İndir - Turuz

advertisement
PROF. DR.
•
•
•
AHMET SIMSIRGIL
•
•
KAYI III
HAREMEYN HİZMETİNDE
il. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim
Ahmet Şimşirgil
TİMAŞ YAYINLARI l 3276
Osmanlı Tarihi Dizisi 1 90
PROJE EDİTÖRÜ
Adem Koça!
EDİTÖR
Zeynep Berktaş
KAPAK TASARIMI
Ravza Kızıltuğ
1-8. baskılar KTB Yayınları
tarafından yapılmıştır.
9. BASKI
Aralık 2013, İstanbul
ISBN
ISBN: 978-605-08-1298-5
911�fülJlllJl l Hl rnilIJl
TİMAŞ YAYINLARI
Cağaloğlu, Alemdar Mahallesi,
Alayköşkü Caddesi, No:
5.
Fatih/İstanbul
Telefon: (0212) 511 24 24
P.K. 50 Sirkeci
I
İstanbul
timas.com.tr
[email protected]. tr
facebook.com/timasyayingrubu
twitter.com/timasyayingrubu
Kültür Bakanlığı Yayıncılık
Sertifika No: 12364
BASKI VE CİLT
Sistem Matbaacılık
Yılanlı Ayazma Sok. No: 8
Davutpaşa-Topkapı/İstanbul
Telefon: (0212) 482 11
Ol
Matbaa Sertifika No: 16086
©
YAYIN HAKLARI
Eserin her hakkı anlaşmalı olarak
Timaş Basım Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi' ne aittir.
İzinsiz yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
KAYI III
HAREMEYN HİZMETİNDE
II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim
Ahmet Şimşirgil
AHMET SİMSİRGİL
1959'da Boyabat'ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı yerde tamamladı.
1978'de girdiği Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü'nden
1982'de mezun oldu. 1983'te aynı bölümdeki Yeniçağ Anabilim Dalı'nda
Araştırma Görevlisi olarak vazifeye başladı. 1985'te Yüksek Lisans eğitimini
tamamladı. 1989'da Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih
Bölümü' ne naklen geçiş yaptı. 1990'da "Osmanlı Taşra Teşkilatı'nda Tokat
(1455- 1574)" isimli çalışmasıyla Tarih Doktoru unvanını aldı. 1997'de
"Uyvar'ın Osmanlılar Tarafından Fethi ve İdaresi" isimli takdim teziyle
Doçent oldu. 2003'te Profesör kadrosuna atanan Şimşirgil'in Osmanlı
şehir tarihi, siyasi hayatı ve teşkilatı ile ilgili eserleri ve çeşitli dergilerde
yayınlanmış çok sayıda ilmi makalesi bulunmaktadır. Halen aynı üniver­
sitede Öğretim Üyesi olarak görevine devam etmektedir. Yeniçağ Tarihi
Anabilim Dalı başkanıdır. Ayrıca Marmara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü' nü de yürütmektedir.
Yayımlanmış eserleri:
Kayı I -Ertuğrul'un Ocağı (Timaş Yayınları)
Kayı II -Cihan Devleti (Timaş Yayınları)
Kayı III -Haremeyn Hizmetinde (Timaş Yayınları)
Kayı IV -Ufukların Padişahı Kanuni (Timaş Yayınları)
Kayı V -Kudret ve Azamet Yılları (Timaş Yayınları)
Bir Müstakil Dünya: Topkapı Sarayı
Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle
Devr-i Gül Sohbetleri
Slovakya'da Osmanlılar
İstanbul, Fetih ve Fatih
Kaptan Paşa'nın Seyir Defteri
İÇİNDEKİLER
TAKDİM
ÖNSÖZ
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
9
11
BİRİNCİ BÖLÜM
il. BAYEZİD HAN··································································· 15
ŞEHADET HABERİ VE CÜLUS
DÜNYA HIRSI MI?
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
ÇEKİŞME MEYVE VERMEZ!
GURBET
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .
ÇİRKİN KIŞKIRTMA
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
BOŞ YERE YORGUN DÜŞME!
KAHIR YILLARI
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
ŞATODAN ŞATOYA
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
CEM SULTAN ROMADA
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
NAAŞIMI İSLAM YURDUNA GÖTÜRÜN!
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
16
17
19
20
22
23
24
27
30
33
EL-HÜKMÜ LİLLAH··································································· 35
BOGDAN SEFERİ
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
AŞİKARE VAR VE HAKLARINDAN GEL
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
MEMLÜKLERLE SAVAŞA YOL AÇAN OLAYLAR
OSMANLI KOMUTA KADEMESİNDE NİFAK
AGAÇAYIRI SAVAŞI
MÜTAREKE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
TÜRK KIYAFETİNDE BOGDANLILAR
BAYEZİD HAN'A SUİKAST
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
KARTAL KANATLI YİGİTLER
AKIN GÜNLERİ
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
MORA SAVAŞLARI
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
39
42
44
46
49
53
55
58
61
68
75
BURAK REİS'İN ŞEHADETİ
İNEBAHTI'NIN ZAPTI
MODON'UN FETHİ
ENDÜLÜS'E AGIT .
. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . .
.
.
. . . . .
.
.
. . . . . .
. . . . . .
.
.
. . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . .
.
. . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . .
. .
. .
DÜNYA EVİ
. . . .
. .
. . .
. . . .
ŞAHKULU İSYANI
.
.
. . . .
. . . . . .
.
. . . . .
..
.
. . . .
. . . .
.
. . . . . . .
.
.
. . . . . . .
. . . . . . . . .
. ..
. .
.
. . . . . . .
. . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...
DENİZCİLİGİN GELİŞMESİ VE KEMAL REİS ..
SAFEVİ TEHLİKESİ . .
.
.
. . . . . .. . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . .
.
.
...
. . . . .
..
.
. . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . .
.
.....
. . . . . . . . . .
. . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . .
..
. . . . . . .
79
82
86
. 89
. . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
ŞEHZADELER MÜCADELESİ
.
. . . . . . .
77
92
94
. .. 97
...
..
.
. . .
102
ŞEHZADE AHMED'İ TAHTA ÇIKARMA ÇABALARI............. 105
BABA OGUL KARŞI KARŞIYA ................................................... 107
BİZ SELİM'İN YANINDAYIZ!
. . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
..
. . . .
.
. . .
111
YENİ KARIŞIKLIKLAR ................................................................ 113
OGUL! SALTANATIN MÜBAREK OLSUN! ............................. 115
VEFATI
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
117
ŞAHSİYETİ ................................................................................... 121
HOCASINA DİVİT TUTAN PADİŞAH .................................... 123
YAHŞİ BİR SUAL! ........................................................................ 125
İMAR FAALİYETLERİ
ŞAİR BAYEZİD
· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·
· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ···
127
130
BAYEZİD-İ VELi .......................................................................... 132
NE DEDİLER................................................................................ 134
İKİNCİ BÖLÜM
YAVUZ SULTAN SELİM HAN
ANADOLU'DA KARIŞIKLIK
. . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.. .
.
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
.
. . . . .
.
. . . .
. . . . . . . . . . . . . .
137
138
BİZE ÜÇ YOL GÖRÜNÜYOR .................................................... 140
SAFEVİYYE TARİKATI
· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · · · · · ·
ŞEYHLİKTEN ŞAHLIGA .
.
. . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
..
. . . . . . .
143
.. . 148
.
. .
ŞAH İSMAİL. ................................................................................ 151
SELİM HAN ................................................................................. 155
SELİM'İN ALDIGI TEDBİRLER ................................................ 159
EDİRNE'DEN HAREKET
. . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
NAMINI VE NİŞANINI YOK EDERİM! .
.
GEDALAR BAY OLDU
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
KARŞILIKLI MEKTUPLAR .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. .
YAŞADIGINLA ÖLDÜGÜN DENKTİR
. . . . . . .
TEK BAŞIMA DA KALSAM GİDERİM!
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
BUNLAR KİMLERDİR? .
İKİ TARAF
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . .
.
...
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
..
.
. . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
169
171
175
178
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
TORBALARLA ALTIN, ÇUVALLARLA İNCİ! .
167
. 181
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .
ÇALDIRAN MUHAREBESİ
163
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
184
187
190
SELİM HAN TEBRİZ'DE ............................................................ 193
TEHLİKELİ TAHRİK ................................................................... 197
DULKADİR BEYLİGi'NİN SONU............................................. 201
SORUŞTURMA ............................................................................ 203
NEDEN ÖYLE DAVRANDI? ...................................................... 205
DOGU ANADOLU'NUN İLHAKI... .......................................... 208
İNCE SİYASET.............................................................................. 211
BİZ ONLARA BENZEMEDİK! ................................................... 215
EFENDİNE SÖYLE, KARŞIMA ÇIKSIN! .................................. 218
MERCİDABIK SAVAŞI ................................................................ 221
HADİMü'L-HAREMEYNNi'Ş-ŞERİFEYN ................................ 224
SİN ŞIN'A GİRİNCE ... ............................................................... 226
FERMANIMA BAŞ EGESİN! ...................................................... 230
ORDU, SINA ÇÖLü'NDE... ...................................................... 232
TUMANBAY .................................................................................. 236
RİDANİYE SAVAŞI······································································ 237
SELİM HAN, YUSUF NEBİ TAHTINDA.................................. 239
TUMANBAY'IN YAKALANIŞI VE SONU ................................. 242
MISIR'DA GÜNLER .................................................................... 245
ORUÇ REİS'İN TABİYETİ .......................................................... 247
HİCAZ'IN OSMANLI'YA KATILIŞI.. ......................................... 249
GEL AHİ GİDELİM! .................................................................. 251
BAŞINIZ SİYASETE DÜŞMESİN!
ŞAM'DAKİ FAALİYETLERİ
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
İŞLERİNİ BİTİRMEK HATIRIMA GELDİ!
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
HIZIR LALAM HAYREDDİN VE NASREDDİN'DİR
RODOS ÜZERİNE Mİ?
EDİRNE YOLUNDA
VEFATI
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
ŞAHSİYETİ
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
BÜYÜK DEVLET ADAMI
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
BU DEVLET YIKILIR MI?
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
İLME VE ALİMLERE HÜRMETKARDI
HOCAM VEDAYA GELMİŞTİ!
SADELİGİ SEVERDİ
ŞAİR YAVUZ
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
TARİHLERDE SELİM HAN
SELİM HAN PORTRESİ
BAZI KISSALARI
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
BÜTÜN DÜNYA BENİM OLSA
ŞİİR KİMİN?
NASIL?
. . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
SANTRAÇ OYUNU
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
SON PEYGAMBER KILAVUZ!
DOST AZ OLUR!
MERSİYE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
AÇIKLAMA:
RIHLET
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
DİPNOTLAR
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
BİBLİYOGRAFYA
İNDEKS
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
253
256
258
260
262
263
265
272
274
278
280
284
286
287
290
293
294
294
295
297
297
300
301
301
306
310
312
324
328
TA KD İ M
"Çekilse suyu vadinin nişanı bir zaman gitmez"
Tarih sahnesinden çekilen devletlerin ve milletlerin izi, işareti,
tesiri, ve hatta ruhu öyle kolay kolay silinmez. Tarih ilmi de bunun
için önemlidir zaten.
Zira tarih, insanlığın ölümsüz romanıdır. Bu sebeple faydası
sayısızdır.
Geçmiş mirasa en iyi şekilde tarihle sahip olunur ve ondan
istifade edilir.
Tarih, alimlerin zekasını keskinleştirir, insanların basiret (gönül)
gözlerini açar.
Eskilerin ifadesiyle gençlerde din u devlet, mülk ü millet gayretini arttırır.
Dünyanın vefasızlığını gösterir.
Malın mülkün faniliğine işaret eder.
İnsanı tefekküre, düşünmeye davet eder.
Bu sebeple tarih ilminin ideolojiden, taraflı yorumlardan uzak
tutulması ve ilmi kriterlerle değerlendirilmesi gerekir. Aksi halde
değil ibret ve ders çıkarmak -kılavuzu karga olanın hesabı- insan­
ları bambaşka ve yanlış mecralara sürükler. Devletler için ise bir
felaket olur.
İşte KAYI serisi bütün bu düşüncelerle, en yakın ve en önemli
tarihimiz olarak geçmişte kalan Osmanlı Devleti'ni konu edindi.
Zira bu devlet, farklı din ve milletlere mensup çeşitli unsurları
arasında sağlam bir ahenk teşkil etmiştir.
İlme, sanata ve insanlığa asırlarca faydalı olmuştur.
Yorulmuş, üzülmüş, kanını dökmüş, kardeşine kıymış, ölmüş
ancak dini, insani ve vicdani ideal ve prensiplerinden asla taviz
vermemiştir.
10
Kay ı III: H are m ey n H i z m e t i n d e
Geniş insan toplulukları nezdinde sosyal adaleti tesis etmekle
dünya tarihinde kudretli ve cihanşümul bir siyasi varlık göstermiştir.
Ancak onları en çok üzecek ve gerçekten öldürecek olan darbe,
tüm fedakarlıklarına rağmen kendi asli unsurları olan Türkler ve
ayağına diken batmasın diyerek çabaladıkları İslam milleti tarafın dan dahi anlaşılmamaları, iftiraya uğramaları, yalan yanlış ifadelerle
tanıtılmaları olacaktır.
KAYI serisi ile Osmanlı tarihini sadece bir bütün olarak oku­
mayacaksınız, aklınıza gelebilecek her suale cevap da bulacaksınız.
Osmanlıları her yönüyle ve gerçekleriyle tanıyacaksınız.
İlmi kriterlerle ve objektif olarak kaleme alınan KAYI serisi, ay­
rıca insana elinden bırakamayacağı bir okuma zevki de verecektir.
Büyük şair Baki'nin ifadesiyle;
Minnet Huda'ya devlet-i dünya fena b ulur
Baki kalur sahife-i alemde adı mız
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
ÖN SÖZ
Birlik ve beraberlik devletlerin başarı temellerinden biri ve belki
de en önemlilerindendir. Yalnız birlik ve beraberlik denildiğinde
ne anlamalıdır? Herkesin tekdüze düşünmesi, aynı fikir ve görüş­
lere sahip olması mıdır? Elbette ki değildir. Zira her insanın aynı
düşüncelere sahip olması, aynı fikir ve görüşü paylaşması mümkün
değildir. Eşyanın tabiatına aykırıdır.
Şayet herkes aynı görüş, fikir ve düşünce içinde meşveretin,
istişarenin manası olmazdı. Gereksiz olurdu. Halbuki meşveret, da­
nışma ve istişare doğru karar vermenin esaslarından kabul edilmiştir.
"Barika-ı hakikat müsademe-i efkardan doğar" sözü meşhurdur.
Yani hakikat ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar denilmiştir.
İşte bir iş veya projeye başlanmadan önce o işi bilenlerle görüş­
meli, onların fikir ve düşüncelerini almalı ve öyle karar vermelidir.
Karar alındıktan sonra ise birlik ve beraberlik prensibi ortaya çıkar.
Artık başarıya bir ve beraber olanlar ulaşırlar. Neden benim
düşünceme değer verilmedi? Neden benim tezim kabul edilmedi?
diyerek ikilik başlatanlar başarısızlığın sorumlusu olarak tarihteki
yerini alırlar.
Kim ki kaldı ikilikde yar değil
Yoğa saygil s en anı kim var değil
Dolayısıyla ikilikte kalanı ve karardan ayrılanı artık kendinden
sayma. Onu yok bilerek hareket et ve hatta mümkünse ondan uzak­
laş. Zira her geçen gün yeni bir fitne kapısını aralayacak ve artık
faydadan ziyade zarar verecektir.
Hazret-i Mevlana birlik ve beraberliğin önemini şu ifadelerle
vurgulamaktadır:
"Nerede iki gönül bir ise orada mutluluk vardır. Ailede ana baba
bir ise onların zengin bir hayat sürdüklerini seyret. Bu zenginlik
12
Kay ı III: H ar e m eyn H i z m e t in d e
huzurdur, mutluluktur, kanaattir, üzüntüden, gamdan kederden
uzak oluştur.
İki gözüne bir b ak. Hiç iki gözün ayrı ayrı yönlere bakabilir
mi? İkisi ayrılmaya çalışırsa net bir görüntü yakalayabilirler mi?
Sağa ve sola ikisi birlikte bakarlar. Uykuya dalınca birlikte uyurlar,
beraber uyanırlar.
Koluna bir b ak. Eline kadar birikip geldi. Sonunda beş dala
ayrıldı. Hiçbiri bir boyda değildir. Kuvvetleri de farklı oldu; fakat
aynı yöne yöneldiklerinden bir araya geldiler. Böylece boy ve kuvveti
dosdoğru oldu. Elini yum ve düşün. Şayet baş ve serçe parmağın
geriye doğru dönseydi ne yapabilirdin ? "
Vücudumuzdaki nice hikmetler gibi dünya d a baştan başa bir
hikmettir. Bunu gözü açık bir gönülle görmek mümkündür.
Yalnız ve yoldaşsız yola çıkanlar hedefe ulaşamazlar. Yeryü­
zündeki suları düşün. Bir pınarın suyu ne kadar bol ve gür olursa
olsun uzak menzilleri aşıp denize kavuşamaz. Bütün suların hedefi,
maksadı denizdir. Ona kavuşanlar yolda diğer sularla, ırmaklarla
bir olarak, güçlenerek denize vasıl olurlar, maksada ulaşırlar.
İşte Osmanlılar daha başlangıçtan itibaren birlik prensibi üze­
rinde özellikle durdular ve bunu hiç tavizsiz uyguladılar. il. Bayezid
Han'ın Cem'le ülkeyi aralarında pay etmelerini isteyenlere karşı,
"Melikler arasında merhamet olmaz" ve "Osmanlı Devleti öyle başı
örtülü bir gelindir ki, iki damadın talebini kaldıramaz" sözleri bu
düşüncenin en çarpıcı ifadeleridir.
Oysa Osmanlı öncesi Türk devletlerinde devletin hanedan üyeleri
arasında pay edilmesi ülkeyi hızlı bir biçimde çöküntüye götürüyor
ve sonunu hazırlıyordu. Bu arada on binlerce Türk'ün, Müslümanın
kanı dökülüyor, malı, mülkü ve serveti yok oluyordu.
Osmanlılar teşkilatçılık, idarecilik, hakimiyet duygusu, adalet,
şefkat, vakar, yiğitlik, fedakarlık, feragat ve manevi derinlik gibi Türk
milletinin asırlardan gelen devlet tecrübelerinden istifade etmede
ve bunları samimi bir şekilde yaşayarak geliştirmede görülmemiş
bir başarıyı gerçekleştirmişlerdir. B elki de tüm bu güzelliklerin
Önsöz
13
yaşanmasına sebep, öncelikle birlik ve beraberlik ruhunu yakala­
mış olmaları ve yek kalp, yek vücut, yek cihet hareket etmeleri idi.
KAYI IIfün en önemli kaynaklarından biri olan Seli mna me'nin
yazarı Şükri-i Bitlisi'nin şu sözleri, o dönemdeki birliği ve beraberliği
yansıtan ne hoş ifadelerdir.
Türk ilen Türk ü Kürd ilen Kürd'em
Evde koy un u yabanda bir kurda m
Şükri-i Bitlisi Kürt olmasına karşılık Türk ilen Türk'em diyerek
devlet bünyesindeki bütün insanlara boy ve kavim ayırımı yapmadan
birleştirici bir gözle bakmakta, Osmanlı Devleti'ne hizmet etmekten
gurur duyduğunu kuvvetle vurgulamaktadır. Tarihimize, dilimize,
dinimize ve kültürümüze yabancılaştırmanın bizi birbirimize ha sım etmek, düşman kılmak için tertiplenmiş en mühim bir tuzak
olduğunu bugün daha iyi kavramaktayız.
İşte KAYI III'ü okurken aynı zamanda birlik ve beraberlik ruhu­
nun devlet ve millet için önemini, en çarpıcı bir biçimde anlamış
da olacağız. Nitekim bu öyle bir prensip ki, bunun bozulması ve
kaybolması bir kibritin alevine bağlı; fakat meydana getirdiği çö­
küntü ve yıkıntı yıllarca çalışmayla ancak giderilebilecek cinsten
olup, devletimiz için her dönemde en büyük bir tehdit unsurudur.
Mamafih Fatih Sultan Mehmed'in bir cihan devleti haline ge­
tirdiği imparatorluk, onun ölümüyle başa geçen oğlu il. Bayezid
devrinde iki büyük iç çekişmeye sahne olacaktır. Dönemin başlan gıcında Sultan Bayezid-Cem çekişmesi sonunda ise Bayezid Han'ın
oğulları arasında baş gösteren taht mücadeleleri devletin ne gibi
tehlikelere düşebileceğinin en açık örneklerini sundu. Özellikle son
yıllardaki kardeş kavgalarının neden olduğu kaostan istifade eden
Safeviler, Anadolu'yu bir yangın yerine çevirdi ve devleti tehlikeli
bir yıkıma doğru sürükledi.
"Baş olmayan yerde herkes baş, herkesin baş olduğu yerde herkes
köle olur:'
"Başı yokun aşı yok:'
14
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
özdeyişleri Anadolu için geçerli olmuş gibiydi. Şahkulu Baba Tekeli
ve Nur Ali Halife isyanlarında binlerce Anadolu insanı hayatı­
nı kaybetmişti. Şehzade Ahmed ve oğulları ile Şehzade Korkud
saltanatı ele geçirebilmek için uğraş vermeye başlamış, işler iyice
çığırından çıkmıştı.
İşte böyle bir zamanda il. Bayezid Han'dan sonra saltanatı dev­
ralan Selim Han'ın yeniden birliği sağlama yolundaki gayretlerini
ve çektiği çileleri görünce birlik ve beraberliğin önemi çok daha
iyi anlaşılacaktır.
Cihangir padişahın şu sözleri ise birlik ve beraberlik yolunda
kendisinin duygularını yansıttığı kadar milletine de bırakmış olduğu
bir vasiyet mahiyetindedir:
Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi
KCt şe-i kabrimde hatta b i- karar eyler beni
İttihad oldu hücum-ı hasmı def'e çaremiz
İttihad olmazsa daim da ğdar eyler beni
Okuyucularımı KAYI 111 ile baş başa bırakırken eserimi tamam­
lamak konusunda b eni devamlı teşvik eden sevgili talebelerime
ithaf etmenin zevkini yaşıyorum.
Eserin basımını üslendikleri için Timaş Yayınları'na ve Tarih
Bölümü Proje Editörü Adem Koçal Bey'e şükranlarımı sunuyorum.
Nihayet eserin hazırlanmasında yardımlarını gördüğüm Ab­
dülkerim Şaşmaz, Tuba Karabey, Hamza Umut Albayrak, Zuhal
Turan ve Bilge Türkmen'e kalbi teşekkürlerimi arz ediyorum. Eseri
yayına hazırlayan Zeynep B erktaş'a, kapak tasarımlarını yapan
Ravza Kızıltuğ'a müteşekkirim. Ayrıca çalışmalarım sırasında teşvik
ve destekleriyle her zaman yanımda olan kıymetli eşime ve sevgili
çocuklarıma da teşekkürü bir borç bilirim.
Asafın mikdarını bilmez Süleyman olmayan
Bilmez insan kadrini alemde insan olmayan
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
BİRİNCİ BÖLÜM
11.
BAYEZİD HAN
Osmanlı ülkesi, baştan ayağa örtülü
nazlı bir geline benzer. İki damadın
talebini kaldıramaz ve ortaklık kahrın
götüremez.
Ş E H A D E T H A B E Rİ V E C Ü LUS
Fatih Sultan Mehmed, Gebze'ye yakın Hünkar Çayırı denilen
mahalde vefat ettiğinde hayatta bulunan iki oğlundan B ayezid
Amasyada, Cem Çelebi ise Karamanda vali olarak görev yapıyordu.
Bu sırada Bayezid otuz dört, Cem ise yirmi üç yaşında bulunuyordu.
Veziriazam Karamani Mehmed Paşa diğer emir ve vezirlerin
rızasını almak suretiyle herhangi bir karışıklığa meydan vermemek
için Fatih'in vefatını askerden gizledi. Hiç vakit kaybetmeden de
Amasya valisi büyük şehzade Bayezid Çelebi ile Karaman valisi
küçük şehzade Cem Çelebi'ye haberler gönderdi. Fatih'in cenaze­
sini ise gizlice arabaya koyup yanında tabipler ve devlet büyükleri
olduğu halde İstanbul'a geçirdi. İskelede bulunan nakil vasıtalarını
da İstanbul tarafına aldırdı. Böylece yeniçeri ve içoğlanların İstanbul
tarafına geçmesine mani olmak istemişti.
Karamani Mehmed Paşanın bu faaliyetleri, olayı bilen devlet
adamları arasında, onun evvelce taraftarı olduğu Şehzade Cem'i bir
an önce İstanbul'a getirtip, tahta çıkarmak emelinde olduğu fikrini
uyandırdı. Bunlar arasında özellikle ordunun başında bulunan,
Bayezid'in iki damadı Rumeli Beylerbeyi Hersekzade Ahmed Paşa
ile Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa derhal harekete geçtiler. Öncelikle
Cem'e gönderilen habercileri tevkif ettirdiler. Ardından padişahın
vefat haberini yayıp yeniçerileri tahrike başladılar. Böylece Karamani
Mehmed Paşanın planı bozuldu. Galeyana gelen yeniçeriler iske­
lelere inerek zorla İstanbul'a geçtiler ve sokaklarda, "Bayezid çok
yaşasın!" diyerek nümayişe başladılar. Kendilerine mani olmak iste­
yen Karamani Mehmed Paşa ile Fatih'in hususi tabibi Yahudi Yakub
Paşayı öldürdüler. Eski Saray'da oturan, Şehzade Bayezid'in henüz
on bir yaşındaki büyük oğlu Korkut Çelebi'yi babasına vekaleten
tahta çıkartıp sokaklarda dolaştırmaya başladılar. 1
II. Bayezid Han
17
İstanbul'da bu olaylar vuku bulurken Keklik Mustafa Çavuş, 7
Mayıs 1 48 l 'de Amasya'da beylik süren Şehzade Bayezid'in katına
ulaştı.
Otağına saygı ile yaklaşarak, selamlayıp etek öptükten sonra
dua etti. Sonra da üzerindeki nameyi saltanat tahtının yeni varisine
teslim eyledi.
Padişah babasının göçtü ğünü duyunca
Bu dünya devleti gözünden dü şüverdi
Babasından ayrılmak öyle etti ki onu
Ta sabahlara kadar ağladı iniledi
Gözlerinden inci gibi ya şlar akarken
Gönlü parçalandı kendinden geçti 2
Bayezid, başlangıçta haberi tereddüt ile karşıladı ise de İshak
Paşadan gelen üst üste davet mektupları ve adamlarının acele etme­
leri yönündeki ikazları üzerine dördüncü gün, maiyyetinde dört bin
kişi olduğu halde Amasya'dan hareket edip dokuz günde Üsküdar'a
geldi. Sırtında matem elbisesi vardı. Ertesi gün oğlu Korkud'dan
saltanatı resmen teslim alıp 22 Mayıs 148 1 'de Osmanlı tahtına çıktı.
Müteakip gün Fatih Sultan Mehmed'in cenaze namazı, yol gös­
tericilerin rehberi Şeyh Muslihiddin Ebu'l-Vefa'nın imamlığında
kılındı. Sultan Bayezid, namazı müteakip sevgili babasının tabutunu
öpüp kucakladıktan sonra omuzuna alıp vezirler ve beylerle birlikte
taşıyıp, Fatih Camii'nin mihrabı önündeki bahçeye defnettiler. Ba­
yezid ziyadesiyle sadakalar dağıtarak ve tekrar tekrar hatim duaları
okutarak babasının ruhunu şad ederken oğulluk hakkını da yerine
getirmiş oldu. 3
D Ü N YA H I RS I M I ?
Bayezid tahta çıkar çıkmaz, babasının sağlığında kendisinden
daha meziyetli ve daha faal olması sebebiyle Gedik Ahmed Paşa
ve Karaman! Mehmed Paşa gibi devlet büyüklerinin desteğini te­
min etmiş olan kardeşi Konya Valisi Giyaseddin Cem Çelebi'nin
muhalefetiyle karşılaştı.
18
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
Cem, veraset dolayısıyla Osmanlı mülkünde hakkı olduğunu
iddia ediyordu. Zira Fatih Kanunnamesi'ndeki veraset kısmında
şehzadelere yazılacak hükümlerin lakaplar bahsinde Cem'in ismi
zikredilmiş, Fatih de ona "Varis-i mülk-i Süleymani oğlum Sultan
Cem" diye hitap etmişti. Bazı müellifler, Cem'in Kanunname-i Al-i
Osman'a dayanarak Bayezid'in 'nizam-ı alem' için kendisini öldürt­
mesinden korktuğu cihetle isyan ettiğini belirtirler.
Halbuki asıl sebebin verasetle kendisine intikal eden saltanatı
elde etmek olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca her Osmanlı şehzadesi­
nin küçük yaştan itibaren babasından sonra devletin başına geçip
cihadla meşgul olması, adaletle hükmetmesi gibi ulvi gayeler ile
yetiştirildiği göz önüne alınırsa dünya hırsı, ölüm korkusu gibi
düşünceleri onlara atfetmek fevkalade basit kalır.
Cem, kanunnamede isminin geçmesinin yanı sıra babasının
p adişahlığı zamanında doğduğunu, Uzun Hasan seferi sırasında
İstanbul'da kendisinin babasına vekalet ettiğini belirtiyor ve salta­
natın kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Bu düşünceler ışığı
altında hareket eden Cem, maiyetindeki müşavirlerin ve özellikle
de Karamanoğlu Kasım Bey' in telkinleri sonunda harekete geçme­
ye karar verdi. Komutanlarından Gedik Nasuh Bey'i maiyetinde
Karaman, Varsak ve Turgutlu boylarına mensup kuvvetler olduğu
halde İnegöl üzerinden Bursa'ya gönderdi.
Gedik Nasuh Bey, 28 Mayıs'ta Kaplıca civarında Bayezid tarafın­
dan Ayas Paşa kumandasıyla üzerine gönderilen kuvvetleri bozdu
ve Bursa'ya hakim oldu. Üç gün sonra şehre gelen Cem Sultan,
adına para kestirip hutbe okutmak suretiyle hükümdarlığını ilan
eyledi. Civardaki şehir ve kasabalara da saltanatını kabul ettiren
Cem Sultan kendisini Anadolu'nun hakimi olarak görmeye başladı.4
Bu tehlikeli gelişme üzerine Sultan Bayezid, Cem'i destekleyen
beylere gizlice mektuplar göndertmek suretiyle onları kendi tarafına
çekmeye çalıştı. Bunların başında Cem'in yakın dostu Aştinoğ­
lu Yakub B ey geliyordu. Yakub Bey'den Cem'i hile ile Karaman'a
doğru çekmesi istenmekteydi. Ayrıca padişah kalabalık bir ordu
ile Üsküdar'a geçmiş, Cem üzerine sefer hazırlıklarına başlamıştı.
II. Bayezid Han
19
Öte yandan Bursa'da on sekiz gün saltanat süren Cem Sultan,
büyük halaları, Çelebi Mehmed'in kızı ihtiyar Selçuk Hatun ile
ulemadan Mevlana Ayas ve Şükrullahoğlu Ahmed Çelebi'den olu­
şan bir elçilik heyetini ağabeyine gönderdi. Böylece Cem, ortaya
çıkan fiili durumun kabul edilmesini ve Anadolu'nun kendisine
bırakılmasını arzu ediyordu.
ÇEKİŞME MEYVE VERMEZ!
Bayezid Han, huzuruna gelen büyük halası Selçuk Hatun' un elini
öpüp fevkalade izzet ve ikram gösterdi, duasını aldı. Cem lehine
hareket ettiği anlaşılan Selçuk Hatun, Bayezid'e rica yollu olarak:
"Oğul; olmaz mı ki, can beraber olan kardeş kanını dökmeye
kalkışmayasın. İslam arasında cenk ateşini yakıp tutuşturmayasın.
Rumeli topraklarıyla yetinip Anadolu ülkesini, illerini kardeşine
bağışlayasın. Böyle yaparsan o da eğdiği boynunu bir daha boyundu­
ruğundan çıkarmaz ve bundan sonra da olmayacak bir yola girmez.
Çekişme, bir ağaç dahi olsa üzüntüden başka meyve vermez. İki
şanlı padişah döğüşmeye niyet ederseler bundan reaya (halk) büyük
zarar görür. Ülke kavgası yüzünden ortalığı harabeye çevirmek,
yüce gönüllü olmaya ve yiğitlik şanına uygun değildir:'
Sultan il. Bayezid hissiyatla dile getirilen duygu yüklü bu ko ­
nuşmaya aldanmadı. "La erhame beyne'l-müluk'' (Hükümdarlar
arasında merhamet olmaz) darb-ı meseliyle cevap vererek bu hususta
kararlılığını ortaya koydu.5
Kemalpaşazade ise bir ülke içinde iki şehriyar oturamaz ve bir
asker arasında iki serdar komuta edemez, ifadeleri ile teklifin kabul
görmediğini beyan eder. 6
Çü şeh ba ştır memleket ana ten
Yara şmaz iki ba şlı olmak beden
Bayezid Han elçileri gereği gibi ağırladıktan sonra geri gönderdi
ve derhal ordusunu harekete geçirdi.
Cem ise Yenişehir Ovası'nda akıbetini b elirleyecek bir sava­
şa girişmeye karar vermişti. Bu sırada Otranto seferinden dönen
20
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
Gedik Ahmed Paşa da, Yenişehir'de padişahın ordusuna katılınca
Bayezid daha da kuvvetlendi. Ahmed Paşa aslında Cem taraftarı
bulunuyor idiyse de kayınpederi İshak Paşanın veziriazam olması,
onun Bayezid tarafına meyletmesine sebep olmuştur.
20 Haziran 1 48 l 'de Osmanlı tahtının yeni sahibini belirleyecek
savaş şiddetle başladı. Fatih'in iki oğlu bu kez hasım mevkiindey­
diler. İkisi de olağanüstü bir çaba ve gayret sarf ediyordu. Ancak
yakın dostu Aştinoğlu Yakub Bey' in ihaneti Cem'e son darbe oldu.
Bayezid kuvvetlerinin gittikçe artması Cem tarafında yılgınlığa
ve direnme gücünün kaybolmasına yol açtı. Artık herkes başının
çaresine düşmüş bulunuyordu.
Cihana olmayan server gerekmez
Diriye ser gerek efser gerekmez
Öncelikle Cem'i devamlı olarak kışkırtan Karamanlılar ve Var­
sak Türkmenleri meydanı terk ettiler. Askerinin gittikçe eridiğini
görerek çaresiz kalan Cem Sultan da büyük bir elem ve üzüntü
içerisinde önce Eskişehir'e, ardından taht kenti Konya'ya doğru geri
çekildi. Bütün eşyası ve hazinelerine el konulmuştu.7
G U RB E T. . .
Konya'da da kendisini emniyette göremeyen Cem Sultan, validesi
Çiçek Hatun ile ailesini ve yanında bulunan Murad adındaki oğlunu
alıp 28 Haziran'da Memlük ülkesine doğru yöneldi.
Çok sevildiği Konya'dan ayrılışı zor olmuştu. Onun başından
geçenleri konu edinen Vakıat-ı Sultan Cem adlı esere göre kendisini
çok seven Konya halkının feryat ve figanını işiten, kıyamet koptu
sanırdı. Cem ise valilik yaptığı sırada burada geçirdiği mutlu günleri
bir türlü unutamadı.
Bir yere gelmişem ki bedeldir cahimden
Bana makam olm uş i ken Konya'da Merem8
Binbir sıkıntı içerisinde Torosları geçerek Tarsus'a ve oradan da
Adana'ya ulaştı. Ramazanoğlu onu karşılayıp ağırladı ve ziyafetler
verdi.
II. Bayezid Han
21
Memlük Sultanı Kayıtbay'ın müsaadesini alarak Antakya yoluyla
Haleb'e vardı. Haleb emirü'l-ümerası da ağırlamada kusur etmedi.
Uyuz Bey' in rehberliğinde Şam'a gelen Cem, akraba, has hademeleri
ve muhafızlarından oluşan üç yüz kişilik maiyetiyle yoluna devam
edip, 25 Ağustos'ta Gazze yoluyla Mısır'a vardı ve hükümdarlara
mahsus alayla Kahire'ye girdi.
Ertesi gün saraya giderek Kayıtbay'ın huzuruna çıktı. Sultan
Kayıtbay, Şehzade ile karşılaşınca el sıkışıp kucaklaştılar. Kısa bir
sohbet yaptılar. Sultan ona atalık tutumuyla güzel sözler söyleyip
gönlünü aldı. Kendisini muazzam bir köşke yerleştirdi. Pek çok
iltifatlar eyledi. Ramazan gecelerinde birkaç defa iftara çağırıp huzur
ve güven duymasını sağladı. Birçok günler beraberinde gezilere
çıkartıp gönlünü aldı, onu hoş tutmaya çalıştı.
Kayıtbay'ın bütün gayretlerine rağmen Cem Sultanın sıkıntısı bir
türlü gitmek bilmiyordu. Daimi bir iç huzursuzluğu yaşıyor gibiydi.
Hatta bu sırada ağabeyine gönderdiği bir mektupta halinden bahse­
derek yardımını istemişti. Nitekim şu beyti, onun ruhi bunalımını
çok güzel yansıtmaktadır:
Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan
Ben kül dö şenem külhen-i mihnetde sebep ne?9 *
Bayezid ise, saltanat emellerinden vazgeçmesi şartıyla kendisine
her sene on kere yüz bin akçe vereceğini vadetmiştir. Ancak bu
mektuplaşmalardan bir netice çıkmamıştır.
Sonunda Cem: "Bir şeyde sıkılırsanız o zaman hacca niyet ediniz"
işareti üzerine Kayıtbay'dan hac müsaadesi istedi. Kayıtbay'da bu
istek üzerine onu mükemmel bir alayla Hicaz'a gönderdi.
20 Aralık 1 48 1 'de Mısır'dan hareket eden Cem Sultan, Mekke'ye
girişinde Hicaz beyi tarafından karşılandı. Hac vazifesini yerine
getirdikten sonra Medine'ye gitti. Peygamber Efendimiz'in mübarek
*
Sen, gül döşeğinde neşe ve keyif içerisinde yatarken, ben mihnet ve meşakkat hama­
mında neden kül döşeneyim?
·
22
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
kabr-i şerifini ziyaret etti. ıo Komşularına en üstün saygılar sunmak
mutluluğu içerisinde 1 3 Mart 1 482'de Kahire'ye döndü.
Ç İ RKİ N KI Ş KI RTMA
Cem Sultan mübarek makamları ziyaret etmenin huzur ve sevinci
içerisinde Kahire'ye geldi ise de onu burada yeni tertipler bekliyordu.
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu karışık durumdan istifade
etmek isteyen Karamanoğlu Kasım Bey, Cem'i kullanmak suretiyle
eski beyliğine yeniden kavuşmayı arzu ediyordu.
Bu maksatla ona üst üste kışkırtıcı mektuplar göndermişti. Kasım
Bey bu maksatla Ankara Sancakbeyi Trabzonlu Mehmed Bey ile
anlaşmış, Larende'de (Karaman) bulunan Gedik Ahmed Paşanın
ağzından yazılmış bazı mektuplar da uydurarak şehzadeyi iknaya
çalışmıştı. Bu arada timar ve zeametleri ellerinden alınmış kimselerle
mazul subaşılar da ikbal kaygısı ile Cem'e haber göndererek vaktin
müsait olduğunu bildiriyorlardı.
Esasen Mısır'daki hareketsiz durumundan bunalan Cem Sultan
da Anadolu'dan gelen bu haberler üzerine Memlük Sultanlığı'nın da
desteği ile harekete geçmeye karar verdi. Bu maksatla Kayıtbay'ın
huzurunda düzenlenen mecliste sert müzakereler cereyan etti.
Özellikle Memlük atabeglerinden Emir Özbek, Cem'in Osmanlı
ülkesine bırakılması halinde iki devlet arasında doğması muhte­
mel anlaşmazlıkları dile getirerek, onun bırakılmasına karşı çıktı.
Buna rağmen Cem, sonradan Osmanlılarla Memlükler arasında
uzun süren savaşlara sebep olacak müsaadeyi Kayıtbay'dan almaya
muvaffak oldu.
27 Mart 1 482'd e Kahire'd en hareketle, yanında zaim ve suba­
şılardan mürekkep bir grup bulunduğu halde 6 Mayıs'ta Haleb'e
ulaştı. Kendisini burada Ankara Sancakbeyi Trabzonlu Mehmed
Bey bekliyordu. Ardından Adana'ya gelen Cem Sultanı burada da
Karamanoğlu Kasım Bey karşıladı. Kasım Bey, Cem'den muvaffak
olması halinde, yardımı karşılığında Karaman ülkesine sahip olma
vaatini aldı. Böylece Cem bir kez daha şansını denemek üzere Os­
manlı ülkesine girdi.
II. Bayezid Han
23
Ereğli'ye gelen Cem, kapıcıbaşısı Sinan B ey'i bir anlaşmaya
varmak ümidiyle Gedik Ahmed Paşa'ya gönderdi. Ancak bu te­
şebbüsünde muvaffak olamadı. 6 Haziran'da yanında Kasım Bey
de bulunduğu halde Konya üzerine yürüyerek kaleyi kuşattı. Bu
arada Trabzonlu Mehmed Bey'i de Ankara üzerine göndermişti.
Cem Sultan, Konya Kalesi'ni şiddetle muhasara etti ise de Hadım
Ali Paşa'nın cesaretle karşı koyması ile bir netice elde edemedi.
Ankara üzerine yürüyen Mehmed Bey ise Rumeli beylerbeyine
karşı yaptığı muharebeyi kaybederken hayatını da yitirdi. Meh­
med Bey'in bozgun haberini alan Cem Sultan, Konya kuşatmasını
kaldırıp Ankara üzerine bizzat yürüdü. Ancak bu teşebbüsünden
de bir netice elde edemedi. Sultan Bayezid'in yaklaşmakta oldu­
ğu haberini alınca önce Akşehir'e sonra da Kasım Bey ile birlikte
Taşili'ne çekilmek zorunda kaldı.
B O Ş Y E RE YO RGUN D Ü Ş M E !
Cem Sultan, kendisini takiben Ereğli'ye gelen ağabeyi Bayezid'le
bir kez daha müzakerelere girişti. Bayezid'e elçi olarak giden Kapı­
cıbaşı Sinan Bey, Osmanlı ülkesinin bir kısmının Cem' in idaresine
bırakılmasını istedi. Oysa bu teklif padişahın hatırından dahi geç­
miyordu. Bayezid, Cem'e gönderdiği mektubunda:
''.Aydınlık gönlünüze gizli değildir ki; Osmanlı Ülkesi baştan
ayağa örtülü nazlı bir geline benzer. Öyle iki güveyin nişanını kaldı­
ramaz ve ortaklık kahrın götüremez. Bu sebeple kötülük tekliflerine
kulağınızı tıkayasız. Boş yere atınızı gayret dizginleriyle yorgun
düşürmeyesiz ve temiz eteklerinizi Müslümanların kanlarıyla haksız
yere kirletmeyesiz. Şerefle ve mutlulukla Kudüs- i Şerifte konak­
lamayı seçseniz, ol kutsal topraklarda yerleşseniz ne olur? Şimdiye
kadar kendinize ait hazineniz gelirleri ne ise her yıl hepsi noksansız
katınıza yollanacaktır. Bunu hünkar and içmiştir" diyordu. 1 1
Buna rağmen Cem, Defterdar Mehmed Bey ve B ahşayişoğlu
İmam Ali reisliğinde yeni elçi heyetleri ile arzusunu ısrarla tekrarladı
ise de her defasında geri çevrildi. Sonunda Sultan Bayezid, onun
daha önceki dizelerine şu beyitleriyle karşılık verdi:
24
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
Çün ruz-ı ezel kısmet olunmuş bize devlet
Takdire rıza vermeyesün böyle sebep ne?
Haccı haremeynim deyüben da 'va kılarsun
Ya saltanat-ı dünyeviye b unca talep ne?1 2 *
Cem Sultan, ağabeyinin bütün müsbet tekliflerine sırt çevirdi
ve atasından kalan maldan, mülkten hisse isteğinde diretti. Bunun
üzerine Hersekzade Ahmed Paşa, Anadolu askeri ile Cem Sultan'ın
üzerine gönderildi. Cem ise Karamanoğlu Kasım B ey'le yaptığı
görüşme sonucunda deniz yoluyla Rumeli yakasına geçmeye karar
vermişti.
Aslında Cem'in maksadı, Akkoyunlu hükümdarının yanına
gitmekti. Ancak Kasım B ey Rumeli'ye geçişte özellikle ısrarlı dav­
ranmıştı. Zira o, Bayezid'in Rumeli'nde Cem'le uğraşmasını fırsat
bilerek Karaman ülkesinden bir kısım toprakları koparabileceğinin
hesabını yapıyordu. Bu ikiyüzlünün kendi iyiliğini düşündüğünü
sanan talihsiz şehzade, 1 8 Temmuz 1 482'de otuz kadar adamıyla
Korkos Limanı'ndan gemilere binerek Rodos'a doğru yola çıktı.
Böylece, şehzadenin on üç yıl sürecek Avrupa macerası başlıyordu.
KAH I R Y I L LARI
26 Temmuz 1 482'de Saint Jean Tarikati Şövalyelerinin elindeki
Rodos Adası'na çıkan Cem Sultan, başta tarikatin üstad-ı azamı
(reisi) Pierre d'Aubusson olmak üzere Rodoslular tarafından bir
hükümdar gibi karşılanıp geçtiği yollara halılar serildi. Sokaklara
dökülen h(/.lkın arasından şövalyelerin başıyla yan yana at üzerinde
kendisine tahsis edilen şatoya gitti.
Hakikatte ise Cem, Türklerin amansız düşmanları Saint Jean
Şövalyelerinin menfaatine alet olarak kullanılacak bir esirden başka
bir şey değildi. Nitekim eline geçen bu fırsattan azami istifadeyi
düşünen d'Aubusson, başta Papa iV. Sixtus olmak üzere hemen büKaderde devlet, padişah olmak bize kısmet olmuş. Buna rıza göstermemene sebep
nedir? Mukaddes yerleri ziyaret etmek ve hacı olmakla kıvanç duyuyorsun. O halde
dünya saltanatına neden bu kadar rağbet gösteriyorsun?
II. Bayezid Han
25
tün Avrupa hükümdarlarına mektuplar göndermiş, Hıristiyanların
derhal harekete geçmek suretiyle Türkleri Avrupa'dan çıkarmalarının
mümkün olabileceğini bildirmişti.
Cem ise d'Aubusson'un iltifatlarına ve gö sterişlerine aldanarak
hükümdar olduğu takdirde Rodoslulardan alınan adaların iadesi,
gemilerine Türk limanlarında serbestiyet tanınması ve onların güm­
rük ve tuz vergilerinden muaf tutulması gibi vaatlerde bulunuyordu.
Kendisi için yapılan masraflara mukabil olarak da yüz elli bin altın
ekü vermeyi taahhüt ediyordu.
Öte yandan Sultan B ayezid ise Cem'in Rodos'a geçmesinden
oldukça endişelenmişti. Derhal şövalyelerle görüşüp bir anlaşma
sağlamak üzere Gedik Ahmed Paşa ile F atih zamanında Rodos'u
kuşatmış bulunan Mesih Paşa'yı görevlendirdi. Pierre d'Aubusson,
Gedik Ahmed Paşanın talebi ve papanın müsaadesiyle B ayezid'e
iki elçi göndererek onunla bir anlaşma yaptı. Buna gö re B ayezid
Han, şövalyelere Cem'i muhafaza etmeleri şartıyla her sene Ağustos
başında kırk beş bin düka vermeyi kabul ediyordu.
Buna rağmen Bayezid'in Rodos'u muhasara ve tazyik etmesi
ihtimalini göz önünde tutan şövalyeler, Fransa kralının da müsa­
adesiyle Şehzade Cem'i, Akdeniz kıyısında hakimiyetleri altında
bulunan kalelerden birine nakletmeyi uygun buldular. Bu suretle
mutlaka Rumeli'ye geçmek isteyen Cem'in Avrupa yoluyla geçi­
rilmesi düşünülmüş olacağından kendisini oyalamak mümkün
olabilecekti. Neticede Rodos'ta beş hafta kadar kalan Cem, otuz iki
kişilik maiyyeti ile beraber 1 Eylül 1 482'de adadan ayrıldı. 1 3
Gerçekte ise bu nakil işiyle Cem Sultan, Osmanlı'dan para çek­
mek için şövalyelerin elinde önemli bir gelir vasıtası olacak ve Os­
manlılara karşı her zaman bir silah olarak kullanılacaktı.
Dolayısıyla M acaristan yoluyla Osmanlı'nın Rumeli toprakla­
rına geçeceğini ümit eden Cem, bir kez daha aldanmıştı. Cem'i ve
maiyyetini taşıyan donanma evvela İstanköy'e buradan Siracuza
ve M esina'ya uğrayarak yoluna devamla 16 Ekim'de Fransa'nın gü­
ney sahilindeki Villefr ache'ye vardı. Ardından Savoie Dükalığı'na
26
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
ait Nice'ye (Nis) götürülen Cem, p ek beğendiği bu şehirde uzun
müddet kaldı. Rodosluların tutumundan ve davranışlarından ken­
disini bırakmayacaklarını ve siyasi menfaatleri icabı kullanılmak
istendiğini, sonunda Cem Sultan da kavrayabilmişti. Bu itibarla
B ayezid'e gönderdiği bir mektupta kendisini küffar elinde bırak­
mamasını istemiştir.
Cem Sultan'ın Savoie D ükalığı'nda oturduğu müddet içinde
Osmanlı tahtını elde etmek fikrinden vazgeçtiği şu kasidesinden
de anlaşılmaktadır:
Cam-ı Cem n uş eyle ey Cem b u Frengistan'dır
Her kulun başına ya zılan gelür devrandır
Kab etullah 'ı varup bir kez tavaf eylediğin
Bin Karaman bin Acem bin mülket-i Osman'dır
Ço k şü kür Allah'a kim geldin Frengistan 'a sağ
Sağlığında h er kişi n efsince bir sultandır
Fırsatı fevt eylem e ı yş ile sür zevk u safa
Kimseye baki değil b u mülk-i dünya fandır
Padişahlı k b undan özge olmaz ey Ş eh zade Cem
Hatırun hoş eyle cam iç m eclis-i canandır
Minnet ol Allah 'a kim tap unda h er dem husreva
HCıblar ban oğlu banlar hüsnün e hayrandır
Adem e bir zevk kalır dünyada bir yahşi ad
Saltanat baki kalur derlers e bu yalandır
Hü km edenler bu cihan mülkün e şark u garba dek
Ger Süleyman ger Skender cümlesi mihmandır
Padişah oldur ki h ergiz zatına erm ez zeval
Hayy u baki kadir ü halla k-ı ins ü candır
Alemi bir emriyle var eylem ek hükmündedir
Yin e bir emriyle yoğ etmek ana asandır
Ver salat-ı Mustafa'ya ta ki Hakk azad ide
Şol yiğitler kim Frengde b en ile zindandır
II. Bayezid Han
27
Yürü var ey Bayezid sen süregör devranını
Saltanat baki kalur derlerse ol yalandır.14 *
Diğer taraftan Cem, nisbeten serbest hayat sürdüğü bu şehri,
Acaib şehr imiş bu ş ehr-i Nitse
Ki kalur yanına h er kişi nitse
beytiyle tasvir etmiştir.
Cem buradaki ikameti esnasında Hatipzade Nasuh Ç elebi'yi
gizlice Fransa Kralı XI. Louis'e göndererek yardımını temin etmek
istedi. Ancak şövalyelerin Hatipzade'yi yakalayarak Nice civarında
bir köyde hapsetmeleri üzerine bu teşebbüsünde muvaffak olamadığı
gibi onu beklemekle dört ayı geçti.
Ş ATO DAN ŞATOYA
B u arada Nice'de, veba hastalığı çıkması üzerine bu şehirde
kalmayı uygun bulmayan şövalyeler bu defa Savoie Dükalığı'nın
merkezi Chambery'e geldiler. Cem buradan da yakın adamlarından
Mustafa ve Ahmed beyleri frenk kıyafeti ile Macar kralına gönderdi.
Cem Sultan, Chambery'de henüz on beş yaşında olan Savoie
Dükası 1. Charles ile görüştü. Cem'in başına gelenleri tafsilatıyla
ilk ağızdan dinleyen Charles, çok müteessir olmuş ve bu durumdan
kurtulması için elinden geleni yapacağına dair söz vermiş ise de
bunu haber alan şövalyeler derhal bu şehirden de uzaklaşma kararı
aldılar. 20 Temmuz'da Rhon Nehri yoluyla Dauphine'ye vardılar ve
Cem'i buradaki Pouet Şatosu'na hapsettiler. Bu arada Cem'in gizlice
Macaristan kralına göndermiş olduğu iki adamını da yakalayıp
öldürmüşlerdi.
İşte tam bu sıralarda Sultan II. B ayezid'in Fransa Kralı Louis
ile görüşmek üzere gönderdiği fevkalade elçisi Hüseyin B ey, yolu
üzerindeki Savoie'den geçiyordu. Hüseyin B ey, Cem ile görüşebil­
mek için şövalyeler nezdinde girişimlerde bulundu ise de muvaffak
*
mülket:
ülke; fandur: fanidir;
hub:
güzel; ban: vaktiyle Macaristan, Eflak ve Sırp
hükümdarlarına denilirdi; mihman: misafir; asan: kolay.
28
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
olamadı. Ancak B ayezid Han'ın bir mektubunu ona ulaştırmayı
başardı. B ayezid mektubunda, şövalyelerin elinden kurtulduğu
takdirde evvelki teklifinin devam edeceğini belirtiyordu.
B ayezid'in elçisi buradan F ransa kralına giderek Cem'i elle­
rinde tutmaları şartıyla yüklüce bir para ile İstanbul'd a Hazine-i
Hümayun'd a mevcut bulunan ve Hıristiyanlarca kutsal sayılan de­
ğerli hediyelerden verileceğini belirtti. Ancak koyu bir Katolik olan
XI . Louis, Müslümanlardan hiçbir şey kabul etmeyerek teklifleri
reddettiği gibi elçiyle görüşmekten de sakındı.
Kral XI. Louis'in 30 Ağustos 1 483'te vefat etmesi üzerine şöval ­
yeler Fransada çıkabilecek karışıklıkları değerlendirerek yeni ted­
birler aldılar. İlk etapta Cem' in maiyetindeki yirmi dokuz adamını
zorla yanından ayırıp Rodos'a gönderdiler. Kendisini de Sassenage
Şatosu'na naklettiler.
Şatonun hakimi Baron Jacgues de Sassenage'nin son derece güzel
ve alımlı kızı Philippine Helene karşılaştığı ve yakından gördüğü
Cem Sultan'a aşık olmuştu. Aralarında çok geçmeden romanlara
konu olacak kadar büyük bir aşk ve muhabbet doğmuş, mektup­
laşmalar ve görüşmelerle devam etmişti. 1 5
Cem cephesinde bunlar yaşanırken, Bayezid Han da her ihtimali
göz önüne alarak Edirne'de bazı tedbirler almaktaydı. Cem taraftarı
olarak bilinen meşhur komutanlardan Gedik Ahmed Paşayı 1 8
Aralık 1 483'te Edirne'de bir ziyafet sırasında öldürttü. Gedik Ahmed
Paşanın kayınpederi olan İshak Paşa, veziriazamlıktan azlolunarak
Selanik sancağı ile emekli edildi. Ardından İstanbul Muhafızı İs­
kender Paşaya gönderdiği bir fermanla Cem'in oğlu Oğuz Han'ın
öldürülmesini emretti. Aynı akıbetten Cem Sultan'ı bu işlere sevk
eden Karamanoğlu Kasım B ey de kurtulamadı.
Gurbetteki garip yaşantısı canına tak demiş olan Cem Sultan,
her şey bir yana, oğlu Oğuz Han'ın ölüm haberini duyunca yıkıldı,
yeni ve derin acılara gark oldu. Bu zamanlarda içindeki acıları şiire
dökerek avunmaya çalışmıştır.
II. Bayezid Han
29
Yakamı yırtıp elinden nicesi ah etmeyim
Canımı odlara atdı derd-i Oğuz Han felek
Bir kılına virs eler virm ezdim Oğuz Han um un
Genc-i Karun ile bin bin mülket-i Osman felek
İşidelden Şah Oğuz Han 'ı n şehid olduğun u
D erd ile oldu Frengistan'da Cem m ecn un felek16*
1 484 yılı başlarında Cem, bu defa Limoges yöresindeki meşhur
Bourg-Neuf Şatosu'ndadır. Oğuz Han'ın vefatını haber aldıktan
sonra ciddi bir şekilde kaçma planları yapmakta ve muhafızları at­
latmak için her çareyi düşünmektedir. Çeşitli teşebbüslerden olumlu
bir netice çıkmayınca, yakın adamları Sofu Hüseyin, Ayas, Celal,
Sinan ve Sofu Şadi beyler bir sabah gezintisi sırasında muhafızları
öldürüp Cem'i kaçırmayı planladılar. Ancak Cem'in yakınlarından
birinin planı ifşa etmesi üzerine teşebbüs meydana çıktı. İşin cid­
diyeti anlaşılınca sultanı, B ourg-Neuf Şatosu'nda yeni inşa etmiş
oldukları Tour de Zizim (Cem Kulesi) denilen yedi katlı bir kuleye
naklederek sıkı bir göz hapsine aldılar.
Cem burada kaldığı iki sene zarfında sadece gazeller yazmadı.
Yalnızlığını, bir papağana konuşmayı ve bir maymuna satranç oy­
namayı öğretmek suretiyle unutmaya çalıştı.
Öte yandan Cem Sultan'ı ele geçirmek isteyen Avrupa devletleri
arasında büyük bir diplomatik faaliyet sürmekteydi. Başta yeni Papa
VIII. lnnocent olmak üzere, Napoli kralı ve nihayet Macar Kralı Mat­
hias Corvin hep bu maksatla yoğun teşebbüslerde bulunuyorlardı.
Papa, Cem'in liderliğinde bir Haçlı seferi tertip etmek; Macarlar,
seferin tertiplenmesi Üzerlerinde olması şartıyla keza aynı maksatla;
Napoli ve yandaşları ise, Osmanlılardan siyasi menfaatler temin
etmek kasdıyla Cem'e sahip olmak istiyorlardı. Şövalyeler de Cem'i
*
Feleğin elinden yakamı yırtıp nice ah etmeyeyim. Zira Oğuz Han'ın derdi canımı
ateşler içerisinde bırakmıştır. Oğuz Han'ımın bir kılını Karun'un hazinesi ile binler­
le Al-i Osman ülkesine değişmezdim. Oğuz Han'ın şehit olduğunu işiteli Cem Frenk
ülkelerinde dert ile mecnun olup gezmektedir.
30
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
kaçırmamak için, Fransa'da kendi tasarruflarında bulunan şatodan
şatoya dolaştırmaktaydı.
Ayrıca şövalyeler Bayezid'den aldıkları paralardan başka Cem'in
ağzından sahte mektuplar düzmek suretiyle, gerek Kahire'de bulunan
annesi Çiçek Hatundan, gerekse de zevcesinden külliyetli miktarda
para çekiyorlardı. Ayrıca şehzadeyi ellerinde tutmakla bir bakıma
Rodos'un da emniyetini temin etmiş oluyorlardı. B ayezid, Rodos'a
karşı harekete geçecek olursa başta papa olmak üzere diğer Hıristi­
yan devletlere de müracaat ederek Cem'i de öne sürmek suretiyle
büyük bir Haçlı seferi tertip etmek için çalışacakları muhakkaktı.
Ancak hem Bayezid'in hem de Avrupa devletlerinin yoğun bas­
kısı karşısında Cem'i daha fazla elde tutmanın zorluğunu gören
şövalyeler, Fransa kralının da kabulüyle, onu papaya teslim etmeyi
kabul ettiler.
C E M S U LTAN RO MA' DA
Anlaşmaya göre papa, o tarihe kadar şövalyelerin her sene Sultan
B ayezid'd en almakta oldukları kırk beş bin dukanın kendilerine
bırakılmasına mukabil şövalyelere mühim imtiyazlar tanıdı. Ro­
dos Şövalyeleri reisi d'Aubusson'u bu çok mühim kararına karşılık
kardinal derecesine çıkardı. Papa alacağı kırk beş bin dukanın on
binini ise Fransa kralına verecekti.
Buna rağmen 1 1 Ekim 1 48 8 'd e B ourg-Neuf'tan hareket edip
Lyon ve Rhon Nehri yoluyla M arsilya'ya, buradan da Toulon'a vasıl
olan Cem, Fransa Kralı VIII. Charles'ın isteği üzerine durdurulmak
istendi. Zira fevkalade yetkilerle Fransa kralına gelen B ayezid'in
elçisi, Cem Fransa'da kaldığı takdirde her sene elli bin altın duka
verileceğini, Filistin'in zaptedilmesi halinde ise Kamana Kilisesi'nin
Hıristiyanlara bırakılacağını, ayrıca mukaddes eşyaların da krala
gönderileceğini bildirmişti.
Kralın durdurma emrine rağmen acele ile Toulon'dan gemiye
bindirilen Cem, adeta Fransa'dan kaçırıldı. Sahili takip etmek su­
retiyle önce Ostia'ya ve Tiber Nehri yoluyla da Roma'ya varıldı.
II. Bayezid Han
31
Burada papa ve kardinaller hariç bütün Roma ileri gelenleri ve askeri
kıtaları tarafından görkemli bir merasimle karşılandı.
Yanında papanın oğlu Francesco Cybo'nun refakati eşliğinde at
üstünde muhteşem bir alayla Roma sokaklarını gezip Vatikan'da
kendisine tahsis edilen mahalle geldi.
Cem, ertesi gün ( 1 4 M art) Papa VIII. İnnocent tarafından res­
men kabul edildi. Papa, kardinaller ve Roma'da bulunan bütün
elçiler şehzadeyi ayakta karşıladılar. Papa büyük tacını ve merasim
elbiselerini giymişti. Teşrifat memuru Cem'den imparatorların bile
ayaklarını ö ptükleri papanın huzurunda hiç olmazsa kavuğunu
çıkarıp eğilmesini istediler. Bu hareketi zillet olarak gö ren Fatih' in
oğlu, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu,
bundan böyle de eğilmeyeceğini kesin bir dille ifade etti. B ütün
ısrarlara rağmen kavuğunu çıkarmaya ve diz üstü çökmeye rıza
gö stermeyerek doğru papanın yanına gidip onun ve kardinallerinin
omuzlarına sarıldı.
Cem Sultan, başlangıçtan itibaren Rodos'a ne maksatla geldiğini
ve başından geçenleri tafsilatıyla anlattıktan sonra artık Mısır'a gidip
ailesiyle beraber olmaktan başka bir emelinin kalmadığını belirtti
ve bu konuda aracılığını istedi.
Papa, Osmanlılara karşı yapılacak bir Hıristiyan müşterek hare­
keti için şehzadeyi elde etmek istiyordu. Bu itibarla Cem'in üzün­
tüsüne güya iştirak edip onunla birlikte gö zyaşı döktükten sonra
kendisine Macaristan'a gitmek tavsiyesinde bulundu. Zeki şehzade,
papanın kendisini öne koyarak bir Haçlı seferi tertipleyeceğini
sezmişti.
Böyle bir hareketin İslam aleminde nefretle karşılanacağını belir­
terek kabul etmesinin mümkün olmadığını belirtti. Bunun üzerine
papanın ağzından:
"Var öylece it gibi bir köşede kıvrıl yat:' cümlesi döküldü.
Bunun üzerine aynı dili bildiği anlaşılan Cem de bu kez Latince:
"Size gelen itten b eter olmayıp ya nice olayazdı!" diye sertçe
mukabele etti.
32
Kayı I I I: Haremeyn Hizmetinde
Bu cevap üzerine pap a, ağzının payını almış bir şekilde utançla
ö zürler diledi ve konuyu başka yönlere çevirdi. 17
Cem, Papa VIII. Innocent'in döneminde St. Angelo Kulesi'nde
sıkıntılı bir dönem geçirdi. Onun 1 492'd e ölümü üzerine yeni Papa
Aleksander Borgia zamanında daha serbest bir hayat sürmeye başla­
dı. Roma şehri dışında atla gezinti yapabiliyor, asilzadelerin davetlisi
olarak açık hava ve salon toplantılarına katılabiliyordu. Özellikle
bu toplantılar sırasında asilzade ailelerin kızları, bu yakışıklı Os ­
manlı şehzadesi ile görüşebilmek veya konuşabilmek için etrafında
pervane oluyorlardı. Hatta papanın güzelliği ile meşhur kızı Lusia
B orgia'nın Cem'in karşısında neredeyse çıplak denecek bir şekilde
raksettiği rivayet edilmiştir.
Cem Sultan, Rom a'daki gezintileri sırasında fakir halka yar­
dımları ile de ünlenmişti. Bu durum insani özellikleri gelişmemiş
Hırıstiyan halk arasında yanlış tefsirlere yol açtı ve şehzadenin Hı­
ristiyanlık dinine yakın olduğu kanaatini uyandırdı. Papa Aleksandr
Borgia da bu söylentilerden cesaret alarak bir görüşme sırasında
Cem Sultan a Hıristiyanlık dinini teklif etti. Hem bu sayede bütün
Avrupa alemini kendi yanına çekebilir ve Osmanlı tahtını rahatça
ele geçirebilirdi.
Cem Sultan ise bu teklife:
"Değil Osmanlı saltanatı, hatta bütün dünyanın padişahlığını
verseler dinimi terk etmem!" diyerek kati bir cevap verdi. Papa
hiddetlendiğini gördüğü şehzadeyi teskin edebilmek için epeyce
dil dökmek zorunda kalmıştır.
Cem için Roma'daki bu rahat günler de fazla uzun sürmedi.
Özellikle M acar Kralı M athias Corvin'in ölümü Avrupayı tekrar
hareketlendirdi.
Bu arada toprakları Osmanlı akıncıları tarafından çiğnenmekte
olan Venedik Cumhuriyeti de yeni bir Haçlı seferi organize etmek
üzere faaliyetlere girişmişti. Papaya müracaatla Cem'i böyle bir
seferde öne koymanın getireceği avantajları sıralayarak, kendilerine
verilmesini istediler. Venedik ayrıca, Fransa ile Napoli'nin arasındaki
II. Bayezid Han
33
ihtil afı giderip Memlükleri de yanlarına almak suretiyle Osmanlılara
karşı güçlü bir ittifak kurmaya çaba sarf ediyordu.
Venedik'in bu faaliyetlerine karşılık Fransa Kralı VIII. Charles
149 4 Eylül'ünde büyük bir ordu ile İtalya'ya doğru yürüdü. Şarl'in
hed efi ise Napoli Krallığı'nı elde ettikten sonra Cem'i yanına alıp,
Kudüs'e doğru bir Haçlı seferi organize etmekti.
Bu sırada papaya her sene verilmekte olan parayı getiren Türk
elçisi ile İstanbul'dan dönmekte olan papalık sefiri İtalya'da bir kale
komutanının taarruzuna uğramış ve yanlarındaki evraklarına el
konulmuştu. Sultan Bayezid'in papaya gönderdiği bir mektubunun
da bulunduğu bu evraklar Fransa kralının eline geçti.
Bayezid namesinde, Cem'in papa tarafından öldürülmesi mu­
kabilinde iki yüz bin altın vermeyi taahhüt ediyordu. Mektubu ele
geçiren Şarl, Ocak 1 495'te Fransa yolu ile Roma'ya girdi ve papadan
Cem'in teslimini istedi. Papa da kralın Fransa'ya dönüşünden sonra
tekrar papalığa iadesi şartıyla kabul etti.
N AAŞ I M I İS LAM YU RDUNA G ÖTÜ RÜ N !
Bu suretle önce St. Angelo Şatosu'nda Kral Charles ile tanışan
Cem Sultan, 26 Ocak'ta ise Vatikan'da papa tarafından krala teslim
edildi. 28 Ocak günü Fransız ordusu ile Roma'dan ayrılarak Fransız­
ların Napoli seferine iştirak etti ve birçok kalenin zaptına şahit oldu.
Napoli Krallığı'nın mukavemeti kırıldığı ve San Germano
Kalesi'nin elde edildiği bir sırada Cem de hastalık belirtileri başladı.
Bir müddet sonra hastalık daha da ilerleyerek yüzü, gözü ve boynu
şişti. Artık ata binecek halde olmadığından sedye ile naklediliyordu.
Sonunun yaklaştığını hissedince yanında bulunan sadık adam­
larına:
"Naaşımı Darüsselam'a götürmeye gayret sarf ediniz. Sakın ola
Frengistan'd a bırakmayınız ki düşmanlarımız benim namıma ha­
reket edip İslam memleketlerine saldırmasınlar" der.
Gerçekten de Cem Sultan, kendisi vesile edilerek Osmanlı ülkesi
üzerine bir Haçlı seferi tertiplerini anlamasından itibaren sık sık
Cenab-ı Hakk'a münacaatla:
34
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
"Ya İlahi! Eğer din düşmanı olan bu kötü ayinliler, benim yü­
zümden ehl- i İslam üzerine sefer kasdederlerse beni o günlere
eriştirme. Tez saatde ruhumu al. Rahmet yuvasına uçur" şeklinde
duada bulunup yalvarıp yakarırdı. Şimdi son demlerinde dahi aynı
endişelerle hareket ediyor, vasiyetlerde bulunuyordu. 18
Daha sonra ağabeyi Sultan Bayezid'e verilmek üzere bir mektup
kaleme aldırdı. Özellikle validesini ve çocuklarını Mısır'd an getirte­
rek riayet eylemesini ve kendisine hizmeti geçen dostlarına inayet
nazarını esirgememesini rica etti. 19 Yıllardır şehzadenin yanından
ayrılmamış can dostları ağlıyorlardı.
Cem Sultan, Napoli'ye giren Charles'ın bütün gayret ve ihti­
mamına rağmen 25 Şubat 1495 Çarşamba günü vefat etti. Cesedi
kralın emriyle tahnid edildi (ilaçlandı) .
Nakledildiğine göre Cem'in vefatından henüz kralın haberi ol­
madan Celal Bey su koyup, Kapucubaşı Sinan B ey de kendi sarığı
ve tülbenti ile kefenlemişti. Nihayet orada bulunan adamları ile
namazın eda ettikten sonra Fransa kralına haber vermişlerdi.20
Dediler eyleyip duayı uş
Cam-ı rahm etten eyledi Cem n uş21
Cem' in hastalık veya zehirlenme neticesinde öldüğüne dair çe­
şitli rivayetler vardır. Bir kısım Osmanlı müellifleri papa tarafından
gönderilen bir berberin zehirli ustura ile Cem'i traş ederek ölümüne
sebebiyet verdiğini söylerken, bir kısmı ise berberin B ayezid tara­
fından gönderilen Kapıcıbaşı Mustafa Bey olduğunu iddia ederler.
Çağdaş İtalyan müellifleri Cem'in papa tarafından zehirlendikten
sonra Fransa kralına verildiğini belirtirler.
Cem'i gören baş teşrifatçı Burchard, şehzadenin mizacına uygun
gelmeyen bir gıdadan zehirlenmiş olabileceğini belirtirken, Venedik
kaynakları da hastalıktan öldüğünü iddia ederler. Cem'in yanındaki
vakıat müellifi de onları destekler tarzda ölümün gıda zehirlenmesi
veya hastalık yoluyla olduğunu ifade eder.22
Papanın Cem'i öldürmekle bir şey elde edemeyeceğini düşünen
bazı müellifler, onun tabii ölümle öldüğünü kabul ederler. Ancak
II. Bayezid Han
35
Cem'in ölümünden sonra papanın, Bayezid'ten vaat edilen parayı
istemesi akılları karıştırmaktadır. Dolayısıyla papa, Fransız kralı ile
yaptığı antlaşmaya pek itimat etmeyerek, elinden kaçırdığı Cem'i
zehirleyip parayı almak istemiş olabilir. Yine papanın, şehzadeyi
Fransa kralına teslim etmesi nedeniyle Sultan il. B ayezid'in ken­
disinden hesap soracağını düşünmesi böyle bir teşebbüse geçmesi
için yeter sebeptir.
Öte yandan C em'in Avrupa'da bulunduğu on üç yıl zarfında
eli kolu bağlanan B ayezid'in onu ortadan kaldırması da tabiidir.
Fakat çok sıkı korunduğu için İstanbul'dan gelen birisinin o kadar
yakınına varması ve traş etmesi çok zor görünmektedir.
Buna karşılık şehzadenin son anına kadar yanında kalan ve
istanbul'a dönüşünden sonra Bayezid'in hizmetine girerek paşalığa
kadar yükselen Sinan B ey, bu işi yapmış olabilir miydi? Kudüs'e
doğru bir Haçlı seferi tertiplemeyi düşünen Kral Charles'a karşılık
Sinan B ey'in de böyle bir yola başvurmuş olması mümkündür.
Yanında bulunan baş teşrifatçı ile Venedikli kaynakların ifade­
lerini de yabana atmak mümkün görünmemektedir. Zira yıllardır
ailesinden ve vatanından ayrı yaşayan, çoğu kez mahpus halde
sıkıntılı bir hayat geçiren, vesile edileceği bir Haçlı seferine sebep
olabileceği endişesiyle bunalan, dolayısıyla sinirleri ve vücudu yıp­
ranan şehzadenin alışık olmadığı m emleketlerde yediklerinden
dolayı bir gıda zehirlenmesine uğraması da uzak ihtimal değildir.
Neticede Cem Sultanın vefatı konusunda ifade edilen hemen
her iddianın doğruluk ihtimali yüksektir. Bu itibarla sır perdesini
aralamak pek kolay olmayacaktır. Gerçek şu ki, Cem Sultan artık
ebediyete göçmüştür.
E L- H Ü KMÜ L İ L LA H
Seferihisar kasabasından Haydar Çelebi, Cem Sultan'ın defter­
darı, yol arkadaşı ve dert ortağıydı. Merhumun Avrupa'dan ölüm
haberini ve geride kalan eşyasını İstanbul'a o getirmişti. Rivayet edilir
ki, Cem Sultan'ın Bourg-Neuf Şatosu'nda iken konuşmayı öğrettiği
bir beyaz papağanı vardı. Bu papağan gayet güzel konuşur, ağzından
şeker saçarmış. Cem Sultan'a her gün "Allahu yensuru Sultan Cem"
36
Kayı ILI: Haremeyn Hizmetinde
(Allah, Sultan Cem'e yardım eylesin) derken ölümünden sonra üz­
gün ve neşesiz bir halde "Allahu yerhamu Sultan Cem" (Allah, Cem
Sultana rahmet eylesin) diye söylenmeye başlamıştır.23
Haydar Çelebi bu beyaz p ap ağanı İstanbul'a getirince siyaha
boyayıp kargaya benzetmiş ve üzerine yas kıyafetini giydirip taziye
töresini öğrettikten sonra padişaha vermiş.
İşte o zaman papağan, gayet net bir ifade ve fasih bir dille birkaç
kez "El-hükmü lillah ( Hüküm Allah'ındır) kulun elinde ne var. Pa­
dişahımızın ömrü uzun olsun'' demiştir. Bu eğitim ve öğretilenler
padişahın çok hoşuna giderek Haydar Çelebi'ye Germiyan Kalesi'nde
büyük bir zeamet vermiştir. 24
il. B ayezid Han, Cem Sultan'a Kudüs'te oturması için çok yal­
varmış, şayet kurtulabilirse bu vaatinin devam edeceğini de her
fırsatta bildirmişti. Ölüm haberine devleti açısından sevinirken
kardeşlik bakımından üzgündü. Onun için gıyabi cenaze namazı
kıldırdı. Üç gün matem tutturdu ve fakir fukaraya ruhu için yüz
bin akçe sadaka dağıttı.
Cem'in n aaşı kralın müsaadesi ile sadık adamları tarafından
tahnit edildikten sonra Gaeta denilen yerde toprağa verilmişti.
B ayezid Han uzun süre diplomatik girişimlerle Cem' in cenazesini
alabilmek için uğraştı. Sonunda Napoli'ye sekiz gün içinde naaşın
teslim edilmemesi halinde donanmayı bu ülke üzerine gönderip Gü­
ney İtalya'ya asker çıkaracağını ve zorla da olsa alacağını beyan etti.
Bu ağır tehdit karşısında telaşa düşen Napoli Kralı Frederico,
Cem'in naaşını bir gemi ile Avlonya'ya göndermek zorunda kaldı.
Avlonya'da cenaze donanma-yı hümayun tarafından top atışıyla
karşılandı ve teslim alındı. Avlonya'dan Mudanya'ya kadar tabutu
Türk donanmasından bir filo getirmiştir. B öylece Cem Sultan'ın
ölümünden dört yıl sonra 1 499'da teslim alınan naaşı, Bursa'da Mu­
radiye Camii haziresindeki ağabeyi Şehzade Mustafa'nın türbesine
defnedildi. Ölümünde otuz altı yaşında bulunuyordu.
Fatih Sultan Mehmed'in en küçük oğlu olan Cem, henüz kü­
çük bir çocukken Edirne S arayı'nda aldığı özel derslerle Arapça
II. Bayezid Han
37
ve F arsçayı mükemmel bir şekilde öğrenmişti. Daha sonra Latin­
ce , Yunanca, İtalyanca ve Fransızcayı da öğrenecektir. Onun 1 469
yılında henüz on yaşında iken devrin kültür merkezlerinden biri
olan Kastamonu sancakbeyliğine tayin edildiği sırada gayet güzel
gazeller yazdığı rivayet edilmektedir.
1 474'te ağabeyi Şehzade Mustafa'nın ölümü üzerine Konya san­
cakbeyliğine gönderildi. Burada tahsiline devam eden Cem, ilim
ve kültür faaliyetlerinin yanı sıra silahşörlük ve binicilik gibi askeri
nitelikleri de kazanmıştır.
Konya'da iken etrafında Sadi, Sehayi, L a'li, Kandi, Şahidi ve
Haydar Çelebi gibi şairler toplandı. Bunların bir kısmı daha sonra
memleketinden ayrılmak zorunda kaldığında bile onu yalnız bırak­
mamışlar ve bu sebeple "Cem Şairleri" diye anılmışlardır.
Ağabeyi il. Bayezid'e karşı saltanat mücadelesini kaybettikten
sonra 1 482'd e geçtiği Avrupa sergüzeşti tam bir hüsranla neticelen­
miştir. Bundan sonra ölümüne kadar geçen on üç senede gurbette
sıkıntılı, kederli, ailesine ve vatanına hasret içinde kaldığı bir hayat
sürmüştür.
Kendisini Rodos'ta iken yakından tanıma imkanına kavuşan
şansölye muavini ve tarihçi Guillume Caursin onun fiziki ve ruhi
durumunu şöyle b elirtir:
"Sultan Cem yirmi sekiz ( doğrusu yirmi üç) yaşındadır. B oyu
uzun, s ağlığı yerinde, görünüşü gururludur. Gözleri mavi, biraz
da şehla, kaşları sık ve hemen burnu üzerinde birleşmektedir. Ata
binmekte, avlanmakta ve ok atmakta pek mahirdir. Cildi kestaneye
çalmaktadır. Sakallıdır. Göçmen ve sığınmacı olmasına rağmen
prenslik onurundan hiçbir tavizde bulunmaz. İzzet ve vakar sahi­
bidir. Türk diline çok bağlıdır. Yazı sanatını çok iyi bilmekteydi:'25
Yine şehzadeyi şahsen görenlerden Matteo Bassi, onun babası
Fatih'le tam bir benzerlik içerisinde olduğunu belirtir. Papanın,
Şehzade Cem ile Fransa Kralı Charles'ı tanıştırdığı merasimde yer
alan Sanuto ise:
38
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
"Şehzadenin hareketlerinde ve tavırlarında büyük bir harp ada­
m ının vasıfları görülüyordu. B öyle bir prensin Türklerin başına
geçmemiş olması Hırıstiyanlar için Tanrı'nın bir lütfudur" demiştir. 26
Cem Sultan köklü bir kültüre sahip olması ve klasik edebiyatı
çok iyi bilmesinin yanı sıra Farsçaya ve İran Edebiyatı'na da derin
vukufiyeti sayesinde zengin hayallerle dolu şiirler yazmıştır. Gazel­
leri öğreticidir. Divan Edebiyatı'nda gurbet ve memleket konularını
en çok işleyen Cem Sultan olmuştur. Türkçe ve Farsça olmak üzere
iki divanı bulunmaktadır.
Cem Sultan'ın özellikle Avrupa'da geçen acıklı macerasının, öğ­
renenlerde derin teessürler bıraktığı muhakkaktır. Ancak o saltanat
mücadelesinden vefatına kadar geçen sürede Osmanlı Devleti için
her an tehlike olmaya devam etmiştir. Nitekim hem padişah, hem
de Osmanlı topraklarının bütünlüğünü düşünenler o Avrupa'da
olduğu müddetçe bir an rahat yaşamadılar. Bu durumu kazasker
Hacı Hasanzade'nin onun vefatı için düşürdüğü:
"Tarih-i mevt-i Cem aynı nizam-ı alamest" (Cem Sultan'ın ölüm
tarihi alemin nizam bulmasına alamet oldu) mısraı bu durumu pek
açık bir şekilde özetlemektedir. 2 7
Kemalpaşazade ise Cem Sultanın ölümünün ülkeyi rahatlattığını
şu dizeleriyle ifade etmiştir:
Cam-ı Cem bade-i fena ile çün
Oldı pür bad-ı fitn e b uldı sükCtn28 *
Aslında Cem Sultanın kendisi de zamanla bu durumu anlamış,
saltanat ve taht sevdasından vazgeçerek Mısır'a ailesinin yanına
göçmekten başka bir emelinin kalmadığını her fırsatta belirtmiştir.
Hatta bazen bu tehlikenin arttığı zamanlarda ölümü dahi özler hale
gelmesi Cem' in pişmanlığının en açık işaretleridir.
Öte yandan Osmanlı Devleti'nin bütünlüğünü istemeyen batılı
yazarlar onu yıllarca ellerinde tutukları ve Rumeli'ne geçişine izin
Cem'in kadehi ölüm şarabı ile dolunca (Cem Sultan ahirete göçünce) fitne rüzgarı
son buldu.
II. Bayezid Han
39
verm edikleri için Rodos Şövalyelerini ve papalığı şiddetle eleştir­
m ekten de geri durmamışlardır. Bayezid Han'ın gönderdiği paralara
tam ah ettiklerini belirtmişlerdir. 2 9
Bu itibarla Cem' in ölümü Osmanlı Devleti'nde ve il. B ayezid'in
hayatında yeni bir s ayfanın başlangıcı olmuştur. Zira il. Bayezid
Han on üç yıl boyunca dışta Cem vesile edilerek girişilecek bir
savaşa içten de katkılar olabileceği düşüncesiyle aktif bir dış po­
litika izleyememiş daha mülayim , anlaşmalara dayalı bir siyaseti
devletinin menfaati açısından gerekli görmüştü. Cem'in sahneden
çekilmesiyle beraber düşmanlarını açıkça tehdit edebilir duruma
gelince Osmanlı İmparatorluğu'nun dış siyasetine yeni bir yön
vermekte gecikmeyecektir.
Ancak öncelikle Cem' in Rodos'ta bulunduğu sırada B ayezid'in
Hıristiyan dünyasına karşı belki de tek önemli siyasi hareketi olan
Bağdan meselesini görmek gerekecektir.
B O G DAN S E F E Rİ
1 4 8 3 yılında ortaya çıkan gelişmeler Osmanlıların Boğdan'a
bir sefer yapmalarını gerektirecek niteklikteydi. Zira Osmanlılarla
saldırmazlık anlaşması imzalayan Macarların hedefi de B oğdan'da
nüfuz kurmaktı.
Karadeniz'in dörtte üç s ahillerini elinde tutan Osmanlıların,
hem ticaret ve hem de yapacakları seferler için Polonya yolu üze­
rinde bulunan ve mühim üs olan Boğdan'ın bazı şehirlerini almaları
gerekiyordu.
Fatih Sultan Mehmed 1 476'd a Akdere (Alba Valea) denilen mev­
kide Boğdanlıları mağlup etmek suretiyle kuvvetli bir şahsiyet olan
Stephan Cel Mare'nin faaliyetlerini önlemişti. Ancak orduda çıkan
veba hastalığı nedeniyle Sultan Mehmed tasavvurlarını tatbik ede­
meden geri dönmeye mecbur kalmıştı.
Tuna sancakbeyleri ile Kırımlıların B oğdan'a akınlarını devam
ettirmelerine karşılık B oğdanlılar da Osmanlıların buğday deposu
olarak belirtilen Bulgaristan'ı sürekli tazyik altında bulunduruyor­
lardı.
40
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Ayrıca Fatih döneminde Osmanlı hakimiyetine alınan Kırım ile
karadan bir bağlantı kurulamamıştı. Bunun için de Kili ve Akkerman
kalelerinin fethi şarttı.
Özellikle Bulgaristan'ı Boğdan'ın tazyikinden kurtarmak isteyen
Bayezid, 1 483'te Polonyalılar ve Macarlarla anlaşma yaptıktan sonra
ertesi yıl baharda Boğdan harekatını başlattı. Ordunun ağırlıkları ve
büyük topları hem karadan hem de Tuna yoluyla nehirden bölgeye
sevk edilmeye başladı.
1 484 yılı Mayıs ayının birinde Edirne'ye gelen padişah bu şirin
beldeyi hayır eserleriyle donatmaya başlarken halka da akıllara
sığmayan ihsan ve lütuflarda bulundu. Ş ehrin ulemasına, şeyh­
lerine, fukarasına bol b ol ziyafetler çekip ağır hil'atlar dağıtarak
gönüllerini fethetti.
Tunca Nehri üzerinde cami, medrese, imaret ve darüşşifadan
meydana gelen muazzam külliyenin temellerini attırdı (23 Mayıs
1 484) . Bir ay öncesinde yanmış bulunan bedesten, tahtakale ve
çarşıları, taştan olmak üzere yeniden yapılmasını ferman etti.
B ayezid bu imar fa al iyetlerini başlatmasını müteakip 2 7
Haziran'da Dobruca'ya girdi. İsakçı İskelesi'nden Tun a'yı geçti.
Vlad'ın başında bulunduğu yirmi bin kişilik bir Eflak kuvveti de
kendisine katıldığı halde Kili Kalesi önüne geldi.
6 Temmuz günü B oğdan'ın kapısı sayılan Kili Kalesi'ni karadan
ve denizden muhasara altına aldı. Kale kumandanı bu kuvvetlere
karşı koyamayacağını anladığından dokuz gün mukavemetten sonra
teslim oldu ( 1 5 Temmuz 1 484).3 0
Cuma namazını, camiye çevirdiği şehrin büyük kilisesinde kılan
il. Bayezid Han, kalenin içine asker ve mühimmat yerleştirdikten
sonra daha kuzeyde Dinyester Nehri'nin vücuda getirdiği küçük bir
körfezin kenarındaki Akkerman Kalesi üzerine yürüdü.
Bu sırada Mengli Giray Han komutasındaki elli bin kişilik Kırım
kuvvetleri de gelerek orduya iltihak etmişlerdi.
Akkerman Kalesi, Kili'ye nazaran daha müstahkem bir durum­
daydı. İçerisinde aylarca yetecek zahire ve mühimmat vardı. Çevresi
I I . Bayezid Han
41
pek de rin ve geniş bir hendekle çevrilmişti. Nitekim Kemalpaşazade
kaleyi şöyle tavsif etmektedir:3 1
Kap us u ahenin ve burcu sengin
Önü h endek denizdir ardı engin
Ne duvarının b urcuna m ecal-i uruc var
Ne hendeğin e düşen e ihtimal-i huruc var *
Buna rağmen büyük bir gayretle bir hafta içerisinde hendekleri
doldu rarak düzlük kılan Osmanlı askerinin yoğun top ve tüfek
atışına, kale müdafileri ancak on iki gün dayanabildiler. 1 1 Ağustos
1484 günü aman dileyerek kaleyi teslim ettiler. Kili ve Akkerman
kalelerinin civarındaki yerler de Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler.
Osmanlıların adeti üzere yeni fethedilen yerlerin derhal tahriri
yapıldı. Arzu edenlerin yerlerinde kalmalarına müsaade olunduğu
gibi istedikleri yere gidebilecekleri de bildirildi. Halkın bir kısmı da
Marmara kıyısındaki Eski Biga'ya götürülüp yerleştirildi.32
Savaşa katılan Kırım hanı ile Eflak voyvodası harp ganimetle­
rinden mühim pay aldılar. Sultan Bayezid bu sefer sırasında almış
olduğu ganimet malını Edirne'd e başlattırmış olduğu ilmi ve sosyal
müessesesine sarf etti.
Akkerman'ın zaptı askeri harekat için çok önemli idi. Bundan
sonra Osmanlı kuvvetleri Dobruca ile Tun a arasından geçerek
Karadeniz ile Prut Nehri arasından kuzeye doğru çıkabilecekler
ve böylece Kırım Hanlığı ile de kolaylıkla irtibat kurabileceklerdi.
Öte yandan Kili ve Akkerman kalelerinin Osmanlılar tarafından
fethi, Boğdan'ın iktisadi hayatına da büyük bir darbe indirmiştir.
Bu fetihlerle Boğdan ve Macaristan, Karadeniz üzerinden ticaret
imkanlarını kaybetmişlerdir.
Nitekim Boğdan B eyi Stefan Cel Mare, Venedik'e gönderdiği
bir namede, "Bu iki şehir ( Kili ve Akkerman) bütün Moldovya'dır.
*
Kapısı demirden ve burçları taştan yapılı olan kalenin önünde hendekler açılmış ve
su ile doldurulmuştur. Böylece dört yanı deniz gibi olmuştur. Ne duvarının burcuna
tırmanmaya imkan ve ne de hendeğine düşende çıkma ihtimali var.
42
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Moldovya ise bu iki şehirle birlikte Macaristan ve Lehistan için bir
seddir" diyerek ülkesinin Türk akınlarına karşı Hıristiyanlığın bir
kalesi olduğunu vurgulamış ve desteklenmesini rica etmişti.
A Ş İ KARE VA R V E HA KLA RI N DAN G E L
Öte yandan Akkerman'da kalmış olan bazı Boğdanlılar prensleri
Stefan'a haber göndererek bir gece vakti kale önüne geldikleri tak­
dirde ipler sarkıtarak kendilerini içeri alabileceklerini bildirdiler.
Bunun üzerine Stefan belirledikleri gecede gemilerle kale önüne
çıkarma yaptılar.
Boğdanlılar kale muhafızlarının gafletinden faydalanarak gelen­
leri iplerle çekmeye başladıkları sırada gaziler vaziyetten haberdar
oldular. Süratle seferber olarak kaleye girenleri yakaladıkları gibi
çıkmak üzere bulunanları da temizlediler. İçeri girenlerden esir
ettiklerini padişah katına göndererek vuku bulan hadiseyi de rapor
ettiler. Boğdan beyi ise güçlükle canını kurtarabilmişti. 33
il. B ayezid Han, Boğdan beyinin bu hareketini haber alır almaz
Rumeli Beylerbeyi Hadım Ali Paşayı Boğdan Seferi'ne memur etti.
Kapıkulu askerlerinden bir kısmını da emrine vererek:
" Var ol kafirin memleketine gir. O benim fethettiğim hisarı
geceleyin uğrulamak istemiş. İmdi sen aşikare var ve haklarından
gel" demişti.
Eflak beyini de kuvvetleriyle yanına alan Hadım Ali Paşa, Eylül
1485'te B oğdan'a girdi. Mukavemete cesaret edemeyen Stefan Cel
Mare, Lehistan Kralı Kazimir'in yanına kaçtı.
Hadım Ali Paşa köşe bucak aradığı Stefan Cel Mare'yi bulama­
yınca B oğdan'ın tahtını bahtını yıktı, harap etti. Pek çok ganimet
malıyla geri döndü.
Hadım Ali Paşa kuvvetlerinin b ölgeden ayrılmasından sonra
Stefan Cel Mare, Lehistan ve Macar krallarından aldığı yardımcı
kuvvetler ile tekrar ülkesine gelerek bir kez daha Kili ve Akkerman
kalelerine saldırdı.
I I . Bayezid Han
43
B un un üzerine akıncı kumandanlarından Silistre s ancakbeyi
meşhur Malkoçoğlu B ali B ey, B oğdan harekatına memur edildi.
Bu ünlü akıncı kumandanının B oğdan'a girmesi üzerine Stefan
Cel Mare, Leh ve Macar krallarından yardım istedi. Onlar da bir­
takım yardımcı birlikler gönderdiler.
Prut Nehri üzerinde köprü kuran Malkoçoğlu kendi akıncılarıyla
orada durup tımarlı sipahilerini ileri göndemişti. Düşman gözcüleri
Malko çoğlu'nun kuvvetlerinin bölündüğünü ve azlık kaldığını görüp
h aber verince, Stefan'ın emrindeki bütün kuvvetler onun üzerine
doğru at kopardılar ve cenge giriştiler.
Hiç telaş göstermeyen bu tecrübeli akıncı beyi bir taraftan mu kabel e ederken, diğer taraftan da bir kısım kuvvetlerini geri pusuya
yatırdı.
Malkoçoğlu'nun yanındaki az sayıdaki akıncı yiğitleri, önce can
alıcı okları ile nice göğüsleri deldiler. S onra keskin darbeleriyle
düşmanın ciğerini dağladılar. Yavaş yavaş da geriliyor ve düşma­
nı pusuya doğru çekiyorlardı. Savaşın iyice kızıştığı bir sırada ve
düşmanın artık zafere yakın olduklarını hissettikleri esnada boru,
davul sesleri, tehlil ve tekbir avazeneleri ile pusuya gizlenmiş olan
askerler siperlerden çıkarak düşmana doğru hücuma kalktılar.
Saatlerdir az sayıdaki akıncı birliğine galebe çalamayan düşma­
nın, yeni ve taze birliklerin geldiğini sanarak maneviyatı sarsıldı.
Derhal kaçış yolunu tutmaya başladılar.
Malkoçoğlu, akıncılarına kaçanları takip ettirerek n icelerini
kırdırdı. Bir hayli ganimet malı ile dönüş yolunu tuttu.34
Boğdan Prensi Stefan Cel Mare, Osmanlılarla başa çıkamayaca­
ğını anlamıştı. Ülkesini daha fazla harap ettirmemek için Osmanlı
kudretine boyun eğerek dört bin altına çıkarılan senelik vergiyi öde­
di. Ömrünün sonlarına doğru Boğdan ismindeki oğluna, memleketi
öteki milletlerden daha hakim ve kuvvetli olduklari için Türklere
teslim ederek başkalarına vermemesi tavsiyesinde bulundu ki, he­
men bütün Boğdan voyvodaları bu vasiyete uyacaklardır.
44
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
M E M LÜ KL E RL E SAVA Ş A YO L AÇAN O LAY LA R
Özellikle Dulkadır ülkesindeki nüfuz mücadelesinden dolayı
bozulan Osmanlı-Memlük ilişkileri Fatih Sultan Mehmed'i bu ül­
keye sefer açacak hale getirmişti. Ancak Fatih'in muhtemelen Ş am
üzerine giderken vefatı üzerine, iki devlet arasındaki gerginlik, bir
müddet için yerini sükunete bırakmıştı.
Diğer taraftan Fatih Sultan Mehmed'in son zamanlarında başla­
yan Osmanlı- Hindistan hükümdarları arasındaki münasebetler sıra­
sında yeni Hindistan Hükümdarı il. Mahmud Şah'ın elçisi Cidde'ye
geldiğinde Fatih' in ölüm haberini almıştı. Mahmud Şah'ın padiş aha
gönderdiği kıymetli hediyeler, Memlüklerin Cidde naibi tarafından
gaspolunup Sultan Kayıtbay'a gönderildi. O da bu hediyeler ara­
sından bir hançere tenezzül ederek almıştı. Bu küçüklük Osmanlı
hükümdarı Bayezid'in canını sıkmış ise de ses çıkarılmamıştı.
Osmanlı tarafındaki bu iyi niyete rağmen, Sultan il. B ayezid'e
karşı çıkarak saltanat mücadelesine girişen Cem Sultan'ın Mem­
lüklere sığınması, hüsnü kabul görmesi ve ertesi sene de Bayezid'in
bırakılmaması yolun daki isteklerine rağmen Osmanlı ülkesine
salıverilmesi aradaki husumeti tekrar alevlendirdi.
Memlüklerin Çukurova'ya hakim Üçoklar ile Maraş ve Elbistan'a
sahip B ozokları baskı altına alma teşebbüslerine karşılık, il. Baye­
zid Han da Dulkadırlı Türkmen B eyi Alaüddevle Bozkurt B ey'i
himayeye karar verdi. Esasen Dulkadırlı beyi de B ayezid'i devamlı
surette Memlüklere karşı tahrik etmekte idi. 35
Neticede Osmanlılardan aldığı destekle harekete geçen Alaüd­
devle Bozkurt B ey, Memlüklerin Haleb ve Safed naiblerini arka
arkaya mağlup etti (Nisan 1 484) . Savaşlarda Haleb naibi öldürü­
lürken Rumkale, Bire ve Ayıntab naibleri esir alındı. Ardından
Malatya üzerine yürüyen Osmanlı-Dulkadırlı birlikleri şehre yakın
bir derbendde Emir Özbek komutasındaki Memlük kuvvetlerince
pusuya düşürülerek bozguna uğratıldılar. Gülek Kalesi'ni ve Os­
manlıların zapt ettiği yerleri geri alan Memlükler, Adana ve Tarsus
taraflarına döndüler.
I I . Bayezid Han
45
Memlüklu Sultanı Kayıtbay bu zafere rağmen Osmanlılarla sonu
b elirsiz bir çatışmaya girmek istemiyordu. Emirleri ile görüştükten
son ra ikinci emir-i ahur Cani B ey Habib'i elçi olarak deniz yoluyla
istanbul'a gönderdi.
Vuku bulan olaylar sebebiyle tarziye niteliğinde bir m ektup
gön deren Sultan Kayıtbay'ın yanı sıra Halife el-Mütevekkil Alallah
da iki İslam hükümdarı arasındaki ihtilafın bertaraf edilmesini
rica etmişti. Ancak Memlük elçisi bu teşebbüsünde barış yapmaya
muvaffak olamadı.
Bu arada Karaman b eylerbeyi ve Ş ehzade Abdullah'ın lalası
Karagöz Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri 1 485'te hududu
geçerek Memlük topraklarına girmişlerdi. Kuştemurlu, Kosunlu ve
Kara- İsaluların desteklerini temin eden Karagöz Paşa, Memlükler
tarafından himaye edilen Turgutlu ve Varsak Türkmenlerine karşı
bir te'dib seferine girişti. Turgudoğlu'nun sığındığı üç hisarı alarak
içlerine muhafızlar yerleştirdi. B ayezid Han fethedilen kalelerin
muhafazasını Musa ve Mustafa b eyler ile kayınbiraderi Ferhad
Bey'e verdi. 3 6
Osmanlıların bu hareketi üzerine Kayıtbay büyük hazırlıklara
girişti ve askerlerine pek çok para dağıttı. Ardından Atabeg Emir
Özbek komutasındaki büyük bir orduyu Adana üzerine gönderdi.
Ayas Hisarı'nda toplar döktüren Emir Özbek, Adana Köprüsü'nün
başına geldiğinde Osmanlı kuvvetleri ile karşılaştı. Musa, Mustafa ve
Ferhad beyler, Seyhan Suyu üzerindeki üç yüz metre uzunluğundaki
yirmi bir gözlü taş köprüyü geçen Memlüklerin ileri yürüyüşlerini
durdurmak istemişlerdi.
Ancak şiddetle cereyan eden çarpışmalarda büyük kahramanlık
gösteren Osmanlı beyleri şehit düştükleri gibi aynı şeceati gösteren
Anadolu askerlerinden pek çoğu da meydanda kaldı.
Bunun üzerine Anadolu B eylerbeyi Hersekzade Ahmed Paşa
serdar tayin olunarak, elden çıkan kalelerle Kilikya'nın zaptına
memur edildi. Karaman B eylerbeyi Karagöz Paşa ile Hızır Beyoğlu
Mehmed Paşa da maiyyetine verilmişti.
46
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
OS MAN L I KO MUTA KAD E M ES İ N D E N İ FA K
Atabeg Emir Özbek komutasındaki Memlük ordusu Osmanlıları
Adana yolunda karşıladı.
Osmanlı ordusunda ise gizli bir tehlike baş göstermişti. Yaşça
olduğu kadar şan ve şöhret bakımından da önde gelen Hızır B ey
oğlu Mehmed Paşa, Hersekzade'nin hizmetine verilmesini hazme­
dememişti. Karagöz Paşa ile anlaşarak savaş meydanında gayret
ve atılganlık göstermeyip çekilmeyi böylece Hersekzade'yi gözden
düşürmeyi planladılar.
"Bu dar ve sıkıntılı zamanda gayreti biz gösterelim s evgi ve
lütuflar yine Hersekzade'ye gitsin daha da yükselsin ve değerlen sin. Oysa bizim çektiğimiz tuzsuz yemek gibi beğenilmez ve can
siperliğimiz hesap edilmez. Bu da akıllı adamın işi, harcı değildir.
B aşkası için boş yere emek çeke ve eller biçecek tohum eke" sözleri
ile niyetlerini ortaya koydular.
Hersekzade Ahmed Paşa Anadolu askeri ile Memlük alayları
üzerine atıldığında Karagöz Paşa ile Hızır B eyoğlu uzaktan tema şa etmekle yetindiler. Ne ellerini kılıca vurdular ne de savaş alanı
ortasında durdular.
Ahmed Paşa bu durumda gayretini son hadde çıkarıp büyük bir
dilaverlikle vuruşmaya kılıcıyla ateş salıp tokuşmaya başladı. B aş­
buğlarının çarpışmasını gören Anadolu dilaverleri de kılıçlarından
akan kanlarla meydanı lalezara çevirdiler. Ancak kalabalık Memlük
güçleri karşısında bir bir düşmeye başladılar. Karaman sipahileri­
nin de meydandan çekilmesi üzerine bozgun umumileşti. Elinde
güç ve parmaklarında iş kalmayıncaya kadar vuruşan Hersekzade
sonunda Memlüklere esir düştü.
Memlük müelliflerinden İbn İyas, Adana S avaşı'nda kırk bin
Osmanlı askerinin öldürüldüğünü başta Hersekzade olmak üze­
re birçok Osmanlı ricalinin esir alındığını, pek çok mal, deve, at,
silah, börk ve kumaşın yağma edilip yaklaşık yüz yirmi Osmanlı
sancağının ele geçirildiğini ve bir hayli Osmanlı askerinin de başları
kesildiğini zikretmektedir.
I I . Bayezid Han
47
Memlük müellifinin Osmanlı kaybını kırk bin olarak göster­
mesi oldukça abartılıdır. Zira Osmanlıların büyük kısmı savaşa
dahi girişmemiştir. Ancak çok şiddetli geçen vuruşmada iki tarafın
kaybının da yüksek olduğu anlaşılmaktadır. 37
Memlükler Osmanlı esirlerine de oldukça acımasız davranmış­
lardır. Adana Hisarı'ndan amanla çıkarılan bin beş yüz Osmanlı
askeri de dahil olduğu halde esirlerden kimi Haleb'e, kimi Şam'a,
kimi de Kahire'ye götürülmüş ve bu şehirlerde boyunlarına kafir
haçı takılarak çeşitli hakaretlerle dolaştırılmışlardır. Yürüyemeyip
yolda kalanları ise, boynun vurup şehit etmişlerdir. 38
1486 Kasım'ında merasimle Kahire'ye giren Atabeg Emir Öz­
bek, zincirlerle bağlı Osmanlı askerini halka teşhir ettikten sonra
yanında Hersekzade Ahmed Paşa olduğu halde sultanın huzuruna
çıkmıştır. Boynunda zincir olan Ahmed Paşa'yı hakaretle karşılayıp
yer öpdürdüler. Sonra sultan Kayıtbayla Hersekoğlu arasında şu
konuşma geçti:
Kayıtbay: Baban Hersek ne kişiydi?
Hersekzade: Bir kafir vilayetinin padişahı idi.
Kayıtbay: Ya seni bu Osmanoğlu nasıl elde etti?
Hersekzade: Memleketimizi kılıçla aldı. B eni esir etti.
Kayıtbay: Sen kul kişi ve ben kul kişi. Niçin geldin benim iklimime?
Hersekzade: Sultan bir kulunu bir işe gönderse kul varmazam
diyebilir mi? Efendim gönderdi ve geldim.
Kayıtbay: Doğru . . . Ya sen anın kızını nasıl aldın?
Hersekzade: Kulluk etdim. Efendimdir, himmet etti, aldım.
Kayıtbay: Ya bizim Osmanoğlu'na galip gelmemize ne dersin?
Hersekzade: Padişah p adişahı yenmek acep olmaz. Sonunda iş
yine dostluğa varacak.
Kendisi de Sultan B ayezid'le gerginliği gidermek ve anlaşma
yapmak emelinde olan Kayıtbay bu cevap üzerine Hersekzade'yi
arabuluculuk yapmak üzere görevlendirdi. Pek çok Osmanlı esirini
48
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
serbest bıraktı. At, kumaş, altın ve daha nice hediyelerle ve yanına
kattığı kendi elçilik heyetiyle bir ay kadar sonra Hersekzade'yi barış
yapmak ümidiyle İstanbul'a gönderdi. 39
Diğer taraftan Adana yenilgisi ve ordudaki ikilik B ayezid Han'ı
çok üzmüştü. Derhal ordu içinde birtakım ıslahatlara girişti. Ye­
niçerilerin s ayısı arttırıldı. Bunlar ve diğer askeri birlikler daha
müessir silahlarla donatıldı. Donanmaya yeni gemiler katıldı. Do­
nanmanın kara kuvvetlerine daha süratle yardım edebilmesi için
tedbirler alındı.
Bu arada öncelikle Memlüklerin galibiyetinde büyük rol oynayan
Varsak ve Turgutoğullarının te'dib edilmesi gerekiyordu. Bu itibarla
Sadrazam D avud Paşa komutasında büyük bir Osmanlı ordusu
bölgeye sevk edildi.
Davud Paşa maiyetinde dört bin yeniçeri on bin azab, Rumeli ve
Anadolu askeri, top arabaları ve tüfeklerle 1487 senesi baharında
harekete geçti. Rumeli B eylerbeyi Hadım Ali Paşa da Gelibolu'dan
gemilerle Anadolu'ya geçerek orduya iltihak etmişti.
Osmanlı ordusu Taşili'ne varıp Turgutoğlu'nu ihraç ve Varsak'ın
hakkından gelmek üzere üç koldan harekete geçti. D avud Paşa
kapıkulu askeriyle Bulgar D ağı'ndan, Rumeli B eylerbeyi Hadım
Ali Paşa askeriyle Tarsus'tan ve Anadolu B eylerbeyi Sinan Bey ise
kuvvetleriyle Ulaş yurdu tarafından yürüyerek her taraftan Varsak
ilini kuşattılar. Bu durum üzerine Bugaoğlu, Akbaşoğlu, Elvanoğlu,
Sümekoğlu, İğdiroğlu, Evrenoğlu, Oğuz Bey gibi Varsak boy beyleri
gelerek D avud Paşaya iltica ettiler. Ardından Turgut iline yürüyen
Davud Paşa, Dulkadırlı Alaüddüvle B ey'in şefaatine rağmen Tur­
gutoğlu Mahmud Bey'i bölgeden sürdü.
Bu arada Hadım Ali Paşa da Karataş'ın içini baştan başa dolanıp,
Akdeniz kenarına inmiş, sonra tekrar Bulgar Dağı'na çıkıp Davud
Paşa ile birleşmişti.
Memlük ordusunun görünmemesi üzerine D avud Paşa geri
dönerek Akşehir yanındaki İstabl Çayırı'nda askere kışlaklarına
dağılma izni verdi.
I I . Bayezid Han
49
AGAÇAY I RI SAVA Ş I
B ununla beraber Osmanlılar ertesi sene Memlüklülere karşı
tekr ar bir sefer hazırlığı içerisinde idiler. Gerek Mısır'da gerekse
Batı da O smanlı kara ve deniz kuvvetlerinin Memlüklere karşı
h arekete geçeceği kanaati hakimdi. Sultan Kayıtbay, bir taraftan
Akkoyu nlu Sultanı Yakub B ey vasıtası ile Osmanlılarla anlaşma
yoll arın ı ararken diğer taraftan da İtalya cumhuriyetlerine elçiler
göndererek ittifaklar kurmaya çalışıyordu.
II. Bayezid ise Venediklilere müracaat ederek Kıbrıs'ta askeri bir
üs istedi. Ancak Memlüklerle anlaşmalarına sadık kalan Venedik
Sen atosu bu isteği reddetti.
Bütün hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı D evleti 1 8 Mart
1488'de Vezir Hadım Ali Paşa'yı maiyyetinde yeniçeri, sipahi, azab
ve timarlı askerlerden müteşekkil altmış bin kişilik bir kuvvet oldu­
ğu halde Çukurova B ölgesi'ne gönderdl. Hersekzade Ahmed Paşa
kumandasında yüz yelkenliden ibaret Osmanlı filosu da Akdeniz'e
açılmıştı.
Konya Ereğlisi yoluyla süratle Adana'ya giren Hadım Ali Paşa
burasını ve Tarsus'u tahkim ettikten sonra Memlüklere ait Ayas,
Ayn-ı Zerbe, Köre, Nemrun ve Melvane kalelerini zaptetti. Şiddetli
bir savaştan sonra Sis Kalesi'ni aldı. Zaptettiği hisarlara subaşıların
emrinde hisar askeri yerleştirdi.
Ayas'ın zaptında denizden destek veren Osmanlı donanması,
Trablusşam sahillerini de vurduktan sonra, İskenderun sahil geçi­
dinden geçecek olan Mısır kuvvetlerini önlemeye memur edilmişti.
Nitekim geçide giren Nablus Şeyhi İbni İsmail kuvvetleri Osmanlı
donanmasından çıkarılan birliklerle perişan edildiler. Ancak yeni
Osmanlı birlikleri kıyıya çıkarılırken meydana gelen şiddetli fırtına
sebebiyle, donanma geçit önünden ayrılmaya mecbur kaldı.
Memlük ordusu bundan istifade ile B agras Geçidi'ni aşıp
Adana'da Ağaçayırı mahalline ve Osmanlı ordusunun karşısına
kondu. Kırk bin kişilik Memlük ordusunda Şam, Haleb, Trablusşam,
50
Kayı I I I : Haremeyn Hizmet inde
Sayda ve Remle askerlerinden başka Şam Türkmenleri, Turgutlu ve
Varsak cemaatlerinden de birlikler bulunuyordu.
İki ordu 17 Ağustos 1 488'd e Adana civarındaki Ağaçayırı'nda
karşı karşıya geldiler.
Osmanlı ordusunun merkezinde Hadım Ali Paşanın emrinde
yeniçeri birlikleri yer almıştı. İsfendiyaroğlu Kızıl Ahmed B ey,
Turhanoğlu Ömer ve Mehmed beyler ile Yahya Paşa da merkezde
idiler. Sağ kolda Anadolu Beylerbeyi Sihan Paşa, Karaman B eyler­
beyi Yakub Paşa, Veliyyüddin oğlu Ahmed Paşa ve Süleyman B ey,
sol kolda ise Halil Paşa komutasında Rumeli kuvvetleri yer almıştı.
Memlük ordusunun başında ve merkezinde ise yine Atabeg
Emir Özbek vardı. Dımaşk melikü'l-ümerası, Şam askeri ve Türk
emirleri sağda, Haleb emirü'l-ümerası ise sol kolda mevzi almışlardı.
Timraz eş-Şemsi ise dört bin mızraklı cündi ile öncülük ediyordu
Osmanlı savaş düzenini dikkatli bir şekilde inceleyen Atabeg
Emir Özbek öncelikle Anadolu kuvvetleri üzerine şiddetle saldırdı.
Bu kısmın sarsıldığını gören Ali Paşa o tarafa yönelirken Rumeli
B eylerbeyi Halil Paşa'yı Memlükleri yandan vurmak ve çevirmek
üzere görevlendirdi.
Ancak Halil Paşa yanındaki b eylerin yerinde "dur ve alayını
bozma'' demeleri üzerine harekete geçmedi.
Bu sırada şiddetle direnen Evrenos oğullarından İsa ve Süley­
man beylerin şehit düşmesi üzerine Osmanlı ordusunun sağ tarafı
çöktü. Zira zoru gören Karaman kuvvetleri de derhal kaçış yolunu
tutmuşlardı. 40
Memlük askerlerinden bir kısmı ile Ramazan ve Turgutoğulları
kuvvetleri kaçmakta olan Yakub Paşa ile Karaman kuvvetlerinin
peşine düştüler ise de yakalamaya muvaffak olamadılar.
Bu sırada Memlük kuvvetlerinin bir kısmı Osmanlı ordugahını
yağmalamış ve Rumeli kuvvetlerinin arkasını çevirmeye başlamıştı.
Ancak Niğbolu Sancakbeyi Yahya B ey'in insanüstü mukavemeti
Memlükleri şaşırttı. Çılgınca savaşa girişen Yahya B ey atı vurulup
yere düştüğünde adamlarının cansiperane tutumları neticesinde
I I . Bayezid Han
51
etrafını saran Memlük askerinden kurtulmağa muvaffak olmuş
sonra başka bir ata binerek mücadeleye devam etmişti. Köstendil
San cakbeyi Sinan Bey'in idaresindeki Rumeli birlikleri de Yahya
B ey'e nazire yaparcasına muharebeye girişince Memlük kuvvetleri
b ozulmaya yüz tuttu.
Şafakla başlayıp karanlık basıncaya kadar süren savaşın niha­
yetinde Memlük kuvvetleri geri çekildiler. Ancak Osmanlılarda da
onları takip edecek hal kalmamıştı. Ali Paşa düşmanı takip etmenin
isab etli olacağını bildiren kumandanlarını dinlemeyerek geri çekildi.
Halbuki bu sırada Haleb'e doğru çekilen Memlük birlikleri Bagras
Geçidi'ni tutan Hersekzadenin hücumuna maruz kalmıştı. Şayet
Ali Bey düşmanı takip etmiş olsaydı, Memlükler iki ateş arasında
perişan edilebileceklerdi. Dolayısıyla Hersekzade'nin hücumunun
neticeye fazla bir tesiri olmadı.41
Özellikle Rumeli beylerinden Yahya ve Sinan paşaların hüsrevane
çarpışmaları neticesinde ağır bir hezimetten kurtulan O smanlı
ordusu beraberindeki top ve silahları Adana Kalesi'ne bıraktıktan
sonra Larende'ye doğru çekilmişti. Ali Paşa, Larende'd e bir taraftan
dağılan kuvvetlerini toplamaya çalışırken diğer taraftan da duru­
mu padişaha bildirmişti. Padişah da suçluların cezalandırılmasını,
askerin terhisini ve kendisinin de yanına gelmesini emretmişti.
Bunun üzerine Ali Paşa savaşta ihmal ve gayretsizliği görülen
Karagöz Paşa'yı, Kayseri Sancakbeyi Yularkısdı Sinan Bey'i, Karesi
Sancakbeyi İshak Bey'i, Rumeli ümerasından Müsellim B ey'i ve
Karaca Paşa oğlu İskender Çelebi'yi tutuklatarak İstanbul'a gönderdi.
Adana savaşında da gayretsizliği sebebiyle ordunun bozulmasında
etkin rol oynayan Karagöz Paşa idam olundu.
Hadım Ali Paşa merkeze gelerek savaşın bütün safhalarını an­
lattığında padişah Rumeli B eylerbeyi Halil Paşa'yı azarlayarak ye­
rine büyük kahramanlıklar göstermiş bulunan Yahya Paşa'yı tayin
etmiştir.
52
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Öte yandan Haleb'e dönmek düşüncesinde olan Atabeg Emir
Özbek, Turgutoğlu ile Varsak beylerinin ısrarları üzerine geri dö­
nerek Adana Kalesi'ni muhasaraya başladı.
Kuşatma üç ay kadar şiddetle devam etti. Müthiş bir topçu ateşine
maruz kalan kale surları paramparça oldu. Gündüz savaşan gece­
leyin de kalenin yıkılan yerlerini tamirle meşgul olan muhafızlar
kuşatmanın uzaması sonunda yorgunluktan bitab olmuşlardı.
Merkeze gönderdikleri bir mektupta:
"Bütün halimiz aczle ve kusurladır. Bugün yarın demekle olmaz.
Her ne tedbirle olursa olsun üzerimizden düşmanı giderme ted­
birini bulmak ve etmek gerekir. Yoksa yoldaşların Hüdavendigar
yolunda bir ölmekleri vardır. Olancası kırılıp meded ermeyecek ne
olur. Kalenin halini sormaktan murad derdimize derman olmaktır.
Olmayınca faide nedir?"
Bu yakarışa rağmen Osmanlılar Adana Kalesi'ne imdat edeme­
diler. Nihayet kaledeki barut deposunun tutuşması ve bu yüzden
yangınlar çıkması işi büsbütün zorlaştırdı. Kale komutanının yan­
gınları söndürmekle uğraştığı esnada bir top güllesinin isabetiyle
şehit düşmesinden sonra muhafızlar kapıları açarak amanla teslim
olmak zorunda kaldılar (Eylül 1 488) .
Osmanlıların Çukurova'da üst üste mağlubiyetleri bölgedeki
Bozok ve Üçok Türkmenleri ile diğer boy ve ulusların Memlükler
tarafına meyletmelerine sebep oldu. Nitekim evvelce Osmanlılara
taraftar olan Dulkadırlı Alaüddevle Bozkurt Bey, Memlük Sultanı
Kayıtbay ile anlaşıp oğlunu rehine olarak Kahire'ye gönderdiği gibi,
kızını da Atabeg Emir Özbek' in oğlu ile evlendirdi.
Bunun üzerine Osmanlılar da Şam Kalesi'nden kaçıp kendilerine
iltica eden Şah Budak'a yardıma karar vermişlerdir. Amasya San­
cakbeyi Hızırbeyoğlu Mehmed Paşa, Kayseri Sancakbeyi Mihaloğlu
İskender B ey ve Karaman B eylerbeyi Mahmud B ey de yanında
olduğu halde Şah Budak, kardeşi Alaüddevle üzerine yürüdü. Ancak
Memlüklerin büyük kuvvetlerle Alaüddevle'ye yardıma gelmesi
üzerine Osmanlı destekli Şah Budak kuvvetleri mağlup oldu.
I I . Bayezid Han
53
Mihaloğlu İskender B ey esir düşerken oğlu maktuller arasın­
daydı. Kahire'ye getirilip halka teşhir edilen bu Osmanlı akıncısı
Kayıtbay'ın emri ile hapsedilmiştir. Memlüklü Sultanı bir kez daha
anlaşma talep etmek ve D ulkadırlılar üzerindeki hakimiyetinin
tanınmasını sağlamak üzere Mamay el-Haseki'yi elçilikle Osmanlı
padişahına gönderdi. Ancak elçinin tutuklanması ve geri dönmemesi
üzerine Emir Özbek yanında Alaüddevle de olduğu halde Osmanlı
topraklarına girerek Kayseri'yi muhasara altına aldı. Buna karşılık
H ersekzade Ahmed Paşa'nın büyük bir kuvvetin başında Karahisar
yolunda harekete geçmesi üzerine Niğde, Ereğli, Larende ve Aksaray
taraflarını yağmalayarak çekildiler.
MÜTA RE K E
Memlüklerin Anadolu'da giriştikleri yağma ve tahrip hareketi ile
Müslüman halka gösterdikleri fena muamelder Memlük kaynakları
tarafından da tenkit edilmiştir. Hatta Sultan Kayıtbay Mısır'a dönen
asi ve serkeş asker ve komutanları azarlamaktan kendini alamamıştır.
Bütün bu muvaffakiyetlere rağmen, devam eden savaşlar yü­
zünden Memlük Sultanlığı mali bakımdan büyük müşküllerle karşı
karşıya kalmış bulunuyordu. Halk ve tüccar s avaş masraflarını
karşılamak üzere devamlı arttırılan vergilerden bıkmışlar, isyan nok­
tasına gelmişlerdi. Sultan Kayıtbay bu durumu ulema ve ümeranın
hazır bulunduğu bir mecliste açıkça belirtmek durumunda kalmıştı.
"Osmanoğlu Mısır askeriyle muharebeden vazgeçmiyor. Bilad-ı
cebeliyye ahvali fesada vardı, harap oldu. Tüccar Mısır'a getirilecek
olan muhtelif eşyayı getirmekten çekiniyor. Asker maaş istiyor. Maaş
veremezsem Mısır'ı ve Kahire'yi yağma edip evleri yakacaklardır:'
Sultan Kayıtbay bu itibarla Kahire'ye getirilen Mihaloğlu İskender
Bey'i hapisten çıkartarak fevkalade tazim ve hürmet gösterdi. Savaşın
son bulması konusunda aracı olmasını diledi ve bir elçilik heyeti ile
İstanbul'a gönderdi. Böylece bir kez daha barış yollarını deniyordu.
Öte yandan son mağlubiyeti ve Memlük askerlerinin Anadolu'da
yaptıkları tahribatı Gümülcine'de avlanmakta iken haber alan Sul­
tan il. Bayezid süratle İstanbul'a dönmüş ve çadırının Üsküdar'a
54
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
kurulmasını emretmişti. Memlük s ultanının talebini reddeden
il. B ayezid Han bizzat sefere çıkma kararını vermiş bulunuyordu.
Ancak dört beş yıldır iki Sünni devlet arasında devam etmekte
olan ve pek çok Müslüman kanının dökülmesine, hanelerin harap
olmasına ve hac yolunun kapanmasına sebep olan savaş, ulemayı
ve diğer Sünni Müslüman devletleri de harekete geçirmişti.
O smanlı alimlerinden Molla Arap demekle meşhur Müftü
Alaaddin Ali harbe acele ile girişmenin m ahzurlarını belirterek
p adişahı teskin etti. Hazırlıkları yavaşlattı. Bu sırada Tunus Emiri
el-Mütevekkil Alallah Osman'ın elçileri de kadırgalarla İstanbul'a
gelmiş bulunuyordu.
Sultan il. Bayezid'e bir nüsha Kur'an-ı Kerim ve bazı hadis kitap­
larından ibaret hediyeleri takdim eden elçi, Tunus'un İspanyollar
tarafından hücuma uğradığı ve Endülüs'te zulümlerin arttığı bir
dönemde, iki Müslüman devlet arasındaki mücadelenin mahzur­
larını dile getiren ve barış yapılmasını rica eden Tunus emirinin
mektubunu da okumuştu.
Molla Arab'ın girişimleri, Tunus emirinin ricası il. Bayezid Han'ı
anlaşmaya yanaştırdı. İstanbul'da hapis bulunan Memlük Elçisi
Mamay el-Haseki ile birlikte Bursa Kadısı Şeyh Ali Çelebi Kahire'ye
gönderildi.
Osmanlı Elçisi Sultan Kayıtbay tarafından hürmetle kabul olun­
du. Adana ve Tarsus'un gelirlerinin Mekke ve Medine'ye tahsilinin
kabul edilmesi üzerine Osmanlı elçisi de bu şehirlerin anahtarlarını
sultana sundu. Böylece savaş boyunca sık sık el değiştiren Adana ve
Tarsus'un Memlüklere aidiyeti kabul edilmiş bulunuyordu. Gülek
Hisarı iki devlet arasında sınır olarak belirlendi.42
Bundan sonra b aşta Mihaloğlu İskender B ey olmak üzere
Kahire'de mevkufbulunan Osmanlı esirlerini serbest bırakan Kayıt­
bay, mukabele olarak Yaşbekoğlu Emir Canbulat'ı elçilikle Osmanlı
padişahına gönderdi.
Bu anlaşma iki taraf arasında barışı sağlamış ise de, Osmanlı­
ları tatmin etmekten uzaktı. Dolayısıyla Osmanlılar bu barışı bir
I I . Bayezid Han
55
müt areke olarak kabul etmişlerdir. Barış arada çıkan bazı küçük
çaplı anlaşmazlıklar giderilmek suretiyle on beş sene kadar devam
edecektir.
T Ü RK K I YA F E T İ N D E B O G DA N L I LA R
Osmanlı D evleti B oğdan'ı nüfuzu altına alarak hududunu
Akkerman'ın ötelerine kadar genişlettikten sonra Leh Devleti'yle
münasabetlere girişmiştir. iV. Kazimir zamanında Osmanlı Devleti
ile Leh Devleti arasında ilk muahede imzalandı ( 1 490) . Bu muahe­
de 1 492'd e Kazimir'in yerine geçen oğlu Jan Albert tarafından üç
seneliğine daha uzatılmıştı.
Ancak Albert, Polonyayı güneye doğru genişletmek ve ilk planda
Moldovyayı işgal ederek kardeşi Sigismund'a vermek sonra da Os­
manlı hakimiyetine geçmiş bulunan Boğdan'ı ilhak etmek istiyordu.
Macarların desteğini de temin eden ve kendisini yeter derece­
de kuvvetli bulan Jan Albert hakiki maksadını gizleyerek B ağdan
Prensi Stefan Cel Mare'ye Türklere karşı birlikte hareket etmeleri
için çağrıda bulundu. Lehlilerin ülkesi hakkındaki tasavvurlarını
sezen Stefan, derhal Osmanlı Devleti'ne başvurarak şikayette bu­
lundu ( 1497). Kendisine yardımcı kuvvetler gönderilirse düşmanı
püskürtebileceğini bildirdi. B oğdan'd an sonra hedefin Osmanlı
toprakları olduğunu da ilave etti.
Osmanlıların kendilerine vergi veren bir prensliği yalnız bırak­
maları zaten ihtimal dışı idi. Ayrıca B ağdan topraklarının Lehliler
eline geçmesi Karadeniz'in bu sahilleri üzerindeki limanların teh­
likeye düşmesi demekti.
Bu itibarla il. Bayezid Han bütün kuvvetlerin "Kapu" da top­
lanmalarını, Rumeli Beylerbeyi Yakub Paşanın ise Filibe'ye giderek
düşmanın hareketlerini gözlemesini ve gerekirse müdahele etmesini
emretti. Osmanlıların büyük hazırlıklara giriştiğini gören Macar
Kralı Vladislas, Lehistan'a karşı yapılacak Osmanlı harekatının
önüne geçmek üzere diplomatik faaliyetlere girişti ve kendisiyle Os­
manlılar arasında akdedilmiş olan otuz senelik muahedeye Lehistan'ı
da katmak istediyse de Osmanlılar bunu reddettiler.
56
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Lehistan Kralı Albert, 1 497 Haziranı başlarında Boğdan'ı Türk­
lere karşı korumak ve onları Tuna ağzına yakın limanlardan atmak
bahanesiyle Moldovya'ya girdi ve bazı kaleleri zapt etti.
Bunun üzerine altı yüz kişilik bir Türk kuvveti Silistre karşısından
Tuna'yı geçerek Boğdan voyvodasının yanına gitti. Stefan yardım
birliklerinin azlığı karşısında zekice bir plan hazırladı. Türk birli­
ğini uygun bir mevzide pusuya yerleştirdi. Türk kıyafeti giydirdiği
dört bin Boğdanlıyı da bunların gerisinde konuşlandırdı. Ardından
Lehlilere haber göndererek Osmanlı öncü birliklerinin geldiğini,
asıl kuvvetler gelmeden onları imha etmelerini istedi. Voyvoda'nın
planından habersiz olan Albert, beş bin kişilik bir birliği Stefan'a
gönderdi. Stefan da bunları pusuya yatırdığı Türk birliklerinin
yanına getirdi.
Türk kuvvetleri, voyvodanın rehberliği ile pusuya giren Leh bir­
liklerine aniden büyük bir saldırı başlattılar. Ani saldırı karşısında
şaşkına dönen Lehliler daha toparlanamadan Türk kıyafetindeki
Boğdanlıların da Osmanlı usulü üzere tabl ve davullarını çalarak
harekete geçmeleri karşısında büsbütün dehşete kapıldılar. Asıl
Osmanlı ordusu geliyor düşüncesiyle derhal kaçış yolunu tuttular.
Beş bin Lehliden ancak bin kadarı bu badireden kurtularak
kralın yanına ulaşabildi. Bunlar durumun çok kötü olduğunu ve
Osmanlı ordusunun Boğdan topraklarında olduğunu bildirince
Albert süratle Boğdan topraklarını terk ederek ülkesine kapandı.
Bütün yükleri, ağırlıkları, eşya ve malları B oğdanlılara kalmıştı.43
Osmanlılar Polonyalıların B oğdan arazisinde uğradıkları hezi­
meti yeterli bulmuyorlardı. Zira silahını Türklere doğru çekmeye
cesaret etmiş olan Kral Albert bu cüretinin cezasını kendi toprak­
larında da çekmeliydi.
Önce Kili ve Akkerman sancakbeyileri 1498 Mayıs'ında Lemberg
önlerine kadar akınlar yaparken Boğdan Voyvodası Stefan da Polon­
ya sınırı içerisinde yağmalarda bulundu. Aynı yılın Temmuz'unda
Tatarlar Podolya'yı baştan başa talan ettiler.
I I . Bayezid Han
57
Ertesi sene baharında ise Silistre sancakbeyi ve akıncı kuman­
danı Malkoçoğlu Bali B ey kırk bin kişilik bir kuvvetle Lehistan'a
girdi. B oğdan voyvodasının kılavuzluğundaki seferde, Bali B ey'in
küçük oğlu Tur Ali Bey öncü, büyük oğlu Ali Bey ise artçı kuvvetlere
komuta etmekteydi.
Akıncıların hareketi pek şiddetli idi. Dinyester üzerindeki Kar­
kova ve S orukhisarı, daha içeride Dreşni, Glagori, Kanzuga ve
Gelebanya kaleleri ile kralın sayfiyesi olan Braklav kaleleri alınarak
yıkıldı veya yakıldı.
Radimni Kalesi önüne geldiğinde Tur Ali Bey, Hasan voyvoda ve
Yahya Paşaoğlu Bali Bey'in her birini bir mıntıkaya sevk etti. Giden­
lerin getirdikleri ganimetler akıncıların taşıyamadığı kadar çoktu.
Lehliler şimdiye kadar Osmanlı akıncılarının sadece adını duy­
muşlardı. Fakat hiçbir akıncı görmemişlerdi. Şimdi sel gibi akıp ge­
çen Osmanlı akıncı kuvvetlerinin önünde durmanın imkansızlığını
yaş ıyorlardı.
Geri dönülürken Bali B ey Turla üzerindeki köprünün yıktırıl­
dığını ve dar bir boğazdan geçecek olan yollarının taş ve toprakla
kapatılmış olduğunu haber aldı. Bunun üzerine Hasan voyvodayı
göndererek nehrin üzerine yeniden köprü kurdurdu.
Kapatılmış olan geçidi güçlükle aştıktan sonra düşman askeriyle
karşılaştı. Yapılan savaşta akıncılar epeyce zayiat vermelerine rağmen
düşman birliklerini neredeyse bir fert kalmamacasına mahvettiler.
Akkerman yoluyla huduttan içeri giren Bali B ey akına son ve­
rirken Kasım Beyoğlu Mustafa B ey komutasındaki kuvvetler ile
Kırım kuvvetleri Lehistan hudut boylarını bir kez daha vurdular.
Braklav Kalesi'ne kadar girerek yakıp yıktılar.44 Her zaman olduğu
gibi elde edilen ganimetin b eşte biri devlet hazinesi için ayrıldı.
Gerisi gazilere dağıtıldı.
Boğdan Voyvodası Stefan Çel Mare bu sefer esnasındaki hizmet
ve sadakatinden dolayı samur kürklü hil'at, beylerbeyi rütbesinde
olarak iki tuğ ile sancak ve bir de yeniçeri ordu kumandanlarının
serpuşu olan kuka denilen tüylü serpuş ile taltif olundu. Bu şeref
58
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
alametlerinden tuğlar paşa rütbesine terfi, kuka denilen tüylü serpuş
ise Yeniçeri miralaylığına tayin edildiğine işaret idi.
Öte yandan Lehistan halkı ise Osmanlı akıncılarının hareke­
tinden müthiş yılmış bulunuyordu. Akıncıların karşısına çıkmaya
cesaret edemeyen krallarına, "Ya gel ayak bas, vilayetini himaye et!
Ya var Türk sultanına baş indir, itaat et! " diyerek baskı yapmaya
başladılar. 45
Bunun üzerine kral barışmak üzere Osmanlılara bir elçi gönderdi. Macar kralının da tavassut etmesi ve Osmanlıların da bu sırada
Mora ile ilgilenmesi sebebiyle zengin hediyelerle payitahta gelmiş
bulunan Leh elçisi, barış yapma imkanı buldu.
BAYE Z İ D H AN 'A S U İ KAS T
II. Bayezid Han Osmanlı tahtına çıktığı sırada Avrupa'da en ciddi
rakiplerinden birisi Macar Kralı Matyas Corvin idi. Matyas, Cem
Rodos Ş övalyeleri elinde bulunduğu müddetçe ele geçirebilmek
ve onu Osmanlılara karşı kullanabilmek uğrunda çok çalışmış ve
bu konuda papanın da desteğini temin etmesine rağmen emeline
nail olamamıştı.
Bu dönemde Osmanlı-Macar münaseb etleri daha çok hudut
olayları ile sınır boylarındaki küçük çaplı çarpışmalara münhasır
kalmıştı. Ancak iki devlet de büyük bir mücadeleye girişmekten ve
anlaşmaları bozacak hareketlerden çekinmişti.46
Macar Kralı Matyas'ın 6 Nisan 1 490'd a kalp sektesinden ölme­
si üzerine yerine meşru varisi kalmadığından ülkede dahili bir
mücadele başlamıştı. Bir kısım Macar hanları akrabalık sebebiyle
Lehistan Kralı Kazimir'in oğlu Vladislas'ı Macar kralı yapmışlarsa
da buna muvafakat göstermeyenler muhalefete kalkışmıştı. Onlar
da Matyas'ın oğlu Jan'ı kral görmek istemekteydiler.
Bu durum Osmanlıların işine gelmekteydi. Her şeyden önce
Matyas Corvin gibi kuvvetli ve azimli bir hükümdarın ölümü Os­
manlı D evleti için memnuniyeti mucipti. Zira onun muhalefeti
ve kararlılığı b ölgedeki Türk fütuhatını önlüyordu. Vuku bulan
karışıklıklar ise ayrıca ellerini güçlendirmekteydi. Osmanlı hudut
I I . Bayezid Han
59
b eyleri de Macar kralının ölümünü ve devletin içinde bulunduğu
karışıklıkları derhal merkeze rapor ederek bu şartlar altında zafer
kazanmanın fevkalade kolay olacağını belirttiler.
Bu arada Semendire Muhafızı Hadım Süleyman Paşa Belgrad
Kalesi komutanı ile irtibata geçmiş ve Osmanlı hakimiyetini tanı ması karşılığında Belgrad Kalesi ile birlikte bazı kalelerin beyliğinin
ken disine verilebileceği vaatiyle onu tarafına celbetmeye muvaffak
olmuştu. Belgrad Muhafızı Uylak da şayet padişah gelirse kalenin
teslim edileceğini bildirmişti. 47
Bunun üzerine karada ve denizde hazırlıklarını tamamlayan il.
Bayezid Han 1 492 baharında sefere çıktı. Padişah Sofya'ya geldiği
sırada Belgrad muhafızının görevinden alınarak merkeze çekildiği ve
Macar tahtına da kesin olarak Vladislas'ın hakim olduğunu öğrendi.
Akıncı kuvvetlerini Macar bölgesindeki akınlara devam etmesini
isteyen ve Hersekzade Ahmed Paşa'yı da bir kısım birliklerle bölgede
bırakan padişah kendisi Sofya'dan Manastır'a geçerek Arnavutluk
topraklarına girdi.48 Zira bu sıralarda Arnavutluk bölgesindeki
olaylar ve Türklere saldırılar endişe verici bir hal almıştı.
Özellikle Arnavutluk'ta Yuvan vilayeti denilen bölge halkı, her
zaman isyan halinde olduklarından devamlı karışıklık çıkarmaktay­
dılar. Yazın yüksek yaylalarda kışın da vadilerde kalan bu şakilerin,
gidiş gelişlerinde kullandıkları yollar çok sarp olduğundan harekata
elverişsiz bir haldeydi. B ölgeye alışkın olmaları nedeniyle gayet
rahat hareket edebilen ve aynı zamanda devamlı çarpışmaya hazır
bekleyen bu insanları takip edebilmek gerçekten güçtü.
Tepedelen'e gelen padişah Ramazan ayının girmesi üzerine yirmi
dört gün burada kaldı. Bu arada kapıkulu kuvvetlerini Davud Paşa
komutasında asilerin üzerine gönderdi. Sadece yayaların hareket
edebildiği çetin dağ koşullarında çetin vuruşmalar oldu. Arnavutlar
kıstırıldıkları bir yerde iki gün, başka bir yerde de dört gün dört
gece şiddetle vuruştular.
Sonunda dağlarda ve kayalarda inşa ettikleri sığınaklarına ka pandılar. Dağlara tırmanarak savaşmaya mecbur olan Türklerin
60
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
üzerine yağmur misali zehirli oklar atıyorlardı. Bunlar hangi cisme
değerse onu cansız kılmaktaydı.
Can ve baş kaygısına düşmeyen yiğit Osmanlı dilaverleri bütün
zor şartlara rağmen dağa pars gibi tırmandılar. D algalı bir deniz
gibi sığınaklara hücum ile göz açıp kapayıncaya kadar yıkıp geç­
tiler. Kırılanlarını kırdılar. Kaçanlarını kovdular. Alınan esir ve
ganimetler hesapsızdı. Arnavut serdarının oğlu da esirler arasında
bulunuyordu.49
Arnavutlukta yapılacak işler tamamlanıp ordu Manastır'd an
Pirlepe'ye doğru hareket halindeyken bir seher vakti dar bir vadi­
den geçilmekteydi. Yolda bekleyen derviş kılığında dev yapılı bir
kalenderi50 padişaha bir dileği varmış gibi yaklaştı. Kalenderinin
tavır ve davranışlarından, "ya p adişaha dua eyler, ya bir haceti
var söyler" düşüncesi ile hareket eden muhafızlar kendisini fazla
dikkate almamışlardı.
Padişaha tam yaklaştığı sırada kepeneğinin altındaki uzun kı­
lıcını sıyıran kalenderi, bir anda neye uğradığını şaşıran solakları
dağıttığı gibi, "ben zamanın Mehdisiyim" diye bağırarak Bayezid
Han'a saldırdı. Hadiseler göz açıp kapayıncasına cereyan etmiş ve
padişah ölümün soğuk yüzü ile karşı karşıya kalmıştı.
İşte bu esnada padişahın önünce gitmekte olan İskender Paşa,
elinde tuttuğu gürzünü seri bir hareketle kalendere fırlattı. Kılı­
cını padişaha indirmek üzere kaldırmış bulunan kalenderi son
anda gövdesine çarpan ağır gürzle sersemledi, kemikleri kırılarak
yere yıkıldı. 5 1 Ardından yetişenler ise dervişi p arça p arça ettiler.
Bu sebepten dervişin maksadının ne olduğu ve kimler tarafından
yönlendirildiği anlaşılamadı. 52
Görevleri canları pahasına da olsa padişahı korumak olan solak­
ların bir anlık şaşkınlık ve korkuyla dağılmaları padişahın gadabına
sebep olmuştu. Buna rağmen öfkesini yenerek, sadece görevlerinden
almak ve ulufelerini kesmekle yetindi.
Padişah ayrıca memleket dahilinde sünnete uygun düşmeyen
kılık ve kıyafetlerle gezen, kendilerine Işık, Torlak ve Abdallar de-
II. Bayezid Han
61
nilen n e kadar fasid kişi ve ehl-i bid'at varsa hudut dışı edilmelerini
em reyledi. Bu hadiseden sonra sefer esnasında divan kurulduğu
vakit hükümdar kapıcılarının kılıç takmaları emrolunmuştur.
1 492 Eylül'ünün ortalarına doğru Edirne'ye gelen II. B ayezid
Han, İstanbul'da veba salgını olduğu için53 dört ay kadar burada
kalm ış sonra İstanbul'a dönmüştür.
B ayezid Han son seferi sırasında Macaristan ve Arnavutluk
b ölgel erindeki akıncı birliklerini de harekete geçirmişti. Osmanlı
tarih inin bu en geniş akın hareketlerine girmeden önce akıncıların
kısa serüveni. . .
KARTA L KAN AT L I Y İ G İ T L E R
Gaza kim ettiler Allah u ekb er
Dediler h er n efes Allah u ekb er
Aşıkpaşazade'nin, dillerinden bir nefes dahi Allahu Tealayı
düşürmeyen ve onun uğrunda gazadan başka bir iş düşünmeyen
yiğit dilaverler diyerek övdüğü Osmanlı akıncıları, 54 hafif süvari
birliklerindendir. Temelinin Osman Gazi zamanında Köse Mihal
tarafından atıldığı rivayet olunur. Uç beyliğinin gelişip büyümesinde
önemli rol oynamışlardır. Akıncılığın bir ocak şeklinde gelişmesinde
ise Evrenos Bey'in büyük emeği geçmiştir.
Akıncı ocağı bugünkü çağdaş ordulardaki komando sınıfının
karşılığıdır. Bir farkla ki, onlar atlı ve hafif silahlı, hareket yetenekleri
olağanüstü yüksek komandolardı.
Büyük alim Kaşgarlı Mahmud'un "at Türk'ün kanadıdır" sözü
sanki akıncılar için söylenmişti.
Akıncılar seferde ve hazerde günlerinin büyük bölümünü atları
ile geçirirlerdi.
Talimlerini devamlı olarak atlarıyla yaparlardı.
Eğitim sırasında atlarını alevli fıçılar üzerine sürerler ve arala­
rından rüzgar gibi geçerlerdi.
Yüksek duvarların ve maniaların üzerinden yüzlerce kez atlar­
lardı.
62
Kayı III: Haremeyn Hizmet inde
Dört nala giderken dört bir yana gözle takip edilemeyecek s e ­
rilikte oklarını bırakırlar ve hedeflerini vururlardı.
Hızla giderlerken bir attan diğerine atlarlardı. Atının yanında ve
altında yol alabilir ve bu sırada dahi istediği hedefleri vurabilirdi.
Hızlı ve taşkın nehirleri atıyla yüzerek rahatça karşı sahile ge ­
çerlerdi. 55
Akıncılar seferlere en az birkaç atla çıkarlardı. Bu atları hem
savaş esnasında, hem de savaş sonunda elde ettiği ganimetleri ta­
şımakta kullanırlardı.
Atlarının uzun mesafe koşmaya elverişli, dayanıklı ve çevik cins
Arap atı olmalarına özen gösterirlerdi.
Akıncının seri ve süratli hareket edebilmesi için çok hafif olm ası
gerekirdi. Onların bütün techizatını ok, yay, kılıç, kalkan, pala ve
atlarının eğer kayışına asılı olarak taşıdıkları bozdoğan ismi veri­
len topuzları teşkil ederdi. Bazılarının hafif zırh gömlek giydikleri
görülmüşse de genelde akıncılar zırhsız idiler. Sonraları tüfek de
kullanmışlardır.
Giyimleri de sade ve hafif olurdu. Başlarında kurt derisinden
kızıl börkler vardı. Yine genelde deriden olmak üzere cepken, yelek
ve şalvarları diğer giysileri idi. Subayları kaplan ve leopar postundan
giyinirlerdi. Sırtlarında ise iki taraflı kartal kanatları bulunurdu.
Akıncıların yiyecekleri de yükleri gibi hafif olurdu. Pirinç, ka­
vurma ve koyun pastırması en temel gıdaları idi. Yiyecek işlerinde
kullanmak üzere akıncıların her biri yanlarında hafif tencere bu­
lundururdu.
Akıncılar çoğunlukla Rumeli, Batı ve Orta Anadolu'nun gözü
pek Türk çocuklarıdır. Yabancılar kesinlikle bu ocağa kabul olun­
mazdı. Bu ocağa alınma şekli diğer sınıflara hiç benzemezdi. Her
akıncı adayı beye gelir, kendini ve neslini tanıtırdı. Kabul veya red
tamamen akıncı beyinin iradesinde idi. Padişahlar dahi bu oca­
ğa nefer alınma işine karışmaz, asla müdahil olmazlardı. Zira bir
kötü akıncı o birliğin mahvına sebep olabilirdi. Herbir akıncı adayı
I I . Bayezid Han
63
iınaJU veya köy kethüdasını veyahut dürüst birini kefil göstermek
mecb uriyetin de idi. 56
Akın cıda muhakeme ve doğru karar verebilme yeteneği çok
yüks ek olmalıydı. Acil durumlarda hızla düşünüp karar alabilmeli,
kara rını yıldırım hızıyla uygulayabilmeli ve komutanının verdiği
her em ri gözünü kırpmadan yerine getirebilmeliydi. Dolayısıyla
akın cılar genelde babadan oğula bu meslekten gelenlerden oluşurdu.
Zira bir akıncıyı en iyi şekilde yine bir akıncı yetiştirebilirdi.
Akın cıların muntazam defterleri vardı. Bunların isim ve hü­
viyetle ri (baba adları mahalle veya köyleri ile) bu akıncı defterine
kaydolurdu. Hariçten gelişi güzel hiçbir kimse bunların arasına
giremezdi. Düzenli bir şekilde tutulan akıncı defterlerinden bir
nüshası ilgili serhad kadılığında diğeri merkezde bulundurulurdu.
Bütün akıncılar mıntıka mıntıka akıncı kumandanlarının emirleri
altın da bulunuyorlardı.
Devlet akıncılar için kışla tahsis etmez, onlara maaş vermez,
teçhizat ve silah sağlamazdı. Akıncılar silahlarını kendileri temin
ederler ve düşmandan aldıkları ganimetle geçinirlerdi. Buna karşılık
devlete vergi vermekten muaf tutulurlardı. Akıncılar sürekli ordu
birliklerine mensup olmadıklarından genellikle Rumeli'de serhad
boylarına yakın yerlerde otururlar ve beylerinden emir geldiği anda
akına hazır halde bulunurlardı. 57
Akıncı ocağının en mühim görevi düşman ülkesini taramak,
düşmanın maddi ve manevi gücünü kırmaktı.
Keşif, yağma veya tahrip maksatlarıyla düşman arazisine yapı­
lan askeri harekat hakkında kullanılan bir tabir olan akın hareketi
kesinlikle plansız ve programsız bir çapul hareketi değildi. Osmanlı
akınları mutlak surette bir kaide ve kanun altında yürümüş, mun­
tazam ve mükemmel bir teşkilata bağlı kılınmıştır.
Akınlar, Osmanlı Devleti'yle harp veya anlaşmazlık içerisinde
bulunan devletlere karşı yapılırdı. Düzenli ordu gelinceye kadar
akıncı birlikleri o devletin halkını ve ülkesini maddi manevi tahrip
64
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
ederdi. Ordu birliklerinin çekilmesinden sonra da akıncıların hare­
ketleri her fırsatta ta ki barış vuku buluncaya kadar devam ederdi.
Düşman memleketine yapılan bir akının akın adını alabilme si
için onun mutlaka akıncı beyinin idaresi altında olması şarttı.
Sefer zamanında akıncılar on kişilik gruplar halinde teşkilatla­
nırdı. On kişiye onbaşı, yüz kişiye subaşı, bin kişiye de binbaşı adı
verilen kişiler komutanlık ederlerdi.
Akıncılar, akınlarını genelllikle baharda ve yaz aylarında ya­
parlardı. Zorunlu bir gereklilik olmadıkça kışı ailelerinin yanında
geçirirler ve savaş eğitimi ile meşgul olurlardı. B ahar geldiğinde
beylerinin emrine amade olurlardı. Devlet, akıncı beyine nereye ve
hangi yöne akın yapılacağını bildirmişse akınlar o yöne kaydırılırdı.
Harekatlar sınır b oylarına kadar gizli tutulurdu. Düşmanın
beklenmeyen ve müdafaa kuvveti bulunmayan bir bölgesinden
arazisine girilirdi. Akıncıların geldiğini haber alan şehirlerde herkes
kıymetli eşyalarını alarak güvenilir bölgelere veya gizli sığınaklara
çekilmeye çalışırlardı.
Düşman ülkesine toplu bir halde giren akıncılar önemli ve stra­
tej ik noktalara geldiklerinde küçük birliklere ayrılarak yollarına
devam ederlerdi. Her birliğin vuracağı şehir ve kasabalar önceden
belirlenmişti. Her kol harekete geçerken Kızılelma'da buluşalım
diyerek birbirlerine veda ederlerdi.5 8
Kızılelma için Budin, Roma, Viyana diyenler olduğu gibi kimi­
lerine göre ise asıl olan Cennet-i A'ladır. Zira o artık ölümü göze
alarak, geri dönmeyi düşünmeyerek gitmektedir. Bu ideal, Türk'ün
İslam dairesine girmesiyle birlikte cihat aşkı ve sevdası neticesinde
gelişen, yüzlerce yıllık dini ve milli şuuru olmuştur.
Akıncıların bu hayat düsturunu, yaşama maksadını ve sefer
niyetini bir akıncı şairi şu ifadeleri ile terennüm etmiştir:
Yön eldi fi sebilillah gazaya
Tevekkül kıldı canıyla Hüda'ya
I I . Bayezid Han
65
Ne can endişesi n e nan ümidi
İki cihanda bir canan ümidi
Zehi aşı k zehi gazi-i sadı k
Bu gazidir olan didara layı k59
Akıncılar bir yere hücum edecekleri zaman arka arkaya kademe
halin de birkaç kısma ayrılırlardı. Hücum eden ilk kuvvetin karşısına
mukavemet eden bir düşman kuvveti çıkarsa çarpışmanın en şiddetli
anında arkadan yetişen yeni bir kartal kanatlı akıncı topluluğu bir
kasırga gibi düşmanın içine dalar ve birliklerini darmadağın ederdi.
Hücu mlar pek ani ve sert olduğundan hemen her zaman düşman
kuvvetlerini sarsar ve p arçalarlardı. 60
Yerleşim birimlerinden ganimetleri toplayan akıncılar geri kalan
eşya ve erzakı mümkün olduğunca kullanılmaz hale getirirlerdi.
B öylece bir taraftan şehir ve kasabaları dehşete düşürürken diğer
taraftan düşmanın ekonomisini çökerterek ordusunu zor durumda
bırakırlardı. Akıncıların vurduğu bölge halkı ise, kendisini koru­
yamayan ve muhafaza edemeyen hükümetini, ya Osmanlılarla
anlaşmaya veya onları tanımaya zorlardı.
Akıncıların memleketlerine girdiğini haber alan düşman birlik­
leri ancak akıncıların geçtiği yerlerde ve dar boğazlarda kuvvetlerini
toplayarak onları engellemeye çalışırlardı. Oysa çoğu kez akıncılar
alacaklarını alıp vazifelerini tamamladıktan sonra geldikleri ve
geçtikleri yolun tersi istikametinde düşmanın ummadığı bir yoldan
vatanlarına dönerlerdi. Gerekirse sarp kayalıklardan, ormanlık ve
ıssız bölgelerden geçerek kendilerine tuzak kurmuş olan düşman­
larını gafil avlarlardı. Nitekim Avusturyalılar tarafından yazılmış
eserlerde, akıncıların Carinthia Alpleri'ndeki Loibl Geçidi'nin en
dik yamaçlarına atlarıyla çıktıklarından bahsedilir.
Osmanlı ordusunun seferden dönüşü sırasında herhangi bir
baskına uğramasını önlemek, bu hususta gerekli tedbirleri almak
ve düşmanların Türk topraklarına girmesini önlemek de akıncıların
görevleri arasındadır.
66
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Akıncı Ocağı'nın bir diğer mühim görevi de haber almadır.
Divan- ı Hümayun istihbarat görevlerinde genellikle akıncı subay­
larını kullanırdı. Bunları göndereceği ülkenin kimliğiyle o ülkeye
salardı. Bu itibarla bir Osmanlı akıncısı pratik bir şekilde mutlaka
birkaç Balkan veya Avrupa dilini mükemmelen konuşurdu.61
Bir aj anda bulunması gerekli mutlak sadakat ve davranışlarında
samimiyet; zeka, akıl, kurnazlık, hile ve düzen yeteneği; seyahat
tecrübesi, gideceği ülkeyi iyi tanıması, dilini en iyi derecede bilme­
si, işkenceye tahammül ve her tür şartlara direnme gücü Osmanlı
akıncı subaylarında fazlası ile mevcuttu. Casus olarak bir ülkeye
giden Osmanlı akıncıları bazen orada yıllarca kalabilirdi. Aynen o
ülke halkı gibi yaşantısına devam ederdi. Genellikle keşiş, p apaz,
sofu bir burjuva veya tüccar kimliğine bürünürlerdi.
Akıncı casuslar gönderildikleri ülkeyi gezdikten s onra yazılı
ve sözlü raporlarını beyleı:'ine, beylerbeyilerine verirler ve gerekli
bilgiler anında merkezde Divan- ı Hümayuna ulaştırılırdı. Fatih
Sultan Mehmed ve Zamanı isimli kitabında Franz Babinger bu ko­
nuda şunları söylemektedir:
"Akın cıların hemen hemen b ütün seferlerinde s aldırdıkları
b ölgeyi ve halkı çok iyi tanıyor olmaları, insanı hayrete düşürü­
yor. Osmanlıların casus ağı neredeyse Almanya'nın içlerine kadar
yayılmıştı. Bu casuslar son derece gözü pek ve etkiliydi. Osmanlı
İmparatorluğu, komşularında olup biten her önemli şeyden haber­
dar oluyordu. Alman ya da Macar topraklarında düzenlenen bütün
ortak toplantıların ayrıntıları, Türk aj anları tarafından İstanbul'a
gönderiliyordu:'62
Akıncı beyleri fevkalade salahiyetlerle yüklü, doğrudan doğruya
padişahtan emir alan kimselerdir. Rütbeleri sancakbeyi derecesin­
dedir. Bugünkü ifadesi ile akıncı beyi bir komando tümgeneralidir.
B azılarına beylerbeyi ( orgeneral) payesi ve bu rütbenin klasik Os­
manlı dönemindeki unvanı olan paşa titri verilmiştir.
Akıncı b eylerinin ekserisi Osman G azi'nin yoldaşları veya
devletin ilk yıllarında gazalarda büyük başarılar göstermiş namlı
I I . Bayezid Han
67
kom utanların çocuklarıdır. İsimlerini babalarından alırlar. Mi­
hal o ğulları, Evrenosoğulları, Malkoçoğulları, Turhanoğulları ve
Paş ayiğitoğulları gibi . . . Türklerin Rumeli'ye ilk geçişlerinde hazır
bulunan Evrenos Bey'e bağlı olanlar Arnavutluk'ta; Mihaloğulları
S ofya'da; Turhanoğulları Mora'da; Malkoçoğulları ise Silistre do­
laylarında bulunurlardı. 63
Osmanlı Türklerini Anadolu'dan Rumeli'ye geçiren ve burada
vatan tutmasını sağlayan gazi beylerin ruhları, evlatlarının asırlarca
Tuna'ya doğru akınlarını dinledi. Onların "mübarek derya'' diye­
rek niteledikleri Tuna Nehri'ni yüzlerce kez geçişlerinin ve cihat
hareketini canlı tuttuklarının şahidi oldu. Yahya Kemal B eyatlı o
günleri şu dizeleri ile ölümsüzleştirmiştir.
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı, o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı b eylerbeyi haykırdı: "İlerle!"
Bir ya z günü, geçtik Tuna'dan, kafilelerle. . .
Şimşek gibi bir semte atıldı k yedi koldan,
Şimşek gibi, Türk atlarının geçtiği yoldan,
Bir gün, dolu dizgin boşalan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanatlandı k, o hızla . . .
Cennette b u gün gülleri açmış görürü z de,
Hala o kı zıl hatıra titrer gözümüzde
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı, o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Akıncı beyleri akıncıları tam bir fedai olarak yetiştirdikleri gibi
ruhen de olgunlaştırmayı kendileri için bir görev addederlerdi. Elde
ettikleri ganimetten devlete ait payı verdikten ve akıncı yiğitlerin
hisselerini dağıttıktan sonra paylarına düşen miktarın önemli bir
kısmını bilime ve sanata destek olacak işlere, mekanlara ve kişile­
re harcamakta idiler. Bu itibarla sahip oldukları eyaleti, payitahtı
(İstanbul) örnek alarak bir ilim irfan yuvası kılmak için gayret
gösterirlerdi.
68
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Zira akıncıların kendilerini çekip çevirecek bir komutana ih­
tiyaçları olduğu gibi onları ruhen besleyecek ve cihada hazır hale
getirecek mihver şahsiyetlere de ihtiyaç vardı. Bu işi ise ancak kışın
kışlaklarda, yazın akıncı yiğitlerle beraber cihat yollarında koştu­
racak gazi-erenler ve şair dervişler yerine getirebilirdi. Rumeli'de
bu tip kimselere Horasan Erenleri de deniliyordu.
Nitekim Evrenoszade Ahmed B ey, Vardar Yenicesi'ne bu mak­
satla Şeyh Abdullah- ı İlahi'yi getirmiştir. Abdullah- ı İlahi kısa bir
sürede bu şehirde yaşayan alimleri, gazileri ve halkı tesiri altına alıp
hepsine ortak özellikler kazandıran bir merkez şahsiyet olmuştur.
Abdullah-ı İlahi'd en feyz alan gazi erenler, şiirleri ve sözleri ile
gaza heyecanını akıncılara aktarıyor böylece bu tasavvufi hava hep­
sine kaynaklık ediyordu. Abdülgani, Agehi, Aşki, Deruni, Garibi,
Hayreti, Hayali, Razi, Sıdki, İlahi Mehmed Razi ve Usılli gibi derviş
gazilerle Osmanlı Rumelisi öyle bir kültür ve medeniyet hamlesini
yakalamıştı ki Aşık Çelebi bu durumu şöyle ifade etmektedir:
"Rivayet ederler ki Prizren'de oğlan doğsa adından önce mahla­
sını korlar. Yenice'de doğan oğlan, baba diyecek vakitte Farisi söyler.
Priştine'de oğlan doğsa, dividi belinde doğar:'64
İşte bu ilim ve kültür merkezlerinde savaşcı kimliğinin ötesinde
mertlik ve kutsiyetle yoğrulmuş, ırza namusa saygılı ve İslam'ın beş
şartına uygun düşen hayatları ile akıncılarda tertemiz bir karakter
oluşurdu.
A K I N G Ü N L E Rİ
Osmanlı akıncıları Bosna'nın fethine kadar Semendire ile Orsava
arasından Tunayı geçerek B anat mıntıkası ile Erdel ve Transilvanya
bölgelerini vururlardı. Bosna'nın fethi ile birlikte bu akınlar Sirmiye,
İsklavonya, Hırvatistan, İllirya ve Kuzey Venedik taraflarına doğru
yayılmıştı.
Meşhur akıncı beylerinden Mihaloğlu Ali Bey'in kardeşi Bosna
Beyi İskender Bey ve Turhanoğlu Ömer B ey artık hayatta değildi.
Mihaloğlu Ali B ey; Semendire, Malkoçoğlu Bali B ey; Silistre ve
I I . Bayezid Han
69
Evrenosöğlu Ahmed B ey de Arnavutluk'ta sancakbeyiliğinde bu­
lun uyor ve akın hareketlerini devam ettiriyorlardı.
II. B ayezid Han sonradan Arnavutluk'a yönelecek olan Macar
seferine karar verdiği sırada akıncıları da harekete geçirmişti.
Mihaloğlu Ali B ey, Poj yen Hisarı önünden Tun a'yı geçerek
Macaristan'a girdiğinde mevsim kıştı ve şiddetli soğuklar hüküm
sürmekteydi. Macar kuvvetlerine rastlanmadığı için akın tehlikesizce
devam etti ve on Macar kasabası vuruldu. Mihaloğlu tarafından iki
bin kişi ile daha ilerilere gönderilen Atlıoğlu Mustafa B ey ise geri
dönüş yolunda Macar birliklerince kuşatıldı. Yapılan savaşta akın­
cılar zayiat vermesine rağmen Macarları mağlup etmeyi başardılar.
Macar kumandanı da esirler arasında bulunuyordu.
Padişah, Sofya'dan Arnavutluk üzerine yöneldiğinde Hersekzade'yi
Sofya'da bırakmış, Hadım Ali Paşayı da Transilvanya'ya akına gön dermişti. Ancak Ali Paşa, Kinizsi P al kuvvetlerine karşı yaptığı
mücadeleyi kaybederek ağır bir bozguna uğradı.
Öte yandan Karniyola taraflarına giden Mihaloğlu Ali Bey, yirmi
bin kişilik bir kuvvetle Macar vilayetlerini yakıp yıkarak Laybah
yakınlarına kadar ilerlemişti.
Bürüdü alemi b ulut gibi
Yürüdü coşkun akan sel gibi
Dehşet verici baskınlar sonunda akıncılar, binlerce esir ve sayı­
sız ganimetle dönüş yolunu tutmuştu. Ancak esir ve ganimetlerin
bolluğu yüzünden dönüş yolculukları yavaş geçen akıncıları büyük
bir tehlike bekliyordu.
Alman İmparatoru Maksimilyen'in gönderdiği Rudolf dö Khven­
huller komutasındaki büyük bir askeri birlik hareketlerini takip
ettikleri akıncıların dönüş yollarını kesmiş bulunuyordu. Derbentleri
ve geçitleri sağlamlaştırmıştı. Akıncılar ancak Villach geçitlerine
girdiklerinde pusuya düşürüldüklerini anlamışlardı. İki tarafı da dağ
gibi yükselen bu dar geçitte çarpışmaktan başka çare kalmamıştı.
Akıncılar zırhlı ve pür silahlı ordu birliklerine karşı dar alanda
yeni bir savaş staratejisi geliştirdiler. Özellikle 'bozdoğan' dedikleri
70
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
topuzlarını kullanarak şiddetle savaşa giren grup bir müddet sonra
yavaş yavaş geri çekiliyor, yerini geriden gelen safa bırakıyordu. Bu
defa yeniler müthiş bir hamle ile düşman alayları içerisine dalıyordu .
Çarpışma müthiş bir boğuşma ile birkaç saat devam etmiş, va di
kan gölüne dönmüştü. Akıncılarda zerre kadar bir yılgınlık görül­
müyordu. Havanın kararması ile birlikte dağ gibi önlerine dikilmiş
orduyu yarıp geçebileceklerini düşünüyorlardı. Zira düşman büyük
zayiat vermiş ve sarsılmaya başlamıştı.
Ancak savaşın en şiddetli, belki de tam sonuç alıcı noktasında
hiç beklemedikleri bir olayla karşılaştılar. Zincirlerinden kurtulmayı
başaran binlerce esir geriden akıncılara vurmaya başlamışlardı . İki
taraftan düşman arasında kalan ve hareket kabiliyetlerini yitiren
akıncılar ağır kayıplar verdiler. Buna rağmen Mihaloğlu Ali Bey
liderliğinde düşmanı yarm a h areketini başaran bir grup akıncı
birliği kurtulmaya muvaffak olmuştu.65
Bu amansız savaşta yaklaşık on bin Türk ölürken yedi bin civan
da esir düşmüş, Mihaloğlu'nun büyük azmi ve gayreti neticesinde
ancak üç dört bin akıncı bu cehennemi derbentten kurtulmayı ba­
şarabilmişti. Alman ve Macar birlikleri de yedi bin ölü vermişlerdi.
Macar kralı akıncılara karşı kazanılan bu zaferden büyük gurura
kapılarak papaya ve çevre krallıklara mektuplar gönderdi. Bosna
ve civarını vuracağını bu itibarla kendisine yardımcı birlikler ver­
melerini istedi. Bu çağrıyı, her biri birkaç bin kişilik kuvvet gön­
dermekle Alman, Fransız, Hırvat ve pap alık devletleri gönülden
desteklediklerini gösterdiler.
Macar Kralı Vladislas bütün bu yardım kuvvetlerini Hırvat
hakimlerinden kardeşi oğlu Derencil B an'ın emrine verdi. Bu kişi
yetenekli ve gözüpek bir komutan olup son yıllarda Macar bölge­
sine giren Türk birliklerini defalarca pusuya düşürmüş ve ölümcül
darbeler indirmişti. Macarlardan da on iki bin kişilik zırhlı birliği
bulunuyordu. Yardımcı kuvvetlerle daha da güçlenen Derencil şimdi
Türkleri Bosna'dan atma planları ile hudut kalelerine saldırmaya
başladı.
I I . Bayezid Han
71
öte yandan akıncı birliklerinin uğradığı bu mağlubiyetler Ar­
n avutluk seferinden dönen B ayezid Han'ı oldukça üzmüştü.
B os na B eylerbeyi Hadım Yakub Paşa'ya ferman göndererek
mütte fik Haçlı birliklerine karşı harekete geçmesini ve bölgeye
akınların devam etmesini emretti.
Yakub Paşa, Bayezid'in Amasya'da bulunduğu sırada kapıağası
idi. Padişahın itimadını kazanmış namlı komutanlardan biriydi.
Em ri alır almaz sekiz bin kişilik bir kuvvetle İstirya'ya girdi. Fatih
Sultan Mehmed zamanında fethedilen ancak daha sonra Macarların
eline geçen Yayça Hisarı önüne geldi. Hisar muhafızları gazilere
_
karşı ani bir saldırı düzenlediler ise de kısa sürede bozguna uğrayıp
kaleye kapandılar. Burada beklemeyi uygun bulmayan Yakub Paşa,
Ona suyunu geçerek İsklovanya'ya girdi. Evvelki akınların hiçbirinde
girilmeyen Slavin ve Külpa bölgesini darmadağın etti. Hırvatistan
ile Güney İstirya'yı on beş gün boyunca yağmaladı.
Yakub Paşa'nın faaliyetlerinden haberdar olan Derencil Ban ise
hudutlardaki Osmanlı kaleleri üzerine dağılmış bulunan kuvvetle­
rini toplayarak harekete geçti. Akından dönmekte olan Yakub Paşa
birliklerini Sadbar Geçidi denilen dar bir boğazda çevirdi. Müşkül
durumda kaldığını gören Yakub Paşa para teklif ederek kendisine
yol vermelerini istedi. Ancak tüm esirleri ve ganimetleri bırakması
istendiğinden anlaşılamadı.
Yakub Paşa'nın kuvvetini tahmin edemeyen Haçlılar, anlaşmaz­
lığa düşmüşler ve bir bölümü, teklifin kabul edilmesinde ısrarcı
olmuştu. Oysa düşman birlikleri Osmanlılardan en az iki kat daha
fazlaydı. Mevzileri ise son derece uygundu. Bu arada düşmanın barış
müzakerelerini tartışması nedeniyle iki gün kazanan Yakub Paşa
fırsatı değerlendirmiş ve gece vakti ormandaki ağaçları kestirerek
kendisine yeni bir yol açmış, boğazı geçmekten kurtulmuştu.
Osmanlılar yolda vurdukları bir şehirde sayısız silah ve mü­
himmat ele geçirdiler. Derencil Ban da p eşlerini bırakmamış ve
Kırbova'da bir kez daha önünü kesmişti. Osmanlılarla mülaki ol-
72
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
duğundan beri gelen yardımlarla daha da güçlenmiş ve ordu sayısı
otuz bini bulmuştu. Kemalpaşazade düşman alaylarını anlatırken:
"Küffar alayları kara bulutlar gibi sema-yı vagayı bürüdüler. Ol
tağilerin her biri tepesinden tırnağına varıncaya demirlere gark
olmuştu ki, adem teni midir yoksa demirden hisar bedeni midir fark
edilemezdi. Harb ü darb aletleri ile ne kadar vursan dert değildi.
Ateş ocağına düşüp kalsalar elem çekilmezdi. Güneşin kendilerine
çarpmasıyla zırhları, tolgaları ve kılıçları ateş şuleleri gibi görünür
olmuştu. Bu gurur ve şevketle Yakub Paşa kuvvetleri üzerine doğru
yürümeye başladılar" demektedir.
Düşman kuvvetlerinin fazlalığı ve savaş yerinin Osmanlılar için
uygunsuzluğu paşayı tedirgin etmişti. Çarpışmayı kaybetmenin ve
esir düşmenin getireceği felaketleri düşündü. Askerin yorgununu
ayırdı ve ganimetlerin başında bıraktı. Üç bin kişilik seçme bir­
liğine ve vurucu gücüne saf bağlattı. Sonra namdar yiğitlerini ve
komutanlarını öne çıkartıp:
"Düşmanın çokluğundan sakın ola gam yemeyin. Onlar bi­
nihaye (sayısız) ve biz gayet azız demeyin. Ey şehit veya gazi olmaya
karar veren yoldaşlarım ! Nice defalar azıcık bir b ölük, birçok bö­
lüklere Allah'ın izniyle galip geldiler. Allah sabır ve sebat edenlerle
beraberdir.66 Bugün hamiyet beline gayret kuşağını kuşanın. Yiğidin
erlik meydanında, gaza uğrunda can vermesi dirilmektir. Zillet ve
korkaklık ise ölümdür. Ölümden ne korkun ne üşenin. Öldürür­
seniz gazi ve ölürseniz şehit olursunuz. Beherhal saadet sizindir.
İki cihanda da said olursunuz" dedikten sonra Sahabe-i Kiram'dan
birinin kılıcı olarak rivayet edilen kılıcını kınından sıyırdı ve önde
çarpışacağına and içti. Bu hal gazileri yüreklendirdi ve cesaretlerini
en üst düzeye çıkardı.
Ele geçip tutsak olmaktansa ölmenin güzel olduğuna inanan
gaziler gömgök demirler içerisinde ilerleyen düşman birliklerine
önce tüfenk atışları ve ardından topuzları ile öyle bir giriştiler ki
böyle bir hamleyi beklemeyen karşı taraf ne olduğunu anlayama­
mıştı. Buna rağmen Derencil B an'ın da gayret ve sabrıyla iki taraf
birbirine karıştı ve saatlerce vuruştu. Disiplinli ve talimli Türk bir-
I I . Bayezid Han
73
likl eri az olmalarına rağmen yılmadan ve sarsılmadan verdikleri
mücadelenin karşılığını sonunda gördüler.
D üşman birlikleri Türklerin amansız vuruşması karşısında şa­
şırm ış bir halde kaçış yolunu tutarken dokuz bin ölü ve on bin de
es ir bırakmıştı. Derencil de kaçarak kurtulmaya çalışırken arkadan
yetişen Hasan adındaki bir serdar, vuruşarak atından düşürdü ve
yakalayarak Yakub Paşa'ya getirdi. Yakub Paşanın oğulluğu Meh­
m ed de Yayça Beyi Mihal Patkay'ın başını kesmişti. Ayrıca Derencil
ailesinden üç Hırvat reisi esir olmuş, üç Franj ipan kontundan biri
kaç arkan biri esir, diğeri de maktul düşmüştü.
Derencil Ban huzuruna getirildiği vakit Yakub Paşa; "Bunların
serdarı sen misin? " diye sordu ise de cevap alamadı. Üzerindeki
işaretlerden şüphelenince öldürülmesini emretti. Bu emir üzerine
Derencil kendisinin başkumandan olduğunu, gazileri değişik za­
manlarda yedi kere dağıttığını, akıncılara çok işler yaptığını, birçok
Türk'ü öldürdüğünü ve kadınlarına işkenceler ettiğini ancak bu kez
talihin kendisine yardım etmediğini söyledi.
Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Yakub Paşa Derencil'i de
yanına alarak savaş m eydanını gezdi. Esirler arasında bulunan
Derencil'in oğlu ile kardeşini öldürttü. Derencil'i de pek çok harp
ganimeti ile beraber İstanbul'a B ayezid Han'a gönderdi. İstanbul'da
sorgudan geçirilen Derencil B an gönderildiği Afyon Karahisar
Kalesi'nde bir müddet sonra ölecektir.
Yakub Paşa bu Kırbova muzafferiyetini bizzat kendisi nazmen
kaleme almıştır ki bazı beyitleri şu şekildedir:
Buluştuk düşmana çün Kırbova'da
Nida erişti kim kır b u arada
Hak emriyle ettim bir gaza kim
Murad Han etti ancak Kosova'da
Ururduk kafirin boyn una şimşir
Melekler bağlayup saflar havada
74
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
Dokuz bin dahi b eş yü z sayulurdı
Ko kalanın derede ve ovada
Tutulan dirile on bin var idi
Esir oldu kam usı o arada
D erencil Ban kral b eylerbeyisi
Bile çok ban tutuldu ol arada
Ş ehinşah devletinde ol m ela'in
Yatur mahbus olup b end ü b elada
Ko çeksin mihn eti rene ü b elayı
Yaraşur cahilin canı cezada
İdeyim s ernigun ayat-ı küfrü
Diküp din sancağın fevkalade
Fenaya vireyim iklim-i küfrü
Mukim oldukça b u dar-ı fenada
Makam ide bana Cennat-ı adni
Umarım ol Gani darü 'l- b ekada
Çü Sultan Bayezid ibn-i Muhammed
İnayet kıldı iriştim m urada
Benim Bosna Beyi D erviş Yakub
Hüda avniyle irdim b u cihada67 *
Kırbova gazasından büyük memnuniyet duyan 11. Bayezid Han,
pek çok hediyelerle taltif ettiği Yakub Paşa'yı Rumeli beylerbeyliğine
getirirken Rumeli Beylerbeyi Yahya Paşa'yı da Bosna'ya tayin etti.
Yakub Paşa'dan sonra akıncılardan bir kısmı Kuzey Dalmaçya'ya
kadar İstirya bölgesinde ve Tımaşvar'a kadar da Banat mıntıkasında
dolaşarak dört bir yanı vurmuşlar ve bir hayli esir ve ganimetle dön­
müşlerdir. Uzun süren karşılıklı bu vuruşmalardan sonra nihayet
1 495'te Macarlarla otuz senelik bir sulh muahadesi imzalanacaktır.
*
melain:
mel'unlar, herkesin lanet ve nefretini kazanmış olanlar; bend: bağlı; rene:
zahmet, eziyet; sernigun: baş aşağı, bahtsız; dar-ı fena: dünya; darü'l-beka: ahiret;
avn:
yardım.
I I . Bayezid Han
75
M O RA SAVA Ş LA RI
Fatih Sultan Mehmed'in 1 460 yılından itibaren büyük bir kıs­
mını O smanlı ülkesi haline getirmiş olduğu Mora'da uzun müddet
Türkler ile Venedikliler arasında çetin savaşlar meydana gelmişti.
Cem Sultan'ın Avrupa'daki ikameti sırasında küçük hudut olayları
şeklinde cereyan eden bu münasebet şehzadenin ölümünden sonra
tekrar gelişme göstermiştir. Zira Osmanlı-Memlük savaşları sıra­
sında Venedikliler, Osmanlılara karşı bir politika takip etmişler ve
her fırsatta güçlük çıkarmaya çalışmışlardı.
Nitekim Memlük Devleti ile yapılan savaş sırasında fırtınaya
tutulan ve çok zor durumda kalan Hersekzade Ahmed Paşanın
donanması Kıbrıs'a sığınmak istediğinde, Venedikliler bu talebi
reddetmişlerdi. Ayrıca her fırsatta Osmanlılara saldıran Arnavut­
luk'taki İskender'in oğlu Jan Kastriyota, Venediklilerden devamlı
destek görmekteydi. 68
Bu itibarla I I . B ayezid, Lehistan'la anlaşma yaptıktan sonra
gözlerini Mora'd aki Venedik kalelerine çevirdi. Öncelikle evvelce
emekliye ayrılmış bulunan tecrübeli İskender Paşa'yı Bosna eyale­
tine tayin ederek, Kuzey Venedik arazisine akın yapmasını emretti.
Böylece Venedik kuvvetlerini bölerek, Mora'daki müstemlekelerine
yardımdan alıkoymuş olacaktı.
Akabinde altmış yedi kadırga ve yirmisi büyük olmak üzere
üç yüz gemiden müteşekkil donanmayı Kaptan-ı D erya Küçük
Davud Paşa komutasında Mora sularına ·sevk etti. Donanmanın
içinde bilhassa iki göğe dikkati çekmekteydi. Bunlardan her birinin
sereni sanki göğe çıkmıştı. Boyları yetmiş ve enleri otuzar zıra idi.
Amele ve kereste ücretinden başka her gemi için yirmişer bin filori
harcanmıştı. Bu gemilerden birine Burak diğerine ise Kemal Reis
kumanda ediyordu. Çanakkale B oğazı geçilirken gemilere hem Ana­
dolu hem de Rumeli tarafındaki kalelerden toplar yükletilmiştir. 69
Donanmada Anadolu ve Rumeli sipahileri ile kapıkulu yaya ve
süvarileri olmak üzere altmış bini aşkın kuvvet vardı. Kara Hasan ve
Herek reislerin yanı sıra Yenişehir Hakimi Kemal Bey de askeriyle
donanmada bulunuyordu.
76
Kayı III: Ha remeyn Hiz met inde
Bu büyük armada Çanakkale Boğazı'nı aştığı esnada öncelikle
Rodos Şövalyeleri büyük bir dehşete düştüler. Donanmanın ken di
Üzerlerine geldiğini ve sonlarının yaklaştığını düşünerek derhal
Fransa Kralı XII. Louis'e müracaatla yardım talep ettiler. Frans a
kralı yirmi iki kadırga ile kendilerine yardım gönderdi.
Donanmanın hareketinden bir müddet sonra hazırlıklarını ta­
mamlayan il. Bayezid Han, 1 Haziran 1 499'da İstanbul'dan Edirne'ye
doğru harekete geçti. 1 O Haziran'da geldiği Edirne'de on gün kaldı.
Daha sonra Filibe, Samakov ve Demirkapı'yı geçip Vardar Ovası'na
kondu. Burada iken Rumeli ve Anadolu kuvvetleri orduya katıl dılar.
Rumeli Beylerbeyi Mustafa Paşa İnebahtı'nın zaptına memur edildi.
İnebahtı (Lepanto) , Korint Körfezi'nin en mühim limanların­
dandı. Kalesi, koni şeklinde bir yokuşun üzerine inşa olunmu ştu.
Birbiri üzerinde gelmek üzere üç hisar görünümünde müstahkem
bir kaleydi.
Rumeli birlikleriyle süratle İnebahtı önüne gelen Mustafa Paşa,
kale komutanından teslim olmasını istedi ise de red cevabı aldı.
İnebahtı'nın kara tarafındaki surları son derece kuvvetli ve muh­
kemdi. Deniz tarafından da kuşatılmadıkça alınması imkansız gi­
biydi. Kale komutanı ise Venedik donanmasının Osmanlı gemilerini
buraya sokmayacağına emin olduğundan gayet rahat hareket etmiş
ve savunmaya geçmişti.
Öte yandan Davud Paşa komutasındaki Osmanlı donanması,
Çanakkale Boğazı'ndan çıktıktan sonra karşı karşıya kaldığı, ters
rüzgarlar ve şiddetli fırtınalar yüzünden yolda çok zaman kaybetmiş
ve altı gemisini de yitirmişti. Bunlardan iki tanesi top gemisi idi.
Donanmanın Modan yakınlarında bir limanda günlerce oyalanması
Venediklilerin işine yaradı. Başlangıçta Osmanlıların Rodos üzerine
yürüyeceğini düşünerek ağırdan almışlardı. Ancak Osmanlıların
hedefinin Mora şehirleri ve öncelikle İnebahtı olduğunu anlayınca
Antonio Grimani komutasında, yüz elli parçalık bir donanma ile
İnebahtı Limanı'nı kapattılar.
İçlerinde hiç ufak yok h ep iri
Bahr içinde dağa b en zer h er biri7°
I I . Bayezid Han
77
B U RA K RE İ S ' İN Ş E H A D E T İ
Bu sırada Navarin Limanı ile Brodano Adası arasındaki kanala
giren Osmanlı donanması da düşman donanması tarafından yo­
lunun kesildiğini görmüştü.
Amiral Grimani, Osmanlı donanmasının bu yeni gücü karşısın­
da çekimser bir tavır almıştı. Fakat bu sırada tecrübeli bir amiral
olan A ndreas Loredano, Korfu'dan iyi techiz olunmuş on beş gemi
ile gele rek donanmaya iltihak etti. Böylece daha da güçlenen Gri­
nıani h arp nizamı aldı. Rüzgar da Venedik donanmasına müsait
esmekteydi.
Venedik donanmasının öncü kuvvetlerini komuta eden Alban
Armenio, bilhassa Kemal Reis' in gemisini gözlemekteydi. Bu sırada
Os manlı donanmasından büyük bir geminin asıl kuvvetlerden ayrı
düştüğünü gördü.
Burak Reis' in idaresindeki bu gemide Yenişehir Hakimi Kemal
Bey de bulunuyordu. Büyüklüğünden muhtemelen Kemal Reis'in
gem isi zannederek derhal üzerine doğru yürüdü. Arkasından Lore­
dano, Kemal Reis'in işini bitirmek üzere ona imdada koştu. Kemal
Reis'ten üst üste darbeler yediklerinden, Venedikliler ona karşı özel
bir kin besliyorlardı.
Kemal Reis' in bulunduğunu zannettikleri Burak Reis' in gemisi
üzerine bir anda yirmi kadar düşman gemisi rüzgarında müsait
esmesiyle saldırıya geçmişti. Her birinde biner kişi bulunan iki
büyük karaka ile yine her birisinde beş yüzer kişi bulunan diğer iki
karaka Burak Reis'in gemisini ortaya aldılar. Loredano ile Alban
Armenio hemen hemen aynı zamanda çengelli kancalarını Türk
gemisinin üzerine attılar ve ellerinde kılıç, geminin güvertesine
atıldılar. Burak Reis seri top atışlarıyla mavna ve barçayı batırmış
ancak göğelerin gemisine çengellenmesine mani olamamıştı. Şimdi
korkunç bir savaş başlamış ve iki tarafta pek çok insan kaybetmişti.
Bu arada iki büyük Venedik karakası da Herek Reis' in gemisine
rampa etmek istedi ise de muvaffak olamayıp açılmaya mecbur
78
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
kaldılar. Ardından Herek Reis'in gemisinden atılan seri top atışl arı
ile batırıldılar.
Kemal Reis ise Venedik donanmasının yoğun top atışı karşısında
sahile doğru çekilmişti. Sahilde düşman süvarisinin müdahelesi ile
karşılaşan Kemal Reis top atışları ile bunları dağıttı.
Dağa b en zer top taşın attılar
Yeri sarsıp gökleri o ynattılar71
Mücadelenin en kanlı safhası ise Burak Reis cenahında cereyan
ediyordu. Çengelle birbirine bağlı olan gemiler rüzgarın da tesiri ile
Venedik donanmasının içine doğru sürüklenmeye başlamışlardı.
Kalabalık düşmana karşı yiğitçe karşı koyan Burak Reis kuvvetle­
rinin gittikçe azaldığını ve kurtulma ümitlerinin azalıp gemisinin
düşman eline geçeceğini anlayınca son çareye başvurdu.
Neft ile düşman gemilerini tutuşturdu ancak büyük gayretle­
re rağmen gemisini çengellerden kurtarmaya muvaffak olamadı.
Neticede Burak Reis'in gemisi de tutuşarak üç gemi bir alev topu­
na dönüştü. Her iki tarafın gemicileri can kaygısıyla ateş ve su ile
mücadele ederek hayatlarını kurtarmaya çalıştılar.
Türk tarafından beş yüz kişi şehit düşmüştü. Büyük Türk deniz­
cisi Burak Reis' in yanı sıra Kara Hasan Reis ve Yenişehir Sancakbeyi
Kemal Bey de şehitler arasındaydı.72
Açıkta bulunan Osmanlı gemileri süratle ilerleyerek Burak
Reis'in gemisinden denize düşen gazileri kayıklarla toplayıp yedi
yüz kişiyi kurtardılar.
Düşman gemilerinden ise neredeyse kurtulan olmamıştı. Bun­
lardan büyük kısmı yanarak ölürken bir kısmı da boğuldu. Sular
üstünde çırpınan altı yüzden fazla kişi de leventlerce öldürüldü.
Venedik kaptanlarından Loredano ile Armenio da gemileriyle bir­
likte yanmışlardı (28 Temmuz 1 499) .
Düşman gemilerine ve denize düşen adamlarına yardıma gelen
bir kalyon da gaziler tarafından ele geçirildi. İçindekiler esir alındı.
II. Bayezid Han
79
Türk denizcileri muharebenin cereyan ettiği Brodano Adası'na,
Burak Reis Adası adını vererek bu büyük Türk denizcisine vefalarını
göste rdil er.
Bi r iş göremeyeceğini anlayan Antonio Grimani, İnebahtı yo­
lunu Türk donanmasına bırakarak Korfu'ya çekildi. Burada iken
Fr ansı zl arın Rodos Şövalyelerine yardımcı olarak gönderdikleri
yir m i iki Fransız ve iki Rodos gemisi kendisine katıldı. Böylece
tekrar güven kazanarak harekete geçti ve İnebahtı Körfezi ağzına
yakın gele rek Türk donanmasını beklemeye başladı.
İ N E BA H T l 'N l N ZA PT I
öte yandan Lepanto civarındaki Çatalca Ovası'nda bulunan
il. Bayezid, olayı öğrenir öğrenmez iki bin yeniçeri ile takviye et tiği Anadolu sipahilerini Hersekzade Ahmed Paşa kumandasında
Mora'ya gönderdi.
Ahmed Paşa yirmi bin kişilik kuvvetini Hulumiç Hisarı önünde
donanmaya bindirdi. Lepanto yönüne hareketlenen Osmanlı donan­
masının önünü kesmek isteyen Venedik ve müttefik gemileri birkaç
kez saldırı gerçekleştirdiler ise de hiçbir netice elde edemediler.
Nihayet İnebahtı Körfezi'nde aldıkları tertibatla, donanmanın
geçişine mani olmak tasavvurunda idiler. Ancak karanlık bir gecede
Türk donanması bütün ışıklarını söndürerek İnebahtı Limanı'na
girdi (25 Ağustos) .
Şafakta büyük şaşkınlık yaşayan müttefik donanması için yapacak
bir şey kalmamıştı. Fransızlar Türklerin elinde bulunan Kefalonya
Adası'na hücum etmek üzere donanmadan ayrılırken Venedikliler
de İnebahtı'yı bahtına terk ederek Zanta'ya yelken açtılar.
Diğer taraftan Rumeli Beylerbeyi Mustafa Paşa, İnebahtı Ka­
lesi Komutanı Zuana Mori'nin teslim teklifini reddetmesi üzerine
kuşatmayı başlatmıştı. Çok geçmeden Anadolu Beylerbeyi Sinan
Paşa da gelerek kuşatmaya iştirak etmişti. Sultan Bayezid ise yaz
mevsiminde İnebahtı'nın sıcaklığı pek fazla ve bunaltıcı olduğundan
Otağ-ı Hümayunu'nu bu yöreye yakın bir yaylakta kurdurmuştu.
Venedik donanmasının denizden kendisine destek olacağını dü-
80
Kayı III: Haremeyn Hiz metinde
şünen Mori ise ısrarla müdafaaya devam ediyordu. Hatta kaled eki
komutanlardan Andre, iki bin kişilik bir kuvvetle Türklere ani bir
baskın yapmış ancak bir netice elde edemeyerek geri dönmüştü .
İnebahtı muhafızları 26 Ağustos sabahı uzaktan savaş gemilerin i
görünce adeta sevinçten bayram yapmaya başlamışlardı. Fakat çok
geçmeden bunların Türklere ait olduklarını anladıklarında müthiş
bir ümitsizliğe düştüler.
Zuana Mori hiç vakit kaybetmedi. Derhal Mustafa Paşaya baş­
vurarak aman diledi ve kalenin anahtarlarını teslim etti.73
Türkler b öylece ellerine geçen İnebahtı'da hiçbir tahribat ve
yağma yapmadıkları gibi halkı da yerlerinde bıraktılar. Savaş için
buraya gelmiş bulunan gönüllü askerlerin gitmelerine müsaade
ettiler. Kalenin içerisinde p ek çok Müslüman esir bulunmuştu.
Kalenin fethine "Hazal-beledü'l-emin" diyerak tarih düşüldü.
Verildi aman çü İn ebaht'a
Ehlin e olun emin dediler
Alındı hisar vefethin e tarih
'Haza 'l-Beledü 'l-Emfn ' dediler74 *
Anlaşma gereğince Osmanlılar, müdafilerin silahlarını terk ede­
rek çekip gitmelerine müsaade etmişlerdi. Ancak 3 0 Ağustos'ta
Türkler Cuma namazı için camide bulundukları sırada iç kaledeki
bir kısım müdafiler ile halktan bazısı ayaklanarak saldırıya geçtiler.
Pek çok Müslüman öldürüldü. Ancak cami dışındaki bir bölük Os­
manlı askerinin zamanında müdahalesi ile ayaklanma bastırılırken
bu harekete katılanlar şiddetle cezalandırıldılar.
Sultan Bayezid İnebahtı'nın fethinde bulunanlara terakkiler da­
ğıttıktan sonra körfezin boğaza hakim Rion ve Antirion denilen iki
burnunda karşılıklı birer kale yapımını emrederek Edirne'ye döndü.
İnebahtı'ya aman, bağışlanma verildi ve halkına, "emniyette olunuz" denildi.
Nitekim hisar alındığında fethine "Hazal-beledü'l-emin'' (İşte bu emin beldedir)
sözünü tarih olarak düşürdüler. "Hazal-beledü'l-emin'' cümlesindeki harflerin
ebced hesabıyla toplamı İnebahtı'nın Hicri fetih yılını (h. 905) göstermektedir.
I I . Bayezid Han
81
Kalele rden biri Rumeli beylerbeyi diğeri ise Anadolu beylerbeyi
tarafı ndan yaptı rılacaktı.
25 Eylül'de başlayan kalelerin inşası hummalı bir faaliyetin so­
nucunda 18 Ekim'de tamamlandı. Her birine yirmişer top konuldu.
Yete ri ka dar azab ve yeniçeri kuvveti yerleştirildi. Osmanlılar böy­
lece Ve nediklilerin bu en mühim ticaret limanına sahip olmakla
kalm ıyor, onu denizden gelebilecek tehlikeye karşıda garanti altına
almış b ulunuyordu. Artık bu hisarlardan izin almadan İnebahtı'ya
ulaşmak mümkün değildi.
Diğer taraftan fetih öncesi fırtınaya tutularak büyük hasar gören
Türk donanmasının, akabinde giriştiği deniz savaşlarında Venedik
donanmasını sarsması ve hatta galip gelmesi Akdeniz hakimiyetinin,
artık Türk denizcilerinin eline geçeceğinin açık bir işareti olmuştu.
Öte yandan il. Bayezid Han seferin hemen başlangıcında, İs­
kender Paşa'yı Bosna'yı korumak ve Kuzey Venedik arazisine akın
yapmakla görevlendirmişti. İskender Paşa bir süre Bosna'da bekle­
dikten sonra İnebahtı'nın ele geçirilmesini müteakip 1 499 Eylül'ün
de on bin atlı ve beş bin yaya ile akına girişti. Aksu'dan (Taglimento)
geçerek İsonzo Nehri kenarına kadar ilerledi ve Udine Sahrası'nda
ordugahını kurduktan sonra Feriul ile Karintiya arasındaki yolu
kesti. Burada üç gruba ayrılan akıncılar İsonza Nehri'ni de aşarak
Venedik şehri yakınlarına kadar zengin ovayı alt üst ettiler. Yüz otuz
şehir ve kasaba yağmalanarak sekiz bin esir alındı.
Dönüşte şiddetli yağmurlardan nehirler kabarmış ve zengin ga­
nimetlerle hareket eden akıncılar zorluklarla karşılaşmışlardı. Buna
rağmen büyük bir yılgınlık içerisine düşen Venedikliler saldırmaya
cesaret edemediler.
İnebahtı gibi önemli bir liman kentini kaybeden Venedikliler,
hem donanmalarının zaafıyeti hem de uzun harp masraflarını kar­
şılayamayacakları için Osmanlılarla anlaşmak istediler. Lui Maventi
adındaki bir elçi ile Osmanlı Devleti'ne başvurdular.
Venedik elçisi evvelce sulha aykırı bir harekette bulunmadıkla­
rından bahisle, esir tutulan tüccarlarının serbest bırakılmasını ve
82
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
İnebahtı'nın iadesini isteyecekti. Şayet bu teklifler kabul görmezse
sulhun yenilenebilmesi için bu şartlardan vazgeçme yetkisini de
almıştı. Fakat Sultan Bayezid:
"Eğer benimle sulh yapmak istiyorsanız Morada elinizde bulu­
nan Modon, Koron ve Nauplia şehirlerini de teslim ederek her sen e
muayyen bir vergi göndermelisiniz" cevabını verdi.
Elçi, İnebahtı'nın fethini kabul edebileceklerini, daha fazlasın a
yetkisi olmadığını bildirince görüşmeler sonuçsuz kaldı.
MO D O N 'U N F ET H İ
II. Bayezid Han'ın elçiden Modon'u da istemesi Venediklileri
endişelendirmişti. Osmanlıların fütuhat arzularına hedef teşkil
ettiğini gördükleri Modon'u müdafaa etmek üzere 1 499 yılı sonu­
na doğru Amiral Antonio Grimani'yi Mora sularına göndererek
hazırlıklara giriştiler.
Venedik bundan sonra müttefik arayışlarına başladı. Macarlar­
dan para teklif etmek suretiyle destek sözü aldı. Papayı büyük bir
Haçlı seferi organize etmek üzere zorlamaya başladılar. Bu ısrarlı
istek karşısında papa bir bildiri yayınlayarak herkesi Venedik'e
yardım etmeye çağırdı. Eflak ve Boğdanlıları Türklere karşı isyan
etmeye zorladı.
II. Bayezid Han ise Modon ve Koron için hazırlıklara hız vermiş­
ti. Preveze Beyi Mustafa Bey'e kırk gemi yaptırarak kaptan Davud
Paşa kuvvetlerine katılmasını emretti. Düşmanın Mora sahillerine
bir çıkarma yapmasını önlemek üzere Hadım Ali Paşayı Morayı
muhafaza etmeye memur etti. Yakub Paşanın da on iki bin yaya ve
yirmi bin süvari ile İnebahtı'ya gitmesi kararlaştırıldı.
Osmanlıların savaşa hazırlandıkları sırada Venedikliler birtakım
teşebbüslere giriştiler. Bir gece, ansızın yaptıkları baskınla Preveze
Beyi Mustafa Bey'in hazırladığı mavnalardan yirmisini yaktılar.75
Ardından Preveze yakınlarındaki Rakya Kalesi'ne saldırdılar. Mus­
tafa Bey kalenin yardımına koştu ise de Venedikliler tarafından işgal
edildiğini gördü. Buna rağmen Venediklilerle savaşa tutuştu. Kardeşi
ve yeğenini şehit vererek yaralı olar ak çekilmek zorunda kaldı.76
I I . Bayezid Han
83
Venedikliler bundan sonra Mora sahillerine bin kişilik bir kuvvet
çıkardı lar. Ancak bölgeye gelmiş bulunan Ali Paşa bu kuvvetleri
b ozguna uğrattığı gibi Nauplia Kalesi'nden tecavüze yeltenenleri
de çekilmeye mecbur bıraktı.
Kış boyunca savaş hazırlıkları ile meşgul olan padişah 7 Nisan
ı so o'de Edirne'd en hareket etti. Dimetoka'ya ulaştığında yeni bir
Vene dik elçisi gelerek haraç vermeyi kabul ettiklerini bildirdi ise
de itib ar olunmadı. Ramazan Bayramı'nı Serez'de geçiren padişah,
ardından Kontari'ye geldi. Burada huzuruna çıkan Hadım Ali Paşa'yı
Modon'u kuşatmak üzere ileri gönderdi. Ardından Anadolu Bey­
lerbeyi Sinan Paşa da kuvvetleriyle yola çıkarıldı.
Sinan Paşa ile Ali Paşa Modon'u kuşattıklarında kaleye Türkler
tarafından gönderilmiş elinde ok tutan yaralı bir adam geldi. Adam
halka, Türklerin Modon'un kayıtsız şartsız teslim edilmesini iste­
diklerini aksi halde tamamının kılıçtan geçirileceğini söylediklerini
belirtti.
Modon Mora'nın güneybatısında Navarin'in az güneyinde Yu­
nanlıların Methoni dedikleri kale ve limandır. Deniz surları yalın
kattır. Surların yüksekliği ve eni yirmişer arşındır. Öyle ki gören
yekpare mermer bir sur zannederdi.
Kara yönünü çeviren üç kat derin hendeği, umumi yürüyüşlere
fırsat vermeyecek bir durumdaydı. Kaledeki topçuları sanatlarında
son derece mahirdiler. Bir mil uzaklıktan tam vuruş yapıyorlar
ve aldıkları nişanlara olduğu gibi konduruyorlardı. Aynca mu­
hafızların başında o civarda büyük bir şöhret yapmış olan Marco
Gabriel adında cesur bir kumandan vardı. Kaleyi ücretli askerler ile
de kuvvetlendirdiği gibi halkı da müdafaaya hazır hale getirmişti.
Teslim teklifinin reddedilmesi üzerine savaş başladı. Padişahın
Modon önüne gelmesi ile daha ciddi hareketlere girişildi. D ört
gün süren şiddetli savaşlar sonunda dış hisar zaptedildi. Toplar
donanmada olduğu için surlar dövülemiyordu.
Nihayet Temmuz'un 1 ?'sinde Türk donanması göründü ve açıkta
demirledi. Bir gün sonra donanmadan ayrılan yedi gemi sahile
84
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
yanaşarak karaya asker ve top çıkardı. Bu suretle hem karadan
hem de denizden kuşatılmış olan kale 20 Temmuz'da on iki yerd en
top atışına tutuldu. Bu şiddetli ateş sonunda kaledekiler ağır kayıp
vermelerine rağmen mukavemete devam ettiler.
Bu sırada Zanta'dan beri Osmanlı donanmasını takip eden ancak
rüzgarsızlık sebebi ile teşebbüse geçemeyen Venedik donanması
tekrar göründü. 24 Temmuz günü yelkenlerini açıp İslam gemileri
üzerine dehşet vermek üzere harekette geçtiler. Karşılıklı yoğun top
atışları sonucunda deniz yüzü al renge boyandı.
Büyük bir Venedik gemisi Dulkadıroğlu Şadi Bey'in kadırga­
sı ile Aydın ili Beyi Mustafa Bey'in kadırgaları tarafından ortaya
alındı. Davud Paşa da Venedik amiral gemisine rampa etti. Fakat
başka bir Venedik kadırgası da işe karışınca Davud Paşa tehlikeli
bir duruma düştü. Bu durum üzerine Piri Reis süratle harekete ge­
çerek kıç taraftan hücuma katıldı ve Davud Paşa'yı düştüğü tehlikeli
durumdan kurtardı.
Gemiler birbirine rampa ediyor, çekiliyor, vuruşma kanlı bir
tarzda cereyan ediyordu. Şiddetli mücadeleyi daha yakından takip
etmek üzere Sultan Bayezid Han da sahile inmişti. Padişah bir ta­
raftan kanlı cengi seyrederken bir taraftan leventleri:
"Hey canlarım! İşte ol gün bu gündür! " diyerek gayrete getirici
sözler sarf etmekteydi.77
Padişahlarını da yakınlarında gören yiğitlik denizinin dilaverleri
ve savaş ummanının yüzücüleri büyük Venedik gemilerinden birini
batırıp ikisini de yedeklerine çekince düşman donanması selameti
çekilmekte buldu.
Haçlı donanmasının kaçışı ve esir alınanların kale önünde öl­
dürülmeleri Modon müdafileri üzerinde etkili olmuş maneviyatla­
rını sarsmıştı. Ancak komutanlarının teşci edici sözleri ile surların
sağlamlığı ve hendeklerin derinliğine güvenerek müdafaaya devam
kararı aldılar.
Türk bombardımanı gittikçe şiddetlendi. Kaledekilerin havan
toplarının ateşinden evlerinde oturmaya imkanları kalmamıştı.
I I . Bayezid Han
85
D iğer taraftan kaleye yürüyüş yapılabilmesi için hendekler hummalı
bir faaliyetle doldurulmaya çalışılıyordu.
Hendeklerin doldurulmak üzere olduğu ve umumi bir hücuma
hazırlanıldığı bir sırada Haçlı donanması yine göründü. Yeni Ve­
nedik Amirali Trevizani saldırır gibi yaparak Türk donanmasını
kendi tarafına celbettikten sonra içi her türlü yardım malzemesi,
mühimmat ve zahire yüklü dört büyük kadırgayı Modon'a sevk etti.
Dört kadırga rüzgarın da yardımı ile pupa yelken Osmanlı do­
nanmasının ortasından geçerek limana girmeye muvaffak oldu.
Ancak liman girişi kuvvetli bir zincir ile kapatılmış bulunuyordu.
Bunun üzerine muhafız askerlerin çoğu istihkamlarını terk ederek
kadırgaların limana girişini sağlamak ve yüklerini boşaltmak üzere
zinciri kırmaya geldiler.
Kaledekiler, halk ve muhafızlar büyük bir sevinç içerisinde ve
hummalı bir faaliyetle kadırgalardaki top, tüfek, sair mühimmat ve
zahireyi hisara çıkardılar.
Frenklerin ustaca bir manevra ile oynadıkları oyun ve kazandık­
ları başarı il. Bayezid Han'ı fena halde sinirlendirmişti. Bir taraftan
suçluları cezalandırırken diğer taraftan yeni gelen malzemenin
kullanılmasına meydan vermemek üzere liman tarafından şiddetli
bir hücum başlattı.
Bu kritik durum karşısında kalenin kara kısmı muhafızları yer­
lerini terk ederek deniz tarafındakilere yardıma koştular.
Henüz kale duvarları istenilen ölçüde yıkılmamış hendekler de
tamamen doldurulmamıştı. Ancak muhafızların büyük kısmının
liman tarafına gidişleri bu taraftaki Türklere aradıkları fırsatı ver­
mişti. Hiç vakit kaybetmeden süratle hücuma geçtiler.
Burçlardaki muhafızların şiddetle karşı koymalarına rağmen
ilk önce birkaç yiğit Türk neferi surlara çıkmaya muvaffak oldu.
Derhal bellerindeki ipleri aşağı sarkıtarak tırmananların işini ko­
laylaştırdılar. Gazilerin bir kısmı da merdivenlerle çıkmaktaydılar.
Türklerin kaleye çıktıklarını ve burada amansız bir çarpışmanın
86
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
başladığını gören limandaki muhafızlar süratle geriye döndüler ve
Türklere saldırdılar.
B öylece kale içinde müthiş bir çarpışma başladı ve ikindi vak­
tinden güneş batıncaya kadar devam etti. Karanlık basınca evlerine
çekilen Modonlular pencerelerden fırlattıkları neftle Türklere büyük
kayıplar verdirdiler ve şehri ateşe verdiler.
Bu şiddetli mukavemete rağmen kale yatsıya yakın bir vakitte
zaptolunmuş bulunuyordu. Türkler de kendilerine karşı koyanlara
merhamet göstermemişlerdi. 7 8
Padişah neredeyse harabe haline gelmiş bulunan şehrin kilisesi
St. Jean'ı camiye çevirdi. Fethin beşinci günü ilk Cuma namazını
burada kılarak adına hutbe okuttu.
Umumiyetle Modon fatihi olarak kabul edilen il. Bayezid Han,
şehrin surlarını yeniden tamir ettirdi. Moranın her köyünden beş
aileyi ve Anadolu'dan pek çok Türk hanesini buraya iskan ederek
tekrar şenlendirdi. Şehrin gelirini de Mekke'ye vakfetti. 79
Modon'un fethi üzerine Navarin ile Koron Veziriazam Hadım Ali
Paşa ile Kaptan-ı Derya Davud Paşaya teslim oldular. 20 Ağustos
l SOO'd e Koron'a girip camiye çevirdiği büyük kilisede namaz kılan
Bayezid Han, Modon'da olduğu gibi buraya da bin azab ve bin beş
yüz yeniçeriden mürekkep bir muhafız kuvveti bırakmıştır.
Bütün bu kalelerin fethi üzerine Mora ile alakaları tamamen ke­
silen Venedikliler ertesi sene Fransa donanması ile iş birliği yaparak
Akdeniz'deki Türk adalarını bu arada Midilli'yi muhasara ettilerse
de Hersekzade Ahmed Paşanın yardımını temin eden Saruhan
Valisi Korkud Çelebi'nin müdahalesi üzerine muvaffak olamadı­
lar. 14 Aralık 1 502'de akdedilen bir muahede ile de Osmanlıların
Moradaki fetihlerini tanımak zorunda kaldılar.
E N D Ü LÜS ' E ACi I T
7 1 1 (h. 92) yılından itibaren Kuzey Afrika'yı baştan başa kat
eden İslam mücahidleri İspanyaya girdikten sonra da perişan bir
haldeki İber Yarımadası'nı medeniyet eserleriyle süslemişler ve bin-
I I . Bayezid Han
87
}erce kültürel ve sosyal müesseseler vücuda getirmişlerdi. Kurtuba,
İşbiliye (Sevil), Mürsiye, Belensiye (Valensiya) , Tuleytula (Toledo)
ve G ırnata bu mamur beldelerin en önde gelenlerindendi. Pek çok
mütefekkir yetiştiren Endülüs Müslümanları Avrupa'nın medeniyet
hamlesini gerçekleştirmesinde birinci derecede etkili olmuştu.
Endülüs Emevilerinden sonra ( 1 03 1 ) Endülüs yani İspanyada
dört asırdan fazla bir müddet zarfında 'Tavaif-i Müluk' denilen pek
çok İslam devleti ortaya çıktı. Bunların birbirleriyle mücadeleleri,
Gaskonya Körfezi kenarına sığınmış olan Hıristiyanların yavaş yavaş
Müslümanların zararına olarak genişlemelerine sebep olmuştu.
Bir müddet Kuzey Afrika'daki Murabitin ardından Muvahhidin
devletlerinin koruması ile hayat bulan Endülüs, bu devletin de
yıkılmasından sonra acı dolu günlere yelken açmaya hazırdı.
Zira Hıristiyanların yavaş yavaş ilerlemelerinden, önce Aragon,
Navar ve Leon krallıkları meydana çıktı. Daha sonra bunlara Kas­
tilya ve Portekiz krallıkları eklendi. Bunlar Beni Ahmer Devleti'nin
toprakları hariç olarak XIV. asrın son yarısında bütün yarımadayı
işgal etmişlerdi.
XV. asrın ikinci yarısında ise Kastilya ve Aragon krallıkları,
Katolik Ferdinand ile İzabella'nın izdivaçları sebebiyle birleşmiş
ve böylelikle güçlü bir devlet vücuda gelmişti. 8 0
1 48 7 yılına gelinirken Malaga tehdit altına girmiş ve başkent
Gırnata için tehlike çanları çalmaya başlamıştı.
Bu vaziyet karşısında son B eni Ahmer Sultanı Ebu Abdullah
es-Sagir Kuzey Afrika'daki Müslüman hanedanlara ve Memlüklere
müracaat ettiği gibi bir elçisini de İstanbul'a göndermişti ( 1 486-87).
Elçi içinde bulundukları acı durumu anlatmak maksadıyla
Endülüslü meşhur şair Ebu'l-Beka Salih bin Şerif er-Rundi'nin
(öl. 1 28 5 ) XIII. yüzyılda Kurtuba, İşbiliye ve Belensiye gibi birbiri
ardınca kaybedilen Müslüman şehirler için söylediği bir ağıtı da
beraberinde getirmişti.
Etkili ve dokunaklı ifadelerle dolu olan ağıt, önce zamanın acı­
masızlığı ve her şeyin fani olduğunu anlatan beyitlerle başlıyordu.
88
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
Sonra belli b aşlı Müslüman şehirlerin işgali ve oralarda yapılan
zulümleri konu ediniyordu. Camilerin kiliseye çevrilmesi, böylece
ezan seslerinin yerini çan seslerinin alması, çocukların anaların dan
zorla ayrılması, genç kadın ve kızların esir pazarlarında satılm ası
şeklinde yaşanılan felaketler dile getiriliyordu. Sonunda ise Müs­
lümanların uyanarak Endülüs halkının imdadına koşmaları şu
ifadelerle isteniyordu:
Ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde
Günü birlik işlere, dedikodulara batmış kişi!
Sen uyu bakalım ama zaman için
Ne dem ek dinlenm ek ne dem ek uyku!
Ey göğsünü gererek b enim ülkem,
Saltanatım diyen, kurum undan geçilm eyenler
Ve h ele siz deniz aşırı ülkelerde bin nim et içinde
Saltanat içinde m uhteş em bir hayat sürenler
Endülüsten, Endülüs 'ün zavallı halkından var mı haberiniz?
Her yer onların felaketlerini duydu sizin kulağınız sağır,
Gözünüz kör, kalpleriniz m efluç m u?
Ölen asker, esir kadın ufuklara bakıp bizden
İmdat umm uş b eklemişti, son ana dek.
Hiç düşündünüz mü b un u?81
Mektubun geldiği günlerde Osmanlı Devleti'ni meşgul eden
pek çok mesele vardı.
Öncelikle Memlüklü Devleti ile vuku bulan çatışmalar aleyhte
cereyan ediyordu. Cem'in Avrupa'daki varlığı Avrupalı devletlere
baskı yapmasına imkan bırakmıyordu. Nihayet henüz Osmanlı
donanması İspanya'ya doğrudan doğruya müdahele edebilecek bir
güce sahip görünmüyordu.
B eni Ahmer Devleti, Osmanlılara b aşvurduğu gibi Memlük
Devleti'ne de müracaat etmişti. Ancak kuvvetli donanmaları olma­
ması dolayısıyla İslam dünyasının merkezi kabul edilen Memlükler
de hiçbir yardımda bulunamadılar.
I I . Bayezid Han
89
Memlük hükümdarı, Endülüs Müslümanlarına yapılan zulümleri
önleyebil mek için papaya ve Katolik Ferdinand'a tehdit mektupları
gönd erdi . Eğer İspanyollar Gırnata Müslümanlarından el çekmezler­
se bütün Filistin Hıristiyanlarını Kamame Kilisesi'nde kestireceğini
ve Hıristiyanlara Suriye ve Kudüs kapılarını kapayacağını söyledi
is e de tesiri olmadı.
Nihayet Ocak 1 492'de Beni Ahmer Devleti halka fena muame­
lede bulu nulmaması ve cemaat hakları tanınması şartıyla teslim
oldu. Böylece sekiz asırlık İslam hakimiyetinin Endülüs'd eki en
son kal esi de düşmüş oldu. Ancak Hıristiyanlar için Müslümanlara
verilen sözlerin hiçbir değerinin olmadığı bir kez daha görülecekti.
Hıristiyanlık, Endülüs'ün bu son parçasına da vahşet ve barbarlık
afeti olarak girdi. Sanat harikası camiler, mabedler ve saraylar tahrip
edildi . Beş yüz bin el yazması eser Ferdinand tarafından meydanda
yakıldı. Müslüman halka fena muameleleri de her geçen gün artarak
devam etti.
Hıristiyanlığı kabul etmeyenler akıl almaz işkencelere maruz
kalıyorlardı. Müslümanların yanı sıra asırlardır İslam idaresi altında
rahat yaşayan Yahudiler de bu kıyımdan nasibini almaktaydılar.
İspanyollar yarımadayı terk etmek isteyenlere müsaade de et­
miyorlardı. Çünkü Müslümanlar sanatkar ve iş sahibi idiler. Fen,
ilim, sanat ve ziraat erbabının çoğu Müslümanlardı. Bunlar giderse
memleket bu işlerden mahrum kalacaktı.
Fırsatını bulanlar ise kafile kafile Afrika sahillerine kendilerini
atmaya çalışıyorlardı. 82
D E N İ ZC İ L İ G İ N G E L İ Ş M ES İ VE KEMA L RE İS
İşte Endülüs'teki bu gelişmeler uzun süren ve gittikçe daha teh­
likeli bir hale girmekte olan Osmanlı-Memlük harplerinin son
bulmasında etkili olmuştu. II. Bayezid Han da Memlük Sultanı
Kayıtbay gibi hem papaya hem de II. Ferdinand'a birer mektup
göndererek Endülüs Müslümanlarının sıkıştırılmamasını rica etti,
fakat bir sonuç alamadı.
90
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Cem'in Avrupa'da oluşu bir yana, Bayezid Han belki de ilk ke z
güçlü bir donanmaya sahip olamamanın acısını bu denli kuvve tli
hissetmiş olmalıdır.
Osmanlı donanması Fatih Sultan Mehmed devrinde büyük b ir
gelişme göstermiş ve adetçe Akdeniz'de en kuvvetli donanması olan
Venedik Cumhuriyeti'ni geride bırakmıştı. Fakat henüz onlar kad ar
üstün denizcilere sahip değildi.
Bu itibarla il. Bayezid hem donanmanın kuvvetlendirilmesi hem
de kudretli deniz komutanları yetiştirmek üzere faaliyetlere girişti.
Bu itibarla Venedik gemileri tarzında çekdiri, kalyon ve göğeler
(çekdiri ile kalyon arasında iki katlı gemi) yaptırmaya başladı.
Ardından Kemal Reis denilen meşhur Türk korsanını devlet
hizmetine kazandırdı. Kemal Reis XV. yüzyıl sonlarında Akdeniz' in
en mahir Türk korsanı idi.
Kemalpaşazade kendisinden bahsederken: "il. Bayezid Han'ın
zaman-ı saltanatında gemi reislerinden Kemal isminde bir gemici
ortaya çıkmıştı. Yiğitlik ve kahramanlığı alemi tutmuş, adı her
tarafta duyulmuştu. Mağrip diyarında kafir kadınları oğlancıkları
ağladıkça onunla korkutı.ir, teskin ederlerdi. Derya üzerindeki küffar
onun yüzün gördüğünde korkudan ölür, sözün işittiğinde duvar
gibi takatsiz kalırdı. Ol Gazi Reis, derya meydanının yiğidi sanki
zamanın Rüstem'i idi. Namı destan-misaldi. Daim kılıcı belinde idi.
Gece gündüz işi gaza ve cihattı. Derya yüzünde gemi yürütmezdi.
Bulduğunun işini bitirirdi. Kafirin kırar, içindeki malların alır,
gemisin batırırdı" 8 3 demektedir.
Gerçekten de Kemal Reis emri altındaki gemilerle İspanya ve
Afrika sahillerinde, Septe Boğazı ve B alear adaları çevrelerinde
dolaşmış Hıristiyan korsanlarıyla muvaffakiyetli olarak çarpışmış,
Frenk sahillerini vurmuştur.
Özellikle 1 488 yılında İspanyolların Endülüs'e baskını karşısında
bu devletin hakimiyetinde veya nüfuzunda bulunan Malta, Cerbe,
Sicilya, Sardunya ve Korsika adalarını vurdu. Ardından Aragon
sahillerini harabeye çevirdi. Bütün İspanyol limanlarını bombardı-
I I . Bayezid Han
91
rn an etti. Birçok bölgeye çıkarma yaparak yağmalattı. İspanyolların
Araplardan işgal ettiği ve Müslümanlara büyük eziyetler yaptıkları
Mal agaya çıkarma yaptı. Şehri yağma ettikten sonra ateşe vererek
çekildi. Kemal Reis'in bu seferi İspanyada müthiş bir korku salmış
bulu nuyordu.
İşte Asya ve Avrupa kıtalarında geniş sahillere malik olan Os­
man lı D evleti karşısına çıkan Venedik ve müttefikleriyle boy ölçü­
şebilmek için tecrübeli gemicilere muhtaçtı. Bunu temin için Sultan
n. Bayezid çok isabetli bir görüşle Akdeniz'deki Türk korsanlarından
istifadeyi düşündü ve meşhur Türk denizcisi Kemal Reis'i devlet
hizmetine davet etti. 84
Kemal Reis bu davete gönülden icabet etti. Onun devlet hizmetine girişini Piri Reis, Kitab-ı Bahriye'sinde şöyle anlatmaktadır:
Ki bir gün lutf idüben Bayezid Han
Bize gönderdi geldi emr ü ferman
Buyurm uş kim Kemal gelsün kap um uz
Deniz hizm etlerin etsin tap um uz
O emrin tarihi b u idi ey can
Dokuz yüzde gelüb en tuttuk evtan85
Kemal Reis gelir gelmez donanmada tadilat ve ıslahat işine gi­
rişti. Uzun menzilli topları harp gemilerine yerleştirdi. Bu suretle
Türk gemileri çok uzak mesafeden düşman gemilerini ve sahillerini
döğmek imkanına kavuşmuştu. Burak Reis, Kara Hasan Reis, Herek
Reis gibi namlı komutanları devlete kazandırdı. Yeğeni büyük ami­
ral coğrafya, kartografya ve matematik alimi Piri Reis'i yetiştirdi. 86
Gırnatanın düşmesinden on yıl sonra, 1 502'de bu defa şehirde
kalmış olan Müslümanlar il. Bayezid'e elçi gönderdiler. Elçi, padi­
şaha Endülüs Müslümanlarının maruz kaldıkları dini baskıları ve
bu baskılar karşısındaki çaresizliklerini anlattı.
Bunun üzerine il. Bayezid Han meşhur denizci Kemal Reis'i bü­
yük bir donanmanın başında olarak Akdeniz'e gönderdi. Kemal Reis
92
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
İspanya kıyılarını vurduktan sonra bir gurup Endülüs Müslümanın ı
kurtararak Kuzey Afrika'ya ve İstanbul'a taşınmalarını sağladı.
Kemal Reis'in Batı Akdeniz'de muzaffer bir şekilde dolaşması
Kuzey Afrika'da asla unutulmayacak derin hatıralar bıraktı. Türk
gücüne kudretine ve adaletine büyük bir hayranlık doğdu. Onun
açtığı bu muazzam yolda ardından Barbaros kardeşler daha muzaf­
fer bir şekilde yürüyecekler ve Akdeniz'i neredeyse bir Türk gölü
haline getireceklerdir.
S A F E V İ T E H L İ KES İ
1 502'd e Akkoyunlu D evleti'ne son vererek Tebriz'de şahlığını
ilan eden ve devletini kuran Şah İsmail İran, Azerbaycan ve Irak'ı
aldıktan sonra cüretini daha da artırmış ve Osmanlı ülkesine göz
dikmişti
Başlangıçta Sünni olan Safevi ailesi arasına Şiilik, Hoca Ali ( 1 3921 429) döneminde girmeye başlamıştı. Bu zatın torunu Şeyh Cüneyd
(öl. 1 460) ise Şiiliği benimseyerek tarikatını tam bir siyasi örgüt
haline getirmişti. Onun torunu İsmail ise şeyhliği şahlığa çevirmiş
ve ardından Asya'da Osmanlıları tehdit edebilecek muazzam bir
güç haline gelmişti.
Bu tehlike Osmanlılar için Timur da dahil olmak üzere ön­
ceki tehlikelere hiç benzemiyordu. Çok daha korkunç neticelere
yol açabilecek bir vaziyetteydi. Zira Anadolu beyliklerinden diğer
Türk devletlerine kadar hepsi Ehl-i Sünnet inanç ve itikadında
olduklarından çatışmaları bir nevi hakimiyet mücadelesi şeklinde
cereyan ediyordu.
Şimdi ise ayrı mezhepten bir güç gelişiyor, Anadolu parçalan­
maya namzet görünüyordu.
Nitekim Şah İsmail bir taraftan devletini genişletmeye çalışırken
diğer taraftan da derviş kılığında ve tarikat mensubu adı altında
pek çok taraftarını Osmanlı topraklarına göndermeye başlamıştı.
Zaten uzunca bir süredir Anadolu'nun batıni halkı ile Erdebil sufıleri
arasında sıkı bir münasebet mevcuttu.
I I . Bayezid Han
93
Şim di şahın daileri (propagandistleri) bu münasebeti daha da
hızland ırıyor ve kendilerini Osmanlı Hükümeti aleyhine büyük bir
isyan a hazırlıyorlardı. Zaten tarikate bağlı bulunan büyük bir kitle
artık Safevi Devleti'nin özlemini duyar hale gelmişlerdi. Bunlar
iran'a 'ne zr' adını verdikleri bir nevi vergi de göndermekte idiler.
İşin vehametini gören il. Bayezid Han, bir taraftan İran'a gitmeyi
ve oradan da Anadolu'ya gelmeyi yasak ederken diğer taraftan da
Teke b ölgesindeki Kızılbaşlardan büyük bir kısmını Modon ve
Koro n'a sürmüştü. Bu yasaklama işi Şah İsmail'in Anadolu'daki
taraftarları ile irtibat kurmasına mani olduğu gibi onu büyük bir
gelirden de mahrum bırakmıştı .
Ayrıca Teke bölgesinde daha güçlü bir idarecinin bulunması
arzu edildiğinden Şehzade Korkud Saruhan valiliğinden alınarak
Antalya'ya gönderildi.
Bütün bu tedbirlere rağmen Anadolu'daki Safevi faaliyetlerinin
ilerlemesi durmadı. Şah İsmail 1 507'de Dulkadıroğulları üzerine
yürümek kasdıyla ilk kez ve haber vermeden Osmanlı topraklarına
girdi. Tokat taraflarına kadar geldi. Bu hal devletçe haber alınır
alınmaz derhal Yahya Paşa kumandasıyla bölgeye kuvvet sevk edildi
ve bu küstahca tecavüzünün sebebi soruldu.
Cevap olarak: "Padişah benim babamdır. Onların memleketin­
de gözüm yoktur. Benim işim Dulkadıroğullarına sığınan Fars ve
Irak hükümdarı Murad Bey iledir" diyerek birtakım özürler ileri
sürdükden sonra Elbistan'a girdi. Geçtiği yerleri yaktı, yıktı. Harput
ve Diyarbekir'i aldıktan sonra geri çekildi.
Şah İsmail'in Diyarbekir üzerinden doğrudan doğruya Alaüd­
devle üzerine gitmeyip O smanlı ülkesine geçmesinin iki sebebi
bulunuyordu. Birincisi, Alaüddevle'nin hazırlanmasına vakit bırak­
mayıp hiç ummadığı bir yerden taarruz etmesi, ikincisi ise Osmanlı
hududuna izinsiz girerek bu devlet içerisindeki alevileri tahrik ile
onlara cesaret vermek istemesi.
Nitekim Şah İsmail her iki maksadına da kavuşmuştu. Dulkadır
topraklarında büyük bir kıyım yaptığı gibi Harput ve Diyarbekir'i
94
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
de almıştı. Osmanlılar ise topraklarından geçilerek yapılan b u s e­
fere seyirci kaldıklarından Anadolulu Kızılbaşlara ve şaha taraftar
olanlara büyük bir güven ve cesaret gelmişti. 8 7
Artık Şah İsmail' in gönderdiği Şii halifeleri hükümetin kayıtsız ­
lığından da faydalanarak arı gibi çalışmaya ve sayılarını arttırm aya
başladılar. Erzincan'd an Antalya'ya kadar bütün memleketi so fular
ve mümessilleri kaplamıştı. Her tarafta Şah İsmail'in Hazret -i Ali
soyundan geldiği ( ! ) vurgusu yapılıyor ve kendisine medhiyeler
düzülüyordu. 88
Nitekim bu seferin üzerinden çok geçmeden Anadolu'nun çeşitli
bölgelerinde isyanlar patlak vermeye başlayacaktır.
D Ü NYA E V İ
il. Bayezid Han Anadolu isyanlarının başladığı sırada Saruhan
sancağına gönderdiği çok sevdiği oğlu Şehzade Sultan Mahmud'un
h. 9 1 3 ( 1 507/08) yılında vefatı ile yıkıldı.
1 475 yılında doğan Şehzade Mahmud önce Kastamonu sanca­
ğına, 1 505 yılında da Korkud'un Antalya'ya tayini üzerine, onun
yerine Saruhan'a vali olarak atanmıştı.
Otuz iki yaşında vefat eden Şehzade, sancağını idarede gösterdiği
dirayet ve halka cömertliği ile ünlenmişti. Bahadırlığı ve yiğitliği
illerde mesel, dillerde destandı.
Rivayet ederler ki Kastamonu sancağına tabi bölgede bir ayı
ortaya çıkmıştı. Yöresindeki köyün, ilin ve boyun ehlini huzursuz
etmişti. Yürüse ayağı altında yer titrer, sadası dağı ve taşı, kuru ve
yaşı tutarmış. Pençesi ile taşı tutsa un, demiri tutsa yün edermiş.
Bir gün yoldan geçmekte olan bir Türk'e saldırıp atını öldürmüş ve
kendisini yaralamıştı. Güçlükle canını kurtaran Türk, 'her kim o
ayıyı öldürürse bin akçe vereceğim' diye ilan ettirmişti. Haber her
tarafta duyulmuştu.
Bu durumu şehzadenin huzurunda naklettiklerinde köylüye bir
haberci gönderdi. Türk'e söyleyin vereceği ne ise versin. Ol söylediği
I I . Bayezid Han
95
yerde ha zır dursun. Ben yarın bir adam göndereyim, düşmanını
öldürsün. O da muradına ersin.
Seh erde Şehzade Mahmud, kimselere haber vermeden tebdil-i
kıyafet atına binip verdiği sözünü yerine getirmek üzere bahsedilen
yere vardığında Türk hazır beklemekteydi. Uzaktan ayının yerini
iş aret etti. Şehzade üzerine vardığı gibi ayı büyük bir hışımla sal­
dırmıştı. Ancak son derece çevik olan şehzade, ayının pençesinden
kurtulduğu gibi topuzunu kafasına indirip sersemletti. Ardından
kılıcıyla paraladı. Şehzadenin buna benzer cüretlerinin sayısız ol­
duğu ifade edilmektedir. 89
İlm e ve ilim adamlarına büyük ilgi gösterir ve himaye ederdi.
B u itib arla sarayı zarif ve arif kimseler ile dolmuştu. Bunlardan
bir tanesi de zevk ehlinin neşesi, şairler meydanının mükemmeli,
manzume yazanların iyi vasıflı kişisi olarak öğülen Necati'dir. O
aynı zamanda şehzadenin nişancısı olarak görev yapıyordu. Ölümü
üzerine, çok sevdiği şehzadeye yedi bendlik bir mersiye ve bir de
tarih yazdı. Bu bendlerin her birinden bazı dizeler şu şekildedir:
Dünya evi m eşakkat ü rene ü ana imiş
Sahn-ı safa dedikleri matem-sera imiş
Devlet anun ki kendini dünyaya verm edi
Dünya diyen e m eyl ü m uhabbet hata imiş
Bir destimal ile siler ahir kefen b ezi
Dem ez ki bu geda imiş bu padişah imiş
Derdile sende b encileyin kanlar ağla kim
Bugün bana is e efendi yarın sana imiş
***
Hun-ı cigerle gözyaşı s eylab olur akar
Yağm ur yerin e derd ü b eladır yağan m eğer
Mihr-i münir h er kişiye mihriban iken
Halk-ı cihanı şimdi göz ile yem ek umar
96
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Merih tiğın elinde tutar Zühre raks eder
Encüm hıyanet ile eder ademe nazar
Yiğitliğinde hayf ki ol taze şehriyar
Toprağa düştü niteki suya düşer şeker
Mümkün müdür ki, Adem ola zahmet olmaya
Dünya yüzünde bundan ulu mihnet olmaya
***
Dokundu sarsar-ı ecel ol gül budağına
Derda vü hasreta vü diriğa hezar ah
Cümle cihana saye selam derdi hey diriğ
Cümle cihan anınçün eder zar zar ah
***
Çıksun bu dert göklere ah u figan gibi
Kudsiler acısın bize halk-ı cihan gibi
Derdile nice yanmayalım bir gün ansızın
Gitti görünmez oldu aramızda can gibi
Bir kimsesini bile alıp gitmedi yazık
Bin kulu var iken şu filan ibn filan gibi
***
Ol yüce asitanı ki, alempenah idi
Ruz-ı felek misaline bir kargah idi
Şehzade sanman anı ki izz ü vakar ile
A tası devletinde ulu padişah idi
Zahirlerinde şevket ü darad ü saltanat
Hatırlarında haşyet ü havf-ı İlah idi
Yoldaşa vü kılavuza etmedi ihtiyaç
Oğullarına koydu ne var ise taht ü tac
***
I I . Bayezid Han
97
Taht ağlasun bu hasret ile efser ağlasun
Ata firakı müşkil olur beyler ağlasun
Varmayı Sermi Valide Sultana bu haber
Çözsün aziz saçlarını yekser ağlasun
Malumdur ki acıdı sultan- ı bahr u ber
Bu firkat ile bahr durulsun ber ağlasun
***
Yarabb terahhum ana ki şah-ı civan ola
Sultan-ı RCtm'a tacver-i Saruhan ola
Yarab muradı idi ki sultan atasına
Hizmetler ede zabit-i mülk-i cihan ola
Şimdi diler ki haşre değin ruh-ı pakinin
Virdi dua-i Hüsrev-i giti-sitan ola 90 *
. . .
Ş A H KU LU İSYA N I
Osmanlı tarihlerinde Şeytankulu denilen Şahkulu Baba Tekeli,
Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar'ın halifelerinden Hasan Halife
adında birinin oğludur. Korkudeli kazasına bağlı Yalımlı köyünden
olan Hasan, iki defa Şeyh Haydar'ın hizmetine giderek halifesi ol­
muş sonra memleketi Tekeili'nde onun fikirlerini yaymaya memur
edilmişti.
Hasan Halife ve oğlu Şahkulu, Antalya taraflarında kendi köyü
civarında bir mağarada ibadetle meşgul olarak büyük bir şöhret
kazanmışlardı. Öyle ki dindarlıkları il. Bayezid Han'a kadar ulaşmış
ve padişah da her yıl kendilerine altı yedi bin akçe göndermeye
başlamıştı. 9 1
*
rene:
zahmet, eziyet; ana: eziyet, meşakkat; sahn-ı safa: safa yurdu; matem-sera:
matem sarayı; destimal: elbezi; geda: dilenci; hun: kan; seylab: sel, sel suyu; mihr-i
münir:
parlak güneş; mihriban: şefkatli, merhametli; tiğ: kılıç; encüm: yıldızlar;
niteki:
nitekim; sarsar-ı ecel: ecel rüzgarı; diriğa: yazık, eyvahlar olsun; hezar: bin,
pek çok; saye: gölge; darad: şan, büyük, gösteriş; haşyet: korku; efser: tac; yekser:
yalnız başına; bahr u her: deniz ve kara; firkat: ayrılık; terahhum: acıma, merhamet
etme; tacver: padişah, hükümdar; giti-sitan: cihangir.
98
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
1 5 1 0 yılına gelindiğinde Şahkulu zeminin müsait olduğunu
görmüştü. Zira şehzadeler arası mücadele tehlikeli bir safhaya gir­
mişti. Batı Anadolu'nun yanı sıra Rumeli'de Serez, Selanik, Yenice-i
Zağra, Filibe, Sofya ve çevre kazalarda bulunan halifeleri de vaktin
müsait olduğunu bildirmekte idiler.
Bu arada Teke bölgesindeki eşkıyalık hareketlerinden rahatsız
olan, ayrıca kardeşleri Ahmed ile Selim'in tahtı elde etmek üzere
çalıştıklarını haber alan Şehzade Korkud, İstanbul'a daha yakın
olabilmek için sancağını terk etti. Şehzadenin 1 5 1 1 Mart'ında bir
gece ani olarak Teke ilini terk etmesini asiler il. Bayezid Han'ın
öldüğüne yordular.
"Memleket boştur. Fırsat bizimdir. Haydin bütün ülkeyi zaptede ­
lim" diyerek Şahkulu'nun liderliğinde isyan hareketlerini başlattılar.
Süratle harekete geçerek öncelikle Şehzade Korkud'un arkasından
gitmekte olan adamlara hücum ettiler. Onlardan bir kısmını öldür­
dükten sonra Korkud'un hazinesine saldırdılar. Antalya Subaşısı
Hasan Bey ile Şehzade Korkud'un defterdarı hazineyi kurtarmaya
koşunca Kapulıkaya'da asilerle arasında çok kanlı bir savaş geçti.
Hasan Bey' in yanındaki kuvvetlerden bir kısmı asiler tarafına ge­
çince Hasan Bey hazinesiyle birlikte Antalya'ya çekilmek zorunda
kaldı. Taraftarları daha da artan isyancılar Antalyayı kuşattılar ise
de zapt etmeye muvaffak olamadılar.
Şahkulu Baba Tekeli hükümet kuvvetlerine karşı kazandığı bu
zaferden sonra açıkça "Ben Şah İsmail bin Haydar'ın halifesiyim.
Devlet ve saltanat bana aittir" derken taraftarları ise onu Mehdi,
Peygamber ve hatta İlah olarak ilan etmeye başladılar.
Bu arada Şahkulu'nun "Helal ve haramın arasında fark yoktur.
Nikah gereksizdir" diyerek ilan ettiği fikirleri sosyal hayatı sarstı. Bu
sözleri duyan taraftarları her uğradığı yeri yakıp yıkmaya, malları
yağma etmeye, Kur'an dahil her bulduğu kitapları ateşe atmaya, ken­
dilerine uymayanları öldürüp ailelerine tecavüz etmeye başladılar.
Taraftarları giderek çoğalan Şahkulu, Elmalı, İstanos, Keçiborlu,
I I . Bayezid Han
99
G ölh isar ve Burdur'u vurdu. Adı geçen kazaların kadılarını ve bir
kıs ım halkını katlederek Kütahya üzerine yürüdüler.92
Şahkulu İsyanı'nı önlemek üzere Anadolu Beylerbeyi Karagöz
Ahm ed Paşa tayin edildi. Karagöz Paşa asileri rahatça tenkil edebi­
lece ğini düşünerek yanına fazla kuvvet almamıştı. Savaşın başında
g alip geldi ise de askerleri de yağmaya başlayınca toparlanan asiler
büyük bir zafer kazandılar. Karagöz Paşa kaçmak isterken yakalandı.
Kütahya önüne gelen Şahkulu, şehre korku salmak için Kara­
göz Paşa'yı öldürttükten sonra kazığa vurdurdu.93 Buna rağmen
Küt ahyayı zapt etmeye muvaffak olamayan Şahkulu, çevreyi yağma
ettikten sonra Alaşehir Ovası'nda Hasan Ağa idaresindeki Şehzade
Korkud kuvvetleri ile karşılaştı.
Çarpışma sırasında Hasan Ağa ölünce kuvvetleri dağıldı. Şeh­
zade güçlükle Manisa Kalesi'ne kapandı. Ardından vuku bulan
hadiseler geniş bir biçimde merkeze rapor edilerek derhal tedbir
alınması istendi.
İsyancıların gururu o kadar kabarmıştı ki Bursa'yı zapt etmeyi
düşündüler. Fakat Sultan Bayezid'in ölmeyip hayatta olduğunu haber
aldıklarından endişeye kapılmışlardı. Bursa ele geçirilemezse kaçış
yollarının tehlikeye düşeceği ve sığınacak bir kaleleri olmadığı için
cesaret edemediler.
Öte yandan Sultan Bayezid, Korkud'un yazdığı rapordan, olay­
lardan teferruatı ile haberdar olmuştu. Zaten hasta olan padişah
yapılan mezalimi işitince daha da fenalaşmıştı. İsyanın bastırıla mamasının suçunu Karagöz Paşa'ya yükleyen Veziriazam Hadım
Ali Paşa'yı şiddetle azarladı. Derhal asilerin hakkından gelinmesini
aksi takdirde sonunun fena olacağını belirtti.
Uzun süredir oğulları arasındaki mücadele artık ihtiyarlamış
bulunan Bayezid Han'ı yıpratmıştı. Şahkulu hadisesi ve Anadolu
halkının perişan hali ise üzüntüsünü kat be kat artırmıştı. Artık
hükümdarlıktan ayrılarak Şehzade Ahmed'i yerine geçirmeye dü­
şün meye başladı.
1 00
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Ancak Şahkulu hadisesi önlenmeden Şehzade Ahmed'in tahta
çıkarılması kolay olmayacaktı. Zira Selim'e taraftar bulunan yeni­
çeriler Ahmed'i kolay kolay kabullenmeyeceklerdi. Hadım Ali Paşa
ise Ahmed'i tahta çıkaracak yolu bulmuştu. Beraberce Şahkulu
kuvvetlerini ezecekler bu sayede yeniçerilerin Ahmed'e bağlılığın ı
temin edeceklerdi.
Veziriazam Hadım Ali Paşa dört bin yeniçeri ve dört bin kapı
halkıyla Gelibolu'dan Anadolu'ya geçti. Şehzade Ahmed ile Kütahya
civarındaki Altuntaş'ta buluştu. Bu sırada bir kez daha Antalyayı
kuşatan asiler, veziriazamın üzerlerine geldiğini duyunca kuşatmayı
kaldırarak Kızılkaya'ya çekilmişlerdi.
Burası onların üssü durumundaydı. Kenarları taşlık birtakım
dar ve derin vadilerle çevrili, aşılması son derece güç ormanlık bir
bölgeydi. Üssün tek açıldığı nokta Karaman cihetiydi. Bu sebeple
Hadım Ali Paşa Şehzade Şehinşah'ın lalası Haydar Paşa'yı iki bin
kişilik bir kuvvetle o tarafa sevk etti. Böylece asilerin tek kaçış yo­
lunu tutmuş bulunuyordu.
Hadım Ali Paşa isyancıları otuz sekiz gün kuşatma altında tuttu.
Muhtemelen kıstırılan asilerin teslim olmasını bekliyordu. Hüküm­
darlığı elde etmekten başka bir şey düşünmeyen Şehzade Ahmed
ise zaten savaşmaktan yana değildi. Kızılbaşlar ise içine düştükleri
çemberden kurtulabilmek için halkanın en zayıf tarafı olarak gör­
dükleri Haydar Paşa üzerine yürüdüler. Ayrıca politik sebeplerle
Karamanlı liderlerin pek çoğu ile iyi ilişkileri vardı.
Nitekim çarpışma sırasında Karamanlıların isteksiz durmaları
neticesinde kolay bir başarı elde ettiler. Haydar Paşa'yı öldüren asiler
Sivas yönüne doğru hareketlendiler.
Şahkulu yorgun atlarını, develerini ve bazı çadırlarını yerinde
bıraktığından dağdan çekilmelerini asıl Osmanlı birliklerinden giz­
lemeyi becermişti. Hadım Ali Paşa, Şahkulu'nun çekilmesinden ve
Haydar Paşa'nın ölümünden ancak iki gün sonra haberdar olabildi.
I I . Bayezid Han
101
Kan başına sıçramıştı. Teşkilatlarında hiç olmadığı bir tarzda
yeniçeri birliklerini atlandırdı. Kendisi ile gelmek isteyen Şehzade
Ahm ed'e :
"Bir avuç devlet düşmanının peşine düşmek sizler için uygun
değildi r. Henüz ben yakın iken yetişip haklarından geleyim. Hem
saltan at işleri size uygun görülmüştür. Akabinde gelip payitahta
revane olalım" dedi. Anlaşılacağı üzere Hadım Ali Paşa, Şehzade
Ahme d'i muhtemel bir tehlikeden korumak için geride bırakmayı
uygun görmüştü. Rumeli, Anadolu ve Karaman süvarilerini yanına
alan veziriazam, süratle Kızılbaşların peşine düştü. On dört günlük
se ri bir takipten sonra Sivas yakınlarında Şahkulu kuvvetlerine
yetişti. Osmanlı kuvvetleri durmadan dinlenmeden yol aldıkları
için yorgun ve bitkin bir halde idiler. Bir müddet dinlenilmesi ve
peşlerinden gelen kuvvetlerin b eklenilmesi yönündeki teklifleri
reddeden Hadım Ali Paşa derhal savaş kararı aldı.
Kızılbaşlar ise develerini hisar gibi çember yapıp aralarına gir­
diler ve gayretle savaşa tutuştular. Karaman sipahileri aralarındaki
sö zleşme gereği bir kez daha savaştan el çekerek geri döndüler. Ali
Paşa cesaret ve maharetle kuvvetlerini toplayıp bozgunu önledi. Bu
esnada Şahkulu bir ok isabetiyle öldü.94 Kızılbaşların bozulduğunu
gören Hadım Ali Paşa süratle ileri yürüyünce tedbirsizliğinin kur­
banı oldu. Etrafını çeviren asiler kendisini okla vurup şehit ettiler
( 2 Temmuz 1 5 1 1 ) .95
Başsız kalan hükümet kuvvetleri bulundukları yerde kaldılar.
Fırsattan istifade eden Şahkulu'nun müritleri ise rahatlıkla İran'a
doğru çekildiler.
Çapulculuğa ve önüne gelenin malını almaya alışmış olan asiler
Erzincan hududunda iken Tebriz'den Anadolu'ya gelmekte olan beş
yüz kişilik bir tüccar kafilesine baskın verdiler. Tacirleri katlederek
mallarını yağmaladılar.
O zaman Irak'ta bulunan Şah İsmail, halkın bunlardan şikayeti
üzerine derhal Tebriz'e döndü. Ticarete önem veren ve tüccarları
1 02
Kayı I I I : Haremeyn Hiz metinde
koruyan Şah İsmail asilerin elebaşlarını öldürtürken diğerlerini de
kışlaklara dağıttı.
Şehzade Ahmed'in Hadım Ali Paşayı takip etmeyişi ve yalnız
bırakması ise onu hem kuvvetli bir hamiden yoksun bırakmış hem
de yeniçerilerin kendisinden tamamen soğumalarına yol açmı ştır.
Veziriazamın şehit edildiğini duyunca büyük bir üzüntü içerisi nde
Amasyaya dönerek tahtı nasıl elde edebileceğini yeni baştan dü­
şünmekten başka çaresi kalmamıştı.
Ş E H ZA D E L E R MÜCAD E L ES İ
il. Bayezid Han'ınyaşının ilerlemesi, rahatsızlığı, önlenemeyen
Safevi isyanları ve devlet işleriyle bizzat ilgilenemeyip vezirlerine
terk etmesi şehzadeleri arasında taht için mücadelenin ortaya çık­
masına yol açmıştı.
Bayezid'in hayatta olan oğullarından Ahmed Amasyada, Kor­
kud önce Saruhan sonra Antalyada, Selim Trabzon'da, Şehinşah da
Karaman'da vali idiler. Şehinşah'ın saltanat kavgalarının en ziyade
kızıştığı 1 5 ll yılında vefatı ile mücadele üç şehzade arasında ce ­
reyan edecektir.
Şehzade Ahmed oğullarının en büyüğü idi. Bayezid'in ona kar­
şı hususi bir teveccühü vardı. Tabiaten yumuşak huylu ve uysal
olan Şehzade Ahmed'i vezirler de tutuyor, yeri ve sırası geldikçe
padişahın yanında kendisini methediyorlardı. Çok cömert ve adil
oluşu, idare ettiği bölgede halkın da kendisine hususi bir teveccüh
göstermesine yol açmıştı.
Babasının yanı sıra devlet adamlarının ve özellikle Veziriazam
Hadım Ali Paşanın da ona taraftar oluşu Şehzade Ahmed'de mu­
hakkak tahta çıkacağı şeklinde bir intiba meydana getirmişti. Her
istediğini babasına yaptırabiliyordu. Nitekim Şehzade Selim oğlu
Süleyman'a Karahisar sancağının verilmesini rica ettiğinde Ahmed,
Lalası Yularkısdı Sinan Paşanın düşmanın göz önünde bulundurul­
ması daha faydalıdır ikazını dinlemeyerek, kendi vilayetine bitişik
olması nedeniyle karşı çıkmıştı. il. Bayezid Han da onun isteğini
kırmayarak Süleyman'ı Bolu'ya tayin etti.
II. Bayezid Han
1 03
An cak Şehzade Ahmed bu defa da Süleyman'ın kendi vilayeti ile
İstanb ul arasına girmesini uygun görmedi. Padişahın bir sözünün
iki olm ası muhal iken bir kez daha isteği uygun bulunmuş ve Sü­
leym an , Kefe'ye gönderilmiştir. Bu hadise onun babası nezdindeki
nüfuz ve tesirini açıkça gösteriyordu.
Dedesi Fatih'in ölümü sırasında on sekiz gün müddetle salta­
nat süren Korkud ise kısa süre içerisinde yeniçerilerin ulufelerini
artırarak gönüllerini kazanmıştı. 1 49 1 yılında Saruhan sancağına
tayin edilen Korkud, Midilli'nin geri alınmasında mühim rol oy­
namıştı. Akdeniz'de faaliyet gösteren Barbaros kardeşler ve diğer
Türk denizcilerini destekliyordu. İlim ve marifette üstündü. Erkek
ç ocuğu olmaması en büyük zaafı olarak görülüyordu. Nitekim
Kemalpaşazade bu hususu:
Veli gül vermemişti ömür bağı
Yoğidi gülşeninde gül budağı96
şeklinde belirtmektedir.
Şehzade Korkud 1 502'd e Ahmed'in de telkini ile Saruhan'd an
Antalya'ya nakledildi. Böylece hem merkezden uzaklaştırılmış hem
de Kızılbaşların en yoğun faaliyetlerde bulunduğu bir sancağa gön­
derilmişti. Bu duruma son derece üzülen şehzade, yeniden Saruhan
sancağına tayinini istedi ise de reddolundu.
Bu arada bir dirlik yüzünden Veziriazam Hadım Ali Paşa ile de
arası açılan Korkud emirlikten feragat ederek Antalya'ya çekildi.
Bunun üzerine padişah haslarını artırmış ve nasihat etmek üzere
de kendisine Mevlana Alaüddin'i göndermişti. Buna rağmen Şeh­
zade, 'Bana saltanat ve eyalet gerekmez' diyerek tekrar sancağın
idaresini almayı reddetti. Mevlana Alaüddin geri döndüğü vakit
padişaha Korkud'un dargın bir halde olmadığını ilim ve irfanla
meşgul olmak istediğini bildirmişti. Bunun üzerine Bayezid Han
gelirlerini daha da artırdı.
Ancak Korkud'un kırgınlığı geçmemişti. Bir müddet sonra hacca
gitme bahanesiyle maiyyetini de alarak Mısır'a hareket etti. Memlük
Sultanı Kansu Gavri kendisini hürmet ve muhabbetle karşılayıp
1 04
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
ikram ve iltifatlara boğdu ise de Mısır'da kalmasını uygun bulmadı.
İkinci bir Cem hadisesine sebebiyet vererek iki devlet arasında çık­
ması muhtemel yeni bir anlaşmazlıktan çekiniyordu. Korkud'un hac­
ca gitmesine müsaade etmediği gibi durumu Bayezid'e de bildirdi.
Bu durum üzerine Korkud, babasına ve sadrazama mektuplar
yazarak, pişmanlığını dile getirdi, affedilmesini rica etti. Memlük
sultanı da şehzadenin affı için ricacı olmuştu. Oğullarına karşı şefkat
ve merhameti ziyade olan il. Bayezid Han kendisine muvafık cevap
vererek sancağının başına dönmesini bildirdi. Böylece Mısır'da bir
yıl kadar kalan şehzade tekrar Antalya'ya döndü.
Rodos Şövalyeleri şehzadeyi Mısır'dan dönüşünde yakalayarak
Cem Çelebi gibi kullanmak istediler ise de muvaffak olamadılar.
Ancak Antalya'ya gelen Korkud'un Saruhan'a dönme hevesi sön­
memişti. Nitekim bir gece ansızın sancağını terk ederek Saruhan'a
döndü. Şehzade Ahmed onun bu hareketini hoş görmeyip şikayette
bulundu ise de Korkud'la meselenin büyümesini istemeyen hükümet
bu oldu bittiye de ses çıkarmamayı uygun bulmuştu.
il. Bayezid Han'ın oğullarından en küçüğü Selim ise Trabzon san­
cakbeyiliğinde bulunuyordu. Karakter bakımından kardeşi Korkud
ile tam bir tezat teşkil eden Selim, babasının uzun zamandan beri
bozuk giden devlet işlerinden müteessir olarak saltanatı Şehzade
Ahmed'e terk edeceğini işitince, mücadeleye atılmakta sakınca
görmedi. Ayrıca hanedan içinde bir 'veraset-i saltanat' kanunu olma­
dığından tahta geçecek şehzade, Fatih Kanunnamesi'ne dayanarak
diğer kardeşlerini öldürtebilecekti. Bu durum onun kardeşlerinin
hareketini yakından kontrol etmesini gerektiriyordu.
Ancak Selim sancağının merkeze uzaklığı ve ulaşımının güç­
lüğü dolayısıyla gerek kardeşlerinden gerekse İstanbul'd an rahat
haber alma imkanından mahrumdu. Oğlu Süleyman ise Ahmed'in
müdahalesi ile B olu'd an Kefe'ye nakledilmişti. Bu itibarla o da,
muhtemelen red cevabının verileceğini bildiğinden izin alma gereği
duymadan sancağını terk ederek Kefe'de bulunan oğlu Süleyman'ın
yanına çekildi.
I I . Bayezid Han
1 05
Şehzade Selim saltanatı elde etmek isteyen biraderlerine karşı,
hazırlıksız bulunmak istemiyordu. Kendi maiyyeti kuvvetlerinden
başka Kırım hanı kuvvetlerinden de istifade etmek maksadındaydı.
Nitekim çok geçmeden üç yüz elli Tatar askeri de yanında bulun­
du ğu halde Rumeli'ye geçti.
Ş E H ZA D E A H M E D ' i TA H TA Ç I KA RMA ÇABALARI
Şehzade Ahmed ise izinsiz hareketlerle sancaklarını terk eden
kardeşlerinin cezalandırılması için bir kez daha babasına başvurdu.
Ancak Sultan II. Bayezid böyle bir hareketin zaten Kızılbaş isyanları
ile bunalan Anadolu'd a, daha büyük karışıklıklara sebep olacağı ve
fitnenin gittikçe alevleneceği düşüncesiyle teklifi reddetti. Şehzade
Ahm ed'i de bu düşünceleri nedeniyle tekdir etti.
Diğer taraftan Şehzade Selimin Rumeli'ye geçişi ve ardından bu
bölgede bir sancak istemesi devlet büyüklerini huzursuz etmişti.
Divanda:
Şehzadelerin Rumeli'ne geçmesi kanun- ı kadime aykırıdır. Bü­
yük karışıklıklara sebep olur. Eğer Selim'e sancak verilir ise diğer
şehzadeler de Rumeli'ne geçmek isterler. O zaman onları kim dur­
durabilir. Eski sancağına tekrar dönmesi lazımdır diyerek isteğini
reddettiler. Kendisine nasihatçi olarak Sarı Gürez denmekle meşhur
ulemadan Mevlana Nureddin görevlendirildi.
Mevlana Sarı Gürez'i büyük bir merasimle karşılayan Selim:
"Babasını görmek isteyen bir evladın bu isteğine şer'an bir mani
var mıdır?" diye sordu. "Yok" cevabı üzerine:
"Babam hazretlerinin mübarek yüzün görüp ellerini öpmek en
büyük gayemdir. Bizzat kendileri ile konuşacağım konular vardır.
Bu işleri görüştükten sonra istediği yere giderim" cevabını verdi.
Buna rağmen devlet adamları Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa'yı
kuvvetleriyle S elim'in üzerine gönderdiler. Ancak Hasan Paşa,
Selimin kuvvetleri ile karşılaştığında ya cesaret edemediğinden
veya çarpışmak istemediğinden geri çekildi. Bu durum üzerine II.
Bayezid Han bizzat harekete geçerek Çukurçayır'da Selim'in kuvvet­
leri karşısına geçti. Geceyi iki taraf da savaşa hazır durumda geçirdi.
1 06
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Selim babası ile görüşebilmek ve elini öpebilmek için teşebbüs etti
ise de muvaffak olamadı. Devlet adamlarının buna müsaade etm e­
yeceklerini anlayınca bir elçi göndererek maksadını şöyle belirtti:
Benim en içten dileğim ve arzum babamın elini öpmektir. Fakat
bunun için çeşitli engeller çıktı. Elden ne gelir, emir kendilerinin dir.
Bari Rumeli'nde serhad-i İslam olan yerlerde bir vilayetin eyaleti
himmet oluna.
Muhtemelen Ş ehzade Selim'e taraftar olan Rumeli akıncı ve
sancakbeylerinin de istirhamlarıyla iki taraf arasında görüşmeler
yapılarak anlaşma sağlandı. Buna göre il. Bayezid Han hayatta
olduğu müddetçe yerine kimseyi padişah etmeyecek, o iş anc ak
Cenab- ı Hakk'ın iradetine ve meşiyetine (dilemesine) bırakılacaktı.
Selim'e ise Semendire sancağı tevcih olundu.
Baba-oğul çarpışmasının bu suretle önüne geçilmesinden son­
ra padişah Edirne'ye, Selim de Semendire'ye hareket etti. Ancak
Selim'e aleyhtar olan devlet adamları bu gelişmelerden memnun
kalmamışlar ve Ahmed'i tahta çıkarmak üzere planlar tertiplemeye
başlamışlardı. Zaten Veziriazam Hadım Ali Paşa bu sırada Şehzade
Ahmed'le berab er Şahkulu ile çarpışma halindeydi. Bu gailenin
ortadan kaldırılması ile birlikte Şehzade Ahmed'i İstanbul'a davet
edip tahta çıkarmaya karar verdiler. Selim ise onların bu tasavvurla­
rından haberdar olduğundan sancağına gitmekte acele davranmıyor
ve gelişmelerin neticesini bekliyordu.
Ancak olaylar Şehzade Ahmed taraftarlarının istediği gibi ge­
lişmedi. Her ne kadar Şahkulu güçleri mağlup edilerek isyan sona
erdirilmiş ise de çarpışmalar sırasında Hadım Ali Paşa da şehit
düşmüş ve Ahmed en kuvvetli hamisinden mahrum kalmıştı. Ayrıca
Şehzade Ahmed' in asileri takip edecek yerde Amasya'ya çekilmesi
yeniçerilerin kendisinden büsbütün soğumalarına yol açmıştı.
Veziriazam Hadım Ali Paşanın maktul olduğunu duyan Sultan
Bayezid aynı günlerde Karaman Valisi Şehzade Şehinşah'ın vefat
haberini de alarak yıkıldı. Üzüntüsünden hastalığı ziyadeleşti. Devlet
adamları ise sürekli olarak kendisini Ahmed konusunda tahrik edi-
I I . Bayezid Han
1 07
yor, Selim' in tahta çıkmasının devlet için iyi olmayacağı konusunda
ikn a etmeye uğraşıyorlardı. Bayezid Han artık bunalmıştı.
Sa lt anattan kati surette çekilmeye karar vererek Edirne'd en
istanb ul'a döndü. Devlet büyüklerini davet ederek son gelişmeleri
görüş tü ve saltanattan çekilme isteğini b elirtti. Yeni veziriazam
Bers ekzade Ahmed Paşanın dışında hemen hemen bütün devlet
ricali bu kararı uygun bularak Şehzade Ahmed' in tahta çıkarılması
husus unda ittifak ettiler. Hersekzade, Bayezid'in saltanatta kalmasını
ve Ahmed'in Amasya'd an Karaman'a naklini ısrarla savunmuşsa
da kabul ettirememişti. Padişah, karar verilmesi üzerine Rumeli
b eylerini saraya davet ederek onlardan da Ahmed'e karşı çıkma­
yacaklarına dair söz aldı. Bundan sonra vezirlerine:
"Oğlum Sultan Ahmed'i getirmeye en uygun yol ve en makul
usul ne ise onun tedarikinde olunuz. Bundan sonra padişahınız
odur" dedi.
Şehzade Selim ise merkezdeki gelişmeleri günü gününe haber
aldığından Semendire'ye doğru gayet yavaş ilerliyor, yollarda oya­
lanıyordu. Acele gitmesi gerektiği yolundaki emirlere ise Şahkulu
meselesini takip ettiğini bildirerek özür diliyor, arzu kılınırsa bu
mesele ile bizzat ilgilenebileceğini bildiriyordu.
Padişahın sancağına derhal gitmesi hususunda sert ikazı karşı­
sında yoluna devam etmekten vazgeçerek Zağra'da durdu. Burada
iken, "Engürüs (Macaristan) üzerine seferim vardır" diyerek Rumeli
beylerini ve askerlerini yanına çağırdı. Selim güçleniyordu.
BABA O G U L KA RŞ I KA RŞ I YA
Nihayet Ş ehzade Ahmed'in merkeze çağırıldığını haber alan
Selim, kırk bin kişilik kuvvetiyle Edirne'ye doğru harekete geçti. Zira
alınan karar kendisine verilen ahidnameye aykırı idi. Edirne'yi zapt
eden Selim şehre kendi adamlarından görevliler ve muhafızlar tayin
ettikten sonra Çorlu'ya geldiğinde babasının kuvvetleri ile karşılaştı.
Daha fazla güçlenmeden Selim tehlikesinin bertaraf edilmesini
isteyen devlet adamları Bayezid Han'ı bizzat sefere çıkarmışlardı.
1 08
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
İki ordu karşı karşıya geldiğinde Bayezid Han'ın oğlu ile çarp ış­
mak istemeyip yine de bir anlaşma zemini istediğini sezen devlet
büyükleri:
"Elinizi öpmeye gelen o ğlunuzun kuvvetini görün. Tertipli ve
silahlı askerlerle oğul b ab ayı b öyle mi ziyaret eder? Derhal hakkın ­
dan gelelim ! " dediler. il. B ayezid Han ise:
"Bana teklif ettiğiniz husus, emr-i Hakk'a uygun mudur? Akıllı
adam kendi evladı ile h arp eder mi?" dedi ise de yoğun ısr arlar
karşısında savaşa girilmesine müsaade etti.
Zira padişah, seçme yetkilerini artık neredeyse kaybetmiş bulu­
nuyordu. Devlet adamları ise Selim'le ipleri tamamen koparmış ol ­
duklarının farkında idiler. Onlar için tek refah, mutluluk ve hüküm­
lerinin devam etme yolu Ahmed'in saltanatı olarak görülüyordu.
Toplar gümbürdeyip iki ordu birbirlerine girdiğinde Bayezid
Han, vezirlerinin gözb e beğine göz dikmelerine incinmiş olarak
ellerini açıp:
"Hak sübhanehu ve teala onu hatardan (tehlikelerden) koruya"
diyerek dua etti. Gözlerinden yaşlar boşanmıştı.
Selim ise hiç istemediği h alde kendisini ve askerini bir anda
harbin ortasında bulmuştu. Şiddetli savaş sırasında nice atlı yaya
kalmış nice gül yanaklılar yokluk sahrasına düşmüştü. Padişahın
düzenli kuvvetleri karşısında topların da tesiri ile Selimin birlikleri
kısa sürede dağılmaya yüz tuttu. Bir anda etrafının sarıldığını gören
Selim, Karabulut adındaki cins atının sürati ve çevikliği sayesinde
çemberden kurtulabildi.
Devlet adamları onun mutlaka yakalanması için emir verdikle­
rinden şiddetle takip ediliyordu. İşte bu esnada yiğitlikte ün salmış
şanlı yoldaşlarından Ferhad Bey'in gösterdiği mukavemet de Selimin
kaçış imkanlarını hazırladı. Ahyolu İskelesi'ne inen şehzade, bura­
da hazır duran gemilere yakın adamları ile binerek Kefe'ye doğru
yollandı.
Selim, Kefe'ye varır varmaz Kırım Hanı Mengli Giray karşıladı.
Fakat Selim'i uzaktan gördüğünde atının dizginlerini çekip durdu.
I I . Bayezid Han
1 09
İstedi ki, şehzade onun ayağına gelsin. Selim ise onun maksadını
se zmişti. Bu sebeple o da atının başını çekti. Bunu gören han mec­
bu ren tekrar yürüdü. Selim' in de hareketi ile ortada buluştular. Han
düşüncesinden dolayı utanıp şehzadeden özür diledi. İkisi bir müd­
det at üzerinde yürüyüp sohbet ettiler. Kırım hanı, Selim'i teselli ile:
"Vezirlerin Şehzade Ahmed'e meylinden ve babanız ile olan harbi
kaybetm enizden gam çekmeyiniz. Eğer ister iseniz Tatar askerini
size katayım. Varınız size layık olan tahtınızı ele geçiriniz" Mengli
Giray'ı sükunetle dinleyen şehzade şu cevabı verdi:
"Biz dünya arzusu ve saltanat hevesi ile ol taraflara varmamış idik.
Atamız hasta ve ihtiyar olduğundan memleketin idaresini vezirlere
ve emirlere bırakmıştır. Din ve devlet düşmanları her taraftan baş­
kaldırmıştır. Diğer kardeşlerimin herbiri kendi alemlerindedirler. Bu
köklü hanedanın şerefini muhafaza, nam ve namusumuzu himaye
bize düşmüştü. Gayemiz evvela pederimizi ziyaret edip elin öpüp
duasını almak sonra da memleketin durumunu ona anlatarak bir
miktar asker alıp, baş kaldıran isyancıları ülkeden atmaktı. Devlet
erkanı buna destek olmaktan uzak kaldığı gibi, tac ve taht hırsı ile
hareket ediyor isnadıyla aramıza duvar gibi girdiler. Oradan uzak­
laşmamıza neden oldular. Mukadder ne ise görülür. Asker çekip
atamız üzerine varmak bize yakışmaz:'
Şehzade Selim daha sonra çadırına çekildiğinde maiyyetinde
bulunan silah arkadaşlarına:
"Han bize böyle böyle söyledi. Biz mülk tamahında olsak bile,
hana muhtaç olmak istemeyiz. Hem o saltanattan insana ne hayır
gelir? Hassaten ecdadımızın fethettiği toprakları Tatarlara çiğnet­
mek ve Tatar ayağını memleketimize açmanın hata olacağı açık
değil midir? Saltanat talep edilse dahi, Allah'ın inayeti ile onlardan
yardımsız da olur. Tatar imdadına hacet yoktur" dedi.
Hak kapısında biter cümle murad
Akil isen muhkem eyle i'tikad
110
Kayı I I I : Haremeyn Hizmet inde
Yıllar sonra bu hadise ile ilgili bir konuşmayı, bizzat canlı şa­
hitlerinden dinleyen meşhur tarihçi Hoca Sadeddin Efendi şöyle
nakledecektir:
"Bir gün merhum Bali Paşa ki beylerbeyilikten emekli, dindar ve
temiz, sevimli bir yaşlı idi. Halk katında sayılan ve sevilen bir kimse
olup İstanbul'da gönül alıcı bir camii, hayır ve iyilik eserleri vardır.
Özellikle temiz duygular taşıyan, günlerini taat ve ibadetle geçiren
bir nurlu ihtiyar idi. Eba Eyyub el-Ensari hazretlerinin kabirlerini
ziyarete geldikçe eski arkadaşlık hukukuna ve geçmişteki kardeş­
lik bağlarına dayanarak babamın evine de uğrar bir süre sohbet
ederlerdi. Ben o günlerde henüz mülazım olmuştum. Sohbetlerini
büyük bir zevkle dinlerdim. Bali Paşa dedi ki:
'O tarihte Selim Han, atasını ziyaret kasdıyla ve ülkedeki anarşi
durumunu söyleşmek üzere sancağı Trabzon'dan hareketle Edirne'ye
yakın Uğraş köyüne gelmişlerdi. Fakat vezirlerin kışkırtmaları so­
nucu iş cenk ve kavga ortamına varınca Selim Han süratle fitne
ortamından uzaklaşmıştı.
Kefe'ye doğru avdet ettiklerinde gemide oturmuştuk. Ferhad
ve Ahmed beyler de ol esnada katında idiler. Kimi müsahipleri ve
yakın nedimleri ile saltanat meseleleri üzerinde sohbetler ediyorduk.
Neticesiz bir yolculuğun üzüntülerini atmak ve gönül eğlendirmek
kasdıyla; saadetlü beyimiz tahta otursa, herbirimiz devlete erişip yeni
bir dönem açılsa ve bahtımızın açıldığı günler görülse, beyimizin
güçlü kolu devletin dizginlerini eline alıp koruyucu olsa, doğuyu da
batıyı da fethetsek, Kızılbaş yığınlarını darmadağın idüp, kafirlerin
de vücutlarını zamanın sayfalarından kazısak' diye söyleşirdik.
Selim Han ise bu esnada susmuş ve kendi hallerine dalmışlardı.
Bu durumda iken murakabe haline vardılar. Bir zaman uyur gibi
oldular. Sonra başlarını kaldırıp buyurdular ki:
'Hey dertmendler! Saltanat diyüp konuşursuz. Andan ne faide.
Ol saltanat ki sekiz dokuz yıllık ola. İşte istediğiniz verildi' dediler:'
Bali Paşanın bu sözlerini dinleyen babam gözleri nemlenmiş
olarak:
I I . Bayezid Han
111
"Ben de bu sözleri aynıyla Ferhad Paşadan dinlemiştim" dedi.97
Selim ardından babasına elçiler göndererek istemeden meydana gelen harb için özür diledi. il. Bayezid Han oğlunun bu nazik
davranışını büyük bir takdirle karşılamıştı. Zaruret zamanında bile
halkın malına el uzatmayıp adil davrandığından dolayı kendisini
tebrik etti. Rumeli'nden Semendire ve Yanbolu sancaklarını ona
verdi. Savaşta elde etmiş olduğu hazinesini ve kütüphanesini eksiksiz
olarak kendisine iade etti. Ayrıca mektup getiren adamlarına çok
güzel muamele edildi. Bayezid Han'ın Selim'e karşı muhabbeti her
gün biraz daha artıyordu.
B İ Z S E L İ M' İ N YAN I N DAY I Z !
Öte yandan Selim'in mağlubiyeti ve Kefe'ye çekilmesi ile Şeh­
zade Ahmed' in hükümdarlığı artık tahakkuk etmiş gibi idi. Bir an
evvel İstanbul'a gelmesi kendisine yazıldı. Veziriazam Hersekzade
Ahmed Paşa evvelce verilen ahidnameye bağlı kalınmasını, hem şu
anda yeniçerilerin Selim tarafına meylettiklerini onların Ahmed'e
bağlılıklarını teminden sonra harekete geçilmesini istedi ise de
dinlenilmedi.
Şehzade Ahmed aldığı emir üzerine süratle Gebze'ye ve oradan
Maltepe'ye geldi. Lalası Yularkısdı Sinan Paşayı devlet katına gön­
derip ertesi gün şehre girmek için izin istedi. İstanbul'a girdiğinin
ertesi günü saltanata geçirilmesi kararlaştırılmıştı.
Ancak gece, o vakte kadar Osmanlı merkezinde görülmeyen
gelişmelere sahne olacaktı. Savaş meydanlarının yiğitleri olan ye­
niçeriler devlet adamlarının, padişahı da etki altına alarak bir oldu
bittiye getirip saltanat değişikliğine gitmelerini kabullenememiş­
lerdi. Gerek Memlük savaşlarında gerekse son yıllardaki Kızılbaş
isyanlarında karşılaştıkları muvaffakiyetsizlikten zaten utanç içinde
idiler. Bu itibarla başlarında işini vezirlere bırakmayan kudretli
bir padişah görmek arzusundaydılar. Bu itibarla gece toplanarak
meseleyi tartışmaya başladılar.
Özellikle Şahkulu hadisesinde Şehzade Ahmed' in savaş meyda­
nını bırakıp çekilmesi kendilerini yaralamıştı. İleri gelenleri:
1 12
Kayı I I I : Ha remeyn Hizmetinde
"Birkaç ayağı çarıklı çapulcu memleketin ortasında bunca fe­
satlık çıkarır, temiz ve efendi insanların ırz u namusunu çiğnerken
uzaktan bakan ve hatta savaşa girişildiğinde padişahlık namusunu
korumayıp kaçan, saltanat makamında oturmaya ne yüzle kendini
layık görür. Tatlı canına düşkün olan baş ve buğluk yapamaz. Gücü­
nü ispatlamayan taca layık olamaz. Cenab-ı Hakk'ın emaneti olan
saltanat hazinesinin anahtarlarını, gaflet döşeğine yan gelip yatmış
olan bir meraksız kişiye teslime razı olmak, Osmanlı Devleti'ni
yıkmak demektir. Nimet hakkı gereği budur ki, Sultan Selim gibi
saltanat nuru alnında parlayan civan-baht bir şehzade duruyorken
kardeşlerinden birini tahta oturtup başa geçirmeyiz. Ol durağı yüce
şahın itaati yolundan başka yola gitmeyiz" dediler.
Bu arada şehzade Ahmed'in lalası Sinan Paşayı yakalayarak
getirdiler ve kendisine:
"Seni şimdi öldürürüz. Efendine var ve de ki, Osmanlı tahtına
sultanlık laf ile olmaz. Şimdiye kadar hep ona ümit bağlamıştık.
Şahkulu çıktı ve memleketi harap etti. Karagöz Paşayı ve Ali Paşayı
öldürdü. Sultan Ahmed' in yanında bunca asker var iken onları yok
etmeye gücü yetmedi. Şimdi hangi yüz ile saltanatı ister? Devletin
başkentini boş mu sandı? Bu ocak erenler ve pehlivanlar ocağıdır.
Bunlar Hazret-i Peygamber' in getirdiği dinin kulları ve köleleridir.
Bizim onu saltanata getirmemiz imkansızdır. Var ona haber ver.
Başın alıp nereye gider ise gitsin .. :' diyerek gönderdiler.
Bundan sonra yapılacak işler kararlaştırıldı. Şehzade Ahmed ta­
rafındaki devlet adamlarının, yıllardır planladıkları ve uyguladıkları
işlerden sonra, belki de tam sonuca vardıklarını düşündükleri ve
bu huzurla uykuya vardıkları sırada Selim tarafındakiler oyunun
son perdesini açıyorlardı.
Başta Veziriazam Hersekzade Ahmed Paşa olmak üzere, İkinci
Vezir Koca Mustafa Paşa, Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa, kazas­
kerlerden Müeyyedzade Abdurrahman ve Nişancı Tacizade Cafer
Çelebi'nin konakları gece yarısı bağırışmalarla yankılandı. Üç bin
kadar yeniçeri harekete geçmiş, Şehzade Ahmed taraftarlarının
konaklarını basmaya başlamıştı. Bir taraftan evler yağmalanırken
I I . Bayezid Han
1 13
diğer taraftan devlet adamları yakalanmaya çalışılıyordu. Devlet
adam ları karanlıktan istifade ile güçlükle canlarını kurtarabilirken
yakı nlarına olmadık hakaretler edildi. Bu arada "Selim'i isteriz! " ve
''.Allah Allah! Sultan Selim' in devletine ve düşmanlarının körlüğüne"
sadaları da geceyi bölüyordu.98
II. Bayezid Han ertesi gün yeniçerileri yatıştırabilmek için devlet
b üyüklerinden çoğunu azletti. Veziriazamlığa Koca Mustafa Paşa
getirildi. Şehzade Ahmed olayları işitince çok üzüldü. B abasının
elini öpmek ve kendisiyle görüşebilmek için izin alabilmek üzere
lalası Yularkısdı Sinan Paşa'yı tekrar göndermek istedi. Fakat ye­
niçeriler İstanbul yakasına kimseyi geçirmediler. Yayabaşılardan
bazısını şehzadeye göndererek:
"Sultan Ahmed'e bab asının elini öpme izninin verilmesi için
diğer şehzadelerin de hazır bulunması lazımdır. Bir oğlunu diğe­
rine tercih etmek fitneye sebep olur. Şimdilik geri dönsün" dediler.
Y E N İ KA RI Ş I KL I KLAR
Şehzade Ahmed yeniçerileri ikna etmeden veya ortadan kal­
dırmadan tahtı elde edemeyeceğini anlamıştı. Büyük bir teessür
ve kızgınlıkla Anadolu'ya döndü. Ona göre artık harekete geçme­
nin zamanı gelmişti. Öncelikle Anadolu'd a hakimiyetini sağlamak
üzere Karaman üzerine yürüdü. B abası Şehinşah'ın ölümü üzerine
Karaman valiliğine getirilen Şehzade Mehmed'i Konya'da muhasara
ederek teslime zorladı. Böylece Konya'ya yerleşen şehzade Ahmed,
müstakil bir hükümdar gibi etrafa emirler vermeye başladı.
Diğer taraftan Şahkulu B aba Tekeli hadisesinden sonra 1 5 1 2'de
yeni bir Şii hareketi baş gösterdi. B ayezid'in oğulları arasındaki
rekabetin gittikçe şiddetlendiğini ve Ahmed'in Anadolu'da başına
buyruk hareketlere giriştiğini gören Şah İsmail, fırsatı kaçırmak
istemiyordu. Bu defa da gözde halifelerinden Nur Ali'yi Anadolu'ya
sevk etti.
Nur Ali Halife, Koyulhisar'a geldiği zaman etrafında neredeyse
yirmi bin kişi toplanmış bulunuyordu. Faik Paşa kumandasında
Üzerlerine sevk edilen Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğratan Kı-
1 14
Kayı I I I : Haremeyn Hizmet inde
zılbaşlar süratle Tokat üzerine yürüdüler. Şehri zapt ederek Ş ah
İsmail adına hutbe okuttular.
Bu arada İsa Halife ile Kara İskender adındaki sufıler de Çorum
ve Amasya havalisindeki Alevileri isyana teşvik ediyorlardı. Salta­
natına destek verecekleri vaatiyle Şehzade Ahmed' in oğlu Şehzade
Murad'ı da kendilerine uyduran bu sufıler, kuvvetleriyle bilhassa
köylere taarruz ederek pek çok kişiyi öldürdüler.
Dağlara ve şehirlere sığınan halk, Nur Ali Halife'ye karşı Amasya
Valisi Şehzade Ahmed'e müracaat ederek yardım istedi. Şehzade
Ahmed lalası Yularkısdı Sinan Bey'i büyük bir kuvvetle Üzerlerine
gönderdi. Ancak bu kuvvetler de yapılan savaşta iki bin şehit vererek
bozgun halinde çekildiler.
Bundan sonra Sivas üzerine yürüyen Nur Ali Halife, 20 Temmuz
1 5 1 2'd e Göksu civarında yapılan bir savaşta öldürüldü.
Netice olarak tamamen Safevilere dayanan Anadolu Kızılbaşları­
nın çıkardığı isyanlar Osmanlılar için gittikçe korkunç bir hal almaya
başlamıştı. Vuku bulan savaşlarda elli bin kişi hayatını kaybetmiş,
Osmanlı'nın padişahtan sonra ikinci adamı Veziriazam Hadım
Ali Paşa hayatını yitirmiş, köyler yakılmış, yağma edilmiş asayiş
bozulmaya yüz tutmuştu. İsyanların gelişme ve artmasına paralel
olarak şehzadeler arasında problem de büyümüş, il. B ayezid Han
saltanatı bırakma noktasına gelmişti.
Artık iş çığırından çıkmış bulunuyordu. Gerek Şehzade Ahmed' in
isyan niteliğindeki hareketleri gerekse Kızılbaş isyanlarının tekrar
alevlenmesi karşısında B ayezid Han çaresizdi. Merkezde ise ye­
niçeriler artık Selim'i başlarında görmek istediklerini her fırsatta
tekrarlıyorlardı. Divanı toplayan padişah, üyelere:
"Artık benim saltanat yükünü taşımaya takatim kalmadı. Oğ­
lum Sultan Selim'i getirmek için ne lazım ise yapınız" dedi. Derhal
davet mektubu yazılıp yeniçeri kethüdası B alyemez yanında birkaç
yayabaşı ile Selim'e gönderildi.
Buna rağmen Şehzade Selim' in aleyhdarları vaziyetin istedikleri
gibi gelişmemesi karşısında bu defa da Ş ehzade Korkud'u salta-
I I . Bayezid Han
115
n ata geçirmek istediler. Kendisini acele ile İstanbul'a davet ettiler.
M anisa'da bulunan şehzade haberi alır almaz süratle Mihaliç'e ve
o radan kayıklarla Mart 1 5 1 2'de Davutpaşa İskelesi'ne gelip karaya
çıkarak Yeniçeri O cağı'na geldi. Babasına, Şehzade Ahmed' in kor­
kusundan İstanbul'a kaçtığını söyleyen Korkud'un asıl gayesi yeniçe­
rileri tarafına çekmek ve devlet adamlarının da desteğiyle saltanatı
elde etmekti. Yeniçeriler Korkud'a, babasına vekalet ettiği on sekiz
günlük saltanat günlerinden beri özel bir sempati duyuyorlardı.
Korkud, yeniçerilere: "Ben eski hakkımı talep için geldim. Bi­
li rsiniz babama da saltanatı ben devretmiştim. Duydum ki Selim'i
tahta davet etmişsiniz. Evet saltanat işi asakir-i İslam elindedir. Fakat
eskiden beri benim olan hakkımı başkasına vermek olmaz" dedi.
B öylece eski günlerdeki iyiliklerine atıfta bulunarak desteklerini
temin etmek istemişti.
Yeniçeriler Korkud'a b üyük bir hürmet gösterdiler. Fakat
Selim'den başkasını istemediklerini ve kabul edemeyeceklerini açık
bir şekilde belirttiler. Ancak Selim tarafından kendisine bir zarar
verilmeyeceğini de taahhüt ettiler.
O G U L ! S A LTANAT I N MÜ BARE K O LS U N !
Diğer taraftan Selim, babasının davet mektubunu alınca Cenab-ı
Hakk'a şükür ve senalar edip secdeye vardı. Ardından kara yoluyla
Kefe'den Akkerman'a ve oradan da Rumeli'ye geçerek İstanbul'da
Yenibahçe mevkiine geldi. Sultan B ayezid, S elimin karşılanması
için emirler vermişti. Yenibahçe'de otağlar kurulmuş, halk ve asker
kendisini karşılamaya koşmuştu. Yeniçeriler saf saf olup önünden
merasimle geçtiler. Uzun zamandır karışıklıklar sebebiyle bunal­
mış olan İstanbul halkı da Müslim-gayrımüslim, hasta-sağlam,
genç- ihtiyar b üyük bir iştiyakla S elim'i alkışlamaktaydı. S elim,
Yenibahçe'ye gelirken ağabeyi Korkud ile de karşılaşmıştı. İki kar­
deş at üstünde bir müddet sohbet etmişler sonra Korkud, sancağına
doğru yola koyulmuştu.
Ertesi gün, S elim saraya çağırılmadan önce neler yapılması
gerektiği konusunda divan tertip olunmuştu. Selim'i istemeyen
1 16
Kayı I I I : Haremeyn Hizme t i nde
vezirler bu noktada son kozlarını oynamaya karar verdiler. Selim'i
başkumandan yaparak Anadolu'daki asilerin cezalandırılmasına ve
Şehzade Ahmed isyanını önlemeye memur edelim, dediler. Böylece
Bayezid Han'ı saltanatta tutarak şahsi nüfuzlarını devam ettirebi­
leceklerdi. Divanda bu kararları aldıktan sonra Selimin çadırına
gelen vezirler kendi aldıkları kararı Bayezid Han'ın fikriymiş gibi
empoze etmeye başladılar.
Memlekette bu kadar bozguncu çıkıp hayli mesafe aldı. Şehzade
Ahmed ve Korkud onlarla baş edemedi. Halk şaşkın kaldı. Asilerin
atları ayağı altında çiğnendi. Hünkarımızın emri şu şekildedir ki,
bütün Müslüman askerlere baş olup, Anadolu'ya geçesiniz, sapık
ve baş kaldıranların zulüm ve işkencelerinden halkı kurtarasınız.
Bu sözleri dinleyen Selim Han:
"Evet, memlekette çeşitli olaylar çıktı. Düşman ayakları altında
toprağımız çiğnendi. Bu mülkün kudretli bir idareciye ihtiyacı vardır.
Ben Allah'ın aciz bir kuluyum. B en demem ki, beni padişah yapı­
nız. Ama mutlaka bu mülke bir padişah lazımdır. Çünkü babamın
gölgesi batmaya yüz tuttu. Eğer benden layıkı var ise getirip padişah
ediniz. Ben kendimden daha çok sizi ve memleketi düşünmekte­
yim. Eğer kimse yok ise, ayıp değil mi ki bu mülk idaresiz kalsın?
Askerimiz, hazinemiz var iken neden bir avuç çapulcuya yenilelim.
Biz birbirimize düştük. Kardeşim Sultan Ahmed şimdi Anadolu'yu
harap ediyor. Bana var onun mülkünü gider diyorsunuz. Halbuki
o kendini sultan biliyor. Sultanla harp etmeye sultan gerek! Eğer
benim size sultan olmaya liyakatim yok ise söyleyiniz ve başınızın
çaresine bakınız. Eğer benim sultan olmaya liyakatim var ise neden
ben serasker olarak gönderilmek isteniyorum:'
Dışarıda bulunan yeniçeriler S elim'in sözlerini işittiklerinde
hep bir ağızdan:
"Bize padişah gerek. O da ancak Selim Han'dır. Canımız başımız
yoluna fedadır" diyerek bağırmaya başladıklarında artık hiçbir
devlet adamının aksi söz söyleyecek hali kalmamıştı. Saraya davet
etmekten başka yol bulamadılar.
II . Bayez i d Han
1 17
Esasen Bayezid Han da artık saltanatı terk etmek için Selim'i
bekliyordu.
Selim'in babasının elini öpmek için saraya girişi bambaşka bir
manzara idi. Devletin ileri gelenleri, fakir, zengin, güçlü, zayıf onu
görmeye koşmuş, köşeler, çatılar ve sokaklar kadın, erkek dolmuştu.
Sipahinin tülbendinden ve yeniçerinin ak börkünden şehrin içi, lale
ve zambağı açılmış gül bahçesine dönmüştü. Büyük bir alayla ve
yeniçerilerin safları ve selamları arasında saraya girdi.
Babasının huzuruna çıkan Selim, edep ve hürmetle elini öpüp
huzurunda durdu. Ayrılık ve hasret duyguları ile yüklü konuşmalar­
dan sonra il. Bayezid Han, Kur'an-ı Kerim'den "Biz seni yeryüzünde
halife yaptık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet" mealindeki
ayet-i kerimeyi99 okudu ve Selim'e dedi ki:
"Ey gözümün nuru ve gönlümün süruru! Bugün Allah'ın izni ve
takdiri ile tahta çıktın. Sana gerektir ki adımızı ve şanımızı gözetip,
ecdadımızın yolunu takip edesin. Geçmiş ecdadımızın yaptığı gibi,
zalimlerin zulmünü halk üzerinden kaldırasın. Dünyada güzel isim
bırakasın. Zevk ve eğlenceye dalmışlara uyup, huzur ve gaflete, sü­
rur diye eğlenceye dalmayasın. İdaren altında olanların diyanetini
cebanete (korkaklığa) , emanetini hıyanete değişmeyesin. Mala ve
mevkiye gururlanıp kalmayasın. Halkını ayaklar altına alarak, as­
kerleri gayesi ve hedefi dışında kullanarak heva ve heves denizine
dalmayasın:'
Bayezid Han bu nasihatlerden sonra ellerini kaldırarak:
"Ya Rabbi! Selim Han'ımı baht u devletle berhurdar eyle" diyerek
dualar etti. Nihayet yanındakilere: "Selim Han'ı yerime nasbeyledim.
Tuttuğu kolay gelsin" dedikten sonra:
"Oğul! Saltanatın mübarek olsun" diyerek iktidardan çekildi. 1 00
V E FAT I
Anadolu'da Safevilerin tahrikiyle büyüyen ve önlenemeyen Kı­
zılbaş isyanları, çok sevdiği ve tahtı kendisine terk etmek istediği
Şehzade Ahmed' in isyan derecesine varan girişimleri, oğulları ara-
118
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
sında mücadele, Selim'le önce savaşıp sonra tahtı bırakmaya getiren
olaylar zaten hasta olan I I . Bayezid Han'ın bünyesini oldukça tahrip
etmişti. Artık bir köşeye çekilerek ahir ömrünü taat ve ibadetle ge­
çirmek istiyordu. B ayezid Han muhtemelen merkezde iki p adişah ın
beraber bulunmasının zararlarını da düşünüyo r ve oğlu S elim'i,
hiçbir vakit istememiş olan vezirlerin rahatsız edebileceklerinden
de endişe ediyordu.
Bu itibarla Selim'e haber gönderirken ' iki p adişah bir ülkeye
sığmaz' sözünü hatırlatır gibi idi. Hoca Sadeddin'in ifadesiyle :
Bir padişah olduğu yerde başkası olursa
Bundan da artık bir h izm et b eklenmez
Fani hayatta bir iki günlük ömrüm kaldı ise
İsterim başım kayam kulluğu n toprağı na
Oturayı m bir köşede ibadet edeyim
Tek dervişlik yolunda kanaat edeyim
il. B ayezid Han, S elim'den evvelce tamir ettirdiği Dimetoka
Sarayı'n a gitmek için izin istedi. Selim de onu memnun etmek
üzere isteğini derhal kabul ettiğini bildirdi. Yine isteği üzerine Ru­
meli B eylerbeyi Yunus Paşa, Defterdar Kasım Çelebi ve Tabib Ahi
Çelebi'yi hizmetine tayin etti. Kapu halkının her bölüğünden en
uygun adamları seçerek maiyetine verdi. Masrafları için yıllık yirmi
yük (iki m ilyon akçe ) tahsisat bağlattı.
5 Mayıs l 5 l 2 'd e İstanbul'dan Dimetoka'ya hareketinden evvel
S elim Han ve bütün devlet erkanı gelip II. Bayezid Han'ın elini
öptüler. Selim Han bir müddet tahtırevanın yanında yürümek su­
retiyle babasını teşyi etti. Babası birkaç defa dönmesini istemişse
de Selim Han ayrılmamıştı. Nihayet veda zamanı pek hazin olmuş
baba-oğulun gözlerinden yaşlar gelmişti. Bayezid Han bir kez daha
Selim'e dualar ettikten sonra yoluna devam etti.
Altmış yedi yaşında bulunan B ayezid Han çok zayıf düşmüştü,
bitkin ve rahatsızdı. Bu hal ile birkaç menzil geçtikten sonra hastalığı
ağırlaştı. Edirne'ye yakın Söğütlüdere Konağı'nda iken 1 0 Haziran
1 5 1 2 Perşembe günü vefat etti.
I I . Bayezid Han
1 19
Bayezid Han'ın yanında bulunan Yunus Paşa, Sultan Selim'e ve
sadraz ama vaziyeti bildiren mektupları göndermiş ve kendisi de
de rh al İstanbul'a doğru cenazeyle yola çıkmıştır. Ölüm haberini
al an Selim Han büyük bir teessüre kapılmış ve gözyaşlarını tuta mamıştır. Cenaze başta Sultan Selim olmak üzere siyah şemleler
sar ılmış alimler, seyyidler ve devlet adamları tarafından karşılan­
m ıştır. Cenaze namazı Fatih Camii'nde kılındıktan sonra naaşı,
bugün kendi adıyla anılan Bayezid Meydanı'nda yaptırmış olduğu
camisinin bahçesine defnedildi. Selim Han daha sonra kabrinin
üzerine, sekizgen biçiminde güzel bir türbe yaptırdı.
Bayezid Han'ın Dimetoka'ya varmadan vefatı, kendisinin Selim
tarafından zehirletildiği şeklinde yorumların yapılmasına sebep ol­
muştur. Aslında hemen hemen kaynakların tamamı Bayezid Han'ın
yolda hastalığının ağırlaştığından veya ihtiyarlığına, üzüntü ve
kederin ilavesiyle sıhhatinin bozularak vefat ettiğinden bahseder.
Buna rağmen yerli ve yabancı bazı araştırmacılar Selim Han'ın
tahtı elde ediş biçiminden yola çıkarak henüz kardeşlerinin hayatta
olduğunu, babasını ortadan kaldırmadan ideallerini gerçekleştire­
meyeceğini beyan ederek, zehirletmiş olabileceğini neredeyse kesin
bir dille ifade ederler. Onlara göre Selim, bu işte Yahudi dönmesi
bir tabibi kullanmıştır. Nedense tabibin aslen Yahudi olması bu tip
senaryoları ayrıca güçlendirmektedir.
Gerçekten de Anadolu'da tahta çıkmaya ve saltanat mücade­
lesine girişmeye hazır bir vaziyette bekleyen kardeşlerini ortadan
kaldırmadıkça Şah İsmail ile mücadeleye girişmesi mümkün gö­
rünmeyen Selimin, bu hadiseleri nasıl karşılayacağı ve ne gibi bir
tavır takınacağı şüpheli olan babasını ortadan kaldırması akla ve
mantığa uygun görünmektedir. Hele vezirlerin de kendi hakkındaki
tasavvurları düşünülürse bu faraziye daha güçlü bir hal alır.
Fakat bütün bu görüşler karşısında şunları da hesaba katmak
gerekir.
Şehzade Ahmed Anadolu'da isyan halindedir. Zaten babası da
öncelikle Selim'den onun isyanını bastırmasını istemiştir. Şah İsmail
1 20
Kay ı I I I : H a r e m e y n H i z m e t i n d e
tehlikesi v e Anadolu isyanları artık Anadolu'nun bütünlüğü nü
sarsacak bir hale gelmiştir ki B ayezid Han bu noktada Selim'e tam
destek verecektir.
Nikris hastalığı sebebiyle Bayezid Han, neredeyse 1 503 yılından
beri saltanattan çekilmeyi düşünmekte, nitekim şehzadeler arası
mücadele de bu tasavvuru sebebiyle kızışmıştır. Dolayısıyla Selim'in
askerlerin desteği ve arzusu ile saltanatı ele geçirmiş olması sebebiyle
babasından endişe duymasına gerek kalmamıştır.
Ayrıca babasının gerek Selim'le savaşında ve gerekse sonrasın­
da onda gördüğü şecaat, dirayet ve adalet gibi hasletleri ona karşı
güven ve itimadını geliştirmiş ve tahtı kendisine gönül huzuruyla
bırakmasına yol açmıştır.
Nihayet hasta, yorgun ve bitkin olmasının yanı sıra savaştan
ve hadise çıkarmaktan kaçınan bir şahsiyete sahip Bayezid Han'ın
yeniden taht sevdasına kalkışması hatta meşru bir hükümdara
isyan ederek devleti bölünmeye götürecek bir faaliyetin içerisine
gireceğini hiçbir akıl sahibi kimse iddia edemez.
İşte bütün bu noktalar Selim Han'ın, babasını zehirletmiş ola­
bileceği tezini gayrı mümkün kılmaktadır.
Yahudi tabip meselesine gelince henüz bu konuda bir isim ortaya
konulamamıştır. Halbuki kesin olan bir husus var ki o da, Selim
Han babasını Dimetoka'ya gönderirken yanına ünlü hekimlerden
Ahi Çelebi'yi tayin etmiştir.
Ahi Çelebi Tabip Kemaleddin'in oğlu olup aslen Tebrizli bir
Türk hekimidir. II. Bayezid Han'ın fevkalade güvenini kazanmış
bir hekimdi. Önce padişahın yemeklerine nezarete memur edilmiş
ve sonra Reisü'l-etibba ( Hekimbaşı) tayin olunmuştur. Dört buçuk
yıl B ayezid Han'ın hekimbaşılığını yapan ve ken disine fevkalade
hürmet ve muhabbeti bulunan Ahi Çelebi'nin, böyle bir hareketin
içinde bulunamayacağını bilenler, henüz adı konulamayan Yahudi
bir tabip aramaktadırlar.
II. Bayezid Han
121
ŞAHS İYET İ
Sekizinci Osmanlı padişahı. Babası Fatih Sultan Mehmed annesi
is e aslen Arnavut olduğu sanılan Gülbahar Hatun'dur. Gülbahar
Hatun muhtemelen Fatih'in haremine 1 446 yılında girmiş ve bu
evl enmeden iki yıl sonra Bayezid'i doğurmuştur.
Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen Şehzade
B ayezid devrin en mümtaz alimleri elinde tahsil gördü. En meşhur
ho caları Mirim Çelebi, Molla Abdülkadir, Hatip Kasım, Abdullah
Efendi ve Molla Selahaddin idi. Yedi yaşında iken Hadım Ali Paşa
nezaretinde Amasya valisi oldu.
Amasya, devrinin en mamur ve müreffeh şehirlerinden biriydi.
Selçuklular döneminden beri alim ve şairlerin toplandığı bir kültür
merkezi durumundaydı. Bir padişah adayının yetişmesi için bu
vilayette bütün şartlar müsaitti.
Şehzade Bayezid, Amasya'da üst seviyede devlet görevlilerinden
olan lalası Hadım Ali Paşa, nişancısı Kemaleddin Ahmed Çelebi,
defterdarı Hacı Mahmud Ç elebizade Sadeddin Çelebi ve divan
katibi Sa'di Çelebi nezaretinde ilmini artırıp idarecilik bilgilerini
geliştirdi. Seyyid Sadreddin Muhammed Horasani ve Zeynüddin
Hafi hazretlerinin halifelerinden Abdurrahim Merzifoni'nin soh­
betlerinde bulundu.
Ünlü hattat Şeyh Hamdullah'tan hat dersleri aldı. Çandarlı İbra­
him Çelebi, Muslihzade Kadı Şemseddin Mehmed Çelebi, Nacizade,
Müeyyedzade Abdurrahman, Hamzabeyzade Mustafa Paşa, Muh­
yiddin Mehmed Çelebi ve kardeşi Selahaddin Musa Çelebi şehza­
denin ilim muhiti içerisinde yer alan diğer meşhur alimlerdi.
Se yyid Sadreddin Muhammed'in oğlu ve halifesi olan ve ba­
bam diye bahsettiği Se yyid İbrahim Çelebi'yi ikamet ettiği Amasya
yakınlarındaki Yenice köyünde ziyaret ederek ilminden istifade
etti. Çelebi Halife adıyla meşhur Cemal-i Halveti'nin ve Ebussuud
Efendi'nin babası Yavsı Şeyh namıyla meşhur Muhyiddin İskilibi
gibi tasavvuf ehli zatların sohbetlerinde bulunup dualarını aldı.
1 22
Kayı I I I : Haremeyn Hizme tinde
Türkçeden başka Arapça, Farsça ve Uygurcayı öğrendi. İtal­
yancayı konuştuğuna dair kayıtlar vardır. Mantık, Matematik ve
Kozmografya gibi ilim dallarında da bilgi sahibi idi.
Sık sık av partileri düzenlerdi. Bu sayede çok iyi ata biner ve her
çeşit silahları en iyi şekilde kullanır hale gelmişti.
Otlukbeli Savaşı'nda Osmanlı ordusunun sağ kanat kumandan­
lığını yapmış, zaferde pay sahibi olmuştu.
il. B ayezid Han ortadan uzun b oylu, yağız çehreli ela gözlü
ve geniş göğüslü idi. Çehresi her zaman için zihnen ciddi ve ağır
şeylerle meşgul olduğu intibamı vermekteydi. Fıtraten mahzun
durur en mesut hadiseler zuhurunda ancak mütebessim olurdu.
Amasya'da sancakbeyliğinden beri en hoşlandığı şey ata binmek ve
av partileri tertiplemekti. Ancak nikris hastalığı baş gösterdikten
sonra bu zevkinden mahrum kalmıştır.
İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan vakarlı ve
hilmiyle meşhur bir padişah olduğu için "Veli" lakabı ile anılmıştır.
1 503- 1 5 1 1 yılları arasında muhtelif kimselere verilen ihsan ve he­
diyeleri ihtiva eden bir in'amat defterinde pek çok şairin, sanatkarın,
ulemanın, meşayihin isminin geçmesi onun ilim ve kültüre verdiği
değeri açık bir şekilde göstermektedir. Molla Lütfi, Kemalpaşazade,
Müeyyedzade Abdurrahman, Tacizade Cafer Çelebi, Sadi Çelebi,
İdris- i Bitlisi, Zembilli Ali Efendi, Necati, Visali, Zati ve Firdevs!
gibi birçok alim ve şair onun desteğine mazhar olmuştu.
Bayezid Han sadece kendi ülkesinde değil, diğer İslam ülke­
lerindeki bilginleri de korur ve gözetirdi. Hirat'ta bulunan Molla
Cami hazretlerine ve Nakşibendi yolunun merkezi olan Buhara'daki
dergahın şeyhine her sene beş bin akçe gönderirdi. Kendi şahsi
mülkünden verdiği hediye ve sadakalar da bir hayli fazla idi. Molla
Cami'yi ve Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin oğlu Hace Abdülhadi'yi
İstanbul'a davet etmiştir. Nitekim bunun üzerine İstanbul'a gelen
Hace Abdülhadi'ye çok hürmet ve iltifatlarda bulunup duasını al­
mıştır.
II. Bayezid Han
1 23
Bayezid Han Avrupa'daki sanat hareketleri ile de ilgilenmiş, çeşitli
vesileler ile bazı sanatçılarla temaslar kurmuştur. Leonardo da Vinci,
padişaha yazdığı bir mektupta, Haliç ve Boğaz üzerinde birer köprü
kurmaya hazır olduğunu bildirmişti. Bunun üzerine Michelangelo
da İstanbul'a gelmek üzere teşebbüslerde bulunmuştu. Ancak bazı
siyasi hadiseler bu gelişmelerin gerçekleşmesine imkan vermemiştir.
Diğer ilim dallarının yanı sıra Osmanlı tarihçiliği de Bayezid
H an'ın zamanında daha ileri bir safhaya ulaşmıştır. İdris- i Bitlisi'ye
Farsça bir Osmanlı tarihi yazdırmıştır. Ayrıca onun adına pek çok
eser de kaleme alınmıştır. Kendisine takdim edilen bütün eserleri
okurdu. Değerli bulduklarını teşvik eder, dalkavukça, yaranmak
için yazılmış eserlerin müelliflerine yüz vermezdi.
H O CA S I N A D İ V İ T T U TA N PA D İ Ş A H
Sultan Bayezid daha Amasya'da iken Şeyh Hamdullah'tan almaya
başladığı hat derslerini hükümdar olduktan sonra da devam etmiş
ve bu alanda üstadlık derecesine ulaşmıştır. Onun, Şeyh Hamdullah
ile macerası ilme ve ilim adamlarına olan saygısını da çarpıcı bir
biçimde yansıtmaktadır.
Bayezid Han, babası Fatih' in vefatını müteakip İstanbul'da tahta
geçip kardeşi Cem Sultan'la saltanat mücadelesine girişince hoca­
sı Şeyh Hamdullah ile irtibatı da kesilmişti. Şeyh de, B ayezid'in
Amasyayı terk etmesinden sonra şehirde daha fazla kalamamış ve
İstanbul'a göç ederek Saraçhanebaşı'nda kazasker hamamı karşısında
her ikisi de kendisi gibi hattat olan hemşehrileri Celal ve Abdullah-ı
Amasi'nin evlerinde ikamete başlamıştı.
Bir gün padişaha sunulmak üzere Şeyhe yazdırılan bir arzuhal
Bayezid Han'la hocasının yeniden buluşmasını sağladı. Kendisine
sunulan arzuhali gören padişah yazının, uzun zamandır taht ve saray
meselelerinden dolayı arayıp soramadığı, hatta ihmal ettiği hocası
Hamdullah'a ait olduğunu bir bakışta anlamıştı. Şeyhin İstanbul'a
gelmiş olduğunu sezerek, bu arzuhali yazan hattatın derhal bulu­
narak huzuruna getirilmesini emretti.
1 24
Kayı I I I : Haremeyn Hi zmetinde
B öylece hocası ile tekrar görüşen padişah, sarayının harem dai­
resi civarında bir meşkhane tesis ederek onu buranın muallimliğine
ve aynı zamanda saray katipliğine tayin eylemiştir. O bundan sonra
eserlerinin ketebesinde, "Katibü's-Sultan B ayezid Han" unvanını
kullanmıştır.
Padişah, sarayda hocasına sık sık uğrar, hat sanatıyla ilgili çeşitli
sorular sorar, sohbet ederdi. Bir gün hazineden Yakut-ı Musta'sımi'ye
(v. 1 238) ait yedi parça yazı çıkartıp hocasına göstererek:
"Bu tarzdan gayrı bir vadi ihtira olunsa (vücuda getirilse/ortaya
çıkarılsa) ne iyi olurdu" demişti. Şeyh de aylarca çalışarak yazıya
çeşitli yenilikler ve güzellikler getirmiştir. Böylece o zamana kadarki
hattatların, hatta kendisinin bile tesiri altında yazı yazdığı Yakut
ekolü son bulmuş ve Şeyh Hamdullah'ın yazı stili bir ekol olmuştur.
Nitekim şöyle denilmiştir:
Şeyhoğlu Hamdi hattı ta kim zuhur buldu
Alemde bu muhakkak nesh oldu hatt-ı Yakut*
Şeyh Hamdullah yazıda çığır açan, ekol olan büyük bir hattattır,
ancak onun meydana getirdiği binlerce paha biçilmez eserde il.
Bayezid Han'ın teşvik ve desteğini de unutmamak lazımdır.
Hatta çok zamanlar olmuştur ki koca padişah, hocası yazarken
bizzat divitini tutmuş, eliyle de arkasını yastıklarla besleyerek raha­
tını temin etmiştir. Hocasına verdiği yevmiyenin dışında Üsküdar'ın
semtlerinden Sarıgazi'deki iki köyün gelirini de tahsis etmiştir.
Bunu çekemeyen bazı hasetçiler: "Yazıyı şeyh değil, Sultan Bayezid
yazdı" diyerek ileri geri konuşmaya ve şeyhin aldığı paraları hak
etmediğini söylemeye başlamışlardır.
B u dedikoduları haber alan B ayezid Han, bir gün ulema ve
şeyhlerden büyük bir gruba ziyafet vermiş ve b aş köşeye Şeyh
Hamdullah'ı oturtmuştu. Bu duruma bazılarının kırıldığını ve gü­
cendiğini hissedince, hocasının yazdığı bir Mushaf-ı Şerifi eline
Ne zaman ki Şeyhoğlu Hamdullah hattı ortaya çıktı. Şu alemce kesin olan bir gerçek
ki Yakut tarzı hattın geçerliliği kalmamıştır.
I I . Bayezid Han
1 25
alarak hepsine tek tek gösterdi. Herkesin takdirlerini aldıktan sonra
ho ca sını işaret ederek böyle değerli bir hattata şimdiye kadar hiç­
bir h ükümdarın sahip olmadığını söyleyerek onunla iftihar etmiş,
mecl istekiler de bu sözü tasdik etmek durumunda kalmışlardır.
Bayezid Han bundan sonra orada bulunan ulemadan bazılarının
yazmış oldukları eserlerden birkaçını üst üste koydurduktan sonra
Şeyh Hamdullah'ın yazdığı Mushaf'ı göstererek bunu bu kitapların
altına mı yoksa üstüne mi koymanın caiz olacağını sormuştur.
Hepsi de "la yemessühü ile'l-mutahherun'' (Ona temiz olanlardan
başka sı el süremez. Vakıa Suresi, 79) buyurulan Kur'an-ı Kerim'in
üstüne başka bir kitap koymanın nasıl caiz olabileceğini, elbette
onun en üstte konması lazım geleceğini belirttiler. Bunun üzerine
B ayezid Han:
"Kur'an-ı Azimüşşan'ın kitabetini bu zat kadar ihya etmiş bir fert
yoktur. Onu bir mecliste ben nasıl baş köşeye oturtmam'' demiştir.
YA H Ş İ B İ R S UA L !
Bütün bunlara rağmen II. Bayezid Han'ın hoşgörülü ve açık fikirli
olmadığı yönünde içi boş iddialar ortaya atılmaktadır. Bu iddialarına
gösterdikleri tek delil, güya babasının Centile B ellini'ye yaptırdığı
tablosunu saraydan çıkartıp sattırmasıdır. Oysa kime satmıştır?
Kaça satmıştır? Ne zaman satmıştır? Bu sorularının cevabı hiçbir
zaman verilememektedir. O tabloları satın alanlar çöpe mi atmıştır
ki iki yüz yıl sonra bulunmuştur. Kaldı ki B ellini'nin tablosunu
nerede yaptığı ve kime sunduğu dahi meçhuldür. Hiçbir belgeye ve
bilgiye dayanmayan bazı faraziyeler, ne yazık ki günümüzde ilmi
bir tenkit süzgecinden geçirilmeksizin gerçekmiş gibi kabul edilir
hale gelmiştir.
II. B ayezid Han özellikle Memlük savaşlarında ortaya çıkan za­
afıyetler üzerine orduyu; Endülüs'ten gelen imdat istekleri üzerine
de donanmayı güçlendirme yolunda önemli adımlar attı. Yeniçeri­
lerin sayısını artırdı. Ağa bölükleri kuruldu. Askeri yeni silahlarla
techiz etti. B ilhassa topçu ve süvari teşkilatı ve top nakliyatı ciddi
bir ıslahata tabi tutuldu.
1 26
Kay ı I l l : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Donanmaya ehemmiyet verilerek yelkenli savaş gemileri yap ıldı
ve gemilere uzun menzilli toplar yerleştirildi. Bu faaliyetleri ile o,
oğlu Yavuz Sultan Selim'in fasılasız cihat ile meşgul olmasını sağ­
lamış, başarılarında büyük pay sahibi olmuştur.
II. Bayezid Han mecbur kalmadıkça savaştan uzak durm aya
gayret ederdi. Reayanın huzur ve sükununu temin ve onlara bir zarar
ulaşmaması için devamlı İstanbul'da bulunmaya özen gösterirdi.
Onun bu vasfı cihadı terk etmek olarak algılanmış ve zaman zaman
tenkide uğramıştır. Nitekim Kırım Hanı Mengli Giray kendisine
gönderdiği bir mektupta:
"Saadetlü, şevketlü, azametlü yeryüzü p adişahı, iki dünyada
Allah'ın halifesi hazretlerinin katına bendelerinin arzı budur ki, gaza
kapısının kapanmasına ve cihadın yapılmamasına sebep olarak b ir
kavi hüküm bulunup vakıf olundu ise yeri bize bildirile ki, kulu­
nuz da onun hükmü ile hareket edeyim. Baki ferman şanı yüksek
padişah hazretlerinindir:'
Sultan Bayezid'in bu mektuba verdiği cevap düşünce yapısını
göstermesi bakımından fevkalade önemlidir. Padişah mektubunda:
"Tarafınızdan gönderilen namede bizim uzlet köşesinde sükun
ve feragat yolunu seçip, gaza ve cihadı terk ettiğimizi, bunun Nass
veya Hadis'te yeri var mıdır diye soruyorsunuz. Gerçekten yahşi
(güzel) bir sual. Herkes tarafından bilinmektedir ki; cihad u gazaya
emir, İslam dininin en baş yoludur. Sultanlara düşen de bu yol­
da bulunmaktır. Fakat geniş topraklarımız üzerindeki tebaamı­
zın hallerinden yalnız ben sorumluyum. Yarın Allah'ın huzuruna
vardığım zaman: 'Bayezid! Sana bunca iklimleri ihsan idüp cümle
ibaddan seni ihtiyar ve birkaç günlük saltanatı ve hilafeti sana layık
gördüm. Kullarım arasında nice benim emrimi icra eyledin ve ne
tarik ile adalet eyledin ? ' deyu buyurdukta halim ne ola ve ne hal ile
cevap virem diye düşünür dururum. Savaş için bir tarafa gidildiği
zaman, insanlarda kötülüğe temayüllü hususiyetler bulunduğu
için, yokluğumuzdan faydalanarak bir fitne çıkarabilirler. Bundan
dolayı herhangi bir tarafa gitmemeyi ve nizam - ı memleket için
yerimde oturmayı daha münasip buluyorum. Yine bundan dolayı
I / . Bayezid Han
1 27
gece gündüz bütün vaktimi halkın ahvalini tetkik ve işlerini görmeye
harcıyorum, vesselam" demiştir. 101
İ M A R FAA L İ Y E T L E R İ
Sultan I I . Bayezid dönemi Osmanlı ülkesinde imar faaliyetlerinin
hızlandığı bir devir olarak göze çarpar. Bayezid Han'ın özellikle
şeh zad eliğinde Amasya'da, padişahlığında ise Edirne ve İstanbul'da
inşa ettirdiği külliyeleri görenleri hayran bırakmaktadır. Osmancık,
Geyve, Saruhan ve Boyabat'ta da hayratı vardır.
Hoca Sadeddin Efendi onun bu güzide hayır eserlerini şöyle
anlat maktadır:
"Cömertliği, el açıklığı, kerem ve lütufdaki geniş yürekliliği
söz edilemeyecek durumda olan il. Bayezid Han, Osmanlı tahtına
oturmadan önce sancakbeyi olarak bulunduğu Amasya şehrini
saltanata geçince unutmamış ve burada beldeye ayrı bir güzellik
katan ırmağın (Yeşilırmak) kenarında güzel bir hayır eseri vücu­
d a getirmiştir. Külliye sa fa ve n e şe dolu parlak bir cami, zaviye,
hangah, mektep, imaret ve büyük bir medreseden oluşmaktadır.
Medresedeki öğretim üyesinin fetva verecek yetenekte bilgili bir
kişi olması şart koşulmuştur:'
II. Bayezid Han tahta çıkışının üçüncü yılında Edirne'deki ünlü
Bayezid Külliyesi'ni yaptırmaya başladı. Dört yıl süren inşaat so­
nunda cami, imaret, medrese, tabhane, hamam ve darüşşifadan
meydana gelen binalar hizmete girdi.
Külliyenin darüşşifa denilen hastanesi akıl ve ruh hastaları için
tedavi yeri idi. Avrupa ülkelerindeki akıl hastaları şeytanla işbir­
liği içindeki kişiler olarak görülüp cezalandırılır hatta bazen diri
diri yakılırken Osmanlı ülkesinde aynı dertten muzdarip olanlar,
Bayezid Han'ın yaptırdığı şifa yurdunda yeşillik ve su şakırtılarına
kuş nağmelerinin karıştığı muazzam güzellikte bir ortamda doktor
tedavileri neticesinde yeniden sıhhate kavuşuyorlardı.
Evliya Çelebi bu güzel eseri şu ifadelerle anlatmaktadır:
Kay ı I I I : H a r e m e y n H i z m e t i n d e
1 28
''Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir kargir yüks ek
kubb edir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu
açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan Tacı
gibi bir kubbecik vardır. Sanatkar iş üstadı, bu küçük kubben in ta
tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzeri ne bir
bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa dön er.
Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidi r. Bu
kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında
bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır.
Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri
de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar.
Bu sekiz adet kış odalarının önünde yine büyük kubbe içinde sekiz
adet yazlık odalar vardır:'
Darüşşifa'da lale, sünbül, karanfil, şebboy, yasemen, nesrin, de­
veboynu vs. gibi çiçekler bol miktarda yetiştiriliyordu. Bu çiçeklerin
yalnız renkleri değil, kokuları da akıl hastalarının tedavilerinde
olumlu sonuçlar veriyordu.
Hastanede çok dikkatli bir gıda rej imi uygulanmaktaydı. Uzman
tabiplerin kontrolü altında, hastaların durumuna göre kaz, ördek,
keklik, sülün, üveyik ve tavşan etleri yedirilirdi.
Darüşşifa'da tabiplerin musikinin bazı hastalıklara iyi geldiği­
ni özellikle zihni açma, hafızayı güçlendirme, heyecanlı hastaları
sakinleştirme, sıkıntılı, durgun ve karamsar hastaları neşelendir­
mede etkili olduğunu b elirtmeleri cihetiyle hastaların musiki ile de
tedavileri yoluna gidilmiştir. Bu konuda yeterli bilgi ve deneyime
sahip Darüşşifa'nın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli makamlar
dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp yavaşlamasını dikkate alarak
uygun melodiyi belirliyordu. Ardından şikayetleri benzer hastaları
bir araya getirerek D arüşşifa'nın musiki ekibine haftanın belirli
günlerinde konser düzenlettiriyordu. Musiki ekibinde on adet erkek
hanende ve sazende görev yapmaktaydı.
Nihayet şadırvandan fışkıran suların çıkardığı sesler de, tedavi­
nin önemli bir kısmı olarak hastayı huzura kavuşturmak amacıyla
kullanılmaktaydı.
I I . Bayezid Han
1 29
Kuruluş yıllarında her türlü hastanın bakıldığı Darüşşifa, daha
sonr aki yıllarda sadece akıl ve ruh hastalarının tedavi edildiği bir
nıe rkez durumuna gelmiştir. D arüşşifa'nın başlangıçtaki kadro­
sun da , bir baştabip, iki tabip, iki göz mütehassısı, iki cerrah ve bir
eczacı vardı. Bunların dışında yardımcı sağlık personeli ve idari
görevli olarak on üç kişi daha çalışmaktaydı. Yatak kapasitesinin
is e otuz iki olduğu tahmin edilmektedir. O dönemde en yüksek
nı aaşı Darüşşifa'nın başhekimi, günlük otuz akçe ile almaktaydı.
Bu, Os manlı döneminde hastaneye verilen önemi göstermektedir.
Tedavinin parasız olarak yapıldığı şifahanede, şehirdeki muhtaç
hastaların ilaçları haftanın iki günü ücretsiz olarak temin edilirdi.
Avrupalılar kuş seslerinin, su şırıltılarının, musikinin ve hele de
çiçek kokularının tedavi için kullanılmasını Rönesans devrinde ve
hastane tarihinde bir eşi daha olmayan Türk psikiyatrisi ve mede­
niyetinin eşsiz bir abidesi olarak görmektedirler.
II. Bayezid Ha n'ın İstanbul şehrinde yaptırdığı hayır kapılarından
en güzelinin özellikleri ise saymakla bitirilebilecek gibi değildir.
Hoca Sadeddin Efendi'nin ifadesiyle: "Ol cenneti andıran cami ki
safa ve muradı bir araya getirmede eşsizdir. Genişlik ve ferahlıkta
örnek olup kurucusunun p ak ve temiz niyetine işarettir. Ol ulu
şehrin ortasında yapılmakla öğleden güneş batıncaya dek yeni
yeni cemaatle dolup taşmaktan bir an bile geri kalmaz. Renkli nefis
somak.ilerle öyle bir bezenmiştir ki iş bilen mimarlar dahi onu gör­
dükçe hayran ve şaşkın kalırlar. Yüksek duvarlarının mermerleri öyle
parlatılmıştır ki namaz kılanların akisleri onlarda ayna gibi yansır.
Safalı avlusunda akan şadırvanı tanıtmaya kalkarsam, kalemin
şekerler saçan a ğzından sular dökülür. Ol kevseri andıran selsebilin
olukları hasretten susamışlar için şifa kaynağıdır.
Yanı başında yaptırılan imaretteki bol ve çeşitli yiyeceklerden,
her gün binden ziyade insan yararlanır. İştah verici yiyeceklerle
dolu sofralar, kaseler söz ve yazıyla anlatılabilecek gibi değildir.
1 30
Kayı I I I : Haremeyn Hizme t inde
Medresesi ise ilimlerin derlendiği, bilgilerin aktarıldığı kutlu bir
duraktır. Zamanın olgun, seçkin, yetenekli alimleri burada talebel ere
her çeşit dersleri vermektedirler:' 102
il. B ayezid Han'ın bunlardan başka daha nice yerlerde mes cit,
kale, köprü, han, hamam ve ribat gibi eserleri olup kimini temelden
yaptırmış, kimini ise tamir ettirip yıkılmaktan kurtarmıştır.
Ş A İ R B AY E Z İ D
il. Bayezid dönemi, Fatih devrinde yetişen büyük şairlerin şöh ­
retlerini devam ettirdikleri ve yenilerinin de onlara katıldığı bir
dönem olmuştur. Ahmed Paşa ve Necati'nin yanı sıra Zati, Cafer
Çelebi, Safi, Behişti, Sinan B ey, Çakeri ve Basiri bu dönemin ta­
nınmış şairleridir. 103
''Adli" mahlası ile şiirler yazan Bayezid Han daha sonra bun­
ları bir divanda toplamıştır. O ğlu Selim Han'ın emriyle yazıldığı
rivayet edilen yazma divanının dört kıymetli nüshası Fatih Millet
Kütüphanesi'nde kayıtlıdır. Şiirleri mizacının bir yansıması olarak
tasavvufi özellikler taşır. Gazel tarzındaki bu samimi aşk ve mu­
habbet şiirleri sade ve tabi bir Türkçe ile söylenmiş manzumelerdir.
Kudret-i Hakk'a nazar kıl revnak- ı ezhara bak
Hab-ı gafletten uyanup zıynet-i eşcara bak104
[ Çi çeklerin p arlaklığına, canlılığına n azar ederek Ce nab-ı
Hakk'ın kudretini anla. Ağaçların ziynetini ve süsünü (yeniden
doğuşunu) gör de gaflet uykusundan uyan] , beyti il. Bayezid Han'ın
dış tabiata, imanla ve olgun bir gönülle bakarken neler duyup dü­
şündüğünün ifadesi gibidir.
Şu matla'ında ise tam bir hükümdarca ifade sezilmektedir:
Ey süvar-ı esb-i nas olan rikab-ı cana bas
Hüsn meydanı senindir ayağın merdana bas105
( Ey naz atının binicisi ! Can özengisine basmaktan çekinme,
güzellik meydanı senindir, ayağını yere mertçe bas ) .
I I . Bayezid Han
131
II. Bayezid Han; Melihi, Ahmed Paşa ve Fatih Sultan Mehmed
arasın da ortak bir söyleyiş meydana getiren gönül redifli murabba'
ve muhammeslere gözüm redifiyle iştirak etmiştir.
Göreli ol sanemün kaşlarını yay gözüm
Kaldı cevr oklarına sine siper vay gözüm
Demedüm mi sana ben bakma ana hay gözüm
G özüm eyvay gözüm vay gözüm eyvay gözüm106
Bayezid Han şuara meclislerinde bulunur, sohbetler eder, onları
teşvik ederdi. Bir keresinde devrinin ünlü şairlerinden Behişti yanlış
bir iş yapmış ve padişahın gadabından çekinerek İran'a kaçmıştı.
Orada Mevlana Cami ile Nevayi'nin hizmetinde bulundu.
Bir süre sonra onlar tarafından eline bağışlanıp affedilmesini dile­
yen, hatanın insana özgü bir hal, suçları bağışlamanın ise merhamet
sah ibi Cenab-ı Hakk'ın sıfatı olduğunu belirten bir mektup verildi.
"Onlar öfkelerini yutkunurlar, insanları affederler:' (Al-i İmran
Suresi, 1 34) ayetini ima edip padişaha adı geçen için mazeret beyan
eden, çokça örnek ve eserden bir yığın nükte söylendi.
İsaet ehline eyle ihsan
Kul olur hür iken ihsana insan
Küçükler gerçi suç etmek hatadur
Ulular afv- ı cürm etmek 'atadur107*
Bayezid Han alimlerden gelen mektubu okuyunca B ehişti'yi
affettiği gibi ihsanlarda bulunup ona görev verdi.
Bazen de şairlerle şakalaşır latife yapardı. Rivayete göre dönemin
şairlerinden Çakeri'nin daha gençliğinde nezle rahatsızlığı yüzünden
sakalı erken ağarmıştı. O da bu duruma üzülüp sakalını boyardı.
Bayezid Han bir gün; "Nuru niçin karaya boyayıp rengini değiş­
tiriyor ve ak sakalın yüzüne kara çalıp suçlular gibi teşhir ediyorsun"
diye kızgınca sordu. Çakeri ise:
*
Kötülük yapana sen bağışta bulun; zira insan hür iken bağışa kul olur. Küçüklerin
suç işlemesi hatadır amma büyüklerin suçu bağışlamaları büyük ihsandır.
1 32
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
"Devletli sultanım ! Ben kulunuz şüphesiz yaşımı biliyo rum .
Sakalım ise yalan söylüyor. Görünüşte güvenilir gibi duruyor am a
kesinlikle yalan söylüyor. Bu yüzden ben de yüzüme kara çalıp onu
teşhir ettim ve küçük düşürüp intikam aldım" diye cevap verm işti.
Bu nükte karşısında padişah Çakeri'yi överek ihsanlarda bulun du. ıos
Alim ve şairleri teşvik edişi o derece ileri idi ki sanatlı, güzel b ir
gazel görse sahibini tanımıyor olsa bile o kişiyi buldurur ve ö dül­
lendirirdi. Bunlardan biri de Sa'yi namındaki bir şairdi. Ferman la
buldurup padişahça himmetler ve sultanca bağışlarda bulun duğu
Sa'yi'nin o gazeli şöyle idi:
Suretin nakşını yazınca gönül namesine
Kanlar ağlattı gözüm kirpiğimin hamesine
Ne bilir hüsni kitabında ne sır var idiğin
Kaşının her ki nazar etmeye ser-namesine
Şeref-i şemste yazıldığıçün hatt-ı ruhun
Nüsha-i mihr ü muhabbet dediler namesine
Bir gümüş serv-i kaba-puştur ol mah ki anın
Güneş altın gül olursa yaraşır camesine109
[Yüzünün resmini gönül mektubuna yazınca gözüm, kirpiğimin
kalemine kanlar ağlattı.
Kaşını kaldırıp yüzüne bakmayan kimse senin güzellik kitabında
ne sır olduğunu nereden bilsin.
Yanağındaki tüyler yüce güneşte yazıldığı için onun mektubuna
sevgi ve muhabbet nüshası dediler.
O ay yüzlü, güzel kaftan giymiş bir gümüş servidir. Güneş, onun
elbisesine altınlı gül olsa sezadır. ]
BAY E Z İ D - İ V E L İ
II. Bayezid Han son derece adil, merhametli, alim, takva ve hilm
sahibi idi. Bu hasletleriyle "Bayezid-i Veli" olarak tanınırdı. Güzel
hasletleri pek çoktu. Savaşlarda bir adet edinmişti. Her seferden
dönüşünde elbisesinde biriken tozları toplar ve bir kavanozda bi-
I I . Bayezid Han
1 33
riktirirdi. Yine bir harp dönüşü B ayezid Han elbisesini çıkartmış,
üzerindeki tozları, büyük bir itina ile toplamaya çalışıyordu. Hanımı
Gülb ah ar Hatun, merakla sordu:
"Efen dim, merakımı hoş görün, her cihat dönüşü o tozları niçin
biriktirdiğinizi sorabilir miyim?" Padişah, tebessümle:
"B en im senden gizlim yoktur Gülbahar Hatun. Bu tozların meza­
rıma kon ulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Hadis-i Şerifte, 'Ayakları
Hakk yolunda tozlananları Allahu Te,alanın cehennem ateşinden
koruyacağı' buyurulmaktadır. İşte Hakk yolunda, kafirlerle cihat
ederken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz. Vasiye­
tim izdir; öldüğümüzde bunları kabrime koysunlar:'
Gerçekten de il. Bayezid Han, biriktirdiği bu tozlardan bir tuğla
yaptırdı. Vasiyeti gereğince de bu tuğla, öldüğü zaman kabrine
ko nuldu. 1 10
Beyazıt semtinde yaptırdığı caminin açılışında yaşanan şu hadise
de Bayezid Han'ın dini yönüne ışık tutmaktadır. Padişah, maşeri bir
kalabalığın bulunduğu açılış gününde ilk namazı büluğ çağından
o güne kadar, ikindi namazının sünnetini hiç terk etmemiş olan
birinin kıldırmasını istemişti. Cemaate ilan edilince kimse çıkmadı.
Padişah mecbur kalıp :
"Elhamdülillah müddet-i ömrümüzde hiçbir vakit kaçırmadık"
diyerek bizzat imamete geçti. 1 1 1
Şu şiiri ise Bayezid Han'a 'Veli' lakabının niçin verildiğini işaret
eder gibidir.
Hudaya Hudalık sana yaraşır
Nitekim gedalık bana yaraşır
Çü sensin penahı cihan halkının
Kamudan sana iltica yaraşır
Şeh oldur ki kulluğun etti senin
Kulun olmayan şeh geda yaraşır
Şu dil kim mariz-i gamındır senin
Ana zikrin ile şifa yaraşır
1 34
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Şu kim dürr-i gufranın almak diler
Der-i gamın bahrine aşna yaraşır
Eğerçi ki isyanımız çok durur
Sözümüz yine 'Rabbena' yaraşır
Ne ümmid ü ne bimdür işimiz
Heman bize havf ü reca yaraşır
Eğer adl ile sorarsan Adlf'y i
Ukubettir ana seza yaraşır
Ben ettim anı ki bana yaraşır
Sen eyle anı kim sana yaraşır
Şu günde ki hiç çaresi kalmaya
Ana çare-res Mustafa yaraşır1 12*
N E D E D İ LE R
Hoca Sadeddin Efendi: Lütufları bol sultanın ve övülecek ni­
telikleri olan hakanın ahlaki güzelliklerinin ve şefkati kereminin
açıklanmasından kalemin boynu bükülür. Ağaçların yaprakları kağıt,
denizler mürekkep olsa yine de yazmaya yetmez. Gölgesi güven ve
huzurun temeli idi. Lütuf ve bahşişi, fukaraya, gariplere gösterdiği
ilgi öyle bir ölçüde idi ki, devrinde dilenme hiç anılmamışçasına
yoktu. Uzleti seçen, kenarda köşede kalmayı yeğleyen taat sahip­
lerini bahşişçi casuslarıyla araştırıp bulurdu. Her gün nice bin kişi
armağanlarından yararlanırdı. 1 1 3
Allah'ım azizlik sana yaraşır. Nitekim fakirlik bana yaraşır.
Madem sensin sığınağı cihanın. Herkesten sana iltica yaraşır.
Şah oldur ki sanan kulluk eyledi. Kulun olmayan şah geda yaraşır.
Gönül ki gamından hastadır senin. Ona zikrin ile şifa yaraşır.
Kim ki mağfiret incisi diler. Gam denizine aşina yaraşır.
İsyanımız ne kadar çok olsa da, sözümüz Rabbena olma yaraşır.
İşimiz ne ümit ve ne korkudur. Lakin bize korku ve ümit yaraşır.
Adli'yi (Bayezid) adi ile sorarsan eğer. Nimet değil ona ceza yaraşır.
Ben ettim onu ki bana yaraşır. Sen onu eyle ki sana yaraşır.
Herkesin çaresiz kaldığı günde, ona imdad-ı Mustafa (Muhammed Aleyhisselam)
yaraşır.
I I . Bayez i d Han
1 35
Andrea Gritti: Etli ve dolgun çehresinde asla zalim ve korkunç
bir ad am alameti yoktur. Her zaman bir hüzün emaresi görünür.
Makine sanayini ziyade sever. İyi kesilmiş kırmızı akiklerden, işlen­
miş güm üşten, güzel imal edilmiş eşyadan pek hoşlanır. Nücum ve
il ah iyatta derin bir malumat sahibi olup daima bu ilimlerde mütalaa
ile m eş guldür. Kimse ondan daha iyi ok atamaz. 1 14
Sehi Bey: Alim, fazıl, kamil, şiirleri çok, yetenek sahibi ve her
ko nud a mahir bir kimseydi. Ok atanların seçkiniydi. Zamanın­
da çektiği yayı kimse çekememiştir. Salih, dindar, doğruların ve
aliml erin dostu, maarif ehline karşı alakadar, adalet ve cömertlikte
eşi b ulunmaz, hayır sahibi bir padişahtı. 1 1 5
Necati Bey:
Afitab-adi Sultan ibn-i Sultan Bayezid
Karni-şirk ü dalalet lami-i nCtr-i yakin
Ger seferdir ger hazar elhamdülillah kim olur
Feth ü nusrat hem-inan u baht u devlet hem-nişin
Heybetin düşmanlara rahat mı kor kim gösterir
Geceyi bebr-i beyan gündüzü şir-i gurin
Devletinde halk-ı alem ber-murad ü muntazam
Böyle olur padişahım olucak devlet yeğin
Şevket ü adl ile sultan ibn-i sultansın veli
Zühd ü takva ile olmuşsun emirü 'l-mü'minin
Askerine devletine zatına evladına
Sen inayet eyle daim ya İlahe'l-alemin 1 16
İKİNCİ BÖLÜM
YAVUZ S U LTAN S E LİM HAN
Yüce Allah beni atalarımın ocağına padişah yapınca,
şeriki ve benzeri olmayan Hakk Teala hazretlerine
tazarru ve niyaz ile münacatlar eyledim. Ey asuman u
zeminin yaratıcısı ve ey ins ü cinnin ve hayvanların
rızık vericisi Kerim ve Rahim olan Rabbim. Harem- i
hassın olan Beytullah'ın -ki o Kabe-i saadet-penahdır­
bulunduğu M ekke- i Mükerreme ile iki cihan fahri
habibin Muhammed Mustafa'nın mübarek mezarları ,
saadetlü merkad-i hümayunlarının olduğu Medine-i
Münevvere'nin süpürgeciliğini bana nasip eyle !
A N A D O L U ' DA KA RI Ş I KL I K
Selim Han 24 Nisan 1 5 1 2'de tahta geçmiş olmakla birlikte ağabeyi
Korkud Manisa'd a vali olarak bulunurken diğer ağabeyi Ahmed ise
Konya'da saltanatını ilan etmiş durumdaydı.
Nitekim babası Bayezid Han'ın vefatını haber alan Şehzade Ah­
med, vakit geçirmeden kendisini Anadolu'nun hakimi ilan etti.
Adına hutbe okutup sikke bastırdı. Oğlu Alaaddin'i Bursa üzerine
sevk etti. Süratle gelerek Bursayı muhasara eden Alaaddin, şehre
girerek subaşıyı ve Selim'e taraftar olan muhafızları öldürttü. Halktan
vergi toplamaya başladı. Hutbe ve sikkeyi babası adına yaptırmak
üzere teşebbüse geçti. Ancak bu faaliyetleri nedeniyle Bursalıların
hücumlarına maruz kalınca şehri terk etmek zorunda kaldı. Gemlik
ve Biga taraflarına adamlar gönderen, Karaman beylerine de hü­
kümler yazan Alaaddin, Selim Han'ın harekete geçtiği haberlerini
alınca Afyonkarahisar'da bulunan babasının yanına çekildi.
Bu sırada Ahmed'e bağlı emirlerden Taceddin Bey Eskişehir,
Kara İskender de Tokat civarındaki köylere baskınlar vermiş ve
halkın mallarını gasp etmişlerdi. Şah İsmail'in adamı Nur Ali de
Kazova taraflarını yakıp yıkıyor, "İl ü gün Şah İsmail' indir" diyerek
bölge halkına dehşet saçıyordu. Anadolu halkından divana yardım
tezkireleri yağmaya başlamıştı.
Biat merasimi için Kefe'd en İstanbul'a gelen oğlu Süleyman'ı ye­
rine bırakan Selim Han, yanında yedi bin kişilik bir kuvvet olduğu
halde Anadolu'ya geçti. Bu arada yirmi beş kadırgadan ibaret bir
filoyu da şehzadelerin Rumeli'ne geçmelerine mani olmak üzere,
Anadolu sahillerinin kontrolüne memur etti.
Selim Han Bursa'ya giderken meşhur akıncı kumandanların­
dan Malkoçoğlu Bali Bey'in oğlu Ali Bey komutasında bir kuvveti
kardeşi Ahmed'in üzerine sevk etti. Bu durum üzerine Şehzade
Ahmed, Sivrihisar'dan Konya yoluyla Çukurova'ya geçmek istedi
Yav u z S u ltan S e l im Han
1 39
is e de S elim'e bağlı Hemdem Paşanın Karaman beylerbeyi olması
yü zünden cesaret edemedi. Lalası Yularkısdı Sinan Paşanın hakim
bulunduğu Amasya civarına çekildi.
S elim'in yeni bir tedbir olmak üzere Amasya sancakbeyliği­
ne Davud Paşaoğlu Mustafa Paşayı tayin etmesi ve kendisinin de
Ankaraya doğru hareketlenmesi yüzünden, Şehzade Ahmed bura­
dan da çekilerek Konya'ya döndü. Oğlu Şehzade Murad, Şah İsmail'e
iltica etmesi tavsiyesinde bulunurken o, 'Babam' diye hitap ettiği
Memlük Sultanı Kansu Gavri'ye yakın duruyordu. Bu itibarla oğul­
larından Süleyman ile Alaaddin'i destek istemek üzere Memlüklere
gönderdi. Kendisi de Divriği'ye gelip Dulkadırlılarla müzakerelere
girişti. Memlük ve Dulkadırlılarla ittifak ederek saltanatı elde edebi­
leceğini ümit ediyordu. Ancak Selim ile ihtilafa düşmekten çekinen
Kansu Gavri şehzadenin teklifine red cevabı verdi.
Ankarada iki ayı aşkın kalarak sükuneti sağlamaya çalışan Selim
Han, Ahmed' in meydana çıkmaması ve Veziriazam Koca Mustafa
Paşanın, kışın yaklaşması nedeniyle Bursaya dönmelerinin isabetli
olacağını beyan etmesi üzerine geri döndü.
23 Kasım'da Bursaya gelen Selim, kendisine itaatten ayrılmaya­
cağına dair sadakat yemini eden Korkud'un durumunu öğrenmek
üzere d evlet adamlarından bazılarına ona bağlılıklarını bildiren
sahte mektuplar yazdırdı. Şehzade Korkud ise bunları doğru sanarak
içindeki padişahlık hırsı ve arzusuyla karşılıklar verdi. Böylece Selim
Han, onun içinin saltanat aşkıyla dolu olduğunu anladı. Avlanmak
bahanesiyle Bursadan çıkan S elim Han süratle Manisa üzerine
yürüyüp onu sarayında ansızın bastırdı. Buna rağmen Korkud,
nedimi ve sırdaşı olan Piyale adındaki en yakın adamı ile birlikte
kaçmaya muvaffak oldu. Bergama civarında bir mağarada günlerce
saklandılar. 1 17
Selim kardeşinin Rodos'a veya Mısır'a gitme ihtimalini düşünerek
denizler dahil her tarafı kontrol altına aldırdı ve kendisi Bursaya
geri döndü. Sayısız casuslarla sınır boyları dolmuş Anadolu'dan kuş
bile uçmaz hale gelmişti.
1 40
Kay ı I I I : Haremeyn Hizme t inde
Korkud ve lalası ise gizlendikleri yerden Teke iline geçerek ora­
dan gemilerle dışarı kaçmak istiyorlardı. Bu maksatla Korkud' un
atını alarak dışarı çıkan Piyale, karşılaştığı bir köylü ile anlaştı. Köylü
Korkud'un atı karşılığında onlara erzak ve gemi tedarik edecekti.
Korkud'un çok güzel olan atının bir köylüde olması ve onun sık sık
erzak taşımaya başlaması yöre halkının dikkatini çekmişti. Durumu
derhal Yavuz'un adamlarına bildirdiler. Gelip köylüyü aldılar ve
Korkud ile Piyale'nin saklandığı yeri zorla söylettiler. Bunun üzerine
Teke B eyi Kasım B ey, Sultan Korkud ve nedimini saklandıkları
mağarada tevkif ederek Selim Han'a haber verdi.
Selim Han derhal Karaçinoğlu'nu şehzadeyi getirmesi için gö­
revlendirdi. Yakın bir yere geldiklerini işitince de Kapıcıbaşı Sinan
Bey'i görevlendirdi ve:
"Var, gam kaydından şehzadenin gönlün azad eyle" dedi.
Neticede Şehzade Korkud, 9 Mart 1 5 1 3 'de Eğrigöz'de iken Ka­
pıcıbaşı Sinan Bey tarafından, uykuda iken yay kirişi ile boğulmak
suretiyle öldürüldü.
Naaşı dört gün sonra Bursa'da Orhan Gazi Türbesi'ne defnedildi.
Vefalı dostu P iyale ise hiçbir mevki istemeyip, türbedarı olarak
ölünceye kadar Korkud'un başından ayrılmadı. 1 1 8
B İ Z E Ü Ç YO L G Ö RÜ N ÜYO R
Artık Şehzade Ahmed ve oğullarından başka saltanat davası
edecek kimseler kalmamıştı. Ahmed ise Malatya civarında bulu­
nuyor, Anadolu ve merkezdeki taraftarları ile haberleşerek uygun
bir fırsat kolluyordu. Merkezde Ahmed'in en büyük taraftarı olarak
Veziriazam Mustafa Paşa bulunuyordu. Bu zat bir taraftan Selim'i
çeşitli bahanelerle Anadolu'dan uzak tutmaya çalışırken diğer yan­
dan da Ahmed'e gizlice bilgiler uçurmaktaydı. Bu durumun ortaya
çıkması üzerine Koca Mustafa Paşa, Bursa'da idam olunarak yerine
Hersekzade Ahmed Paşa getirildi.
Selim ise bu defa yanındaki devlet adamlarının lisanından mek­
tuplar yazdırarak Ahmed'e göndertti. Mektuplarda:
Yav u z S u l t an S e l im Han
141
"Sultan Selim Bursa'da olup askeri kışlaklara dağılmış, yeniçe­
ril er de İstanbul'a gitmiştir. Tam fırsattır. Bunu kaçırmak olmaz.
Bir iki aya kadar Osmanlı askeri bir araya gelemez. Selim bütün
şehzadeleri ve Vezir Mustafa Paşa'yı katlettirdi. Herkes kendisinden
soğumuştur. Al- i Osman'ın neslinde senden başka kimse kalmadı.
Şimdi Rum içinde muteber sensin. Rum ileri gelenleri, sancakbeyleri,
kapu halkı, paşalar ve yeniçeriler seni arzulamakta ve beklemek­
ted ir" deniliyordu. Mektuplar şehzade Ahmed'e varıp ulaştığında
pek memnun kalmış ve derhal hazırlıklara başlamıştı. Yanındaki
adamlarından bazıları:
"Bu mektuplar sizi meydana çekmek için bir tuzak olabilir.
Gitmezsek daha isabetli olur" dediklerinde şehzade bir müddet
düşünceye varıp:
"Doğru olması da olmaması da mümkündür. Doğru ise bize
faydalıdır. D eğilse, onun da faydası kendimize aittir. Zira bizde
gurur hasıl olmuş, basiret gözümüz bağlanmıştı. Neticede bazı ölçü
ve tedbir bilmez, menfaati için her yolu mübah gören acemi kişilere
hiç düşünmeden uyup, karanlık bir çukura girdik. işimiz ah u vah
oldu. Şimdi bu duruma eriştik. Kardeşim Selim böylelere dost ve
arkadaş olmayıp nerede alim ve olgun bir kimse varsa onları yar
ve yoldaş edindi. Sonunda onu bu dereceye ulaştırdılar. Şimdi ben
durumumu düşünüyorum.
Üç şey görünüyor. Biri, Mısır'a Çerkez'e kul olmak. Biri, Kızılbaş
olup dinden uzak ve atılmış olmak. Diğeri de yalın ayak bir fakir
veya dilenci olmak. Eğer bu mektuplar doğru ise devlet bizim ... De­
ğilse Çerkez'e kulluktan, Kızılbaşa uymaktan veya dilenci olup zelil
gezmekten ise kendi kardeşim elinde şehit olup dünyada çektiğim
utançtan, özellikle bilgisizlik nedeniyle bu kadar fitne ve bozguncu­
luklara sebep olduğum için günahlardan kurtulmak daha iyi gelir.
Hem böylece ahiret vebalinden bir parça kurtularak, Hakk rahme­
tine layık olmam umulur" cevabını vererek son noktayı koydu. 1 1 9
Hazırlıklarını tamamlayan Şehzade Ahmed, Malatya'dan Amasya
üzerine yürüdü. Tosya civarında kendisini gözetlemekle memur Bı­
yıklı Mehmed Ağa kuvvetlerini mağlup etti. Bir taraftan da etrafına
1 42
Kayı III: Haremeyn Hizmetinde
kuvvet toplamaya devam ediyordu. Ankara'ya geldiğinde yanında
yirmi bin kişilik bir kuvvet oluşmuştu. Kendisini yeterince güçlü
gören şehzade, Eskişehir-Seyitgazi yoluyla Bursa üzerine doğru
yönelmiş ve kardeşi Selim'le kati bir savaşa karar vermiştir.
Kardeşinin şecaat ve dirayeti hakkında kesin bir fikri olmadığı
anlaşılan Selim Han, İstanbul'dan yeniçeri kuvvetlerinin katılmasını
beklemeden Bıyıklı Mehmed Ağa ile Anadolu Beylerbeyi Mustafa
Paşayı Ahmed'in üzerine gönderdi. Ancak bu öncü birlikleri büyük
bir bozguna uğrayarak çekildi. Şehzade Ahmed'in bunları takip
etmemesi aleyhine oldu. Zira Selim Han toparlanma fırsatını buldu.
Dukakinoğlu ile Kırım hanının getirdiği kuvvetlerle güçlenen
Selim, Yenişehir'de ağabeyi ile karşı karşıya geldi. Büyük bir gayretle
çarpışan Ahmed, devlet adamlarının kendi tarafına katılmalarını boş
yere bekledi. Şiddetle cereyan eden savaşın ilk anlarında Şehzade
Ahmed'in kuvvetleri galip gelir gibi olduysa da Dukakinoğlu ile
Saadet Giray kuvvetlerinin onu yanlardan çevirip vurmasıyla savaşın
seyri değişti. Mağlubiyetin kesinleştiğini, kuvvetlerinin dağıldığını
gören Şehzade Ahmed, İzmit'e doğru kaçmak istedi. Fakat Hendek
civarında atının yıkılması üzerine yakalandı.
Şehzade, Dukakinoğlu'ndan kendisini kardeşinin yanına götür­
mesini rica ettiyse de bu arzusu yerine getirilmedi. Evvelce Korkud'u
öldüren Sinan Ağa, bu defa da Şehzade Ahmed'i şehit etti. Cesedi
Bursa'da I I . Murad Han Türbesi dahilinde bulunan Şehinşah'ın
türbesi yanına defnedildi.
Ağabeylerinin ölümlerinden büyük bir üzüntü içinde kalan
Selim, ruhları için Bursa'da fakirlere yedi yüz bin akçe dağıttı.
Şehzade Ahmed'in oğullarından Murad, Şah İsmail'e sığınmıştı.
Alaaddin ve Kasım da Memlük sultanının yanına gittiler.
Kardeşlerini ber-taraf etmesi üzerine Osmanlı tahtının yegane
varisi olarak Bursa'd an hareket eden Selim, Gelibolu yoluyla önce
İstanbul'a sonra da Edirne'ye gitmiş, burada kendisini tebrik için
bekleyen sefirleri kabul etmiştir.
Yav uz S u ltan S e l im Han
1 43
O vakte kadar yeni padişahı tanımakta gecikmiş olan devletler,
artık tahtın hakiki varisinin kim olduğuna şüpheleri kalmadığından
S eli m' in dostluğunu kazanmak için birbirleri ile yarış haline girdiler.
Mısır'dan gelen elçiler, Sultan Kansu Gavri'nin saltanatının hayırlı
olması dileğini ileten namesi yanında gönderdiği Mısır işi ve Hind
y apısı öylesine güzel armağanlar sundu ki değerleri kıyaslanama­
y acak ölçüdeydi.
Venedik Sefiri Antonio Guistiniani, Selim'in iltifatına nail oldu.
H aracının yanında hesapsız hediyeler sundu.
B o ğdan B eyi Stefan Cel Mare vefatından ( 1 504) evvel oğlu
Boğdan'a, öteki milletlerden daha hakim ve kuvvetli oldukları için
her zaman Türklere bağlı kalmasını vasiyet etmişti. Bu vasiyete
uyan B oğdan da, cizyesini ve hediyelerini sundu. Kendisini aynı
şekilde Eflak elçisi takip etti.
Selim'e hürmet ve bağlılıklarını arz ederek hediyelerini sunan­
lardan biri de Rus Çarı Vasilij'in elçisi idi. Selim Han onların tica­
retlerini geliştirme tekliflerine müspet cevap verecek ve karşılıklı
elçi teatisi devam edecektir.
Selim Han Macar elçisi ile anlaşmaları yenilerken kendilerini hu dutta sakin kalmaları konusunda tehdit etmekten de geri durmadı.
Mensup oldukları devletlerin tebriklerini ulaştırmak için acele
etmekte olan Venedik, Macaristan, Memlük ve Rusya sefirlerinin
heyacanlı koşuşturmalarından daha ziyade Safevilerden bir elçi gel­
memiş olması dikkat çekmekteydi. Sultan Selim ile müthiş rakibi Şah
İsmail arasında bir çarpışmanın kapıda olduğunu o andan itibaren
herkes anlamıştı. Ama önce Safevi Devleti bu duruma nasıl gelmişti?
S A F E V İ YY E TA Rİ KAT I
Tarikatın kurucusu Ş eyh Safiyyüddin, Erdebil civarında Kul­
huran köyünde doğdu. ( 1 25 2) Asıl adı İshak'tır. Babasının Hoca
Kemaleddin Arabşah'ın oğlu olduğu söylenir. Küçük yaşta babasını
kaybetti. Çocuk yaşta ilim öğrenmeye merak saldı. Şiraz'a giderek
Rükneddin Beydavi ve Emir Abdullah'dan akli ve nakli ilimleri tahsil
1 44
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
etti. Daha sonra Emir Abdullah'ın işareti üzerine Zahid İbrahi m
Geylani'ye talebe olmak üzere Gilan'a gitti. Yirmi beş sene bu b ü­
yük tasavvuf erbabından ilim tahsil edip, terbiye gördü. Hocasının
kızı Bibi Fatıma Hatun ile evlendi. Zahid Geylani'nin seksen beş
yaşlarında vefatı üzerine yerine geçti. Erdebil'e yerleşti. Her taraf­
tan talebeler ondan istifade etmek üzere geliyorlardı. Azerbaycan,
Kafkasya ve Anadolu'd a meşhur oldu.
İlhanlı hükümdarlarından Olcayto Hüdab ende ve Ebu Said
B ahadır Han, İlhanlı beylerinden Emir Çoban ve meşhur tarihçi
Reşidüddin onun talebeleri arasındaydı. 1 334 yılında bir hac dö­
nüşü vefat etti.
Yerine, hacca giderken de vekil bıraktığı oğlu Sadreddin geçti.
Sadreddin ( 1 3 34- 1 392) ve onun oğlu Alaaddin Ali ( 1 392- 1 42 9)
döneminde Safevi tarikatının nüfuzu İran'ın dışına daha da yayıl­
mıştır. Artık tarikatin merkezi Erdebil, Irak, Suriye, Anadolu ve
İran'ın diğer bölgeleri ile B elh ve Buhara gibi uzak yerlerden gelen
kimselerle dolup taşmaya başlamıştı.
Anadolu'da Somuncu B aba lakabıyla ünlenen Ş eyh Hamid-i
Aksarayi, Safiyyüddin Erdebili yolunun en büyük temsilcisi idi.
Erdebil, devrin hükümdarlarının da adeta bir gönül merkezi gibi
olmuştu. Timur Han ve Akkoyunlu sultanları bu şeyhlere büyük
yakınlık ve ilgi gösteriyor, dualarını almaya çalışıyordu. Timur
Han özellikle büyük hürmet gösterdiği Hoca Ali'ye Erdebil şehrini
vermiş ve burada bağımsız hareket etme yetkisini dahi tanımıştı.
Osmanlı Hükümdarı II. Murad, her sene çerağ akçesi adıyl a
Erdebil sufilerine yardımlar ediyordu.
Öte yandan Erdebil'de sultan gibi hareket etmeye başlayan Hoc a
Ali ve oğlu Şeyh İbrahim zamanında ( 1 429- 1 447) tarikatin siyasi
bir harekete bürünmesi, Safeviyye mensupları için pek de hayırlı
sonuçlar vermemiştir. Özellikle batıni gruplar tarikatın nüfuzundan
faydalanabilmek için içeriye sızmaya başlamışlardı.
Bunun ilk b üyük tesiri Ş eyh İbrahim'in oğlu Cüneyd'de baş
gösterdi. Ashab-ı Kiram düşmanı batıni grupların tesiri ile Şiiliği
Yav uz S u l tan Se l im Han
1 45
b en im seyen Ş eyh Cüneyd'in ilk olarak b abasının yerine tarikat
p ostuna oturan amcası Şeyh Cafer ile arası açıldı. Şeyh Cafer onun
aşırı fikirlerinden rahatsızdı. Ayrıca yeğenine körü körüne inanan
ve iba det eden müritlerinin sayısının gün geçtikçe artması onu
endi şelendirmişti. Zira Cüneyd, artık bir dünya egemenliğinin
hayalin i dahi kurmaya başlamış bulunuyordu.
Onun bu şekilde kuvvet kazanması ve başına buyruk hareketlere
girişmesi Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah'ı da korkutmuştu.
Kızını oğluna verdiği Şeyh Cafer'e bir mektup yazarak Cüneyd'in
bölgeden uzaklaştırılmasını talep etti. Amcası ve Karakoyunlu
h ükümdarının tehdidi karşısında Cüneyd, Erdebil'i terk etmek
zorunda kaldı.
Osmanlı hükümdarlarının öteden beri Safevi şeyhlerine hedi­
yeler gönderdiklerini bilen ve Anadolu'd aki yoğun tarikat gücü­
nü kullanmak isteyen Cüneyd, Karabağ ve Ermenistan üzerinden
Anadolu'ya geçti. Kur'an-ı Kerim, tesbih, seccade gibi hediyelerle
bir müridini II. Murad Han'a gönderdi ve ondan Kurtbeli'nde ibadet
edebilmek üzere bir seccadelik yer istedi.
II. Murad Han b u isteğin ne manaya geldiğini iyi biliyordu.
Muhtemelen Cüneyd'in fikirlerinden de haberdardı. Bu itibarla
gelen müride:
"Bir postta yedi derviş uyur amma bir tahtta iki padişah uyu­
maz!" diyerek olumsuz cevap verdi. Cüneyd'e iki yüz altın, mürit­
lerine de hediyeler göndererek ülkesini terk etmesini istedi.
Bu tavır üzerine Cüneyd, Karaman ülkesine yönelerek Konya'ya
geldi ve Sadreddin Konevi'nin zaviyesine misafir oldu. Fikri tartış­
malar sırasında tekkenin şeyhi, Cüneyd'in ehli sünnet akidesine
uymayan görüşlerinden rahatsız olmuştu. Sevenlerinin çokluğundan
ürkerek derhal Karaman beyini haberdar etti. Bu gelişme karşısında
Cüneyd, Antakya'ya geçti.
İskenderun Körfezi'nde Cebeliarus denilen bir dağda, Haçlılar­
dan kalma yıkık bir kaleyi oraların hakimi İbn-i Bilal'den satın aldı.
Kısa sürede tamir ederek tekke olarak kullanmaya başladı. Yoğun bir
1 46
Kay ı I I I : Haremeyn Hizmetinde
propaganda neticesinde etrafına büyük bir mürid kitlesini toplamayı
başarmıştı. Anadolu'd an Şeyh B edreddin' in talebeleri de kendisine
katılmaya başlamışlardı.
B ölgenin Sünni şeyhleri Cüneyd'in faaliyetlerinden Memlük
Sultanı Melik Çakmak'ı haberdar ettiler. Haleb valisinin gönderdiği
kuvvetler karşısında tutunamayan Cüneyd, Canik bölgesine geçti.
Kurnaz, telkin kabiliyetine sahip ve aynı zamanda faal bir insan
olduğu anlaşılan Safevi şeyhi, dolaştığı köylü ve göçebe Türkler
arasında dedelerinin nüfuzunu da kullanarak sayısı hiç de az ol­
mayan bir topluluğu kendisine mürit yaptı. Kendisinin Hazret-i
Ali soyundan geldiğini söylüyor ve faaliyetinin siyasi yönlerini
de gizlemiyordu. Muhtemelen iktisadi yönden durumları pek de
parlak olmayan köylü ve göçebe Türkleri çeşitli vaatler ile etrafına
toplaması zor olmuyordu.
Bir müddet sonra on-on beş bin kişilik silahlı mühim bir kuvveti
etrafına toplamış bulunuyordu.
Trabzon Rum İmparatorluğu'nu yıkıp, yerine kendi devletini
kurma hayallerine kapıldı. Bu maksatla Rum Devleti topraklarında
yağmalarda bulunduktan sonra Trabzon'u kuşattı ( 1 456) . Şiddetli ·
çarpışmalar, kaleyi düşürebilmek için uzun bir süreye ihtiyacı ol­
duğunu gösteriyordu. Oysa bu sırada Fatih Sultan Mehmed, kendi­
sine haraç veren bir ülkeye saldırılmasını hoş görmeyerek Amasya
Emiri Hızır B ey'i kuvvetleriyle Cüneyd'in üzerine sevk etmişti.
Bu durum karşısında Şeyh Cüneyd kuşatmayı kaldırarak kendi
ülkesine doğru çekildi.
Öte yandan bu sıralarda Akkoyunlu D evleti'nin başına geçen
Uzun Hasan B ey'in yıldızı parlamaya başlamıştı. Cüneyd onun
yanına giderek bağlılığını arz etti. Kendisine hüsn-i kabul gösteren
Uzun Hasan Bey' in onu, kız kardeşi Hatice Begüm ile evlendirmesi,
şöhretini ve taraftarlarının sayısını artırdı.
Sünni Akkoyunlu hükümdarının bu şekilde hareket etmesinin
nedeni, daimi tehdidi altında bulunduğu Karakoyunlu Cihan Şah'a
karşı Cüneyd'in kuvvetlerinden faydalanmak düşüncesi olduğu
Yav u z S u l t an Se l im Han
1 47
muhakkaktır. Ayrıca Cüneyd'in bu sırada fikirlerini gizlemiş veya
kendisini mutedil bir Şii olarak göstermiş olması da mümkündür.
Bundan sonra daha rahat harekete başlayan Cüneyd, özellikle
Diyarbekir bölgesinde propaganda faaliyetlerinde bulundu. Mürit­
leriyle Uzun Hasan'a yardımcı olarak ona birçok zaferler kazandırdı.
Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah'a karşı kazanılan zaferden
sonra Erdebil'e döndü.
Uzun Hasan'la akrabalığından aldığı cesaretle tekrar siyasi ha­
yatın entrikaları içerisine girdi. Gayrimüslim Gürcülere karşı cihat
bahanesiyle, müritlerini etrafına toplayarak sefere çıktı. Lakin Hı­
ristiyanlar üzerine yürüyecek yerde taraftarlarıyla birlikte kuzeye,
yine bir Türk ve Müslüman Şirvan Şahı Halil üzerine yöneldi. On
iki bin kişilik kuvvetiyle Şirvan şahı topraklarını istila ve yağma
etmeye başladı. Ancak Şirvan Hükümdarı Halil'le yaptığı şiddetli bir
çarpışma sırasında okla vurularak hayatını kaybetti ( 1 460) . Adamları
cesedini kaçırıp Kumal denilen bir yere gömerek ziyaretgah yaptılar.
Bundan sonra müritleri onun, Uzun Hasan'ın kız kardeşi ile
evliliğinden doğan oğlu Haydar'ın etrafında toplanmaya başladılar.
Uzun Hasan da himayesini şimdi bu yeğeni üzerinde yoğunlaştır­
mıştı. Nitekim onu da kızı Halime B egüm Alemşah'la evlendirdi.
Haydar, Uzun Hasan hayatta bulunduğu müddetçe sakin dur­
du. Ancak onun vefatıyla memleketin her tarafını karışıklıklar ve
saltanat kavgaları sarınca, o da ataleti terk ederek babası Cüneyd' in
izini takip etmeye başladı. Gün geçtikçe etrafına toplananların sayısı
artıyordu. Bu durum karşısında taraftarlarını ayırabilmek için ken­
disine bağlı olanlara on iki dilimli kızıl başlıklar giydirmeye başladı.
Bundan sonra ona ve tarikatine tabi olanlara 'Kızılbaş' denildi.
Şeyh Haydar artık babasının öcünü alması zamanının geldiğine
inanıyordu. Bunun için kendisine ölümüne bağlı altı bin müridiyle
Kafkas seferine çıktı. Kur Nehri'ni geçer geçmez dokuz sene ev­
vel büyük babası Uzun Hasan'ın Timuroğlu Ebu Said'e karşı zafer
kazandığı ( O cak 1 469) Mukan O vası'nda Mahmudabad'a karşı
ilerledi. Ahali Kızılbaşların yağmasına karşı direnince Şeyh Haydar
1 48
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
öldürülmelerini emretti. Aynı zamanda Şirvan şahına bir adam
göndererek Çerkezlere karşı cihat ilan etmiş olduğu için Sultan
Yakub'un fermanı hükmünce Derbent üzerinden serbestçe geçme­
sine izin verilmesini istedi.
Şirvan Şahı Ferruh Yesar bu sırada oğullarından bazılarının
düğünü ile meşgul bulunuyordu. Memleketinde bir karışıklık ol­
madığından askerleri de dağınık vaziyetteydi. Haydar, adamından
bu bilgileri alınca süratle Şirvan ülkesine girdi. Geçtiği her yerde
yağma ve katliamlar yapıyordu.
Ferruh Yesar kendisini haremi ve eşyası ile güç halde Gülistan
Kalesi'ne atabilmişti. Şirvan şehirleri şeyhe ve müritlerine daya­
namıyordu.
Toplar ve mancınıklarla kalesi dövülmeye başlayan Ferruh Yesar,
kayınbiraderi Akkoyunlu Sultanı Yakub'a başvurdu. Akkoyunlu
kuvvetlerinin üzerine geldiğini öğrenen Safevi şeyhi kuşatmayı
kaldırarak Derbend'e doğru çekilmeye çalıştı. Kızılbaşların yakıp
yıkarak bıraktığı arazi ve köylerden geçen Akkoyunlular, bu mezalim
karşısında şaşkına dönmüşlerdi.
Akkoyunlu birlikleri ile Şeyh Haydar güçleri karşı karşıya gel­
diğinde, Ferruh Yesar da geriden gelerek Akkoyunlulara iltihak
etmişti. Safevi müritleri müttefik Akkoyunlu- Şirvanşah güçlerine
karşı amansızca vuruştular. Ancak Haydar'ın akıbeti de babasınınki
gibi oldu. Bir okla vurularak hayatını kaybetti ( 1 48 8 ) . Müritleri
ümitsizce vuruşmaya devam ettiler ise de neticeyi değiştiremediler.
Aralarında İsmail'in de bulunduğu çocukları, dayıları Sultan
Yakub tarafından anneleri ile birlikte Fars'taki İstahr Kalesi'ne hap­
sedildiler.
Ş EY H L İ KT E N Ş A H L I GA
İsmail, b ab ası Ş eyh H aydar'ın Uzun Hasan'ın kızı Halime
B e güm'le evliliğinden dünyaya geldi. B abasının Şirvanşahlarla
yaptığı savaşta öldürülmesinden sonra iki yıl hapis hayatı yaşadı.
1 490 yılında serbest bırakıldıklarında Safevi müritleri ağabeyi Sultan
Ali'yi tarikatin başına geçirdiler. Sultan Ali de çok geçmeden Ak-
Yav u z S u l tan S e l im Han
1 49
koyunlu şehzadeleri arasındaki taht mücadelelerine karıştı. 1 493'te
ataları gibi o da savaş meydanında hayatını kaybetti. Ölmeden önce
h enü z altı yaşında bulunan İsmail'i yerine halef göstermişti.
İsmail'in de başına bir şey gelmesinden korkan Safevi müritleri,
kendisini kaçırıp emin bir yerde sakladılar. Gilan'da altı yıldan fazla
kalan İsmail bu zamanın pek çoğunu Lahican şehrinde oturmakla
geçirdi. Fakat sofular tarafından hiçbir zaman unutulmadı. Hatta
ç oğu Anadolulu ve pek azı Azerbaycan'daki Karacadağlı müritleri
tarafından devamlı olarak nezir ve hediyeler ile ziyaret edildi.
Zaman da İsmail'in lehine çalışıyordu. Zira Akkoyunlular ara­
sında yeniden başlayan saltanat mücadeleleri kanlı bir şekilde de­
vam ediyordu. 1 497'de Akkoyunlu hükümdarı Rüstem'in ölümü ve
akabinde Elvend Bey'le Yakub B ey oğlu Murad B ey arasında vuku
bulan ve beyliğin ikiye ayrılmasına sebep olan mücadele esnasında
İsmail, Safevi tarikatının yeni şeyhi olarak Gilan'd an ayrıldı. Bu
sırada henüz on iki yaşını bitirmiş bulunuyordu. Mamafih Akko­
yunlu hükümdarları da ondan büyük değillerdi. Sultan Murad'ın
yaşı henüz on idi.
İsmail, Gilan'd an Tarurn'a geldiğinde yanına Anadolu ve Şamlu­
lardan müteşekkil birkaç yüz mürit toplanmış bulunuyordu. Oradan
atalarının memleketi Erdebil'e geldi ise de şehrin valisi Sultan Ali
Bey'in ikazı üzerine Hazar Denizi kıyısındaki Astara yöresinde
Ercuvan'a çekildi. Kışı burada geçiren Şeyh İsmail, dört bir tarafa
haberler göndererek sevenlerini baharda Erzincan'da buluşmak
üzere davet etti.
1 500 b aharında tekrar Erdebil'e gelerek ziyaretlerde bulunan
İsmail, ardından Erzincan'a doğru hareket etti. Yıllardır gizli yaşa­
yan Safevi şeyhinin ortaya çıkması ve Erzincan'a gelmesi özellikle
Anadolulu sufiler arasında derin bir sevinç doğurmuştu. O derecede
ki gerdeğe girmek üzere olan D ulkadırlı ilinden bir genç, davet
haberini alır almaz gerdeği unutup Erzincan'ın yolunu tutmuştu.
Her taraftan b ölük bölük gelen Türkler Ustacalu, Şamlu, Rumlu,
Tekelü ( Antalya B ölgesi) D ulkadırlu, Karamanlu ve Varsaklara
(Tarsus Bölgesi) mensup idiler. B eylerden Ustacalu Mirza Bey oğlu
1 50
Kayı III : Haremeyn Hizmetinde
Muhammed Bey ve Şamlu Abdi Bey de kalabalık maiyyetle ri ile
gelenler arasında bulunuyorlardı. Bu Türklerin ezici çoğu nluğu
Orta ve Güney Anadolu bölgelerinden idiler.
Şeyh İsmail bilhassa dahili mücadeleden dolayı hiçbir gü çlüğe
uğramadan, istediği gibi Akkoyunlu ülkesinde dolaşmış ve yin e
bu devlete ait olan Erzincan'a gelerek müritlerini kolayca etr afına
toplamıştı.
Bu sırada Osmanlı Sultanı il. Bayezid Han, Mora Yarımadası'nda
Modon ve Koron'un fethi ile meşgul bulunuyordu. Anadolu askeri
bu savaşa gittiğinden memleketin her tarafı bomboştu. Dolayısıyla
Osmanlı tebaasından binlerce kişi hiç güçlük çekmeden hu duda
çok yakın Erzincan'daki İsmail' in yanına gidebilmişlerdi. Bu arada
idaresi altındaki Dulkadırlı ilinden mühim bir topluluğun genç Sa­
fevi şeyhinin katına gitmesine Alaüddevle Bey' in de kayıtsız kaldığı
anlaşılmaktadır. İsmail için artık harekete geçme zamanı gelmişti.
1 500 yılının Temmuz ayında Erzincan'd an ayrıldı. Buyruğunda
yaklaşık yedi bin kişilik Türk ve Acemlerden oluşan bir kuvveti
vardı. İlk hedefi atalarının öldürüldüğü Şirvan ülkesi idi. Şirvan
Şahı Ferruh Yesar, İsmail' in müritleri ile üzerine yürüdüğünü öğ­
renince derhal askerini topladı. Yirmi bin atlı ve altı bin civarında
yaya askerine sahip olup, silah ve techizatı da mükemmeldi.
Buna rağmen Gülistan Kalesi yakınında Cebani denilen yerde
yapılan savaşta ağır bir mağlubiyete uğradı. Kaçmaya çalışırken
kendisini tanımayan bir Kızılbaş askeri atrafından öldürüldü. Sonra
teşhis edilip cesedi yakıldı.
Şeyh İsmail kazandığı bu ilk zaferi müteakip Şirvan'ın başkenti
Şemahi'ye girdi. Kumandanlarından Ustacalu Muhammed Bey ile
Aygudoğlu İlyas Beyi Bakü'nün fethine yolladı. Bunlar vazifelerini
başarı ile yerine getirdiler.
Kışı Mahmudabad'da geçiren İsmail, bahar gelince Gülistan
Kalesi'nin fethine girişti. Bu esnada Akkoyunlu Elvend Bey' in üze­
rine gelmekte olduğunu haber alınca onu karşılamak üzere harekete
geçti. Şeyh İsmail ve Elvend B ey, Nahcivan havalisindeki Şürur
Yav uz S u l t an Selim Han
151
rn evkiin de karşılaştılar. ( 1 50 1 ) Elvend sayıca ve silahca üstün bir
durum da bulunmasına rağmen Safevi şeyhine yenildi. Akkoyunlu
ordusu nun mühim bir kısmı ile en büyük beylerinden çoğu savaş
12
rneydanında kaldı. Bu savaş Azerbaycan'ı İsmail'e kazandırdı. 0
B öyle ce muzaffer bir şekilde Tebriz'e gelen Safevi şeyhi burada
şahlık tahtına oturdu. On iki imam adına hutbe okunup para kestirildi. Tayinler yapıldı. Artık Safevi Devleti resmen kurulmuştu ( 1 50 1 ) .
Şah İsmail ardından ülkesinin her tarafında ilanlar yaptırarak
hutb en in bundan böyle on iki imam adına yapılmasını duyurdu.
Ezanı değiştirdi. Ayrıca çarşı ve pazarda Hazret-i Ebubekir, Hazret-i
Ömer ve Hazret-i Osman'ın kötülenmesi ve lanetlenmesini isteyerek
bun a karşı gelenlerin başlarının vurulması buyruğunu verdi. 12 1
Ş A H İS MAİ L
Akkoyunlu Elvend Bey' in memleketini tekrar ele geçirmek için
giriştiği bütün teşebbüsler başarısız oldu. Kışı Tebriz'de geçiren Şah
İsmail, 1 502'd e Irak üzerine yürüdü. Sultan Yakub'un oğlu Murad
Bey ile yaptığı savaşı kazandı. Murad Bey' in Şiraz'a kaçması üzerine
onu takip ederek Şiraz'ı ele geçirdi. Ardından Kazerun'u zapt etti.
Bu iki şehirde bulunan bütün Sünni ulemayı katlettirdi.
1505'te Yezd üzerine yürüdü. Buraya Muhammed Kere hakimdi.
Safeviler mancınıklarla kaleyi uzun süre dövdüler. Sonunda Mu­
hammed Kere ve askerleri burçlara kapandılar. Ancak Safeviler
burçların altına çok miktarda odun yığarak ateşe verdiler. Ya ateşte
kızaracak ya da dumandan boğulacak olan müdafiler teslim olma
yolunu seçtiler. Buna rağmen çeşitli işkencelere tabi tutulan Kere
ve adamları İsfahan meydanında yakılarak öldürüldüler. 122
Şah İsmail İsfahan'da iken Osmanlı Padişahı II. B ayezid Han'ın
elçileri geldi. Bayezid Han ondan Sünni Müslümanlara karşı gerçek­
leştirdiği kıyımı durduması için kendisini ihtar etti. Buna karşılık
Şah İsmail' in, elçilerin önünde Sünni bir alimi öldürmesi Osmanlılar
ile münasebetlerin gün geçtikçe bozulmasına sebep oldu.
1 505 'te Kazvin'e gelen Şah İsmail burada Halid bin Velid'in so­
yundan gelen Halidileri topluca katlettirdi.
1 52
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
1 507'de Dulkadıroğlu ülkesine yürüdü. Dulkadırlı hükümdarı
Alaüddevle, Bozkurt B ey'd en kızı Benlü Hatun'u istemiş; fakat red
cevabı almıştı. Erzincan'da bir ay kadar kalarak Anadolu'dan yeni
kuvvetlerin iltihakı için bekledi. Ancak il. B ayezid Han da tedbir­
lerini almış, Amasya ile Tokat arası askerle dolmuştu. Anadolu'dan
taraftarlarının gelemeyeceğini gören Şah İsmail, Sivas ve Kayseri'den
dolanarak Osmanlı ülkesinin içinden geçti ve Dulkadırlı memle­
ketine girdi. Böylece Anadolu'daki taraftarlarına, güçlü olduğu ve
'yanınızdayız' mesajını veriyordu.
il. Bayezid bu küstahça hareketinin sebebini sorduğunda ise:
"Padişah benim babamdır. Onun memleketinde gözüm yoktur.
Benim işim Dulkadıroğullarına sığınan Fars ve Irak Hükümdarı
Murad Bey iledir" diyerek birtakım özürler ileri sürmüştü.
Alaüddevle'nin yanında sadece dört bin adamı vardı. Şahla çar­
pışmayı göze alamayıp Turna Dağı'na çekilirken Memlükler ve
Osmanlılardan yardım istedi. Şahın saldırısı ise çok şiddetliydi.
D ulkadır ilini yakıp yıkarak ilerleyen Safevi birlikleri ülkeyi
harabeye çevirdiler. Harput Kalesi'ni de zapt ederek devletine dahil
eden Şah İsmail gerek kış şartları gerekse Osmanlı birliklerinin
hareketini haber alması sebebiyle çekildi. Dönüşte Diyarbekir'i de
alan Şah İsmail, buraya Ustacaluoğlu Muhammed Han'ı vali tayin
etti. Cesur ve dirayetli bir kumandan olan Muhammed Han, em­
rinde az bir kuvvet olmasına rağmen Alaüddevle Bey'in oğulları
Kasım ve Erduvan kumandasında sevk ettiği orduyu mağlup etmeye
muvaffak oldu. Bu savaşta Alaüddevle B ey'in yiğitliğinden dolayı
'Saru Kaplan' denilen oğlu Kasım ile diğer oğlu Erduvan ve birçok
ünlü Dulkadır beyi maktul düştüler.
Şah İsmail' in bundan sonraki hedefi Irak-ı Arab idi. 1 508 yılında
Bağdad önünde göründü. Bağdad valisi hiçbir mukavemet göster­
meden şehri Safevilere teslim etti. Şah İsmail bu arada Sünnilerden
birçok mühim şahsiyetlerin türbelerini tahrip ettiği gibi şehir hal­
kından da birçoğunu öldürdü.
Yav uz S u l tan S e l im Han
1 53
1 509'd a Özbekler üzerine yürüdü. Merv civarında yapılan sa­
vaşta Ö zbek Hanı Şeybek Han büyük bir bozguna uğradı. Kendisi
de ölüler arasında bulunuyordu. Safeviler Özbeklere karşı pek acı­
ma sız davranmış ve teslim olanları dahi katletmişlerdi. Emirleri
ve ileri gelen devlet adamları başta olmak üzere on bin civarında
Özbek öldürülmüştü. Şeybek Han'ın cesedi bulunduğunda kafasını
be deninden ayırdılar. Derisini soyup saman doldurduktan sonra
Osmanlı Padişahı Sultan Bayezid'e gönderdiler. Kafatasım da altınla
kaplayıp, kadeh haline getirdiler ve içine şarap doldurup orada dü­
zenledikleri cennet-ayin toplantıda dolaştırdılar. 1 23 Özbeklerin sulh
talebi üzerine Belh ve birkaç vilayeti alındıktan sonra Irak'a dönüldü.
Şah İsmail zaferden zefere koşuyor, mukavemet gösterenleri kan
ve ateş saçarak mahvediyordu. Aslında o tahta çıktığı sırada bölge
halkı çoğunluk itibarı ile Sünni idi. Nitekim hakim olduğu İsfahan,
Fars, Yezd, Kirman, Rüstemdar ve sair bölgelerin yerli halkı, zorla
mezhep değiştirmeye karşı çıkarak mukavemete yeltendiler ise de
toptan merhametsizce öldürüldüler. 124 Hatta şahın, bu kadar zulüm
yapmaması konusunda kendisini uyaran annesi Halime Begüm'ü
de (Uzun Hasan'ın kızı olup Sünni idi) öldürttüğü rivayet edilir. 125
Akkoyunlu Devleti'ne son verip Doğu Anadolu, Azerbaycan,
Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab'ı ele geçirerek Ceyhun Nehri'ne kadar
hududunu genişleten Şah İsmail, Ö zbeklere de büyük bir darbe
indirip onları da etkisiz hale getirdikten sonra büyük ve kudretli
bir devletin başı olmuştu. Artık asıl maksadına yönelebilirdi.
Zaten o, bir taraftan fetihlerine devam ederken diğer taraftan
da Osmanlı ülkesi ile ilgilenmekten geri durmuyordu. Birincisi, bu
ülke kendisi için bir asker kaynağı gibiydi. Bu itibarla 'dai' denilen
halifelerini devamlı Anadolu'ya göndermek suretiyle asker bakımın­
dan beslenmeye çalışıyordu. İkinci olarak da Anadolu'da isyanlar
çıkartmak suretiyle gelecekte bu en güçlü düşmanını yıpratmak
peşindeydi. Şah İsmail, I I . B ayezid Han'ın barış taraftarı siyaseti
nedeniyle bu emellerine büyük ölçüde ulaşmış görünüyordu.
Zaten uzunca bir süredir Anadolu'nun batıni halkı ile Erdebil
sufileri arasında sıkı bir münasebet mevcuttu. Binlerce göçebe Türkü
1 54
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
çiftini çubuğunu dağıtıp, evini barkını bırakıp bu ülkeye gimişti.
Bu durum kaynaklara:
Türkler terk edip diyarlarını
Sattılar yok bahaya darlarını (evlerini)
şeklinde yansımıştı. Şahın daileri, "Anda varan beyler olurmuş"
diyerek zaten Safevilere bağlı bulunan büyük bir kitleyi, o devl eti
özler hale getirmişlerdi.
İşin vehametini gören il. Bayezid Han bir taraftan İran'a gitmeyi
ve oradan Anadolu'ya gelmeyi yasak ederken diğer taraftan da Teke
bölgesindeki Kızılbaşlardan büyük bir kısmını Modon ve Koron'a
sürmüştü. Bu yasaklama işi, Şah İsmail'i Anadolu'daki taraftarları ile
görüşmesine mani olduğu gibi onları büyük bir gelirden de mahrum
bırakmıştı. Ayrıca Teke bölgesinde güçlü bir idarecinin bulunması
arzu edildiğinden Şehzade Korkud, Saruhan valiliğinden alınarak
Antalya'ya gönderildi.
Şah İsmail Anadolu'daki müritlerinin kendisini ziyarete gelmele­
rinin yasaklandığını görünce Bayezid Han'a bu yasağın kaldırılma­
sını istediği bir mektup gönderdi. Bayezid Han ise İran'a gidenlerin
şahı ziyaret için değil askerlikten kaçmak için gittiklerini belirtip
bu talebi reddetmiştir.
Öte yandan şahın D ulkadırlı seferine giderken Osmanlı hudu­
dundan geçerek girmesi ise bu ülkedeki Kızılbaşlara büyük moral
vermişti. Artık isyan hazırlıklarının temelleri atılmaya başlamış ve
zamanı gözlenir olmuştu.
Nitekim O smanlı ülkesinde şehzadeler kavgasının başlaması
şah taraftarlarına aradığı fırsatı vermiş oldu. Önce Şahkulu Baba
Tekeli'nin Antalya yöresinde çıkardığı isyan süratle büyüdü. Büyük
kargaşalıklara neden oldu. Binlerce insan hayatını kaybetti. Sad­
razam Hadım Ali Paşa onlarla çarpışırken şehit düştü. Ardından
Nur Ali Halife'nin başlattığı kargaşa İç Anadolu'yu sardı. Artık
Anadolu'd a asayiş kaybolmuş, şahın casusları (daileri) herkese;
"B eklenen gün geldi ! " diyerek ayaklanmaya çağırır olmuşlardı.
Öyle ki, bu savaşlar döneminde Anadolu'da tam elli bin kişi hayatını
Yav uz S u ltan S e l im Han
1 55
kaybetti. Anadolu kaynıyordu . . . İşte böyle bir zamanda Selim Han,
Osmanlı tahtına çıktı.
S E L İ M HAN
Selim, Şah İsmail'in fetihleri ve Anadolu'daki adamlarıyla yü­
rüttüğü faaliyetleri sırasında Trabzon valisi olarak görev yapıyordu.
Sancağı Ak.koyunlu Devleti'ne komşu olduğundan bu ülkedeki
gelişmeleri dikkatle takip ediyordu.
Bölgede yıllardır saltanat işlerinin bozulup, terk edildiğini gör­
müş ve bunun nerelere vardığına yakinen vakıf olmuştu.
S altanatta dirayetli kimselerin bulunmadığı zamanlarda, fır­
sat bekleyen nice kişilerin devlet işlerine karışmasıyla, kanun ve
nizamların bozulup ülkede kargaşa ve bozgunculuğun yayılacağı
anlaşılmıştı.
Ancak İran'd aki gelişmeler Anadolu'yu da sarmıştı. Zira İran'd an
gelen Türkmenler, Anadolu halkına: "O topluluk halka karşı adaletli­
dir. Dirliği yararlı ve arslan gibi adama verirler" diyerek propaganda
yapmakta ve Anadolu Türklerini o tarafa çekmeye çalışmakta idiler.
Bu şekilde uzun bir zaman geçmesi halinde fitne ve bozguncu­
luğun büyüyüp, ileride ortadan kaldırılmasının imkansızlaşacağını
gören Şehzade Selim' in gayret ve hamiyet damarları kabarmıştı.
Derhal kendisine gönülden bağlı adamlarını, Anadolu, Rum
(Sivas, Tokat, Amasya) ve Karaman ülkelerine saldı. "Gürcü ülke­
sine akınını vardır. Ganimet elde etmek isteyen gençler ve yiğitler
gelsinler!" diyerek haberler yaydı. Osmanlı ülkesindeki şehir, kasaba
ve köylerden, konar-göçer çadır sahiplerinden gaza etmeyi sevenler
şimdi Trabzon yolunu tutmuşlardı.
Anadolu'nun yiğit delikanlıları şimdi Trabzon'da büyük bir birlik
meydana getirmişlerdi. Şehzade Selim kudret ve vakarla ata binip
bu seçkin ordunun başına geçti.
Hedef Gürcistan idi ki Kemalpaşazade bu vilayeti şöyle anlat­
maktadır: "Trabzon civarında olan küffar diyarına Gürcistan der­
ler. İçi çalılık ve ormanlık, kenarı dağlık, yolları ve geçitleri zor ve
156
Kayı I I I : Haremeyn Hizme t inde
dardır. Diğer bir kenarı ise geçilmesi pek güç dağlardır. Üzerinden
kuş uçmaz, kervan yürümez. Tepelerinden duman eksik olmaz.
Bir tarafı da adem zindanı gibi derin derelerdir ki içine cin ve peri
giremez. Derinliğinden kimse haber veremez. Yakın zamanda ora­
ya kimse saldıramamıştır. Eski çağlarda saldıranlar da bir iş elde
edememişlerdir.
Atla giren yaya yol bulmaya
Can verir idi kaçıp kurtulmaya
Onlara komşu olan Azerbaycan beyleri o memleketi yağmalamak
için diş bilerlerdi. Arkadan bakarlar ağızları suyu akardı. Bazen bir
parça arazi alırlar, tekrar fazlasıyla geri verirlerdi. Aldıklarından
verdikleri çoktu. Savaş pazarında karlarından ziyanları çoktu. Gür­
cüler Tebriz ve civarına zaman zaman saldırıp yakıp yıkmışlardı.
Akkoyunlu ve Karakoyunlu beyleri bunlarla daima sulh üzere ol ­
maya çalışırlardı. Kendi ürünlerin kurtarmaya razı olup sizin sizde,
bizim bizde derlerdi.
Dar-ı müdarayı yaparlardı
Cenk kapısını kaparlardı
Sonra Türkmenlerin devri son b ulup o ülkenin b edeninde
Bkz. türedi. Zulüm ve işkence elini uzatmadık yer komadı. Ama
Gürcistan'a saldıramadı. Bir nice defa o memlekete hücum ağzın
açtı, diş geçiremedi; ol yerde acın doyuramadı, ol uca çıkışını du yuramadı.
Hemendem gam çeküp gam yemediler
İt misin adem misin demediler126
Şehzade Selim işte bu zorlu ülkeye kuvvetleriyle bir sel gibi aktı.
Enine boyuna geniş ülkeyi hızlı doru atlarıyla çiğneyip çıktılar. On
binden fazla esir alınması, akının dehşetini ve Selimin kudretini
ortaya koyuyordu.
Geri döndüklerinde Selim, Osmanlı geleneği üzere savaşta ele
geçen esirlerden 'beşte biri hükümdar hakkı olarak' hazineye alın­
mak değişmez bir adet iken, hepsini gazilere dağıttı. Zerresine dahi
Yav uz S u ltan S e l im Han
1 57
el uzatmamıştı. Bu bakımdan orada olan bahadırların şehzadeye
ka rşı saygı ve bağlılıkları artarak coşku ve heyecanla, geleceğinin
aydınlık ve saltanatın ona nasip olması için dualar ettiler.
Şehzade önde gelen Anadolu, Rum ve Karaman yiğitlerini hu­
zuruna çağırıp:
"Büyük atalarımızdan beri sarayımızda faydalı ve seçkin peh­
livan ve tanınmış yiğitler işten el çekip kuldan başkasına makam
vermediklerinden, vilayet ve ülke halkının yarar dilaverleri Kızılbaş
,_ ,,,
'·
grubuna yönelmekte ve o hanedanla beraber olmak arzusundadırlar,
diye işitmekteyim. Gürcüler üzerine akın etmeyi bu sebepten istedim
ve sizi getirtmekten maksadım bu idi. Nazarım sizler üzerinedir.
D edelerimizin zamanından beri bize şöyle öğüt verilirdi:
Sarayımızda asıl kulumuz, yolumuza sadakatle can ve baş ko­
yup bize yoldaşlık ve hizmet edenlerdir. Yüksek mevkiler makam
ve didikler onlarındır. Hak sübhanehu ve teala ben kuluna devlet
bağışlarsa, benim bakışlarım ol yiğitlerin üzerine olacaktır. Hüsn- i
iltifatını, yarar ve güzide kılıç vuran pehlivanlaradır. Kullarımıza
niye minnet edelim. Onlar samimi kullardır. İçlerinde Müslüman,
adaletli, temiz inançlı, dindar ve iyilik sevenleri ileri çekip yük­
seltmek gerek. Yoksa kuldur diye beceriksizlere, pinti ve alçaklara
değer verip değersizi adam etmek padişahlık alameti değildir. Halk
ve memleket yiğitlerinden yüz çevirmek uygun olmaz. İnşaallah
ben bu niyette kararlıyım.
Her biriniz yerli yerinize varıp benim bu tasavvurda ve niyette
olduğumu vilayetiniz yiğitlerine bahadırlarına ve kahramanlarına
tembih edip bildirin. Kızılbaşlara yönelip sevmekten ve onlara
katılmaktan vazgeçsinler" diyerek uğurladı.
Bunu dinleyen yiğitler Anadolu'nun her tarafında şimdi Selimin
efsanevi destanını, Gürcü ülkelerindeki gazalarını, kendilerine hü­
kümdarca bağışlarını, temiz ve samimi niyetlerini anlatıyorlardı.
İşitenler can u gönülden S elimin muhabbetini taşır olmuşlardı.
Anadolu'yu şimdi yeni bir heyacan dalgası sarmıştı ve meclislerde
158
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
ozanlar, 'Yürü Sultan Selim devran senindir! ' diyerek türküler söy ­
lemeye başlamışlardı. Selim Han'ın Şah İsmail üzerine varm ası nı
isteyenler sadece Anadolu Türkleri değildi. Horasan, Harezm, İran ,
Azerbaycan Müslümanları da Safevilerin zulüm ve baskıların dan
bizar olmuşlardı. Zira Şah İsmail'in fesadı ve işkenceleri bölg eyi
harabeye çevirmiş, özellikle Sünni Müslümanların ve aliml erin
gözlerini Osmanlı diyarına çevirmelerine yol açmıştı. Tek kurtuluş
ümidinin oradan gelecek bir yardımda olacağını görüyorlar ve içli
mektuplarla, şiirlerle Selim'i davet ediyorlardı. Emin adındaki bir
alimin şu mealdeki şiirine, devrin tarihçisi Celalzade Mustafa Çelebi
de nümune olarak eserinde yer vermiştir:
Ey hilafet tahtının padişahı! Ey adalet semasının ayı!
Ey Süleyman sıfatlı ve İsa nefesli, ey peygamber huylu ve veli gelişli!
Ey cömertlik ülkesinin başkumandanı! Ey yiğitlik diyarının merkezi!
Ey diyanet cihanına sultan olan, devrin, şahlarının şahının oğlu
padişah!
Bu süslü aleme geldiğinde insanoğluna sevinç ve tat geldi.
Cihanda müjde davulunu vurduğunda, dindarlara ümit sadası
yetti.
Cihan sadefi içinde iri inci gibi olan, dinin sığınağı Sultan Selim
Şah!
Müslümanları doğru yolda kıl, İslam'ın emir ve prensiplerini gözet!
Bilmelisin ki sende adalet var, dört halife sana yar olsun.
Yüz tuman Hatem ve Nuşirevan senin adalet ve cömertliğine
hayrandır.
Bil ki sende feth u zafer Hakk'ın kudretidir, kulun işi değildir.
Ey padişah sana arz-ı halim var, lutfedip muradımı yerine getir.
Adaletini istiyorum, bana adaletini ulaştır.
Ben temiz ehli sünnet mezhebinin kölesiyim, din ilim ve mekte­
binin takipçisiyim.
Yav uz S u ltan Se l im Han
1 59
Bu sebeple bid'atçılar bana cefa ve kin kılıcını yetiştirdiler.
Bu bela, cefa, zulüm ve musibet yalnız bana düşmedi.
Bu bid'atçılardan bütün Sünni olanlar zulüm ve işkence gördü.
Dünya ve dünyadaki insanoğlu sana ümit bağlamıştır.
Küfür kanadını çekip kır, İslam ülkesini çabucak düzelt.
Horasanlılar seni bekler, Horasan'da da saltanat kur.
Canın tene aşık olduğu gibi, Iraklılar da sana aşıktırlar.
Maveraünnehir'deki şah ve dilenciler sana devamlı dua ederler.
Senin saltanatının ömrü uzasın, düşmanın da inleyip başı eğilsin.
Devlet ve zaferle gel, küfrü yok etmek için gayret göster.
Müslümanları üzüntü, sıkıntı, dini bid'atten ve yastan kurtar.
Lütfedip hastalara çare kıl, hayır için inleyen dertlilere iyilik et.
Çünkü cihanın ve din ehlinin ümidi sendedir.
Ey mutlu görünüşlü kişi, bu kusurlu aciz kimseden sana selam
olsun.
Peygamberin sahabilerine kötü söyleyenlerin meclisini dağıt.
Senin mızrağının ucunu gördüklerinde onlar kaçacak delik ararlar.
Gel ki adaletinin nuruyla alem aydınlansın . . . 1 2 7
S E L İ M' İ N A L D I G I T E D B İ RL E R
Gerçekten de Selim Hanın 24 Nisan 1 5 1 2'de tahta çıkması ile
başlayan hadiseler artık bu iki devletin n ihai bir hesaplaşmanın
eşiğine geldiğini açıkça ortaya koyuyordu. il. Bayezid Hanın son
senelerinde ş ehzadeler arasındaki vaziyetlerden istifade ederek
Anadolu'da faaliyetlerini artıran ve çıkardığı karışıklıklarla binlerce
kimsenin hayatını kaybetmesine sebep olan Şah İsmail, Selim'in
tahta çıkmasından sonra da tahriklerini devam ettirdi.
Sultan S elim'in cülusunu tebrik için bir elçi göndermeyerek
Osmanlı saltanatındaki bu değişiklikten memnun kalmadığını
açıkça göstermiş oldu. Selim Han'ın kardeşlerini ortadan kaldırdığı
sırada yanına sığınan Ş ehzade Ahmed'in oğlu Murad'ı, Osmanlı
1 60
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
tahtının yegane varisi olarak ilan ederek de bu devletin iç işlerin e
müdahil oluyordu.
Bütün bu gelişmeler Selim'i bir an önce harekete geçmeye zor­
luyordu. Ancak Selim öncelikle sıklaşan Kızılbaş-Safevi münase­
betlerini yok etmek ve Anadolu Kızılbaşlarına şiddetli bir darb e
indirmek niyetinde idi. Bu maksatla Şiiliğin Ehl-i Sünnet mezhep­
lerince reddedilmiş olduğunu halka telkin etmek vazifesini devrin
ulemasına verdi. 1 28
Sünni ulemanın bu hususta kaleme aldıkları fetva ve risale­
lerin çokluğu bir bakıma meselenin önemini de göstermektey­
di. B unlardan Mevlana Sarı Görez Nureddin Hamza Efendi ile
Kemalpaşazade'nin fetva ve risaleleri Osmanlıların fikir ve düşün­
celerini yansıtması bakımından fevkalade önemlidir.
Hamza Efendi fetvasını özet olarak şöyle kaleme almıştı:
"Hüve'l-muin Bismillahirrahmanirrahim.
Sevdiği kullarına yardım eden, düşmanlarını da kahreden Allahu
Tealaya hamdolsun. Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed
Aleyhisselam'a ve O'nun aline ve ashabına salat ü selam olsun.
Ey Müslümanlar! Biliniz ve anlayınız ki, Ashab-ı Kiram düşmanı
Rafizilerin reisleri Erdebiloğlu Şah İsmail'd ir. O nlar Peygamber
Efendimiz'in şeriatini, sünnetini beğenmezler. Kur'an-ı Kerim'i ile
alay ederler. Allahu Teala'nın 'haramdır' buyurduğuna 'helaldir'
derler. Kur'an- ı Kerim'i ve diğer din kitaplarını tahkir edip yakar­
lar. Alimleri ve salihleri öldürürler. Mescitleri yıkarlar. Reisleri
Şah İsmail'i ilah yerine koyup secde ederler. Hazret-i Ebubekir ve
Hazret-i Ömer'e küfür edip hilafetlerini inkar ederler. Peygamber
Efendimiz'in hanımı Hazret-i Aişe validemize iftira ile kötü sözler
söylerler. İslamiyeti yıkmak için uğraşırlar.
Onların bunlara benzer din-i İslam'a aykırı pek çok bozuk itikat ­
ları ve hareketleri vardır ki şahsen benim katımda ve diğer alimlerin
katlarında açık ve kesin bir şekilde bilinmektedir. Onlar görünen
bu hareketleri ile dinimizin hükmüne ve kitaplarımızın bildirdiğine
göre mülhiddirler (dinden çıkmışlardır) . Herhangi bir kimse dahi
Yav u z S u l t an S e l im Han
1 61
o nl arın batıl olan dinlerini beğense ve rıza gösterse mülhid olur.
Bunl arı öldürüp cemaatlerini dağıtmak bütün Müslümanlara va­
ciptir, farzdır. Müslümanlardan ölenler sa'id ve şehit olup cennet-i
a' lad adır. Onlardan ölenler ise hor ve hakir olup cehennemin di­
bi n dedirler. Bunların hali kafirlerin hallerinden daha beterdir.
Ya Rabbi ! D inine yardım edenlere yardım eyle. Müslümanlar
aras ında fitne çıkaranları kahreyle:' 129
Kemalpaşazade fetvasında da Şah İsmail ile askerlerine karşı
açılacak savaşların diğer din düşmanları ile yapılacak savaşların
aynısı olduğu ve cihat sayılacağı belirtiliyor. Umumiyetle Şiilerin
öldürülmesinin caiz olup mallarının helal, nikahlarının ise batıl
ol duğu açıklanıyordu. 1 3 0
İşte bu fetvaların kaleme alınmaları üzerine Selim Han, Şah
İsmail'e karşı harekete geçmeden evvel bilhassa babasının zamanın dan beri ortalığı karıştıran Orta ve Güney Anadolu'daki Kızılbaş­
lara bir darbe indirmeye karar verdi. Zira ülke içindeki bu tehlike
önlenmedikçe şaha karşı harekete geçilemeyeceği belli olmuştu.
Muharebe esnasında bunların, ordu gerisinde isyanlar çıkarabi­
lecekleri mümkün olduğu gibi, bir bozgun vukuunda ise nelerin
yaşanabileceğini tahmin etmek gerçekten güçtü.
Bu karar üzerine Anadolu kadılarına hükümler gönderilerek
olaylara karışmış, müfrit Kızılbaşların bugünkü ifadesiyle terörist
olanlarının isimlerinin deftere kaydedilerek gönderilmesi emredildi.
Böylece yapılan tahkik ve tetkik neticesinde elebaşıları tevkif oluna­
rak kimi katledilmiş ve kimisi de hapis veya sürgün olunmuştur. Bu
cezalandırılanların sayısının kırk bini bulduğu rivayet olunmuştur. 1 3 1
Bu hadiseyi sonradan bazı yazarlar Selim Han'ın Anadolu'da sa­
yısı kırk bini bulan bir Şii katliamı olarak değerlendirmiş ve tenkide
tabi tutmuşlardır. Oysa Çaldıran seferini ve Safevilerle yapılan mü­
cadeleyi anlatan Yavuz döneminde yazılmış pek çok eserde Anadolu
Kızılbaşlarına yönelik böyle büyük çaplı bir katliamın olduğuna
dair bir bilgi bulunmaz. Safevi Devleti'nin kuruluşu ve gelişmesinde
1 62
Kayı I I I : Haremeyn Hizme tinde
Anadolu Türklerinin rolü konusunda kıymetli çalışmalar yapmış
bulunan Faruk Sümer B ey bu konuda şu mütalaayı yürütür:
"Yavuz Selim'in meşhur seferine çıkmadan önce tehlikeli gör­
düğü kırk bin Kızılbaştan bir kısmını öldürtüp bir kısmını da hap­
settirdiğine dair Osmanlı müverrihlerinin sözlerinin mübal ağalı
olduğu muhakkaktır. Bu kadar çok sayıda insanın öldürülmesi ve
hapsolunması pek mühim bir mesele teşkil ederdi. Daha sonraki
arşiv vesikalarının da gösterdiği gibi, bunlardan ancak faal olanları
öldürülüyor, hapsediliyor veya sürgüne gönderiliyordu:' 1 32
Yavuz'un Safevilerle mücadelesi üzerine geniş araştırmalarda
bulunan Jean- Louis Bacque Grammont, padişahın o tarihte kırk
bin kişiyi kılıçtan geçirttiği iddiasını doğrulayacak hiçbir kanıtın
bulunmadığını belirtir. 1 33
Nihayet Osmanlı tarihinin demografik araştırmalarında en
önemli kaynak değeri olan tapu-tahrir defterlerine dayalı araştır­
malarda böyle bir nüfus azalmasını gösterecek bir bulguya rastlan­
maz. XVI. yüzyılın başlarında Sivas, Tokat gibi büyük ve önemli
şehirlerin nüfusunun dahi beş-on bin kişiden oluştuğu göz önüne
alınırsa kırk bin rakamı en az sekiz on şehrin yok edilmesi manasına
geleceğini gösterecektir. 1 34
Tahrirler üzerinde geniş araştırmaları ve müktesebatı bulunan
değerli araştırmacı Erhan Afyoncu Bey de o dönemde bir köyün
nüfusunun on-elli hane arasında olduğunu hesaba katarak kırk bin
kişinin öldürülebilmesi için bin - iki bin arası köyün yok edilmesi
gerektiğini belirtip Anadolu'da o tarihte bu kadar büyük bir nüfus
eksilmesi olmadığını, Osmanlı vergi sayımlarında böyle bir duru­
mun görülmediğini ifade etmektedir. 1 35
Neticede Selim Han'ın Anadolu'da olaylara karışmış müfrit ve asi
Kızılbaşları tespit ettirip cezalandırırken bazı kaynaklara yansıyan
rakamların oldukça abartıldığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan Selim Han'ın böyle bir teşebbüse geçmeden önce
kadılara hükümler gönderip olayların sorumlularını tespit ve defter
ettirmesi, onun bu araştırma ve cezalandırmada hukuk kuralları
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
1 63
içer is inde hareket ettiğinin en büyük delilidir. Ayrıca ana maksadı­
nın alim lerin fetva ve risaleleri ile Anadolu halkını Safevi tarafına
meyle tmekten korumak, devlet ve milletin bütünlüğünü bozdur­
mamak olduğu anlaşılır.
Bu arada ciddi Osmanlı araştırmacıları Anadolu'da Selim Han'ın
gir iştiği bu hareketin asıl sorumlusunun, gönderdiği daileriyle bu
ülkeyi bölünmenin ve parçalanmanın eşiğine getiren ve başta, biri
sadrazam olmak üzere nice devlet görevlileri ile on binlerce masum
h alkın ölmesine sebebiyet veren Şah İsmail olduğunda müttefiktir­
ler. 136 Nitekim Osmanlı tarihi üzerinde kıymetli araştırmalar yapmış
bulunan İsmail Hakkı Uzunçarşılı B ey bu konuyu hülasa ederken
şu çarpıcı mütalaada bulunmaktadır:
"Tarihi olayları vesikalara dayanarak incelemeden hüküm ve­
renler Yavuz Sultan Selim'in hükümdar olduktan ve şehzadeler
meselesini hallettikten sonra Şah İsmail ile muharebeden evvel
Anadolu'daki azılı kırk bin Kızılbaşın idam veya hapis olunmala­
rın ı sebepsiz bulurlar ve Sultan Selim'i muaheze ederler. Halbuki
vesikalarla gösterilen olaylar göz önüne alınacak olursa padişahın
ne kadar isabetli hareket ettiğini ve bütün bu işlerde baş rolü olan
Şah İsmail üzerine giderken gerisindeki tehlikeyi ber-taraf etmek
istediği görülür:' 1 3 7
E D İ RN E ' D E N H A R E K E T
Selim Han bir taraftan alimlerin verdiği fetvalar v e yazdığı ri­
saleler ile Anadolu halkını, Şah İsmail ve taraftarlarının fikir ve
düşünceleri hakkında aydınlatırken diğer taraftan destekçilerine de
büyük bir gözdağı vermişti. Şimdi ise tehlikenin kaynağını kurutmak
üzere şaha karşı ağır bir darbe indirmek zamanı gelmiş bulunuyordu.
Bu maksatla derhal Edirne'de divanını topladı. Şah İsmail'in
yaptıklarını bir bir sıralayıp haklarından gelmek istediğini şu söz­
lerle bildirdi:
" Trabzon tahtında iken onlara yakın olup durumlarını bili­
yordum. Zaman el verip devletleri yardımcı olursa, yeryüzünden
İslam'ın tarz ve usulünü kaldırıp, doğru inananları saf dışı ederler.
1 64
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Muhammed'in apaçık dinini bırakırlar, küfürden daha kötü b ir
yola giderler.
Kafirlerin sapık dinleri bellidir. Kafirin günahı sırf şirk (eş ko ş­
ma) , bunların maksatları ise temiz dinin saf suyunu kirletmektir.
Kafirin en büyük günahları Alemlerin Efendisi'nin peygamber­
liğini inkar, bunların sonu sapıklık olan niyetleri Server-i Kainat'ın
mağara dostu, dert ortağı arkadaşıyla beraber büyük sahabelerine
kin ve düşmanlıklarını ortaya atmalarıdır.
Kafirin suçu Kur'an-ı Azim'e muhalefet, b unların ma ksadı
mutluluk sıfatlı apaçık dine muhalefettir. Kafirin en derin arzusu
İncil'in hükümlerini yaymak, bunların en büyük gayretleri Kur'anın
prensiplerini bozmaktır. Kafirlerin ümitleri haç tertibini gözetmek,
bunların arzuları sevgili Peygamberimiz'in dinini bozup küçüm­
semektir. Mademki bu topluluk doğru yola girip tevbe etmiyorl ar.
Anadolu'da karışıklık ve fitne çıkarmaya devam ediyorlar, öyleyse
onların üzerine yürümemiz gerekir:' 1 3 8
Selim Han'ın bu sözleri üzerine vezirlerden bir kısmı böyle mü­
him bir iş için acele karar verilmemesini düşünmek ve tedbir almak
için kendilerine müsaade edilmesini kanun-ı kadime başvurulmasını
istediler. Selim Han ise tehirin düşmana zaman kazandıracağını
bilmekte ve işin savsaklanmasında ciddi zararlar görmekteydi. Sinirli
bir şekilde ağırlığını ortaya koyarak:
Kim bu kanun u kavaid ü sübül
Gökden inmiş Hakk kelamı hod değil
Ne Resulün sünnetidür bi-hilaf
Ne bu güft u guda vardır ihtilaf
Kendü devrinde ne ihdas itse şah
Ol anun kanunudur bi-iştibah
Devr anundur emr anun kanun anun
Bahr anundur berr anun hamun anun
Yav u z S u l tan S e l im Han
1 65
He r zaman bir suret ile iktiza
Nef' virmez böyle demde ma-meza *139
deyince artık kimsede söz söyleme cesareti ve gücü kalmamıştı.
Derhal Anadolu ve Rumeli beyleri ile sancakbeylerine, mahalli
kadılara ve bütün ilgililere emirler gönderilerek sefere hazır olmaları
bildi rildi. Nihayet hazırlıklar tamamlandıktan sonra 2 1 Mart 1 5 1 4
Salı günü 1 40 ordu Edirne'den yola çıktı. 14 1
Şeyhler-sufiler, baylar-fakirler, gençler-yaşlılar Edirne halkı o
gün Selim Han'ı ve ordusunu dualarla uğurlamak üzere yollara
düşm üşlerdi. Selim Han'ı rüzgar süratli doru atının üzerinde gör­
kemle gören halk bir uğurdan 'Maşaallah' nidaları ile bağırıştılar.
Huda mansur ide ztıt-ı güzinin
Ki sensin nasırı Din-i mübinin
Alem çözdük Rasul eshtıbı içün
Muhammed Mustafa ahbabı içün
Muzaffer ol müebbed ol Huda'dan
Özün mahrus ola daim hatadan
Aziz ü kamyab ol devlet ile
Ferahnak ol fütuh u nusret ile
Adalet kıl cihan mahkumun olsun
Acem mülkü ser-a-ser Rum'un olsun '*142
Dualarla uğurlanan S elim Han 3 1 Mart'ta İstanbul önlerine
geldi. Eyüpsultan yakınlarında Filçayırı mevkiine kurulan otağına
yerleşti. Eyüpsultan'ın çevresi çadırlarla dolmuştu. Yeşil çimenler
üzerinde ak çadırlar, çiçekleri açılmış ağaçlara benzemişti.
*
sübül:
yollar; bi-hilaf: şüphesiz; güft u giı: söz, dedikodu; ihdas etmek: koymak;
şeksiz, şüphesiz; bahr: deniz; berr: kara; hamun: çöl; nef': fayda;
bi-iştibfilı:
ma-meza:
**
geçen ay, geçmiş zaman.
zat-ı güzin:
ola:
seçkin zat; nasırı: yardımcısı; alem: bayrak; müebbed: ebedi; mahrus
koruna; kamyab: mutlu; ferahnak: neşeli; fütuh u nusret: fetihler, zafer ve
yardımlar; ser-a-ser: baştan başa; Rum'un: Osmanlı'nın.
1 66
Kayı I I I : Haremeyn H i zme t inde
Filçayırı'ndaki ikameti sırasında Eba Eyyub el-Ensari hazretleri
ile dedesi Fatih ve babası il. Bayezid Han'ın kabirlerini birkaç de fa
ziyaret eden Selim Han kurbanlar kestirip fakirlere de pek çok s a­
daka dağıttı. Zaman zaman ulemayı çağırıp görüş ve düşüncel erini
aldı. Rumeli'nin muhafazası için görevlendirilen Saruhan Va lisi
Şehzade Süleyman'ın derhal Edirne'ye gelmesi yönünde emir çıktı.
Bu sırada Rumeli birlikleri Gelibolu İskelesi'nden sürekli Anadolu
yakasına geçmekte idiler.
Selim'in yanındaki birlikler de kimi Eyüp kimi Kağıthane iskele­
sinden ağırlık ve eşyaları gemilerle Üsküdar sahiline taşınıyorlardı.
Nihayet 20 Nisan Perşembe günü Selim Han da Üsküdar'a geçm ek
üzere hareket etti. Çavuşlar ve solaklar cins atının üzerinde kadır­
gasına doğru ilerleyen Selim Han'ı "Ya Raccekellah ! " (Ey Allah'ın
harekete geçirdiği) nidasıyla alkış yağmuruna tutmuşlardı.
Muzaffer Osmanlı sancakları açılmış padişaha mahsus davul
dümbelek ve kösler dövülmeye başlanmıştı. Yeniçeriler tüfenklerini
ateşleyip cihana gürültü ve velvele verdiler.
Özellikle Sünni ulemanın verdiği fetvalar ile heyecana gelen
İstanbul halkı, sefere çıkan S elim Han'ı görebilmek için Eyüb'ü
doldurmuş, Haliç'i ise kayıklar istila etmişti. Selim Han etrafı dol­
duranlara hüsn-i iltifatla selam verince duaları göklere çıkarıp zafer
niyaz ve temenni ediyorlardı.
Selim Han'ın kadırgasına binip hareket etmesiyle birlikte İstanbul
surları ile Galata arasındaki ve Beşiktaş'a kadar kıyılardaki harp
gemilerinden, savaş sandallarından şimşek parıltılı gök gürültülü
toplara ateş verdiler. Her taraf baştan başa duman ve bulut oldu.
S elim Üsküdar cihetine geçtikten sonra Maltep e'de kurulan
ordugahına geldi. Burada Bosna Sancakbeyi Hadım Sinan Paşa'yı
Anadolu beylerbeyiliğine atadı.
Başdefterdar Piri Mehmed Çelebi'yi huzuruna çağırarak sefer lo­
j istiği hakkında bir konuşma yaptı. Kendisine: "Allahu Tealfoın yar­
dımına ve iki cihanın övüncü Peygamber Efendimiz' in mucizatına
dayanıp Ashab-ı Güzin'in adına zor bir işe giriştim. Rum serhad-
Yav u z S u l tan Se l i m Han
1 67
dinden çıkıp Acem topraklarına girdiğimizde umarım ki Şah İsmail
gelip bizimle harp eyleye. Korkup ötelere çekilebilir. Saltanatımın
şerefinin gereği onu takip eder isek, askere yiyecek, içecek ve gi­
yecek hususunda sıkıntı çekilebilir diye hatırıma vehim arız oldu"
diyerek endişelerini dile getirdi. Bu hususta çeşitli tedbirler alındı.
M altepe ordugahından hareketle Tekfur Çayırı, Gebze, Hereke ve
çın arlı konaklarını geçerek 23 Nisan'da İzmit'e varıldı. Şah İsmail'e
ilk mektup burada yazıldı.
Nişancı Tacizade Cafer Çelebi'nin kaleme aldığı ve Osmanlı
inşa sanatına örnek olarak gösterilen namesinde Selim Han, Şah
ism ail'e şöyle diyordu:
N AM I N I VE N İ ŞA N I N I YO K E D E R İ M !
"Her şeyi bilen gerçek melik Allah şöyle buyu rdu: Allah katında
din şüphesiz İslam'dır ve kim İslamiyet'ten başka bir dine yönelirse,
onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir.
Bu name bizim büyük sığınağımız müşrik ve kafirleri öldüren,
din düşmanlarını kahreden, borçluların burunlarını sürten ( zelil
eden) , hakanların miğferi, gazi ve mücahitlerin sultanı, İskender
gibi yırtıcı, Feridun şerefli, adaletin Keyhüsrevi Sultan Murad oğlu
Sultan Mehmed oğlu, Sultan B ayezid oğlu Sultan Selim Han'dan
Emir İsmail'e.
Her iş Allahu Tealanın tasarrufundadır. Sultanlık ve saltanat
kuru bir bahanedir. Cenab-ı Hakk iki cihan serveri peygamberleri
vasıtasıyla kullarına iyiyi ve kötüyü öğretti. O nların zamanında
cihan adalet ve doğrulukla parladı. Ondan sonra hakla kendi içle­
rinden ve isteyerek birini seçip onun eliyle kanunları tatbik edeler.
Afat, küfür, bid'at ve dalaletten her haliyle korunalar. Doğru yoldan
ayrılanları kılıçla yola getireler.
Sen, 'orman aslandan boşalınca çakal oraya kahraman olarak
girer' hükmü üzere, tecavüz yoluyla doğu ülkeleri emirliğini ele
geçirdin. Zulüm ve eziyet kapılarını Müslümanların yüzüne açtın.
Zındıklık ve dinsizliğin her yönü ile kaynaşıp yoğruldun. Zulüm
bayraklarını ş ahlık ve hükümdarlık göklerinde dalgalandırdın .
1 68
Kayı I I I : Haremeyn Hizme t inde
Nefsinin hevasına uyarak, yaratılışının isteklerine aldanarak şeri­
at bağlarını kopardın. Halkın temiz inançlarını yıkmayı kendine
meslek edindin. Zinayı helal kılmak, haksız yere kan dökmek, mes­
cit ve minberleri yıkmak, kabirleri ve mezarları yakmak, alimleri
küçümsemek ve aşağılamak, mushafları pisliklerin içine atmak ve
Şeyhayn-ı kirama (Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer) küfretmek
gibi şeni' ve bayağı işlerin tevatür derecesine vardı.
Din önderleri ve bizlere rehber olan alimler senin ve seninle
olanların, sana uyanların dinden çıktığına, küfre düştüğüne fetva
verdiler.
Böylece bize düşen dini savunmak, zulme uğrayanlara yardımcı
olmak, tehlikede olanları kurtarmak, ilahi emre uymak ve padişahlık
namusunu yerine getirmektir. Bunun için ipekli, bezeli kumaşlar
yerine zırh ve çelik gömlek giyindim. Cenab - ı Hakk'ın yardımı
ve güzel tevfiki ile zafer sancaklarını dalgalandı. Zaferlere alışmış
askerler, savaş alanlarının aslanları, hançer vuran yiğitler harekete
geçti. Zafer ve hayırla son bulacak Safer ayında denizden geçmeyi
emrettim.
Eğer aziz ve yüce yaratıcının yardımı yar olursa devletli elimin
sillesiyle, senin zulüm elini ve pazunu kaldıracağız. Senin kargaşalık
kötülük ve şerrini aciz ve zavallıların başından yok edeceğiz. Senin
dumanından felakete uğrayan evleri o ateşten kurtaracağız. Nitekim
fitne eken sıkıntı biçer denilmiştir.
Kılıçtan evvel İslam'a gelmeyi teklif şanlı Peygamberimiz Mu­
hammed Mustafa'nın ilkelerindendir. İşte bu mektup o gerekçe ile
yazılmıştır.
Şüphesiz insanlar yaratılıştan farklıdırlar. Nefs bir madendir ki
kimi altın, kimi gümüş olur. İşte kötü alışkanlıklar bazı mizaçlar­
da bir huydur ve yok olması mümkün değildir. 'Zenci yıkamakla
beyaz olmaz ! ' demişler. Kimi davranışlar da şehvet dalgalanmaları,
duyguların bastırması ve gevşek tutumlardan kaynaklanır. Bunları
gidermek mümkündür.
Yav uz S u l tan S e l i m Han
1 69
Eğer sen de onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zul­
nıettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler,
züm resinin yolunda gidersen Allahu Teala'ya yönelir ve tutunursan
kötü işlerinden, doğru olmayan hallerinden ve çirkin gidişatından
pişmanlık gösterir can u gönülden tevbe ve istiğfar edersin.
O zaman muzaffer ordumuzla çiğnenmesi ve her yanı atlarımı­
zın nallarıyla mıhlanması kararlaştırılmış yöre ve bölgelerin ulu
kapım ızdan sana bırakılma ihtimali vardır.
Sonra bilmedim, aldandım demek fayda vermez. Sonradan zor
olur. Askerimle gelip senin memleketine girmek ve başına odlar
(ateşler) yakmak bize düşmüştür. Gelip eşiğim toprağına yüz sürmek
sana ve senin gibilere iftihardır. Bir an önce bu dediğimi yapasın.
Yoksa sonra mazeretin kabul olunmaz. Eğer karşı durmayı seçersen
meydana gelesin. Allah'ın takdiri ne ise o olur. Zulmünü mazlumlar
üzerinden kaldırıp, namını ve nişanını dünyaya gelmemiş gibi yok
ederim:' 143
Yazılan bu mektup, evvelce halka Şiilik propagandası yaparken
yakalanan Kılıç isimli bir Kızılbaş lideri ile Şah İsmail'e gönderildi.
G E DA LA R B AY O L D U
24 Nisan 1 5 14 Salı günü Yenişehir Ovası'na varıldı. Rumeli Bey­
lerbeyi Hasan Paşa ile Gelibolu'dan geçen Rumeli askeri burada
orduya katıldı.
2 Mayıs günü Kütahya yakınında Seyitgazi Türbesi'nin civarında
konuldu. Celalzade burayı ilahi nurun merkezi, na-mütenahi sırların
konağı, mağfiret menba'ı bir merkez olarak tanıtmaktadır. 144 Selim
Han Seyitgazi hazretlerinin türbesini ziyaretten sonra tekkesinde­
ki görevlilerin yanı sıra fakir, muhtaç ve gönlü yaralılara binlerle
sadaka dağıttı.
Urfetözü mevkiinde iken Vezir D ukakinoğlu Ahmed Paşa'yı
yirmi bin kişilik timarlı sipahi kuvvetiyle önden Sivas'a gönderdi.
Her gün bir konağı yürüyüp Konya civarına geldi ve Filabad
denilen yerde otağını kurdurdu.
1 70
Kayı I I I : Haremeyn H i zme t inde
Celalzade burasını Sultan otağı, velilik makamı, hidayet mevkii,
erenlerin önderi, manevi kirlerden temizlik yeri, iyilerin bağl ılık
merkezi, bereket kaynağı Mesnevi sahibi Mevlana Celaleddin-i Rumi
hazretlerinin nur evi kabri diyerek övmektedir. 1 4 5
Mevlana Celaleddin-i Rumi, Şems-i Tebrizi ve Sadreddin Konevi
gibi büyük ve ulu zatların kabirlerini ziyaret eden padişah, onla­
rın ruhlarını vesile kılarak dualar etti. Şehrin fukarasına ol ulular
hürmetine cömertliğinden paylar üleştirdi. Gedalar, yoksullar bay
(zengin) oldu. Timarlı sipahilere de yüzer akçe terakki ihsan olundu.
Kayseri'ye geldiğinde Dulkadıroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey'le
müzakereye girişti. Kendisine gönderdiği namede:
"Mezhepdaş olmanın gereği, bid'at ehlinin tepelenmesinde ve
fesatlık damarlarının kesilmesinde cihat kılıncını takmış bulunan
padişaha yoldaş olmaktır" demişti.
Etme bir saat teellül merd isen
Ehl-i İslam ile ger hem-derd isen
Gel bu yolda sen de hem -rah ol bize
Hüsn -i İslam ile dil-hah ol bize146*
Alaüddevle Bey ise, "O kırklı yaşlardadır. Ben ise doksan yaşın­
dayım" diyerek ihtiyarlığından bahisle bu isteğe menfi cevap verdi.
Hakikatte ise Alaüddevle'nin, II. Bayezid döneminde Osmanlılara
iltica ettiği bilinen ve şimdi de Sultan Selim yanında savaşa iştirak
eden Şehsuvaroğlu Ali Bey sebebi ile Osmanlılara cephe alıp Memlük
taraftarı bir siyaset güttüğü anlaşılmaktadır.
Bu arada orduda erzak buhranı baş göstermeye başlamıştı. Dul­
kadırlılarla uğraşmanın zaman kaybettireceğini hesap eden Selim
Han, Alaüddevle hakkındaki düşüncelerini sonraya bırakmayı
uygun gördü. Yoluna devamla Sivas'a geldi.
Şayet Müslümanlarla berabersen, derdi ile dertleniyorsan ve bu davanda mert isen
bir saat geciktirme, gönülden ve İslam güzelliği ile bize katıl.
Yav u z S u l tan S e l im Han
1 71
Burada iken ordusunu yoklamaya tabi tuttu. Her konakta katı­
lıınl arla ordu mevcudunun yüz kırk bin asker ve beş bin zahireciye
ulaştı ğı görüldü.
Selim Han yoklamadan sonra muhtemel bir Şii ayaklanmasını
önlemek maksadıyla kırk bin kişilik bir kuvveti ordusundan ayırarak
İskender Paşa komutasında Kayseri ile Sivas arasında konuşlandırdı.
Bu ihtiyat kuvveti aynı zamanda bir bozgunluk vuku bulursa
ric 'at hattını tutmuş olacaktı. Selim Han muhtemelen bu hareketi
ile Şah İsmail' in ordusunun çokluğu karşısında çekinip savaşa gir­
memesinin önüne de geçmek istemişti.
Ayrıca bu birlikler, Şah İsmail'in Diyarbekir ve batı sınırı ko­
mutanı Ustacaluoğlu Mehmed Han'ın yaptığı tahribat yüzünden
uğranılan zahire ve saman sıkıntısını da gidermeye çalışacaktı.
Zira Ustacaluoğlu Türk ordusunun ileri harekatını duyduğu andan
itibaren Sivas'tan ötede kalan bölge halkını daha içerilere sürmüş
ve geri kalan her şeyi ateşe vermişti. 147
Trabzon'dan katır sırtında getirilen zahireden başka yiyecek
temin edilememişti. Bu sıkıntıya çare arayan Selim Han Ardahan,
Oltu ve İspir bölgelerine hakim mahalli Gürcü beylerinden Mirza
Çabuk'a elçiler göndererek zahire istedi.
KA RŞ I L I K L I M E KT U P LA R
Selim Han Sivas'tan hareketle Osmanlı topraklarını bitirip Azer­
baycan hududuna geçti. D üşmandan hala haber ve eser yoktu.
Bunun üzerine Şah İsmail'e bir mektup daha gönderdi. Kayseri ile
Sivas arasında bir ihtiyat kuvvetinin bırakılmış olduğunu haber
vermekten de çekinmeyen Selim Han özetle şöyle dedi:
"İsmail Bahadır!
Uyulması gereken şu buyruk sana ulaşınca bilesin ki yaratılışın ­
daki kötülük fitne ve fesadın kaynağı olarak İslam'ın namus perdesini
yırtmaya gayret gösterdiğin için faaliyetlerini zafer rüzgarının ok
ve hançeri ile temizlemek zamanı gelmiştir. Bu husus genel olarak
1 72
Kay ı I I I : Ha remeyn Hizme t inde
bütün Müslümanlara ve özellikle sultanlara vacip olmuştur. Ulem a
da bu konuda fetva vermiştir.
Bu itibarla Hazret- i Peygamber'in temiz dinini yaşatmak üzere
düşman avlayan sayısız askerle senin kasdına, doğu ülkelerine doğru
şanlı yönelişi eyledik.
Denizi geçtiğimiz esnada beğenilir bir mektup gönderip baskı
ve zulümle hükmün altına aldığın yerler yakında padişahlığı mın
mutlu gölgeliği altında gölgelenilecek bir yer olacaktır. "Er isen
meydana gelesin. Hak sübhanehu ve tealanın çizdiği yol ve kararı
neye yönelik olmuş ise ortaya çıka" deyu buyurmuştum.
Bundan muradım; birkaç ay önceden hazırlıklarını yapıp te­
darikin göresin, 'Gafil bulundum, elim altındaki askeri toplamaya
zaman el vermedi' diyerek özür ve bahanede bulunmayasın demekti.
Amma uzun bir süre ve epeyce bir vakittir ki dökülen at nalla­
rından yeryüzü demire bürünmüş, dizginlerin şakırtısından cihanın
kulağı çınlayıp dolmuştur. Nihayet gökleri andıran Azerbaycan yö­
resinde olan dağ ve tepeler muzaffer ordunun at nallarıyla, hilallerle
dolmuş göğe benzemişken senden ne ad ne san peyda olmuş, ne
de varlığından bir iz ortaya çıkmıştır. Öyle bir gizlenmiş haldesin
ki varlığınla yokluğun denktir.
Kılıç taşırım davasın idenlerin siper gibi belalara göğüs gere­
bilmesi ve başbuğluk sevdasında olanların, ok ve kılıç yarasından
korkusu olmaması gerekir. Saltanat gelini bir kimseyi kucaklarsa,
el parlak kılıcın dudağına buse verir.
Selamet kaygusuyla perde gerisinde oturmayı seçenlere erlik adı
hatadır. Ölümden korkan kimselere ata binmek ve kılıç kuşanmak
yaraşır değildir. İmdi bu derecede gizlenmenin bu biçimde sessizlik
köşesine çekilmenin nedeni ihtimaldir ki, kıyasa gelmez askerimin
çokluğundan duyduğun korku ve endişe olmalıdır.
Sendeki bu ürküntüyü gidermek için zaferleri rehber edinen as­
kerimden kırk bin bahadırı ayırıp Kayseri ile Sivas arasında bıraktım.
Düşmana at oynatması ve boş meydan bulması için fırsat ver­
mek ancak bu denlü olur. Bundan artuk olmaz. Eğer özünde her
Yav u z S u l t an S e l i m Han
1 73
ne çe şitten gayret ve yiğitlikten iz varsa gelüp zaferleri kovalayan
aske rime karşı durasın.
Ezelde yazılı olan her ne ise gün yüzüne çıkmış ola. İnşaallahu
Teala selamlar doğru yolu tutana olsun ! " 148
Selim Han, Anadolu topraklarına veda edilip düşman arazisine
girilmesi ile birlikte ani baskınlara karşı her türlü tedbiri almayı
da ihmal etmiyordu. Ordunun her an savaşa hazır olabilmesi için
Ceph ane-i Amire'den savaş aletlerinin dağıtılmasını emretti. Davudi
ve derbendi hüsrevlere layık zırhlar, çelik yelekler, yaldızlı sırma
kaftanlar altın saplı yaylar, şimşek parıltılı can alıcı mızraklar, Rumi
ve Hindi kılıçlar, nacaklar, çomaklar, güneş gibi parlak kalkanlar,
şahlara layık tadar ve diğer harp aletleri çıkarılıp dağıtıldı.
Ordugah bir anda boy bosta adem görünüşlü, heybette aslana
be nzer ve giyimde çeşit çeşit şekilde hoş ve güzel elbiseler içinde
mehabetlü dilaverler ile doldu.
Askerin herbiri sanki demir bedenli, ellerinde hasmı kıran ve
yıkan aletleri ile can kuşu Allah yolunda her an uçmaya hazır, yalın
kılıç yiğitler idiler. 149
1 3 Temmuz Perşembe günü Kemah karşısında Aktepe Konağı'na
gelindiğinde Erzincan kethüdası geldi ve Selim'e itaatini arz etti.
"Sizin için gerekli erzak hazırlanmıştır. Yüce huzurunuza geti­
rip sunalım. Yeter ki askeriniz bize zarar vermesin" diyerek ricada
bulundular.
S elim Han; "istedikleri şartlarla şehir halkına aman verip ol
memlekete zarar ve ziyan olunmasın" diyerek nöbetçiler tayin etti.
Ordu Ezincan'a tabi Yassıçemen'deki Hasanbey Çayırı'na gel­
diği sırada ( 1 8 Temmuz) Şah İsmail'in elçisi Şahkulu Akay Bevey
ordugaha gelip Selim Han'a bir name ile içi afyon dolu bir altın
kutu takdim etti.
Şah İsmail mektubunda şöyle diyordu:
"Sultan Selim Şah'a
1 74
Kayı I I I : Ha re m eyn Hiz met inde
Mektupların geldi. Cennet-mekan babanın zamanındaki yürü­
yüşümüz, Dulkadırlı Alaüddevle'nin küstahlığı yüzündendi. Yoksa
her iki taraftan da dostluktan, beraberlikten başka bir şey görülm edi.
O memleketler halkının çoğu ecdadımızın kıymetlisi idi.
Sonra o hanedan ile eskiden beri sevgimiz vardı. Timurlu lar
zamanında olduğu gibi bir kargaşalığın olmasını istemezdik.
Münasebetsiz (uygunsuz) sözlere hiç gerek yok. Bunların hep si
de münşilerin (katiplerin) fikirleri uydurmalarıdır. Yazanların tiryak
(afyon) ile kurumuş dimağlarından doğan sözlerdir.
Bu itibarla onlara kullanmak üzere mührümüzle mühürlenmiş
altın bir hokkayı Şahkulu Ağa ile gönderiyorum.
Şu sırada İsfehan boylarında avlanmaktayım. Bu cevabı dostça
hemen yazdık. Size karşı durmak üzere de derhal hazırlığa başladık.
Kimseden korkumuz yoktur.
Senin bu istediğini çokları tecrübe ettiler.
Ali evlatları ile savaşanlar, kendileri yok olur gider.
İş savaşla sonuçlanacak olursa onu geciktirmek doğru olmaz.
Fakat sonunu da düşünmek gerek, vesselam:' 1 50
Şahın mektubundaki ifadesinden, elçinin hareketlerinden ve
sunduğu hediyesinden canı sıkılan ve müteessir olan Selim Han
elçiyi derhal öldürttü. 1 51
Öte yandan İsfehan'da bulunan Şah İsmail' in süratle hazırlıklarını
tamamladığı memleketinin hakim ve kethüdalarına bir biri ardın ca gönderdiği fermanlardan anlaşılıyordu. Nitekim Azerbaycan'a
gönderdiği Abdullah Ağa'ya uğradığı yerlerde kolaylık gösterilmesi
için bölgenin idarecilerine hitaben kaleme aldığı "ebu'l-muzaffer
İsmail bahadır sözümüz" başlıklı fermanları bunu teyit ediyordu.
Muazzam ordusunun alaylarını seyrederken kendine güvenini
de, Şükri- i Bitlisi'nin ifadeleriyle şu sözlerle belirtiyordu:
Dedi İsmail bin Haydar menem
Şfr-i nerle cengiden saf-der menem
1 75
Yav uz S u ltan S e l i m Han
Gireli meydana men ner-pehlivan
Kimseden döndürmedim dahi inan
Men Horasan mülkün aldım aşikar
Eyledim Gilan zemini tarümar
Ne Luristan kaldı ne Şirvan-zemin
Gördüler gazilerümden tiğ u kin
Ab-ı Amudan kıyasan ta Fırat
Vardurur bi-şüphe nısf-ı kainat
Üş benim hükmümdedir bu zikr olan
Düşman olmaz bana sahib-i fikr olan
Ben varurdum gelmeseydi ol ferid
Çekmedin zahmet zehi baht-ı said*152
YA Ş A D ! G l N LA Ö L D Ü G Ü N D E N KT İ R
Uzun süredir çorak arazide yol almakta olan Osmanlı asker­
lerinin büyük bir sıkıntı çekmekte olması ordudaki Şah İsmail ile
muharebe aleyhtarlarına aradığı fırsatı vermişti. Bunlar yavaş yavaş
askeri tahrike başladılar. Selim'in ise Erzincan'd a, Safevilerin merkezi
Tebriz'e kadar olan yolu kırk merhaleye taksim ederek yürüyüşe
geçmesi ve kararında sebat etmesi üzerine endişeleri arttı. Vezirler
ve bazı sancakbeyleri Safevi topraklarında ilerlemenin aleyhinde
olmalarına rağmen bunu açıklamaktan çekindiler. Askerin de hu­
zursuzluğunu bahane ederek daha ileri gitmenin mahzurlarını arz
etmek maksadıyla Karaman Beylerbeyi Hemdem Paşa'yı ikna ile
Selim Han'a gönderdiler.
Hemdem Paşa Enderun'da yetişmiş değerli bir devlet adamıydı.
Şehzade Ahmed vakasında Selim'e hizmet etmek suretiyle padişahın
da takdirini ve güvenini kazanmış değerli bir vezirdi. Sözleri ve
fikirleri hoşgörü kulağıyla dinlenir çoğu da makbul bulunurdu. Bu
*
men:
ben; şir-i ner: erkek aslan; saf-der: düşman saflarını yaran;
açık;
tarümar:
kainatın yarısı:
harap, perişan;
ferid:
yegane;
tiğ:
zehi:
kılıç;
ah:
su;
bi-şüphe:
ne güzel, ne mutlu.
ner:
şüphesiz;
erkek;
aşikar:
nısf-ı kainat:
176
Kayı I I I : Haremeyn Hizme t inde
itibarla devlet adamları bu tehlikeli meseleyi Selim Han'a açıklam a
konusunda onu aracı ve uyarıcı olur diye düşünmüşlerdi.
Hemdem Paşa da Selim Han'ın hakkındaki teveccühüne güve­
nerek padişahın neşeli ve rahat olduğu bir toplantı sırasında as kerin
tavrından ve konuşmalarından yakınarak:
"Bunların gönülleri İran viranelerinde dolaşmaktan üzgün ve
dirençleri de yol yorgunluğundan bitkin haldedir" dedi. Ardın dan
Fatih Sultan Mehmed'i örnek göstererek, değerli ceddiniz Tercan
ucunda (Otlukbeli) Uzun Hasan'a zafer bulduğunda onun ardınca
Acem diyarına sefer etmeyip atının dizginlerini geri taht kentine
çevirmişti. Bugün de doğru hareketin aynısı olacağını ısrarla belirtti.
Sen dahi ceddin gibi dön tahtına
İtimad etme bu yolda bahtına
Hemdem Paşa teklif ettiği tedbirin nice sıkıntılara kaynaklık
edeceğini hiç düşünmemişti. Anadolu'yu kasıp kavuran bir büyük
tehlikeye karşı girişilen teşebbüs iflas edeceği gibi saltanat namusu
da yıkılıp noksan düşecekti. Bir daha böyle büyük proj elere girişmek
ise hayal olacaktı.
Nitekim padişah bu sözleri işitir işitmez pek sevdiği Hemdem
Paşayı feda etmek zorunda kaldı.
Eğer baş yerinde kalsın dilersen
Ayağın haddinden öte atma sen
Karaman beylerbeyiliğine ümeradan Zeynel Paşayı getirdi. ısı
Selim Han'ın bu hareketi vermiş olduğu kati kararın önlenmesine
mani olmak içindi. B u hal orduda bir sükunet tesis etti ve ileri
harekata devam edildi.
Fırat kenarında Çubuk, Pınarbaşı, Kağızman, Mama Hatun
Kervansarayı ve Alacalar konaklarını seri bir yürüyüşle geçen ordu
Çermük'e geldi. Selim Han bu mevkide B ali B ey tarafından esir
edilerek getirilen iki Kızılbaşı Türkçe kaleme aldırdığı bir name
ile Şah İsmail'e gönderdi.
Yav uz S u l tan S e l i m Han
1 77
Şahın namesine cevap n iteliği taşıyan bu mektubunda Selim
Han şöyle demekteydi:
"İsmail bahadır!
Cihanın itaat ettiği yüce fasih ve beliğ mektubum katına ulaşınca
sen de mektup gönderip cüretli bir tavırla gelmekte acele ediniz,
biz de beklemekten kurtulalım diye bildirmişsiniz.
Artık belli ve aşikar ki biz kendimizde bulunan durum ve yara­
tılı şım ızda olan cüreti faaliyete geçirip uzak yerden sana yönelerek
zafer belirtili zafer sancaklı ordum ile yer ve konaklar yürüyüp gelip,
emrin altında olan ülkeye girdim.
Hüküm sahibi sultanların töresinde ve kudretli hakanların ka tında padişahların idaresinde olan topraklar n ikahlıları gibidir.
Erlikten nasibi, gençlikten hissesi, belki içinde biraz cesareti olan
kimse başkasının kendisine saldırmasına katlanamaz. Halbuki bu
kadar zamandır işleri zafer olan askerlerim yurduna girmiş olup
doyumluklar iderler. Henüz senden ne ses, ne seda, ne de varlığından
bir iz vardır. Yaşadığınla öldüğün denktir. Geçici cesaret kazanmaya
kimin ihtiyacı olduğuna yaşanılan durum tam şahittir.
Gerçek budur ki, şimdiye dek senden yiğitlik ve merdanelik
anlaşılan hiçbir hareket sadır olmadı. Meydana gelen iş de baştan
başa hile ve sahtekarlıktır. Şüphe yoktur ki geçici cüretin eseri ancak
h ile ve hud'a olur. Başka bir şey olamaz. Uğradığın derdin çaresi
sence bilinmekte imiş. Kullanmaya devam et. B elki böylece kalp
kuvveti elde eder, karşı çıkmaya cesaret bulursun.
Senin kalp zayıflığının giderilmesi için başarıya götüren or­
dumdan kırk bin er ayrılıp Sivas ile Kayseri arasında bırakılmıştır.
Düşmana mürüvvet ancak bu denlü olur. Bundan sonra da geş­
mişteki kaçış üzere korku zaviyesi köşesine çekilirsen erlik adı
sana haramdır.
Miğfer yerine başörtüsü, zırh yerine çarşaf giyip serdarlık ve
şahlık davasından feragat eyleyesin:'
Senden bir iş hasıl olmaz
Sen bu işi yapamazsın
178
Kayı I I I : Haremeyn H i zme t inde
Müellifler padişahın Şah İsmail'e, mektupla birlikte bir de kad ın
elbisesi gönderdiğini kaydederler. Yine bu sırada Selim Han, Semer­
kand Hakimi Ubeyd ile Memlük Sultanı Kansu Gavri'ye de birer
mektup yazarak düşman memleketinde bulunduğunu bildirmiştir.
T E K B A Ş I MA DA KA L S AM G İ D E R İ M !
Osmanlı ordusu Çermük'den hareketle Tercan'a vasıl oldu. Selim
Han burada Yanya Sancakbeyi Mustafa Bey ile Trabzon Sancakbeyi
Mustafa Bey'i Bayburt'un zaptına memur etti.
Ertesi gün Sökmen Konağı'nda Gürcü beylerinden Mirza
Çabuk'un sefirlerini kabul etti. Sefirler beraberlerinde iki bin baş
koyun ve bir m iktar da zahire getirmişlerdi. Selim bu yardıma
teşekkür olmak üzere ikinci emir-i ahurunu Gürcistan'a Mirza
Çabuk'a gönderdi.
Gerçekten de ordu yiyecekten çok sıkılıyor, Trabzon yoluyla
gelmekte olan zahire kifayet etmiyordu. Geçici rahatlıklar yerini
çok geçmeden aynı bunalıma bırakıyordu. Şah İsmail'in verdiği
söze rağmen henüz meydana çıkmamış olması, erzak darlığına
arazinin verdiği sıkıntılar da eklenince asker arasında hoşnutsuzluk
bir kez daha kendini göstermeye başladı. O rdu içinde ileri gelen
bazı kimseler gizli açık konuşmaya ve bu defa da yeniçerileri tahrik
etmeye başladılar:
"Bilinmeyen sözde bir düşman ardınca, tanınmayan bir ülkede
boş yere yürümek, kıtlık ve açlık belasından gayrı bir işle netice­
lenmez. Eğer onda ar ve namus olsa çamura batmış camış gibi bir
yerde çöreklenip memleketinin çiğnenmesini göze alamazdı. Şayet
düşmanın izi belirseydi baş ve canımızı alemleri gölgeleyen padişah
uğrunda feda eyler idik. Amma düşman aşağılanma ve rezillik çuku­
runda gizlenmiş bir halde iken onun meydana çıkmasını beklemek
nice güçlükleri üzerimize davet etmektir" dediler.
Neticede ordu Göle'den sonra Eleşkird'in Kara Sakallu konağına
geldiğinde isyan emareleri görülmeye başlandı. Padişahın otağı ya­
nına geri dönme isteğini belirten içi tehdid dolu mektuplar bırakıldı.
1 79
Ya v u z S u l tan Se l im Han
En sonunda Yeniçeri taifesi bir sabah padişahın otağı karşısına
varıp hep birden bağırmaya başladılar:
"Üç aydır ki durmaksızın dağ ve ovaları aşıp çöllerde dolaşmak­
tan halimiz alt üst olmuş ve çektiğimiz sıkıntı son haddine varmıştır.
Yol yorgunluğu canımıza yetti. Eğer işi kötülük olan düşman arlan­
maktan uzak olmasa ve namus yolun tutmuş olsa böyle bir köşede
gizlenmezdi. Toprağından yabancıları geçirmezdi.
Eğer adaletli padişahımız ve gönül sahibi hakanımız dizginleri
geri çevirmeye niyet etmezlerse üzüntü yükünden ve sıkıntı diken­
lerinden halimiz pek zor ve direnme gücümüz tükenmek üzeredir.
Padişahın lütuflarından dileğimiz budur ki, bu kullarına merhamet
buyurup, olmayacak tasarıların boğuntusuna bizi atmaya ve taşı­
yamayacak ağır yükü yükleyerek gücümüzü yıkmaya. Bu güçsüz,
viraneye dönmüş kulların alıp İran viranelerine gitmeye . . .
"
Bu bağırışmaları işiten ve sonucun nereye ulaşacağı kestirile­
m eyen, isyan emarelerini gören Selim Han süratle atına bindi ve
askerin içine doğru cesaretle ilerliyerek:
"Biz henüz kastettiğimiz yere varmadık. Düşmanla karşılaş ­
madık. Dönmek ihtimali yoktur. Hatta bunu düşünmek dahi fasid
hayaldir.
Teessüf olunur ki, şahın maiyyeti onun uğrunda, batıl davaları
yolunda şevk ile can verirler. Köpüren sele yakıcı ateşe şen şakrak
girerler. Oğullarını kızlarını şahları uğruna kendi elleriyle doğrarlar.
Biz ise server-i kainat Peygamber Efendimiz'in pak ve temiz
dinine hizmet kasdıyla buralara kadar gelmişken sizdeki şu hami­
yetsizliğe ve gayretsizliğe bakın. Kulluk töresi bu mudur? Bağlılık
ve itaat davası sadece sözle ve lafla mıdır? Çoluk ve çocuk derdiyle
eli bağlı olanlar, rahat döşeklerini gözleyenler, yol zahmetini bahane
edenler, kalpleri zayıf olanlar kendileri bilirler. Dönerlerse din - i
mübin yolundan dönerler.
Ben bu maksattan geçmem ki ona gönül vermişem.
Sıkıntı çekmeyince rahatlık gevheri ele girmez. İstek zindanında
yatmayan sabahın doğuşuna ermez. Her türlü meşakkate ve günün
1 80
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
acısına tuzlusuna dayanacak olan gaziler bana yoldaş olsun. Gözü
gönlü geride olanlar bu yola yaramaz. Ayakların şişmesine daya­
namayan, ateş alevine dalamayan maksat yolunda konak aşamaz.
Sadece yaşamayı düşünenlerden gerektiği zaman yardım gelmez.
Eğer bahane düşman gelmediği ise düşman daha ileridedir.
Bizi isteyen can fedailerinin kılıçları belindedir. Bizimle gelsinler.
Zehir içmekten ve acı çekmekten kaçınan rahatlarına düşkünlerin
de iradeleri ellerindedir geri dönsünler. Ben illa tek başıma da
kalsam giderim!"
B öylece kısa, kati ve acı bir hitabede bulunarak yeniçerilerin
gurur ve izzet -i imanlarını harekete geçiren Selim Han, atının diz­
ginlerini bir kez daha Safeviler üzerine doğru çevirdi. Padişahın
bu kararlılığını gören yeniçeriler de yaptıklarının utancı içinde
başlarını eğmişler ve tekrar yola koyulmuşlardı.
Selim Han bu arada namlı dilaverlerden Şehsuvaroğlu Ali Bey'i
huzuruna çağırtarak:
"Bak Ali Bey! Düşman kayıp ve gözden uzak. Gerçekte durumları
meçhul ve belirsizdir. Casusların haberleriyle durumlarını öğrenme
yolu neredeyse kapalıdır. İsmine yaraşır şekilde sana bağlı yiğitlerle
bu gece atlı akın edip, mutlaka düşmanlar tarafından yararlı bir
haber getirmeye gayret eyle. Hizmetin teşekküre değer" buyurdu.
"Ferman yüce hünkarımındır" diyen Şehsuvaroğlu Ali Bey, Dul­
kadır ilinin yarar yiğitlerinden yüz kadarını seçip süratle ordudan
ayrıldı.
İki gün sonra da Şehsuvaroğlu Ali Bey ile akıncı kuvvetleri ko­
mutanı Mihaloğlu Mehmed B ey'in adamları gelerek düşmanın
Çaldıran'a doğru yaklaştıkları haberini verdiler. Bu haber Osmanlı
askerlerini oldukça rahatlatmıştı. Artık önde çarpışacakları bir düş ­
man belirmiş ve bu nihayetsiz görünen zorlu yolculuğun sonuna
gelmişlerdi.
Eleşkird'e bağlı Bezirgan Suyu, Danasazı, Karaköy konaklarını ge ­
çerek Ovacık Sahrası'na ulaştı. Burada Otağ-ı Hümayun kurulurken
şah birliklerinin baskın yapacağı şeklinde bir şayia duyulduğundan
Yav u z S u l tan Se l i m Han
181
derh al tertibat alındı. Çadırlar yüklendi ve gün boyu yol alınarak
M aku'nun Kazlıgöl adındaki mahalline gelindi. Artık Osmanlı öncü
birlikleri Çaldıran Sahrası'na kadar yayılarak Şah İsmail' in karakol
ve ön cülerine yaklaşmışlardı. Doğuda vadiye hakim tepelerde Şah
İsmail' in çadırları görünüyordu. İsmail daha erken gelerek en uy­
gun yerde kuvvetlerini konuşlandırmıştı. Anlaşılan savaş, Çaldıran
Ovası'nda geçecekti.
Bu mevkide yeni tertibat aldıran Selim Han derhal harp meclisini
topladı. Selim Han askerin istirahati için yirmi dört saat tehiri mi
yoksa sabahleyin şafakla beraber harbe girilmesinin mi muvafık
ol acağını sordu.
Söz alan bütün devlet adamları ordularının altı aydır büyük bir
zorluk ve meşakkatle yol aldığını, yorgun düştüğünü, düşmanın
ise zinde ve hazır durumda olduğunu bu itibarla derhal savaşa
girişilmesini tehlikeli bularak, bir gün istirahat vermenin yerinde
olacağını belirttiler.
O sırada divanda en küçük rütbede olan Başdefterdar Piri Meh­
m ed Çelebi de söz alarak asker arasında Şiilere taraftar olanların
bulunabileceğini beklemeleri ve zaman geçirmeleri halinde bunların
karşı tarafla haberleşebileceklerini ifade ederek şafakla birlikte harbe
girmenin yerinde olacağını belirtti.
Aynı görüşte olduğu anlaşılan fakat o ana kadar bu fikrin ortaya
atılmaması dolayısıyla sabırsız kalan Selim Han, Piri Mehmed Çelebi
sözünü tamamlar tamamlamaz:
"İşte yegane rey sahibi bir adam ! Ne yazık ki vezir olamamış ! "
diye bağırmaktan kendini alamadı. 1 5 4
B U N LA R K İ M L E RD İ R?
Muzaffer Osmanlı birlikleri büyük bir nizam ve disiplin içeri­
sinde ovaya doğru ilerlerken, otağı geçide ve ovaya hakim bir tepe­
nin üzerine kurulu bulunan Şah İsmail de atının üzerinde olduğu
halde düşmanının hareketlerini kontrol ediyordu. Bir yandan da
evvelce hayatını bağışladığı Malkoç Hacısı namındaki bir Osmanlı
1 82
Kayı I I I : Haremeyn Hizme t inde
beyinden Türk birlikleri ve başlarındaki kumandanları hakkında
bilgi alıyordu.
Önce bir alay göründü. Etrafında nihayetsiz kırmızı bayraklarla
donanmış, kızıl sancaklı görk demire garkolmuş bir alaydı. Şah:
"Bunlar kimlerdir? " deyince, Malkoç Hacısı: "Bu alay Rumeli vila­
yetinde Niğbolu süvarileridir. Beyleri Mihaloğlu Mehmed Bey'dir"
cevabını verdi.
Beyleri olur Mihaloğulları
Al-i Osman'a fedadır canları
Bundan sonra cümlesi ak giysiler içinde yeşil sancaklı büyük bir
alay meydana doğru göründü. Şah: "Bunca asker hangi kişverden
(ülkeden) gelir ve ol yeşil sancak kimindir? " dedi.
"isfendiyaroğlu Mirza Bey'dir. Durakları Kastamonu ve Bolu'dur.
Al- i Osman'a dedelerinden beri mürid ve muhiblerdir. Bu iki alay
Osmanlı'nın karavullarıdır (öncüleri) :'
Malkoç Hacısı bu sözleri ederken büyük bir toz bulutu belirip
dar u diyarı sanki zulmete gark eyledi. Az sonra toz bulutunun
dağılmasıyla cümle kırmızı libasları içinde sanki bir kan deryası
gibi dalgalanan bir büyük piyade kuvvet belirdi. İçlerinde çeşitli
renklerde sancaklar dalgalanmaktaydı. Şah: "Ya bu sayısız asker
nedir?" dedi:
"Türkler buna 'azab' deyu ad vermişlerdir. Osmanlıların en eski
askeri ocağıdır. Anadolu gençlerinden teşkil edilir" derken azapların
ayaklarından kalkan toz bulutu henüz inmişti ki hadsiz hesapsız
bir askeri birlik daha belirdi. Cebe ve cevşenleri göz alıcı bir halde
parlamakta olan birlikte nice altın başlı sancaklar vardı. Her sancak
altında bir sahib -i server bulunuyordu. Şah hayran kalarak, "Sultan
Selim herhalde bu asker içindedir" dedi.
Rumi dedi ey zamane ferdi şah
Bu senin benzettiğin şimdi sipah
Bir beyidir ol erenler şahının
Kemterin bir hendesi dergahının
1 83
Yav u z S u l t an Se lim Han
İşbu haşmet ve bu leşkerler tamam
Anadolulu mülkünündür Rum'a ram
Mir-i miranı bu şevketle ayan
Hod Sinan Paşa'dır ol ner-pehlivan
Ve bunun akabinde bir kez daha görülmemiş heybette azim bir
asker daha belirdi. Şah bir kez daha heyecanlanmıştı:
"Şüphesiz ki Selim bu leşkerdedir. Bu şevket ve bu zinet onun­
dur. Başkasının olamaz" dedi. Ancak Malkoç Hacısı'nın cevabı yine
şaşırtıcı idi: "Hayır gördüğün bu leşker, Karaman vilayetinindir.
Bunların beylerbeyileri Selim' in bir kuludur . . ."
Ardından dillerle anlatılmaya ve sayıya gelmez bir azim kuvvet
dahi dağ ve taş, dere ve tepe dolup sahraya inmeye başladı. Şah:
"Evet Selim bu leşkerdedir ki, böyle pervasız ve korkusuz gelir" diye
söylendi. Malkoç Hacısı dedi:
"Ey şah bu gördüğün asker Rum vilayetinindir. Sivas ve Amasya
beylerbeyidir:' Yine konuşmaya dalmışlardı ki ansızın bir toz belirdi
ki baştan başa cihanı tuttu. Ol aydınlık günü sanki geceye çevirdi.
Titredi ol dağ heybetinden tamam
Dağı pa-mal etdi yekser has u am
Cebe-cevşen pertevinden afitab
İndi yüz toprağa sürdü aldı tab
Şah dedi işbudur dara-yı Rum
Şevketiyle geldi gösterdi hücum
Rumi dedi ey ferid-i ercümend
Görme devran afetinden sen gezend*
"Ey şah bu cebe ve cevşenleri parlayan sancakları sayısız, askeri
hesaba gelmeyen birlikler denizi aşıp gelen Rumili leşkeridir. Ol
vilayetlerde gece ve gündüz kafirle gazadadırlar. Bunların beylerbeyi
Hasan Paşadır:'
*
pa-mfil:
ayak altında kalmış, çiğnenmiş;
has
u
anı:
herkes;
kuvvet; ercümend: muhterem; gezend: elem, musibet.
afitab:
güneş;
tab:
güç,
1 84
Kayı I I I : Ha remeyn Hizme t inde
Şahın hayreti henüz geçmemiş iken yine bir toz belirdi ki hadd
ü payam yok. Mehter sadasına silah şakırtısı ve nal sesleri karışıyo r,
gök gürlemesi ve şimşek çakması gibi göklere çıkıp nicelerin göz
ve kulakların sağır eyliyordu. Parlayan mızraklar göz kamaştır ıyo r,
toplar ağzını açmış ej derha misali ilerliyordu. Malkoç Hacısı da
heyacanlanmıştı: "Bu gördüğün hadsiz hesapsız askere 'Yeniç eri'
derler. Tamamı yayadır ve yaya yürümekten asla pervaları yoktur.
Bunların işleri gece ve gündüz top, tüfenk ve zenberek atmaktır. Ok
atmakta ve kılıç oynatmakta Üzerlerine yoktur. Velhasıl her hün er
ki dünyada vardır, b unlarda bulunur. Kızıl sancakla sarı sanc ak
onlarındır:' Şahın gözleri şimdi yeniçerilerin gerisine kaymıştı.
Zira sağında yeşil solunda al bayraklar arasında toplanmış kiş­
neyen ve eşinen atlar ile ortada yüksek ve geniş biri ateş gibi kırmızı
diğeri kar gibi beyaz iki sancağın neyi temsil ettiğin sordu.
Esir Osmanlı heyacanla bağırdı: "işte padişah. Şevketlü sultan.
Gördüğünüz onun sancaklarıdır. Sağında kızıl bayraklılar sipahileri­
dir. Solundaki sarı bayraklıları ise silahtarlar zümresidir. Arkasında
ulufeli süvariler ve garibler ki bunlar padişahın hassa askerleridir"
(muhafız alayı) dedi. Bu kadar heybetli ve muntazam asker ve mü­
kemmel teşkilat şahın iç geçirmesine neden oldu. 1 5 5
Buna rağmen cesaretini kaybetmemişti. Osmanlı kuvvetlerinin
kalabalıklığından ve cüretinden çekiniyor idiyse de yıllardır yanında
savaşlara girmiş, kendisine ölümüne bağlı kuvvetleri gözünün önüne
geldiğinde endişeleri yerini güvene bırakıyordu.
İ Kİ TA RA F
Şah İsmail'in askerlerinin tamamı süvari birliğinden ibaretti.
Ekserisini Ustacalu, Afşar, Varsak, Dulkadırlu, Rumlu (Anadolulu),
Şamlu, Kaçar ve Karamanlu Türkmenlerinin teşkil ettiği ordusunun
mevcudu seksen bin kişi idi. Osmanlıların yorgunluğuna karşılık
Acem birlikleri afiyet ve rahatta idi. Atları da yorulmamış ve iyi
beslenmiş durumdaydı.
Hepsi harbe alışmış en az altmış bin kişilik vurucu gücü dikkati
çekiyordu. Bunların miğferleri mücella çelikten ve kırmızı tuğlarla
Yav uz S u l tan S e l i m Han
1 85
müzeyyen idi. Silahları demir topuzlarla yay ve dişbudak ağacın ­
d an yapılmış mızraklardandı. Bu mızrakları ortadan kullanmak
suretiyle kullanıyorlardı. Çevik ve asabi atlara çelikten yapılmış
eyerler vurulmuştu.
Askerinin intizamı ve defalarca tecrüb eden geçmiş sadakati
muh arebenin sonucu hakkında Şah İsmail'e pek büyük ümit ve­
riyor du. Kumandanları arasında D iyarbekir Valisi Ustacaluoğlu
M eh med Bey, Bağdad Hakimi Hülefa B ey, Meşhed Hakimi Seyyid
Mehm ed, Irak-ı Acem Serdarı Pir Budak Bey, Şamlu Durmuş Han,
Rumlu Nur Ali Halife, D ulkadırlı Halil Sultan, Emir Şerefüddin
Ali, Baba İlyas Çavuşlu oğulları, Horasan ve Damgan valileri ile
Vekilü's-saltana Nimetullahzade Mir Abdülbaki gibi at üzerinde
ihtiyarlamış cengaverleri vardı.
Safevi ordusunda piyade sınıfı olmadığı gibi Osmanlıların müthiş
toplarına karşı koyacak bir tane de topları yoktu. İsmail, casusları
ve ele geçirdiği esirler vasıtasıyla Selim'in tasavvurlarından ve top ­
larının tertibatından haberdar bulunuyordu. Bu itibarla askerini
kırkar bin kişilik iki kola ayırdı.
Sağ kanadın komutasını kendi üzerine alırken sol kolu meşhur
kumandanı Ustacaluoğlu'na tevdi etti. Şahın taktiği Ustacaluoğlu
ile girişecekleri bir çevirme hareketi sonunda azabları yaracaklar
ve yeniçeleri arkadan çevirip kıskaç içerisine alarak asıl büyük
darbeyi indireceklerdi.
Bu arada Çaldıran Ovası'na giren Osmanlı ordusu da evvelce
planlandığı şekilde bir makine düzeni içerisinde süratle tertibatını
almıştı. Usul üzere padişah yeniçeri, topçu, cebeci ve kapıkulu süva­
risiyle ordu merkezinde yerini aldı. Padişahın yanında Veziriazam
Hersekzade Ahmed Paşa, İkinci Vezir Dukakinoğlu Ahmed Paşa,
Üçüncü Vezir Mustafa Paşa, Ferhad Paşa, Karaca Paşa gibi devlet
ricali kazasker ve sair din adamları bulunuyordu.
Osmanlı ordusunun sağ kolunu Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa
ile Zeynel Paşanın emrindeki Anadolu ve Karaman kuvvetleri, sol
1 86
Kayı I I I : Haremeyn Hizmet inde
kolunu ise Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa komutasındaki Rum eli
askeri teşkil ediyordu.
Sağ ve sol kolların nihayetinde biri on bin diğeri ise sekiz bin
kişiden ibaret Anadolu ve Rumeli azabları, birbirlerine zincirl erle
rapt edilmiş ve hedeflerini bir mil içinde vurmakda mahir beş yüz
topun önünde dizilmişlerdi.
Öncü kuvvetlerinin ekseriyetini teşkil eden D ulkadırlı Tü rk­
menleri Şehsuvaroğlu Ali B ey'in, artcı birlikleri ise Şadi Paşa'nın
emrinde idiler.
İki asker vuruşmaya girişmeden evvel birbirlerini müşahade
eyledikleri demde Osmanlı vezirleri 'Karabulut' isimli atının üze­
rinde Cemşid -vari duran sultanın huzuruna vardılar. Veziriazam
Hersekzade Ahmed Paşa, padişaha dua eyledikten sonra:
Eya ey berr ü bahrın padişahı
Muin ola sana yer gök İlahı
Muzaffer ide a'da üzre daim
Olasın din- i Ahmed-birle kayim
Göründü asker-i ehl-i dalalet
Helak ola kılıcından temamet
Onlardır çar-ı yara şetm idenler
Dahi ahkam-ı şer'i ketm idenler
Dualar eyle şahtı kullarına
İnayet dile Hakk'dan askerine
Keseler başını ehl-i fesadın
Cihana dolduralar eyü adın
Çü sensin padişahı ehl-i dinin
Yürü imdi Hüda ola muinin *
berr ü bahr:
kara ve deniz;
muin:
yardımcı;
ayrılmış; temamet: tamamı; şetm: sövme;
a'da:
ketm:
düşman;
dalalet:
gizleme, saklama.
doğru yoldan
Ya v u z S u l tan Se l i m Han
1 87
Hersekzade'nin bu konuşmasından sonra Selim Han da vezirleri,
ağaları, beyleri ve güzide dilaverlerine hitaben:
"Ey benim kullarım ve bahadır dilaverlerim ! Ceddim Osman
ş ah'dan beri atalarıma ve dedelerime hizmet edip, din-i İslam yo­
lunda canlar ve başlar feda edip, şirk ehlinin başların kesip kanların
dökerek vilayetlerin alıp İslam'ın çırağını nlşen eylediniz. Bu gün
de şu din ve İslam'ı bilmez, sahabe-i güzine kini bitmez bir alay
Ace m topluluğuna rıza-i Allah içün merdane ve muhkem gazalar
idesüz. Ben dahi sizlerin önünde can ve baş oynatayım" dediklerinde
Anadolu ve Rumeli dilaverleri hep bir ağızdan: "Dünyada heman
padişah sağolsun ve biz kullarına himmet yoldaş eylesün. Görsün
kim zamanı geldikte Cenab-ı Hakk'ın inayeti ile İslam'a zaaf virüp
dinin hükümlerini tahkir eden şu taifeye öyle işler idelim ki ta devr-i
kıya mete değin dasitan -ı alem ola" dediler. 156
Bunun üzerine Selim Han: "Öyleyse gayret-i İslam'ı ve hamiyet- i
Seyyidü'l-enam'ı tamam yerine getirecek demdür. Bugün düşman­
dan yüz çeviren avratdan kemdür" diyerek mehterlere hücum mar­
şını çaldırmaya başladı.
ÇA L D I RAN M U H A R E B E S İ
Savaş, 23 Ağustos 1 5 1 4 sabahı Şah İsmail'in Osmanlı sol koluna
Rumeli birlikleri üzerine yıldırım gibi çarpmasıyla başladı. Bir anda
sanki iki hudutsuz deniz birbirine girdi.
Şah İsmail o kadar ani hareket etmişti ki, Osmanlı sol kol azab ­
ları oklarını çekmeye dahi fırsat bulamamışlardı. Bir anda kimisi
atların ayakları altında kalırken nicesi de kılıç vuruşlarıyla toprağa
düştüler. Tepesinden tırnağına dek gök demürlü seçkin Safevi süvari
birliği ardından Rumeli yiğitleri üzerine bir anda çullanıvermişti.
Topları kullanma imkanını bulamayan Rumeli dilaverleri ne
olduğunu dahi anlayamamışlardı. Derhal var kuvvetlerin bazuya
getirip bahadırlık göstermek için fedakarane vuruşmaya başladılar.
Şimşek kılıçlarıyla demirlere gömülü düşman kanın toprağa saçtılar.
Buna rağmen şahın müritlerini durdurmak mümkün olmuyordu.
1 88
Kayı I I I : Haremeyn Hi zmet i nde
Bu cenahta savaşın kaybedilmekte olduğunu hisseden ünlü akın cı
kumandanı Malkoçoğlu Bali B ey' in oğulları Sofya Sancakbeyi Ali
Bey ile Silistre Livası Hakimi Tur Ali beyler de cenge fırtına gibi
girmişlerdi. Kemalpaşazade onun bizzat şah üzerine yürüyüş ün ü
şöyle nakletmektedir:
Depüp alay-ı şaha İbn-i Malkoç
Tokuştu Kurçı ile nitekim koç
Koyun gallesine girdi san kurt
Ki itdi irdüğünün kellesin hord
Kime rast gelse ol ceng ü çalışda
İki pare ederdi bir çalışda
Çü nara uruben 'Allah' der idi
Nice Kurçı'ya ol dem şah der idi.
Nice kürçi püşt olup sipaha
Rivayetdir ki el irgürdi şaha
Veli ol demde takdir-i İlahi
Ecel irdi elinden aldı şahı*
Acemler Malkoçoğullarını şahın üstüne doğru çektikten sonra
bir anda çevrelerini sararak kılıç ve mızraklarla şehit ettiler. 1 5 7
Şehadet şerbetinden içtiler
Cihan derdin unutup gittiler158
Bu durum Rumeli birliklerinin daha da sarsılmasına yol açtı.
Şimdi birbiri ardınca Mora Sancakbeyi Hasan Ağa, Prizren Beyi
Süleyman Bey, Yörgüçoğlu Mehmed Bey ve nihayet Rumeli birlikleri
komutanı Hasan Paşa şehadet şerbetin yudumladılar. Şah İsmail
için Ustacaluoğlu ile buluşma yerine ramak kalmıştı.
O ys a diğer taraftan şahın sol kolun a komuta etmekte olan
Ustacaluoğlu'nun harekatı düşünüldüğü gibi gitmemişti. Ustacaİbn-i Malkoç:
Malkoçoğlu; Kurçı: Acem; gaile: sürü; hord: yemek; püşt olup: arka­
sını dönüp, bozularak kaçan; irgürdi: yetişti; veli: lakin.
Yav uz S u l t an S e l im Han
1 89
luo ğlu bütün kuvvetiyle Osmanlı sağ koluna yüklendiği zaman,
Ana dolu Beylerbeyi Sinan Paşa emrinde Anadolu askerleri, safla­
rın ın nizamını hiç bozmadan müthiş bir direniş gösterisi içerisinde
ust alıkla bir yay gibi açıldılar. Zafere doğru yol almakta olduğunu
zan neden Ustacaluoğlu ve güçleri bir müddet sonra her biri bir
ej derha gibi ağzını açmış Osmanlı topları ile karşı karşıya kaldık­
larında dehşeti fark ettiler.
Sinan Paşa topçularına uyarıda bulunup yasak koymuştu ki,
ke ndisi emir vermedikçe atmayalar ve izin çıkmadıkça girişmeyeler.
Safeviler 'savaşı kazanıyoruz' zannıyla bir kızgın dalga gibi hareket lendiğinde düşmanı toplarıyla karşı karşıya bırakan Sinan Paşanın
buyruğuyla şimdi top ağızları ölüm kusmaya başlamıştı. Güllelerin
patlamalarıyla Kızılbaşların baş ve ciğerlerine ölüm toprağı saçıldı.
Ustacaluoğlu'nun dayandığı, güvendiği dalları durumundaki oğul
ve torunları top taneleri ve düşen havan şarapnelleriyle paralandılar.
Ustacaluoğlu yardımcıları olan dev vücutlu cengaverlerinin yıkıldı­
ğını görünce son bir hamle ile ayakta duranlarla hücuma geçtiğinde
Anadolu yiğitlerinin top gibi güçlü bedenlerine çarptı. Osmanlı
dilaverlerinden biri şimşek gibi bir hareketle Ustacuoğlu'nun başını
gövdesinden ayırıp mızrağa dikmişti bile ... Başı padişah katına gön­
derilirken artık Safevilerin bu hattı korkunç bir bozgunun sonuna
doğru yaklaşıyordu.
Diğer taraftan Selim Han, Rumeli birliklerinin bozulmakta ol­
duğunu, bu hattaki askerlerin bir taraftan merkeze diğer taraftan
savaş dışına doğru çekilmekte olduğunu müşahade etmekteydi.
Sağ kolunun başarısını gördüğü anda yanında bulunan çelik puladı
yeniçeri birliklerinden birkaç bölüğü süratle Şah İsmail üzerine
sevk etti.
Rumeli kuvvetlerinin saflarını yararak gurura kapılan Şah
İsmail' in başında bulunduğu Safevi kolu Osmanlı ordusunun mer­
kezine doğru yönelmişti ki savaş ateşinin semenderleri ve cihat
meydanının saf çeken b ahadırları yeniçeri b irliklerinin sel gibi
Üzerlerine akdığını gördüler. Yeniçeriler öncelikle tüfenklerini boşal­
tarak demir ve taş fişekler attılar. Safevi birliklerini birbirine kattılar.
1 90
Kay ı I I I : H are m ey n H i z m e t i n d e
Ardından ateş saçan kılıçlarıyla içlerine daldıklarında her ham­
lede bir Safevi askerini yere sermeye başladılar. Nice Safevi hanları
ve sultanları kılıcın parıldayan yalazasıyla yandılar. Kılıç ustaların ın
boyasıyla kızıl kana boyandılar. Toparlanan Rumeli yiğitlerinin de
devreye girmesi artık şahın sonunu getirmek üzereydi.
Etrafa kaçışan askerinin moralini takviye etmek ve toparlaya­
bilmek için dört bir yana koşan Şah İsmail birkaç defa at deği ştir­
miş bir aralık da eline ve pazusuna tüfenk kurşunu isabet etmekle
atından yuvarlanmıştı.
Bir Osmanlı süvarisi elinde mızrak tam üzerine yürüdüğü esnada
her bakımdan kendisine benzeyen en yakın adamı Sultan Mirza
Ali Afşar'ın ölümü göze alarak "Şah benim" diyerek öne fırlaması
ve sonradan Atçeken lakabını alan Hızır Aka Ustacalu'nun hayatı
bahasına atını vermesi üzerine esarete düşmekten kurtulan Şah
İsmail, her şeyin bittiğini görerek Tebriz'e doğru büyük bir süratle
kaçtı. Bütün gece at koşturup şafak vakti Tebriz surları önüne ulaştı.
Şehir halkı hissi bir bağlılıktan ziyade merak dolayısıyla kendisini
görmeye çıkmışlardı.
Ancak İsmail, kendisini payitahtında da emniyette göremediği
cihetle Dergüzin'e doğru yoluna devam edecektir.
Şah İsmail' in kaçarak savaş meydanını terk etmesi üzerine artık
ağır zırhlı askerler mukavemetten vazgeçtiler. Bir kısmı esir bir kısmı
da maktul düştü. Kaynaklar Şiilerin büyük hezimeti ile neticelenen
Çaldıran Savaş'ına 'Sufi-kıran' adını vermektedir. 1 59
TO R B A LA R LA A LT I N , Ç UVA L LA R LA İ N C İ !
Savaş bitmiş, harbin pazarı dağılmıştı. Gaziler harbe başlar iken,
'Bayramın mübarek olsun ! ' dedikleri gibi şimdi de, 'Gazan mübarek
olsun! ' diyerek birbirlerini kutlamakta idiler. Düşman ordusunun
yerinde padişahın yazlık çadırı kuruldu. Her yerde, "nasrun mi­
nallahi" ayeti okunuyordu.
Şiddetli geçen savaşta iki taraftan da pek çok meşhur komutan ve
idareci hayatını kaybetmişti. Osmanlılarda Rumeli Beylerbeyi Hasan
Yav uz S u l t an S e l im Han
191
Paşa, Malkoçoğlu Ali Bey ve kardeşi Tur Ali Bey, Kayseri Beyi Üveys
Bey, Niğde Beyi Yörgüçoğlu İskender Bey, Karesi Hakimi Sultanzade
Meh med Bey, Beyşehri Hakimi Karlıoğlu Sinan B ey, Lazkiye Beyi
Ayas B ey ve Mora Sancakbeyi Hasan Ağa ile nice namlı zeamet
sah ipl eri ve timarlı sipahilerin önde gelenleri şehitler arasındaydı.
Karşı tarafta ise şahın sağ kolu mesabesindeki Diyarbekir Valisi
Ustacaluoğlu Mehmed Bey, kadıasker ve saltanat vekili Abdülbaki,
Meşh ed-i Şerif Valisi Mehmed Kemane, Bağdad hakimi ve şahın
kayınpederi Hulefa Bey, Herat ve Horasan Hakimi Lale B ey, He­
medan Hakimi Tekelü B ey, Gence Hakimi Serdar Bey, Rumahiye
Hakimi Mehmed Gumuna, Sultan Ali Bey, Korcubaşı Sarı Piri ve
daha nice namlı beyleri maktuller arasında bulunuyordu.
Çaldıran Sahrası'nda ele geçen ganimet ise hesaba sayıya gelecek
biçimde değildi. Şahın atlasla örtülü işlemeleri ile bakanın gözü­
nü alan otağı, içindeki bütün hazineleriyle beraber ele geçmişti.
Cins atlarına el konuldu. Bütün ordu ve asker Acemlerin terk ettiği
malları ile muradına erişip doyumluklar eylediler. Altın ve gümüş
keselerle değil torbalarla, inciler çuvallarla bulunup gaziler para ve
mücevheratı ölçekler ve kilelerle bölüşüp paylaştılar.
Celalzade de bu husus şu ifadelerle zikredilir:
Doyum oldu çeri asbab u male
Getürdüler murad üzre nevale
Müzeyyen idi hayme sim ü zerle
Doldu keseler dürr ü güherle
Murassa tığ u hançerler seraser
Sürahiler kadehler dolu cevher
Ucuz erzan itdiler kumaşı
Kimisi İsfehani kimisi Kaşi
Şikar odu güzide esb u tazi
Davar ile doldu tağ u yazı
1 92
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
Ganimet gösterüp yüz her zelile
Pür olmuştu şütürlerden tavile
Gani oldu gına geldi fakire
İdindiler nihayetsiz zahire160*
Şah İsmail harbe gelir iken askere moral ve kalp kuvveti olması
maksadıyla aileleri ile birlikte getirmişti. Bunlar da hep esir oldular.
Bunların içinde şahın hanımı ve en sevgili gözdesi, güzellikte eşsiz
Taçlı Hatun da vardı. Onu da divana getirdiler. Padişah onu inşa
sanatında mahir, diplomasi kurallarını iyi bilen nişancı Tacizade
Cafer Çelebi ile evlendirdi. 1 6 1
Savaşın ertesi günü (Perşembe) Çaldıran Sahrası'nda yüce divan
teşkil edildi. Vezirler ve devlet erkanı divana gelip ırmak kenarında
servi ağaçlarının sırası gibi saf tutup, cihadın bayramın mübarek
olsun diyerek birbirleri ile müsafaha edip kucaklaştılar. Davullar,
kösler çalınıyor, askerler bayram ediyor, her tarafta sevinç ve eğ­
lence görülüyordu.
D ivandan çıkan emir gereğince herkes esirlerini gizlemeden
getirdi. Kadın ve çocuklar ayrıldı. Şah İsmail'in Sünni oldukla­
rı, dolayısıyla esir tuttuğu alimler, sanatkarlar ve devlet adamları
serbest bırakıldı. Bunlardan biri Kadızade Mevlana Erdebili idi.
İdris- i Bitlisi bu konuda 'oğlum ve talebem' diyerek p adişahtan
onun affı için ricacı oldu. Selim Han kendisini affederek on sekiz
akçe maaşa bağladı.
Asker mal ve mülke doydu.
İstedikleri kadar ihsan ve atiyye götürdüler.
Çadırları altın ve gümüşle süslü idi.
Keseleri inci ve mücevherlerle doldu.
Kılıç ve hançerler baştan başa değerli taşlarla kaplıydı.
Sürahiler ve kadehler cevherlerle doluydu.
Kimi İsfehani kimi Kaşi olan kumaş o kadar boldu ki ucuza düştü.
Seçkin Arap atları av olup dağ ve ovalar davada doldu.
Her garip kimseye ganimet yüz gösterip, develerden ağıllar dolmuştu.
Nihayetsiz zahire elde eden fakirlerin her biri zengin yani ihtiyaçsız oldu.
Yav uz S u l t an Se l im Han
1 93
Esirlerden bir diğer meşhur zat da Timur Han'ın ahfadından
M irza B ed iüzzaman idi. B ediüzzaman Mirza, Sultan Hüseyin
Baykara'nın oğlu olup Şah İsmail'in elinde bulunuyordu.
Kadınları, orduyu kirletmesin ve ordu disiplinini bozmasınlar
diyerek azat etti. Ardından terfiler yapıldı. Ş ehit düşen Rumeli
Beylerbeyi Hasan Paşanın yerine Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa,
Sin an Paşa'nın yerine Karaman B eylerbeyi Zeynel Paşa ve onun
yerine de Hüsrev Bey geçti.
Diğer taraftan Selim Han şehitlerin defni ile de iligilendi. Bü­
yükçe bir yer hazırlatarak şehitleri oraya defnettirdi. Ayrıca baş
kısma büyük bir direk diktirip şehitlerin isimleri ile tarih yazdırdı.
Dualar edildi.
Selim Han yine burada iken dört bir yana fetih ve zafernameler
yazdırıp gönderdi. Oğlu Şehzade Süleyman'a, Mısır Sultanı Kansu
Gavri'ye, Kırım Hanı Muhammed Giray Han'a, İstanbul, Edirne ve
Bursa kadılarına, İslamın sınır kaleleri olan Mora, Bosna, Semendire
ve Hersek sancakbeyilerine, Osmanlı'ya haraç ödeyen Eflak ve Bağ­
dan beylerine, ayrıca Lehistan, Rus, Engurus, Çeh memleketlerinin
krallarına Venedik ve Sakız beylerine bu haberi yaymak için rüzgar
süratli ulaklar gönderilmiştir.
Selim Han ertesi gün adalet dağıtan sancağını Azerbaycan'ın
taht kenti olan Tebriz'e doğru yola çıkardı.
S E L İ M H A N T E B Rİ Z' D E
Hoy Sahrası'na gelindiğinde Vezir Dukakinoğlu Ahmed Paşa,
Rumeli Defterdarı Piri Mehmed Çelebi, Sekbanbaşı Balyemez Os­
man Ağa ve evvelce Akkoyunlular divanında m evki sahibi olan
büyük alim İdris- i Bitlisi'yi beş yüz yeniçeri ile şehir halkına aman
vermek, şehri korumak ve şahın mallarına el koymak üzere önden
gönderdi.
Öte yandan şah, Tebriz'den kaçarken şehrin valisi Helvacıoğlu
Hüseyin Bey'i Taçlı Hanım'ı araştırmak ve geride kalan mallarını
toparlamak üzere şehirde bırakmıştı. Hüseyin B ey, Selim ve ordu­
sunun geleceğinden emin değildi. Yollara gözcüler koydu. Osmanlı
1 94
Kayı I I I : Haremeyn Hi zme t inde
heyetinin geldiğini haber alır almaz toparlayabildiği mallarla şeh ir­
den süratle ayrılarak kaçtı.
Selim Han ise ordusuyla 6 Eylül 1 5 1 4 günü Tebriz'in banliyö sü
durumundaki Surhab (Acısu) denilen yere gelerek kondu. O gün
Tebriz'in alimleri, salihleri, büyükleri, küçükleri, fakiri, zengini çıkıp
Selim'i karşıladılar. Yerlere serilmiş kıymetli halılar üzerinden geçen
Selim Han muhteşem bir alayla Tebriz şehrine girdi.
İlk iş olarak Akkoyunlular döneminden sonra memlekette yer­
leşmiş bulunan bid'atleri ortadan kaldırıp Ehl-i Sünnet yolunun
kurallarını tekrar yerleştirdi. Sultan Uzun Hasan'ın inşa ettirm iş
olduğu Büyük Cami, cephane yeri yapılmış içerisi silah araç ve ge­
reçleri ile doldurulmuştu. Selim Han'ın emri ile ibadete hazırlandı.
Cuma günü padişah orada namazını kılacak ve adına hutbe oku­
nacaktı. Vezirler, ilim adamları ve emirler padişahın etrafını halenin
ayın etrafını sardığı gibi sardılar. Yeniçeriler techizatlı ve silahlı
olarak önünce yürümekteydi. Harbelerinin yalmanı (mızraklarının
parıltısı) sanki güneşin gözünü kamaştırdı, göğün yüzünü bürüdü.
Dursalar ellerinde harbeleri
Yüzlerini gören kalur heleri
Azablar onların arkalarınca yürürdü. Sanki bir lale bahçesinin
bahar rüzgarı önünde dalgalandığı gibi dalgalanıyordu.
Yürür idi azab güruh güruh
Lalezar olmuş idi damen -i kuh
Selim Han bu muhteşem merasimle camiye gider iken Tebriz
halkı genç ihtiyar, kadın erkek grup grup yollar üzerine düzülüp
padişahı ve askerinin heybetini temaşa ederlerdi. Öyle dalmışlardı
ki birbirleri ile konuşamazlardı, nefesleri kesilmiş gibi idiler.
Selim Han, Cenab-ı Hakk'a sonsuz hamd ve şükrederek Sultan
Uzun Hasan Camii'ne girdi. Güzel sesli hafızlar Kur'an-ı Kerimden
okudular. Namaz başladı. Hatibin hutbede hamd ve salavattan sonra
dört halifenin şanlarını överek sıra ile; "Hazret-i Ebubekir, Hazret-i
Ömer, Hazret- i Osman ve Hazret-i Ali radıyallahu anhum" diyerek
isimlerini yad ederken, cemaatin gözyaşları da sel olup akmaya
Yav u z S u l tan Se l i m Han
1 95
başla mıştı. Zira uzun zamandır hutbelerinde bu dört halifenin
ismini bir arada işitmez olmuşlardı.
Fermanıyla cihan değer padişahın
Cihanı kapladı adları çar-yarin *
Namazdan sonra Selim Han, Tebriz şehrini ve içindeki eserleri
gezdi. Bilhassa Heşt Behişt (Sekiz Cennet) denilen sarayı çok beğen­
di. Güzellikte onu dünyanın cennetine benzetiyordu. Yeryüzünde
sanki taze gelinin yanağındaki bir ben gibidir. Safa bahçesinde ka­
natlarını açmış bir tavus kuşu gibidir. Bahçeleri güllük gülistanlık,
ırm aklarının kenarı saf yerleri toprağı hoş kokulu ve misk ü anber
saçmakta, her köşesi bir dilber beslemektedir. Bunları gezip gören
padişah tekrar çadırına döndü.
Bir müddet sonra kalabalık bir heyetin S elim Han'ı ziyaret
etmek istedikleri bildirildi. Padişah bunların kimler olduklarını
sordu. Onlar da: "Meşhur ve alim kimselerdir. Başlarında Hüseyin
Baykara oğlu Mirza Bediüzzaman bulunmaktadır. İsfahan'ın ileri
gelen ailelerinden Hafız Muhammed İsfahani ve oğlu Hasan Can'da
beraberdir" dediler.
Mirza B ediüzzaman Herat ve Horasan tahtının sultanı idi.
Ülkesini kaybedip Şah İsmail katına varmıştı. Şah İsmail, Mirza
Bediüzzaman'a Sünniliği dolayısıyla hor ve hakir bakardı. Şehirde
ata binmesine dahi müsaade etmezdi. O da inzivaya çekilmiş bir
durumdaydı. Şimdi sizi ziyarete gelmektedir denilince Selim Han :
"O, tahta çıkmış saltanat sürmüş bir s ultan oğludur. Benim
yanıma onları tam bir merasim ile getirin'' dedi. D urumu Mirza
Bediüzzaman'a bildirdiler. Ertesi gün mükemmel bir merasimle
kendisini getirip Yavuz'un tahtının yanına kurulmuş bir tahtta
oturttular. Yavuz onları ayakta karşıladı. Gönüllerini aldı, hil'atlar
hediyeler verdi, maaş bağladı.
Bir diğeri Hafız Mehmed Efendi idi. Oğlu Hasan Can'la Selim
Han'ın huzurundaydı. Hafız Mehmed Akkoyunlu Yakub padişahın
*
Cihan değer padişahın fermanıyla, dört büyük halifenin adları cihanı kapladı.
1 96
Kayı I I I : Haremeyn Hizmetinde
yetiştirmesi ve sevilen özel hafızı idi. Sesi çok güzeldi. Kur'a n- ı
Kerim okumaya başladığında ölü kalpler hayat bulurdu. Sultan
Yakub ölüp yerine küçük yaştaki Sultan Rüstem tahta geçtiğin de
sarayda yine itibarlı mevkiini korudu. Sultan Rüstem kendi sin e
izzet ve itibar gösterirdi. Acem Şahlığı İsmail'in eline geçtikten
sonra halleri güçleşmişti. Canlarını koruyabilmek için kendilerini
ve inançlarını gizlerlerdi.
Selim Han'ın Tebriz seferine çıktığını duyunca yanına oğlu Ha­
san Can'ı da alıp Tebriz'in meşhur alimlerinden Molla Kemaleddin
Erdebili'nin yanına gitmiş ve yalvarıp yakararak bu fitne ortamından
halas bulmaları için dua istemişti.
Gerisini torunu Hoca Sadeddin'den dinleyelim: "İkindi namazını
şeyh ile birlikte kıldık. Aşr-ı şerif olarak Amme Suresi okundu. Sonra
şeyh: "Hakk Teala sizi ve evladınızı koruya. Nitekim siz de Hakk
kelamını indiği gibi korumaktasınız:' Hafız Mehmed, şeyhe dedi ki:
"Osmanlı sultanı bu yöreye gelmek üzeredir. Bu işin sonu nereye
varmak görünür? " Şeyh:
"Bu gelen er, kendiliğinden gelmez. Cenab-ı Hakk tarafından ol
bedbahtı tedip etmek üzere memur olarak gelir. Ervah onunladır.
Kendi dahi rütbe ve makam sahibidir:' Hafız Mehmed:
"Tedip etmek (cezalandırmak) sözünden anlaşılıyor ki Şah İsmail
için ölüm yoktur:' Şeyh hazretleri:
"Allahu Teala bilir ya bir büyük hezimet vardır. Lakin bu arada
canını kurtaracaktır:'
İşte Molla Erdebili'nin sözleri gerçek olmuştu. Şimdi ise Hafız
Mehmed ile oğlu Hasan Can Selim Han'ın huzurunda idiler.
Hafız Mehmed Davudi nağmeden güzel eda ve sesi ile Kur'an-ı
Kerim'den bir miktar okuyunca Selim Han son derece mesrur oldu.
Meğer ta şehzadeliğinden beri atamızın namını işitir imiş. "Bir Hafız
Mehmed- i Yakubi işitir idik. Sultan Yakub'un yetiştirmesi. Bu ol
mudur?" deyip müspet cevabını alınca kendisine ilgi ve iltifatları
ziyadesiyle arttı. Oğlu Hasan Can'la birlikte has kulları zümresine
kattı. Özel meclislerinde kendisine konuşmak şerefi verilenlerdendi.
Yav uz S u l t an S e l im Han
1 97
Oğlu Hasan Can ise Selim Han'ın has nedimleri arasında yerini aldı
ve ölünceye kadar yanında ve hizmetinde oldu. Hasan Can'ın oğlu
Hoca Sadeddin Efendi ise geleceğin şeyhülislamı ve Selim Han'ın
da vakalarını yazacak meşhur bir tarihçi olacaktır.
Yavuz Sultan Selim Tebriz'de sekiz dokuz gün kadar kaldı. Şehir­
deki alim, sanat erbabı, tüccar ve sair işe yarayanlardan bin haneyi
İstanbul'a naklettirdi.
T E H L İ KE L İ TA H R İ K
Selim Han Safevilere Çaldıran harbi ile pek büyük bir darbe in <lirmiş ise de yapılanları yeterli görmüyordu. Maksadı Şah İsmail' in
yakasını bırakmayarak tamamen ezmekti. Bundan dolayı o sene
kışı Azerbaycan'da geçirip ertesi sene harekata devam etmek ni­
yetindeydi. Bu düşünce ile eski İlhanlı merkezi Karabağ'a yöneldi.
Fakat Aras Nehri kenarına gelindiğinde yine bazı devlet adamla­
rının kışkırtmaları üzerine yeniçeriler, padişahın etrafını sararak
parça parça olmuş elbiselerini mızrakları önünde göstererek avdet
etmek arzusunu gösterdiler. Bu durum karşısında Selim Han ortalık
sükunet buluncaya kadar Amasya'da kışlamayı uygun gördü.
Fakat yolculuk sırasında askeri teşvik edenleri cezalandırmaktan
da geri durmadı. Nitekim daha ordu Nahcivan'da iken askerin bazı
köy evlerini yakmalarını vesile ederek, 'askeri muhafazada ihmal
gösteriyorsunuz' şeklinde suçladığı Vezir Mustafa Paşayı azlederek
yerine Piri Paşa'yı getirdi.
Selim Han Erzurum'a geldiği sırada Bayburt'un Kiğı Kalesi ile
birlikte fethedildiği haberini alarak ferahladı. Bu başarılarından do­
layı fevkalade takdir ettiği Bıyıklı Mehmed Paşayı Karahisar, Canik
ve Trabzon sancaklarını da ilave ettiği Erzincan valiliğine tayin etti.
Bu arada bazı eşkıya asker kılığına girerek köyleri bastığı ve
yağmaladığı haberleri geldi. Bunu yapanları derhal bulduran Selim
Han boyunlarını vurdurdu. Ardından Veziriazam Hersekzade ile
İkinci Vezir Dukakinzade'yi huzuruna getirtip:
1 98
Kay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
"Neden tedbirde kusur ettiniz? Bu olaya sebep sizin idari saha­
da anlayış ve akıl noksanlığınızdır" diyerek çadırlarını başl ar ın a
yıktırıp azletti.
Bu söz kim söylenir dillerde hakdır
Ulular basmak kiçileri asmaktan yeğdir
Bundan başka yeniçeri, solaklar ve kapıcılardan başka ki mse ak
keçe börk giymesin diye şiddetli yasaklar getirdi.
24 Kasım 1 5 1 4 tarihinde Amasya'ya gelindi. Şehir halkı karşı­
layıp dualar ve şenlikler ile şehre girdiler. Selim Han kışı bu rada
geçirip, yazın Şah İsmail üzerine sefere başlamak istiyordu. O nun
için Anadolu, Karaman ve Rum (Sivas, Tokat, Amasya) asker i ile
iki bin yeniçeriden başka bütün askerine izin verdi. Yeniçeriler Aya s
Ağa ve Tebriz'd en gelenlerle İstanbul'a gittiler. Rumeli Beyle rbeyi
Sinan Paşa Ankara'ya gönderildi.
Selim Han Çaldıran seferine giderken erzak için gönderdiği
elçileri eli boş gönderen ve kendilerine karşı tavır takınan Dulka ­
dırlı Alaüddevle Bozkurt Bey'i de unutmamıştı. Kayseri ve Bozok
sancaklarını yine Dulkadırlı ailesinden Çaldıran'da büyük yararlıklar
gösteren Şehsuvaroğlu Ali Bey'e vererek bölgeye gönderdi.
Padişah bu arada vezirlikten azlettiği D ukakinoğlu Ahmed
Paşa'yı veziriazam, Piri Paşa'yı da üçüncü vezirliğe getirdi.
Dukakinoğlu'nun veziriazam olmasından iki ay sonra (Şubat
1 5 1 5) yine devlet erkanının tahrikiyle padişahın bazı icraatlarını
ve İran üzerine yapılacak yeni harekatı kabul etmediklerini göster­
mek üzere yeniçeriler bir kez daha nümayişe başladılar. Amasya'da
Divan-ı Hümayun teşkil edildiği yere kadar gelerek ileri geri sözler
sarf ettiler. Hatta bazıları daha da ileri giderek Vezir Piri Mehmed
Paşa ile padişahın hocası Halimi Çelebi'nin evlerini yağma etmeye
kadar cüret ettiler.
Bu hale son derece canı sıkılan Selim Han olayların elebaşılarını
derhal kılıçtan geçirtti. Veziriazam Dukakinoğlu Ahmed Paşanın
hadiselerde tahrik ve teşvik edici olduğunu ve Dulkadırlılarla ittifak
içerisinde olup mektuplaştığını anlayınca huzuruna çağırıp bizzat
Ya v u z S u ltan S e l im Han
1 99
han çeri ile yaraladıktan sonra akhadımlara boynunu vurdurdu. 1 62
Bir müddet o üzüntü ile veziriazamlığa kimseyi getirmedi.
Yine bu sırada Seyyitlerin seçkinlerinden ve Tebrizli alimlerden
Mir Abdülvehhab'ın başkanlığında Kadı Paşa demekle meşhur Kadı
ishak, Molla Şükrullah Mugani ve Şeyh Hamza'd an mürekkep Sa­
fevi elçilik heyeti Şah İsmail'in bir namesi ve pek çok armağanlarla
A masya'ya geldi.
Şah İsmail derin bir saygı içerisinde kaleme aldırdığı mektu­
bun da, sulh isteğini ve gelecek bir felaketten kaçınmak üzere yüce
padişahın affını rica etmek için bu cesareti gösterdiğini belirtiyor,
İran topraklarında onun adına hüküm sürmesine izin verilmesini
ve savaşta esir düşen eşinin bırakılmasını içten bir yakarışla talep
ediyordu. B öylece padişahın kahır sellerinin ikinci kez ol yöne
akışını önlemek istiyordu. Bu itibarla da heyette Yavuz katında
sözü geçecek, etkili olabilecek alim ve füzıllardan mütekeşekkil bir
grubu göndermişti.
Şah namesinde çok uysal ve saygılı bir üslup takınmış olmasına
rağmen Selim Han buna ehemmiyet vermemişti. Zira kendisine
hiçbir ş ekilde itimat etmiyordu. Elçilik heyetini ise görüşmeye
kabul etmediği gibi şahın hanımını talep eden heyet azalarını da
tevkif ettirdi. Seyyid Abdülvehhab ile Kadı Paşa hapsedilmek üze­
re İstanbul'da Yenihisar'a ( Rumeli Hisarı) diğerleri ise Dimetoka
Kalesi'ne gönderildiler.
Öte yandan Safeviler elinde bulunan Kemah Kalesi muhafızla­
rının Erzincan taraflarına hücumu üzerine Bıyıklı Merhmed Paşa
kalenin fethiyle görevlendirildi. Bazı tecrübeli beyler Kemah Ka­
lesi Kızılbaşların elinde bulundukça Bayburt, Kiğı ve Erzincan'da
emniyetin hasıl olamayacağından buranın zaptının şart olduğunu
belirttiler. Bunun üzerine padişah Nisan 1 5 1 5'de Amasya'd an çıka­
rak Kemah üzerine yürüdü. Kudretli ordusuyla menzilleri bir bir
aşarak Karlıbel'den Karacabey Çayırı'na indiğinde Mısır Sultanı
Kansu Gavri'nin name ve elçisi geldi.
200
Kayı I I I : H a remeyn H i zme t inde
D ulkadırlı Alaüddevle Bozkurt B ey, S elim Han'ın Kayse ri ve
Bozok sancaklarına Ali B ey'i atamasından sonra durumu Me mlük
Sultanı Kansu Gavri'ye yazarak şikayette bulunmuş ve desteğin i
talep etmişti. İşte bu sebepledir ki Kansu Gavri de derhal bir el çilik
heyetini Selim'e göndermiş bulunuyordu.
Kansu Gavri mektubunda öncelikle dostluk ve muhabbetten
dem vurduktan sonra Şehsuvaroğlu Ali Bey'in Kayseri ve Bozok
sancaklarına atanmasını tenkit ediyordu. Ali B ey'in babası Şe h­
suvar B ey'in eskiden (Fatih dönemine atıfta bulunarak) , Türk ve
Arap sultanları arasında düşmanlık kaynağı olduğunu bu itibarla
yakalanarak Kahire'de Zuveyle Kapısı'nda asıldığını hatırlattıktan
sonra bu iki sancağın kendilerine bağlı olduğunu dolayısıyla hutbe
ve sikkenin kendi adına olması gerektiğini bildiriyordu.
S elim Han'ın bu çeşit bir ihtardan ve hatırlatmalardan gönlü
oldukça kırılmıştı. Elçiye hitaben:
"Şayet o adamsa, hutbede ve de sikkede adını okutup yazdırmayı
Mısır'da sürdürsün bakalım" dedikten sonra yolcu etti. Ardından
süratle yol alarak 1 9 Mayıs'ta Kemah önüne geldi.
Fırat sahilinde etrafı bağlar ve bostanlarla çevrili bulunan Kemah
Kalesi bir dağ üzerine sağlamca oturmuş ulu bir sarayı andırmak­
taydı. Celalzade kaleyi, "Dağ gibi kuleleri bulunan, duvarları gök
kalesini andıran, alt ve üstü yüksek burçlarla kaplı, içerisi Kızılbaş
anarşistlerle dolu, hendekleri zorlu, kuleleri göğe eş, semanın zir­
velerine arkadaş, geçilmesi güç yüksek bir kale, aşılması zor yüce
bir burçtur" diyerek tanımlamaktaydı. 1 63
Dolayısıyla kalenin ele geçirilemez olduğunu düşünen müdafiler,
Mehmed Bek, Varsak komutasında Bıyıklı Mehmed Paşa'ya karşı
büyük bir dirençle ve sarsılmadan karşı koymakta idiler.
Ancak deryalar örneği kaynaşan ordu Kemah önünde bora gibi
esince içinde bulunan müdafiler sağ çıkmaktan ümidini kestiler.
Ej der vasıflı toplar hisarı ve surları birbirine katmaya, yeniçeri
yiğitleri tüfenk atışlarıyla burç ve kulelerden baş çıkarttırmamaya
Yav u z S u l tan Sel i m Han
·
201
başl adılar. Ardından hiç telaşsız aşılmaz denilen duvarlara bir anda
tı rmandılar ve burçlarını padişahın bayrakları ile bezediler.
Osmanlı birlikleri öğle vakti başlattığı muhasarayı ikindide nok­
t al amıştı. Kale kumandanlarının başları kesildi. Selim Han kaleye
gird iğinde:
"Ya Rabbi dilediğine mülkü verirsin, dilediğinin de elinden çekip
alı rs ın" ayetini okuyarak şükürler etti. Yıkıcı güllelerin çarpmasıyla
aç ıl mış olan gedikleri tamir ettirdi. Korunması için yeterli sayıda
muh afız ve erzak bıraktıktan sonra idaresini, katında değerli bey­
le rinden Karaçinoğlu Ahmed B ey'e verdi.
D U L KA D İ R B EY L i G i ' N i N S O N U
Selim Han Kemah'ta düzeni sağladıktan sonra Sivas'a geldi. Şim­
di sıra Dulkadır Beyliği'ne gelmişti. Dulkadır Hakimi Alaüddevle
B ozkurt Bey, Fatih Sultan Mehmed Han yetiştirmesi ve onun gücü
ile beyliğe kavuşmuşken, II. Bayezid Han zamanında Osmanlılardan
ayrılarak Memlükler tarafına meyletmişti.
Selim Han Acem ülkesini ele geçirmek gayesiyle sancakları­
nı dalgalandırdığında Dulkadır memleketi yakınından geçerken
Alaüddevle'ye haber göndermiş ve erzak göndermek yoluyla da olsa
yanında bulunmasını istemişti. Ancak o yaşlılığını beyan ederek
Selim'e yardımcı olmaktan çekindiği gibi Osmanlı ordusu Çaldıran
yönündeyken topraklarına saldırmaktan da geri durmamıştı.
Çaldıran Muharebesi'nden sonra daha da endişelenen Dulkadır
beyi, bir taraftan Memlükleri Osmanlılara karşı kışkırtırken diğer
taraftan Selim Han, Kemah seferinde iken, orduya erzak getiren
kafileleri Dulkadır atlılarına vurdurmuştu.
Alaüddevle'nin son faaliyetleri Selim'i derhal harekete geçmeye
zorlamıştı. Çaldıran'd a şehit düşen Hasan Paşa'nın yerine Rumeli
beylerbeyiliğine tayin ettiği Hadım Sinan Paşa'yı kırk bin kişilik
bir kuvvetle Dulkadır memleketlerinin zaptı için ileri gönderdi.
Şehsuvaroğlu Ali Bey'i de bu kuvvetlere rehber ve öncü tayin eyledi.
Kendisi de bunları takiben Ürgüb ile Kayseri arasındaki İncesu'ya
kondu.
202
K ay ı I I I : H a r e m ey n H i z m e t i n d e
Sinan Paşa'nın can alıcı bir o k gibi doğrulup geldiğinde n h a ­
berdar olan Alaüddevle B ey ehl-i ıyali ile hazine-i emvalini tehli ­
keli anlarda sığınageldiği ve dar zamanlarında barınageldiği Turna
(Nurhak) Dağı'na gönderdi.
Kendisi de otuz bin kişilik seçme askerine güvenerek, "B en im
Osmanlı'dan ne çekincem vardır. Gelecekleri varsa görecekl eri de
vardır" diyerek cenge hazırlandı.
İki ordu Göksun ile Andırın arasında Ördekli mevkiinde kar­
şılaştı ( 1 3 Haziran 1 5 1 5 ) .
Bu arada Şehsuvaroğlu Ali Bey gür sesiyle: "Hani benim p ederim
Şehsuvar zamanında nan ve nimetini görenler! Nice nice ihsanl arıyla
yükselenler! Mihr ü muhabbetten dem vuran, ahbabdan kavlinde
sadık olanlar, pederime yar ve yoldaş olanlar bugün sancağım al­
tına girsinler. Can ve başlarından emin olsunlar" diyerek nida etti.
Bu sözler Dulkadırlı Türkmenlerinde ikilik meydana getirdi.
Bir kısmı Şehsuvaroğlu tarafına meylettiler. 1 64
Ardından iki tarafın birbirine girmesiyle cengin tozu gökyüzüne
yükseldi. Yayından boşalan oklar her köşede bir zavallıyı cansız
bıraktı. Osmanlı askerinin amansız hamleleri Dulkadır Türkmen­
lerinin kısa bir süre içerisinde dehşet içerisinde yüz döndürmesine
yol açtı.
Alaüddevle Bozkurt Bey kendisi dört oğlu namlı beylerinden
otuz kadarı ve bir nice yakınıyla maktul düştü. Kardeşi Abdurrezak
Bey oğulları ile beraber yakalanarak Selim Han'a gönderildi.
B öylece tamamen ele geçirilen Dulkadır ülkesi Osmanlıların
yüksek hakimiyetinde olmak üzere Şehsuvaroğlu Ali Bey'e verildi.
Selim Han Dulkadır ailesini bir hamlede ortadan kaldıran Hadım
Sinan Paşa'yı bu hizmetine karşılık henüz divanda vezir bile değilken,
bir müddetten beri boş duran veziriazamlık makamına tayin etti.
D ulkadır memleketlerinin fethi, Memlük Devleti'nin Şam ve
Haleb dolaylarını tehdit altına sokmuştu. Memlük sultanı artık
ciddi bir biçimde endişeye düşmüş bulunuyordu. Memlük emirleri
Yav u z S u l tan S e l im Han
203
de s ult ana ağır sözler söyleyerek gevşek tutumu sebebiyle kendisini
kı nam a yolunu tutmuşlardı.
öte yandan S elim Han, D ulkadıroğlu'nu himaye ile bakımlı
topr aklarına el uzatmasına, talan etmesine sebebiyet veren ve onu
ce saretlendiren Memlük Sultanı Kansu Gavri'ye gözdağı vermek
ve ko rkutmak üzere fetihname ile birlikte Alaüddevle B ey' in kesik
başı nı da göndermişti.
Seyfeddin Bey adındaki Osmanlı elçisi Kahire'de Kansu Gavri'ye
Selim Han'ın mektubunu yanında Alaüddevle Bey'in kesik başını
da bir çekmece içerisinde sundu ( 92 1 / 1 5 1 5 ) .
Memlük Sultanı b u hali görünce ürktü ve elçiye:
"Bunu neden bana göndermiş? Bunlar Frenk başlarımı ki mu­
vaffakiyet eseri olarak bana gönderiyor? " diyerek teessüründen
h astal anmıştı.
Selim Han Dulkadırlı ülkesinin fethinden duyduğu memnu­
niyetle her süvariye bin akçe ihsan eyledi. Kayseri'ye geldiğinde
An adolu ve Karaman askerine ruhsat verdi. Ardından kendisi de
İstanbul yolunu tuttu.
S O RU Ş T U RMA
Yavuz Sultan Selim, Safevi Devleti üzerine sefer için İstanbul'dan
ayrıldığından beri on beş ay geçmiş bulunuyordu. Temmuz 1 5 1 5'd e
Gebze'de Tekfur Çayırı'na gelip Dil İskelesi'nden kayıkla Topkapı
Sarayı'na geçti.
Padişahın bu sefer esnasında askeri kışkırtan devlet adamlarına
karşı gönlü iyiden iyiye kırılmıştı. Bu itibarla döndükten bir ay kadar
son ra bizzat tahkikatlara başladı.
Öncelikle vezirlerini ayrı ayrı Arz Odası'na davetle sorguladı.
Bazılarını defalarca huzuruna çağırıyor, "kim ve neden bu olay­
lara karıştı" diyerek sıkıştırıyordu. Ardından yeniçeri taifesinin
ulularını katına çağırıp, "Acem seferi sırasında sizi geri dönmeye
teşvik edenler kimlerdi? Amasya'da Piri Paşa ile Halimi Çelebi'nin
evlerini basmak kimlerin kışkırtmasıyla oldu?" gibi suallerle çetin
204
Kayı I I I : Haremeyn Hizme t inde
bir sorgu faslından geçirdi. Bildirmemeleri üzerine: "Bana d oğr uyu
söylemezseniz saltanattan çekileceğim" dedi. Yeniçeriler: "He pimiz
günahkarız" diyerek bilvasıta af dilediler. Fakat Selim Han bun un la
kanaat etmeyerek tahkikatı derinleştirdi. Bu defa da askeri n ileri
gelenleri ile tek tek görüşerek ısrarla söyletmeye çalıştı.
"Bilirsiniz ulu'l-emre itaat gerektir. Şayet itaat etmezseniz Kur'ana
karşı gelmiş olursunuz. Beni padişah edersiniz lakin emirlerim de
ihtilaf edersiniz. B e n size bu şekilde p adişahlık mı yapaca ğım !
Şunu iyi bilin ki ben, bu ikbal ve baht u taht için istekli değilim .
Bu dünya viranesinden bir köşe bana yeter. Bu mihnet yurdundan
kim bir şey götürdü:'
Yeniçeri ileri gelenleri: "Ey efendimiz! Cenab-ı Hakk seni daima
mutlu ve bahtiyar kılsın. Biz ne karıncayız ki zamanın Süleyman'ı
bizi imtihan eder. Sen ne emrettin ki biz biçare kullar itaat etmedik.
Ol emre can baş ile uymadık.
Al-i Osman'dan size gelinceye kadar hiçbir padişah Tebriz üzerine
asker çekmedi. Ey devletli padişah! Biz senin emrinle Azerbaycan
mülkünü harap ettik. Şarkın şahını yüzü üzre düşürüp Tebriz'e dek
yürüdük. Eğer bir nefes emr itmiş olsaydın, Herat'a dek varırdık:'165
Nihayet baziları Selim Han'ın ısrarlarına takat getiremeyip pa­
dişaha olanları anlattılar. Meşhur münşi Kazasker Tacizade Cafer
Çelebi, İkinci Vezir İskender Paşa ve ocaktan Sekbanbaşı Balyemez
Osman Ağa'yı ele verdiler.
Derhal İskender Paşa ile O sman Ağa'yı huzuruna getirten Selim
Han onlara yaptıklarını ve söylenenleri anlattı. Cevap veremeyip
sustular. Bunun üzerine boyunlarını vurdurdu.
Daha sonra Kazasker Tacizade Cafer Çelebi'yi davet etti. Ken­
disine: "İslam askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezası
nedir?" diyerek fetva istedi. Cafer Çelebi: "Eğer sabit olursa cezası
idamdır" deyince: "Senin fesadın da gerek önceden yaşananlar ve
gerekse şimdiki ifadelerden sabittir. Kendi hakkındaki fetvayı kendin
verdin" diyerek idam ettirdi ( 1 8 Ağustos 1 5 1 5 ) .
Yav u z S u l t an Selim Han
205
Yavuz Sultan Selim bu hadiseden sonra askeri tahrik edecekle­
rini göz önünde tutarak ocaktan yetişenlerden yeniçeri ağası olma
usulüne son verip saraydan yetişme, itimada layık olanlardan tayin
edilm esi usulünü getirdi. Miralem Yakub'u bu şekilde ilk ağa tayin
etti.
Selim Han'ın durmak bilmeyen faaliyetleri devam ediyordu. Bir
taraftan asker üzerinde tesirini temin ediyor ve idari inzibati bağları
pekiştiriyor diğer taraftan devletin durumuna göre kifayetsiz kalan
deniz kuvvetlerinin tanzimine gayret sarf ediyordu.
Bir taraftan da gelecek baharda şah üzerine ikinci kez yürümenin
hazırlıkları içerisinde olup Doğu'daki gelişmeleri yakından takip
ederek bölgedeki nüfuzunu güçlendiriyordu.
N E D E N ÖY L E DAV RA N D I ?
Selim Han'ın Safevilere karşı sert tutumu ve bazı uygulamaları za­
man zaman bir kısım tarihçiler tarafından tenkide tabi tutulmuştur.
A slında bu durum sadece bugünün düşüncesi değildir. Devrinde ve
sonrasında yaptığı uygulamalar konusunda tereddütler oluşmuştu.
Nitekim ünlü tarihçi Hoca Sadeddin Efendi'nin, babası Hasan
Can'dan naklederek bizzat Kanuni Sultan Süleyman'ın yanında geçen
şu mükaleme hem bu düşünceleri hem de Selim Han'ın maksadını
ortaya çıkarması bakımından son derece önemlidir:
" Rahmetli babam nakletmişti. Bir gün İbrahim Paşa, Sultan
Süleyman Han hazretlerinin ünlü ve keremli katında bana dönerek
dedi ki:
'Merhum Sultan Selim Han'ın yoldaşı ve sırdaşı idiniz. Yaptık­
larının gerçek nedenleri hakkında şüphesiz kesin bilginiz vardır.
Padişah hazretlerinin merhum babalarının kimi tutumlarına itiraz­
ları bulunmaktadır. O davranışların cevapları varsa açıklanmasını
murad etmektedir' dedi.
Padişah sözün burasında devreye girerek: 'Bizim merhum ba­
bamızın yaptıklarına itiraz ne haddimizedür. Haşa ki biz onlara
itiraz ederiz. Sen kuşkularını bildir' demesi üzerine İbrahim Paşa:
206
K ay ı I I I : H are m eyn H i z m e t i n d e
'Öncelikle bir kuraldır ki elçinin görevi sadece duyurmaktır ifadesi,
her şeyi bilen gönlünde açık iken ve elçiye zeval olmaz sözü temiz
hatırlarında belli iken, Kızılbaştan gelen elçileri hapse attırmasını
nasıl açıklarsınız? Özellikle Mir Abdülvehhab gibi seyyid, asil ve
ömrünü bilime adamış bir mübarek kimseyi hapsettirmek uygun
muydu? ' diye sordu. Ben de: 'Selim Han hazretleri Kızılbaşı savaş
meydanına çekinceye değin ne kanlar yutmuş, nice sıkıntılar çek­
mişti. Vezirlerle askerinin karşı çıkışıyla İran'ın elde edilmesinin
ertesi seneye kalmasıyla biliyordu ki Acem diyarına bir kez daha
varsa Şah İsmail kaçış yolunu tutacak ve gizlenme perdesi ardına
geçecekti. Zira yediği muştanın acısı henüz ciğerinde, başında pat­
layan sillenin izi de hatırında ve gözü önündeydi. Meydana gelen de
gaflet ve gururunun eseriydi. Kendisinin düşkünlük ve kırgınlığını
bu yakanın ise gücünü ve kudretini bizzat gördükten sonra önceki
karşı çıkışından bile pişman iken bir daha karşılaşmak ister miydi?
Selim Han ona yüreğine kin düşürecek davranışlarla muamele
ederdi ki, ola ki bu üzüntünün zehiri canına yetip cahillik gayreti
ateşiyle meydana çıka ve helak ola. B öylece geride kalan küçük
çocukları arasına anlaşmazlık düşeceğinden İran'ın ele geçirilme­
sine yol açıla: Hatta Selim Han derdi ki, 'Bunun Uzun Hasan bile
kadar gayreti yoğ imiş. Uzun Hasan keder ve üzüntülere bu kadar
sabredemedi, dayanamadı. Bu ise vaktini içkiyle geçirir ve gönlü
yıkan, kalbi acıtan elemleri çeker' derdi.'
Gerçekten de Şah İsmail sıkıntılarını unutmak amacıyla gece
gündüz kadehleri doldurup boşaltırdı. Neredeyse aklını kullana­
mayacak ölçüde devamlı sarhoş dururdu. Öyleki dünya ahvalini
unutmuş gibiydi. Bu içkiye sonunda bünyesi dayanamamış vücudu
nice yerden delinip dökülmüş ve öylece gözlerini yummuştur.
'İşte bu nedenle Sultan Selim onu tekrar meydana çekmek için
manevi işkence etmekteydi. S eyyid Mir Abdülvehhab'a ise şaha
barışı sağlayacağına dair söz verdiği ve ol sahabe düşmanlarının
kılık kıyafetiyle huzuruna çıktığı için gönlü incinmişti ve kırılmıştı:
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
207
İbrahim Paşa bu kez: 'Bilirsin töre ve kanun daha önce gelen
padişahların tutumuyla davranmaktır. şahın eşini başkasıyla ev­
lendirmek yerinde miydi? '
Hasan Can: 'Ol kararını alimlere danışarak almıştır. Şer' - i şe­
rifin ruhsat verdiği işi yapmaya itiraz olur mu? Özellikle evlenen
de alimlerin önde gelenlerindendi. Şeriatça uygun olmasa nasıl
nikahına aldı. Hem bilinir ki onlarda İslam nikahı olmaz. Nikahları
mut'a nikahıdır. Çoğu kez nikahsız yaşarlar. Şahın ise büyük küçük
herkesin evine dalıp mahremlerine çirkince sataşmayı alışkanlık
haline getirdiği yaygın söylentilerdendir. Nitekim Taçlı Hatun da
beylerinden birinin eşi iken beğenip kendisine almıştır. Çoğu ka­
dınları da buna benzer yollardan haremine toplamıştır. Hal böyle
iken Taçlı Hatun'un alim, olgun ve bilge bir şahsiyetle evlendirilmesi
neden töre ve kanuna aykırı düşe ! '
İbrahim Paşa b u defa: 'Ya tüccarın günahları neydi k i mallarını
toplattırmıştı? ' diye sordu.
Hasan Can bu soruya da: ' Tüccarlar aracılığıyla Anadolu'yu
kana ve ateşe boğan ol yaramazların ellerine, savaş araç ve gereç­
leri götürülüyordu. Tüccar m alları arasında silahların yanı sıra
demir ve gümüş taşınıyordu. Selim Han bunları öğrenince derhal
gerekli tedbirleri aldı. Sert ve yıldırıcı hükümler yayınladı. Hatta
Arap diyarından İran'a gidişleri bile durdurmak için bu ülkelere
olan ticareti dahi yasaklamıştı. Böylece kolay kazanmak sevdasını
tüccarların kafasından çıkartmış, zenginlik hırsıyla yanan gönülle­
rini karartmıştı. Ancak Arap ülkeleri Cenab - ı Hakk'ın izniyle elde
edilerek Osmanlı diyarına bağlandıktan sonradır ki tüccarlarına
Arap ülkelerine mal gönderme iznini vermişti.
Buna rağmen yazıcılar çevirdikleri oyunlarla tahsis belgelerini
açıkça belirtmeyip çıkış hükümlerini beyanlara göre doldurmaya
başladılar. Böylece dünya evine odun atma sevdasına düşen tüccar,
kapıldıkları hırsla Kızılbaş diyarına yeniden kumaş götürmeye
başladı. Selim Han kapadığı kapının dünya menfaati için tekrar
açılması karşısında gazaba geldi. Sefahat belasına tutulmuş kısa gö­
rüşlülerin hırs hazinelerine koydukları malı, 'Malınızı düşüncesizce
208
K ay ı I I I : H a r e m e y n H i z m e t i n d e
harcayanlara vermeyin ! ' ayeti gereğince alarak sağlam mahzenle rde
toplattı. Rum tüccarlarının emel keselerini 'El-harisü mahru mun'
(haris olan mahrum kalır) kavli üzere mührüyle mühürleyip bir
süre kendilerinden uzak tutmaya karar verdi. Ta ki bundan sonra
hiç kimse alışveriş yolunda ziyan görmeye ve ticaret ediyo rum
diyerek devlete ziyan vermeye . . .
Buna rağmen toplanan mallar, ipek kumaşlar mal sahipleri nin
adlarıyla tümüyle Defter- i Hakani'ye yazılmıştır ki zamanı gel di­
ğinde sahiplerine verile. Osmanlı soyunda adaletin halkın hakkını
savunma ilkesine dayandırıldığı en ince konuları düşünen kafasında
yerleşmiş olmağın toplanan eşyanın yitirilmeyeceğini inanmış idi.
Kendi sağ olduğu sürece verilmese bile yerine geçip ülkeyi yöne­
tecek olanın bu konuyu çözeceğine inancı ve alemlere gölge olan
padişah hazretlerine (oğlu Süleyman) tam güveni ve itimadı var idi.
Bu nedenle de sözü edilen konuda fazla acele etmedi:' 166
Hasan Can'ın bu cevapları Süleyman Han'ın çok hoşuna gitmiş,
'fevkalade ve yerinde uygulamalar' diyerek memnuniyetini izhar
etmiş, kendisine de bir hil'at ile bolca akçe ihsanında bulunmuştur.167
D O G U A N A D O LU ' N U N İ L H A K I
Safevi Devleti'nin batı hududunda elinde bulunan şehir ve kale­
lerden en mühimi Diyarbekir idi. Osmanlılar ancak burayı aldıkları
takdirde, Safevi ülkesini tehdit altında bulundurabileceklerdi. Ku­
zeyden Kemah, Erzincan ve Bayburt ile güneyden de Diyarbekir'in
Osmanlıların doğu hududunu teşkil etmesinin stratej ik açıdan
fevkalade önem taşıdığı anlaşıldığından buranın zaptında karar
kılındı.
Bu itibarla Selim Han, Sünni olmaları dolayısıyla aynı inanç
dairesi içerisinde bulundukları Kürt halkını Osmanlı'ya bağlamak
vazifesini, Bitlisli olması hasebiyle bölge halkının adetlerini ve ahla­
kını bilen ve o mahalleri iyi tanıyan büyük alim İdris-i Bitlisi'ye verdi.
Kaynaklarda Osmanoğullarına büyük bir sevgi ile bağlı, vera ve
takva sahibi, güzel ve tesirli konuşan, sözü ve sohbeti ile gönüllere
kurulan, kalemini ustalıkla kullanmasını bilen, cömert ve alim bir
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
209
1 68
şah siyet olarak zikredilen İdris -i Bitlisi'nin babası Hüsameddin
Ali, bilgili ve faziletli bir kimse olup Akkoyunlu Uzun Hasan Bey' in
zam anında saray katipliği vazifesi yapmaktaydı. Oğlu İdris'i son de­
re ce iyi bir eğitim ve terbiye ile yetiştirdi. İdris- i Bitlisi, Uzun Hasan
Bey' in oğlu Yakub Bey zamanında saray katipliği yapmaya başladı.
Yakub Bey ilmi ve irfanı sebebiyle kendisine izzet ve ikram eder,
s eyahatlerinde yanında bulundururdu. Yakub Bey'in ölümünden
sonra yerine geçen Sultan Rüstem ve Elvend Bey de İdris -i Bitlisi'ye
aynı hürmet ve saygıyı göstermeye devam etmişlerdir.
Şah İsmail 1 5 0 1 yılında Akkoyunlu Devleti'ne son verip bu dev­
leti n elindeki ülkeleri hakimiyeti altına almaya başlayınca, İdris - i
B itlisi, Tebriz'i terk etmek zorunda kaldı. Çünkü Şiiliği devletin
resmi mezhebi yapan Şah İsmail ile geçinemeyeceğini biliyordu.
Zira Şah İsmail hareketine "mezheb- i na-hakk" (batıl mezhep) diye
tarih düşürmüştü.
Bu itibarla Osmanlı Sultanı il. Bayezid Han'ın katına geldi. Ba­
yezid Han itibar gösterdiği bu büyük alimi sarayına aldı ve maaş
bağladı. Kendisinden bir Osmanlı tarihi yazmasını istedi. O da bu
emre uyarak Farisi, manzum seksen bin beyitlik Heşt Behişt adında
bir eser telif etti.
S elim Han'ın da iltifatlarına nail olan İdris - i Bitlisi Ç aldıran
seferine katıldı.
İşte Selim Han bu büyük alime şimdi önemli bir görev veriyor ve
onu Güneydoğu Anadolu'da Kürtlerle meskun mahallerin Osmanlı
Devleti'ne kazandırılmasına memur ediyordu.
Öte yandan Güneydoğu Anadolu'nun Kürt ağırlıkl ı Sünni-Şafi
bölge halkı, Osmanlı padişahının Şah İsmail'e galebe çaldığını öğ­
rendiklerinde büyük sevinç yaşamışlardı. Zira Safevilerin ağır baskı
ve zulümleri neticesinde dinlerini istedikleri gibi yaşayamaz olmuş­
lardı. Şimdi yıllardır bekledikleri fırsat ellerine geçmiş bulunuyordu.
Nitekim D iyarbekir ahalisi Ustacaluoğlu'nun Çaldıran Savaşı'na
giderken yerine bıraktığı kaymakamını derhal şehirden kovarak
Sultan Selim'e itaatlerini bildirdiler. Bitlis'te ise Şeref Bey, Osmanlı
210
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
sancağını kaldırarak şah namına hüküm s ürmekte olan kard eşi
Halid B ey üzerine yürümüştü. Halid B ey yakalanarak Merende'de
idam olundu. Hasankeyf ve Siirt kalelerinin hakimi olan ve Eyyubi
soyundan gelen Melik Halil de Osmanlı padişahı lehine bayrağı nı
dalgalandırmış bulunuyordu.
Bütün bu gelişmeler karşısında Şah İsmail bölgeyi tümüyle kay­
betmek üzere olduğunu görmüştü. Derhal Ustacaluoğlu'nun karde şi
Karahan'ı büyük bir kuvvetle bölgeye sevk etti. Süratle Çapakçur'a
gelen Karahan, öncelikle Şah İsmail'e bağlı kalmış olan Mardin,
Ruha ve Hasankeyf kumandanlarının kendisine katılmasını bek­
ledi. B öylece daha da kuvvetlendikten sonra D iyarbekir üzerine
yürüdü. D iyarbekir h alkı bir taraftan müdafaaya hazırlanırken
diğer taraftan da Amasya'da bulunan Selim Han'a bir elçilik heyeti
göndererek yardım istediler. Selim Han da aslen Diyarbekirli Ye­
niçeri dilaverlerinden Yiğit Ahmed komutasında seçkin bir birliği
yardıma gönderdi.
Yiğit Ahmed bu vurucu timle Amasya'd an kalkıp kısa sürede
Diyarbekir önlerine geldi. Karanlık bir gecede düşmanın üzerine
kabus gibi çöktü. Saflarını yardı ve Rum kapısından şehre girdi.
Padişahın yiğit dilaverlerini gören Diyarbekir halkına ayrı bir
gayret gelmişti. Selim Han'ın Kemah'ı fethi ve D ulkadır ülkesini
zaptı sırasında uzunca bir süre mezhep ve memleketlerini Karahan
güçlerine karşı kahramanca savundular. Ancak kayıpları ve sıkıntı­
ları had safhaya ulaşmış kendilerini keder kaplamış bulunuyordu.
Bunun üzerine İdris-i Bitlisi'yi yardım istemek üzere bir kez daha
padişah katına gönderdiler. İdris - i Bitlisi Hasankeyf'e geldiğinde
Selim Han'dan gelen haberciyle karşılaştı. Selim Han mektubunda
Dulkadırlı meselesinin halledildiğini, askerin dinlenmesi için taht
kentine dönmekte olduğunu ve Diyarbekir'in kurtarılması için de
Bıyıklı Mehmed Paşanın görevlendirildiğini bildirmekteydi. İdris-i
Bitlisi de bu müj deli haberi bir posta güvercini ile şehrin gayretli
müdafilerine ulaştırdı.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
21 1
İdris-i Bitlisi bu arada Çemişkezek, Palu, Bitlis, Hizan, Harir, Ha­
sankeyf ve Hason beyleri ile görüşerek Selim Han'ın onlar hakkında
be slediği iyi niyetleri bildirdi. Din ve mezhebi korumak yolunda
p adişahın ordusunun yanında bulunmak gerektiğini vurguladı.
B itlisi'nin hitabıyla gayrete gelen Kürt beyleri on bin gönüllü ile
Hasankeyf'd e padişahın kudretli generali Bıyıklı Mehmed Paşa'yı
karşıladılar.
Bu karşılamadan fevkalade memnun olan Bıyıklı Mehmed Paşa
h iç vakit kaybetmeden Diyarbekir üzerine yürüdü. Karahan karşı
koyamayarak Mardin tarafına çekildi.
10 Eylül 1 5 1 5 'de zaferlerle dalgalanan padişah sancakları Diyar­
bekir halkının sevinç gözyaşları arasında şehre giriyordu.
İ N C E S İ YA S E T
Halifelik merkezi Memlük Devleti ile Osmanlıların arası Fatih
döneminden beri iyi gitmiyordu. Muhtemelen Fatih'in son seferi
Memlükler üzerine idi. Ancak padişahın ölümü bir büyük kapış­
manın önüne geçmişti. Ardından II. Bayezid Han'la, Cem Sultanın
saltanat mücadelesinde Memlükler Cem'i himaye etmişler hatta onu
tekrar Osmanlı topraklarına salıvererek çatışmanın alevlenmesine
yol açmışlardı. Bu ve bazı sebeplerle Osmanlılarla Memlükler ara­
sında 1485 yılında başlayan savaşlar 1 49 l 'e kadar sürmüş, pek çok
mal ve can kaybına sebep olmuştu.
Daha sonra Endülüs'teki gelişmeler ve çeşitli İslam devletlerinin
arabuluculuğu ile geçici bir mütareke yapılmıştı. Bundan sonra iki
devlet arasındaki ilişkiler Selim Han dönemine kadar dostane bir
tarzda devam etmişti.
Memlük Devleti'nin Osmanlıların yanı sıra ikinci büyük rakip ­
leri Safeviler idi. Şah İsmail'in başa geçişi ile birlikte Sünni İslam
devletlerinin korkulu rüyası haline gelen Safeviler, Memlükler için
de büyük tehdit unsuru idi. Zira Akkoyunlulardan Irak'ı ve Doğu
Anadolu'yu alan ardından Memlüklere tabi Dulkadır ülkesine gire­
rek onu mağlup eden ve gönderdiği halifeleri vasıtası ile propagan-
212
K ay ı I I I : H a r e m ey n H i z m e t i n d e
dalar yaptırarak İslam dünyasını parçalayan Safeviler, Osmanlıl ardan
çok daha tehlikeli görünüyordu.
Bu itibarladır ki Osmanlılarla Safeviler arasındaki müca dele ve
Çaldıran Muharebesi'nde Osmanlıların galebesi Sünni Me mlük
Sultanlığı'nı sevindirmiş ve bundan dolayı Suriye ile Mısır'da şen­
likler yapılmıştı.
Öte yandan Selim Han'ın Çaldıran'da Safevilere büyük bir darbe
indirmesinin ardından Dulkadır Beyliği'ni ortadan kaldırması ise
Memlükleri ciddi bir şekilde endişeye sevk etti.
Şimdi evvelce Fatih ve i l . Bayezid dönemlerinde karşı karşıya
gelemeyen, Sünni dünyasının bu iki büyük gücü için bir kez daha
çarpışma kapıları açılıyordu.
Öncelikle Dulkadır Devleti'ne karşı girişilecek faaliyetleri ken­
dilerine karşı sayacaklarını belirten ve bu hususta bir elçilik heyeti
göndererek Selim'i ikaz eden Memlük Sultanı Kansu Gavri'ye karşı
Selim Han'ın cevabı çok sert olmuştu. Selim Han bununla da yetin­
memiş ve daha sonra Dulkadır Beyliği'ni ortadan kaldırınca maktul
hükümdarın başını, bir tehdit unsuru olarak Memlük sultanına
göndermişti.
Diğer taraftan Şah İsmail de Osmanlılarla bir anlaşma yapabil­
mek için gönderdiği bütün iyi niyet heyetlerinin başarısız olması
karşısında dehşete düşmüş ve Selim' in bir kez daha üzerine geleceği
konusunda şüpheleri kalmamıştı. Son çare olarak Memlüklere bir
elçilik heyeti gönderdi. Namesinde şöyle demişti:
"Şayet Selim Han bir kez daha Acem üzerine yürüyecek olursa
ona karşı durabilecek kimse yoktur. Acem'i aldıktan sonra ise hedefi
Arap olacaktır. Zira babası Sultan B ayezid zamanında aranızda
geçen kavgalar malumdur. Nice kere Osmanlı ordularını bozguna
uğratıp hakaretler ettiniz. Şehirlerini yağmaladınız. Selim o sırada
Trabzon'da idi ve bu durumlardan yakinen haberdardı. O bunları
unutacak ve yanınıza bırakacak değildir. Bu itibarla gelin şimdiden
tedbirimizi alalım. Bizim üzerimize gelirken siz de arkasını alıp
arada yok edelim. Artık tek çaremiz budur:'ı69
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
213
İşte bu teklif üzerine Selim' in Suriye işlerine karışmasından çe­
kin en Kansu Gavri, Sünni ulemanın karşı koymasına rağmen ittifak
i çin adamlarından Acemi Çanakçı isimli birini alelacele şah katına
gönderdi. B öylece Memlükler ayrı mezhepten olmalarına rağmen
Şah İsmail' in şahsında yeni bir müttefik buluyorlardı.
Kansu Gavri namesinde, 'Selim Han'ı ortadan kaldırdıktan sonra
Os manlı mülkü senin olsun. Bana nesne gerekmez' diyecek kadar
da ileri gidiyordu. Bu nameden ziyadesiyle memnun olan Şah İs­
mail bir taraftan Karahan'ı D iyarbekir bölgesine gönderdiği gibi
diğer taraftan da Selim' in harekete geçmesi karşısında kuvvetleriyle
yanında olacağını beyan etti.
Selim Han ise evvelce Çaldıran seferine gidişinden beridir casus­
ları vasıtasıyla Memlüklerin hareketlerini takip ettirmekteydi. Bu
elçi teatilerini haber aldıktan sonra siyasetini tamamen değiştirdi.
İstanbul'a geldikten sonra 1 5 1 6 baharında Safeviler üzerine tekrar
bir sefer açacağını beyan etti. Ardından Memlük sultanına bir elçilik
heyeti göndererek son derece yumuşak bir üslupla şöyle hitap etti:
"Sen benim pederimsin. Sizden dua isterim . Ben Alaüddevle
memleketine, bana karşı asi olduğu için girdim. Rahmetli pede­
rimle Sultan Kayıtbay arasındaki fitneyi meydana getiren de bu
adamdı. Onun ölümü çok hayırlı oldu. Onun yerine tayin edilen
Şehsuvarzade'yi hoşunuza giderse yerinde bırakınız, gitmezse de­
ğiştiriniz. Size ait bir iştir. Ben Alaüddevle'den aldığım yerleri tekrar
size iade ediyorum. Sultan daha ne arzu ederse onu da yaparım" diye
yazıyordu. Selim Han namesinin yanı sıra Kansu Gavri'ye samur,
kadife ve pek kıymetli yünlü kumaşlar da göndermişti.
Ardından yine çeşitli hediyelerle gönderdiği diğer bir mektu­
bunda ise: "Sultan benim pederimdir. Ondan dua isterim. Lakin
benimle Şah İsmail arasına girip tavassut etmesin. Ben şahın çadı­
rını yeryüzünden kaldırmayınca dönmeyeceğim. Sulh için aramıza
girmesin" demişti. 170
Selim Han, Suriye ve Mısır'daki teşkilatıyla oralardan munta­
zam surette haberler almaktaydı. Memlük sultanının Haleb Valisi
214
K ay ı / / I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Hayırbay'la arasının açık olduğunu öğrenmişti. B u itibarla çeşitli
vaatlerle Hayırbay'ı kendi tarafına celbetmeye muvaffak olmuştu.
Hayırbay her türlü bilgiyi Osmanlı tarafına gönderiyordu. Şam Valisi
Sibay, Hayırbay'ın Osmanlı yanlısı tutumundan Memlük sult anını
haberdar etmişse de Kansu Gavri buna ihtimal vermemişti. Arala­
rındaki çekişme dolayısıyla Sibay'ın sözünü garaz olarak algılamıştı.
Sultan Gavri bir taraftan da Osmanlılarla Şah İsmail' in mü cade­
lesinden memnundu. Bu hal hiç değilse şimdilik ülkesini tehlike­
den koruyordu. Bu itibarla Selim Han'ın gönderdiği mektuplardan
memnun olmakla b eraber mukabil tedbirleri de almaktan g eri
durmuyordu. Nitekim Anadolu'da şehzadeler mücadelesi sırasında
lalasıyla beraber Haleb'e iltica etmiş bulunan Şehzade Ahmed'in
on beş yaşındaki oğlu Kasım'ı gizlice Kahire'ye getirterek lüzumu
halinde istifade etmeyi düşünmüştü.
Kışı Edirne'de geçiren Selim Han 1 5 1 6 İlkbaharı'nda Veziriazam
Hadım Sinan Paşa'yı kırk bin kişilik bir kuvvetle Maraş üzerinden
Fırat tarafına sevk etti. Sefer görünüşte Şah İsmail üzerine idi. Bu
durumu ifade eden bir name de bir kez daha Memlükler katına
gönderilmişti.
Sinan Paşa, Kayseri'd e toplanan kuvvetleri alarak Memlükler­
den izin isteyip Malatya'd an geçerek Diyarbekir'e doğru gidecekti.
Yolda bir güçlükle yahut engelle karşılaşacak olursa durumu derhal
padişaha rapor edecekti. Padişah böylece Memlüklerin muhtemel
tavrını test etmek istiyordu.
Hadım Sinan Paşa aldığı emir üzerine Fırat'ı geçip Diyarbekir'e
gitmeye memur olduğunu Memlük hudut komutanlarına bildirerek
müsaade istedi. Ancak Suriye hududuna kuvvet göndermiş olan
Memlük kumandanları Sinan Paşanın teklifini soğuk bir tarzda
reddettiler.
Sinan Paşanın hudutlarına doğru geldiğini haber alması üzerine
Kansu Gavri de elli bin kişilik bir kuvvetle harekete geçerek bera­
berinde Şehzade Kasım olduğu halde Şam'a geldi. Mısır'da yerine
kardeşinin oğlu Tumanbay'ı bırakmıştı.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
21 5
Bu durum karşısında Hadım Sinan Paşa bütün gelişmeleri Selim
B an'a arz etti. Selim Han Kansu Gavri'nin bizzat Haleb'e gelmesinin
Şah İsmail ile anlaşmasına bağlı olduğunu bilmekteydi. Bu itibarla
haberi aldığında son derece sinirlenmişti. Ulemaya müracaat ederek
görüşlerini sordu.
Nişancılıktan vezirlik rütbesine yükselmiş, aynı zamanda zama­
nın ilim adamlarından olan Hocazade Mehmed Paşa söz alarak:
"B ize lazım olan devletin kötülüğünü isteyene kılıç kamçısıyla kö­
te ği vurmaktır ve düşman peyda olduğu yerde durmaktır" diyerek
Memlük üzerine yürünmesi gerektiğini belirtti. Hoca Saadeddin
Efendi onun düşüncelerini şu dizelerle ifade eder:
Vermeziz düşmana mecal bir nefes
Ya Kızılbaş imiş ya da Çerkez
Kim ki kılıç çeker duruşmada
Ol alur hissesin vuruşmada
Çün Kızılbaşa çıktı Çerkez arka
Biz dahi çekeriz ona pala
Kim ki bir kavmi sevse ondandır
Düşmana yar olan da düşmandır171
Ayrıca padişah Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi'ye: "Bir İslam
askeri sırf din-i mübinin esaslarının yaşatılması için doğu ülkelerine
hareket etmişlerken, Mısır sultanı yerinden kalkıp gelerek yolunu
kestiği tamamen zahir olmuştur. Arabistan padişahı olup zahiren
Müslüman olmaları cihetiyle onlarla savaş ve çarpışma peygamberin
temiz şeriati gereğince uygun düşer mi?" diye sormuştu.
Bu suale karşı Zembilli Ali Efendi ise: "Zikredilen şekilde onlar
üzerine varmak uygun olup yol kesenlerdir. Onlarla savaşıp çar­
pışmak cihat ve gazadır. Öldüren gazi ve murabıt ölen de şehit ve
mücahid olur" fetvasıyla Üzerlerine gidilmesini teşvik etmişlerdi. 172
B İ Z O N LA RA B E N Z E Y E M E D İ K!
Zahiri sebepler yanında Selim Han'ın o günlerde gördüğü bir
rüya da Haremeyn hizmetine tayin edildiğini ifade eden manevi
216
K ay ı I I I : H a r e m e y n H i z m e t i n d e
bir işaret olmuştu. Hoca Sadeddin Efendi'nin bizzat babası Hasan
Can'dan naklederek anlattığı olay şöyle cereyan etmişti .
Yavuz'un nedimi Hasan Can anlatıyor:
"Mekanı cennet olsun padişah hazretleri çoğu gecelerinde kitap
okumakla eğlenip uyumazlardı. Zaman zaman bana okutup ken disi
dinlerdi. Bazen de dünya düzeni ile ilgili konulardan bahis açar nele r
yapılması gerektiğini tartışırdı. Bir gece sağlığım da bozuk olm ağı n
yatağıma uzanmış ve uyuya kaldığım için hizmetine varamamıştım .
Birkaç gecedir uykusuz olmakla gaflet bastığından ancak tanyeri
ağarırken uyanmıştım. Derhal sabah namazını eda ederek hizmetine
koştum . Bu gece görünmedin, ne yapıyordun? diye sordu.
Birkaç gecedir uykusuz kaldığımdan bu gece gaflet ile uyuya­
kalıp hizmetten uzak düştüm diyerek özürler diledim. Selim Han:
'Öyleyse gördüğün rüyayı anlat' buyurdu.
'Arza değer bir rüya görmedim' cevabını verdim. 'Bu ne sözdür?
Bir geceyi tamamı tamamına uykuyla geçiresin ve de düş görme­
yesin! Herhalde görmüşsündür. Gizleme, anlat' dedi.
Çok düşündümse de hatırıma bir şey gelmemişti. Başka konu­
larda bir müddet söyleştikten sonra padişah tekrar aynı meseleye
dönmüştü. 'E hadi ne duruyorsun? Saçma söz etme. Rüyanı anlat'
dediler. Onun bu ısrarı karşısında, 'Ne kadar düşündüm ise de bir
şey hatırıma gelmedi ve yemin ederek açıklamaya değer bir şey
görmedim' cevabını verdim. Mübarek başını iki tarafa sallayarak,
tuhaf buyurdular. Sanki anlatmadığımı düşünerek üzüldüler. Bana
da padişahın bu kadar ısrarla sorması garip gelmişti. Bunda bir
hikmet olmalı diye şaşırıp kalmıştım.
Artık daha fazla ısrar etmedi. Bir müddet sonra beni bir hizmet
kastıyla kapıağasının katına gönderdiler. Vardığımda Kapıağası
Hasan Ağa'yı, Hazinedarbaşı Mehmed Ağa, kilercibaşı ve saray
ağası ile beraber usul ve erkanları üzere oturur söyleşirler buldum.
Ancak Kapıağası Hasan Ağa oldukça düşünceli, şaşkın, başını aşağı
salmış ve gözleri yaşlı bir haldeydi.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
217
Hasan Ağa gerçekte a z konuşur, sakin, iyi huylu, teheccüd na­
m az ına kalkan birisi idi. Bu halini evvelki durumuna benzemez
gördüğümden mutlaka bir kimsesi ölmüş ola diye düşündüm ve:
'Ağa hazretleri kalbiniz gamlı ve gözleriniz yaşlı görünür. Sebebi
n ed ir? ' dedim. Hayır, bir şey yok, diyerek halini gizleme yolunu
tuttu. Hazinedarbaşı Mehmed Ağa ile aramızda kardeşlik bağları
vardı. B ana dönerek: 'Kardeş, ağanın uykusunda bir vaka olmuş
hala onun etkisindedir' dedi.
Ben de; 'Allah için haber ver. Zira padişahımız sabahtan beri bu
aciz kuluna düşümü anlatmam hususunda ısrar ediyordu. Herhalde
zorlamaları asılsız değildir, iyi bir armağandır' diyerek ağayı sıkış­
tırdım.
'Kerem edin bana böyle tekliflerde bulunmayın, benim gibi yüzü
karanın padişahımıza arz edecek ne rüyası olabilir' dedi. Mehmed
Ağa ise: 'Niçin anlatmıyorsun? Bize anlattığında söyleneni haber
vermeye memur olduğunu naklettin. Gizlemen ihanet olmaz mı?'
deyince ağa sırrını açtı: Bu gece rüyamda eşiğine oturduğumuz ka­
pıyı hızla çaldılar. Ne oluyor diye ileri vardım. Kapıyı araladığımda
ne göreyim. Her yer elleri bayraklı, silahlı, sarıklı, nurani zatlarla
dolu idi. Kapının hemen önünde de elleri sancaklı dört nurani şahıs
vardı. Elinde padişahımızın ak sancağı bulunan ve kapıyı vurduğu
anlaşılan o nurani zatlardan biri bana: 'Biliyor musun buraya niçin
geldik? ' dedi. 'Buyurun' dedim.
(Bu gördüğün insanlar Resı'.ilullah'ın ashabıdır. Bizi Hazret- i
Resı'.ilullah gönderdi. Selim Han'a selamı var. Haremeyn' in hizme­
tini ona buyurdu. Şu dört kişi ki görürsün, bu Ebubekr- i Sıddık,
bu Ö m erü'l- Faruk, bu Osman - ı Zinnureyn ben de Ali bin Ebu
Talib' im. Git Selim Han'a söyle) dedi. Akabinde gözümün önünden
bir anda kayboldular.
Bana dehşet bastırıp içim geçmiş, tere bulanıp sabaha dek öyle
baygın yatıp kalmışım. Oğlanlar alışıla geldiği biçimde teheccüd
namazına kalkmadığımı görünce h astalığıma yormuşlar. Sabah
namazı geçer olmalı olucak gelip beni uyarmak üzere kollarıma
yapışmışlar. Ter su içinde kalktım. Aklım başıma gelerek acele ile
218
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
namaza yetiştim. A m m a hala tam kendime gelebilmiş değili m ,
diyerek hem anlattı hem de ağladı.
İşimi bitirdikten sonra Selim Han'ın yanına döndüm. Yine aynı
bahsi açarak: 'Şu senin bu gece sabaha dek uyuyup rüya görmem iş
olman çok tuhaf! Hemen şöyle hayvan gibi yatıp uyudun mu?'
dedi. Padişahım rüyayı bu Hasan kulunuz görmediyse de bir başka
Hasan kulunuz görmüş. Emriniz olursa arz edeyim, dedim. Anlat,
buyurdu. Ben hadiseyi anlattıkça mübarek yüzü kızardı. Sonun da
ise gözlerinden yaşlar boşalmıştı. Bitirince: 'Ya Hasan Can, biz san a
demez miyiz ki biz bir yöne sefere memur olmadan hareket etm eyiz.
Baba ve atalarımız ermişlikten el almışlar idi. Herbirinin kerametleri
zahirdir. İçlerinde heman biz onlara benzeyemedik' buyurdular.
Aynı rüyayı S elim Han da görmüş ve ona rüyasında, 'Bunu
Hasan kulunuz da gördüler' denilmişti. Selim Han, 'Bu olsa olsa
Hasan Can'dır' diyerek kendisini sıkıştırmakta ve anlatmadıkça da
taaccüp içerisinde kalmakta imiş. Şimdi rüya anlatılınca kapıcıbaşı
için: Demek ki zavallının kalbinde safiyet varmış. Sen onu bize
methederken, 'Birisini ibadet ediyor görünce hemen veli sanırsın'
diye sana takılırdık, meğer boşuna methetmezmişsin' dediler:'173
E F E N D İ N E S ÖY L E , KA RŞ I MA Ç ! KS I N !
Selim Han son bir kez daha barış yollarını araştırmak üzere söz
ustası Rumeli Kazaskeri Zeyrekzade Molla Rükneddin ile sancak­
beylerinden Karaca Paşa namıyla tanınan Ahmed Bey'i bir name
ile Mısır sultanına gönderdi.
Selim Han mektubunda temiz dinin esaslarını zedeleyen Kızıl­
başı tepelemek ve topluluğunu dağıtmak üzere harekete geçmeye
niyetlendiğini, Acem diyarına yerleşen bid'atleri kılıcının suyuyla
arıtacağını bildiriyor, Haremeyn'e hizmet etmek şerefi dolayısıyla
himmet ve dualarını eksik etmemelerini istiyordu. Pek çok kıymetli
armağanları da elçilik heyetiyle göndermişti.
1 5 1 6 yılı 4 Haziran'ında elçileri gönderen Selim Han, ertesi gün
de kendisi Üsküdar'a geçti. Kuvvetlerinin Kayseri'de toplanmasını
emretmişti. Oğlu Şehzade Süleyman'ı Edirne, Piri Mehmed Paşa'yı
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
219
İstanb ul ve Hersekzade'yi d e Bursa'nın muhafazasına tayin eden
S el im Han süratle harekete geçti. Bu sırada Osmanlı donanması
da Suriye sahillerine doğru yol almaya başlamıştı.
1 3 Haziran günü Kayseri'ye gelen Selim Han'ı Anadolu beyler­
b eyi beyleri ve askeri ile yeniçeri ağası da yeniçerilerle karşıladı.
A rdı ndan Rumeli beylerbeyi de kuvvetleriyle gelerek yerini aldı.
Öte yandan Kansu Gavri Şam'd an Haleb'e geldiğinde Osmanlı
el çil erini kendisini bekler bulmuştu. Derhal kabul ettiği elçilere
D ulka dıroğullarına ait yerlerin zaptından dolayı sert ve ağır sözler
söyle di. Yanındakiler elçileri öldürmek kasdında bulundular ise de
onlara mani oldu ve hapsedilmelerini emretti.
26 Haziranda Konya'ya gelen Selim Han öncelikle burada medfun
bulunan alim ve velileri ziyaret etti. Onları vesile ederek Cenab-ı
H akk'tan zafer ve başarılar niyaz etti. Tekkelerinde oturan dervişleri
armağanlarıyla mal mülk sahibi yaptı.
Burada iken Diyarbekir B eylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşanın
zafer hab erleri ile başta Karahan olmak üzere ileri gelen Safevi
beylerinin kesik başları geldi. Doğu Anadolu'nun tamamen ele
geçtiğini ve hakimiyetin sağlandığını bildiren bu haberler Selim
H an'ı ziyadesiyle sevindirdi. Karahan'ın ve diğer ileri gelen Safevi
beylerinin kesik başlarını Memlük sultanına gönderdi. Bu zaferde
büyük başarıları görülen Bıyıklı Mehmed Paşa ile Karaman Beyler­
beyi Hüsrev Paşa ve savaşta bulunan emirlere ve askerlere gerekli
taltifler, terfiler yaptı ve bahşişler verdi.
Tekrar h arekete geçen Selim Han, 2 3 Temmuz'd a Elbistan
Sahrası'nda Sinan Paşa kuvvetleriyle birleşti. Buraya gelinceye kadar
Selim Han, seferin yönünü hep Safeviler üzerine olarak ilan edi­
yordu. Tebriz panik içerisinde idi. Çünkü ikinci bir seferle Safeviler
tarih haritasından silinebilirdi.
Ancak Şam'a gelmiş bulunan Osmanlı elçilerini hapseden ve
Safevilerle ilişkileri artık gün yüzüne çıkmış bulunan Memlükleri
geride bırakmak akıl işi değildi. 29 Temmuz'da Rumeli, Anadolu
ve Karaman beyleri davet edilerek büyük bir divan teşkil olundu.
220
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Yapılan müzakerelerden sonra Memlükler üzerine yürünmesi ne
karar verildi. B öylece Selim Han Elbistan'd an güneye doğru sü­
ratle indiğinden Safevi- Memlüklü birlikteliğinin önünü de kes mi ş
bulunuyordu. Memlüklerin yardım çağrılarına karşı en küçük bir
girişimde bulunmayan Safeviler muhtemeldir ki, Selim'in Mısır'a
yönelmesinden büyük bir memnuniyet duymuşlar ve şimdilik kur­
tulduklarına bayram eder hale gelmişlerdi.
Kansu Gavri, Osmanlı ordusunun yaklaştığını haber alınca elçi­
leri serbest bırakıp çeşitli hediyelerle beraber yola çıkardı. Kendisi
de Moğolbay Devadar ismindeki bir emirini elçilikle göndermişti.
Elçi, Selim'le Safeviler arasında arabuluculuk görevini üslenmiş
bulunuyordu. Elçiler 9 Ağustos'ta Bucakdere'de iken padişahın
ordugahına geldiler. Zeyrekzade burada padişah katına çıkarak
kendilerine reva görülen muameleyi nakletti. Memlüklerin mak­
sadının düşmanlık olduğunu delilleriyle anlattı. Şehzade Ahmed'in
oğlu Kasım'ı Hama'dan yanına Haleb'e getirttiğini bildirdi.
Elçilere görülen reva, Selim Han'ı oldukça sinirlendirmişti. Ar­
dından huzuruna gayet güzel silahlarla ve savaşçı tavırlarıyla çıkan
Memlük elçisini:
Gavri bu sefareti ifa edecek din alimlerinden birini bulamadı
mı? diyerek azarladı. Moğolbay ölümden devlet adamlarının şefaati
sayesinde kurtuldu.
Moğolbay'ın başını traş ettirip, üzerine yağlı bir çul giydirip
uyuz bir eşeğe bindiren Selim Han: 'Efendine söyle Mercidabık'ta
karşıma çıksın ! ' diyerek Memlük ordugahına geri gönderdi.
Mektubunda ise bu kez Kansu Gavri'yi açıkça tenkit ediyor,
üzerine yürüdüğünü bildirip harp meydanına davet ediyordu.
"Kansu Gavri! Allah şanını ıslah etsin. Cihan değerindeki ve ona
uyulması vacip olan hükm-i şerifim eline geçince bilmiş ol ki: Benim
yüksek yolum Resulullah Efendimiz' in temiz dinini yüceltmek için
şark tarafına idi. Hal böyle iken senin o zalim ve fesatçıyı takviye
etmek hususunda bazı yakışıksız hareketlerin belli olduğu için,
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
·
221
s enin onlardan da aşağı olduğuna hükmederek şahane yürüyüşümü
sen in tarafına çevirdim.
Yenilmez askerlerim v e zafer nişaneleriyle süslü fetih sancak­
ları mla menzil ve mesafeler aşıp gelerek memleketine gireceğim.
Bugün Receb ayının on birinci ( 1 0 Ağustos 1 5 1 6 Pazar) günüdür.
Sa adetle Tocandere denilen yere geldim. Sende de zerre kadar ha­
miyet ve erkeklikten hisse ve içinde bu mertliklere ait bir iz varsa
bir köşeye gizlenmemen gerekir.
Bütün sana bağlı olanlarla hazır olup kılıç ve kalkan yasasına
sırt çevirmeden hangi vaziyet sana kolay görünürse ona göre dav­
ranmakta hiç kusur etme. B ütün gayretinle arzu ettiğin ve gaye
edindiğin mevzii tayin et ve askerimin karşısına çık! Kaderin gizli
perdesi arkasında ne varsa belli olsun:' 1 74
Selim Han 1 8 Ağustos'ta Besni'yi aldı. B urada iken Memlük­
lerin Ayıntab Valisi Yunus B ey gelerek padişahın huzuruna çıktı
ve tabiiyetini arz etti. Haleb'e kadar Osmanlı ordusuna rehberlik
etmeyi üzerine aldı.
Memlük Sultanı Kansu Gavri yanında halife de olduğu halde bü­
tün ordusuyla Haleb'den çıkarak Mercidabık'a gelmiş ve karargahını
kurmuştu. Selim'e son olarak gönderdiği mektupta Haleb'e gelme­
sinin kendi elinde olmayıp ümerasının ısrarıyla olduğunu beyan
ile özür diliyordu. Ancak Mercidabık'a gelmesi aynı zamanda her
şeyin bittiğini de gösteriyor, sözün kılıçlara kaldığını işaret ediyordu.
Osmanlı ordusu 23 Ağustos'ta Tıll-i Habeş denilen yere geldiğin­
de 'yarınki gün ceng ü harbdir! ' diye orduya haber yayıldı. Çerkez
askerinin baskın ihtimali belirdiği için korkulu bir gece geçirildi.
Asker silah ve teçhizatıyla yatarken atlar eğerleri alınmadan emre
hazır bir vaziyette bekletildi.
M E RC İ D A B l K S AVA Ş I
24 Ağustos 1 5 1 6'd a iki ordu "Merci'- i D abık" denilen sahrada
karşı karşıya geldiler. Burası Davud Aleyhisselam'ın kabrinin bu­
lunduğu yerdi. Selim Han'ın Çaldıran'da kazandığı büyük zaferin
üzerinden tam iki yıl geçmişti.
222
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Memlük ordusunun m erkezinde Kansu Gavri bulunuyordu .
Yanında yirmi binden ziyade hassa silahşörleri ile Kahire, İsken.
deriye kuvvetleri, Hicaz bedevi atlıları, Kudüs, Nablus, B a alb ek
askerleri ve Trablus dağlı okçuları yer tutmuştu. Sağ yanında Hal eb
Emirü'l-ümerası Hayırbay Türkmen ve Arap sipahileriyle; solun da
ise birlikleriyle Şam Valisi Sibay cephe almıştı.
Osmanlı birlikleri ise meydana girer girmez adetleri üzere hilal
şeklinde harp nizamında dizildiler.
Ordunun sağ kolunu Anadolu B eylerbeyi Zeynel Paşa, Kara­
man B eylerbeyi Hüsrev Paşa, D ulkadırlı Ş ehsuvaroğlu Ali Bey
ve Ramazanoğlu Mahmud B ey; sol koluna da Rumeli Beylerbeyi
Küçük Sinan Paşa ile Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa
getirilmişti. Padişah ise kapıkulu, yaya ve sipahileri ile merkezi
tutmuştu. Ordunun cephesine ise zincirler ile birbirine bağlı topl ar
yerleştirilmişti.
Güneş doğarken ''Allahu ekber kebiran" avazeleri arasında iki
derya misali asker birbirinin üzerine yürüdü. İki yönden kalkan toz
ve duman asumana peyveste olup, cihan yüzünü bürüdü.
Birbirlerine girmeleriyle birlikte kıyamet gününden bir gün
yaşanmaya başladı. İki tarafın bahadırları mertçe birbirleri üzerine
çullandılar. Şimdi herkes bildiği dövüş sanatını icraya başlamıştı.
Çerkez mızraklıları herkesin koltuk ve kalçalarını nişanlayıp
onlara tauna tutulmuş gibi aman vermezlerdi.
Niceler yaralanmış idi mızrakla
Mızrak eğri büğrü olmuştu çarpmayla
Kanatların bozulmakta olduğunu gören Selim Han, derhal ve­
zirlerinden Sinan Paşayı sağ kola; Yunus Paşayı ise sol kola yöneltip
askerin yüreğine ve bileğine güç kattı. Osmanlı merkez kuvvetlerinin
top ve tüfenk atışlarıyla muharebeye dalmaları bir anda savaşın
seyrini değiştiriverdi.
Cihan değer padişahın bir bakışından
Su gibi aktı askeri sağdan soldan
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
223
Ş öyle çıkar toz duman göğe ağar
İki gözünü feleğin eyledi dar
D üştü yokluk toprağına nice atlı
D öndürdü göğün başını kan buharı
Memlüklerin sağ kolu fırtınaya tutulmuş gibi önce sallandı,
ardın dan dağılmaya yüz tuttu. Hayırbay, Osmanlı ordusunun yağ­
mur gibi ok ve kurşun yağdırmasından göz açamaz hale gelen ve
b ozulmaya başlayan kuvvetlerini alarak süratle Haleb'e doğru çekildi.
Ordusunun b üyük bir kısmının dağıldığını görerek ihanete
uğradığını düşünen Kansu Gavri yine de sonuna kadar kılıcı elden
bırakm amaya kararlı görünüyordu. Bir taraftan da: "Ey ağalar! Da­
yanın! Yiğitlik göstermenin tam zamanıdır. Sabredin ve cesur olun"
diye yüksek sesle bağırarak askerlerini teşvik ediyordu.
Tam bu sırada merkez kuvvetlerinin top ve tüfenk atışları sıra­
sında evren ağızlı kazgan humbarasından yıldırım misali çıkan bir
top mermisi Sultan Kansu Gavri'nin kulağı dibinden geçmekle aklını
şaşkın, halini berbat eyledi. Kulak zarını patlattı. Ciğeri dağlanmış
gücü tükenmişti. Kalp çarpıntısıyla yerinde duramayıp bir adamı
ile beraber kendisini savaş meydanı dışına zor attı. Bir su kıyısında
seccadesin döşetip yattı. O anda yokluk diyarına ayağın bastı. 1 75
Ecel kim her kime çün etti takdir
Ne takdim etti bir saat ne tehir
Artık Memlük ordusunda umumi bir panik ve bozgun başlamıştı.
Başsız kalmalarıyla birlikte gayret kemerleri çözülmüş, kan yutucu
kılıcın korkusundan herkes canını kurtarma sevdasına düşmüştü.
Osmanlı birlikleri ise artık av peşinde koşan avcı gibiydiler. Güneş
doğarken başlayan muharebe öğleye kadar ancak sürmüştü. Memlük
sultanının karargahı bütün eşyasıyla elde edildi. 1 76
Solakzade'nin nakline göre Sultan Gavri Mısır'dan mağrurane
yola çıktığı zaman Selim'i bozguna uğrattıktan sonra İstanbul'a kadar
yürümeyi ve zapt etmeyi düşünüyordu. Bu itibarla askerlerine bol
bol ihsanlarda bulunmak üzere altın ve gümüşlerle dolu hazinesini
224
K ay ı I I / : H a re m ey n H i z m e t i n d e
yanına almıştı. Nitekim yüz kantar halis ayar altın ve iki yüz kantar
gümüş getirmişler idi ki cümlesi Selim Han'a nasip oldu . 1 77
Selim Han savaştan sonra Kansu Gavri'nin durumunun araştı­
rılmasını istedi. Sultanın maiyeti erkanından biri esir edildiğind en
yerini haber verdi. Padişah derhal otağı çavuşlarından birini oraya
gönderdi. Oraya varan çavuş müteveffa sultanın başını kesip huzur- ı
hümayuna getirdi. Çavuş hizmeti karşılığında bahşiş bekle rken ,
padişaha ölü başı kesmeyi hüner addetmek pek garip görün müştü.
Gazaba gelerek derhal çavuşun idamını emretti. Ancak vezi rlerin
ricası üzerine görevinden alarak huzurundan kovdu. 1 78 Ardınd an
sultanın ve diğer Memlük büyüklerinin rütbelerine göre ihtir amla
defnini emir buyurdu.
Sultanın yanı sıra daha birçok ünlü Memlük emiri de ölüler
arasında bulunuyordu. Hanefi baş kadısı hariç diğer mezhep ka­
dıları ile Halife III. el-Mütevekkil esir alınmıştı. Bu zaferle birlikte
Suriye, Lübnan ve Mısır'ın kilidi sayılan Gazze'ye kadar Filistin yolu
Osmanlılara açılmış bulunuyordu. 179
H A D İ M Ü ' L- H A RE M EYN i ' Ş - Ş E Rİ F EY N
Osmanlı birlikleri savaşı müteakip şiddetle kaçanları kovalamaya
girişmişlerdi. Vezir Yunus Paşa kuvvetleriyle süratle hareket ederek
Haleb'e doğru çekilen Hayırbay'ı takibe koyulmuştu. Osmanlı süva­
rileri yel gibi uçan atlarıyla dağları ve ovaları aştılar. Savaşın ertesi
günü Haleb'e girdiler. Karşı çıkanları öldürerek ecel pazarını kurup,
savaş tozlarını kaldırdılar. Hayırbay karşı duramayacağını anlayınca
Hama, Humus ve ardından Şam'a doğru yöneldi. Ancak Yunus Paşa
emrindeki Osmanlı dilaverlerinin takibi devam ediyordu.
Sonunun felaket olacağını sezen Hayırbay, Yunus Paşa'ya bir
adamını göndererek padişah hazretlerine sıdk ile hizmet etmek
niyazında olduğunu bu konuda kendisine vasıta ve yardımcı ol­
masını rica etti.
Yunus Paşa onun evvelden beri Osmanlılardan giden elçilere hoş
ve lütufkar davrandığını bildiğinden kendisine bu konuda memnu­
niyetle yardımcı olacağına dair kesin güvenceler verdi.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
225
B öylece yanına gelmesini temin ederek alıp Selim Han'a getirdi.
Hayırbay, padişahın eşiğini öperek bağlılığını sundu ve iltifatlarına
kavuştu. Yavuz Sultan Selim Han, Mercidabık zaferinden dört gün
so nra 28 Ağustos günü dünyanın en büyük ve zengin şehirlerinden
biri olan Haleb'e girdi. Şehrin büyüğü küçüğü, zengini fakiri istikbal
için yollara dökülmüşlerdi. Kale zabitleri de şehrin anahtarlarını
getirerek bağlılıklarını sundular.
Sultan Selim, Haleb beylerbeyiliğine öncü kumandanı ve Mem­
lüklere elçilik görevini yerine getirmiş bulunan Karaca Ahmed
Paşa'yı, kadılığına ise Çömlekçizade Kemal Çelebi'yi getirdi. Savaş
meydanına yakınlığı sebebiyle Arap ve Çerkez beylerinin emaneten
b ıraktığı para ve mallarından başka Hazine-i Amire'de ele geçen
altın, gümüş ve s air eşyanın haddi hesabı yoktu. B unlar tek tek
deftere geçirildi. Padişah askerlerini zengin bahşişlerle sevindirdi. 1 80
Savaşta tutsak edilen Halife III. el-Mütevekkil Alallah ve mez­
hep kadılarını kabul ederek iyi muamelede bulundu. Selim Han'ın
genelde bu sırada halifeden halifelik alametlerini aldığı rivayet
edilir ki ilk Cuma namazında adının hutbede zikredilmesi bunu
doğrulamaktadır. 181
Haleb B üyük Camii'ndeki Cuma namazında hatib, hutbede hali­
fenin adını zikretmeyerek Selim Han'ın adını andı. Hatibin halifelere
mahsus "Hakimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn" unvanı ile kendisini an­
dığı zaman Selim Han büyük bir dini heyecan ve tevazu içerisinde:
"Hayır, biz buraların hakimi değil hadimiyiz (hizmetçisiyiz) .
Bizim namımızı Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn diye anın'' diyerek
müdahale etti.
B üyük Türk hakanı bu işaretiyle aynı zamanda dedesi Fatih
Sultan Mehmed'i de yad etmiş oluyor ve Osmanlıların dini görüş
ve düşüncelerini yansıtmış bulunuyordu.
Zira Fatih Sultan Mehmed, Mısır sultanına gönderdiği bir
namesinde kendisine Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn diye hitapta
bulunduğunda Mısır sultanı bunu bir hakaret olarak kabul etmişti.
226
Kayı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Selim Han'ın şimdi baş tacı olarak kabul ettiği b u unvanı, ken ­
disinden sonraki bütün Osmanlı padişahları da en büyük şe re f
addederek kullanacaklardır. Nitekim Selim Han namı bu şekilde
anıldığında, heyecanı içerisinde gözyaşlarını tutamamış ve şükür
secdesine kapanmıştır. Bu hal cemaatin de büyük bir heyecana ka­
pılmasına ve Selim'e candan bağlanmasına yol açmıştır. Nam azdan
sonra padişah pek kıymeti haiz kaftanını çıkararak hatibe b ağış­
lamıştır. 1 8 2
Haleb'd e on sekiz gün kalan padişah, 1 5 Eylül günü tekrar hare­
kete geçti. 19 Eylül'de Asi Irmağı kenarında yer alan bağ ve bahçe­
leri ile ünlü Hama'ya girdi. Burayı bir sancak addederek idaresini
Güzelce Kasım B ey'e verdi. 2 1 Eylül'de Humus'a gelen padiş ah,
buranın idaresine İhtimanoğlu Kasım B ey'i getirdi. Burada S u riye
Fatihi Halid bin Velid hazretlerine addedilen makamı ziyaret eden
Selim Han, Şam yolunu tuttu. 1 8 3
27 Eylül'de padişahın muzaffer sancakları Emevilerin tarihi
başkenti Şam'da dalgalanmaya başladı.
S İ N Ş l N 'A G İ Rİ N C E . . .
Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şam şehri
Müslüman coğrafyacıların Riyaz-ı Cennet (cennet bahçeleri) di­
yerek niteledikleri dört vadiden biri olan Guta Sahrası üzerinde
yükselmekteydi. Fetihten sonra Osmanlılar için beşinci mühim
şehir hüviyetine bürünmüştür. Osmanlılar Şam'ı takiben cennet
kokulu manasına cennet- meşam derlerdi.
Padişah kışın dört ayını geçirdiği bu güzide beldede boş vakitle­
rini Emevi halifelerinin ve nice büyük hükümdarların ikametgahı
olan şehrin abidelerini ve İslam'ın en meşhur meşayihinin türbe­
lerini ziyaretle geçirdi.
Şam'daki en dikkate değer hadiselerden biri Muhyiddin-i
Arabi'nin kabrinin bulunması oldu. Endülüs'teki Mürsiyye kasa­
basında doğan Muhyiddin-i Arabi, meşhur Tayy kabilesine mensup
olup cömertliğiyle meşhur Adiy bin Hatem'in kardeşi Abdullah
bin Hatem' in neslindendir. Endülüs, Fas, Tunus, Mısır ve Mekke-i
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
227
Mükerreme'de bulunarak tefsir, hadis, fıkıh, kıraat gibi p ek çok
iliml erde büyük alim oldu. Tasavvuf büyüklerinin sohbetlerinde
yetişti. Konya ve Şam'd a binlerce talebe yetiştirmiş olup, pek çok
kıymetli eserin sahibidir.
Muhyiddin-i Arabi, bazı garip sözlerinden dolayı anlaşılamamış
ve zam anın idarecileri tarafından idam edilmiştir. Şam'da kendisiyle
görü şen bir grup kimseye: "Sizin taptığınız benim ayağımın altın­
dadır" sözü, belki de bardağı taşıran son damla olmuştu.
Şam halkı onun büyüklüğünü anlayamadıklarından mezar yerini
çöplük yapmışlar, bundan dolayı da kabri belirsiz olmuştu. Sonradan
tasavvuf muarızları da bu büyük veli hakkında yanlış mütalaalarda
bulunmuşlardır.
Onun, muamma tarzında s öylediği "Dehale fi's -sin ile'ş - şın.
Zahare kabrihi Muhyiddin" (Sin Şın'a girdiği zaman Muhyiddin'in
kabri açığa çıkar! ) sözü dillerde kalmıştı. 1 84
Nihayet vefatından 275 sene sonra S elim Han'ın Şam'a gelerek
Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin kabir yerini buldurmasıyla bir­
likte bu muamma çözülmüş oldu. Bu büyük velinin sinden maksadı
Selim, şından maksadının da Şam olduğu anlaşılmıştı.
Selim Han bununla da kalmadı. Onun öldürülmesine ve asırlar­
dır yanlış bilinmesine neden olan sözünün gerçek manasını tespit
ettirmek istedi.
Mezarının ayak ucunu kazdırdığında bir küp altın ortaya çıktı.
Buradan onun insanlara "Evet siz zahiren, 'Biz Allahu Teala'ya
tapıyoruz' diyorsunuz amma, kalbinizde altın ve gümüş var, para
muhabbeti var" dediği zahir oldu.
Selim Han bu büyük velinin kabrini temizleterek üzerine güzel
bir türbe, yanına bir cami ve imaret yapılmasını emretti.
Selim Han Şam'da İslam dini mimarisinin en muazzam örnekle­
rinden biri olan Emeviyye Camii'ni de ziyaret etti. Burası sütunları­
nın ihtişamı, kubbelerinin çokluğu, hatlarının zarafeti, mihrapları­
nın serveti, minare ve minberlerinin adedi bakımından gerçekten
şaheserdi. Emevi halifelerinden Velid bin Abdülmelik zamanında
228
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
bugünkü halini alan camide dört mezhebe ait, dört sınıfa ayrılm ış,
on altı imam görev yapıyor; üç minaresinden yetmiş beş müezzin
ezan-ı Muhammedi'yi okuyordu.
Cami aynı zamanda devrin en büyük ilim merkezi konumunday­
dı. Burada on bir ilim halkası, beş hadis halkası, yüz yirmi Kur'an
okutma ve talim halkası bulunuyor; yüzlerle kişi bu halkalarda ders
görüyordu. Emeviyye Camii'nin bu özelliği Osmanlı Devleti'nin
son zamanlarına kadar devam etmiştir.
S elim Han Şam'a geldiğinde meşhur alimlerden Muhammed
B edahşi Hazretleri bu camide kalmakta ve ders vermekteydi. Pa­
dişah kendisini ziyarete vardı ve huzurunda edeple oturdu. Bir saat
karşılıklı oturdukları halde hiçbir şey konuşmamışlardı. Sonunda
hekimbaşı ve musahip Ahi Çelebi laf açarak Şam'ın havası ve suyuyla
ilgili sözler sarf etmeye başladı.
Padişah huzursuz olmuştu. Hekimbaşının sözünü keserek şeyh­
ten dua diledi. Muhammed B edahşi Hazretleri ise:
"Siz Cenab - ı Hakk'ın lütf u ihsanıyla gözdesiniz. Müslümanları
koruyan ve onlara dayanak olansınız. D uanız her zaman kabul
görür. Biz duayı sizden umarız" dedi. Selim Han büyük bir tevazu
içerisinde tekrar dua ricasında bulundu. Şeyh hazretleri:
"Sultanım ikimiz de büyük bir mesuliyet altındayız. Boynumuzda
kulluk halkası vardır. Yerlerin ve göklerin yüklenmekten kaçındıkları
mesuliyeti biz yüklendik.
Siz ise sultanım, yükünüzü biraz daha ağırlaştırdınız. Saltanat
yükü üzerine bir de hilafeti yüklenerek taşınması güç bir yükün
altına girdiniz. Resulullah efendimizin: 'Hepiniz bir sürünün ço­
banı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde
ve emirleriniz altında olanları cehennemden korumalısınız. Onlara
Müslümanlığı öğretmelisiniz. Öğretmez iseniz mesul olacaksınız'
mübarek sözleri rehberiniz olsun. Çok meşakkatli ve külfetli bir
yolda bulunuyorsunuz. Hak muininiz olsun:' 1 85
Selim Han bu mübarek ve çok sevdiği zatın huzurundan ayrıldı­
ğında mecliste hazır bulunanlardan birisi: "Sultanım hep dinlediniz,
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
.
229
hiç konuşmadınız" diye sorunca padişah: "Büyük velilerin meclis ve
mah felinde onlar susar veya konuşurken başkasının konuşması edep
dışı sayılır. Bulunduğumuz makam edep makamı idi. Bize sadece
din lemek düşerdi. Nitekim biz de öyle yaptık. O esrar ve hikmet
meclisinde ben sadece bir zerre sayılırdım. Benim konuşmamı layık
g örmüş olsaydı, elbette ki böyle bir işarette bulunurdu" dedi. Padi­
şahın, esrar ve hikmet meclisi diye nitelediği şeyhin sohbetinden
fevkalade memnun kaldığı anlaşılıyordu.
Bu arada Selim Han, Gazze'ye kadar Memlük topraklarını ele
geçirdikten sonra ne yapılması g erektiği hususunda vezirleri ve ileri
g elenleri ile müşavere etmişti. Sözü ilk olarak meşhur Memlüklü
emirlerinden Hayırbay aldı:
"Devletlü ve ş evketlü padişahım. H aleb ve Ş am'ı ele geçirip
teşrif buyurdunuz. Mısır ülkesinin mübarek nazarınızdan behre­
mend olmaması nam ve namus- ı saltanata layık değildir. Hususan
Haremeyn-i Şerifeyn hizmetine taht ve taç sahibi olanların canla
talep kıldıkları ve muhtaç oldukları güneş gibi zahirdir" sözleri ile
seferin devamından yana olduğunu bildirdi.
Selim Han'ın Veziriazam Yunus Paşa'ya dönerek: "Sen ne dersin?"
demesi üzerine o da: "Emr ü ferman yüce padişahımındır. Sizler
daha iyi bilirsiniz. Bu kullarının hatırına gelen budur ki, Karaman
ilinden Şam'a g elinceye değin bu kadar memleket tasarrufunuz altına
g irdi. Bunlar hıfz u hıraset olunup Mısır'ın fethi bir müddet geriye
bırakılmak münasip görünür. Zira Mısır çok geniş bir beldedir.
Zapt edildikten sonra elde tutulması oldukça güçtür. Bir de kendi
memalik-i mahrusemizden oldukça uzak düşmüş oluruz. Şayet geri
dönmeyi gerektirecek bir hal vuku bulursa çok zahmet çekeriz. Bir
taraftan Arap kabileleri, bir taraftan Çerkez askerleri fitne çıkarıp
çok g üçlük verebilirler" diyerek daha ileriye yürünmesi karşısındaki
zorlukları dile getirdi. 1 86
Buna rağmen Selim Han, Mısır alınmadıkça zaferin neticelerinin
elde edilemeyeceğini düşünüyordu.
230
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
F E RM A N I M A B A Ş E C:; E S İ N !
Selim Han'ın Şam'a girdiği sıralarda Mercidabık Muharebe si'n i
müteakip Mısır'a kaçan ve Kahire'd e toplanan Memlük emi rle ri
çeşitli tartışmalar neticesinde Tum anbay'ı sultan ilan etmişlerdi
( 1 0 Ekim 1 5 1 6 ) . 1 87 Bu durum üzerine S elim Han, Mısır üzerine
yürümeden evvel Tumanbay'a bir mektup göndererek namına para
bastırıp hutbe okutması karşılığında Gazze'd en öteye olan Mısır
topraklarını Memlüklere bırakmak istediğini bildirdi.
Zaimlerden Çerkez Murad Bey'le gönderdiği mektubunda Selim
Han şöyle diyordu :
"Cenab -ı Hakk'ın yardımı ile S evgili Peygamberimiz'in nuru
yolumun rehberi olup Allah ve Resulü'nün düşmanlarını dağıtmak
niyetiyle İslam'ın ana caddesinden bid'at dikenlerini kaldırmak
üzere gayret dizginlerini çekmiş bulunmaktayım. Asıl maksadım,
Erdebil Rafızilerinin başbuğu bozgunluğa batmış Şah İsmail'i ez m ek
ve Acem diyarını ehl-i sünnet inancında olanlara yurt kılmak ve
hak mezhep ilkelerini o ülkelerde yaymakla cihandarlık töresini
yerine getirmektir.
Bunun içindir ki zafer sahibi askerlerimle ol yöne yönelmeye
niyet ederek yola çıktım . Onun varlık ağacını kökünden devirmek
göze aldığım ve ödenmesi gereken borcum olmuştu. Lakin akılsız
Gavri, düştüğü hırsla zaferleri gölge edinen askerlerimin yolunu
kesince, "Önce yoldaki engelleri gider" vecizesine uyarak kılıcın
yalazasıyla onu ve yoldaşlarını yokluk kapısına ilettim ve unutulmaz
bir ders verdim .
Zamanın akışı darda kaldı andan
Zaman ki zamaneye vermedi aman
Cihanı yaratanın yoldaşlığıyla ol topraklara sahip ve hakim
oldum . "Komşusuna sıkıntı verenin evini Allah sıkıntıya düşene
armağan eder" atasözü gereği ol sıkıntı verici komşu ve e d epsizler
başbuğu elinde olan diyar adamlarımın yönetimine girip, adaletle
idare edilmeye başlandı. Halkın işlerine düzen vermek huzurunu
Ya v u z S ıı l t a n S e l i m H a n
23 1
sağlamak ve Beytü' l-harem mahfillerini hazırlamak, bundan böyle
gem almaz atımın boynuna borç olmuştur.
İmdi gerektir ki, sen dahi ol kötü kişinin gidişinden ve serkeşlik
atına bin işinden uzak durasın. Anın başına gelen ürkütücü olaydan
ibret alıp öğüt tutasın!
Anın halinden kendi halin hesap eyle !
Şanlı adımızla paranı tazele! Bağlılık duygularıyla minberler­
de, hutbelerde ulu adım söyle! Mutluluk saçan kapıma gelip ulu
tahtıma yüz sür!
Şayet bana itaat etmezsen Mısır'a gelirim. Bu da sana ve asker­
lerine acı bir ölüm getirir! "
Fermana eğer baş eğersen
Virülür sana taht ve tac bizden
Amma boş yere kavga eder gönül ey/ersen
Yersin cezanı keskin kılıçla askerden
Ne Çerkez dayanır bana ne Mısır, ne Şam
Kılıcı m suyunda boğulur herkes tamam
Kelleler düşer adım adım askerinden
Mısır'ın Nil'i kızıl boyanır kan renginden188
Mektubun tesirinde kalan Tumanbay, Selim'in şartlarını kabul
edip, sulh yapmak istedi ise de yanında bulunan emirler, şiddetle
karşı koyarak elçiyi öldürdüler.
Tumanbay ardından emirlerinden Canberdi Gazali'ye Şam na­
ipliğini vererek beş bin okç u mızraklı Çerkez ile Gazze b ölgesine
gönderdi. Canberdi Gazali, padişahın geri dönmesi ile birlikte Şam
diyarı na yeniden hakim olacak ve eski kanunlarını yürürlüğe ko ­
yacaktı.
Anlaşılacağı üzere yen i Iv1emlük sultanı ve Mısır beyleri Suriye
ve Kilikya'nın zaptını geçici görüyorlar, Yavuz'un da Cengiz ve
Timur Han gibi Mısı r üzerine gel emeyerek Suriye ve Filistin'den
döneceğini düşünüyorlard ı.
232
K a y ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Ariş denilen b ölgeye gelen Canberdi G azali, Sinan Paşa'nı n
Remle'de olduğunu haber alınca daha ileriye gidemedi. Arap kabi­
lelerini teşkilatlandırarak pusu yerlerine gönderdi. Sinan Paşa'nın
üzerine gelmesi karşısında araya alıp, onu vurkaç taktikleriyle boz­
mayı planlamıştı.
Sinan Paşa ise; "Gecikmede afet vardır" düşüncesi ile Canberdi
Gazali'ye daha fazla toparlanma ve kuvvet toplama fırsatı vermeden
dağıtmayı planlıyordu.
Düşman birliklerinden çekindiği imaj ını vererek ani olarak
geriye, Gazze'ye doğru yöneldi. Canberdi Gazali planı sezememişti.
Osmanlı birliklerini süratle takibe koyuldu. Han Yunus kasabası
civarına geldiğinde Sinan Paşa'nın birliklerini karşısında gördü.
Sabahleyin başlayıp ikindi vaktine kadar devam eden şiddetli çar­
pışmayı Osmanlılar kazandı. Memlükler dokuz bin civarında ölü
verirken Canberdi Gazali kalan bin atlısı ile perişan bir halde Mısır'a
doğru kaçtı. 1 89
ORDU. S I NA ÇÖLÜ'N D E . . .
Öte yandan Tumanbay'ın elçilerini öldürtmesine, Selim Han'ın
fena halde canı sıkılmıştı. Bu olay Mısır seferini hazırlayan en önemli
sebeplerden biri oldu. Artık ilk çağlardan beri hiçbir hükümdarın
geçmeye cesaret edemediği, Suriye'yi Mısır'dan ayıran Sina Çölü'nü
aşabilmek için her türlü tedbirlerin alınmasına bizzat nezaret edi­
yordu. Askere gereken suyun nakli için birkaç bin deve satın alındı.
Mısır'ın fethini teşvik için askerlerine ikişer bin akçe dağıttı.
Hazırlıklarını tamamlayan cihangir Osmanlı padişahı, Mısır'ın
fethi niyetiyle 20 Aralık'ta Şam'd an harekete geçti. Muzaffer ordusu­
nu Gazze'd en Remle'ye doğru gönderirken kendisi yanında birkaç
mahremi, Hasan Can ve büyük alim İdris-i Bitlisi olduğu halde
Kudüs'e geldi. Yol güvenliği kalmamış ve her taraf çöl Araplarıyla
dolu tehlikeli bir halde iken tanyerinin ağırışından güneşin batışına
dek çölü aşıp, bir gün içinde Beyt-i Mukaddes'e ulaştı. On iki bin
kandille aydınlatılmış olan Mescid- i Aksa'da iki rekat hacet namazı
233
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
kıldı. Sabahı beklemeksizin peygamberlerin mezarlarını ve İbrahim
Aleyhisselam'ın ilk kurban kestiği Sahretullah'ı ziyaret etti.
Ertesi sabah hava soğuk ve karlı olmakla b erab er İbrahim
Aleyhisselam'ın kabrini ziyaret için Halilü'r- Rahman'a giden Selim
H an, Askalan yoluyla tekrar ordusuna kavuştu. 1 90
Selim Han, Gazze'nin doğusunda Ayn-ı Safa mevkiine geldiğinde
Veziriazam Sinan Paşa tarafından karşılandı. Padişah muzafferiyet­
lerinden büyük mem nuniyet duyduğu Sinan Paşa'yı murassa bir
kılıçla ödüllendirdi. Askerini ihsanlara boğdu.
Selim Han'ın Şam ve Haleb'de ele geçirilen hazineleri dağıtması
ve bunları askerin ihtiyaçlarına harcaması, Vezir Hüseyin Paşa'nın
itirazlarına yol açmıştı. Paşa, bu paraya duyulacak ihtiyacın yanı
sıra Gazze'den Mısır'a yürümenin zorluklarını da dile getirmiş ve
çölü geçmenin zorluklarını belirtmişti.
Gazze'den geçmen ki kumdur yok mecal
Çok zarar var şaha aiddür vebal
Bu seferde halka çok noksan ider
Leşkeri bu yolda sergerdan ider
Rumi çıkmaz kum içinden bi-güman
Hep helak olur sipah ey Cem -nişan
Kanına girme bu cemün Şam'a dön
Göçdüğün yurda saadet-birle kon * 191
Şam'da Mısır seferi kararını vermiş v e bu uğurda harekete geç­
miş bulunan cihangir padişahın canı oldukça sıkılmış, gazabı ateşe
almıştı.
Kapıcılar kethüdasını göndererek paşayı çadırına vardığı gibi
varlık ülkesinden yokluk gecesine yolcu ettirdi. 192
mecal:
hesiz;
güç, kuvvet, takat; leşker: asker; sergerdan: şaşkın, perişan; bi-güman: şüp­
sipah:
saadetle.
asker;
Cem-nişan:
Cem alametli;
cemün:
topluluğun;
saadet-birle:
234
K ay ı I I I : H a re m ey n H i � m e t i n d e
Gerçekten de devlet adamlarını endişeye ve korkuya düşüren çöl,
Mısır'ı hedef edinen Osmanlı ordusu için büyük bir engeldi. Katya
kumluğu denmekle meşhur Sina Çölü hakkında kaynaklarda ifade
edildiğine göre sadece tabi zorluklar değil; bedevi Araplar da büyük
bir tehlike teşkil edecekti. Hoca Sadeddin Efendi'nin ifadesiyle:
"Gazze ile Salih iye arası sekiz konaktır. Araplarla dolu korkulu
bir çöldür. Serapların kaynaştığı susuz bir bölge olup, dinç develer
burada hörgüçlerine dek kuma batarlardı. Öyle bir kum deryası
idi ki, fil yapılı binekler ol bomboş çölde karınca, çekirge sür üleri
saldırılarından şaşkına dönerlerdi. Bu denli zorlu yollq_rdan sayıya
gelmez askerle geçmek olacak iş değildi. Daha uygun yollar dan
uzaktan dolanarak ol aşılması güç bölgeyi geçmek ise, büyük ha­
zırl ıkları gerektiriyordu:' 1 93
Gerçekten de Moğolların, Timur Han'ın ve dünya'yı açan cihan­
girlerin girmeyi göze alamadıkları bir çöldü burası. Selim Han'ın
geçtiği mevsimde gündüz sıcaklık kırk dereceye ulaşırken, gece
ise sıfır dereceye düşüp insanı donduracak bir hal alıyordu. Bu,
insan bünyesini perişan edecek bir durumdu. Devlet adamlarının
ekseriyeti girilmez düşüncesinde olduğu halde Hüseyin Paşanın
akıbeti üzerine seslerini çıkaramaz olmuşlardı.
Selim Han bir hafta süre kaldığı Gazze'd e bir taraftan çölü ge­
çebilmek için hazırlıklarını gördürürken, diğer taraftan da Kurban
Bayramı'nı eda etti. Kansu Gavri'nin ordusundan ele geçirilen zahire
ve yiyecekleri develere yükletti. Binlerle su kırbası hazırlattı. Atların
ayakları altına sıcağa dayanıklı özel keçeler sardırttı.
Kim ki ülkelere hakim olmak ister
Anın zorluklarına sabırla göğüs gerer
Nihayet hazırlıklarını tamamlayan Selim Han, bayram günleri
biter bitmez ordusunu Katya kumluğuna doğru harekete geçirip,
konakları ve durakları aşmaya başladı. Ordu iki menzili bir ederek
gitmekte fakat çölün ince ve kızgın kumu yollarını bağlamaktaydı.
Güneş beyinlerini kaynatırken fezada bulut kendilerine hiç misafir
olmazdı. Yolda su olarak gördükleri her şey bir serap olarak karşı-
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
235
larına çıkardı. Yel estiğinde ise sanki bir kum fırtınasına tutulmuş
gibi olurlardı.
El-Ariş denilen yere geldiklerinde suları kalmamış bulunuyordu.
Susuzluktan ciğerler sanki kebap olmuştu. Bazı konaklarda akşam ­
dan seher vaktine ve seherlerden yatsıya değin devamlı gitmekte
idiler. Kabr-i Sai denilen yerde akşam namazı için durduklarında
aske rin etrafını çöl bedevilerinin sardığını gördüler. O gece aç ve
h ırsız bedeviler sık sık baskınlar vererek ordunun pek çok koyun
ve erzakını yağmaladılar. Padişah, o gece Cenab-ı Hakk'a tazarru
ve niyaz da bulundu.
Ertesi gün ( 2 1 Zilhicce/ 1 5 O cak Perşembe) Katya m evkiine
varıldığında görülmemiş yağmurlar yağdı. Çöller suya gark oldu.
Asker ferahlamış, sanki bu durumu fethe alamet gibi görmüşlerdi. 1 94
Hükümdar Katya çölüne vardığı zaman
Zeminin tıpkı kaynar bir deniz gibi olduğunu gördü
Çöldeki aşırı kuraklık ve su sıkıntısı yüzünden
Nice padişahlar ondan yüz çevirmişlerdi
Alemin sığınağı olan Allah ( celle celalüh) hükümdarın başına;
Kara buluttan inciler yağdırdı
Gökyüzü onun başına altınlar saçtı
Ayağının altı nda yeşillikler bitti195
Yola devamla Biyr e d - D evidar, S alihiye ve Bulbis geçilerek
Hanki'ye konuldu. Geceleri sık sık ve ani olarak her taraftan Arap
bedevilerinin saldırıları artmıştı. Zira Memlük Sultanı Tumanbay
her Türk askeri başı için ağırlığınca altınlar vadetmekteydi. Nihayet
Sinan Paşa, Şehsuvaroğlu Ali Bey ve Hayırbay bir kısım kuvvetlerle
pusuya yatıp gizlendiler. Gece erişip bedeviler yine yağma için
baskın verdiklerinde Osmanlı kılıcının tadını aldılar. Ne olduk­
larını dahi anlayamamışlardı. Çoğu kılıçtan geçirilirken bir kısmı
gece karanlığından istifade ile kurtulabildi. Bir daha da saldırmaya
cesaret edemediler. 1 96
236
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
T U MAN B AY
Öte yandan yeni Mısır Sultanı Tumanbay önce Mercidab ık ve
ardından da Han Yunus'ta aldığı iki ağır yenilgi ile moral, tech izat
ve sayıca fevkalade yıpranmış bulunan Memlük ordusunu yeni de n
tanzim ve techiz etmek için olağanüstü gayret sarf etmekteydi. Yaşlı­
genç bütün Memlükleri cepheye sürdüğü gibi, şehir halkından,
bedevi Araplardan, Zenciler ve Mağriplilerden kalabalık ısayıda
asker toplayarak Kahire içinde ve dışında savunma tedbirleri aldı.
Neticede elli bin kişilik kuvvetini mükemmel bir şekilde dona­
tarak savaşa hazır hale getirmişti. Harp cephesi olarak Kahire'nin
kuzeydoğusundaki el- Mukattam Dağı'ndan Nil Nehri'ne kadar
uzanan Kahire'nin banliyösü konumundaki Ridaniye denilen mevkii
seçmişti. Avrupa'dan iki yüz kadar top ile bunları kullanacak topçular
getirtmişti. Toplar, Osmanlı ordusunun geliş yönündeki Kahire'ye
doğru tek giriş noktası olan ve Adiliye denilen mıntıkaya konul­
muştu. Yalnız bu toplar yere çakılı olup, istenilen tarafa mane vra
yapmak kabiliyetine sahip değildi. Hendekler ve siperler kazılmış,
içerisine tüfenkli guruplar yerleştirilmişti. Burada yapılacak mu­
harebe Osmanlılar için Mercidabık Muharebesi'nden daha zor ve
tehlikeli idi. Burası aşılamadan Kahire'ye girilemezdi.
Savaş yerleşimine göre Tumanbay'ın doğrudan bir meydan har­
bine girişmeyeceği anlaşılıyordu. O, Osmanlıları önce ölüm kusan
topları ve tüfenkli gurupları ile sarsacak, ardından vurkaç taktikleri
ile bozguna uğratacak ve şayet geri çekilmelerini sağlayabilirse Sina
çöllerinde imha edecekti. Gerçekten de bu kadar müstahkem bir
cepheye çarpacak olan Osmanlı ordusu dağılabilir veya çok büyük
zayiat verebilirdi. 1 97
Memlükler yüzlerce yıldır ellerinde tuttukları toprakların son
ve en önemli kısmını nihayete kadar savunmaya kararlı görünüyor­
lardı. Zira bu savaşın mağlubiyetle neticelenmesi halinde her şeyin
biteceğinin bilincindeydiler. Memlük süvarisi şecaat ve yiğitlikte
O s manlılardan aşağı bir durumda değildi. B aşlarında bulunan
Tumanbay da kahraman, kudretli ve çok sevilen bir liderdi. Ayrıca
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
237
Me mlükler topografya şartlarına tam manasıyla hakim iken, Os­
m anlılar ise ilk kez bu bölgede hareket halinde idiler.
Bu itibarla Selim Han son derece dikkatli hareket ediyor, düşma­
nın plan ve proj elerinden günü gününe haberler almaya çalışıyordu.
Nitekim 1 7 Ocak'ta Kahire'ye yakın Salihiye kasabasına konuldu­
ğunda Sinan Paşa gelerek Selim Han'a Memlüklerin askeri vaziyeti
ile ilgili mükemmel bir rapor sundu. Selim Han, Tumanbay'ın askeri
tertiplerinden ve mevzilerinden tam manasıyla haberdar olmuştu.
Bunun üzerine Memlüklerin akıllarından bile geçiremeyecekleri
bir plan tertipledi. 2 1 Ocak akşamı ulaştığı Ridaniye'de birkaç alayı
Memlük kuvvetleri karşısında konuşlandırdı. Kendisi ise geceleyin
asıl birlikleriyle güneye doğru hareketle el- Mukattam Dağı'nı dola­
şarak Memlük mevzilerinin arkasına düştü. Bu dahiyane manevra,
Memlük ordusunun en çok bel bağladığı toplarından ve günlerdir
hazırladıkları siper ve hendeklerinden yararlanma imkanını sıfır­
lamıştı. Memlükler, Osmanlı ordusunun arkalarında yer aldığını
şaşkınlıkla fark ettiler. 1 98 Memlük çakılı topçusu ters istikamete
doğru yöneldiği için bir tek gülle bile atamayacaktı. Artık iş meydan
harbine kalmış buluyordu.
Rİ DA N İ Y E S AVA Ş I
25 Ocak 1 5 1 7 günü Osmanlı ordusunun merkezinde Veziriazam
Sinan Paşa bulunuyordu. Sağ kolda Anadolu Beylerbeyi Mustafa
Paşa, Dulkadırlı birlikleriyle Şehsuvaroğlu Ali Bey ve Akkoyunlu
Beyi Ferruhşad Bey yer almıştı. Sol kolda ise Rumeli askerlerinin
başında olarak İkinci Vezir Yunus Paşa bulunuyordu. 1 99
Osmanlı ordusunun geliş yönü ve manevra taktikleri ile Mem­
lüklerin toplarını kullanma ve değerlendirme imkanları ortadan
kalkmıştı. Buna rağmen savaşa son derece istekli ve arzulu başladı­
lar. Ok ve tüfekler birbirleri üzerine yağmur ve dolu gibi yağmaya
başladı. Etraf barut dumanı içerisinde kaldı. Ardından bütün hatlar
şiddetle birbirlerine girdiler.
Oklar tende yaralar açıp, ciğerler kanla çeşme oldu.
238
K ay ı i l i : H a re m e y n H i z m e t i n d e
Kılıcın yüzü kanlı s u olup, bulutun şekli kan havası ile gözükmek­
teydi. Kılıçların parıltısı ateşe ve kılıçların her biri yılana benz erdi.
Çok kimsenin ömür güneşi tutulup, kumru ecel hepsinde tutuklu
oldu. Dilenci ve emir bir olup, kılıç ve altı dilli topuzlar durmaz
can alırdı.
İnsan kanı nehir ve ırmak olup sanki akan ikinci bir Nil, ceset
ve ölülerle her köşe dolu, yaralılar dört bir yanı kaplamışliı.200
Tumanbay savaşın gittikçe aleyhlerine döndüğünü anlamakta
gecikmedi. Muharebeyi ancak Selim Han'ı saf dışı bırakarak kaza­
nabilirdi. Bu itibarla yanında en şeci generalleri Al�nbay ve Kurtbay
ile tamamen zırhlar giyinmiş vurucu birliği olduğu' halde Osmanlı
merkez sancakları üzerine süratle yürüdüler. Selim Han'ı ölü veya
diri ele geçirerek neticeye varmak istiyorlardı.
Gerçekten Tumanbay'ın emrindeki birliklerin saldırısı çok ani
ve şiddetli olmuştu. Osmanlı birliklerinin arasından neredeyse
yıldırım ya da fırtına gibi geçmişler; merkez hattını yönetmekte
olan Veziriazam Sinan Paşa dilaverleriyle karşı karşıya gelmişlerdi.
Sinan Paşa'nın yanında Ramazanoğlu Mahmud Bey ile Hazinedar
Ali Ağa bulunuyordu.
"Alemlere gölge salan padişah uğrunda can vermek iftiharımız
kılıç karşısında yüz geri etmek utancımızdır" diyen Sinan Paşa da
kolları sıvayıp meydana daldı. Yüreklendirici sözlerle gönülleri
pekiştirdi. Şimdi bu hatta ölümüne bir mücadele başlamıştı.
İşte bu ölümüne çarpışma sırasında Sinan Paşa bir ok isabetiyle
yaralandı. Kendisini hemen atından indirip mahfeye aldılar. Fakat
o, "Bana nesne lazım gelmez" diyerek savaş alanını terk etmeyip
yeni öğütler verdi. Bozgunun umumileşmesini önledi.
Sinan Paşa'nın yaralandığını duyan padişah, derhal sipahi bir­
liklerini, ağaları Bali Ağa başlarında olduğu halde o hatta kaydırdı.
Şimdi de Osmanlı cengaverlerinin amansız saldırıları başlamış­
tı. Özellikle Anadolu Beylerbeyi Mustafa Paşa emrindeki yiğitler
fırtınayı andıran acımasız hamlelerle Memlükleri başak gibi ezip
geçtiler. 20 1
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
239
Muvaffakiyetten tamamen ümidini kesen Tumanbay, savaş mey­
danından kaçarak kurtuldu. Ridaniye ordugahı bütün topları ve
mühimmatı ile zapt edildi.
Memlükler var olma mücadelesinde son harp oluşun verdiği
h ırs ve azimle gerçekten de şiddetle vuruşmuşlardı. Nitekim savaş
meydanında yirmi beş bin ölü vermeleri bunu açıkça göstermektedir.
İleri gelen Memlüklü devlet adamlarından emir Sala h Erkınas, Mir
Bahş Bay, Mirahur-ı kebir Ons Bay, Emirü' l-ulema Ast Bay, Tola Bay,
Canbolat Bey, Kayrabay ve daha nice namlı beyleri ölüler arasında
idi. 2 0 2 Alan bay ağır yaralı olarak kaçmış ve az sonra da vefat etmiştir.
Esir edilen Kurtbay ise öldürülecektir.
Osmanlı ordusundan da Veziriazam Hadım Sinan Paşa ile Ra­
mazanoğlu Mahmud Bey, eski hazinedar Ali Ağa ve Memlüklerden
kaçarak Osmanlı hizmetine giren eski Ayıntab B eyi Yunus Bey
şehit oldular.
Selim Han geceyi Ridaniye Sahrası'nda geçirdi. Ertesi gün başta
Veziriazam Sinan Paşa olmak üzere Osmanlı şehitlerinin cenaze
törenleri yapıldı. Bu törende Selim Han pek müteessir olmuştu .
Yanındakilere: " Yusuf Aleyhiss elam'ın tahtına nail oldum, fakat
Sinan gibi sadık ve cesur serdarımdan ayrıldım. Bir memleket ona
bedel olamaz"203 sözleriyle üzüntüsünü ve onun, yanındaki değerini
işaret etmiştir.
S E L İ M H A N , Y U S U F N E B İ TA H T I N DA
Ridaniye'ye bitişik Adiliye'de kurulan görkemli otağına yerleşen
Selim Han, Tumanbay'ın yakalanması ve Kahire'nin teslim alınması
üzere devlet adamlarına emirler verdi. Bunun üzerine 24 Ocak'ta
Osmanlılar dünyanın en büyük ve zengin şehirlerinden biri sayılan
Kahire'ye girdi. Karşı koyan Memlük askerleri öldürüldü. Aynı gün
kılınan Cuma namazında Kahire camilerinde hutbe S elim Han'ın
adına okundu. Kahire'de sokak çatışmaları durmaksızın devam
ediyordu.
Selim Han Ridaniye'de dört gün kaldıktan sonra karargahını Nil
kıyısında Bulak denilen mevkide kurdu.
240
K a y ı I I / : H a re m ey n H i z m e t i n d e
O gece haberciler Tumanbay'ın ordugaha büyük bir baskın ya­
pacağı haberini getirdiler. Osmanlı ordusu tam bir teyakkuz duru­
munda idi. Tumanbay Osmanlıların durumdan haberdar oldukların ı
ve hazır beklediklerini anlayınca bu defa on bin civarında Memlük
ve Arap askeri ile ansızın Kahire'ye girdi. Şehrin önemli bir kısmını
ele geçirerek caddelerin giriş çıkışlarını tutup hendekler kazdırdı.
Muhtemelen böyle bir baskın beklenmediğinden ve halka(.da zarar
verilmek istenmediğinden şehirde küçük bir Osmanlı birliği bırakılmıştı. Memlükler bunların neredeyse tamamını ölqürdüler. 204
Sabahleyin Memlüklerin faaliyetlerinden ve Osmanlı askerleri­
nin öldürülmesinden haberdar olan Selim Han'ın gazabı Nil Nehri
gibi kabarmıştı. Hemen o anda Vezir Yunus Paşa'yı B eylerbeyi
Mustafa Paşayı ve Yeniçeri Ağası Ayas Ağa'yı en seçkin birliklerle
Kahire'ye saldı.
Böylece şehir içinde boğaz boğaza bir boğuşma başladı. Yüz­
lerce yıldan beri dışarıdan bir istila görmemiş olan mağrur Mısır
Türkleri kadınlarının da katılması ile şehri şiddetle savunmaya
başladılar. Arap halkın nispeten tarafsız kalmasına karşılık Türk­
ler ve Çerkezler evlerini kat kat, oda oda savunuyorlardı. İki gün
boyunca çok kanlı sokak vuruşmaları oldu. Yunus Paşa yaralandı.
Osmanlı askeri üzerine kaynar su, taş vesaire dahil öldürücü her
şey yağmur gibi yağıyordu.
Üçüncü gün zırhını giyinen Selim Han, bizzat şehre girerek çatış­
malara nezaret etti. Şimdi padişahın en vurucu alayları savaşa dahil
olmuştu. Keskin nişancı yeniçeriler siperliklerin başlarına çektiler ve
semender gibi ateş harmanına girip sokaktan sokağa sektiler. Öyle
ki dam ve pencerelerden bakan ve askeri alev gibi yakan Çerkezleri
baş çıkaramaz hale koydular. Zira bir kez baş gösteren bir daha geri
çekme şansını yakalayamıyor, tüfenk kurşununu yiyerek olduğu
yere düşüyordu. Havan topları ve darbzenler Memlüklerin sığındığı
kasırları ve köşkleri yerle bir kıldı. Böylece Osmanlılar neredeyse
Kahire'yi sokak sokak, ev ev yeniden fethettiler. 205
Karşı koyacak gücü ve hali kalmayan Tumanbay, kadın kılı­
ğına girerek şehri terk ile bir kez daha kaçmaya muvaffak oldu .
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
24 1
Tumanbay'ın bu ani baskın ile elde ettiği geçici başarı daha fazla
mal ve can kaybı ile çarpışmaların devam ettiği 30 Ocak Cuma günü
bazı Kahire camilerinde adına son defa olarak hutbe okunmasından
başka bir sonuç vermemişti.
Şehrin korunması için gerekli tedbirleri alan ve görevlileri tayin
eden Selim Han tekrar Bulak Adası'ndaki otağına döndü. Bu son
taarruzda Tumanbay dört bin telefat verdikten başka bir hayli de
esir bırakmıştı. Osmanlı kuvvetlerinden de çok kayıp vardı.
Artık mukavemetten ümidini kesen ve karşı koymanın kan
dökülmesinden b aşka bir netice vermeyeceğini gören Memlük
beyleri Selim Han'a gelerek af dilediler. Bunlar arasında meşhur
Memlüklü Emiri Canberdi Gazali de vardı. Hepsi de Selim Han'ın
ihsanlarına kavuşup affedildiler.
Yavuz Sultan S elim nihayet 1 5 Şubat 1 5 1 7'de parlak bir zafer
alayı ile Kahire'ye girerek kaledeki Yusuf Nebi Aleyhisselam tahtına
oturdu. İşte bu tarihten itibaren S elim Han, Mısır sultanı olarak
görülmeye başlandı. Adına paralar basıldı. 20 Şubat Cuma günü
Kahire'nin bütün camilerinde yine onun adına hutbeler okundu.
Padişahın şehre girmesi münasebetiyle eğlenceler ve şenlikler ter­
tiplendi. İçeriden ve dışarıdan ümera ve ulema kendisini tebrike
koştular. Bunlar arasında Nablus şeyhlerinden Emir Tarabay bin
Karaca da vardı.
Tumanbay ise yaratılış itibariyle mücadeleci bir ruha sahipti. Said
iline çekilerek orada etrafına Memlüklerden ve Araplardan on bin­
den ziyade asker topladı. Ardından el -Behensa Kadısı Abdüsselam
Efendi'yi barış için Selim Han'a gönderdi. Tumanbay mektubunda
padişah adına Mısır'da hutbe okutup sikke kestireceğini ve karar­
laştırılacak bir meblağı her yıl kendisine göndereceğini belirtiyor;
yalnız bu şartların tahakkuku için öncelikle Osmanlı ordusunun
Salihiye'ye çekilmesini şart koşuyordu. Aksi halde savaşmak üzere
onu Nil'in batı yakasına el- Cize'ye davet ediyordu.206
Bu mektup bir bakıma Memlük direnişinin artık kırılma nokta­
sına geldiğini gösteriyordu. Fakat sürekli savaştan yorgun ve bitkin
242
K ay ı 1 1 1 : H a re m ey n H i z m e t i n d e
olmasına rağmen Tumanbay'ın Yavuz'a karşı şart koyup mücadeleye
hazır olduğunu göstermesi bakımından da mühimdir. Diğer taraftan
iş bu hale geldikten sonra Osmanlıların geri çekilebileceğine dai r
düşüncesi, ya S elim Han'ın himmet ve gayret ehli şahsiyeti ni ve
cihangir yapısını tanımamak veya kendisinin cengaver ve atılgan
kişiliğine karşılık siyasi ve diplomasi yönünün zayıflığı ile iz ah
edilebilir.
T U M A N B AY ' I N YA KA LA N I Ş I V E S O N U
Selim Han bu teklife karşılık bir anlaşma sureti yazıp imzala­
yarak kendi elçisi eski Anadolu Defterdarı Mustafa Çelebi ve dört
mezhep kadısından oluşan bir heyetle 5 Mart l 5 l 7'de Tumanbay'a
gönderdi. Selim Han namesinde kendisine aman verileceğini ve do­
kunulmayacağını bildiriyor ve yararlı öğüt ve nasihatlerle huzuruna
davet ediyordu. Böylesine ulemadan bir heyetin gönderilmesi Selim
Han'ın niyetinin ciddiliğini ve Tumanbay'ı da buna inandırmak
olduğu ile izah edilebilir. Buna rağmen Tumanbay verilen sözlere
ve nasihatlere itimat etmeyerek bir kez daha heyetteki Osmanlılar
ile birlikte kadılardan ikisini öldürttü .207
Elçisinin öldürüldüğü haberini alan Selim Han son derece üzül­
müş ve aynı zamanda gazaba gelmişti. Artık Tumanbay meselesini
bitirmek istiyordu. Ordusundan Veziriazam Yunus Paşa idaresin­
deki kırk bin kişi hariç en seçme birliklerine, Nil'in batı yakasına
geçmek üzere Birketü'l- Habeş'te toplanmaları emrini verdi. Padişah
24 Mart'ta kuvvetlerini gemilerle Nil'in karşı sahiline geçirmeye
başladı. Harekatı bizzat idare ediyordu. Memlüklerin müdahalele­
rine rağmen nehri geçmeye muvaffak olan Osmanlılar, el-Cize'nin
Bürdan mevkiinde Tumanbay'ın asıl kuvvetleri ile karşılaştılar.
Tumanbay; "Yiğitlik nedir, nasıl olur şu Osmanlılara gösterelim"
diyerek cesaretlendirici sözlerle Çerkezleri derhal savaşa sürdü
ise de disiplinli Anadolu yiğitleri ve Rumeli dilaverleri göz dahi
açtırmadılar. Savaşı kaybettiğini gören Tumanbay yanındakilere
artık her şeyin bittiğini söyleyerek Nil deltasında kendisi için emin
gördüğü Terruca bölgesine doğru çekildi.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
243
Selim Han artık her ne pahasına olursa olsun onun kaçırılma­
ması ve yakalanması hususunda kesin emirler vermişti. Bu itibarla
Os manlı akıncıları yel gibi uçan atlarıyla vakit kaybetmeden takibe
koyulmuşlardı. Tumanbay bu durumda batıya doğru Nil'i tekrar aşıp
Kudüs ile Şam yakasına geçmeyi düşündü. Buhayre yakınlarında
Nil'i geçmek üzere iken Şehsuvaroğlu Ali Bey' in birlikleri yetiştiler.
Kendisini suya attı ise de kementle yakalanarak çıkarıldı ve esir
edilerek divana getirildi (30 Mart) .208
Selim Han da Tumanbay'ın yakalanışını haber alır almaz aynı
gün el-Cize'd en karargahının bulunduğu Bulak'a dönmüştü. O,
genellikle hükümdarlara ve müstesna şahsiyetlere çok iyi muamele
etmek itiyadında idi.
Nitekim 31 Mart günü bu son Türk- Memlük hükümdarını sanki
hala tahtına sahip bir imparatormuş gibi büyük bir merasimle ve
ayakta karşıladı. Yanı başında hazırlattığı ikinci bir tahta oturttu.
Bu esnada Selim Han ile Tumanbay arasında uzun konuşmalar
cereyan etti.
Selim Han öncelikle elçilerini öldürtmesi sebebiyle onu muaheze
etti ise de arkasından cesaretini ve yiğitliğini överek takdirlerini
belirtti . Tumanbay ise bunun kendi arzusu hilafına olarak bey­
leri tarafından işlenmiş olduğunu söyledi. S elim Han ise Kansu
Gavri'nin de aynı savunmada bulunduğunu belirterek; "Emirlerine
sözü geçmeyen hükümdar mı olur?" diye serzenişte bulundu. "Bu
kadar mukavemette bulunmana ve kan dökülmesine sebep ne idi?"
sorusuna ise Tumanbay kendisine emanet edilmiş bir memleket
bulunduğunu ve bilhassa Mekke-Medine gibi mukaddes şehirleri
muhafaza sevkiyle hareket ettiğini beyan etti.
Tum anbay'ın; "Ya siz bu taraflara yürüyüp sebep olduğunuz
elemlerden huzur- ı mahşerde nasıl hesap vereceksiniz? " sualine
ise Selim Han: "Benim kastım Safeviler üzerine idi. Lakin merhum
Kansu Gavri'nin Dulkadırlıları bahane ederek düzenlemiş olduğu
tertipler ve Şah İsmail'le gizlice yaptığı ittifakın ortaya çıkması
üzerine ulemadan aldığım fetva ile yola çıktım" diyerek bu konuda
herkesin kendisine hak verdiğini belirtti.
244
K ay ı I I L H a re m ey n H i z m e t i n d e
Yine b u mükalemede Tumanbay Sultan, Selim'i Memlüklü or­
dusunu kahramanlığı ile değil top ve tüfenk gibi ateşli silahlarla
yenmekle itham etmiştir. Selim Han ise büyük bir devlet \n başın da
olmak hasebiyle kendisinin bu silahlardan neden edi p medi ği ni
sormuş ve Kur'an- ı Kerim'd en düşmana aynı silahlarla mukab ele
etmeyi buyuran ayetleri okuyarak Tumanbay'ı susturmuştur.
Karşılıklı konuşmanın sonunda Selim Han, kendisini Osm anlı
hizmetine alarak faydalanmak istediğini de çok nazik bir dille i fade
etti. 209
Yavuz Sultan Selim kendisini çok uğraştırmış olmasına rağmen
korkusuz, gözüpek, açık sözlü ve cesur birisi olan Tumanbay'a ger­
çekten de hayatını bağışlamak niyetinde idi. Kendisine Rumeli'de
bir sancak verileceği özellikle şayi olmuştu.
Fakat Hayırbay ve Canberdi Gazali, Tumanbay'ın hayatta bırakıl­
masını, Mısır'da Osmanlı hakimiyetinin tesisi bakımından tehlikeli
buluyorlardı. Zira dört bir tarafa dağılmış bulunan Memlükler ve
Urban Tumanbay'ın yakalandığına inanmadıkları gibi bilenler de
Kahire sokaklarında; 'Allah Tumanb ay'a yardım etsin" diye dua
etmekte idiler. Onun canlı bırakılması halinde Selim' in Mısır'ı terk
etmesinden hemen sonra, yedi kat yerin dibinde bile olsa isyan
ederek, bunca fedakarlıklarla elde edilen neticeleri bir anda boşa
çıkarabilecektir. Dolayısıyla havastan ve avamdan herkesin onun
öldüğünü görmeleri, Osmanlı idaresini kabulde pek mühim ola­
cağını belirttiler. 2 1 0
Muhtemelen eski Memlük ricali, Tumanbay'ın b u devletin hiz­
metine girmesinden sonra sivrilmesinden ve kendilerinden intikam
almasından da korkuyorlardı. Aslında Osmanlı devlet adamları da
hemen hemen bu iki büyük Memlük emiri gibi düşünüyorlardı. Ne­
ticede Selim Han da böyle cüretkar ve güven vermeyen bir düşmanı
salıvermenin doğru olamadığını görerek yakalanmasından on dört
gün sonra onu Şehsuvaroğlu Ali Bey'e teslim etti.
O da Tumanbay'ı şehirde dolaştırdıktan sonra vaktiyle Memlük
sultanının, babası Şehsuvar'ı idam etmiş olduğu Bab-ı Züveyle'de
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
245
astı. 2 1 1 Cesedi herkesin öldüğünü görüp inanması için üç gün ipte
bırakıldı. Daha sonra hükümdarlara mahsus merasimle defnolundu.
Mısır büyük kadısının kıldırmış olduğu cenaze namazında Selim
Han da bulundu. Ayrıca ruhu için fakir fukaraya üç gün boyunca
yemekler verdi ve altınlar dağıttı.2 1 2
Tumanbay'ın öldürülmesi ile Mısır ve Suriye'de iki yüz altmış
yedi yıl süren ve özellikle Moğollara karşı başarı ile karşı durmuş
bulunan Memlük hakimiyeti resmen son bulmuş ve bu ülkeler
Osmanlı idaresi altına girmiştir.
Seferde kazasker bulunan büyük alim Kemalpaşazade bu fethe
"feth-i memaliki'l-Arab" sözünü tarih olarak düşürmüştür.
M I S I R' DA G Ü N L E R
Mısır'da sükunetin sağlanması ile birlikte Selim Han ülke yö­
neticilerine ve ecnebi hükümdarlara zafernameler ve fetihnameler
gönderdi. B öylece sevinç dalgası bütün Osmanlı ülkelerine yayıldı
ve her tarafta şenlikler başladı.
Selim Han bundan sonra mali ve idari işleri düzene koymak ve
imar faaliyetlerinde bulunmak üzere çalışmalara girişti. Mısır'ın
bütün varidatının ortaya çıkarılması için emirler verdi. Yavuz bu
işler için geleceğin şeyhülislamı Kemalpaşazade'yi görevlendirirken
kendisine müşavir olarak da Hayırbay'ı vermişti.
Bu arada gerek Ridaniye Muharebesi'nde gerekse Kahire'nin
zaptında gösterdiği yararlıklar ve başarılar sebebiyle Yunus Paşa
veziriazamlık makamına getirildi. Bir müddet sonra Mısır valiliği
de kendisine tevdi edildi. Ayrıca Mısır'ın zaptı sırasında yardımları
görülen ve bağlılıklarını arz ederek karşı durmaktan çekinen pek çok
Memlük ileri gelenine taltiflerde bulundu ve onları mükafatlandırdı.
Dört mezhep kadıları yerlerinde bırakıldı. Şehirde ve dört bir tarafta
herkesin can ve malının güven altında olduğu ilan olundu.
Bu arada Mısır'ın tarihi yer ve mekanlarını, meşhur abidelerini
gezerek incelemek imkanını buldu. İlk olarak Halife Hz. Ömer za­
manında Mısır fethedildiğinde bölge valisi Amr bin As Hazretleri
tarafından yaptırılan camiye gitti. Eski Kahire'deki ( Fustat) camii,
246
K a y ı l l L H a re m e y n H i z m e t i n d e
Memlük hü kü mdarla rı kandiller, altı n ve gümüş avizele r, siyah
mermerd en levh alar ve gayet kıymetli Kur'an - ı Kerim n�shalarıyla
tezyin etm işler di.
IX. asır so nlarında Mısır'ın Türk Valisi Toluno ğlu Ahmed tar a­
fından bir s ervet harca narak (yüz yirmi bin dinar) yap ılan camii de
pek mu hteş e mdi. 220x l 20 arşın büyüklüğündeki cami üç minare li,
altı kapıl ı ve doksan sü tunludur. Özellikle tahta oymalı minberi ile
mihr abı fevkala de güze ldir.
Kahi re'd e Selim Han'ın dikkatini çeken önemli yapılardan biri de
Ezher C a mi i ve medresesidir. 969 ( h . 3 5 8 ) 'da Fatımiler tarafından
yaptırıl an külli ye, özell ikle Memlükler döneminde tami r ve ilave­
lerle muaz za m bir hale konulmuştur. Camiinin içi yüz yirmi beyaz
direklid i r. D ört m ezh ep için dört m i hrabı vardır. Medres esi İslam
alemin de en kalabalık talebeye sahip olarak bilinir. Yan sofalarda­
ki dersli kle re ' rev ak' ( sınıf) denilir. Medresenin elli revakı vardır.
Revaklar milliyetlere göre p aylaşılmıştır. Her dil, cins ve renkten
Müslüm an talebe vardır. Medrese dolapları yazma ve pek değerli
kitaplar la do l u dur.
Seli m Han ilk Cuma n amazını kıldığı bu camiye ve medresesine
özel bir i l gi göster miştir. Şehirde kaldığı süre içinde sık sık burayı
ziyaret ed er ek, her geli şinde müessese ile birlikte hoca ve talebelerine
de büy ük m eblağ lar t utan ihsanlarda bulunm uştur. 2 1 3 B u durum
Kahire'de i l im h ayatını n önemli ölçüde canlanmas ına yol açacaktır.
Selim H an , F i ravu nlardan kalan eh ramlara da ilgisiz kalmamış­
tır. Burala r ı ge zerke n ü m e rasına: "Ne olurdu ehl - i vukuftan birisi
bu kub b e l e r i n haber i ni b i ze etrafl ı c a bildirseydi" demiştir. B unun
üzerine yaş l ı , alim b i r zat b ulunarak Selim Han bilgilen dirilm iştir.
Lütfi Pa ş a t a rihinde ehl - i vukuftan olan bu zatın:
Dinl e ey Şah - ı saadet- ihtiram
Bunl arı n olmu ştur adı heram
Türlü türlü var hikaye tler dilim
Bunla rı n hakkı nda ey Şah Selim
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
247
diyerek beyanlarda bulunduğu eski ve yeni Mısır hakkında bilgi
ve rdiği ve Nil' in yazın kışın durumunu ve feyezanlarını (taşmasını)
anlattığı zikredilir. 2 1 4
O RU Ç R E İ S ' İ N TA B İ Y E T İ
Selim Han'ın Mısır sultanlığını ilk tebrik edenlerden biri de bü­
yük Türk denizcilerinden Oruç Reis'tir. Cezayir' in sultanı olan Baba
lakaplı Oruç Reis' in Osmanlı padişahlarına karşı pek özel bir sevgisi
ve bağlılığı bulunuyordu. Bu itibarla Selim Han'ın Mısır fatihi oldu­
ğunu h aber alır almaz reislerinden Kurdoğlu Muslihiddin'i padişah
katına göndermişti. Küçük bir donanma ile İskenderiye Limanı'na
gelen Muslihiddin Reis, şehrin beyine Selim Han'la mülakat etmek
istediğini bildirdi. Durum Kahire'de olan Selim Han'a iletildiğinde
padişah kendisini acele ile Kahire'ye istedi.
Bunun üzerine İskenderiye'd en Reşid'e geçen Kurdoğlu oradan
Nil Nehri yoluyla padişahın bulunduğu yere ulaştı. Padişahın sarayı
görülür görülmez gemilerine yelkenleri indirterek gülbang çektirdi.
Kurdoğlu Muslihiddin Reis saygı ve hürmetle huzuruna çıktığı
padişahın elini öptü. Baba Oruç ve kardeşi Hızır reislerin selamla­
rını söyledi. Tebriklerini ve bağlılıklarını bildirdi. Yanında getirmiş
olduğu değerli hediyeleri sundu. Padişah, Kurdoğlu'na, donanmaları
ile Barbaros kardeşler hakkında sualler sordu. Kurdoğlu da Oruç
ve Hızır kardeşlerin yaptıkları gazalardan ve kazandıkları zaferler­
den geniş bir şekilde bahsetti. Selim Han bu ziyaretten fevkalade
memnun kalmıştı.
Birkaç gün sonra Kurdoğlu Muslihiddin Reis' in gemisiyle Nil'de
bir gezinti yapan Selim Han ilk defa Nil mikyasının2 1 5 bulunduğu
Ravza Adası'na giderek oradaki kasrı ve bahçeleri gezmiş ve gece­
leyin tekrar ordugahına dönmüştür. Ravza Adası Arapların Mısır'ı
zaptından itibaren mevkii ve tabii güzellikleri ile dikkati çekmiştir.
Tolunoğulları, İhşidiler ve Memlükler döneminde kasırlar, cami ve
hastane yaptırılmış ve çok güzel bahçeler tanzim ettirilmişti.
Bundan sonra birkaç defa daha pek beğendiği Ravza Adası'na
giden padişah, güneş sıcaklığının artması üzerine daimi olarak
248
K ay ı 1 1 1 : H a re m ey n H i z m e t i n d e
burada oturmaya karar verdi. Padişah kendisi d e adada g üzel bir
kasır yaptırdı. Köşkün duvarına kendisinin yazmış olduğu iki b eyti
hak ettirdi ki, meali şu şekildedir:
"Mülk yalnız Allah'ındır. O mülkü elde edene bela gelir. So nun da
onu istemeyerek sahibine (Allah'a) iade eder. Nefsini de felakete
atmış olur. Benim için yahut benden başkası için toprak üs tün de
karıncalar kadar değer bulunsaydı iş müşterek olurdu:'
Beyitlerin altına 'Hadimü'l- fukara' yazmışlardı.
Padişah burada iken bir suikaste de maruz kalmıştır. E n şe ci
Memlük emirlerinden biri olan Kansu Adili birkaç cesur arkada şı
ile bir sandala binerek Ravza Adası'na gelmiş ve geceleyin kim­
seye görünmeden padişahın bulunduğu binanın üstüne çıkmaya
muvaffak olmuştu. Fakat bir türlü padişahın bulunduğu daireye
girmeye imkan bulamadığı gibi son anda işin farkına varıldığı için
Nil'e atlayıp nehri yüzerek kaçmaya muvaffak oldu. Selim Han bu
adamın takibi için iyi yüzücü birkaç muhafıza emir vermiş ise de
yakalatmaya imkan bulamamıştı.2 1 6
Selim Han, Şam'd a Mısır üzerine yürüme kararı aldığı zaman
İstanbul'da kaimmakam olarak bıraktığı Piri Mehmed Paşaya haber
gönderip donanmayı hazırlatarak Cafer Kapudan komutasında
İskenderiye'ye göndermesini istemişti. Mayıs ayının sonlarına doğru
Osmanlı donanmasının İskenderiye'ye geldiği haberi padişaha ulaştı.
Selim Han yanında vezirlerinden Hocaoğlu Mehmed Paşa ve hocası
Halimi Efendi de olduğu halde 28 Mayıs'ta bir gemi ile Nil Nehri
üzerinde İskenderiye'ye doğru yola çıktı. Selim Han'a beş yüz kişilik
özel muhafız birliği refakat ediyordu. Nehir kıyısındaki fevkalade
güzel yerleri, köyleri ve kentleri seyrederek bir günlük yolculuktan
sonra İskenderiye'ye ulaştı. (29 Mayıs 1 5 1 7) İskenderiye'ye girişinde
donanma-i hümayun bütün toplarını ateşleyerek cihangir hakanını
selamladı. Donanmayı teftiş eden Selim Han, İstanbul'dan gelen
zahireyi Kahire'ye yolladı.
Dört gün kaldığı İskenderiye'de büyük yapılarını, mabetlerini
meşhur deniz fenerini2 1 7 ve tuhaf alanlarını gezerek bilgiler aldı.
Ya v ıı z S u l t a n S e l i m H a ıı
249
Dön üşte Deltadaki Mısır şehirlerini gezen Selim Han 12 Haziran'da
Kah ire'ye geldi.
Osmanlı donanması ise elli yedi gün kaldığı İskenderiye'd en
ıs Temmuz'da ayrılarak İstanbul'a hareket edecektir. Selim Han
id ari bir tedbir olmak üzere donanmayla birlikte Kahire'd eki bazı
hüküm dar oğulları ile2 1 8 sabık halife ve akrabalarını, nüfuzlu alim
ve şeyhlerden bir kısmını, mimar, mühendis ve sanat erbabından
b azı ileri gelenleri ve kütüphanelerdeki kıymetli eserlerden bir
bölümünü İstanbul'a naklettirmiştir.
H İ C A Z ' I N O S M A N L I 'YA KAT I L I Ş I
Temmuz ayının ilk günlerinde Kahire'ye Osmanlılar ve Selim
Han için fevkalade önemli bir elçilik heyeti geldi. Zira bu elçilik
h eyeti aynı zamanda İslam'ın en önemli merkezleri olan Mekke
ve Medine ile birlikte bütün Hicaz Yarımadası'nın anahtarlarını
Osmanlılara sunuyordu .
Mekke- i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'de emirlik edip
M emlüklere tabi olan Mekke Emiri Şerif il. Ebu'l-Berekat oğlu Şerif
Ebu Nümey vasıtasıyla şehrin anahtarlarını gönderip Osmanlılara
itaatini arz etti.
Şerif Ebu'l-Berekat mektubunda samimi duygularını arz edip
saltanatlarını tebrik ediyordu. Ayrıca Peygamber Efendimiz'e ait
birçok mübarek eşyayı da beraberinde göndermişti. Bugün Topkapı
Sarayı'nda Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı Has Oda'nın Hırka-i
Şerif Dairesi'nde muhafaza edilmekte olan Mukaddes Emanetlerin
mühim kısmı Şerif Ebu Nümey'in Hicaz'd an getirdikleridir. Bir
kısmı da Kahire ve Suriye'de elde edilmiş diğerleri ise çeşitli yollarla
Osmanlıların eline ulaşacaktır.
Selim Han mübarek makamlardan gelen bu nameye ve ema­
netlere ziyadesiyle sevindi. Şerif Ebu Nümey'e muhtemelen hiç
ummadığı ve beklemediği ölçüde bir yakınlık gösterdi. Kendisini
izzet ve ikram ile kabul etti. Bölgenin durumu hakkında bilgiler aldı.
Dönüşünde babasına emirlik beratı ile bir hil'at ve yine babasına
ve kendisine ağır hediye ve armağanlar verdi. Haremeyn'de oturan
250
K a y ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
fakir ve fukara için altın gümüş akçeler ayrıca gemilerle yiyecek
ve hububat gönderdi. Şerif Ebu Nüm ey bu fevkalade yakın ilgi de n
ve yardımlardan memnun kalarak Selim Han'a şükran duygul arı
içerisinde Mekke'ye döndü.
S elim Han Hicaz'ın sulhen ve teyemmünen (uğur ve saa de t
sayarak kabullenme) Osmanlı hakimiyetini kabul etmesi ned eniyle
Mekke emirlerinin eskiden beri sahip oldukları imtiyazlı statülerini
aynen korudu.219
Şu hadise de Selim Han'ın Peygamber Efendimiz'e olan bağlılığı
ve muhabbeti nedeniyle Mekke ve Medine idarecilerine bakış ını
yansıtması bakımından fevkalade mühimdir. Arabistan'ın kazas­
kerliğini Piri Paşa'ya vermişlerdi. Bir gün Piri Paşa'ya Os m anlı
bilginlerinden bazı ileri gelenler:
"Mekke ve Medine'ye İstanbul'dan bir hakim göndermek daha
uygun olur" demişlerdi. Piri Paşa da bu durumu Selim Han'a bil­
dirmişti. Selim Han şu cevabı verdi:
"Yeryüzünde Muhammed Aleyhisselam'ın dini ortaya çıkalı
dokuz yüz yıldan fazladır. Mekke-i Muazzama ve Medine-i Münev­
vere Hazret-i Peygamber'in tahtgahıdır. Bu zamana kadar dışarıdan
onlara hakim gönderilmiş m idir? Mekke ve Medine padişahlığı
Kainatın Efendisi'nin şerefli çocukların ın ellerindedir. Ben o mem­
leketleri asker çekip varıp almadım. Onlar tam bağlılık, güzel edep
ve lütuflarından bana itaat, iyilik ve olgunlukla bağlanıp hürmet
gösterdiler. Bu şerefin mükafatı bana gerektir.
Hakk Teala'nın bana lütuf ve i hsanlarındandır ki, Mekke ve
M edine'de bayram ve Cuma günleri hutbelerde adı m anılmaktadır.
B unun için gece gündüz yüce A llah'a şükür ve senalar etsem azdır.
Bu mutluluğu bütün dünya padişahlığına vermem.
Haremeyn -i Şerifeyn halkına ne çeşit gayret, iyilik, şefkat ve gö­
zetme mü mkünse esirgeme. Fakat sakın ha sakın Mekke ve Medine
işlerine mü dahale etm e ! "220
Ya v ıı z S ıı l l a n S e l i m H a n
25 1
GEL AH İ Gİ DELİM!
Bu sırada Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa'd an ha­
b erc iler gelerek Mardin ve Hasankeyf in elde edildiğini bildirdi.
S eli m Han'ın büyük memnuniyetini mucip oldu.
Said ili, Dimyat ve çevredeki diğer bölge serdarları vakit geçir­
m eden Selim Han'ın huzuruna gelerek bağlılıklarını arz ediyorlardı.
Her birisini iltifatlarla kabul eden Selim Han tek dileğinin kurulmuş
bulunan zulüm yapılarının yıkılarak Arap diyarında hak ve adalet
sancağını dalgalandırmak olduğunu bildirmekteydi. Reayanın hu­
zur ve mutluluğunu onlara ısmarladığını bildiren padişah; "Şayet
aksi davranışlar olursa neticesine katlanırsınız" diyerek gözdağı
vermekten de geri kalmıyordu.
Bu arada Kıbrıs Adası'ndan dolayı her sene Memlüklere sekiz
bin duka altını vermekte olan Venedik Cumhuriyeti , Osmanlıların
bu devlete son vermeleri üzerine derhal Kontarini ve Moçenigo
isimlerinde iki murahhasını Kahire'ye gönderdi. Murahhaslar aynı
vergiyi Osmanlı Devleti'ne vermeyi kabul ettiler. Mısır ve Suriye'nin
alınması Osmanlı Devleti'nin ekonomik vaziyetini oldukça kuv­
vetlendirmişti.
Selim Han görev verdiği kişileri titizlikle takip eder reaya davra­
nışlarını gözetler ve zulüm yapılmaması için azami derecede dikkat
sarf ederdi. Nitekim Yunus Paşa'nın da Mısır valiliğine getirilmesi
ile birli kte hareketlerini hep kontrol altında tutuyordu. Onun para
ve mal toplamada hırs ve tamah göstermesi, Çerkez beylerinin
eşlerinden tehdit ile servet edinmeye kalkması, Arap şeyhlerine
ve ileri gelenlerine ağır vergiler koyması konusunda söylentiler
çıkması ü zerine derhal Mısır valiliğinden azletti. Veziriazamlık
görevine ise devam ediyordu.
Mısır valiliğine Mercidabık Savaşı'ndan sonra Osmanlı hizmetine
giren Çerkez ümerasından sabık Haleb Valisi Hayırbay getirildi.
Hayırbay, Osmanlı hakimiyetini kabul ettiğinden beri sadıkane
hizmeti, iyi niyeti, temiz yürekli oluşu, dürüst davranışları ve isabetli
fikirleri ile Selim Han'ın takdirlerini kazanmıştı .22 1
252
K ay ı I I L H a re m ey n H i z m e t i n d e
Mısır diyarındaki kalış süresi uzadıkça uzamıştı. Divan görevli­
leri, ileri gelenler ve devletin önde olanları sıla hasretiyle yanm aya
başlamışlar, Anadolu'nun ve İstanbul'un su ve havasını özle r olmuş­
lardı. Herkeste bir özlem başlamış ise de Selim Han'a bu fikri ki m ve
nasıl söyleyecekti. Sonunda padişahın her zaman sohbetini özlediği,
çağının tek ve zamanın biricik bilginlerinden Kemalpaşa zade'ye
gittiler. Dediler ki:
"Niceye dek bu gurbet diyarında hasret çekeriz. Cihana gölge
olan padişahı Anadolu'dan yana heveslendirüp o güzel ülkeye yö­
neltecek sözler düzseniz olmaz mı?"
Muhtemelen Kemalpaşazade de aynı duygular içerisinde idi.
Gülümsemek ve; "İnşaallah" demekle yetindi.
Bu konuşmadan birkaç gün sonra Selim Han ile Kemalpaşazade
at başı sohbet ederek ilerliyorlardı. Selim Han:
"ilde neler oluyor? Ne sözler dönüyor?" diye sordular. Bu sual
üzerine Kemalpaşazade:
"Padişahım yolda huzurunuza gelirken bir bölük askerin Nil'de
atlarını sularken konuşmalarını işittim . Birisi bir türkü gibi şu söz­
leri söylerdi:
Nemiz kaldı bizim mülk-i Arap'ta
Nice bir dururuz Şam u Haleb'de
Cihan halkı kamu ıyş ü tarabta
Gel ahi gidelim Rum illerine *
D örtlük S elim Han'ın çok hoşuna gitmişti; "D oğru ! Şimden
gerü burada durmayı gerektirecek bir iş de kalmadı. Hazırlıklara
başlayalım" buyurdular.2 22
Bu latifeden bir iki gün sonra dönüş hazırlıkları yapılırken Selim
yine bir sohbet esnasında Kemalpaşazade'ye sordular.
Bizim Arap mülkünde artık ne işimiz kaldı. Şam ve Haleb'de daha ne bekleriz. Cihan
halkı padişahımın adaletli idaresi altında zevk ü rahatında yaşamaktadır. Gel ey
kardeş artık Rum illerine, Anadolu'ya dönelim.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
253
" To katlı Molla Lütfi sizin üstadınız idi. Bilginliği, olgunluğu
herkes çe bilinir iken öldürülmesine ne sebep oldu?" Kemalpaş azade:
"Meslek arkadaşlarının hased-i belasına uğradı. Fakat hocamın
çok lat ifeci bir mizacı vardı. Bazen insanlara inceden alaylı sözlerle
serzeni şte bulunurdu. Kimi zaman kendince latifeler düzer, işitenler
gerçekten olmuş sanırdı. Şen şakrak bir adem idi. Sonunda düşmanı
ve çekemeyenleri çoğalıp galip oldular. İftira ile tepelenmesine kadar
vardılar" deyince Selim Han:
"Ya siz dahi üstadınız gibi böyle latife söyleyemez misiz ki gerçek
sanıla ! " Kemalpaşazade:
"Geçenki gün biz sıramızı savdık. Nöbet şimdi yoldaşıma geldi.
O nlar buyursun" deyince S elim Han:
"O günkü dörtlük senindi değil mi?" buyurdular. Kemalpaşazade:
"Padişahımın sezgisi yerindedir" deyip selamladılar.
Selim Han konağa geldiklerinde bu latifesi için Kemalpaşazade'ye
beş yüz filori gönderdiler. 2 2 3
BA Ş I N I Z S İ YA S E T E D Ü Ş M E S İ N !
Selim Han Kahire'den ayrılmadan şehirde beş bin süvari ve beş
yüz piyadeden mürekkep bir muhafız kuvveti bıraktı. Bunların
kumandasını Hayreddin Ağa'ya verdi.
Ardından Mısır Valisi Hayırbay ile şehrin eşrafından ve aya­
nından ileri gelenleri huzuruna çağırıp nasihatler eyledi. Lütfi Paşa
manzum bir giriş ile beraber bu nasihatleri şöyle vermektedir:
Dedi Mısır ehline bilin bu felek
Gtıh div-suret olur gtıhı melek
Başlara gahı güneşden tac ider
SernigCtn eyler gehi muhtac ider
Gtıh ider işbu zemini gülistan
Doldurur nimetle bağ u bostan
Geh zemistanı urur dillerde dağ
Bağ u bostanı ider me'v a-yı zağ
254
K ay ı 1 1 1 : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Gah sıhhat ni'met u 'ıyş ü safa
Gah maraz gah, zillet u kaht u cefa
Bu cihan ahvali budur bilünüz
Bu demin şükrüni daim kılunuz
Bir iş itmen ki size anda memat
İrişüp mahv olmaya tenden hayat
Şeriat dairesi içerisinde kalıp benim size emir tayin ettiğim kişiye
muti ve münkad (bağlı) olun. Diliniz ağzınızda ve eliniz ben di­
nizde olsun. Hiç kimseyi diliniz ve elinizle rencide itmeyesiniz ki
başınız siyasete düşmesin (vurulmasın). Malumunuzdur ki tutiyi
(papağan) hapseden dilidir. Dili olmasa sair kuşlar gibi azad olup
gezerdi . Şeriat-ı müstakim size yoldur. Olmaya ki müfsitlere refik
u yoldaş olup dalalet rahına sapasız. Ol bozguncuların sebebi ile
kanınız sebil olmaya.224
Cihangir padişahın 22 Ocak'ta Ridaniye Savaşı'nı kazanmasının
üzerinden sekiz aydan dört gün daha az geçmişti. Bu uzun süreli
bekleyişi Selim Han'ın Sudan ve Habeşistan'a gideceği şeklinde
yorumlayanlar olmuştu. Oysa padişah özellikle, Mısır ve Suriye
gibi geniş ülkelerde Osmanlı teşkilatını yerleştirmek ve yüzyıllar­
ca Memlük idaresi altında yaşayan halkı Osmanlı adil idaresine
ısındırmak istiyordu. S elim Han'ı n ne kadar isabetli davrandığı
onun vefatı ndan sonra daha iyi anlaşılacak ve ortaya çıkan isyan
hareketlerine halk, biraz da Osmanlı adil idaresini gördüğü için
hiç itibar etmeyecektir.
Nihayet dönüş hazırlıklarını tamamlayan Selim Han, 1 3 Eylül
1 5 1 7'd e Kah ire' ye veda etti . Ş eh irden ayrıldıktan ve bir müddet
kuzeye doğru yüründükten sonra Selim Han Veziriazam Yunus
Paşa'yı yanına çağırmış ve konuşmaya başlamıştı. Kahire'nin artık
hayal meyal görülebildiği bir sırada Selim Han geriye doğru bakarak:
"İşte Mısır arkamızda kaldı" dedi. Mısır beylerbeyiliğinin ken­
disinden alınarak Hayırbay'a verilmesi nden dolayı müteessir olan
Yunus Paşa bunu bir fı rsat bilerek:
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
255
"Ne yazık ki bunca meşakkat ve zorlukla, Nil'den ziyade kan
döke rek Çerkezden aldığımız Mısır'ı yine bir Çerkeze verdik. Böyle
olacağın bilse kulların bir adım atmaz idi:'
B u ifadeler üzerine derhal at başını çekip durduran Selim Han,
solaklar kethüdasına emrederek bir anda paşanın başını vurdurdu.
Hid detini yenemeyen padişah, Yunus Paşanın kesik başını iki gün
225
taşıttıktan sonra Katya'da defnettirdi.
Yunus Paşa'nın öldürülmesinin ağır bir karar olduğunu ifade
edenler vardır. Ancak sırf kendisi Mısır valisi olamadığı için Suriye,
Mısır ve Arabistan gibi üç büyük ülkenin fethini, sadece idaresi bir
Çerkez beyine verildiği için hiçe indiren ve akıtılan bunca kanları
b oş yere akıtılmış gibi gören bir kişiye karşı Selim Han'ın başka
türlü davranması beklenemezdi.
Ordu 23 Eylül'de Gazze'ye geldi. Ertesi gün düzenlenen divanda
Gazze, Safed, Nablus sancaklarının da ilavesiyle büsbütün genişle­
tilen Kudüs sancakbeyiliğine Canberdi Gazali getirildi. 2 2 6
17 Ekim 1 5 1 7'd e (2 1 Ramazan) Şam civarına gelen Selim Han
bir müddet şehrin dışında çadırda kaldı. Ramazan Bayramı nama­
zını Ümeyye Camii'nde kıldı. Bayramı çadırda geçiren padişah 22
Ekim'de şehre girerek, Mısır'a giderken kaldığı saraya tekrar yerleşti.
Bu sırada Selim Han'ı en çok düşündüren mesele veziriazamlık
mevkiine kimi getireceği idi. En muhtemel adaylar İkinci Vezir Zey­
nel Paşa ile Üçüncü Vezir Hocazade Mehmed Paşa idi. Selim Han
Zeynel Paşa'yı bu makamı yürütecek güçte görmüyordu. Hocazade
Mehmed Paşa'yı ise anlayış ve bilgisi bakımından takdir etmekle
birlikte henüz genç olması ve yeterince tecrübe sahibi olmaması
nedeniyle uygun bulmamıştı .227 Nihayet Mısır seferine giderken
İstanbul muhafazasında bıraktığı Piri Paşa'yı bu makama getirmeye
karar vererek kendisine bir davet hükmü gönderdi. Piri Paşa'n ın
Şam'a davet olunması padişahın burada uzun bir süre kalacağının
da işareti oluyordu.
256
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Ş A M ' DA K İ FAA L İ Y E T L E R İ
Selim Han Şam'a girdiği vakit Şah İsmail'in elçilerini ken disini
bekler bulmuştu. Şah İsmail Osmanlı padişahının Mısır sefe rini
muzaffer bir şekilde tamamlaması ile birlikte müthiş bir ko rkuya
kapılmış bulunuyordu. Padişahın tekrar kendi üzerine yönele ceğin i
düşünerek derhal elçilik heyetini mektubu ve görülmemiş hed iye ve
armağanlarla göndermişti. Şah İsmail şunu biliyordu ki, şayet Selim
bir kez daha üzerine yürüyecek olursa devletinden eser kalm aya­
caktı. Bu itibarla ne olursa olsun Osmanlı tehdidini kendi sin den
uzak tutmak istiyordu. Selim Han'ın Şam'a doğru gelmekte olduğunu
haber alan elçiler buraya gelerek beklemeye başlamışlardı.
Şah İsmail gönderdiği namede Selim Han'a tazimkarane keli­
melerle hitap ederek:
"Ey padişah! Sen birçok belde ve tebaaya malik oldun. Bilhassa
Mısır'ı almakla 'Hadimü' l- Haremeneyni'ş-Şerifeyn' unvanını aldın.
Arzın İskender'i şimdi sensin. Aramızda geçen geçmiştir. Bir daha
avdet etmez. Saadetle ülkene gidesin. Arzun ve maksadın ne ise ben
onu yerine getiririm" diyordu.228
Buna rağmen Selim Han'ın Safevi elçilerine tavrı değişmemişti.
Şah İsmail' in verdiği söze güvenmeyerek elçileri hapsedilmek üzere
İstanbul'a gönderdi.
Selim Han Şam'da bulunduğu sırada özellikle Suriye ve çevresinin
toprak ve vergi işlerinin düzene konulması ile uğraştı. Haleb Kadısı
Çölmekçizade Kemal Çelebi Arabistan defterdarlığına tayin edilerek
fethedilen yerlerin tahriri işlerine nezaretle görevlendirildi. Trablus,
Hama ve Humus beldelerinin tahriri İdris -i Bitlisi'nin oğlu Ebu'l­
Fazl'a, Şam ve çevresinin tahriri Fenarizadelerden Nuh Çelebi'ye,
Haleb tahriri de Abdullah Paşazade Abdülkerim Çelebi'ye verildi. Bu
üç zevat Suriye'yi en geniş tarzda inceleyecek, hasları tayin edecek,
timar için gerekli parçalar ile evkafı emlaktan ayıracaktı.229
Öte yandan 24 Ocak 1 5 1 7'de Şam'a gelen Piri Paşa veziriazamlık
makamına tayin edildi. Piri Paşa dürüstlüğü, sözünü açıkça söyle-
Ya v ıı z S u l t a n S e l i m H a n
257
m e si, görüş ve kanaatlerinin isabeti cihetiyle padişahın itimadını
kazanmıştı.
Selim Han Mısır seferine giderken Şam'a ilk girdiğinde Şeyh-i
ekber Muhyiddin- i Arabi'nin kabrini buldurmuş ve üzerine bir
türbe ile yanına cami ve imaret yapılmasını emir buyurmuştu.230
Külliye Selim Han'ın gelişi ile tamamlanmış ve padişah açılış
merasiminde (5 Şubat Cuma) hazır bulunmuştur. Cuma namazını
burada eda eden padişah, külliyenin vakıflarını da tanzim ettirmiştir.
Kay naklarda camii ve imaret hakkında şu bilgiler verilmektedir:
"Nurlarla aydınlanan kabrin yanı başında bir cami yaptırdı ki
şirinlikte benzeri olmayan Şam'a güzellik katan bir bina oldu. İçine
giren öyle safa bulur ki sanki dünyadan çıkar başka bir aleme dalar.
Kendini camiin asıl eşyasından sanır da oradan ayrılmaya gönlü
bir türlü razı olmaz. Bu camiin yanında göze hoş gelen bir imaret
kuruldu. Pek çok sofra ve deniz gibi nimetlerinden genç ihtiyar,
gü çlü güçsüz, dertli ve kederli kişiler faydalanmaya başladılar:'23 1
Selim Han Şam'da ikamet ettiği günlerde, tebdil - i kıyafetle
ortadan kaybolarak Halilü'r- Rahman ve Kudüs'ün on kilometre
güneyinde, İsa Aleyhiss elam'ın doğum yeri olan B eytü'l- Lahm'i
ziyaret etmiştir.
Şam'da vuku bulan hadiselerden biri de Selim Han'ın pek ziyade
hürmet ve saygı gösterdiği hocası büyük alim Halimi Çelebi'nin
vefatı olmuştur. Orada Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin türbesine
defnedildi.
Selim Han istediği düzenlemeleri gerçekleştirdikten sonra dört
ay kadar kaldığı Şam'a veda ederek Haleb'e geldi ( 3 Mart 1 5 1 8) . İki
ay kadar da burada kaldıktan sonra 6 Mayıs'ta İstanbul'a doğru yola
çıktı. Mercidabık Sahrası'na geldiğinde Veziriazam Piri Mehmed
Paşa'yı iki bin yeniçeri ve bir hayli eyalet askeriyle Diyarbekir tara­
fına yolladı. Böylece Şah İsmail'in hareketlerini kontrol ettirmek ve
kendisine gözdağı vermek istiyordu. Ane ve Hit kalelerini alan Piri
Mehmed Paşa, şahın en küçük bir harekette bulunmaması üzerine
İstanbul'a dönecektir.
258
K a y ı / i l : H a re m ey n H i z m e t i n d e
S elim Han ise Ayıntab, Kayseri, Aksaray, Afyon ve Bursa
güzergahını takip ederek 2 5 Temmuz 1 5 1 8 Pazar günü Üsküdar'a
geldi.
İstanbul'dan ayrılışının (5 Haziran 1 5 1 6) üzerinden tam olarak
iki sene elli gün geçmiş bulunuyordu. Dünyanın sayılı seferlerinden
birini gerçekleştirip, Osmanlı'ya muazzam ülkeler kazandıran ve
"Halife-i Müslimin" unvanıyla gelen bu büyük Türk cihangir padi ­
şahını karşılamak üzere İstanbul'da halk ve devlet ricali günlerdir
hazırlıklar yapmaktaydı.
Ancak bütün gösteriş ve şevketini devleti için yapan Selim Han,
şahsına karşı yapılacak merasimden ve şatafattan sıkılmış ve mah­
çup olmuştu. Bu itibarla şehre girişini önce ertesi güne bıraktırdı.
Ardından karanlık bastırdıktan sonra geceleyin birkaç kişi ile bir
kayığa binerek Boğaz'ı geçti ve Topkapı Sarayı'na gitti. Böylece ertesi
gün h alk ve devlet adamları Selim Han'ın sarayına girmiş olduğunu
öğrendiklerinden düşünülen hiçbir merasim ve karşılama programı
yapılamamıştır.
İ Ş L E R İ N İ B İ T İ RM E K H AT I R I MA G E L D İ !
Selim Han İstanbul'a geldikten sonra Osmanlı donanmasının
gerek adedini ve gerekse faaliyetlerini artırmak için harekete geçti.
Zira o daha Dulkadır ülkesi zaptolunduğu sırada İstanbul'da büyük
bir tersane yapımını lüzumlu görmüştü. Yine büyük alim Anadolu
Kazaskeri Kemalpaşazade ile bir görüşmesinde:
"Tersaneyi üç yüz adet yapmak isterim. Ta Hisar'dan Kağıthane'ye
dek olmak gerektir. İnşaallah niyetim feth-i Efrenciye'dir (Avrupa)"
demişti. Kemalpaşazade de padişaha:
"Padişahım ! Siz bir şehirde mukimsiniz ki anın velinimeti bahr­
dır ve bahr fetholmayınca ve gemi gelmeyince İstanbul mamur
olmaz" diyerek karşılık vermiştir.
İşte b u düşünce ile padişah Hal iç'te evvelce Bizans tersanesi
olarak kullanılan yerde ceddi Fatih'in inşa ettirmiş olduğu eski
tersaneyi üç yüz kadar inşaat tezgahını (göz) ihtiva edecek şekilde
Kağıthane'ye dek genişletm iştir. Bu tezgahlardan her birine elli bin
Ya v ıı z S ıı l t cı n S e l i m H a n
2 5 '.J
akçe h arcanmıştır. Bu gözlerde yüz elli çekdiri yapılmasını emreden
S eli m Han, bunlar için Suriye ve Mısır'd an Arap kürekçiler getiril­
mesini de temin etmişti.
1 5 1 6 senesinde ikmal edilen bu donanma Cafer Kapudan'ın
em rind e Mısır seferi sırasında Gazze ve Remle iskelelerine uğramış
ve 22 Mayıs 1 5 1 7'de İsken deriye önlerine varmıştı. Selim Han bu­
rada donanmayı teftiş etmiş ve Cafer Kapudan'd an gerekli bilgileri
ala rak memnun kalmıştı.
İşte Mısır seferinden dönüşte Selim Han tekrar donanma ile
ilgile nmeye başlamış, yapılan muazzam tersanede yeni gemilerin
inşası için emirler vermişti.
Selim Han'ın bu hazırlıkları öncelikle Venediklileri telaşlandırdı.
Kıbrıs Adası'na ait vergiyi ödemekle birlikte her ihtimale karşı adayı
tah kim ederek Avrupa'd a müttefik arayışına giriştiler.
Rodos Şövalyeleri Reisi Fabrice Carette de İstanbul'd aki ha­
zırlıkların kendilerine karşı yapıldığını kabul ederek Avrupa'da
bulunan şövalyeleri adaya çağırmış ve bu suretle bir taarruza karşı
tedbirleri almıştı.
Papalık ise Avusturya, Fransa, İngiltere ve İspanya devletlerine
birer kardinal göndermek suretiyle Osmanlılara karşı güç birliği
yapmaya çalışıyor ve belki böylece Selim Han'ın Roma üzerine
yürümesinin önüne geçmeye çalışıyordu.
Selim Han'ın ne düşündüğünü ise Veziriazam Piri Mehmed Paşa
ile geçen şu muhabere bir nebze ışık tutmaktaydı:
Bir gece yarısı Piri Paşayı ani olarak huzuruna çağırmıştı. Piri
Paşa endişeliydi. Zira Selim Han gayet huzursuzdu. Buyurdu ki:
"Kafir ülkelerinde birtakım memleketler varmış, içlerinde büyük
şehirler yüksek ve sağlam kaleler, denizlerde son derece mamur ve
gö nül çeker adalar olup onların kralları kafirlermiş.
Kafirlere tahta oturup ülkeler zapt etmeleri, dünyada hükmedip,
saltanat sürmeleri layık mıdır? İslam gayreti yok mudur !
2 (ı()
K ay ı / I l : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Tiz onların işlerini bitirmek hatırıma geldi. B u konuda düş ün ce
ve tedbirin nedir? Ne yapmak gerekdir? " diye sordular. Piri Pa şa:
"Yüce emirleriniz üzere kadırgalar ve kalite gemiler tamamlan­
mak üzeredir. Padişahımın heman arzusu ne ise yerine gelir deyin ce
paşaya övgüler yağdırıp :
"Hemen emrediyorum. Gereği ne ise görüle ! " demiştir.2 3 2
H I Z I R LA LA M H AY R E D D İ N V E N A S R E D D İ N ' D i R
Bu sırada Cezayir'de gelişmeler olmuş, Oruç Reis İspanyoll arla
bir çarpışmada şehit düşerek yerini kardeşi Hızır almıştı. İsp an­
yollar bundan sonra Tlemsen emiri ile de işbirliği ile Hızır Reis'i
Cezayir'den çıkarmak üzere faaliyetlere giriştiler. Müttefiklerin ilk
saldırılarını defeden Hızır Reis vaziyetinin nazikliğini de görmüş­
tü. Bir avuç Türklerin hem Şarlken'e hem de yerlilere karşı durma
imkanı çok azdı. Bu itibarla S elim Han'a müracaata karar verdi.
Hızır Bey de dört pare gemiyi padişah ve yüksek rütbeli paşalar
için nice hediyelerle donatarak hazırladı. Ağalarından Hacı Hüseyin
Ağa'yı leventlerin başbuğu seçerek gönderdi.
Yavuz Sultan Selim bu ziyarete oldukça sevinmiş, Oruç Reis'in
şehadet haberine ise bir o kadar üzülmüştü. Hızır Bey' in hediyeleri
huzur- ı şeriflerine gelip namesi okunduğunda:
"Hızır lalam, Hayreddin ve Nasreddin'dir. B enim evvelden beri
en makbul kulumdur. Ben onun her işini kabul eyledim. Düşmanları
üzerine daima muzaffer olsun . Ol vilayetin namesin ve hutbesin
benim nam-ı pakime göndersin" diyerek Hacı Hüseyin Ağa'ya hil'at
giydirdi. Ağa ve leventler için konaklar döşetip tayinatlar verdi.
Hacı Hüseyin Ağa Asitane- i Saadet'te kırk gün kadar kaldı. Dev­
let ileri gelenleri ile görüşüp hediyelerini takdim etti. Dönüş için
hazırlıklarını tamamladıktan sonra Sultan Selim Han tarafından
bir kez daha kabul edildi.
Selim Han, kendi hattı ile yazdığı mektubu Ağa'ya teslim eyledi.
Ayrıca bir cevahir taş oturtma sonkur kılıç, bir hil'at -ı fühire, bir
diba sancak ve bir flandıra verdi. Sonra Hüseyin Ağa'ya:
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
261
"İşbu kılıcı lalam Hayreddin Reis'e götür. O n a bergüzarım ol­
n.
su Din düşmanlarına benim aşkıma gazalar eylesin . Sancağım ile
flan dıramı yanından ayırmasın. Ne zaman açarsa galip ve mansur
ols un. Hakk Teala iki cihanda yüzü ak eylesin" diyerek dualar etti.
Tekneler, Yalı Köşkü'nden kendilerini uğurlayan Selim Han'ı yollu
yolu nca üçer kat şenlik eyleyip top atışları ile selamlayarak ayrıldılar.
Selim Han gemilerin yolda hiçbir şekilde incitilip rencide edil­
m emeleri için Venedik balyozundan bir mektup dahi aldırıp Hacı
Hüs eyin Ağa'ya verdirmişti. Kendisinin has kullarından bir kişiyi
de yanlarına katmıştı.
Hacı Hüseyin Ağa gemilerin yelkenlerini açıp yola revane olduk ­
tan birkaç gün sonra Koron Kalesi'ne yakın vardıklarında Venedik'in
sekiz pare kadırgasına rast geldiler. Koron Kalesi önünde yatarlar
idi. Hayreddin Bey' in gemileri olduğunu bilip el koymak sevdasın­
da iken onların hiç kaçma emaresi göstermeden Koron Limanı'na
girişine bir anlam veremediler. Ancak Hacı Hüseyin Ağa liman da sandala girip doğruca generalin sefinesine çıkarak balyosun
kağıtlarını gösterince hayrette kaldılar. Onlara:
"Mademki siz buraya kadar gelip bizimle mülaki oldunuz. Bizim
sizleri Modon'a kadar iletmemiz gerekir. Zira biz biliriz ki sizlere
bir taraftan bir zarar erişirse onu bizden bilirler" diyerek sekiz pare
kadırgaları ile kendilerine bir müddet yoldaşlık da yapmışlar.
Nihayet birkaç gün daha geçince gemiler Cezayir'e azim şen­
liklerle vasıl olurlar.
Hayreddin Bey o gün büyük bir divan tertip etti. Bütün alimler.
Salihler, şeyhler, gaziler orada hazır bulundular.
Padişah hazretlerinin ihsan buyu rdukları hil'atı giyip kıl ıcını
boynuna bir hamayıl ( muska) gibi asan Hayreddin Bey, ayakta
hürmetle padişahın namesini kabul ederek, üç defa öpüp yüzüne
gözüne sürdükten sonra bütün erkana karşı okuttular.
Emr-i şerifi büyük bir muhabbetle dinleyen alim ve erkan :
"Duyduk ve gereğince amel etmek bizim için en büyük saadettir"
dediler. Padişah hazretlerine azim dualar eylediler.
262
K ay ı 1 1 1 : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Memleket halkı küçüğü ve büyüğüyle genci ve yaşlısıyla, ka dı nı
ve erkeğiyle şad ü hürrem oldular. İlk cuma günü hutbeyi S elim
Han hazretlerinin adıyla okutan Hayreddin Bey donanma ile gel­
miş bulunan padişahın adamını yine büyük hediyelerle Asitane'ye
gönderdi.
Öte yandan bu son gelişmelerden Tunus ve Tlemsen beyleri
fevkalade huzursuz olmuşlardı. Cezayir vilayetine padişahın emr-i
şerifleri geldi ve halk bunu büyük bir memnuniyet içerisinde ka­
bullendi diyerek gam ve gussa içerisinde kalmışlardı.2 33
RO D O S Ü Z E Rİ N E M i ?
Selim Han'ın donanmaya verdiği yoğun önem ve ehemmiyet
üzerine iki yüz elli gemiden mürekkep muazzam bir donanma savaşa
hazır hale gelmişti. Seferin nereye açılacağını kimse bilmemekle
beraber Hıristiyanlara karşı olacağı kuvvetle zannediliyordu. Belki
Roma'da gerçekleştirilmeye çalışılan Haçlı seferini karşılamak için
yapılıyordu. Fakat devlet adamları arasında Rodos üzerine olacağı
hususunda umumi bir kanaat mevcuttu.
Aslında devlet adamları Rodos üzerine bir seferin açılmasına
taraftar idiler. Zira Rodos bir korsanlar ve hırsızlar durağı olmasıyla
şöhret bulduğu gibi Mısır'ın alınması ile zaptı daha da önem kazan­
mıştı. Zira mutlaka güven altında bulunması icap eden İstanbul­
İskenderiye ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Vezirler artık:
"Şu Akdeniz yalnız Devlet-i Aliyye'ye bir mersa (liman) olabilir"
diyerek Rodos'un fethinin şart olduğunu kendilerine inandırmışlar­
dı. 23 4 Akabinde vezirler ve ileri gelen devlet adamları padişahın da
Rodos'un fethine yönelmesi için elbirliği yaptılar. Sefer için gereken
işleri kendince hazırladılar.
Selim Han'ın Eyüp Sultan Hazretleri'ni ziyaret ettiği bir gündü.
Eyüp Sultan Kapısı'ndan dışarı çıktığı anda tersane yöresinden top
sesleri geldi. Nedenini sorduklarında: "Kapudan gemisin denize
saldılar. Onun şenliğidir" dediler.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
263
Gazaba gelerek: "Kimin emriyle gemi salarlar? Ne zamandan
b eridir kendi başlarına göre hareket eder oldular? Derhal boynu
vurulsun" diyerek Kapudan Cafer Bey'in idamını emrettiler.
Fakat Veziriazam Piri Mehmed Paşa araya girerek o kadırganın
yeni yapılan kadırgalardan biri olup denetlenmek için suya indiril­
di ğini söyleyerek kaptanın affını ve görevinde kalmasını temin etti.
Fakat Selim Han bütün bu hareketlerin kendisini Rodos Adası'na
yönlendirmek için olduğunu biliyordu. Ertesi gün divanda vezirlere
ağır sözlerle hitap ederek:
"Beni bir kafir adasına iletmek istersiniz. Ona değer mi ki ben
oraya varanı, fakat fethi güç ola! Hoş sizin gibi tedarikli vezirler( ! )
ile fethedileceği de belli değil. Nasıl fethedersiniz ki, daha gereklerini
hazır etmediniz. Bir kale parçasına bizzat varayım, fakat fethinde
gü çlük ve yığın yığın zahmet çekeyim. Irz-ı saltanat ona güç getirir
mi? Hem hisar fethinde en önemli gereç baruttur. Kaç aylık azık ve
barutunuz vardır? Söyleyin bana!" diyerek çıkışınca vezirler sıhhatli
bir cevap veremediler.
Bunun üzerine hışım ve gazapla:
"Şimdi sizin tedbirinizle kale fethine varmak akıllıca hareket
midir? Varın işi araştırın ve yarın arz eyleyi n" diyerek huzurdan
çıkardılar.
Ertesi gün divanda:
" Padişahım dört buçuk ve nihayetinde beş aylık barutumuz
vardır" diyerek bilgi verdiler. Selim Han:
"Siz ol hisarı beş değil, altı ayda dahi alamazsınız. Be hey adam ­
lar! Bu tedarik ile oraya varılmaz. Biz ülkeler zapt etmek niyetinde
iken, siz beni bir hırsız kalesi ile uğraştırmaya çalışıyorsunuz. Varın
gidin, benim seferim yok ! " dedi. Ardından hüzünlü bir şekilde:
"Meğer sefer- i ah iret ola" diyerek yüzünü vezirlerinden çevirdiler.23-'
E D İ R N E YO L U N DA
Yavuz Sultan Selim, 926 yılı Şaban ayında (Temmuz- Ağustos
1 520) Edirne'ye gitmeyi kararlaştırdı. Vezirler ve divan erkanını
264
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
ordu-yı hümayuna lazım olan pek çok ağırlıkları Hazine-i A mire
ile yola çıkarmıştı.
Kendisi de hareketinden bir gün önce, oturdukları köşkten çıkıp
sarayın eteğindeki gönül açıcı, ferahlık veren bahçeye inmiş, seyre
dalmıştı. Bahçede gezip dolaşırken sırtında hissettiği bir acı dan
duyduğu elem ve ızdırapla Hasan Can'a dönerek:
"Sırtıma sanki bir diken batıp durmakta ve ziyade acı ver mek­
tedir" dedi. Hasan Can:
"Herhalde bahçedeki ağaçlardan takılıp kalmı ş olmalı. Müsaad e
ederseniz, göreyim" dedi.
"Uygundur" demesi üzerine iskemleci hemen taşımakta olduğu
yaldızlı kürsüyü getirdi. Padişah da kürsü üzerine oturdu.
Hasan Can yakalarından elini sırtında gezdirdi ise de bir şey
bulamadı. Ancak Selim Han bir müddet sonra şikayetini yeniledi.
Hasan Can bu defa gömleğin düğmelerini çözerek baktığında
bir kıl başı kadar yerin ağarıp çevresinin kızarmış olduğunu gördü.
Üzerinde dokunduğu esnada: "İşte orasıdır" dediler.
Selim Han: "Ne çeşit bir şeydir? " diye sorunca, Hasan Can tarifte
bulundu. Bunun üzerine bir miktar sıkmasını istediler.
Hasan Can şehadet ve orta parmakları ile yeni kızarmakta olan
çıbanı kenarından yokladığında parmaklarının arasının oldukça
sert büyük bir yumru ile dolduğunu hayretle görerek irkildi.
O şaşkınlıkla:
"Saadetli padişahım bu bir büyük çıbandır. Henüz hamdır. Ol­
gunlaşmamışken zedelemek doğru değildir. Bir uygun merhem
koymak gerektir" dedi.
Meğer bu olaydan üç gün kadar önce Hasan Can da çıban illeti
yüzünden üç gün yattığından hizmetine gelememişti. Bu hal gön­
lünde iz bıraktığından yarı sitem, yarı latife yollu:
"Biz çelebi değiliz ki bir küçük çıbandan ötürü cerrahlara mü­
racaat edelim" dediler. Bu halle kasr- ı saadete çıktılar. O geceyi ağrı
ve sancı içinde uykusuz geçirdiler.
Ycı v ıı z S ıı l t a n S e l i m H a n
265
Ertesi gün çıbanı olgunlaştırmak gayesiyle hamama girdiler.
Hasan Can'ın bulunmamasını fırsat bilerek hizmetkarla rından
bi rine çıbanı iyice sıktırıp zedeletmişti. D aha sonra Hasan Can'ı
gördüklerinde:
"Hasan Can ! Sözünü tutmadık ama kendimizi helak ettik" dedi.
P adişahı canından çok seven Hasan Can:
"Bu sözü duyduğumda aklım başımdan gitti. Baktığımda çıbanın
tabii durumdan çıkıp, azdığını gördüm" demiştir.236
Buna rağmen Selim Han yanında kapıkulu askerleri ve Ferhad
Paşa olduğu halde Temmuz 1 520'de Edirne'ye doğru hareket etti.
Fakat gün geçtikçe yarası büyümüş ve açılmıştı.
Çorlu yakınındaki Sırt Köyü'ne gelindiğinde artık hareket ede­
meyecek kadar takatsiz düşmüştü. Bu sebepten ordugahı orada
kurularak bir müddet istirahat etmesi ve tedavi olunması karar­
laştırıldı. İşte tabipler de hastalığını bu sırada teşhis edebildiler.
Padişah öldürücü bir çıban çeşidi olan 'Şirpençeye'2 3 7 yakalanmıştı.
Gerekli tedaviye derhal başlandı. Fakat diğer hekimlerle birlikte
Reisü' l- Hukema Ahi Çelebi'nin de gösterdiği her türlü ihtimama
rağmen yara gittikçe büyüdü. İki aya yakın kaldığı karargahında
ızdırabı gittikçe artan ve iyileşme ümidi azalan Selim Han, Edirne'de
bulunan Veziriazam Piri Mehmed Paşa, Vezir Mustafa Paşa ve Ru ­
meli Beylerbeyi Ahmed Paşa'yı huzuruna çağırttı. Vasiyetini yaptı.
Sonra Piri Mehmed Paşa ile yalnız olarak görüştü. Son demlerini
yaşadığını belirtip Manisa Valisi Şehzade Süleyman'ı bir an evvel
getirtmesini istedi.
Piri Paşa çok sevdiği padişahın hastalığı ile perişan bir halde
hassa subaylarından Silahtar Kethüdası Süleyman Ağa'yı, şehzadeye
haber vermek ve bir an önce gelmesini sağlamak üzere Manisa'ya
gönderdi.
V E F AT I
İran seferinden sonra S elim Han'ın musahibi olarak devamlı
yanında ve hizmetinde bulunan büyük alim Hasan Can, padişahın
son günlerini ve yaşadıklarını şöyle anlatmıştır:
266
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
"Son dönemlerinde S elim Han'ın hizmet-i şerefinden bir a n
eksik olmayıp geceleri sabahlara dek mum örneği yanan gö nlümle
karşılarında el pençe divan dururdum. Yorulunca yatağı uc un a
oturur ve hizmetten bir an dahi ayrılmazdım. Gah mübarek elle ri
elimde, gah değerli başı omuzuma yaslanmış olurdu. Cerrahlar ilaç
yapmaya giriştiklerinde ben de yanlarında olurdum. Neredeyse
benden başkasına hiç güvenmezdi.
2 1 Eylül 1 520 ( 8 Şevval 926) Cuma günü akşamı idi. Ha stalığı
iyice ilerlemi şti. Yine Hasan Can ile birlikte idiler.
Bir ara ızdırabının arttığı bir demde seslenerek:
"Hasan Can bu ne haldir?" diye sordu.
Ben gayet üzüntülü bir halde yüzüne dahi bakamadan:
"Sultanım, Cenab - ı Hakk'a yönelip, Hakk Teala ile olunacak
zamandır" cevabını verdim.
Mübarek padişah bir anda hüzün ile karışık celallendi ve:
"Hasan Can bizi bunca zamandır kimin ile bilirdin? Cenab-ı
Hakk'a yönelişimizde bir kusur mu gördün? "
Hasan Can padişahı üzmüş olduğunun utancı ve sıkıntısı içinde:
"Haşa ki sultanım sizi bir an dahi Allahu Teala'yı anmaktan g afil
görem . Amma bu zaman diğer zamanlara benzemediği için ihtiyat
olsun diye söyledim" cevabını verdi.
Aslında Hasan Can, ölüm vakti diyememiş, ecelin kapıda oldu­
ğunu söyleyememiş ve böyle bir ifade kullanmıştı.
Bir müddet süklit eden S elim Han bu kez kendisine: "Yasin-i
Şerif'i oku" buyurdular.
Hasan Can emirleri üzere hafif duyulur bir şekilde ve güzel
sesiyle Yasin-i Ş erif'i baştan sona tilavet buyurdu. Selim Han d a
kendisi ile beraber okumuştu.
Sonra tekrar etmesini buyurdular. Kendisi de yine onunla birlikte
okumaya devam ediyordu.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
267
" Selamün kavlen min Rabbi'r- Rahim"238 ayetini okuduktan sonra
sağ elinin diğer parmaklarını sıkıp şehadet parmağını kaldırdı ve
öylece ruhunu teslim etti.
Gözün yumdu temaşa-yı cihandan
Feragat buldu kavga-yı zamandan
Güçlü elleri, ellerimde idi. Nabzını yoklayınca durduğunu an ­
la d ım ve hemen gerekli hizmetleri ifa etmeye başladım.
Hekimbaşı Ali Çelebi o sırada yan ım ızda olup yaptıklarıma
ba kıyordu. Tuhafına giderek: "Henüz hayattadır. Ne acaip işler
edersiz . . ." diye ikazda bulununca:
"Bu kapıya alnımı sürdüğüm günden bu ana dek velinimetim
hizmetinde bir dakika dahi yüz döndürmemişem. Şu anda gereken
hizmet budur. Hekimlik sürmek geçip gitti ve özlenen cevher elden
yitti" cevabını verdim.
Bu sırada padişahın vefatını anlayan yakın hizmetlileri ağlayıp.
bağrışmaya başlamışlardı. Yüksek sesle ağlamak neticesinde padi ­
şahın vefat haberi her yandan haber alınacağından kargaşaya yol
açar diyerek derhal susturmaya giriştim. Birkaçını sustururken
diğer taraftan birkaçı başlıyordu. Nefeslerini bir anda yükseltiyor
ve bağırarak ağlıyorlardı.
Gördüm ki ol hamlan susturamayacağını. Hazinedarbaşı Süley­
man Ağa'yı haberdar kılıp onları susturmasını rica ettim .
Süleyman Ağa da; "Yeniçeriler durumdan haberdar olursa hazi­
nenin hali ne olur" diyerek vezirleri haberdar etmek yolunu seçmiş.
Böylece mesuliyetten kurtulacağını düşünmüş.
Onun yaptıklarından haberdar olunca derhal o tarafa koştum.
Gördüm ki kapıda durur ve birkaç kimse fanusla koştururlar:
"Burada neylersiniz? Yoldaşları niçin zapt etmezsiniz?" dedim.
Süleyman Ağa dahi: "Sana ne olacak var. Bunca hazineyi koru­
mak benim üstümdedir. Zarara uğrarsa cezayı ve suçu ben çekerim.
Kapıcılar kethüdasını vezirlere gönderdim ki gelip gerekli tedbirleri
alalar. Ben de bir musibete uğramayayım" dedi.
268
K cı y ı I I I : H a re m ey n H i z m e l i ıı d e
İnat ya d a kibir yü zünden ona hatasını açıklamak ya mümkün
olmayacak veya çok zaman alacaktı. Vakit kaybetmemek ve tela fis i
mümkün olmayan felaketlere sebep olmam ak için bunu bırakıp
derhal gidenlerin peşine düştüm. Yaklaşınca ağa hazretleri; "B ir
parça durun" diyerek seslendim. Kapıcılar Kethüdası Fil Ya kub
adında iş bilir halden anlayan bir kişi idi.
Yakına varınca: "Nereye gidersiniz? " dedim. "Süleyman Ağ a,
veziriazama gönderdi, oraya varmaktayız" dedi.
"Onlar keder ve kuşku içinde tedbirsiz davranıp böyle bir hare­
kete girişmişler. Siz gün görmüş incelikleri bilir bir devletlüsünüz.
Askerin kaygılı olduğu bir demde gece yarısı kapıcılar kethüdasının
veziriazama varmasının fitne kapısını nasıl aralayacağını bilirsiniz.
Akıl sahipleri için böyle tebbirlerin doğuracağı fesat kapalı değildir:'
Kethüda efendi ise: "Doğru s.öylersiniz. Amma biz hizmet kulu­
yuz. Buna göre boyun eğdik. Olacak iş ne ise buyurun anı işleyelim"
dedi.
Ben de: "Bu gece ol saadet kapısını beklemek ve sırrı saklı tutmak
en akıllıca iştir. Sabahla birlikte kanun gereği ulu vezirleri divana
getirtir, meseleyi enine boyuna görüşürüz" dedim .
Fil Yakub bu akla yatkın tedbirleri beğenip dualar etti. Geri
döndüklerinde Süleyman Ağa alışageldiği görüşünde inat ederek
işi kavga yoluna dökmeye başladı.
Hasan Can ise yine yumuşaklık ve mülayemet yolunu seçmişti:
"Ağa efendi ! Bu dem çatışma ve kavga zamanı değildir. Bu gece
ne hal ise sırrı saklamada sebat edin. Kimselere duyurmamaya gayret
gösterin. Bakın sabah da yaklaştı. Kerem edin bir ancık olsun sabr
edip dayanın" diyerek nice yalvarıp yakarmalarda bulundu.
"Sabah da yakın değil mi? " mealindeki Hud Suresi 8 1 . ayetini
okuyup ikna eyledi.
Sabah olunca divan töresi gereğince vezirler geldiler. Veziriazam
Piri Paşa içeri girip duruma vakıf olunca gamlı gözlerinden seller
gibi yaşlar döktü. Hasan Can'ın eline yapışarak aldığı tedbirleri
beğendiğini belirtip, çok hayır dualar etti:
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
269
"Hakk Teala seni bu kapıya bu hizmet için göndermiş. Eğer sen
olmasan atılacak yanlış adımlarla memleket haraba varırdı" diyerek
nice övgü dolu sözler sarf etti.239
O gün hiçbir şey olmamış gibi divan toplantısı yapıldı. Görevler
verildi. Terakkiler dağıtıldı. Hekimlere güya Selim Han'ın tedavi­
sinde gösterdikleri başarı dolayısıyla hil'atler giydirildi.
Daha sonra Hasan Can'ın riyasetinde doktorlarından Hekim Şah
Kazvini, Hekim İsa ve Hekim Osman otağ içinde padişahı yıkama,
kefenleme ve cesedinin kokmaması için tahnit işine giriştiler. Pa­
dişahın yıkanması sırasında avret mahalli açılacak gibi olduğunda
sert bir hareketle ve tek hamlede setr- i avret ettiğini gören hekimler
dehşet içerisinde kaldılar. Yüzleri muma dönmüş bir halde tekbir ve
salavat getirerek yıkamaktan kaldılar. Tekrar kendilerine geldiğinde
yıkama merasimini tamamladılar. Padişahın iç organları Otağ - ı
Hümayu'nunda yattığı yerin zemininde kazılan yere defnedildi.2 40
Piri Mehmed Paşa aldığı yerinde tedbirlerle Şehzade Süleyman
İstanbul'a gelinceye kadar Selim Han'ın vefatını gizli tutmayı ba­
şarmıştı. Nihayet Süleyman'ın, Şevval'in on birinci (24 Eylül) günü
İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındığında,
ordugahta Selim Han'ın vefatı ve yeni padişahın tahta çıktığı ilan
olundu.
Solaklar büyük bir yeis ve üzüntü içerisinde börklerini atarak
ağlaşmaya başladılar. Orduda askerler çadırların iplerini kesip yere
düşürdüler. Dünya vaveyla sesleri ile inledi. Askerler ah u vah ile
yaslar ettiler. Veziriazam ve vezirler orduyu teskin ederek İstanbul'a
getirdi.
Selim'in naaşı başlarında bizzat Sultan Süleyman olduğu halde
İstanbul'd aki bütün devlet ricali tarafından Edirnekapı dışında
Bağlar mevkiinde karşılandı. Hazırlanmış olan tabuta konulup
omuzlar üzerine Fatih Camii'ne doğru yola çıkıldı. Yüzbinlerce halk
sokakları doldurmuş cenazeyi takibe çalışıyorlardı. Hayır dualarla,
fatihalar okumakta ve ruhuna hediye etmekteydiler.
Tekbir u tehlil ile naaşı be-duş
Getürücek koptu alemden haruş
270
K ay ı i l i : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Dediler ey şehriyar- ı kamkar
Şark u Şam'ı tığla kıldın şikar
Mülk- i İslam'ı münevver eyledin
Bugz- ı isyanı mükedder eyledin
Şimdi niyyet nereye ey şehriyar
Rahtı koyup naaşa kim oldun süvar
Kancaru azmin eya şah -ı cihan
Kim girüp tabuta gözden sen nihan
Kara buluta süvar iken o gün
Nişe kara örtünüp oldun zebun
Rahşının ziyneti kim kıldı hilaf
Emr-i Rabbanidür değil güzaf *241
Cenaze namazı yüzbinlerin katılımı ile Fatih Camii'nde kılındı.
Ardından o tarihlerde Mirza Sarayı denilen şimdiki Sultan Selim
Camii yanındaki mahalle defnolundu.
Sultan Selim vefatından evvel ara sıra gezinti yaparak geldiği ve
pek sevdiği bu mevkiye bir camii yaptırmak istemiş ve temellerini
attırmıştı. Ancak tamamlamaya ömrü vefa etmemişti. Oğlu Sultan
Süleyman bu camii ona yakışır şekilde sade ve haşmetli olarak
tamamlatacak ve kabrinin üzerine de güzel bir türbe yaptıracaktır.
Hüda'dan masivanın yok bekası
Ademdir her vücudun müntehası
Hayatı alemin ahir fenadır
Bekasız bir mecazi aşinadır
Cihanın varlığın bir dem demişler
Niye mağrur olur adem demişler
naaşı:
cenazesi; be-duş: omuzda; haruş: vaveyla, çığlık; kamkar: mutlu; mükedder:
kederli;
raht:
rahşının:
at takımı, yol levazımı;
atının; güzaf: boş.
kancaru:
nereye;
nihan:
gizli;
nişe:
ne işle;
Değil sabit inen ömrün kararı
Hazana irişür tizcek baharı
Gül- i ömrün baharı daim olmaz
Bükülse serv bili kaim olmaz
Dimiş akıl cihan gölgeliktir
Değil muhkem binası pür helikt ir
Cihan evdir fena oduyla yanık
Gözün aç gaflet etme ol uyanık
Sevinme yüzüne gülse zamane
Ömür nakdin virür ahir ziyane
Sürurunun sonu elbette gamdır
Seraser behceti cümle elemdir
Görünmez devletin asla devamı
Gönül virmek ona akıl reva mı
Vefasız yare etme aşinalık
Şeb-i muzlimde olmaz ruşenalık
Libas-ı ömrü arkandan düşer bil
Gururun hayrı yoktur anı şer bil
Ecel vardır unutma htıl- i kabri
Sakın mazluma itme cev u cebri
Elin erdikçe dil yap eyle mamur
Zaifane özün farz eyle bir mur
Hayırlar eyle yap taze imaret
Ola cennetde kabrinden beşaret
Çerağı alemin şehdir münevver
Adil olursa alemdir münevver *242
masiva:
başka şeyler;
yokluk;
mecazi:
beka:
geçici;
taşları ile dolu;
sürur:
karanlık gece;
ruşena:
beşaret:
sonsuzluk, ebedilik;
aşina:
sevinç;
münteha:
tanıdık, bildik, dost;
seraser:
aydınlık;
baştan başa;
hal-i kabir:
müjde; münevver: aydınlık.
bili:
sonu, nihayeti;
beli, evet;
behcet:
kabir hali;
dil:
'adem:
pür-helik:
sevinç;
gönül;
çakıl
şeb-i muzlim:
mur:
karınca;
272
K ay ı i l i : H a re m ey n H i z m e t i n d e
ŞAH S İYETİ
Dokuzuncu Osmanlı padişahı olan Yavuz Sultan Selim' in babası
sultan II. Bayezid Han, annesi Dulkadıroğlu Alaüddevle'nin kızı
Aişe Hatun'dur. (Gülbahar Hatun olduğu da ifade edilmekte dir)
1 0 Ekim 1 470'd e Amasya'da doğdu.
Küçük yaşta İstanbul'a gönderilen Selim, dedesi Fatih Su ltan
Mehmed Han'ın terbiyesinde yetişti. Kur'an -ı Kerim, tefsir, ha dis
ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Arabi
ve Farisiye, mükemmel surette konuşacak şekilde vakıf oldu. Çok
çevik ve zeki idi. Bir defa dinlediğini bir daha kolay kolay unut­
mazdı. Spora meraklıydı. Ata binmek, güreş tutmak, ok atmak ve
kılıç kullanmak hususunda büyük maharet sahibi oldu.
Babası II. Bayezid Han padişah olduktan sonra askeri sevk ve
idare ile ilgili devlet yöneticiliğini öğrenmesi için kendisini Trabzon'a
vali tayin etti. Trabzon'da devlet işlerinin yanında ilimle uğraşır ve
büyük alim Mevlana Abdülhalim hazretlerinin derslerini takip eder­
di. Bu arada edebiyat ve tarih ile de ilgilendi. Eyaletini çok güzel idare
eden Selim' in bu sırada komşu devletler ile de münasebetleri oldu.
Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı.
Bunların en meşhuru 1 508 Kütayis seferidir. Bu seferlerde bugün
Türkiye toprakları içinde bulunan Kars, Erzurum, Artvin illeri ile
on beş mahalli fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Buralar­
da yaşayan Gürcülerin hepsi onun adil idaresine hayran kalarak
Müslüman oldu.
Akkoyunlu Devleti'ni yıkarak Şii-Safevi devletini kuran ve Ana­
dolu için yıkıcı emeller besleyen Şah İsmail'in faaliyetlerini yakından
izleyerek mani olmaya çalıştı. Erzincan yakınlarında bir Safevi
ordusunu bozguna uğratarak, komutanları İbrahim Mirza'yı esir
aldı. Bu cevvaliyeti ile Anadolu'da halk arasında ve yeniçerilerce
bir destan kahramanı gibi sevilip sayıldı. Tahta geçmesinde bu
faaliyetlerinin büyük rolü oldu.
Sekiz yıl saltanat süren Selim Han; uzun boylu, iri kemikli ve
omuzlarının arası gayet geniş olup, mütenasip bir vücuda sahipti.
Ya v ıı z S ıı l l a n S e l i m H a n
273
Yüzü yuvarlaktı. Yüce bir himmet, sağlam azim, vakar, geniş ta­
savvur, keskin zeka, ileri görüşlülük, çabuk kavrama, tahminde
isab et, fıtri kahramanlık, her türlü silahı mükemmel bir şekilde
kullanma, harp mahareti ve büyük değişiklikler yapma kabiliyeti,
sü ratli manevra yapma, mukavemet etmede kuvvet, güçlüklerden
yıl mama gibi her bir kahramana iftihar vesilesi olacak pek çok
üstün meziyetlere sahipti.
İslamiyet'e bağlılığı ve dini yayma ve din yolundaki bid'atleri yok
etme yolundaki gayret ve himmeti son derece yüksekti. En büyük
ideali Müslümanları ve İslam devletlerini bir bayrak altında top­
lamaktı. Bunun için gece gündüz çalışarak babasından devraldığı
devletini iki katından fazla büyüttü. Akıllara sığmayan bu muazzam
fütuhat dört yıl ( 1 5 1 4 - 1 5 1 8) gibi kısa bir süre içerisinde yapılmıştı.
Doğu Anadolu'da Safevilerden Erzincan, Kemah, Ayıntab, Mar­
din, Urfa, Diyarbekir ve çevresi, Ramazanoğullarına ait Adana,
Tarsus ve havalisi, Memlüklerden el- Cezire, Suriye, Filistin, Mısır
ve Hicaz'ı alarak ülkesine katmıştı. Bundan başka ehemmiyeti pek
büyük olan İslam aleminin manevi hükümdarlığı manasına gelmekte
olan halifeliğe sahip olarak Osmanlı hükümdarlarının mevkilerini
yüks eltmiştir. İslamiyet'in ortaya çıktığı Mekke ve Medine'nin,
Osmanlı D evleti idaresi altına girip, S elim Han'ın mütevazı bir
tabir olan "Hadimü'l- Haremeyni'ş-Şerifeyn" (İki şerefli beldenin
hizmetçisi) unvanını alması İslam aleminde bu devlete olan hürmet
ve itibarı kat be kat artırmıştır.
Asıl hedefi Safevi D evleti'ni tamamen ortadan kaldırıp Orta
Asya'ya kadar giderek oralardaki Sünnileri nüfuzu altına alıp, tam
bir birlik meydana getirmekti. Zira Anadolu'd aki parçalanmanın
devleti düşürdüğü bunalımları görmüş ve bizzatihi yaşamıştı. Onun
en fazla endişelendiği husus ve devleti için gördüğü en büyük tehdit,
Müslümanların birlik ve beraberliğinin bozulmasıdır. Kendisine
atfedilen bir dörtlükte Selim Han'ın birlik ve beraberliğe verdiği
önem çok iyi anlaşılmaktadır.
274
K a y ı 1 1 1 : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi
Kuşe-i kabrimde hatta bi-karar eyler beni
İttihad oldu hücum-ı hasmı def'e çaremiz
İttihad olmazsa daim dağdar eyler beni *
B Ü Y Ü K D E V L E T A DA M I
Devlet işlerinde kati bir programla hareket eden Yavuz Sul­
tan Selim, herhangi bir devlet işini kesin olarak ortaya koymadan
önce, muhtelif yollarla onun hakkında vezirlerin ve diğer ilgililerin
fikirlerinden istifade ederdi. Uzun süre düşündükten sonra son
kararını verir ve ondan asla dönmezdi. Hatta bu kararın aleyhinde
bulunanları ve vazgeçmek isteyenleri şiddetle cezalandırırdı.
Bundan dolayı hususi meclislerindeki güler yüzlülüğü ve müsa­
mahasına veyahut yaptığı hizmet dolayısıyla teveccühüne mağrur
olup padişahın kararı haricinde mütalaa beyan edenlerin ne suretle
idam edildikleri Safevi ve Memlük seferlerinde görülmüştür.
İrade ve azim kudreti, derin görüşü ve yüksek dehasıyla babası­
nın devrinde durgunlaşan idareyi kısa zamanda hareketli ve cevval
bir hale getirdi. Buna mani olmak isteyenleri tepelemiştir.
Muazzam bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede gerek memleket
dışında ve gerek içeriden anında malumat alırdı. Pek mühim işlerde
bizzat takibat yapardı. Hudutlardan uygunsuz haberler aldığı vakit;
"Siz işlere bakmıyorsunuz! " diyerek vezirleri hem tazir eder hem de
hapsettirirdi. Hersekzade Ahmed Paşa, Dukakinoğlu, Sinan Paşa
ve Piri Mehmed Paşa bu vartaya uğramışlardandır.
Selim Han celal sahibi bir padişahtı. Şahidi olduğu olaylarda
derhal cezalandırma yoluna giderdi. Buna rağmen şikayet durum­
larında iyice araştırmadan ve soruşturmadan hüküm vermezdi.
Fikrini açık söyleyenin mütalaasını kendi fikrine aykırı olsa bile
kızıp söylenerek dinler ve hak sözü kabul ederdi.
Milletimin ayrılma ve bölünme endişesi, mezarımda dahi beni rahatsız eder.
Düşmanların hücumuna karşı tek çaremiz birliktir. Eğer bu olmazsa ben, kızgın
demirle dağlanmış gibi yanarım.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
275
Bir gün Yavuz Sultan Selim'e bazı kimseler gelerek Amasya'da
Gümüşlüoğlu Şeyh Mehmed'in "Sultan Korkud sağdır" diyerek
propaganda yaptığını ve başına adamlar topladığın ı bildirdiler.
Bunun üzerine padişah, şeyhi getirtip İstanbul'da hapsettirdi.
Şeyh Mehmed Efendi doğru sözlü ihlaslı ve muhterem bir zattı.
Bunu bilen Veziriazam Piri Paşa derhal padişahın yanına gelerek
Şeyh Mehmed hakkındaki sözlerin asılsız olduğunu ve bunu tahkik
için mutemet birisinin memur edilmesini arz etti. Sultan Selim
Han da o zaman ; "Ehl-i vukuftan birisini bana gönder" diyerek
tembihledi.
Celalzade Mustafa Çelebi'yi gören Piri Paşa:
" D ivanda meseleler görüşüldükten sonra padişahın yanına
gideceksin, bir yere ayrılma" diye bildirdi. Padişahın huzuruna
çıkacağını duyan Celalzade büyük bir heyecan kapıldı ve divan
müzakerelerinden sonra Arz Odası'na girdi .
Sultan Selim Han bu esnada bir kitap mütalaası ile meşguldü.
Celalzade'yi görünce: "Celal oğlu Mustafa sen misin?" diye sordu.
"Ben kulun, padişahım" demesi üzerine: "Gümüşlüoğlu'nu nasıl
bilirsin? Cevher veya meder (toprak) midir? Nice idrak kıl ursun,
bilirsin?" dedi. Mustafa Çelebi de: "Evliyalık menbaının, kaynağı­
nın cevheri ve nefisle mücadele meydanının halis eri, bir ulu kişi
bilirim" diye cevap verince; " Ulu mu! Ulu mu! Ulu mu!" diyerek
üç kere tekrar edip hiddet göstermiş ve sormuştu.
Fakat Mustafa Çelebi'nin her defasında:
"Evet padişahım ulu kişidir" diye sükunetle cevap vermesiyle hid­
deti geçmiş ve kendisiyle sonra yumuşak bir şekilde konuşmuştur.
Bu arada Celalzade'ye yevmiyesini de soran Selim Han on akçe
olduğunu duyunca miktarı çok az bulmuş ve artırılmasını emret­
miştir. Sonra da:
" Ş eyhe bizden selam söyle, h atırını h o ş tuts un" diyerek
Celalzade'yi Gümüşlüoğlu'na göndermiştir.
Padişahın devlet işlerinde ve adam seçiminde büyük bir isabeti
vardı. Çaldıran Muharebesi sırasında divandaki en küçük rütbeli
276
K ay ı 1 1 1 : H a re m ey n H i z m e t i n d e
şahıs olan Piri Mehmed Çelebi'yi keskin görüşlerinden dolayı takdir
etmiş ve onu kısa denilebilecek bir sürede 'Veziriazamlık' mevkiine
kadar yükseltmiştir. Değerli adamlara karşı itimadını her zaman
muhafaza eder, söylentilere asla kulak asmazdı.
Memleketin genişlemesi ve bu yüzden işlerin artması ü zeri ne
Veziriazam Piri Paşa bir telhis ile kendisine bir yardımcı vezir,
muavin istemiş, padişah da muvafık görmüştü. Birkaç gün sonra
Rumeli Beylerbeyi Çoban Mustafa Paşa'nın muavini olmasını arz
edince Selim Han:
"Ben deli olmadım, öyle bir adamı tayin edeyim" diyerek kabul
etmemişti.
Aradan iki ay geçtikten sonra Piri Paşa evvelki ricasını tekrar
etmişti. Bunun üzerine padişah:
"Mademki onun vezir olmasını bu kadar çok istiyorsun, öyleyse
senin vezirin olsun" diyerek Mustafa Paşanın vezirliğini istemeyerek
de kabul etmişti.
Beş altı ay sonra Piri Paşa'nın hastalığı sebebiyle bulunmadığı
bir arz gününde Mustafa Paşa, Piri Paşanın arzlarının yanlış oldu­
ğunu ileri sürerek itiraza kalkmıştı. Padişah; "Mülayemetle ne ise
söyle" diye müsaade etmiş o da bundan cesaret alarak veziriazamın
aleyhinde söyleyeceklerini anlatmaya başlamıştı.
Bunun üzerine Sultan Selim, büyük bir kızgınlıkla elindeki okla
Mustafa Paşanın başına vurarak:
"Bre mel'un ! Bunca zamandan beri hizmetimi gören Türk'ün
doğru veya yalanını bilmez miyim? Kalk sen benim vezirim değil­
sin. Anın vekilisin ve bu rütbeye anın arzıyla nail oldun" diyerek
öldürmek istemişse de yine Piri Paşa'nın ricasıyla kurtulmuştur. 243
Selim Han'ın devlet işlerinde titizliği, hata edeni affetmemesi
ve sinirli yapısı vezirlerini son derece korkutur, işlerini ciddiyetle
takibe yol açardı. Geride olanlar, ' Rakip ölmez görev gelmez' en­
dişesi taşımazlardı.
Ycı ı
u�
Sultan Selim Hun
277
Rakibin ölmesine çare yoktur
Meğer vezir ola Sultan Selim'e
s ö zü meşhur olmuştu. Selim Han'a vezir olursa rakip çabuk gider
ve bize de ikbal yolları açılır, derlerdi. Ancak Selim Han'a vezirlik
etmek de kolay değildi. Kendisinin şiddet ve gazabından korkan ve
her an ölüm tehlikesi geçiren Piri Mehmed Paşa bir gün usanarak
divan da:
"Padişahım, eninde sonunda bir bahane ile beni öldüreceksiniz.
Hemen bir gün evvel halas etsen münasiptir" deyince Selim Han
bir hayli gülmüş ve:
"Benim dahi muradım odur. Lakin yerini tutar bir adam bulun­
maz. Yoksa seni muradına eriştirmek kolaydır" demişti.
Böylece padişah; "Yerine geçer adam bulun maz" diyerek Piri
Paşa'ya karşı kadirşinaslığını da göstermiş oluyordu. 2 44
Bu büyük devlet adamının sekiz yıllık kısa saltanatı sırasında
yaptığı işler gerçekten baş döndürücü olmuştur. İki buçuk milyon
kilometrekareye yakın devraldığı devletini dört yıllık bir zaman
dilimi içerisinde ( 1 5 1 4- 1 5 1 8 ) altı buçuk milyon kilometrekareye
çıkarmıştır. Bu suretle tarihin en büyük cihangirleri arasında yerini
almıştır.
Yıkıcı Şii propagandasını Anadolu'dan söküp atmış ve vurduğu
müthiş darbe ile İran'ı Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkarmıştır.
İkiyüz elli yedi yıldır devam eden, Timur Han'ın fethe müyesser
olamadığı Memlüklü Devleti'ni iki meydan savaşı ile tarihe göm­
müştür. İslam halifeliğini üzerine alarak Osmanoğullarına büyük bir
prestij ve manevi güç kazandırmıştır. Cezayir'i himayesine alarak
Mağrib'e atlamış ve İspanya ile karşı karşıya gelmiştir.
Faruk Sümer Bey; "Büyük ideallerin adamı olan Selim Han'ı
ne ümerası, ne uleması ve ne de askerleri anlayabildi. Büyük işler
yapmak ve başarmak için yaşayan bu büyük ülkücü hükümdar
gayesine ulaşamadan öldü"245 derken Yahya Kemal de; "Genç yaşta
ecel kendisini teslim almasaydı Muhammed Aleyhisselam'ın şanı
bütün alemi kaplayacakdı" diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir.
278
K ay ı 1 1 1 : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Sultan Selim -i Evvel'i ram etmeyip ecel
Fethetmeliydi alemi şan-ı Muhammedf246
Gerçekten de bu cihangir padişahın son seferinin neresi olduğu
belli olmamış, Avrupa seferi diye kaynaklara yansımıştır. Zira onun
nerede duracağı belli olmadığı gibi tasavvurlarını da kimse tahmin
dahi edemiyordu.
B U D E V L ET Y I K I L I R M I ?
Selim Han bu muazzam imparatorluğun inkıraza düşmem esi,
devamı ve geleceği için de düşünür ve tedbirler geliştirirdi.
Bir gün saltanat tahtında otururken fethettiği vilayetler ile dev­
letinin kudret ve azametini düşünerek rahatlar ve kalbi ferahlar. Bu
halde Piri Paşa'yı huzuruna çağırır ve:
"Piri lalam ! Allahu Tealanın izn-i inayetiyle Mısır'ı fetheyledik.
Haremeyn- i Şerifeyn ahalisi hükmümüz altına girdi. "Hadimü'l­
Haremeyni'ş - Ş erifeyn" unvanıyla muazzez ve mükerrem olduk.
Şimdiye kadar her ne canibe yöneldiysek Allahu Teala'nın lutf u
ihsanıyla feth u nusretler müyesser oldu. Şu halde emrimize muhalif
hareket edecek ve karşı koyacak bir güç yoktur. Şimden sonra bu
devlete zeval olmak ihtimali var mıdır?"
Akıllı ve tedbirli bir zat olan Piri Paşa:
"Devletlü padişahım ! Şimdiki hal bu devlete zeval olmaya bir
durum görünmez. Ayrıca yüksek cedlerinizden ve atalarınızdan
bu kanun ve kaide ki kurulmuştur ve icra olunur gayri bu devle­
te zeval erişmek muhal ender muhaldir (hiç mümkün değildir) .
Lakin benim devletlü padişahım ! Bir zaman sonra üç haslet evlad-ı
kiramlarınız zamanında üç haslet peyda olursa o zaman devletin
ihtilali mukarrerdir (kaçınılmazdır) ."
Selim Han bu cevaptan üzüntü ve elem içinde kalarak kızgınlıkla:
"Bre kara Türk! Benim hazinemde hazine mi eksiktir? Kulla­
rımdan kullar mı eksiktir? Cebehanemde at ve katırdan, deve ve
sair sefere ait alatdan eksik nesne mi vardır? Hemen her nesnem
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
279
kemal kuvvetinde olup hiçbir nesneye ihtiyaç yok iken ol üç şey ne
nesnedir ki Devlet-i Aliyye'ye zeval sebebi ola ! " deyince, Piri Paşa:
"Devletlü padişahım! Hakk Teala sizin ömür ve devletinizi izz ü
şevketle günden güne ziyade eylesin. Hazinen ve kulların ve alat-ı
harbe ait her nevi silahların ve mühimmatın ve eşyaların cümle
m evcut ve mükemmeldir. Şu noksan ve şu eksik denecek hiçbir
şey yoktur.
Hakk Teala hazretleri göstermeye, sizin saltanat günlerinizde ol
ü ç şey ortaya çıkmaz; lakin bir zaman sonra evlatlarınızın saltanat
yıllarında içlerinden birisi bir ahmak veziriazama düşerse yahut
rüşvet kapısı açılıp mansıplar ehline verilmez ise veyahut hükümet
edenler avretlerinin muratları ve arzuları üzere hareket eder olursa,
ol zaman devletin inkırazı mukadder olur:'
Bu sözler üzerine Selim Han, Piri Paşa'nın bu yerinde değer­
lendirmelerini ve s özlerini beğenmiş ve aynı zamanda derin bir
tefekküre dalmıştı. Sonunda; "Allahum mahfizna ya Rabbe'l- alemin"
(Ey alemlerin Rabbi ! Bizleri muhafaza eyle)" dedikten sonra Piri
Paşa'ya bir hil'at- ı fühire ihsan etmiştir. 247
Selim Han askerin nizam ve intizamına çok değer verirdi. As ­
kerlik kanununa aykırı bir işe kesinlikle tahammül göstermezdi.
Askerin az, öz temiz ve disiplinli olmasını isterdi. Teknolojiye çok
ehemm iyet verirdi. Devletin şevket ve haşmetinin bu unsurlarda
olduğuna inanırdı.
Bir keresinde Mısır seferinde nakit para sıkıntısı çekildiğinden
defterdar, bir bezirgandan altmış bin altın para borç bulmuş ve
onunla sıkıntı giderilmişti. Sonra vergiler toplandığında defterdar
borcu ödemek üzere bezirganı davet etti. Altmış bin altını kendisine
teslim etmek istediğinde bezirgan :
"Ey efendi ! Gördüğün gibi padişahımın Devlet-i Aliyyesi'nde
mal ve menalim haddinden ziyadedir ve şu dünyada bir oğlumdan
gayri kimsem yoktur. Verdiğim altmış bin altın tamamen devleti­
min olsun. Heman oğluma padişah devletinde iki akçe ile cebecilik
280
K ay ı i l i : H a re m ey n H i z m e t i n d e
ihsan olunsun" diyerek arz u niyazda bulununca onun bu arz us u
padişah katına iletildi.
Bezirgana, defterdara ve bunu kendisine ileten vezirlerine şid­
detle kızan padişah:
"Yüksek ceddimin ruhu içün hepinizi katlederdim. Fakat ale me,
Haremeyn - i Şerifeyn Hakimi Sultan Selim bir bezirganın mal ına
tamah edip, bahane ile onu katletmiş, birkaç vezir ve defterdarının
da günahsız kanına girmiş diye şayi olur (yayılır), bundan sakınırı m.
Yoksa hepinizi gazap kılıcıma lokma ederdim . Tiz bezirganın para­
sını verin ve bu çeşit yanlış işleri asla bana getirmeyin. İçinizden her
kim benim temiz askerlerim arasına yabancı sokmaya kalkarsa iki
cihanda felah bulmasın" diyerek hiddetini dile getirdi. Bezirganın
altmış bin altınını o anda geri verdirdi. 2 48
İ L M E V E A L İ M L E R E H Ü RM E T KA R D I
Sultan Selim Han, ilim öğrenmeye çok meraklı idi. Geceleri üç
veya dört saatten fazla uyumaz, vaktini ilim öğrenmekle geçirirdi.
Bu hal müsait zamanlarda da devam ederdi. Hususi meclislerinde
ilmi ve edebi mübahaseler olur, değerli ilim adamı ve şairler bu
meclise iştirak ederlerdi. Okumaya o kadar meraklı idi ki, savaşa
gidiş ve dönüşlerinde seyyar kütüphanesi yanında bulunurdu. Seçtiği
kitaplardan bazen kendisi okur bazen de nedimlerine okutur ve
dinlerlerdi. Çoğu kez bilgileri hocaları ile de mütalaa ederdi. Mısır
seferi dönüşünde İstanbul'a gelin ceye kadar İbn - i Tagriberdi'nin
Nücum u 'z -Zahire isimli eserini, Kemalpaşazade'ye tercüme ettir­
miş, menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri
okumuştur.
Selim Han'ın edebi bir lisanla yazılmış olan ve pek muğlak olan
Vassaf Tarihi'ni mütalaa etmesi Arapça ve Farsçadaki yüksek vu­
kufiyetini göstermektedir. Kemalpaşazade, Osmanlı Tarihi eserini
onun emri ile yazmıştır. Mısır'daki ikameti esnasında Hind ve Çin
haritalarını yaptırmıştır.
Alimlere karşı çok hürmetkardı. Mısır dönüşü Kemalpaşazade
ile at başı beraber sohbet ederek gelirlerke n Kemalpaşazade'nin
Ya v ıı z S tt l l a n S e l i m H a n
28 1
atının ayağı çamurlu bir çukura girmiş ve ürken at, ayağını hızla
çekince sıçrayan çamurlar sultanın kaftanını kirletmişti.
Kemalp aşazade üzülmüş, mahcup olmuş ve ne diyeceğini bile­
memişti. Onun halini gören Selim Han:
"Üzülmeyiniz hocam . Alimin atının ayağından sıçrayan çamur,
bizim için üzüntü değil; bir iftihar vesilesidir:' Sonra adamlarını
çağırarak: "Alınız bu çamurlu kaftanımı, öldüğüm zaman üzerime
örtünüz" diyerek ilgililere teslim eder. 249 Yüzyıllardan beri bu kaftan,
bir camekan içerisinde Selim Han'ın sandukası üzerinde durmak­
tadır. İlmin değerini ve ilim adamlarına verilen kıymeti gösteren
bu hadise ve onun sergilendiği Selim Han Türbesi gençliğimize bir
mektep değerindedir.
Selim Han pek celalli olmasına rağmen alimlerin hak sözlerini
kabul eder ve kendi kararlarından vazgeçerdi. Meşhur müftü Zem­
billi Ali Cemali Efendi ile olan diyalogları meşhurdur.
Bir defasında Selim Han, Topkapı Sarayı hazinesi görevlilerinden
yüz elli kişiye sorumsuz davranışlarından ve vazifelerini ihmalden
dolayı gazaplanarak öldürülmeleri konusunda emir vermişti.
Müftü Zembilli Ali Cemali Efendi durumu öğrenince derhal
Divan- ı Hümayun'a geldi. Kubbe vezirleri saygı ile kalkıp kendisini
karşıladılar ve baş köşeye oturttular.
"Ne buyurursunuz?" diye sorduklarında müftü efendi:
"Saadetlü padişahın yüce tahtı eşiğine iletilecek sözüm vardır"
cevabını verdi.
Onlar da durumu padişaha bildirdiler. Selim Han'ın görüş izni
vermesi üzerine Ali Cemali Efendi Arz Odası'na girerek padişahı
selamladı. Selim Han'ın izzet ve ikramına kavuşarak gösterilen
iskemleye saygı ile oturduktan sonra:
"Devletlü padişah! Fetva makamında olan bu duacınızın üzerine
vaciptir ki padişah hazretlerini vebal ve günah olacak işlerden sak­
laya. Ondan şer' -i şerife aykırı bir iş sadır olacak olursa huzurlarına
varıp doğrusu ne ise açıkça bildirmek, alimlerin ittifakı ile sabittir.
282
K ay ı / i l : H a re m ey n H i z m e t i n d e
İşittiğime göre küçük bir günah sebebiyle nice kullarınızın katline
ferman buyurmuşsunuz. Bu gayr- ı meşru emirden feragat ve rücu'
etmek vaciptir. Bundan vazgeçmezseniz Allahu Tealanın indinde
mesul olursunuz:'
Selim Han, şeyhülislamın bu ikaz edici tavrına ve kararından
kesin bir dille geri dönülmesini isteyen sözlerine alınmış ve kızmıştı:
"Bu iş saltanatın gereklerindendir. Alimler böyle işlere karışırsa
devlet idaresi kargaşaya uğrar. Sorumsuzluklara göz yummak, be­
ğenilecek tutum değildir. Hem bu işlere karışmak sizin göreviniz
de değildir" dedi.
Müftü bu sözlere karşılık: "Ben saltanat işlerine karışmam. Bel­
ki ancak ahiretiniz hususuna mukayyed olurum. Zira ol benim
vazifemdir. Söylemeyip sükut etsem günahkar olurum. Emr- i bi'l­
ma'ruf ve nehy- i ani'l- münker bana lazımdır. İslamiyet' in emir ve
yasaklarına uymakta Hakk Teala'nın cümle kulları birdir. Emir ü
vezir, gani ü fakir, sagir u kebir, Allah'ın kulları olmakta beraberdir.
Hakk Teala her günahın karşılığında ya ta'zir (azarlama) ve yahud
belli bir had cezası takdir etmiştir. Bu miktar suç için Hakk Teala
katl emretmedi. Yoksa ahiret gününde padişahımdan sual olunur:'
Padişah bütün bu sözlerin hak olduğunu ve Allah rızası için
söylendiğini ve kendi ahireti için söylendiğini bilip kızgınlığı geçti:
''Affettik" diyerek Ali Cemali Efendi'ye lütuf gösterdi.250 Neşe ile
uzun müddet sohbet ettiler.
Müftü efendi sohbet sona erip gitmek üzere ayağa kalktığında:
"Padişahım ahiretiniz ile ilgili hizmeti yerine getirdim. Mürüvvetle
ilgili bir sözüm daha var" dedi.
Padişah : "Onu da söyle" buyurunca: ''Affettiğiniz bu kulların,
vazifelerinden ayrılıp m uhtaç kalmal arı ve sokaklarda el açarak
dolaşmaları padişahlığın şanına layık mıdır? Saltanatın gereği oldur
ki onlara tekrar görevleri ve işleri tayin buyurula" dedi.
Padişah onun bu şefaatini de kabul edip, çeşitli iltifatlar ederek
evine yolcu etmiştir.25 ;
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
283
Buna benzer bir hadise de padişahın Edirne yolculuğu sırasında
geçmiştir. Selim Han Edirne'ye gidişi sırasında Şeyhülislam Zembilli
Ali Efendi de kendisini uğurlamaya gelenler arasındaydı. Padişahı
yolcu edip dönerken dört yüz kişinin elleri bağlı olarak götürül­
düklerini gördü. Bunların niçin elleri bağlı olarak götürüldüklerini
sordu: "Padişah ülkede ipek alınıp satılmasını yasaklamıştı. Bunlar
bu yasağa uymadıkları için yakalandılar ve cezalandırılacaklar"
dediler.
Zembilli Ali Efendi Selim Han'a yetişti; ''At başı beraber olarak
giderlerken ipek alışverişinde bulunan dört yüz kadar tüccarın
cezalandırılması emrine katılmadığını" söyledi.
Padişah bu eleştiriden kırıldığını belli ederek: "İnsanların üçte
birini yola getirmek için üçte ikisini yok etmek mübah değil mi­
dir?" diye sordu.
Müftü: ''Ancak büyük bir kargaşada mübahtır" cevabını verdi.Bu
cevap üzerine padişah: "Bir hükümdarın buyruğuna karşı gelmekten
daha büyük kargaşa olur mu? Bir padişah ki emri memleketinde
geçmeye, onun ülkesinin çökmesi pek yakındır" dedi.
Ali Cemali Efendi: "Bunların karşı geldikleri kesinlikle sabit
değildir. Zira ipek eminliğinin bulunması bu ticarete izin verildi­
ğinin delilidir" dedi.
Padişah daha da hiddetlenmişti: "Senin saltanat işlerine ait bu
gibi hususlarda söz söylemen vazifen değildir. İşine bak!" dedi. Bu
sözler karşısında Zembilli Ali Efendi de üzülmüş ve sinirlenmişti:
"Bu husus ahiret işlerindendir ve buna karışmak benim vazifemdir.
Zira bu adamları katlederseniz büyük vebal vardır" diyerek selam
vermeden hiddetle padişahın yanından ayrıldı.
Bu davranışı padişahın gazap ateşinin iyice köpürmesine neden
olmuştu. Hiddet içerisinde atının dizginlerini çekip durdu. Herke­
sin gözü kendisine ve vereceği karara odaklanmıştı. Bir müddet atı
üzerinde sessiz ve hareketsiz bekleyen padişah kızgınlığını bastırıp
tekrar yola koyuldu.
284
K cı y ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Konağa varınca söz konusu tut u kluları affederek saldı ve böylece
İslamiyet'e bağlılığını herkese göstermiş oldu.
Edirne'ye vardığında ise Zem bill i Ali Efendi'ye hem Rumeli hem
de Anadolu kazaskerliğini verdiğini belirten hükmünü gön derdi.
Sultan Selim namesinde şöyle diyordu:
"Tasallub-ı dini ve istikamet- i tıyni ile ittisafun ve kemal-i insaf
u intisafun malumum olmağın kaza-i tarafeyni cem itdüm ve her
kelam-ı hakka ilkayı sem' itdüm:' (Dini meselelerdeki titizliğin ve
de yaratılışındaki dürüstlüğün ile direnmen ve insaf ve anlayıştaki
olgunluğun bilinmekle her iki kazaskerliği bir araya getirip sana
verdim ve her doğru söze kulağımı kabarttım ) .
Zembilli Ali Efendi ise bu gönül açıcı v e çekici sözlerle getirildiği
yeni görevi ile ilgili olarak padişaha şu cevabı yazdı: "Eşi olmayan
padişahımın emrine uymanın başlıca görev ol duğu bilinmekte ve
alimleri n zihinlerine de nakşedilmiş bulunmaktadır. Ve lakin di­
limden ve kalemimden "hakemtü" (hükmettim) sözcüğü çıkmaya
diye Rabbime söz vermiştim. Ol ahdimizi korumak yüzünden, vuku
bulan kusurumuzu af buyurmak, bu duacı kulunuzun en büyük
ricasıdır. Ümit ederim ki, padişahımın affı olmuş ola."
Dinin hakkını korumak için mal ve mevkiden kaçınmayı ilke
edinen bu büyük alime karşı padişahın gönlü daha da meyletmişti.
Onun bu davranışına karşılık ricası nı kabul ederek beş yüz altın
hediye eyledi ve dualarını istirh am etti.2'2
Bu hadiseler Selim Han gibi celalli bir padişahın şahsında Os­
manlı padişahlarının, hukuk karşısında tutumunu ve mensup olduk­
ları dinin kurallarına bağlılığın ı net bir biçimde ortaya koymaktadır.
H O C A tv1 V E D AYA G EL M İ Ş T İ !
Selim Han bazen al imlerle ders verme niteliğinde latifeler yap­
maktan da geri durmazdı. Mısır'da geçen şu hadise Hasan Can'a belki
ecel terleri döktürmüştü; ama tarih boyunca rüya yorumlayanlara
da ibretlik bir hikaye olarak kaldı. Rüyaların yoruma göre çıkacağı,
bu itibarla herkese rüyalarını anlatmamak gerektiği hususu da iyice
akıllara kazınmış oldu. Olay şöyle cereyan etmişti.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a ıı
285
Mısır'ın fetholunduğu günlerdi. Selim Han bir sabah düşünceli
bir tarzda Hasan Can'a:
"Bu gece rüyada Muhammed Bedahşi Hazretleri'ni gördüm. Bir
b eyaz kepenek giymiş, üstüne de bir ip kuşak bağlamıştı. Bu halde
gelerek yolculuğa çıkacağını söyleyip bizimle vedalaştı" Hasan Can
derhal rüyayı tabire girişerek:
"Bu durum şeyhin göç ettiğine delildir. Zira pir- i fanilerin yolcu­
luğu ahiret seferi ve vedalaşmaları da ol seferin ayrılığına işarettir"
dedi. Selim Han bu tabirden huzursuzlanmıştı. Biraz da gazapla:
"Rüyanın neticesinin yoruma bağlı olduğunu bilmez misin?
Eğer şeyhe bir hal olursa, senin tabirinin etkisine bağlarız. Ceza­
landırılmayı hak edersin" dedi.
Hasan Can böyle bir tabirde bulunduğundan ve padişahı incit­
tiğinden oldukça üzülmüştü. Sonra padişah, hocası Halimi Efendi
yanına geldiğinde yine bu mevzuyu açarak olayı nakletti ve:
"Eğer hocama bir hal olacak olursa Hasan Can ne eyler, ne cevap
verir? Cezalandırılması ve dayak atılması gerekmez mi?" dedi. Ha­
limi Efendi de Hasan Can'a dönerek; "Doğrusu senden böyle acemi
davranış beklemezdim. Aceleci davranmışsın" dedi.
Utancından başını eğen Hasan Can ise:
"Padişahım düşü gördüğü geceniz ayın ne gecesi ise kaydolunsun.
Görelim şeyhe bir hal olmuş ise düş gecesinden önce midir sonra
mıdır? Önce ise yormam karşısında caize ve ihsan hak eylerim ve
eğer sonra çıkarsa en son cezama ferman buyrula'' dedi.
S elim Han bu sözleri kabul ederek hatt-ı şerifiyle rüyasının
gecesini yazdılar.
Birkaç gün sonra gerçekten de kimi arz ve mektuplarla bir ulak
gelerek şeyhin rahmet diyarına göçtüğünü bildirdiler.
Selim Han, Hasan Can ile Halimi Efendi'yi çağırarak şeyhin
vefatını bildirdi ve gelen mektubu gösterdi. İkisi de meraklanmıştı.
Mektup okunduğunda Selim Han'ın gördüğü rüyanın Muhammed
Bedahşi'nin vefat ettiği geceye rastladığı meydana çıkınca birkaç
28(ı
K a y ı i l i : H a re m ey n H i z m e t i n d e
gündür üzüntü ve elem içerisinde kalan nedimi Hasan Can'ı kıymetli
bir hil'at ve iki yüz dinar altın hediye ile sevindirdiler. Hasan Can;
"Bunca lütuf Muhammed Bedahşi Hazretleri'nin kerameti eseridir"
diyerek ruhuna dualar eyledi.
Mektupta ayrıca Muhammed Bedahşi Hazretleri'nin Selim Han'a
yaptığı öğüt ve nasihatlerle dolu uzun bir duaname ile şu bilgiler
vardı.
Şeyh hazretleri ölüm döşeğinde iken Şam'ın ileri gelenlerini
huzuruna çağırmış onlara Osmanlı sultanlarının menkıbeleriyle
birlikte iyi güzel ve beğenilen hallerini sıraladıktan sonra:
"Ey Şam-ı Şerif' in ileri gelenleri ve halkı! Bu uğurlu ve kutlu pa­
dişahı bu ülkeye kerem sahibi yüce yaradan göndermiştir. Hakk'tan
size bir rahmettir. Zalim idarecilerin elinden sizi kurtardı. Cenab-ı
Hakk merhametli bakışlarını bu belde üzerine çevirdi ki bu gidişi
ve huyu iyi padişahı size hakim eyledi. Sakın ola ki onun itaat hal­
kasından boynunuzu çıkarmayasız. Benim dua ve selamımı, sevgi
dolu haberlerimi ol durağı yüce padişaha iletesiniz:'
Selim Han Muhammed Bedahşi Hazretleri'nin bu övgü ve mu­
habbet dolu sözleri ve dualarına mazhar olması karşısında duygu­
lanmış ve gözyaşlarına engel olamamıştı.
SAD E L İ G İ S EV E RD İ
Yavuz Sultan Selim ihtişam ve debdebeye hiçbir zaman ehemmi­
yet vermezdi. Daima sadeliği sever ve sade giyinirdi. Bir defasında
oğlu Şehzade Süleyman huzuruna çok süslü bir elbise ile girdiği
zaman: "Oğlum Süleyman, anan ne giysin ! " diyerek sitem etmişti.253
Mısır seferinde iken kendi askerinin zırh, Memlüklerin ise ziy­
net ile süslü olduğunu görünce de hayret ile Kemalpaşazade'ye
dönerek; "Bunun hikmeti nedir?" diye sormuştu. Kemalpaşazade
de: "Askerlerinizin Mısırlıların güzel eşyalarını ganimet almak için
her türlü fedarkarlığı yapacakları tabiidir. Dolayısıyla onların bu
durumu sizin zafer nedenleriniz cümlesindendir" diyerek hikmet
yüklü bir cevap vermişti.25 4
Ya v u z S ıı l t a n S e l i m H a n
287
Kendisi için fazla para sarfıyla köşk ve lüks şeyler yapılmasını
istemezdi. Devletin bir kuruşunun dahi boşa harcanmasına rıza
göstermezdi.
Mısır seferinden dönüşünde bir müddet kalmak üzere Edirne'ye
giderken Sirkeci ile Sarayburnu arasındaki sahile yakın basit bir köşk
yapılmasını, Hazine Defterdarı Abdüsselam Bey'e emretmişti. O da
Yalıköşkü denilen fevkalade güzel köşkü yaptırmış ve döşetmişti.
Selim Han köşkü gezerken mükellef halini gördükçe canı sıkılmış
huzuru kaçmıştı: "Ben sana bu kadar para sarfına müsaade etme­
miştim. Şöyle altında dinlenilecek, güneşten korunacak küçük bir
gölgelik istemiştim" deyince Abdüsselam Bey2 5 5 müşkül durumunu
kurtarmak için köşkü kendi malından hediye olarak yaptığını söy­
lemiş, arz ve kabulünü istirham etmiştir.
Bir daha olmaması şartıyla defterdarının ricasını kabul eden
Selim Han, onun bu hediyesine karşılık hil'at giydirmiş ve çeşitli
ihsanlarda bulunmuştur. 2 5 6
Yavuz Sultan Selim'in bu hareketi hazineye görülmemiş bir zen­
ginlik katmıştır. Asıl hazine koğuşuyla Hazine-i Hümayun'un (iç
hazine) amir ve mesulü olan hazine kethüdasının elinde bir mühür
bulunurdu: Selim Han:
"Benim altınla doldurduğum hazineyi (iç hazine) bundan sonra
gelenlerden her kim mangır ile doldurursa hazine anın mührü
ile mühürlensin ve illa benim mührümle mühürlenmekte devam
olunsun" demiştir. 257
Bu mühür Selim Han'ın Mısır seferinden dönüşünde kullanmış
olduğu kırmızı akikten yapılm ış bir mühürdü. Ortasında "Sultan
Selim Şah" ibaresi etrafında da "tevekküli ala haliki" dua cümlesi
hakk edilmişti . Osmanlı Devleti'n in sonuna kadar padişahlar, Se­
lim Han'ın vasiyetine uymuşlar ve iç hazineyi hep onun mührüyle
mühürlemişlerdir. 2 'iK
288
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
basılmış, bir kısmı Türkçeye de çevrilmiştir. Rakibi Şah İsm ail 'in
"Hatai" mahlasıyla halk diliyle Türkçe şiirler söylemesine ka rşıl ık
Selim Han'ın Türkçe şiirleri pek azdır. Şah İsmail özellikle Ana do lu
Türklerini tarafına celp edebilmek için propaganda maksatlı o larak
basit şiirler söylemekte idi. Buna karşılık Selim' in Farsçayı İran
halkını etkilemek üzere kullandığı yazılırsa da bu iddia sahiple­
rinin Selim'in şiirlerini hiç görmedikleri anlaşılır. Zira son derece
mükemmel bir eğitim alan Selim Han, şiirlerinde sanatkar hüviyeti
ile karşımıza çıkmaktadır.
Şiirlerinde "Selimi" mahlasını kullanan padişahın Fars ça bir
gazelinin açıklaması şu şekildedir.
Dertli gönlüme senin aşkının ızdırabı derman olsun
Sevgilinin aşkının elemi onun canının ilacı olsun
O güzel başımı yolunda toprak etme müjdesi bana yeter
Zira başım her an onun emrine amadedir.
Vücudumu hançerle parça parça ederse canıma minnet
Yüz tane can u gönül onun kapıcısının sadakası olsun
Sevgilinin ayağını öpmek Selim için devlet ve servettir
O olmadıktan sonra devlet ve servet yerin dibine batsın
Her ne kadar bela çölünün şahnesi Mecnun olduysa da
Ay yüzlülerin sevdasına benim kadar tutulmamıştır.
Selim Han'ın saltanat sürmekten ziyade dervişane bir hayat sür­
mek, ilim ve tasavvuf erbabı ile s ohbet ve muhabbet etmek bir nevi
gönül sultanı olmak arzusunu taşıdığını ifade eden bir beyti söylenir:
Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş
Böyle bir beyti var mıdır kesin olarak bilinmez ama aşağıda yine
açıklaması verilen Farsça şu gazeli bunun işareti gibidir.
Dünyada hiçbir şeye haset etmedim. Şu kadar ki
Benden evvel de aşk adeti vardı, onu kıskandım
Ya v u z S ıı l t a n S e l i m H a n
289
Guya gamda gönlümü muhafaza ediyordum. Halbuki O,
Ben mevcut olmadan can u gönlümle aşina imiş
Ey gönlüm cefaya alış. Zira sevgilinin aşkında
Vefa ayrılığın mukaddimesi cefa zevkin habercisidir
Ya Rabbi Leyla Mecnun'un gönlüne cevr okunu attığında
Benim deli gönlüm nerelerde gezmekte idi
Keşke başım gitseydi de aşk sırrı faş olmasaydı
Güzellere sevgi izhar etmek ne bela imiş
Gam vadisinden saltanat tahtına düştüğün için üzülme ey Selim
Ne yapalım bu da Allahın takdiri imiş259
Sehi Çelebi Selim Han'ın şairlik yönünü anlatırken:
"Şiirleri aşıkane ve merdanedir. Şayet padişahlık etmeyip hal­
kın, ileri gelenlerin ve memleketin işleri ile uğraşmak yerine gö­
nül rahatlığıyla tamamen şiire yönelseydi, her tarafta meşhur olan
Hüsrev-i Dehlevi'nin şiirleri onunkiler yanında, okunma hakkına
sahip olacak kabiliyette olmazdı" demiştir.260
S elim Han'ın divanında Türkçe şiir hiç yoktur. Ancak çeşitli
tezkire ve şuara mecmualarında ona izafe edilen şiirleri, Sehi Bey' in
ifadelerini doğrulamaktadır. Nitekim kendisine atfedilen şu şiirinde
gurur ve tevazu beraber yürümektedir.
Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etdi felek
Giryemi etti füzun eşkimi hun etdi felek
Şirler pençe- i kahrımda olurken Lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek
Selim Han'ın Türkçe şu gazeli de şiir sanatı hakkında yeter bir
fikir verebilecek ölçüde güzel ve orij inaldir:
Gözlerimden aktı deryalar gibi yaşım benim
Dostlar çok nesne gördü anmadık başım benim
Geçmek için seyl-i eşkimden hayalim askeri
Bir direkli iki gözlü köprüdür kaşım benim
290
K a y ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Her gece altun benekli asmaniler giyip
İşbu çarh-ı pire-zen olmuştur oynaşım benim
Ben geda gurbet diyarında kalırdım yalınız
Mihnet ü derd ü bela olmasa yoldaşım benim
Ey felek dokuz dolu cam içmeyince Han Selim
Dehr içinde olmadı hergiz ayakdaşım benim *
TA R İ H L E R D E S E L İ M H A N
Celalzade Mustafa:
"Mal, mülk ve cevherin yanında hiç değeri yoktu. Bütün ademe
hükümdar olmaktansa zavallı bir gönlü gamdan kurtarmayı tercih
ederdi. Yüksek mevkilere hak kazananlara hakkını vermeyi severdi.
Namert, dönek ve korkak kimselere iltifat; soysuz, mayası bozuk
ve cimri şahıslara hizmet etmek ona göre en kötü işlerdendi. Her
hizmete liyakat göstermekte pehlivan, nüktedan, cahillerle konuş­
maktan uzak, şanı yüce, bilgili ve bahtiyar bir padişahtı.
Hükümdarlar tac ve tahtta oturup hükümet idare etmekle itibar
sahibi olurlardı. O ise olgunluk ve marifet ülkesinin şahı, fazilet ve
güzellikler memleketinin şehinşahıydı. Ayın külahına baş eğmezdi.
Tac ü tahttan ar ederdi. Halifelik kaftanı uzun boylarına ve müna­
sip endamlarına layıkıyla varis olmuşken o fakirlere yaraşır elbise
ve kisveler seçip giyinirdi. Atlas ve altın yaldızlı, ipekli, sırmalı ve
gösterişli giyeceklere önem vermezdi. Yeme ve uyumaya düşkün
değildi. Sabah akşam gayreti ve himmeti insanı olgunluğa kavuş­
turacak şeyleri elde etmek ve gece gündüz çalışıp çabalamaları iyi
ve güzel işleri tamamlamak içindi.
H arp meydanında saf-kıran, karar sırasına pars ve aslan gibi
atılgandı. Onun nazarında cenk vakitleri bahar bayramı, düşman
saflarını delme, yiğit ve kahramanca can verme vakti ise zafer bay­
ramları idi:'
seyl-i eşk:
gözyaşı seli;
kocakarı; geda : dilenci;
asmani:
cam:
açık mavi, gökyüzüne ait;
kadeh;
dehr:
çarlı:
zaman, dünya, cihan.
felek;
pire-zen:
29 1
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
Şükri- i Bitlisi:
Ol ebu 'l-gazi ki devr-i rCızigar
Görmemişti bir ona benzer süvar
Ol keramet mülkinün şehzadesi
Ol vega meydanınun azadesi
Arsa-i alem süvarı Han Selim
'Aleme hükm eyleyen Sultan Selim
Müminün dünyada gam-harı Selim
Ehl-i İslamun heva-darı Selim
Heybetinden yirde gökte murg u mCı.r
Eylemezlerdi icazetsiz 'ubCı.r
Kılıcından kana gark aldı cihan
Kanı şimdi ol mübariz pehlevan
Aleme arz eyleyen rengin bahar
Yir yüzin tac-ıla iden lale-zar
Kanı İslam'ın ümidi Han Selim
Kancaru azm eyledi Sultan Selim *
Hoca Sadeddin Efendi:
"Ol durağı yüce padişahın öyküsü yazılmaya kalkışılsa gerçekten
bir kitap olur. Öyle ki felekler sayfa, yaprak ve defter, yeryüzünün
ekseni kalem, kutbu da uç olsa şu Utarid denilen akıllı yazıcı onun
yüceliğini tanımlamada ve saltanatının haşmetini tasvirde aciz kalır.
Yiğitliği, bahadırlığı ve cihangirlik konusundaki titizliği eşsizdi.
Güzel yüzü aydın, konuşması fasih ve beliğ, anlayışı olgun ve yüksek
idi. Yüce saltanatının kapısı tabl ve alem sahiplerinin başvurduğu,
eyvanı ve gökleri tutan divanı ise kılıç ve kalem ehlinin toplandığı
bir yerdi:'
*
devr-i ruzigar:
keder ortağı;
mübariz:
zaman, dünya;
heva-darı:
süvar:
yari, dostu;
binici; vega: savaş, kavga;
murg u mur:
kuvvetli, güçlü; kancaru: nereye.
gam-harı:
kuş ve karınca;
'ubur:
elem ve
hareket;
292
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Hasan Can:
"Yemek zamanlarını biz söylerdik. Yoksa gözünde manevi gı­
daları derlemekten başka bir şey yoktu. Hazine-i Amire'de bulu­
nan değerli kitapları başından sonuna dek birer kere okum uştu.
Sabahlara kadar devam eden meclisi sanki manevi ruhlar durağı
idi. En sevinçli günü ve en büyük eğlencesi cihat meydanla rın da
vuruşmasıydı. Savaşın en kızgın anlarında bile korku bilmez, neş e
içinde dolaştığını görenler anlatırdı:'
Latifi:
"Gözü pek, dili fasih, arifbir padişahtı. Dünyanın problemlerini
yakinen bilen biriydi. Öylesine kalben metin, kahraman ve yiğit
biri idi ki göğsünü demir bir siper edinip ok gibi düşman üzeri­
ne tek başına atılmak, saflar yaran kale döven toplar gibi düşman
askerini karşılamak, yanlara değil doğrudan merkeze saldırmak
onun yanında caizdi. Şu beyit sanki onun durumunun göstergesi
olarak söylenmişti:
Düşman askeri Kaf'tan Kaf'a da olsa
Allah hakkı için o savaştan yüz döndürmem
Osmanlı sultanları arasında hüner, fesahat, anlayışı yüksek ve
zeki olmak özellikleriyle tanınmıştır. Öylesine adaletli bir sultandı
ki, devrinde adalet isteyen kişinin korkusu mükafat gününe, hakkı
arasat gününe kalmazdı.
Göğe ağmazdı bir mazlumun ahı
Meğer aşıkların dCtd-ı siyahı
Zihin ve zekada temiz yaratılışı, akıl ve anlayışının çokluğu öyle
bir seviyede idi ki, çok kurnaz kişiler tarafından dahi asla aldatıla­
mazdı. Küçük ayrıntıları fark edebilen çok zeki kişiler onun yüce
huzurlarında bilgisiz ve ebced okuyan çocuk gibi kusurlu kalırdı.
Buna rağmen meşveretsiz bir iş işlemezdi.
Heybet ve salabetinden bey ve vezirlerin kalplerine korku salmış­
tı. Heybetinin şöhreti bütün kainata, yedi iklim altı yöne yayılmıştı.
Bu yüzden her yer, her an bir güvenlik emniyeti içinde, dönemleri
Nuşirevan'ın çağına denk bir devirdi. Kısacası saltanat işini ve ic-
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
293
rasını bütün insanlara öylesine sevdirmişti ki bütün yaratıl mışlar
kıyametteki dirilişlerine ve mutlu anlarına dek ona; "Aferin, ne
güzel, mübarek olsun'' derler.
Sultanlık onun boynuna dikilmiş uygun bir elbise
Padişahlık onun makamına yerleşmiş bir alametti."
Mustafa Nuri Paşa:
"Sultan Selim Han bahadır, yönetici, dediğini yapan, alemin
gidişinden haberdar, asabi, heybetli, doğruluktan ayrılmaz, yeteri
derecede cömert, konuşması hoş, şanı yüce bir padişah idi:'
S E L İ M H A N P O RT R E S İ
Yavuz Sultan Selim'e ait küpeli resimler üzerinde tartışmalar
olmakta ve bu resmin Selim Han'a değil de Şah İsmail'e ait olduğu
ifade edilmektedir. Buna delil olarak da Selim Han'ın bu portrele­
rinde kulağında küpe, boynunda incili madalyon, sarığında dilimli
taç ile gösterilmiş bulunmasıdır.
O smanlı minyatürlerinden görüldüğü kadarıyla Selim Han,
kulağı küpeli bir şekilde resmedilmemiştir. Ayrıca kaynaklarda küpe
taktığına dair bir ibareye de rastlanmaz. Bu bilgiler de delillerini
kuvvetlendiren hususlar olarak görülür.
Yalnız şunu da ifade edelim ki, Selim Han'ın üzerinde kıyafeti
dışında Avrupalı ressamların çizdiği portresi, neredeyse tıpa tıp
kaynaklarda anlatılanlara benzemektedir.
S elim Han sakallı değildir. Bıyıkları uzundur. Akıncı bıyığı gi­
bidir. Yüzü yuvarlak ve iri kemiklidir. Minyatürlerle karşılaştırılırsa
çok benzediği de görülecektir. Bu hususta Selim Han'ın tahta cülu­
sunu gösteren Hünername'de Mehmed Bursevi Efendi minyatürüne
müracaat olunabilir.
B öyle bir vaziyette Avrupalı ressamlar sadece üzerinde farklı
giysi veya alametler gösterdiler diye o portre gerçek sahibinden
çıkmaz. Kaldı ki bu ressamlar Selim Han'ı görerek değil, Avrupalı
tarihçilerin eserlerindeki anlatımlarından yola çıkarak anlama yo-
294
K ay ı I I I . H a re m ey n H i z m e t i n d e
luyla veya minyatürlerine bakarak çizmişlerdir. Dolayısıyla giysileri
ve eşyaları ile iligili hatalar yapmaları normaldir.
Öte yandan Selim Han için çizilen resimleri derhal Şah İsmail'e
yakıştıranlar şahın böyle bir giysisi, küpesi ve başlığı var mı diyerek,
en küçük bir araştırmada dahi bulunmazlar. Şayet bulunsalardı ona
ait resimlerde de bu tip eşyalara rastlamayacaklardı. Bir şeye daha
şahit olacaklardı: O da Şah İsmail'in şemailinin Selim Han'da çizilen
şemaile hiç uymadığı idi. Bunun için Ahsenü 't- Tevarih (Şah İsmail
Tarihi) isimli eserin baş sayfasındaki resme müracaat edebilirler.
Netice olarak Selim Han resimleri üzerinde görülen küpe, kolye
ve başlığın ona ait olmadığı açıktır. Bunlar muhtemelen ressamın
muhayyilesinden çıkmadır. Asıl portreler ise Selim Han adına çizil­
miştir. Ona benzemektedir. Şah İsmail ile de hiçbir alakası yoktur.
Ressamın, çizdiği portreyi Selim Han'a ne kadar benzetip benze­
temediği ise ayrı bir tartışma konusudur.
BAZ I K I S S A LA R I
Selim Han'ın özelliklerine uygun olarak halk muhayyilesinde
ve bazı menakıp kitaplarında ona ait bazı kıssa ve hikayeler de
söylenmiştir. Bunların doğruluğunu kesin olarak delillendirmek
mümkün değildir. Ancak birçoğu Selim Han'ın şahsiyetine uygun
düştüğünden yalanlanabilir de değildir. Bu itibarla ona yakıştırılan
ve hayatına, yaşayışına, fikirlerine uygun düşen nüktelerden birkaç
tanesini buraya alacağız.
B Ü T Ü N D Ü N YA B E N İ M O L S A . . .
Selim Han'ın şairlerle muhabbetine, celaline ve sonra da mer­
hametine misal olan bir kıssası:
Yavuz Sultan Selim bir gün nasıl olduysa gönül ehli olan Şair
Hikmet'e kızmıştı. Padişahın gazabından korkan Hikmet Efendi de,
ortalıktan kaybolmuş ve izini kaybettirmişti. Diyar diyar dolaşıp
yerleşecek yer aradıktan sonra, nihayet Van müftüsünün yanında
katip olarak çalışmaya başlamıştı.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
295
Aradan zaman geçtikten sonra siniri geçen S elim Ha n, şairi
görmek istemiş; fakat ara ki bulasın ... Düşünmüş, taşınmış ve ak­
lına bir fikir gelmiş. O zamanki edebiyat meclislerinde bir adet . . .
Şairin biri bir mısra söyler, diğerleri de buna daha güzel bir mısra
ile karşılık vermeye çalışır. Böylece değişik beyitler ortaya çıktığı
gibi şairler de birbirinin üslubunu tanırlar, hangi beyit kimindir
anında fark ederler. Hani derler ya: "üslub- ı beyan, ayniyle insan"
İşte Selim Han da bu konuda bir yarışma düzenleyerek kendi
s öylediği mısra'ı en güzel şekilde tamamlayana büyük bir mükafat
vermeyi planlamış. Şüphesiz ki Şair Hikmet de dayanamayıp bu
yarışmaya katılacaktır. O vakit; "Onu üslubundan tanırım' demiş.
A rdından şu mısra'ı yazmış:
Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?
Hemen münadiler çıkartılmış ve Devlet- i Al- i Osman'ın her
köşesinde padişahın başlattığı yarışma ilan edilmiş.
Tabii katılan çok olmuş. Eli kalem tutanlar padişahın mısrasına
bir mısra katıp, saraya göndermiş. Ne var ki padişah hiçbirisini
kabul etmiyor ve bekliyormuş.
Van'da bulunan Şair Hikmet, bu hali işitince, hemen bir tamam­
lama mısra'ı da o yazmış ve valiye vererek:
"Efendim, bunu padişahımıza sizin adınızla gönderelim" diyerek
ısrar etmiş. Vali de kabul ederek mektubu göndermişler.
Van'd an gelen talebi okuyan S elim Han, derhal valiye şiirin
mükafatı ile bir de ferman göndermiş; "Mükafatı al, Hikmet'i ise
bana gönder! "
B u hadise ile Yavuz'un başlattığı ve Şair Hikmet'in devamını ge­
tirdiği şu beyit edebiyatımızda tevarüs ederek bizlere dek ulaşmıştır:
Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?
Ezelden gam turabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu
Ş i i R Kİ M İ N ?
Yavuz Sultan Selim'in hafızasının güçlülüğüne olduğu kadar
yanında bulunan musahiplerinin parlak zekasına da işaret eder:
296
K ay ı I I I : H a r e m ey n H i z m e t i n d e
Bilindiği üzere edebiyatımızda şaire caize -bir çeşit mükafat- ve r­
mek sünnet-i Resul'dür. Peygamber Efendimiz, Ka'b bin Züh eyr'in
İslamiyet'i kabul ettiği gün kendisini öven ve "Kaside- i Bürd e" de­
nilen şiirini dinlediğinde, üzerinde bulunan hırkasını çıka rmış ve
ona hediye olarak vermişti. Bu tebrik ve takdir demekti. Dah a so nra
İslam milletlerinde şairlere, yüksek mevkilere gelenlere kaftan ve
hil'at giydirme gelenekleşecektir. Namına eser sunulan hükümdarlar
ve devlet adamları bunları yazanlara yüksek dizeler vereceklerdir.
Bu durum İslam ülkelerinde, ilim ve sanatın edebiyatın gelişmesinde
büyük etken olacaktır.
İşte Selim Han zamanında bir şair, padişahı öven bir kaside
yazarak huzuruna çıkmış ve Hasan Can'la beraber bulunduğu bir
mecliste kendisine okumuştu. Şair, dizesini beklerken, Selim Han
sordu.
"Bu kasideyi sen mi yazdın ? "
"Beli sultanım b e n kulunuz" Selim Han hiddetlenmişti:
"Canım herkesin bildiği bir şiiri, 'ben yazdım' demeye utanmıyor
musun? " Şair şaşırmıştı:
"Hayır sultanım ben yazdım ve ilk defa huzurunuzda okudum''
"Olur mu canım. Bu meşhur bir şiir" Şair: "Hayır sultanım ola­
maz" deyince Selim Han:
"Öyleyse dinle bakalım!" deyip yirmi otuz beyitlik şiiri aynen
okur.
Şair şaşkındır. Ne diyeceğini bilemez haldedir. "Mümkün değil
padişahım" diyerek kekeler. Selim Han "Bana inanmıyorsan istersen
Hasan Can da okusun" der.
"Oku bakalım Hasan Can" deyince bu defa Hasan Can da şiiri
baştan sona aynen okur.
Şair ter içerisinde kalmış artık. Adeta; "Yer yarılsa da içerisine
girsem" diyerek beklemektedir. Zira dizeden geçmiş, padişahın
huzurunda hilekar pozisyonuna düşmekten büyük bir utanç duy­
maktadır.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
297
Selim Han şairi daha fazla üzmek istemez; "Üzülme şiirini pek
be ğendim" diyerek caizeyi iki katı olarak verir ve gönlünü alır.
Meğer Selim Han bir işittiğini hiç unutmuyordu. Hasan Can ise
iki defa işittiğinde unutmuyordu.
N A S I L?
Selim Han'ın yine yanına aldığı ve seçtiği adamların kıymetini
gös teren bir misal. . .
Mısır seferine çıkdıkları gün kayıkla Üsküdar'a geçerlerken Ha­
san Can, Selim Han'ın yanındadır. Ne konuşurlar bilinmez amma
bir ara boğazın ortasında Selim Han aniden aklına gelmiş gibi sorar:
"Hasan Can yumurta sever misin? " O da tereddütsüz:
"Beli sultanım ! " cevabını verir.
Yollar, muharebeler, insanlar, şehirler. . . Nihayet Mısır seferi biter,
İstanbul'a gelirler. İki seneden daha fazla bir zaman geçmiştir. Selim
Han ertesi gün için hazırlanan karşılama merasimlerinden sıkıldığı
için gece vakti boğazı geçmektedir.
Hasan Can yine yanındadır. Kimbilir bu defa ne konuşmakta
veya ne düşünmektedirler. Boğazın yine orta yerine geldiklerinde
Selim Han birden bire: "Nasıl?" diye sorar. Hasan Can yine tered­
dütsüz ve belki ışık hızıyla:
"Rafadan sultanım ! " cevabını verir.
Birlikte düşünmek, beraber hissetmek . . . 'Hem-hal olmak' denilen
şey bu olsa gerek.
S A N T RAÇ OYU N U
Yavuz Sultan Selim şehzadeliğinde Trabzon valisi iken Osmanlı
Devleti'nin komşusu Safevi Hükümdarı Şah İsmail'in kendileri için
büyük bir tehlike teşkil ettiğini yakından anlamış ve bunu defalarca
İstanbul'a bildirmişti. Bununla da kalmayıp, İran'ın durumunu ve
şahı daha yakından görmek için kıyafet değiştirip, gezici bir derviş
gibi gizlice ve tek başına, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra
İran'ın başkenti Tebriz'e gelir. Şah İsmail, satranca pek meraklı ve
298
K a y ı I I I : H a r e m ey n H i z m e t i n d e
oyunun namlı bir ustasıdır. Her gün birkaç parti satranç oynar ve
sosyal durumuna bakmadan kim isterse tereddütsüz karşıla şırdı.
O güne kadar kendisini mat eden çıkmamıştı. Tabii, şaha olan kor­
kunun da bunda payı vardı. Yavuz da büyük bir satranç usta sıydı.
Yollarda gelirken ve Tebriz'de geçirdiği günler içinde Safevi D evle ti
hakkında öğreneceklerini öğrendikten sonra sarayın yolunu tutar.
Oraya varınca şah ile satranç oynamak istediğini söylerler ve içeriye
haber verirler:
"Bir garip derviş gelmiş, şahımızla satranç oynamak ister durur"
Şah İsmail, bilhassa tanımadığı yabancılarla oynamayı severdi.
Yavuz'u hemen kabul eder ve: "Derviş baba . . . Kanden gelir, kande
gidersin? " diye sorar. Derviş baba ( ! ) saygı ile ve onun şivesiyle
cevap verir: "Kazvin'den gelürem, şahımın mübarek cemalini gör­
mekliğe gelmişem" Şah: "Yollarda izlerde ne var, ne yoh ?" Yavuz:
"Şahımun ulu himmeti sayesinde her yerde eman, asayiş ve saadet
olup, cümle kulların ferhunde-haldir (mutludur)" der. Bu cevaplar
şahın hoşuna gider: "Benimle satranç oynamak dilersen, karşıma
geç! " Yavuz: "Ben de şahımdan sadece oyun aparmağa gelmişem"
diyerek satranç tahtasının başına oturur. İlk oyunda bilerek yenilir.
Ne var ki şahtan daha usta olduğu için ikinci oyunda onu mat eder.
Şah İsmail, herkesin gözü önünde uğradığı bu yenilgiye fena halde
sinirlenir. Elinin tersiyle Yavuz'un göğsüne bir sille vurup:
"Bre kongay ışık ( serseri derviş) hiç şah olanlar mat olur mu?
Tutalum edebin yokmuş, sultanlara riayeti de mi bilmezsin?" diyerek
çıkışır. Yavuz, soğukkanlılıkla cevap verir:
"Şahım, danışıklı oyundan evvel haberim olsa böyle etmezdim''
Şah İsmail derhal kendisini toparlar ve:
"Şah olanlar danışıklı oynamaz, var sağlıcakla git" der. Yavuz,
saraydan ayrılıp, kaldığı hana gider. Ertesi gün şah, kendisine bir
kese içinde bin altın yollar. O günü odasında dinlenerek geçiren
Yavuz, ortalık karardıktan sonra dışarı çıkar, karanlıkta saraya so­
kulup, şahın ata binerken kullandığı binek taşını omuzlar, yerinden
oynatarak, keseyi taşın altına koyar ve o geceyi Tebriz'de geçirdikten
sonra ertesi sabah erkenden Trabzon'a doğru hızla hareket eder.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
299
Satrançta bir garip dervişe yenilmek Şah İsmail'e ağır gelmiştir.
Son unda onunla bir daha oynayıp, daha da dikkatli davranarak
mutlaka yenmeye karar verir. Ayrıca rakibinin yenildiği zaman çok
sin irlendiğini gören dervişin kendisini bir daha mat etmeye cesaret
edemeyeceğini de ummaktadır. Yavuz'un Tebriz'den ayrılmasından
iki gün sonra şah, onu tekrar oyuna çağırmak için kaldığı hana
bir haberci yollasa da, kendisinin çoktan ayrılıp gitmiş olduğunu
öğrenir. Üstelik ne tarafa gittiğini de bilen yoktur. Ancak, evvelce
kendisi Kazvin'd en gelmiş olduğunu söylediği için hemen o tarafa
doğru hızlı süvariler çıkarılır; ama bunlar da genç şehzadeye rastla­
yamadan geri dönerler. Onu ne tanıyan, ne bilen, ne de gören vardır.
An cak şahın hademelerinden biri şehzadeyi o vakit tanımıştır. Bunu,
şahın yakınlarından birinin yanında ağzından kaçırır. Şah İsmail
onu hemen huzura çağırtır ve:
"Benimle satranç oynayan Şehzade Selim imiş, doğru olup mu?"
diye sorar. "Beli şahım. Evvelce Trabzon'da idim ve onu gördüm:'
"Peki ya bana neden haber etmedin? "
"Şehzadenin mehabeti mani olup, cesaret edemedim:'
Uzun bir maceradan sonra 2 4 Nisan 1 5 1 2 günü tahta geçen
ve 23 Ağustos 1 5 1 4 günü Çaldıran'da Safevi ordusu bozan Selim
Han, Tebriz'e girmiştir. Şahın sarayının önüne vardığın da sırtını
saray tarafına verip dört bir yanı gözden geçirdikten sonra yanında
bulunan devlet erkanının yüzlerine bakar. S onunda Sekbanbaşı
Balyemez Osman Ağa'ya:
"Şu kapı eşiğinde, şahın ata bindiği taşın altına kendi elimle
bin altın koymuştum, helal malımdır. O altınları sana ihsan ettim.
Taşı kaldırıp al" der. Padişahın bu emri üzerine orada bulunanlar
şaşırırlar. Çünkü Yavuz Sultan S elim Han'ın daha önce Tebriz'e
geldiğini kimse bilmez. Bir an tereddüt geçiren Osman Ağa atından
iner ve taşın yanına varıp, altını yoklayınca hakikaten tam ayarlı
bin altın bulur. Kese çürüdüğü için altınlar dağılmıştır. Hemen
altınları mendiline doldurur ve padişahın üzengisi hizasına gelip
300
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
elini öper. Durumu daha sonra öğrenen devlet erkanı, Yavuz'u n
daha şehzadeliğinde İran'ı fethetmeyi planladığını anlarlar.
Bu vak'a Selim Han'ın şehzade iken sancağını izinsiz terk et mesi
uygun olmadığı ve son derece tehlikeli bir hareket olduğu için akla
uygun görünmemektedir. Ancak Solakzade tarihinde bu hadi se,
'bazı tarihlerde yazılıdır' denilerek aynen kaydolunmuştur.261 Se­
lim Han'ın şahsiyeti ve kişiliği göz önüne getirildiğinde ise ins an
şaşırmamaktadır.
S O N P E YG A M B E R K I LAV U Z !
Selim Han'ın Mısır seferine gidişinde pek çok manevi işaretler
alınmıştı. Bunların büyük kısmı kaynaklara yansımıştır. Şu hadise
ise ana kaynaklarda yer almasa da Selim Han'ın dini yönüne ve
Mısır seferinin ilahi işaretlerine uygun düşmektedir.
Bütün kuvvetleriyle Gazze'de toplanan Osmanlı ordusu eksik­
liklerini tamamladıktan sonra Sina Çölü'nü (Tih Sahrası) aşmak
üzere 9 Ocak 1 5 1 7 günü yürüyüşe geçmişti. Artık geniş ve kumlu
sahaya girilmişti.
Yine bir gün çölde, kızgın kumlar üzerinde yol alınıyordu. Bir ara
Yavuz Sultan Selim atından indi ve yaya olarak yürümeye başladı.
Bunu gören devlet erkanı ve süvari birlikleri de atlarından inerek
yaya olarak yürümeye başladılar.
Yaşlı vezirler ve devlet erkanı bunalmaya, yıkılmaya başlamış,
yol alamaz hale gelmişti. Ancak Yavuz'a; ''At bin" demek ise kimin
haddineydi !
Sonunda Kemalpaşazade'd en rica ettiler. Büyük alim padişahın
yanına gelerek:
"Sultanım galiba Mısır'a tek başınıza varmaya niyetlisiniz. Bu
gidişle asker kullarınız ve devlet adamlarınız helak olacaklar" de­
yince, Selim Han mütevazı bir şekilde ve zor duyulur bir sesle:
"Hocam, önde Peygamber Efendimiz yaya yürürken ben nasıl
ata binebilirim? "
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
301
Kemalpaşazade'nin dizlerinin bağı çözülmüştü. Yürümeye de­
vam ettiler.
Bir müddet sonra Selim Han'ın ata binmesiyle ordu ve devlet
adamları da atlarına binerek rahatladılar.
Muhtemelen kalp gözüyle Resululah Efendimiz'i gören Selim
Han'ın nazarından bu görüntü kaybolmuştu. Ardından yavaş yavaş
başlayan yağmur giderek sağanak halini aldı. Yıllardır yağmur yüzü
görmeyen Sina Çölü'nün kaygan kumları sertleşmiş ve yürümek
kolaylaşmıştı.
Herkes; "Resulullah Efendim iz'in bereketi" diyerek hamd ü
sena ediyor ve bu durumu da Mısır'ın fethine bir müj de olarak
görüyorlardı.
D O S T AZ O LU R !
Selim Han'a atfedilen bir dörtlük vardır. Soldan sağa ve yukarı­
dan aşağıya aynı okunan bu dörtlüğün şaha yazıldığı söylenir ise
de bunu doğrulayacak bir bilgi yoktur. Kaldı ki şiirin aslında da
'Şahım' sözcüğü olmayıp yakıştırmadır. Kıta şu şekildedir.
Sanma sakın / herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / yar olur / serdar olur
Yar olur / ağyar olur / serdar olur / didar olur
M E RS İ Y E
B u büyük cihangirin ani ölümü devrin eşsiz ilim adamlarından
Kemalpaşazade'yi derinden sarsmış ve onun adına aşağıdaki mu­
azzam mersiyeyi kaleme almıştır.
Çözdi saç açtı baş tuğ u alem
Bükdi bil dökdi yaş tığ u kalem
Kana boyandı bayrağın yüzi
Beli büküldi yayun aldı ham
Urdı göksini gök gök eyledi mah
Oldı yıldızların gözi pür-nem
Şafak ol denlü dökdi kanlu yaş kim
302
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Damen-i çarhı eyledi pür-dem
Subh-dem derdile bir ah' itdi
Kim söyündürdi mah şemin o dem
Giceden dehr giydi kara palas
Tutdı şah-ı cihan içün matem
Nice şeh mihr- i asuman-dergah
Nice sultan meh-i nucum-haşem
Azmde mihridi hazmde sipihr
Rezmde Rüstem idi bezmde Cem
Çarh- ı bl-rahm ana bir zahm
Urdı ki bulmadı kimseler merhem
Gör ne acıyla eyledi teslim
Can- ı Şirin'i Hüsrev-i alem
Öldi Sultan Selim hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ
Kaldı yerli yerinde hayl-ü-sipah
Yalınuz eyledi sefer ol şah
Bunca yüzbin nukerden ve kuldan
Birisi olmadı ana hem-rah
O gice kim yıkıldı serv- i sürur
Vaki aldı bu vakia na-gah
Göğe çıktı yir ehlinin ahı
Düd- ı ahiyle toğdı ruzen-i mah
Beli bükildi pir-gerdunun
Mader- i dehr itdi derd ile ah
Ahiyle boyandı ruy- ı cihan
Döndi zengi yüzine aldı siyah
Bürüdi yer yüzini gözyaşı
Göğe çıktı figan u nale vü ah
Bağrı aldı delü delük otağun
Kara çul giydi hayme vü hargah
Çoktan urmuşdı terkini tacun
Tahtını dahi itdi terk ol şah
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
Oldı zail irüb zalam-i adem
Nur-ı hurşid-i felek u zill-i ilah
Öldi Sultan Selim hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ
Bezm eyvanınun Süleymanı
Rezm meydanınun Nerimanı
Dasitanı okunsaydı anun
Kim anar idi Pür-i Destanı
Tahtına çıksa tutsa divanı
Heybet alurdı görse div anı
Nice sahib-kırandı ol kim
Bir kuluydı Mısır sultanı
Bendesiydi şimdi Tatarun
Deşt- i Kıbçak ilindeki hanı
Bunca yıllardır intizar çeküb
Göz açub göz/eridi devr anı
Erdi anir- bahar-ı devleti lik
Gül gibi taze geçdi devranı
Gülşen itmişdi külhtın-ı dehri
Yiri olsun cihan gülistanı
Hani ol leşker temaşayı
Hani ol kişver-sahtı hani
Kani ol şah deya ah itsün
Yaş yirine karaciğer kanı
Öldi Sultan Selim hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ
Azmde nev-civan hazmde pir
Sahibü 's-seyf ü saibü 't- tedbir
Hem saf-araydı vü hem Asaf-ray
Ne vezir isteridi vü ne müşir
Eli şimşir idi dili hançer
Nizeydi kalı vü parmağı tir
Az müddetle çağ iş itmişdi
Sayesi olmuşdı alem-gir
303
304
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Şemsi asr idi asırda şemsin
Zıllı memdud olur zamanı kasir
Tac u tahtile fahreder beyler
Fahrederdi anunla tac u serir
Gönli ol surda buldı sürur
Ki çala çağırıdı tığ u nefir
Rezm işinde ve bezm işinde
Görmedi pir-i çarh ana nazir
Çıksa eyvan-ı bezme mihr-i münir
Girse meydan-ı rezme şir-dilfr
Olıcak darugir ol şiri
Ansun ve kanlar ağlasun şimşir
Öldi Sultan Selim hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ
Çarh kendüsün itdi zir ü zeber
Meğer irdi kulağına bu haber
Ki kadı dide ter cihan halkun
Huşk-leb gitdi şah-ı bahr u berr
Kan-ı ihsan u asuman-ı kemal
Can-ı halk u cihdn-ı faz/ u hüner
Server- i meh külah u mihr-efser
Kayser-i Cem haşem ü Sikender-der
Dur olmuşdı cevr-i deycuri
Nur- ı adliyle tolub heb kişver
Çekmişdi elin yinine kılıç
Diline kendüde tutub hançer
Sarsar-ı berg-riz- i mevt itdi
Gül gibi ömr defterin ebter
Bu musibetle oda yandı cihan
Dude boyandı kumbet-i ahdar
Hak yırtar yüzin döker yaş ab
Yad hayran gezer yanar Azer
Mihr ü mehden elinde iki taş
Turmadan sinesini çarh döğer
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
Öldi Sultan Selim hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ
Gökde ebr-i bahar ağlar anı
Yaş döküb zar zar ağlar anı
Berf ü baran döküldürür feleğin
Gönlü gözü yanar ağlar anı
Yağmur olub yağar gözi yaşı
Akçak ruzigar ağlar anı
Kara giymiş sehab-ı muzlimden
Gök olub sevk-var ağlar anı
Taht muciyle sinesini döğüb
Acıyla bahar ağlar anı
Gözleri yaşı çeşmeler olmuş
İnleyib kuh-sar ağlar anı
Ne kadar taş bağıluysa dahi
Aksa bir-ihtiyar ağlar anı
Akıdub gözyaşını taşlarla
Döğünüb cuybar ağlar anı
Çeşmeler dahi yaş dökür durmaz
Her kimin çeşmi var ağlar anı
Türk ü Rum u Arab u Acem ü Deylem
Türkman u Tatar ağlar anı
Öldi Sultan Selim hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ
Gül-i gülzar- ı mülk saldı hemi
Cuybar-ı kerem soğuldı hemi
Zulmet-i matem içre kaldı cihan
Mihr-i burc-ı şeref tutuldı hemi
İnledi derdile zemin ü zaman
Gam-ı matem cihana taldı hemi
Lale yüzin ciğer kanıyla yuyub
Saçlarını benefşe yoldı hemi
Seyl-i tufan-ı merg irüb nagah
Sedd- i İskenderi bozuldı hemi
Can-ı alem cihanı terk itdi
306
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
Cism-i dünya zübiıl buldı hemi
Akıbet hilkat-ı latifinden
Hilat-ı afiyet sayuydı hemi
Nuş yerine işinün camı
Nfs ü pür zehr-i kahr taldı hemi
Ah u zarıyla taldı şehr ü diyar
Şehriyar-ı zemane öldi hemi
Rum u Şam u Arab u Acem şahı
Öldi emri tamam aldı hemi
Öldi Sultan Selim hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ
Hayf Sultan Selim'e hayf ü diriğ
Hem kalem ağlasun ana hem tiğ262
AÇ I KLA M A :
Tuğ ve bayrak başın açdı, saçın çözdü. Kılıç ve kalem belin bük­
dü, yaşın dökdü.
Bayrağın yüzü kana boyandı. Yayın beli büküldü, eğri büğrü oldu.
Ay göğsünü döğerek gömgök (mora yakın mavi, mosmor) eyledi.
Yıldızların gözü nemlendi.
Şafak o derece kanlı gözyaşları dökdü ki feleğin eteğini baştan­
başa kan eyledi.
Sabah vakti derdile öyle bir ah etti ki ol anda ayın ışığını sön­
dürdü.
Zaman geceden kara giysisini giydi ve cihan şahı için mateme
durdu.
Öyle şah ki gökyüzü dergahının güneşi ve öyle sultan ki yıldız­
ların hizmetkarı olduğu ay gibi idi.
Gayret ve kararlılıkta güneş, sağlam iş yapmada gök gibiydi.
Savaşta Rüstem ve mecliste Cem gibi idi.
Merhameti olmayan felek ona bir yara açtı ki kimseler merhe­
mini bulamadı.
Gör ki alemin Hüsrevi ne acıyla şirin canını teslim eyledi.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
307
Eyvah ne yazık ki Sultan Selim vefat etti. Ona hem kılıç hem
de kalem ağlasın.
Atları ve askerleri yerli yerinde kaldı. Ol şah seferini yalnız eyledi.
Bunca yüz bin hizmetkar ve kuldan birisi dahi ona yoldaş olmadı.
Ansızın bu vaka meydana geldi ve sevinç selvisi o gece yıkıldı.
Yer ehlinin ah u figanı göğe çıktı. Bu sebeple ay günleri ah dumanıyla doğdu.
Acuze dünyanın beli büküldü. Zamanın anası derd ile ah etti.
Cihan yüzü acısıyla boyandı da zenci çehresine dönerek siyah
oldu.
Yeryüzünü gözyaşları bürüdü, ah ü vah ile iniltiler göğe çıktı.
Otağının bağrı/perdeleri delik delik oldu. Haymesi, çadırı kara
çul giydi.
Tacını terk edeceğini çoktan anlamıştı. Tahtını dahi terk etti
ol şah.
Allanın halifesi ve felek güneşinin nuru bir anda yokluk karanlığı
erişip gözden kayboldu.
Eyvah ne yazık ki Sultan S elim vefat etti. Ona hem kılıç hem
de kalem ağlasın.
Ziyafet divanının Süleyman'ı ve savaş meydanının Neriman'ı idi.
Şayet onun destanları okunsaydı. Diğer destanları kim anardı?
Tahtına çıkıp divan kurduğunda onu dev görse, heybetine kapılır çarpılırdı.
Her zaman başarı ve üstünlük kazanan öyle bir padişahtı ki
Mısır sultanı onun bir kuluydu.
Tatarın Deşt-i Kıpçak içindeki hanı şimdi onun bir hendesi,
kölesiydi.
Bunca yıllardır devir hasretle göz açıp onun gelmesini beklerdi.
G erçi devleti bahar mevsimi gibi erdi ise de zamanı taze gül
gibi çabucak geçti.
308
K ay ı III: H a re m ey n H i z m e t i n d e
B u dünya cehennemini gül bahçesi eylemişti. Yeri, mekanı cihan
gülistanı olsun.
Hani ol askeriyle gezen ve hani ol ülkeler açan cihangir hani?
Hani ol şah diye ah edecek ve yaş yerine karaciğer kanı dökecek
nerede?
Eyvah ne yazık ki Sultan Selim vefat etti. Ona hem kılıç hem
de kalem ağlasın.
Gayret göstermekte taze bir yiğit karar vermekde tecrübeli bir
ihtiyardı. Kılıç sahibi ve tedbirde isabetliydi.
Hem asker saflarını süsleyendi hem de düşüncesi Asaf gibi ye­
rinde idi. Bu sebeple ne vezir ne de müşir ister idi.
Eli keskin kılıç dili hançer gibi idi. Kolu mızrağa ve parmağı
oka benzerdi.
Az zamanda nice işler etmişti. Gölgesi bütün alemi tutmuştu.
Asrının güneşi idi. İkindi vaktinde güneşin gölgesi uzun fakat
zamanı kısa olur.
Beyler tac ve tahtıyla övünürler, fakat tac ve taht onunla övü­
nürdü, kıvanç duyardı.
Gönlü şol düğünlerde neşe bulurdu ki onu kılıç ve boru ile (ci­
hada) çağırsınlar.
Cenk işinde ve neşe meclisinde, koca felek onun bir benzerini
görmedi.
Ziyafet meydanına çıksa nurlu bir güneş, savaş meydanına girse
yiğit arslan olurdu.
Harb ve kavganın arslanı ölünce, kılıç kanlar ağlasın ve onu
ansın, yad etsin.
Eyvah ne yazık ki Sultan Selim vefat etti. Ona hem kılıç hem
de kalem ağlasın.
Felek kendisini yerlere attı. Meğer kulağına onun ölüm haberi
gelmişti.
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
309
Cihan halkını gözyaşı içinde bıraktı. Denizlerin ve karaların
şahı dudağı kurumuş bir şekilde gitti.
Olgunluk ve mükemmelliğin en yükseği ve ihsan sahibi hani?
Fazilet ve hünerde cihan değer halkın canı hani?
Külahı ay ve tacı güneş olan padişah. Öyle bir sultan ki Cem ve
İskender hizmetkarı olabilir.
Zulüm ve karanlık onun devrinde uzak olmuştu (yok olmuştu) .
Memleket hep adalet nuru ile dolmuştu.
Kılıcını elin kınına çekmiş, dilini kendinde hançer etmişti.
Ölüm yaprak döken fırtına misali, gül gibi ömür defterini kapadı.
Bu musibetle cihan ateşe yandı. Yeşil kümbet dumana boyandı.
Toprak yüzünü yırtar su yaş döker, Yad hayran gezer Azer ateşe
yanar.
Ay ve güneşden aldığı iki taşla zaman durmadan sinesini döver.
Eyvah ne yazık ki Sultan Selim vefat etti. Ona hem kılıç hem
de kalem ağlasın.
Gökde bahar bulutları yaş döküp zar zar ona ağlar.
Kar ve yağmur dökerek feleğin gönlü ve gözü yanar ona ağlar.
Gözyaşı yağmur olup yağar zaman ona ağlar.
Karalar giyinmiş karanlık bulutlar, gökyüzünde gezerek ona
ağlar.
Taht mucıyla sinesini döğerek acı içerisinde ona ağlar.
Gözleri (dereleri) devamlı akan çeşmeler gibi olarak, inleyen
dağlar ona ağlar.
Ne kadar taş bağırlı dahi olsa hiç ağlamamış bir ihtiyar ona ağlar.
Gözyaşını taşlarla akıtıp, döğünür ırmaklar ona ağlar.
Çeşmeler dahi hiç durmadan gözyaşı döker, her kimin gözü
var ona ağlar.
Türk, Rum, Arab, Acem, Deylem, Türkmen ve Tatar ona ağlar.
310
K ay ı I I I : H a r e m e y n H i z m e t i n d e
Eyvah ne yazık k i Sultan Selim vefat etti. O n a h e m kılıç hem
de kalem ağlasın.
Memleket bahçesinin gülü soldu. Kerem ırmakları kurudu.
Cihan matem içerisinde kaldı. Şeref burcunun güneşi tutuldu.
Zemin ve zaman derdile inledi. Cihana elem ve üzüntü doldu.
Lale yüzünü ciğer kanıyla yıkadı. Menekşe saçlarını yoldu.
Ansızın ölüm tufanının seli erişti. İskender'in seddi yıkıldı.
Alemin canı cihanı terk etti. Dünya kurudu ve soldu.
Sonunda latif cisminde afiyet libası, elbisesi çıkarıldı.
Şerbet yerine kadehi zehr ü kalır ile doldu.
Anadolu, Şam, Arab ve Acem şahı idi. Öldü ve işleri tamam oldu.
Eyvah ne yazık ki Sultan S elim vefat etti. Ona hem kılıç hem
de kalem ağlasın.
RI H L ET
Bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
Ukbada yol göründü Hudaaan bu davete
Doldukça doldu gözleri eşk-i firak ile
Kudretlü padişah veda etti millete
Tevhid maksadıyla geçirmişti ömrünü
Ref' etti ermeganını dergah-ı vahdete
Rayat-ı gölgesinde feda-yı hayat eden
Ervaha pişdar olarak girdi cennete
Yekser riyaz-ı huld-i berin oldu cilvegah
Her cenkten getirdiği binlerce rayete
Dfdar-ı Fahr-ı Alem'i görmekti gayesi
Gark-ı huşu ' çıktı huzur-ı Risalet'e
Alnından öptü fahrederek Fahr-ı Kainat
Şabaş sundu sarf edilen bunca himmete
Ya v u z S u l t a n S e l i m H a n
Dlvan-ı Hak'da mağrifet-i Kirdigar'dan
Şayeste gördü cürm ü günahın şefaate
Dur olmasıyla böyle büyük padişahdan
Gark oldu nas matem-i bi-hadd ü gayete
Yer yer misal- i bid-i hazan oldu tuğlar
Sultan Selim'e girye-künan oldu tuğ263
31 1
D İ P N OT LA R
l l . B AY E Z İ O H A N
Bu karışıklıklar için bkz. Hoca Sadettin Efendi, Tacü't- Tevarih, Ill, haz. İsmet
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
Parmaksızoğlu, Ankara 1 999, c. III, s. 1 85 - 1 87; Vakayi-i Sultan Bayezid ve Selim
Han, Topkapı Sarayı 1 4 1 6, s. 1 .
Tacü 't- Tevarih, Ill, s. 1 88.
Tacü 't- Tevarih, ııı, s. 1 9 1 .
İbn Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, VIII. Defter, haz. Ahmet Uğur, Ankara 1 997, s. ?;
Tacü 't- Tevarih, Ill, s. 1 94- 1 95.
Tacü 't- Tevarih, ııı, s. 1 96.
İbn Kemal, vırı. Defter, s. 17.
İbn Kemal, vırı. Defter, s. 1 8 -2 1 ; Tacü't- Tevarih, ırı, s. 1 98-202.
Cem Sultan'ın Türkçe Divanı, haz. Halil Ersoylu, İstanbul 1 98 1 , s. 68.
"Sehi Bey Tezkiresi'; Heşt Behişt, haz. Mustafa İsen, Ankara 1 998, s. 53.
İbn Kemal, VIII. Defter, s. 24.
Tacü 't- Tevarih, III, s. 2 1 1 -2 1 2.
Cem Sultan'ın Türkçe Divanı, s. 20.
Cem Sultan'ın maiyyetinde otuz kişi varken Rodos'tan satın aldığı iki Türk esiri ile
otuz iki olmuştur. Bkz. i. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1 975, c. il, s.
1 70.
1 4 Hayrullah Efendi, Osmanlı Devleti Tarihi, haz. Zuhuri Danışman, İstanbul 1 972,
c.
v, s. 102- 1 04.
15 Tacü 't- Tevarih, III, s. 220.
16 Cem Sultan'ın Türkçe Divanı, s. 60-6 1 .
1 7 Tacü 't- Tevarih, III, s . 226.
18 Solakzade Tarihi, haz. Vahid Çabuk, 1, Ankara 1 989, s. 393; Tacü't- Tevarih, ırı, s.
23 1 ; Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, yay. Mümin Çevik-Erol Kılıç, İstanbul 1 984,
c. 3, s. 864.
19 Tacü't- Tevarih, ııı, s. 233.
20 Tacü't- Tevarih, ııı, s. 233.
21 Solakzade Tarihi, 1, 394.
22 Cem Sultan'ın ölümü ile ilgili çeşitli rivayetler için bkz. Tacü 't- Tevarih, ırı, s. 23 1 232; İbn Kemal, VIII. Defter, s . 1 44; Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c . 3, s . 863864; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, s. 1 73- 1 74. N. )orga, Osmanlı İmparatorluğu
Tarihi, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul 2005, c. 2, s. 209.
23 Solakzade Tarihi, l, s. 394.
Dipnotlar
313
24 Latifi Tezkiresi, haz. Mustafa İsen, Ankara 1 990, s . 23 1 -232.
25 Bkz. Zeki Arıkan, Tarih Günlüğü, İstanbul 2002, s. 1 36.
26 Bkz. Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1 977, c. 3, s. 1 72 - 1 73.
27 Tacü't-Tevarih, III, s. 235.
28 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 1 44.
29 N . )orga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. 2, s. 207-208; Hammer, Osmanlı Devleti
Tarihi, c. 3, s. 864-865.
30 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 68-70; Tacü't- Tevarih, III, s. 236-238.
3 1 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 73.
32 Tacü't-Tevarih, III, s. 239; İbn Kemal, VIII. Defter, s. 74-75.
33 Aşıkpaşazade, Tevarih-i Al-i Osman, Ali Bey neşri, İstanbul 1 332, s. 227.
34 Tacü't-Tevarih, III, s. 240-242; Aşıkpaşazade, s. 227-228.
35 Osmanlı Memlük mücadelesinin siyasi sebepleri için bkz. Şehabeddin Tekindağ, "il.
Bayezid devrinde Çukurova'da Nüfuz Mücadelesi, İlk Osmanlı Memlüklü Savaşları
( 1 48 5 - 1 4 9 1 )", Belleten, c. XXXI, sy. 1 23, Ayrıbasım, Ankara 1 967, s. 347-349.
36 İbn Kemal, VIII. Defter.
37 Çukurova'da Nüfuz Mücadelesi, s. 353-355.
38 Aşıkpaşazade, s. 23 1 .
3 9 Aşıkpaşazade, s . 233 -234.
40 Tacü 't- Tevarih, I ll , s. 256-259.
4 1 Çukurova'da Nüfuz Mücadelesi, s. 3 6 1 -365.
42 Tacü't- Tevarih, III, s. 270-27 1 ; Aşıkpaşazade, s. 240; Çukurova'da Nüfuz Mücadelesi,
s. 372.
43 Tacü't- Tevarih, III, s. 285-287.
44 Tacü't-Tevarih, III, s. 289-292; )orga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. 2, s. 234-235.
45 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 1 75.
46 Selahattin Tansel, Sultan IJ. Bayezit'in Siyasi Hayatı, İstanbul 1 966, s. 1 44 - 1 50. )orga,
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. 2, s. 226-227.
47 Tacü't- Tevarih, III, s. 27 1 -272.
48 Bazı kaynaklar padişahın seferin daha başlangıcında, aslında hedefinin Arnavutluk
olduğu Macar seferinin ise bir oyalama taktiğinden ibaret bulunduğunu belirtmek­
tedir. Nitekim Kapudan Sinan Paşa bu maksatladır ki üç yüz parça gemi ile
Arnavutluk kıyılarından Avlonya sahillerine gönderilmişti. Bkz. Ali, Künhü 'l-Ahbar,
Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr. 3406, vr. 1 9 la; Tacü't- Tevarih, III, s. 273; )orga,
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c.2, s. 226.
49 İbn Kemal, VIll. Defter, s. 1 27- 1 28.
50 Osmanlı kaynaklarının kalenderi Kızılbaş olarak göstermelerine karşın (bkz. Tacü't­
Tevarih, III, s. 275; İbn Kemal, VIII. Defter, s. 1 28) )orga tarihinde ise Arnavutluk'taki
son seferde her şeyini kaybeden, eşkıya ve katil diye adlandırılan İvan Bey'in yan­
daşlarından biri olarak gösterilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. 2, s. 243.
314
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
5 1 İbn Kemal, vırı. Defter, s . 128. Ali, İskender Paşanın saldırganın göğsüne kılıçla
vurarak yere yuvarladığını (Künhü'l-Ahbar, vr. 1 90b); İdris-i Bitlisi ise dervişe ilk
darbeyi indirenin Aydın isimli birisi olduğunu söylemektedir. (Heşt Behişt, Sadi
tere., Topkapı Sarayı ktb, nr 1 96, vr. 203a.).
52 Saldırının olduğu tarih, Safevi dervişlerinin hem Anadolu'da ve hem de Rumeliöe
teşkilatlanmaya başladığı bir dönemdir. Dolayısıyla suikast, Osmanlı ülkesini karış­
tırmak isteyen Safevi dervişlerinin planlı bir hareketi olarak düşünülebilir.
53 Tacü't- Tevarih, III, s. 275.
54 Aşıkpaşazade, s. 8.
55 Halil İnalcık, "Osmanlı Devleti'nde Türk Ordusu'; Türk Kültürü, sy. 22, Ankara
1 964, s. 7- 10 .
56 Arif Koday, Osmanlı Ordu Teşkilatında Akıncı Ocağı, (Yüksek Lisans Tezi), Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 200 l , s. 1 1 .
57 Abdülkadir Özcan, "Akıncı': DİA, c. 2, İstanbul 1 989, s. 249.
58 Yılmaz Öztuna, "Osmanlı'nın Atlı Komandoları Akıncılar': Tarih ve Medeniyet
Dergisi, sy. 2 1 , Kasım 1 995, s. 1 5.
59 Yaşar Gökçek, Türk İmparatorluk Tarihinde Akıncı Teşkilatı ve Gazi Mihal Oğulları,
Konya 1 997, s. 1 09.
60 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, İstanbul
1 993, s. 37.
6 1 Koday, Akıncı Ocağı, s. 1 2 - 1 4.
62 Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, çev. Dost Körpe, İstanbul 2002, s.
3 1 4.
63 Koday, Akıncı Ocağı, s. 29-4 1 .
6 4 Aşık Çelebi, MeşairuŞ-Şuara, haz. Filiz Kılıç, Ankara 1 994, s . 482.
65 Hammer (c. 4, s. 976) ve Uzunçarşılı (Osmanlı Tarihi, c. ır, s. 209) Mihaloğlu Ali
Bey' in de esirler arasında bulunduğunu ve savaş sonrasında kurşunla idam edildiği­
ni yazarlar. Oysa Kemalpaşazade, Mihaloğlu Ali Bey'in bu seferin öcünü almak
üzere Macaristan'a yine akınlarda bulunduğunu ve ol diyarı yakıp yıktığını belirt­
mekte ve nihayet:
Dokuz yüz beşde iken sal-ı Hicret
Mihaloğlu Ali Bey itti rıhlet
ifadesiyle h. 905'de ( 1 499) vefat ettiğini yazmaktadır. (Bkz. İbn Kemal, vırı. Defter,
s. 1 30, 233).
66 Bakara Suresi'nin 249. ayeti.
67 Tacü't- Tevarih, III, s. 284-285.
68 Venedikliler özellikle donanma gücüne çok güveniyorlardı. Osmanlılara karşı giri­
şecekleri savaş müzakere edilirken Venedik devlet reisinin mücadeleden uzak dur­
mak ve vergi vermek suretiyle barış yapmak isteğine karşı beyleri itiraz etmiş ve
Dipnot lar
315
bunlardan birisi; "Sen yerinde otur, askerle beni gönder, varayım deniz yüzünden
gelen düşmanın işini tamam edeyim" demişti. Bkz. İbn Kemal, Vlll. Defter, s. 1 79.
69 Tacü't- Tevarih, Ill, s. 297-298.
70 İbn Kemal, Vlll. Defter, s. 1 79.
7 1 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 1 85 .
72 Katip Çelebi, Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar, haz. O. Şaik Gökyay, İstanbul 1 973, s.
29-30.
73 Solakzade Tarihi, 1, 4 1 8 - 4 1 9; Tacü 't- Tevarih, Ill, s. 303-305; İbn Kemal, Vlll. Defter,
s. 1 86- 1 90.
74 İbn Kemal, Vlll. Defter, s. 1 90.
75 Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar, s. 3 1 .
76 Tacü 't- Tevarih, Ill, s . 307-308.
77 Aşıkpaşazade, s. 259.
78 Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 3, s. 993.
79 İsmet Miroğlu, II. Bayezid Devri, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. 1 0,
İstanbul 1 989, s. 265-266.
80 Endülüs Emevilerinin bu serüveni için bkz. Mehmet Özdemir, "Endülüs'; DİA, c.
1 1 , İstanbul 1 995, s. 2 1 1 -2 1 6.
8 1 Salih bin Şerif, Endülüse Ağıt, haz. Sezai Karakoç, İstanbul 1 967, s. 29-35.
82 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. il, s. 200-20 1 .
8 3 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 1 45.
84 Cevat Ülkekul, Büyük Türk Denizcisi Kemal Reis, İstanbul 2007, s. 54-57.
85 Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, nr. 6605, vr. 7b.
86 İdris Bostan, "Kemal Reis", DİA, c. 25, s. 226-227.
87 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. il, s. 225-229; Tansel, II. Bayezid, s. 240-245.
88 Çağatay Uluçay, "Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?'; Tarih Dergisi, 1 954, sy. 9,
c. 6, s. 56.
89 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 261 -262.
90 Şehzade Sultan Mahmud mersiyesinin tamamı için bkz. Necati Beğ Divanı, haz. Ali
Nihat Tarlan, Ankara 1 992, s. 125- 1 28.
9 1 Tansel, II. Bayezid, s. 248.
92 Uluçay, "Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?'; sy. 9, s. 63-66.
93 Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 0 1 8 - 1 020; Solakzade Tarihi, 1, s. 445-446.
94 Şakulu'nun bu çarpışmada ölmeyip İran'a kaçtığı da rivayet olunmaktadır. Ancak
İran'a giderlerken bu ülkeye ait bir kervanı vurup, halkını öldürdükleri nedeniyle
şah tarafından cezalandırılmışlardır. Bkz. Uluçay, "Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah
Oldu?", sy. 9, s. 72-73.
95 Uluçay, "Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?", sy. 9, s. 72-73; Tansel, II. Bayezid,
s. 253-257; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. il, s. 230-23 1 .
9 6 İbn Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, IX. Defter, Veliyyüddin Efendi nr. 2447, v. 3b.
Çağatay Uluçay da Şehzade Korkud'un oğlunun olmayışı onun padişah olmasını
316
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e r i n d e
zorlaştırıyordu ("Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?'', sy. 9 , s . 57) derken, İsmail
Hakkı Uzunçarşılı Bey şehzadenin iki kızı ile birlikte ismini vermediği bir de oğlu­
nun olduğunu belirtir. (Bkz. Osmanlı Tarihi, c. II, s. 25 1 ) .
9 7 Tacü 't- Tevarih, ıv, s. 1 2 3 - 1 24.
98 Uluçay, "Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?", Tarih Dergisi, sy. 10, s. 1 20- 1 2 1 .
99 Sad Suresi'nin 26. ayeti.
1 00 Halk arasında Bayezid Han'ın oğlu Selime saltanatını terk ederken beddua ettiği gibi
yanlış kanaatler varsa da kaynaklarda bunu doğrulayacak bir bilgi yoktur. Bayezid
Han, oğluna çeşitli nasihatler ile ve dualar ederek tahtı terk etmiştir. Bkz. Solakzade
Tarihi, 1 , s. 467-468; Tacü 't- Tevarih, IV, s. 94-97.
101 Hayrullah Efendi, c. 5 , s. 1 4 1 - 143.
102 Tacü't- Tevarih, ıv, s. 107- 1 09.
103 Mustafa İsen-A. Fuat Bilkan, Sultan Şairler, Ankara 1 997, s. 44-45.
1 04 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. !, İstanbul 1 997, s. 449.
105 Latifi Tezkiresi, s. 72.
1 06 Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. !, s. 449.
107 Latifi Tezkiresi, s. 1 3 1 .
108 Latifi Tezkiresi, s . 1 50.
109 Sehi Bey Tezkiresi, s. 1 55- 1 56.
1 1 0 Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 03 1 .
1 1 1 Solakzade Tarihi, 1 , s . 474.
1 1 2 Divan-ı Adli, Millet Kütüphanesi, nr, 274, vr. lb.
1 1 3 Tacü 't-Tevarih, IV, s. 1 06- 107.
1 1 4 Andrea Gritti elçilikle Osmanlı sarayına gelmiş olup daha sonra Venedik docluğuna
kadar yükselmiştir. Bkz. Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 029.
1 1 5 Sehi Bey Tezkiresi, s. 52.
1 1 6 Necati Beğ Divanı, s. 96-98.
YAVU Z S U LTA N S E L İ M H A N
1 1 7 Uluçay, "Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?", Tarih Dergisi, sy. 1 1 , s . 1 90- 1 9 1 .
1 1 8 Tacü't- Tevarih, IV, s . 1 59- 1 60.
1 1 9 Celal-zade Mustafa, Selim-name, haz. Ahmet Uğur-Mustafa Çuhadar, Ankara 1 990,
s. 330.
1 20 Faruk Sümer, Safevi Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü,
Ankara 1 976, s. 20-22.
1 2 1 Rumlu Hasan, (Ahsenü 't- Tevarih) Şah İsmail Tarihi, çev. Cevat Cevan, Ankara 2004,
s. 74. Safevilerin dini fikirleri için ayrıca bkz. Saim Savaş, XVI. Asırda Anadolu'da
Alevilik, Ankara 2002, s. 48-66.
122 Şah İsmail Tarihi, s. 102- 1 03 .
123 Şah İsmail Tarihi, s. 149- 1 50.
1 24 Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu, s. 24.
Dipnotlar
317
1 25 Angiolello (A Narrative of Italian Travels)'dan naklen Sümer, Safevi Devleti'nin
Kuruluşu, s. 24. Ayrıca bkz. İbn Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, IX. Defter, Fatih
Kütüphanesi, Nr. 422 1 , vr. 30a-b.
1 26 İbn Kemal, VIII. Defter, s. 274.
1 27 Celal-zade Mustafa, s. 264-266.
1 28 Şehabeddin Tekindağ, "Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı altında Yavuz Sultan
Selimin İran Seferi'; Tarih Dergisi, c. XVII, sy. 22, İstanbul 1 968, s. 52-53.
1 29 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, nr. 640 1 ; Ayrıca bu fetvanın tamamı için bkz.
Tekindağ, "Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi'; s. 54-55.
1 30 Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, İzmir 1 987, s. 73-74.
1 3 1 Tacü 't- Tevarih, iV, s. 1 76; Vakayi-i Sultan Bayezid ve Selim Han, s. 74; Müneccimbaşı,
Sahaifü 'l-Ahbar, Nuruosmaniye Kütüphanesi,. Nr. 3 1 , vr. 92b.
1 32 Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu, s. 36.
1 33 jean- Louis Bacque Grammont, "XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlılar ve Safeviler';
Prof Dr. Bekir Kütükoğlu'na Armağan, İstanbul 1 99 1 , s. 208.
1 34 Nitekim Tokat'ın 1455- 1 574 yılları arasındaki idari ve iktisadi durumunu araştırır­
ken 1 455'de tahmini on beş bin olan nüfusunun 1 485'te sekiz binlere düştüğünü ve
hane oranında %42'lere varan bir azalma meydana geldiğini tespit etmiştim. Bunun
en önemli nedenlerinden biri de Uzun Hasan kuvvetlerinin bu bölgede gerçekleştir­
diği korkunç kıyım ve talan hareketi idi. (Ahmet Şimşirgil, Osmanlı Taşra
Teşkilatında Tokat ( 1 455- 1 574), Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1 990, s.
75-76). Dolayısıyla Selim Han bu kadar büyük bir kıyıma girişecek olsa tapu-tahrir
defterlerine mutlaka yansıması gerekirdi.
1 3 5 Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu II, İstanbul 2005, s. 50.
136 Hatta Şah İsmail' in tarihçisi Rumlu Hasan dahi suçu, bölgede bozgunculuk çıkaran,
yıkımlara neden olan ve Tokat'ı yakıp yıkan Ustacaluoğlu ile Nur Ali Halife'de gös­
terir. Bkz. Şah İsmail Tarihi, s. 1 77.
13 7 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. il, s. 256.
138 Celal-zade Mustafa, s. 1 29
1 39 Şükri-i Bitlisi, Selim-name, haz. Mustafa Argunşah, Kayseri 1 997, s. 1 39.
1 40 İmamlardan rivayet edilmiştir: "Salı günü sefere başlanmaz" diyen Şah İsmail, Selim
Han'ın Salı günü sefere çıkışını kendisi için bir uğur kabul etmiştir. Selim Han ise bu
değerlendirmeye karşılık olarak: "Bu ehl-i İmana göredir. Allah'ın yardımı ile
Rafıziler üzerine yürüme gününü salı olarak kararlaştırdım. Allanın lütfu ile saade­
ti bana, uğursuzluğu onlara olur inşaallah" demiştir. Bkz. Haydar Çelebi Ruznamesi,
haz. Yavuz Senemoğlu, İstanbul. s. 43 -44; Tacü 't- Tevarih, iV, s. 1 77- 1 80.
1 4 1 Selim Han'ın Edirne'den hareketi ile birlikte İstanbul'a varışı ve devamında belirtilen
tarihler, kaynakların her birinde bir iki gün değişiklik arz etmektedir.
1 42 Celal-zade Mustafa, s. 1 3 1 .
1 43 Celal-zade Mustafa, s . 362-365. Ayrıca özet veya bazı farklılıkları ile bkz. Haydar
Çelebi Ruznamesi, s. 43-44; Tacü 't- Tevarih, iV, s. 1 77- 1 80.
318
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
1 44 Celal-zade Mustafa, s . 366.
145 Celal-zade Mustafa, s. 367.
1 46 Şükri-i Bitlisi, s. 1 48.
147 Selahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, İstanbul 1 969, s. 43.
148 Tacü't- Tevarih, IV, s. 1 86; Haydar Çelebi Ruznamesi, s. 44; Celal-zade Mustafa, s.
368-369.
1 49 Celal-zade Mustafa, s. 369-370.
1 50 Haydar Çelebi Ruznamesi, s. 47.
1 5 1 Celal-zade Mustafa, s. 370; Şükri-i Bitlisi, s. 1 50.
1 52 Şükri-i Bitlisi, s. 1 55.
1 5 3 Tacü't- Tevarih, IV, s. 1 88- 1 89; Celal-zade Mustafa, s. 372; Şükri-i Bitlisi, s. 1 52- 1 53.
1 54 Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 067; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, s.
267-268.
1 55 Bu söyleşi için bkz. Şükri-i Bitlisi, s. 1 62 - 1 7 1 ; Lütfi Paşa ve Tevarih-i Al-i Osman, haz.
Kayhan Atik, Ankara 200 1 , s. 206-2 1 3.
1 56 Tarih-i Al-i Osman, haz. Mustafa Karazeybek, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul 1 994, s. 264-266.
1 57 İbn Kemal, IX. Defter, v. 1 33a. Ayrıca bkz. Hadidi, Tevarih-i Al-i Osman (1299-
1523), haz. Necdet Öztürk, İstanbul 1 99 1 , s. 390.
1 58 Tacü't- Tevarih, IV, s. 205.
1 59 Savaşın genel safahatı için bkz. Lütfi Paşa ve Tevarih-i Al-i Osman, s. 2 1 3- 2 1 6; İbn
Kemal, IX. Defter, v. 1 33a- 1 35b; Celal-zade Mustafa, s. 378-380; Tacü't- Tevarih, IV,
s. 201 -209.
1 60 Celal-zade Mustafa, s. 1 52- 1 53, 380-382.
161 Celal-zade Mustafa, s. 1 52. Tadı Hatun Vidin Sancakbeyi Mesih Bey'in eline esir
düşmüş ve harp ganimeti olarak bütün mücevheratını Mesih Bey almıştır. Bkz. İ.
Hakla Uzunçarşılı, "Şah İsmail'in zevcesi Tadı Hanımın Mücevheratı': Belleten, c.
XXIII, sy. 92, Ekim 1 959'dan ayrıbasım, s. 6 1 1 -6 1 9 .
1 62 Tekindağ, "Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi", s. 7 5 ; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II,
s. 54 1 .
1 6 3 Celal-zade Mustafa, s . 390.
1 64 Solakzade Tarihi, İstanbul 1 297, s. 375-376.
165 Şükri-i Bitlisi, s. 2 1 5.
1 66 Gerçekten de oğlu Süleyman tahta çıktıktan sonra yasaklanan ipek ticaretini serbest
bırakacağı gibi müsadere edilen malları da sahiplerine iade edecektir. Bkz. M.
Tayyib Gökbilgin, Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul 1 992, s. 1 3 .
167 Tacü't- Tevarih, iV, s. 2 1 5-2 1 6.
168 Tacü't- Tevarih, IV, s. 246.
1 69 Tarih-i Al-i Osman, s. 283-284.
1 70 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, s. 280-28 1 .
1 7 1 Tacü't- Tevarih, IV, s . 278.
Dipnotlar
319
1 72 Celal-zade Mustafa, s. 4 1 5.
1 73 Tacü 't- Teviirih, IV, s. 1 29- 1 30.
1 74 Haydar Çelebi Ruznamesi, s . 1 24 - 125.
175 Memlük kaynakları vefat ettiğinde seksen dört yaşında olan Kansu Gavri'nin kan
dökücü ve merhametsiz olduğunu, on beş sene on ay süren saltanat müddeti esna­
sında her gününün ahaliye bin sene kadar ağır geldiğini yazmaktadırlar. Bkz. İbni
Iyas'tan naklen Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, s. 286.
1 76 Tacü't-Tevarih, ıv, s. 285-288.
1 77 Solakzade Tarihi, s. 389.
178 Tarih-i Al-i Osman'da Gavri'nin başını kesenin, padişahın Istabl-ı Amiresi'ne hizmet
eden serraclar zümresinden Alagöz Bey olduğu ve padişahın gazabına uğrayarak
katledildiği ifade edilir (s. 288).
1 79 Gerçekten de Selim Han daha sonra Kahire'de Sultan Gavri'nin oğlu Seydi Mehmed
Beye: "Vallahi katline niyetim yoktu. Anı Rum'a getirip kayd-ı hayat ile bir sancak
vermek maksadım idi. Lakin irade-i Hakk bu imiş" demiştir. Bkz. Keşfi Mehmed
Çelebi, Selimniime, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 2 1 47, vr. 54b.
180 Tacü't- Teviirih, IV, s. 29 1 .
1 8 1 Şehabeddin Tekindağ, "Fatih'den III. Murad'a kadar Osmanlı Tarihi ( 1 45 1 - 1 574)';
Ders Notları, İstanbul 1 977, s. 1 3 5 - 1 36.
1 82 Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 1 22.
183 Tarih-i Al-i Osman, s. 288-289.
1 84 Abdülvehhab eş-Şarani, el-Kibritü'l-Ahmer, (el-Yevakıt içerisinde), Kahire 1 369, !, s.
1 88; Ahmet Uğur, Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1 992, s. 1 32.
185 Şakayık-ı Numaniyye Tercümesi, Mecdi Efendi, s. 360; Tiicü 't- Tevarih, IV, s. 1 35;
Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 1 34.
186 Solakzade Tarihi, s. 392-393.
1 87 Kazım Yaşar Kopraman, Memlükler, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. 6,
İstanbul 1 987, s. 533.
188 Tıicü't- Tevıirih, IV, s. 300.
1 89 Celal-zade Mustafa, s. 425-426.
190 Tacü't- Tevıirih, IV, s. 305-306; Celal-zade Mustafa, s. 426-427; Şükri-i Bitlisi, s. 268.
191 Şükri-i Bitlisi bu ifadeleri ile Hüseyin Paşa'nın "Ey padişah! Gazze'den öteye geçmeyelim ki bu kum çölünde yürümeye mecal yoktur. Halka çok zarar erişir ve bunun
vebali padişaha ait olur. Bu seferde halk eksilir, asker perişan olur. Şüphesiz ki Rum
dilaverleri bu kum içinden çıkamaz. Ey Cem nişanlı sultan asker hep helak olur. Gel
bunların kanına girme ve Şarn'a dön. Saadetle giderek geldiğin yurda yeniden eriş"
dediğini belirtir (s. 268-269).
1 92 Selim Han'ın nedimi Hasan Can; "Şayet öldürülmese idi, o gece Safevilere kaçması
kesindi" demiştir. Bkz. Tacü't- Tevarih, IV, s. 308.
1 93 Tıicü't- Tevıirih, IV, s. 308-309.
320
K ay ı I I I : H a re m ey n H i z m e t i n d e
1 94 Çöl yolculuğu için bkz. Celal-zade Mustafa, s . 426-427; Şükri-i Bitlisi, s . 269; Tacü't-
Tevarih, iV, s. 309.
195 Ada'i-yi Şirazi ve Selim-namesi, haz. Abdüsselam Bilgen, Ankara 2007, s. 1 78- 1 79.
196 Celal-zade Mustafa, s. 427.
1 97 Kopraman, Memlükler, s. 539; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. il, s. 288-289.
198 Celal-zade Mustafa, s. 428.
1 99 Osmanlı ordusunun Ridaniyeüeki düzeni hakkında farklı görüşler mevcuttur.
Haydar Çelebi Ruznamesi'nde sağ kola Anadolu Beylerbeyi Mustafa Paşa, sol kola
Rumeli Beylerbeyi Küçük Sinan Paşa'yı tayin eden Selim Han'ın, merkeze ise
Veziriazam Sinan Paşayı bıraktığı ve gerekli askeri tertibatları aldıktan sonra bir
kısım süvari birlikleri ile el-Mukattam Dağı'nı dolanarak Memlük ordusunun geri­
sine geçtiğini belirtir (s. 1 99-200). Onu mehaz olarak kullanan Uzunçarşılı ve daha
pek çok müverrih de aynı tertibatı vermiştir. (Bkz. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. il,
s. 289). Oysa bu durumda asıl Osmanlı birliklerinin Memlük top sahası içinde kal­
ması gerekecekti. Selim Han ise asıl ordudan küçük bir birlikle ayrıldığı için savaşa
müdahele imkanını kaybedecek belki çok nazik bir duruma dahi düşebilecekti.
Dolayısıyla başta Hoca Sadeddin Efendi olmak üzere kaynakların büyük bir kısmı­
nın belirttiği gibi Selim Han asıl Osmanlı birlikleriyle hareket etmiş ve savaşın
yönünü değiştirmiştir. Bu kaynaklar ise Selim Han'ın merkezde bulunduğunu ve sağ
kola Veziriazam Sinan Paşanın sol kola ise Vezir Yunus Paşa'nın komuta ettiğini
yazarlar ki doğrusu da bu olmalıdır. Bkz. Tdcü 't- Tevarih, iV, s. 3 1 1 ; Şükri-i Bitlisi, s.
273; Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 1 38.
200 Celal-zade Mustafa, s. 429-430.
20 1 Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. 2, s. 285.
202 Haydar Çelebi Ruznamesi, s. 200; Solakzade Tarihi, s. 400.
203 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. il, s. 543; Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s.
1 175.
204 Ada'i-yi Şirazi ve Selim-namesi, s. 1 90 - 1 9 1 ; Celal-zade Mustafa, s. 430-43 1 .
205 Tacü't- Tevarih, iV, s . 3 1 8-320; Haydar Çelebi Ruznamesi, s . 203; Celal-zade Mustafa,
s. 43 1 -432.
206 Tacü 't- Tevarih, iV, s. 325; Kopraman, Memlükler, s. 538.
207 Solakzade Tarihi, s. 405.
208 Tacü 't- Tevarih, IV, s. 327.
209 Solakzade Tarihi, s. 407; Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 1 47- 1 1 48; Öztuna,
Büyük Türkiye Tarihi, c. 3, s. 24 1 -242.
2 1 0 Kopraman, Memlükler, s. 539.
2 1 1 Memlük Sultanı Kayıtbay, Şehsuvar Bey'i canına dokunulmayacağı kaydıyla teslim
almış; fakat anlaşmalara aykırı olarak üç kardeşi ile birlikte Kahireüe Zuveyle kapı­
sında idam ettirmişti. Bkz. Ahmet Şimşirgil, Kayı II, İstanbul 2006, s. 260.
2 1 2 Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 4, s. 1 1 49.
32 1
[) i p n o l 1 cı ı
2 1 3 (;en iş b i lgi i ç i n bkz. ,Vl u s ta fa L'zu n , "Ezber''. ( :Vl i ıııari k ı s ı m ) , DIA ,
1 995,
s.
c.
1 2, İ s ta n bu l
53-58.
2 1 4 Liitfi Pa;a
ve
"Jevarih - i A l - i Osnı a ı ı , s. 238 2 3 9 .
2 1 5 N i l m i k yas ı M ı s ı rda s u y u n nı u n t a z a nı y ü ks e l i ş ve a l çal ı ş ın ı tespit e d e n b i r öl,� ü
d l et i d i r. S u l a r b i r havuza akt ar ı l makta, ortasına s u y u ö l ç m e aleti yerl q t i r i l me kte
ı·c
bu surette s u y u n y ü ks ek l i ğ i her gü n b i r m e m u r tarafı n d a n ii l ç ü l m e kte: d i . İlk N i l
m i k ya s ı , Ya kub Aieyh i sselam'ı ıı oğlu Yus u f .-\ l eyhisselam t ara iı ıı d a n K a h i re'de yap ­
t ı rı l m ı ş t ı r. D a h a sonraları pek çok k i ş i t a ra fı n dan çeşitli m i kyas l a r yapt ı r ı l m ıştır. B u
nı i kyaslardan e n s o n u n cu s u , H a l i te M ü t e v ek k i l ta rafın d a n y a p t ı rı l . rn Büyük
:vl i kyas't ı r.
2 l 6 H a m ı n er, Osımınlı l levleıi ·forilıi,
Sel i m Haıı'a g et ı ri lın i ş
w
c.
4,
s.
l l 5 :0 . Kansu Adili <i<l h a
sonra
yakalanarak
padişah ke n d i s i n i n ed en <>ldürınek istediği n i s o r m uş t u
Kansu Adili de Tu ın a n baı-"ın ö l d i.ı r ü l m c s i n d e
blıyl1 k
[ız u n t li duydu ğ u ı r n , ak l ı n ı
y i t i r m e k raddes i ne ge l d i ğ i n i ve bu i t i b a r l a biiylc lıi r ışe c ü ret e t t i ğ i n ı lıd i r t i n c c Sel i m
H a n d c n d i s i n c lı u k ad ar c a n d a n ba ğ l ı b i r e ın ı r i ö l d urt nı ewrck afte t m i ş t i r.
K e n d i s i n e l ! cı;·ı r lıay'ı n da ş e faatte b u l u n d uğu i fa d e ·e d i l i r. B kz. Ta ı ı s l'i , Ya nız Sultan
s.
Sclin ı ,
l lJR
2 i 7 D ü n ya n ı n vcd i h a r i k a s ı n d ;m b i n olarak göste r i l e n İ ske n d e ri ye Feneri, .vl ı s ı r 'd ,ı
İskenderiyc L i m ,ııı ı 'n ı ı ı k.ı rş ı s rn d a k ı l'h;ı ro s Adası'nda gem i l e re yol g<ist c rı ı ı e k i ç i 'ı
P tol e ın cı i o s d ö ııe ın l e r i n d c ı n i Lı t t J n ö n c e 280- 284 t a r i h i n d e y a p ı l ın ı ş t ı r. Yciı. y i r nı i iki
ın c trc
)' LiLckl iğimk
ü s t lı, r,- lı� b t ıl ü nı drn o l u � a rı b i r kule lıı � i m i ı ı de v d i , k p e s i ı ı d c
alev ı ş ı ğ ı rn e l l i k ilometre u z a k t a n giirüleb i l et:ek şekilde yansıtan bı r
<.ı ı · n a
yer alıvor­
du. C ü n lı n ı lizc k a l rn .ı y a n h u tc ı ı c r dcµı·e nıdt' yı k ı l m ı s o n u n yerine bug[i n k üt tip l ı cı
ne yapı l m ışt ı r.
2 l 8 Bıı heye t t e K a n s u ( ; a n i 'ı ı i ıı oğlu Scyd i ;\ lch med B e y de lı u l u ıı u vo rdu. ,\ J e h nıcd
B e y ' i n k ı z ı n ı K ı b rıs fati h i meşhur Lı Lı ,\J u s t a l a Paş,ı a l ıı ı ı )
ve
bundan Mchmcd
ad ı n d a bir o ğ l u olup )-fa leh beylerbeyi iken vefoı e t m i ş t i r. Bkz. Uzu n �· a rş ı l ı , CJsına11/ı
liı rilıi,
c.
il,
s.
293.
2 1 9 Zeke r i ya Ku rş u n , " H i caz", ( O s ı ı ı a n l ı d i i n c rıı i k ı sn ı ı j , OİA ,
c.
1 7 , İ s t a n b u l 1 99 8 , s .
437-439.
220
Cdal -züde ,\"I ustafa, s . 268.
22 1 "fikii 't frwirilı, ! \', s. 336-_i37. c ; crçekten de H a y ı r b a y Selim H arı d ö n e m i nde
O s m a n l ı Devleti'n c sıdk ile h i z m et ve rd i ğ i gibi K an u n i zamanınd a ç ı kan C an berd i
Gazali İ syan ı'n a da karı�mayacak ve isya n ı n ö nl en m e s i n de önemli rol oyn ayacakt ı r.
Bu itibarla Ş ü k r i - i Bitli si'ıı i n hak k ı n d a siiyleııı i ş o l d u ğ u :
H a y r i l e söylen di ç ü n n a ıı ı ı a n u n
A k ı b e t hayro l d u encamı anuıı
Sözleri tam ye r i n d e ol muştur. ( llkz.
2 2 2 Tılcü 't · "f r vôrih, IV,
s.
1 36 - 1 37.
s.
295 ) .
322
K a v ı i l 1 : H l l rr nı n ıı H i z ııı c ı i ıı d c
223 1acü 't- 1evarih, ıv, s . 1 37- 1 38.
224 Lütfi Paşa ve Tevarih - i Al-i Osmaıı,
s.
239-240.
s . 338; Tansel , Yavuz Sultan
Selim, s. 203.
226 Haydar Çelebi Ruznamesi, s. 2 1 9-220; ünsel, Yavı<z Sultan Selim, s . 204.
227 Tacü't- "Iel'llrih, i V, s . 339. Selim Han'ııı pek sevdiği bu değerl i devlet adamını hatası
neden iyle öldürmek zorunda kalabileceği korkusuyla bu görevi vermediği de ifade
edilmektedir. Bkz. Müneccimbaşı, vr. 1 02a.
228 Tiıcü 't- Tevarih, i V, s . 342 - 343; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c . i l , s . 295- 296.
229 1acü 't- Tevarih, l V, s . 340-34 1 .
230 Celal-zade Mustafa, s. 439. Hoca Sadettin Efen di ise Selim Han'ı n b u emri dö nüşün ­
de verdiğini ve külliyenin kısa bir s üre içerisi nde tamamlandığını belirmiş ve onu
mehaz alanlar da konuyu bu şekilde ifade etmişlerdir. Bkz. Jacı:i't- Tevarih, i V, s.
341 -342; Uzunçarşılı, Osmanlı 1iırihi, c . J I , s. 305; Tansel, fovuz Sultan Selim, s. 206.
2 3 1 Celal-zade Mustafa, s. 439; 1acii 't-Tevarih, iV, s . 342.
232 Celal -zade Mustafa, s. 268.
233 Seyyid Muradi, Gazavat-ı Hayreddin Paşa, Kaptan Paşa'nın Seyir Defteri adıyla sad.
Ahmet Şimşirgil, İstanbul 2003, s. 83-85.
234 Tansel, Yavuz Sultan Selim, s. 244.
235 Tacii 't-Tevarih, i V, s. 140- 1 4 1 ; Solakziıde Tarihi, s. 4 1 7-4 1 8.
236 Tacü 't- Tevarih, iV, s. 356-357.
237 Daha çok ense, sırt ve kaba etlerde beliren birçok çıbanların birleşmesi ile meydana
gelen ve çabuk genişleyen bir çeşit kan çıbanı.
238 Yasin Suresi'nin 58. ayeti: "Bir de rahim olan rablerinden onlara söz olarak, 'Selam'
vardır:'
239 Tiıcü 't- 1evarih, iV, s. 359-362.
240 Tacü't- Ievarih, IV, s. 362; Solakzade Tarihi, s. 422.
24 1 Lütfi Paşa ve Tevarih-i Al-i Osman, s . 243.
242 Celal-zade Mustafa, s. 222-224.
243 Uzunçarşılı, Osmanlı 1iırihi, c. il, s. 304-305.
244 Uzunçarşılı, Osmanlı forihi, c . i l , s. 303.
245 Sümer, Safevi Devleti 'n in Kuruluşu, s. 37.
246 Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyle, İstanbul 2008, s. 23.
247 Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar, Kitab-ı Miistetab, haz. Yaşar Yücel,
Ankara 1 988, s. 29-30.
248 Koçi Bey Risalesi, haz. Yılmaz Kurt, Ankara 1 998, s. 58-59.
225 Haydar Çelebi R Cız11iımesi, s. 2 1 9; "Iacü't- Teviırih, l V,
249 Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül- Vukuat, Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi,
sad. N. Çağatay,
c.
! - i l , Ankara 1 979,
s.
87; Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, s. 96-97;
Şerafettin Turan, "Kemal Paşazade': DİA , c . 25, Ankara 2002, s. 238.
250 Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar, Hırzü'l-Müluk, haz. Yaşar Yücel, Ankara
1 988, s. 1 93 .
323
Dipnotlar
2 5 1 T<icii 't- Te vıi rih,
V,
s . 2 1 9 - 2 20;
Hammer, Osmanlı Devleti Ta rihi, c. 4, s. 1 1 76 - 1 1 77;
Yusuf KLiçükdağ, ll. Bayezid, Yavuz ve Ka n u n i Devirlerinde Cemali A ilesi, İstanbul
1 99 5 , s .
67-68.
2 5 2 Tıicü 't - Tewirilı ,
\!,
s . 220-22 1 ;
Küçükdağ, Cemali A ilesi,
s. 69-70.
2 5 3 Nctüyic iil- \lııkııııt, c. l - 1 1 , s . 1 25 .
2 5 4 Netılyic ü l - Vııkııat, c.
1 - l l , s.
1 24- 1 2 5 .
2 5 5 Defterdar Abdüsselam B e y zamanı n ın zenginlerinden olup Ebu'l- hayrat diye şöhret
bulmuştu. Köşkün masraflarını karşılayınca, padişah da, vakıflarına destek olmak
[izne İ z m i t taraflarında bazı yerleri mülk ol arak kendisine ihsan etmiştir. Bkz.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I l ,
256 Uzunçarşılı, Osmanlı 'farihi,
c.
s. 305.
I l , s. 3 0 5 ; Hammer, Osmanlı Devleti 'fo rihi, c. 4, s .
1 1 78 .
257 Netılyic ii l- \!ııkııat, c . 1 - l l , s.
161.
258 İ . H akkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti 'nin Saray Teşkilatı, A n kara
1 9 84, s . 3 1 9 - 320.
2 5 9 Ali Nihat Tarlan. fovı.ız Sııltıın Selim'in Farsça Divan Terc ümesi, İstanbul
59.
260 Sehi Bey Tezkiresi, s.
26 1 Solakzılde Tarihi,
55.
s . 430-43 1 .
262 Ahmet Uğur, İbn - i Kemal,
s . 1 00 - 1 0 5 .
263 Eski Şiirin Riizgarzyle, s. 1 0 .
1 946, s. 1 6,
Fı İ Pı L İ Y O G IZ A F Y A
Özcan,
A h d ü l ka d i r
Ab d ü lvehhab
"A k ın c ı",
q - Şa'ra n i ,
DİA ,
c.
2 , İstanb ul 1 9 8 9 .
el- Kibritii 'l- A h nı er, ( e l - Yeva k ı t i ç e r i s i n d e ) , Kah i re
1 369, 1 .
A cta 'i-yi Şirazi
Seliın - n a nı csi, h a z .
ı1e
Abdüssel am
B i l ge n , A n kara 2 0 0 7 .
A h m e t Ş i m ş i rg i l , O s m a n l ı Taş r a Teşk i l a t ı n d a To kat
l a n m :.ı mış
_ ____ _ __ ,
Doktora
Tezi,
( J 4 5 5 - l '174),
Yayı m ­
İstanbul J 990.
Kı ıy ı l/, i s t a n h u l 2006.
A h met U ğ u r,
İbn
ı Ke m a l,
İzmir
l 987.
, 1 iı v u z \ ıı / ta ı ı Scl1 1 n , K,ı;·s e r ı l 9 9 2 .
A l i , T<!i u /ı ı.i 'l- A h /-ıo r, 0: ü r i
Osman iye
K ü t lı p h :.ı n e s i ,
n r.
3406.
A l i \: i h a l 'fa r l a n , Ya nı z S ıı l t a n S e l i m ' i n Fa rsç11 D ı va n Icrt" l i m csi. İ stanbul
! 94 6 .
Arif
Kod ay, O s m a n l ı O rd u Te ş k i l a tında �\ k ı r ı c ı
Yü k s e k L ı :; a n s
lezı ) ,
F ı rat
Ün iver,itesi
Ocagı,
\ Yav ı nı l a ıı ın a mış
S o :-. y a l B ı l i ın l e r E ıı � t i t üsü,
Ela z ığ 2 00 l .
Aşık Çelebi,
ıvlcşuiru '� -Şııura,
b a z . F i l i z K ı l ı ç , :\ nkara l 9 9 1 .
ı\ş ı k p aşazadc, Tc vôrilı - i A l- i Osm a n ,
C e l al - zade
Mustafa,
Ali
B e y ne�ri , İstanbul 1 332.
Sclim - ıu l m c , h a z . A h m e t Uğ u r - M us t a fa Ç u h adar,
A n ka ra 1 9 9 0 .
C e m Sıılta n 'm Tü rkçe D i va n ı ,
Cevat Ül keku l ,
haz.
H a l i l E rsoyl u , İ s t a n b u l 1 9 8 l .
Rıiyük ' Jli rk Den izcisi
Kemal Reis,
İstanbul
2007.
Çağatay U l u çay, " Ya v u z S u l t an S e l i m N a s ı l Pad işah O l d u ", Tiı rih Dergisi,
sy.
9 ( 1 9 54 ) ;
s y. 1 0
Diw.l rı - ı Adli. Mi l l e t
( 1 9 54 ) ;
sy.
Küt üphanesi,
11
nr,
( 1 955) .
274.
Erhan A fy o n c u , S orıı l a rla Os m a n lı İmpa rato rluğu JI, İ s tanbul 2 0 0 5 .
Faruk
Sümer,
Safevi Devleti 'n i n Kıırııluşıı ve Geliş m es i n de A n adolıı Türk-
lerin in Rolü,
Fran z
Babinger,
A n kara 1 976.
Fa tih Su ltan Mch m ed ve Zama n ı ,
tanbul 200 2 .
çev.
Dost Kör p e , İs­
H ad i d i , Tc varih - i A l - i Os m a n
(J 2 99- 1 523),
haz. Necdet Ö zti.irk, İstanbul
1 99 1 .
"Osmanlı
A n k a ra 1 964.
Devleti'nde Türk O rdus u'', Türk Kii / t ü r ii ,
Halil İ nalcık,
Harn nıer,
Osrn m ı / 1 De vle ti Tu rih i, yay. h a z .
t a n b u l 1 9 84,
c.
Efendi,
1 972,
c.
Çe\· i k - Erol Kı l ı ç , İ s ­
h a z . Yavuz
S e n e rn o ğ l u ,
İstanbu l .
Os m u rı lı De vleti Ta rihi, haz. Zuh u r i D a n ı ş m a n ,
İ s t anbul
v.
H o c a S a d et t i n
Efe n d i ,
karcı 1 9 9 9 ,
İbn
22,
3-4.
F-Jaydı ı r Çclclıi R uzna m esi,
Hayru l l a h
Mümin
s v.
c.
'fô c iı ·ı- Tc vılrih f fl, haz .
h m c t Pa rnı :.ıksıwğl u ,
,\ n
·
l l [ - 1 \'
K e m a l , Tc m rih - i
A/
..
i Os m u n , V l ! I . Defter, h a z . A l ı m e t
Uğu r, •\ ii k<ııa
i ') 9 7 .
.
�- '
fc rn rih i
i d r i s B ı ı �; t a n ,
idris-i
_ ,
__ _ _
Re i s'',
DİA ,
c.
Vcl iyyü d d i n Efe n d i
_
n r.
2 4 •1 7 .
25.
Küt ü;•lı a n c s i ,
1 9 fı .
İ . Hak k ı
.
"Kemal
Osm a n , I X . Defler.
B ı t i i s i , f-feşt Behişt, S a d i terc ü m e s i , Top k a p ı S d r av ı
nr
_
A l- i
lJ w n ça rş ı l ı , Osm a n lı Dcvlc t i 'n i n Sa ray Teşk ilrı f l , A n ka r a J 9 8 4 .
Osmmılı
Ta rihi, A n kara l 9 7 5 ,
c.
ll.
, "�ah i s m ai l ' i ıı zevcesi Tı c l ı H a n ı ın ' ı ıı
Mücevl ıcratı·:
lkllc i c 1 1 ,
c.
X X I I I , s r 9 2 , E k i n ı 1 9 5 9 'd a n ay rı b a s ı m .
i s met ı'vl iroğlu,
Ja rih i ,
i e a n - Lou i s
c.
" ! ! . Bayezid D e v r i ",
Doğuşta n
Gü n ü ı 11 lize B üy ü k
1 O, İ s t a n b u l 1 9 8 9 .
B a c q u e Granı ı n o n t , "XV I .
ve S a fev i l e r",
Prof
Yüz y ılın İlk
Ya rısın da O s ı ı ı a n l ıl a r
D r. Bekir Kü t ü koğlu 'na A rm ağa n ,
İ st an b u l
1 99 l .
Katip Ç e l e b i , Tıı hfetü 'l - Kiba rfi Esfuri'l- Hihar, h a z . O. Şaik Gökyay,
bul
fs/a m
İstan ­
1 973.
Kazım Ya ş a r Kopram a n , "I'vic m l ü k l e r", Doğuştan G ü n ü m üze B üy ü k İslam
Ta rihi,
c.
6,
İstanbul 1 9 8 7 .
Keşfi l'V1ehmed Ç e l e b i , Seli m n u m e , S ü l e y m a n iye, E s a d
Efendi,
nr'.
2 l 47.
Koçi Bey R i sulesi, haz. Yı lmaz Ku rt, Ankara 1 99 8 .
Lutifi
Tezkires i, h az. Mustafa İse n , Ankara 1 990.
Lütfi Puşa
ve Tevarih - i A l - i Os m a n , h a z . Kayha n Atik, A n kara 2 00 1 .
Mehmet Özdem ir, "Endülüs",
DİA ,
c.
1 1 , İstanbul 1 99 5 .
3 2 (ı
K ay ı i l i : H a re m ey n H i ;:: nı c r i ıı d c
Mehmet Zeki Pakal ı n , Osmanlı Ta rih Deyimleri v e Terimleri Sözlüğü J,
İstanbul 1 99 3 .
M. Tayyib Gökbilgin, Kan u n i Sultan Süleyma n , İstanbul 1 99 2 .
Mustafa İsen - A . Fuat Bilkan, Su ltan Şairler, Ankara 1 9 9 7 .
Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül- Vukuat, Ku rum ltirı v e Örgüt l e r iyle Osmanlı
Ta rihi, s a d . N . Çağatay, c. I - I l , Ankara 1 9 7 9 .
Mustafa Uzun, "Ezher", ( M imari kısım ) , DİA , c. 1 2 , İ s t a n b u l 1 9 9 5 .
Müneccimbaşı, Sah a ifü 'l-Ahbar, Nuruosman iye Kütüp h a n e s i , Nr. 3 1 .
Necati Beğ Diva n ı , h a z. Ali N i h at Ta rlan, Ankara 1 9 9 2 .
N i h a t S a m i Banarl ı . Resimli
Türk Edebiyatı Tarilıi, c .
İs t a n b u l
l,
l 997.
N . Jorga, Osmanlı İmpara torlu,�u Tarihi, ç e v. N i l ü fe r Ep�·el i , İ s t a n b u l 2005,
c.
2.
Os m a n l ı D e v l e t Teşkila t ı n a D a i r Kay n aklar, Hırz ü '/- ivl ü l u k , haz. Yaş a r
Yücel, A nkara l 9 8 8 .
�- - '
Kit a b - ı
l'vfüstctab,
Pi ri Reis, l\.ita /J - ı Bah riye,
R u m l u Hasan,
h az . Yaşar Yü cel , A n kara 1 9 8 8 .
İstaııhu!
Ü n iversitesi K ü t ü p h a n e s i , n r. 6 6 0 5 .
(Alısen ü 't- Teva rih) Şalı İsmail Tarih i,
Cevat Cevan,
ç e v.
A n kara 2004.
Saim S a v a ş , XVI. A s ı rda
A ı ıadofıı 'da A levilik,
S a l i h b i n Ş e r i t� E n d ülüs ( -
Sclı i Be y Tezkiresi,
Heşt
A,�ıt,
Helıiş t ,
A n ka ra 2 0 0 2 .
h a z. S e z a i K a rako ç ,
h a z . M u s t a fa İsen,
İs t a n b u l
An kara
S e ! a h atti n Ta n s e l , Sultan l l. Baycz i t 'in Siyasi Haya tı,
__ ___ _ ____
1 96 7 .
1 998.
İ stan bul 1 966.
, Ya v u z S u l t a n Selim, İ s t a n b u l 1 96 9 .
Seyyid M u ra d i , Gaza \'!ı t - ı Hay reddin Paş a , K a p t a n Paşa'nın Sey i r Defteri
adıyla sad. A h m e t Ş i rn ş i rg i l , İstanbul 2 0 0 3 .
Solakziide Ta rı h i , h ,u,.
_ _
______
, İstaııbul
Va h i d
Çabuk,
Şchahcddiıı Teki ııdağ, " J J .
İlk Osman! ı
S )'. 1 2 3 ,
J , A n b ra 1 9 8 9 .
1 297.
Sukay ı k - ı Nım ı m ı iyye 'fr rc ii m csi
lesi,
c.
( M ec d i Efen d i ! .
B a v c z i d ck v r i n d e <,: u ku rm·a'd ; ı
M e nı ! ü kl u S a v a ş l a rı ( 1 4 8 5 - ı ,ı9 1
<l)T l b cl � i l11 ,
)
'
:\üt"uz Mücade­
'. ll cl/ctoı ,
c.
XXXI,
i\ ll k < lr � J 9 6 7 .
. " f a t i h'cleıı l 1 ! . :\1ur a d 'a k a d a r O s m a n l ı Ta r i h i ( 1 4 5 J · 1 5 7 4 )", Ders
Notla rı , J s t a n b u l 1 9 7 7 .
B i /J l iy o g r afy a
____
3 ?.7
, "Yeni Kaynak v e Vesikaların Iş ığı altında Yavuz Sultan Selim'in
İ ran Seferi", Ta rih Dergisi,
c.
XV I I , sy. 2 2 , İ s t a n b u l 1 96 8 .
Şerafettin Turan, "
zade': DİA ,
c.
2 5 , Ankara 2002.
Şükri - i Bitlisi, Selim - n a m e, h az. Mustafa Argunşah, Kayseri 1 99 7 .
Ta rih - i A l - i Osm a n , haz. Mustafa K a ra z eyb e k , ( Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tez i ) , İstanbul 1 994.
Vakay i - i Sultan B ay ez i d
Ya hya Kem a l , Eski
Ya şar Gökçek,
Ş ii ri n
Selim Ha n ,
ve
Topkapı Sarayı
14 16.
Rüzga nyle, İstanbul 2 0 0 8 .
Türk İmparatorluk
'fo rihindc A k ı n c ı Teş k i l a t ı ve G a z i Miha/
Oğu lla rı, Konya 1 9 9 7 .
Y ı l m az Öztu n a , Rüyiik Türkiye Ta rihi, İ s t a n b u l 1 9 7 7 ,
_ __
, " O s m an l ı 'n ı n A t l ı
Dergis i, sy. 2 1 ,
Yu s u f Küç ükdağ, ff_
İstanbul 1 9 9 5 _
Ka,ım
Komandol arı
ve
A rı ka n ,
Ta r i h
(Osmanlı
I<a ıı u n i D e v i rlerinde
d i i n c m i kı s m ı ) ,
1 998.
Zeki
3.
ve
A1cdeniyet
1 995.
Rayezid, Ya v u z
Z e ke r i y a K ur ş u n , " l f i c a z ",
A k ın c ı l a r",
c.
Ta rih c ; i.i n lü i! ii ,
İstanbul
2002.
DİA ,
Cemali A ilesi,
c.
1 7, İstanbul
1 N D E KS
ı\
i\bdullah Ağa 1 74
8 3 , 8 6 , 9 2 , 9 3 , 94, 9 8 , 9 9 , 1 00 , 1 0 1 ,
c\ h d u l l a h He n d i 1 2 1
1 3 8 , 1 3 9 , 1 4 0 , 1 4 2 , 1 44, 1 4 5 , 1 4 6,
l\bdu l l a h - ı A masi 1 2 3
1 4 9 , 1 5 0 , 1 5 2 , 1 5 3 , 1 54 , 1 5 5 , 1 5 7 ,
1 0 5 , 1 1 3 , 1 1 4 , 1 1 6 , i l ? , 1 1 9 , 1 20 ,
A.bdu rrah i m Merzi fon!
A.hd ü l g a n i 68
t\lxhlsselaın
1 5 8 , 1 5 9 , l 6 0 , 1 6 1 , 1 6 2 , 1 6 3 , 1 64 ,
1 6 5 , 1 6 6 , 1 7 3 , ı -: 6 , 1 8 2 , 1 8 5 , 1 86 ,
1 87, 1 89 , ı 9 3 , 1 98 , 2 0 3 , 207, 2 09,
E fe n d i 24 ı
ı\cemi c,: a n <ıkçı 2 1 3
2 1 l , 2 1 4 , 2 1 9 , 2 2 2 , 2:\ 7 , 2 3 8 , 2 4 2 ,
2 5 2 , 2 5 8 , 2 7 2 , 2 7 3 , 2 7 7 , 284, 288, 3 1 0
1\ d a n <1 2 0 , 2 2 , ·H, 4 S , 4 6 , 47, 4 8 , 4 9 , 50,
5 1 , 'i 2 , 5 4 , 273
i\fyon Karalı isar Tl
A n d re a s Loredanll 77
c\ge h i 68
A n t a kya 2 1 , H 5
c\ğaı�ayırı 4 9 , 5 0
i\ lıi Çelebi 1 1 8 , J 2 0 ,
228, 265
r\ h rııed Paşa 1 6, 1 7 , 20, 2 2 , 2 3 , 2 -1, 2 5 ,
2 8 , 4 5 , ·1 6 , 1 7 , 4 9 , 5 0 , S i , 5 9 , 7 :1 , 79 ,
86, 99, 107, ] J l , 1 ı 2 , 1 30 , !.\ 1 , 1 +o ,
1 69 , 1 8 5 , 1 8 6, 1 9 3 , 1 9 8 , 2 2 5 , 2 6 5 , � ,c 4
A işe Hat u n 2 7 2
A n kara 2 2 , 2 3 , 1 3 9 , H 2 , i 9 8
A n t a l y a 9 3 , '.H , 9 7 , 9 8 , 1 00 , 1 02 , 1 03 ,
1 04 , 1 49 , l :i4
A ntoıı i o Gri ınaıı i 7 6 , ;·9 , 82
A nton i o C u i s t i ıı i an i 1 ,U
A rlb i ı a n 1 7 1
A rıı anıtl u k �9, 6 1 , 6 i , 69, 7 1 , 7 5
Artvin 272
A khaşoğ i u 48
ı\sbLııı 2-'."l
ı\kdere 3 9
A ş ı kpa�aôde 6 J
Akkerman 40, 4 1 , 4 2 , 5 5 , 5 6 , 5 7 , \ 1 S
A k s a ray 53, 2 5 8
Aşt i ı ı o ğ l u Ya k u b B e y 1 8 , 20
A� ki 68
Aksu 8 1
Avloııya 3 6
A k � eh i r 2 3 , 4 8
Ayas 1 8 , 1 9 , 29, 4 5 , 4 9 , 1 9 1 , 1 9 8 , 240
A l aadd i n 5 4 , 1 3 8 , 1 3 9 , 1 42 , 1 44
Ay as Ağa 1 9 8 , 2 4 0
A l aadd i n A l i 5 4 . 1 44
Ayas Bey 1 9 1
A l an bay 2 3 8 , 2 3 9
Ayas Paşa J 8
Ayı n t ab 44, 2 2 1 , 2 3 9 , 2 S 8 , 2 7 3
Alaüddcvle Bozku rt B e y 4 4 , 5 2 , l 7 0 ,
l 98, 2 0 0 , 2 0 l , 2 0 2
A l b an A r nı e n i o 7 7
Ayıı - ı Zerbe 4 9
Azerbaycan 9 2 , 1 44, 1 4 9, 1 5 1 , 1 53 , 1 56
1 5 8 , 1 7 1 , 1 72, 1 74, 1 9 3, 1 9 7, 204
A leksan d c r B o rg i a 3 2
A l i Ağa 2 3 8 , 2 3 9
A l i Bey 5 1 , 5 7 , 6 8 , 6 9 , 7 0 , 1 3 8, 1 4 9 ,
B
1 7 0 , 1 8 0 , 1 8 6 , 1 8 8 , 1 9 1 , 1 9 8 , 200,
Bagras 49, 5 l
2 0 1 , 2 0 2 , 2 2 2 , 2 3 5 , 2 3 7 , 2 4 3 , 244
Bah�avi�oğlu İmanı
A l m a n ya 66, 287
A masya 1 6 , 1 7 , 52, 7 1 , l 0 2 , 1 06, 1 07,
1 1 4, 1 2 1 , 1 2 2 , 1 2 3 , 1 2 7 , 1 3 9 , 1 4 1 ,
Ali 23
Ba le ;ı r 9 0
B<'il i Ağa 238
B a l i Bey 4 3 , 5 7 , 6 8 , 1 3 8 , 1 7 6 , 1 8 8
1 46, 1 5 2 , 1 5 5 , 1 8 3 , 1 9 7 , 1 9 8 , 1 99 ,
Bali Paşa ı ı o
203, 2 1 0, 272, 275
Ba lyemez Osman Ağa 1 93 , 204, 299
A n adolu
1 3 , 1 4, 1 6, 1 8, 1 9, 22, 24, 4 5 ,
4 6 , 4 8 , 50, 5 3 , 6 2 , 6 7 , 75, 7 6 , 7 9 , 8 1 ,
Basıri 1 3 0
Bayburt 1 7 8 , 1 9 7 , 1 99, 208
,'ı 2 'J
i ıı d c lı s
Bayezid l I 1 2 , 1 3 , 1 4 , 1 9 , 27, 35, 36, 3 7 ,
3 9 , 4 0 , 42, 44, 4 9 , 5 3 , 5 4 , 5 5 , 5 8 , 5 9 ,
6 1 , 6 9 , 74, 7 5 , 7 6 , 7 9 ,
81,
82, 85, 86,
89, 9 0 , 9 1 , 9 3 , 9 4 , 9 7 , 9 8 , 1 0 2 , 1 04 ,
1 0 5 , 1 06 , 1 08 , 1 1 1 , 1 1 3 , 1 1 4, 1 1 7, 1 1 8 ,
1 2 0 , 1 2 1 , 1 2 2 , 1 24, 1 25 , 1 2 6, 1 2 7 , 1 2 9,
Cari n t h i a 6 5
Celal Be y 3 4
Celal zade Mustafa Çe l e b i ı 5 8 , 275
Cem Sultan 1 8 , 1 9 , 2 0 , 2 1 , 2 2 , 23,
3 � 3 8 , 4� 7 5 , 1 2 3 , 2 1 1
1 3 0 , 1 3 1 , 1 3 2, 1 3 3 , 1 5 0, 1 5 1 ' 1 5 2 , 1 5 3 ,
Cerbc 9 0
1 5 4, 1 5 9, 1 66 , 1 70 , 20 1 , 2 0 9 , 2 1 1 , 2 1 2 ,
Cezay i r 2 4 7 , 2 6 0 , 2 6 1 , 2 6 2 , 2 7 7
272
C:hambery
27
Behişt! 1 30, 1 3 1
C: harles 1 2 7
B el e n s i ye 8 7
C h a r l es V i l i 3 0 , 3 3
B el g rad 5 9
C i d d e 44
�ah ı ,ı s , ı 46, ı � 7
e,: a ke r i 1 3 0
Çaldıran 1 6 1 , 1 8 0 , 1 8 1 , 1 8 S ,
Belh 1 4 4 , 1 5 3
Cihan
Besni 22 1
B e yazıt 1 3 3
B e z i rgan S u y u 1 8 0
B ı y ı k l ı Mehrned Paşa 1 9 7 , 200, 2 1 O , 2 1 l ,
2 1 9, 2 2 2 , 2 S i
B i b i Fat ı m a I-:latuıı
1 44
B i rketü'I · Habeş 2 4 2
Bitlis 209, 2 1 1
B i y ı e d - D e v i d ar 2:3 5
B oğdan 3 9 , 4 0 , 4 1 , 4 2 , 4 3 , S S , % , 5 7 ,
1 43 , 1 93
B o l u i 02, 1 04, 1 82
Bosna 6 8 , 70, 7 1 , 7'1, 7 5 , 8 1 , 1 6 6 , 1 9 3
Bourg -Neuf 2 9 , 3 0 ,
B o ya b a t 4 , 1 2 7
Bozok 5 2 , 1 %, 2 0 0
35
B r a k l av 5 7
Broda n o /' 7,
1 90 , 1 9 1 ,
1 9 2 , 1 9 7 , 1 9 8 , 2 0 1 , 2 0 9 , 2 1 2 , 2 U, 2 2 1 ,
2 7 5 , 299
Çan a k k a l e 7 6
B i re 44
79
Çatalca 79
Çelebi M c h ııı ed 1 9
Çcın i�kezek 2 1 1
Çerkez iVl urad lley 2 3 0
Çernı ük 1 7 6 , 1 7 8
Ç i ç dz Hat u n 2 0 , 3 0
Çorlu 1 0 7 , 2 6 5
Çimı l e kç i zade Kemal Çelebi
Çu b uk 1 76
Çukurova 4 , 1 , 49, 5 2 , 1 3 8
225
D
D a n asuı 1 8 0
Dauphi n e 27
48,
59, 7 5 , 76, 82, 84, 86
B ucakdere 2 2 0
Davud Paşa
B u d i n 64
D e m i rk a p ı 7 6
B u h ay r e 243
Dere n c i l Ban 70, 7 1 , 7 2 , 7 3 , 74
B u g a o ğ l u 48
D e r b e n d 1 48
B u l a k 239, 24 1 , 243
Deruni 68
B u l b i s 235
D i ın etoka 8 3 , 1 1 8 , 1 1 9 , 1 2 0 , 1 99
B u l g ar i s t a n
Burak Re i s
24,
25, 26, 27, 28, 29, 3 1 , 3 2 , 3 3 , 34, 35,
39, 40
77, 78, 79, 9 1
B u rch ard 34
D i myat 2 5 1
Divriği 1 39
D iyarb e k i r 9 3 , 1 4 7 , 1 5 2 , 1 7 1 , 1 8 5 , 1 9 1 ,
B u rd u r 9 9
208, 209, 2 1 0 , 2 1 1 , 2 1 3 , 2 1 4 , 2 1 9 , 2 22,
B ursa 1 8 , 1 9 , 3 6 , 5 4 , 9 9 , 1 3 8 , 1 3 9 , 1 40 ,
25 1 , 257, 273
1 4 1 , 1 42, 1 93 , 2 1 9, 2 5 8
C- Ç
Cafer Çelebi 1 1 2 , 1 2 2, 1 3 0, 1 6 7, 1 9 2 , 204
C a fer Kap udan 248, 259
Canberdi Gazali 2 3 1 , 2 3 2 , 24 1 , 244, 255
D o b ru c a 4 0 , 4 1
D re ş n i 5 7
D ukaki n o ğ l u A h m e d P a ş a 1 6 9 , 1 8 5 ,
1 93, 1 98
D u rmuş H a n 1 8 5
330
K a y ı I I J : H a ı·e m cy ıı H i z m c l i ıı ıl c
E
Fransa 2 5 , 2 7 , 2 8 , 3 0 , 3 2 , 3 3 , 34, 3 5 , 3 7,
Eba Eyyılb
E l - Ensari l 1 0, 1 66
Ed i r n e 2 8 , 3 6 , 40, 4 1 , 6 1 , 7 6 ,
76, 8 6 , 2 5 9
80,
83,
1 06 , 1 0 7 , 1 1 0 , 1 1 8 , 1 2 7 , 1 42 , 1 6 3 ,
1 6 5 , 1 6 6 , 1 9 3 , 2 1 4, 2 1 8 , 2 6 3 , 2 6 5 ,
2 8 3 , 284, 2 8 7
e l - A ri ş 2 3 5
El q k i rd 1 78 ,
1 80
el - Mütevekkil
Alallah
G e d i k A h m ed
Gedik
225
1 49 , 1 50 , 1 5 1 , 2 0 9
E m i r Özbek 2 2 , 44, 4 5 , 4 6 , 4 7 , 50, 5 2 , 5 3
E m i r Şere fü d d i n A l i
l 85
E n dülüs 54, 8 � 8 8 , 8 9 , 90, 9 l . 9 2 , 1 2 5 ,
2 1 1 , 2 2 (ı
Frdrbil 92, 1 -B, 1 4 4 , 1 45 ,
1 47, 1 49,
1 'i . l , 2 3 0
f reğli 2 3 , 5 3
l"r nı e n i s t a n 1 4 5
E r z i n c a n 9 4 , 1 0 1 , 1 4 9 , I S O , 1 5 2 , 1 73 ,
1 7 :1 , 1 9 7 ' ı 9 9 , 2 0 8 , 2 7 2 . 2 7 3
12 7
Enc n osoğl u
Evre ı ı os lkv (ı 1 , 6 7
Evreıı oszade A h med B e y 6 8
F
Fab ricc C a rette 2 5 9
Fa r u k S i ı nı c ı· l 6 2 , 2'1 7
Fa s 2 2 6
1-at i h S u l t a n ivklımcd U , l 6, 1 7 , .\ (ı .
39,
4 1 , 6 6 , "; ı , i'i , 9 0 , l ]. I , i.l l , 1 46, 1 76 ,
20 1 . 2 2 5 , 2 7 2
h: rd i ı ı a ı ı d 1 1 B 9
l 'e r rn lı �a d lky 2 .F
Fi l i s t i n :H ı , 89, 2 2 1 , 2 3 1 , n :ı
J i l Ya ku b 268
l i rdn ;, i i L! .
l'rzm ce s c o C v b c ı ·' l
275
J-1
'.11J
1-:vrl' ı ı oğl u 4 8
Ferru h Ye�; a r l <! H , 1 5 (!
1 i l i h ı.· ') ') _ :· h , cJ8
G elebanya S 7
G el i b o l u 4 8 , 1 0 0 , 1 4 2 , 1 66 , 1 69
G e yve 1 2 7
c ;ırnata 8 7 , 8 9 , 9 1
Glagori S 7
Gök 1 78
(iölh i s a r 99
G u i l l u m e C a u rs i n 37
Cuta S a h r a s ı 226
C u lbalıar Hatun 1 2 l, \ 3 3 , 272
G ü lck 4 4 , '' 4
C ! ü rn ü k i n e 5 .l
( ; ü rc i s t <ı rı 1 5 5 . 1 5 6 , 1 7 8
G üzelce Kas ı m Bey 2 2 6
l '.0ki ) e h i r 2 0 , 1 3 8 , 1 4 2
İsa Bey 50
Evreııoğlu Siilcym aıı Bey
Paşa 1 7, 20, 22, 2 3 , 25, 28
Nas u h Bey 1 8
c;ümüsli. i oglu �cyh Meh med
Er z u r u m 1 9 7 , 2 7 2
Çelebi
68
2 1 , 224, 2 2 9 , 230, 2 3 1 , 232, 2 3 3 ,
Gebze 1 6 , 1 1 J, 1 6 7 , 2 0 3
Elva n o ğ l u 4 8
h l i ya
G
2 3 4 , 2 5 5 , 2 5 9 , 300
44, 9 3 , 2 1 9, 220
e l - Cize 24 1 , 2 4 2 , 2 4 3
IJvend Bey
Frederico 3 6
Garibi
Gazze
Eğrigöz 1 40
Elbistan
F r a n z Babinger 66
f-!dbe�israıı 2 5 - l
Hace Abdülhadi 1 22
Hacı l-fasa nôdc 38
Hacı Hüseyin Ağa 2 6 0 , 26 1
H a d ı m A l i Paşa 2 3 , 4 2 , 4 8 , 4 9 , 50, 5 1 ,
69, 8 2 , 8 3 , 8 6 , 9 9 , 1 0 0 , 1 () 1 ' 1 0 2, 1 0 3 ,
j 06, 1 1 4 , 1 2 1 , 1 :i 4
H a d ı m S i ı ı � n Paş.ı l 66 , 2 0 1 , 2 0 2 , 2 1 4,
� ı ;, 239
H a d ı m S t "ıl c y nı a ı ı Paşa 5 9
1 ! ad ı m Ya k u b P<ı ş a 7 1
H a fı z J\kl ı nıed F i.e n d i J 9 S
Haleb
2 1 , 2 2 , ·l ·+ , -1/ . 4 9 , 5 0 , 5 1 , 52, 1 46,
20 2 , 2 1 3 , 2 14 , 2 h, 2 1 9 , 2 2 0 , 2 2 1 ,
2 2 2 , 2 Z ,\ , 2 2 ·1 , 2 2 ) , 2 2 6 , 2 2 9 , 2 3 3 ,
2 .Y 1 2 � 2 , -� �; 6 , 2 5 7
l fa l ı d B c ı 2 1 ı l
H a l i i :ı o . s ı , 1 4 7 , 1 8 5 . 2. 10, 3 1 2
1 Lı l ı m e H at u n 1 1 7 , t 1 8 , 1 5 3
f l a l ı rn i C,\·lehi 2 0 .l , 2 5 7
:n ı
l ıı d c l? s
Hama 220, 224, 226, 256
Hanı zabeyzade Mustafa Paşa 1 2 1
Ha n Yunus 232, 236
Harir 2 1 1
Harput 93, 1 52
Hasan Ağa ( Kapıcıbaşı) 99, 2 1 6, 2 1 7
Ha s an Ağa ( Mora Sancakbeyi) 1 88, 1 9 1
H asan Can 1 9 5, 1 96 , 1 9 7, 2 0 5 , 2 0 7 ,
208, 2 1 6, 2 1 8 , 2 3 2 , 264, 2 6 5 , 266,
268, 269, 284, 285, 286, 292, 296, 297
Hasan Halife 97
H asanke y f 2 1 0, 2 1 1 , 25 1
Hasarı Paşa 1 05 , i 1 2, 1 69 , 1 8 3 , 1 86. 1 88,
1 90., 1 93 . 2 0 1
Hasan ( Voyvoda) 'i 7
1-Lıson 2 1 1
H a t i c e B e g ü m l 't6
I l a l i pzade N a s u h Çelebi 27
Hayali 68
llaydar Paşa 1 00
Hayırbav 2 1 4 . 2 2 2 , 2 2 .\ 224, 2 2 5 , 2 2 9 .
2 3 S . 244 , 2 4 5 , 2 5 1 , 2 5 3 , 254
H a y red d i n Ağıı 2 5 3
H ayrd i fı>:l
Hcki ııı İsa 269
Hekim O s ı n a ı ı 2 6 9
Heki ııı �alı Kazvi ııi
269
1 klvac ı o g l u H ü s e y i n Bey 1 9 3
l k ııı d c ııı Paşa 1 3 9, 1 7 ') , 1 7 6
Hendek 1 42
1- k rcke 1 6 7
H e rek Reis 7 7 , 7 8 , 9 1
l l c r>ek 4 7 , 1 9 3
J J e rsekzadc: Alı rı ıed P a ş a 1 6 , 24, 4 'i , 46.
,1 7 , 49, 53, :; 9 , 75, 7 9 . 8 6 , 1 0 7, 1 1 1 ,
1 1 2 , 1 10, 1 8 5 , 1 86, 274
H ı r vat i s t a ı ı 6 8 , 7 1
! l ı z ı r A k:ı 1 90
H ı z ı r K c v -1 6 . l 4 Cı . 260
H ızı riwynf�lu :\leh ıııed Pa?a 5 2
H ı z ı r l< e i ' 2 6 0
H i c a z 2 1 , 2 ! .2 , ! ll), 2 5 0 , 2 7 3
H i k m e t E fr ı ı d i :'. 9·1
H i 1.a ıı '. 1 i
H o c .ı. :\ ! i 9 2 , 1 ·1 4
lf<ı ,· ,ı S a d e d d i n F k n d i ! 1 O , i L , 1 2 'l .
L H , 1 9 ··, 2 1 (, , :ı:l 4 , 29 1
H ( J c ıt z ci ô c ."d dı n ı c d Pasa 2 1 S, 2 5 :>
l l u lı ı ıı ı i � '.' 9
H u m us 2 2 4 , 2 2 6 , 2 5 6
H ü l efa Bey 1 85
H ü n kar Çayırı 1 6
Hüseyin Bey 27, 1 93
Hüseyin Paşa 233, 234
Hüsrev Bey 1 93
Hüsrev Paşa 2 1 9, 222
ı-i
l nnocent v ı ı ı 29, 3 1 , 32
İbrahim Paşa 205, 207
İdris-i Bitl isi 1 22, 1 2 3 ,
1 9 2 , 1 9 3 , 208,
209, 2 1 0, 2 1 1 , 23 2 , 256
İğd i roğl u 48
İhti manoğlu Kas ı m
İ l a h i Mehnıed Razi
Bey 226,
(18
İ l l i r y a 68
l ııcesu 20 l
İ n ebahtı 76, 79, 8 0 , 8 1 , 8 2
İran 3 8 , 9 2 , 9 3 , 1 0 1 . 1 3 1 , 1 44 ,
1 54, 1 55 ,
1 5 8 , 1 7 6 , 1 79 , 1 9 8 , 1 99 , 2 0 6 , 2 0 7 ,
265, 277, 288, 297. 300
İsf.ılıan 1 5 1 , l '1 3 , 1 9 5
İshak P a ş a l 7 , 20, 2 8
İ skenderiye 2 2 2 , 2 4 7 , 2 4 8 , 2 4 9 , 2 5 9 , 2 6 2
İskeııder Pa�a 2 8 , 60, 7 5 . 8 1 , 1 7 1 , 204
İ s kenderun 4 9 , 1 4 5
İsklanıııya 68
İspir 1 7 1
i s taııbııl 2 , 4 , 1 6 , 1 7 , 1 8 , 2 8 , :u , 3 :1 , 3 6 ,
45, 48, 5 1 ,
87, 92, 98.
1 ı l , 1 1 3,
1 26, 1 2 7 ,
1 6 6 , 1 9 .3 ,
2 1 9 , .� 2 \
.2 '1 6 , 2 5 7 ,
5 3 , S 4 , 6 1 , 66, 6 7 , 7 3 , 76,
1 03 , 1 04, 1 06 , 1 0 7, 1 1 0 ,
l l 'i , ı 1 8 , l 1 9 , 1 2 2 , 1 2 3 ,
1 2 9 , U 8 , 1 4 1 , 1 42 , 1 6 5 ,
1 9 7 , 1 9 8 , 1 99 , 2 0 3 , 2 L 3 ,
2 4 8 , 2 4 9 , 2 '.i O , 2 ı:; 2 , 2 .5 5 ,
2S8, 259, 262, 269, 272,
İ <;t J n kiiv 2 'i
İst i r :-a 7 1 , 7 4
i sh i l iyc k 7
i i :ı l va :ı:ı , Y ı . 4 9
i z nı i t 1 42 , 1 6 7
f<ı q, � u e s de Scı s s c ı ıagc 2 R
J a ı ı :\ l lı cT, :; :;
J a n K ..h t r i y 1 J t a 7 5
K
Kab r - i S <ı i 2 3 5
K a d ı İ s h a k 1 99
K a d ı zil d e :vi e v l :i n ;'ı Erdcb i l i l 9 2
Kagı t h a n e l 66 , 2 5 8
Kağızman 1 76
Kah i re 2 ! , 2 2 , 3 0 , 4 7 , 5 2 , 5 3 , 54,
2 03 , 2 ı .ı , 2 2 2 , 2 3 0 , 2 3 6 , 2 3 7 ,
2 4 0 , .24 1 , 2 4 4 , 2 4 5 , 2 4 6 , 2 4 7 ,
249, 25 1 ' 2 5 3 , 254
K a n d i 37
Karı m Adil i 2 4 8
Kaıı s u ( j ;,ı <.ri l 1 1 3 . 1 3 9 , 1 4 3 , 1 7 8 ,
1 9 9 , 2 0 0 , 2 0 .\ 2 1 2 , 2 1 3 , 2 1 4 ,
Ke l e 1 0 3 , 1 04 , 1 08 , l ] (J , l 1 1 , 1 1 5 , 1 3 8
200,
239,
248,
1 9 °, _
215
2 1 9 . 2 2 0 , 2 2 1 , 2 2 2 , 2 2 3 , 2 24 , 2 3 4 , 2 4 �
K a n z uga S '7
K:ırabağ 1 4 :1 , 1 9 7
K a r a c a A i ı ıı ı cd Pa�;ı 2 2 5
Kara�i ıwğ!u
A lı ı ı ı c d B e y 2 0 1
K<ıragöz A lı nwd l\ı 'i a 99
Karagöz Pa�a '1 5 , 4(ı , 5 1 , 'l9, 1 1 2
K a ra H asan !{e h '?il , 9 1
Ka ra k ö y l ı;o
l( ,ı ı·a nı .ı ı ı l 6. 1 8 . 2 2 . 2 4 , 2 6 . 4 5 . -t (, , :i O .
S 2 , 1 0 0 , ! O l , 1 02 , 1 06 , 1 0 7 . 1 1 3 . 1 3 8 .
1 3 9 , ! 4S , 1 5 .'i , l S 7 . 1 7 5 , 1 76 , 1 8 3 .
1 8 5 , l 0 3 , 1 98 , 203, 2 1 9, 222, 229
Karanı a ı ı i M c l ı rn c d Pa'ia 1 6 , 1 7
KarJ 111211oğlu K d sırn B e y ! H , 2 2 , 24, 2 8
Karata� 4 8
Karkova 5 7
Kars 2 7 2
Ka s ı m B e y (Teke Be y i ) 1 4()
K a s ı nı Çelebi 1 1 8
Kas ı nı ( Şehzade A h m e d ' i n oğl u )
Kastamonu 3 7 , 9 4 , 1 8 2
1 +2
Kek l i k M u s t a fa Çavuş 1 7
Keııı a h 1 7 3 , 1 9 9 , 2 0 0 , 20 1 , 2 0 8 , 2 1 0 , 273
Kemal B e y 7 5 , 7 7 , 78
K e m a l e d d i n 1 2 1 , l 4 .'\ , 1 9 6
K c m a l paşazade 1 9 , 3 8 , 4 1 , 7 2 , 90, 1 03 ,
1 2 2 , 1 5 5 , 1 60 , 1 6 1 , 1 8 8 , 2 4 5 , 2 5 2 ,
2 5 3 , 2 3 8 , 2 8 0 , 2 8 1 , 2 8 6 , 3()0, 3 0 1
K e m a l R e i s 7 5 , 7 7 , 7 8 , 90, 9 1 , 9 2
K ı b rıs
49. 75, 25 1 , 259
K ı rbova 7 1 , 7 3 , 7 4
K ırı m 4 0 . 4 1 , 5 7 , 1 0 5 , 1 08 , 1 0 9 , 1 26 ,
l 12, 1 93
K ı z ı l c\ l ı t ıı t�d B c ı :)!)
K ı g ı i 97, l 99
K i i ı ·Hl, · l i. 42. :; (,
K i l ı k ' a 4 .1 , 2 3 1
Kirın :ın 1 :0, 3
K o c a \ i ııst a ı:ı 1\ı � <ı l ! 2 , 1 1 .\, U 9 , 1 40
Kon tu i n i 2 S l
Kom a l ı , 2 0 , 2 3 , J / , ·+ 9 . i ı 3 , 1 3 8 , 1 3 9 ,
l i ':> . 1 6 9 , 2 1 9 , 2 2 7
J< ( l r h. o ' 2 '1
l<o ı· k u d (eiehı >; fi
i-( u r ..., dz<l <:ı()
73
Kö ı , I Y
Ko>P\'a
f--'. ( ) � � c n d i l :) 1
K ı ı lhı s 2 3 , 3 3 , Yi, .3 6 , 1' 9 , 2 2 2 , 2 3 2 , 243,
2 �'.) '.) , 2 5 i
k u rt b av 2 3 8 , 2 3 9
Kurtuba 87
Küç [ ı k S i n a n Paşa 2 2 2
Külpa 7 1
Küta lıy<ı 9 9 , 1 0 0 , 1 69
Ka�garl ı M a h m u d 6 l
Katya
234, 235, 255
Kayıtbay 2 1 , 2 2 , 4 4 , 4 5 , 4 7 , 4 9 , 5 2 , 5 3 ,
54, 89, 2 1 3
Kayrabay 2 3 9
Kays e r i 5 1 , 5 2 , 5 3 , 1 52 , 1 7 0 , 1 7 1 , 1 7 2 ,
L
Lah i c:an
1 49
Lak B ey 1 9 1
l .a'li
37
Lareııde 2 2 , 5 1 , 5 3
1 77 , 1 9 1 , 1 98 , 200, 20 1 , 2 0 3 , 2 1 4,
l.aybah 6 9
2 1 8, 2 1 9, 258
Leh i � aıı 4 2 , 5 5 , 56, 5 7 , 5 8 , 7 5 , 1 93
Kazım B eyoğl u Mustafa Bey S 7
Kazi mir i V 5 5
Kazv i n 1 5 1 , 2 9 8 , 2 9 9
Keçi borlu 9 8
Kefalonya 7 9
l .eonardo da V i n c i 1 2 3
Loibl 65
Lo u i s XI 2 7 , 2 8
Louis X I I
76
Lusia Borgia 32
M
2 7 8 , 2 / l) , 2 8 0 , 2 8 4 , 2 8 5 , 2 8 6 , 2 8 7
;vı acaristan 2 :'i , 27, 3 1 , 4 1 , -± 2 , 6 1 , 6 9 ,
1 'J 7 , 3 0 0 , 3 1) 1 , 3 0 3 , 3 0 7
i'v l ı dı e l a ı ı ge l o 1 2 3
i 0 7 , 1 43
\fah nı u<l Şah i l 44
:vıaksi ııı i h·e:ı 6 9
.\•! i d i l l i 86, 1 0 3
\l aklı ! 8 1
\l i lı cı l o g l u [ , k e ı ı d e r R l')' 5 2 , 5 3 , 5 4
\h laga 8 7 , 9 1
.\ 1 i kıloglu ;'vl e l ı ııı c d B c v 1 8 0 , ! 8 2
\l i h ,ı l o ğ l u A l i Bey 68, 69, 7 0 , 3 1 4
:vı a i a tya 44, 1 4 0 , 1 -± 1 , 2 1 4
,\la l koç H a c ı s ı 1 8 1 , 1 8 2 , 1 8 3 , ! 8'1
\! a l ko ç o ğ l u B :ıl i B e ı· 4 .l , 57. 68, ! 3 8 ,
l 8S
1\ l i r A b d ü ivch h :ı b 1 99 . .206
:Vl i r B a h � Bay 2 .\ 9
M i r i m ı_; ekbi
'.\la l ta <J(l
\f a ıı ı cı) e l H a.s e k i -;-ı,
�vl a ıı a s t ı r SLJ, G O
i2i
:\!l i rı.<ı A l i t\ f�M 1 9 0
'\!i a l tt' p c l 1 1 , 1 6b. 1 h:7
_c; .1
\f a ıı i s<\ 9 9 , l I 5 , 1 1 8 , 1 3 9 . 2 6 5
.\ L ı ruJ ( ; a b r i l'! :s.1
\' L ı rd i ıı 2 1 0 . 2 1 1 , :� :; 1 , r ı
\l a r , i l y .ı 3 0
:\1 i rz cı ! \ ed i ü na ı ı ı :ı ı ı \ 'J \ , J ') �,
.\l i rza Çabuk i .- ı . ! . 0
\ l o ç e ı ı i g o 2 '.'ı l
\ıl o d o n .7 6 , R ?. , H 3 ,
��
i , 8 :=; , l'-\ ö , 0 .� , l SO .
] _=) _ıl �. b l
i J c ved:ı r 2 � (}
,\ l n l d o · : \ c1 1 1 . 4 2 , ') 1 , :, rı
\f atteo Bassi 3 7
\Lıt ı·as C u n· i ı ı ,; r:
\"!<:_· d i n e 2 l , _; -L 1 3 7 , 2'.J..� , 2 -ıo , _1, -� i ı , 2 - �
,\k h ın ed
f\ l i lı a l Pcı ı kay " 3
A ğa i ı 1 . ı --1 2 , J ı h . _ı ı ;
(. k l ı ı m· d B e k \"a r s a k 2 0 0
\k l ı nı e d B n 2 2 . 2 . \ 1 8 ı J I M -1. , I C: � ,
l t' S , 1 9 1
.\ l e l ı nwd llmse\'İ ! Jc ı : d i 293
.'vl c k kc 2 1 , �-!. 86. 1 .\ 7 , 2 2 6 . 2 -L\ 2 -1 9 ,
250, 27'
\ l o ! L ı Alıd u l k ad i r i �'. l
\- ! o l lc1
l 22
( , (un ı
\ 1 , ı ! Lı S c l a i ı a d d i ı ı i 2 1
\J,ıiLı
� u k ı ıı l L ı ! ı \ l ı :g•ı n i ı ,) 9
.\ iPli1 _', f-: , (l f . �7 5 , / (1 , 7 ') , 8 2 . <-\ ) , 8 6 , 1 5 ( ! ,
1 88 l LJ 1 , i l) _\
.\1 u d a n y a 3 6
:\ l u h aııı ııı e d B ed a l ı � i 2 2 8 . 2 8 :' , :2 K 6
.\lu h a m ı ı ı e d ( ; i ray i- Lı ıı 1 <J 3
M u h a m m ed Kere 1 � l
:\ k l i h i 1 3 1
i'vk l v a ı ı c ·l')
M u h ri d d i ı ı - i A rabi 2 2 ö , 2 2 7
.\l eıı g l i ( ; i rcl)' ·IO, i 08, 1 09 . ! 26
,\ l ı ı h y i d d i n
,\Ierc ilLıb ı k 2 2 0 , 22 l . 2 2 5 , 2 3 0 , 2 3 6 ,
M u h y i d d i n Meh nlt'll
İsk i l ibi 1 2 1
(,:debi 1 2 l
M ur a d B ı: y 9 3 . l 4 'J . 1 :1 1 , 1 S 2 . 230
2 5 1 ' 2 '-) 7
:vlc rcııde 2 1 O
.\1 mad ( C c ı ı ı' i n oğl u) 20
:'vlı: r v 1 5 3
\ l u r.ıd H a ı ı Il
Mesih Paşa 2 5
;\l u r a d ( Ş e h 1,3Je A l ı nı e d ' i ıı
Mes i n a 2 5
1 42, i 45
oğl u )
1 1 4,
l_1l), 1 4 2
M e v l iinü Abd ü l h a l i m 2 7 2
\!usa Rey 4 5
Mevlana Ayas 1 9
,\ l u s tafo R e y 3 4 , 5 7 , 6 9 , 8 2 , 8 ·� , 1 78
i'vl e d a n iı S a r ı
M ıs ı r
Görez
l 60
2 1 , 22, 3 1 , 34, 3>1, -1 9 , 53, 1 0 3 .
ô. l u s t a ta Rey ( Baycz i d ' i ı ı
kapıcıbaşısı)
3 4, 4 5
1 0 4 , 1 3 9 , 1 4 1 , 1 4 3 , 1 9 3 . l lJ lJ , 2 0 0 ,
Mustafa �:rl ebi J _; s , 242 , 2 7 5
2 1 2, 2 1 3 , 2 1 4, 2 1 5 , 2 1 8, 220, 2 2 3 ,
,\ 1ustafa N u r i P a ş a 2 9 3
224, 225, 226, 229, 230, 23 1 , 232,
M u s tafa P a ş a 7 6 , 7 9 , 80, ı 1 2 , 1 1 3 , 1 2 1 ,
2 3 3 , 2 3 4 , 236, 240, 2 4 1 , 244, 245,
246. 2 4 7 , 248, 2 4 9 , 2 5 1 , 252, 253,
2 54, 255, 2 5 6 , 257, 259, 262, 2 7 3 ,
1 39 , 1 40 , 1 4 1 . 1 42 , 1 8 5 , 1 97 , 237,
238, 240, 265, 276
M u stafa P a ş a
( l hrnd
Paşao ğ l u ) 1 3 9
K ıı _ı
ı
MüeY y ed zade A b d u rr a h m an
1 22
)V! ü rs i ye
1 1 1 : H u re ııı ey ıı H i � ın e t i ıı ıl c
1 1 2, 1 2 1 ,
87
N
Nablus 49, 222, 24 1 , 255
Nahcivan 1 50, 1 97
Napol i 29, 32, 3 3 , 34, 36
Naupl i a 82, 83
Navarin 77, 8 3 , 86
Neca t i B e y 1 3 5
Nem run 4 9
N evayi 1 3 1
N i c e ( N i s ) 26, 27
N i ğ d e 53, 1 9 1
N i m etull a h zade M i r Abd ülbaki 1 8 5
Nuh Çelebi 256
Nur Ali H a l i fe 1 4, 1 1 3 , 1 1 4, 1 54, 1 8 5
0-Ö
48
Han 28, 29
Oltu 1 7 1
Oruç Reis 247, 260
Osmancık 1 27
Osman Gazi 6 1 , 66
Ostia 3 0
Otranto 1 9
Ovacık 1 8 0
Ö rdekli 202
O ğ u z Bey
Oğuz
p
Palu 2 1 1
Philippine H e len e 28
Pınarbaşı 1 76
Pierre d'A ubusson 24, 2 5
P i r Budak B e y 1 85
Piri Mehmed P aş a 1 98, 2 1 8 , 248, 257,
259, 263, 265, 269, 274, 277
Piri Reis 84, 9 1 , 3 1 5 , 326
Pirl e p e 60
Piyale 1 39 , 1 40
Podolya 56
P oj ye n H i sarı 69
Polonya 39, 55, 56
Preveze 82
Priştine 68
Prizren 68, 1 8 8
R
Rakya 82
Ramazanoğlu Ivl ahmud
Bey 222, 238,
239
Ravza 2 , 1 4 , 247, 248
Razi 329
Remle 50, 232, 259
R i d an i ye 236, 237, 2 3 9 , 245, 254
Rodos 24, 2 5 , 2 8 , 30, 3 1 , 37, 3 9 , 58, 75,
76, 79, 1 04, 1 39, 259, 262, 263
R o n 1 a 30, 3 1 , 32, 3 3 , 64, 259, 262
Rudo l f dö Khve n h uller 69
Rumeli 1 6, 1 9, 23, 24, 25, 38, 42, 48, 50,
5 1 , 5 5 , 62, 63, 67, 68, 74, 7 5 , 76, 79,
8 1 98, 1 o 1 , 1 05, 106, 1 07' 1 1 1 , 1 1 2,
'
1 1 5 , 1 1 8 , 1 3 8 , 1 6 5 , 1 66 , 1 69 , 1 82 ,
1 8 6 , 1 8 7 , 1 8 8 , 1 89 , 1 90 , 1 93 , 1 98,
1 99 , 2 0 1 , 2 1 8 , 2 1 9 , 222, 237, 242,
244, 265, 276, 284
Rumkale 44
Rüknedd i n B e yda\'i 1 4 3
Rüstemdar 1 53
S-Ş
Saa de t G i r a y 1 42
Sadbar 7 1
Sadi 3 1 4, 3 2 5
Sadreddin 1 2 1 , 1 44, 1 4 5, 1 70
Sadreddin Konevi 1 4 5, 1 70
Safed 44, 255
S a i d ili 25 1
Salah Erkınas 2 3 9
Sa l i hiye 234, 2 3 5 , 237, 24 1
Samakov 76
San Germano 33
Sardunya 90
S ar ı gaz i 1 24
Sarı Piri 1 9 1
Saruhan 86, 9 3 , 94, 97, 1 02, 1 03, 1 04,
1 2 7, 1 54, 1 66
Savoie 25, 26, 27
Say d a 50
Sa'yi 1 32
Seferihisar 3 5
S e hayi 37
Sehi B e y 1 3 5, 289
Sehi Çelebi 289
Selanik 28, 98
S e lçu k Hatun 19
/ ıı d e h s
Semendirc 5 9 , 6 8 , 1 06, 1 07 , 1 1 1 , 1 9 3
Septe Boğazı 90
Serez 8 3 , 98
Seyfeddin Be y 203
Seyyid İbrah i m Ç e l e b i 1 2 1
Sıdki 68
Sırt Köyü 2 6 5
Si bay 2 1 4 , 2 2 2
Sicilya 90
Siirt 2 1 0
S i l istre 4 3 , 5 6 , 5 7 , 6 7 , 68, 1 8 8
Si na Çölü 2 3 2 , 2 3 4 , 3 0 0 , 30 1
S i nan Bey 2 3 , 3 4 , 3 5 , 4 8 , 5 1 , 1 1 4 , 1 3 0 ,
ı s ı , 1 5 2 , ı s 3 , 1 54 , 1 5 5 , 1 5 8 , 1 5 9 ,
1 60 , 1 6 1 , 1 6 3 , 1 6 7 , 1 6 9 , 1 7 1 , 1 7 3 ,
1 74 , 1 7 5 , 1 7 6 , 1 7 8 , 1 8 1 , 1 8 4 , 1 8 5 ,
1 87, 1 88, 1 89, 1 90, 1 92 , 1 93 , 1 95 ,
1 96 , 1 9 7 , 1 9 8 , 1 9 9 , 2 0 6 , 2 0 9 , 2 1 O ,
2 1 1 , 2 1 2 , 2 1 3 , 2 1 4, 2 1 5 , 230, 243,
256, 257, 272, 288, 293, 294, 297,
298, 299
Şahkulu Akay Beve y 1 7 3
Şah kulu Baba Tekeli l 4, 9 7 , 9 8 , 1 1 3 , 1 54
Şam 2 1 , 44, 47, 49, 50, 5 2 , 202, 2 1 4,
2 1 9, 222, 224, 226, 227, 228, 229,
230, 23 1 , 232, 233, 243, 248, 252,
1 40, 1 9 1
255, 256, 257, 270, 286, 3 1 0,
S i n a n B e y (Cem'in kapıcıbaşı s ı )
23,
34, 35
Sinan Paşa
Şehi nşah 74, 1 00 , 1 02 ,
Şehsuvaro ğ l u A l i Bey
1 6, 50, 79, 8 3 , 1 02, i l 1 ,
2 2 2 , 232, 2 3 3 , 2 3 5 , 2 3 7 , 2 3 8, 239, 274
Si racuza 2 5
Sirmiye 68
Sis 4 9
Sivrihisar 1 3 8
Sixtus iV 24
Slavin
2 4 3 , 244
1 02 ,
1 1 I,
1 1 2 , 1 1 3 , 1 1 4, 1 1 5 , 1 1 6, 1 1 7, 1 1 9,
2 1 4 , 220
Sofu
2 1 9, 2 2 4 ,
226 , 2 3 1 , 2 3 2 , 2 4 5 , 2 4 9 , 2 5 1 , 2 5 4 ,
255, 256, 259, 273
Süleyman Ağa (Silahtar Kethüdası) 265
Süleyman Bey ( Prizren Beyi ) 1 8 8
Süleyman (Yavuz'uıı oğlu) 1 8 , 1 02 - 1 04,
1 3 8 , 1 3 9 , 1 66 , 1 9 3 , 2 0 8 , 2 1 8 , 2 6 5 ,
2 6 9 , 270 , 286
Şadi Bey ( D ulkadıroğlu) 84
Şadi Paşa 1 86
Şah Budak 5 2
Şahidi 3 7
Ş a h İsmail 9 2 , 9 3 , 9 4 , 9 7 , 9 8 ,
Şeh zade Abdul lah 4 5
Şehzade A h med 1 4 , 99, 1 00, 1 0 1 ,
1 0 3 , 1 04 , 1 0 5 , 1 06 , 1 0 7 , 1 09 ,
1 3 8 , 1 3 9 , 1 4 0 , 1 4 1 , 1 4 2 , 1 59 , 1 7 5 ,
71
Şadi B e y 2 9
Sorukhisarı 5 7
Söğütlüdere 1 1 8
St. Angelo 3 2 , 3 3
Stephan C e l Mare 3 9
Sudan 2 5 4
Sultan A l i 1 48 , 1 49 , 1 9 1
Sultan Ali Bey 1 49 , 1 9 1
Sultan Yakub 1 48 , 1 5 1 , 1 96
Suriye 89, 1 44 , 2 1 2 , 2 1 3 , 2 1 4,
1 70 , 1 8 0 , 1 8 6 ,
1 98, 200, 20 1 ' 202, 222. 235, 237,
1 1 2 , 1 1 3 , 1 3 9 , 1 66 , 1 8 3 , 1 8 5 , 1 8 9 ,
1 93 , 1 98 , 20 1 , 202, 2 1 4, 2 1 5 , 2 1 9,
1 06, 1 1 3 , 1 4 2
Şehzade Mahmud 94, 9 5
Şehzade Me h m e d 1 1 3
Ş eref Bey 209
Şerif Ebu ' l - B erekat 249
Şerif Ebu Nümey 249, 2 5 0
Şeybek Han J 5 3
Ş eyh Abdullah - ı İlahi 68
Şeyh Ali Çelebi 54
Şeyh Cafer 1 4 5
Şeyh Cüneyd 9 2 , 1 4 5 , 1 4 6
Ş e y h Hamdullah 1 2 1 , 1 2 3 , 1 24, 1 25
Şeyh Hamid- i Aksaray! 1 44
Şeyh Hamza 1 99
Şeyh Haydar 97, 1 4 7 , 1 4 8
Ş eyh İbrahim 1 44
Şeyh Muslih iddin Ebu ' l - Vefa 1 7
Ş eyh Safiyyüddin 1 4 3
Ş i raz 1 4 3 , 1 5 1
Ş irvan 1 47 , 1 48 , 1 50, 1 7 5
Şükri - i Bitlisi 1 3 , 1 74 , 29 1
Şükrullahoğlu Ahmed Çelebi 1 9
T
1 0 1 , 1 02 ,
1 1 3 , 1 1 4 , 1 1 9 , 1 3 8 , 1 3 9 , 1 42 , 1 43 ,
Tacizade Cafer Çelebi
Taçlı Hanım 1 93
1 92
l\ ll \ I / i l : H ll l"<' ın n· ı ı H i � ıı ı e t i ı ı d c
farabay b i n
v
Karaca 2 4 1
f� r s u s 2 0 , 44, 4 8 , 4 9 , 5 4 , 1 4 9 , 2 7 3
Vardar Yen i cesi
68
Vas i l ij 1 4 3
faş i l i 2 3 , -1 8
f'elı r i z 9 2 , 1 0 1 , 1 5 1 , 1 5 6 , 1 7 5 , 1 9 0 , 1 9 3 ,
Vati kan
31,
33
1 94 , 1 9 5 , 1 96 , 1 9 7 , 1 9 8 , 2 04 , 2 0 9 ,
Vel iyyüdd i n oğ l u A h m e d Paşa 5 0
2 1 9, 2 9 7 , 298, 299
Ven e d i k 3 2 , 3 3 , 3 4 , 4 1 , 4 9 , 6 8 , 7 5 , i'6 ,
7 7 , 7 8 , 79 , 8 1 , 8 2 , 8 3 , 84, 8 5 , 9 0 , 9 1 ,
leke
ili 9 7
Teke l ü Bey 1 9 1
re kru r
Çay ı rı
f'e pedelen
1 43 , 1 9 3 , 25 1 , 2 6 1
V i l l efrache 2 5
1 67
Visali 1 2 2
59
l'ercan 1 76 , 1 7 8
i ': l l i Habeş 2 2 1
lı m a şvar 74
l ' i ııı r;ız eş - >cms1 5 0
l' i m ur H a n 1 44 , 1 93 , 2 3 1 , 2 3 4 , 2 7 7
r l e nı s e n 260, 2 6 2
l'ocandere 22 l
rokat 4 , 9."l , 1 1 4 , 1 3 8 , 1 5 2 , 1 5 5 , 1 6 2 , 1 9 8
J'olaba\· 2 3 9
Jou l o n 3 0
l mı r d e Z i z i m 2 9
lrabl L1S ş :ı ııı 4 9
lrabzoıı 1 0 2 , 1 04 , l 1 O, l 4 6 , 1 5 5 , 1 6 3 ,
1 7 1 , 1 78 , 1 97, 2 1 2, 272, 29� 298, 299
T ' ra b w ıı l u i\ k h n ı e d Bey 22, 2 3
f u k y t u l a 87
l 'u nı a n lıa\' 2 1 4 , 230, 2 3 1 , 2 3 2 , 2 3 5 ,
2 3 6 , 2 3 7 , 2 3 8 , 2 3 9 , 2 4 0 . 24 1 , 242,
2 4 3 , 2 4 4 , 245
l 'u n us 5 4 , 2 2 6 , 2 6 2
i'ur Ali Bey 5 7 , 1 9 1
l'u rg u t l u 1 8 , 4 5 , 50
l'u rl ı a ı ı oğl u Ömer Bey 6 8
Viyana 64
Vladislas 5 5 . 5 8 ,
y
Bey 5 0 , 5 1
Kemal 6 7 , 2 7 7
Yahya Kemal Beyat l ı 6 7
Yahya Paşa 5 0 , 5 1 , 7 4 , 9 3
Yahya Paşaoğlu Bfı l i Bey 5 7
Yakub Paşa 1 6 , 5 0 , 5 5 , 7 1 , 7 2 , 7 3 , 74, 8 2
Ya kub P a ş a ( Ru m e l i B e y l c r b e v i ) 5 5
Yalı m l ı 9 7
Yanbolu 1 1 1
Yassıçenı en 1 73
Yaşbekoğlu Em i r Canbulat 5 4
Yavuz S u l ta n S e l i m 2 , 3 , 1 2 6 , l 6 3 , 1 9 7 ,
Ya hya
Yahya
203 , 205, 2 2 5 , 24 1 , 244, 249, 260,
263, 272, 274, 275, 286, 287, 293,
294, 295, 297, 299, 300
Yayça
Zağ ra 9 8
Ye n i ce köyü 1 2 1
Ye n i ş e h i r 1 9 , 2 0 , 7 5 , Ti, 7 8 , 1 4 2 , 1 69
Yularkısdı Sinan Paşa 1 02 , 1 1 1 , 1 1 3 , 1 3 9
1 1O
Yu n u s B e y 2 2 1 , 2 3 9
C r fa 2 7 3
Usıaca l u
1 5 1 , 1 53
Yö r güç o ğ l u M e h m e d Bey 1 8 8
L: b e y d l 7 8
L:ğraş köyü
7 1 , 73
Ye n i ce - i
Yezd
lJ-Ü
5 9 , 70
Yu nus Paşa
Muhammed Bey
1 50, 1 52 ,
1 1 8, 1 1 9, 222, 224, 229, 237,
240, 2 4 2 , 2 4 5 , 2 5 1 , 2 5 4 , 2 5 5
1 7 1 , 1 85
z
Csuli 6 8
U y uz
Bey
21
Uzun tfasaıı
1 8 , 1 46 , 1 4 7 , 1 4 8 , 1 5 3 , 1 76 ,
1 94, 2 0 6 , 2 0 9
Ürgüb
20 1
Üsküdar
1 7 , 1 8 , 5 3 , 1 24 , 1 66 , 2 1 8 , 2 5 8 ,
297
Üveys
Bey 1 9 1
Zahid Geylani
Zanla 79, 8 4
1 44
Zati 1 2 2 , 1 3 0
Zembilli Ali Efendi 1 2 2 , 2 1 5 , 2 8 3 , 284
Zeyncl Paşa 1 76 , 1 8 5 , 1 9 3 , 2 2 2 , 2 5 5
Zeyre k z a d e Molla R ü k ne d d i n 2 1 8
Zuana Mori 79, 80
Yüce Allah beni atalarım ı n ocağına padişah yapınca, şeriki ve benzeri
olmayan Hakk Teala hazretlerine tazarru ve n iyaz ile mün acatlar
eyledim. Ey asuman u zeminin yaratıcısı ve ey ins ü cinin ve
hayvanların rızık vericisi Kerim ve Rahim olan Rabbim, Harem-i
hassı n olan Beytullah'ın -ki o Kabe-i saadet-penahdır- bulunduğu
Mekke- i Mükerreme ile iki cihan fahri habibin Muham m ed
Mustafa'n ı n m ezarları, saadetlü m erkad-i hümayunlarının olduğu
Medine-i Mün evvere'nin süpürgeciliğin i bana nasip eyle!
Yavuz Sultan Selim
Osmanlı Tarihi'ni herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil,
Osmanlı Devleti'nin soluk soluğa devam eden s erüvenine KAYI III:
Haremeyn Hizmetinde ile devam ediyor.
Fatih Sultan Mehmed'in bir cihan devleti haline getirdiği
imparatorluk, onun ölümüyle başa geçen oğlu il. Bayezid devrinde iki
büyük çekişmeye sahne olacaktır. Sultan Bayezid Han'ın saltanatının
başlangıcında kardeşi Cem Sultanla mücadelesi sonunda ise oğulları
arasında baş gösteren taht kavgaları döneme damgasını vuracaktır.
Kardeş kavgalarının neden olduğu kaostan istifade eden Safeviler ise,
Anadolu'yu bir yangın yerine çevirecektir. Şahkulu Baba Tekeli ve Nur
Ali Halife isyanlarında binlerce Anadolu insanı hayatını kaybetmiştir.
İşte böyle bir zamanda, saltanatı babası II. Bayezidüen devralan Selim
Hanın imparatorlukta yeniden birlik ve beraberliği sağlama
mücadelesine ve cihangir padişahın kısa zamandaki akıl almaz
fetihlerine KAYI III: Haremeyn Hizmetinde kitabında yakinen tanık
olacaksınız. Aynı zamanda yine II. Bayezid ve Yavuz Sultan S elim
dönemindeki savaşlar, imar faaliyetleri ve adı geçen padişahların
manevi ve özel yaşamlarına dair birçok bilinmeyen bilgi, keyifli bir
tarih sohbeti tadındaki bu eserde sizleri bekliyor.
ISBN 978-605-08-1298-5
9
l lll Jlllll!l l! IJlrn111Jl
timas.com.tr
t 1 7,50
Download