru Bir Kur'an Tercümesinde Semantik Metodun Önemi",
İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 1, Isparta 1994, 22.
Buhar!, İliın, 16, 19, 44; Tefsiru Sureti'I-Kehf, 18.
Süleyman Uludağ, "Hızır", DİA, XVII, 410, İstanbul 1998.
SDÜ
sı
Serrac, 426-428; Hucvirl, 356.
82
İbnü'l-Arab'l, Fususü'l-Hikem, Çeviren: Nuri Gençosman, İstanbul 1992, 43-44; A.Avni
Konuk, Fususu'l-Hikem Tercüme ve
Eraydın), İstanbul 1987, I, 211-223.
Şerhi, (Hazırlayanlar:
Mustafa
Tahralı-Selçuk
97
şeriatla hakikat birbiriyle çelişkiye düşmez.
83
Sülemi bu konu ile ilgili
bir risalesinde mücahde ve adab ilmi olan şeriatın bütün hükümlerini
yerine getirmeden, hidayet ve hal ilmi olan hakikat makamına
ulaşmanın mümkün olmadığını belirtir. Ona göre bir işin şekli şeriat,
şeriatın gerçeğine ulaşma ise hakikattir. Zahir ilmi ile biitın ilmi
birbirine uygun olmalıdır. 84
Bir kişinin Kur' an ve hadisi bir kenara bırakıp, "Allah bana
buyurdu" şeklinde sözler söylemesi dini prensipler açısından
uygun değildir. Marifet bilgisinin yeterli olduğunu söyleyip, alıkarn
ilminden uzaklaşan ve onu terk eden kişi, helilk olur. Bir kimse Allah
hakkında marifet ilmin( iddia . edip, zahiri ilme muhalefet ederse,
hakikate erdiğini söyleyip şeriatı küçük görürse o iddiasında Allah'a
düşmanlık yapmış olur. Nübüvvet ilmini küçük görüp, sırların ilmini
büyük gören kimsenin Allah'a uzaklığı daha da artar. Allah'ı tanıyan
kimseye sakındığı şeyler mübah olur ve o ubudiyetin köleliğinden de
çıkar diyen kişi sapıtır. 85
şöyle
İmam-ı Rabhani İslamiyet'in ilim, amel ve ihUis olmak üzere
üçe ayrıldığını, bunlara sahip olmayan kişinin İslamiyet'e kavuşmuş
saydamayacağını belirterek konuya açıklık getirir. Ona göre tasavvuf
büyüklerinin kazandıkları tarikat ve hakikat İslamiyet'in yardımcıları
ve hizmetçileri olup, İsHimiyet'in üçüncü kısmını teşkil eden ihlası
elde etmeğe yarar. Tarikat ve hakikate baş vurmak İslamiyet'in
tamamlanması içindir, yoksa İslamiyet'in dışında başka şeyler ele
geçirmek için değildir. Salikin tasavvufı eğitim sırasında gördüğü
haller ve manfetler imrenilecek şeyler olmayıp, hepsi evham ve hayal
cinsinden geçici şeylerdir. Müridieri ilerietmek için vasıtalardır. Bu
vasıtaları geçip yolculuğun sonundaki rıza mertebesine ve ihlas
makamına varmak gerekir. Hakikati göremeyenler vasıta olan bu
hallere ve müşahedelere aldanıdar ve yolda kalırlar. Vehim ve
hayalden kurtularnayıp kemale ulaşamaz lar. 86
Süfılere
göre
şeriatla
ulaşır. Şeriat kulluğun
83
84
85
86
98
hakikat, nübüvvetle vetayet aynı neticeye
gereklerini yerine getirmek, hakikat ise bunların
Serrac, 23-24; Kuşeyri, 216; Hucviri, 534.
Süleyman Ateş, "Ziihir ve biitın ilmine dair bir eser", (Süleml, El-Fark beyne ılmi'-Şeria
ve'l-Hakika), AÜİF Dergisi, XVI, Ankara 1968,219-231.
İbn Meserre, El-Münteka, 86a.
İmam-ı Rabbfuıi, Müjdeci Mektuplar, çeviren: Müstakimzade Süleyman Sadeddin, 2.
Baskı, İstanbul 1985, 36. Mektup, 75-76.
neticesinde ulaşılan üstün hallerdir. Hakikat ile eş anlamlı olan Allah'a
giden yolu bulmanın ilk şartı şeriat dairesi üzerinde olmaktır. 87 Bu
esası görmezlikten gelip tevhid ilminin hakikatlerinin kuldan
hükümleri düşürdüğünü zanneden ve Hızır ile Musa'nın ilmini tevil
ederek Musa'nın ilmi hükümleri koydu, Hızır'ın ilmi ise düşürdü
şeklinde düşünen kimse gerçekten yanlış bir neticeye varır. İbn
Meserre'nin de vurguladığı gibi Hızır'ın ilmi, onun yaptığı işlerin iç
yüzünü açıklamasından sonra Musa'nın yanındaki hükümleri sabit ve
payidar kılmıştır. 88 Bu bakımdan Musa Hızır kıssasının Nebevl bilgi
ile ledün ilminin verilerinin çatışmadığını güzel bir şekilde
açıkladığını söylemek mümkündür.
Bu kıssada en çok üzerinde cilınılan konu, Hızır'ın "ğulam"ı
öldürmesidir. Hz. Musa işin iç yüzünü bilmediği için hayretle; "bir
"ğulamı" (çocuğu, genci, delikaniıyı ), bir can karşılığı olmaksızın mı
öldürdün?" 89 diye sormaktadır.
·
Ayette geçen "ğulam" terimi, çocuğu kapsadığı gibi, genci ve
delikaniıyı da kapsar. Çünkü Arap dil bilgini İbn Side'nin de belirttiği
gibi "ğu/am" kelimesi ana babaya nispetle "evlat" anlamındadır. Diğer
taraftan Arap dilcisi Ebu Amr, Kehf suresi 74. ayette geçen
"zekiyyeten" kelimesi üzerine dikkatleri çeker. Ona göre:
"Zekiyyeten"; "günah işlemiş, sonra da tövbe etmiş" anlamında bir
kelimedir. Aynı kökten gelen "zakiyeten" kelimesi ise mükellefiyet
çağına ulaşmamış, bu sebeple de hiç günah işlememiş manasma
gelmektedir. O takdirde bu "ğulam", günah işleme çağında bir genç,
rüşdünü ispatlamış bir delikanlıdır. 90
Said b. Cübeyr, İbn Abbas'ın "ğulam" kelimesinin geçtiği ayeti
şu anlama gelecek şekilde okuduğunu bildirir: "Gulam ktıjir idi, anne
ve babası mürnin idi." 9 ı
Aynı ayette geçen "Haş iye" fiili genellikle "ummak" ve
"korkmak" manasında kullanılan bir fiildir. Ancak bu kelimenin
"Kerihe: uygun bulmamak, uygun görmemek anlamı da vardır." Olay,
ilahi irade ile kul iradesinin ayniyetiyle işlenmiş bir olaydır. Durum
87
88
89
90
91
Erol Güngör, İslam Tasavvufimun Meseleleri, İstanbul 1982, 97.
İbn Meserre, El-Münteka, 86a.
Kehf suresi, 18174.
Kadı Beydil.vi, II, 22; Fahreddin Razi, XXI, 132; Bursevl, Riihu 'l-Beyan, V, 279;
Şevkanl, III, 302.
Buhar!, ilim, 16, 19, 44; Kadı Beydavi, Il, 24; Şevkan1, III, 305.
99
böyle olunca "uygun görmemek" anlamını tercih ederek92 ayete şu
mana verilmek suretiyle zihinlerdeki soru işaretleri çözülebilir.
Kur'an'ın nassından ve semantik analiz sonucu ortaya çıkan en uygun
tercüme şudur:
"Delikanlıya gelince, anası babası mürnin idiler. Onun,
küfür ve isyana sevketmekte oluşunu uygun görmedik. ,m
onları
Bursevı, bir müctehidin bir şeyin faydasının zararından
olduğunu şeriatın biitınına göre anladığı zaman batına
daha
göre
hükmetınesini caiz görüp, bu durum hakikate muvafakat ediyorsa
zahire göre hüküm vermesini caiz görmemektedir. 94 Şeriatların
muhtelif olduğunu belirterek Hızır'ın şeriatma göre çocuğun
öldürülebileceğini ifade etmektedir. 95 Bu konu ile ilgili olarak
tasavvuf karşıtı bir söylem geliştiren İbn Teymiyye ise şunları
söylemektedir: "Musa Hızır' a peygamber olarak gönderilmemişti,
Musa'nın
şeriatında bu fiil
mübahtı.
Müslümanlada savaşan
çocukların katli caizdir. Çünkü küçük de olsa saldırganı öldürmek
caizdir. Bu durum çocuğun fesadının önüne geçmek için büluğdan
önce idam edilmesine bir delildir. Bunda bir mahzur yoktur." 96
Görüldüğü gibi aynı olaya tasavvufi açıdan yaklaşan Bursevl'nin
düşüncesi ile, ayetin zahirine göre hareket eden İbn Teymiyye'nin
fikirleri örtüşmektedir. Bursevi batını yorumdan vaz geçemeyip bu
fiilde bir hikmet ve sır gördüğü için; İbn Teymiyye ise Kur'an'ın
zahirinden hareket ederek "gulam"ı çocuk olarak anlamasından dolayı
masum bir çocuğun katlini uygun görmektedir.
fazla
Aslında Bursevl'nin bu konu ile ilgili olarak, ayetin zahirine
"gulam"ın rüşd çağında olduğunu, çocuğun kısas yapılarak
öldürülemeyeceğini kabul ettiğini görüyoruz. Ancak o sırf batını
yorum yapmak, Hızır' a ve sahip olduğu sır bilgisine daha fazla önem
atfetmek için olsa gerek böyle bir çıkınaza girmiş görünmektedir.
Görüşlerini desteklemek için de Beyhaki'nin "hükümlerde büluğ şartı
göre
92
93
94
95
96
100
Kadı Beydav'i, ll, 24; Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, (çeviren: Cahit Koytak-Ahmet
Ertürk), İstanbull997, 601.
Yakıt, 23-24.
Bursevi, Ruhu 'l-Beyô.n, V, 285.
Bursevi, Riihu'l-Beyô.n, V, 279.
İbn teymiyye, Mecmüatü'l-Fetavii, Mansüra-Riyad 1997, VIJXI, 233-234; Süleyman
Uludağ, "Tasavvuf Karşıtı Akımlar ve İbn Teymiyye'nin Tasavvuf Felsefesi", İslamiyiit,
C. 2, s. 3, Temmuz-Eylüll999, 55.
hicretten sonra şart kılındı", ve Takıyyüddin Sübki'nin "büluğ Uhud
savaşından sonra şart koşuldu" gibi sözlerine sarılmaktadır. 97
Bilindiği gibi ileride suç işlelecek diye bir masumu öldürmek,
hiçbir şeriatta caiz görülmemiştir. 9 Delikanlı tevhid akidesini inkar
ederek katli gerektiren bir suçu işlemiş ve işlemektedir. Dinsizin
dindar üzerinde bir baskısı vardır. Bu keyfiyet semavi dinlerin
hukukuna göre katli şerektiren bir fiil olduğu için bununla ilgili
hüküm uygulanmıştır. 9
Musa Hızır kıssasını sembolizm açısından değerlendirdiğimiz
zaman, Bursevl'nin Kitabu'n-Netice'de yaptığı yorumlan anlam
kazanır. 100 Ancak, yukarıda ta:ttıştığımız Ruhu '!-Beyan' daki
düşünceleriyle bunların arasını telif etmek mümkün değildir. Bu
bakımdan olayları tasavvufi birer sembol olarak kabul etmek, Bursevi
açısından problemin çözüme kavuşturulmasına imkan verecektir.
Bursevi'nin de belirttiği gibi bu üç olay insanın kötü hallerini
sembolize etmektedir. Birinci olayda zikredilen gemiden maksat, insan
vücudu, gemiye zorla el koymaya çalışan kral ise, gemiyi batırıp
ahadiyet sırrına ulaşmasını engelleyen nefstir. Gulamın öldürülmesi
nefsin şehvet ve hevasının koparılıp atılmasıdır. Nefs bedeni ifsat
etmeye, ruh ise .ıslah etmeye çalışmaktadır. Bedende ruhun temsil
ettiği Hakk'ın hakim olmasını sağlamak için, nefs ve şehvet gibi yol
kesici haramilere engel olmak gerekir. Duvarın altındaki hazinenin
sahibi olan yetim ise, ilahi s.ırlarla dolu olan kalbdir. Hakk'ın gizli
hazineleri kalb arınıp onları almaya ehil oluncayakadar saklanmalıdır.
Kısaca,
Musa Hızır kıssasında geminin delinmesi tabiatı
terbiye etmeyi, gulamın öldürülmesi nefsi tarikatla ıslah
etmeyi, duvarın tamir edilmesi ise marifet ve hakikat makamlarında
halin gizlenmesini sembolize etmektedir.
şeriatla
Hızır-Musa
kıssasına
bir
başka
açıdan
şöyle
yaklaşmak
mümkündür. Musa ile Hızır'ın buluştuğu bölge, Musa'nın bilmediği,
Hızır'ın içinde yaşadığı, bildiği bir bölgedir. Geminin delinmesi ve
"ğulam"ın öldürülmesi olaylarında bu belirgindir. Nitekim bindikleri
geminin sahipleri Hızır'ı tanıdıkları için onlardan ücret almamışlardır.
97
Bursevi, Ruhu'l-Beyiin, V, 280.
98
Uludağ, "TasavvufKarşıtı Akımlar
99
100
ve İbn Teymiyye'nin TasavvufFelsefesi", 55.
Fahreddin Razi, Mefiitthu'l-Gayb, XXI, 137; Şevkil.nl, III, 304; Yakıt, 23-24.
Bursevi, Kitiibu'n-Netfce, I, 459-463.
101
Hızır
gemının
tahtalarından birini sökünce Musa şöyle tepki
"Adamlar bizi parasız gemilerine aldılar, sen tutup
gemilerini deldin, gemi halkını batırmak istiyorsun. Çok kötü bir şey
yaptın. " 101 Musa Hızır'ın bilgilerinin arka planındaki şeylere vakıf
olmadığı için Hızır'ın yaptığı işlere anında tepki vermektedir. Hızır
yaptığı işlerin
iç yüzünü Musa'ya anlatınca Musa itirazını
sürdürmemiştir. Şeriatlar farklı da olsa hakikatİn kaynağı birdir.
Kur'an bu olaylan şu sıra ile haber vermektedir: 102
göstermiştir:
Hızır'ın gedik açtığı gemi, denizde çalışarak nafakalarını
kazanan yoksul insanlarındır. Bunlar korsanıara karşı koyabilecek bir
güce sahip olmayan fakjr ve zayıf kişilerdir. Açık denizde sağlam
gemilere el koyan korsan bir kral vardır. Korsanlar geminin işe
yaramaz halde olduğunu görünce ona dokunmayacaklardır. Bu fiili
Hızır kendi isteğiyle bilerek yapmıştır. Buradan anlaşıldığİ kadarıyla
olayın geçtiği yer Hızır'ın bildiği bir bölgedir.
Hızır'ın öldürdüğü ğulam; isyankar ve kafir; anne ve babası ise
mümindir. Kafir genç, anne ve babasını sürekli dinini değiştirmeleri
konusunda zorlamakta ve onlara eziyet etmektedir. Onun katı ve
saldırgan davranışları neredeyse anne-babasını dinlerinden çıkma
noktasına getirmiştir. Bu durum Wihi adalete uygun olmadığı için
öldürülmesi gerekmektedir. Nitekim Hızır da bu gerekçeyle "ğulam"ı
öldürmüştür. Ancak burada fiil Allah ile Hızır'a ortak olarak nispet
edilmektedir. Hızır da iki iradeyi tatbik etmiştir.
'
Y ıkılmaya yüz tutan duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğundur.
Altında bulunan define neredeyse görünmek üzeredir. Bu hazinenin
onların yetişme çağına kadar bu duvarınaltında gizli kalması Allah'ın
iradesi açısından daha uygundur. Bu sebeple Hızır Allah'ın iradesi
doğrultusunda duvarı tamir etmiştir.
Bu bilgilerin ışığında kaynakları farklı olmakla birlikte Hızır'ın
bilgisinin Musa'nın bilgisini pekiştirdiğini söyleyebiliriz. Hızır'ın
yaptığı fiiller, aslında Musa'nın nübüvvet bilgilerine zıt değildir.
Hakikat birdir fakat insanların kavrayışları ve bilgi kaynakları farklı
olduğu için tecrübeleri de değişik olmaktadır. İnsan daha önce zihni ve
tecrübi olarak bilfiil yaşamadığı bir olguyla karşılaştığında itidalini
kaybetmektedir. Hızır, Musa'ya iç yüzünü bilmediği şeylerin
101
102
102
Buhari, ilim, 16, 19, 44; Müslim, Fedful, 171.
Kehf suresi, 18178-82.
hakikatini söyleyince, Musa
bir itirazı kalmamıştır.
olayın sırrını öğrenmiş, Hızır'a
her hangi
Netice olarak Nübüvvet bilgisi ile marifet bilgisi aynı
kaynaktan beslenmektc ve aynı neticeye ulaşmaktadırlar. Bunların
aralarında fark yoktur. Ancak Allah tarafından farklı şahıslara verilen
bilgiler aynı türden değildir. Bu sebeple zahirde çelişki olduğu
düşünüise de, işin mahiyeti anlaşılınca her iki bilginin, yani nübüvvet
bilgisi ile marifet bilgisinin birbirlerine ters düşmediği görülür. Bazı
sufilerin kalbine gelen ilahi marifet bilgileri neticesinde kendilerinden
dinin prensiplerine uyma zorunluluğunun kalktığını söylemeleri
bilgisizliklerinin sonucudur. Çünky hiçbir marifet bilgisi ne
Peygamberi bilgiyi kaldırır ne de Kur' ani bilgilere ters düşer. Eğer ters
düşüyorsa bu bilgi Allah'tan gelen bir bilgi olmayıp nefsin ya da
şeytanın vesvesesidit. Kur'an'da anlatılan Hızır-Musa kıssası da
bunun en çarpıcı örneğini teşkil etmektedir.
103
Download