52 EKONOMİDE GÜNDEM Sanayi Dergisi “2013’te iç ve dış talep artışı ılımlı bir büyümeyi getirebilir” Ekonominin dengeli büyümesi gerektiğine dikkat çeken Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) Direktör Yardımcısı Dr. Sumru Öz, büyümenin sırasıyla yüzde 9,2 ve yüzde 8,8 olduğu 2010 ve 2011 yıllarında, ithalatın ihracattan daha hızlı artması nedeniyle Türkiye’nin çok yüksek cari işlemler açığı verdiğini söylüyor. Bu durumun beklentileri bozarak 2012’de yüzde 2,2 ile pek de yumuşak olmayan bir iniş yaşanmasına sebep olduğunu anlatan Dr. Sumru Öz, “İç ve dış talebin dengeli bir şekilde artması, büyüme hızında yıldan yıla böyle büyük dalgalanmalar yaşanmasının önüne geçer. Ancak bugüne kadar Türkiye ekonomisi bunu başaramadı” diye konuşuyor. 2013 yılında küresel ekonominin 2012’ye oranla biraz daha fazla büyüyeceğini, bu durumun da Türkiye ihracatının ılımlı bir şekilde artıracağını öngören Dr. Sumru Öz, “Öte yandan 2012 yılı boyunca iç talebin büyümeye katkısının negatif olduğu Türkiye’de, 2013 yılında ertelenmiş talebin devreye girmesi de beklenebilir” yorumunu yapıyor. Dr. Sumru Öz / Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) Direktör Yardımcısı EKONOMİDE GÜNDEM Sanayi Dergisi Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) Direktör Yardımcısı Dr. Sumru Öz, Türkiye’de ekonomik büyümenin iç değil dış tasarruflara da dayanmasından dolayı, büyüme hızının büyük ölçüde yabancı sermaye girişleri tarafından belirlendiğini söylüyor. Türkiye’ye giren yabancı sermayenin 72,7 milyar dolara ulaşarak tarihi rekorunu kırmasına rağmen ekonomik büyümenin yüzde 8,8’den yüzde 2,2’ye gerilediğine dikkat çeken Dr. Sumru Öz, “Bu düşüşte sermaye hareketlerinin payı olmadığına göre, ekonomi politikalarının etkili olduğunu söyleyebiliriz” diyor. 2008-2009 küresel krizinin ardından TL’de yaşanan değerlenme ve cari işlemler açığındaki hızlı artışın sürdürülemez olduğu yolundaki endişelerin, karar alıcıları ekonomide ‘yumuşak iniş’i sağlayacak politikalar uygulamaya yönelttiğini belirten Dr. Sumru Öz, ancak 2012 büyüme oranının, inişin hedeflendiği kadar yumuşak olmadığını gösterdiğini ifade ediyor. 2013 yılında küresel ekonominin 2012’ye oranla biraz daha fazla büyüyeceğini öngören Dr. Sumru Öz, “Bu durumda Türkiye ihracatının ılımlı bir şekilde artacağını söyleyebiliriz. 2012 yılı boyunca iç talebin büyümeye katkısının negatif olduğu Türkiye’de, 2013 yılında ertelenmiş talebin devreye girmesi de beklenebilir. Bu da ekonomi yönetiminin istediği gibi iç ve dış talebin ılımlı ve dengeli bir şekilde, yani cari işlemler açığını fazla büyütmeden arttığı ve uzun dönem ortalamasından daha düşük gerçekleşen bir büyüme olur. Ayrıca dünya ekonomisinde gerek AB gerekse ABD’den kaynaklanan risklerin sürdüğü göz önüne alınınca, beklentilerin sürekli bir şekilde iyileşememesi ve büyümenin dalgalı bir seyir izlemesi beklenebilir” diye konuşuyor. Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) Direktör Yardımcısı Dr. Sumru Öz ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk. Türkiye ekonomisinin 2012 yılında yüzde 2,2 büyümesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de ekonomik büyüme iç değil dış tasarruflara dayandığı için büyüme hızının büyük ölçüde yabancı sermaye girişleri tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz. Gerçekten de sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı 1990’lı yılların başından itibaren Türkiye’de toplam sermaye girişlerinin GSYH’ye oranı ile yıllık GSYH değişimi arasında bir paralellik olduğunu görüyoruz. (EAF Politika Notu 1204)1 Bunun bir istisnası Marmara Depremi’nin yaşandığı 1999 yılıydı. Sermaye girişlerindeki artışa rağmen GSYH yüzde 3,4 oranında küçülmüştü. İkincisini de 2012’de yaşadık. Türkiye’ye giren yabancı sermaye 72,7 milyar dolara ulaşarak tarihi rekorunu kırmakla beraber ekonomik büyüme yüzde 8,8’den yüzde 2,2’ye geriledi. Bu düşüşte sermaye hareketlerinin payı olmadığına göre ekonomi politikalarının etkili olduğunu söyleyebiliriz. 2008-2009 küresel krizinin ardından TL’deki değerlenme ve cari işlemler açığındaki hızlı artışın sürdürülemez olduğu yolundaki endişeler, karar alıcıları ekonomide ‘yumuşak iniş’i sağlayacak politikalar uygulamaya yöneltmişti. Ancak 2012 büyüme oranı, düzeltmenin hedeflendiği kadar yumuşak olmadığını gösterdi; OVP’de 2012 için öngörülen yüzde 4 yerine büyüme yüzde 2,2 oldu. Türkiye ekonomisinde öngörülenden çok daha sert olan bu düzeltmenin asıl nedeninin özel sektörde beklentilerin bozulması olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de Program’da özel tüketim harcamalarında öngörülen yüzde 3,3 artış 0,7 düşüş olarak gerçekleşti. Beklentilerin daha önemli bir rol oynadığı özel sabit sermaye yatırımlarında ise yüzde 8,7 artış öngörülürken yüzde 4,5 düşüş yaşandı. Standard&Poor’s’un, Türkiye’nin kredi notunu yükseltmesi konusunda neler söylersiniz? Bu artışla Türkiye, Hırvatistan, Endonezya, Filipinler ve Romanya ile aynı kredi notuna sahip oldu. Türkiye’nin kredi notunun olması gerekenden daha düşük olduğuna dair yaygın bir kanı var. Türkiye ile aynı kredi notuna sahip ülkelere bakılıyor ve Türkiye ekonomisinin bu ülkelerin ekonomisinden daha iyi durumda olduğu savunuluyor. Örneğin, İspanya ekonomisi küresel krizden bu yana toparlanamadı, ama kredi notu Türkiye’den yüksek deniyor. Burada gözden kaçırılan nokta; kredi notu ekonomik durumun göstergesi olmak- 53 54 EKONOMİDE GÜNDEM Sanayi Dergisi tan çok bir ülkenin dış borçlarını ödeme kapasitesiyle ilgili. Ayrıca kredi notu artış ve azalış hızı simetrik değil. Bir ülke geçmişinde dış borç krizi yaşamışsa doğal olarak kredi notu hızla düşüyor. Ancak ekonomi toparlansa da kredi notu aynı hızla eski haline getirilmiyor, yavaş yavaş artırılıyor. Dolayısıyla geçmişte borç sorunu yaşayan ülkelerin kredi notları sorun yaşamayanlardan daha düşük oluyor. Bu da normal karşılanmalı. Çünkü geçmişte kamu borç sorunu yaşamamış olmak, yüksek borç oranının borç krizine dönüşmesini öteleyebilecek bir unsur olarak değerlendiriliyor.2 Mart enflasyonunun beklentileri aşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Trend devam eder mi? Mart ayı itibarıyla yıllık yüzde 7,3 olarak gerçekleşen enflasyonun beklentileri aşmasının nedeni, gıda ve alkolsüz içecekler grubunda fiyatların beklenenden fazla artması gibi görünüyor. Geçen yıla baktığımızda da enflasyonda ilk dört ay boyunca önemli bir düşüş olmadığını, hatta nisanda bir artış yaşandığını görüyoruz. Mevsimlik gıda ürünleri fiyatlarına bağlı olarak benzer bir artış bu ay da yaşanabilir. Ancak asıl sorun gelişmekte olan diğer ülkelere kıyasla Türkiye’de yıllık enflasyonun yüksek olması. Yıllık en yüksek artış ise yüzde 16,3 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda gerçekleşti. Uluslararası ölçekte yüksek enflasyon, cari açık sorunu olan Türkiye’de uluslararası alanda fiyat rekabetini sağlamak için TL’nin değerini düşürme baskısına da yol açarak bir kısır döngüye neden oluyor. Bu kısır döngüyü aşmanın yolu enflasyonu en azından üst orta gelir düzeyine sahip ülkelerin ortalamasına indirmek. Türkiye ve dünya ekonomisini değerlendirdiğinizde, 2013 yılına yönelik öngörüleriniz nedir? 2013 yılında küresel ekonominin 2012’den biraz daha fazla büyümesi bekleniyor. Bu durumda Türkiye’nin ihracatının ılımlı bir şekilde artacağını öngörebiliriz. 2012 yılı boyunca iç talebin büyümeye katkısının negatif olduğu Türkiye’de, 2013 yılında ertelenmiş talebin devreye girmesi de beklenebilir. Bu da ekonomi yönetiminin istediği gibi iç ve dış talebin ılımlı ve dengeli bir şekilde, yani cari işlemler açığının fazla büyütmeden arttığı ve uzun dönem ortalamasından daha düşük gerçekleşen bir büyüme olacağı anlamına gelir. Ayrıca dünya ekonomisinde gerek AB gerekse ABD’den kaynaklanan risklerin sürdüğü göz önüne alınınca, beklentilerin sürekli bir şekilde iyileşememesi ve büyümenin dalgalı bir seyir izlemesi beklenebilir. Yılın ilk 3 ayında ihracat artış oranı yüzde 3,3 oldu. İhracattaki gelişmeler için ne söylersiniz? Küresel kriz öncesinde AB ülkelerinin Türkiye’nin ihracatı içindeki payı yüzde 54 civarındaydı. 2008’den itibaren ise yüzde 46’ya düştü. Avrupa’da borç sorununun yaygınlaşması ve buna bağlı olarak büyümenin durmasından sonra ise EKONOMİDE GÜNDEM Sanayi Dergisi 2012 yılında yüzde 39’a kadar geriledi. Türkiye ihracatında önemli bir payı olan Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ise siyasi çalkantılar sürüyor. Bu koşullar altında Türkiye’nin ihracatını az da olsa artırabilmesi bile bir başarı olarak görülmeli. İhracatın daha hızlı artması yeni pazarlar bulunması ve/ veya dış ticaret ortaklarının milli gelirinin artması ile mümkün.3 Başlıca dış ticaret ortağı olan AB ülkelerinin milli gelirlerinin artmadığı, hatta azaldığı bir dönemde, Türkiye ancak dış ticaret ortakları arasında hızlı büyüyen ülkelerin payını artırarak daha yüksek bir ihracat artışı yakalayabilir. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de politika yapıcılar yeni pazarlar bulunması konusunda Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle yetinmemeli, dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerine yönelik ihracatı artırmada ihracatçılara destek olmalı. İç tüketimin yavaşlamasını neye bağlıyorsunuz? Bu sadece ekonomi yönetiminin tercihi mi? 2011 yılı birinci çeyreğinde cari işlemler açığının GSYH’ye oranının yüzde 10’un üzerine çıkması, aynı dönemde yüzde 12,4 olarak açıklanan büyüme oranının sürdürülemez olduğu endişesine yol açtı. Ekonomi yönetiminin aynı dönemde yüzde 12,5 artan iç talebi sınırlandırıcı önlemleri hayata geçirdiği 2011 ortalarında, Avrupa borç krizinin yaygınlaşmasına bağlı olarak küresel sermayenin risk iştahı da azaldı. Dolayısıyla o dönemde OECD ülkeleri içinde yüzde 10,2 ile en yüksek cari açık veren ülke olan Türkiye’ye yönelik sermaye girişleri de azaldı. Cari açığın ülkeyi dış finansmana dolayısıyla yabancı yatırımcıların tercihlerine bağlı kılması nedeniyle tamamen dış koşullardan bile tetiklense, ani sermaye çıkışları, hatta sadece sermaye girişlerinin durması, ülke ekonomisini bir düzeltmeye zorlayabilir. Para birimi değer kaybetmekle kalmaz, beklentilerin bozulmasıyla iç talep sert bir şekilde daralır.4 İç tüketimin yavaşlamasını tam olarak buna bağlıyorum. Gerçekten de iç talebi sınırlandırıcı önlemlerin hayata geçirildiği 2011 yılının ikinci yarısında sermaye girişlerinin de azalmasıyla TL değer kaybetmeye başladı ve beklentiler hızla bozuldu. Uzmanlar dünyada durgunluğun derinleştiğini belirtiyor. Bu durumun ne gibi etkileri olur? Durgunluğun ekonomiye en önemli etkisi işsizliği artırmasıdır. İşsizlik artışı ekonomiyi bir kısırdöngüye sokma riskini de beraberinde getirir. Çünkü işsizlik arttıkça bir ülkenin toplam geliri azalır, yani ekonomi küçülür; ekonomi küçüldükçe de işsizlik artar. Özellikle kalifiye elemanların işsiz kalması za- manla bu kişilerin becerilerini geliştirme şansının kaybolmasına ve böylece ekonominin toplam beşeri sermayesinin dolayısıyla potansiyel büyümesinin de düşmesine yol açabilir. Benzer bir şekilde durgunluk üretim tesislerinin kapanmasıyla böylece makine-teçhizat, bina gibi ülkenin fiziki sermayesinin de atıl kalmasıyla sonuçlanabilir. Merkez Bankası, 2013’ün dengeli büyüme yılı olacağını belirtiyor. Siz de bu görüşte misiniz? Ekonominin dengeli büyümesi gerektiği oldukça açık. Büyümenin sırasıyla yüzde 9,2 ve yüzde 8,8 olduğu 2010 ve 2011 yıllarında, ithalatın ihracattan daha hızlı artması nedeniyle Türkiye çok yüksek cari işlemler açığı verdi. Bu da beklentileri bozarak 2012’de yüzde 2,2 ile pek de yumuşak olmayan bir iniş yaşanmasında etkili oldu. İç ve dış talebin dengeli bir şekilde artması büyüme hızında yıldan yıla böyle büyük dalgalanmalar yaşanmasının önüne geçer. Ancak bugüne kadar Türkiye ekonomisi bunu başaramadı. İç talebin canlı olduğu yıllarda, gerek ithal mallara yönelik talebin artması gerekse ihracatçıların dış pazarları çok zorlamaması nedeniyle dış ticaret açığı, dolayısıyla cari işlemler açığı da yüksek oldu. Merkez Bankası dengeli büyümeyi sağlamak için politikalarını oluştururken kredi artış hızını ve reel efektif kurunu da dikkate almaya başladı. İç talebin çok hızlı artması ve/veya reel efektif kurunun 120’nin üzerine çıkması durumunda gerekli önlemleri alarak dengeli büyümeyi sağlamayı hedefliyor. Dengeli büyümenin gerçekleşmesi önünde birbiriyle bağlantılı iki engel olduğunu düşünüyorum. İlki 2013 yılında ihracatta, yani dış talepte beklendiği gibi çok ılımlı bir artış olması durumunda buna uyum sağlaması için iç talepte de çok sınırlı bir artışa izin verilmesi gerekebilir ki, bu büyümenin potansiyelin altında kalmasına yol açar. İkincisi siyasi olarak tercih edilmeyecek bu düşük büyüme için alınması gereken önlemlere ilişkin olarak diğer karar alıcılar Merkez Bankası’na destek olmayabilir. 2011 yılı haziran ayında BDDK devreye girip tüketici kredileri için karşılık oranını artırmadan, Merkez Bankası’nın önlemleri tek başına kredi artış hızını düşürmeye yetmemişti. Kaynaklar: [1] Öz, S. (2012), “Türkiye’ye Yönelik Sermaye Akımları ve Ekonomik Büyüme”, EAF Politika Notu No. 1204 [2] Reinhart, C.M. ve K. S. Rogoff (2004), “Serial default and the “paradox” of rich to poor capital flows”, American Economic Review, Vol. 94, No. 2, 53–59 [3] Öz, S. (2011), “Reel Döviz Kuru ve Dış Ticaret”, EAF Politika Notu No. 1103 [4] Öz, S. (2011), “Türkiye’nin Cari İşlemler Açığı ve Yurtiçi Tasarruflar”, EAF Politika Notu No. 1110 55 “Mart ayı itibarıyla yıllık yüzde 7,3 olarak gerçekleşen enflasyonun beklentileri aşmasının nedeni gıda ve alkolsüz içecekler grubunda fiyatların beklenenden fazla artması gibi görünüyor. Geçen yıla baktığımızda da enflasyonda ilk dört ay boyunca önemli bir düşüş olmadığını hatta nisanda bir artış yaşandığını görüyoruz. Mevsimlik gıda ürünleri fiyatlarına bağlı olarak benzer bir artış mayıs ayında da yaşanabilir. Ancak asıl sorun gelişmekte olan diğer ülkelere kıyasla Türkiye’de yıllık enflasyonun yüksek olması.”