Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları GELENEKSELCİ EKOL’ÜN TASAVVUFLA İLGİLİ BAZI KONULARA YAKLAŞIMLARI Traditionalist School Approaches To Some Issues Deal With Sufism İbrahim ÇELİK* ÖZ Bu çalışmada, Rene Guenon, A.K. Coomaraswamy, Frithjof Schuon, Titus Burckhardt, Martin Lings, Seyyid Hüseyin Nasr gibi yazar ve düşünürler tarafından temsil edilen GelenekselciEkol’ün Gelenek kavramına yaklaşımları tespit edilmeye çalışılmıştır. Çoğunluğu itibariyle batı dünyâsında yetişmiş olmalarına rağmen, araştırmacı fıtrata sahip olan Gelenekselci Ekol temsilcileri, modernizmin dayattığı katı maddeciliğe karşı, manevîyâta olan ihtiyaçlarını giderebilmek için Hinduizm, Budizm, Taoizm gibi çeşitli manevî akımları incelemiş, bu arada İslâm tasavvufuyla da tanışmışlardır. Tasavvufun ortaya koyduğu değerleri inceleyen ekol temsilcileri tasavvufun genel konuları hakkındaki görüşlerini de net bir şekilde ortaya koymuşlardır. Özellikle bir iki asırdır modern ve postmodern saldırılar neticesinde, gelenekle olan bağı iyice zayıflamış olan İslam toplumunun, bu saldırılara karşı koyabilmesi, gelenekle olan bağlarını yeniden güçlendirmesi ve oradan beslenerek yeni vesileler bulmasına bağlıdır. Bu bağlamda gelenek ve onun günümüz dünyasında ifade ettiği değer bu makalede kısaca değinilen bir konu olmuştur. Bu çalışmada Gelenekselci Ekol temsilcilerinin “Sûfî” kelimesinin etimolojik temeliyle alâkalı görüşleri incelenmiştir. Ayrıca tasavvufun tanımı ve konusu, tasavvufun gayesinin ne olduğu gibi konularla ilgili görüşler tespit edilmeye çalışılmıştır. ――――――――― * Bu çalışma “Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufî Görüşleri” İsimli Yüksek Lisans Tezinden Faydalanılarak Hazırlanmıştır. Makale Geliş Tarihi: 15 Mayıs 2015. Makale Kabul Tarihi: 10 Temmuz 2015. Öğr. Gör., Bartın Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, [email protected] Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 107 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK Oryantalistlerin tasavvufa yabancı kaynak isnatlarına karşılık ekol temsilcilerinin verdikleri cevaplar araştırılmıştır. Gelenekselci Ekol, modern dünyâda birbirinin yerine kullanılmak istenen tasavvuf ve mistisizmin birbirinden farklı şeyler olduğunu belirtir. Menşeî itibariyle farklı olan bu iki yaşam biçiminin arasındaki diğer farklar ise tasavvufta olup mistizimde olmayanlar olarak net çizgilerle ayrılmıştır. Bu çalışmada bu farkların neler olduğu da tespit edilerek ortaya konulmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Gelenek, Kur’an, PhilosophiaPerennis, modernizm ABSTRACT In this study Traditionalist School that has been represented by writer sand thinkerss uch Rene Guenon, A.K. Coomaraswamy, Frithjof Schon, Titus Burckhardt, Martin Lings, Hossein Nasr has been studied to determine the approaches to the concept of tradition. Traditionalist School Representatives, modernism imposed against solid materialism, have studied various spiritual movements such as Hinduism, Buddhism, Taoism to meet the need for spirituality. In the meanwhile they are also met in the islamic mysticism Ecole Representatives revealed by examining the values of Sufism have also clearly demonstrated their views on the general subject of mysticism. Especially for one or two centuries, as a result of modern and postmodern attacks the islamic community that weakened ties to tradition well has to strengthen again with tradition ties and find new occasions by feding from there, for resisting these attacks. In this context, tradition and its value expressed in today’sworld has been the subject briefly mentioned in this article. In this study, the opinion relates to basic etymology of the word “Sufi” were examined by these Ecole Representatives. Also, views on issuessuch as thedefinitionandscope of Sufism, what the purpose of the Sufism is, have tried to determine. Answers given by Ecole Representatives in response to foreign source ascriptions of orientalists to mysticism were investigated. Traditionalist Ecole refers to those sufism and mysticism that desired to be used interchangeably are different things from each other in the modern world. That differ in the origin of other differences between these lifestyle are seperated with clearlines as to be in sufism but not in mysticism. In this study, it is also tried to produced what these differences that were identified in are. Keywords: Mysticism, Tradition, Qur’an, PhilosophiaPerennis, Modernism 108 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları Giriş Hz. Peygamber’in rûhî hayatını temsil eden tasavvuf, İslâm tarihi boyunca hayatın her alanının şekillenmesinde ciddî mânâda söz sâhibi olmuştur. İslâm’ın ilk yıllarından itibaren bizzat sahâbe-i kiram tarafından bütün incelikleriyle hayata geçirilen tasavvuf, daha sonraki dönemlerde de İslâm toplumu içerisinde sûfî olarak adlandırılan kişiler tarafından yaşanmış ve İslâm’ın bu manevî yönü günümüze kadar canlılığını muhâfaza etmiştir. Bu güne kadar ulaşan bu zenginlik, hem sûfîlerin yaşantılarını silsile yoluyla aktarmaları, hem de tarih süreci içerisinde oluşan muazzam tasavvufî kaynaklar yoluyla gerçekleşmiştir. Böylece bu zenginlik, hem teorik, hem pratik olarak korunmuştur. Seyyid Hüseyin Nasr, bütünlüğüyle kendisini muhafaza ederek, her dönemde insanlığın manevi buhranlarına çözüm önerileri sunabilmeyi başarmış olan tasavvufun Batı dünyasının buhranlarına da çözüm getirebileceğine inanmaktadır “Aydınlanma felsefesinin neticesi olarak ortaya çıkan modern dünyânın değerler sisteminin çözülüşü, gelecek önünde güvensizlik hissi, batıdaki hâkim dinler, özelliklede içsel bilgileri gittikçe daha elde edilemez olan Hıristiyanlık tarafından verilen mesajların anlaşılmazlığı, niteliği gittikçe bozulmakta olan bir çevre içinde manevî bir dünyâ görme arzusu ve daha pek çok sebeplerden dolayı batı insanı, doğulu dinlerin, özellikle İslâm’ın manevî yönünü temsil eden tasavvufu araştırmaya yönelmiştir.”1 İslâm kültür birikiminin temel unsurlarından biri olarak, düşünce, ahlâk, sanat ve aksiyon gibi hayatın her alanında yoğun bir şekilde tesirini hissettiren tasavvuf, bütün orjinalliğiyle hayatiyetini devam ettirmesinin yanı başında ister manevî yolun gerçek doğasını bilmeyenler isterse kasıtlı olarak yüksek irfanî bilgiyi kendi süfli derecelerine indirmek isteyenler tarafından yanlış yorum ve tanıtımlara da maruz kalmıştır.2 Buna rağmen bugün batıda İslâm’ı inceleyenler, tasavvufun etkileyiciliğiyle İslâm’ı daha doğru tanıma ve anlama imkânını bulabilmektedirler. Bu meyanda modernizm karşıtı olarak bilinen ve Müslüman olarak Şazilî tarikatına intisap eden Rene Guenon, yine Müslüaman olarak Şazili tarikatına intisap eden, Guenon’un bir nevi öğrencisi olanFrithjof Schoun, bunların yanında Titus Burckhardt, A.K. Coomaraswamy gibi düşünürler yüzlerini manevîyâtın kaynağı olan doğuya çevirmiş; Budizm, Brahmanizm, Taoizm ve Tasavvufu inceleme konusu yapmış ve bu düşünürlerden bazıları tasavvufun sunduğu derinlik boyutuyla ihtida etmiş3 ve bu konularda çeşitli eserler telif etmişlerdir. GelenekselciEkol’ün tasavvufla ilgili düşüncelerine geçemeden önce, gelenek kavramının Ekol temsilcileri için ifade ettiği anlam tespit edilmeye çalışılacaktır. Yine gelenek kavramıyla ilgili olarak Philosophia Perennis ve Scientia Sacra kavramlarının açıklaması yapılacaktır. ――――――――― 1 2 3 Seyyid Hüseyin, Nasr, Tasavvufî Makaleler, çev.: Sadık Kılıç, İstanbul:İnsan Yayınları, 2002, s. 11. Nasr, Tasavvufî Makaleler, s. 12. Nurullah, Koltaş, Gelenekselci Ekol ve İslam, İstanbul: İnsan Yayınları, 2013, s.90,95. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 109 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK Geleneksel Eko’lün günümüz dünyâsındaki önemi, meselelere yaklaşım noktasındaki metodları ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu olarak üzerinde kısaca durulacaktır. Tasavvuf, batı dünyâsında oryantalist çalışmaların başlamasıyla özellikle kaynağı, etimolojik kökeni, konusu, gayesi başta olmak üzere ciddi saldırılara maruz kalmıştır. Bu çalışmada kurucularının tamamına yakınının batıda yetişmiş olduğu GelenekselciEko’lün bu konulara yaklaşımlarının Oryantalist yaklaşımlardan farklılıkları tespit edilmeye çalışılacaktır. 1.1. Gelenekselci Ekol’ün Gelenek Tanımı Gelenek denilince hemen herkesin aklına elden ele aktarılarak günümüze kadar ulaşan şey gelmektedir. Zaten kelimenin etimolojik olarak Arapça karşılığı olan ve hadis rivayetinde daha çok karşımıza çıkan “an-ane” kelimesi zaman bakımından daha önceki insanlardan gelen bir şey olduğunu yeterince vurgulamaktadır.4 Bu manada geleneğin, somut görüntülerle târifini yapacak olursak: Örneğin halkımıza düğünlerini davullu zurnalı yapmalarının gerekçesi sorulacak olursa, alacağımız cevaplardan biri: ’atadan babadan böyle gördük’ olacaktır.”5 O halde gelenek kavramının aktarımla alakalı yönü için, “bir topluluğun, mevcut toplumsal yapısını ve değer sistemini çok büyük sarsıntılar yaşamadan koruyup devam ettirmek amacıyla, kendinden önceki kuşaklardan devraldığı, belli bir dönüşüme uğratarak yeni nesillere aktardığı, başta inançlar, düşünüşler ve kurumlar olmak üzere her türlü sosyal yapıdır.” diyebiliriz.6 Gelenekselci Ekol temsilcileri, gelenek kelimesinin aktarma yönünün sadece örf ve adetlerden ibaret olamayacağını, hatta örf ve adetlerin aktarımının gelenekle ifadesinin, kelimenin aslî anlamına tamamen ters olduğunu vurgulamış ve onu daha geniş çerçevede anlamların aktarılması olarak değerlendirmişlerdir. Bu açıdan René Guénon’a göre modernizm, geleneği tarif etme bilgisinden mahrumdur. Geleneğin dışlanmasından sonra ortaya çıkan boşluğu doldurabilmek için modernizm, gelenek olarak adetleri sunmaya çalışmıştır. René Guénon adetlerin, geleneğin yerini tutmasının mümkün olmadığını, bu yaklaşımın modernizmi daha fazla yaygınlaştırarak tutunmasına yardımcı olacağını belirtmektedir.7 Geleneksel Ekol temsilcilerine göre insanların, aşkın olan ilke ve doktrinlere kendi başlarına ulaşmaları mümkün değildir. Bu ilke ve doktrinlerin peygamberlerin, avatarların, budhaların, şamanların ya da bilgelerin aracılığıyla kuşaktan kuşağa gelenekle aktarılması gerekmektedir.8 ――――――――― 4 5 6 7 8 Mustafa, Armağan, Gelenek ve Modernlik Arasında, İstanbul: İz Yayıncılık, 1988, s. 70-71. Armağan, Gelenek ve Modernlik Arasında, s.71. Ahmet, Cevizci, Paradigma Felsefe sözlüğü,İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2005, s. 753. René, Guénon, Manevi İlimlere Giriş, çev.: Lütfi Feyzioğlu, İstanbul:İnsan Yayınları, 1997, s. 29-30. Hüseyin, Yılmaz, Ezeli Hikmet ve Dinler,İstanbul: İnsan Yayınları, 2003, s. 78. 110 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları Bu bakış açısından Titus Burckhardt’ta gelenek kavramını, onun aşkın ilkeler oluşuna dikkat çekerek, insanların kendileri tarafından oluşturulamayacak mükemmellik sahibi manevî öz olarak tanımlanabilecek aşkın ilkelerin aktarılması olarak tarif etmektedir9 Lord Nortbourne ve Seyyid Hüseyin Nasr gelenek kelimesinin etimolojik olarak nakletmekle alakalı olduğunu ancak bu nakletmenin içerisinde medeniyeti oluşturan bütün ayırıcı nitelikleri içine alan kapsamlı bir değerler bütününü kastetmektedirler.10 Adnan Aslan, geleneğin kökü vahye dayalı hakikât ve prensipler bütünün aktarılmasının yanı başında, onun yaşanılan çağa göre, yaşama tarzı, sanat, inançlar manzumesi, hukuk ve bilgi olarak yeni bir medeniyet olarak ortaya konulması gereğini belirtir.11 Bundan yola çıkılarak denilebilir ki; gelenek sâdece peygamberler, avatarlar, budhalar, şamanlar aracılığıyla vahiy ya da ilham yoluyla aktarılan kutsal sözler değil, bunların uygulanmasıyla insanlar arasında ortaya çıkan çeşitli davranış kalıpları, kurumlar, sanat eserleri şeklinde kurumlaşmış yapıları ve bunların gerek manevî, gerek maddî yollarla aktarımını ifade etmektedir.12 Bütün bu veriler ışığında geleneğin en geniş manada tanımının Gelenekselci Ekol’ün yaşayan önemli temsilcilerinden biri olan Seyyid Hüseyin Nasr tarafından yapıldığını görmekteyiz: “Gelenek; gerçeklerin insanlara açıklanmış ya da açıklanmamış ilâhî bir kaynağın hakikât ve ilkelerin, gerçekte farklı diyarlarda ki sonuçları ve uygulamaları ile birlikte nebiler, resuller, avatarlar ve diğer nakilci vasıtalar olarak tasavvur edilmiş figür vasıtasıyla tüm kozmik sektörü ifade etmektedir.” Nasr’a göre geleneğin tam manasıyla anlaşılabilmesi için vahiy, din, kutsal, sahih akide, şehadet, süreklilik ve hakikâtin nakledilişindeki zahirî ve batınîliğin, bilim ve sanat unsurlarının birbirleriyle ilişkilerinin anlaşılması, açıklanması gerekmektedir.13 Gelenek kavramıyla aynı manalarda kullanılan ve bu Ekol temsilcilerini anlatmak için farklı yerlerde ad olarak kullanılan Philosophia Perennis (kalıcı felsefe) deyimi ilk olarak Rönesans dönemi düşünürlerinden olan Agostino Steuco tarafından kullanılmıştır.14 Steuco’a göre bu deyim ezelî hikmettir ve ilâhî vahiy kaynaklı- ――――――――― 9 10 11 12 13 14 Yılmaz, Ezelî Hikmet ve Dinler, 29-30. Seyyid Hüseyin, Nasr, Bilgi ve Kutsal, çev.: Yusuf Yazar, İstanbul: İz Yayıncılık, 1999, s. 78; Yılmaz, Ezelî Hikmet ve Dinler, s. 31. Adnan, Aslan,,Gelenekselci Ekolün Modernizm Eleştirisi ve İslam Düşüncesine Yansımaları, İslam ve Modernleşme, II. Kutlu Doğum İlmi Toplantısı, İstanbul:TDV İslam Araştırmaları Merkezi, 1997, s. 57-58. Yılmaz, Ezelî Hikmet ve Dinler, s, 33-34. Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 78-79. Seyyid Hüseyin,Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, çev.: Şahabettin Yalçın, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995, s. 81. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 111 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK dır. Tanrı tarafından Âdem’e verilmiş ancak Âdem tarafından unutulduğundan canlı bir rüyaya dönüşerek varlığını devam ettirmiştir.15 Daha sonra bu kavramı geniş manada kullanan AldousHuxley olmuştur. Ona göre PhilosophiaPerennis her zaman var olmuş ve var olacaktır. O hem farklı iklim ve çağlarda yaşayan insanlar arasında var olması hem de evrensel ilkeleri irdelemesi anlamında evrensel bir nitelik taşıyan bilgidir.16 A.K. Coomaraswamy’de Sanathama Dharma’yı da Universelis sıfatını da ekleyerek Philosophia Perennis olarak tercüme etmiştir17 ki bu Seyyid Hüseyin Nasr’a göre gelenekten başka bir şey değildir.18 Gelenek kavramı yerine kullanılan başka bir ifade de Scientra Sacra (kutsal bilim)’dır. Entellektüel bir aklın ürünü olmayan aksine aşkın olan, metafizik bir bilgiyi ifade eden bu kavram, geleneksel bilginin özünü oluşturan, insanı kutsal olana ulaştırma noktasında yol gösteren bir bilgi şekli olarak Gelenekselci Ekol’ü ifade etmek için ad olarak kullanılmıştır.19 Gelenekselci Ekol’ü tarif ederken: “Dinlerin özünde mukim olan ve sûretler değişse de kendisi değişmeyen Ezelî Hikmet’in insanı aslî haline döndüreceği ve modernizmin ona yüklemiş olduğu tüm nakıslık ve şerleri def edeceği fikrinden hareketle, dinlerin özünde bulunan bu aslî hakîkati gün yüzüne çıkarma çabasını taşıyan”20 Rene Guenon, A.K. Coomaraswamy, Frithjof Schoun, Titus Burckhardt, Martin Lings, Seyyid Hüseyin Nasr gibi düşünürler tarafından temsil edilen bir düşünce edkolüdürdemek mümkün olmaktadır. 1.2. Günümüz DünyâsındaGelenekselciEkol’ün Önemi Modern dünyâda insan, sahip olduğu bilgi ile değerlendirmeye tabi tutulmakta bu bilginin insana manevî faydası, onu olgunluğa eriştirme noktasındaki fonksiyonu, elde edilmiş olan bilginin insanı, insanî kemalata yöneltme noktasındaki katkısı çok önem ifade etmemektedir. Bu durumda eldeki bilginin kişiye sağlayacağı maddî haz ve zevkler önem arzetmekte, elde edeceği konum ve imkânlarla maddî hayatı daha yüksek bir refah seviyesinde yaşayabilme imkânı önem arzetmektedir. “Gelenekselci Ekol’ün yaklaşımı içinde bilgi sâdece marifet meselesi değil, benlik oluşturma meselesidir. Dolayısıyla bir taraftan bilgiyi elde etmek için ciddi bir gayret içinde olacak olan Müslüman diğer taraftan bu bilginin amele dönüşümünü sağlamak suretiyle ideal olanın hayatın tatbik sahasında yaşanılabilir olduğunu da ispat etmiş olacaktır. Gelenekselci Ekol’e göre marifetullah sâdece kuru bir bilgi göstergesi değil aynı zamanda ahlâkî ve manevî derecenin de göstergesidir. Başka ――――――――― 15 16 17 18 19 20 Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, s. 82. Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, s. 76. Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 80. Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, s. 78. Yılmaz, Ezalî Hikmet ve Dinler, s. 164. Koltaş, Gelenekselci Ekol ve İslam, s. 14. 112 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları bir ifadeyle ilâhî ilkelerle ideal insan tipinin oluşumunun gerçekleşmesidir marifetten maksat.”21 “Gelenekselci Ekol’ün mânevîyâta vurgusu, çağdaş Müslüman entelektüelin ve modern insanın mânevî açlığını doyuracak tasavvuf gibi insanın iç birliğine vurgu yapan yolları yeniden keşfetmesini sağlayacaktır. Böylelikle güzel ahlâk ve mânevî yetkinliğin önemi daha iyi kavranacak, modern ahlâki bunalıma çözüm üretilecektir. Modernizmin getirdiği buhranlardan olan insanın yabancılaşması melesi, tasavvufun sunduğu yaklaşımlarla aşılabilecek ve çevresindeki bütün mahlûkatla barışık insan tipleri yetişebilecektir.”22 Modern bakış açısının zararlarından biri de dinî mesele ve geleneksel ilimlerin izah edilmesinde modern bakış açısının kullanılmasıdır. Dinî meseleler ve geleneksel ilimler her geçen gün yanlışlanabilen ve yeni şeyler ortaya çıkaran modern bakış açısıyla izah edilmeye kalkılırsa büyük yanlışlıklar ortaya çıkabilir. GelenekselciEkol’e göre din, modern anlayıştan tamamen müstakil olarak ele alınmalıdır.23 Gelenekselci Ekol bilime kaynağını dinden alan bir gâye tayin ederek teknolojinin insanı hiçe sayan yönlerini törpülemek istemekte ve kutsalı bilimsel düşüncenin hâkim otoritesi kılıp, bilimi insanı hakikâte bağlayan bir araç haline getirmek istemektedir.24 GelenekselciEkol’e göre modernizmin, değişik biçimlerdeki meydan okumalarına ancak fikren karşı konulabilir. İslâm’ın modern düşünceyle karşılaşması, ancak modern düşünce bütünüyle anlaşıldığında ve modernizmin İslâm’a tevcih ettiği büyük problemlerin, çözümü için tüm İslâm geleneği canlılık kazandığında mümkün olacaktır.25 Bunun mümkün olması noktasında GelenekselciEkol’ün bakış açısı Müslümanlara farklı bir alternatif sunmuş olacaktır. 2. GelenekselciEkol’ün Tasavvufun Bazı Konularına Yaklaşımları 2.1. Tasavvuf Kelimesi Tasavvuf kelimesinin nereden geldiği ve bu zümrenin niçin sûfiyye adıyla anıldığı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu kelimenin iştikâkı üzerinde yapılan tartışmalar, ilk bakışta tasavvufun özüne taalluk etmemektedir. Ancak bazı kesimler tasavvufun İslâmî menşei olmadığı yönündeki iddiâlarını bu kelimenin menşei hakkındaki düşünceleri ile desteklemek istemişler, buna karşılık konuyla ilgilenen İslâm düşünürleri bu kelimenin İslâmî kaynağıyla ilgili çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir ki bunlardan bazıları şunlardır: “Ashâb-ı Suffe”den geldiğini belirtmişlerse de iştikak yönünden doğru bulunmamış. Yine Allah katında ön safta bulun――――――――― 21 22 23 24 25 Aslan, Gelenekselci Ekolün Modernizm Eleştirisi, s. 68. Aslan, Gelenekselci Ekolün Modernizm Eleştirisi, s. 68-69. Tahralı, Mustafa, Batıdaki İhtida Hadiselerinde Tasavvufun Rolü, Uluslararası I.İslam Sempozyumu, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 1985, s. 147. Aslan, Gelenekselci Ekolün Modernizm Eleştirisi, s. 64. Nasr, Makaleler I, s. 90. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 113 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK maları düşüncesinden yola çıkarak “Saff” kelimesinden türediği iddiâsı da iştikak yönünden doğru bulunmamıştır. Mudarkabîlesine mensup olup Kâbe’nin hizmetini görenler diye “BenuSûfe”den geldiği söylenmişse de, bu kabîlenin İslâm öncesinden varlığı bilindiğinden bu görüş de itibâr görmemiştir. Dünyevî kirlerden arındığından “Safâ” kelimesinden geldiği söylenmişse de bu da kabul görmemiştir. Sûfî kelimesinin Yunanca’da hikmet anlamına gelen “Sofos- Sophia”dan geldiği belirtilmiş ise de bu görüş de fazla rağbet görmemiştir. Sûfî kelimesi yün mânâsına gelen “Sûf” kelimesine nispet edilerek türemiştir diyenlerin görüşleri çoğunluktadır ve genel kanaat de Sûfî kelimesinin Sûf’tan türediği yönündedir.26 Gelenekselci Ekol’e göre Sûfî kelimesinin metafizik anlamı üzerine yoğunlaşmak gerekir. Etomolojik kökeni ister ilk sûfîlerin giydiği sûf’tan türesin, ister onların gerçekleştirmeye çalıştıkları safâdanveyâhut ortaçağ veya modern kaynaklarda söz konusu edilen diğer kelimelerden türesin, Sûfî kelimesi Arap alfabesindeki cifr hesabıyla tam olarak “ezelî hikmet”e denk gelmektedir.27 Asıl dikkat çekilen yön her ne kadar kelimenin metafizik anlamı olsa da René Guénon, Sûfîkelimesinin tamamen Kur’an gibi Arapça olduğunu ve kurallarını da Kur’andan aldığını belirtmektedir. 28 Martin Lings, Sûfî kelimesinin yün giyen insanlara verilmiş olmasının bu hayat tarzıyla yaşayanlar için çok uygun olduğunu bu kelimenin harflerinin harf ilminde ilginç bir şekilde saf ve temizliğe işâret ettiğine de dikkat çekmiştir. Ayrıca bu kelimenin harflerinin Hz.Peygamber’in (sav) isimlerinden biri olan Mustafa’nın harflerinden olmasının da rastlantı olamayacağını ve yine bu kelimenin harflerinin sesli harf olmadan yazıldığında fiil olarak yakın bir dost olarak seçildi anlamına gelmesinin de rastlantı olamayacağını belirtmektedir.29 Ayrıca Martin Lings, ibn Haldun’un; ’Sahabe ve tabiin zamanında tasavvufî hayat o kadar yaygın bir şekilde yaşanıyordu ki bunlara özel bir ad verme ihtiyacı hâsıl olmamıştı ancak daha sonra bu hayat tarzıyla yaşayanların azalmasından dolayı bu hayatı yaşayanlara özel bir ad takma ihtiyacı hâsıl oldu.’ Sözüne katılarak bu ismin bu zümreyi ifade için verilmiş özel bir ad olduğunu belirtmektedir.30 ――――――――― 26 27 28 29 30 Ebul Kasım Abdulkerimibn. Hevazin, Kuşeyri, er-Risaletü’l-Kuşeyriyye, Beyrut:Daru’l-Hayr, 1997, s. 179; Ebu Nasr Abdullah ibn. Ali,Serrac,el-Lum’afi’t-Tarihi’t-Tasavvufi’l-İslamiyye, Beyrut:Daru’lKütübü’l-İlmiyye, 2007, s. 22, 76-77, Ebubekir Muhammed ibn. İshak,Kelâbazî, et-Taarrufli Mezhebi ehli’t-Tasavvuf, Beyrut:Daru’l-Hayr, 2007, 9-21, Ayrıca Bkz: Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, İstanbul:Dergâh Yayınları, 2013, s.23-24; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatler, İstanbul:MÜİFVY, 1997, 51-53; Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, İstanbul:Yeni Ufuklar Neşriyat, 1992, 5-9; Osman, Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, İstanbul:Ataç Yayınları, 2013, 2628; H.Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi,İstanbul: Ensar Neşriyat, 2014, s. 23-27; Yaşar Nuri, Öztürk, Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 1998, s. 11-19. Seyyid Hüseyin, Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, çev.: Ahmet Özel, İstanbul:İnsan Yayınları, 1996, s. 165. René, Guénon, İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış, çev.: Mahmut Kanık, İstanbul:İnsan Yayınları, 1989, s. 33. Martin,LingsTasavvuf Nedir, Trc.: Veysel Sezigen, İstanbul: Vural Yayıncılık, 2007, s. 62-63. Lings, Tasavvuf Nedir, s. 61. 114 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları Sûfî kelimesi için çeşitli kaynakların varlığı tartışılmış olsa da Gelenekselci Ekol, bu kelimenin kökenin yanında daha da önemli gördükleri anlamı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Guénon’a göre hakikat tek olduğu için bütün geleneksel öğretiler zorunlu olarak, biçimlerdeki farklılık ne olursa olsun özde aynıdır.31 Dolayısıyla tasavvufi hayat tasavvuf olarak adlandırılmadan önce de var ve insanlar tarafından yaşanan bir hayat şekli olabilir, bu hayatın seyri içinde doğaldır. Martin Lings kelimenin Arapça oluşu ile ilgili görüşlerini aktarmanın yanında, tasavvufî yaşam biçiminin Hz. Peygamber (sav) ve ashabının hayatında var olduğunu ancak isim olarak o dönemde henüz bir adlandırmanın bulunmadığını, bu durumun tak aksi olarak tasavvufî hayatın isim olarak hayatın içinde bulunduğu bazı zamanlarda yaşam olarak, mana olarak tasavvufun bulunmadığını belirtmiştir.32 Ekol’ün önemli temsilcilerinden Seyyid Hüseyin Nasr’da, tasavvufî hayatı bizzat yaşayarak tecrübe eden ve şehadetin içerdiği tevhidi müşahede konumuna ulaşmış olan insanların sufî, derviş, fakir veya herhangi başka bir isimle adlandırılmalarının çok da önemli olmadığını belirtmiştir.33 2.2. Gelenekselci Ekol’ün Tasavvuf Târifleri Sûfîler bütün devirlerde, rûhî tecrübelerinin tavsif ve ifâde edilemeyeceği husûsunda ittifak etmişlerdir. Büyük bölümü susmayı tercih etmiş, bu tecrübeyi tefsir ve îzâha çalışmamıştır. Onlar, idrâk veya müşâhede ettikleri ya da kendilerine keşfolunan şeyi, vicdânî veya zevkî bilgi diye tarif etmişlerdir. Dilin, bu bilgiyi ifâde ve lafza dökmekte yetersiz kalacağı konusunda Sûfîler neredeyse hemfikirdirler. Fakat bu durum, bazı sûfîlerin tasavvuf ve sûfî hakkında târifler ortaya koymasına engel teşkil etmemiştir. Tasavvufu, özel rûhî bir fenomen ya da sûfînin yaşadığı hayât olarak tanımlarlarken; sûfî hakkında da, bu hayâtı yaşayan insan olması hasebiyle bazı târifler ileri sürmüşlerdir. Bu târifler tasavvuf veya sûfî kelimelerinin lâfzî anlamları üzerinde değil, sûfî halin içeriğine dâhildir. Her sûfînintârifi kendi rûhîhayâtı için ölçü kabul ettiği bir husûsa veya bu hayâtın özüne dair önemli gördüğü temel bir özelliğe işâret etmektedir. Bazı târifler, tasavvufun rûhî bir tecrübe olmasını vurgularken bir kısmı da, Allah’a ulaştıran bir yol olması üzerinde durmuşlardır. Birinci tür târiflerde ki vecd, fenâ, bekâ, safâ, üns v.b. ıstılahlar, rûhîhayâtın gizemlerini ifâde eder. Zünnûn’dan (öl. H. 245/M. 859)itibâren H. III-IV. asır sûfîlerinin târifleri çoğunlukla böyledir. Sûfîlerin ahlâk ve davranışlarından bahseden bir takım ıstılâhlarda birinci çeşit târif ile ilgilidir. Dünyâya karşı zühd, onu kerih görmek, zevkleri terk, insanlar ile ilişkinin kesilmesi, Allah’a tevekkül, vera, edep, hakkıyla kul olmak, ilâhî sıfatlar ile bezenme, îsâr, nefsi kurban etmek, fütüvvet, batınını yaşadığı şeriâtınzâhirîne de sarılmak ve teslim olmak, tartışmayı terk, amellerine kusur ve eksiklik ile bakmak, ――――――――― 31 32 33 Guénon, İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış,33 Lings, Martin, Tasavvuf Nedir,63. Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, 167. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 115 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK oldum iddiâsında bulunmamak, davranışlarda istikâmet gibi ıstılahlar tasavvufu, rûhî bir tecrübe olarak ele alan târiflere bağlıdır. Tasavvufu Allah’a götüren bir yol olarak ele alan ikinci çeşit târifler, sûfîhayâtın amelî tarafına ve sûfînin ne gibi ibâdet, mücâhede ve riyâzetleri uygulaması gerektiğine işâret etmektedir. Hicri II. asrın öncesindeki zühd döneminin sûfîleri, dünyevîlik ve zahidlik, nefis ve onunla mücâdele, günahlar ve onlardan sakınmak, azap ve nimetleriyle âhirethayâtı gibi sûfîhayâtın pratik yönleri hakkında çok söz söylemişlerdir. Bu sözler, her ne kadar sahih anlamı ile birer tasavvuf târifi kabul edilemezlerse de ilk nesillerin tasavvufî hayâta bakışlarını ortaya koymaktadır.34 Tasavvuf, benlik bilinci ve irâdeden soyutlanmaktır. Bu, sûfînin Allah’tan başka gerçek fail görmediği hâldir. İkinci olarak, sûfînin Allah’a vuslatında başkasının bilemeyeceği bir hal üzerinde olmasıdır. Yapılan tasavvuf tariflerine bakıldığında aralarında farklılıkların olmasına rağmen hepsinde ifâde edilmek istenilen mananın bir olduğu görülmektedir. Zühdü takva ile ruhu temizlemek, kendi varlığını Allah’ın sevgisinde eritmek, kalbini mâsivadan boşaltıp Hakk’a tahsis etmek, Allah’ın cemâlini müşâhedeye erip rızâsınanâil olmaktır.35 Bir ilim dalı olarak genel bir târif yapmak gerekirse tasavvuf: “İnsanın kalbindeki kötü vasıflarla onlardan kurtulma çarelerinden, kalpteki iyi vasıflar ve onları kazanma yollarından, mânevî mertebeleri kat ederek en yüksek mertebe olan insan-ı kâmil mertebesine ulaşmanın kurallarından ve nihayet tevhîdin sırlarından bahseden bir ilimdir diye târif edebiliriz.”36 İnsanın, beden ve ruh diye iki cephesi olduğu gibi İslâm dininde de şeriât ve hakîkat diye iki cephesi vardır. Namaz, oruç, zekât gibi ibâdetlerin rükû, sücut, kıraat, iftar, imsak, eda gibi zâhirî şartları varsa, yine bu ibâdetlerin huşu, hudu, ihlâs, huzuru kalp gibi insanın iç dünyâsında yerine getirmesi gereken şartlar vardır.37 Nasr, Şeriâtı kendisinin kabulüyle insanın Müslüman olduğu ilâhî yasa olarak tanımlar. Ancak İslâm’ı şekilden ibaret kuru bir emirler yığını olmaktan çıkaran yönünün de hakikât olduğunu belirtir. Nasr; hakikâtin ruhî gerçeklenme, kutsallık ve marifeti elde etme yolu olduğunu, bu yönüyle de doktrin ve yöntemleriyle vahyin kökenine uzandığını, görülür ve somut şekliyle İslâm’ın Kur’anda yer alan formu ve ruhu olduğunu belirtir.38 ――――――――― 34 35 36 37 38 Ebu’l-Alâ, Afîfî,Tasavvuf: İslâm’da Mânevî Hayat, çev.: Ekrem Demirli, Abdullah Kartal, İstanbul: İz Yayıncılık, 1999, 35–36. Kuşeyri, er-Risaletü’l-Kuşeyriyye, 411-428. Türer, Tasavvuf Tarihi, s. 23. Guénon, İslâm Mânevîyâtı ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 29; Ateş, Süleyman, İslam Tasavvufu, s. 20. Seyyid Hüseyin, Nasr, Üç Müslüman, Bilge, çev.: Ali Ünal, İstanbul: İnsan Yayınları, 2003, s. 103104. 116 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları Guénon, Şeriât ile Hakikât arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklar: ’Eğer dâirenin şeklini sembolik olarak göz önüne getirirsek, tarikat, çemberden merkeze doğru giden yarıçap olarak tanımlanır. Çemberin her noktası bir yarıçapa tekabül eder. Sonsuz derecedeki bu yarıçapların tümü merkezde birleşir. Diyebiliriz ki, bu yarıçaplar, kişisel yaratılışlarının ve mizaçlarının değişikliğine göre çemberin değişik noktalarına yerleşmiş, varlıklara uyarlanmış yollar kadar çoktur. Bunun için şöyle denmektedir: Allah’a giden yollar insanların ruhları kadar çoktur. Görüldüğü gibi yollar çoktur; çember üzerindeki hareket noktaları açısından birbirine ne denli yakın düşünülürse kendi aralarında o denli birbirinden farklıdır, ama amaç birdir. Çünkü sâdece bir tek merkez ve bir tek hakîkat vardır. Çember, bütün halinde İslâm toplumunun tümünü kapsayan şeriâttır. Her Müslüman ilâhî yasayı kabul etmekle bu dâirede yer alan noktalardan birini oluşturur. Yarıçaplar turuku sembolize eder. Her yarıçap çemberden merkeze (şeriattan hakîkate) giden bir yoldur. İnsanların değişik rûhî mizaç ve ihtiyaçlarına uygun düşen değişik biçimleri olan tarikat her noktayı merkeze bağlayan yarıçaptır. Çember: Şeriât, yarıçaplar: tarîkatler, merkez ise özü itibâriyle kelimenin gerçek anlamıyla saf metafiziktir. Ki o da başka bir ifâdeyle varlığın yüksek hallerine ulaşınca veya kulun oldukça sınırlı olan sıfatları, sâdece Allah’ın sıfatlarına yer vermek üzere ortadan kalkınca ve kul, kendi kişiliğinde ya da kendi zatında bu sıfatlarla özdeşleşince aradaki farkların tamâmen ortadan kalkmasını sağlayan, tarikat ve hakîkati içine alan tasavvuftur.39 Martin Lings tasavvufu, Muhyiddin İbni Arabî’nin ’Rabbim, beni senin sonsuz vahdet deryana daldır’ duasındaki derya kelimesinden yola çıkarak târif eder ve “tasavvuf nedir” sorusunu bu kelimeden hareketle açıklamanın doğru olacağını belirtir. Lings’e göre zaman zaman bir vahiy, büyük bir med ve cezir dalgası gibi sonsuzluk deryasından bizim sonlu dünyâmıza akar. İşte tasavvuf; bu med ve cezir dalgalarına dalma, onun ebedî ve ezelî kaynağına geri çekilme sanatı, disiplini ve ilmidir. “Tasavvuf med dalgalarının en güçlüsü ve en merkezî olanıdır ki, bu da İslâm vahyinden müteşekkildir. Bundan dolayı tümüyle muayyen bir vahye bağlı olan tasavvuf, diğer her şeyden bağımsız bir olgudur. Ancak kendi yeterliliği içinde eğer zaman ve mekân açısından uyuşursa başka bahçelerden de çiçekler derlemesi muhtemeldir.”40 Gelenekcilerin önde gelen isimlerinden Frithjof Schuon, “İslâm’ı Anlamak” diye dilimize çevrilen eserinde tasavvufu şöyle târif etmektedir: “’Tasavvuf: her şeyden önce öğreti ve yöntem kutupsallığı olarak ya da temaşa ve tefekkür yoğunluğunun eşlik ettiği metafiziksel bir hakîkattir.”41 Tasavvufu tanımlarken Schuon ve Martin Lings hadisteki ihsan42 kavramından yola çıkarak ihsan ve tasavvufun çakıştığını, “ihsan ya da tasavvufun Allah’a tam bir ihlasla kulluk yapmak olduğunu” belirtmektedirler.43 ――――――――― 39 40 41 42 Guénon, İslâm Mânevîyâtı ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 30. Lings, Martin, Tasavvuf Nedir, s. 9-15. Frithjof, Schuon, İslam’ı Anlamak, çev.: Mahmut Kanık, İstanbul:İz Yayıncılık, 1999, s. 144. Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail Buharî, el-Camiü’s-Sahih, Kahire: Mektebetü’s-Selefiyye, İman, 1. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 117 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK “Gelenekselci Ekol’e göre metafiziksel öğretiler ve İslâm’ın mantıksal sonucu olan tasavvufun mânevî öğretileri İslâm’ın özünü oluşturur. Birlik (tevhîd), hiçbir şeyin dinin ve mânevîhayâtın dışında kalamayacağı anlamına gelir. Tasavvuf veya irfân, Lâ İlâhe İllallâh’ın bir insanın düşünce tarzından, felsefeyle uğraşmasından tutunda yürüyüşüne hattâ kaşığı tutuşuna kadar, insan hayâtının ve varlığının her anına uygulanmasıdır. Bunun yanı sıra mânevîhayâtı her şeyi saran bir bütün haline getirmeyi ve zâhirî formlardan bâtınî manaya geçişi mümkün kılan İslâm’ın mistik boyutu İslâm’ın en evrensel sûretidir.”44 Gelenekselci Ekol’ün yaşayan en önemli temsilcilerinden Seyyid Hüseyin Nasr’a göre bir açıdan ’Tasavvuf, imanın samimiliği ve sonsuzu arayış çabasıdır. Sûfîleregöre insan sürekli sonsuzun arayışı içindedir. İnsanın dünyâya ait varlıklardan daha fazla edinme çabası aslında sonsuza olan iştiyakındandır.” Bu yüzden tasavvufu bir hal olarak elde edebilmek için dünyâ ve onunla alakalı her türlü bağdan kurtulmuş olmak gerekmektedir.45 Bir başka açıdan Nasr’a göre tasavvuf; “İlâhî isimleri ve sıfatları yansıtan bir ayna olduğu için, Allah’la sonsuz bir birlik içinde bulunan el-insânü’l kâmil arasındaki ayrılışı giderme noktasına götüren şeyi aramayla geçen bir yolculuktur.”46 Gelenekselci Ekol’ün tasavvuf tariflerine genel itibariyle bakıldığında İslam’ı, kabuk ve öz bağlamında değerlendirdiklerini söylemek mümkün olmaktadır. Şeriat İslam’ın kabuğunu oluştururken, tasavvuf özünü oluşturmaktadır. Ekol temsilcilerinden bazılarına göre İman, İslam ve İhsan hadisinde insanların bir yolculuğa davet edildiklerini ve ihlasın bu yolculuğun zirvesi olan İhsan’a ulaşmada en önemli faktörlerden biri olduğuna inandıklarını görmekteyiz. Bir başka faktör olarak zahidane hayatın öze ulaşmada olmazsa olmaz kabilinden olduğu ve Esma-i İlahinin tecellisine tam mazhar İnsan-ı Kâmil olma yolculuğunun ancak tasavvufî hayatın pratikleriyle ulaşılabileceklerine inandıklarını görmekteyiz. Şeriât ve hakikâtveçhesi olan İslâm’ın, özünü arayan insana sunduğu, özünü bulma yol ve imkânı olan tasavvuf, İslâm’ın zahir batın bütün ilkelerini yerine getirme gayretinde olan insanı- kâmil yolcusunun yaşam biçimidir. 2.3. Gelenekselci Ekole Göre Tasavvuf ve Mistisizm “Tanrısal sezgi yoluyla, algılanamayan doğaüstü gerçekleri yaşama, karanlık, gizemle yüklü olana duyulan aşırı istek gibi anlamalara gelen mistisizm”47 terim olarak da “Tabiat üstü bir âlemle irtibat kurarak üstün bir bilgiyi araştıran, akli ve 43 44 45 46 47 Schuon, İslam’ı Anlamak, s. 203; Lings, Tasavvuf Nedir, s. 201-202. William Chittick, “ Seyyid Hüseyin Nasr’ın Yazdıkları”, Söyleşiler,çev: Aysel Danacı, İnsan Yayınları, İstanbul: 1996, s. 19. Seyyid Hüseyin, Nasr, İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı, çev.: Ali Ünal, Ara Büyükturu,İstanbul: İnsan Yayınları, 2001, s. 103. Nasr, a.g.e. s. 103-104. Bedia, Akarsu, Felsefi Terimler Sözlüğü, İstanbul: İnkılâp Yayınları, 1998, s. 85. 118 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları kemmî denemelere dayanmayan, sezgi gücü ve vecd halindeki pratiklerle eşyanın özüne ait bilgiye Allah’a ulaşacağını ileri süren tasavvufî ve felsefî meslektir.”48 İngiliz oryantalist Nicholson’un tasavvuf kelimesini mistisizm ile tercüme etmesinden itibâren, batıda İslâm Tasavvufu, özü itibâriyle mistik bir şey olarak ele alınmış bunun neticesi olarak ta artık bâtın ilminden bahsedilmez olmuştur. Bu gibi meselelerde, bu şeyleri ancak kitaplar vâsıtasıyla tanıyan oryantalistlerin görüşleri batılıların büyük çoğunluğu nazarında bunları doğrudan doğruya ve fiilen bilen yâni bizzat tasavvufa intisap etmiş kimselerin kanaâtinden daha fazla dikkate alınır olmuştur. Tasavvufî saha ile mistik saha arasını karıştırmak bu gün en çok vuku bulan hatalardan birisi olmuştur. Tasavvuf mâhiyetiitibâri ile mistisizm ile uzlaşmasına imkân yoktur. Bu günkü manasıyla mistisizmin tasavvufla hiçbir müşterek tarafı yoktur. Tasavvuf ile mistisizm arasındakibu farklılık ve uzlaşmazlık mistisizm kelimesinin menşeinden ileri gelmektedir. Bugün bilinen mistisizm özellikle dinin batınıyla değil zâhirî yönüyle alâkalıdır. Mistik yol ile tasavvufî yol bütün esas vasıfları ile bir birinden farklıdır. Bu farklılık ikisi arasında gerçek bir uzlaşmazlık ortaya çıkarmaktadır. Bazı dinlerdeki mistisizmin nisbî kıymet ve ehemmiyeti inkâr edilemez. Bazı dinlerde mistik yol ile tasavvufî yol aynı zamanda beraberce mevcut olabilir fakat bir kimsenin bu iki yolu aynı anda takip etmesi imkânsızdır. Çünkü bu iki yolun alâkalı olduğu sahalar farklıdır. Mistisizmin sahası dinîn zâhirîdir, tasavvufun sahası ise dinîn bâtınıdır. Mistisizm tamâmen ve münhâsıran batıya ve hususiyle Hıristiyanlığa ait bir şeydir.49 Titus Burckhardt, tasavvufun, İslâm Mistisizmi olarak tanımlanamayacağını ısrarla vurgular. Bilimsel nitelikli kitaplarda tasavvufu İslâm Mistisizmi olarak tanımlamanın bir hatâ olduğunu ifâde eder.50 Titus Burckhardt, batıdaki bir meczubun ilâhî cezbe sonucu kendinden geçmiş olması onun bu durumun sonuçlarını bir doktrin haline getirmesini mümkün kılmadığını, tsavvufun ise batıni bir doktrin içerdiğini ve mürşidden mürşide geçişi zorunlu kılan bir seyrusulük içerdiğini bundan dolayı da tasavvufa mistisizm denemeyeceğini belirtir.51 Gelenekselci ekole göre, nasıl ki tasavvuf ve mistisizm bir birinden ayrı şeyler ise, mutasavvıf ve mistik kelimeleri de bir birinden ayrıdır. Bundan dolayı mutasavvıf kelimesi ile mistik kelimesi eş değer değildir. Mistisizm ve tasavvuf arsındaki farkların ilk başta söylenmesi gereken belki de ikisinin kaynak noktasında ki farklılığıdır. Tasavvuf İslâm’ın kendi öz kaynakları olan Kur’an ve Sünnetten ortay çıkmış iken mistisizm ise gerek Hristiyanlık gerekse ――――――――― 48 49 50 51 Süleyman Hayri, Bolay, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Nobel Akademik Yayınları, 2013, s. 256. Guénon, İslâm Mânevîyâtı ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 33-34; Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, s. 166. Burckhardt, İslam TasavvufDoktrinineGiriş, s. 23. Burckhardt, a.g.e. s. 23-24. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 119 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK de doğu kökenli din görünümlü felsefi doktrinlerden ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla daha çıkış noktasında farklılıkları ortay çıkmış olmaktadır.52 Mutasavvıf kelimesinin karşılığı olarak mistik kelimesi, ancak aslî anlamında, Allah’ın mülkünün sırlarını elde etmeye çalışan veya elde eden kişi anlamında kullanılırsa yeterlidir; çünkü tasavvuf, kişinin kendi kendisini aşmasının, ruhunun nefsinin üstüne çıkmasına izin vermesinin İslâmî bir yoludur. Tasavvuf insan nefsinin bittiği, ilâhî sırların başladığı bir yerdir.53 Tasavvufta her mevzuda bir hiyerarşi vardır. Her sâlik sahip olduğu mânevî bilgi ve dereceye göre bir yer işgal eder. Bu derecelenme, bir piramit misaliyle anlatılabilir. Bu dereceler tabandan tepeye doğru gittikçe daralır, mistisizmde ise böyle bir hiyerarşi yoktur.54 René Guénon’un ifade ettiği üzere tasavvufa katılmış bir kişi, seyr ü sulûkü içerisinde değişik hâller ve makamlarda bulunur ve her makamda farklı isimler alır. René Guénon’un bu tespitine tasavvuftan şu örnekleri verebiliriz: Kırklar, Yediler, Üçler ve Kutup, Mürid, Sâlik, Vâsıl, Halîfe, Şeyh, Avâm, Havâs, Ehassü-l Havâs gibi.55 Mistisizmi karakterize eden iki unsur vardır; pasiflik ve metod yokluğu. Mistisizmde insanın nereden başlayacağı ve nereye gideceği asla bilinemez. Tasavvufta ise müphem ve bulanık hiçbir şey yoktur. Mistik, sürekli edilgen bir tutum içinde olduğundan, netice itibâriyle kendisine her hangi bir şekilde kendiliğinden gelecek bir şeyi kendisinin hiçbir katkısı olmaksızın kabule hazır olduğundan kesin bir yöntemi de olamaz. Öyleyse mistik tarikat diye bir şey olmaz. Böyle bir şey zaten tuhaftır çünkü öze karşıttır. Üstelik mistik sürekli tek başına yaşayan biri olduğundan, gerçekleştirdiği eylemin edilgen niteliğinden dolayı, mânevî etkiyi kendisine ulaştıracak bir silsilesi de olamaz.56 Mistik yolla tasavvufî yolun karşılıklı olarak arz ettikleri özelliklerden dolayı kökten bağdaşamayacakları bellidir. Zaten aradaki farklar iki değişik ve ayrı alana ait olmalarından ileri gelmektedir. Ayrıca Arapça’da mistisizmi yaklaşık da olsa karşılayacak bir sözcük olmadığını öyle ki İslâm geleneğine büsbütün yabancı, başka bir şeyi temsil ettiğini söylemek mümkündür.57 Mistisizm pasif ve anti entelektüel olmasına karşın tasavvuf, mânevî bir yola aktif bir katılımdır ve kelimenin tam anlamıyla aklîdir.58 ――――――――― 52 53 54 55 56 57 58 Guénon, a.g.e. s. 34. Martin, Lings, Yirminci Yüzyılda Bir Veli, Trc.: Betül Özel Çiçek, İstanbul: Sûfî Yayınları, 2009, s. 58. Mustafa, Tahralı, Fransız Müslüman Abdulvahid Yahya (René Guénon’) Eserinde Tasavvuf ve Mistisizm Farkı, İstanbul: Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ekim, 1981, sy, 4 s. 21. Guénon, İslâm Mânevîyâtı ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 33-34. Guénon, a.g.e. s. 34. Guénon, a.g.e. s. 34. Guénon, a.g.e. s. 34. 120 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları Tasavvufî tarîkatlarda tespit edilmiş belli bir evrâduezkârın bulunması onu mistisizmden ayıran temel farklardan biridir. Mistisizmde tespit edilmiş bir ritüel yoktur. Zaten bu durumu, mistisizmin istisnâîlik ve gayri nizamilik dediğimiz karâkterinden hemen anlamak mümkündür. Gerçi mistisizmde birtakım ibâdet kabilinden şeyler varsa da bunlar dinîn zâhirînde olan, herkesin yerine getirebileceği umûmî şeylerdir. Ayrıca mistisizmde bu ibâdet ve duâlara olan bağda mutlak sûrettezarûrî değildir. Tasavvufta ise belli ezkâr, evrâd ve belirli bir usûlü olmayan bir tarîkat yoktur.59 Tasavvuf ve mistisizm her ne kadar benzerlikler gösterse de yukarıda bazılarına değinilen farklarında gösterdiği gibi ikisinin aynı şey olduğunu söylemek mümkün değildir. 2.4. Tasavvufun Konusu ve Gâyesi Tasavvufun konusunu kısaca tahalluk ve tahakkuk olarak özetlemek mümkündür. Tahalluk İslâm ahlâkını öğrenmek, tahakkuk ise bunu gerçekleştirip ahlâki ve manevî yükseliş sonucu bazı tahkikî bilgilere ulaşmaktır. Bir diğer ifadeyle tasavvufun konusu insanın, Hakkın rızasına ulaşabilmek için nefsini terbiye ederek ruhî hayatı adına insan olabilme kıvamını yakalamak için gösterilen çaba ve gayretlerin tamamıdır.60 Ahsen-i Takvim, yani en mükemmel surette yaratılmış olan insan, cennetten çıkarılmasından sonra dünyâ hayatında işlemiş olduğu hata ve günahlardan dolayı gittikçe bu yaratılış keyfiyetinden uzaklaşmıştır. Ancak özünde var olan bu ahsen-i takvim hususiyetinin eksikliğini ruhunda hep yaşamış ve yeniden o yaratılış keyfiyetini kazanmak istemiştir. Tasavvuf bu noktada insanı ilk yaratılış keyfiyetine ulaştırmak için gerekli hususiyetleri konu edinmektedir.61 Modern dünyânın kesif ve yarış içerisindeki hayâtında insan, yaratılışında bulunan aşkın özellikleri unutmuş, hayatı sırf maddî boyutuyla yaşar hale gelmiştir. Modern dünyânın sunduğu uyuşturucunun etkisiyle tamamen yaratılışına aykırı hayat yaşayan insan bunun farkında da değildir. Bu farkında olamamak ruhunun ihtiyaçlarını karşılaması gereken noktalarda insanı tembelliğe itmiş ve sonuçta ihmal edilen ruhun ihtiyaçları insanı ciddi şekilde psikolojik problemlere sürüklemiştir. Tasavvuf bu noktada bu problemleri gidererek insanı ilk yaratılış keyfiyetine ulaştırma adına insanın özellikle ihmal edilen ruhî hayâtını konu edinmiş ve çözüm önerileri sunmuştur.62 Şu halde tasavvufun konusunu; insan ve özellikle insanın rûhu, ahlâkî ve psikolojik yapısı teşkil etmektedir denilebilir. ――――――――― 59 60 61 62 Guénon, a.g.e. s. 34. Yılmaz H. Kamil, a.g.e. 57; Türer, a.g.e. s. 24. Nasr, Tasavvufi Makaleler, çev.: Sadık Kılıç, İstanbul: İnsan Yayınları, 2002, s. 35. Nasr, a.g.e. s. 43-44. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 121 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK “Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık (Ahsen-i takvim)sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük.”(Esfel-i sâfilîn) (Tin, 4-5). Kur’ân-ı Kerîm’in yukarıda zikredilen âyetleri, insanın bu dünyâdaki konumunu, aynı anda ebedî ve evrensel bir şekilde tanımlamaktadır. İnsan, en hayranlık uyandırıcı nispetlerde (Ahsen-i takvim) yaratılmıştır ama o, akabinde kendi ilâhî ilk örneğinden ayrılma ve uzaklaşmanın yeryüzüne değin koşulu içinde düşmüştür ki, bunu Kur’ân, basamakların, aşağıların en aşağı derecesi (Esfel-i sâfilîn) olarak ifâdelendirir. Ahsen-i takvim ifâdesi ile ilgili olarak Seyyid Hüseyin Nasr; Hüseyin VâizKâşifî’den şunları nakletmektedir: ’Bu ifâde tanrının, ilâhî emanetin taşıyıcısı ve sınırsız bir açılımın kaynağı olabilmesi için, insanı, ilâhî kutsallık tecellîsinin en kapsamlı ve evrensel alanı, en kusursuz ve mükemmel bir tezâhürü olarak yaratmış olduğunu gösterir. Esfel-i sâfilîn ise tabii tutkuların ve aldırışsızlığındünyâsıdır.’63 Tasavvuf, insanı düştüğü esfel-i sâfilînden yeniden ahsen-i takvîme çıkarmayı amaçlamıştır. İslâm tevhîd dinidir. İslâmî öğreti ve uygulamanın bütün veçheleri bu aslî, merkezî ilkeyi yansıtırlar. Nasr’a göre insan çokluk âleminin hapishanesindedir. Veli insan ancak bütünlüğünü koruyabilmiş insandır. Tasavvuf insanı bu çokluk hapishanesinden kurtararak onu bütünlüğüne kavuşturmayı amaçlamıştır. Tasavvuf insanı bilmeden düştüğü gizli şirklerden kurtararak gerçek Rabbine kulluk etmesini sağlamaya çalışmaktadır.64 “Tasavvuf insana mahiyeti hakikisi olan kâmil insan konumunu hatırlatır. İnsanın mutlak mutluluğu, Allah’ın kendisine verdiği halifelik konumunun anlamını kavramasına bağlıdır. İnsan kendisinin ilâhî isim ve sıfatların tecelli alanı olduğunun farkına vararak mutlu olabilir. İşte tasavvuf insana kendi mahiyetinin ne olduğunu, tabiatının hakikâtını tanıtmayı veya hatırlatmayı gaye edinmiştir.”65 “Allah insanı kendi suretinde yarattı, kendilerinde mevcut olmasına rağmen çoğu insanın bilmediği tanrı biçimsel tabiata sahip olmayı keşfe çıkan tasavvuf, uygulama esaslarının insanda yankısını bulduğu, fakat mükemmellikleri içinde yalnız Allah’a özgü olan bu ilâhî sıfatlarla sıfatlanma gayretindedir.”66 Tasavvuf, insana gerçek mutluluk ve bütünlüğü elde etmesinin ancak bütün beşerî aşağılık sıfatlarında sıyrılarak saf haline gelmesiyle mümkün olabileceğini, bunun da yolunun nefsin terbiye ve ruhun tasaffi etmesiyle mümkün olabileceğini söyler ve bunu gerçekleştirmeyi hedefler.67 ――――――――― 63 64 65 66 67 Nasr,a.g.e. s. 28. Nasr,a.g.e. s. 48. Nasr,a.g.e. s. 48. Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, s. 179. Nasr, Tasavvufî Makaleler, s. 48. 122 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları 2.5. Tasavvufun Kaynağı Herhangi bir bölgedeki bir olgunun zûhurunu sâdece dış amillere dayandırarak dâhili sebepleri ihmal etmek doğru değildir. İnsanlar üzerinde etki eden her düşünce, onlara tam ulaşmadan değer kazanmaz. Müsteşrikler tasavvufun kaynağını araştırmaya giriştiklerinde onu, çeşitli dış amillere dayandırmak istediler. Bir toplumda ortaya çıkan aklî bir fenomen veya gelişimin anlaşılmasının ancak o olgunun ortaya çıktığı toplumun yaşadığı dîni, sosyal, siyasi şartlara bağlı olduğunu unuttular. Her kültür bir yönüyle kendi kutsal kitabı ile ilgilidir. Batı kültürünün temelinde Kitâb-ı Mukaddes olduğu gibi İslâm kültürünün temelinde de Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet vardır. İslâm düşünce, kültür ve medeniyetinin önemli bir bölümünü meydana getiren tasavvufî düşüncenin esasları da Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnetten alınmıştır.68 Dolayısıyla Tasavvuf dışarıdan değil bizzat İslâm’’ın özünde olan aslî bir unsurdur.69 Tasavvufî düşüncenin, tarihi seyri içinde takip edildiği zaman diğer ilim, medeniyet ve kültürlerle münâsebet kurduğunu görmek mümkündür. Fakat bir sûfî için hepsinden önemlisi Kur’ân ve Sünnettir, bunların tespit ve tavsiyeleridir.70 2.5.1. Kur’ân-ı Kerîm GelenekselciEkol’ün önemli temsilcisi Seyyid Hüseyin Nasr, açıkça belirtmektedir ki hem zâhirî yollar hem bâtınî yollar doğrudan Kur’ân ve Hz. Peygamber (sav)’in eğitim ve öğretiminden çıkmaktadır.71 İslâm üzerine araştırma yapan çok az sayıda batılı, tasavvufun köklerinin Kur’ân da bulunduğunu kavramıştır. Massignon; tasavvufun köklerinin Kur’ân da mevcut olduğunu anlamak için onu defalarca okumanın yeterli olduğunu belirtmiştir. Marqoliouth da tasavvufun menşeini Kur’ân olarak kabul eder. Ki Corbin de bu görüşü defalarca doğrulamıştır.72 Tasavvufun önemli unsurlarından biri olan fakr hakkında ki ayeti, Seyyid Hüseyin Nasr şöyle yorumlamaktadır: “Tasavvufa sûlük edenler “Allah zengin, siz ise fakirsiniz.” (Muhammed, 47/38)meâlindekiKur’ân ayetine uygun olarak, fakir diye adlandırılırlar. Fakir bir anlamda sûfi; Muhammedî fakirliği gerçekleştirmeye çalışır, yâni her şeyin Allah’tan geldiğini; metafizik anlamda kendisinin bir hiç, Allah’ın ise tek, benzersiz olduğunu kavramaya çalışır.”73 Allah ile kul arasında en önemli iletişim araçlarından biri olan duanın tasavvuf açısından önemi ve fonksiyonuna Nasr şöyle açıklamaktadır: “Tasavvufa göre, ――――――――― 68 69 70 71 72 73 Guénon, İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 33 Koltaş, Gelenekselci Ekol ve İslam, s.97. Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 37. Seyyid Hüseyin Nasr, Söyleşiler,Çev. Aysel Danacı, İstanbul: İnsan Yayınları,1996, s.133. Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, s. 160-161. Nasr, a.g.e. s. 165. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 123 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK beşer kelâmı esas olarak iki fonksiyon icra eder. Hakîkatin bir yönü üzerinde açıklamada bulunmak ve dua etmektir. Bunlardan ilki vahyin taşıyıcısı olarak ilâhî kelimeyi, ikincisinde onun âlemi yaratan gücünü karşılar. Âlemin gerçek özü duadır; var oluş duadır. Bundan dolayı tasavvufun ana tekniği, insanı Allah’a götüren duadır.”74 Martin Lings, tasavvufun kaynağının Kur’an olduğunu anlatırken daha Kur’anın ilk suresi olan Fatiha’da “Bizi sıratı müstakime hidayet buyur.” (Fatiha, 1/6) ayetinin geneli ilgilendiren bir dua olduğunu ancak yolculuk zihnîyetindeSûfîlerin toplumun diğer kesimlerinden daha duyarlı olmalarından onlar için ifade ettiği mananın daha derin manalar ifade ettiğini belirtmiştir.75 “Muhakkak biz Allah’a aitiz ve muhakkak ona döneceğiz.”(Bakara, 2/159) ayetinin çoğu Sûfîye göre tasavvufun kendisi olduğunu belirten Lings burada Allah’a aidiyet noktasında toplumun en hassas kesiminin Sûfîler olduğunu belirtir ve tasavvufun kaynağının tamamen Kur’an olduğunu getirdiği başka ayetlerle de destekler.76 Kur’ân’ın birçok ayeti insanlara Allah’ın adını anmayı emreder. Kur’ân bu anmanın Allah’a yaklaşma aracı olduğu konusunda insan garanti verir. “Beni anın ki Ben de sizi anayım” (Bakara, 2/152) Yukarıdaki ayetlerden de görülebileceği gibi tasavvufun ana konuları olan fakr, zikr, duâ v.b. diğer konuların ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîmdir. 2.5.2. Hz. Muhammed (sav) Tasavvuf kültürünü oluşturan temel unsurların tamamı ya doğrudan ya da dolaylı olarak Hz. Peygamberin hadislerine daha umumi olarak ifade etmek gerekirse Sünnete dayanmaktadır. Gelenekselci Ekol temsilcilerinin de tasavvufun kaynağını Kur’an ve onun hayata tatbik sahası olan Sünnet olarak kabul ettiklerini görmekteyiz. Nasr, bir Sûfînin şehadetin, yâni Lâ ilâhe İllallâh’ın anlamını ve pratik hayatta tatbik edilmesini, İslâmda manevî hayatın adeta prototipi olan Hz. Peygamberden öğrendiğini ve tamamen bütün pratiğini ona uydurduğunu başka türlü muvaffak olmasının mümkün olmadığını belirtir.77 Tasavvufun mahiyeti işlenirken gördük ki bazı Gelenekselci Ekol temsilcileri veli, tasavvufu Hz. Peygamber(sav)’in kendisine ihsanın târifi sorulduğunda söyle- ――――――――― 74 75 76 77 Nasr, a.g.e. s. 179. Lings, Martin, Tasavvuf Nedir, s. 35. Lings, Martin, a.g.e. s. 35. Nasr, a.g.e. s. 167. 124 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları miş olduğu meşhur hadisle tanımladılar.78 “İhsan: Allah’a kendisini görür gibi ibâdet etmendir, zira sen onu görmesen bile o seni görür.”79 Gelenekselci Ekol temsilcileri tasavvufun uygulamalarının bazılarının bizzat Hz. Peygamber’in (sav) uygulamalarından alındığını belirtmektedirler. “Hz. Peygamber (sav) özellikle ramazanın yarısında Hira dağındaki mağara gibi uzak ve sessiz yerlerde ve hayâtının daha sonraki döneminde de Medine mescidinde halvete çekilir ve bol bol zikrederdi. Sûfîler yöntemlerini ve uygulamalarını Hz. Peygamber(sav)’in bu ve daha başka uygulamalarıyla ilgili sözlerine dayandırmışlardır. Sûfîler; “tüm yollar Resulün adımları ardınca gidenlerden başka her kese bütünüyle kapalıdır” diyecek kadar hayâtlarının her anında Hz. Peygamber (sav)’i örnek almaya çalışmışlardır.”80 Yine Mirac meselesinde, Mekke’de başlayıp Kudüs ve Sidre-i Müntehaya (ilah-i huzur) uzanan yolculuk, Sûfînin hayatında bedenen değil de sâdece rûhen gerçekleştirmeye çalışacağı bir yolculuk örneğidir. Tasavvufun gayesi olan ilâhî huzura ancak Hz. Peygamber’in (sav) örnekliğiyle varılabilir.81 2.5.3. Tasavvufun Yabancı Menşei Konusunda Gelenekselci Ekol’ün Görüşleri Bilindiği üzere tasavvufun menşeî konusunda genel kanâatin, onun Kur’ân’ın içsel bir yorumu ve Hz. Peygamber’in (sav) hayâtında şekillenen zühd yaşantısının olmasıyla birlikte, bazı dış doktrin ve öğretilerden etkilendiği de ileri sürülür. Özellikle de oryantalistlerin İslâm hakkında yaptıkları tüm araştırmalarda olduğu gibi tasavvufun menşeini de İslâm’ın dışında bir kaynağa bağlama eğiliminde oldukları görülür. Ancak Gelenekselci Ekol’ün önde gelen mensupları, İslam’la birlikte Hıristiyan Mistisizmi, Hint, Yeni Eflatunculuk öğretilerini incelemelerine karşılık tasavvufun İslâm’ın temel kaynaklarından hareketle şekillendiğini ve hiçbir dış unsura bağlanamayacağı üzerinde ısrarla durmuşlardır. Bundan dolayı GelenekselciEkol’e göre tasavvuf; İslâm öğretisine sonradan ilave edilmiş, dışardan gelmiş bir şey değildir. Aksine İslâm’ın özüne ilişkin bir parçadır. Tasavvufa beşeri bir zemin hazırlayarak onu aşkın bir boyuttan soyutlama gayretinde olan oryantalistlerin çalışmalarıyla ilgili olarak GelenekselciEkol’ün yaklaşımını Nasr’ın şu ifadelerinde görmek mümkündür: ’Tasavvufa dış bir kaynak isnadında bulunanların görmezlikten geldikleri şey mânevî bir yolun gerçek niteliğidir. Mânevî bir yol, kendisiyle insanın beşerî sınırlarının aştığı ve Allah’a yaklaştığı yoldur. Bu yüzden yolun kendisi insan yapısı olamaz. Kim mânevî bir hayât gerçeğini kabul ediyorsa mânevî yolun kendisinde insan eseri olmayan bir bereket taşı――――――――― 78 79 80 81 Schuon, İslamıAnlamak, s. 203; Lings, Tasavvuf Nedir, s. 201-202. Buhari, İman, 1. Nasr, Üç Müslüman Bilge, s. 105. Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, s. 168. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 125 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK ması gerektiğini, yâni bu yolun nihâî olarak Allah tarafından düzenlenmiş ve izlenmesi için insanın önüne konmuş bir yol olduğunu da kabul etmek zorundadır.’82 René Guénon, tasavvufun Yunan, Hint ya da İran gibi yabancı bir kökenden olduğu varsayımının, İslâm Tasavvufuna özgü anlatım biçimlerinin ve Arap dilinin yapısı incelendiğinde kesinlikle yanlış olduğunun görüleceğini belirtir. René Guénon’a göre tasavvuf ve diğer geleneksel mistik yaşamlar arasında ki benzerlikler, hakikâtin tekliğinden, biçimlerin farklı da olsa özün bir oluşundan kaynaklanmaktadır.83 Nasr, Tasavvufun Neoplatonizm, Hıristiyan Ruhbanlığı, Hinduizm gibi geleneksel diğer mistik yaşamlardan kaynaklanarak ortaya çıktığı iddiasının İslâm’ın gerçek bir vahiy dini olduğu gerçeğini kabul etmek istemeyen dolayısıyla da kendine mahsus bir manevî boyutunun olamayacağı ön kabulünden ortaya çıktığını belirtmektedir. Tasavvufun yabancı menşeili olması ön kabulünün başka bir sebebi olarak ta İslâm’ın kaba kuvvet kullanan, sertlik yanlısı bir kılıç dini olduğu algısının haksız bir şekilde oluşturulmuş olmasına bağlayan Nasr, bu yaklaşımın İslâm’ın manevî boyutuna ait her şeyin dış menşeili olması sonucunu doğurduğunu belirtmektedir.84 Tasavvuf, Muhammedi bereketin sonucunda insani kemalâtı yakalamış bir insan modeli ortaya çıkarmışsa bu onun kendi ilâhî menşeili oluşundandır. Çünkü ne Müslüman bir velîHristiyan veya Budist bereketin sonucu ortaya çıkabilir ne de Muhammedi bereket Hristiyan ya da Budist bir ermişi ortaya çıkarabilir.85 O halde diğer geleneksel mistik yaşamlar ne kadar orjinal kendi kaynaklarından ortaya çıkmış ise tasavvuf ta İslâm’ın kendi öz kaynaklarından ortaya çıkmıştır. Bu meyanda St. Augustin’in eski filozofların kitaplarını okumakla değil Hz. İsa’nın bereketi ile ermiş olduğunu bilen her Hıristiyan, Plâtonizm ve Neoplatonizm bilmesi nedeniyle St. Augustin’in ruhaniliğinin Grek kaynaklı olduğu iddiâsını saçma bulduğu gibi Hallac, ibn. Ârabî veya bir Mevlânâ Celâleddin-î Rûmî’nin ruhaniliğinin kaynağı olarak ta Neoplatonizm veya Hermetizm’i görmesi saçmadır.86 Tasavvufun İslâm’daki yerini kalbin insandaki konumuna benzeten Titus Burckhardt, Kalbi, bedenin hayât merkezi ve ince gerçekliği içinde her çeşit bireysel biçimi aşan Zat’ın kürsüsü (Arş) olarak görmektedir. Ona göre her şeyi yalnız tarihsel planda arayan Oryantalistler, İslâmda ki bu zahir-batın cephesinin varlığını ancak dışardan etkiler neticesinde olduğu şeklinde açıklayabilirlerdi. Tasavvufun kökenini kendi uzmanlık alanlarının doğal sonucu olarak İran, Hint, Yeni Eflatuncu, Hıristiyan kaynaklarına bağlamaları bundandır. Hiç bir kesintiye uğramadan Hz. ――――――――― 82 83 84 85 86 Nasr, a.g.e. s. 161. Guénon, İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 32-33. Nasr, İslam İdealler ve Gerçekler, s. 161. Nasr, a.g.e. s. 162. Nasr, a.g.e. s. 163. 126 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları Peygamber’e (sav) ulaşan Sûfî büyüklerin silsilelerinin varlığı tasavvufun her şeyinin Kur’an ve Sünnet kaynaklı olduğunun en bariz göstergesidir.87 Titus Burckhardt’a göre, İslâm tasavvufunun sâdece kendisine ait şeri biçimleri sürdürmeyerek karşılaştığı diğer geleneklerden öz olarak kendisine aykırı olmayan hususları alarak özümsemesi de onun orjinalliğinin ayrı bir göstergesidir.88 Tasavvufun menşei ile ilgili olarak son sözü Frithjof Schuon’a bırakalım: ’Tasavvuf, İslâm ağacının çiçekleri gibidir ya da bir diğer anlamda bu ağacın özü gibi veya İslâm geleneğinin tacındaki mücevher de denilebilir. Nasıl bir imge kullanılırsa kullanılsın parçası bulunduğu İslâmî yapısının dışına çıkarıldığında tasavvufun bütünüyle anlaşılamayacağı bir gerçektir. Tasavvuftan söz ederkenaynı zamandaen iç ve evrensel yönüyle İslâm geleneğinin bizzat kendisinden söz etmiş olmaktayız.’89 SONUÇ Toplum içerisinde basit kullanımıyla adet, örf, anane gibi geçmiş nesillerden devralınan ve varlığını bazı somut görüntülerle devam ettiren gelenek kavramı, öncülüğünü, René Guénon’un yaptığı, Frithjof Schuon, A. K. Coomaraswamy, Titus Burckhardt, Seyyid Hüseyin Nasr gibi düşünürler tarafından yirminci yüzyılın başlarından itibaren düşünce dünyâsında kendisine yer bulmuş ve bir düşünce sistemine ad olmuştur. Batı dünyâsında yetişmiş olmalarına rağmen, araştırmacı fıtrata sahip olan Gelenekselci Ekol temsilcileri modernizmin dayattığı katı maddeciliğe karşı manevîyât ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Hinduizm, Budizm, Taoizm gibi çeşitli manevî akımları incelemiş, bu arada tasavvufla da tanışmış ve tasavvufun İslâm’ın bünyesinde neşet eden bir düşünce ve hayat sistemi olduğunu vurgulamışlardır. Gelenekselci Ekol temsilcileri, İslâmî ilimlerin hemen her alanıyla ilgilenmelerine rağmen, özellikle tasavvufa ağırlık vermiş hatta içlerinden bazıları bir şeyhe intisap edecek kadar tasavvufun içerisinde bulunarak hal ilmi olan tasavvufu bizzat yaşama gayretini göstermişlerdir. Gelenekselci Ekol’ün yaklaşımı açısından anlam genişliği ve derinliğine kavuşan gelenek kelimesi, Gelenekselci Ekol tarafından, ilâhî bir kaynağa, kökü itibariyle vahye dayalı hakikât ve prensipler bütününün, bulunduğu topluma ve çağa göre yaşama tarzı, sanat, inançlar manzumesi, hukuk bilgisinin yeni bir medeniyet olarak ortaya konuş şekli olarak tarif edilmiştir. Gelenekselci Ekol’ün temsilcilerine göre tasavvuf kelimesi etimolojik olarak hangi kaynaktan gelirse gelsin, İslâm kültür tarihinde dünyâya karşı tavır almış, ――――――――― 87 88 89 Titus Burckhardt, İslam Tasavvuf Doktrinine Giriş, çev.: Fahreddin Arslan, İstanbul: Kitabevi,1995, s. 16-17. Burckhardt, a.g.e. s. 18. Schuon,İslamı Anlamak, s. 243. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 127 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK Allah’ın rızasını kazanabilme adına belli doktrin ve pratikler üretmiş ve bu doğrultuda hayat yaşamış bir zümreye ad olmuştur. Her nekadar kelimenin etimolojik kaynağı çok ehemmiyet arz etmese de bu Ekol temsilcileri Sûfî kelimesinin harfler ilmine göre İslâm’a ait birçok unsura işâret etmekte olduğunu ortaya koymuşlardır. GelenekselciEkol’e göre tasavvuf, tarihi seyri içerisinde takip edildiğinde diğer kültür ve medeniyetlerle karşılaşmaları neticesinde özüne ters olmamak kaydıyla istifade edebilmeyi başarmış olmasına rağmen tamamen Kur’an ve Sünnet kaynaklıdır. Ashen-i Takvîm suretinden tedrici olarak uzaklaşarak beşeri arızalar ve zaaflar altında kalan insanın aslî hüviyetini ortaya çıkarmayı konu edinen tasavvufun gayesi, insanı yeniden bu aslî hüviyetine geri döndürmek, Allah’ın kendi suretinde yarattığı ve halife tayin ettiği insanın yeniden bu konumunu kazanmasını sağlamaktır. Gelenekselci Ekol, tasavvuf ve mistisizm arasındaki menşei, silsile, zikir gibi kavramların farklılığı, şeyhin gerekliliği, aktif olma, ulaşılacak bir gayenin varlığı gibi farklardan dolayı aynı şeyler olmadığını ortaya koymuşlardır. Gelenekselci Ekol’e göre tasavvufa yabancı menşei arama çalışmaları özellikle oryantalist çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Oysa Gelenekselci Ekol’e göre tasavvufun ana yapısı ve Arap dilinin karakteristik yapısı iyi anlaşılabilseydi bunun mümkün olamayacağı anlaşılabilirdi. Tasavvuf ve diğer mistik yaşamlar arasındaki benzerlikler ise hakikâtin tekliğinden, biçimlerin farklı olmasına rağmen özün bir oluşundan kaynaklanmaktadır. Tasavvufa yabancı bir menşei arama çabalarının nedenlerinden birisi de modern dönemlerde oluşturulmaya çalışılan İslâm’ın sertlik ve kabalık taraftarı bir kılıç dini olması algısının yaygınlaştırılmaya çalışılmalarıdır. Oysa St. Augustin ne kadar Hıristiyanlıktaki İsa’nın bereketiyle ortaya çıkmış bir mistikse, Hallac, İbn. Arabî ve Rûmî de İslâm’da Muhammedî bereketin ortaya çıkardığı dervişlerdir. Gelenekselci Ekol kendine has oluşturduğu düşünce sistematiği ve günümüz problemlerine sunduğu çözüm önerileriyle entellektüel çevre içerisinde etkinliğini devam ettirmektedir. KAYNAKÇA AFİFİ, Ebu’l-Ala, Tasavvuf, İslâm’da Tasavvufi Hayat, Çev.: Ekrem Demirli, Abdullah Kartal, İstanbul: İz Yayıncılık, 1999. AKARSU, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul İnkılâp Yayınları, 1998. ARMAĞAN, Mustafa, Gelenek ve Modernlik Arasında, İstanbul: İz Yayıncılık, 1998. 128 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 Gelenekselci Ekol’ün Tasavvufla İlgili Bazı Konulara Yaklaşımları ASLAN, Adnan, Gelenkselci Ekol’ün Modernizm Eleştirisi ve İslâm Düşüncesine Yansımaları, İslâm ve Modernleşme, II. Kutlu Doğum İlmi Toplantısı, İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi, 1997. ATEŞ, Süleyman, İslâm Tasavvufu, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1992. BUHARİ, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Camiü’s-Sahih, Kahire: Mektebetü’s-Selefiyye. BURCKHARDT, Titus, İslâm Tasavvuf Doktrinine Giriş, Trc. Fahreddin Arslan, İstanbul: Kitabevi Yayıncılık, 1995. BOLAY, Süleyman Hayri, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Nobel Akademik Yayınları, 2013. CEVİZCİ, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2005 ERAYDIN, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: MÜİFVY, 1997. GUÉNON, René,İslâm Manevîyâtı ve Taoculuğa Toplu Bakış, Çev.: Mahmut Kanık,İstanbul:İnsan Yayınları, 1989 ----------------Manevî İlimlere Giriş, Çev.: Lütfi Feyzioğlu, İstanbul:İnsan Yayınları, 1997. ----------------Ruhçu Yanılgı, Çev.: Lütfi Feyzioğlu, İstanbul:İnsan Yayınları, 1996 KELÂBAZÎ, Ebubekir Muhammed ibn. İshak, et-Taarrufli Mezhebi ehli’t-Tasavvuf, Beyrut: Daru’l-Hayr, 2007. KOLTAŞ, Nurullah, Gelenekselci Ekol ve İslam, İstanbul: İnsan Yayınları, 2013 KUŞEYRÎ, Ebu’l-Kasım Abdulkerimibn. Hevazin, er-Risaletü’l-Kuşeyriyye, Beyrut: Daru’l-Hayr, 1997. LİNGS, Martin, Tasavvuf Nedir, Çev.: Veysel Sezigen, İstanbul:Vural Yayıncılık, 2007. ---------------Yirminci Yüzyılda Bir Veli, Çev.: Betül Özel Çiçek, İstanbul: Sûfî Yayınları, 2009. NASR, Seyyid Hüseyin, Bilgi ve Kutsal, Çev.: Yusuf Yazar, İstanbul:İz Yayıncılık, 1999. ---------------Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, Çev.: Şehabettin Yalçın, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995. ---------------İslâm, idealler ve Gerçekler, Çev.: Ahmet Özel, İstanbul: İzYayıncılık, 1996. ---------------İslâm ve Modern İnsanın Çıkmazı, Çev.: Ali Ünal-Ara Büyükturu, İstanbul: İnsan Yayınları, 2001. ---------------Makaleler I, Çev.: Şehabettin Yalçın, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995. ---------------Üç Müslüman Bilge, Çev.: Ali Ünal, İstanbul:İnsan Yayınları, 2003. ---------------Tasavvufi Makaleler, Çev.: Sadık Kılıç, İstanbul:İnsan Yayınları, 2002. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12 129 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İbrahim ÇELİK --------------Söyleşiler, çev.: Kenan Çamurcu,İstanbul: İnsan Yayınları, 1996. ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavuf, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 1998. SERRAC, Ebu Nasr Abdullah ibn. Ali, el-Lum’afi’t-Tarihi’t-Tasavvufi’l-İslamiyye, Beyrut: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2007. SCHUON, Frithjof, İslâm’ı Anlamak, Çev.: Mahmut Kanık, İstanbul:İz Yayıncılık, 1999. TAHRALI, Mustafa, Batıdaki İhtida Hadiselerinde Tasavvufun Rolü, I. İslâm Sempozyumu, İzmir:1985. ---------------Fransız Müslüman Ebdulvahid Yahya (René Guénon) Eserinde Tasavvuf ve Mistisizmin Farkları, İstanbul: Kubbealtı Akademi Mecmuası, 1981. TÜRER, Osman, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, İstanbul: Ataç Yayınları, 2013. YILMAZ, H.Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, İstanbul: Ensar Yayıncılık, 2014. YILMAZ, Hüseyin, Ezelî Hikmet ve Dinler, İstanbul: İnsan Yayınları, 2003. CHİTTİCK, William, “Seyyid H:üseyinNasr’ın Yazdıkları”, Söyleşiler, çev: Aysel Danacı, İstanbul: İnsan Yayınları, 1996. 130 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 12