SELÇUK İLETİŞİM JOURNAL OF SELCUK COMMUNICATION JANUARY 2010 Volume 6 Number 2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ AKADEMİK DERGİSİ OCAK 2010 Cilt 6 Sayı 2 ISSN 1302-2865 Sahibi Prof. Dr. Halûk Hâdi SÜMER Editör Prof. Dr. Ahmet KALENDER Prof. Dr. Halûk Hâdi SÜMER Editör Yardımcısı Arş. Gör. Ahmet TARHAN Yayın Kurulu Prof. Dr. Ahmet KALENDER Yrd. Doç. Dr. Caner ARABACI Danışma Kurulu Prof. Dr. Birol AKGÜN (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Ayla OKAY (İstanbul Ü.) Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR (Gazi Ü.) Prof. Dr. Aydın Ziya ÖZGÜR (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Burhan AYKAÇ (Gazi Ü.) Prof. Dr. Seyide PARSA (Ege Ü.) Prof. Dr. Esra BİRYILDIZ (Marmara Ü.) Prof. Dr. Filiz Balta PELTEKOĞLU Prof. Dr. M. Naci BOSTANCI (Gazi Ü.) (Marmara Ü.) Prof. Dr. Özden CANKAYA (Galatasaray Ü.) Prof. Dr. Nurdoğan RİGEL (İstanbul Ü.) Prof. Dr. Yalçın DEMİR (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Şerif ŞİMŞEK (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Uğur DEMİRAY (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Nazmi ULUTAK (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Ahmet DURMAZ (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Çağatay ÜNÜSAN (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Müge ELDEN (Ege Ü.) Prof. Dr. A. Haluk YÜKSEL (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Suat GEZGİN (İstanbul Ü.) Doç. Dr. Muhittin ACAR (Hacettepe Ü.) Prof. Dr. Kemal GÖRMEZ (Gazi Ü.) Doç. Dr. M. Bilal ARIK (Erciyes Ü.) Prof. Dr. H. İbrahim GÜRCAN (Anadolu Ü.) Doç. Dr. Aytekin CAN (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Nurettin GÜZ (Gazi Ü.) Doç. Dr. Ahmet Yalçın KAYA (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Metin KAZANCI (Ankara Ü.) Doç. Dr. Abdullah KOÇAK (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Mehmet KESİM (Anadolu Ü.) Doç. Dr. Başak SOLMAZ (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Mehmet KÜÇÜKKURT (Gazi Ü.) Doç. Dr. Mustafa ŞEKER (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Aydemir OKAY (İstanbul Ü.) Kapak Tasarımı Yrd. Doç. Dr. A. Gani ARIKAN Yazışma Adresi Prof. Dr. Ahmet KALENDER S.Ü. İletişim Fakültesi Kampus 42079 KONYA Tel: 0.332. 223 36 71 Faks: 0.332.241 01 87 e-posta: [email protected] Selçuk İletişim hakemli bir dergidir. Ocak ve Temmuz aylarında olmak üzere yılda iki kez yayınlanır. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarına aittir. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Selçuk İletişim Dergisi, TÜBİTAK/ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı’nda yer almaktadır. İçindekiler H. Kemal Suher - N. Bilge İspir 5-23 Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler Nuran Yıldız 24-32 Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar İdil Karademirlidağ Suher 33-48 Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk İletişimi: Web Sitelerine Yönelik Bir İnceleme M. Nejat Özüpek - Necdet Aksoy 49-61 Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı ve Belediyelerdeki Uygulamaları Aslı Yağmurlu 62-80 E-Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları Ayhan Erdem 81-94 Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM Uygulamalarının Web Siteleri Üzerinden İncelenmesi Kadir Canöz 95-114 Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri Öncesinde Konya Seçmeni Üzerine Bir Araştırma Banu Terkan 115-136 Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları (AKP ve CHP Örneği) Gaye Edizler 137-150 Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet Faktörüne İlişkin Literatürsel Bir Çalışma Ayla Okay - Yeşim Güçdemir 151-157 Approach of Faculty of Communication, Publicity and Public Relations Department Students to Unesco Cultural Diversity Universal Agreement Makbule Evrim Gülsünler 158-173 İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Mesleki Etik Kurallarına Bakışı Rıdvan Şentürk 174-190 Televizyon ve Magazin Kültürü Mete Kazaz - Melek Çoban 191-206 Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden Üretimi Sürecinde İdeoloji İnşa Stratejilerinin Kullanımı Sevil Yıldız 207-217 Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına Yansıması Hakan Aydın 218-229 Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün Besim Yıldırım 230-253 Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve Yöndeşen Gazetecilik Tezcan Özkan Kutlu - Onur Bekiroğlu 254-269 Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet Haberciliği: Bianet Örneğinde Kentsel Dönüşüm Projesiyle İlgili Haberlerin Analizi Vefalı Enserov 270-277 Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da Haber Ajansları 278 Yayın Kuralları Editörden 2010 yılının ilk sayısıyla karşınızda olmaktan mutlu olduğumuzu belirterek sözlerime başlamak istiyorum. Yeni yılın üniversitelerimize, akademik camiaya ve sizlere iyilikler ve güzellikler getirmesini tüm kalbimle diliyorum. Selçuk İletişim’in bu sayısına makaleleriyle katkıda bulunan tüm yazarlarımıza; makaleleri büyük bir fedakarlıkla değerlendiren hakemlerimize, danışma kurulumuza ve fakülte yönetimimize teşekkür ediyorum. Sizlere yine dopdolu bir sayı sunuyoruz. Bu sayımızda 18 adet makaleye yer verdik. Beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz. İlk makalede N.Kemal Suher ve N. Bilge İspir, televizyon ve gazetede reklamdan kaçınmayı etkileyen unsurları analiz ediyorlar. İkinci makalede Nuran Yıldız, halkla ilişkilerdeki kavramları, sınırları ve sorunları tartışıyor. Üçüncü makalede İdil Karademirlidağ Suher, Türk işletmelerinin kurumsal sosyal sorumluluk iletişimini web sayfalarını analiz ederek inceliyor. Dördüncü makale M. Nejat Özüpek ve Necdet Aksoy’a ait. Yazarlar, alan araştırması bulgularına dayanarak bilgi edinme hakkının belediyelerdeki uygulamalarını ele alıyorlar. Beşinci makalede Aslı Yağmurlu, e- halkla ilişkilerin bakanlıklarda nasıl uygulandığını inceliyor. Altıncı makalede Ayhan Erdem, akaryakıt dağıtım firmalarının CRM uygulamalarını, web sitelerine dayanarak analiz ediyor. Yedinci makale Kadir Canöz’e ait. Canöz; 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde Konya seçmeni üzerinde yaptığı araştırma çerçevesinde, aday imajının rolünü tartışıyor. Sekizinci makalede Banu Terkan, siyasi partilerin kadına ilişkin söylem ve politikalarını, AKP ve CHP örneğinde analiz ediyor. Dokuzuncu makalede Gaye Edizler, karizmatik liderlikte duygusal zeka ve cinsiyet arasındaki ilişkiyi literatür bilgileri çerçevesinde ele alıyor. Onuncu makalede Ayla Okay ve Yeşim Güçdemir, Unesco Kültürel Çeşitlilik Evrensel Sözleşmesi’ne iletişim fakültesi öğrencilerinin bakış açılarını analiz ediyorlar. Onbirinci makale M. Evrim Gülsünler’e ait. Yazar, iletişim fakültesi öğrencilerinin iletişim etiğini nasıl değerlendirdiğini, yaptığı alan araştırması bulguları çerçevesinde tartışıyor. Onikinci makalede Rıdvan Şentürk, televizyon ve magazin kültürü ilişkisini literatür çerçevesinde değerlendiriyor. Onüçüncü makalede Mete Kazaz ve Melek Çoban, televizyon haberlerinde ideoloji inşa stratejilerinin nasıl kullanıldığını ve egemen söylemin nasıl yeniden üretildiğini analiz ediyorlar. Ondördüncü makalede Sevil Yıldız, yayın yapma yasağı kararlarının Türk medyasına nasıl yansıdığını tartışıyor. Onbeşinci makale Hakan Aydın, Sakarya Savaşı sırasında Anadolu’da Yeni Gün adlı gazetenin rolünü inceliyor. Onaltıncı makale Besim Yıldırım’a ait. Yıldırım, gazeteciliğin dönüşümünü ve yöndeşen gazeteciliği inceliyor. Onyedinci makalede Tezcan Özkan Kutlu ve Onur Bekiroğlu; yurttaş gazeteciliği ve internet haberciliği ilişkisini Bianet örneği doğrultusunda analiz ediyorlar. Son makalede ise Vefalı Enserov, Sovyetler Birliği dönemi ve sonrasında Azerbaycan’daki haber ajanslarını ele alıyor. Temmuz sayısında buluşmak üzere… Hepinize başarı ve sağlık dolu günler diliyorum… TELEVİZYON VE GAZETEDE REKLAMDAN KAÇINMAYI ETKİLEYEN DEĞİŞKENLER H. Kemal Suher*- N. Bilge İspir** ÖZET Bu çalışmada televizyon ve gazete mecrasına yönelik reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler incelenmiştir. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak yüz yüze anket kullanılmış ve 527 kişi ile anket yapılmıştır. Çalışmada kullanılan bağımsız değişkenler, demografik değişkenler, zaman odaklılık, medya ile ilişkili değişkenler, reklama yönelik tutumlar, iletişim problemleri, algılanan reklam kirliliği ve başkaların varlığıdır, çalışmada kullanılan bağımlı değişken ise reklamdan kaçınmadır. Araştırmada temel analiz olarak hiyerarşik regresyon kullanılmıştır. Genel olarak sonuçlara bakıldığında televizyonda reklamdan kaçınma gazeteye göre daha fazladır. Demografik değişkenlerde yaş, toplam aylık gelir ve eğitim; zaman odaklılıkta, şimdiki zaman; medya ile ilgili değişkenlerde, mecraya yönelik tutum; reklama yönelik tutumda, zaman kaybı, iletişim probleminde, ilginin dağılması ve hevesin kırılması; algılanan reklam kirliliği ve başkaların varlığı anlamlı değişkenler olarak bulunmuştur. Bu çalışmada zaman odaklılık, algılanan reklam kirliliği ve başkaların varlığı değişkenleri Speck ve Elliott’un (1997) çalışmasından farklı olarak bu çalışmaya eklenmiştir ve anlamlı sonuçlar bulunmuştur. Son olarak bağımsız değişkenlere grup olarak bakıldığında reklama yönelik tutum ve iletişim problemi reklamdan kaçınmanın en güçlü değişkenleri olarak görülmektedir. Anahtar sözcükler: Reklamdan kaçınma, televizyon, gazete. VARIABLES THAT AFFECT ADVERTISING AVOIDANCE IN TELEVISION AND NEWSPAPER ABSTRACT In this study, the predictors of ad avoidance in television and newspaper were examined. In the research face to face survey method was used and 527 surveys were conducted. The independent variables used in this study were, demographic variables, time allocation, media related variables, attitudes toward advertising in each medium, communication problems, perceived advertising clutter and presence of others. The dependent variable used in this study was advertising avoidance. The main data analysis used in this study was Hierarchical Regression. As a general result, the advertising avoidance in television was much more from ad avoidance in newspaper. In the explanation of the ad avoidance, age, income and education in Demographic variables; present time in time allocation; attitudes toward medium in media related variables; waste of time in attitudes toward advertising in each medium; distraction and disruption in communication problems related to advertising; perceived advertising clutter and presence of other were found as significant predictors. In this study, time allocation, perceived advertising clutter and presence of others were added as predictors different from the study of Speck and Elliot (1997). As a final result, when the independent variables examined as groups, attitudes toward advertising in each medium and communication problems related to advertising were the strongest predictors of the advertising avoidance Keywords: Advertising avoidance, television, newspaper. GİRİŞ Reklam ticari dünyanın en çok göz önünde olan bir aktivitesidir. Reklamlar tüketicileri * firmaların ürettiği ürünlere kullanmaya davet ederler ve eğer bu reklamlar hedef kitleyi mutsuz eder veya ürünler reklamlarda ortaya konan vaatleri yerine getirmezse, firmalar toplumsal eleştirilere ve saldırılara maruz kalma riski ile Yrd. Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi ** Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 karşı karşıya kalabilirler. Dolayısıyla reklam sadece ürünleri satmadaki rolü ile değil toplum ve ekonomi üzerinde olan etkileri ile de dikkat çekmektedir. Reklamın önemli toplumsal etkilerinden bir tanesi, reklamın çok fazla olmasına yönelik şikâyetlerdir. Bugün Amerika’da insanlar günde ortalama 500 ile 1000 tane arasında reklama maruz kalmaktadırlar. Reklam kirliliği önemli bir eleştiri noktasıdır ve her geçen gün gelişmiş ülkelerde artış göstermektedir (Arens ve ark. 2009: 67). Reklam kirliliğine paralel gelişen diğer bir problem de doğrudan pazarlama ve reklam dünyasını yakından ilgilendiren reklamdan kaçınma problemidir. Reklamdan kaçınma uzun süreden beri var olan bir problemdir ve aşırı bilgi yüklemesine karşı gelişen doğal bir insan tepkisidir. İnsanların istenmeyen veya kendine uygun olmayan mesajlarla dikkatleri dağıldığı zaman bu durumdan en kısa zamanda kurtulmak isterler. Medya çeşitliliği ve sektördeki rekabet arttıkça reklamdan kaçınma ilgili kaygılarda artış göstermektedir. (http://www. rab.co.uk/rab2009/showcontent.aspx?id=1356). Bu bağlamda bakıldığında Bugün Türkiye’de 9 devlet kontrolündeki kanal, 23 ulusal çapta yayın yapan özel kanal, 16 bölgesel yayın yapan özel kanal, 215 yerel kanal, 2 dijital platform ve 54 tane sadece uydudan yayın yapan TV kanalı bulunmaktadır (Çolakoğlu 2009). Tüm bu kanallarda 2007 yılında 33348 farklı reklam yayınlanmıştır (TREA 06-07). Ayrıca 40 ulusal dağıtımı yapılan gazete, 58 bölgesel gazete ve 2140 yerel gazete bulunmaktadır. Şekil 1. TV Reklam Kirliliği Kaynak: AGB-Neilsen Yukarda değinilen konular açısından bakıldığında izleyici-okuyucu kitlenin, tüm mecralarda yayınlanan reklamlar ile bir mesaj bombardımanına tutulduğu ortadadır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak izleyici-okuyucu kitle bu mesaj bombardımanından kaçınmak için bazı stratejiler geliştirmiştir. İzleyici-okuyucu kitlenin bu reklam kirliliği ile nasıl başa çıktığını anlamak, hangi faktörlerin reklamdan kaçınmayı etkilediğini bulmak ve bu faktörlerin farklı mecralarda farklılık gösterip göstermediğini anlamak oldukça önemlidir. Bundan dolayı, bu çalışmada, Türkiye’de iki ana reklam mecrası olan televizyon ve gazetedeki reklamlarında kaçınma test edilmiştir. Bu iki mecranın araştırılmasının en önemli sebebi, Türkiye’deki toplam reklam harcamalarının 2009 yılının ilk yarısında % 49’unun televizyon, % 29’unun gazete için yapılmış olmasıdır (Çolakoğlu 2009). 6 1. REKLAMDAN KAÇINMA Kaçınma durumu, tüketicilerin bilinçli bir şekilde bir uyarıcıdan kaçınma çabası olarak ifade edilebilir. Reklamdan kaçınma, medya kullanıcılarının, reklam içeriğine yönelik maruz kalma durumlarını azaltacak tüm eylemler şeklinde tanımlanmaktadır (Speck ve Elliott 1997). Genel olarak bakıldığında, tüketiciler reklamdan çeşitli sebeplerden dolayı kaçınmaktadırlar. Birinci sebep, tüketicilerin hakkında daha fazla bilgi istemedikleri ucuz ve sık alınan ürünlerin reklamları olabilir. İkinci sebep, tüketiciler reklamların yayınlandığı mecranın yayın içeriğine yoğun ilgi duyabilirler ve bu mecradaki reklamları dikkat dağıtıcı ve rahatsızlık verici görebilirler. Üçüncü sebep olarak, tüketiciler reklamı yapılan markaların karşısındaki rakip markalara sadık olabilirler ve karşı bilgi duymak istemeyebilirler. Dördüncü ve Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) son olarak tüketiciler reklamları sıkıcı, sinir bozucu veya itici görebilirler (Telis 2004: 31). Reklamdan kaçınma için farklı stratejiler söz konusudur. Abernethy (1991) TV reklamlarından kaçınma için iki strateji sunmaktadır. Fiziksel kaçınma (reklam başladığında odayı terk etme) ve mekanik kaçınma (kanalı değiştirme). Speck ve Elliott (1997) reklamdan kaçınma için üç strateji ortaya koymaktadır. Bunlar bilişsel, davranışsal ve mekanik stratejilerdir. Reklamdan kaçınma konusunda yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak televizyon mecrasını kapsamaktadır (Abernethy 1991, Dannaher 1995, Heeter ve Greenberg 1985, Lee ve Lumpkin 1992, Ferguson ve Perse 1993, Clancey 1994, Moriarty ve Everett 1994, Kaplan 1985, Zufryden, Pedrick ve Sankaralingam, 1993; Krugman ve ark. 1995, Eastman ve Newton 1995, Yorke ve Kitchen 1985, Speck ve Elliot 1997). TV reklamları için izleyiciler reklamı görmezden gelerek reklama dikkatlerini vermeyebilirler (bilişsel strateji), reklam başladığında odayı terk edebilirler (davranışsal strateji) veya kanalı değiştirebilirler (mekanik strateji) (Speck ve Elliott 1997). Teknolojik gelişimler mekanik reklamdan kaçınmayı özellikle televizyon için daha geçerli hale getirmiştir. Uzaktan kumanda cihazları ve TIVo (program içindeki reklamları atlayarak ilgili programı kaydetmeye yarayan cihazlar) gibi cihazlar bu stratejinin kullanımını kolaylaştırmaktadır. İzleyiciler TV izlerken bile farklı eylemlerde bulunabilmektedirler. Clancey (1994: 84) yaptığı araştırmada yaşlıların gençlere göre televizyonla daha ilgili olmasına karşın maruz kalma durumlarının çoğunda izleyicilerin farklı aktivitelerle uğraştıklarını bulmuştur. Örneğin % 26’sının yemek yediğini veya bir şeyler atıştırdığını, % 22’sinin kitap okuduğunu, % 19’unun konuştuğunu, % 14’ünün ufak tefek ev işleri ile uğraştığını, % 8’inin çocuklarla ilgilendiğini, % 6’sının ise ev ödevi/yazı yazmak ile uğraştığını tespit etmiştir. Reklamdan kaçınma davranışı reklam aralarında daha belirgin hale gelmektedir. İzleyicilerin % 61’i programlar arası reklam kuşağında kanal değiştirmekte, % 46’sı program içi reklam aralarında kanal değiştirmektedir (Moriarty ve Everett 1994: 350). Moriarty ve Everett (1994: 351) reklam arasında izleyicilerin %27’sinin reklamı görmezden geldiğini, %17’sinin odayı terk ettiğini, % 14’ünün aralarında konuştuğunu, % 23’ünün kanalı değiştirdiğini, % 8’inin televizyonun sesinin kıstığını belirtmektedir. Ayrıca reklam izleme sırasında da kanalın değiştirilmesi söz konusudur. Başka bir deyişle, izleyiciler reklamdan, reklam arasını izlerken de kaçınabilmektedirler (Zufryden ve ark. 1993: 61). Kanal değiştirme davranışı daha çok program aralarında olmaktadır. Genellikle reklamdan kaçınma davranışı olarak kanal değiştirme, programın başında ve sonunda gerçekleşmektedir (Kaplan 1985: 10). Kısaca ifade etmek gerekirse, TV reklamları esnasında tüm kaçınma biçimleri belirgin biçimde artmaktadır. Çünkü izleyiciler reklam aralarını başka şeyler ile ilgilenmek için değerlendirmektedirler (Speck ve Elliott 1997: 62). Gazete için okuyucular reklamı görmezden gelerek gazete sayfalarındaki reklamlara dikkatlerini vermeyebilirler (bilişsel), reklam olan sayfaları okumadan çevirebilirler (davranışsal). Bu anlamda gazetede mekanik strateji uygulanamamaktadır. Tarihsel açıdan bakıldığında haber içeriği olmayan sayfalardaki reklamlara, gazete içi sayfalardaki reklamlara, sayfanın büyük kısmını kapsayan reklamlara ve gazetenin belli içerikteki sayfalarındaki (örneğin ekonomi sayfası) reklamlara yönelik kaçınmanın var olduğu bilinmektedir (Speck ve Elliott 1997: 62). Gazetede reklamdan kaçınma ile ilgili en detaylı çalışma Speck ve Elliott’ın (1997) çalışmasıdır. Speck ve Elliott (1997) TV, dergi, gazete ve radyo üzerine yaptığı karşılaştırmalı araştırmada, reklamdan kaçınma bağımlı değişkenini dört grup bağımsız değişken ile açıklamaya çalışmıştır. Bu bağımsız değişkenler demografik değişkenler, kullanılan medya ile ilişkili değişkenler, reklama yönelik algılar ve iletişim problemleridir. Speck ve Elliott’un (1997) bulgularına göre, en fazla kaçınma televizyonda gerçekleşmekte daha sonra basılı mecra gelmektedir. Onlara göre bunun en temel sebebi, televizyonun eğlence basının bilgi amaçlı kullanımıdır. Önemli bir diğer bulgu ise bağımsız değişkenlerin reklamdan kaçınmayı tüm mecralarda düşük oranda açıklamasıdır (% 26 ile % 37 arasında). 7 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 2. REKLAMDAN KAÇINMAYI ETKİLEYEN DEĞİŞKENLER Speck ve Elliott (1997) çalışmalarında reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler olarak demografik değişkenler, medya ile ilişkili değişkenler, reklama yönelik algılar, iletişim problemlerini ele almış ve bu değişkenleri dört mecra (televizyon, gazete, dergi, radyo) için karşılaştırmışlardır. Bu çalışmada Speck ve Elliott’un (1997) ele aldığı değişkenlere ek olarak algılanan reklam kirliliği, başkalarının varlığı ve zaman odaklılık olmak üzere üç yeni değişken, reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler olarak da değerlendirilmiştir. Bunun nedeni, Speck ve Elliott’un (1997) ele aldığı değişkenlerin incelenen mecralarda reklamdan kaçınma davranışını düşük oranda açıklamasıdır. Ayrıca Speck ve Elliott’un (1997) çalışmasında yer alan reklama yönelik algılar bu çalışmada reklama yönelik tutum olarak değiştirilmiştir. a. Demografik değişkenler Demografik değişkenler bireylerin izleme alışkanlıklarını değerlendirmek için kullanılmaktadır. Ayrıca literatür incelendiğinde demografik özelliklerle reklamdan kaçınma az da olsa deneklerin odadan ayrılması, gözlerini ekrandan ayırmaları ve reklam kuşağı esnasından televizyonu görmezden gelmeleri anlamında ilişkilendirilmiştir. Speck ve Elliott’a (1997: 63) göre yapılan çalışmaların çoğu, görmezden gelmenin gelir ile arttığını vurgulamaktadır. Clancey (1994: 82) daha çok televizyon izleme süresine sahip olanların daha yaşlı, düşük eğitimli, gelir düzeyi düşük, çalışmayan, çocuksuz kişiler olduğunu raporlamaktadır. Heeter ve Greenberg, (1985: 15-16) televizyon reklamlarında kanal değiştirenlerin değiştirmeyenlere göre daha çok genç, erkek ve varlıklı olduğunu bulmuşlardır ve kanal değiştirenler ile değiştirmeyenler arasında gelir, eğitim, medeni durum, evde yaşayan kişi sayısı ve çocuk sayısı açısından fark bulunmadığını raporlamışlardır. Irk, reklamlarda kanal değiştirmekle bağlantılı bir değişken olarak bulunmamıştır (Danaher 1995: 42). Reklamdan kaçınma ve kanal değiştirme davranışlara ilişkin 8 demografik özellikler ağırlıklı olarak televizyon mecrasında çalışılmıştır, diğer mecralarda bu çalışmalar oldukça azdır. Gazete söz konusu olduğunda daha genç okuyucular ve erkekler genel haber sayfalarında daha az reklam görme eğilimi içerisindeyken, ırk, gelir ve eğitim gazetede farklılık göstermemektedir (Speck ve Elliott 1997: 63). Speck ve Elliott (1997) karşılaştırmalı çalışmalarında demografik değişkenlerin reklamdan kaçınma üzerindeki etkisi incelendiklerinde televizyon mecrasında yaş (ters ilişki) ve gelirin anlamlı iken, gazetede yaş ve eğitimin anlamlı olduğunu bulmuşlardır. İki temel değişken olan yaş ve gelir hem basılı medyada hem de yayın medyasında reklamdan kaçınma ile anlamlı bir ilişki içerisindedir. Daha yaşlı okuyucular gençlere göre daha fazla gazete reklamından kaçınma sergilemektedirler. Çünkü daha yaşlı olanlar gençlere göre daha çok gazete okudukları için reklamdan kaçınma davranışları o kadar artmaktadır. Bunun ötesinde reklamlara her gün maruz kalan yoğun okuyucular tekrarlayan reklamları eski bulurlar ve dolayısıyla bilgi verici olmadıklarını düşünürler. Buna karşılık, gençler radyo ve televizyondaki reklamlarından kaçınmaya yönelik daha fazla imkan tanıyan teknolojilerin kullanımına ve adaptasyonuna daha yakındır. Yüksek gelir grubuna ait demografik gruplar, dergide, gazetede ve televizyonda anlamlı bir şekilde reklamdan kaçınmaktadır. Bunun en temel sebepleri, zengin bireylerin daha fazla mecraya ulaşabilecek olanaklarının olması ve gene zengin bireylerin reklamdan kaçınmada kolaylık sağlayabilecek teknolojileri daha rahat elde edebilmeleridir (Speck ve Elliott 1997: 73). Genel olarak değerlendirildiğinde cinsiyet ve yaş mecralar arasında en belirgin demografik etkileri üretmektedirler. (Daha genç tüketiciler ve erkekler reklamdan daha yüksek olasılıkla kaçınmaktadırlar). Gelir de anlamlıdır fakat etkisinin yönü değişkendir. Medeni durum ve ırkın reklamdan kaçınmada etkisi anlamlı değildir (Speck ve Elliott 1997: 64). Yakın zamanda yapılan bir çalışmada RojasMendez, Davies ve Madran (2009) TV mecrasında reklamdan kaçınmanın mekanik ve dav- Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) ranışsal boyutlarını demografik değişkenler bazında incelemiştir. Yaptıkları çalışmada amaçları geçmiş çalışmalarda bulunan çelişkili sonuçların aksine reklamdan kaçınmayı tahmin edebilecek daha tutarlı demografik faktörler bulabilmektir. Bunun için İngiltere, Şili ve Türkiye’yi içine alan kültürler arası bir çalışma gerçekleştirmişlerdir. Buldukları belirgin sonuçlar arasında; erkeklerin daha fazla mekanik kaçınma biçimlerini tercih ederken, kadınların davranışsal kaçınma biçimlerini tercih ettiklerini, daha eğitimli insanların daha fazla davranışsal kaçınmada bulunduklarını, evde yaşayan kişi sayısının ve yaşın bazı ülkelerde TV reklamlarından kaçınmayı açıklarken bazılarında anlamsız olduğunu ve davranışsal kaçınmayı tahmin etmekte ülke farklılıklarının önemli olduğunu bulmuşlardır. b. Zaman Odaklılık Zaman odaklılık, bir insanın geçmişte, şu anda veya gelecekte yer alan belirgin bir zaman dilimine yoğunlaşması, ona önem addetmesi ve bunu tutarlı bir şekilde referans çerçevesi şeklinde kullanma eğilimi olarak ifade edilebilir. (Rojaz-Mendez ve Davies 2005: 35). RojazMendez ve Davies (2005) kişinin geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek odaklı olmasının, o kişinin belli bir nesne hakkındaki inanışlarını etkilediğini, bu inanışların da reklama yönelik genel bir tutum oluşturduğunu ve bu üç değişkenin ise reklamdan kaçınmayı etkilediğini savunmaktadır. Rojaz-Mendez ve Davies (2005) yaptıkları çalışmada geçmiş odaklılığın reklamın tüketimi tetiklediği hakkındaki inançlar ile pozitif ilişki içinde olduğunu, şimdiki zaman odaklılığın reklamın kişinin hayatında önemli bir rol oynadığına ilişkin inançlar ile pozitif ilişki içinde olduğunu ve gelecek odaklılığın reklamın kişinin hayatında pozitif rol oynadığına ilişkin inançlar ile pozitif ilişki içinde olduğunu destekler kanıtlar bulmuşlardır. c. Reklama Yönelik Tutum Reklama yönelik tutum araştırmalarının iki ana konusu vardır. Birincisi, bir reklama yönelik tutum (Aad), diğeri ise genel olarak reklama yönelik tutumdur. Bir reklama yönelik tutum (Aad), “belli bir reklam uyaranına, belli bir maruz kalma süresinde, olumlu ya da olumsuz anlamdaki tepkilerimizi içeren bir ön duruş” olarak tanımlanabilir (Lutz 1985: 46). Genel olarak reklama yönelik tutum ise “genel olarak reklama yönelik, süreklilik arz eden olumlu ya da olumsuz anlamdaki tepkilerimizi içeren öğrenilmiş bir ön duruş” olarak tanımlanabilir (Lutz 1985: 53). Genel olarak reklama yönelik tutum kavramının, bir reklama yönelik tutum (Aad) kavramından daha geniş bir kavram olduğu aşikardır. Aynı zamanda, Aad kavramının, spesifik bir reklama, özellikle belirgin bir araçtaki reklama maruz kalma ile ilgili olduğu anlaşılmalıdır. Aad, tüketicilerin genel olarak reklama yönelik tutumları ile ilişkili değildir (Lutz 1985: 46). Tersine, genel olarak reklama yönelik tutumlar bir medya konsepti olarak reklama yönelik genel tutumlar ile ilişkilidir. Bu çalışmada temel alınan tutum bir reklama yönelik tutum (Aad) kavramıdır. Televizyon ve gazetede yer alan reklamlara ilişkin izleyiciokuyucu-dinleyici tutumları, spesifik bir mecradaki reklama yönelik tutum olarak değerlendirilmelidir. Aad konusundaki ilk çalışmalar reklam içeriğini hatırlama, yardımsız hatırlama ve tanıma gibi tüketicilerin bilişsel bilgi süreçlerine odaklanmıştır. Daha sonraları bu alandaki çalışmalar, gerçek reklam uyaranına tüketicilerin verdiği duygusal tepkilerin etkilerini ve doğasını araştırmaya başlamışlardır (MacKenzie ve Lutz 1989: 48). Bu odaklanmayı takiben, bu alandaki çalışmalar Aad kavramına, reklamın marka tutumları ve satın alma eğilimleri üzerindeki etkilerinin bir aracısı olarak dikkatlerini vermişlerdir (Mitchell ve Olson 1981, Shimp, 1981). Aad kavramının reklama yönelik tepkiler için önemli bir aracı etkisi olduğu keşfedildikten sonra, araştırmacılar Aad nin içyapılarını araştırmaya başlamışlardır. Tüm bu çalışmalar içerisinde Lutz, MacKenzie ve Belch (1983), Lutz (1985), MacKenzie ve Lutz (1989), Aad nin etkilerinin doğasını anlamaya çalışmışlar ve Aad nin öncüllerini keşfetmişler, son olarak Aad nin bilişsel ve duygusal öncüllerini içeren kapsamlı bir kavramsal model geliştirmişlerdir. Lutz, MacKenzie ve Belch (1983) tarafından ortaya konan ve daha sonra Lutz (1985), tarafından geliştirilen modelin ana özellikleri şunlardır. (1) Aad ile ilişkili geçmiş modellerin organizasyonel çatılarının açık bir şekilde açıklanması, (2) marka tutumu gibi Aad nin de Ayrıntılı Olasılıklandırma Modelinde (Elaboration 9 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Likelihood Model-ELM) yer alan merkezi ve yan rotalar aracılığı ile açıklanabileceği savı, (3) Aad nin beş öncül değişkeni (reklam güvenilirliği, reklam algısı, reklam verene yönelik tutum, genel olarak reklama yönelik tutum ve duygusal durum) ile ilişkili olan nedensel yapılar hakkındaki tartışmalar. dir. Schlosser, Shavitt ve Kanfer (1999) bulguları internet reklamlarına yönelik tutumlardaki varyansın % 43’ünün reklam yararı faktörünce açıklandığını göstermektedir. Daha önemlisi, Ducoffe’nin (1996) sonuçlarına paralel olarak eğlence unsuru internet reklamlarına yönelik tutumların belirleyicisi konumundadır. Lutz (1985), Lutz, MacKenzie ve Belch’in (1983) modelini daha da genişletmiştir. Bu genişletme çalışması; her bir öncül değişken sınıfının tam bir tartışmasını, geçmiş çalışmalar ile bu çalışmanın ilişkisini, çeşitli öncül değişkenler arasındaki ilişkilerin göz önünde bulundurulmasını ve öncüller arasındaki ilişkileri değiştirmesi beklenen önemli aracı değişkenlerin belirlenmesini içermektedir. Brackett ve Carr (2001), Ducoffe’nin (1996) modelini geliştirmişler, yeni değişkenler olarak güvenilirlik ve demografik değişkenleri eklemişlerdir. Brackett ve Carr (2001), reklam değeri ile doğrudan ilişki içinde olan dört öncül tespit etmişlerdir (bilgi vericilik, eğlence, rahatsız edicilik, güvenilirlik). Ayrıca demografik değişkenlerin reklam değeri ile dolaylı bir ilişkisi olduğunu bulmuşlardır. Ek olarak, Brackett ve Carr (2001), bilgi vericilik, eğlence, güvenilirlik ve demografik değişkenlerin reklama yönelik tutum ile doğrudan ilişkisi olduğunu bulmuşlardır. Aad hakkında en son geliştirilen model, MacKenzie and Lutz (1989) tarafından sunulan modeldir ve Lutz (1985), Lutz, MacKenzie ve Belch (1983) tarafından ortaya konan önceki modeller ile çok benzerdir. Modeldeki temel düzenleme, reklam algısı üzerinde yapılmıştır. Geliştirilen modelde reklam algısının belirleyicileri; reklam uyaranın yapım karakteristikleri, genel olarak reklama yönelik tutum ve reklam verene yönelik tutum olarak tanımlanmıştır. Son yıllarda, yeni mecralarda yer alan reklamlara yönelik tüketici tutumları araştırılmaya başlanmıştır. Online reklamlara yönelik tutumları ölçmeye çalışan çoğu araştırma (Ducoffe 1996, Schlosser ve ark. 1999, Brackett ve Carr 2001, Wang ve ark. 2002), teorik çerçevelerini daha önce yapılan genel olarak reklama yönelik tutum araştırmalarından türetmişlerdir. Ducoffe (1996) önceki çalışmalarına dayandırdığı araştırmasında, algısal öncüller (eğlence, bilgi içeriği ve rahatsız edicilik), web reklamı değeri ve web reklamlarına yönelik tüketici tutumları arasındaki ilişkileri incelemiştir. Araştırmasında Ducoffe (1996) web reklamlarının genellikle bilgisel ve eğlendirici ve eğlendiricilikten çok bilgisel olduğunu bulmuştur. Schlosser, Shavitt ve Kanfer (1999), internet reklamlarına yönelik tutum (IA) ile birkaç inanç boyutu arasındaki ilişkileri incelemişler ve beş faktör tanımlamışlardır. Bunlar: Reklam yararı (Bilgilendirici, eğlendirici ve karar vermede kullanışlılık), küçük düşürücü durumlar, güven, fiyat algısı ve hukuksal düzenlemeler10 Wang ve ark. (2002) Ducoffe (1996) ve Brackett ve Carr’ın (2001) modellerine dayanan internet reklamlarına yönelik tutumlara ilişkin bir model önermişlerdir. Wang ve ark (2002) modelinin temel farklılığı, reklam değeri ile reklama yönelik tutumu ilişkilendirmemesidir. Ayrıca, Wang ve ark. (2002) internet ortamının biricik ve yeni karakteristiklerinden dolayı modellerine etkileşim ve güdüyü eklemişlerdir. d. İletişim Problemi Reklam tarafından yaratılan iletişim problemleri, reklamdan kaçınmayı da beraberinde getirebilir (Speck ve Elliott’un 1997). Shannon’un (1949) İletişimin Matematiksel Kuramı, (Bilgi Kuramı -information theory- olarak da bilinmektedir) iletişim sürecinde gürültünün rolünü açıklamaktadır. Kuramda gürültü, kaynağın sinyale eklemediği ancak bir şekilde sinyale eklenen herhangi bir şey olarak tanımlanmaktadır. Gürültü birçok şekilde oluşabilir. Bilgi kuramı terminolojisinde telefon, radyo, televizyon veya filmdeki sesin bozulması, televizyonda görüntünün bozulması ya da kesintiye uğraması gürültü olarak adlandırılabilir (Severin ve Tankard 2001: 53). Bu anlamda reklam belirgin bir gürültü kaynağıdır ve Speck ve Elliott (1997) reklamla alaka- Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) lı 3 tür iletişim probleminden söz eder. Reklamlar bir insanın medya içeriğini araştırmasını engelleyebilir (Search Hinderence), reklamlar medya içeriğine yoğunlaşan bir kişinin ilgisini dağıtabilir (Distract) ve reklamlar insanın medya içeriğine yönelme hevesini kırabilir (Disrupt). Reklamların sayısı, boyutu veya pozisyonu tercih edilen medya içeriğinin bulunmasını veya tanımlanmasını zorlaştırdığı zaman kişinin istediği medya içeriğini aramasını engeller. Örneğin bir televizyon kanalı reklam arasında iken, yayında olan TV programının ne olduğu bilinemez ve izleyici tarafından değerlendirilemez. Reklamlar, reklam dışı içerik ile karıştığında veya bu içeriği perdelediğinde medya kitlesinin ilgisini dağıtabilir. Bir televizyon programı esnasında ekranın alt kısmında akan bant ya da çerçeve reklamlar, izleyicilerin dikkatini çeker ve izleme deneyiminin kalitesini azaltır. Reklamlar, bir kişinin tercih ettiği medya içeriği okumasını, seyretmesini ve dinlemesini durdurma zorunda bırakıyorsa, bu kişinin arzu ettiği medya içeriğine maruz kalma hevesini tümden kırıyor demektir. Reklam araları medya kitlesinin izleme-okuma-dinleme hevesinin kırılmasının en belirgin örneğidir (Speck ve Elliott 1997: 65) Birçok insan reklam aralarının medya içeriğine maruz kalmaya yönelik heves kırıcı olduğunu iletmektedir. Özellikle bu durum medya içeriğine yönelik ilginin yüksek olduğu durumlarda daha da artmaktadır. Medya içeriğine maruz kalmaya yönelik hevesin veya istediğin kırılması basılı mecralarda daha azdır çünkü okuyucular reklama maruz kalma süresini kontrol edebilirler (Elliott ve Speck 1998: 31). Bazı iletişim problemleri medya sınıflarına göre değişiklik gösterebilir. Örneğin yayın medyasına yönelik reklamlar daha çok izleyicinin medya içeriğine maruz kalma hevesini kırarken, basılı reklamlar daha çok okuyucu kitlenin ilgisini dağıtabilirler. Hangi mecranın hangi iletişim problemine daha çok yol açacağı, farklı düzeylerde reklamdan kaçınmanın oluşmasına yol açabilir (Speck ve Elliott 1997: 65). İletişim problemlerine yönelik olarak 1997’de yaptıkları çalışmada Speck ve Elliott’un bulguları şu şekildedir; ortaya konan üç iletişim problemi reklam kaçınma düzeylerini arttırmakta ve üzerinde araştırma yapılan dört mecra için genellenebilir olma özelliğine sahiptir. Üç iletişim problemi reklamdan kaçınmayı mecralara göre değişen bir biçimde etkilemektedir. Aramayı engelleme, üzerinde araştırma yapılan dört mecradaki reklamdan kaçınmayı arttırmaktadır. Belirgin bir şekilde reklamlar, reklamla ilgisi olmayan içeriğin (gazete-dergi makaleleri, televizyon programları, radyo kanalları) bulunmasını daha zor hale getirmektedir. Medya içeriğine maruz kalmada hevesin kırılması sadece yayın medyasında yer alan reklamdan kaçınmayı anlamlı şekilde etkilemektedir. Yayın medyasını kullananlar reklam kesintilerinin zamanlaması ve uzunluğu üzerinde çok az bir kontrole sahiptirler. Normal izleme ve dinleme daha çok pasif bilişsel süreçler olduğu için, insanların reklamdan kaçınmak için geçici olarak aktif bir duruma geçmeleri gerekmektedir. Pasif durumdan aktif bilgi işleme sürecine geçiş insanları reklamdan kaçınma konusunda daha bilinçli veya uyanık hale getirmektedir. Buna karşılık basılı mecrada süreç çok daha aktiftir, maruz kalma daha gönüllü gerçekleşmektedir ve basılı reklamlar daha faydalıdır. Çalışmada, ilginin dağılma etkisi sadece radyoda etkin bir şekilde bulunmuştur. Radyoda etkinin bu şekilde ortaya çıkmasındaki temel sebepleri kanal değiştirme bedeli ve ilginlik düzeyi ile açıklanabilir. Radyoda kanal değiştirmek televizyona göre daha az düşünce ve bedel gerektiren bir eylemdir, çünkü insanlar radyolarında program içerikleri birbirine benzer kanallarını ayarlarlar. Bunun karşısında bir televizyon kanalını değiştirmek daha fazla düşünce gerektirir çünkü programın bir bölümünü kaçırma riski olabilir. Televizyon ile özdeşleşen kanal değiştirmenin yüksek bedeli, ilginin dağılma etkisi ile reklamdan kaçınma ilişkisini zayıflatmaktadır. Burada değinilmesi gereken diğer bir konu da radyo dinlemenin düşük ilginlikle alakalı bir durum olmasıdır. Reklamverenler radyoda reklamlara dikkati çekebilmek için yükselen ses, hızlı konuşma veya alışılmadık sesler gibi stratejilere başvururlar, bunun sonucunda radyoda reklam içeriği ile reklam dışı içerik arasındaki fark diğer mecralara göre daha büyük olmaktadır ve reklamların bu anlamda radyoda ilgi dağıtma etkisi daha fazla hissedilebilmektedir. Araştırmada basılı medyada reklamdan kaçınma ile ilginin dağılması arasında bir ilişki bulunma11 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 mıştır. Okuyucu okuduğu içeriğe odaklandığından ve aktif bir reklamdan kaçınma süreci devrede olduğundan, basılı mecrada haber metinlerine yakın reklamların bir problem yaratmadığını ya da ilginin dağılma etkisini ortaya çıkarmadığını düşünmek mümkündür (Speck ve Elliott 1997: 72-73). Elliot’un bulguları literatür ile paralellik göstermektedir, yani yoğun şekilde radyo ve televizyon kanalını izleyen ve dinleyen insanlar daha az kanal izleyen ve dinleyenlere göre daha fazla reklamdan kaçınacaklardır. Açıkça daha fazla seçeneği olanların reklamları atlamak veya kanal değiştirmek için daha fazla nedenleri olacaktır (Speck ve Elliott 1997: 73). e. Medya İle İlişkili Değişkenler f. Algılanan Reklam Kirliliği Speck ve Elliott (1997) yaptıkları çalışmada dört medya sınıfına (televizyon, radyo, dergi, gazete) yönelik karşılaştırılabilecek üç tane medya değişkeninden söz etmektedir. Bunlar; medya kullanım miktarı, bir mecraya yönelik tutum ve medya kullanım genişliğidir. Medya kullanım genişliği bir mecra içerisinde ne kadar çok çeşitte, sözgelimi televizyonda ne kadar çok kanala maruz kalındığının göreceli ifadesidir. Burada Speck ve Elliot’un (1997) üzerinde durduğu nokta reklamdan kaçınma eğiliminin veya isteğinin kişinin medyaya yönelik tutum ve deneyimine göre değişip değişmediğini anlamaktır. Speck ve Elliot’un (1997) aktardığına göre yapılan televizyon araştırmalarında reklamdan kaçınmanın medya kullanım miktarı ile ilişkili olmadığını ortaya koymaktadır, fakat Clancey (1994) yoğun televizyon kullanıcılarının reklam aralarında gözlerini ekrandan ayırmamaya daha eğilimli olduklarını vurgulamıştır. Yine Speck ve Elliot’un (1997) aktardığına göre yapılan çalışmalar reklamdan kaçınma ile bir mecraya yönelik tutum arasında anlamlı bir ilişki olmadığını ortaya koymaktadır. Son olarak reklamdan kaçınma ve medya kullanım genişliğini araştıran çalışmaların sonuçları incelendiğinde birçok radyo ve televizyon kanalına maruz kalan insanların, daha az radyo ve televizyon kanalına maruz kalan insanlara göre daha fazla kanal değiştirme eğilimi içerisinde olduğunu bulmuştur (Abernethy, 1991:70). Speck ve Elliott (1997) yaptıkları çalışmanın sonunda televizyonda reklamdan kaçınmayı açıklamada medya kullanım genişliğinin, gazetede ise mecraya yönelik tutumun anlamlı olduğunu bulmuştur. Ayrıca tüm mecralar karşılaştırıldığında en anlamlı değişken medya kullanım genişliğidir. Bu noktada Speck ve 12 Reklam kirliliği bir mecradaki reklamların yoğun tekrarı ve medya içeriğine maruz kalmada kesinti oluşturmasının bir ifadesidir. Reklam kirliliği üzerine yapılan önceki araştırmalar, reklam kirliliğini bir mecradaki reklamların düzeyi olarak tanımlamışlardır (Webb ve Ray 1979, Mord ve Gilson 1985, Brown ve Rothschild 1993). Elliott ve Speck (1998: 30) algılanan reklam kirliğini kişinin bir mecradaki reklamların miktarının fazla olması hakkındaki inancı olarak tanımlamaktadır. Elliott ve Speck’e (1998) göre reklam kirliliği değerlendirilirken, bir mecradaki reklam miktarı hem fazla olmalı hem de rahatsız edici olmalıdır. Reklamcıların inancına göre, reklam kirliliği ile etkilenmiş bir medya ortamında bulunmak reklamların daha az ilgi çekmesine neden olacaktır. Bunun birinci nedeni, tüketiciler reklamlardan rahatsızlık duyacaklar ve reklamdan kaçınacaklardır. İkinci olarak, sınırlı hafızaları nedeni ile eğer reklamlar belirgin zamanda çok fazla gösterilir ise hatırlama güçlüğü çekeceklerdir (Ha ve McCann 2008). Elliott ve Speck (1998) 946 tüketici üzerinde yaptıkları bir araştırmada reklam kirliğinin etkilerini incelemişlerdir. Araştırmalarında 6 mecrayı (Televizyon, radyo, dergi, gazete, sarı sayfalar ve doğrudan posta) baz almışlardır. Elliott ve Speck’in (1998) bulgularına göre televizyon ve doğrudan posta en yüksek reklam kirliliğine sahip mecra olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca algılanan reklam kirliliği tutumlar ile daha az ilişki içinde iken reklamdan kaçınma ile daha yüksek ilişki içerindedir. İspir ve Suher (2009) televizyon, gazete, mobil reklamcılık ve internet üzerine yaptıkları bir araştırmada, en yüksek algılanan reklam kirliğine sahip mecra olarak interneti, sonra sırası ile televizyon, mobil reklamcılık ve gazeteyi tespit Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) etmişlerdir. Ayrıca reklamdan kaçınma davranışı en çok internette daha sonra sırası ile mobil reklamlarda, televizyon ve gazetede ortaya çıkmaktadır. İspir ve Suher (2009) bulgularına göre reklam kirliliği reklamdan kaçınmayı etkileyen önemli bir değişkendir. g. Başkalarının Varlığı Belirgin durumsal değişkenler tüketici davranışını etkilemektedir. Belk (1975: 159) bu durumsal değişkenleri 5 başlık altında incelemektedir. Bunlar: coğrafik konumu, dekoru, sesi, ışığı, iklimlendirmeyi içeren fiziksel çevre; başkalarının varlığını, başkalarının kişiliğini, rollerini içeren sosyal çevre; günün belli saatinden yılın belli bir dönemine kadar genişleyebilen birimleri ve alışveriş için zamanın bulunmasını içeren geçici bakış açısı; özel durumlar için alışverişi içeren görev tanımı; anlık ruh halini (memnuniyetlik, düşmanlık, endişe gibi) ve anlık koşulları (elinde para bulundurmak, yorgunluk, hastalık gibi) içeren öncül durumlardır. Reklamdan kaçınmayı açıklayan değişkenler olarak psikolojik değişkenler çok az ele alınmıştır. West, Prendergast ve Cheung (2008) başkalarının varlığı ve algılanan zaman baskısı değişkenlerinin psikolojik değişkenler olarak kullanılabileceğini savunmaktadır. Başkalarının varlığı ve algılanan zaman baskısı pasif faktörler olarak değerlendirilebilir çünkü belirli derecede bu değişkenler izleyicinin kontrolünün dışındadır. Bu gibi pasif faktörler etkili ise tüketiciler reklamdan kendi istedikleri için kaçınmazlar ancak çevreleri onları reklamdan kaçınmaya zorlayabilir (West ve ark. 2008: 4). Başkalarının varlığı değişkeni, kişilerin reklama dikkat etmekten çok etrafındaki arkadaşları ya da ailesinin iletişime geçme niyetinin genel bir ölçümü olarak hizmet edebilir. Başkalarının varlığı değişkenin etkisi, kişinin çevresindeki diğer kişiler ile olan yakınlık derecesinden etkilenebilir. Teoride, arkadaşlara ya da aileye daha çok ilgi göstermek reklama gösterilecek ilgiden daha önceliklidir ve bu öncelik kişilerin neden reklamdan kaçındığının bir açıklaması olabilir (West ve ark. 2008: 4). Başkalarının varlığı, daha çok televizyonda reklamdan kaçınmada etkilidir. Çünkü basılı mecra daha çok odaklanma gerektirmektedir. Kişiler bir yandan gazete okurken diğer yandan yanındaki kişi ile konuşamazlar. Bu yüzden başkalarının varlığı basılı medya için geçerli bir değişken değildir (West ve ark. 2008: 4). Buradan hareketle West, Prendergast ve Cheung (2008) araştırmalarında radyo ve televizyonda reklamdan kaçınma için başkalarının varlığının anlamlı bir değişken olduğunu bulmuşlardır. 3. ÇALIŞMANIN AMACI Bu çalışmanın amacı reklam harcamalarına göre belirlenen iki ana mecrada (televizyon ve gazete) reklamdan kaçınmayı belirleyen değişkenlerin etkilerini tespit etmek ve bu etkilerin mecraya göre farklılaşıp farklılaşmadığını anlamaktır. Bu amaçtan hareketle aşağıdaki araştırma sorularının cevapları aranmıştır. a. Hangi mecra en yüksek reklamdan kaçınma düzeyine sahiptir? b. Reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler (demografik özellikler, zaman odaklılık, reklama yönelik tutum, iletişim problemi, medya ile ilişkili değişkenler, algılanan reklam kirliliği başkalarının varlığı) içinde hangisi en yüksek etkiye sahiptir? c. Reklamdan kaçınmayı belirleyen değişkenlerin etkileri mecralara göre değişmekte midir? 4. YÖNTEM Yukarıda belirlenen araştırma sorularının cevaplarını verebilmek için veri toplama aracı olarak yüz yüze anket yöntemi kullanılmıştır. Anket, Eskişehir ve İstanbul’da kolayda örnekleme yöntemi ile 600 kişiye uygulanmıştır. Anketler belli yerlerde katılımcılara verilmiş ve anketi cevaplamaları istenmiştir. 600 anketin tümü, anketin yapıldığı yerlerde geri toplanmıştır. Ancak, 73 anket hatalı ya da eksik cevaplandığından analiz dışında bırakılmıştır. Oluşturulan anket formunun ön testi Eskişehir Anadolu Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesinde 50’şer öğrencinin katılımı ile yapılmıştır. Ön test sonuçlarına göre anket formunda gerekli düzeltmeler yapılmıştır. Araştırmanın amacına uygun olarak bu çalışmada 7 bağımsız değişken (reklamdan kaçın13 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 mayı belirleyen değişkenler) ve bir bağımlı değişken (Reklamdan kaçınma) vardır. Bu yüzden anket formu bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ölçümünü içeren bölümlerden oluşmaktadır. a. Bağımsız Değişkenler Bağımsız değişken olarak ölçülen değişkenler şunlardır: Demografik özellikler, zaman odaklılık, reklama yönelik tutum, iletişim problemi, medya ile ilişkili değişkenler, algılanan reklam kirliliği, başkalarının varlığı. sayısı, medeni durum, çalışma durumu, eğitim verileri toplanmıştır. Cinsiyet, medeni durum ve çalışma durumu sınıflamalı, diğer demografik veriler oranlı ölçektedir. Zaman odaklılık değişkeni için 9 ifadeden oluşan Rojaz-Mendez ve Davies’in (2005) kullandığı 7’li Likert (7-kesinlikle katılıyorum, 1-kesinlikle katılmıyorum) ölçek kullanılmıştır. Ölçek, zaman odaklılığın 3 boyutunu (geçmiş, şimdiki zaman, gelecek) 3’er ifade ile ölçmektedir. Ölçeğin geçerliliği ve güvenilirliği için Faktör analizi yapılmıştır. Faktör analizi sonuçları Tablo 1’de görülmektedir. Demografik değişkenler olarak yaş, cinsiyet, ailenin toplam aylık geliri, evde yaşayan kişi Tablo 1. Zaman Odaklılığı Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları İfade 8 4 3 2 1 6 9 7 5 Faktörler Gelecek Odaklılık Gelecekte neler yapacağım hakkında düşünmeyi severim Son zamanlarda, gelecekte neler yapacağım hakkında daha sık düşünüyorum Başarı için geleceğe bakarım Şimdiki Zaman Odaklılık İçinde bulunduğum zamanda daha çok o anla ilgilenirim Bugün için yaşarım Şu anda ne olduğuna daha fazla dikkat vermek en iyisidir Geçmiş Odaklılık Kişinin aile geçmişini bilmesi önemlidir Çevremdeki yaşlı insanların eski günlerden konuşmalarını dinlemek hoşuma gider Geçmişte neler olduğunu anlamak çok önemlidir Öncelikle verinin faktör analizine uygunluğunu test edilmiştir. Kaiser-Meyer-Oklin değeri 0,64’dür. Kaiser-Meyer-Oklin değeri gerekli değer olan 0,60’ın üzerindedir. Barlet testi ise anlamlıdır. (X2=656,332, sd=36 p<0.05) (Tabachnick ve Fidell 2007). Ortak varyansı 0,40’ın altında olan ifade bulunmaktadır. 9 ifadenin tümü faktör analizinde yer almıştır. Faktör analizi sonucunda özdeğeri 1’in üzerinde olan 3 faktör bulunmuştur. Bulunan faktörler toplam varyansın sırası ile % 24,9, % 19,1 ve % 12,6’sını açıklamaktadır. Bu üç faktör 14 Ortalama Faktör Yükü 5,77 0,77 5,72 0,74 5,57 0,74 4,72 0,82 3,72 5,01 0,73 0,68 5,94 5,39 0,74 0,68 5,75 Özdeğer % Varyans Alpha 2,238 24,9 0,65 1,719 19,1 0,60 1,126 12,6 0,52 0,68 toplam varyansın % 56,5ini açıklamaktadır. Bu faktörler orijinal ölçekteki gelecek odaklılık, geçmiş odaklılık ve şimdiki zaman odaklılık faktörleri ile birebir örtüşmektedir. Güvenilirlik testi için hesaplanan Cronbach’s Alpha değerleri 0,52 ile 0,65 arasında değişmekte ve kabul edilebilir oranlardadır. Reklama yönelik tutumun (Aad) ölçümü için 5 olumlu (ilgi çekici, eğlenceli, bilgilendirici, inandırıcı, kullanışlı) 2 olumsuz (öfkelendirici, zaman kaybı) ifade kullanılmıştır. Ölçüm için Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) 7’li Likert ölçek kullanılmıştır. (7-ilgi çekici, 1ilgi çekici değil). televizyon hem de gazete için katılımcıların genel tutumları sorulmuştur. İçeriği araştırmanın engellenmesi (Search Hinderence), ilginin dağılması (Distract) ve medya içeriğine yönelme hevesinin kırılması (Disrupt) iletişim problemini oluşturmaktadır. Her bir mecra için (televizyon ve gazete) bu iletişim problemlerine yönelik Speck ve Elliott’un (1997) çalışmasında kullandığı senaryolar 7’li Likert ölçek kullanılarak bu çalışmaya uyarlanmıştır. Algılanan reklam kirliği için hem miktar hem de miktarın rahatsız edici olması sorgulanmıştır (Elliott ve Speck 1998). Algılanan reklam miktarını için 7’li Likert ölçek kullanılmıştır. (TV’deki /gazetedeki reklam miktarı haddinden fazladır/ haddinden fazla değildir). Rahatsız edicilik için algılanan reklam miktarının rahatsız ediciliği 7’li Likert ölçek ile sorgulanmıştır. (TV’deki/ gazetedeki reklam miktarı rahatsız edicidir/rahatsız edici değildir). Algılanan reklam kirliğini tespit etmek için bu iki değişkene verilen cevaplar birbiri ile çarpılmıştır (Elliott ve Speck 1998: 33). Buna göre algılanan reklam kirliliği değişkeni 1 ile 49 arasında bir değer alacaktır. Yüksek değer yüksek reklam kirliğine işaret edecektir. İçeriği araştırmanın engellenmesi için “televizyonda izleyecek bir şeyler ararken reklam kuşağı yayınlanan programın ne olduğunu anlamamı zorlaştırır/zorlaştırmaz” “bir gazete birkaç tam sayfa reklam ya da reklam ekleri içeriyorsa, bu reklam malzemeleri gazeteyi okumamı zorlaştırır/zorlaştırmaz” senaryoları kullanılmıştır. İlginin dağılması için “TV izlerken ekranın altında çıkan reklam bantları ya da sanal reklamlar izlediğim programa olan ilgimi dağıtır/dağıtmaz”, “gazetede okuduğum yazı reklamlar ile çevrelendiğinde bu durum okuduğum yazıya olan ilgili dağıtır/dağıtmaz” senaryoları kullanılmıştır. Medya içeriğine yönelme hevesinin kırılması için “televizyon izlerken verilen reklam araları TV izleme hevesimi kırar/kırmaz”, “gazete okurken sayfaların büyük bölümünün reklam içermesi okuma hevesimi kırar/kırmaz” senaryoları kullanılmıştır. Medya ile ilişkili değişkenleri medya kullanım miktarı, bir mecraya yönelik tutum ve medya kullanım genişliği oluşturmaktadır. Medya kullanımda katılımcıların günde ortalama kaç saat TV izledikleri ve haftada ortalama kaç gün gazete okudukları verisi toplanmıştır. Medya kullanım genişliğinde kişilerin her bir mecrada farklı alternatifleri kullanım durumları 7’li Likert ölçek ile toplanmıştır. (7-kesinlikle katılıyorum, 1-Kesinlikle katılmıyorum) sorgulanmıştır. Televizyon için pek çok farklı televizyon kanalını izleme ve gazete için pek çok farklı gazete okuma durumları sorgulanmıştır. Bir mecraya yönelik tutum için katılımcılar mecraya yönelik genel tutumları sorulmuştur. 7’li Likert ölçek ile (7-olumlu, 1-olumsuz) hem Başkalarının varlığı sadece televizyon için geçerli bir faktördür. Başkalarının varlığı değişkenin ölçümü bir senaryo oluşturulmuştur. (Ailem ya da arkadaşlarım ile TV izlerken reklam araları onlar ile konuşmak için bir fırsattır/bir fırsat değildir). 7’li Likert ölçek kullanılmıştır. b. Bağımlı Değişken Her bir mecra için reklamdan kaçınma üç tür kaçınmanın birleştirilmesi ile operasyonelleştirilmiştir. Bunlar reklamları görmezden gelmek (ignoring ads), reklam içeren sayfayı çevirmek veya kanalı değiştirmek (flipping past ads) ve reklamları elemektir (eliminating ads) (Speck ve Eliot 1997: 67-68). Görmezden gelmek, insanların bir reklama maruz kaldıkları zaman başka şeylerle ilgilendiklerinde meydana gelir. Yayın medyasında insanlar konuşma veya yemek yeme gibi izleme dışındaki başka aktivitelere yoğunlaşmaktadırlar. Bu anlamda tüm reklam kuşağını görmezden gelebilirler, mecrada dolaşırlar ve reklam kuşağı bitince tekrardan dikkatlerini ilgilendikleri içeriğe verirler. Basılı medyada, insanlar mecradaki başka içeriklerle ilgilenirler. Reklamları görmezden gelmeyi ölçmek için şu sorular sorulmuştur; Televizyon mecrası için “Reklam kuşağı başladığında görmezden gelirim, dikkatimi vermem”, “Reklam süresince TV’nin sesini kısarım”, Gazete mecrası için “Çoğunluğu reklam içeren gazete sayfalarına şöyle bir bakarım, okumam” ve “Gazete rek- 15 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 lamlarını görmezden gelirim” (Speck ve Eliot 1997: 67). Aynı zamanda reklamdan kaçınma, kişinin mecrada diğer içerikleri ararken reklamları atlaması veya geçmesi şeklinde de olabilir. Medya içeriğini arama esnasında kişiler birçok reklamı sayfaları çevirerek veya kanalları değiştirerek geçer. Reklamların atlanmasını ölçmek için şu sorular sorulmuştur; Televizyon mecrası için “İzleyecek program ararken reklam olan kanalları atlarım”, gazete mecrası için “Çoğunluğu reklam içeren gazete bölümlerini atlarım, okumam” (Speck ve Eliot 1997: 68). Reklamları elemek, onları atlayarak geçme davranışına göre çok daha fazla düşünce ve bilinç gerektirmektedir. Reklamları atlamanın temel güdüleyicisi araştırma iken, reklamların elenmesindeki temel güdüleyici kaçınmadır. Yayın medyasında reklamın elenmesi daha çok kanalların değiştirilmesi ile ilgiliyken, basılı medyada kişinin mecrayı kullanmasını engelleyen reklam eklerinin veya reklam olan bölümlerin elenmesini kapsamaktadır. Kanal değiştirmek veya bir ekin ortadan kaldırılması birbiriyle karşılaştırılabilir olmasa bile, her iki durumda tüketiciler belirli reklamları algı alanlarından kaldırmak için belli eylemler içerisine girerler. Reklamların elenmesini ölçmek için şu sorular sorulmuştur; Televizyon mecrası için “Reklamlar süresince TV kanalını değiştiririm (zaplarım)”, gazete mecrası için “Bir gazeteyi okumadan önce reklam eklerini atarım” (Speck ve Eliot 1997: 68). Tüm reklamdan kaçınma ölçekleri 7’li Likert ölçeğindedir. (7-Her zaman, 1-Hiçbir zaman). Ölçeklerin güvenirlilik değerleri televizyon için 0,82, gazete için 0,88’dir. İfadeler arası korelasyon değerleri televizyon için anlamlı ve 0,29 ile 0,65 arasında, gazete için anlamlı ve 0,58 ile 0,75 arasındadır. Bu verilere göre 9 ifadeden oluşan ifadeler içsel tutarlılık göstermektedir, dolayısıyla ilgili mecrayı ölçen ifadelerin hepsinin genel ortalaması alınarak reklamdan kaçınma değişkeni regresyon analizine sokulmuştur Bu çalışmada veri analizi için hiyerarşik regresyon kullanılmıştır. Hiyerarşik regresyon genellikle açıklayıcı bir yaklaşım için kullanılmaktadır. Hiyerarşik regresyonun bu çalış16 mada kullanılma amacı her bir mecrada reklamdan kaçınmayı etkileyen en kuvvetli bağımsız değişkenin bulunmasıdır. Bu yaklaşımda bağımlı değişkeni en iyi açıklayan modeli belirlemek için, bağımsız değişkenler regresyon eşitliğine belirli bir sırada tek tek sokulur. Bu şekilde, toplam etkiler tarafından üretilen değişimin (varyansın) bulunması mümkündür (Keith 2005: 84) Hiyerarşik regresyon süreci televizyon için yedi basamakta gazete için altı basamakta tamamlanmıştır ve her bir mecra (televizyon ve gazete) için ayrı regresyon analizleri uygulanmıştır. Regresyon analizinin ilk basamağında demografik özellikler, bunun ardından zaman odaklılık, medya ile ilgili değişkenler, reklama yönelik tutumlar, iletişim problemleri, algılanan reklam kirliliği ve son olarak da başkalarının varlığı değişkenleri sırasıyla hiyerarşik regresyon analizine sokulmuştur. Hiyerarşik regresyonda bağımsız değişkenlerin analize sokuluş sırası oldukça önemlidir. Ortak kabul edilen ve savunulması kolay bir çözüm değişkenlerin önceden varsayılan ya da yaşanılan zaman içindeki öncelikli oluşum sırasıdır (Keith 2005: 81). Speck ve Elliott (1997) reklamdan kaçınmayı farklı mecralarda açıklamak için yaptıkları hiyerarşik regresyon analizinde demografik özellikleri ilk sırada, bunun arkasından sırasıyla medya ile ilişkili değişkenleri, reklama yönelik algılar ve en sonunda da reklamla ilgili iletişim problemlerini analize sokmuşlardır. Speck ve Eliott’a (2007: 68) göre bağımsız değişkenlerin regresyon analizine bu şekilde sokulmasının arkasındaki mantık; deneklerin genel özelliklerinden başlayarak, reklam ve sonuçlarına yönelik belirli inanış durumlarına doğru hareket etmektir, başka bir deyişle bağımsız değişkenlere yönelik genelden özele doğru bir sıralama stratejisi uygulanmıştır. Ayrıca bu sıralama taktiği yeni bağımsız değişkenlerin daha yerleşmiş bağımsız değişkenlerin reklamdan kaçınmada açıklayamadıkları varyansı ne ölçüde açıklayıp açıklamadığını göstermektedir. Bu anlamda bakıldığında yapılan analizlerde Speck ve Elliot’un (1997) bağımsız değişkenleri analize sokma mantığı benimsenmiş ve sıralama bu mantığa göre yapılmıştır. Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) Bu çalışmada kullanılan demografik değişkenlerden bazıları sınıflamalı ölçüm düzeyindedir. Bu çalışmada kullanılan sınıflamalı ölçüm düzeyindeki demografik değişkenler cinsiyet, medeni durum ve çalışma durumu’dur. Regresyon analizlerinde sürekli ve kategorik değişkenlerin birlikte kullanılması mümkündür. Kategorik ölçüm düzeyinde olan bir değişken, 1 ve 0 şeklinde kodlanmış kukla değişkenler yardımıyla ikili kategorik değişken setlerine dönüştürülerek kullanılabilir (Tabachnick ve Fidel 2007: 119). Her bir kukla değişken metrik olmayan bağımsız değişkenlerin bir kategorisini temsil eder ve “k” sayısındaki kategoriye sahip herhangi metrik olamayan bir değişken “k-1” sayısında bir kukla değişken tarafından temsil edilebilir (Hair ve ark. 2009: 177). Örneğin, eğer metrik olmayan bir değişkenin 6 kategorisi varsa, bu değişken 5 kukla değişken ile temsil edilebilir. Buna göre çalışmada cinsiyet değişkeni için “erkek” kategorisi, medeni durum için “evli” kategorisi ve çalışma durumu içinse “hayır” kategorisi 0 olarak kodlanmıştır. Kukla değişkeleri kodlama sürecinde, her bir kategorik değişkenden bir kategori veya nitelik referans grubu olarak seçilmektedir (görmezden gelinen grup her zaman 0 değerini alır). Referans grupların seçiminde bazı kurallar vardır. Öncelikle, referans grubu kolay karşılaştırılabilir olmalıdır, ikinci olarak, sonuçların açık bir şekilde yorumlanabilmesi için, referans grubu mantıklı bir şekilde tanımlanmalıdır ve “diğer” gibi artık verilerin biriktiği bir kategori olmamalıdır. Üçüncü olarak, referans grubun diğer gruplarla karşılaştırıldığında örneklem boyutları küçük olmamalıdır. (Cohen ve ark. 2003: 304). Yukarıda değinilen değişkenlere yönelik referans grupları seçilirken bu noktalara dikkat edilmiştir. 5. BULGULAR Katılımcıların yaş ortalaması 30,5’dir. % 56,2’si kadın, % 43,8’i erkektir. Katılımcıların ayılık ortalama geliri 3754,95 TL’dir. Katılımcıların hanelerinde ortalama 3,2 kişi yaşamaktadır. % 34,3’ü evli % 65,7’si bekardır. Katılımcıların % 78,6’sı son bir ay içinde herhangi bir işte çalışmışlardır. Katılımcıların eğitime ayırdıkları sürenin ortalaması 15 yıldır. Katı- lımcıların demografik değişkenlerine ilişkin bilgiler Tablo 2’de görülmektedir. Tablo 2. Demografik Değişkenlerin Tanımlayıcı İstatistikleri N=527 Yaş Cinsiyet Toplam Aylık Aile Geliri Eğitim (Eğitimde Geçirilen Süre) Medeni Durum Son bir yıl içinde çalışma durumu Evde Yaşayan Kişi Sayısı Kategoriler <= 20 21 - 30 31 - 40 41 - 50 51 - 60 61 - 70 71+ Kadın Erkek 501 - 2500 2501 - 5500 5501 - 10500 10501 -15500 15501+ <= 5 6 - 10 11 - 15 16 - 20 21 - 25 26+ Evli Bekar Evet Hayır f 28 305 117 54 17 4 2 296 231 222 223 70 9 3 13 36 234 213 27 4 181 346 414 113 % 5,31 57,87 22,20 10,25 3,23 0,76 0,38 56,17 43,83 42,13 42,31 13,28 1,71 0,57 2,47 6,83 44,40 40,42 5,12 0,76 34,35 65,65 78,56 21,44 <= 2 3-4 5-6 7+ 154 299 66 8 29,22 56,74 12,52 1,52 Tablo 3. Mecralara Göre Reklamdan Kaçınma Mecra Kaçınma Türü Televizyon Reklamdan Kaçınma Gazete Görmezden Gelmek Ortalama S. Sapma 4,80 1,33 4,46 1,58 Kanal Değiştirmek 5,66 1,56 Reklamları Elemek 4,71 1,50 Reklamdan Kaçınma 4,21 1,57 Görmezden gelmek 4,28 1,57 Sayfa Çevirmek 5,66 1,56 Reklamları Elemek 5,66 1,56 7-her zaman, 1-hiçbir zaman 17 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Tablo 3, mecra türlerine göre reklamdan kaçınma davranışını göstermektedir. Buna göre en yüksek reklamdan kaçınma televizyonda olmaktadır. Kaçınma türleri açısından ise televizyonda en çok kanal değiştirme kullanılmaktadır. Gazeteye bakıldığında ise benzer şeklide sayfayı çevirmek en çok kullanılan kaçınma türüdür. Diğer kaçınma türlerinin kullanımı da yüksek düzeydedir. Televizyon ve gazetede reklamdan kaçınma ortalamaları arasındaki fark istatistiki olarak anlamlıdır (t=6,575, sd=1025,539, p<0,000). Tablo 4. Bağımsız Değişkenlerin Tanımlayıcı İstatistikleri Televizyon Ortalama S. Sapma Medya İle İlişkili Değişkenlera Medya Kullanımı * Medya Kullanım Genişliği* Tutum Reklama Yönelik Tutum (Aad) b İlgi Çekici* Eğlendirici* Bilgilendirici* İnandırıcı* Kullanışlı* Öfkelendirici* Zaman Kaybı* İletişim Problemi c Aramanın Engellenmesi* İlginin Dağılması* Hevesin Kırılması* Algılanan Reklam Kirliliği d* Başkalarının Varlığı e ** Ortalama Gazete S. Sapma 2,77 5,13 5,00 1,61 1,92 1,68 5,34 4,28 5,73 1,91 2,02 1,31 4,60 4,21 3,86 3,06 3,31 3,26 4,09 1,68 1,62 1,72 1,60 1,52 1,73 1,92 4,10 3,26 4,43 3,68 3,71 2,71 3,26 1,70 1,63 1,65 1,60 1,60 1,65 1,82 4,47 2,11 4,98 2,00 5,24 1,82 34,45 14,78 4,51 2,10 Ortalama 3,88 4,16 4,08 20,07 2,15 1,94 2,06 13,98 Ölçülmedi S.Sapma Zaman Odaklılık f Geçmiş*** Şimdiki Zaman*** Gelecek*** 5,70 4,48 5,68 1,04 1,22 1,10 a Medya kullanımı televizyon için günlük ortalama izleme saati, gazete için ortalama haftada kaç gün okunduğu, medya kullanım genişliği birden çok alternatifi kullanma, 7-kesinlikle katılıyorum, 1- kesinlikle katılmıyorum, Tutum 7-olumlu, 1- olumsuz b Olumlu ifadeler için 7-olumlu 1- olumsuz, olumsuz ifadeler için 7-olumsuz 1-olumlu c 7 ile 1 arasında değişmekte. 7 daha fazla iletişim problemi 1 daha az iletişim problemi d 1 ile 49 arasında değişmekte. Yüksek değer yüksek kirliliği ifade eder. e 7-fırsattır, 1- fırsat değildir. f 7-kesinlikle katılıyorum, 1-kesinlikle katılmıyorum, gazete, televizyon ayrımı yoktur * p<0,05 Bağımsız örneklem t-testi. ** p<0,05 Tek örneklem t-test ***p<0,05 Anova testi, Geçmiş ve gelecek zaman, şimdiki zamandan farklılaşmakta. Belli bir mecraya yönelik tutum açısından katılımcılar gazeteye yönelik daha olumlu tutuma sahiplerdir. Medya kullanım genişliği açısından bakıldığında ise, katılımcılar gazete- 18 ye oranla televizyonda daha fazla farklı araca maruz kalmaktadırlar. Reklama yönelik tutum açısından, katılımcılar televizyon reklamları daha eğlendirici, gazete reklamlarını daha bil- Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) gilendirici ve televizyon reklamlarını daha çok zaman kaybı olarak görmektedirler. Katılımcılar gazete reklamlarına karşı daha az öfkelenmektedirler. İletişim problemi televizyonda daha çok hissedilmektedir. Televizyonda algılanan reklam kirliliği gazeteye oranla daha fazladır. Katılımcılar şimdiki zamandan daha çok geçmiş ve gelecek ile daha çok ilgilidirler (Tablo 4). Hiyerarşik regresyon sonuçları Tablo 5’de verilen değişken gruplarının toplam ve her adımdaki varyans değişimini tahmin etmek için kullanılmaktadır. Tüm bağımsız değişkenler için son adımdaki Beta değerleri tabloda verilmiştir. ANOVA sonuçlarına göre tüm regresyon modelleri istatistiki olarak anlamlıdır. Adım 1: Demografik değişkenlerin açıkladığı varyans televizyon ve gazete için % 4’dür. Demografik değişkenler içinde televizyon için yaş ve eğitim, gazete için yaş ve gelir anlamlı değişkenlerdir. Televizyon ve gazetede yaşlı insanlar, genç katılımcılara göre daha fazla olasılıkla reklamlardan kaçınma davranışı sergilemektedirler (Televizyon için β=0,09, p<0,05, gazete için β=0,12, p<0,05). Televizyonda düşük eğitimliler daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=-0,11, p<0,05). Gazetede düşük gelir grubundakiler daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=-0,11, p<0,05). Adım 2: Zaman odaklılık televizyon için anlamlı bir değişken değildir. Gazetede ise şimdiki zaman odaklı olmak anlamlı bir değişken olarak bulunmuştur. Şimdiki zaman odaklı olanlar daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=0,09, p<0,05). 2. Adım sonunda açıklanan varyans televizyon için % 5’dir ve R2 değişimi 0,009, gazete için %2 ve R2 değişimi 0,056’dır. Zaman odaklılık, televizyonda gazeteye oranda daha fazla varyans değişimine sahiptir. Adım 3: Bu adımda medya ile ilişkili değişkenler regresyona sokulmuştur. Medya ile ilişkili değişkenler gazete için anlamlı değişkenler değildir. Televizyonda ise tutum anlamlı bir değişken olarak gözükmektedir. Televizyona yönelik olumlu tutuma sahip katılımcılar daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=0,11, p<0,05). 3. Adım sonunda açıklanan varyans televizyon için % 7 ve R2 değişimi 0,021, gazete için % 7 ve R2 değişimi 0,011’dir. Adım 4: Bu adımda reklama yönelik tutum değişkeni regresyona sokulmuştur. Reklama yönelik tutum değişkenleri içinde sadece zaman kaybı hem televizyon, hem de gazete için anlamlı bir değişkendir. Reklamın zaman kaybı olduğunu düşünenler daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (Televizyon için β=0,21, p<0,05, gazete için β=0,12, p<0,05). 4. Adım sonunda açıklanan varyans televizyon için % 29 ve R2 değişimi 0,211, gazete için % 14 ve R2 değişimi 0,068’dir. Adım 5: Beşinci adımda iletişim problemi değişkenleri regresyona sokulmuştur. İletişim problemi değişkenlerinden hevesin kırılması televizyon için anlamlı bir değişkendir. İzleme hevesi kırılan izleyiciler daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=0,17, p<0,05). Gazetede ise ilginin dağılması ve hevesin kırılması anlamlı değişkenlerdir. İlgisi dağılan (β=0,13, p<0,05) ve okuma hevesi kırılan (β=0,10, p<0,05) okuyucular daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar. 5. Adım sonunda açıklanan varyans televizyon için % 38 ve R2 değişimi 0,091, gazete için % 19 ve R2 değişimi 0,056’dır. Adım 6: Altıncı adımda algılanan reklam kirliliği regresyona sokulmuştur. Her iki mecra içinde algılanan reklam kirliliği anlamlı bir değişkendir. Algılanan reklam kirliliği arttıkça, reklamdan kaçınma daha olası hale gelmektedir (Televizyon için β=0,30, p<0,05, gazete için β=0,12, p<0,05). 6. Adım sonunda açıklanan varyans televizyon için % 44 ve R2 değişimi 0,064, gazete için % 20 ve R2 değişimi 0,010’dur. Adım 7: Yedinci adımda başkalarının varlığı regrasyona sokulmuştur. Daha önce belirtildiği üzere başkalarının varlığı sadece televizyon için geçerli bir değişkendir. Başkalarının varlığı anlamlı bir değişkendir. Ortamda başkaları var ise reklamdan kaçınma daha olası olmaktadır (β=7,31, p<0,05). 7. Adım sonrası açıklanan varyans televizyon için % 45 ve R2 değişimi 0,009 olmuştur. 19 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Tablo 5. Hiyerarşik Regresyon Sonuçları R2 Demografik değişkenler Yaş Cinsiyet (kadın) Medeni Durum (Evli) Çalışma Durumu (Çalışan) Ailenin Aylık Ortalama Geliri Evde Yaşayan Kişi Sayısı Eğitim Adım 1 sonrası R2 Zaman Odaklılık Geçmiş Şimdiki Zaman Gelecek Adım 2 sonrası R2 R2 değişimi Medya İle İlişkili Değişkenler Medya Kullanımı Medya Kullanım Genişliği Tutum Adım 3 sonrası R2 R2 değişimi Reklama Yönelik Tutum (Aad) İlgi Çekici Eğlendirici Bilgilendirici İnandırıcı Kullanışlı Öfkelendirici Zaman Kaybı Adım 4 sonrası R2 R2 değişimi İletişim Problemi Aramanın Engellenmesi İlginin Dağılması Hevesin Kırılması Adım 5 sonrası R2 R2 değişimi Algılanan Reklam Kirliliği Adım 6 sonrası R2 R2 değişimi Başkalarının Varlığı Adım 7 sonrası R2 R2 değişimi Televizyon Beta R2 0,09* 0,02 0,01 0,06 -0,06 -0,02 -0,11* 0,044 0,12* -0,05 -0,07 0,05 -0,11* 0,00 -0,04 0,036 0,02 -0,03 -0,06 0,053 0,009 0,01 0,09* -0,08 0,056 0,020 -0,05 0,06 0,11* 0,074 0,021 -0,02 0,00 -0,01 0,067 0,011 -0,08 -0,05 0,03 0,03 -0,09 0,03 0,21* 0,285 0,211 -0,04 -0,04 -0,07 0,02 0,03 0,01 0,12* 0,135 0,068 0,04 0,03 0,17* 0,376 0,091 0,06 0,13* 0,10* 0,191 0,056 0,30* 0,440 0,064 7,31* 0,12* 0,200 0,010 Ölçülmedi 0,449 0,009 *p<0,05; Bağımlı değişken: Reklamdan Kaçınma 20 Gazete Beta Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) Sonuç olarak, televizyon için 7 bağımsız değişken televizyonda reklamdan kaçınmanın % 45’ini açıklamaktadır. Gazete için 6 bağımsız değişken gazetede reklamdan kaçınmanın % 20’sini açıklamaktadır. Bağımsız değişkenler için en yüksek R2 değişimine yol açan değişken reklama yönelik tutum değişkenidir. Daha sonra iletişim problemi gelmektedir. Reklam kirliliği değişkeni televizyon için üçüncü sırada gelen değişkendir. Reklam kirliği gazete için beşinci sıradadır. Medya ile ilişkili değişkenler her iki mecra için dördüncü sıradadır. Başkalarının varlığı televizyonda reklamdan kaçınmada açıklanan varyansa en az katkıyı yapan değişkendir. SONUÇ Literatüre paralel olarak reklamdan kaçınma en çok televizyonda ortaya çıkmaktadır. Televizyondaki reklamdan kaçınma gazetedeki reklamdan kaçınma davranışından anlamlı şekilde farklılaşmaktadır. Teknolojik gelişmeler televizyonda reklamdan kaçınmayı daha kolay hale getirmektedir. Ayrıca kanal sayısının artması beraberinde izleme alternatiflerinin artmasını bu da kanal değiştirme yolu ile reklamdan kaçınmayı tetiklemektedir. Speck ve Elliot (1997) ve Rojas-Mendez, Davies ve Madran (2009) reklama yönelik tutumların anlamlı değişimler gösterdiğini bulmuşladır. Özellikle Speck ve Elliot (1997) basılı medya ile yayın medyası arasında anlamlı farklıklar bulmuştur. Bu çalışmada ise reklama yönelik tutum grup olarak yüksek varyans değişimine neden olurken sadece zaman kaybı anlamlı bir farklılık göstermektedir. Reklama yönelik tutumlar incelendiğinde insanlar televizyondaki reklamları daha eğlenceli olarak değerlendirirken gazete reklamlarını daha bilgilendirici görmektedirler. İletişim problemleri açısından bakıldığında Speck ve Elliot’ın (1997) çalışmasından farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Hevesin kırılması bu çalışmada her iki mecra için de anlamlı bir değişken olarak öne çıkmaktadır. Aramanın engellenmesi, Speck ve Elliot’ın (1997) çalışmasından farklı olarak bu çalışmada anlamlı bir değişken değildir. Ayrıca Speck ve Elliot’dan (1997) farklı olarak gazetede ilginin dağılması bu çalışmada anlamlı bir değişken olarak öne çıkmaktadır. Hevesin kırılmasına ilişkin sonuçlar İspir ve Suher’in (2009) bulguları ile de paralellik göstermektedir. Demografik değişkenler açısından bu çalışma literatüre benzer sonuçlar elde etmiştir. Speck ve Elliot (1997) basılı ve yayın medyasında yaş (televizyonda negatif) ve geliri anlamlı bulurken, Rojas-Mendez, Davies ve Madran (2009) televizyondaki reklamlara yönelik kaçınmada cinsiyet, yaş (negatif) ve eğitimi anlamlı bulmuştur. Bu çalışmada ise televizyon için yaş ve eğitim, gazete için yaş ve gelir anlamlı sonuçlar üretmiştir. Bu açıdan bakıldığında reklamdan kaçınma için demografik değişkenler arasında öne çıkan değişkenler yaş, gelir ve eğitimdir. Grup olarak bakıldığında demografik değişkenler reklamdan kaçınmada en az açıklayıcılığa sahip değişkenlerdir. Speck ve Elliot (1997) ve Rojas-Mendez, Davies ve Madran (2009) benzer sonuca ulaşmışlardır. Medya ile ilişkili değişkenler Speck ve Elliot’un (1997) çalışmasından farklı sonuçlar üretmiştir. Speck ve Elliot (1997) medya kullanım genişliğini anlamlı bir değişken olarak bulurken, bu çalışmada mecraya yönelik tutum sadece televizyon için ön plana çıkmaktadır. Speck ve Elliot’un (1997) çalışmasından farklı olarak çalışmada algılanın reklam kirliliği, zaman odaklılık ve başkalarının varlığı değişkenleri reklamdan kaçınmayı etkileyen yeni değişkenler olarak incelenmiştir. Bu çalışmanın önemli sonuçlarından birisi algılanan reklam kirliliğinin her iki mecra içinde anlamlı sonuçlar üretmesidir. Ayrıca televizyon için başkalarının varlığı reklamdan kaçınma için anlamlı bir değişkendir. West, Prendergast ve Cheung’in (2008) belirttiği gibi arkadaşlara ya da aileye daha çok ilgi göstermek reklama gösterilecek ilgiden daha öncelikli olarak görülmektedir. Algılanan reklam kirliliği de İspir ve Suher’in (2009) çalışması ile paralellik göstermektedir. İspir ve Suher (2009) reklam kirliliğinin reklamdan kaçınmayı etkilen anlamlı ve etkin bir değişken olarak bulmuşlardır. Bu çalışmanın çeşitli sınırlıkları vardır. Öncelikle bu çalışma için seçilen örneklem yöntemi kolayda örnekleme yönetimidir. Kolayda örnekleme yöntemini tesadüfi olmayan örneklem yöntemi olduğundan genellenebilme problemi vardır. İkinci olarak mecra sayısının televizyon ve gazete ile sınırlı tutulmasıdır. 21 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Özellikle reklam kirliliği ve başkalarının varlığının mecra türünün çeşitlendirilerek daha derinlemesine test edilmesi gerekmektedir. Ayrıca internet, mobil uygulamalar gibi yeni mecraların incelemeye dahil edilmesi gerekmektedir. Özellikle gazete için reklamdan kaçınmayı açıklamak için kullanılan 6 değişkenin açıkladığı varyans oranı % 20’dir. Bu açıdan halen gazete için reklamdan kaçınmayı etkileyen daha farklı değişkenlerin olduğu ortadadır. Bu farklı değişkenlerin incelendiği daha ileri araştırmalara ihtiyaç vardır. KAYNAKLAR Abernethy A M (1991) Television Exposure: Programs vs. Advertising Current Issues and Research in Advertising. 13 (Spring), 61-78. Ducoffe R H (1996) Advertising Value and Advertising on The Web, Journal of Advertising Research, 36(5), 21-35. Eastman S T ve Newton G D (1995) Delineating Grazing: Observation of Remote Control Use. Journal of Communication, 45 (Winter), 77-95. Elliott M T ve Speck P S (1998) Consumer Perceptions of Advertising Clutter and Its Impact Across Various Media, Journal of Advertising Research, 38 (1), 29-41. Ferguson D A ve Perse E M (1993) Media and Audience Influences on Channel Reportoire, Journal of Broadcasting and Electronic Media, 37 (Winter), 31-47. Arens W F, Weigold M F ve Arens C (2009) Contemporary Advertising, (12th Ed.), McGraw-Hill Irwin., USA. Ha L ve McCann K (2008) An Integrated Model of Advertising Clutter in Offline and Online Media, International Journal of Advertising, 27 (4), 596-592. Belk R W (1975) Situational Variables and Consumer Behavior, Journal of Consumer Research 2 (December), 157-164. Hair J F, Black W C, Babin B J ve Anderson, R E (2009) Multivariate Data Analysis (7th Ed.), Pearson, New Jersey. Brackett L K ve Carr B N Jr (2001) Cyberspace Advertising vs. Other Media: Consumer vs. Mature Student Attitudes. Journal of Advertising Research 45(5), 23-32. Heeter C ve Greenberg B S (1985) Profiling the Zappers, Journal of Advertising Research, 25, (April/May), 15-19. Brown T J ve Rothschild M L (1993) Reassessing the Impact of Television Advertising Clutter. Journal of Consumer Research, 20 (2), 138-146. Clancey M (1994) The Television Audience Examined, Journal of Advertising Research, 34 (July/August), 78-87. Cohen J, Cohen P, West S G ve Aiken L S (2003) Applied Multiple Regression/ Correlation Analysis for the Behavioral Sciences (3rd ed.), Lawrence Erlbaum, London. Çolakoğlu N (2009) Two Decades of Rollercoaster Ride TV Broadcasting In Turkey, The 2009 European Radio and Television Symposiums November 4 - 6, Istanbul. sunulan araştırma. Dannaher P J (1995) What Happens to Television Ratings During Commercial Breaks? Journal of Advertising Research 35 (January/February), 37-48. 22 İspir N B ve Suher H K (2009) Perceived Ad Clutter Among Young Consumers: New Media Expansion, Business Research Yearbook, 16 (1), 64-72. Kaplan B M (1985) Zapping – The Real Issue is Communication, Journal of Advertising, 25 (2), 9-12. Keith T Z (2005) Multiple Regression and Beyond, Pearson, Boston. Krugman D M, Cameron G T ve White C M (1995) Visiual Attention to Programming and Commercials: The Use of In-Home Observations, Journal of Advertising, 24 (1), 1-12. Lee S ve Lumpkin J R(1992) Differences in Attitude Toward TV Advertising: VCR Usage as a Moderator, International Journal of Advertising, 11 (4), 333-342. Lutz R J, Mackenzie S B ve Belch G E (1983) Attitude Toward The Ad as a Mediator Advertising Effectiveness: Determinants and Consequences. In Advences in Consumer Research, 10, R. P. Bagozzi And A. M. Tybuout, eds. Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23) Ann Arbor, MI: Association For Consumer Research, 532-539. Lutz R J (1985) Affective and Cognitive Antecedents of Attitude Towards The Ad: A Conceptual Framework. In L. F. Alwitt & A.A. Mitchell (eds.), Psychological Processes and Advertising Effects Theory, Research, and Application, Lawrence Erlbaum Associates, Hillsdale, NJ, 45-63. Mckenzie S B ve Lutz R J (1989) An Empirical Examination of The Structural Antecedents of Attitude Towards The Ad in An Advertising Pretesting Context, Journal of Marketing, 53, 48-65. Mitchell A A ve Olson J C (1981) Are Product Attribute Beliefs The Only Mediator of Advertising Effects on Brand Attitude? Journal of Marketing Research, 18 (3), 318-332. Mord M S ve Gilson E (1985) Shorter Units: Risk-Responsibility-Reward. Journal of Advertising Research, 25 (4), 9-19. Moriarty S E ve Everett S (1994) Commercial Breaks: A Viewing Behavior Study, Journalism Quartely, 71 (2), 346-345. Rojas-Mendez J I, Davies G ve Madran C (2009) Universal Differences in Advertising Avoidance Behavior: A Cross-Cultural Study, Journal of Business Research, 62, 947-954. Rojaz-Mendez J I ve Davies G (2005) Avoiding Television Advertising:Some Explanations from Time Allocation Theory, Journal of Advertising Research, 45 (1) 34-48. Severin W J ve Tankard J W (2001) Communication Theories, Longman, New York. Speck P S ve Elliott M T (1997) Predictors of Advertising Avoidance in Print and Broadcast Media, Journal of Advertising, 26 (3), 61-76. Tabachnick B G ve Fidell L S (2007) Using Multivariate Statistics, (5th Ed.), Pearson, .New York. Telis G L (2004) Effective Advertising, Sage, London. TREA 06-07 (2009). Türkiye Reklam Eğilimleri Araştırması. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir. Wang C, Zhnag, Choi T ve D’ Eredita M (2002) Understanding Consumer Attitude Toward Advertising, 8th Americas Conference on Information Systems, sunulan bildiri, Dallas. Webb P H ve Ray M L (1979) Effects of TV Clutter, Journal of Advertising Research, 19 (3), 7-12. West D, Prendergast G ve Cheung W (2008) Passive-Active Advertising Avoidance in China, American Academy of Advertising Conference Proceeding (online) www.aaasite. org. Yorke D A ve Kitchen P J (1985) Channel Flickers and Video Speeders, Journal of Advertising Research, 25 (April/May), 21-25. Zufryden F S, Pedrick J H ve Sankaralingam A (1993) Zapping and Its Impact on Brand Purchase Behavior, Journal of Advertising Research, 33 (January/February), 58-66. http://www.rab.co.uk/rab2009/showcontent.asp x?id=1356 (Erişim tarihi 18.01.2010). Schlosser A E, Shavitt S ve Kanfer A (1999) Survey of Internet Users’ Attitudes Toward Internet Advertising, Journal of Interactive Marketing, 13(1), 34-54. Shannon C E (1948) A Mathematical Theory of Communication, Bell System Technical Journal, 27, pp. 379–423 & 623–656, July & October, http://cm.bell-labs.com/cm/ms/what/ shannonday/shannon1948.pdf. (Erişim tarihi 19.01.2010). Shimp T A (1981) Attitudes Toward The Ads as A Mediator of Consumer Brand Choice, Journal of Advertising, 10(2), 9-15. 23 HALKLA İLİŞKİLERDE KAVRAMLAR, SINIRLAR, SORUNLAR Nuran Yıldız* ÖZET Halkla ilişkiler alanının Türkiye’deki sorunları ABD’deki sorunlarla benzer olmakla birlikte, alanın Türkiye’ye özgü sorunları da vardır. Bu sorunlar halkla ilişkilerin saygınlığının belirlenmesiyle de yakından ilgilidir. Bu çalışmada halkla ilişkiler alanının kavramlarına, sınırlarına ve sorunlarına ilişkin değerlendirmeler dört başlıkta toplanmaktadır: 1. Kavramın adlandırılması sorunu, 2. Bakış açısı sorunu, 3. Sınırlandırma sorunu, 4. Meslekleşme sorunu. Bu başlıklar altında çözüm önerileri de tartışılmaktadır. Anahtar sözcükler: Halkla ilişkiler, mesleki saygınlık, halkla ilişkiler uzmanı, pazarlama, iletişim yönetimi CONCEPTIONS, LIMITATIONS, PROBLEMS IN PUBLIC RELATIONS ABSTRACT The problematics of public relations area in Turkey are similar with USA but also the Turkish ones are very characteristic than USA. These problematics are more related with Public Relations area is to be respectiblty. In this study, our evaluations which are related on concepts, limitations and metters of public relations are based on four topics: 1. The problematic of identification of concept, 2. The problematic of viewpoint, 3. Limitational problematic and 4. Occupational problematic. And also, solution offers are presented to discuss into theses topics. Keywords: Public relations, occupational respectiblty, public relations professional, marketing, communication management. GİRİŞ Hem toplumsal sorumluluk hem de ticari anlamda gündelik yaşamın içinde gittikçe daha fazla yer tutan ve önem kazanan halkla ilişkiler alanıyla ilgili olarak dünyada ve Türkiye’de pek çok tartışma bulunmaktadır. Bu tartışma ve sorun alanları aynı zamanda bir bütün olarak halkla ilişkilerin saygınlığının belirlenmesiyle de ilişkilidir. Ancak halkla ilişkiler alanının gördüğü rağbet ve bu rağbetin her geçen gün artışı aynı zamanda bu alana ilişkin saygının da artışı anlamına gelmemektedir. Sennett’e (2002: 64-70) göre saygı prestij, statü, tanıma, onur gibi kavramların karmaşık ilişkisini ifade etmektedir. Son noktada saygının belirlenimi ise üç yolla şekillenmektedir: Kendini geliştirmek, kendini önemsemek ve bunları topluma geri vermek. Dolayısıyla halkla ilişkiler alanının saygınlığının kurulumu alanın kavramlarının, sınırlarının ve sorunlarının tartışılmasıyla, dönüşümüyle de yakından ilgilidir. Halkla ilişkiler çevreleri yaşanan deği* Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi şim ve gelişimlere göre ilgili sorgulamaları yapmalı ve açılımları gerçekleştirme yolunda düşünsel çalışmalara yoğunlaşmalıdır. Elbette “halkla ilişkiler” alanı kendini geliştirirken ve önemserken (önemsenirken) “çıktı”larını topluma geri vermeden önce bazı önemli sorunları tartışmaya açmayı da kaçınılmaz kılmaktadır. Tartışma da kavramları, sınırları ve sorunları yeniden gözden geçirmeyi gündeme getirecektir, getirmelidir. Üstelik “Türkiye tanıtım ve halkla ilişkiler açısından sürekli bir kriz döneminde” (Kazancı 2006: 370) saptaması bu “yeniden gözden geçirme” işini daha da önemli hale getirmektedir. “Halkla ilişkilerin geniş bir uygulama alanının olması, sosyal bilimlerin farklı dalları ile işbirliği içinde bulunması; bu dalların değişik tekniklerini kullanarak birbirlerinden farklı amaçları olan örgütlerde uygulanması, insan ilişkilerinin olduğu hemen her ortamda uygulama ihtiyacı, bu kavramın ortak bir tanımının yapılmasını güçleştirmektedir” (Kocabaş ve ark. 2000: 45). Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32) Halkla ilişkiler alanına “örgüt ve ilgili kamuları arasında anlayış geliştirme” gibi çok klasik, çok genellemeci bir tanımla bakmak yerine, ilgili kamuları değiştirerek toplumu ve dünyayı değiştiren ya da bu ayrıcalığı elinde tutan bir alan olarak bakmak göz ardı edilemez bir durumdur. Bu anlamda halkla ilişkilerden güçlü bir ideolojik araç olarak söz etmek de gerekir ne var ki bu girişim, çalışmanın konusunu genişletmek olur. Gittikçe genişleyen ve dönüşen halkla ilişkiler kavramının ilk kez 1882’de Yale’de yapılan bir konuşmada kullanıldığı kimi kaynaklarda belirtilse de bugünkü anlamına yakın olarak 1897’de Assocation of American Railroads’ın yıllığında kullanıldığı bilinmektedir. Ancak “halkla ilişkilerin ilk ideoloğu” olarak tanımlanan Edward L. Bernays’ın kendisini 1921’de “halkla ilişkiler danışmanı” olarak tanımlamasıyla ve “Kamuoyunun Kristalleşmesi” (Crystallizing Public Opinion, 1923) kitabıyla bir kavram, bir uzmanlık alanı ve bir akademik disiplin olarak ortaya çıktı. Bu adla olmasa bile çok daha önceleri bu işle ilgili oluşlar elbette vardı. Newsom ve Scott’ın (1985) verdiği örneklerle, 13. yüzyılın başlarında Magna Carta’nın hazırlanması sırasındaki iyi niyetin oluşması ya da 15. yüzyılda Machiavelli’nin Prens’inde halkın nasıl yönetileceği gibi. Ya da 1900’deki Publicity Bureau, halkla ilişkilerin babası olarak bilinen Iyv Lee’nin 1904’de kurduğu büro gibi. Son yüzyılda halkla ilişkilerde önemli değişimler yaşandı. Yeni zamanların -örgütlerde, politikada, bireyde yarattığı değişimle- halkla ilişkiler alanını dönüştürmesi kaçınılmazdı. “Üstelik 21. yüzyılda dijital içerik ve uygulamalar genel anlamıyla yeni medyanın çok daha önemli olacağı” (James 2007: 139, 143, 146) gerçeği bu dönüşümü başka bir boyuta taşımaktadır. Hem dünyada hem de Türkiye’de halkla ilişkiler kavramı etrafında yoğunlaşan tartışmaların bir bütün olarak anlaşılmasının sağlanması, uluslararası örgütlenmelerin etki alanlarının genişlemesi ve üretkenliklerinin artışı, ancak akademik dünyanın katkıları çerçevesinde sağlanabilir. Bu çalışmada halkla ilişkilerin eğitim ve etik gibi sorunlarını bir yana bırakıp, bilindiği düşünülen ve bu nedenle de tartışmalara sınırlı olarak dahil edilen başka kavramla- rın etrafındaki tartışmalara değinilmektedir. Bu tartışmaları dört ana/temel başlık altında toplamak mümkündür; 1. Kavramın adlandırılması sorunu 2. Bakış açısı sorunu 3. Sınırlandırma sorunu 4. Meslekleşme sorunu 1. KAVRAMIN ADLANDIRILMASI SORUNU Kavramın adlandırılması sorununu iki bölümde değerlendirmek gerekir: Kavramın kendisinin adlandırılması ve çalışanların adlandırılması. Kavramın kendisiyle ilgili tartışmalar Türkiye’de ve ABD’de farklı noktalarda toplanmaktadır. Göndermeleri ve kıyaslamaları ABD üzerinden yapma nedeni, çeşitli tartışmalara rağmen kavramın anavatanının ABD olması, modellemelerin orada ortaya konması ve alanla ilgili literatürün de ABD ağırlıklı olmasıdır. Bir alanla ilişkili olarak Cutlip ve arkadaşları (1985) 472 tanım olduğunu belirtiyor. Bugün tanım sayısı 500’ü aşıyorsa o alanda sorunların yoğunlaşması da doğal kabul edilmelidir. Ancak Türkiye ile ABD arasındaki “adlandırma”ya ilişkin sorunun temel gerekçeleri farklıdır. ABD’de, hem ilgili literatürde hem de uygulamacıların tartışmalarında “public relations” kavramına ilişkin sorunun temelinde, kavramın alanın yeni içeriğini ve yeni sınırlarını artık karşılamıyor olması gerekçe olarak sunulmaktadır. Artık halkla ilişkiler örgüt odaklı olmaktan daha çok ilgili kamular odaklı, müşteri odaklı olmaktadır. Bu saptama, bakış açısında ciddi bir farklılaşma demektir. Diğer yandan örgüt kültürünü oluşturmak ve yaymak önem kazanmıştır. Örgütün ünü çoğu zaman ürünün önüne geçmiştir. Bu durumun ipucu bugünlerde sıkça duyulan markalaşma kavramıdır. Dolayısıyla kavramın anlam genişlemesi, kavramın yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Halkla ilişkiler örgütle, ilgili kamuları arasındaki bir verimsiz, kapalı ilişkiler döngüsü olmanın dışında anlamlar taşımaktadır. Artık medyada örgütle ilgili haberlerin çıkması eskisi 25 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 kadar anlamlı değildir. Başka yollarla ilgili kamuların düşünce biçimini etkilemek çok daha önemli ve anlamlıdır. Bu çıkarımdan alanın “dâhi” isimlerinden Stuart Ewen’ın (1996: 82-101) “educate public!” olarak sloganlaştırdığı, örgütün kendi kamularından yola çıkarak toplumu eğittiği, ama bu eğitimin örgüt kültürü ve iklimiyle uyumlu bir eğitim olduğunu anlamak gerekmektedir. Dahası halkla ilişkiler bu “eğitimi”, “gerçekleştirdiği faaliyet ve düzenlemelerle (panayırlar, fuarlar, sergiler, açılışlar, konferanslar vb.) ya da sponsorlukla bireyi soyunuk olduğu, en savunmasız olduğu ‘boş vakitlerde yakalayarak’ ” (Yıldız 2003: 38) yerine getirmektedir. Söylenmek isteneni somutlamak için Mc Donald’s’ın (Kopenhag’da) bir bayilik vermek için izlediği yola bakmakta yarar vardır (Kunde 2000: 173). ekonomisi ve yönetim konularında eğitim görür. Final sınavı vardır ve geçmek zorunludur. Sürekli denetlenirler ve ileri düzey işletme kursuna beş yılda bir katılmak zorunludur. Sıradan bir çalışanın bu denetimlerle yükselme olanağı vardır ancak yükseldikçe eğitilme süresi de artar. Kısacası Mc artık yalnızca bir Mc değildir. Bu eğitimin amacı her düzeyde bağımlılık yaratmaktır. Halkla ilişkilerin örgüt-hedef grup ilişkisinin genişlemesiyle ortaya çıkan sorun, özellikle ABD’de “public relations”ın içerdiği anlamı, değişimi, gelişimi karşılayamamasından kaynaklanmasıdır. Bu nedenle de kurumlar/şirketler gittikçe daha çok “Stratejik İletişim”, “İletişim Yönetimi”, “Kurumsal İlişki Yönetimi” gibi yeni adlara yönelmektedir. Alandaki ulusal ve uluslararası örgütlenmelerin toplantılarındaki değişmez konulardan biri bu yeni kavram arayışıdır. 20-25 yıl önce ABD’de örgütlerde “Halkla İlişkiler” kavramıyla tanımlanan birimlerin oranı % 47 idi. Son yıllarda kurumların iletişim işlerini gören birimlerinin adlandırılmasında değişimler görülmektedir: “Kurumsal İletişim”, “Kamusal İşler”, “Kurumsal İlişkiler” ve “İletişim Merkezi” adlarının oranı % 60’dır. Bir bayi bilindiği gibi Mc Donald’s’ın iç kamusudur. Mc Donald’s’ın bayilere bakışı “Eğer Mc Donald’s tarzı düşünemezseniz Mc Donald’s kültürünü ve iklimini hayata geçiremezsiniz ve bu nedenle de kurumla hamburger yemek dışında hiçbir işiniz olamaz” cümlesiyle özetlenmektedir. Bayi olmak için önce başvuru yapılması gerekmektedir. Firmayla kontrat süresi 20 yıldır. Dolayısıyla 20 yıl yaşaması az çok garanti edilebilecek yaşlarda, yani 30’lu yaşlarda olanların bayilik başvurusu dikkate alınmaktadır. Başvuru bir Mc danışmanıyla görüşmeyi sağlamaktadır. Yüksek miktarlarda (115 bin paund civarı) yatırılacak para başvuru sahibinin kendi parası olmalıdır, banka borcu kabul edilmez. Mc kültüründe bunun amacı her önüne gelenin talep etmesini önlemektir. Daha önceden işi ve parası olmalı ki işe sıkıca sarılabilsin, bir macera olarak başvurulmasın. Mc danışmanıyla görüşmeler olumlu sonuçlanırsa, bayi adayının diğer çalışanlarla eşit koşullarda burger pişirmek, kasada durmak, yer silmek gibi işleri kapsayan beş günlük bir eğitimden geçmesi gerekmektedir. Beş gün, bir yandan bu işin başvuru yapan için uygun olup olmadığını, diğer yandan Mc’in, bayi adayının diğer çalışanlarla, özellikle gençlerle anlaşmak için gerekli yeteneklere sahip olup olmadığını anlamayı sağlar. Türkiye’de özellikle kamu kurumlarındaki adlandırmalar daha çok “Basın-Yayın ve Enformasyon”, “Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler” ya da “Basın Bürosu” kavramlarının etrafında toplanmakta ve medya ilişkileri olarak tanımlanmaktadır. Ancak son yıllarda kamu alanının önemli kurumlarının adlarını yeni yönelime göre değiştirdikleri görülmektedir. Örneğin Genelkurmay Başkanlığı’nın “Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı” adı 2005 yılı yaz aylarında “İletişim Daire Başkanlığı” olarak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) “Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı” olan adı da “İletişim Daire Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir. Özel sektörde ise genellikle “Halkla İlişkiler ve Reklam Departmanı” olarak adlandırılan birimlerde şimdilerde yeni adlandırma arayışlarında özellikle “İletişim Merkezi” ve “Kurumsal İletişim” adlandırmalarına doğru bir eğilim hissedilmektedir. Eğer izlenim halâ olumluysa bir sonraki eğitim aşamasına geçilir. Bayi adayı temel hizmet, iş Ancak adlandırmayla ilgili ABD’de yaşanan tartışmadan farklı olarak Türkiye’de kavramı 26 Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32) oluşturan sözcüklerle ilgili önemli sorunlar yaşanmaktadır. Kavrama “halk” sözcüğü girdiğinde doğrudan kalabalık, güruh ya da Türkiye’nin demokrasi geleneğiyle ilgili sorunlar nedeniyle “halk”a atfedilen “sıradan” ya da “riayet etmesi gereken” atıfları halkla ilişkiler işini algılama biçimini de etkilemiştir. İşletmelerin ya da kamu kurumlarının girişinde bulunan danışma masaları, uzunca bir süre halkla ilişkilerin temel motifi olarak algılanmıştır. Kapıdan girenlere yön veren, çoğunlukla da yön veremeyen bir masa. Bugün karşılaşılan sorunların en önemlilerinden biri bu anlayışı yıkmaktaki güçlüktür. İşin içine “halk” kavramı girdiğinde, bir de toplum olarak fazla sempatik bulunulan sözcüklerden “ilişki” buna dahil edildiğinde hemen herkesin yapabileceği bir iş ön kabulü kendiliğinden oluşmaktadır. “Halk” sözcüğünü bir toplumu oluşturan bireylerin tümü olarak İngilizce’de “people”ı karşılar. Ancak İngilizce halkla ilişkiler işindeki farkı ortaya koymak için “public” sözcüğüyle ayrımı netleştirmektedir. Oysa Türkçede “halk” böyle bir kavramsal farklılığa izin vermediğinden soruna da temel oluşturmaktadır. En basit formülle durum “halkla ilişkilerdeki halk bildiğiniz halk değil” olarak somutlanabilir. Bilindiği gibi halkla ilişkiler tanımındaki halk “bir örgüt tarafından etkilenen ve örgütü etkileyen kesimleri” (Rayfield 1989: 177) ifade eder. Bu anlamda Mc Donald’s için halk, yalnızca Amerikan halkını değil dünyanın her tarafındaki binlerce çalışanını ve milyonlarca müşterisini ifade edebilir. Kaldı ki “halk”, belirli bir toplumu oluşturan bir yığın olarak tanımlandığında halkla ilişkiler hükümetin alanına sıkıştırılmaktadır. Oysa Türkiye’de ve dünyada halkla ilişkiler özel sektörün söz sahibi olduğu bir alandır. Kamu kurumlarında tüm alanlar tanımlanmış, buna karşılık halkla ilişkiler meslek olarak tanımlanmamıştır. Bu tanımlanmış alanda tanımlanmamış işi yapmak bir süre sonra rutinleşir. Dolayısıyla kamu yönetiminde halkla ilişkilerin zayıflığı, genel kanının aksine yalnızca rekabet duygusuyla ilgili değildir. Tanımı tam olarak ortaya konamayan ve saygınlığı –hatta etkililiği- şüpheyle karşılanan bir iş olmasıyla da ilişkilidir. Yeniden halkla ilişkilerin değişen ve adına sığmayan anlamına dönüldüğünde halk- kamupublic’e değinmekte yarar vardır. Bugünün örgütleri, değiştiren ve onlar tarafından değiştirilen “halk”ı, üstelik kendi içinde benzer olan bireyler toplamından daha çok gittikçe farklılaşan etnik, kültürel, dini ve daha birçok başlıkta toplanabilecek grupları tarif etmektedir. Alanın önemli kitaplarından Lesly’s Handbook’un yazarı Philip Lesly’e göre yeni iletişim teknolojileri dünyanın her yerindeki grupları birbirine yakınlaştırmada halkla ilişkilere yardım edecektir. Çalışanların adlandırılması, kavramın adlandırma sorununun ikinci kısmını oluşturmaktadır. Tartışmanın bu alanı doğrudan Türkiye ve Türkçe’yle ilgilidir. Türkiye’de “halkla ilişkiler işini yapanlara ne denir?” diye sorulduğunda verilen yanıt “halkla ilişkilerci”dir. Bu yanıt o kadar kanıksanmıştır ki hem uygulamacılar hem de akademisyenler tarafından sorgulanmaz. Oysa bu durum, halkla ilişkiler işinin görünmeyen, saygı duyulmayan, içten içe önemsenmeyen, hatta zaman zaman küçümsenme nedenlerinden biridir. “Halkla ilişkilerci” adlandırması “bankacı”, “gazeteci” gibi değerlendirilmez, “çiçekçi”, “simitçi”, “ayakkabıcı” tanımlarına daha yakındır. Oysa iki grup arasındaki temel fark birincilerin hem disiplin olarak hem de terimsel olarak tanımlanmış bir alanlarının olmasıdır. Nasıl olsa ikinci gruptaki işleri herkes yapar. Bu anlamda “çiçekçi” bile halkla ilişkilerden daha şanslıdır, saksı ya da gübre onlara mâl edilebilecek sözcükler/mesleki terimler arasında sayılabilirken, ortak anlayışı ifade eden ve halkla ilişkilerin çıkış noktası olan “kamuoyu” gibi bir kavram, bu anlayışı oluşturma işi yapan halkla ilişkilerden daha çok siyaset bilimi, sosyoloji, gazetecilik alanlarına girmektedir. “Reyting” doğrudan televizyonun terimiyken, “medya planlaması” ancak reklam aracılığıyla halkla ilişkilere dahil edilebilmektedir. Bir işi diğerlerinden ayıran ya da bir işin alanını tanımlayan “terimler” çerçevesinden bakıldığında halkla ilişkilerin terimsel çerçevesinin henüz Türkiye’de oluşmadığı görülmektedir. “Halkla ilişkilerci” adlandırmasının dilbilim yanlışı üzerinde de durmak gerekir. Türkçe’de “cı”, “ci” yapım ekleri isim ya da isim-fiilden sonra gelir, “çiçekçi”, “dövüşçü” gibi.. “Ler”, 27 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 “lar” çoğul eki ise yapım ekinin ardına eklenir. Örneğin “çiçekçiler” denir ama “çiçeklerci” denmez. Ya da daha yakın bir örnekle “sosyal bilimlerci” denmez ama “sosyal bilimciler” denir. Kısaca dilbilim açısından zaten yanlış olan bu meslek adı, bir de daha sonra değinilecek olan mesleki korunaklardan da yoksun olunca baştan bir uzmanlık alanı olarak görülememektedir. Üstelik İngilizce’de “halkla ilişkilerci” kavramının karşılığı da yoktur. “Public relations” işini yapanlara “relationist” ya da “relationer” denmemekte, daha uzun tanımlamalar kullanılmaktadır: PR counselor (halkla ilişkiler danışmanı), consultant (danışman) yerine kullanılmaktadır. Specialist, professional (uzman), practitioner (uygulamacı) ya da PR man/woman gibi karşılıkları bulunmaktadır. Alanın kendi terimlerini sağlıklı bir biçimde oluşturamaması da önemli bir sorun yumağını oluşturmaktadır. Kavramın adlandırma sorunu elbette ki bakış açısıyla ilgili sorunun dolaylı sonuçlarından biri olarak ortaya çıkmaktadır. 2. BAKIŞ AÇISIYLA İLGİLİ SORUN: Bakış açısına ilişkin tartışmanın iki ana sütunu bulunmaktadır: Öncelikle halkla ilişkiler işi doğrudan yönetme işi ve yönetim işlevidir. Dolayısıyla yönetim ve stratejiyle ilgili bir disiplin olarak ele alınmaktadır. Öte yandan, halkla ilişkiler bilgi ve pratiğiyle doğrudan iletişim alanına aittir. Bu bakış açısının temelinde elbette halkla ilişkilerin daha çok gazetecilik uygulamaları olarak ortaya çıkışı bulunmaktadır. Alexander’a göre (2004: 1) halkla ilişkilerin bugünkü durumuyla ilgili birçok bilgi (ve de sorun) gazetecilikle tarihsel ilgiden kaynaklanmaktadır. Halkla ilişkilerin yaptığı işe “yönetim ve strateji” açısından bakıldığında (ki tanımların çoğu yönetim işlevi olduğundan söz eder) iletişim de, tıpkı diğer siyaset bilimi, felsefe, psikoloji, işletme, matematik gibi strateji geliştirmeye yardım edecek perspektifler sunacak bir bütünün içinde anlamlı olmaktadır. Ancak bu anlam iletişimin hem bir amaç hem de bir yöntem olması açısından farklı ve ayrıcalıklı bir önemi de ifade etmektedir. Halkla ilişkilerin yönetim işlevi olduğunu savunan bakış açısına göre örgüt kuramcıları 28 halkla ilişkileri “çevresel kaynakların kontrol edilme aracı” olarak değerlendirmektedir. Newsom ve Scott (1983: 9) alanın önemli kitaplarından birisi olan This is PR’da, iletişimi halkla ilişkiler uygulayıcısının bilmesi gereken 10 başlıktan yalnızca birisi olarak değerlendirmektedir. Diğer başlıklar arasında planlama, yönetim, ekonomi, toplumbilim ve politikayı saymaktadır. Yine alanın en önemli isimlerinden Grunig ve Hunt (1984) halkla ilişkileri “iletişim yönetimi” olarak tanımlarken, Cutlip, Center ve Brom (1985) “ilişki yönetimi” olarak yönetme işine vurgu yapmaktadır. Kruckeberg (1995-96: 38) ise “Halkla ilişkilerle ilgilenen bilim adamları ve uygulamacılar gittikçe daha çok iletişim kuramları kadar politik ideolojilerin ötesine geçebilen toplum kuramları ile ilgilenmeye gereksinim duyacaklardır” demektedir. “Halkla ilişkilerin dâhisi” olarak tanımlanan ve New York City Üniversitesi’nde tarih, medya çalışmaları ve sosyoloji profesörü olan Stuart Ewen ise halkla ilişkileri, “kamuları bir dış etkiyle eğip büküp dokunacak hale getiren araç” olarak tanımlamaktadır. Ewen’a (1996: 20) göre halkla ilişkiler “iletişim becerilerinden daha çok sosyal psikoloji tarafından damgalanan bir alan”dır. Örneklerini de iki dev isim, Bernays ve Lipmann’dan almaktadır. Ona göre Bernays’ın çizgisi dayısı Freud’dan gelmektedir. Halkla ilişkilerin iletişim alanına ait olduğu bakış açısıyla bakıldığında ise sosyal bilimlerin diğer alanlarının basamak olarak kullanıldığı, iletişim kuramlarını ve pratiğini içeren bir anlayıştan söz edilmektedir. Bu anlayış alana egemen olan, alanın tarihinden gelen anlayıştır. Her iki bakış açısıyla ilgili tartışmalar sürmektedir. Aslında temel bakış açısı sorunu, iletişimi yönetmekle “iletişmek” arasındaki ayrım gibi görünmektedir. Ancak konuya halkla ilişkiler açısından bakıldığında; psikoloji, siyaset bilimi, sosyoloji, medya ve kültürel çalışmaların birlikte değerlendirildiği genellemeci bir yaklaşımın hakim olmasının gerekliliğidir. “Halkla ilişkiler”in kavramsal tartışmalarının önemli bir bölümünü de kavramın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğine ilişkin karmaşa oluşturmaktadır. Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32) 3. SINIRLANDIRMA SORUNU: Halkla ilişkilerle ilgili kavramların sınırlarının belirsizliği, hangisinin nerede başladığı, nerede bittiği de bir sorundur ancak daha çok uygulamacıların karşılaştığı bir sorundur. Buradaki en yoğun geçişgenlik iki büyük kavram arasında yaşanmaktadır; bu kavramlar halkla ilişkiler ve pazarlama kavramlarıdır. Pazarlama kısaca “değer değiş-tokuşu” ise bu takas alanının (firmadan ürüne ve müşteriye) tanımlanması kimin işidir? Ürün yalnızca pazarlama faaliyetleriyle biçimlenen bir şey midir yoksa ürün aynı zamanda firmanın felsefesiyle de biçimlenen bir şey midir? Aslında çok sık kullanılan “tavuk-yumurta” benzetmesi bu duruma da denk düşmektedir. Pazarlama ve halkla ilişkiler arasındaki farkla ilgili karmaşa literatürde de vardır (Kitchen ve Papasolomou 1997: 71). Bu karmaşa ve geçişme pek çok firmanın somut olarak yaşadığı bir sorundur. Bu durum özellikle yeni kurulan ya da “reorganize” olan kurumların örgüt şemalaşmasında sorun yarattığı gibi uygulamada da ciddi sorunlara neden olmaktadır. Hem halkla ilişkilerin hem de pazarlamanın “değer yaratma” (Tek 2006) sürecindeki işlevlerini ayrıştırmak gerçekten güçtür. Stone’a (1995: 35) göre pazarlama müşterinin gereksinimlerini tanımlama ve bunu karşılamayı içerirken, halkla ilişkiler daha geniş olarak müşterileri de içeren bir alanı kucaklamaktadır. Bununla birlikte “Pazarlama Halkla İlişkileri” (Marketing Public Relations-MPR) gibi ara formül kavramlar üretilmektedir. Kitchen ve Papasolomou (1997: 81) halkla ilişkiler ve pazarlama yönetimi arasında belirgin bir fark olmadığını düşünmektedirler. Bir başka sınırlandırma sorunu halkla ilişkiler işinin hangi ana kavramları içerdiği konusundaki bulanıklıktan kaynaklanmaktadır. Örneğin reklam, halkla ilişkiler için bir yöntem midir, değil midir? Dünyadaki ve Türkiye’deki eğilim reklam ajanslarının halkla ilişkiler şirketlerinin bünyesine dahil olması yönündedir. Öyleyse kısa dönemde yer ve zaman satın alarak satışı tetikleyen reklam, halkla ilişkiler için bir araç, bir yöntemse pazarlama nerede duracaktır? Pazarlama ve Pazarlama Halkla İlişkileri diye bir kavramdan söz edebilecek midir? Son yıllarda yaygınlaşan ve gelişen İnsan Kaynakları bölümleri soruna yeni boyutlar getirmektedir. Bir örgütün İnsan Kaynakları halkla ilişkiler kapsamında bir iç kamu olarak tanımlanırken, örneğin Sabancı Grubu’nda Halkla İlişkiler, “İnsan Kaynakları”nın bir alt alanı olarak tanımlanmaktadır. Koç Grubu’nda “Endüstri ve Halkla İlişkiler Başkanlığı”dır ve stratejik iletişim modelini hayata geçirme olarak kendini tanımlamaktadır. Alanın kavramlarıyla ilgili sınırların geçişgenliği sorunu, aslında dördüncü sorun olan “meslekleşme sorunu”nu da ilgilendirmektedir. 4. MESLEKLEŞME SORUNU: Doktorluk, avukatlık, mühendislik gibi alanların meslek olduğu konusunda hiç şüphe yoktur. Halkla ilişkiler açısından bakıldığında ise meslekleşmeyle ilgili tartışma ve sorun çok ciddi olarak ortaya çıkmaktadır. Bir işe meslek diyebilmek için gerekli 5 kriter şöyle sıralanmaktadır (Şimşek 2001: 10); 1. Belirli bir eğitimi tamamlamak ve konusunda sistemli bilgi sahibi olmak, 2. Uzmanlaşmış bir uygulama alanı, 3. Mesleğe giriş ve mesleğin icrasında kesin standartların bulunması, 4. Ahlak kurallarına uymak, 5. Sosyal sorumluluk ve kendi kendini denetim. Bu kriterler açısından bakıldığında Türkiye’de halkla ilişkilere meslek demek oldukça güçtür. Oysa “halkla ilişkilerin ciddiyeti ve kendisinden beklenen görevleri yerine getirebilmesi meslekleşme koşulunun gerçekleşmesine bağlıdır” (Kazancı 2000: 4). Bu saptamayı yapmak yeterli midir? Elbette değil. Halkla ilişkilerin meslek olarak tanınması için yoğun çaba sarfeden ABD’de bile tartışma yoğun biçimde sürmekte ve kendi çözüm önerilerini geliştirmektedir. ABD’de halkla ilişkiler işini yapabilmek için IPRA (International Public Relations Association) başta olmak üzere mesleki örgütlenmeler tarafından akredite olmak gerekmektedir. Akredite olan kişi ve kurumların adlarının yanına diğerleriyle farkının belirlenmesi amacıyla “APR” eklenmektedir. 29 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Çok sayıda örgütlenmenin temel amacı, halkla ilişkileri kriterler aracılığıyla bir meslek hem de saygı duyulan bir meslek yapmaktır. IPRA (International Public Relations Association) Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği, PRSA (The Public Relations Society of America) – Amerika Halkla İlişkiler Topluluğu akreditasyon örgütlenmesidir. PRCA (Public Relations Consultants Association)- Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği ve ICCO (International Communications Consultancy Organisation)Uluslararası İletişim Danışmanları Örgütü) yine öyledir. Bunların dışında IPR (The Institute of Public Relations)- Halkla İlişkiler Enstitüsü, CERP (European Confederation of Public Relations) - Halkla İlişkiler Avrupa Konfederasyonu, IQPR (International Institute for Quality in Public Relations) -Uluslararası Halkla İlişkilerde Kalite Enstitüsü, PRSSA (Public Relations Student Society of America) - Amerika Halkla İlişkiler Öğrencileri Toplumu ve CPRF (Council of PR Firms) - Halkla İlişkiler Firmaları Konseyi de alanın örgütleri arasındadır. Bu çok sayıda örgütlenmenin başarmak istediği mesleğe girmenin ve onu yapmanın ahlaki ve mesleki ölçütlerini hayata geçirmektir. Bunun için başta 1965’te IPRA tarafından kabul edilen ve 1968’de küçük değişikliklerle yeniden düzenlenen Atina Bildirisi geçerlidir. Gerçeğe ve insan onuruna vurgu yapan 13 maddelik bu bildirinin yanı sıra 1991’de kabul edilen Roma Bildirisi’nde ise dernek üyelerinin uyması gereken kurallar ve müşterinin başta sırları olmak üzere haklarına saygı gösterilmesine vurgu yapılmaktadır. 1997’de kabul edilen Helsinki Bildirisi’nde “Bir meslek olarak halkla ilişkiler ortak ve geniş bir bilgi temeline, akademik çalışmalara, araştırmalara, etik ilkelere ve performans denetimine dayanmalıdır” denmektedir. Kalite standartlarını onaylayacak olan örgütler ise CERP, IPRA ve ICCO’dur. Örgütlenme açısından Türkiye’ye bakıldığında TÜHİD (Türkiye Halkla İlişkiler Derneği) dışındaki derneklerin yeterince etkin ve etkili olmadıkları görülmektedir. Bu derneklerin asıl sorunu üyeliklerin tanımlanmasındaki güçlüktür. Üyeler hem firmalar, hem halkla ilişkiler çalışanları hem de gazeteciler olabilmektedir. Türkiye’de bir meslek olarak tanınmasında halkla ilişkilerin yaşadığı sıkıntılar uygulamada 30 ciddi sorunları gündeme getirmektedir. “Uygulamalara bakıldığında; çalışmaların alanla ilgili hiçbir teorik birikimi olmayan, halkla ilişkileri konuk ağırlamak ve basın mensuplarına hediye göndermekten ibaret sayan sözde uzmanlarca yürütüldüğü görülmektedir” (Biber 2004: 111). Bu anlayış kamuda çok daha dikkat çekicidir. Özellikle kamuda halkla ilişkiler birimlerinde çalışanlar genellikle “idari memur” olarak tanımlanırlar. Yıllardır süren meslekleşme çalışmaları sonuçlanmadığı için belirli bir iş yapabilme yeterliliğindeki insanların yapabileceği bir iş olarak bir “meslek odası” biçiminde örgütlenememektedir. Yasal olarak bir meslek olarak tanımlanmayınca bir de adlandırmada sorunu eklenince “herkesin yapabileceği bir iş” olarak değer bulmaktadır. Örneğin Hazine, Maliye, Devlet Planlama Teşkilâtı, Enerji Piyasası Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu gibi halkla ilişkilere en çok gereksinim duyan kurumlarda bir uzmanlar kadrosu bulunmaktadır. Bu uzmanlar ekonomi, işletme, maliye gibi sınırları tanımlanmış bir alanda hizmet eder. Ancak bu kurumların yaşadığı iç sorunlardan biri bu uzmanların kurumsal aidiyet duygusuyla halkla ilişkiler işinde de söz sahibi olmak istemeleridir. Bu sorunu karikatürize edecek olursak “cümle kurmayı biliyorsam, iletişim kurmayı da biliyorum, iletişim kurmayı biliyorsam, ki biliyorum öyleyse halkla ilişkiler bana da sorulmalıdır” anlayışından kaynaklanmaktadır. Eğitim düzeyi yüksek kurumlarda bu sorun yoğun olarak yaşanmaktadır. Bir örnekle açıklamak gerekirse; bir kamu kuruluşunun halkla ilişkiler sorumlusunun aktardığı olay şöyledir: Kurum gazeteye bir açıklama vermek ister. Yaptıkları medyada yer bulmadığı ya da yanlı yer aldığı için kurum sütun/santim satın alarak derdini anlatmaya karar verir. Karar alınır ama bu arada kıyamet kopar çünkü böyle bir karar alırken hukuki ve bürokratik işlerden sorumlu bir yönetici kendisinin neden devre dışında bırakıldığına dair sorunlar çıkarır. Bu tür uygulama sorunları meslekleşme ve saygınlığın kurulmasıyla doğrudan ilgili olmaktadır. Suzanne Sparks’a (1993: 27) göre “kamuoyuna çok bağlı bir sektörde saygınlığın Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32) eksikliği ölümcüldür.” Thomsen’a (1997: 16) göre ise “halkla ilişkiler asla bir meslek statüsüne ulaşamayacak”tır. Alandaki eğitimciler ekonomi, felsefe ve hukuk gibi konularda çalışmalara yeterince geniş yer verinceye kadar bu olmayacaktır. Belki meslekleşme tartışmaları altında kısaca değinilmesi gereken bir başka konu da cinsiyetle ilgili tartışmalardır. Bu konuyu alana yönelik bir ayrımcılıktan daha çok kadınların iş dünyasındaki yeriyle ilişkili daha büyük bir tartışmalar zincirinin içinde değerlendirmek doğru olacaktır. Ancak burada yakın zamana kadar alanda süren sessiz iş bölümüne dikkat çekmek gerekir. Türkiye’de halkla ilişkiler uygulamacılarının büyük çoğunluğu kadınlardan oluşmaktadır. Oysa halkla ilişkiler harcamalarında milyarlarca doların çevrildiği ABD’de halkla ilişkiler sektöründe çalışanların ve yöneticilerin çoğunluğu erkeklerdir. Durum Türkiye’nin tam tersinedir. ABD’de yaşanan sorun Türkiye’den çok farklı olarak, bu işi erkek egemenliğinden kurtarmak, kadınlara daha cazip hale getirmek için yüksek ücret politikaları uygulanmakla ilgilidir. Meslekleşmeyle ilgili önemli bir sorun Türkiye’de bu alanda doktora ve yüksek lisans derecesi almış akademik personelin ve dolayısıyla araştırma ve verilerin azlığıdır. Ancak son zamanlarda bu anlamda ilerleme kaydedilmektedir. Burada akademisyenle uygulamacı arasındaki ilişkiyi doğru anlamak gerekir, birinin diğerini eleştirdiği değil birbirini geliştirdiği bir noktadan bakılmalıdır. SONUÇ Bugünün ve gelecek yılların en önemli halkla ilişkiler gerçekleri müşteri odaklı üretim, “educate public” olarak sloganlaştırılan eğitme işlevi, örgütün ünü, bilginin uluslararasılaşması ve çevresel sorumluluğun ağır bastığı ilişkilerdir. Yeni medyanın, 21. yüzyılda dijital içerik ve uygulamalarıyla çok daha önemli olacağı gerçeği de kavramsal sorgulamayı başka boyutlara taşıyacaktır. Bu gerçeklik durumu daha karmaşık ve daha geniş bir sorun ve sorumluluk alanı demektir. Anlaşılıyor ki halkla ilişkiler hem meslekleşme hem de saygınlaşmada kendi halkla ilişkilerini yapmada sorun yaşamaktadır. Burada hem akademisyenlere, hem öğrencilere hem de uygulamacılara ve örgütlenmelere çok iş düşmektedir. KAYNAKLAR Alexander D (2004) Changing the Public Relations Curriculum: A New Challenge for Educators, http://praxis.massey.ac.nz Bernays E (1923) Crystallizing Public Opinion, Boni& Liveright, New York. Biber A (2004) Halkla İlişkilerde Teorik Bir Çerçeve, Vadi Yayınları, Ankara. Cutlip S, Center A ve Broom G. (1985) Effective Public Relations, Prentice-Hall, New Jersey. Ewen S (1996) PR: A Social History of Spin, Basic Boks, New York. Grunig J ve Hunt T (1984) Managing Public Relations, Holt, Rinehart& Winston Pub., New York. James M (2007) A Review of the Impact of New Media on Public Relations: Challenges for Terrain Practice and Education, Asia Pasific Public Relations Journal, 8, 137-148. Kazancı M (2000) Halkla İlişkilerde Yeni Yaklaşım ve Uygulamalar, 1. Ulusal İletişim Sempozyumu Bildirileri, İletişim Dergisi Yayınları, Ankara. Kazancı M (2006) Halkla İlişkiler, Turhan Kitabevi, Ankara. Kitchen P J ve Papasolomou I C (1997) Marketing Public Relations: Conceptual Legitimacy or Window Dressing, Marketing Intelligence&Planning, 15 (2), 71-84. Kocabaş F, Elden M ve Yurdakul N (2000) Reklam ve Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, İletişim Yayınları, İstanbul. Kruckeberg D (1995-96) The Challenge for Public Relations in the Era of Globalization Public Relations Quarterly, 40 (4), 36-38. Kunde J (2000) Şirket Dini, Nejat Ulusay ve Nesrin Eruysal (çev), Mediacat Yayınları, İstanbul. Lesly P (1983) Lesly’s Public Relations Handbook, Prentice-Hall. 31 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Machiavelli N (1993) Prens, Nazım Güvenç (çev), Anahtar Kitaplar, İstanbul. Newsom D ve Scott A (1985) This is PR: The Realities of Public Relations, Wadsworth Publication, Belmont. Rayfield R E (1989) PR: It’s More Complex Than You Think, Michael C. Emery ve Ted C. Smythe (eds), Readings in Mass Communication, William C Brown Pub., Iowa. Sennett R (2002) Saygı, Ümmühan Bardak (çev), Ayrıntı yayınları, İstanbul. Sparks S (1993) Public Relations: Is It Dangerous to Use the Term?, Public Relations Quarterly, 38 (3), 27-28. Stone N (1995) The Management and Practice of PR, McMillen Business Pres, Wilcox. Şimşek Ş (1999) Yönetim ve Organizasyon, Günay Ofset, Konya. Tek O B (2006) Pazarlamada Değer Yaratmak, Hayat Yayınları, İstanbul. Thomsen S R (1997) Public Relations in the New Millennium:..., Public Relations Quarterly, 42 (1) 11-17. Yıldız N (2003) “Halkla İlişkilerin İdeolojik İşleyişi”, TODAİE Derg, 36, 35-42. 32 ZİRVEDEKİ TÜRK İŞLETMELERİNİN KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK İLETİŞİMİ: WEB SİTELERİNE YÖNELİK BİR İNCELEME İdil Karademirlidağ Suher* ÖZET Globalleşen bir dünyada kurumsal sosyal sorumluluk sürdürülebilir kalkınmanın ana unsuru olmuştur. Kurumlar “sosyal oyuncular” olarak kendi rollerinin farkına varmakta ve KSS’yi günlük faaliyetlerinin bir parçası olarak görmektedirler. Kurum yöneticilerinin sosyal sorumluluğun kapsamını daha iyi anlamasında ve bu doğrultuda hareket etmesinde, toplumda çevre bilincinin artmasıyla birlikte, tüketicilerden, çalışanlardan, rakiplerden ve hükümetten gelen baskılar da rol oynamaktadır. Bu baskının gücü, her ülkede farklı boyutlarda görülmektedir. Bu nedenle de yerel ve global şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk çabaları, aynı ülke içinde farklılık gösterebilmektedir. Çalışmanın amacı, şirketlerin kurumsal web sitelerinde yer alan, kurumsal sorumlukla ilgili bilgilerini araştırmak ve bu web siteleri aracılığıyla kurumsal iletişimini nasıl gerçekleştirdiğini ortaya koymaktır. Bu amaçla, ISO 500 listesindeki şirketler seçilerek ve içerik analizi kullanılarak tanımlanmış sosyal sorumluluk konuları analiz edilmiştir. Kurumsal web sitelerinde verilen bilgilerin nasıl düzenlendiği, sunulduğu ve bu bilgilerin kurumsal sosyal sorumlulukla olan ilişkisi incelenecektir. İnternet kısa süre içerisinde, vazgeçilemez bir iletişim aracı haline gelmiştir. Bu nedenle, kurumsal web sitelerinin önemi ve kurumsal sorumluk açısından verilecek olan bilgiler bu çalışmada tartışmaya açılmıştır. Anahtar sözcükler: Kurumsal sosyal sorumluluk, kurumsal iletişim, kurumsal web siteleri CORPORATE SOCIAL RESPONSIBILITY COMMUNICATION OF LEADING TURKISH CORPORATIONS: AN OBSERVATION OF WEB SITES ABSTRACT In globalization world corporate social responsibility has been the main component of the sustainability. Organizations as "social players" to become aware of their roles and they see the environment related issues as part of their daily activities. Organization executives better understand the scope of social responsibility and to move in this direction, together with increased environmental awareness in the society, consumers, employees, competitors and government from the pressures of the role. Strength of this pressure in each country can be in different dimensions and sizes. Therefore, the local and global companies’ corporate social responsibility efforts may vary within the same country. The purposes of this study, companies located in the corporate web-site, investigate the information related with corporate responsibility and information through this web site expose how performs the corporate communications. For this purpose, the ISO 500 list, selecting companies are defined by using content analysis and social responsibility issues have been analyzed. How the information in the corporate web site has been organized, and this information is presented with the relationship between corporate social responsibility will be examined. Internet within a short time has become an essential communication tool. Therefore, the importance of corporate web-site and corporate responsibility in terms of the information given in this study was opened to discussion. Keywords: Corporate social responsibility, corporate communication, corporate web sit GİRİŞ Çok uluslu şirketler dünyanın dörtbir yanına yayılırken, kendi yönetim stratejilerini yerel ihtiyaçları, adetleri ve kültürleri karşılayacak * şekilde yeniden yapılandırırlar. Aynı zamanda yerel şirketler, küresel pazarda daha iyi rekabet edebilmek için, her geçen gün daha fazla küresel yönetim stratejilerini ve standartlarını sahiplenmektedirler. Çok uluslu işletmeler farklı bir pazarda varlıklarını sürdürmek isterken, iyi Yrd. Doç. Dr. Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 birer kurumsal vatandaş olduklarını göstermek için; halkın beklentilerini iyi analiz ederek, hükümetlerin çözmekte başarız olduğu sosyal problemleri çözmeye talip olmuşlardır. Sosyal baskıya maruz kalmadan, toplumun bir bireyi olarak, sosyal sorumlu davranmanın görevleri olduğu inancıyla harekete geçen çok uluslu işletmeler, böylece iş yaptıkları yeni pazarlarda kurumsal sosyal sorumluluk kavramının gelişimine de öncülük etmişlerdir. World Business Council for Sustainable Development (Sürdürülebilir Gelişim için Dünya Yönetim Konseyi) kurumsal sosyal sorumluluğu “Sürdürebilir ekonomik gelişime katkıda bulunabilmek için çalışanlarla, aileleriyle, yerel topluluklarla ve yaşam kalitesini iyileştirmek amacıyla geniş anlamda, toplumun bütünüyle birlikte çalışarak, işletmelerin yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülüklerdir.” şeklinde değerlendirmiştir. Kurumsal sosyal sorumluluk terimi basit olarak kurumsal sürekliliği sağlamak amacıyla kâr etmek ve yasalara uymak ile başlar, çok daha ileri gider. “Kurumsal sorumluluğa” “sosyal” terimini eklemek, kurumları topluma karşı sorumluluğunun, bu can alıcı ama minimalist yasal algılamasını aşmaya zorlar ve kurumun toplumun derinine nüfus etmesini ister. Kurumsal sosyal sorumluluk terimi iş imkânı yaratmayı, mal ve hizmet akışı sağlamayı, hissedarlara doğru bilgi vermeyi ve basitçe yasalara uymayı kapsarken; kurumdan etkilenen tüm risk sahiplerini de hesaba katmayı içeren, daha geniş bir alana yayılır. Önemli olan bu çeşitli risk sahiplerinin (çalışanlar, tedarikçiler, toplumlar, çevre, vs.) kimler olduğunun etkili şekilde belirlenmesi ve ihtiyaçlarının değerlendirilmesidir. McWilliams ve Siegel’e göre ideal kurumsal sosyal sorumluluk seviyesi, maliyet-fayda analizleriyle birlikte tespit edilebilir (2001: 125). Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları, üretim sürecinde, ürünlerin içine sosyal içerikli özellikler eklemek (örneğin; florokarbon içermeyen aerosol ürünler ya da çevre dostu teknolojiler kullanmak gibi), gelişime yönelik insan kaynakları uygulamalarını benimsemek (örneğin; çalışanların yetkinleştirilmesini desteklemek), geri dönüşüm ya da çevre kirliliğine karşı önlemler almak (örneğin; 34 emisyonların azaltılmasına ilişkin bir tutum sergilemek), NGO ve benzeri kuruluşlarla toplumsal içerikli birliktelikler geliştirmek gibi birçok boyutu kapsamaktadır (Abagail ve ark. 2006: 1). Kurumsal sosyal sorumluluk alanında üç temel yaklaşım bulunmaktadır. Uzun dönemden beri yerleşik olan etik sorumluluklar ve yeniden önem verilmeye başlanan ekonomik sorumluluklar; bu iki yaklaşım rekabet eden ahlaki çerçeveler ile politik felsefeyi barındıran, zıt kuramsal bakış açılarını barındırır. Üçüncüsü ise kurumsal vatandaşlık yaklaşımıdır. Rekabet halindeki bu yaklaşımlar, yüzeysel olarak iki ortak temayı paylaşmaktadır. Öncelikle her üçü de genel refahın yükseltilmesini; aksi halde, günümüzde kurumların var olamayacağını savunur. Bununla birlikte, her bir yaklaşım genel refaha giden farklı bir yolu benimsemiştir (Windsor 2006: 96). Kavramsal olarak, ideal vatandaşlık (Logsdon ve Wood 2002, Waddock 2002) etik kurumsal sosyal sorumluluk konumundan hareketle, kurumsal itibar kaygısından geçerek ilerler. Ancak pragmatik olarak, sorumluluk dilini bir kenara bırakırken, dar anlamda ekonomik kurumsal sosyal sorumluluğa karşı çıkar. Carroll (1998), kurumsal vatandaşlığın dört boyutu olduğunu öne sürer; ekonomik, yasal, etik ve hayırseverlik. Ekonomik olan, işin kârı geliştirme ve yaratma hususundaki temel sorumluluğudur. Yasal unsur, kanunlara itaat etme hususundaki iş yükümlüğüdür. Etik bileşen, toplum tarafından kendi üzerlerine yüklenen normları takip etme hususundaki yükümlülükleridir. Son olarak isteğe bağlı unsur daha geniş olarak, toplumu destekleyen hayırseverlik faaliyetlerini içerir. Caroll’un piramidinde ekonomik bakış açısından, isteğe bağlı her türden kurumsal sosyal sorumluluk, yatırımcılardan gelen gönüllü refah aktarımı olarak ele alınır. Etik kurumsal sosyal sorumluluk, yayılmacı kamu politikasının, kişisel kısıtlamanın ve fedakarlığın çok daha geniş bir kavramsallaştırmasıdır. Burada iki önemli örnekten bahsetmek yerinde olacaktır. Bir dondurma şirketi olan Ben & Jerry's insan severliği yönetim stratejileri içinde uygulamaya geçirdi ve halka arz edilen bir şirkete satılıncaya dek insan severlik ve ekolojik bilinçlendirme uygulamalarında bulundu. Malden Mills tesisi, bir yangında kül oldu. Şirketin sahibi Aaaron Feuerstein üretim yapmayan çalışanları Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48) işten çıkarmayarak, tesisin yeniden inşa edilmesi için borç üstlendi ve inanılmaz bir başarı elde etti. Kurumsal sosyal sorumluluk bilincinin etkisinin tam anlamıyla ortaya konulabilmesi için, sonuç odaklı, modern kurumsal sosyal performans çerçevesinde, genel refah üzerindeki tüm kurumsal etkilerin ölçülmesi önerilmektedir (Wood 2006: 712). Kurumsal sosyal sorumluluk, yöneticilerin kamu politikasını ve sosyal konuları nasıl ele alması gerektiği ile ilgili her türlü kavram olarak da değerlendirilmektedir (Windsor 2006: 95). Bu nedenle, yöneticiler kamunun dikkatini çeken sosyal konuları inceleyerek, bu konulara öncelik vermelidirler. Friedman (1970), kurumların kanuna uydukları sürece, kendi ortaklarına karşı çoğunlukla kâr etmeyi gerektiren yükümlülüklerinin ötesinde topluma karşı bir yükümlülüklerinin olmadığını tekrarlamıştır. Diğer bir açıdan, idealleştirilmiş vatandaşlık dar anlamda, etik kurumsal sosyal sorumluluğa indirgenemez. İdealize edilmiş vatandaşlığın amacı, kamu politikasını genişletmeksizin ve araçsalcı yöneticiler tarafından bir kenara atılmış olan sorumluluk dilinden ayrılmadan, evrensel insan hakları ile ilgili yönetimsel psikolojiyi etki altına almaktır (Caroll 1999: 273). Bu nedenle; Jones sosyal sorumluluk alanında kurumsal vatandaşlığı daha net açıklayabilmek için paydaş teorisini ortaya koymuştur. Paydaş teorisi, kurumsal sosyal sorumluluk için etik ve ekonominin bir sentezini içermektedir. Jones'un çekirdek kuramına göre paydaşlarla karşılıklı olarak "bir etik ilkeler altkümesi (güven, güvenilirlik ve işbirliği yapabilirlik) paylaşıldığında, bunu hayata geçiren kurumlar için belirgin rekabet üstünlüğü sağlanabilir (Jones 1995: 404). Freeman pay sahibini şöyle tanımlamıştır; "Bir organizasyonun hedeflerine ulaşmasını etkileyen veya bundan etkilenen herhangi bir grup veya kişi.” (Freeman 1984: 46). Paydaş teorisi sadece pay sahiplerine değil, aynı zamanda tüm uygun paydaşların menfaatlerinin karşılanması gerekliliğini ele alır. İki tip pay sahibi tanımlamıştır. Dar tanım, sadece kurumun yaşaması için hayati önemi olan grupları içerirken, geniş tanım kurumu etkileyebilecek ve kurumdan etkilenen tüm grupları kapsar. Pay sahipleri teorisi uyarınca, kurumlar ortaklıklarının en başarılı mali yapısına; tüm pay sahiplerine eşit önem vererek ve bunlar arasında en uygun dengeyi ortaya koyacak ortaklık politikaları geliştirerek ulaşılır. Paydaş teorisi Donaldson ve Preston (1995) tarafından genişletilmiş ve kurumsal sosyal sorumluluğun manevi ve ahlaki boyutları ayrıca bu gibi bir etkinliklerde yer almanın işe olan etkisi araştırmalarında vurgulanmıştır. Aynı zamanda tüm paydaş çıkarlarının eşit şekilde değerlendirilmesi birinin diğerine egemen olmaması gerekir. Aksi halde farklı pay sahibi grupların çıkarları arasında, hakemlik yapma sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu hakemlik görevini de yöneticilerin yapması gerektiğini, yöneticilerin bütün pay sahiplerinin etik haklarını dengeli biçimde yerine getirmesi gerektiği varsayılmaktadır (Clarkson 1995, Donaldson ve Preston 1995). Günümüzde kullanılan genişletilmiş paydaş çerçevesi, genel olarak kullanılan paydaş teorisinin tam tersidir. Geleneksel paydaş teorisi genellikle çalışanları, işletme sahiplerini, müşterileri ve tedarikçileri işletmenin paydaşı olarak görür. Bu gruplar sadece kurumdan etkilenmez, aynı zamanda kurumun işlevselliğini ve başarısını da etkiler. Bu sebepten, geleneksel teori kurumun kendi çıkarları üzerine kurulmuş olan bir sosyal sorumluluk anlayışına dayanır. Genişletilmiş paydaş yaklaşımı, bu algılanışın ötesine geçmeyi amaçlar ve sosyal sorumluluğu, varlıkları korumada karşılıksız bir görev olarak görür. Sonuç olarak; kurumsal sosyal sorumluluk kavramına yönelik bakış açıları zaman içinde değişiklik göstermiştir (Kok ve ark. 2001: 288). Kurumlar şimdiki ve gelecek nesillere ait yaşam koşulları, doğal varlıkların kaderini ve yaşam mücadelelerini etkilerler. Bu nedenle toplum, doğa ve gelecek nesiller kurumların paydaşları arasında yer almalıdırlar. KSS ile ilgili akademik çalışmalar, “ticari şirketlerin sosyal refahı artırmak ile ilgili bir yükümlülükleri” olup olmadığına ilişkin felsefi tartışmasıyla başlamıştır (Frederick 2006: 37). “Bir işletme neden ve kim için vardır?” sorusunun yanıtı artık değişen koşullar nedeniyle oldukça kolay verilememektedir. Sahipliğin yerini yatırımın aldığı, şirket çalışanlarının binalar ve makineler gibi şirketin varlıkları haline geldiği bu dönüşümde amaç, yalnızca kâr etmek değildir. Kâr yoluyla işletmenin daha iyi bir şey yapmalarını sağlamaktır (Handy 2002: 84). Kurumun sosyal sorumluluklarına toplumsal baskılar yön verirken, ku- 35 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 rumun içsel değerlendirmeleri ya da o kuruma ait özellikler bu zorunluluklara kurumun nasıl yanıt vereceğinin belirleyicisi olmaktadır. Bilgi çağının gelişmesi, artan uluslararası rekabet, ekonomik ve finansal pazarların birbirine bağlılığı, çok çeşitlilik, kolay ulaşılabilirlik ve iletişim olanakları yeni bir küresel ekonomi yaratmıştır. Öte yandan, araştırmacılar kurumsal sosyal sorumluluk ve onun globalleşme ile ilişkisini çalışabilmek için, işletmeler ile onların ana paydaşları arasındaki ilişkiyi yerel ve global anlamda inceleme ihtiyacı duyarlar. Bu konuda farklı ülkelerde yapılmış birçok araştırma vardır. Örneğin; Çin’de kurumsal sosyal sorumluluk üzerine yapılan en heyecan verici çalışmalar, Çin kültürünün işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarını nasıl etkilediği üzerine odaklananlardır. Çin’de global ve yerel işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarına yönelik yapılan araştırmada; yerel Çin işletmelerinin eğitim, spor, sanat ve kültürel etkinlikler, gelişme, refah seviyesini yükseltme, afet sonrası iyileştirme ve sağlık gibi bir defaya mahsus geçici halk hayırseverliği temalarını daha fazla işledikleri ortaya konulmuştur. Bu konulara Çinli işletmeler çoğunlukla bağış, sponsorluk ve gönüllük yoluyla katılım sağlamaktadırlar. Global işletmelerin sosyal sorumluluk faaliyetlerini kurumsal web sitelerinde tartışmaya Çinli işletmelerden daha açık oldukları görülmüştür. Diğer yandan Çinli işletmeler ve global işletmeler arasında, kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerindeki anlayışları açısından halk hayırseverliğine katılımları, çalışan ilişkileri konusundaki vurguları, tedarikçiler ve hissedarlarla ilgili KSS tartışmaları açısından belirgin bir fark olmadığı bulunmuştur (Tang Lu ve Hang Mei Li 2009: 208). Hong Kong ve Amerika’daki işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarını karşılaştırmak amacıyla, Carroll’ın kavramsal çerçevesini kullanarak Hong Kong ve Amerika’daki işletme öğrencilerine yönelik bir diğer çalışmada şu sonuçlara ulaşılmıştır. Amerikalı öğrenciler, kurumların ekonomik olmayan sorumluluklarını, kurumsal sosyal sorumluluğun gerekçesi olarak görmektedir. Diğer yandan Çinli öğrenciler, daha çok kurumsal sosyal sorumluluğun ekonomik gerekçesi üzerine vurgu yapmaktadırlar (Burton ve ark. 2000: 165). Vidhi ve Wang’ın Hindistan’da özellikle Top 100 IT işletmeleri üzerine 36 yapılandırdıkları, global ve yerel karşılaştırmayı da içinde barındıran araştırmalarında, Hintli yerel işletmelerin bir çoğunun kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarına web sitelerinde yer vermediklerini bulmuşlardır. Sonuç olarak; bu durumun Hintli işletmelerin aktif olarak herhangi bir kurumsal sosyal sorumluluk etkinliğinde bulunmadıklarını göstermediğini, daha çok kurumsal sosyal sorumluluk iletişimi konusundaki eksikliklerinin işareti olduğu yargısına varmışlardır. Diğer taraftan, KSS iletişiminde internetin kullanımındaki hassasiyet ve yaratıcılığın eksikliği, bu işletmelerin küresel eğilimlere uyum gösteremediklerinin belirtisi olduğu sonucunu da ortaya koymalarına neden olmuştur. Vidhi, C ve Wang, J. (2007) tarafından Hindistan’daki internet üzerinden değerlendirilen KSS uygulamaları ve Ting, S; Sriramesh, K; Ng, Chew Wee, Lou ve Wanyin’in (2006) yaptıkları araştırma neticesinde Singapur’daki kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarına bakıldığında, etkinliklerin hayırseverlik yapısında ilerlediği görülmektedir. Çünkü araştırmada kurumsal sosyal sorumluluğun daha çok “çalışan gönüllülüğü”, “kurumsal bağış” gibi konularla ilişkilendirildiği ortaya çıkmıştır. Bu tip toplum odaklı çalışmaların kurumlar tarafından tercih ediliyor olmasının sebebini de bu konuların daha iyi tanıtım sağlaması ve toplumda iyi niyet duygusu uyandırması olarak görüldüğünü belirtmişlerdir. Gerçek çalışmalar algıya yönelik olarak gözükmektedir ancak, bu durum Singapur’da KSS’nin yeni ve sadece son birkaç yıldır gözde bir kavram olması sebepleri ile açıklanabilir. Singapur’da işletmelerin üç temel KSS yaklaşımını benimsediği görülmüştür; proaktif, intibak ve reaktif. İspanya’da da benzer bir çalışmaya rastlanmaktadır. Özellikle İspanya hisse senedi piyasa listesinde yer alan işletmeler üzerinde yapılan araştırmada, İspanyol işletmelerin KSS’ye oldukça önem verdiklerini, sosyal ve çevresel konulara diğerlerinden daha fazla yatırım yaptıkları bulunmuştur. Aynı zamanda, sosyal sorumluluğun işletmelerin finansal performansının üzerinde de olumlu etkisi olduğunu belirtmişlerdir (Capriotti ve Moreno 2007: 234). Benzer sonuçlar, Kuzey Afrika’da yapılan çalışmada da elde edilmiştir (Dawkins ve Ngunjiri 2008: 303). KSS ile ilgili Güney Afrika’da yapılan araştırmaya göre, Güney Afrikalı işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk seviyeleri ve uygulama sıklıklarının Amerikan, Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48) Alman ve Japon işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinden genel olarak daha fazla olduğu belirlenmiştir. Belirgin farklılıkların olduğu alanlar ise; çeşitlilik, toplum ve çalışan ilişkileridir. Güney Afrika’da kurumsal sosyal sorumluluk aynı zamanda yerel işletmelerin baskılarından da etkilenmiştir. İnsan haklarına yönelik çalışmalar, en az raporlananlardır. Bu çalışmaya göre Güney Afrika’da kurumsal sosyal sorumluluk dikkate değer bir ilgi görmektedir. Diğer bir çalışma ise Chapple ve Moon’un Asya kıtasında Hindistan, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Güney Kore ve Tayland’ı kapsayan, 7 ülkenin kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını ortaya çıkarmak amacıyla gerçekleştirdikleri araştırmalardır. Çok uluslu işletmelerin iş uygulamalarını yerel ihtiyaçları, adetleri ve kültürleri karşılayacak şekilde adapte ettiklerini aynı zamanda, yerel işletmelerin, küresel pazarda daha iyi rekabet edebilmek için, gittikçe artan bir boyutta küresel iş uygulamalarını ve standartlarını sahiplendiklerini ortaya çıkarmıştır (Chapple ve Moon 2005:415). Bu ve benzeri çalışmalar yerel ve global işletmelerin kurumsal sosyal sorumuluğa bakış açılarının karşılaştırması, web sitelerinin incelenmesi ise KSS iletişimini değerlendirmek açısından önemlidir. Zorunlu olmayan KSS iletişimi özellikle bizim kültürümüzde henüz tam olgunlaşmamış bir fikirdir. Kurumsal sosyal sorumluluğun etkilerini değerlendirebilmek için kurumsal iletişim hızla, uygulayıcılar ve bilim dünyası tarafından incelenmeye başlanmıştır. Araştırma, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her geçen gün önemi artan kurumsal sosyal sorumluluk kavramına ve uygulamalarına; işletmelerin bakış açısını ortaya çıkarmak ve Türkiye’de faaliyet gösteren global işletmelerle karşılaştırmak amacıyla yapılandırılmıştır. YÖNTEM Lu Tang ve Li Hongmei’nin çalışmasıyla benzerlik taşıyan bu çalışmanın amacı, Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) ilkelerinin ve uygulamalarının neler olduğu, ulusal sosyal paydaşlarıyla kurumsal sosyal sorumluluk iletişimini nasıl gerçekleştirdiklerinin, kurumsal web sitelerinin içerik analizi yapılarak incelenmesidir. Bu çalışmada ayrıca ülke orjininin (yerel ve global işletmelerin) KSS iletişimine etkileri de incelemiştir. Yine yerel ve global işletmelerin faaliyet gösterdiği pazarlama alanının doğrudan nihai tüketiciye, B2C ya da işletmeler arası, B2B olmasının KSS iletişimi üzerindeki etkisi incelenmektedir. Çalışmanın hedefine göre aşağıdaki sorular belirlenmiştir; - Türkiye bağlamında iletişimi yapılan başlıca KSS yaklaşımları nelerdir? - Türkiye’de çalışan Türk işletmeleri ve global işletmelerin KSS iletişimleri arasında farklar var mıdır? - Tüketici pazarlarını ve B2B (işletmeler arası) pazarları hedef alan işletmelerin KSS iletişimleri arasında farklar var mıdır? Evren ve Örneklem Türkiye’de faaliyet gösteren belli başlı tüm büyük işletmelerin web siteleri bu çalışmanın evrenini oluşturmaktadır. Örnekleme için İstanbul Sanayi Odası’nın yayınladığı “Türkiye’nin en büyük 500 İşletmesi” (2008) kullanılmıştır. Çalışmada İstanbul Sanayi Odası (ISO) tarafından basılmış Türkiye’nin en büyük 500 şirketi listesinde (2008) yer alan işletmelerin web siteleri arasından ilk 360 işletme, amaçsal örneklem ile seçilmiştir. Bu seçimin sonucunda 13 işletmenin listede adının kullanılmasına izin vermediği, 25 adet işletmenin web sitesinin olmadığı görülmüştür. Bu işletmelerin web siteleri, nicel içerik yoluyla incelenmiş; toplam 322 adet işletmenin web sitesi kodlanmıştır. Çalışmada özellikle web sitelerinin kullanılması, işletmelerin web sitelerinin bu işletmelerin kendi paydaşlarıyla iletişiminin en önemli aracı olmasıdır. İşletmelerin dışarıya açılan penceresinden paydaşları, işletmelerin KSS uygulamalarını incelemektedirler. Bu çalışmanın hedefi Türk işletmelerinin ve Türkiye’de faaliyet gösteren global işletmelerin KSS uygulamaları ve iletişimini, Türk paydaşlar ile nasıl kurduğunu belirlemek olduğundan, Türkçe web sitelerine odaklanılmıştır. Veri Toplama Süreci Başta Lu Tang ve Li Hongmei’nin Çin ve global işletmelerin KSS iletişimini belirlemek amacıyla uyguladığı (2009) çalışma, Chapple ve Moon’un Asya ülkelerinin kurumsal sosyal 37 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 sorumluluğa bakış açısını belirlemek için yapılandırdığı “Corporate Social Responsibility (CSR) in Asia: A Seven-Country Study of CSR Web Site Reporting.” (2005) çalışması ve Maignan ve Ralston’un Avrupa ve Amerika karşılaştırması yaptığı “Corporate Social Responsibility in Europe and the US: Insights from Businesses’ Self-presentations.” (2002) gibi çalışmalar temel alınarak bir kodlama cetveli oluşturulmuştur. Kodlama cetveli, önerilmiş olan araştırma sorularına işaret eden, altı ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, işletmenin yerel ya da global olduğunu ve faaliyet gösterdiği sektörü belirlemek amacıyla oluşturulmuş; işletme ile ilgili temel bilgiler sorgulanmaktadır. İkinci bölümde, işletmelerin KSS kavramını nasıl tartıştıkları ve hangi gerekçelere dayandırdıkları Carroll tarafından ortaya sunulmuş olan ekonomik, yasal, etik ve gönüllülük tipolojisi kullanılarak araştırılmıştır. Bu bölümde bir anlamda Türkiye’deki işletmelerin neden KSS faaliyetinde bulundukları sorusunun cevabı da aranmaktadır. Üçüncü bölüm, KSS temalarının ve girişimlerinin neler olduğunu belirlemek amacıyla işletmelerin bir sosyal vatandaş olarak topluma, çalışanlarına, tedarikçilerine ve müşterilerine karşı sahip oldukları sorumlulukları da içeren 19 maddeden oluşmaktadır. Bunlar, işletmelerin çalışanlarına karşı sahip oldukları sorumluluklar, çalışan(işçi) sağlığı ve güvenliği, çalışan mutluluğu-refahı, çalışan gelişimi ve çalışanlar için eşit hakları içermektedir. İşletmelerin müşterilerine karşı sahip olduğu sorumluluklar; ürün kalitesi ve ürün güvenliğini içermektedir. İşletmelerin topluma karşı sahip oldukları sorumluluklar; eğitime, spora ve sanata destek, refah seviyesinin geliştirilmesi, yoksullukla ve felaketlerle mücadele, afetten kurtulma, çevresel koruma, sağlık ve engellilik, gençlere ve yaşlılara destek ve yardım gibi konuları içermektedir. Kodlama cetvelinin dördüncü bölümü, işletmelerin KSS’yi nasıl uyguladıklarını inceleyebilmek için yapılandırılmıştır. Örneğin; uygulamaların işletmelerin kurdukları bir vakıf aracılığıyla mı, çalışanları aracılığıyla mı, bir sivil toplum örgütüyle ortaklık mı veya devlet desteğiyle mi gerçekleştirildiği incelenmiştir. Bu bölümde işletmenin stratejik yönetim sürecinde KSS politikaları da dahil olmak üzere; resmi politikalarının BM, SA8000 vb. olup olmadığı, işletmenin KSS raporları, işletmenin KSS uygulamasını kendi kurduğu ya da ilişkide 38 olduğu bir vakıf aracığıyla mı yaptığı, çalışanlarını gönüllü faaliyetlerde bulunmaya teşvik ederek yönlendirip, yönlendirmediği, sivil toplum örgütleri ile iş ortaklığı oluşturma, üniversiteler ve hükümetle birliktelikler kurma ve destek alma gibi değişkenleri içermektedir. Beşinci bölüm, işletmelerin sosyal sorumluluk uygulamalarının belli bir zaman sınırı dâhilinde geçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek amacıyla yapılandırılmış sorulardan oluşmakta; “ne zaman” sorusunun cevabı aranmaktadır. Özellikle dini bayramlar, resmi bayramlar ve doğal afetler sonrasında KSS’ye daha fazla yatırım yapılıp yapılmadığı gibi. Son bölümde ise global KSS faaliyetleri hakkında bilgi verip vermedikleri incelenmiştir. Böylece, global KSS uygulamalarında bulunup bulunmadıkları belirlenebilecektir. Kodlamadaki her öğe “evet” ve “hayır” olarak kodlanmıştır. Tek bir kategorinin web sitelerinde kaç kez görüldüğü, dikkate alınmamıştır. Kodlayıcıların, eğitiminden sonra kodlama formu ön teste tabi tutulmuştur. Pilot çalışmanın sonuçlarına göre gerekli görülen düzeltmeler yapılmıştır. Daha sonra kodlayıcılara örneklenen tüm web siteleri için bir kodlama formu ve listesi verilmiş; her bir kodlayıcının tanımlanan kategorilere göre kodlamaları istenmiştir. Kodlayıcıların fikir birliğine varamadığı maddeler, hakem yoluyla çözümlenmiştir. Kodlama formunda yer alan tüm kategoriler nominal ölçekte oluşturulduğundan kodlayıcılar arasındaki güvenirliğin testi için Cohen’s Kappa katsayısı hesaplanmıştır (Kolbe ve Brurett 1991: 245). Orjinal örneklem dışında 50 web sitesi seçilmiş ve iki kodlayıcı bu 50 web sitesi üzerinde kategorileri kodlamıştır. Nominal ölçekteki sorular için hesaplanan kodlayıcılar arası güvenilirlik (Cohen’s Kappa) % 91.04’dür. Harold H. Kassarjian (1977) kodlayıcılar arası güvenilirliğin % 85 üzerinde olması gerektiğini önermektedir. Kodlayıcılar arası uyuşmaya göre bu çalışma, güvenilir bulunmuştur. Verilerin analizinde istatistiki test olarak ki-kare testi kullanılmıştır. Bunun nedeni tüm kodlama kategorilerinin nominal ölçüm düzeyinde olmasıdır. BULGULAR Araştırmanın ilk bölümünde işletmeler ilgili genel bilgiler ve değerlendirmeler yer almakta- Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48) dır. İşletmenin yerel ya da global olması, hedef pazarı ve faaliyet de bulunduğu sektörler belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın amacı doğrultusunda genel olarak Türkiye’de faaliyet gösteren en başarılı işletmelerin örneklem üzerinden değerlendirmesini yaptığımızda 322 işletmenin 41’inin global, 281 tanesinin de yerel olduğu belirlenmiştir. Tablo 1. Faaliyet gösterdiği coğrafi alan Yerel Global Toplam f 281 41 322 % 87.27 12.73 100 Yine bu işletmelerin faaliyet gösterdiği alanlar karşılaştırıldığında; doğrudan nihai tüketiciye hizmet veren 133 adet işletmenin, örneklemin % 41.30’unu oluşturduğu, B2B hizmet veren işletme sayısının ise 189 adet, örneklemin de %58.70’ini oluşturduğu belirlenmiştir. Tablo 2. Hedef Pazar Nihai Tüketici f 133 % 41.3 İşletmeden İşletmeye B2B Toplam 189 322 58.7 100 Tablo 3. Faaliyette bulunduğu endüstri/sektör f Maden, demir, çelik Gıda ve içecek Otomobil İnşaat Enerji üretimi Tekstil Tarım ve çiftçilik Elektronik aksan üreticileri Tıbbi Ürünler Cam Nakliye hizmetleri (kargo ve konteynerler dahil) Telekomünikasyon Havayolları Diğer Toplam 61 43 34 34 32 20 19 11 10 7 4 % 18,94 13,35 10,56 10,56 9,94 6,21 5,9 3,42 3,11 2,17 1,24 3 1 33 322 0,93 0,31 10,25 100 Örneklem içinde yer alan işletmelerin faaliyet alanları ise; Maden, Demir, Çelik % 18.94, Gıda ve içecek % 13.35, Otomobil, % 10.56, İnşaat % 10.56, Enerji üretimi % 9.94, Tekstil % 6.21, Tarım ve çiftçilik % 5.9, Elektronik aksan üreticileri % 3.42, Tıbbi ürünler % 3.11, Cam% 2.17, Nakliye hizmetleri % 1.24, Telekomünikasyon % 0.93 ve Havayolları % 0.31’dür. Araştırmanın ikinci bölümde; Türkiye’deki işletmelerin neden ve hangi gerekçe ile KSS faaliyetinde bulundukları sorusunun cevabını aranmaktadır. Tablo 4’de bunun değerlendirilmesi görülmektedir. Tablo 4. Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Mantıksal Gerekçeleri Gönüllü (isteğe bağlı/ ihtiyari) sorumluluk Etik sorumluluk/ Etik iş uygulamaları Yasal sorumluluk Ekonomik sorumluluk Toplam f % 120 14.58 208 224 271 823 25.27 27.22 32.93 100 Caroll’un piramiti doğrultusunda Türkiye’deki en başarılı işletmelerin KSS’ye bakış açısı ekonomik, yasal, etik ve gönüllülük tipoloji kullanılarak araştırılmıştır. Bu bir anlamda Türkiye’deki işletmelerin hangi gerekçelerle KSS faaliyetinde bulunduklarını belirlemektedir. Caroll’un pramiti gibi ekonomik, yasal, etik ve isteğe bağlı sorumluluklar aynı önem sırasında değerlendirilmiştir. Ekonomik sorumluluk işletmelerin karı geliştirme konusundaki temel sorumluluğudur. Toplumun istediği mal ve hizmeti üreterek, satma ve kar elde etme sorumluluğu olarak tanımlanmıştır. Örnekleme konu olan işletmelerin web sitelerinde özellikle vizyon ve misyon ifadesinde dahi bu amacı vurguladıkları görülmüştür. Yasal sorumluluklar kanunlara itaat etme hususundaki işletmenin yükümlülüklerini içermektedir. Örneğin (UN, SA8000, vb) işletmenin ulusal ve yasal anlaşmaları yaptığını duyurması, yasaların belirlediği kriterlere uygunluğunu belirtmesi ve bunlara yer vermesi açısından işletmeler değerlendirildiğinde hala Türkiye’de devletin sivil toplum örgütlerinden daha fazla baskı unsuru olarak algılandığının da bir göstergesi olabilir. Etik sorumluluk toplumun işletmeden beklediği davranış ve faaliyetleri içerir. İşletmeler toplumdan aldıklarını topluma geri verme felsefesi ile etiksel sorumluluklarını yerine getirmektedirler. Örneğin, sürdürülebilir gelişim için 39 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 işletmelerin daha çevre dostu ürünler üretmesi, geri dönüşümlü ürün kullanma vb gibi. Son olarak, isteğe bağlı sorumluluklar daha geniş olarak toplumu destekleyen hayırseverlik faaliyetlerini tanımlar. Toplumun işletmelerden beklemedikleri, işletmelerin gönüllü faaliyetlerini içermektedir. Bu doğrultuda araştırma sonucunda Türkiye’de faaliyet gösteren işletmelerin web siteleri incelendiğinde ekonomik sorumluluklar % 32.93, yasal sorumluluklar % 27.22, etik sorumluluklar % 25.27, gönüllü sorumluluklar % 14.58 oranında belirlenmiştir. Hala KSS için ekonomik sorumluluklar en önemli gerekçe olarak ortaya çıkmaktadır. Tablo 5. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Temaları Bir paydaş olarak toplum/ kamuya yönelik hayırseverlik Paydaş olarak Müşteriler Çalışanlarla ilişkiler Tedarikçiler Hissedarlar Eğitim alanına yapılan finansal destekler (toplam) Çevre ve doğal kaynakların korunması Genç nesil İlk ve ortaokul öğrencilerine sunulan finansal destekler Eğitim/diğerleri Spor Sanat& Kültür Üniversite öğrencilerine sunulan finansal destekler Sağlıkve Sakatlık Refah Seviyesinin Geliştirilmesi ve Toprakların Korunması Seniors Felaketle Mücadele Ürün kalitesi Ürün güvenliği Sağlık ve Sakatlık Çalışan mutluluk ve refahı Çalışan gelişimi Eşit fırsat Tedarikçiler Hissedarlar Toplam Üçüncü bölüm; Türkiye’nin en başarılı işletmelerinin bir sosyal vatandaş olarak topluma, çalışanlarına, tedarikçilerine, ve müşterilerine karşı sahip oldukları sorumluluk temalarını belirlemek için yapılandırılmıştır. Tablo 5 işletmelerin 5 farklı paydaş grubuna yönelik (bunlar; toplumun geneli, müşteriler, çalışanlar, tedarikçiler ve hissedarlardan oluşmaktadır.) uyguladığı ve ilettiği KSS temasını belirlemesi açısından önemlidir. Toplumun geneline yönelik gerçekletirilen en önemli KSS temasının eğitim olduğu % 10.74, daha sonra bunu çevre temasının %10.69 ile takip ettiği belirlenmiştir. Tüketicilere yönelik uyguladıkları KSS uygulamalarının ürün kalitesi % 11.79 ve ürün güvenliği % 11.46 teması üzerine yapılandırıldığı belirlenmiştir. Çalışanları için sağlık ve sakatlık % 11.35 teması diğerlerinden daha fazla 40 f % 194 193 83 77 71 65 58 46 40 36 19 12 213 207 205 128 117 64 74 98 1806 10.74 10.69 4.60 4.26 3.93 3.60 3.21 2.55 2.21 1.99 1.05 0.66 11.79 11.46 11.35 7.09 6.48 3.54 4.10 5.43 100 desteklenmektedir. İşletmelerin çalışan sağlığına ve güvenliğine verdiği önemin, fırsat eşitliğine (işletmelerin ırk, cinsiyet, maaş farkı veya engel gözetmeksizin, gerek işe alım gerekse terfi süreçlerinde tüm katılımcılara eşit şansın tanınmasına yönelik bağlılığından) ve çalışan gelişimine (işletmelerin, kariyerlerini daha ileriye götürebilmeleri için çalışanlarına kurs veya sürekli eğitim olanakları sunması) verdiği önemden daha fazla olduğu görülmüştür. Tedarikçiler ve hissedarlar için bir alt tema belirlenmemiştir. İşletmeler kendilerinin bu gruplara karşı sorumlu olduklarını belirtmekle yetinmişlerdir. Tedarikçilerine karşı sorumlu olduklarını belirten işletmelerin oranı % 4.10 ve hissedarlarına karşı sorumlu olduklarını belirten işletmelerin oranı da % 5.43’dür. Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48) Tablo 6. Kurumsal Sorumluluk Uygulamaları f 199 139 91 85 85 83 66 49 48 43 35 724 Ortaklıklar (toplam) KSS politikası Gönüllü faaliyetler Ortaklılar/devlet Sponsorluk Vakıf Ortaklıklar/STK KSS raporu Ortaklıklar/Üniversite Ödül Bağış Toplam % 27.49 19.20 12.57 11.74 11.74 11.46 9.12 6.77 6.63 5.94 4.83 100 Bu tablo işletmelerin KSS uygulamalarını nasıl gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Araştırmanın 4. bölümünün sonuçlarını içermektedir. İşletmeler genellikle KSS uygulamalarını bir ortak ile birlikte gerçekleştirmektedir. Hükümet, sivil toplum örgütü ve üniversiteler gibi. Bunların toplam değeri % 27.49’dur. İkinci olarak Türk işletmelerinin bir KSS politikası olduğu ve KSS uygulamalarını buna göre gerçekleştirdikleri bulunmuştur. Tablo 7. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulama Zamanları Dini Tatiller Resmi Tatiller Doğal Afetler Toplam f 10 10 5 25 % 40.00 40.00 20.00 100 Beşinci bölümde Türkiye’deki işletmelerin KSS uygulamalarına hangi zamanlarda daha fazla önem verdiği araştırılmıştır. Tablo 7’de görüldüğü gibi; KSS uygulamalarının belli zamanlarda mı gerçekleştiğinin değerlendirmesinde özellikle dini bayramlar, resmi bayramlar ve doğal afetler sonrasında KSS uygulamalarına daha fazla yatırım yapıldığı ortaya çıkmıştır. İşletmeler KSS uygulamalarını sürekli bir çaba olarak görmek yerine bu özel zamanları değerlendirmektedirler. Diğer yandan bu durum Türk geleneklerinin bir uzantısı olarak ya da kamunun beklentisinin bu özel zamanlarda artmasının doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Son olarak; Türkiye’nin en başarılı işletmelerinin KSS uygulamalarını nerede gerçekleştirdikleri yani Uluslararası KSS uygulamalarına mı ya da yerel KSS uygulamalarına mı yatırım yaptıkları incelendiğinde yalnızca % 14.30’un global KSS uygulaması gerçekleştirdikleri bulunmuştur. Yerel işletmeler gibi global işletmeler de yerel KSS çalışmalarına daha fazla yatırım yapmaktadırlar. Tablo 8. Global Sosyal Sorumluluklar Global sosyal Sorumluluklar f 45 % 14.30 Son bölümde yerel ve global işletmelerin KSS uygulamalarının karşılaştırması yapılmıştır. KSS iletişiminde işletmelerin hizmet verdiği endüstrinin farklılığı yani doğrudan nihai tüketiciye ve B2B’ye (aracıya) hizmet vermesi gibi etkenler hariç tutulmuştur. Bu nedenle özellikle nihai tüketiciye hizmet veren global ve yerel işletmelerin karşılaştırması yapılmıştır. Tablo 9’da görüldüğü gibi global işletmelerin yerel işletmelerden çok daha fazla KSS’ye önem verdikleri görülmüştür. Türk işletmelerin niçin kurumsal sosyal sorumluluk yaptığının açıklaması global işletmelerin bakış açısına paralellik göstermektedir. Özellikle isteğe bağlı sorumluluklar ve yasal sorumluluklarda istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır. Global işletmeler Türk işletmeler için örnek olmuş, yol göstermişlerdir. Çok uluslu şirketler ülkedeki KSS uygulamalarını olumlu yönde etkilemektedir. Çok uluslu şirketlerin Türkiye’nin kurumsal sosyal sorumluluk gündemine, kamu kurum ve kuruluşları ve yarattıkları kurumsal yapı, kurumsal yönetişim yapısı ya da kültür gibi diğer itici güçlere oranla çok daha büyük bir etkisi vardır. Kurumsal yönetişim yapıları, yatırımcılar ve sivil toplum kuruluşları bu çok uluslu şirketler üzerinde daha fazla yaptırım uyguladığından genellikle bu şirketlerin grup çapında stratejileri bulunmaktadır. Bu nedenle, üzerlerinde daha büyük bir sorumlulukla çok uluslu şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları ve deneyimleri genellikle daha gelişkin ve temel iş alanıyla daha entegredir (Göcenoğlu ve Onan 2008: 11) Türk ve global işletmeler öncelikle ekonomik sorumluluklara sonra yasal, sonra etik ve en son olarak da isteğe bağlı sorumluluklara önem vermektedirler. Özellikle yasal sorumluluklar ve isteğe bağlı sorumluluklarda istatistiksel olarak anlamlı farklar vardır. 41 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Bir paydaş Olarak toplum/kamuya yönelik hayırseverlik Ne Paydaş olarak müşteriler Çalışanlarla ilişkiler Tedarikçiler Hissedarlar Nasıl KSS Uygulamaları Ne zaman KSS uygulama zamanları Nerede Global sosyal sorumluluklar p<.01 42 p<.05 n=133 İsteğe bağlı sorumluluklar Etik sorumluluklar/ Etik iş uygulamaları Yasal sorumluluklar Ekonomik sorumluluklar İlk ve ortaokul öğrencilerine yalpan finansal destekler Üniversite öğrencilerine yapılan destekler Eğitim/diğer Spor Sanat& Kültür Yoksulluk yardımı Felaketle mücadele Çevre ve doğal kaynakların korunması Sağlık ve Sakatlık Genç nesil Seniors Ürün kalitesi Ürün güvenliği Sağlık ve Güvenlik Çalışan mutluluk ve refahı Çalışan gelişimi Eşit fırsat Tedarikçiler Hissedarlar KSS politikası KSS raporu Vakıf Gönüllü faaliyetler Ortaklıklar/devler Ortaklıklar/ STK Ortaklıklar/ Üniversite Sponsorluk Bağış Ödül Dini Tatiller Resmi Tatiller Doğal afetler Global sosyal sorumluluklar 65.52 79.31 4.900 2.035 0.027 0.154 62.50 81.73 25.00 82.76 93.10 24.14 4.204 2.206 0.009 0.040 0.162 0.924 17.31 27.59 1.523 0.217 23.08 26.92 25.96 13.46 1.92 51.92 44.83 55.17 44.83 20.69 13.79 65.52 5.343 8.174 3.838 0.927 7.417 1.692 0.021 0.004 0.050 0.380 0.020 0.193 18.27 29.81 5.77 64.42 64.42 59.62 34.62 32.69 13.46 18.27 29.81 39.42 17.31 9.62 30.77 23.08 24.04 15.38 35.58 30.77 20.19 0.96 0.96 0.00 16.35 20.69 41.38 10.34 82.76 82.76 72.41 62.07 62.07 51.72 51.72 34.48 68.97 34.48 24.14 55.17 55.17 41.38 34.48 68.97 48.28 27.59 3.45 6.90 3.45 27.59 0.087 1.388 0.753 3.528 3.528 1.583 7.087 8.219 19.472 13.338 0.232 7.971 4.025 4.290 5.855 11.108 3.396 5.259 10.323 3.072 0.727 0.947 3.623 3.613 1.877 0.768 0.239 0.409 0.060 0.060 0.208 0.008 0.004 0.000 0.000 0.630 0.005 0.045 0.056 0.016 0.001 0.065 0.022 0.001 0.080 0.394 0.390 0.120 0.218 0.171 Anlamlılık 42.31 65.38 Ki-kare değeri Global işletmeler % Niçin KSS’ lerin Mantıksal açıklamaları Türk işletmeler % Tablo 9. Türk ve Global İşletmelerin Karşılaştırılması Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48) İşletmelerin temel görevi, faaliyetlerini şeffaf, hesap verilebilir, yasalara uyumlu şekilde yerine getirmek olduğu kadar, içinde bulundukları toplumun ve küresel sorunların çözümüne katkıda bulunmak olmalıdır. İşletmeler, vizyonlarına ve misyonlarına uygun projeler ürettikçe ve bunları toplumla paylaştıkça toplum tarafından kabul ve sempati görmektedirler (Aydede 2007: 25). Türk işletmeleri bu amaçlara uygun olarak KSS uygulamalarını gerçekleştirmektedirler. Toplumdan aldığını topluma verme düşüncesi Türk işletmelerinin geleneksel kültürel bakış açısıdır. Yerel ve global işletmelerin karşılaştırmasında bir paydaş olarak topluma/kamuya yönelik hayırseverlik davranışı olarak özellikle eğitim, spor, sanat ve kültür konuları istatistiki olarak anlamlıdır. Capital aylık iş dünyası dergisinin Nisan 2007’de “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Liderleri” adıyla yaptığı araştırma halkın işletmelerden öncelikle eğitim, bunu takiben sağlık, çevre ve aile içi şiddet gibi konulara odaklanmasını ve bu alanları desteklemesini istediğini ortaya koymuştur. Eğitim konusu kurumsal perspektiflerde de en öncelikli alan olarak belirlenmiştir. Turkcell’in “Kardelenler” projesinin başarılı sonuçlar vermesi, bir çok kurum ve kuruluşun bu projeye destek olması ve sürekliliği benzeri kampanyaları da beraberinde getirmiştir. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF tarafından yürütülen “Eğitime %100 Destek” ve “Haydi Kızlar Okula” gibi özel eğitim kampanyalarına katılımını arttırmıştır. Genel kamuya yönelik KSS uygulamaları arasında felaketle mücadele konusunda da istatistiki olarak anlamlı fark vardır. Özellikle global işletmelerin bu konuya yerel işletmelerden daha fazla önem göstermeleri dikkat çekicidir. İzmit’te gerçekleşen 1999 depremlerinde, son derece sanayileşmiş ve nüfusun yoğun olduğu bölgelerde yaşayan, resmi kayıtlara göre 17,000 kişi hayatını kaybetmiştir. Hükümetin deprem sonrası müdahalelerde yetersiz kalması ve gerekli yardım hizmetlerini sağlamadaki başarısızlığı, hem bireysel hem de kurumsal gönüllü oluşumları harekete geçirmiştir. Depremin ardından pek çok STK ve gönüllü grup, tahrip olan bölgelerin yeniden yapımı ve iyileştirme hizmetlerinin yanında kurtarma çalışma- larında da aktif rol oynamışlardır (Göcenoğlu ve Onan 2008: 7). Ne yazık ki Türk işletmeler hala sivil toplum örgütleri kadar bu konuya yeterince önem vermemektedirler. Yine bir diğer dikkat çeken nokta; Türk işletmelerin tedarikçilere yönelik KSS uygulamaları ile global işletmelerin tedarikçilerine yönelik KSS uygulamaları arasında istatistiki olarak anlamlı fark olmasıdır. Global işletmeler tedarikçilere yönelik KSS uygulamalarını olumlu yönde etkilemektedir. Global işletmelerin yerel uzantılarına ve tedarikçilerine KSS uygulamaları için pozitif baskı uygulamaları, diğer Türk işletmeler için de bir itici güç olmaktadır. Örneğin, özellikle tekstil sektöründeki tedarik zinciri konuları uluslararası çalışma standartlarının uygulanmaya başlanmasında önemli bir etken olmuştur (Göcenoğlu ve Onan 2008: 7). Tedarikçilere yönelik KSS değerlendirildiğinde Türk işletmelerin hala global işletmelerden tedarikçilerine çok daha düşük oranda eşit fırsat sunuyor olmaları dikkat çekicidir. Burada tedarikçi seçiminde cinsiyet, ırk, büyüklük farkı gözetmeksizin tüm tedarikçilere eşit fırsatların sunulmasına ve/veya tedarikçilerin güvenliklerinin korunmasına ilişkin bağlılık değerlendirilmiştir. Yerel ve global işletmelerin KSS uygulamalarını nasıl gerçekleşirdikleri değerlendirildiğinde oransal olarak farklılığa rağmen konu bazında paralellik görülmektedir. Bu durum da KSS uygulamalarında Türk işletmeleri için global işletmelerin yön gösterici olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Müşterilere yönelik “ürün kalitesi” ve “ ürün güvenliği” global işletmelerde daha fazla oranda önem verilen konulardır. Diğer yandan Türk işletmelerin bakış açısından bu konuların paralellik göstermesi ve kalite ile güven konusuna aynı oranda önem vermeleri dikkat çekicidir. Çalışanlarla ilişkiler açısından “Eşit fırsat” yani işletmelerin ırk, cinsiyet, maaş farkı veya engel gözetmeksizin, gerek işe alım gerekse terfi süreçlerinde tüm katılımcılara eşit şansın tanınmasına yönelik bağlılığı değerlendirildiğinde Türk işletmelerin global işletmelere nazaran bu konuya oldukça az önem verdikleri görülmektedir. Çalışanlara yönelik KSS uygulamaları değerlendirildiğinde “çalışan mutluluk ve refahı”, 43 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 “çalışan gelişimi”, “eşit fırsat” konularında istaistiki olarak anlamlı farklar vardır. İşletmeler her geçen gün çalışanına karşı daha fazla sorumluluk duymaya başlamış ve KSS uygulamaları içine yerleştirmiştir. Diğer yandan Türkiye’nin de imzaladığı uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalar da yasal sınırlılıklarda oluşturarak bu çerçeveyi tamamlamaktadır. Sözleşme ve anlaşmalardan bazıları şunlardır: Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, OECD Çok Uluslu İşletmeler Genel İlkeleri, ILO Eşit Ücret Sözleşmesi (1951), Ayrımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesi (1958), Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması Sözleşmesi (1999), Örgütlenme ve Toplu Sözleşme Hakkı Sözleşmesi (1949). Bu sözleşme ve anlaşmalardaki özellikle çalışan hakları ve çocuk işgücü konuları, şirketlerin sorumlu davranışlar benimsemeleri konusunda standartları da belirlemektedir. İşletmelerin çalışanlarına yönelik KSS uygulamaları üzerine anlamlı etkileri vardır. KSS politikaları ve KSS raporları konularında da istatistiki anlamlı farklar vardır. Türk işletmeler hala özellikle raporlama konusuna yeterince önem vermemektedirler. KSS raporlaması ve KSS politikası yerel işletmeler için hala gelişmekte olan alanlardır. Kurumsal Sosyal Sorumluluk uygulamalarının zamansal bir değerlendirilmesi yapıldığında (B2B işletmeler hariç), global işletmelerin dini bayram ve resmi bayramlar gibi zamanlarda daha fazla KSS faaliyetinde bulundukları yani daha yerel davranmaya çalıştıkları göze çarpmaktadır. Yine global işletmeler doğal afet zamanlarında yerel işletmelerden daha fazla KSS uygulamalarında bulunmaktadırlar. Doğal afetlere çok açık bir ülke içinde faaliyet gösteren firmaların bu durumu dikkate alması yine yerel hareket etmelerinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. KSS uygulamalarının nasıl gerçekleştirildiği ile ilgili bölümde sponsorluk konusunda istatiksel açıdan anlamlı bir fark vardır. Uluslararası Sponsorluk Konferansı Türkiye’de KSS konusunun algılanma biçimini gündeme taşıyan önemli bir etkinlik olarak değerlendirilebilir. Konferansın programı ve katılımcılar KSS algısının daha çok sponsorluk çerçevesinde şekillendiğine işaret etmektedir (Göcenoğlu ve Onan 2008: 8). 44 Yerel ve global işletmelerin KSS uygulamalarını nerede gerçekleştirdikleri değerlendirildiğinde özellikle nihai tüketiciye yönelik hizmet veren Türk işletmelerinin global sosyal sorumluluk konularına B2B işletmelerine göre daha fazla önem verdikleri görülmektedir. Tablo 10’da KSS iletişiminde kurumların hizmet verdiği endüstrinin farklılığı yani doğrudan nihai tüketiciye ve B2B’ye hizmet vermesi gibi etkenler değerlendirilerek karşılaştırma yapılmıştır. Nihai tüketiciye hizmet veren işletmeler ve B2B işletmeden işletmeye hizmet veren işletmeler karşılaştırıldığında KSS uygulamaları açısından anlamlı farklar göze çarpmaktadır. Nihai tüketicilerin beklentileri doğrultusunda işletmeler KSS’nin etik boyutuna daha fazla önem vermektedirler. İsteğe bağlı sorumluluk konusunda nihai tüketicilere hizmet veren kurumlarla B2B işletmeler arasında istatistiki olarak anlamlı fark gözlenmiştir. Nihai tüketici toplumdan aldığını topluma veren işletmelere yönelik daha olumlu bir algı geliştirmektedir. Bu nedenle toplumun geneline yönelik KSS uygulamaları değerlendirildiğinde üniversite öğrencilerine destekler, eğitim, spor, sanat – kültür, sağlık – sakatlık ve genç nesile destek verme konularına nihai tüketiciye hizmet veren işletmeler daha fazla yatırım yapmaktadırlar. Rekabetin hızla artması işletmelerin, müşteri odaklı olmalarına, tüketicilere ve onun ihtiyaçlarına daha fazla önem vermelerine neden olmuştur. İşletmeler, toplumsal sorumluluk kampanyalarında, farkındalık yaratmak için tüketiciyi ‘sosyal duyarlılık’ vurgusuyla etkilemeye ve tüketiciyle aralarında duygusal bir bağ oluşturmaya çalışmaktadırlar. İşletme yöneticilerinin sosyal sorumluluğun kapsamının daha fazla farkına varmalarında ve bu doğrultuda hareket etmelerinde, toplumda sosyal sorumluluk bilincinin artmasının, tüketicilerden, çalışanlardan, rakiplerden ve hükümetten gelen baskıların rolü büyüktür. Bu nedenle özellikle nihai tüketiciye hizmet veren işletmelerde bu durum daha fazla öne çıkmıştır. Çünkü artık unutulmamalıdır ki KSS itibarı etkileyen en önemli değişkenlerden biridir. Reputation Institute (İtibar Enstitüsü) tarafından itibarın ölçümlenmesi amacıyla geliştirilen itibar katsayısını (RQ) oluşturan 6 ana unsurdan biri sosyal sorumluluktur. Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48) Ne Paydaş olarak müşteriler Çalışanlarla ilişkiler Tedarikçiler Hissedarlar Nasıl KSS Uygulamaları Ne zaman KSS uygulama zamanları Nerede Global sosyal sorumluluklar 47.37 68.42 30.16 61.90 9.890 1.449 0.002 0.229 66.92 84.21 24.81 71.43 84.13 23.28 0.750 0.000 0.101 0.386 0.984 0.751 19.55 10.58 5.126 0.024 27.82 33.08 30.08 15.04 4.51 54.89 17.99 11.11 9.52 8.47 3.17 63.49 4.389 23.391 22.326 3.395 0.389 2.407 0.036 0.000 0.000 0.065 0.562 0.121 18.80 32.33 6.77 68.42 68.42 62.41 40.60 39.10 21.80 25.56 30.83 45.86 21.05 12.78 36.09 30.08 27.82 19.55 42.86 34.59 21.80 1.50 2.26 0.75 18.80 7.94 21.16 5.29 64.55 61.38 64.55 39.15 34.39 18.52 21.16 30.16 41.27 11.11 9.52 22.75 23.81 15.34 11.64 14.81 19.58 7.41 4.23 3.70 2.12 11.11 8.464 5.088 0.306 0.522 1.688 0.155 0.068 0.747 0.529 0.854 0.016 0.672 5.980 0.855 6.851 1.577 7.456 3.849 31.596 9.193 13.984 1.932 0.544 0.951 3.766 0.004 0.024 0.580 0.470 0.194 0.694 0.794 0.387 0.467 0.355 0.898 0.412 0.014 0.355 0.009 0.209 0.006 0.050 0.000 0.002 0.000 0.205 0.533 0.652 0.052 Anlamlılık Ki-kare değeri Bir paydaş olarak toplum/kamuya yönelik hayırseverlik İsteğe bağlı sorumluluklar Etik sorumluluklar/ Etik iş uygulamaları Yasal sorumluluklar Ekonomik sorumluluklar İlk ve ortaokul öğrencilerine yapılan finansal destekler Üniversite öğrencilerine yapılan destekler Eğitim/diğer Spor Sanat& Kültür Yoksulluk yardımı Felaketle mücadele Çevre ve doğal kaynakların korunması Sağlık ve Sakatlık Genç nesil Seniors Ürün kalitesi Ürün güvenliği Sağlık ve Güvenlik Çalışan mutluluk ve refahı Çalışan gelişimi Eşit fırsat Tedarikçiler Hissedarlar KSS politikası KSS raporu Vakıf Gönüllü faaliyetler Ortaklıklar/devlet Ortaklıklar/ STK Ortaklıklar/Üniversite Sponsorluk Bağış Ödül Dini Tatiller Resmi Tatiller Doğal afetler Global sosyal sorumluluklar B2B İşletmeler % Niçin KSS’ lerin mantıksal açıklamaları Tüketiciler % Tablo 10. Türk işletmeler Nihai tüketici ve B2B işletmeden işletmeye karşılaştırması p<.01 p<.05 n=322 45 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Diğer dikkat çekici nokta KSS raporlaması konusudur. Burada istatistiki olarak anlamlı bir sonuç çıkmıştır. Nihai tüketiciye hizmet veren kurumlar KSS raporlamalarına daha fazla önem vermektedirler. Kurumsal web sitelerinde B2B işletmelere göre bu raporları daha fazla yayınlamışlardır. Bu durum işletmeleri mercek altına alan tüketicilerin işletmelerin yaptığı tüm KSS uygulamalarını ayrıntılı olarak incelemelerine de olanak vermesi açısından önemlidir. Nihai tüketiciye hizmet veren işletmelerin KSS uygulamalarını daha çok bir sivil toplum örgütüyle ve üniversitelerle işbirliği yaparak gerçekleştirdiği görülmektedir. Yine sponsorluk, bağış ve ödül yoluyla KSS uygulamalarını gerçekleştirdikleri görülmektedir. B2B işletmeler arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark vardır. Nihai tüketiciye hizmet veren işletmelerin B2B işletmelerden daha fazla KSS uygulamaları gerçekleştirmeleri ve bunu web sitelerinde yayınlamaları tüketicilerde ortaya çıkan KSS bilincinin de bir yansımasıdır. Daha fazla sosyal sorumlu olan işletmeler tüketicilerden daha fazla kabul görmektedirler. SONUÇ VE ÖNERİLER Bu çalışma şunu göstermiştir; Türk işletmeler (ki bunlar İstanbul Sanayi Odası ISO tarafından belirlenmiş 2008 yılının en büyük 500 işletmesi listesinden seçilmiş ilk 322 işletmedir) global işletmelerin KSS yaklaşımları ve uygulamalarına paralel uygulamalar geliştirmişlerdir. Diğer bir deyişle Türk işletmeleri KSS uygulamaları açısından global işletmelerle paralel stratejiler geliştirmektedirler ve global bakış açısına sahiptirler. Ama KSS iletişimine global işletmeler hala Türk işletmelerden daha fazla önem vermektedirler. Türkiye’deki en başarılı işletmelerin KSS’ye bakış açısı ekonomik, yasal, etik ve gönüllülük tipolojisi kullanılarak değerlendirildiğinde global işletmelere benzer bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Öncelikli amaç ekonomik nedenler olarak görülmektedir. Bir işletmenin en önemli sorumluluğunu işletmenin devamlılığını ve karını geliştirmek olarak belirterek, bu düşünceyi vizyon ifadelerine dahi taşımışlardır. Türkiye genelinde faaliyet gösteren bu işletmeler 46 için KSS uygulamalarının yapılma gerekçesi olarak ikinci olarak yasal sorumluluklar gösterilmiştir. KSS yasa ve kanunlar aracılığıyla da desteklenmektedir. Burada çarpıcı bir noktaya değinmek yerinde olacaktır. Özellikle nihai tüketiciye hizmet veren işletmeler karşılaştırıldığında bu durum bir parça değişmektedir. Türk işletmeleri global işletmelerden farklı olarak yasal sorumluluklardan çok daha fazla etik sorumluluklara önem vermektedirler. Bu durum nihai tüketicilerin işletmelerinden beklentilerinin yasal sorumluluklarından çok daha fazla etik sorumluluklar olduğunun farkına vararak bu doğrultuda hareket ettiklerini göstergesi de olabilir, işletmelerin hala KSS’yi ekonomik katkı sağlayan, satışları artıran bir olgu olduğunu düşünmelerinden de kaynaklanabilir. Daha sonraki araştırmalarda kurumsal iletişimcilerin bakış açısından bu durum değerlendirilebilir. Çalışanlarla ilişkiler açısından KSS uygulamaları değerlendirildiğinde; “eşit fırsat” yani işletmelerin ırk, cinsiyet, maaş farkı veya engel gözetmeksizin, gerek işe alım gerekse terfi süreçlerinde tüm katılımcılara eşit şansın tanınmasına yönelik bağlılığı değerlendirildiğinde Türk işletmelerin bu konuya, global işletmelere nazaran oldukça az önem verdikleri görülmektedir. Bu durum böyle bir sorun algısı hissetmemelerinden de kaynaklanabilir ya da yasal olarak bu konu hakkında yeterince baskı görmelerinden kaynaklanabilir. Türk işletmelerin tedarikçilerin global işletmelerden çok daha düşük oranda eşit fırsat sunmaları dikkat çekicidir. Tedarikçi seçimine yönelik eşit fırsat; cinsiyet, ırk, büyüklük farkı gözetmeksizin tüm tedarikçilere eşit fırsatların sunulmasına ve/veya tedarikçilerin güvenliklerinin korunmasına ilişkin bağlılık değerlendirmesidir. Bu durum Türk işletmelerinin böyle bir bağlılığının olmadığını gösterdiği gibi bunu web sitesinde belirtmeye gerek görmemelerinin de uzantısı olabilir. Kurumsal Sosyal Sorumluluk uygulamalarının zamansal bir değerlendirilmesi yapıldığında (B2B işletmeler hariç), global işletmelerin dini bayram ve resmi bayramlar gibi zamanlarda daha fazla KSS faaliyetinde bulundukları yani daha yerel davranmaya çalıştıkları göze çarpmaktadır. Özellikle dini bayramlar KSS uygu- Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48) lamaları açısından iyi değerlendirilmiştir. Yine global işletmeler doğal afetlere yerel işletmelerden daha fazla önem vermektedirler. Çok yakın bir tarihte deprem ve sel felaketi ile karşılaşan birçok firmamız için bu konunun gündemde olmaması araştırılması gereken bir konudur. Bu durum kaderci anlayışın uzantısı olabilir. Kurumsal iletişimci gözüyle de değerlendirilmesi gerekmektedir. Yerel ve global işletmelerin KSS uygulamalarını nerede gerçekleştirdikleri değerlendirildiğinde; Türk işletmelerinin de global sosyal sorumluluk konularına önem vermeleri faaliyet gösterdikleri ülkeler açısından yerel davranma ihtiyacından doğabileceği gibi, global konulara global çözüm bulma isteklerinin uzantısı da olabilir. KAYNAKLAR Abagail Mc, Siegel D S ve Wright P (2006) Corporate Social Responsibility: Strategic Implications, Journal of Management Studies, 43 (1), 1-18. Aydede C (2007) Kurumsal Sosyal Sorumluluk, Kapital Medya Hizmetleri A.Ş., İstanbul. Berger A A (2000) Media and Communication Research Methods, Sage, California. Burton B K, Farh J-L ve Hegarty W H (2000) A Cross-Cultural Comparison of Corporate Social Responsibility Orientation: Hong Kong vs. United States Students, Teaching Business Ethics, 4 (2), 151–167. Carroll A B (1991) The Pyramid Of Corporate Social Responsibility: Toward The Moral Management Of Organizational Stakeholders, Business Horizons, 34 (4), 39-48. Carroll A B (1999) Corporate Social Responsibility: Evolution of a Definitional Construct, Business And Society, 38, 268-295. Carroll A (1979) A Three-Dimensional Conceptual Model of Corporate Social Performance, Academy of Management Review, 4 (4), 497-505. Capriotti P ve Moreno A (2007) Communicating Corporate responsibility through Corporate web sites in Spain, Corporate Communication an International Journal, 12, (3), 221-236. Chapple W ve Moon J (2005) Corporate Social Responsibility (CSR) in Asia: A SevenCountry Study of CSR Web Site Reporting, Business and Society, 44 (4), 415–441. Clarkson M B E (1995) A Stakeholder Framework for Analyzing and Evaluating Corporate Social Performance, Academy of Management Review, 20, 92-117. Dawkins C, Nounjiri F W (2008) Corporate Social Responsibility in South Africa, Journal of Business Communication, 45 (3), 286-307 Frederick W C (2006) Corporation be good! The Story of Corporate Social Responsibility, Dogear Publishing, Indianapolis, IN. Freeman E (1984) Strategic Management: A Stakeholder Approach, United States, Pitman Publishing, Boston. Göcenoğlu C ve Onan I (2008) Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk Değerlendirme Raporu, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği. Handy C (2002) What's a Business for?, Harvard Business Review, 80 (12), 77-93. Kassarjian H H (1977) Content Analysis in Consumer Research, Journal of Consumer Research, 4 (1), 8-18. Kolbe R H ve Brunett M S (1991) ContentAnalysis Research: An Examination of Applications with Directives for Improving Research Reliability and Objectivity, Journal of Consumer Research, 18 (2), 243-450. Kok P, Wiele T, McKenna R ve Brown A (2001) A Corporate Social Responsibility Audit Within A Quality Management Framework, Journal of Business Ethics, 31 (4), 285-298. Maignan I ve Ralston D A (2002) Corporate Social Responsibility in Europe and the US: Insights from Businesses’ Self-presentations, Journal of International Business Studies, 33 (3), 497–514. Pallant J (2007) SPSS Survival Manual (3th ed.), Open University Press. New York. Tabachnick B G ve Fidell L S (2007) Using Multivariate Statistics, (5th ed.), Pearson, New York. Tang Lu ve Li Hongmei (2009) Corporate Social Responsibility Communication of Chi- 47 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 nese and Global Corporations in China, Public Relations Review, 35, 199-212. Ting S, Sriramesh K, Nq Chew Wee ve Wanyin L (2006) Corporate Social Responsibility (CSR) and Public Relations: Perceptions and Practices in Singapore, International Communication Association; 2006 Konferans sunumu, 1-42. Vidhi C ve Wanq J (2007) Communication Corporate Social Responsibility on the Internet : A Case Study of the Top 100 Information Technology Companies in India, Management Communication Quarterly, 21(2), 232-247. Windsor D (2006) Management Models for Corporate Social Responsibility, Springer Berlin Heidelberg, Rice University, Houston, Texas. Wood D J (2006) Corporate Social Performance Revisited, Academy of Management Review, 16 (4), 691-712. 48 BİR HALKLA İLİŞKİLER FONKSİYONU OLARAK BİLGİ EDİNME HAKKI VE BELEDİYELERDEKİ UYGULAMALARI* M. Nejat Özüpek** - Necdet Aksoy*** ÖZET Yerel yönetimler halka en yakın yönetim birimi olarak yönetsel ve siyasi işlevler yerine getirmektedir. Bu görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için halkla ilişkilerine önem vermeleri gerekmektedir. Bilgi edinme çağdaş yönetime ulaşma yolunda bir anahtardır. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu 24 Nisan 2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yerel yönetimlerde halkla ilişkilerin bilinen önemi doğrultusunda, ülkemizdeki belediyelerde halkla ilişkiler birimlerinin yapılanması, personel durumu, teknik donanımı, halkla ilişkiler kapsamında yaptıkları çalışmalar, halkla ilişkilere bakış açıları ve sorunları gibi konularda mevcut durumun tespiti amaçlı Aralık 2005-Nisan 2006 tarihleri arasında bir alan araştırması yapılmıştır. Araştırma, bu alanda gerek katılımcı sayısı, gerekse içerdiği konular açısından kapsamlı ve güncel bir araştırmadır. Ülkemizdeki belediyeler arasında sadece il merkezlerinde bulunan, “büyükşehir belediyeleri, merkez ilçe belediyeleri (büyükşehir sınırları içindeki ilçe belediyesi) ve il belediyeleri” araştırma kapsamında değerlendirilmiştir. İlçe ve belde belediyeleri araştırma kapsamı dışında tutulmuştur. Bu çalışmada, detayları yukarıda açıklanan araştırmada, belediyelerimizin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile sağlanan kamu kurum ve kuruluşlarının elinde bulunan bilgi ve belgelere erişim hakkının tanındığı reformun uygulanması süreci, fiziksel araçlar ve reform hakkında Belediyelerin tutumlarıyla ilgili bulgular değerlendirilmektedir. Anahtar sözcükler: Belediye, bilgi edinme hakkı INFORMATION RIGHT AS A PUBLIC RELATIONS FUNCTION AND INFORMATION RIGHT PRACTISES IN MUNICIPALITY ABSTRACT The manager who head the poll can be permanent by getting trust, sympathy and the support of public. This can be possible by fixing the demand of local public and to put forward quality service and healthy relation. For municipalities, which are democracy schools is the participation of district public very important to transmittion of request, suggestion and complaint it is also very important fort he relation of municipality and public. Right to information is a key for contemporary management. The law of getting information take effect in 24 April 2004. The importance direction of public relation in local governments situation of public relation construction, the personal situation of public relations , technical hardware, the Works in Public Relations and stand point of Public Relations and their problems to fixing we make an area survey between December 2005-April 2006. It is a comprehensive and actually survey because the member of participation and their topic contents. We estimate the municipalities which are in province centre. These are metropolitan municipalities, central district municipalities and province municipalities, these are our patterns. District and city municipalities stays out of survey Keywords: Municipality, right information * 18-20 Ekim 2007’de düzenlenen 5. Kamu Yönetimi Forumu’nda sunulan bildirinin gözden geçirilmiş ve güncellenmiş metnidir. ** Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi *** Safranbolu Belediye Başkanı Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 GİRİŞ 20. yüzyılın başlarından beri uygulanarak gelişen geleneksel kamu yönetimi anlayışı ve yapıları 2000’li yıllarda terk edilmeye başlanmıştır. Günümüzde refah devletinden minimal devlete doğru yönelişler hız kesmeden devam etmektedir. Yeni yönelimler ve beraberinde getirdiği değişim, kamu yönetimi yapılarını da etkilemektedir. Bir taraftan devletin görev alanı ile ilgili gelişmeler, bir taraftan iletişim teknolojinin sınırları ortadan kaldırması, diğer taraftan ise vatandaşların eğitim ve kültür seviyesindeki artış geleneksel kamu yönetimi yapılarını aşındırmaya devam etmektedir. Geleneksel yönetim yapılarının yerine yeni kamu yönetimi anlayışı, yönetişim gibi uygulama yöntemleri ve reçeteler ortaya konmaktadır. Söz konusu yeni yönetim yaklaşımı ve yapılarının temel özellikleri; iyi yönetişim, açıklık - saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık, vatandaş odaklılık, etkinlik, hukuka bağlılık performansa dayalı iç denetim vb. kavramların ön planda olduğu özel yönetime yaklaşan, sosyal yönü ağırlıklı bir kamu yönetimi biçimidir. Belirtilen bu özelliklerin işletilebilmesi veya uygulamalarının görülebilmesi için bilgi edinme hakkı temel araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir kamu yönetimi, kendiliğinden harekete geçerek, gerçek anlamda saydam, hesap vermeye hazır, vatandaşın katılımına açık bir yapıda bulunmak istemez. Saydam, katılımcı ve hesap verebilir bir kamu yönetiminin anahtarlarından biri ise bilgi edinme hakkı olmaktadır. Yönetimin saydamlığı, ancak onun elinde tuttuğu bilgi ve belgelere ulaşmakla mümkün olur. Bilgi edinme hakkının olmadığı ortamda saydamlık tam olarak gerçekleştirilemez. Benzer şekilde, kamu yönetiminin hesap verebilmesi de halkın bilgilenmesi yoluyla gerçekleşecektir. Aksi durumlarda, yöneticiler bazen gerçekleri gizleyerek hesap verme yolunu tercih edebileceklerdir. Bu noktada bilgi edinme hakkı bir halkla ilişkiler fonksiyonu olarak adlandırılabilir. Çünkü bilgi edinme ile ulaşılması beklenen yönetsel saydamlık, olumlu bir kurum imajı oluşturma, yönetsel istikrar, sağlıklı yöneten-yönetilen ilişkileri ve yönetsel meşruluk gibi unsurlar, 50 diğer yandan dış halkla ilişkilerin amaçları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle dış halkla ilişkilerin amaçları ile bilgi edinme hakkının aynı olduğu söylenebilir. 1. BİLGİ EDİNME HAKKI VE TÜRK KAMU YÖNETİMİNDEKİ GÖRÜNÜMÜ Bilgi edinme hakkı; bireyin kendisinin ya da kuralına uygun olarak bir başkasının, kamu idaresine ilişkin bilgileri, idari otoriteden alma hakkı anlamına gelmektedir. Bu hak “saydam yönetimin” olmazsa olmaz koşuludur. Gerçek demokratik düzenlerde, siyasal gücün bireyden saklayacağı bir şey olamayacağı kabul edildiği için, günümüzde, “demokrasi” ile “saydam yönetim” eş anlamlı kabul edilmiştir. Saydam yönetim sayesinde bireyin bilgilenme hakkı işlerlik kazanır (TESEV 2004: 3). 1.1. Bilgi Edinmenin Çerçevesi Son yıllarda tüm dünyada popüler bir söylem haline gelen düşünce özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı, kuruluşların hedef kitleleri tarafından yanlış anlaşılmasının önüne geçen, insanların bilgiye ulaşmasını sağlayan en önemli haktır. Günümüzde özgür insan için “özgürce düşünebilen ve düşüncelerini özgürce ifade edebilen insan” tanımı yapılmaktadır ve bunun ön koşulu da doğru, çarpıtılmamış bilgiye erişimin “hak” olarak kabul edilmesidir. Bu anlayış da “bilgi edinme özgürlüğü” olarak adlandırılmaktadır. Demokratik ortamlarda düşünce özgürlüğü kavramının temel öncülü olarak vatandaşların bilgiye, özellikle devlet organlarınca üretilen bilgiye, erişim hakkı ilk şarttır (Çelik ve Tonta 1996: 1). İşte bunun için düşünce ve ifade özgürlüğü ile doğrudan bağlantılı bir hak olarak bilgi edinme hakkı ile doğrular, bilgiye dayalı farklı fikirlerin çarpışmasından ortaya çıkacaktır. Bilgi edinme hakkı, kamu yönetiminin bir çağrı merkezine dönüşmesi demek değildir. Tam tersine öncelikli sorunlara odaklanılarak kalıcı çözümler üretilmesine ve uygulanmasına hizmet eden bir haktır. Şüphesiz kamu idarelerinde karar alma yetki ve sorumluluğu kamu yöneticisine aittir. Vatandaş ve sivil toplum örgütleri kamu politikalarının hazırlık sürecine katılarak kamu yöneticisinin doğru kararlar almasına destek verecek, sonrasında ise uygu- Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61) lamayı sıkı biçimde takip edecektir. Yani, bilgi akışı çift yönlüdür: Kamu yönetiminden vatandaşa, vatandaştan kamu yönetimine şeklinde olmalıdır. Bu sayede, sivil toplum kuruluşları ile kamu yönetimi daha da yakınlaşacak, her iki tarafta da şeffaflık ve etkinlik artacaktır (Aksoy 2002: 89). Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kamu yönetimiyle vatandaşın ilişkilerinde kanunun açıklık, şeffaflık ve sorgulanabilirlik ilkesinden hareketle ortak çıkarlara hizmet edeceğini düşündüğü bilgi ve belgeleri halkın kullanımına sunmuştur. Yasa ortak çıkarlara hizmet edecektir, çünkü bilgi verilmesi sayesinde kamu kendisini halka denetletmekte, denetlenmenin baskısıyla da uygulamada ve yönetimde daha dikkatli davranma gereğini duymaktadır. Kamunun uygulamaları hakkında insanların şikayette ve öneride bulunmaları sayesinde de kendisi hakkındaki halk düşüncesini öğrenmekte, bundan sonra alacağı karar ve uygulamaları bu bilgiler ışığında yapma şansına sahip olmaktadır (Canöz 2008: 148). 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren üçüncü kuşak haklar arasında değerlendirilen bilgi edinme hakkı, günümüzde kısmen şekil değiştirmiştir. Yine bir insan hakkı olarak değerlendirilmekle birlikte, daha çok halkın yönetime katılma ve yönetimi denetleme aracı olarak görülmeye başlanmıştır. Özellikle halkın, yönetimin bir aktörü haline gelerek yönetişimin gerçekleşebilmesi, bilgi edinme hakkı ile doğrudan ilişkilidir. Dayanışma haklarını içeren üçüncü kuşak özgürlükler arasında değerlendirilen bilgilenme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, bilim özgürlüğü, siyasi faaliyetlere katılım özgürlüğü ile bağlantılıdır (TESEV 2004: 4). Ancak belirtmek gerekir ki, bilgi edinme hakkının bizatihi kendisi ne saydam, ne hesap verebilir ne de katılımcı yönetimi sağlama konusunda muktedirdir. Buna paralel olarak geleneksel kamu yönetimi yerine yönetişimin gerçekleşebilmesini de kendiliğinden sağlamaz. Saydam, hesap verebilir, katılımcı bir yönetimin oluşması ve halkın yönetimin aktörü konumuna gelmesi ancak bilgi edinme hakkının kullanımının sonuçları olacaktır. Bilgi edinme hakkının etkin bir şekilde ve yerinde kullanımı, belirtilen sonuçlara ulaşabilmenin tek yolu olarak görülmektedir. 1.2. Türk Kamu Yönetiminde Bilgi Edinme Hakkı 24 Nisan 2004 tarihinde 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu yürürlüğe girmiştir. 25 Nisan 2004 günü Türkiye’de saydam, hesap verebilir ve katılımcı bir kamu yönetimi yapısı oluşmadı. 27 Nisan 2004 tarihinde ise “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik” Resmi Gazete’de yayınlanarak uygulamaya konuldu. 28 Nisan 2004 günü de ülkemizde kamu yönetimi yapısında ve işleyişinde çok şey değişmedi. Ancak değişimin anahtarına halk sahip olmuş oldu. Bundan sonraki gelişmeler, halkın anahtarı kullanarak değişimin kapısını açmasıyla gelişecektir (Eken ve Aksoy 2004: 3). Yasa ile yüzyıllardır varlığını ve egemenliğini koruyan geleneksel Türk kamu yönetimi açısından serbestçe ve istediği gibi halk adına karar alma ve uygulama süreci yerine, halkın bilgilenmesine ve katılımına açık bir karar alma süreci başlamış oldu. Ancak bunun işleyebilmesi tamamen halkın bilgi edinme hakkını kullanımına bağlı olacaktır. Bilgi edinme hakkının kullanılabilmesi için kamu kurum ve kuruluşlarının organizasyon şemalarında ve hizmet örgütlenmelerinde bir takım değişikliklere gitmeleri gerekmektedir. Kurum ve kuruluşlarda bir ay içinde, yeterli sayıda personelin görevlendirildiği, bilgi edinme başvurusu yapılabilmesini kolaylaştıracak fiziki mekâna ve teknik donanıma sahip bilgi edinme birimleri oluşturmaları gerekmektedir. Kurum ve kuruluşlar, Yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde kurum dosya planlarını, bilgi edinme hakkının kullanımını kolaylaştıracak şekilde hazırlamaları ve bilgi iletişim teknolojilerini kullanmak suretiyle kamuoyunun bilgisine sunmaları gerekmektedir. Ayrıca belge kayıt, dosyalama ve arşiv düzeninde ihtiyaç duyulan mevzuat değişiklikleri ve diğer düzenleyici işlemler altı ay içinde yapmaları gerekmektedir. Resmi internet sayfası bulunmayan kurum ve kuruluşlar iki ay içinde internet sayfalarını oluşturmaları, bilgi edinme birimleri iki ay içinde elektronik posta yoluyla başvuru kabul edecek elektronik posta adreslerini oluşturarak internet sayfalarından kamuoyunun bilgisine sunmaları zorunludur. 51 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Tüm personelin bilgi edinme hakkı konusunda hizmet içi eğitime tabi tutulması yasanın getirdiği diğer bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu aşamada yasanın yürürlüğe girdiği 2004 yılından bugüne kadar tüm kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan bilgi edinme başvurularına bakmak yasanın gelişimi hakkında bize bilgi verecektir. Türkiye genelinde 2004 yılında yapılan bilgi edinme başvurusu toplamı 395.557 dir. Bu başvurulardan; Olumlu cevaplanan (bilgi-belgeye erişim sağlanan) başvurular: 347.959 (%87) Kısmen olumlu cevaplanan, kısmen reddedilen başvurular: 13.648 Reddedilen başvurular: 20.474 (5%) Türkiye Genelinde 2005 yılında yapılan bilgi edinme başvurusu toplamı: 626.789 Olumlu cevaplanan (bilgi-belgeye erişim sağlanan) başvurular: 542.364 (% 86) Kısmen olumlu cevaplanan, kısmen reddedilen başvurular: 21.712 (% 3.46) Reddedilen başvurular: 54.234 (% 8,6) Başvurusu reddedilenlerden yargıya edenlerin toplam sayısı: 311 (% 0.05) itiraz Türkiye Genelinde 2006 yılında yapılan bilgi edinme başvurusu toplamı: 864.616 Olumlu cevaplanan (bilgi-belgeye erişim sağlanan) başvurular: 746.999 (% 86) Kısmen olumlu cevaplanan, kısmen reddedilen başvurular: 38.092 (% 4.44) Reddedilen başvurular:69.199 (% 8) Başvurusu reddedilenlerden yargıya itiraz edenlerin toplam sayısı: 539 (% 0.77) (TBMM Bilgi Edinme Raporları 2007). Buna göre 2005 yılında 2004 yılına göre Türkiye Genelinde yapılan başvurularda % 58 artış meydana gelmiştir. Yine 2005 yılında 2004 yılına göre olumlu cevaplanarak bilgi veya belgeye erişim sağlanan başvurularda % 55 artış olduğu gözlenmektedir. 2005 yılında 52 2004 yılına göre kısmen olumlu cevaplanarak kısmen de reddedilerek bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda % 59, reddedilen başvurularda ise % 164 artış olduğu gözlenmiştir. 2005’de 2004 yılına göre gizli ya da sır niteliğindeki bilgiler çıkarılarak veya ayrılarak bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda % 67 artış olduğu görülmektedir. Başvurusu reddedilenlerden yargıya itiraz edenlerin sayısı toplam başvuruların sadece % 0.05 ini oluşturarak 311 adet ile sınırlı kalmıştır. 2006 yılında 2005 yılına göre Türkiye genelinde yapılan başvurularda % 38 oranında artış olduğu, 2005 yılına göre olumlu cevaplanarak bilgi veya belgeye erişim sağlanan başvurularda ise % 37 oranında artış bulunduğu gözlenmektedir.. Yine 2006 yılında 2005 yılına göre kısmen olumlu cevaplanarak kısmen de reddedilerek bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda %75 artış olduğu görülmektedir. 2005 yılına göre reddedilen başvurularda % 27 artış olmuştur. 2006 yılında 2005 yılına göre gizli ya da sır niteliğindeki bilgiler çıkarılarak veya ayrılarak bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda % 60’lık bir oranda artış gözlemlenmektedir. Bilgi edinme; kurum ve kuruluşların yapmış olduğu eylem ve almış olduğu kararlarda açıklık ilkesini savunan, kanun çerçevesinde belirlenen sınırlar içerisinde kalmak kaydıyla her vatandaşın bu bilgilere ulaşabilmesine imkan veren bir haktır. Bilgi edinmeyi; kamu kuruluşlarının tanıma ve tanıtma ögelerini bünyesinde taşıyan, bunların uygulanma sınırlılıklarını belirleyip faaliyetleri ve yaptığı eylemleri neticesinde ortaya çıkan bilgiyi, belgeyi kanun zorlamasıyla da olsa halka açıklamak hususunda sorumlu tutan bir halkla ilişkiler düzenlemesi olarak değerlendirmek mümkündür (Canöz 2008: 144-145). 1.3. Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Kurum kendi dışında yer alan kişi ve kurumlarla sosyal içerikli ilişkilere girişir ya da girişmelidir (Sabuncuoğlu 1998: 14). Bu ister özel isterse devlet olsun, tüm kuruluşlar için bir gerekliliktir. Kurumun dış çevrede giriştiği halkla ilişkiler etkinliği ise ilgi anlayış, güven ve desteğini Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61) sağlamak istediği kişi ve gruplarla olan ilişkileri içermektedir (Özdönmez ve ark. 1999: 6-7). Bu anlamda kurum dışı halkla ilişkileri kurumun dış çevresiyle karşılıklı güvene, anlayışa ve iyi niyete dayalı sağlam, sağlıklı ve empati temeline dayanan ilişkiler geliştirmesi ve bu ilişkileri sürdürmesi olarak adlandırmak mümkündür (Arklan 2009: 131). Dış halkla ilişkilerin amaçları; yönetsel gizliliği ortadan kaldırarak yönetsel saydamlığı temin etmek, dış hedef kitleler gözünde saygın bir kurumsal kimlik ve imaj oluşturmak, kurum ve kamuları arasında sağlıklı, düzenli ve temeline dayalı ilişkiler geliştirmek, gerçekleştirilecek her türlü faaliyette titiz ve bilinçli bir şekilde hareket ederek istikrar sağlamak ve kurumun halk tarafından benimsenmesini, desteklenmesini temin ederek meşruluk zeminini olabildiğince güçlendirmek olarak sıralanabilir (Arklan 2009: 131). Bilgi edinme hakkı bu amaçların tümünün gerçekleştirilmesine yardımcı olabilecek niteliktedir. 1.3.1. Yönetsel saydamlık Kurum dışı halkla ilişkilerin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için yapılması gereken en önemli şey yönetimin halka açılması, başka bir deyişle yönetsel saydamlıktır. Kurumların kamularından saklayacak şeyleri olmamalıdır. Olumlu bir imaj bakımından, kurumların dışarıdan bakıldığında tüm karar ve uygulamalarının rahatlıkla görülebildiği camdan bir ev saydamlığında olmaları beklenir (Biber 2003: 20). Saydamlığı sağlamak için kurumların ilgili oldukları kitlelere kuruluş amaçlarına, politikalarına, etkinliklerine ilişkin bilgileri aktararak kamuoyunun bilgilenmesi amaçlanır. Bu yönetimde açıklık ilkesinin de bir gereğidir. Bilgi verme, halkın bilme-öğrenme hakkı ile ilgili olup bu hak aynı zamanda demokratik kuramın “bilgili-ilgili vatandaş” şartı ile bütünleşmektedir. Halkla ilişkiler hem halk tarafından talep edilen, hem de yönetimce gerekli görülen bilgileri aktararak “bilgili-ilgili vatandaş” ihtiyacına cevap vermektedir (Sezer 1995: 151). Kurumun açıklaması sakıncalı görülen çok özel sırları haricinde hiçbirşeyin kamuoyundan gizlenmemesi gerektiğini, kamuoyunu yanıltıcı, şaşırtıcı, kandırıcı, tutarsız, gizli kapaklı politika ve eylemlerden kaçınmanın kuruma karşı olan güveni arttırıcı bir özellik taşıdığını, kurumun uzun vadede başarısının onurlu çalışma, güvenilirlik ve dürüstlük kavramlarına uymaktan geçtiğini hatırdan çıkarmayan halkla ilişkiler, kamu yönetiminde yönetsel saydamlığın gerçekleştirilmesini kendine amaç edinmiştir (Çamdereli 2000: 23). Bu nedenle bilgi edinme hakkının yönetsel saydamlığın gerçekleşmesine katkı sağlayacağı açıktır. Bilgi edinme hakkı sayesinde, istisnai ve özel durumlar haricinde yönetim, vatandaşın başvurularına cevap vermek durumunda kalacak, perde arkasında gizli saklı gerçekleşecek bir şey kalmayacak, kamu yönetimi şeffaf hale gelecektir. 1.3.2. Kurum imajı Kurum imajı; kurumun kamuoyunca algılanma biçimidir (Onal, 2000: 46). Halkla ilişkiler çalışmalarının temel fonksiyonlarından birisi, kurum çevresinde kuruma dönük olumlu algılamalar yaratarak ona çevre nezdinde bir itibar kazandırmak ve bu itibarı sürdürmektir. Kurumun sosyolojik anlamda meşruiyet kazanması büyük oranda kazanacağı itibara bağlıdır. İtibarın kazanılması ise planlı ve düzenli bir biçimde gerçekleştirilen halkla ilişkiler çalışmalarıyla mümkündür (Biber 2003b: 54). Vatandaşın kuruma dair olumlu bir imaja sahip olması için kurumla ilgili yeterli bilgi düzeyine sahip olması gereklidir. Vatandaş kurumun çalışmaları, uygulamaları, kurumsal yapısı hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı takdirde kurumla ilgili vereceği kararlarda buna göre bir hükümde bulunacaktır. Bu da yanlış düşüncelere, olumsuz imaja yol açabilecektir. Oysa vatandaş kurumla ilgili doğru bilgi sahibi olursa sahip olduğu bilgilerden hareketle oluşacak imaj da olumlu olabilecektir. Bu noktada yanlış, eksik bilgilendirmenin önüne geçebilecek ve vatandaşın yönetimle ilgili yeterli bilgi sahibi olmasını sağlayacak unsur bilgi edinmedir. Bilgi edinme hakkının uygulanmasıyla vatandaş yönetim hakkında daha çok ve yeterli bilgiye sahip olacak ve oluşabilecek olumsuz imajın önüne geçilebilecektir. 53 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 1.3.3. Sağlıklı Yöneten- Yönetilen İlişkileri Kurumların varoluş nedeni halktır. Kurumların yerine getirdiği hizmet halk için olup kuvveti de kaynağı da halktır. Kurumların emin ve sağlam adımlarla halka hizmet etmeyi sürdürebilmesi, hizmetine girdiği halkla karşılıklı iyi ilişkilerine bağlıdır (Kazancı 1997: 28). Devletvatandaş ilişkilerinin, kamu yönetimi- vatandaş ilişkilerinin sağlıklı yürümesi demokratik kalkınmayı hedefleyen bir ülkede, iyi işleyen kamu yönetiminin önemli göstergelerinden birisidir (Acar 1994: 8). Kamu yönetiminde kurum dışı halkla ilişkiler uygulamasının amaçlarından biri olarak sağlıklı yöneten-yönetilen ilişkilerinin kurulması bu anlamda büyük öneme sahiptir. Çünkü bu sayede iyi işleyen bir yönetim yapısından ve yönetimden hoşnut olan, gerçekleştirdiği faaliyetlerden tatmin duyan bir yönetilen kitlesinden bahsedilebilir. Bunun gerçekleşebilmesi için ise öncelikle yönetime empatik düşünebilme becerisinin kazandırılması ve yönetimin sosyal sorumluluk bilinci içerisinde hareket ederek her iki tarafın da karşılıklı yararını düşünmesinin sağlanması gerekir (Arklan 2009: 141). Bunun için de, yöneten ve yönetilen arasında bilgi akışının sağlanması ve halkın yönetsel bilgi eksikliğinin giderilmesi gerekir. Bilgi edinme hakkı yönetim ile yönetilenler arasında daha iyi, basit ve güvenli bir bağ tesis etmeye, diyalog yolunu kullanarak çatışmaları önlemeye, anlaşmazlığı azaltmaya ve yönetimde etkinlik ve verimliliği arttırmaya dönüktür (Eken 1995: 61). Yönetim tarafından önemli görüldüğünün ve fikirlerine değer verildiğinin farkında olan vatandaş, yönetime çok tepki vermeyecektir. Yönetim halka ne kadar açık olursa o kadar sağlıklı ilişkiler geliştirme şansı doğacaktır. 1.3.4. Yönetsel İstikrar Yönetimin üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirebilmesi, gerçekleştirdiği hizmetlerden halkın memnuniyetini temin edebilmesi ve emin adımlarla geleceğe yürüyebilmesi için istikrarlı bir yapı içerisinde hareket etmesi gerekmektedir. Yönetimde sağlanan bu istikrar sayesinde karşılaşılması muhtemel sorunlar daha doğmadan önlenebileceğinden ve gerek 54 yapıdan, gerekse işleyişten kaynaklanabilecek olumsuzlukların önüne geçilmesi mümkün olabileceğinden özellikle kamu yönetimi için istikrar çok önemli bir kavram haline gelmektedir. Bu nedenle kamu yönetiminde kurum dışı halkla ilişkiler uygulamasının gerçekleştirmek istediği amaçlardan birisi de yönetsel istikrarın sağlanmasıdır (Arklan 2009: 145146). Yönetsel istikrarın sağlanabilmesi için bilgi edinme hakkı katkıda bulunabilir. Yönetsel istikrar için sistemin hantal yapısından kurtulması, kırtasiyeciliğin, zaman ve para israfının önlenmesi şarttır. Halkın bu konularda yönetime benzer uygulamaların gerekçelerini sorma, bilgi isteme ve doyurucu cevaplar alamadığı takdirde yargı yoluna gitme hakkına sahip olması; yönetimin kendine çekidüzen vererek istikrarlı bir yapıya kavuşmasının yolunu açacaktır. Bunun yanı sıra halk bilgi edinme hakkını kullanarak yapılan işlem ve çalışmalara dair daha çok ve sağlıklı bilgiler edinebilecek, bu sayede gereksiz tepkilerde bulunmayacaktır. Böylelikle yönetimle halk arasında bir uyum sağlanacak, bu da yönetimin istikrarlı bir yapı içerisinde faaliyet göstermesine katkıda bulunacaktır. 1.3.5. Yönetimin Halka Mal Edilmesi: Yönetsel Meşruluk Her yönetim biçiminin bir meşruiyet dayanağının olması gerekmektedir. Çünkü meşruiyet; yönetim biçiminin toplumda kabul görmesi anlamına gelmektedir ve meşruiyeti olmayan bir yönetimin devamı mümkün değildir. Bu önemi sebebiyle de dış halkla ilişkilerin bir amacı da yönetimin halka mal edilerek yönetsel meşruluğun sağlanmasıdır. Bunu sağlanabilmesi için de yönetilenlerin ikna edilerek gerçekleştirilecek çalışmalara halk desteği ve katılımının sağlanması, alınan kararlar ve yapılan faaliyetlerle ilgili sağlıklı kamuoyunun oluşturulması gerekir ki halkla ilişkilerin amaçlarından birisi de budur. Halkla ilişkiler, çeşitli ve çok sayıda iletişim araç ve teknikleri kullanarak mesaj gönderdiği kişi ve grupları kendi amaçları yönünde ikna etmek (Kocabaş ve ark. 2004: 49) amacını da taşır. Çevrenin kabul, destek ve güvenini temin ederek oluşacak iletişim ortamıyla da kurum ve Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61) kuruluşun kendisini kolaylıkla ifade edebilme ve tanıtabilme, kamuoyunu etkileme ve inandırabilme fırsatı yakalanmış olur (Çamdereli 2000: 20). Bilgi edinme hakkı sayesinde hem halk tarafından devletin denetlenmesi kolay hale gelmekte, hem de devletin demokratik karakteri güçlenmektedir. Devleti yönetenler tarafından “benim halkım” “benim milletim” denmesinden daha çok; halk tarafından “benim devletim” denmesi bir ülke için daha iyidir ve olması gerekendir. Bu hakkın kullanımı, devletine sahip çıkan bir halk, bir millet oluşumuna da katkı sağlamaktadır (Hız ve Yılmaz 2004: 61). Böylece bilgi edinme hakkı, toplumun gözünde yönetimin gerçekleştirdiği eylem ve işlemlerin daha meşru görülmesine ve halk tarafından devlet yöneticilerine duyulan güvenin artmasına yardımcı olacaktır (Yaşamış 2004: 42). 2. BELEDİYELERDE HALKLA İLİŞKİLER VE BİLGİ EDİNME HAKKI UYGULAMALARI Halkla ilişkiler, seçilmiş organları, tüm çalışanları ile bir tüzel kişilik olan belediyenin, ilişkide bulunduğu toplumun güven ve desteğini sağlamak için giriştiği, iki yönlü iletişime dayalı faaliyetlerdir. Halkla ilişkilerde beklenti, kamuoyunda belediyenin, belediyede de halkın istediği yönde değişikliklerin gerçekleşmesini sağlamaktır. Kısaca belediye açısından halkla ilişkiler; belediye ile halk arasında uyum ve dengenin sağlanmasına yönelik sistemli ve sürekli faaliyetlerdir. (Torlak 1999: 159–160). Bu amaçla çağımızın gelişmiş iletişim teknolojisinin verdiği imkânlardan etkin biçimde yararlanılması gerekmektedir. 2.1. Belediyelerde Halkla İlişkiler Halkla ilişkiler, tüm kamu kuruluşları için önem taşımaktadır. Özellikle demokratik bir toplumda halkın güveni ve desteği olmadan hiçbir kuruluşun başarı kazanması mümkün değildir. Hatta belki varlığını bile sürdüremez. Ayrıca hizmet politikalarını ve uygulamalarını halkın gereksinimleri ve istekleriyle örtüştüremeyen kamu kuruluşları, toplum için doyurucu hizmet üretmekten de uzak düşerler. Söz konusu belediye olduğunda bu husus çok daha fazla önem kazanmaktadır. Bunun nedeni ise belediyenin niteliğinden kaynaklanmaktadır (Yalçındağ 1988: 27–28). Belediyelerin yürüttüğü hizmetler, günlük hayatımızda çok önemli bir yere sahiptir. Bu hizmetler, “beşikten mezara” kadar hayatımızın çeşitli yönlerini kapsamaktadır. Yerel yönetimlerin önemi ve kamuoyunda sürekli tartışılmasının sebebi, işte onların şöyle ya da böyle yürütmeye çalıştıkları bu hizmetlerden ileri gelmektedir (Eryılmaz 1997: 9). Böyle bir ortamda belediyeler, halkın ihtiyaçlarına göre hizmet politikalarını uyarlamak zorundadır. Belediyecilik, aslında, tümüyle bir halkla ilişkiler konusudur. Çünkü belediye dediğimiz kurum, kent halkının seçimiyle harekete geçen; halkın yakın denetim ve gözetiminde hizmet veren, hizmetleri ve personeliyle sürekli eleştirilen ve gündemde kalan bir örgüttür. Belediyelerin sunduğu hizmetlerin çeşitlenerek artması ya da yerel sorunların büyümesi ve karmaşık bir hale dönüşmesi halkla belediye yönetimlerini kaçınılmaz bir biçimde daha çok karşı karşıya getirmektedir (Ertekin 1995: 8). 21. yüzyıla girerken değişen demokrasi anlayışı vatandaşların sadece seçimlerde değil, kamu faaliyetlerinin tüm aşamalarında katılımları öngörür bir hale gelmiştir. Hizmetin her aşamasında vatandaşlarla kurulacak yeterli ve iyi bir ilişki, büyük yararlar getirecektir. Bu yararları şöyle sıralamak mümkündür: - İsabetli kararlar alınmasına yardımcı olmak ve yapılan hizmetleri tanıtarak yönetimi onlara daha sempatik, daha yakın gösterebilmek, - Ülke yönetiminde ve özellikle yerel yönetim düzeyinde etkili ve verimli hizmet sağlanması ile demokratik bir yerel yönetim yapısının oluşturulmasına katkıda bulunmak - Yerel yönetimlerin çalışmaları ve hedefleri konusunda halkı aydınlatmalarını sağlamak. Bu bağlamda yönetimin karmaşıklaşmasının olumsuz etkilerini gidermeye ve yönetimi geliştirmeye dönük çabaları desteklemek, - Yerel yönetimlerin diğer kamu kurumlarına göre halkın istek ve dileklerine daha duyarlı olmaları sebebiyle, bu duyarlılığa dönük çalışmaların gerçekleştirilmesini sağlamak, - Bölge halkıyla sağlıklı iletişim kurmak, - Çalışmaları benimsetmek, 55 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 - Yönetime karşı olumlu davranışlar yaratılması sağlamak, - Başvuruları kolaylaştırmak, - Kararların yerindeliğini ve yararlılığını arttırmak için halktan bilgi alınmasını sağlamak, - Halkın istek, gereksinim, yakınma ve tepkilerinin öğrenilmesini sağlamak, Belediyelerin uygulayacakları halkla ilişkiler belli bir plan ve programa oturtulmak zorundadır. Halkla ilişkilerde belediye hizmetlerini ve kurumu tanıtmak temel alınmalıdır. Kurum tanıtımının amacı yansız ve yalın olmalıdır. Halk üzerinde güvenilir görünüm ve destek yaratmak ancak olumlu çalışmalarla mümkündür. Halkın katılımı, düzenli yapılan halkla ilişkiler çalışmaları ile mümkün olacaktır. Demokratik yaşamın ön koşulu; yönetimle yönetilen arasında kurulacak engelsiz iletişimdir. Halka tanıtılmaya değer bir hizmet politikası oluşturmak ve bu politikanın halkın yararına programlar aracılığı ile etkili ve verimli uygulamalarla gerçekleştirmek halkla ilişkilerin görevlerindendir. 2.2. Belediyelerde Bilgi Edinme Hakkı Uygulamaları Bilgi edinme hakkı başvurularının belediyeler açısından değerlendirilmesinde ise ülke genelindeki istatistiklere benzer sonuçların ortaya çıktığı görülmektedir. TBMM tarafından açıklanan raporda belediyeler için 2004 yılına ait rakamlar verilmemiştir. 2006 yılında belediyelere yapılan başvurularda 2005 yılına göre % 9.3 oranında artış olmuştur. Olumlu cevaplanan başvurular 2005 yılına göre % 9.2 artış göster- miş, kısmen olumlu cevaplarda % 9.8 azalma olmuş, reddedilen başvuru sayısı % 57 oranında azalmış, gizli unsurları ayıklanarak cevaplanan başvurular % 178 artmış, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yönlendirilen başvurular % 59 artmış yargıya itiraz edilenlerde ise önemli bir değişiklik olmamıştır. Bu sonuçlardan 2006 yılında 2005 yılına göre bilgi edinme hakkına olan başvuruların artmaya devam ettiği, vatandaşlarımızın bu hakkı kullanma konusunda bilgilenmeye devam ettikleri ancak bu artışın hala yeterli olmadığı, olumlu cevap verme oranının başvuru artışı oranına paralel olduğu, ancak ret edilen ve gizli yönleri ayıklanarak cevaplanan ve diğer kurumlara yönlendirilen başvuru sayılarından, belediyelerin bilgi edinme başvuruları konusunda daha bilinçlenmeye başladıkları, kendilerine yapılan başvuruyu reddetme yerine gizli olduğu düşünülen kısımları ayıklayarak cevap verdikleri ya da ilgili kamu kurum ya da kuruluşlarına yönlendirdikleri anlaşılmaktadır. Bu konuda bir diğer araştırma da TESEV tarafından yapılmıştır. TESEV bilgi edinme hakkına kurumların yaklaşımını değerlendirmeye çalıştığı anket uygulamasında 13 il belediyesini birbiriyle karşılaştırmış, başvuruları kabul biçimleri, zamanında cevaplama, cevapların tatminkâr olup olmadığı gibi kriterlere puanlar vererek bir sıralama yapmıştır. Bu sonuçlara göre Türkiye ortalamasındaki başarı oranı % 66,9’dur. En başarılı il belediyesi % 87 başarı oranı ile Eskişehir olmuş, bunun ardından Sivas (% 83) ve Erzurum (% 82) belediyeleri ilk sıraları almışlardır. 50 ve altında not alan üç belediyemiz, (% 26) ile Adana, (% 45) ile Konya ve (% 50) ile Gaziantep olmuştur. Tablo 1. 2005 ve 2006 yıllarında belediyelere yapılan bilgi edinme başvuruları Yıllar Belediye Sayısı Başvuru Sayısı Olumlu Cevap Kısmen Olumlu Ret Edilen 2005 2006 81 81 60520 64894 49199 52943 5242 5139 3456 1971 Gizli Ayıklanarak Cevaplanan 111 623 Yönlendirilen 2510 4218 Yargıya itiraz edilen 24 22 KAYNAK: TBMM, Bilgi Edinme Raporları, 2007. 3. BELEDİYELERDE BİLGİ EDİNME HAKKI ÜZERİNE BİR UYGULAMA Çalışmada halka en yakın yerel yönetim birimi olarak çalışan belediyelerin bilgi edinme hakkı 56 başvurularıyla ilgili olarak yaptıkları çalışmalar ele alınmaktadır. Çalışmanın metodolojisi, evren, örneklem ve bulgularına ilişkin bilgiler aşağıda verilmektedir. Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61) 3.1. Metodoloji Ülkemizdeki belediyelerde halkla ilişkiler birimlerinin yapılanması, personel durumu, teknik donanımı, halkla ilişkiler kapsamında yaptıkları çalışmalar, halkla ilişkilere bakış açıları ve sorunları gibi konularda mevcut durumun tespiti amacıyla Aralık 2005-Nisan 2006 tarihleri arasında bir çalışma yapılmıştır. Araştırmada ülkemizdeki belediyelerden “Büyükşehir belediyeleri, merkez ilçe belediyeleri ve il belediyeleri” kapsama alınmıştır. İlçe ve belde belediyeleri araştırma kapsamı dışında tutulmuştur. Anket on bir bölümden oluşmakta olup bölümler ve soru dağılımları şu şekildedir: Halkla ilişkiler bölümlerinin örgütlenme yapısı ve örgüt şeması içerisindeki yeri: 5 soru Araç gereç durumu: 2 soru Personel Durumu: 1 soru Halkla ilişkiler birimince çıkartılan yayınlar ve süresi: 2 soru Büyükşehir: % 87 Merkez ilçe: % 85 İl : % 89 3.2. Bulgular 3.2.1. Bilgi Edinme Birimi Kurulması Bilgi edinme hakkı ile ilgili olarak ilk soru “Belediyenizde Bilgi Edinme Birimi oluşturuldu mu?” şeklinde olup gelen cevaplar Tablo 2’de sunulmaktadır. Buna göre belediyelerin büyük çoğunluğunda bilgi edinme biriminin oluşturulduğu görülmektedir. Tablo 2. Belediyelerde Bilgi Edinme Biriminin Varlığı Evet İnternet sitesi kullanımı: 4 soru Halkla ilişkiler çalışmaları: 13 soru Kurum içi halkla ilişkiler eğitimi: 2 soru Genel değerlendirme: 2 soru Bilgi Edinme Yasası’na ilişkin uygulamalar: 11 soru Toplam soru sayısı 49’dur. Anketin doldurulma süresi yaklaşık 12–15 dakika civarıdır. Anket uygulamasında Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu öğrencileri anketör olarak görev almışlardır. Araştırmanın yapıldığı tarihte mevcut 16 Büyükşehir, 81 merkez ilçe ve 65 il belediyesine anket formları gönderilmiştir. Geri dönüş sayıları 14 Büyükşehir, 68 merkez ilçe ve 59 il belediyesi şeklindedir. Geri dönüşlerin yüzdelik oranları şu şekildedir: % 85,9 Hayır 19 14,1 Toplam 135 100,0 Tablo 3. Belediye Türlerine Göre Bilgi Edinme Biriminin Varlığı Büyükşehir Çalışma düzeni ve karar alma süreci: 3 soru Basınla ilişkiler: 4 soru n 116 Evet Hayır Toplam İl Merkez İlçe n % n % n % 12 100 44 77,2 60 90,9 - - 13 22,8 6 9,1 12 100 57 100 66 100 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu 24 Nisan 2004 tarihinde yürürlüğe girmiş, 27 Nisan tarihinde de uygulama yönetmeliği yayınlanmıştır. Mevzuatımıza göre bir ay içinde kurum ve kuruluşların bilgi edinme birimlerini oluşturarak faaliyete geçirmeleri zorunlu olduğu halde Aralık 2005-Nisan 2006 tarihleri arasında yapılmış olan anketimize göre toplamda belediyelerin % 14’ünde henüz bilgi edinme biriminin kurulmamış olduğu görülmektedir. Büyükşehir belediyelerinin tamamında bilgi edinme birimi oluşturulmuştur. Merkez ilçe belediyelerinin %9’ unda, il belediyelerinin % 22,8’inde ise henüz bilgi edinme birimi kurulmamıştır. Kanuni bir zorunluluk olan bilgi edinme birimlerinin henüz kurulmamış olması belediyeler açısından bir sıkıntı olarak kabul edilebilir. 57 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 3.2.2. Bilgi Edinme Biriminin Bağlı Olduğu Üst Birim Tablo 4. Bilgi Edinme Biriminin Bağlı Olduğu Birim hazırlayıcı eğitim programı uygulanıp uygulanmadığı yönündeki soruya verilen cevaplar Tablo 6’da belirtilmektedir. Tablo 6. Personele Eğitim Verilme Durumu n % Halkla İlişkiler Birimi İçerisinde 75 64,1 Evet Başka Birim İçerisinde 25 21,4 Doğrudan Belediye Başkanına Bağlı 9 7,7 Diğer 8 6,8 117 100 Toplam Bilgi edinme birimi kuran belediyelerde yine mevzuat gereği halkla ilişkiler birimi içinde bulunması gereken Bilgi Edinme Biriminin % 36 oranında başka birimlere bağlı olduğu görülmektedir. Tablo 5. Belediye Türlerine Göre Bilgi Edinme Biriminin Bağlı Olduğu Birim Büyükşehir İl Merkez İlçe n % n % n % 8 66,7 26 60,5 41 66,1 1 8,3 8 18,6 16 25,8 5 11,6 4 6,5 n % 67 57,3 Hayır 50 42,7 Toplam 117 100 Belediyelerin % 40’ından fazlasında, bilgi edinme birimlerinde hakkın kullanımı konusunda personellerin eğitim almadıkları görülmektedir. Tablo 7. Belediye Türlerine Göre Personele Eğitim Verilme Durumu Büyükşehir İl Merkez İlçe n % n % n % 7 63,6 22 46,8 38 64,4 Hayır 4 36,4 25 53,2 21 35,6 Toplam 11 100 47 100 59 100 Evet Halkla İlişkiler Birimi İçerisinde Başka Birim İçerisinde Belediye türlerine göre hizmet içi eğitim verilmesi değerlendirildiğinde, il belediyelerinin yarısından fazlasında, Büyükşehir ve merkez ilçe belediyelerinin ise % 35’inden fazlasında hizmet içi eğitim uygulanmadığı ortaya çıkmaktadır. Doğrudan Belediye Başkanına 3.2.4.Belediyelerin Bilgi Edinme Başvurularını Hangi Yöntemlerle Aldıkları Bağlı Diğer 3 25,0 4 9,3 1 1,6 Toplam 12 100 43 100 62 100 Bilgi edinme birimlerinin bağlı olduğu üst birimin belediye türleri arasındaki dağılımında, tüm belediye türlerinde % 60-70 oranında halkla ilişkiler birimine bağlandığı, Büyükşehir belediyelerinde % 25 oranında idari organizasyon şeması dışında (muhtemelen başkan danışmanlarına) bağlı olduğu, diğer belediyelerde ise % 18-25 oranında diğer birimlere bağlandığı görülmüştür. 3.2.3. Bilgi Edinme Biriminde Çalışan Personele Hizmet İçi Eğitim Verilmesi Bilgi edinme biriminde çalışan personele “Bilgi Edinme Hakkı Yasası” uygulamasına dönük 58 Belediyelere en çok hangi kanaldan bilgi edinme başvurusu yapıldığı konusuyla ilgili alınan cevaplar şu şekilde ifade edilebilir: Büyükşehir belediyeleri açısından değerlendirildiğinde, internet sitesi ve e-posta yoluyla başvuruların alınması yöntemlerinin (en çok kullanılan ilk 2 yöntem temel alındığında) % 100 oranında olduğu görülmüştür. Başka bir ifadeyle ankete cevap veren Büyükşehir belediyelerinin hepsinde bu yöntemler birinci ve ikinci sırada bulunmakta, diğer yöntemler ise şu şekilde sıralanmaktadır: Posta % 40, elden dilekçe % 16,7. İl belediyelerine bakıldığında ise internet sitesinin yine en çok kullanılan yöntem olmakla beraber e-postanın daha az kullanıldığı görülmektedir. İl belediyelerinin oranları şu şekildedir: İnternet sitesi % 78,4, Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61) elden dilekçe % 70,7, e-posta % 52,9, posta % 22,6, faks % 9,5. Araştırma sonuçlarına merkez ilçe belediyeleri açısından bakıldığında, oranlar şu şekilde karşımıza çıkmaktadır: İnternet sitesi % 82,9, elden dilekçe % 67,3, e-posta % 64,2, posta % 13,9, faks % 6,1. 3.2.6. Bilgi Edinme Hakkı Kullanımının Halkla İlişkiler Faaliyetlerini Nasıl Etkilediği Tablo 10. Bilgi Edinme Hakkının Halkla İlişkilere Etkisi 3.2.5. Belediyelerin Bilgi Edinme Hakkını Nasıl Algıladıkları Olumlu Belediyelerin bilgi edinme hakkını nasıl algıladıklarını anlayabilmek için bu birimlerin halkla ilişkiler faaliyetlerinin bir unsuru olarak görülüp görülmedikleri yönünde bir soru yöneltilmiştir. Alınan cevaplar Tablo 8’de verilmektedir. Tablo 8. Bilgi Edinme Hakkıyla ilgili Algılar n % Evet 112 91,1 Hayır 11 8,9 Toplam 123 100 Olumsuz 3 2,5 Etkilemiyor 24 20,3 Toplam 118 100 Bilgi Edinme Yasası’nın halkla ilişkiler faaliyetlerini hangi yönde etkilediğine yönelik soruya alınan cevaplar sonucunda; bu hakkın kullanımının normal halkla ilişkiler faaliyetini % 77 oranında olumlu etkilediği, % 20 oranında etkilemediği, % 2.5 oranında ise olumsuz etkilediğinin düşünüldüğü ortaya çıkmaktadır. İl Büyükşehir Tablo 9. Belediye Türlerine Göre Bilgi Edinme Hakkıyla İlgili Algılar İl % 77,1 Tablo 11. Belediye Türlerine Göre Bilgi Edinme Hakkının Halkla İlişkilere Etkisi Sonuçlardan da görüldüğü gibi belediyeler adına anketi cevaplayanlar, bilgi edinme birimlerini büyük çoğunlukla halkla ilişkilerin bir unsuru olarak kabul etmektedir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, önceleri üçüncü nesil insan hakları arasında sayılan bu hak günümüzde artık katılmalı yönetimin (yönetişim) bir aracı olarak kabul edilmektedir. Büyükşehir n 91 Merkez İlçe n % n % n % Evet 7 87,5 34 87,2 47 87,0 Hayır 1 12,5 5 12,8 7 13,0 Toplam 8 100 39 100 54 100 Bilgi edinme hakkını halkla ilişkiler faaliyetleri içinde görme oranlarında belediye türü açısından önemli bir farklılık bulunmamakta, belediyelerin % 87’si bu faaliyetleri normal halkla ilişkiler faaliyeti olarak algılamaktadır. Bilgi edinme hakkının halkla ilişkiler faaliyetlerinin dışında olduğunu düşünme oranı %12-13 arasındadır. Olumlu Merkez İlçe n % n % n % 8 88,9 33 64,7 50 86,2 Olumsuz - - 2 3,9 1 1,7 Etkilemiyor 1 11,1 16 31,4 7 12,1 Toplam 9 100 51 100 58 100 Belediye türlerine bakıldığında, Büyükşehir belediyelerinde bilgi edinme hakkının % 89 oranında halkla ilişkiler faaliyetlerini olumlu etkilediğinin düşünüldüğü, il belediyelerinde bu oranın % 65, merkez ilçe belediyelerinde ise % 86 olduğu görülmektedir. SONUÇ Çağdaş yönetimlerde belediyelerin önemi günden güne artmaktadır. Belediye yönetimlerinin halka en yakın yönetim birimi olduğu ve belediye hizmetlerinde meydana gelebilecek aksamaların günlük hayatta anında hissedildiği gerçekleri ortadadır. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı insanlar belediyenin faaliyetlerinden haberdar olma konusunda daha isteklidirler. Belediyelerin karar organları, gerek seçimlerde tekrar seçilebilmek gerekse faaliyetlerini vatandaşların istekleri doğrultusunda yürütebilmek için onlarla sürekli irtibat halinde olmaya ve sürekli açık iletişim kanalları kurmaya çalışmaktadırlar. 59 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Bu açıdan bakıldığında, belediyelerde bilgi edinme hakkının hem yöneten hem de yönetilenler açısından çok önemli olduğu açıktır. Belediyeler açısından halkla ortak yönetim (yönetişim), saydam ve hesap verebilir belediye için bu hakkın kullanımının mutlaka desteklenmesi gerekmektedir. Vatandaşlar açısından ise belediye yönetimlerine dair olumsuz görüşlere cevap bulabilme, hesap sorabilme aracı olarak kullanılabilecek bir kanaldır. Bu nedenle bilgi edinme hakkının halkla ilişkilerin hem tanıma hem de tanıtma yönüne hizmet ettiği söylenebilir. Ancak beklenilen bu faydalarına rağmen bilgi edinme hakkının hem belediyelerimiz hem de vatandaşlar tarafından yeterince önemi anlaşılamamıştır. Büyükşehir, merkez ilçeler ve il belediyelerinin % 14’ünde Nisan 2006 itibariyle bilgi edinme biriminin henüz kurulmadığı, bilgi edinme birimi kuranların % 30-35’inde yasanın emredici hükmüne rağmen halkla ilişkiler birimi dışında örgütlendiği, birimde çalışan personellerin % 40’nın henüz bu konuda eğitim almadığı görülmektedir. Ülkemizin 67 milyonluk toplam nüfusunun yaklaşık % 50 civarındaki kısmının belediye sınırları içinde yaşıyor olmasına rağmen, 2005 ve 2006 yıllarında belediyelere yapılan bilgi edinme başvuru sayısının 60-65 bin civarında olması, vatandaşlarımızın bu konuda yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı sonucunu doğurmaktadır. Bu çerçeveden hareket ederek şu söylenebilir; Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun uygulanmasında bir takım sorunlar yaşanmakla birlikte Türk halkı bu uygulamayla, değişimin anahtarına sahip olmuştur. Bundan sonraki gelişmeler, halkın anahtarı kullanarak değişimin kapısını açmasıyla mümkün olacaktır. Şeffaf, hesap verebilir bir yönetim yapısının oluşması için bilgi edinme hakkının çokça kullanılması gerekmektedir Arklan Ü (2009) Halkla İlişkiler ve Bilgi Edinme Hakkı, Literatürk Yayınları, Konya. Biber A (2003) Halkla İlişkilerde Temel Kavramlar, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara. Canöz K (2008) Kamuda Halkla İlişkilerin Yeni Yüzü: Bilgi Edinme Yasası, Selçuk İletişim Dergisi, 5 (3), 141-152. Çamdereli M (2000) Ana Çizgileriyle Halkla İlişkiler, Çizgi Kitabevi, Konya. Çelik A ve Tonta Y (1996) Düşünce Özgürlüğü, Bilgi Edinme Özgürlüğü ve Bilgi Hizmetleri, Ahmet Çelik ve Yaşar Tonta (ed), Bilgi Edinme Özgürlüğü, Türk Kütüphaneciler Derneği, Ankara, s.1-13 Eken M (1995-1996), Bilgi Edinme Hakkı, İnsan Hakları Yıllığı, 17-18, s, 61-75. Eken M ve Aksoy N (2004) Bilgi Edinme Hakkı Mevzuatı, İstanbul Ertekin Y (1995)Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler Sorunu, Çağdaş Yerel Yönetimler Derg, 4 (5). Eryılmaz B (1997) Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılandırılması, Birleşik Yayıncılık, İstanbul. Hız Y ve Yılmaz Z (2004) Açıklamalı- NotluGerekçeli Bilgi Edinme ve Dilekçe Hakkı (İlgili Mevzuat), Seçkin Yayıncılık, Ankara. Kazancı M (1997) Kamuda ve Özel Sektörde Halkla İlişkiler, Turhan Kitabevi, Ankara. Kocabaş F, Elden M ve Yurdakul N (2004) Reklam ve Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, İletişim Yayınları, İstanbul. Onal G (2000) Halkla İlişkiler, Türkmen Kitabevi, İstanbul. Özdönmez M, Akesen A ve Ekizoğlu A (1999), Halkla İlişkiler, AB Ofset, İstanbul. Sabuncuoğlu Z (1998), İşletmelerde Halkla İlişkiler, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa. Acar M (1994) Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Araştırması, DPT Yayınları, Ankara. Sezer Uysal B (1995) Halkla İlişkiler: Katılımdan Tanıtıma, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyum Bildirileri (Birinci Cilt), TODAİE Yayınları, Ankara, s. 149-158. Aksoy N (2002) Belediye İktisadi Teşekkülleri ve Özelleştirilmeleri, İhale ve İmar Derg, 2, 8592. TESEV (2006) Vatandaşın Bilgi Edinme Hakkı Saha Araştırması Raporu, http://www.tesev. org.tr/etkinlik/TESEV_Bilgi_Edinme_Hakki KAYNAKLAR 60 Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61) _Projesi_saha.ppt#260,4,Proje (25.09.2007). Faaliyetleri. TESEV (2004) Bilgi Edinme Hakkı, Değerlendirme Raporu, Aralık, http://www.tesev.org.tr/ etkinlik/bilgi_edinme_raporlar.php (25.09. 2007). Torlak Ö (1999) Belediyelerde Hizmet Yönetimi ve Pazarlama, Seçkin Yayınevi, Ankara. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bilgi Edinme Raporları (2007) http://www.tbmm.gov.tr/ bilgiedinme/bilgiedinme-index.htm. (25.09. 2007). Yalçındağ S (1987) Kamu Sektöründe Halkla İlişkiler Uygulamaları ve Sorunların Genel Görünümü, Halkla İlişkiler Sempozyumu - 87, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu ve TODAİE Yayını, Ankara. Yaşamış F D (2004) Anayasa ve İnsan Hakları Bağlamında Bilgi Edinme Kanunu, Bilgi Edinme Hakkı Paneli (5 Mayıs 2004), Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara, s. 21-76. 61 E-HALKLA İLİŞKİLER VE BAKANLIK UYGULAMALARI Aslı Yağmurlu* ÖZET Yeni bir iletişim aracı olan internet, örgüt ve kamuları arasındaki iletişimi ciddi şekilde etkilemiştir. E-halkla ilişkiler olarak adlandırılan bu uygulamalar, giderek artan bir biçimde halkla ilişkiler uygulamalarını yönlendirmiş ve etkilemiştir. Günümüz dünyasında, kendileriyle ilgili güçlü imaj oluşturmak isteyen bütün örgütler internetteki sanal dünya içinde yer alıp, halkla ilişkiler faaliyetlerini gerçekleştirmek zorundadırlar. Bu kamu örgütleri için de geçerlidir, mevcut durumda bütün bakanlıkların internet üzerinden halkla ilişkiler faaliyetleri yaptığı görülmektedir. Ancak bu faaliyetleri ne düzeyde yaptığı, halkla ilişkilerin hangi yöntem ve tekniklerini kullandığı farklılıklar gösteren bir durumdur. Makale öncelikle internetin iletişim araçları içindeki yerini ve bakanlık örnekleri üzerinden bu aracın ne şekilde kullanıldığını kamu yönetimi açısından ortaya koymayı hedeflemiştir. Anahtar sözcükler: Halkla ilişkiler, kamu yönetimi, internet, e-halkla ilişkiler, iletişim araçları, bakanlıklar E-PUBLIC RELATIONS AND PRACTICES OF MINISTRIES ABSTRACT The Internet, which is a rather novel means of communication, has had a considerable impact on the communication between the organization and its publics. These practices named as e-public relations have manipulated and influenced public relations practices in a gradually increasing manner. In today’s world, all of the organizations that aim to create a strong image of themselves are bound to execute public relations activities through taking their place in the cyberspace. This is also valid for public organizations, and thus it is currently observed that all ministries are running public relations practices on-line. However there are differences between ministries as to which public relations methods and techniques are being used and to what extent these practices are being applied. This article aims to report primarily the place of the Internet within communication channels, and in what way it is used in ministries through a public administration perspective. Keywords: Public relations, public administration, internet, e-public relations, communication channels, ministries GİRİŞ Yeni bir iletişim teknolojisi olan internet giderek artan bir önem taşımaktadır. İnternetin önemi, alandaki uzman ve akademisyenler tarafından, kamulara ulaşmak için yeni bir kanal olarak veya örgüt ve kamular arasındaki etkileşimi değiştirip evrime uğratacak bir araç olarak değerlendirilmesindedir. (Esrock ve Leichty 1990: 327-328). Günümüzde, her iki düşünce de internet kullanımı açısından geçerlidir, internet örgütlerin kamularına ulaşmaları için yeni bir iletişim aracıdır ve örgütlerin iletişimlerini kökten, yenilikçi bir şekilde dönüştürmüştür. Örgütlerde iletişim yönetiminin * bir parçası olarak halkla ilişkiler bu aracın doğasından etkilenmekte ve bu aracı halkla ilişkiler süreç ve uygulamalarında yoğun olarak kullanmaktadır. E-halkla ilişkiler olarak adlandırılan bu alan, internetin tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla akademisyenler ve uygulayıcıların dikkatini çekmiş, üzerinde tartışılır bir başlık oluşturmuştur. İnternet ve web siteleri halkla ilişkiler uzmanlarına ilk kez arada aracı bir kurum olmadan, kendi kontrolleri altında bir kitle iletişim aracı sunmaktadır (White ve Raman 1999: 406). Euprera/Leipzig Üniversitesi tarafından, Türkiye dahil, 34 Avrupa ülkesinde, 1850’den fazla uzmanın katılımıyla iletişim yönetimi ve halkla Dr., Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) ilişkiler konusunda, ‘European Communication Monitor 2009’ adlı bir araştırma gerçekleştirilmiştir. 2007 yılından bu yana her yıl gerçekleştirilen araştırma içinde halkla ilişkiler uzman ve akademisyenleri alanda kullanılan iletişim araçlarını önem sırasına göre sıralamışlardır. Halkla ilişkiler alanında en çok kullanılan iletişim aracı, sırasıyla basınla ilişkiler ve internet üzerinden iletişim olarak ifade edilmiştir. 2012 için yapılan projeksiyonda ise, en çok kullanılacağı düşünülen ilk iki araç, internet üzerinden iletişim ve internet medyası ile ilişkiler olarak belirmiştir (Zerfass ve ark. 2009: 50). Bu iki sonuç, araştırmaların başladığı 2007 yılından beri, benzer bir eğilim göstermektedir. Bulgular, e-halkla ilişkiler olgusunun öneminin daha da artacağı yönündedir. Halkla ilişkilerin en önemli faaliyet alanı olan basınla ilişkilerin tahtının sallandığı ve yerini internet üzerinden gerçekleştirilen iletişim yöntemlerinin alması önemli bir değişim olarak ortaya çıkmaktadır. Konu Türkiye açısından artan öneme sahiptir, bu önem öncelikle, internet teknolojisinin işlediği alt-yapının ülkemizde ciddi bir gelişme ve yoğunluğa ulaşmasıyla ilişkilidir (1). Özellikle kamu yönetimi açısından internetin kurumlarca yaygın olarak kullanıldığı aşikardır, kurumların halkla ilişkiler birimleri de bu kanalı halkla ilişkiler amaçlı olarak kullanmaktadırlar. Makale, bir iletişim aracı olarak internetin Bakanlıklar örneği üzerinden kullanımını halkla ilişkiler yönünden ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bunun için de öncelikle, halkla ilişkiler tanımlanmış, halkla ilişkilerin kullandığı iletişim araçları, internetin bu araçlar içinde yeri ve önemi üzerinde durulmuş ve son olarak da kamu yönetimi açısından e-halkla ilişkilerin amaçları bakanlıklardaki uygulamalar üzerinden tartışılmıştır. HALKLA İLİŞKİLER NEDİR? Halkla ilişkiler iletişim yönetimine dair bir etkinliktir. Grunig ve Hunt, (1984: 7) halkla ilişkileri “bir kurum ve hedef kitlesi arasındaki iletişimin yönetilmesi” olarak tanımlamıştır. Tortop, (2006: 19) “halkla ilişkiler, iki yönlü, ilişki kuran ve ilişki kurulanlar arasındaki haberleşmeye dayanmaktadır” diye ifade ederek halkla ilişkiler ve iletişim arasındaki bağı ortaya koymuştur. Benzer bir tanımlamayla, Cutlip vd. (2000: 3) halkla ilişkileri, “iki yönlü iletişime dayalı karşılıklı doyumu öngören, iyi özellikler ve sorumlu davranışa dayalı olarak kanaatleri etkilemeye yönelik planlı bir faaliyet” şeklinde çerçevelendirmiştir. Kazancı (2004: 64-65) da halkla ilişkileri “yalnızca bilgi vermek için yürütülen bir çalışma olarak al[mamakta], yönetim-halk ilişkisini iyileştirmeye yönelik, temelinde iletişimin yattığı bir etkileşim çalışması olarak” nitelendirmektedir. Özetle, halkla ilişkiler uygulamasının temeli, iki yönlü iletişime dayanmaktadır. Halkla ilişkilerin bir iletişim etkinliği olduğu, iletişimin yönetilmesi ile ilgili olduğu açıkça görülmektedir. Amacı ne olursa olsun halkla ilişkiler faaliyeti iletişim olmadan yapılamaz. Amaç, kullanılan iletişim araçlarda değişiklik yaratmakta, teknolojik gelişmeler iletişim araçlarının niteliğini değiştirmektedir. Ama sonuç değişmemekte, halkla ilişkiler uygulayıcıları, örgütlerinden kamulara, mesajlarını çeşitli kanallar aracılığıyla iletmeye devam etmektedirler. Halkla ilişkiler faaliyeti iletişim stratejisine dayalı olarak üç değişkene göre hareketi içermektedir. Bunlardan ilki, kamuları belirleme, ikincisi, mesajı belirleme, üçüncüsü ise iletişim araçlarını belirlemedir. Halkla ilişkiler faaliyeti ile hedef kamularda istenen davranışı yaratmak için belirlenen iletişim araçlarıyla mesajlar iletilmektedir (Cutlip ve ark. 2000: 406). Halkla ilişkilerde kamu kavramı kitle iletişimde kullanılan hedef kitle kavramına benzemektedir. Kamu kavramı, Erdoğan’ın (2006: 14) tanımıyla halk, “kalabalık, kitle ve bütün bireylerin toplamı olan genel topluluğu anlat[mamaktadır]”, Uysal (1998: 65) kamu kavramını, “teknik anlamda bir kuruluşun eylem ve işlemlerinden doğrudan ya da dolaylı, olumlu ya da olumsuz olarak etkilenen; kanaat ve eylemleriyle kuruluşu olumlu ya da olumsuz, doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen; ortak kanılara, davranışlara ve çıkarlara sahip birey, grup ve kuruluşları anlatmaktadır” şeklinde tanımlamıştır. Bu çerçevede kamu veya kamular, iç-dış, aktif-pasif, farkında-farkında olmayan gibi pek çok şekilde sınıflandırılabilir. Halkla ilişkiler açısından örgütün etkileşim içinde bulunduğu kamuların belirlenmesi, halkla ilişkiler etkinliğinin gerçekleşmesi için ilk adımı oluşturmaktadır. Halkla ilişkiler açısın- 63 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 dan, amaç, kamuların yeniden tespitini gerektirir, faaliyetin amacına göre, farklı kamular hedef seçilebilir ve onlara yönelik halkla ilişkiler uygulamaları yapılabilir. Gerçekleştirilen etkinliğe göre kamuları belirleme, günümüz farklılaşmış toplumsal düzeni için giderek daha zor ve önemli bir hal almıştır. Açıktır ki, doğru kamuların tespiti, halkla ilişkiler uygulamasının başarısı için yaşamsal niteliktedir. Kamular belirlendikten sonra, onlara iletilecek mesaj/mesajların belirlenmesi gerekmektedir. Halkla ilişkilerde yazma teknikleri bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Mesaj, “kaynağın alıcıya aktarmak istediği bilgi, düşünce ve kavramları sembolize [etmektedir]” (Uysal 1998: 97). Mesajların oluşturulması, örgütün varoluş sebebine, mesajın iletilme amacına, kullanılan araçlara ve hedef kamulara göre değişiklik gösterir. Bu tespitte, örgütün genel iletişim politikası halkla ilişkiler uygulamalarında belirleyici rol oynamaktadır. Halkla ilişkilerde iletişim, bireylerarası, örgütsel veya kitle iletişimi içeren bir şekilde; etkinliğin niteliğine göre, iç veya dış kamulara yönelik; etkinliğin amacına göre de örgütü tanıtmaya yönelik veya kamuları tanımaya yönelik bir nitelikte olmaktadır. Tüm bu farklılıkların yanı sıra, örgütün kendi olanaklarıyla ya da hizmet alımıyla yapılabilmektedir. Bu farklılıklar, halkla ilişkiler etkinliğinin gerçekleştirilmesinde pek çok farklı iletişim araç ve yönteminin kullanılmasına yol açmaktadır. HALKLA İLİŞKİLERDE KULLANILAN ARAÇLAR Makale halkla ilişkiler açısından internetin kullanımı üzerine odaklanmaktadır, bu nedenle öncelikle halkla ilişkiler etkinliği için kullanılan iletişim araçlarının genel bir değerlendirmesi yapılacak ve daha sonra, e-halkla ilişkiler olarak adlandırılan halkla ilişkilerde internet kullanımı ele alınacaktır. Halkla ilişkilerin kullandığı iletişim araçlar ve yöntemlerini sınıflandırma yöntemi konusunda farklı yaklaşımlar bulunsa da genel eğilim, basılı veya yazılı araçlar; yayın araçları ve diğer araçların (konferans, sergi, fuar, fotoğraf internet gibi) sıralanması şeklindedir (Peltekoğlu 1998, Pira ve Baytekin 2007, Ka- 64 zancı 2004). Araçlar, tanıtma için kullanılan ve tanıma için kullanılanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Halkla ilişkiler etkinliğinin amacı doğal olarak, kullanılan araçların veya aracın seçimini belirlemektedir. Teknolojideki değişim, araçların sayısında, niteliğinde büyük bir değişim yaratmaktadır, bundan 50 yıl önce kullanılan iletişim araçlarıyla günümüzde kullanılan iletişim araçları arasında hem sayısal olarak hem de niteliksel olarak büyük farklılıklar bulunmaktadır. Tablo 1’de halkla ilişkilerin kullanmakta olduğu iletişim araçlarının sınıflandırılması yapılmıştır. Sınıflandırma, kamu yönetimiyle ilişkilendirilmiş ve kamu yönetiminin halkla ilişkiler faaliyetlerinde kullanabileceği iletişim araçları düşünülerek örneklendirilmiştir. Sınıflandırmada genel olarak üçlü bir ayrım yapılmış; yazılı, sosyal-kültürel ve görsel-işitsel araçlar gruplandırılmıştır. Araçlar ağırlıklı olarak kullandıkları iletişim yöntemine göre sınıflandırılmaya çalışılmıştır. Yazılı araçlar veya basılı araçlar, ağırlıklı olarak yazılı bir içerik taşıyan ve basılı materyal üzerinden iletilen araçları gruplamaktadır. Sosyal-kültürel araçlar sınıflaması ise yüz-yüze iletişime dayalı olarak gerçekleştirilen halkla ilişkiler etkinliklerini içermektedir. Görsel araçlar ise, her tür görsel materyali içermekte, sembolik ve aktarımcı öğeleri kapsamaktadır. Bu çalışma sürecinde Wilcox vd. (1998: 451-547) tarafından geliştirilmiş olan internet, yazılı, sözel ve görsel araçlara göre sınıflandırma örnek alınmış, kamu yönetiminde halkla ilişkiler pratiklerini kapsayacak şekilde geliştirilmiştir. Sınıflandırmanın dördüncü ayağını oluşturan e-halkla ilişkiler uygulamaları araştırma bulgularının tartışıldığı bölümde verilmiş ve tartışılmıştır. Bu sınıflandırma modeli kamu yönetiminde halkla ilişkilerin kullanabileceği geleneksel iletişim araçlarını halkla ilişkilerin temel iki amacını oluşturan tanıtma ve tanıma amacı çerçevesinde iki başlık altında toplama amacı gütmüştür. Üst kısımda tanıtma işlevini yerine getirmeye yönelik araçlar, alt kısımda da tanıma işlevine yönelik araçlar görülmektedir. Tanıtma işlevi halkla ilişkilerin ortaya çıkışından beri varolan, örgütün kamularına kendini, faaliyetlerini tanıtmaya yönelik olarak gerçekleştirdiği iletişim etkinliklerini içeren faaliyetleri kapsamaktadır. Tanıma ise, örgütün varlı- E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) ğını devam ettirmek ve örgütsel etkinliğini arttırmak için ihtiyaç duyduğu iletişim etkinliklerini kapsamaktadır. Kazancı (2004: 64) bu iki evreyi kamu yönetimi uygulamalarını tanımlayacak şekilde, “yönetileni aydınlatma, yöneti- min eylem ve işlemlerini halka anlatma veya açıklama tanıtma; halkın isteklerini, yakınmalarını öğrenme ise tanıma olarak nitelenir” şeklinde açıklamıştır. Tanıma Tanıtma Tablo 1. Halkla ilişkiler araçları Yazılı araçlar Sosyal-kültürel araçlar Görsel-işitsel araçlar Basın açıklaması Basın dosyası Kurum gazetesi Kitap Dergi Yıllık Yıllık raporlar Broşür ve el kitapları Mektup Afiş Duyuru panoları Poster Pankart El ilanları Yönlendirici ve yol göstericiler Basın toplantıları Basın demeçleri Basın gezisi Basın kokteyli Törenler Konferanslar Sergiler Geziler Festivaller Yarışmalar Sponsorluk/himaye Televizyon için hazırlanmış görsel materyaller Fotoğraf Film Slayt, resim, power point, Kurumsal kimlik oluşturan grafik tasarımlar, logo, bayrak, kartvizit Radyo için hazırlanmış materyaller TV/ radyo röportajları Dilek/şikayet kutuları Dilekçe Bilgi edinme başvuruları Anketler Görüşme günleri Danışma birimleri Mülakatlar Toplantılar Telefon hatları Tabloda, araçlardaki ağırlığın tanıtma işlevi odaklı olduğu görülebilir. Bu hem kamu yönetimi, hem özel sektör, hem de sivil toplum kuruluşlarının halkla ilişkiler uygulamaları için benzer şekildedir. Halkla ilişkilerin tarihsel gelişimi içinde de tek yönlü iletişime dayalı, örgütü, ürünü veya kişiyi tanıtmaya yönelik uygulamalar öncelikle yer almaktadır. Günümüzdeki halkla ilişkiler uygulamalarında da ağırlık tanıtma işlevi üzerine yoğunlaşmaktadır. Kullanılan araçları ayrıntılı olarak anlatan yazarların çoğu, anlatımlarında tanıtım işlevlerine, bu nedenle kapsam olarak ağırlık vermişlerdir (Grunig ve Hunt 1984, Pira ve Baytekin 2007, Wilcox ve ark. 1998, Seitel 1998). Tanıma işlevi, iki yönlü iletişime dayalı bir halkla ilişkiler uygulamasına dayanmaktadır ve iletişim sürecine geribildirimin katılması anlamına gelmektedir. Hem tarihsel, hem de ağırlık olarak halkla ilişkiler etkinliklerinde ikinci sırada yer almaktadır. Türk kamu yönetiminde hangi iletişim araçlarının ağırlıklı olarak kullanıldığını ortaya koyan araştırmalar bulunmaktadır. Ertekin’in (1990: 48) çalışmasında, en çok kullanılan iletişim araçları önem sırasıyla; gazete, bülten, televizyon, mektup ve radyo olarak ortaya konulmuştur. Acar’ın (1994: 76) gerçekleştirdiği ‘Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Araştırması’ sonuçlarında, kullanılan iletişim araçlarına yönelik bir sıralama yapılmamakla birlikte, basınla ilişkilerin önemini vurgulamakta, hatta basınla ilişkili faaliyetler halkla ilişkiler faaliyetleri içinde önemli ve yönlendirici bir yeri olduğu bulgusu ortaya konulmaktadır. Bilgin’in (1994: 60) yürüttüğü araştırma ise farklı bir sıralama ortaya koymaktadır; kamu yönetimindeki halkla ilişkiler birimlerinin en çok kullandıkları iletişim araçları, kişisel ilişkiler, basılı malzemeler ve radyo olarak çıkmış, bunları televizyon ve basın takip etmiştir. Üç araştırmanın yapıldığı dönemde, kamu yönetiminde internet kullanımı yaygın olmadığından, değerlendirme içine alınmamıştır. 65 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 HALKLA İLİŞKİLER AÇISINDAN İNTERNETİN KULLANIMI 1990’lı yıllar itibariyle, internet, iletişim alanında çok önemli bir yer almış, iki yönlü iletişim araçlarına yeni bir araç eklenmiş ve kurum ve kuruluşlar açısından yeni bir mecra ortaya çıkarmıştır. Timisi’nin (2003: 121) ifadesiyle, “ağların ağı olarak tanımlanan internet, fiziksel ya da elle tutulur bir araç olmaktan ziyade birbirine bağlı sayısız küçük bilgisayar ağlarından oluşan büyük bir bilgisayar ağıdır”. İnternet diğer iletişim araçlarıyla kıyaslandığı zaman pek çok ayırt edici özelliği olan bir araç konumundadır. Burada öncelikle halkla ilişkiler açısından internetin fark yaratan özellikleri ortaya koyulacaktır. Bilgisayarların birbirine bağlanabilme özelliği, hem kurumların iç yapılarındaki iletişim ağında farklılaşma yaratmış, hem de kamularıyla iletişimlerini baştan aşağı değiştirmiştir. İnternetin bazı özellikleri vardır, hizmet sunumunda zaman ve mekan kavramlarını ortadan kaldırmıştır. Zaman ve mekan sorununa yeni bir açılım getiren internet kullanımı yaygınlaştıkça, iletişimin hızında ve içeriğinde büyük bir artış ortaya çıkmıştır. 7 gün 24 saat 365 gün diye adlandırılabilen bir süreklilik internet için zaman kavramının ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Mekan da bu arada ortadan kalkmıştır. İnternet sayesinde dünyanın her yanındaki kullanıcılar, birbirleriyle iletişime girebilmekte, dünyanın her yanındaki çok farklı niteliklerdeki bilgi ve belgelere ulaşabilmektedirler (Timisi 2003: 122). İnternetin iletişim açısından ayırt edici bir diğer özelliği düşük maliyetidir. Kurumlar hem kendilerini tanıtmak, hem de kamularını tanımak amacıyla bu aracı kullanmakta ve kurulum süreci dışında, bu hizmetten oldukça düşük bir maliyetle yararlanmaktadırlar. KayaBengshir’in (2000b: 51) de ifade ettiği gibi, “eposta iletişimi kağıda dayalı iletişimle gelen kırtasiye, basım ve postalama maliyetini ortadan kaldırmaktadır”. İşleyen bir internet sayfası oluşturduktan sonra, bunların geliştirilmesi ve kullanılması, kurumlar tarafından yerine getirilebilmekte, halkla ilişkilerin iki yönlü işlevine hizmet edebilecek bir yapılanma oluşturulabilmektedir. 66 İnternetin iletişimin niteliği açısından halkla ilişkilerin doğasıyla paralellik gösteren bir özelliği etkileşime izin veren yapısıdır. Geleneksel kitle iletişim araçlarındaki, bireyin pasif konumu, internet üzerindeki iletişimde bireyi, aktif bir özneye dönüştürmektedir. “Kullanıcı iletişim ortamında bir teknolojik araç yardımıyla vardır ve yüz yüze iletişimdekine benzer bir biçimde karşılıklı ileti alışverişini gerçekleştirmektedir” (Timisi 2003: 132). İnternet üzerinden yapılan iletişimde kullanıcılar varolan mesajlara istedikleri zaman ulaşmakta, mesajları saklayıp değiştirme olanağına sahip olmaktadır. Yüzyüze iletişime benzer bir niteliğe sahip olan bu özellik, interneti geleneksel kitle iletişim araçlarına göre ayrıcalıklı kılmaktadır (Esrock ve Leichty 2000: 328). İnternet üzerinden yapılan çoklu iletişimde, metin, ses, grafik, imaj, video gibi birden çok iletişim biçimi bulunmaktadır. Bu da onu, diğer iletişim araçlarına göre benzersiz kılmaktadır. Halkla ilişkiler süreci olarak adlandırılan, araştırma, planlama, iletişim ve değerlendirme aşamalarının her birinde internet kullanımı mümkündür. Halkla ilişkiler, süreç ve uygulamalarını gerçekleştirirken, elektronik iletişimi şu amaçları gerçekleştirmek için kullanmaktadır (Lesly 1998: 437); 1. Bilgi ve belge toplamak, 2. Gelişmeleri takip etmek 3. Medyayı takip etmek, 4. Medyaya sürekli bilgi sağlamak, 5. Kamuların ilgisini çekmek veya farklı kamulardan girdi sağlamak, 6. E-posta kanalı ile müşteri, çalışan vd.leriyle haberleşmek, 7. İntra-net dediğimiz kurum içi iletişim kanalı oluşturarak haber ve bilgileri anında ulaştırmak, 8. Kamunun desteğini almak, 9. Anlık gelişmeleri duyurmak. Genel olarak, e-halkla ilişkiler faaliyetleri dört başlıkta gerçekleştirilmektedir. Wilcox vd.nin (1998: 456) yapmış olduğu sınıflandırmaya göre, bunlar, web sitesi, e-posta ve tartışma gruplarıdır. Buna ek olarak Theaker (2006: E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) 357) sanal basın odalarını dördüncü bir kullanım alanı olarak eklemiştir. İlk kullanım alanı, web siteleri veya internet siteleridir, “web (www), metin, grafik, ses, film gibi farklı nitelikteki verilere etkileşimli olarak ulaşmayı sağlayan bağlantılarla donatılmış çoklu ortamdır” (Kaya-Bensghir 2000a: 117). İnternet sitesi, “kuruluşun dışa açılan penceresi olarak görülmektedir (Sayımer 2008: 88). Halkla ilişkiler açısından, internet siteleri, örgütlerin kamularına kendini tanıtması ve kamularını tanıması açısından önemli bir araç oluşturmaktadırlar, kendilerini, ürün/ hizmetlerini, yaptıklarını ve yapacaklarını duyurabilirler. Bunun yanı sıra, kuruluşların kendilerine has özelliklerini yansıtan kurum kimlikleri de internet siteleri aracılığıyla yansıtılan bir öğeyi oluşturmaktadır (Yeygel 2005: 78-79). Halkla ilişkiler birimleri örgütlerde web veya başka bir deyişle internet sitesi düzenlenirken mutlaka bu çalışmanın içinde bulunmalı, örgütün kamularıyla iletişimini sağlayacak bu araç hazırlanırken bazı konulara dikkat edilmelidir. Seitel (1998: 227-230) aşağıda sıralanan konularının önemini vurgulamaktadır; 1. Web sitesi hazırlanırken amaç nedir? Örgütün siteyi kurarken amacı nedir, neyi hedeflemektedir, satışa yönelmiş bir kuruluşla, hizmet odaklı bir kuruluşun siteleri farklılık göstermelidir. 2. İçerik ne olacaktır? Sitede ne tür bilgiler sunulacaktır, hem taleplere göre, hem de örgütün amaçlarına göre içerik belirlenmelidir. 3. Ne kadar sıklıkla yenilenecektir? Bilgileri güncellememe ne kadar yaygın bir sorunsa, aşırı bilgi yükleme de benzer bir sorundur, bu nedenle, yenileme ve içeriğin derlenmesi gerekli sıklıkla yapılmalıdır. 4. Tasarım ne şekilde yapılacaktır? Site tasarımı son derece önemli bir konudur, mutlaka profesyonel yardım alınmalıdır, hem göze hitap etmeli, hem de içeriğe kolay ulaşılmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. 5. Ne kadar etkileşimli olacaktır? Site halkla ilişkiler açısından, çok yönlü iletişime izin veren bir mecradır, başvuru yapılabilmesi, bilgi toplanabilmesi, e-posta yollanabilmesi, oluştu- rulan sitenin kamulardan gelen iletişime açık olmasını sağlar. 6. Kullanımı nasıl ölçeceğiz? Diğer iletişim kanallarında olduğu gibi web sitelerinde de etkinliğin ölçülmesi gerekmektedir. Bu ölçüm için en sık kullanılan yol, aktif ziyaretçi ve toplam ziyaretçi sayılarını vermektir, ancak bu yöntem sitenin içeriğinin yeterli olup olmayacağı bilgisini vermez, bu nedenle ziyaretçilerin görüşlerinin alınabileceği kanallar oluşturmak, küçük bir anketle kullanıcıların görüşlerini almak gibi yollar da uygulanmaktadır. 7. Kim sorumlu olacaktır? Web sitesi yönetmek, mutlaka bir birimin sorumluluğu altında olmalıdır, önemli bir iletişim kanalı olması nedeniyle bu sorumluluk halkla ilişkiler birimlerinde bulunmalıdır. İkinci kullanım ise, e-postadır (elektronik posta). E-posta, internet kullanıcılarına coğrafi uzaklıklarına bakılmaksızın mesaj gönderme, alma, okuma ve yanıtlama gibi çeşitli hizmetler sunarak etkileşimli bir iletişim ortamı sağlamaktadır (Kaya-Bensghir 2000a: 116). E-posta ile, örgütün mal veya hizmetlerinden yararlananlara, duyuruların yapılması, medya kuruluşlarına haber bülteni yollanması, kurum personeline iç yazışmaların, yayınların iletilmesi mümkündür. E-posta, “kurum ve kuruluşların yapmış olduğu çalışmaların geri dönüşünün alınmasında etkin bir araç olarak değerlendirilmektedir” (Tarhan 2007: 81). Üçüncü kullanımı oluşturan, tartışma grupları, “belirli bir konu ya da gündemin internet kullanıcıları tarafından tartışılmasını, görüş alışverişi yapılmasını sağlayan bir uygulama biçimidir” (Timisi 2003: 137). Tartışma grupları ya da forumlarda amaç belirli bir sorun ya da düşünce çerçevesinde bir platform oluşturmaktır. Burada bireylerin yapmış oldukları girişler tartışma grubunun tüm üyelerine iletilmektedir. Bloglar, podcastler bu başlık altında halkla ilişkilerin diyalog geliştirmeye yönelik işlevi içinde önemli yere sahiptirler (Berkowitz 2007: 119). İnternet üzerinde oluşturulan her tür gruplaşma örgüt açısından, önemli bir kamu oluşturabilir. Bunların takibi, gerekli bilgilerin verilmesi önemli bir halkla ilişkiler faaliyetidir, uygulamada bu mekanizmanın kamu kurumlarınca pek kullanılmadığı görülmektedir, bakanlıkların internet siteleri, genel olarak kurumu 67 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 tanıtıcı ve bireysel başvurulara yönelik içerik oluşturmakta, tartışma gruplarına yönelik bir tasarım oluşturmamaktadır. Sanal basın odaları veya basınla ilişkiler internetin dördüncü kullanım başlığını oluşturmaktadır. İnternet sitesi içinden ulaşılabilen ve medya ile iletişimi geliştirmek amacı ile sunulan hizmetleri kapsamaktadır. Çok çeşitli adlar altında bulunmakla birlikte, hepsinde ortak amaç medya ile iletişime yönelik hizmet sağlamaktır. Geleneksel yöntemlere göre çok daha geniş imkanlar sunan bu hizmet, içinde görsel/işitsel dosyalar bulundurarak, medya mensuplarına istedikleri gibi işleyebilecekleri malzeme sağlamaktadır (Pira ve Baytekin 2007: 188-190). İnternet kullanımının örgüt açısından sağladığı birtakım avantajlar ve dezavantajlar bulunmaktadır. Avantajlar şu şekilde sıralanabilir; örgütü ve faaliyetleri kapsamlı bir şekilde açıklanabilir, intranet aracılığıyla örgüt içi iletişim etkin bir şekilde sağlanabilir, yazı dışında, fotoğraf, grafik, video görüntüleri, animasyon gibi farklı nitelikteki iletiler bir arada iletilebilir, zamana ve mekana bağlı olmadan kullanılabilir. Dezavantajları ise şunlardır; farklı birimlerce hazırlanan internet girdilerinin bütünlük oluşturması güçlükler içermektedir, mesajların metin ve görüntü dengesini tutturması zor bir görevdir, sunulan bilgilerin güncel olması gerekmektedir, çok geniş bir hedef kitlenin varlığı, mesajların oluşturulmasında güçlük yaratmaktadır (Saran 2005: 70-71). BAKANLIKLAR E-HALKLA İLİŞKİLER ARAŞTIRMASI Halkla ilişkiler, iletişim araçları ve genel olarak internet kullanımıyla ilgili bu bilgiler ışığında onbeş bakanlık üzerinde yapılmış olan e-halkla ilişkiler uygulama düzeyleri aşağıda tartışılmaktadır. Yöntem Türkiye’deki Bakanlıkların e-halkla ilişkiler çalışmalarını değerlendirmek üzere bir çalışma yapılmıştır, Ocak 2009 tarihinde gerçekleştirilen, ön araştırmada 6 Bakanlık seçilmiş ve bu Bakanlıklarda ‘Basın ve Halkla İlişkiler Müşavir’i veya yönlendirdiği ilgili yönetici ile derin- 68 lemesine görüşme yapılmıştır. Bu ön görüşme kanun ve yönetmeliklerle belirlenmiş olan bakanlıkların halkla ilişkiler faaliyetlerini ve ehalkla ilişkiler faaliyetlerini çerçevelendirmek için veri sağlamıştır. Bu görüşmelerden elde edilen sonuçlar, yapılan araştırma için nelerin inceleneceğini saptamayı sağlamıştır. Araştırma Temmuz 2009 tarihinde gerçekleşmiş ve onbeş Bakanlık internet sitesinin e-halkla ilişkiler faaliyetinin değerlendirmesi yapılmıştır. Bu aşamada internet siteleri belirlenmiş kriterlere göre incelenmiş ve e-halkla ilişkiler faaliyetlerine Bakanlıkların ulaşma düzeyleri ortaya konulmuştur. Genel durum Bakanlıklar devlet bakanlıkları ve icracı bakanlıklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Araştırma toplam onbeş olan icracı bakanlıklar üzerine yapılmıştır. Halkla ilişkiler birimlerinin kuruluşuna dair dayanak, 27/9/1984 tarih 3046 sayılı kanununun ilgili maddeleridir. Milli Savunma Bakanlığı dışındaki bakanlıklar için, Kanunun 4. Bölümünde Danışma ve Denetim Birimlerinin Görevleri başlığında, “Bakanlıklarda basın ve halkla ilişkilerle ilgili faaliyetleri planlamak ve bu faaliyetlerin belirlenecek usul ve ilkelere göre yürütülmesini sağlamak üzere Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği teşkil edilebilir” (m.26) şeklinde bir düzenlemeye dayanmaktadır. Halkla ilişkiler birimleri, onbeş bakanlıkta, iki bakanlık dışında aynı şekilde, ‘Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’ olarak adlandırılmıştır. Bunun istisnaları, Dışişleri Bakanlığı, ‘Enformasyon Dairesi Başkanlığı’ ve Milli Savunma Bakanlığı, ‘İletişim Daire Başkanlığı’ şeklindedir. Bütün bakanlıklarda internet siteleri bulunmaktadır ve internet sitelerinden çeşitli ehalkla ilişkiler etkinlikleri gerçekleştirilmektedir. Bakanlıklarda, Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin görevleri her Bakanlığın kendi teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunlarına göre oluşturulmuştur. Örneğin, Adalet Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, "2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun" uyarınca oluşturulmuştur. Kanunun "Danışma ve denetim birimleri" başlıklı 14'üncü maddesinin (c) ben- E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) dinde yer alan "Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği", danışma birimi olarak düzenlenmiştir. Müşavirliğin görevi, aynı kanunun 16/A maddesinin (a) bendinde, "Basın ve halkla ilgili faaliyetleri planlamak ve bu faaliyetlerin Bakanlıkça belirlenecek usul ve esaslara göre yürütülmesini sağlamak" şeklinde belirlenmiştir. Bakanlıkların teşkilat kanunundaki bu genel ifade ancak Müşavirliklerin görev tanımlarına yönelik yaptıkları tanımlamalarla netleşmektedir. Aşağıdaki iki örnek bakanlıkların Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin kendi görevlerini nasıl tanımladıklarını göstermektedir. Adalet Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği görevlerini internet sitesinde şu şekilde sıralamaktadır. Müşavirliğin görev sıralamasında basınla ilişkilerin ne kadar ağırlıklı olduğu açıkça görülmektedir; · Basın ve halkla ilişkiler faaliyetlerini planlamak, · Basın ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin Bakanlıkça belirlenecek usul ve esaslara göre yürütülmesini sağlamak, · Bakanlık ve Bakanlığın görev alanına giren konular hakkında medyada yer alan haber, yazı ve programları takip ederek ilgili birimleri bilgilendirmek, günlük bülten hazırlamak, bunları düzenli bir şekilde derlemek ve arşivlemek, · Bakanlık faaliyetleri konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla basın açıklaması, bülten ve duyurularını hazırlamak, · Düzenlenecek basın toplantılarıyla ilgili organizasyon yapmak ve basın mensuplarına dağıtılacak dokümanları hazırlamak, · Basın mensuplarının sözlü ve yazılı bilgi taleplerini karşılayarak Bakanlık ile medya arasında doğru ve sağlıklı bilgi akışını sağlamak, · Basın mensuplarının Bakan ve diğer Bakanlık yetkilileriyle röportaj talepleri konusunda koordinasyon sağlamak, · Bakanlığımızı ilgilendiren konularda yanlış veya hatalı bilgi içeren haber, yazı ve programlarla ilgili bilgilendirme ve düzeltme açıklamaları yapmak, · Bakanlık faaliyetleriyle ilgili fotoğraf çekimi ve video kayıt işlerini yürütmek ve bunları arşivlemek, · Bakan ve Bakanlıkça verilen diğer görevleri yerine getirmek. (http://www.basin.adalet. gov.tr/bnot/2008bnot/G%C3%96REVLER/basi ngorev.html. 10.08.2009) Milli Eğitim Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, 2007 yılı Birim Faaliyet Raporu içinde yapmakta olduğu faaliyetleri şu şekilde sıralamaktadır; · Basınla ilişkiler: Bakanlıkta basınla ilgili faaliyetleri planlamak ve bu faaliyetlerin belirlenecek usul ve ilkelere göre yürütülmesini sağlamak. · Basın toplantıları: Bakanlığımızca gerçekleştirilen hizmet ve faaliyetlerin kamuoyuna duyurulması ve bunun organizasyonun sağlanması, Sayın Bakan ya da diğer bürokratlardan istenilen randevuları ve görüşmelerini düzenlemek. · Basına verilen demeçler: Kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yazılı ve görsel medya aracılığıyla gerekli basın açıklamalarını yapmak, gerekli koordineyi sağlamak. · Tekzipler: Haber ve yorumlarla ilgili varsa yanlış bilgilerin düzeltilmesi amacıyla hem yazılı hem de elektronik ortamda açıklamalarını yapmak. · Basında yer alan haberler: Basında Bakanlığımızla ilgili yer alan haberlerin ajans üzerinden dakika dakika takip edilerek ilgili makam ve birimleri anında bilgilendirmek. · Günlük basın özetleri: Günlük, haftalık ve aylık gazete, dergi ve diğer yayınları sürekli olarak izlemek, Bakanlığımızla ilgili olanları derleyerek makama ve ilgili birimlere sunmak. · Halkla ilişkiler: Bakanlığımıza vatandaşlarımızın şahsen ve elektronik-yazılı ortamda yaptıkları başvuruları değerlendirmek ve koordine etmek. · Vatandaşların talep ve şikayetleri: Bakanlığımıza başvuruda bulunan gerçek ve tüzel kişilerin istek ve dilekleriyle ilgili gerekli çalışmaları yapmak ve koordineyi sağlamak. 69 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 · Talepler: 3071 sayılı Dilekçe Hakkı Kanunu gereğince Bakanlığımıza başvuran vatandaşların gerek elektronik ortamda gerekse yazılı ortamda başvurularını cevaplamak ve ilgili birimlere ileterek gerekli koordinasyonu sağlamak. · Şikayetler: 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkı Kanunu gereğince Bakanlığımıza başvuran vatandaşların şikayetlerini değerlendirmek ve gerekli koordineyi sağlamak. · Görüş ve teklifler: Bakanlığımıza yapılan görüş ve tekliflerin değerlendirilerek gerekli koordinenin sağlanması. · Vatandaşın bilgi ve bilge talepleri: Demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkına ilişkin başvuruların değerlendirilmesi. · Tanıtıcı ses ve görüntü malzemeleri: Bakanlığımızın çeşitli toplantı ve benzer faaliyetlerinde fotoğraf ve video çekimlerini yapmak, talep geldiğinde yazılı basına fotoğraf, görsel medyaya görüntü servisini yapmak. · Faaliyet raporları: Haftalık, aylık ve yıllık faaliyet raporlarının hazırlanması. · Soru önergeleri: Müşavirlik görev alanı ile ilgili soru önergelerini cevaplandırmak. (MEB Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 2007 yılı Birim Faaliyet Raporu) Birimlerin yapmış olduğu görev tanımları yapılan işleri ortaya koyması açısından önem taşımakta ve kanunun yaptığı muğlak düzenlemeyi açıklamaya yardımcı olmaktadır. Yapılan görüşmelerde elde edilen bilgilerle birlikte görülmektedir ki, halkla ilişkilerin kullandığı yöntemlerin ancak sınırlı bir alanı bakanlık halkla ilişkiler çalışmaları içinde yer almaktadır. Yine de yapılan faaliyetlerin sistematize edilmesi ve internet üzerinden yapılan faaliyetlerin belirlenmesi açısından birimlerin görev tanımlamaları araştırmaya katkı yapıcı niteliktedir. Kaya-Bengshir’in (2000a: 125) yapmış olduğu araştırma sonuçları internet üzerinden yapılan faaliyetlerin somutlaştırılması aşamasında önem taşımaktadır. Araştırma sonucuna göre 70 bakanlık internet sitelerinde sunulan halkla ilişkilere yönelik bilgiler şu şekildedir; · “Kurumu tanıtıcı bilgiler (görevleri, teşkilat şeması, yöneticileri, birimler ve faaliyetler, adresler (tel, posta, e-posta)) · Kurum faaliyetleri (yürütülen çalışmalar, yayınlar, haberler, duyurular ve yasalar) · Linkler ve internet bağlantıları · İstatistikler · Basın toplantıları · Düşünceleriniz (bu bölümde çoğunlukla kullanıcıların site ile ilgili görüşleri alınmaktadır) · Anketler (kimi bakanlık sitelerinde çeşitli konularda anket sorularına yer vermektedir) · Ziyaretçi defterleri (kullanıcılara çeşitli konularla ilgili görüşlerini doğrudan iletme ortamı sunulmaktadır).” Birimlerin görevleri, temel olarak iki başlıkta ele alınmıştır. Birincisi, basınla ilişkilere yönelik halkla ilişkiler çalışmalarıdır. Bu başlıkta; basın dosyası, basın açıklaması, kurum tarihçesi, özgeçmişler, istatistikler, örgüt şeması, konuşma metinleri, kurum yayınları, etkinlikler, fotoğraf ve görsel materyal, RSS sıralanmıştır. İkinci başlık ise vatandaş başvurularına yönelik halkla ilişkiler faaliyetleridir. Özellikle bilgi edinme kanunun vermiş olduğu görev dolayısıyla, halkla ilişkiler birimleri bu konuda bir yapılanma içine girmişlerdir. Haber değerlendirmeleri, anket uygulamaları, BİMER başvuruları vatandaşa yönelik halkla ilişkiler çalışmaları başlığında incelenmiştir. BULGULAR Araştırma, altı bakanlıkta yapılan görüşmeler sonucu halkla ilişkiler birimlerinin internet üzerinden bakanlık internet sayfaları için yaptıkları faaliyetleri ortaya koymaya çalışmış daha sonra da onbeş bakanlık için bu faaliyetlere ulaşma düzeyi değerlendirilmiştir. Bakanlık internet sayfalarındaki bazı bilgiler/hizmetler halkla ilişkiler mantığı içinde yer almakta ancak farklı birimler tarafından gerçekleştirilmektedir. Bazı faaliyetler ise hiç yapılmamaktadır. E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) Aşağıdaki tabloda, bakanlıklarda yapılabilecek e-halkla ilişkiler faaliyetleri sıralanmaktadır; Tablo 2. E-Halkla İlişkiler Faaliyetleri Tanıma Tanıtma e-halkla ilişkiler Basın dosyası Basın açıklaması Dergi Fotoğraf albümü Arşiv Kurum yayınları RSS Etkinlikler Açıklamalar İstatistikler İletişim bilgileri Haber derlemeleri Bilgi edinme başvurusu e-posta Dilek ve şikayetler Anket Bakanlıkların internet üzerinden gerçekleştirdikleri halkla ilişkiler çalışmalarını değerlendirirken sorulan ilk soru, internet sitesinin hazırlanma ve tasarım sürecinde halkla ilişkiler birimlerinin katkısı olup olmadığıdır. Daha önce belirtildiği gibi, bir iletişim aracı olarak internet sitesi hazırlanma sürecinde mutlaka halkla ilişkiler birimlerinin katkısı olması gerekmektedir. Ancak, altı bakanlıkta gerçekleştirilen mülakatlarda, hiçbir birimin böyle bir katkı yapmadığı ortaya çıkmıştır. Bakanlıkların Bilgi İşlem Birimleri internet sitelerinin tasarım ve işletim konusundaki tek yetkili olarak gözükmektedir. Görüşme yapılan halkla ilişkiler birimleri, kendilerine ayrılan internet sitesi içindeki bölümlere doğrudan giriş yaparak, ehalkla ilişkiler faaliyetlerini gerçekleştirmektedirler. İnternet siteleri üzerinde incelemeye dayanan araştırmada, ilk değerlendirilen nokta, onbeş bakanlık sitesinde halkla ilişkiler birim bilgilerinin, bağlantıların bulunup bulunmadığıdır. İletişim bilgileri, birim yönetici ve personelinin telefon ve internet adreslerini, birimin posta adresi, telefonu ve faksını içermektedir. Bu bilgilerin halkla ilişkiler birimine özel bir alan- da yer alması, ziyaretçilerin işini kolaylaştırmaktadır. Araştırma açısından kritik bir soru olan bu veri, sonuçları açısından dikkat çekicidir, Milli Savunma, Enerji ve Tabii Kaynaklar ve Ulaştırma Bakanlığı’nda Basın ve Halkla ilişkiler birimleriyle ilgili herhangi bir iletişim bilgisi bulunmamaktadır. Dışişleri ve Maliye Bakanlıklarında ise bu bilgiler basın duyurularının içinde yer almaktadır. Diğer dokuz bakanlıkta farklı başlıklar altında da olsa birimlerin iletişim bilgileri bulunmaktadır. Bakanlık sitelerinde yapılmakta olan e-halkla ilişkiler faaliyetleri iki başlıkta, birincisi, basınla, ikincisi ise, vatandaşla ilişkilere yönelik olarak tartışılacaktır. Basınla ilişkiler Bakanlıkların, internet üzerinden gerçekleştirdiği basınla ilişkiler faaliyetleri sınıflandırılmıştır. Basınla ilişkiler denilen faaliyetler aslında yazılı ve görsel-işitsel medyayı içeren bir anlamda kullanılmıştır. Bakanlık internet sitelerinde yaygın olarak basınla ilişkiler ifadesiyle kullanılması sebebiyle, makalede de aynı adla tanımlanmıştır. Basınla ilişkileri ele alırken, halkla ilişkiler birimlerinin, basına yönelik yapılan iletişim faaliyetleri ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Basının kullanımı için düşünülebilecek ancak başka birimler tarafından da hazırlanmış olan hizmetler de bulunmaktadır. Kurumlarla ilgili genel bilgilerin hazırlanmasında halkla ilişkiler birimlerinin rolü bulunmamaktadır, bu bilgiler basına yönelik olabileceği halde, bir basın dosyası içinde de yer almamakta ancak, bakanlık internet sayfalarında bulunmaktadır. Basınla ilişkiler başlığında; basın odası, basın açıklaması, kurum tarihçesi, özgeçmişler, istatistikler, örgüt şeması, kurum yayınları, RSS, ve fotoğraf ve görsel materyal başlıklarında değerlendirme yapılmıştır. Basın odası Bu başlıkta ilk olarak, internet sitelerinde, doğrudan basına yönelik bir bağlantı olup olmadığı değerlendirilmiştir, dört bakanlık dışında, onbir bakanlık açılış sayfalarında basına yönelik bir bölüm bulunmaktadır, ‘basın oda- 71 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 sı’, ‘basın enformasyon’, ‘basın’, ‘basın bülteni’ veya belli bir adla ifade edilmemiş olsa da, bir bölüm içinde basının kullanabileceği bilgiler bulunmaktadır. Bu servisler oluşturulurken dikkat edilmesi gereken başlıca nokta basın mensupların kendilerine yönelik servisi rahatlıkla görebilmeleri ve çok fazla tıklama yapmadan bu sayfalara ulaşmalarıdır (Okay ve Okay 2007: 135). Bu noktanın bakanlıklar açısından 11/15’lik bir kullanım düzeyinde olduğu ifade edilebilir. Adalet, Bayındırlık ve İskan, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm Bakanlıklarında araştırmanın yapıldığı dönemde böyle bir bağlantı veya bilgi bulunmamaktadır. Theaker’ın (2005: 377) ortaya koyduğu şekliyle “tipik bir sanal basın odasında şu unsurlar yer alır: şirkete ilişkin bilgiler (tarihçe, biyografiler vs.) ürünlere ilişkin bilgiler, basın bültenleri, fotoğraflar ve iletişim bilgileri”. Bakanlıklarda bir basın bağlantısı bulunsa bile, bu tür bir sistemli içerik bulunmamaktadır. Bulunan bilgiler dağınık, site içinde farklı başlıklar içinde yer almaktadır. Basın odasının içinde basın dosyasının sistematiğine benzer bilgiler bulunması gerekir. Basın dosyaları, basın toplantılarında veya basın gezilerinde basın mensuplarına verilmek üzere halkla ilişkiler yönetimi tarafından basın mensuplarını katıldıkları faaliyet hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan dosyalardır. Basına kurum ve konu ile ilgili arka plan bilgisi vermeyi amaçlar. İnternet sitelerinde basın dosyalarını, basına mevcut gündemle ilgili verilebilecek bilgiler olarak düşünebiliriz. Bu tür bir hazırlık, konu ile ilgili gündemde basın mensuplarının kapsamlı bilgi edinmelerini sağlamaya yönelik bir işlev taşıyabilir. Basın dosyaları şu malzemeleri içerebilir: · Basın açıklaması · Özgeçmişler · Bilgi notu · Kurum tarihçesi · Örgüt şeması · İstatistikler · Fotoğraf · Konuşma metinleri · Kurum yayınları 72 · Görsel materyal (Pira ve Baytekin 2007: 162, Okay ve Okay 2007: 112, Seitel 1998: 197-210). Bu çerçevede, internet sayfaları basın dosyalarının verilmesi için son derece uygun bir ortam sağlamaktadır. Verilen malzeme yayınlanabilecek standartlardaysa, medya mensubunun işini gerçekten kolaylaştırıcı bir kaynak oluşturmaktadır. Kurum, hizmetleri, ürünleri, yöneticileri, çalışanları ve olayla ilgili haber yaparken kullanabileceği geniş bir kaynağa sahip olabilir. Bu açıdan bakanlık halkla ilişkiler birimlerinin sistemli bir çabalarının olduğu söylenemez. Basın açıklaması Basın açıklaması olarak ele alınan bu başlık, hem yazında hem de uygulamada farklı adlar altında kullanılmaktadır. Bakanlıklar çoğunlukla ‘basın açıklaması’ olarak kullanmakta ama istisnai olarak ‘basın duyurusu’, ‘basın bülteni’ veya ‘bakanlık haberleri’ adı altında da basına yönelik duyurularını yapmaktadırlar. Erdoğan’a (2006: 320) göre, “basın bülteni basılmaya hazır enformasyon sunan kısa ve temel dokümandır”. Halkla ilişkilerin kullandığı en eski iletişim araçlarından biri olan basın açıklaması yayınlama yöntemi, halkla ilişkilerin kitle iletişim araçlarını bilgilendirmek amacıyla sıklıkla kullandığı bir yöntemdir. Basın açıklaması, özünde gazetecilerin haber yazarken veya yayına hazırlarken kullanabileceği bilgiyi olabildiğince açık ve net bir şekilde ortaya koyan basit bir dosyadır (Theaker 2006: 206). Bu dosya pek çok şekilde iletilebilir, makalenin de konusunu oluşturan internet kanalı üzerinden iletilmesi günümüzde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. İnternet siteleri incelendiğinde, 15/15 kullanım düzeyiyle tüm bakanlıkların internet kanalıyla basın açıklaması yayınladıkları görülmektedir. Basın açıklamalarının genel olarak bazı özellikleri bulunmaktadır. Öncelikle basın açıklamaları haber değeri olan metinlerdir. İçerik bu çerçevede düzenlenmelidir. Haber niteliği olan bilgi öncelikle verilir, basın açıklamalarında girişte verilen bilgiler en önemli ve açıklayıcı bilgiler olmalıdır. Ters piramit denilen bu yazımda, haber önemliden başlayarak daha az önemliye doğru sıralanır (Okay ve Okay 2007: 71). E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) Basın açıklamaları basında kuruluşun kendisini yansıtmak istediği içerikte düzenlenmelidir. Her zaman gazete ve derginin okuyucusuna hitap ediyormuş gibi yazılır. Gerçek bilgiler ve dayanaklar sunulmalı, okuyanda net bir izlenim bırakmalıdır. İletişimin genel kuralları burada da geçerlidir ve kim, ne, ne zaman, nerede, neden ve nasıl sorularına (5N1K) cevap vermelidir. Basın açıklamalarının kesin bir kuralı olmamakla beraber, genel kabul görmüş Associated Press (AP) tarzı denilen bir biçimi bulunmaktadır. Bu biçimsel düzenlemeler, medya mensuplarının işlerini kolaylaştırmaya ve haber biçimine çevirirken kullanımı rahatlatmaya yöneliktir. Buna göre basın açıklamalarında; 1. Çift aralık ve A4 sayfası kullanılır. 2. Konuyla ilgili ulaşılabilecek kişinin adını ve iletişim bilgilerini içeren antetli kağıt kullanılır. 3. Tarih ve saat bulunur. 4. Marjinler editörlerin not alabileceği kadar geniş bırakılır. 5. 2-3 sayfayı geçmez. 6. Paragraflar 6 satırı geçmeyecek uzunluktadır. 7. Sayfa numarası konulur, sayfalar devam ediyorsa belirtilir. 8. Başlık büyük ve koyu harflerle yazılır. 9. Basın açıklamasının sonuna ### işareti konulur. 10. Yollanırken e-postanın konu bölümüne basın açıklamasının başlığı eklenir (Zappala ve Carden 2004: 107-124, Jefkins 1994: 141-155, Pira ve Baytekin 2007: 153-160). Bakanlıklar basın açıklamaları içerik ve biçimleri yönünden farklılıklar göstermektedir. Bakanlık web sayfalarından ulaşılabilen bültenler özellikle biçimsel açıdan yukarıda sıraladığımız özellikleri çoğunlukla taşımamaktadırlar. İletişim bilgilerinin basın açıklamalarında yer almaması genel bir problem olarak gözükmekte, başlık, sayfa numarası verme konusunda standartlara uyulmamaktadır. Tekzip metinlerinin de tekzip ibaresi konulmadan, basın açıklamaları başlığında yer alması bir diğer dikkat çekici nokta olarak değerlendirilmiştir. Kurum tarihçesi Bakanlıkların tarihçeleri, dokuz bakanlığın internet sitesinde bulunmaktadır. Yapılan görüşmelerde tarihçe bilgilerinin halkla ilişkiler birimleri tarafından oluşturulmadığı tespit edilmiştir. Genel olarak Bakanlık başlığı altında bulunan bu bilgi, gazetecilerin haber yapım sürecinde arka plan bilgisi olarak kullanabilecekleri düşüncesiyle bakanlık internet sayfalarında basın başlığı altında yer almalıdır. Özgeçmişler Halkla ilişkiler personelinin görevleri arasında üst düzey yöneticilerin özgeçmişlerini derlemek bulunmaktadır (Zappala ve Carden 2004: 161). Biri hariç bütün bakanlıklarda, bakanın fotoğraflı özgeçmişi bulunmaktadır. Bunların sitede yer alması gazetecilerin yöneticiler hakkında eksik veya yanlış bilgi vermesini engelleyebilir (Okay ve Okay 2007: 138). Bakanlıklarda sadece Sağlık Bakanlığı, basın odası içinde özgeçmiş, örgüt şeması bilgilerini vermiştir, bunun dışında internet sitelerinde bulunan bu bilgiler halkla ilişkiler birimlerinin giriş yaptığı bölümler dışında veri olarak sunulmuştur. Müsteşar ve diğer üst düzey yöneticiler için böyle bir uygulama mevcut değildir. Bu bilgilerin basın odası içinde bulunmaması ve üst yöneticileri kapsamaması bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. İstatistikler Basın mensuplarının haber yapma süreçlerine yardımcı olmak amacıyla kuruluşun, üretimi, satışı, çalışanları ile ilgili istatistikler internet sitelerinde bulunabilir (Okay ve Okay 2007: 138). Sekiz bakanlığın internet sitesinde bu tarz istatistiki bilgi sunulmaktadır. Bu bilgilerde halkla ilişkiler birimlerinin bir katkısı bulunmamaktadır. Örgüt şeması Örgütteki hiyerarşik yapılanmayı gösteren örgüt şeması, bütün bakanlık internet sitelerinde yer almaktadır. Basın mensuplarının görev 73 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 alanlarını ve sorumlu kişileri öğrenmeleri açısından faydalanabilecekleri bu bilgi yine farklı birimler tarafından internet sitelerinde sunulmuştur. Basına yönelik olarak bu bilginin basın odası başlığı altında bulunmaması bir eksiklik olarak tespit edilmiştir. Konuşma metinleri Kuruluş yöneticilerinin veya kuruluşu ziyaret eden önemli kişilerin gerçekleştirmiş olduğu konuşmaların metinleri arşivlenmiş bir biçimde basına yönelik servis içinde yer alabilir (Okay ve Okay 2007: 139). Bakanlıklar bu hizmeti özellikle bakanlarının çeşitli vesilelerle yapmış oldukları konuşmaları yayınlamak şeklinde sunmuşlardır. Onbir bakanlıkta bu başlık altında bakan konuşmaları bulunmaktadır. Kurum yayınları Bakanlıklar kurumsal yayınlarını internet üzerinden sunabilirler. Yedi bakanlık internet üzerinden okuyuculara süreli yayın hizmeti sunmaktadır. Yayınların ulaşılabilirliğini arttıran bu yöntem hem gazeteciler hem de vatandaşlar açısından kurumun kendisini tanıtması çerçevesinde düşünülmesi gereken bir etkinliktir. E-dergi olarak adlandırılan bu yayınlar, farklı isimler ve içeriklerle yer almaktadır. Mülakatlarda elde edilen bilgilere göre, halkla ilişkiler birimleri bu dergilerin hazırlanma aşamasında yer almamaktadır. Etkinlikler Halkla ilişkiler etkinlikleri internet üzerinden paylaşılabilir. “Yapılan ve yapılacak olan etkinliklerin duyurulması, katılınan seminer ve konferanslar, sergi, festival, fuar ve yarışmalar, alınan ödüller, düzenlenen törenler hakkında bilgilerin verilmesi” etkinlikler başlığında sunulacak başlıkları oluşturur ve “olumlu imaj kazandırır” (Öztürk ve Ayman 2007: 60). Altı bakanlık etkinlikler başlığında bakan ve kurum ile ilgili takvimler vermekte, geçmişe yönelik de fotoğraflı özetler sunmaktadır. Bu bölümler halkla ilişkiler birimlerince oluşturulmakta ve basın mensuplarının işlerini kolaylaştırmaya yönelik olmaktadır. Fotoğraf ve görsel materyal Basılı medya, özellikle gazete ve dergiler, hikayelerini sözcüklerle birlikte fotoğraflarla 74 anlatırlar (Wilcox ve ark. 1998: 539). Bu nedenle halkla ilişkiler birimleri içinde hem basın mensuplarının hem de kurumun ihtiyaçları için bir foto-film merkezi bulunmaktadır. Bakan ve üst yöneticilerin fotoğraflarının yüksek çözünürlükte bulunması gazetecilerin işini kolaylaştıracak bir faaliyettir. Dokuz bakanlığın internet sayfasında fotoğraf albümü mevcuttur. Basına yönelik bir diğer çalışma da grafik tasarımlarla ilgilidir. Bakanlık internet siteleri üzerinde yaptığımız incelemede sadece bir bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ‘Kurumsal Kimlik Kılavuzu’ adı altında, kurum logosu, amblemi, bakanlık binası silüeti, bayrak, flama gibi kurum kimliğini yansıtan görsel araçlara yönelik kapsamlı bir çalışma yapmıştır. Kurum ve kuruluşların varlığını simgeleyen bu tür grafik tasarımlar halkla ilişkiler açısından önem taşımaktadırlar. RSS RSS (Rich Site Summary) uygulamaları, web siteleri içinde son dönemde sıklıkla kullanılmaktadır. Bakanlık web sitelerinde de başlamış olan bu uygulama hem gazeteciler hem de gelişmeleri takip edenler açısından faydalı bir araç oluşturmaktadır. Siteye yeni eklenen içeriğin kolaylıkla takip edilmesini sağlayan özel bir XML dosya formatıdır ve genellikle internet sitesinde RSS ikonu ile gösterilir. Üyelik mekanizmasıyla işleyen sistem, kullanıcının seçeceği makale ve mesaj kaynaklarındaki yeni yazıların başlık ve özetlerini, onlar için bir araya toplayan bir standarttır. Kullanıcılar, siteyi ziyaret etmeden, yeni yazıların özet bilgilerini ve tamamını okuma imkanına sahip olur (Sayımer 2008: 151-152, http://tr.wikipedia .org/wiki/RSS ). Yapılan incelemede, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıkları bu uygulamaya geçmişlerdir. Özel sektörde bile yeni başlayan bu uygulamanın Bakanlık web sayfalarında yer alması dikkat çekici bir özellik olarak değerlendirilmelidir. Vatandaş ilişkileri Bakanlık internet sitelerinin vatandaş ilişkilerine yönelik kullanımı yapılan mülakatlarda ve internet siteleri üzerine değerlendirmede ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Mülakat sonuçlarına göre, vatandaşa yönelik yapılan üç temel ça- E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) lışma bulunmaktadır. Bunlardan birincisi haber derlemeleri, ikincisi, bilgi edinme başvurularıdır, üçüncüsü ise BİMER (Başbakanlık İletişim Merkezi) bağlantısıdır. Örneğin halkla ilişkiler faaliyetleri içinde düşünülen ve bütün bakanlıkların internet sayfalarında yer alan ‘duyurular’, halkla ilişkiler birimleri tarafından hazırlanmamaktadır, o yüzden çalışmada değerlendirme içine alınmamıştır. Bir başka yapılmayan faaliyet ise anket çalışmalarıdır. Hiçbir bakanlık halkla ilişkiler birimi internet üzerinden vatandaşa yönelik dilek ve şikayetleri belirlemeye yönelik anket uygulamamaktadır. Haber derlemesi Haber derlemesi, basını izleme faaliyetidir. Açıklamalar, tekzipler, basına iletilen haberler, yayınlanan haberin saklanmasıyla ilgili dosya ve arşiv işleri, ilgili birimlere gönderilen yazılar, hep basının izlenmesine bağlı olarak ortaya çıkan görev bölümleri niteliğindedir. İzlenen yalnız günlük basın değildir, sürekli yayınların izlenmesi de görevler içinde önemli bir yer tutmaktadır (Ertekin 1990: 187). Pek çok kamu kurumundaki en yaygın halkla ilişkiler etkinliği yazılı basında kurumla ilgili çıkan haberlerin dosyalanması şeklinde gerçekleşir. Kazancı’nın (2004: 151) ifade ettiği gibi, “yazılı basın yönetimin çevreden bilgi edinmesini sağlayan en masrafsız araçtır”. Hem gazete haberleri, hem köşe yazıları, hem de okuyucu mektupları, yöneticilerin kamunun tepkilerini alabilecekleri birer araç niteliğindedir. Günümüzdeki teknolojik olanaklar, sadece yazılı kitle iletişim araçlarını değil televizyonun da izlenebilmesi için olanaklar sunmaktadır. Bu olanakları değerlendiren pek az bakanlık web sitesi, gazete haberleri, televizyon haberleri ve bakan röportajlarını vatandaşların bilgisine sunmaktadır. Bu kadar yaygın olduğu ifade edilen haber derlemesi uygulamalarının bakanlık web sitelerinde duyurulması, yapılan araştırma sonuçlarına göre düşük seviyede kalmıştır. Bakanlık halkla ilişkiler birimleri kendi Bakan ve Müsteşarlarına sundukları bu derlemeleri kamuoyuna paylaşma aşamasında ketum davranmaktadırlar. Onbeş bakanlıktan sadece beş tanesi gazete haberleri derlemesini ve yine beş tanesi televizyon haberlerini internet sitelerinde yayınlamaktadırlar. Sadece olumlu haberlerin yayınlanma isteğinin de sebep olduğu düşünülen bu sonuç, iletişime yönelik genel yaklaşımı da yansıtan bir öğe olarak ortaya çıkmaktadır. Bakan röportajlarını ise sadece iki bakanlık yayınlamıştır. Bilgi edinme Bakanlık web sayfalarındaki en önemli ehalkla ilişkiler uygulamalarından bir tanesi de bilgi edinme başvurularının kabul ve yanıt işlemlerinin yapılmasıdır. 9.10.2003 tarih ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nu ile hukuki düzenlemesi yapılan bu alan, uzun zamandır kamu yönetimi açısından tartışılan ve devlet-vatandaş ilişkileri açısından önemli bir sorun alanına yanıt vermeyi amaçlamaktadır. Kanunun Genel Gerekçe’sinde kanunun amacı şu şekilde ifade edilmiştir; “Demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün gereklerinden olan bilgi edinme hakkı, bireylere daha yakın bir yönetimi, halkın denetimine açıklığı, şeffaflığı sağlama işlevlerinin yanı sıra halkın Devlete karşı duyduğu kamu güvenini daha yüksek düzeylere çıkarmada önemli bir rol oynamaktadır. Kullanılan bu hak sayesinde hem halkın Devleti denetimi kolaylaşmakta hem de Devletin demokratik karakteri güçlenmektedir. Bilindiği üzere, kamu kurum ve kuruluşlarında açıklık ve şeffaflık kavramı, olumsuz olarak görülen gizlilik kavramının giderilmesi ile yönetilenlerin yönetenlerin işlem ve faaliyetlerini denetlemesinin sağlanması düşünceleri üzerine ortaya çıkmıştır. Demokratik ülkelerde, bilgi edinme özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bağlamında vazgeçilmez temel haklardan biri olarak kabul edilmektedir. Şeffaflık ve gizliliğin iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, kurum ve kuruluşların "bilgi verme ödevi", ikincisi ise, vatandaşların "bilgi edinme hakkı"dır. Kurum ve kuruluşlar; bilgi edinme hakkının kullanılması konusunda yapılan başvuruları cevaplandırmak, bilgi veya belgeye erişimde gereken kolaylıkları sağlamak yoluyla şeffaf yönetimin sağlanmasına katkıda bulunabilirler”. 75 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 İki yönlü iletişimin önemli bir uygulaması olan bu düzenleme dolayısıyla, Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik (2004/7189) ile bilgi edinme birimlerinin oluşturulması bu başvuruların halkla ilişkiler birimlerinin görevleri içinde olduğu ifade edilmiştir. “Kurum ve kuruluşların basın ve halkla ilişkilerle görevli birimlerinde, bilgi edinme hakkının etkin olarak kullanılabilmesi ve bilgi veya belgelere erişimin zamanında sağlanabilmesi amacıyla bilgi edinme birimleri oluşturulur. Bünyesinde basın ve halkla ilişkilerle görevli birimi veya bu birime benzer görevler ifa eden birim bulunmayan kurum ve kuruluşlar, bilgi edinme hakkının etkin olarak kullanılabilmesi ve bilgi veya belgelere erişimin zamanında sağlanabilmesi amacıyla, kurum ve kuruluş içindeki bir birim bünyesinde bilgi edinme birimleri oluştururlar veya doğrudan kurum yöneticisine bağlı bilgi edinme yetkilisi görevlendirirler” (m.8). Canöz’ün (2008: 151) ifadesiyle, “bilgi edinme hakkı yasası ile, vatandaşlara devleti denetleme yetkisi verirken, devletin de halkla ilişkiler yapmasını zorunluluk haline getirmektedir”. Arklan, (2009: 395-396) Konya Valiliği bilgi edinme başvuruları üzerine yaptığı inceleme ve uyguladığı alan araştırması sonucu kanunun verdiği haklardan yararlanma/yararlandırma anlamında özen gösterildiği ve halkla ilişkiler potansiyeli açısından olumlu bir tablo çizdiği sonucunu ifade etmiştir. Kanunun uygulama sürecindeki gelişim gerçekten dikkat çekicidir. Bakanlık Bilgi Edinme Birimi kurarak, bilgi edinme başvurularını değerlendirmektedirler. 2007 yılında yürütülen bir araştırmada 16 bakanlık üzerinde bilgi edinme başvurusu yapılarak, süreç incelenmiştir, bakanlıklar arasında başvuruları kabul ve değerlendirmelerde farklılıklar ve sorunlar tespit edilmiştir (Yağmurlu 2007: 73-74). Mevcut 15 bakanlık internet sayfasında, bilgi edinme başvurusu yapılabilecek düzenleme mevcuttur. Bakanlıklar, başvuru bağlantısı dışında, ilgili Kanun ve Yönetmelikle ilgili bilgiler, cevap ve itiraz süreci başlıklarında bilgilendirme yapmışlardır. İnternet sayfaları üzerinde yapılan inceleme öncesi yapılan mülakatlarda, görüşülen halkla ilişkiler yöneticileri, bilgi edinme başvurularının özellikle internet ortamından yapıldığını açıkça ifade etmişlerdir. Bakanlıklar, bilgi edinme hakkının kullanımıy- 76 la ilgili yıllık rapor hazırlamaktadırlar. Bu raporlarda bilgi edinme başvurularının hangi yolla başvurun yapıldığı ile ilgili veri grubu bulunmamaktadır. Ancak yapılan görüşmelerde, başvuruların neredeyse hepsinin internet üzerinden yapıldığı yorumu alınmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin gayretiyle çıkartmış oldukları oran, 2007 yılı için 89.604 başvurunun 414 adeti elden başvuru; 2008 yılında 147.575 başvurunun ise sadece 225 adeti elden başvuru şeklinde olmuştur, geri kalan başvurular internet üzerinden yapılmaktadır. Bu düzeyde başvurunun değerlendirilmesi ve yanıtlanması örgütlü bir çabayı gerektirdiğinden bakanlıklar bilgi edinme başvurusu birimleri kurmuşlardır. Ancak bütün bu olumlu düzenlemelere rağmen halkla ilişkiler birimlerinin temel işlevi, kurulan yazılım sistemleriyle, gelen başvuruyu konuyla ilgili birime iletme ve yanıtı da ilgiliye iletme şeklindedir. Mülakat yapılan bakanlıklar bilgi edinme ile ilgili görevlerini şöyle sıralamışlardır; bilgi edinme ile ilgili gelen başvuruları cevaplamak, vatandaşlar tarafından bilgi edinme hakkının kullanılmasını sağlayacak önlemler almak, kanun kapsamında yer alan her türlü bilgi ve belgenin vatandaşların yararlanmasına sunmak- ki bakanlık internet sitelerinin içerik açısından düzenlenmesini ortaya çıkarmıştır, başvuruların etkin, süratli ve doğru sonuçlandırılması için Bağlı, İlgili ve İlişkili Kuruluşların ilgili birimleri ile koordinasyon sağlanması. Bakanlıklar Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna göndermek üzere yıllık rapor hazırlamakta ancak bu rapor, yapılan faaliyetlerin niceliğine yönelik bir çalışmayı içermekte, niteliğini kapsamamaktadır. BİMER Başvuruları Bakanlıklar, Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) programı üzerinden bakanlıklarına yapılan başvuruları cevaplamaktadırlar. BİMER uygulaması ile; “yurttaşların yönetime ilişkin şikayet, talep, görüş ve önerilerini kolayca iletebilmelerine yönelik iyi işleyen, hızlı ve etkin bir sistemin kurulması, yönetimin başarısı için olduğu kadar, demokrasinin sağlıklı bir biçimde işlemesi açısından da vazgeçilmez bir gerekliliktir. Bu şikayet, talep, E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) görüş ve önerilerin derhal işleme alınıp değerlendirilmesi, sonuçlandırılması ve ilgilisine süratle cevap verilmesi de aynı derecede önem taşımaktadır. Bu düşünceler ışığında, kamu kurum ve kuruluşlarının halkla ilişkiler uygulamalarına ilişkin yeni bazı düzenlemelerin yapılması uygun görülmüştür. Başbakanlığa yapılacak başvuruların tüm yurt sathında kabulünü ve Bakanlıklar ile valiliklere yapılan müracaatların Başbakanlıktan izlenebilmesini amaçlayan ve Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER)- Doğrudan Başbakanlık olarak isimlendirilen düzenleme, Türkiye genelinden aranabilir bir telefon numarası tahsisi ile bir bilgi işlem programı kullanılmasını öngörmektedir. Böylece, vatandaşlar tarafından yapılan yazılı veya sözlü başvuruların gereğinin yapılması amacıyla süratle ilgili kamu kuruluşu veya birimine ulaştırılması, mümkün olan en kısa sürede cevap verilmesi, gecikme halinde ilgili birimlerin uyarılması, bütün bu işlemlerin bir otomasyon sistemi içinde yürütülmesi, istatistiksel raporlarının alınması ve merkezden denetlenebilmesi sağlanmış olacaktır.” (Genelge 2006/3) Halkla ilişkiler birimleri bu doğrultuda gelen başvuruları yanıtlamakla görevlidir. Ayrıca bütün bakanlık internet sayfalarında BİMER başvuru linki bulunmaktadır. Doğrudan Bakanlıkların yürütmedikleri ancak, bu kanalla gelen başvuruları yanıtladıkları bu halkla ilişkiler faaliyetine ilişkin koordinasyon ve detaylı değerlendirme başbakanlık tarafından yayınlanmaktadır. (http://www.basbakanlik.gov.tr/ bimer/index.htm ) SONUÇ Halkla ilişkilerin kullandığı araçlar zaman içinde teknolojik gelişmelere bağlı olarak değişim göstermekte ve teknolojik gelişmeler yeni iletişim araçlarının ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Kullanılan araçlar, iletişimin doğasını değiştirmekte, bu da halkla ilişkilerin niteliğine etki etmektedir. İnternet aracı, günümüzde halkla ilişkiler açısından çok önemli bir mecrayı oluşturmaktadır. Yüzyüze iletişime benzer bir doğası bulunmakta, zaman ve mekandan bağımsız bir iletişim aracı oluşturmak- tadır. Düşük maliyet faktörüyle birlikte, yeni iletişim teknolojisi olarak kendini kabul ettirmiştir. Makalede, onbeş Bakanlığın halkla ilişkiler birimlerinin internet üzerinden gerçekleştirdiği e-halkla ilişkiler olarak tanımlanan faaliyetler ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Altı bakanlıkta yapılan yüzyüze mülakat ve onbeş bakanlığın internet sitesi üzerinde yapılan inceleme sonucu, halkla ilişkiler odaklı sunulan bilgi/hizmetlerin bir çerçevesi oluşturulmuştur. Oluşturulan tabloda detaylarıyla gösterilen ‘Bakanlık E-Halkla İlişkiler Uygulama Düzeyleri’ne göre, internetin halka ilişkiler açısından kullanımı gözardı edilemez bir boyuttadır. Onbeş bakanlığın bir internet sitelesi bulunmaktadır ve bu sitelerden, çeşitli halkla ilişkiler faaliyetleri gerçekleştirmektedirler. Tabloda hem her bakanlığın sunduğu hizmetin hem de yöntemin bütün bakanlıklar için kullanım düzeyi ortaya koyulmuştur. Özellikle yeni teknolojilerin (RSS gibi) kullanımında bakanlıkların bilinçli ve istekli olmaları dikkat çekicidir. İnternet sitelerinin oluşturulma ve işletim sürecinde bakanlık halkla ilişkiler birimlerinin katkısı, birimleriyle ilgili bölümlerle sınırlıdır. Halkla ilişkilerin tanıtma ve tanıma işlevini kapsayan faaliyetler internet sitelerinden sunulmaktadır ancak tanıtmaya yönelik işlevler ağırlıktadır. Halkla ilişkiler birimleri, basına ve vatandaşlara yönelik olarak interneti kullanmaktadır. İnternet sayfalarından sunulan hizmet ve bilgilere bakıldığı zaman basına yönelik çalışmaların ağırlıklı olduğu görülmektedir. Onyedi hizmet halkla ilişkiler başlığında değerlendirilmiştir. Adalet bakanlığı en çok, Milli Savunma Bakanlığı ise en az e-halkla ilişkiler faaliyeti yapan bakanlık olarak ortaya çıkmıştır. Bazı bilgi/hizmetler bütün bakanlıklarda sunulmaktadır; basın açıklamaları, örgüt şeması, bilgi edinme başvuruları, BİMER başvuruları. Bakan röportajları, televizyon derlemesi, RSS bağlantısı, gazete derlemesi sırasıyla bakanlıkların en az sundukları hizmetler olarak tespit edilmektedir. 77 + + + + + + + + 13 + - + + + + + - - - + + + - - + + 9 + + + + + + + - - - + + - - - + + 9 + + + - + + + + + - + - + + - + + 10 + + + + + - + + + - - + - - + + + 9 + - + - + + + + + + - - + - + + + 9 + + + + + - + - + - + - - - - + + 8 + - + - + + + + + - + - - - - + + 7 + + + + + + + + - - - - - - - + + 7 + + + - - - + + + + - + - - - + + 7 - + + - + - + - - - - - - - - + + 4 + + + + + + + + - + - - - - - + + 8 + + + - + - + + - - - - - - - + + 5 + + + + + - + + + - - - - - - + + 7 - + + + + - + + - - + + - + - + + 8 13/15 11/15 15/15 9/15 14/15 8/15 15/15 11/15 8/15 4/15 7/15 6/15 4/15 3/15 3/15 15/15 15/15 Bakan Röportajları Özgeçmiş Tablo 3- Bakanlık E-Halkla ilişkiler Uygulama Düzeyleri 78 e-Hİ Uygulama Düzeyi + BİMER + Bilgi Edinme + TV Derlemesi + Gazete Derlemesi + Etkinlikler + Fotoğraf Albümü Kurum Yayınları + RSS Konuşma Metinleri - Örgüt Şeması Kurum Tarihçesi + İstatistikler Basın Açıklaması Adalet Bakanlığı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çevre ve Orman Bakanlığı Dışişleri Bakanlığı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bak. İçişleri Bakanlığı Kültür ve Turizm Bakanlığı Maliye Bakanlığı Milli Eğitim Bakanlığı Milli Savunma Bakanlığı Sağlık Bakanlığı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Ulaştırma Bakanlığı Yöntemin Kullanım Düzeyi Basın Odası Bakanlıklar İletişim Bilgileri Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80) Bakanlık e-halkla ilişkiler uygulama düzeyleri arasında bulunan farklılıklar özellikle dikkat çekici bir sonuç olarak gözükmektedir. Halkla ilişkilere verilen değer ve önemle ilişkilendirilebilecek bu durum, devlet-vatandaş iletişimini geliştirmesi amaçlanan halkla ilişkiler çabalarına bütüncül ve kapsamlı bir bakış açısının oturmamış olduğunun göstergesidir. İnternet üzerinden verilen hizmetlerin büyük çoğunluğunun basına yönelik oluşu da bu savı destekler niteliktedir. Bu eksikliğe rağmen işler bir sistemin bakanlık internet sitelerinde oturmuş olduğu somut olarak gözükmekte, bu da gelecekte daha etkileşimli ve iki yönlü iletişime dayalı yapıların kurulabileceğine dair umut vermektedir. SONNOT (1) Mevcut durumu ortaya koyan, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2009 yılı Nisan ayı içerisinde gerçekleştirilen ‘Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması’ sonuçlarına göre hanelerin % 30’u internet erişimine sahiptir ve bireylerin bilgisayar ve internet kullanım oranları sırasıyla % 40 ve % 38’dir. Geçmiş yıllarla yapılan karşılaştırmada, bu oranın istikrarlı bir biçimde artmakta olduğu görülmektedir. Yine aynı araştırmanın 2007 Nisan-Haziran dönemi sonuçlarına göre, internet kullanıcılarının % 26’sı kamu kurum/kuruluşlarıyla iletişimde interneti kullanmaktadır. Bu sonuç, internet aracının Türk kamu yönetimi açısından önemini ortaya koyan somut bir gösterge olarak, kamu yönetimi açısından internetin etkin ve önemli bir mecra şeklinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır (http://www.tuik.gov.tr/ PreTablo.do?tb_id =60&ust_id=2. 23.08.2009). KAYNAKLAR Bilgin K U (1994) Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Uygulamasına Örgütsel Bir Yaklaşım, AİD 27 (4), 43-62. Canöz K (2008) Kamuda Halkla İlişkilerin Yeni Yüzü: Bilgi Edinme Yasası, Selçuk İletişim 5 (3), 141-152. Cutlip S, Center A ve Broom G (2000) Effective Public Relations, Prentice Hall, New Jersey. Erdoğan İ (2006) Teori ve Pratikte Halkla İlişkiler, Erk Yayınları, Ankara. Ertekin Y (1990) Halkla İlişkiler Hizmetinde Örgütlenme ve Personel Sorunları, AİD 23 (4), 35-54. Esrock S L ve Leichty G B (2000) Organization of Corporate Web Pages: Publics and Functions, Public Relations Review, 26 (3), 327-344. Grunig J (2005) Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, Rota Yayınları, İstanbul. Grunig J ve Hunt T (1984) Managing Public Relations, Harcourt Brace Jovanovich College Publishers, Fort Worth. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa http://www.adalet.gov.tr/ http://www.basbakanlik.gov.tr/bimer/index.htm http://www.calisma.gov.tr/ http://www.cevreorman.gov.tr/ http://www.kultur.gov.tr/ http://www.maliye.gov.tr/ http://www.meb.gov.tr/ http://www.mfa.gov.tr/ http://www.msb.gov.tr/ Acar M (1994) Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Araştırması, DPT Yayınları, Ankara. Arklan Ü (2009) Halkla İlişkiler ve Bilgi Edinme Hakkı, Literatürk Yayınları, İstanbul. Berkowitz E N (2007) The Evolution of Public Relations and the Use of the Internet: The Implications for Health Care Organization, Health Marketing Quarterly, 24 (3/4), 117-130. http://www.saglik.gov.tr/ http://www.sanayi.gov.tr/ http://www.tarim.gov.tr/ http://www.tuik.gov.tr/ http://www.ubak.gov.tr/ https://www.bayindirlik.gov.tr/ 79 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Jefkins F (1994) Public Relations Techniques, Butterworth Leinmemann, Oxford. Web Sayfaları Üzerine Bir Analiz, Selçuk İletişim 4 (4), 75-95. Kaya-Bensghir T (2000a) Halkla İlişkilerde Etkileşimli İletişim: Web (www) AİD 33 (1), 111-131. Theaker A (2006) Halkla İlişkiler El Kitabı, MediaCat Kitapları, İstanbul. Kaya-Bensghir T (2000b) Devlet-Vatandaş İletişiminde E-Posta, AİD 33 (4), 49-61. Kazancı M (2004) Kamuda ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler, Turhan Kitabevi, Ankara. Lesly P (1998) Lesly’s Handbook of Public Relations and Communication, NTC Business Books, Illinois. Okay A ve Okay A (2007) Halkla İlişkiler ve Medya, MediaCat Yayınları, İstanbul. Öztürk M C ve Ayman M (2007) Web Sayfalarının Halkla İlişkiler Amaçlı Kullanımı, Selçuk İletişim 4 (4), 57-66. Peltekoğlu F (1998) Halkla İlişkiler Nedir, Beta Yayınları, İstanbul. Pira A ve Baytekin P (2007) Halkla İlişkiler; Neyi, Nasıl Yapmalı, Dönence Yayınları, İstanbul. Pira A, Demirtaş E, Geçici F ve Kaya H (2005) Halkla İlişkilerin Evrimi, Yeni Düşünceler 1 (1), 19-30. Saran M (2005) İnternet ve Halkla İlişkiler, Yeni Düşünceler 1 (1), 61-75. Sayımer İ (2008) Sanal Ortamda Halkla İlişkiler, Beta Yayınları, İstanbul. Seitel F (1998) The Practice of Public Relations, Prentice Hall, New Jersey. Tarhan A (2007) Halkla İlişkilerde Tanıma ve Tanıtma Aracı Olarak İnternet: Belediyelerin 80 Timisi N (2003) Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi, Dost Kitabevi, Ankara. Tortop N (2006) Halkla İlişkilere Giriş, Yargı Yayınevi, Ankara. Uysal B (1998) Siyaset, Yönetim, Halkla İlişkiler, TODAİE Yayınları, Ankara. Wilcox D, Ault P ve Agee W K (1998) Public Relations: Strategies and Tactics, Longman, NY. White C ve Raman N (1999) The World Wide Web as a Public Relations Medium: The Use of Research, Planning, and Evaluation in Web Site Development, Public Relations Review, 25 (4), 405-419. Yağmurlu A (2007) Bilgi Edinme Kanunu ve Halkla İlişkiler, AİD, 40 (4), 63-80. Yeygel S (2005) Şirketlerin Kurum Kimliklerini Yansıtan Bir Ortam Olarak Web Siteleri, Yeni Düşünceler, 1 (1), 77-91. Zappala J M ve Carden A R (2004) Public Relations Worktext, Lawrence Erlbaum, New Jersey. Zerfass A, Moreno A, Tench R, Verčič D, ve Verhoeven P (2009) European Communication Monitor 2009. Trends in Communication Management and Public Relations – Results of a Survey in 34 Countries. Brussels, EACD, Euprera. (www.communicationmonitor.eu) TÜRKİYE’DE AKARYAKIT SEKTÖRÜNDEKİ DAĞITIM FİRMALARININ CRM UYGULAMALARININ WEB SİTELERİ ÜZERİNDEN İNCELENMESİ Ayhan Erdem* ÖZET Artan rekabet ile birlikte teknolojinin gelişmesi, küresel bir pazarı ortaya çıkarmış olup, müşterilerin beklentilerini de değiştirmiştir. Bununla birlikte medyanın çeşitlenmesi, hedef kitlelere ulaşmayı zorlaştırmıştır. Birçok işletmenin pazarlama iletişimi teknik ve yöntemleri ile müşterilere ait verilen toplanması ve depolanmasını kolaylaştırmıştır. Toplanan bu veriler, bilgiye dönüştürülerek işletmelerin uzun vadeli ilişkiye girmesi sağlanmıştır. Sağlanan bu uzun vadeli ilişki de CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) tanımını ortaya çıkarmıştır. CRM yoluyla birçok işletme, müşteri sadakati yaratarak mevcut müşterilerini elde tutma, yeni müşteri bulma ve aktif olmayan ya da terk etmiş müşterinin yeniden kazanılması faaliyetleri içerisindedirler. İletişim ve bilgi teknolojilerinin hızlı bir şekilde değişmesi, internet kullanıcılarının sayısını attırmıştır. Bu kullanıcıların interneti etkin kullanması ise, CRM uygulamalarına önemli katkı sağlamaktadır. Bu çalışmada, CRM uygulamalarında web sitelerinin işlevlerini ortaya koymak amacıyla, Türkiye’de web sitesi bulunan akaryakıt dağıtım firmalarına ait CRM uygulamaları, geliştirilen Müşteri ilişkileri otomasyonu, pazarlama otomasyonu, satış gücü otomasyonu ve doküman yönetimi modülleri ile içerik analizine tabi tutulmuştur. Bu çalışmada kısaca, Türkiye’deki Akaryakıt Dağıtım Firmalarının web siteleri aracılığıyla CRM uygulamalarının incelenmesi amaçlanmaktadır. Anahtar sözcükler: CRM, CRM uygulamaları, web siteleri, Türkiye akaryakıt sektörü. EVALUATION OF CRM IMPLEMENTATIONS ON WEBSITES OF DISTRIBUTORS IN THE TURKISH PETROLEUM SECTOR ABSTRACT With increasing competition together with technological developments, a global market has evolved and customer expectations changed. At the same time, diversification of the media posed another difficulty in reaching target audiences. Many businesses implemented marketing communications techniques and methods which facilitated acquiring and storing data concerning customers. These data is being transformed into information which enabled businesses forming longterm relationships. This long-term relationship has brought out the term CRM (Customer Relationship Management). Through implementation of CRM, many businesses work to retain existing customers, gain new customers or regain inactive or left customers through forming customer loyality. The rapid change in communications and information Technologies has increased the number of internet users. These are using the internet effectively which is an important contribution to CRM implementations. This study aims to explore the functionality of web sites of petroleum distributing firms in Turkey related to CRM implementations through modules developed for content analyzing customer relations automation, marketing automation, sales force automation, document management. The objective is to evaluate the CRM implementation through web site functions, by petroleum distributing firms in Turkey. Keywords: Customer Relationship Management Applications, websites, Turkish oil market. GİRİŞ Değişimin her alanda olduğu gibi pazarlamada da oluşması, firmaların pazar paylarını koruma ve yeni müşteriler elde etme çabaları, rakiplerden sıyrılarak kendi markalarını ön plana çı* Dr., SOİL Genel Müdür Yardımcısı karma isteği yeni stratejileri beraberinde getirmiştir. 20. yüzyılda da teknoloji ve bilişim alanlarında farklılaşma adına olumlu gelişmelerin yaşanması firmalar açısından da önemli kolaylıklar sağlamıştır. Benzer ürün ve markaların yer aldığı pazarda önemli olanın müşteri Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 olduğu anlaşılmış, müşteriler sorgulayan, inceleyen ve karşılaştırarak en uygun ürünü alan bir kitle haline gelmiştir. Bu anlamda müşterilerin istek ve beklentileri değiştiği gibi artmıştır. Müşteri bağlılığını sağlamak için firmaların geliştirdiği stratejilerden biri müşteri ilişkileri yönetimidir. Müşteri ilişkileri yönetimi (MİY) ya da orijinal adıyla Costumer Relationship Management (CRM) günümüzde yaygın şekilde benimsenmiştir. Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlemesi, müşterilerin de ürün bilgilerine, karşılaştırma imkânına, araştırma yapmalarına olanak vermiştir. Rakiplerin artması, ürün çeşitliliği, küresel krizler, pazarda konumun korunma isteği işletmeleri zorlamaktadır. Bu nedenle ürünü satın alacak kişi olan müşterinin firmadan yana tercih kullanması için onların beklentisi doğrultusunda hareket edilmektedir. Müşteri merkezde olmak üzere, ürün ya da hizmetin yapısının müşteri isteklerine göre şekillenmesi, firmanın tüm kaynaklarının müşteriye göre düzenlenmesi ve bununla beraber teknolojinin de kullanıldığı görülmektedir. Müşterilerle diyalogun satış sonrasında da koparılmaması, teknolojinin yardımıyla müşterinin daha iyi tanınması ve bilgilerinin saklanması da gerekmektedir. 1. CRM’NİN TANIMI Son yıllarda küresel pazarda, artan rekabet ve yeni tekniklerin gelişimi müşterilerle farklı şekillerde, (örneğin internet, kataloglar, telefonla diyalog ve satış gibi) iletişim kurulmaktadır. Bu durum eski dönemlerde benzer satın alma davranışları gösteren tüketicilerde büyük değişikliklere neden olmuştur. Ayrıca, sosyal ve demografik kalıpların değişmesi ile şirketler değişen müşteri ilişkilerini geliştirebilmek için, benzer alışkanlıklar ve davranışlar gösteren tüketicilerle, yapılan çalışmalara benzer yanıt veren müşterileri tanımlamak açısından bir araya toplama eğilimine girmişlerdir (Lopez ve Jeronimo 2009: 98). Firma müşterileri ile ilgili şu soruları sormalıdır (Lassar ve ark. 2008: 69): 1. Müşterilerimizle ilgili ne biliyoruz? 2. Müşterilerimizle ilgili ne bilmiyoruz? 82 3. Müşterilerimizle ilgili ne bilmemiz gerekiyor? CRM, rekabetin yoğun yaşandığı günümüzde, müşteriler etrafında yapılan ticari faaliyetler, teknoloji ve işlemleri kapsayan çok amaçlı iş ve pazarlama stratejisidir. Genel kullanılan anlamıyla müşterilerin kazanımı ve onların kaybedilmemesidir (Liu ve ark. 2006: 767). CRM, kar getiren ve sadık müşterilerin belirlenmesi, seçilmesi, elde edilmesi ve geliştirilmesi için bir işletmenin yerine getirdiği faaliyetlerdir. Bir başka tanıma göre CRM, tüketici odaklı yeni teknolojiler aracılığıyla rekabetçi pazarda azalan müşterilere cevap vermek üzere yeni bir yönetim felsefesidir (Yılmaz ve ark. 2006: 8). Müşterinin tanımlanması, müşterinin kazanılması ve bu kazanım devam ettirilmesi, CRM’ in temel amaçlarındandır (Zhao ve ark. 2003: 1067, Elmuti ve ark. 2009: 77). CRM’nin temel iki amacı vardır (Hughes 2003: 22): 1. Mevcut tüketicilerle ya da muhtemel tüketicilerle iletişim kurmak veya iletişimin devam etmesini sağlamakla beraber, onlar hakkında bilgi toplamaktır. 2. Elde edilen bilgileri kullanarak doğru öneriyi, doğru zamanda, doğru yerde, doğru tüketiciye sunmak; böylece satışı ve müşteri memnuniyetini artırmaktır. Müşteri beklentilerini doğru tanımlayıp, bunu üretime de yansıtılmasını sağlamak, firmanın rakipler arasında üstünlük elde etmesini getirmektedir. Firmalar bunun için müşteri bilgilerini analiz etmek istemektedirler. Müşteriyi firmaya kazandırmakla beraber müşterinin firmaya bağımlılığını başarmak gerekmektedir. Bunun için müşterilerin çok iyi tanınması, onlar hakkında elde edilen bilgilerin iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Belirlenen stratejinin hem pazarın tümüne hem de ayrı ayrı kişilere yönelik olmasına özen gösterilmelidir (Ersöz ve ark. 2008: 759). CRM işlemsel bazda ele alınan satışı artırmanın ötesinde olan bir işletme stratejisi olup, amaç karlılığı, kazancı ve müşteri tatminini artırmaktır. CRM’de başarılı olmak için müşterilerle ilişkilerin artırılması için gerekli olan araç, teknoloji ve prosedürlerden yararlanılmaktadır (Yılmaz ve ark. 2006: Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94) 8). Müşteri bağımlılığını geliştirebilmek için özellikle teknolojik gelişmelerden yararlanılmaktadır. CRM, şirketlerin müşteri ilişkilerine, satış, reklam ve müşteri odaklı yapılan araştırmalara yön vermekte ve farklı açılardan ele alınmasını sağlamaktadır. CRM’ in gücü teknolojiyi büyük oranda kullanmasından gelmektedir (Messner 2005: 253). CRM konuları şu aşamaları takip etmektedir: Müşteri memnuniyetini artırma, müşterilerin devamlılığını sağlama, müşteri değerini uzun dönemli olarak geliştirme, ilgili bölümler için stratejik bilgilere ulaşma ve ulaştırma, yeni müşteriler çekme ve maliyetleri düşürmektir (Iriana ve Buttle 2009: 26). Winer, şirket yöneticilerinin müşterileri hakkında ne bilmeleri gerektiği ve CRM stratejileri açısından elde edilen bilgilerin nasıl kullanılacağına yönelik yedi aşamalı bir bakış açısı getirmiştir (Lopez ve Jeronimo 2009: 98): a) Müşteri aktivite bilgileri b) Bu bilgilerin analiz edilmesi c) Analiz sonuçlarına göre hedef müşterilere karar verilmesi d) Hedef müşterilere ulaşılacak araçların belirlenmesi e) Hedef müşterilerle nasıl yakınlık kurulacağına karar verilmesi f) Kişiye özel gizli konuların belirlenmesi g) Yürütülen CRM program başarısının ölçülmesi. Başarılı bir CRM programının bileşenleri şunlardır; Bilgi, süreç, teknoloji ve insandır. Bilgi; Kimlik bilgisi: isim/ adres/telefon gibi verilerin alışveriş sırasında tüketici bilgilerinin toplanmasıdır. Pazarlama bilgileri; Açıklayıcı, kişisel özellikler ve tercihlerin alışveriş sırasında belirlenmesidir. Adres listesi bilgileri; satın alan veya kiralayan kişilerin isim ve adresleridir. Ek bilgiler; tüketici profili belirlenmesidir (Kincaid 2002: 36). CRM genel anlamda şu üç noktaya değinmektedir (Tourniaire 2003: 1). Bunlar; 1. Pazarlama, satış ve müşteri memnuniyeti gibi tüketici odaklı faaliyetlerin hepsi tüketici ilişkileri yönetimi ile ilişkilidir. 2. Araçlar satış otomasyonu tarafından kullanılmaktadır. 3. Tüketici ile ilişkiler yönetimi bir süreç dâhilindedir. 2. CRM’NİN GELİŞİMİ Müşteri odaklılık anlayışı yaklaşık 150 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. 1850’li yıllarda arzın talebi tam karşılamaması sebebiyle üretilen her ürün satılmaktaydı. Üretimin artırılması gerekiyordu. 1900’lü yıllarda ise artan rekabet sebebiyle, işletmeler müşterilerin elinde daha fazla güç bulunduğunu fark etmişlerdir. Müşterilerin bir ürünü neden satın aldıklarının bilinmesi gerekliliği anlaşılmıştır. 1950’li yıllarda ise işletmeler insanları kendi ürettiklerini almaya ikna etmek yerine onları istediklerini üretmeye başlamışlar, müşterilerin istek ve beklentileri doğrultusunda üretim yapmaya başlamışlardır. 2000’li yıllardan itibaren müşteri yönelimli bakış açısı kabul edilmeye başlamıştır (Yılmaz ve ark. 2006: 7). Günümüzde satış, dağıtım, pazarlama başlıklarını ön plana çıkarken, “doğru müşteri kitlesine doğru satış tekniği” ile doğru pazarlama stratejisi ile ulaşmayı zorunlu kılmaktadır. Firmalar, ürünlerini tüketiciye yönelik üretmekte ve ürettikleri bu ürünü de yine müşterilere istekleri doğrultuda ulaştırmaktadırlar. İşte CRM’de bu ihtiyacın sonucu olarak doğmuştur. Bugün CRM, kurumlar arasında farklılık oluşturmak adına en etkili yöntemler arasındadır (Çetin 2005: 26). CRM pazarlama, satış, müşteri hizmetleri ve ürün destek noktalarında tüketiciye yardımcı olmaktadır. Yararlar daha çok kısa dönemli değil, uzun dönemlidir (Kincaid 2002). CRM, müşteri henüz ne istediğine karar vermeden müşteri isteklerini anlamaktır. Müşteri memnuniyetsizliğini müşteri memnuniyetine dönüştürür. Teknolojiyi kullanarak müşteri farklılıklarını bir çatı altında toplamaktadır. 1980’lerin ortaları ve 1990’ların başlarından itibaren şirketler yeniden yapılandırılmaya ve rekabetçi pazarda artan maliyetlerle beraber daha yeterli olmaya çalıştılar. Amaçlarına ulaşmak için yapılanların pahalı, zor ve çok zaman alacağının da farkındaydılar. Sonuçta pek çok şirket, girişim beceri planı oluşturmaya başladılar. Bu oluşum iş yaşamının her alanında örneğin, finans, üretim, stoklama ve insan kaynakları gibi yardımcı olmaktadır. Bununla beraber çok sayıda başarısız olan şirket de görülmüştür. Dünya üzerindeki büyük şirketler, tüketiciler üzerine yoğunlaşmayı ve buna yönelik çalışmalarda bulunulması gerekliliğini dü- 83 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 şünmüşlerdir. Daha dikkatli olunmaya çalışılmış ve servis alanında daha hızlı olunması gerektiği kabul edilmiştir. Tüketiciler üzerine daha çok odaklanan şirketler, teknoloji yoluyla çözüm arayışlarına girmişlerdir. CRM ile satış, pazarlama, tüketici hizmetleri ve destek yoluyla sürecin gelişmesine yardımcı olmaktadır (Gupta 2002: 99). CRM, geleneksel pazarlama ilkeleri ile ayrılmayacak ilişki içindedir. Ancak yine de farklılıklar mevcuttur (Dibb ve Meadows 2004: 113). CRM yaklaşımı geleneksel pazarlama yaklaşımı ile karşılaştırıldığında; Geleneksel pazarlama alışveriş üzerine odaklanırken, CRM müşteriler üzerine odaklanmaktadır. Geleneksel pazarlama kısa dönemli düşünülürken, CRM uzun dönemli çalışmalar yapmaktadır. Geleneksel pazarlamada bir işlem üzerinde yoğunlaşırken, CRM’de birden fazla işlem dikkate alınmaktadır. Geleneksel pazarlamada geniş yaklaşım benimsenirken, CRM’ de nokta atışı yaklaşımı benimsenmektedir. Geleneksel pazarlamada sürekli iletişime geçilmezken, CRM’de müşteri ile diyalog devam etmektedir (Piccoli ve ark. 2003: 62). 3. CRM’ İN YARARLARI CRM, iletişim ve teknolojiyi kullanarak müşterilerle daha yakından ilişki kurmayı ve onlarla var olan iletişimi geliştirmeyi sağlamaktadır. CRM stratejileriyle yeni müşterilerin tanınması, var olan müşterilerle daha yakın ilişki kurulması hedeflenmektedir. CRM ile firmanın müşterileri tanımakla beraber onlara ihtiyacı olanları sunmak, maliyetleri düşürmek, yakın iletişim kurulan müşterileri sadık müşteri yapmaya yardımcı olmaktadır. CRM stratejilerinin geliştirilmesi ve uyarlanması, müşteri beklentilerine, tercih ve davranışlarına göre oluşmaktadır (Sharna ve Iyer 2009: 64). CRM uygulamaları ile firmalar, müşterilerle daha yakın ilişki kurulmasını sağlamakta, avantajlı bir yarış içine dâhil olabilmektedir. Müşterilerin istek, ihtiyaç ve tercihleri öğrenilmeye çalışılmaktadır. İkinci olarak CRM müşteri memnuniyetinin artmasına yardımcı olmaktadır. Müşterilerin gelecek zamanda değişecek olan ihtiyaçlarını öngörerek, yeni ürün ve servislerin geliştirilmesi ile değiştirilmesi ve böylelikle müşteri-firma diyalogunun daha yakın 84 olması sağlanmaktadır. CRM teknikleri kullanılarak, firmanın pazar harcama giderleri azaltılmaktadır. Firmanın yeni müşteriler kazanması, eski müşterileri elinden tutmasından çok daha maliyetli olmaktadır. Müşterilerle daha yakın ve gelişmiş diyaloglar, müşteri sadakatini ve ürünün uzun süreli, daha çok ve sık alınmasını sağlamaktadır (Piccoli ve ark. 2003: 63). CRM’i uygulamaya başlayan firmalar, 1980’li yıllardan itibaren daha önce kullandıkları pek çok kavramı tekrar sorgulamak durumunda kalmışlardır. Pazarlamanın geleneksel öğretileri kapsamında herkes tarafından uygulanan pratikler geçerliliğini devam ettirirken, değişen iş koşulları ve artan rekabet, pazarlamaya biraz daha ayrıntılı yaklaşmayı gerektirmekteydi. Bu dönemde tekrar sorgulanmaya başlayan kavramlardan aşağıda bahsedilmiştir (Oğuz C. Gel, 2003:12’den aktaran Şimşek 2006: 95). Yeni Müşteri, Sadık Müşteri: Günümüzde yaygın olarak kabul edilen bir gerçek vardır ki; yeni müşteri kazanmak, mevcut müşteriyi elde tutmaktan 5 ile 15 kat arası daha pahalıya mal olmaktadır. Bu rakam elbette sektöre ve hedef pazara göre değişimler göstermektedir. Bu bilgiye sahip olan şirketler, yeni müşteri kazanmanın yanı sıra mevcut müşteriler için de yeni stratejiler geliştirmeye başlamışlardır. Pazar Payı, Cüzdan Payı: Pazar büyüklüğü ve pazar payı rakamları, bugün için pazarlama stratejilerinin yönetimi açısından bir temel teşkil etmektedir. Ancak CRM projelerine girişen şirketler, pazar payının yanı sıra “Cüzdan Payı” olarak adlandırılan yepyeni bir kavramı gündeme getirmişlerdir. Bu kavram adından da anlaşılacağı üzere, “Müşterinin şirket tarafından sunulan mal ve hizmetleri satın alma potansiyelinin tümünden yararlanılıp yararlanılmadığı” veya başka bir ifadeyle “Müşterinin şirket tarafından sunulan mal ve hizmet alımları için ayırdığı paranın ne kadarının şirkete, ne kadarının ise rakiplere aktığı” gibi biraz daha karmaşık ölçüler ile ilgilenir. Toplam Hesap Adedi, Gerçek Müşteri Adedi: Bir bankanın üst düzey yöneticisine “Toplam kaç adet kredi kartı verdiniz?” veya “Toplam kaç adet vadeli hesabınız var?” şeklinde bir soru sorulduğunda muhtemelen yüzde yüz doğrulukta bir cevap alınır. Ancak “Toplam kaç adet müşteriniz var?” sorusuna alınabilecek Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94) cevap, çoğu kez yaklaşık bir rakam olacaktır. Zamanında “ürün odaklı” tasarlanmış olan mevcut operasyonel sistemler, çoğu kez bir kuruluşun toplam kaç adet gerçek müşterisi olduğunu anlamasına engel bile teşkil edebilir. Anket, Gerçek Davranış: Değişik sektörlerde faaliyet gösteren ve doğrudan müşteriye erişim olanağına sahip olan firmalar, CRM çözümlerini kullanmaya başlamadan önce kendi müşterilerini tanımak için, bu müşterilerin yaptığı işlemlerin ayrıntılı analizini gerçekleştiremiyorlardı. Müşteriler her ne kadar yaptıkları işlemlerle şirkete kendi yaşam biçimleri ile ilgili bir ipucu veriyorlarsa da, şirketler bunu belirleyemiyordu. Bu durumda da şirketler için tek çare, davranışlarıyla açık ve net bir mesaj veren müşteriye, onların yaşam biçimlerini ve tüketim alışkanlıklarını anlamaya yönelik sorularla dolu anketler yapmaktı. 1980’li yıllarda CRM yaklaşımı ile tanışan büyük şirketlerin, en çok sorgulayarak kökten değişiklik yaptıkları bakış açıları ve uygulamalar arasında bu da yer almıştır. Ürün Karlılığı, Müşteri Karlılığı: Geleneksel pazarlama öğretileri arasında yer alan “Ürün Karlılığı” yerini hiçbir zaman “Müşteri Karlılığı”na bırakmamıştır. Fakat CRM yaklaşımı ve çözümleri, şirketlerin müşteri karlılığını ölçebilmelerini ve gerek müşteriyi bir birey olarak gerekse müşteri bölümlerini bir grup olarak incelemelerini mümkün kılmıştır. Ürün karlılığını doğru olarak ölçen ve bu konuda doğru adımları atabilen şirketlerin, müşteri karlılığını da yönetebilmeleri durumunda başarılı olmamaları için bir neden yoktur. Ancak burada özellikle vurgulanması gereken nokta “ürün karlılığını doğru ölçemeyen ve bunu yönetemeyen şirketlerin, müşteri karlılığı yönetiminde de başarılı olamayacakları” gerçeğidir. Dolayısıyla karlılık sorunu olan şirketlerin, CRM çözümlerini kullanmaya başlamaları ile bu sorunun ortadan kalkacağı şeklinde bir beklenti içine girmemeleri gerekir. 4. CRM ÇEŞİTLERİ CRM’ i çeşitleri açısından elde etme, müşteri bağımlılığı, hatırlatma veya kazanmayı destekleme şeklinde tanımlamak mümkündür. Buna göre; Elde Etme Müşteri arama ya da müşteri elde etme, yeni müşteriler kazanımlarıyla yapılmaktaydı. Bu tip CRM’de müşteriler bölünmüş kategorilere ayrılmaktadır. Bu şekilde bir bölümleme firmalara onların ürünlerini ve servislerinden memnun kalan insanlar üzerinde yoğunlaşmalarını sağlamaktadır. Örneğin ABC şirketi ürünü olan Green & Sheen diş macunları, tüketicilere çekici bir şekilde sunuldu. Şirket pazarlama segmentini yaşa göre belirledi. Şirket, çok tat veren ve dişe parlaklık veren ürünlerini gençlere yönelik olarak ve diş çürükleriyle savaşan, diş eti problemi olan, kötü ağız kokusuna çare olan ürünlerini de diğer pazara sürdü. Bölümlenmiş bu pazarlarda ayrı ayrı yürüttükleri bu kampanyalardan ABC Şirketi olumlu sonuçlar almışlardır (Axzo Press 2002: 22). Müşteri Bağımlılığı CRM nin en önemli amaçlarından biri de müşteri bağımlılığını sağlamaktır. Firma özellikleri, tüketicilerin sadakat kazanmalarında temel rol oynamaktadır (Axzo Press 2002: 22). Bağlılık, markaya, sunulan hizmete, ürünün satıldığı mağazaya, ürün kategorisine (sigara gibi) ve aktivitelere (yüzme ya da tenis oynamak gibi) olabilmektedir. Bağımlılık tüketicinin aklında yer etmeyle de ilgilidir. Firma, tüketicilerden davranışlarıyla sadık olmalarını beklemektedir. Ancak bunun sonuçlanması akılda olmaktadır (Leventhal 2006: 66) Hatırlatma veya Kazanmayı Destekleme Hatırlatma veya kazanmayı destekleme, firmadan uzaklaşan tüketicilerin tekrar kazanılmasıyla ilgilidir. Firmadan uzaklaşan tüketicilerden hangilerine tekrar odaklanılması gerekliliği ve tekrar nasıl kazanılacağı düşünülmektedir (Axzo Press 2002: 23). Etkin bir CRM sisteminin uygulanabilmesi için üzerinde durulması gereken kapsam ve amaçlar aşağıda sıralanmıştır (Darrell ve ark. 2001:37’den aktaran Şimşek: 2006: 98 ): · Mevcut karlı müşterilerin belirlenmesi, · Bu müşterilerle uzun vadeli, güçlü ilişkiler kurulması, 85 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 · Müşteri sadakatinin sağlanması, · Müşterinin cüzdan payı ve karlılığının arttırılması, · Potansiyel karlı müşterilerin belirlenmesi, · Bu müşterilere doğru, etkili ve daha düşük maliyetli yöntemlerle ulaşılmasıdır. 5. CRM MODÜLLERİ CRM uygulamalarında, web siteleri kullanıcıları oluşan ilgi ve bu ilginin sürekliliği, mevcut müşteriyi elde tutma, sadakat yaratma veya terk etmiş müşterinin yeniden kazanılması gibi birçok faydalar sağlamaktadır. Müşteri ilişkileri otomasyonu, satış gücü, otomasyonu veya pazarlama otomasyonu ile kayıt altına alınması (doküman yönetimi) ve bu verilerin depolanması sonucu, raporlamalar, anketler, araştırmalar gibi benzer çalışmalar ve analizler yapılmaktadır. Bir çok bilgisayar yazılım ve donanım üreticisi MİY ile ilgili uygulamaları; işletmelerde kullanılan diğer teknolojilerle uyumlu, internet ortamında faaliyet gösterebilecek entegre bir modül haline getirerek işletmelere sunmaktadırlar. Dünyada ve Türkiye’ de MİY konusunda çözüm sunan işletmeler Oracle, Siebel, Clarify, Vantive, Baan Co. IBM, NCR, Sas Institute, Datasel, Promis ve Microsoft olarak sıralanabilir (Güleş,2006: 231-243) . Özellikle bu çalışmada Microsoft ve Kivacrm firmalarının CRM modelleri örnek alınarak akaryakıt sektörüne uyarlanmıştır (http://www. microsoft.com/turkiye/dynamics/products/crm _satis.msp; erişim, 22.12.2009; http://www. kivacrm. com/tr/crm-kaynaklari/erişim, 21.12. 2009). CRM uygulamalarında web sitelerini aşağıdaki modüllerle analiz etmek mümkündür. Geliştirilen bu modelleri ve fonksiyonları aşağıdaki gibi açıklamak mümkündür. · Müşteri İlişkileri Otomasyonu: Müşterilere daha fazla değer sunma, müşteri ihtiyaçlarını anlayabilme ve segmentler oluşturma gibi bilgi veya verilerin merkezde toplanması sağlanmaktadır. İşletmeler de yeni kar kaynakları sağlamaktadır. 86 CRM Müşteri İlişkileri Yönetimi Modülü Fonksiyonları; Müşteri/Bayii Bilgileri, Aday Müşteri/Bayii Bilgileri, Temas Geçmişi Kayıtları, Müşteri/Bayii Grup Analizleri (Yeni,VIP, yaş, renk..vs), Müşteri/Bayii Veri tabanı, Anket, İstatistiki Sonuçlar, Müşteri/Bayii Anketleridir. · Pazarlama Otomasyonu: Pazarlama, satış ve müşteri hizmetleri departmanları arasındaki bilgi paylaşımını sağladığı gibi, kaynak dağılımını ve kullanımını, kampanya maliyetini, yatırımın geri dönüş süresi ve maliyetini ve potansiyel müşterileri profillerine göre sınıflandırmaktadır. CRM Pazarlama Modülü Fonksiyonları; Adaylar, Kampanyalar, Email Marketing, SMS Marketing, Müşteri sadakat programları, Hizmet Kalitesi, Müşteri Memnuniyeti, Hizmet Çeşitliliği, Faks Marketing, Pazarlama Analizleridir. · Satış Gücü Otomasyonu: Satış faaliyetlerinin zaman ve doğruluk açısından analizini sağlamaktadır. Müşteriler ve potansiyel müşterilerin iş ilişkileri yönetimini düzenlemektedir. Fiyat, Teklif, SWOT ve rakip analizleri, Satış aktivitelerini, satış hedeflerini yönetmektedir. Satışların ve planlanan hedeflerin grafiksel olarak izlenmesi ve istatistiki bilgilerin sunulması yapılmaktadır. CRM Satış Gücü Fonksiyonları; Adaylar, Potansiyeller, Hesaplar ve Kişiler, Analiz ve Raporlar, İş Büyümesi Ölçeklendirme, Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı.. vs), Satış Tahminleri, Satış Aktivite İzlemedir. · Doküman Yönetimi: Doküman Modülü, faks, scanner veya e-posta seçimli ara yüzlerle sisteme kazandırılması gereken dokümanların, dokümanlara ait değişken tip, indeks, grup ve boyut bilgileri ile birlikte belirlenerek sisteme aktarılmasını sağlamaktadır. Ayrıca, gelen ve giden evrakların kayıt altına alınmasını, kurum içinde takibini ve arşivlenmesini sağlamaktadır. Bunun için evrak kategorileri ve tipleri tanımlanarak bunlara göre gelen evrakların otomatik yönlendirilmesi ve evrak akışının izlenmesi gerçekleştirilmektedir (http://www. kivacrm.com/tr/crm-kaynaklari/erişim, 21.12. 2009). Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94) CRM Doküman Yönetimi Modülü Fonksiyonları; Ürünler, Pompa Fiyat Listesi, Satış Siparişleri ve Satın Alma, Faturalar, Bayiler, Stok Listesidir. 12.676 istasyonlu, 2.378 istasyonsuz bayileri mevcuttur (www.epdk.gov.tr/erişim 26.11. 2009). Ancak bu çalışmamızda web siteleri aktif olan 31 adet akaryakıt dağıtım firmasının CRM uygulamaları analiz edilmiştir. 6. TÜRKİYE AKARYAKIT SEKTÖRÜ 7. METODOLOJI Erdem (2009) Tüm Yönleriyle Türkiye Akaryakıt Sektörü çalışmasında, Türkiye akaryakıt sektörü ile ilgili olarak aşağıda açıklamada bulunmuştur. Buna göre; EPDK tarafından yayınlanan 2007 Yılı Sektör Raporu’nda, 2004 yılından itibaren EPDK’ya toplam 17 rafineri lisans başvurusu yapılmış, bunlardan 4’ü Tüpraş tarafından mevcut rafineriler için yapılmıştır. Yeni başvurulardan ise sadece 1 tanesi için rafineri lisansı verilmesiyle sonuçlanmıştır. Şu anda Türkiye’de EPDK’ dan rafinerici lisansı almış olan şirketleri Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. (Batman, Kırıkkale, İzmir, İzmit Rafinerileri için ayrı ayrı olmak üzere) ile Doğu Akdeniz Petrokimya ve Rafineri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi olarak sıralamak mümkündür. Türkiye’de petrolün ve LPG piyasalarının düzenleme ve denetim görevini yürüten EPDK, ham petrolün üretimini sağlayan ve ülkemizin tek rafinerisi olan TÜPRAŞ, arama ve sondaj işlemlerini yürüten TPAO, taşıma işlerini yürüten BOTAŞ ve arama, işletme ile ruhsat işlerini yürüten PİGM gibi etkili kurumlar vardır. Türkiye enerji piyasasının en önemli bileşenlerinden akaryakıt sektörü, işlem hacmiyle, yarattığı katma değerle ve oluşturduğu vergi gelirleriyle Türkiye ekonomisinin can damarı konumundadır. Bu derece önemli niteliklere sahip akaryakıt sektörü, 2004 yılına kadar kendine özgü bir yasası olmaksızın, çeşitli kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, yönetmelikler, tebliğlerle yönetilmekteydi. Dolayısıyla 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ve bu Kanun yordamıyla sektörün EPDK’ya bağlanması tam anlamıyla bir milat olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de, 2008 yılı sonu itibariyle dağıtım lisansı almış toplam 52 adet şirket bulunmaktadır. Dağıtım şirketleri bayilikler aracılığıyla akaryakıt dağıtım faaliyetlerini sürdürmekte olup, bu bayilikler istasyonlu ya da istasyonsuz olabilmektedir. Bu dağıtım firmaların ise, Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de faaliyet gösteren akaryakıt şirketlerinin web sayfalarını, müşteri ilişkileri yönetimi açısından kullanım özelliklerini analiz etmektir. Araştırmanın evreni Türkiye’de şu an faal durumda bulunan 52 akaryakıt dağıtım şirketleridir. Örneklem olarak ise web sitesi bulunan ya da aktif 31 akaryakıt şirketi seçilmiştir. Aktif olan bu akaryakıt dağıtım firmaları google arama motorunda firma ünvanları yazılarak tespit edilmiştir. Analizler Kasım 2009 döneminde gerçekleştirilmiştir. İlerleyen tarihlerde bu web sayfalarının değişmiş veya kaldırılmış olması mümkündür. Yöntem olarak içerik çözümlemesinin kullanıldığı araştırmada, veriler Türkiye’de faaliyet gösteren 31 akaryakıt şirketinin web sitelerinin incelenmesiyle elde edilmiştir. Çalışmanın amacına uygun olarak içerik çözümlemesi kodlama cetveli başlıca dört bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm müşteri ilişkileri otomasyonu olarak sınıflandırılmıştır. Bu bölümde yer alan kategoriler; müşteri/ bayi bilgileri, aday müşteri/ bayi bilgileri, temas geçmişi kayıtları, müşteri/ bayii grup analizleri, müşteri/ bayi veri tabanı, anket, sonuçları ve müşteri/ bayi anketleridir. Pazarlama bölümü otomasyonu bölümünde ise, adaylar, kampanyalar, e-mail pazarlama, SMS pazarlama, müşteri sadakat programları, hizmet kalitesi, müşteri memnuniyeti, hizmet çeşitliliği, faks pazarlama ve pazarlama analizleri gibi kategoriler bulunmaktadır. Satış gücü otomasyonu bölümü ise başlıca sekiz kategoriden meydana gelmektedir. Bunları sıralayacak olursak; adaylar, potansiyeller, hesaplar ve kişiler, analiz ve raporlar, iş büyümesi ölçeklendirme, organizasyonlar (davet, sunum, fuar, toplantı vs.), satış tahminleri ve satış aktivite izlemedir. Dördüncü ve son bölüm olarak doküman yönetimi kısmında; ürünler, pompa fiyat listesi, satış siparişleri ve satın alma, faturalar, bayiler, stok listesi yer almaktadır. Söz konusu bütün bu kategoriler “var veya yok” şeklinde kodlanmıştır. 87 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Araştırmanın güvenilirliğini sağlamak adına, şirketlerin web sitelerinde yer alan müşteri ilişkileri yönetimine ait içerikler, çalışmayı yürüten tarafından farklı zamanlarda iki kez kodlanmış ve elde edilen verilerin büyük bir kısmında (% 90’ın üzerinde) uyum sağlanmıştır. Kodlama işlemi bittikten sonra elde edilen veriler, hazırlanan tablolar üzerinde var ya da yok şeklinde işaretlenmiştir. İncelenen web sitesinde ilgili kategori var ise (+) işareti konularak gösterilmiştir. Çalışma aşağıda sıralanan 3 temel araştırma sorusuna cevap aramaktadır. Bu sorular: - Akaryakıt firmaları açısından müşteri ilişkileri yönetiminin anlamı ve önemi nedir? - Türkiye’de faaliyet gösteren akaryakıt firmalarının müşteri ilişkileri yönetimi açısından mevcut web sayfalarının durumu nedir? - Hangi akaryakıt firması, web sayfasında müşteri ilişkileri yönetimi uygulamalarına daha çok ağırlık vermektedir? Bu çalışma ile elde edilecek veriler: - İlgili akaryakıt firmalarının web sayfalarının durumunu belirlemek, - Müşteri ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt firmalarının web sayfalarının daha etkin kullanımını sağlamak, - Akaryakıt firmalarının hedef kitleleri ile ilişkilerini iyileştirmede ve geliştirmede web sayfalarının işlevselliğini işaret etmek, yer aldığı görülmektedir. Buna göre OPET’ in internet sitesi Müşteri/Bayii Bilgileri, Müşteri/Bayii Grup Analizleri, Müşteri/Bayii Veri Tabanı, Anket, İstatistiki Sonuçları ile Müşteri/Bayii Anketleri olmak üzere 5 farklı bilgileri içermektedir. ALPET, BP, ENERGY, LUKOİL, POAŞ, SHELL, SOİL ve TOTAL gibi firmaların internet sitelerinde ise Müşteri/Bayii Bilgileri ve Müşteri/Bayii Veri Tabanı olmak üzere 2 farklı bilgiye yer verdikleri görülmektedir. Buradan, akaryakıt dağıtım firmalarının veri tabanı alt yapısının olduğu sonucuna varmak mümkündür. Analizde, MİY Otomasyon modülünü en iyi şekilde OPET akaryakıt dağıtım firmasının uyguladığı görülmektedir. Otomasyon alt yapısının güçlü olduğu ve bunun için yüksek yatırımların yapıldığını söylemek mümkündür. Yine ilgili firmanın, müşterilere daha fazla değer sunduğu, müşteri ihtiyaçlarını anlayabildiği ve segmentler oluşturması gibi bilgi veya verileri merkezde topladığını ifade etmek mümkündür. OPET ve G-PET akaryakıt dağıtım firmaları web sitelerinde müşteri/bayii anketleri uygulayarak ihtiyaca göre durumlarını analiz edebilmektedirler. Bu iki firmanın dışındaki akaryakıt dağıtım firmalarının, web sitelerini daha çok firmalarını tanıtıcı ya da iletişim kurulabilecek bir araç olarak kullandıkları ifade edilebilir. 8.1. Müşteri İlişkileri Otomasyonu Modülü Analizi ALPET, ENERGY, BP, LUKOİL, POAŞ, SHELL, SOİL ve TOTAL gibi akaryakıt dağıtım firmaları web sitelerinde müşteri/bayii bilgileri ve müşteri/bayii veri tabanı gibi fonksiyonları; piyasanın tamamından ziyade kendi bayii veya müşterileri arasındaki iletişimi kurmayı planlamış ve hedeflemişlerdir. Bu bağlamda, OPET, anket ve istatistiki bilgilere de yer vererek sektörün tamamı ile bayii ve müşterilerle de iletişim kurarak bilgi paylaşma yoluna gitmişlerdir. Akaryakıt firmalarının web siteleri aracılığıyla CRM uygulamalarının incelenmesi çerçevesinde, Müşteri İlişkileri Otomasyonu açısından en doyurucu bilgilerin OPET’in internet sitesinde OPET web sitesinde kendi bayilerinden ziyade sektörün tamamına (rakipler, müşteri….) hitap eden bir web sitesi yoluyla ilgili kişi ve kuruluşlara ulaşabilmektedir. - Müşteri ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt firmalarının yeterince kullanmadığı alanlara işaret ederek; bu konudaki eksikliklerin giderilmesini sağlamak açısından önem taşımaktadır. 8. BULGULAR 88 Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94) Tablo 1. Müşteri İlişkileri Otomasyonu Modülü Analizi 1 2 3 4 5 ALPET BALPET BEST OIL BP DAMLA 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 DELTA DENGE ENERGY EUROIL G-PET INTER OIL(Jetpet) KADOIL LUKOIL MMG PETROL (READY) MOIL N-PET ONE OIL OPET PARKOIL PET-LINE POAŞ SHELL-TURCAS SOIL STARPET TECO TERMOPET TOTAL TP PETROL TURKUAZ 30 UNITED 31 USPET www.alpet.com.tr www.balpet.com.tr www.bestoıl.com.tr www.bp.com www.damlapetrol. com.tr www.gulf.com.tr www.dengepetrol.org www.enerjipetrol.com www.euroil.com.tr www.güvengaz.com.tr www.interoil.com www.kadoil.com.tr www.lukoil.com.tr www.ready.com.tr + + + + + + + + + + + + + + www.moil.com.tr www.npet.com.tr www.oneoil.com.tr www.opet.com.tr www.parkoil.com.tr www.petline.com.tr www.poas.com.tr www.shell.com www.soil.com.tr www.starpet.com.tr www.teco.com.tr www.termopet.com.tr www.total.com.tr www.tppd.com.tr www.zulfikarlar.com. tr/turkuaz www.birlesikpetrol. com.tr www.uspet.com.tr + + + + 8.2. Pazarlama Otomasyonu Modülü Analizi Pazarlama Otomasyonu Analizi tablosu incelendiğinde ALPET, BP, SHELL, OPET, LUKOİL, POAS, ve TOTAL gibi sektörün önde gelen firmalarının internet sitelerinde Kampanyalar, Müşteri Sadakat Programları, Hizmet Kalitesi, Müşteri Memnuniyeti ve Hizmet Çeşitliliği bilgileri yer almaktadır. OPET’in internet sitesinde bu bilgilere ilave olarak SMS Marketing uygulamaları yer alırken, sektörde faaliyet gösteren diğer firmaların sitelerinde ise bu bilgilere ya hiç yer verilmemekte, ya da çok sınırlı biçimde yer verilmek- + + + + + + + + + + Müşteri/ Bayii Anketleri WEB Anket, İstatistiki Sonuçlar Müşteri/ Bayii Veri tabanı Müşteri/Bayii Grup Analizleri(Yeni,VIP, yaş,renk..vs) Temas Geçmişi Kayıtları Aday Müşteri/ Bayii Bilgileri MARKALAR Müşteri/ Bayii Bilgileri SIRA NO Müşteri İlişkileri Otomasyonu + + + + + + + + + + + + tedir. İlgili akaryakıt dağıtım firmaları, kampanyalar, sadakat programları, hizmet çeşitliliği ve müşteri memnuniyeti gibi CRM özelliklerini web sitelerinde işlevsel olarak en iyi şekilde göstermektedirler. Akaryakıt sektöründeki dağıtım firmalarının çoğunun hizmet kalitesi ile ilgili bilgileri web sitelerinde yer almaktadır. Hizmet çeşitliliği de benzer şekildedir. E mail marketing, adaylar, fax maketing ve pazarlama analizleri gibi bilgiler hiçbir firmanın web sitesinde yer almamaktadır. Bunların 89 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 içerisinde adaylar ve pazarlama analizleri gibi bilgilerin rekabet açısından da olması imkansız gibi gözükmektedir. Yine akaryakıt sektöründe yüksek iskonto oranları ile çalışan firmaların web sitelerindeki bilgi çeşitliliğinin azlığı dikkat çekicidir. Tablo 2. Pazarlama Otomasyonu Modülü Analizi 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 + + + + + + + + + + + + + + + + + + + Pazarlama Analizleri + Faks Marketing + + Hizmet Çeşitliliği + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + 8.3. Satış Gücü Otomasyon Modülü Analizi Satış faaliyetlerinin zaman ve doğruluk açısından analizini sağlayan bu modül, müşteriler ve potansiyel müşterilerin iş ilişkileri yönetimini düzenlemekte, SWOT ve rakip analizlerini, satış aktivitelerini ve satış hedeflerini yönetmektedir. Satışların ve planlanan hedeflerin grafiksel olarak izlenmesi ve istatistiki bilgilerin sunulması yapılmaktadır. Bu bilgiler ışığında Satış Gücü Otomasyon Modülü Analiz edildiğinde; en kapsamlı bilgilerin OPET, POAŞ ve SHELL – TURCAS firmalarının internet sitelerinde yer aldığı orta- 90 Müşteri sadakat Programları + + SMS Marketing + Email Marketing + Kampanyalar Müşteri Memnuniyeti ALPET BALPET BEST OIL BP DAMLA DELTA DENGE ENERGY EUROIL G-PET INTER OIL(Jetpet) KADOIL LUKOIL MMG PETROL(READY) MOIL N-PET ONE OIL OPET PARKOIL PET-LINE POAŞ SHELL-TURCAS SOIL STARPET TECO TERMOPET TOTAL TP PETROL TURKUAZ UNITED USPET Hizmet Kalitesi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 MARKALAR Adaylar SIRA NO Pazarlama Otomasyonu + ya çıkmaktadır. Bu firmaların sitelerinde Hesaplar ve Kişiler, Analiz ve Raporlar, İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri, Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı vs.) ve Satış Aktivite İzleme konularına dönük bilgilere ulaşılabilmektedir. Diğer birçok firmanın internet sitelerinde ise bu konu başlıklarıyla ilgili bilgilerin tamamına ulaşılamamakta, genellikle İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri ve Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı vs.) ile ilgili bilgilere yer verilmektedir. Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94) Marka değerini arttırmaya yönelik çalışmaya ağırlık veren akaryakıt dağıtım firmalarının bilgi paylaşımına daha sıcak baktığı gözlemlenmektedir. Yine sektördeki Pazar payı yüksek olan lider firmaların (OPET, POAŞ, SHELL, BP, TOTAL) internet sitelerindeki bilgilerin daha kapsamlı olduğu gözlemlenmektedir Tablo 3. Satış Gücü Otomasyon Modülü Analizi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 ALPET BALPET BEST OIL BP DAMLA DELTA DENGE ENERGY EUROIL G-PET INTER OIL(Jetpet) KADOIL LUKOIL MMG PETROL(READY) MOIL N-PET ONE OIL OPET PARKOIL PET-LINE POAŞ SHELL-TURCAS SOIL STARPET TECO TERMOPET TOTAL TP PETROL TURKUAZ UNITED USPET 8.4. Doküman Yönetimi Modülü Analizi Doküman Yönetimi açısından web siteleri üzerinde CRM’yi uygulayan sitenin OPET’in sitesi olduğu görülmektedir. OPET’in sitesinde Ürünler, Pompa Fiyat Listesi, Satış Siparişleri ve Satın Alma, Faturalar, Bayiler ve Stok Listeleri ile ilgili bilgilere rahatlıkla ulaşılmaktadır. Bayilerinin şifrelerle kullandığı bu modül, sadece ürünler, pompa fiyatları bilgilerini içermemekte aynı zamanda bayilerin cari hesap bilgilerine ulaşmasını da sağlamaktadır. + + + + + + Satış Aktivite İzleme Satış Tahminleri Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı..vs) İş Büyümesi Ölçeklendirme Analiz ve Raporlar Hesaplar ve Kişiler Potansiyeller MARKALAR Adaylar SIRA NO Satış Gücü Otomasyonu + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + ALPET, BP, SHELL, SOİL ve TOTAL gibi firmaların internet sitelerinde sadece Ürünler, Pompa Fiyat Listeleri ve Bayilere yer verilmektedir. Bu gösteriyor ki otomasyon sistemi tam olarak uygulanmamaktadır. Bayii ve müşteri ihtiyaçlarına (Ürün pompa fiyatları) web sitelerinde yer vermişlerdir. Yapılan analizde, OPET dışında diğer akaryakıt dağıtım firmalarının satış siparişleri, satın alma, faturalar ve stok listelerine ulaşılamamaktadır. 91 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Denge ve Parkoil firmalarının sitelerinde, doküman yönetimi modülüne ilişkin araştırma yapılan başlıklara dair hiçbir veriye ulaşılma- dığından, bu iki firmanın bayi ve müşteri ihtiyaçlarına ilişkin yanıtsız kaldığı görülmektedir. Tablo 4. Doküman Yönetimi Modülü Analizi ALPET BALPET BEST OIL BP DAMLA DELTA DENGE ENERGY EUROIL G-PET INTER OIL(Jetpet) KADOIL LUKOIL MMG PETROL(READY) MOIL N-PET ONE OIL OPET PARKOIL PET-LINE POAŞ SHELL-TURCAS SOIL STARPET TECO TERMOPET TOTAL TP PETROL TURKUAZ UNITED USPET www.alpet.com.tr www.balpet.com.tr www.bestoıl.com.tr www.bp.com www.damlapetrol.com.tr www.gulf.com.tr www.dengepetrol.org www.enerjipetrol.com www.euroil.com.tr www.güvengaz.com.tr www.interoil.com www.kadoil.com.tr www.lukoil.com.tr www.ready.com.tr www.moil.com.tr www.npet.com.tr www.oneoil.com.tr www.opet.com.tr www.parkoil.com.tr www.petline.com.tr www.poas.com.tr www.shell.com www.soil.com.tr www.starpet.com.tr www.teco.com.tr www.termopet.com.tr www.total.com.tr www.tppd.com.tr www.zulfikarlar.com.tr/turkuaz www.birlesikpetrol.com.tr www.uspet.com.tr CRM aslında, firma ile müşteri arasında ilişki kurulmasını ve bu ilişkinin de uzun vadeli olması özelliğidir. Firma ve müşteri ile kurulan bu ilişki (müşterinin yaş, cinsiyet, ekonomik durumu, alışkanlıkları, yaşam biçimi, özel günleri vs.), teknoloji sayesinde en üst seviyeye gelmektedir. Firmaların artan rekabet ortamında, mevcut müşterilerini elde tutmaları ve yeni müşteri edinmeleri için müşteri sadakati yaratmaları gerekmektedir. Bu sadakati CRM uygulamaları çerçevesinde sağlamaktadırlar. Firmalar müşterilerinin merkezlerinde oluşturdukları verileri depolayarak bir kısım modüller geliştirmekte- + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + Bayiler + + + + + Faturalar + + + + + + Stok Listesi Satış Siparişleri ve Satın Alma + + + + + + WEB SONUÇ 92 Pompa Fiyat Listesi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 MARKALAR Ürünler SIRA NO Doküman Yönetimi + + + + + + + + + + + + dirler. Geliştirilen bu modüller sayesinde firmalar, müşterilerine daha yakın olmaktadırlar. Müşteriye yakın firmalar, müşteri memnuniyeti sağlayan firmalardır. CRM bir veri depolama ya da teknolojiyi kullanabilme özelliğidir. Bu nedenledir ki, alt yapısı ya da otomasyon yatırımı olan firmalar (ki bunlar lider ya da güçlü firmalardır) CRM’i uygulayarak satışlarını arttırmakta, müşteri sadakati ve müşteri memnuniyeti sağlamaktadırlar. Müşteri İlişkileri Yönetimi anlayışını uygulayacak firmaların, kullanacakları teknoloji sayesinde müşterileri ile ilgili tüm verileri depolamaları, müşteri segmenti oluşturmaları ve de en önemlisi müşterileri ile uzun vadeli bir ilişki kurulması gerektiğini anlamaları gerekmekte- Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94) dir. Bu nedenle, ister sürdürülebilir bir rekabet üstünlüğünün sağlanmasında isterse de MİY’in etkin ve doğru bir şekilde uygulanmasında; müşterilerin artan istek ve beklentilerinin değişmesi ile ilgili verilerin sürekli olarak depolanması ve analiz edilmesi önemli hususlardan birisidir. dönük bilgilere de yer vermektedir. Diğer birçok firmanın internet sitelerinde ise bu konu başlıklarıyla ilgili bilgilerin tamamına ulaşılamamakta, genellikle İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri ve Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı vs.) ile ilgili bilgilere yer verilmektedir. Akaryakıt firmalarının hedef kitleleri ile ilişkilerini iyileştirmede ve geliştirmede web sayfalarının önemi büyüktür. Bu çerçevede, Müşteri ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt dağıtım firmalarının yeterince kullanmadığı alanlar pazarlama otomasyonu, satış gücü otomasyonu ve doküman yönetimidir. Doküman Yönetimi analiz edildiğinde, özellikle firmalar, sadece müşterileri için en önemli konulardan birisi olan ürün pompa fiyatlarının açıklanmasını veya görüntülenmesini sağlamaktadırlar. Doküman yönetiminin buradaki stok, fatura, cari vs. gibi fonksiyonlarının etkin kullanılmaması eksikliğinin giderilmesi sağlanmalıdır. MİY Otomasyon modülü analizinde, MİY otomasyonunu en iyi şekilde kullanan sektörün lider akaryakıt dağıtım firmalarıdır. Otomasyon alt yapısının güçlü olduğu ve bunun için yüksek yatırımların yapıldığını söylemek mümkündür. Yine ilgili firmanın, müşterilere daha fazla değer sunduğu, müşteri ihtiyaçlarını anlayabildiği ve segmentler oluşturarak bilgi veya verileri merkezde topladığını ifade etmek mümkündür. Pazarlama Otomasyonu Analizi tablosu incelendiğinde, sektörün önde gelen firmalarının internet sitelerinde Kampanyalar, Müşteri Sadakat Programları, Hizmet Kalitesi, Müşteri Memnuniyeti ve Hizmet Çeşitliliği bilgileri yer almaktadır. Lider firmalardan biri de, internet sitesinde bu bilgilere ilave olarak SMS Marketing uygulamalarına yer vermişken, sektörde faaliyet gösteren diğer firmaların sitelerinde ise bu bilgilere ya hiç yer verilmemiş ya da çok sınırlı biçimde yer verilmiştir. Satış Gücü Otomasyon Modülü Analiz edildiğinde, satış faaliyetlerinin zaman ve doğruluk açısından analizini sağlayan müşteriler ve potansiyel müşterilerin iş ilişkileri yönetimini düzenlemekte, SWOT ve rakip analizleri, satış aktivitelerini ve satış hedeflerini yönetmektedir. Satışların ve planlanan hedeflerin grafiksel olarak izlenmesi ve istatistiki bilgilerin sunulması yapılmaktadır. Bunu en kapsamlı uygulayan firmalar sektörün lider firmalarıdır. Bu firmaların sitelerinde Hesaplar ve Kişiler, Analiz ve Raporlar, İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri, Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı vs.) ve Satış Aktivite İzleme konularına Sonuç olarak bu çalışmada, Türkiye’deki akaryakıt dağıtım firmalarının web siteleri aracılığıyla CRM uygulamalarının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda web siteleri analiz edilen bir kısım akaryakıt dağıtım firmaları için müşteri ilişkileri yönetiminin anlamı ve önemi büyüktür. Bu nedenle de web sitelerinde müşteri ilişkileri yönetimi uygulamalarına ağırlık veren ya da etkin ve doğru şekilde uygulayan firma sadece bir tane vardır. Bu nedenle diğer firmaların CRM uygulamalarına daha fazla önem vermeleri gerekmektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren Akaryakıt dağıtım firmalarının müşteri ilişkileri yönetimi açısından mevcut web sayfaları incelendiğinde, web siteleri aracılığı ile CRM’i en iyi uygulayan firmaların, pazar payı yüksek ya da pazarda güçlü ve hızlı büyüyen firmalar olduğu görülmektedir. Yine yapılan analizlerde, pazar payı düşük ya da teknolojik yatırımı düşük olan akaryakıt dağıtım firmalarının, hem web sayfaları içerik açısında zayıf hem de web üzerinden CRM’i uygulayamamaktadırlar. Müşteri ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt dağıtım firmaları web sayfalarını daha etkin kullanabilir ve web siteleri üzerinde CRM uygulamalarını geliştirebilirler. KAYNAKLAR Axzo Press LLC (2002) Customer Relationship Management, ILT Publisher, 93 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Çetin E (2005) Perakendecilik Sektöründe CRM Uygulamaları: Süpermarket Müşterilerinin Mağaza Kartı Kullanımlarıyla İlgili Tercih Nedenlerinin Belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi, ÇÜ, Sos. Bil. Enst., Adana. Darrell K R ve Ledingham D (2001) A Crash Course in CRM, Harvard Management Update, 5 (3), 3-7. Dibb S ve Meadows M (2004) Relationship Marketing and CRM: A Financial Servives Case Study, Journal of Strategic Marketing, 12 (2). Elmuti D, Jia H ve Gray D (2009) Customer Relationship Management Strategic Application and Organizational Effectiveness: An Emprical Investigation, Journal of Strategic Marketing, 17 (1). Erdem A (2009) Tüm Yönleriyle Türkiye Akaryakıt Sektörü Kitap Çalışması, İstanbul. Ersöz S, Yaman N ve Birgören B (2008) Müşteri İlişkileri Yönetiminde Verilerin Yapay Sinir Ağları İle Modellenmesi ve Analizi, Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Derg, 23 (4), 759-767. Gupta M P (2002) Learnings from Costumer Relationship Management (CRM) Implementation in an Bank, Global Business Rewiew, 3 (1). Güleş H K (2004) Bilişim Teknolojilerinin Müşteri İlişkileri Yönetimine Etkisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Derg, 12, 231-243. http://www.kivacrm.com/tr/crm-kaynaklari/ erişim, 21.12.2009 Hughes A (2003) Customer Loyalty Solution, McGraw-Hill Companies, USA. Iriana R ve Buttle F (2009) Strategic, Operational and Analytical Customer Relationship Management, Journal of Relationship Marketing, 5 (4), 23-42. Kincaid J (2002) Customer Relationship Management: Getting It Right, Prentice Hall. Lassar W, Lassar S ve Rouseo N (2008) Developing a CRM Strategy in Your Firm: Size Up Client to Build a Competitive Advantage, Journal of Accountancy, 26. 94 Leventhal R (2006) Customer Loyalty, Retention and Customer Reletionship Management, Journal of Consumer Marketing, 3 (7). Liu Y, Zhou C-F ve Chen Y-W (2006) Determinants of E-CRM in Influencing Customer Satisfaction, PRICAI, Yang ve G. Webb (eds.). LNAI 4099. Lopez R F ve Jeronimo J M R (2009) Marketing Segmentation Through Machine Learning Models, An Approach Based on Customer Profitability Accounting, Social Science Computer Review, 27 (1). Messner W (2005) Customer Relationship Management Technology, A Commodity or Distinguishing Factor?, Business Information Review, 22 (4). Oğuz C G (2003) CRM Yolculuğu, Sistem Yayıncılık, İstanbul. Piccoli G, O’connor P, Capaccioli C ve Alvarez R (2003) Costumer Relationship Management – A Driver for Change in the Structure of the U.S. Lodging Industry, Cornell Hotel and Restaurant Administration Quarterly, 44. Sharna A ve Iyer G (2009) Country Effects on CRM Success, Journal of Relationship Marketing, 5 (4). Şimşek U T (2006) Veri Madenciliği ve Müşteri İlişkileri Yönetiminde Bir Uygulama (CRM), Doktora Tezi, İstanbul. Tourniaire F (2003) Just Enough CRM, February, Prentice Hall. www.epdk.gov.tr/erişim 26.11.2009 Yilmaz A, Ersoy F ve Argan M (2006) Perakendecilikte Müşteri İlişkileri ve Yönetimi, Yavuz Odabaşı (ed.), Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir. Zhao J, Li Y-J ve Huang T-Y (2003) Hierarchy Analysis of Customer Relationship Management of Power Suplply Enterprises, Ulakbim. SEÇMEN TERCİHİNDE ADAY İMAJININ ROLÜ: 29 MART 2009 YEREL SEÇİMLERİ ÖNCESİNDE KONYA SEÇMENİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Kadir Canöz* ÖZET Aday hakkındaki tüm görüşlerin toplamını ifade eden aday imajı, adayın kişisel özellikleriyle mensubu olduğu çevresinin (partisi, cemaati, hemşeriliği vb.) özelliklerinin toplamından oluşmaktadır. Seçmenlerin adayları destekleme ve oy kullanma tercihlerinin belirlenmesinde de, bu özelliklerin çeşitli önem dereceleri ile belirleyici oldukları düşünülmektedir. Seçmen tercihinde aday imajının rolünü test etmek amacıyla Konya seçmeni üzerinde bir saha araştırması uygulanmış ve değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgularda seçmenlerin, adayın imajını oluşturan özelliklerden en fazla dürüstlük, güvenilirlik, olumlu imaj ve yeni projelere sahip olma gibi kişisel özellikleri önemsediklerini, en az düzeyde de zenginlik, aynı mahallede yaşıyor olmak ve yakın çevrenin bu adayı destekliyor olması gibi çevresel özellikleri önemsedikleri sonucuna varılmıştır. Anahtar sözcükler: Seçim, seçmen, aday, imaj, aday imajı THE ROLE OF THE IMAGE OF THE CANDIDATE ON VOTERS’ CHOICES: A RESEARCH ON THE VOTERS IN KONYA IN THE WAKE OF LOCAL ELECTIONS ON 29 MARCH, 2009 ABSTRACT The candidate’s image which expresses all the views regarding the candidate basically consists of his own personal features and the terms of his social and cultural environment such as his community, political party and hometown. In addition to that, these are usually accepted as the determining factors on the formation of voters’ choices before the elections. A scientific field research was recently carried out on voters around the city of Konya and the obtained data was evaluated strictly. According to the available data, it was clearly understood that the voters had particularly focused on the candidates’ degree of honesty, reliability, having a brilliant and promising image and also being open to or having new projects for the future of the city. On the other hand, they laid a less stress on some environmental features such as their richness, presently living in the same district or being originally from the same hometown with them and the relatives’ uniting behind them. Keywords: Election, voter, candidate, image, candidate’s image. GİRİŞ İlk çağların ilk zamanlarında yalnız yaşayan ve yalnız avlanan insanlar zaman ilerledikçe sürekli olarak üreyip çoğalmışlar, bu çoğalma sonucunda da yeni avlanma yöntemlerine, yeni yaşam alanlarına ve yeni sosyal yapılara ihtiyaç duyar hale gelmişlerdir. Yiyecek temini, giyinme, barınma ve güvenlik o zamanlar için bu ihtiyaçların en başında gelenleri olmuştur. Bunların temin edilmesi ise bireysel çabadan ve yetenekten daha güçlü yeni bir yapıyı gerekli kılmıştır ki; karşılıklı anlaşmanın ürünü olan “toplum” böylesi bir ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Toplumda, muhteşem bir senkronizasyon, birlikte yaşama, iş bölümü yapma, yönetime itaat etme mecburiyeti ve yönetenle yönetilenin ilişkisi vardır. Yönetenle yönetilen arasındaki ilişki ilk toplumlarda daha çok yukarıdan aşağıya doğru dikey bir yapı sergilerken, günümüz toplumlarına doğru gelindikçe yumuşayarak daha yatay bir yapıya dönüşmüştür. Bu dönüşümün gerçekleşmesine sebep olan en önemli nedenlerden birisi, toplumların ve ülkelerin demokrasi anlayışlarında meydana gelen değişimler olarak kabul edilmektedir. * Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Modern demokrasisinin temel taşları 1789 yılındaki Fransız Devrimi ile atılmıştır. Tüm dünyada geniş etkiler yaratan bu devrimle milli devletlerin kuruluşu hızlanmış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik anlayışı ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ortaya çıkmıştır. 20. Yüzyıl’a gelindiğinde ise, Fransız Devrimi’nin ürünü olan ulus devletler eski önemini yitirmeye başlamış, onların yerine insan hak ve hürriyetlerine daha fazla önem veren, ürettiğini kendi sınırları dışında da satmayı düşünen Avrupa Birliği, Balkan Birliği, Akdeniz Birliği, G8 gibi uluslar üstü büyük birlikler kurulmaya başlanmıştır. Bu birliklerde demokrasi, yaşamın hemen her alanını kuşatarak yöneten yönetilen ilişkilerinin de belirleyicisi durumuna gelmiştir. Günümüzde demokrasi, halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi (Yeşil 2002: 2) olarak veya halkın kendi kendini yönetmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Her nasıl tanımlanırsa tanımlansın halkın yönetimi olan demokrasinin, milli egemenlik, özgürlük ve eşitlik ile siyasi partilerden oluşan üç temel ilkesi bulunmaktadır. Bunlardan özellikle siyasi partiler, demokratik sürecin sağlıklı işlemesini sağlayan en önemli unsurlardır ve toplumda farklı işlevleri yerine getirirler. Bu işlevler; - Halkın taleplerini gündeme getirmek veya iktidara iletmek suretiyle halk ile iktidar arasında aracılık etme, - İktidara gelerek ülkeyi yönetme, - Hükümeti denetleyip eleştirme (Gözübüyük 1991: 75-76), - Halkı oy vermeye davet etme, - Kamuoyunun oluşmasına yardım etme, - Atama ile işbaşına gelen yöneticileri seçip kontrol etme, - Hükümetin sorumluluğunu taşıma, - Hükümette birlik ve beraberlik yaratma (Daver 1968: 213-214), - Devlet yönetimine katılmak isteyen kitleleri bilinçlendirip, eğiterek onların siyasal ve sosyal kültürlerini geliştirmeye katkıda bulunma, - Toplum içindeki farklı ve dağınık düşünce, görüş ve eğilimleri bir araya getirip belli grup- 96 lar içinde toplayarak açıklık ve süreklilik kazandırma, - Seçimlerde aday göstermek ve seçmenlerin adayları tanımalarına yardımcı olmak suretiyle bu adayların seçilmelerini sağlamadır (Teziç 1996: 326-327). Partilerin zayıf oldukları ülkelerde adaylar, genellikle yönetici ailelerin akrabalarından, askeri veya dini ortamdan gelirken (Sakal 1998’den aktaran www.canaktan.org); partilerin güçlü olduğu ülkelerde ise, toplumun benimseyeceği, eğitimi, yaşı, iş görebilme yeterliliği ve yönetim deneyimi gibi bir takım vasıfları taşıyan her hangi birileri siyasi partiler tarafından aday gösterilebilmektedir. Temsili demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde seçimlerde aday olmak, hele de, partiler tarafından aday gösterilmek, adaylar için çok önemli bir başarı olarak kabul edilmektedir. Çünkü seçim sürecinin başlangıcından itibaren partilerde onlarca aday adayı ortaya çıkmakta ve bunlar aynı yer için kendi aralarında bir yarış içerisine girmektedirler. Siyasal partiler ise kendi kriterlerini sağlayanlar arasından, seçmenlerin isteklerine, beklentilerine cevap verecek yeterli sayıdaki adayı belirleyip vitrine koymak durumunda kalmaktadır. Siyasi partiler açısından bir kişinin aday gösterilebilmesinin temel kriteri, kişinin öncelikle aday olacağı partinin ideolojisine, inanç yapısına, insan profiline, tüzüğüne ve programına uygun olmasıdır. Bu kriterleri sağladıktan sonra ise seçmenden oy alabilecek özellikleri kendisinde taşıyor olması gelmektedir. Siyasi bir adayda bulunması gereken özellikler, yerine göre genç/orta yaş, eğitimli, dindar, zengin, bay/bayan, iyi konuşan, bilgili, düzgün fizikli, kariyerli, tecrübeli, yakışıklı, tanınmış, o iş için avantaj sağlayacak meslek sahibi olması ve imajının düzgün olmasıdır. Adayın duruşundan konuşmasına, eğitiminden dini inanışına, aile yaşantısından mesleğindeki başarısına, gençliğinden ya da yaşlılığından zenginliğine kadar birçok özelliğinin toplamından oluşan aday imajı, üstün vasıf olarak, tüm partilerin adaylarında aramış oldukları özelliklerin başında gelmektedir. Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) Partiler tarafından önemsenen ve seçimi kazanmanın neredeyse ilk şartı olarak kabul edilen aday imajının, seçmen tercihinde gerçekten etkili olup olmadığının, etkiliyse adayın hangi özelliklerinin daha etkili hangilerinin daha etkisiz olduğunun ortaya konulması amacıyla “Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri Öncesinde Konya Seçmeni Üzerine Bir Araştırma” çalışması yapılmıştır. Çalışmanın verileri 15- 22 Mart 2009 tarihleri arasında Konya merkezde tesadüfî örneklem yöntemiyle seçilen 491 denek ile anket uygulanarak elde edilmiştir. Konya ölçeğinde yaptığımız bu çalışmada, öncelikle imaj ve aday imajı hakkında teorik bilgiler verilmekte, arkasından araştırmadan elde edilen bulgular SPSS programında değerlendirilip yorumlanarak, aday imajının seçmen tercihinde nasıl ve ne derece etkiye sahip olduğu ortaya konulmaya çalışılmaktadır. 1. İMAJ KAVRAMI İmaj, algıya dayalı olarak herhangi bir nesneye, olaya, duruma, etkinliğe, bireye, örgüte, şehre veya ülkeye ilişkin, zihinlerde oluşan resim, harita veya izlenim olarak tanımlanmaktadır (Bakan 2008: 293). Görüntü ile eş anlamlı olarak da kullanılan imaj (Ertekin 1986: 288), noktalardan oluşan resme de benzetilmektedir (Mardin 1986: 299). Günümüzde herhangi bir malı veya hizmeti satın alan kişilerin, yalnız markasına ve kalitesine bakarak değil, aynı zamanda onu üretenin imajına da bakarak tercih ettikleri bilindiğinden (Garih 2005: 100), kişiler ve kurumlar için son derece önemli bir özellik olmaktadır. İç ve dış hedef kitle üzerinde belli bilgilerin işleneceği standart şemalar oluşturma (Özüpek 2005: 110), inandırıcılık ve güven yaratma ile sürdürmek gibi önemli işlevleri yerine getiren imaj, fiziksel görüntü, kurumsal/kişisel iletişim ve kurumsal/kişisel davranışın toplamından oluşmaktadır (Peltekoğlu 2004: 358-359). Kişi ve kuruluş adına istenilen bir imajın oluşması için birçok ayrıntının değerlendirilmesi, dikkate alınması, çalışmaların yapılması, konular ve çalışmalar arasında da belli bir düzenin olması ve tüm hepsinin insanların beyninde bir araya gelmesi gerekmektedir. İmaj bilinçli çabalar neticesinde oluşturulabildiği gibi kendiliğinden de oluşması mümkün olabilmektedir. Ancak kendiliğinden oluşan imajın kişi, kurum ya da kuruluşa istenilen düzeyde katkı sağlaması pek mümkün olmamaktadır. Bakan’a (2005: 16-33) göre imaj çeşitleri arasında şunlar yer almaktadır: kurum imajı, ayna imajı, şimdiki imaj, şemsiye imajı, kuruluşun kendi algıladığı imaj, yabancı imaj, transfer imajı, mevcut imaj, istenen imaj, pozitif imaj, negatif imaj, marka imajı, ürün imajı, mağaza imajı ve kişi imajı. Ancak çalışmamız açısından önemli olanı, bizi alakadar edeni kişisel imaj olmaktadır. Kişisel imajın siyasal arenadaki adı ise “aday imajı” olarak geçmektedir. 2. ADAY İMAJI Adaylar seçimlerde, sonrasında, seçildikleri takdirde hükümette ve kamuoyunda bir siyasi partiyi temsil eden yüz ve seslerdir. Adayların seçimi, diğer organizasyonlara göre yaygın yapıdaki partilerin fonksiyonlarından birisidir ve seçimlerde rekabet için önem arz etmektedir (Hazan ve Rahat 2006: 368). Bazı durumlarda onların kişisel özellikleri, seçmenler nezdinde partilerden daha da önemli olabilmektedir (Öden 2003: 17). Özellikle de siyasi partilerin programları, gündem konularına ilişkin görüşleri ve seçim vaatleri birbirlerine yaklaşıp partiler arasındaki farklılıklar azaldığında, seçmenlerin rasyonel oy kullanma eğilimi arttığında bu durum daha da belirginleşmektedir. Seçmenler ve partiler açısından son derece önemli olan aday imajı, seçmenin, seçim yarışında adaylara ilişkin geliştirdiği tutumları ve duyguları (Uztuğ 1999: 67) olarak tanımlanmaktadır. Seçmende adaylara ilişkin gelişen tutum ve duygular ise, adayların kendilerini dış dünyaya sunma biçimlerinden oluşmaktadır (Özsoy 2004: 68) ve kişisel özellikleri tarafından belirlenmektedir. Sampson’a (1995: 11-12) göre bu özellikler kişisel imajı oluşturan özelliklerdir ve beş ana kategoriden oluşmaktadır. Bunlar: görünüş, beden dili, ün, iletişim tarzı ve duruştur. Bunların her birisi kendi içinde de alt kategorilere ayrılmaktadır ve tablo halinde gösterimi şu şekilde olabilmektedir: 97 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Görünüş Fiziksel Özellikler Giysiler Düzgün Giyim Beden Dili Tavırlar Poz Jestler Kullanılan alan Seçilen Konum KİŞİSEL İMAJ Ün Göze Çarparlık İlerleme Çizgi Deneyim Vasıflar Bilir’e (2008: 6-8) göre ise bunlar: - Adayın kişisel çekiciliği, - seçim çevresinin sorunları karşısındaki duyarlılığı, - seçim çevresinde milletvekilliği, belediye başkanlığı veya başka görevler dolayısıyla başarılı hizmetlerde bulunmuş olma, - dürüstlük, - güvenilirlik, - cinsiyet, İletişim Tarzı Konuşma tarzı Yazım tarzı Dinleme tarzı Düşünme tarzı Sunum tarzı Duruş Karizma Özgüven Kendine İnanma Özsaygı önce aynı konuda deneyim sahip olmak), bazı durumlarda dezavantaja da dönüşebilmektedir. Özellikle aynı kişilerin bu görevleri üst üste üstlenmesi yeni gelen genç siyasilerin önünü tıkadığı algısının ortaya çıkmasına neden olduğundan, “partinin seçilmişlerinde değişimin gerekliliği” fikrini tetikleyebilmektedir (Gallagher 1988: 248). Aday imajını oluşturan bu özelliklerin seçmen tercihinde, özellikle de Konya seçmeninde, ne derece etkili olduklarının araştırılması; hangilerinin daha önemli hangilerinin daha önemsiz olduklarının ortaya konulması gerekmektedir - özdeşleşme, - popülerlik, 3. SEÇMEN TERCİHİNDE ADAY İMAJININ ROLÜ - ün ve şöhret sahibi olmak, - zengin ve servet sahibi olmak, - eğitimli olmak, - meslek sahibi olmak, - mesleğinde uzman veya mesleğinde saygın olmak, - seçim bölgesinin etnik yapısıyla uyuşmak, - seçim bölgesinin sosyo-ekonomik ve kültürel özelliklerini taşımak, - seçim çevresine iş-doğum-aile bağları ile bağlı olmak, - parti içi aktiflik, - partide başarılı çalışma, - siyasi yeterlilik, - parti bağlılığı, - oy sayısını artırabilme ve seçmen desteğini kazanabilme kapasitesi olarak sıralanabilmektedir. Ancak, Sampson ve Bilir’in aday imajının oluşumunda belirleyici olarak sundukları “deneyim” ve “daha önce de seçilmişlik” (daha 98 Siyasal kampanyalar, parti programları ve adaylar hakkındaki enformasyonu seçmenlere ileterek onların bilgilenmeleri ve istenilen doğrultuda makul kararlar almaları (Varol 1988: 187-188) amacıyla düzenlenen bilinçli organize eylemler olmaktadır. Kamuoyunun önemsediği gündem konuları, tarihi geçmişi olan milli konular, ekonomik konular, sosyolojik konular, partilerin diğer partilere göre üstün vasıfları ile adayların ayırıcı üstün yönleri kampanyaların ana temalarını oluşturmaktadır. Bunlar arasından özellikle, adaya ait olumlu yönler kampanyaların en fazla vurgu yapılan kısmını oluşturmaktadır. Bunun temel nedeni ise, günümüzde siyasal aktörler arasındaki politik farklılıkların gittikçe azalması ve tüm partilerin program, proje ve tüzük olarak birbirine benzemesi (Oktay, 2002: 85) gösterilmektedir. Durum böyle olunca da farklılığı yaratan tek konu olarak aday imajı kalmaktadır. Aday imajının olumlu olması partiyi rakiplerine göre farklılaştırarak partinin avantajlı duruma geçmesini sağlayan önemli bir unsurken; partinin niteliklerinin (demografik, coğrafi ve ideolojik), seçmenlerin gözünde, örgütlenmesinin veya programının yapacağından daha iyi Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) tanımlanmasına da yardımcı olmaktadır (Hazan ve Rahat, 2006: 368). Bu nedenle siyasi partiler aday belirlemede aday imajının olumlu olmasını arar duruma gelmişlerdir. Aday imajı da diğer imaj çeşitleri gibi çalışılarak oluşturulabildiği gibi kendiliğinden de oluşma durumuna sahip olmaktadır. Ancak nasıl oluşursa oluşsun aday imajını etkileyen beş ana belirleyici bulunmaktadır. Bunlar (Devran 2003: 206-207): 1-) Adayın kişisel özellikleri: Adayın görüntüsü, sözlü iletişimi (konuşma ve ses kullanımı), sözsüz iletişimi (beden dili, mekan ve zaman kullanımı, giysileri, genel görüntüsü, renkleri, çevre ve aksesuarları), karakter (karizma, özgüven, özsaygı), yeterlilik (birikim, potansiyel, kişisel gelişim), deneyim, dikkat çekicilik, davranış ve tavırlardan oluşmaktadır. 2-) Adayın mevcut konumu (konular ve sorunlar karşısında takındığı tavır): Adayın gündemdeki sorun ve konulara karşı takındığı tavırdan ortaya çıkmaktadır. Gündemi meşgul eden sorun ve konuların aday tarafından ele alınış biçimi, konuya yaklaşımı ve çözüm önerileri medya aracılığıyla vurgulanarak adayın kişisel özellikleri gibi lanse edilir ki, bu süreç seçmenlerin zihninde adayın belirli bir konum edinmesini sağlamaktadır. 3-) Adayın çevresi (çalışma kadrosu, grup ilişkileri): “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözünün siyasetteki tezahürüdür. Adayların çalışma arkadaşları, ekipleri ve ilişkide olduğu grupların (cemaat, iş, dernek ve sosyal grupların), adayların imajlarının oluşumunda dolaylı etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Kaliteli, çalışkan, eğitimli veya dindar olan adayların yine kendileri gibi olan insanlarla ilişkili olup çalışabileceği; eğitimsiz, güvensiz, pasif veya dindar olmayan adayların da yine kendileri gibi insanlarla birlikte olup çalışabileceği inancından ortaya çıkmaktadır. 4-)Adayın bağlı bulunduğu parti ve ideolojisi: Siyasal partiler seçmenlerin oy verme tercihlerini etkileyen önemli kuruluşlardır. Genellikle siyasi bir geçmişe sahiptirler ve geçmişten günümüze çok fazla değişime uğramayan istikrarlı fikirleri, kadroları, genel başkanları, amb- lemleri ve işaretleri mevcuttur. Bunlar fikirleri ve halk arasındaki imajlar bakımından günübirlik değişime uğramazlar, sürekli olarak belirli konularda belirli tutum ve davranışları sergilerler. Bu nedenle partilerin halk arasındaki imajı aday imajının oluşumunda belirleyici olmaktadır. Partilerin sahip olduğu ideolojiler ise, partiler arasındaki farklılıkları ortaya koyan, propagandayı taşıyıcı özelliğe sahip düşünce ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır ve en önemli işlevleri parti ve adayları farklılaştırarak seçmenleri taraftar yapma özellikleridir. 5-) Siyasal kampanya faaliyetleri ve medya: Siyasal kampanya faaliyetleri ve medya da aday imajı oluşumunda son yıllarda önemi gittikçe artan faktörler arasında yer almaktadır (Damlapınar ve Balcı 2005: 63). Siyasal kampanyalar halkı bilgilendirme, onlara parti ve adaylar konusundaki farklılıkları fark ettirebilme işlevini yerine getirirken; siyasi içerikli mesajları geniş kitlelere ulaştıran medya ise, adayların toplumdaki itibarlarına büyük etki yapmaktadır (Devran 2003: 208). Haber ve bilgi vermek suretiyle kamuoyunu bilgilendiren, kamuoyunun serbestçe oluşmasını sağlayan medyanın (Işık 2008: 157), bireylerin siyasal davranışlarının oluşum aşamasına da önemli katkılar sağladığı bilinmektedir (Özkan 2004: 56). Adayların beğenilen yönlerini, geçmiş deneyimlerini ve başarıları hakkındaki bilgilerini yayınlayarak seçmen zihninde adaya yönelik olumlu imaj oluşumuna katkı sağlamaktadır. Bu anlamda adayların özellikle televizyon ekranındaki görünümleri, yansıttığı kişiliği, görüşleri ve bunları sunuş tarzı, aday imajının oluşturulmasında temel unsur olarak kabul edilmektedir (Uztuğ 1999: 155). Siyasi partiler aday imajından başka hangi konu ve hususların seçmen davranışında etkili olduğunu da araştırmaktadırlar. Özellikle dış hedef kitle konumunda olan seçmenlerin neye göre oy verdikleri ve oy verme davranışlarında nelerin etkili olduğu konusu en merak edilen ve bilinmek istenen kısmı oluşturmaktadır. Bu amaçla alanda yapılan bilimsel çalışmalar; seçmenin oy verme davranışında, belirli bir parti veya adayı tercih etmesinin sosyolojik, psikolojik ve rasyonel nedenlere bağlı olduğunu (Kalender 2005: 2) bularak, teorik önemi devam eden beş ana unsuru belirlemişlerdir. Bunlar (Boiney ve Paletz 1991: 3-4): 99 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Partiyle özdeşleşme, konu, seçmen grup üyeliği, geçmişi değerlendirici oy verme ve aday imajı olarak karşımıza çıkmaktadır. 1940 ile 1988 yılları arasında ortaya konulan siyaset bilimi modellerinde de seçmen davranışı ile ilgili çeşitli saptamalar bulunmaktadır ki; aralarında en fazla dikkati çekenler, partilerin gittikçe birbirine benzemeleri ve aday imajıdır. Bu saptamalar kısaca şu şekilde belirmektedir (Boiney ve Paletz 1991: 10): - Parti bağlılığı seçmen davranışını etkileyen temel bir değişken olmasına rağmen önemi gittikçe azalmaktadır. - Günümüze doğru gelindikçe parti imajının önemi azalırken, aday imajı sürekli olarak gelişim göstermektedir - Adayın konular karşısındaki tavırları, aday değerlendirmelerine katkıda bulunmaktadır ve aday imajını etkilemektedir. - Seçmenler geçmişe yönelik değerlendirmelerde bulunarak önceki seçimlerde tercih ettikleri parti veya aday yönünde tercihlerini oluşturmaktadırlar. - Gruplar, seçmenin oy verme kararında etkili olmakla birlikte; bazen seçmenler partizan ve grup etkilerinden bağımsız da hareket edebilmektedirler. Damlapınar ve Balcı’nın (2005: 73) 28 Mart 2004 Yerel Seçimleri öncesinde Konya seçmeni üzerinde yapmış oldukları “Seçmenin Zihnindeki Aday İmajını Belirleyen Etkenler: 28 Mart 2004 Yerel Seçimleri Alan Araştırması” isimli araştırmada da, aday imajını etkileyen ve dolayısıyla oy vermede en yüksek düzeyde önem atfedilen dört temel değişken bulunmuştur. Söz konusu değişkenler; adayın mevcut konumu, adayın karakteristikleri, adayın partisi ve ideolojisi, adayın yürüttüğü kampanya faaliyetleri ve medyadır. Özellikle adayın mevcut konumu ve karakteristiği değişkenleri içerisinde; “adayın dürüstlüğü”, “adayın yolsuzluklara karşı hassasiyeti”, “adayın çalışkanlığı”, “adayın tarafsız ve adil olması”, “şehir ve sorunlar hakkında bilgi sahibi olması” gibi maddeler seçmenlerin aday imajı oluşumunda önem atfettikleri faktörler olarak belirmiştir. 100 Yine bu araştırmanın ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan bir tanesi de, bir yerel adayın imajını, dolayısıyla oy potansiyelini etkileyen seçmene bağlı bir değişken olarak “siyasal kimlik” tanımlamasının ön plana çıkmasıdır. Buna göre seçmenin kendisini siyasi yelpazenin neresinde gördüğü ile adayın siyasal olarak nerede konumlandığı birbirleri ile yakın ilişki içerisinde olmaktadır. Yani muhafazakar bir seçmen, muhafazakar bir partinin muhafazakar adayına yönelmektedir. Yazarlara göre de bir yerel seçim sürecinde aday imajının oluşumu ve oy verme davranışının gelişimi, seçmenleri kendilerini siyasal yelpazenin neresinde tanımladıklarıyla doğru orantılı olarak gelişmektedir (Damlapınar ve Balcı 2005: 75). 4. ÇALIŞMANIN METODOLOJİSİ Seçmen tercihinde aday imajının rolünü ortaya koymak amacıyla yapılan bu çalışma, Konya merkezde alan araştırması yapılarak yürütülmüştür. Araştırma 15 – 22 Mart 2009 tarihleri arasında Merkez Selçuklu, Meram ve Karatay ilçelerinde seçmen statüsüne sahip 18 ve üzeri yaşta, 491 denek üzerinde yapılmıştır. Örneklem seçiminde 2007 Genel Seçimleri Seçmen Kütükleri esas alınmış ve tesadüfî örneklem yöntemi kullanılmıştır. Veri toplamada saha uygulayıcısı (anketör) olarak Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 2, 3 ve 4. sınıf öğrencileri kullanılmıştır. Anketin uygulanma şekil ve süreleriyle ilgili eğitime tabi tutulan uygulayıcılara, ikili münasebetlerdeki davranış ve hitabet şekli, deneğin etki altına alınıp yönlendirilmemesi, deneğin çevresindeki üçüncü şahıslardan etkilenmemesi için bağımsız ortamda soruların sorulmaları ile ilgili eğitimler verilmiştir. Ankete katılan deneklere 47 soru yöneltilmiş olup, bunların 13 tanesi çoktan seçmeli şıklardan oluşurken, 34 tanesi “Çok Önemli”den “Hiç Önemli Değil”e doğru sıralanan dört basamaklı ölçekten oluşmuştur. Özellikle çoktan seçmeli sorularda verilebilecek tüm cevaplar düşünülüp onlara uygun şıklar konulmuş, ancak her ihtimale karşı verilebilecek farklı cevaplar için de cevabın yazılabileceği “Diğer” seçeneği ihmal edilmemiştir. Anketten elde Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) edilen veriler SPSS 15.0 istatistik paket programı ile değerlendirilmiştir. Araştırmadan elde edilen verilerin analizinde sırasıyla; anket sorularını cevaplayanların demografik özelliklerini belirlemek için frekans analizi, iki grubun ortalamaları karşılaştırılarak, aradaki farkın rastlantısal mı, yoksa istatistiksel olarak mı anlamlı olduğuna karar vermek için T-testi (http://www.istatistikanaliz.com), demografik özelliklerle aday imajına etki eden değişkenler arasındaki ilişkiyi ortaya koymak içinde tek yönlü varyans analizi (Anova) kullanılmıştır. Çalışmanın temel soruları şunlardır: Soru 1.) Aday imajı oluşumunda etkili olan değişkenler nelerdir? Soru 2.) Aday imajına etki eden değişkenlerle demografik değişkenler arasında bir ilişki varmıdır? Soru 3.) Seçmenlerin karar verme süreçlerinde en fazla ön plana çıkardıkları unsurlar nelerdir? 5. BULGULAR Seçmen tercihinde aday imajının rolünün ve aday imajının oluşumuna etki eden unsurların araştırıldığı bu çalışma, 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Konya seçmeni üzerinde yapılan anket verilerinden elde edilen sonuçları içermektedir. Elde edilen verilerin yorumlanması neticesinde bir sonuca varmak hedeflendiğinden katılımcıların özellikleri ve anket sorularına vermiş oldukları cevaplar değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır. 5.1. Katılımcıların Demografik Özellikleri Katılımcıların özelliklerine ilişkin betimleyici istatistik sonuçları aşağıda sıralanmıştır: Araştırmaya katılan insanların cinsiyet dağılımlarına bakıldığında bunların % 56,8’nin erkek, % 43,0’nün bayan, % 0,2’sinin de bu soruya cevap vermedikleri görülmektedir. Bu veriler, katılımcıların cinsiyetleri arasında çok büyük bir farklılığın olmadığını, cinsiyet bakımından karşılaştırma yapmanın mümkün olduğu düzeyi içermektedir. Katılımcıların % 28,5’i 18-25 yaş aralığında, % 24,2’si 26-35 yaş aralığında, % 24,4’ü 36-45 yaş aralığında, % 14,1’i 46-55 yaş aralığında, % 5,7’si 56-65 yaş aralığında, % 2,2’si 66-75 yaş aralığında, % 0,6’sı da 76 ve üzeri yaş aralığında bulunurken, % 0,3 katılımcı ise bu soruya cevap vermemiştir. Elde edilen verilere göre, araştırmaya katılan deneklerin % 77,1’i 18-45 yaş aralığındadır. Türkiye’nin genç nüfusu göz önüne alındığında bu verilerin araştırma için uygunluk taşıdığı görülmektedir. Araştırmaya iştirak eden katılımcıların verdikleri bilgilere göre; % 23,0’ü ilkokul, % 13,0’ü ortaokul, % 23,4’ü lise, % 36,7’si üniversite ve % 3,7’si de lisansüstü eğitim düzeyine sahiptirler. % 0,2’lik bir denek ise bu soruyu cevapsız bırakmıştır. Bu bilgiler ışığında lise ve üniversite eğitimine sahip olan deneklerin % 63,8’lik bir oranla çalışmanın çoğunluğunu oluşturduğu gözlenmektedir. Katılımcıların % 61,7’si evli, % 35,4’ü bekâr, % 2,6’sı dul olarak medeni durumlarını beyan etmişlerken, % 0,2’lik bir kesim ise bu soruya cevap vermemeyi tercih etmişlerdir. Türkiye’de oy kullanma yaşının 18 ve üstü olduğu göz önüne alındığında, medeni durum olarak evli ve dul toplamının % 64,3’lük bir oranla yüksek çıkması gayet normaldir ve çalışma için sağlıklı bir veri özelliği taşımaktadır denilebilir. Araştırmaya katılmayı kabul etmiş katılımcıların mesleklerinin ne olduğu sorulduğunda, % 8,1’i işçi, % 22,8’i memur, % 12,6’sı serbest meslek, % 9,6’sı esnaf, % 2,0’si sanayicitüccar, % 7,7’si emekli, % 18,5’i ev hanımı, % 18,3 öğrenci cevabını verirken; % 0,2’si de bu soruya cevap vermemiştir. Verilerin dağılımına bakıldığında çok uç noktalarda sonuçlar içermediği, Türkiye’nin ortalama yapısına yakın olduğu, bu nedenle de çalışmada kullanılabilecek düzeyde önemlilik arz ettiği görülmektedir. Ailelerinin aylık ortalama gelir düzeylerine bakıldığında ise; % 9,6’sının 500 TL’den az, % 34,6’sının 501-1000 TL arasında, % 24,6’sının 1001-1500 TL arasında, % 12,0’sinin 15012000 TL arasında, % 9,6’sının 2001-2500 TL arasında, % 3,5’inin 2501-3000 TL arasında, % 2,9’unun 3001-3500 TL arasında ve % 2,9’unun da 3501 TL’den fazla gelire sahip 101 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 oldukları görülmektedir. % 0,4’lük bir kesim ise soruyu cevapsız bırakmıştır. Katılımcıların % 80,8’inin 501 TL ile 2500 TL arasında aylık gelire sahip oldukları belirmektedir ki; bu durum, ortalama çalışma hayatındaki aylık kazançları yansıtan veriler olduğundan çalışmada kullanılmasının uygunluk taşıdığı görülmektedir. 5.2. Aday İmajı Oluşumuna Etki Eden Faktörlerin Önem Düzeyleri Aday imajı oluşumuna etki eden adaya ait bir takım faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler adayın kişilik yapısından fiziki görüntüsüne, çalıştığı veya çalışacağı ekibinden partisine, tecrübesinden yeni uygulanabilir projelerine kadar çok çeşitli değişkenlerden oluşmaktadır. Ancak bunların bazıları seçmenlerce çok daha fazla önemsenirken bazıları daha az düzeyde önemsenmektedir. Aşağıda tablo 1’de seçmenlerin düşüncelerine göre aday imajı oluşumuna etki eden faktörler önem düzeylerine göre aritmetik ortalamaları alınarak sıralanmıştır. Buna göre seçmenler en fazla, adayın “dürüst olmasını” (A.O.= 3.85) önemserlerken ikinci olarak “güvenilir olmasını” (A.O.= 3.83), üçüncü olarak “eğitimli olmasını” (A.O.= 3.71), dördüncü olarak “çalışkan olmasını” (A.O.= 3.58) ve beşinci olarak ta “iyi bir ekibinin olmasını” (A.O.= 3.55) önemsemektedirler. Tablo 1. Aday İmajı Oluşumuna Etki Eden Faktörlerin Önem Düzeyleri Maddeler 1 Dürüst Olması 2 Güvenilir Olması 3 Eğitimli Olması 4 Çalışkan Olması 5 İyi Bir Ekibinin Olması 6 Yerel Yönetim Tecrübesine Sahip Olması 7 Ufkunun Geniş Olması 8 İnandırıcı Yeni ve Uygulanabilir Projelerinin Olması 9 Bürokraside Tecrübeli Olması 10 Milliyetçi Olması 11 Dindar Olması 12 Mesleğinin Yerel Yönetimde Avantaj Sağlayacak Türden Olması (Çevre Mühendisi, İnşaat Mühendisi, İşletmeci gibi…) 13 Siyasi Çizgisini Hiç Değiştirmemiş Olması 14 Laik Olması 15 Sizinle Aynı Partiden Olması 16 Genç Olması 17 Sizinle Aynı Etnik Kökenden Olması 18 Aday Olduğu Partinin İktidarda Olması 19 Yaşının Olgun Olması (En az 40 yaşında) 20 Erkek Olması 21 Bizim Şahsi İşlerimize Yardımcı Olması 22 Tanıdık Olması 23 Hemşeriniz Olması 24 Aynı Cemaate Mensup Olmanız 25 Aynı Sivil Toplum Kuruluşuna Üye Olmanız 26 Tanınmış, Köklü Bir Aileden Olması 27 Bayan Olması 28 Zengin Olması 29 Mahallenizin Çocuğu Olması 102 A.O. 3.85 3.83 3.71 3.58 3.55 3.53 3.51 3.48 3.24 2.98 2.86 2.78 S.S. 0.41 0.45 0.56 0.71 0.70 0.65 0.74 0.73 0.77 0.99 0.97 0.97 Min. 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 Max. 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 2.76 2.75 2.64 2.61 2.56 2.49 2.40 2.14 2.01 2.00 1.93 1.91 1.90 1.90 1.68 1.67 1.62 1.07 1.03 1.10 0.99 1.09 1.12 0.94 1.06 0.96 1.01 1.00 0.87 0.91 0.91 0.76 0.86 0.77 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) Öte yandan aday imajına etki eden değişkenler arasındaki ilişkinin düzeyini tanımlamak açısından korelasyon analizi sonuçları incelendiğinde en güçlü ilişkinin adayın dürüst olması ile adayın güvenilir olması arasında yaşandığı dikkat çekmektedir (r= .71, p< .01). Bir başka anlatımla seçim dönemlerinde aday imajı değerlendirmesinde adayın dürüstlüğüne önem veren seçmenler aynı zamanda adayın güvenilir bir karakteristiğe sahip olmasını beklemektedirler. Yine aday imajı değerlendirmesinde “aynı cemaate mensup olmamız” değişkenini önemseyen katılımcılar, “aynı sivil toplum kuruluşuna üye olmamız” değişkenini de önem atfetmektedirler (r= .56, p< .01). Diğer taraftan adayın “dürüst olması” ile “bizim şahsi işlerimize yardımcı olması” değişkenleri arasından negatif yönde bir ilişki söz konusudur (r= -.18, p< .01).Yani insanların adayın dürüst olması değişkenine verdikleri önem arttıkça; şahsi işlerine yardımcı olması değişkenine verdikleri önem azalmaktadır. Adayın dindar olması değişkeni ile adayın laik olması değişkeni arasında da negatif yönde zayıf bir ilişki bulunmaktadır (r= -.17, p< .01). Katılımcıların aday imajı değerlendirmesinde adayın dindar olması değişkenine verdikleri önemin derecesi arttıkça; adayın laik olması değişkenine verdikleri önem azalma göstermektedir (Bakınız Tablo2). Konya seçmeninin görüşlerini yansıtan bu ortalamalar, bir adayda aranan en önemli özelliğin “dürüstlük” olduğunu ortaya koyarken; bundan sonraki önemli dört unsurun gittikçe azalan ölçüde güvenilirlik, eğitimlilik, çalışkanlık ve iyi bir ekibinin olması gibi özellikler oluşturmaktadır. Seçmenlerce en az düzeyde önemsenen beş değişik unsur ise; adayla aynı sivil toplum kuruluşuna üye olmaları (A.O.= 1.90), adayın tanınmış, köklü bir aileden olması (A.O.= 1.90), adayın bayan olması(A.O.= 1.68), adayın zengin olması (A.O.= 1.67) ve adayın ma- hallelerinin çocuğu olması (A.O.= 1.62) olarak belirmektedir. Buna göre siyasi partilerin hemen her seçimde ısrarla üstünde durdukları ve aday belirleme kriterlerinde en ön şartlardan birisi olarak gördükleri; adayın tanınmış bir aileden olması, zengin olması ve adayın aday olacağı bölgede doğup büyümüş olması özelliklerinin aslında seçmenlerce sanıldığı gibi pek de önemsenen özellikler olmadıkları görülmektedir. 5.3. Seçmen Kararlarını ve Tercih Yapma Süreçlerini Etkileyen Unsurlar Boiney ve Paletz (1991: 3-4), seçmen kararlarının ve tercih yapma süreçlerinin beş ana unsuru olduğunu belirtmişlerdir. Bunlar: partiyle özdeşleşme, konu, aday imajı, seçmen grup üyeliği ve geçmişi değerlendirmek şeklinde sıralanmaktadır. Onların yapmış oldukları bu sıralama ile Konya seçmeninin ne kadar örtüşüp örtüşmediğinin ortaya konulması için “29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinde Oy Verme Davranışınızda Etkili Olabilecek Aşağıdaki Hususlar Sizin İçin Ne Derece Önemlidir?” Sorusu yöneltilmiştir. Alınan cevaplar Tablo-3’de de görüldüğü şekliyle aritmetik ortalamalarına göre en yüksekten en aşağı doğru sıralandığında ilk sırayı “yeni projelerinin olması” (A.O.= 3.55) alırken aşağı doğru, “adayın olumlu imajının olması” (A.O.= 3.43), “belediye başkanlığı görevinde deneyimli olması” (A.O.= 3.10), “her zaman desteklemiş olduğum partinin adayı olması” (A.O.= 2.90) ve “yakın çevremin bu partiyi destekliyor olması” (A.O.=2.09) şeklinde belirmektedir. Araştırma bulgularına göre, Konya seçmeni bir yerel seçimdeki adaya oy vermek için öncelikle onun yeni projelerinin olmasını (konuyu) en fazla önemserken, en az düzeyde de yakın çevresinin bu aday veya partiyi destekliyor olmasını (seçmen grup üyeliğini) önemsemektedir. 103 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Tablo -2: Aday İmajına Etki Eden Değişkenler Arasındaki Korelasyon Analizi Bulguları (Pearson r) 1.m 1.m 2.m 3.m 4.m 5.m 6.m 7.m 8.m 9.m 10.m 11.m 12.m 13.m 14.m 15.m 16.m 17.m 18.m 19.m 20.m 21.m 22.m 23.m 24.m 25.m 26.m 27.m 28.m 29.m 1 21a 22a 28a 23a -09 15a -04 -04 -00 11b 03 -02 -01 01 10b 07 06 14a 12a 11b 08 -02 05 -07 01 08 -03 00 1 23a 24a 18a 08 10b 05 02 00 14a 07 -00 04 04 05 01 05 33a 13a 09b 08 05 03 00 02 13a 00 13a 1 71a 31a -08 22a -18a -14a -07 09b 05 06 03 -07 23a -10b -13a 06 19a 06 -00 -08 -04 -14a -16a 04 -09 00 42a -05 22a -16a -10b -04 08 06 03 -01 -06 25a -07 -10b 10b 27a 08 03 -04 -02 -12a -10b 04 -07 06 1 04 28a -08 -00 -02 08 06 -00 -09 -05 21a 04 -02 10b 23a 16a 08 00 -02 -06 -10b 09 08 08 2.m 3.m 4.m 1 5.m. 6.m 1 7.m 8.m 9.m 10.m 11.m 12.m 13.m 14.m 15.m 16.m 17.m 18.m 19.m 20.m 21.m 22.m 23.m 24.m 25.m 26.m 27.m 28.m 29.m Not: a: p< .01; b: p< .05 104 -08 37a 43a 22a 15a 11b 06 08 26a -12 29a 30a 04 -06 14a 14a 22a 20a 36a 30a 11b 28a 13a 1 04 -04 02 02 05 08 00 -00 19a -04 -08 17a 27a 14a 07 -03 -02 -02 -06 04 04 03 1 40a 23a 12a 14a 03 03 26a -02 21a 31a 04 -03 06 08 21a 31a 37a 31a 02 26a 20a 1 31a 21a 12a 13a 06 30a -01 33a 33a 07 -00 15a 08 13a 15a 48a 29a 07 29a 16a 1 37a 21a 02 -02 21a -04 29a 25a 10b 01 08 08 19a 11b 28a 17a 03 22a 34a 1 14a 21a 13a 18a -07 20a 20a 18a 10b 07 14a 08 14a 10b 08 12b 23a 18a 1 14a -17a 14a 00 13a 26a 10b 02 17a 12a 28a 13a 10b 11b 00 14a 29a 1 46a 30a -01 10b 07 04 11b -02 05 -05 02 16a 08 -03 13a 04 1 29a 06 09b 01 -00 02 -03 -03 -11b 13a 08 07 -00 02 -11b 1 03 33a 32a 06 -03 09b 09 13a 17a 29a 21a 01 32a 15a 1 05 -05 14a 30a 07 02 01 -05 -05 -06 08 03 -02 1 56a 06 02 11b 18a 26a 29a 30a 25a 12b 28a 20a 1 09b -06 04 18a 32a 28a 32a 28a 10b 28a 25a 1 39a 16a 18a 04 06 -00 03 21a 04 08 1 26a 11b 01 -01 -03 -06 04 -01 00 1 30a 23a 17a 15a 09 14a 11b 14a 1 30a 21a 19a 18a 20a 25a 09 1 32a 32a 31a 10b 28a 21a 1 39a 33a 15a 24a 17a 1 55a 10b 43a 22a 1 32a 47a 26a 1 30a 07 1 32a 1 Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) Tablo 3. Seçmen Kararlarını Ve Tercih Yapma Süreçlerini Etkileyen Unsurlar Maddeler 1 Yeni Projelerinin Olması 2 Adayın Olumlu İmajının Olması 3 Belediye Başkanlığı Görevinde Deneyimli Olması 4 Her Zaman Desteklemiş Olduğum Partinin Adayı Olması 5 Yakın Çevremin Bu Parti veya Adayı Destekliyor Olması 5.4. Yerel Seçimlerle İlgili Günlük Olay ve Haberlerin Takip Edildiği Kitle İletişim Araçları Seçimler döneminde kamuoyunun gündemini belirlemek, gündem konularıyla ilgili bilgiler vermek, hedef kitleye aday ve partiyi tanıtmak için siyasi partiler ve adaylar kitle iletişim araçlarını sıklıkla kullanmaktadırlar. Kitle iletişim araçlarının artması, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması ve seçmenlerin hemen her taraftan enformasyon bombardımanına tutulması bunun en temel nedenlerini oluşturmaktadır. Konya’daki siyasiler ve partiler tarafından da sıklıkla kullanılan bu araç ve yöntemlerin seçmenler tarafından ne oranda takip edildiklerinin belirlenmesi için “seçimlerle ilgili günlük olay ve haberleri genellikle en çok hangi iletişim aracından alıyorsunuz?” sorusu yöneltilmiştir. Soruyu cevaplayan seçmenlerin büyük çoğunluğu bilgilenme aracı olarak televizyonu (% 68.0) kullandıklarını söylerken, internet (% 13.2), gazete (% 12.0), yakın çevre (% 4.9) ve radyo (% 1.8) daha düşük yüzdelik dağılımlarla ifade edilmişlerdir. Tablo 4. Yerel Seçimlerle İlgili Günlük Olay Ve Haberlerin Takip Edildiği Kitle İletişim Araçları Sayı 334 Yüzde 68.0 İnternet 65 13.2 Gazete 59 12.0 Yakın Çevre 24 4.9 Radyo 9 1.8 491 100.0 Televizyon TOPLAM Bu veriler, günümüz seçmeninin ezici çoğunluğunun (% 68.0) televizyonu takip ederek siyasi içerikli mesajları aldığını; geriye kalan iletişim araçlarının ise çok küçük oranda takip edildiklerini, özellikle de radyonun (% 1.8) en A.O 3.55 3.43 3.10 2.90 2.09 S .S. 0.65 0.71 0.92 1.03 0.97 Min. 1 1 1 1 1 Max. 4 4 4 4 4 az oranda takip edilen araç olduğunu ortaya koymaktadır. 5.5. Aday İmajı Değişkenleri İle Demografik Değişkenler Arasındaki İlişki Aday imajını oluşturan unsurlarla çeşitli değişkenler arasındaki ilişkinin olup olmadığı çalışma kapsamında analiz edilmiştir. Bu bağlamda; eğitim düzeyi, yaş, meslek, aylık gelir ve cinsiyet gibi değişkenler kullanılmıştır. 5.5.1. Eğitim düzeyi ve Aday imajı Aday imajını oluşturan unsurlarla eğitim düzeyi karşılaştırıldığında; yerel yönetim tecrübesine sahip olma (F= 3.17, p= ,014), adayın tanıdık olması (F= 2,68, p= ,031), adayın seçmenin şahsi işlerine yardımcı olması (F= 3.73, p= ,005), hemşeri olması (F= 3.42, p= ,009), seçmenle aynı partiden olması (F= 5,67 p= ,001), dindar olması (F= 8,86, p= ,001), ufkunun geniş olması (F= 3.20, p= ,013), erkek olması (F= 4,14, p= ,003), bayan olması (F= 3.54, p= ,007), tanınmış köklü bir aileden olması (F= 4,37, p= ,002) ve aday olduğu partinin iktidarda olması (F= 12,14, p= ,001) arasında anlamlı bir farklılaşmanın bulunduğu gözlenmektedir. Buna göre eğitim düzeyi arttıkça yerel yönetim tecrübesine sahip olmaya verilen önem azalmaktadır. İlkokul mezunlarının adayda yerel yönetim tecrübesinin bulunmasına verdiği önem ortalaması 3.62 iken, ortaokul mezunlarında 3.60, lise mezunlarında 3.44, üniversite mezunlarında 3.56, lisansüstü eğitim alanlarda ise 3.11’dir. Bu doğrultuda ortalamalar arasında çok büyük farklılıklar olmamasına rağmen, eğitim düzeyi yüksek olanların adayın yönetim tecrübesini daha az önemsedikleri ortaya çıkmaktadır. Eğitim düzeyiyle anlamlı farklılaşma gösteren diğer bir unsur adayın tanıdık olmasıdır. Eğitim 105 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 düzeyi arttıkça seçmenin adayın tanıdık olmasına verdiği önem azalmaktadır. İlkokul ve ortaokul mezunlarının adayın tanıdık olmasına verdikleri önem ortalaması 2.18, lise mezunlarının 2.00, üniversite mezunlarının 1.86, lisansüstü eğitimlilerin ise 1.66’dır. Buna göre, seçmenlerde eğitim seviyesi yükseldikçe adayın tanıdık olmasının öneminin gittikçe zayıfladığı ortaya çıkmaktadır. 2.33’dür. Bu verilere göre ilkokul ve ortaokul mezunlarının adayın dindar olmasını en yüksek oranda önemsedikleri; lise, üniversite ve lisansüstü eğitime sahip seçmenlerin ise eğitim seviyeleriyle doğru orantılı olarak önem derecesini düşürdükleri görülmektedir. Buna göre ilk ve ortaokuldan sonra eğitim seviyesi yükseldikçe adayın dindarlığına verilen önem derecesi düşmektedir denilebilir. Eğitim düzeyi ile farklılaşma gösteren bir diğer unsur adayın seçmenin şahsi işlerine yardımcı olmasıdır. Buna en fazla ilkokul mezunları 2.31 önem derecesi ile önem verirken, ortaokul mezunları 1.90, lise mezunları 1.92, üniversite mezunları 1.90, lisansüstü eğitimli seçmenler 1.77 önem derecesi ile daha az önem vermektedirler. Ortaya çıkan bu sonuçlara göre ilkokul mezunlarının kendi şahsi işlerine yardımcı olabilecek bir adaya daha fazla yönelebilecekleri görülmektedir. Adayla seçmenin aynı cemaate mensup olması seçmenler tarafından önemsenmekte ve seçmenin eğitim seviyesine göre değişik önem dereceleriyle ifade edilmektedir. İlkokul mezunu seçmene göre bunun önem derecesi 2.04, ortaokul mezunu seçmene göre 1.98, lise mezunu seçmene göre 2.04, üniversite mezunu seçmene göre 1.73, lisansüstü eğitime sahip seçmene göre de 1.83 olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre ilkokul ve lise mezunları adayla aynı cemaate mensup olmayı en fazla önemseyen eğitimliler olurken, üniversite mezunları da en az düzeyde önemseyen kesimi oluşturmaktadır. Seçmenlerin eğitim düzeylerine göre önemsenen ve farklılaşma gösteren bir diğer unsur adayın hemşeri olmasıdır. Bu durum ilkokul mezunlarında 2.23 önem derecesine sahipken, ortaokul mezunlarında 1.96, lise mezunlarında 1.78, üniversite mezunlarında 1.83, lisansüstü eğitimlilerde ise 1.88’dir. Buna göre adayın hemşeri olması en fazla ilkokul mezunlarınca, en az da lise mezunlarınca önemli bulunmaktadır. Adayın kendisiyle aynı partiden olması da seçmenler tarafından önemsenmektedir. İlkokul mezunlarının adayın kendi partilerinden olmasına verdikleri önem derecesi 2.92, ortaokul mezunlarının 2.84, lise mezunlarının 2.73, üniversite mezunlarının 2.35, lisansüstü eğitimliler 2.55’dir. Buna göre lisansüstü eğitimlilerle üniversite mezunları yüksek eğitimli olarak aynı kategoride değerlendirilecek olursa; eğitim seviyesi yükseldikçe adayın seçmenle aynı partiden olma öneminin de azaldığı görülmektedir. Konya’da adayın dindar olması seçmenler tarafından önemsenen bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Araştırmaya göre ilkokul mezunlarının adayın dindar olmasına verdikleri önem ortalaması 3.17, ortaokul mezunlarının 3.19, lise mezunlarının 2.81, üniversite mezunlarının 2.62, lisansüstü eğitimlilerin 106 Adayın ufkunun geniş olması seçmenler tarafından önemsenen bir diğer unsur olmakla birlikte eğitim seviyelerine göre farklılıklar göstermektedir. İlkokul mezunlarına göre adayın ufkunun geniş olmasının önem derecesi 3.46, ortaokul mezunlarına göre 3.28, lise mezunlarına göre 3.52, üniversite mezunlarına göre 3.60, lisansüstü eğitimlilere göre ise 3.83’dür. Bu veriler ışığında ilk ve ortaokul mezunlarını ilköğretim olarak değerlendirerek verilere bakacak olursak, eğitim seviyesi yükseldikçe adayın ufkunun geniş olmasına verilen önem derecesi de artmaktadır denilebilmektedir. Adayların cinsiyetleri de seçmenlerin eğitim düzeylerine göre değişik ortalamalarda önemsenen unsurlar olmaktadır. Adayın erkek olması ilkokul mezunu seçmenlerde 2.28, ortaokul mezunlarında 2.32, lise mezunlarında 2.27, üniversite mezunlarında 1.88, lisansüstü eğitimine sahip seçmenlerde ise 2.11 önem ortalamasına sahiptir. Buna göre adayın erkek olması en fazla ortaokul eğitimine sahip seçmenlerce önemsenirken; en az düzeyde de üniversite mezunlarınca önemsenmektedir. Adayın bayan olmasının seçmenlerin eğitim düzeyleriyle ilişkilerine bakıldığında ise; ilko- Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) kul mezunlarının önem derecesi ortalamaları 1.81, ortaokul mezunlarının 1.61, lise mezunlarının 1.80, üniversite mezunlarının 1.55, lisansüstü eğitimlilerin 1.38 olduğu görülmektedir. Buna göre adayın bayan olmasını en fazla ilkokul mezunu seçmenler önemserken; en az olarak da lisansüstü eğitimliler önemsemektedirler. Eğitim düzeyiyle anlamlı farklılaşma gösteren diğer bir unsur adayın tanınmış, köklü bir aileden olmasıdır. Eğitim düzeyi arttıkça seçmenin adayın tanımış köklü bir aileden olmasına verdiği önem de azalmaktadır. İlkokul mezunlarının adayın tanınmış, köklü bir aileden olmasına verdikleri önem ortalaması 2.17, ortaokul mezunlarının 2.00, lise mezunlarının 1.89, üniversite mezunlarının 1.73, lisansüstü eğitimlilerin ise 1.61’dir. Buna göre, seçmenlerin eğitim seviyesi yükseldikçe adayın tanınmış, köklü bir aileden olmasına verilen önem de gittikçe zayıflamaktadır. Eğitim düzeyiyle anlamlı farklılaşma gösteren son unsur adayın, aday olduğu partisinin iktidarda olmasıdır. Eğitim düzeyi arttıkça, aday olunan partinin iktidarda olmasına verilen önem azalmaktadır. İlkokul mezunlarının adayın partisinin iktidarda olmasına verdikleri önem ortalaması 2.98, ortaokul mezunlarının 2.65, lise mezunlarının 2.53, üniversite mezunlarının 2.20, lisansüstü eğitimlilerin ise 1.55’dir. Buna göre, seçmenlerin eğitim seviyesi yükseldikçe adayın, aday olduğu partisinin iktidarda olmasının önemi de azalmaktadır. Aday olunan partinin iktidarda olmasını en fazla ilkokul mezunları önemserken; en az olarak da lisansüstü eğitime sahip seçmenler önemsemektedirler. 5.5.2. Yaş ve Aday İmajı Aday imajını oluşturan unsurlarla deneklerin yaşları karşılaştırıldığında; hemşeriniz olması (F= 3.30, p= ,003), siyasi çizgisini hiç değiştirmemiş olması (F= 2.38, p= ,028), inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olması (F= 4.74, p= ,000), yaşının olgun olması (en az 40 yaşında) (F= 2.69, p= ,014) ve tanınmış köklü bir aileden olması (F= 2.48, p= ,022) arasında anlamlı farklılaşmanın olduğu gözlenmektedir. Araştırmadan elde edilen verilerde adayın hemşeri olması durumunun çeşitli yaş kategori- sinde bulunan seçmenlerce farklı düzeylerde önemsendikleri görülmektedir. Buna göre; yaşı 18-25 arasında olan seçmenlerin adayın hemşerileri olmasına verdikleri önem ortalaması 1.74 iken, 26-35 yaş arası 1.88, 36-45 yaş arası 2.09, 46-55 yaş arası 1.91, 56-65 yaş arası 2.37, 6675 yaş arası 2.54, 76 yaş ve üzeri denekler ise 1.00 olarak belirmektedir. Bu verilere göre adayın hemşeri olmasını en fazla 66-75 yaş aralığındaki seçmenler önemserken; en az düzeyde de 18-25 yaş aralığındaki seçmenlerle 76 yaş ve üzeri seçmenler önemsemektedir. Araştırmada seçmenin yaşıyla, adayın siyasi çizgisini hiç değiştirmemiş olmasına verilen önem arasında da farklılıkların olduğu görülmektedir. Yaşı 18-25 arasında olan seçmenlerin adayın siyasi çizgisini hiç değiştirmemiş olmasına verdikleri önem ortalaması 2.55, 26-35 yaş arası 2.87, 36-45 yaş arası 2.94, 46-55 yaş arası 2.55, 56-65 yaş arası 2.88, 66-75 yaş arası 3.09, 76 yaş ve üzeri denekler ise 3.00 olarak belirmektedir. Bu verilere göre adayın siyasi çizgisini hiç değiştirmemiş olmasını en fazla 66-75 yaş aralığındaki seçmenler önemserken en az da 18-25 yaş ile 46-55 yaş arası seçmenler önemsemektedir. Seçmenlerin yaşıyla adayın inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olmasına verilen önem arasında da farklı önem dereceleri ortaya çıkmaktadır. Yaşı 18-25 arasında olan seçmenlerin adayın inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olmasına verdikleri önem ortalaması 3.43, 26-35 yaş arası seçmenlerin 3.56, 36-45 yaş arası seçmenlerin 3.44, 46-55 yaş arası seçmenlerin 3.59, 56-65 yaş arası seçmenlerin 3.42, 66-75 yaş arası seçmenlerin 3.63, 76 yaş ve üzeri seçmenlerin ise 1.00’dir. Buna göre 46-55 yaş aralığındaki seçmenler, adayın inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olmasını en fazla önemseyen kesimi oluşturmaktadırlar. Seçmenin yaşıyla adayın yaşının olgunluğuna verilen önem ortalaması arasında da farklılaşmalar bulunmuştur. Buna göre seçmenlerden yaşı 18-25 arasında olanların adayın yaşının olgun olmasına verdikleri önem ortalaması 2.31, 26-35 yaş arası 2.24, 36-45 yaş arası 2.45, 46-55 yaş arası 2.73, 56-65 yaş arası 2.51, 6675 yaş arası 2.54, 76 yaş ve üzeri denekler ise 1.66 olmaktadır. Bu verilere göre adayın yaşı- 107 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 nın olgun olmasını en fazla önemseyenlerin 4655 yaş aralığındaki seçmenlerden oluştuğu görülmektedir. Adayın tanınmış, köklü bir aileden gelmesine verilen önemle seçmenlerin bulunduğu yaş kategorisi arasında anlamlı ilişki gözlenmektedir. Çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde adayın köklü bir aileden gelmesine verilen önemle seçmenlerin yaşları arasında farlılıklaşmalar bulunmaktadır. Yaşı 18-25 arasında olan seçmenlerin adayın tanınmış, köklü bir aileden olmasına verdikleri önem ortalaması 1.73 iken, 26-35 yaş arası 1.94, 36-45 yaş arası 1.92, 46-55 yaş arası 2.20, 56-65 yaş arası 1.81, 66-75 yaş arası 1.90, 76 yaş ve üzeri denekler ise 1.00 olarak belirmektedir. Bu verilere göre adayın tanınmış, köklü bir aileden gelmesine en fazla önem verenler 46-55 yaş kategorisi arasındaki seçmenlerden oluşmaktadır. 5.5.3. Meslek ve Aday İmajı Aday imajını oluşturan unsurlarla meslekler karşılaştırıldığında; iyi bir ekibinin olması (F= 2.25, p= ,029), bizim şahsi işlerimize yardımcı olması (F= 4.43, p= ,000), hemşeriniz olması (F= 2.19, p= ,033), sizinle aynı partiden olması (F= 2.45, p= ,018), dindar olması (F= 4.86, p= ,000), laik olması (F= 2.64, p= ,011), aynı cemaate mensup olmanız (F= 2.66, p= ,010), genç olması (F= 2.38, p= ,021), erkek olması (F= 2.62, p= ,011), bayan olması (F= 2.90, p= ,006), mahallenizin çocuğu olması (F= 2.06, p= ,046) ve aday olduğu partinin iktidarda olması (F= 4.99, p= ,000) arasında anlamlı farklılaşmanın bulunduğu gözlenmektedir. Seçmenin sahip olduğu mesleği, adayların birlikte çalıştığı veya çalışacağı ekiplere değişik düzeylerde önem ortalamaları vermelerine neden olmaktadır. Mesleği işçi olanların adayın iyi bir ekibinin olmasına verdikleri önem ortalaması 3.45, memur 3.72, serbest meslek 3.40, esnaf 3.57, sanayici-tüccar 3.30, emekli 3.54, ev hanımı 3.63 ve öğrenci 3.43 olarak belirmektedir. Bu ortalamalara bakıldığında adayın iyi bir ekibinin olmasını en fazla önemseyenlerin, devlet memurlarından oluştuğu görülmektedir. Meslekle, adayın seçmenin şahsi işlerine yardımcı olması arasında değişik düzeyde önem 108 dereceleri ortaya çıkmaktadır. İşçi 2.52, memur 1.70, serbest meslek 1.98, esnaf 1.95, sanayicitüccar 1.60, emekli 1.86, ev hanımı 2.16 ve öğrenci 2.15’dir. Bu verilere göre en çok işçilerin; en az da sanayici ve tüccarların adayın kendi şahsi işlerine yardımcı olmasını istedikleri görülmektedir. Seçmenin mesleğiyle adayın hemşeri olmasına verilen önem ortalaması arasında farklılaşmalar bulunmaktadır. İşçi 2.10, memur 1.91, serbest meslek 1.86, esnaf 2.21, sanayici-tüccar 1.70, emekli 2.05, ev hanımı 2.06 ve öğrenci 1.64’dür. Adayın hemşeri olmasını en fazla önemseyen meslek grubu esnaflar; en az önemseyenler ise öğrenciler olarak belirmektedir. Ortaya çıkan bu sonuçlar esnafların daha çok yerel ölçekte ticaret yapmasından, yöresel insanlarla irtibatlı olmasından kaynaklanırken; öğrenci, sanayici-tüccar, memur gibi hemşeriliği en az önemseyen meslek gruplarının ilişkilerinin ise daha geniş boyutlar içermesinden kaynaklanmaktadır. Adayın, seçmenin desteklemiş olduğu partiden aday olmasına verilen önemle seçmenlerin meslekleri arasında farklılaşmalar bulunmaktadır. Buna göre işçi 2.85, memur 2.37, serbest meslek 2.70, esnaf 2.85, sanayici-tüccar 2.40, emekli 2.86, ev hanımı 2.86 ve öğrenci 2.48’dir. Bu verilere göre; emekliler ve ev hanımları adayın kendisiyle aynı partiden olmasını en fazla düzeyde önemserlerken; memurlar, en az düzeyde önemsemektedirler. Seçmenlerin meslekleriyle adayın dindar olmasına verilen önem arasında farklılaşma görülmektedir. Buna göre önem ortalamaları işçi 3.07, memur 2.59, serbest meslek 2.91, esnaf 3.04, sanayici-tüccar 2.80, emekli 3.00, ev hanımı 3.21 ve öğrenci 2.56’dır. Konya seçmeninden ev hanımları yerel seçimlerde adayın dindar olmasını en fazla önemseyen kesimi oluştururken en az önemseyenler ise, öğrencilerden ve memurlardan oluşmaktadır. Seçmenlerin meslekleriyle adayın laik olmasına verilen önem arasında da farklılaşma bulunmaktadır. Çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde adayın laik olmasına verilen önem işçilerde 2.87, memurlarda 2.71, serbest meslekte 2.91, esnafta 2.80, sanayici-tüccarda 2.90, emeklide 2.45, ev hanımında 2.47 ve öğrencide Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) 3.02 çıkmaktadır. Ortaya çıkan verilere göre meslek gruplarından öğrencilerin adayın laik olmasını en fazla oranda önemseyenler olduğunu, emeklilerinse en az düzeyde önemseyenler olduğu görülmektedir. Seçmenlerin meslekleriyle aday imajı unsurlarından aynı cemaate mensup olma arasında da verilen önem bakımından farklılaşma bulunmaktadır. İşçi 2,22, memur 1.73, serbest meslek 1.96, esnaf 2.14, sanayici-tüccar 1.80, emekli 1.69, ev hanımı 2.03 ve öğrenci 1.83’dür. Bu verilere göre, adayın kendileriyle aynı cemaate mensup olmasını en fazla işçiler önemserken, emeklilerde en az düzeyde önemsemektedirler. Meslek kategorileriyle adayın genç olmasına verilen önem arasında da anlamlı farklılaşma bulunmaktadır. Özellikle ev hanımlarıyla işçiler adayın genç olmasını en fazla önemseyen meslek gruplarını oluşturmaktadır. Çoklu karşılaştırma tablosunda işçilerin 2.77, memurların 2.70, serbest mesleklilerin 2.39, esnafın 2.65, sanayici-tüccarın 1.90, emeklinin 2,52, ev hanımının 2.82 ve öğrencinin 2.46 ortalamaya sahip oldukları görülmektedir. Buna göre adayın genç olmasını en az oranda sanayicitüccarların önemsedikleri ortaya çıkmaktadır. Seçmenlerin mesleklerine göre adayların cinsiyetlerine verilen önem ortalaması farklılıklar göstermektedir. Adayın erkek olmasını işçi 2.70 ortalamayla önemserken, memur 1.95, serbest meslek 2.14, esnaf 2.10, sanayici-tüccar 2.20, emekli 2.08, ev hanımı 2.30 ve öğrenci 2.01’le önemsemektedir. Verilerin geneline bakılacak olursa adayın erkek olmasını en fazla önemseyenlerin işçiler, en az önemseyenlerin de memurlar olduğu görülmektedir. Adayın bayan olmasını ise; işçi 1.92, memur 1.52, serbest meslek 1.65, esnaf 1.78, sanayicitüccar 1.30, emekli 1.47, ev hanımı 1.86 ve öğrenci 1.66 ortalama ile önemsemektedirler. Buna göre de, adayın bayan olmasını en fazla önemseyenler yine işçiler olurken, en az önemseyenler ise sanayici-tüccarlar olarak belirmektedir. Mahallemizin çocuğu olması yargısına verilen önem seçmenlerin bağlı bulunduğu meslek grubuna göre farklılık göstermektedir. Buna göre söz konusu yargıya en fazla önem verenler işçiler (2.00), en az önem verenler de sanayici-tüccarlar (1.40) olmaktadır. Çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde araştırmaya katılanlar arasında işçilerin, memurlara ve öğrencilere göre adayın mahallelerinin çocuğu olması yargısına daha fazla önem verdikleri görülmektedir. Aday olunan partinin iktidarda olması yargısına verilen önem de seçmenlerin bağlı bulunduğu meslek grubuna göre farklılık göstermektedir. Çoklu karşılaştırma tablosunda mesleklere göre önem ortalamalarına bakıldığında işçi 2.90, memur 2.12, serbest meslek 2.44, esnaf 2.53, sanayici-tüccar 2.40, emekli 2.86, ev hanımı 2.85 ve öğrenci 2.31 ortalama ile önemsemektedirler. Buna göre aday olunan partinin iktidarda olması yargısına en fazla önemin işçiler tarafından, en az öneminde memurlar tarafından verildiği görülmektedir. Araştırmaya katılanlar arasından işçiler, emekliler ve ev hanımları memurlara göre, ev hanımları da öğrenciye göre adayın partisinin iktidarda olmasını daha fazla önemsedikleri ortaya çıkmaktadır. 5.5.4. Aylık Gelir ve Aday İmajı Aday imajını oluşturan unsurlarla seçmenlerin aylık geliri karşılaştırıldığında; tanıdık olması (F= 2.45, p= ,018), bizim şahsi işlerimize yardımcı olması (F= 5.45, p= ,000), sizinle aynı partiden olması (F= 2.12, p= ,040), dindar olması (F= 3.49, p= ,001), milliyetçi olması (F= 4.08, p= ,000), laik olması (F= 2.07, p= ,045), sizinle aynı etnik kökenden olması (F= 2.09, p= ,042), inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olması (F= 3.02, p= ,004), aynı sivil toplum kuruluşuna üye olmanız (F= 2.20, p= ,033), aynı cemaate mensup olmanız (F= 4.38, p= ,000), ufkunun geniş olması (F= 2.77, p= ,008), erkek olması (F= 2.28, p= ,027), bayan olması (F= 2.91, p= ,005), tanınmış, köklü bir aileden olması (F= 2.65, p= ,010) ve aday olduğu partinin iktidarda olması (F= 5.39, p= ,000) arasında anlamlı farklılaşmanın bulunduğu gözlenmektedir. Seçmenlerin aylık geliri ile adayın tanıdık olması değişkeni arasındaki ilişki incelendiğinde; adayın tanıdık olmasına en fazla önem verenlerin aylık 500 TL’nin altında geliri bulu- 109 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 nanlar (2.42), en az önem verenlerin ise 3000 TL’nin üzerinde gelire sahip olanlar (1.64) olduğu gözlenmektedir. Aynı ilişki, adayın seçmenin şahşi işlerine yardımcı olması değişkeninde de görülmektedir. Adayın şahsi işlerine yardımcı olmasını en fazla önemseyen gelir grubu, 500 TL ve altındakiler (2,74) iken, en az önemseyenler ise aylık 3000 TL’den fazla gelire (1,71) sahip olanlardır. Sizinle aynı partiden olması değişkenine verilen önem katılımcıların aylık gelirlerine göre farklılık göstermektedir. Tukey testi ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde söz konusu farklılık 500 TL’den az gelire sahip (3.08) olanlarla 1501-2000 TL arasında gelire sahip olanlar (2.40) arasında yaşanmaktadır. Adayın dindar olmasına verilen önemle aylık gelir düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına dayanılarak karşılaştırıldığında; 500 TL ve altı geliri olanlarla, 2001-2500 TL ile 3001-3500 TL arasında gelire sahip olanların farklılaştığı dikkati çekmektedir. Aylık geliri 500 TL’nin altında olan katılımcıların 3.14 aritmetik ortalama değeriyle, 2001-2500 TL aylık gelire sahip olanlar (2.48) ve 3001-3500 TL aylık geliri olanlardan (2.21) farklılaştığı ortaya çıkmaktadır. Adayın milliyetçi olması değişkeni ile katılımcıların aylık gelirleri arsında da anlamlı bir ilişki söz konusudur. Aylık geliri 2501-3000 TL arasında olanlar; geliri 501-1000 TL, 10011501 TL, 1501-2000 TL ve 2001-2500 TL arasında olanlara göre adayın milliyetçi bir kimliğe sahip olmasını daha az önemli görmektedirler. Adayın laik olması değişkeni ile aylık gelir düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına dayanılarak incelendiğinde; 1001-1500 TL arası geliri olanlarla, 2501-3000 TL gelire sahiplerin ve yine 1501-2000 TL arasında gelire sahip olanlarla 2501-3000 TL gelire sahip olanların farklılaştığı dikkati çekmektedir. Bir başka anlatımla 1001-1500 TL arasında gelire sahip olanlar 2501-3000 TL arasında aylık geliri bulunanlara nazaran ve yine 1001-1500 TL arasında aylık kazancı olanların 2501-3000 TL arası aylık geliri olanlara göre adayın laik olmasına daha fazla önem atfetmektedirler. 110 Katılımcıların aylık gelir düzeyleri bakımından “sizinle aynı etnik kökenden olması” değişkenine verdikleri önem anlamlı bir şekilde farklılaşmaktadır. Ancak Tukey testi ve çoklu karşılaştırma tablosuna göre gruplar arasında ortaya çıkan farklılığın kaynağı belirsizdir. Adayın “inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olması” değişkeni ile katılımcıların aylık gelir durumları karşılaştırıldığında; 25013000 TL aylık gelire sahip olan katılımcılar 3.88 aritmetik ortalama değeriyle, 500 TL’den az gelire sahip olanlara (3.19) göre adayın inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olmasını daha fazla önemsedikleri görülmektedir. Katılımcıların aylık gelir düzeyleri bakımından “aynı sivil toplum kuruluşuna üye olmanız” değişkenine verdikleri önem anlamlı bir şekilde farklılaşmaktadır. Ancak Tukey testi ve çoklu karşılaştırma tablosuna göre gruplar arasında ortaya çıkan farklılığın kaynağının belirsizliği dikkat çekmektedir. Adayla aynı cemaate üye olma değişkenine verilen önemle aylık gelir düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına dayanılarak karşılaştırıldığında; aylık geliri 500 TL’nin altında olan katılımcıların 2.48 aritmetik ortalama değeriyle, 501-1000 TL (1.86), 1001-1500TL (1.89), 1501-2000 TL (1.71), 2001-2500 TL (1.93) ve 3001-3500 TL (1.42) aylık geliri olanlardan farklılaştığı ortaya çıkmaktadır. “Adayın ufkunun geniş olması” değişkenine verilen önem katılımcıların aylık gelirlerine göre farklılık göstermektedir. Tukey testi ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde söz konusu farklılık 2001-2500 TL arasında gelire sahip olanlarla (3.76), aylık 500 TL’den az gelire sahip katılımcılar arasında (3.29) yaşanmaktadır. “Adayın erkek olması” değişkenine verilen önem katılımcıların aylık gelirlerine göre farklılık göstermektedir. Aylık geliri 500 TL’den az olanlar (2.55), aylık geliri 1501-2000 TL arasında olanlara göre (1.89) bu maddeye daha fazla önem atfetmektedirler. Katılımcıların aylık gelir düzeyleri bakımından “Adayın bayan olması” değişkenine verdikleri Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) önem anlamlı bir farklılık göstermektedir. Söz konusu farklılık 500 TL’den az gelire sahip olanlarla (2.00) 3001-3500 TL arasında aylık gelir kategorisinde yer alan katılımcıların (1.14) farklı düşünmelerinden ileri gelmektedir. Adayın “tanınmış köklü bir aileden olması” değişkenine verilen önemle katılımcıların aylık gelir düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına dayanılarak incelendiğinde; 500 TL ve altı geliri olanlarla, 501-1000 TL ile 1001-1500 TL arasında gelire sahip olanların farklılaştığı dikkati çekmektedir. Aylık geliri 500 TL’nin altında olan katılımcıların 2.38 aritmetik ortalama değeriyle, 501-1000 TL aylık gelire sahip olanlar (1.90) ve 1001-1500 TL aylık geliri olanlardan (1.82) farklılaştığı dikkati çekmektedir. Son olarak adayın “mensup olduğu partinin iktidarda olması” değişkeni ile katılımcıların aylık gelir düzeyi karşılaştırıldığında; aylık geliri 3001-3500 TL arasında olan katılımcıların 1.28 aritmetik ortalama değeriyle, 500 TL’den az (2.87), 501-1000 TL (2.63), 10011500TL (2.56) ve 2001-2500 TL (2.61) arası aylık geliri olanlardan farklılaştığı ortaya çıkmaktadır. 5.5.5. Cinsiyet ve Aday İmajı Seçmenlerin cinsiyetleri ile aday imajı değişkenlerine verdikleri önem bakımından farklılaşmaları ortaya koymak amacıyla bağımsız örneklem T-testi uygulanmıştır. Elde edilen verilere göre seçmenlerin “Bizim şahsi işlerimize yardımcı olması” değişkenine verdikleri önem bakımından cinsiyetler arasında anlamlı farklılaşma vardır (t= -1.97, p< .05). Bu değişkene, bayanlar (A.O.= 2.11) erkeklere (A.O.= 1.93) göre daha fazla önem atfetmektedirler. Adayın laik olması değişkenine verilen önemle seçmenlerin cinsiyetleri arasında da anlamlı farklılaşma vardır (t= -197, p< .05). Cinsiyetlere göre adayın laik olmasına verilen önem bayanlarda (A.O.= 2.86) daha yüksekken, erkeklerde (A.O.= 2.67) daha düşük olmaktadır. Bu ortalamalara göre adayın laik olması bayan seçmenler tarafından daha fazla önemsenmektedir. Seçmenlerin “adayın bürokraside tecrübeli olması” değişkenine verdikleri önem bakımından cinsiyetler arasında anlamlı farklılaşma vardır (t= -2.05, p< .05). Bu değişkene bayanlar (A.O.= 3.33) erkeklerden (A.O.=3.18) daha fazla önem vermektedirler. “Adayın yaşının olgun olması (en az 40 yaşında)” da seçmenlerin cinsiyetlerine göre anlamlı farlılaşma içermektedir (t= -2.36, p< .05). Adayın yaşının olgun olmasını bayanlar (A.O.= 2.52) erkeklerden (A.O.= 2.31) daha fazla önemsemektedirler. “Adayın erkek olması” ise seçmenlerin cinsiyetlerine göre anlamlı farklılaşma içeren bir başka unsur olmaktadır (t= 2.77, p< .05). Buna göre erkek seçmenler (A.O.=2.25) bayan seçmenlerden (A.O.= 1.99) daha büyük oranda adayın erkek olmasını önemsemektedirler. “Adayın bayan olması” da seçmenlerin cinsiyetlerine göre anlamlı farklılaşma içeren bir başka unsurdur (t= -2.74, p< .05). Bu değişkene ise, bayanlar (A.O.= 1.78) erkeklerden (A.O.= 1.59) daha fazla önem atfetmektedirler. Elde edilen verilere göre bayan seçmenlerin, adayın şahsi işlerine yardımcı olmasını, adayın laik olmasını, adayın bürokraside tecrübeli olmasını, adayın yaşının olgun olmasını (en az 40 yaşında) ve adayın bayan olmasını erkeklerden daha fazla önemsedikleri; erkek seçmenlerin ise sadece “adayın erkek olmasını” bayanlardan daha fazla oranda önemsedikleri ortaya çıkmaktadır. SONUÇ Yerel veya genel seçimlerde oy kullanacak seçmenler hangi patiye ya da hangi adaya yönelik oy kullanacakları yönündeki tercihlerini yaparlarken çeşitli kriterleri göz önünde bulundurarak bu kararı vermektedirler. Bu kriterler adayın eğitiminden, cinsiyetinden, tanınmışlığından, dindarlığından, laikliğinden, çalışacağı ekibinden, zenginliğinden, yeni projelerinin olmasından, genç olmasından, bayan olmasından, dürüstlüğünden, çalışkanlığından, giyim kuşamı, duruşu, hitabeti, üye olduğu cemaati, üyesi olduğu sivil toplum kuruluşu ve güvenilirliği gibi birçok özelliğinden oluşmaktadır. 111 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Bu özelliklerin toplamı ise adayın imajını oluşturmaktadır. 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Konya seçmeni üzerine yapılan bu araştırma seçmen tercihinde aday imajının rolünü ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Siyasilerin her zaman çokça söyledikleri imaj, gerçekten seçmen tercihinde etkili midir? Ya da imajın hangi unsuru daha fazla etkilidir? Etkili ise seçmene göre önemliliği ne ölçüdedir? Bunların ortaya konulması; siyasilerce nelerin daha fazla dikkate alınması, nelerin daha geri plana atılması gerektiği hususunda bilgilere ulaşılmıştır. Seçmen tercihinde aday imajının rolünün ortaya konulması amacıyla Konya seçmeni üzerinde yapılan çalışmada elde edilen bulgular: erkek olmasına, adayın bayan olmasına, adayın tanınmış köklü bir aileden olmasına ve adayın partisinin iktidarda olmasına az önem verirlerken, adayın ufkunun geniş olmasına ise daha fazla önem vermektedirler. Düşük eğitimli seçmenler ise yüksek eğitimli seçmenlerin tersi bir durum sergilemektedirler. Yaş kategorilerine göre: Orta yaş üzeri seçmenler adayın hemşerileri olmasını, siyasi çizgisinde kırıklık olmamasını, yeni, uygulanabilir projelerinin olmasını, yaşının olgun (en az 40 yaşında) olmasını ve tanınmış köklü bir aileden gelmesini en fazla önemserlerken; genç seçmenler ise bu özellikleri en az düzeyde önemsemektedirler. Mesleklerine göre: Seçmenlerin % 68.0’lik büyük çoğunluğu yerel seçimlerle ilgili günlük olay ve haberleri televizyondan takip etmektedirler. İnternet, gazete gibi online ve basılı görsel medyadan haber alanların oranı ise % 12.0-13.0’lerde kalmaktadır. 1940’ların popüler propaganda aracı olan radyo ise % 1.8’lik takip edilme oranıyla kendisine en son sırada yer bulabilmektedir. Seçmenler oy kullanacakları bir adayda bulunması gereken en önemli özellik olarak dürüstlük, güvenilirlik, olumlu imaj ve yeni projelere sahip olmayı ararlarken; en az düzeyde de zenginlik, aynı mahallede yaşıyor olmak ve yakın çevrenin bu adayı destekliyor olmasını aramaktadırlar. Bunlardan dürüstlük ve güvenilirlik gibi en fazla önemsenen özellikler, 28 Mart 2004 Yerel Seçimleri için Konya seçmeni üzerinde alan araştırması yapan Damlapınar ve Balcı’nın çalışmalarında da belirtilmektedir. Aday imajını oluşturan unsurlar seçmenlerin eğitim düzeylerine, yaşlarına, mesleklerine, aylık gelirlerine ve cinsiyetlerine göre değişik önem düzeylerine sahip olmaktadır. Eğitim düzeylerine göre: Yüksek eğitimli seçmenler adayın yerel yönetim tecrübesine sahip olmasına, adayın tanıdık olmasına, adayın şahsi işlerine yardımcı olmasına, adayın hemşerileri olmasına, adayın kendi partilerinden olmasına, adayın dindar olmasına, adayın kendi cemaatlerinden olmasına, adayın 112 Memurlar, en fazla adayın iyi bir ekibe sahip olmasını önemserlerken, en az da kendi desteklediği partinin adayı olmasını, Öğrenciler, en fazla adayın laik olmasını önemserlerken; en az da dindar olmasını ve hemşerileri olmasını, Evhanımları, en fazla adayın dindar olmasını ve kendi desteklediği partinin adayı olmasını, Esnaflar, en fazla adayın hemşerileri olmasını, Emekliler, en fazla adayın kendi desteklediği partinin adayı olmasını, İşçiler ise, en fazla adayın kendi şahsi işlerine yardımcı olmasını, kendisiyle aynı cemaate mensup olmasını, erkek olmasını, bayan olmasını, mahallelerinin çocuğu olmasını ve aday olduğu partinin iktidarda olmasını önemsemektedirler. Aylık gelirlerine göre: Aylık geliri 500 TL’den az olan seçmenler adayın tanıdık olmasını, şahsi işlerine yardımcı olmasını, kendi partisinin adayı olmasını, aynı sivil toplum kuruluşuna üye olmalarını, aynı cemaate mensup olmalarını, erkek olmasını, tanınmış köklü aileden olmasını ve aday olduğu partinin iktidarda olmasını en fazla düzeyde önemsemektedirler. En az düzeyde ise, adayın Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114) yeni ve uygulanabilir projelerinin olmasına önem vermektedirler. Aylık geliri 1501 TL- 2000 TL arasında olan seçmenler adayın laik olmasını en fazla önemseyenlerdir. Aylık geliri 2501 TL- 3000 TL arasında olan seçmenler adayın dindar olmasını, milliyetçi olmasını, inandırıcı yeni projelerinin olmasını ve ufkunun geniş olmasını en fazla düzeyde önemseyenlerdir. Aylık geliri 3001 TL- 3500 TL arasında olan seçmenler hiçbir şeyi en yüksek düzeyde önemsemezlerken; adayın tanıdık olmasını, şahsi işlerine yardımcı olabilmesini, kendisiyle aynı partiden olmasını, dindar olmasını, aynı etnik kökenden olmalarını, aynı sivil toplum kuruluşuna üye olmalarını, aynı cemaate mensup olmalarını, bayan olmasını, tanınmış bir aileden olmasını ve aday olduğu partinin iktidarda olmasını en düşük düzeyde önemsemektedirler. Aylık geliri 3501 TL’den çok olan seçmenler adayın bayan olmasını ve kendisiyle aynı etnik kökenden olmasını en fazla düzeyde önemsemektedirler. Seçmenlerin cinsiyetlerine göre aday imajı unsurlarına yaklaşımları: Bayan seçmenler adayın şahsi işlerine yardımcı olmasını, laik olmasını, bürokraside tecrübeli olmasını, yaşının olgun olmasını ve bayan olmasını en fazla düzeyde önemsemektedirler. Erkek seçmenler ise, adayın erkek olmasını en fazla düzeyde önemsemektedirler. Ortaya çıkan bu sonuçlar Konya seçmeninin yerel yönetim adayları hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır. Ancak her ne kadar Konya ölçeğinde yapılan bir çalışmanın sonuçları olsa da, alanda, bundan sonra yapılacak çalışmalar ve siyasi uygulayıcılar için fikir verecek nitelikte bulgular içermektedir. Özellikle uygulayıcıların hangi seçmen kitlesine hangi konularda vurgu yapması, hangi iletişim kanallarını kullanması, verilecek mesajlarda daha çok hangi konuların öne çıkartılması gerektiği; seçmenlerin eğitim düzeyleri, yaşları, cinsiyetleri, mes- lekleri ve gelir durumları dikkate alınarak yapılırsa çalışmaların etki gücünün artacağı, boşa zaman ve maddi kaynak israfının önleneceği öngörülmektedir. Sonuç olarak seçmenler oy verecekleri adaylarda, sıradan hemen tüm insanlarda da olması gereken, bir takım özellikler aramaktadırlar. Bunlar; adayın dürüstlüğü, güvenilirliği, eğitimli olması, çalışkan olması, iyi bir ekibinin olması, yeni projelerinin olması, ufkunun geniş olması, imajının düzgün olmasıdır. Uygulayıcılar tarafından çok önemli olarak görülen ve seçmenin oy verme kararında etkili olduğu sanılan hemşerilik, aynı cemaate mensup olma, mahallenin çocuğu olması, aynı sivil toplum kuruluşuna üye olunması, adayın tanınmış, köklü bir aileden olması, adayın bayan olması ve adayın zengin olması gibi özelliklerin ise; sanıldığı kadar etkili olmadıkları, çok yoğun olarak bunların ön plana çıkartılmasıyla seçmenlerin etkilenemeyecekleri, ancak diğer özellikler yanında çok küçük katkı yapabilen özellikler olduğu ortaya çıkmaktadır. KAYNAKLAR Bakan Ö (2005) Kurumsal İmaj: Oluşumu ve Etkili Faktörler, Tablet Yayını, Konya. Bakan Ö (2008) Kurumsal Kimlik ve İmaj, Ahmet Kalender ve Mehmet Fidan (ed.), Halkla İlişkiler, Tablet Yayını, Konya, ss.289-310. Bilir F (2008) Adaylık ve Meclis’te Yenilenme, Yasama Derg, S.9, 6-16. Boiney J ve Paletz D L (1991) In Search of the Model: Political Science Versus Political Advertising Perspectives on Voter Decision Making, F Biocca (ed), Television and Political Advertising, Vol. 1: Psychologial Processes, Lawrence Erlbaum Associates, New Jersey, pp. 3-25. Damlapınar Z ve Balcı Ş (2005) Seçmenin Zihnindeki Aday İmajını Belirleyen Etkenler: 28 Mart 2004 Yerel Seçimleri Alan Araştırması, Selçuk İletişim Derg, 4 (1), 58-79. Daver B (1968) Siyasal Bilimine Giriş, S.B.F. Yayını, Ankara. Devran Y (2003) Siyasal Kampanya Yönetimi: Mesaj, Strateji ve Taktikler, And Yayınları, İstanbul. 113 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Ertekin Y (1986) Halkla İlişkiler ve Görüntü Yaratma, Fermani Maviş (der), Halkla İlişkiler (Seçme Yazılar), Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, s. 288298. Gallagher M (1988) Introduction, Michael Gallagher ve Michael Marsh (eds), Candidate Selection in Comparative Perspective: The Secret Garden of Politics, Sage Publications, London. Garih Ü (2005) Pazarlama-Tanıtım Halkla İlişkiler, Hayat Yayınları, İstanbul. Gözübüyük A Ş (1991) Anayasa Hukuku, Savaş Yayınları, Ankara. Hazan R Y ve Rahat G (2006) The Influence of Candidate Selection Methods on Legislatures and Legislators: Theoretical Propositions, Methodological Suggestions and Empirical Evidence, The Journal of Legislative Studies, 12 (3- 4), 366-385. http://www.istatistikanaliz.com/t-testi.asp.tr, (Erişim Tarihi: 29.12.2009) Işık M (2008) Türkiye’deki İletişim Sisteminin Medya Siyaset İlişkilerine Yansımaları, Zülfikar Damlapınar (ed), Medya ve Siyaset, Eğitim Kitabevi, Konya, ss. 147-163. Kalender A (2005) Siyasal İletişim: Seçmenler ve İkna Stratejileri, Çizgi Kitabevi, Konya. Mardin B (1986) İmaj Noktalardan Oluşan Resim Gibidir, Fermani Maviş (der), Halkla İlişkiler (Seçme Yazılar), Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, ss. 299-303. Oktay M (2002) Politikada Halkla İlişkiler, Derin Yayınları, İstanbul. Öden M (2003) Seçmenlerin “Kişi Tercihi” Açısından Seçim Sistemleri, Yetkin Yayınları, Ankara. Özkan A (2004) Siyasal İletişim: Partiler, Seçimler, Stratejiler, Nesil Yayınları, İstanbul. Özsoy O (2004) Seçmen-Siyasetçi İlişkileri Ekseninde Başarılı Siyasetçinin El Kitabı, Hayat Yayıncılık, İstanbul. Özüpek M N (2005) Kurum İmajı ve Sosyal Sorumluluk, Tablet Yayını, Konya. 114 Peltekoğlu F B (2004) Halkla İlişkiler Nedir, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul. Sakal M (1998) Siyasal Karar Alma Sürecinde Yeralan Aktörler ve Rolleri, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Derg, 13 (1), den aktaran www.canaktan.org /ekonomi /anayasal-iktisat/ diğer yazılar/sakalsiyasal-karar-alma.pdf, Erişim Tarihi: 19.10. 2009. Sampson E (1995) İmaj Faktörü, Hakan İlgün (çev), Rota Yayın Tanıtım, İstanbul. Teziç E (1996) Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul. Uztuğ F (1999) Siyasal Marka: Seçim Kampanyaları ve Aday İmajı, MediaCat Yayınları, Ankara. Varol M (1988). Siyasal Alanda Halkla İlişkiler, Halkla İlişkiler Sempozyumu–87, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayını, Ankara, ss.187-190. Yeşil R (2002) Okul ve Ailede İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, Nobel Yayınları, Ankara. SİYASİ PARTİLERİN KADINA İLİŞKİN SÖYLEM VE POLİTİKALARI (AKP VE CHP ÖRNEĞİ) Banu Terkan* ÖZET Siyasi partiler iktidar olma ya da iktidara ortak olma mücadelelerinde siyasal iletişim stratejilerini etkin bir şekilde kullanarak, amaçlarına kısa sürede ulaşmalarını sağlayacak politikalar üretirler ve söylemler geliştirirler. Daha fazla seçmen kitlesini etkilemek için izlenen stratejiler ise, kimi zaman partilerin bir takım konularda ürettikleri politikaların ve vaatlerin gerçek hayatta tam anlamıyla bir karşılığının olmamasına neden olmaktadır. Bu durumu en iyi gözlemleyebileceğimiz alanlardan biri siyasi partilerin kadına yönelik üretmiş oldukları politika ve söylemler alanıdır. Kadının toplumsal yaşamın her alanında görünür olma adına verdiği mücadelede siyasi partiler bu mücadelenin önemli bir parçası olmak yerine popülist söylemler içerisinde kadın seçmeni çekebilmenin yollarını aramakta, siyasette ve kamusal yaşamın bir çok alanında ikincilleştirilen kadın yine siyasi partilerin cinsiyetçi ideolojileri içerisinde var edilmeye çalışılırken aslında görmezden gelinmektedir. Bu çalışmada belirtilen kaygılardan hareket edilerek 2007 Genel Seçimleri sonucunda Türkiye’nin iktidar partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kadın söylemi ve politikaları incelenmiştir. Ele alınan konu AKP ve CHP’nin parti programları, seçim bildirgeleri, gazete siyasal reklamları gibi parti politikalarını ortaya koyan temel yayınları ve uygulamaları çerçevesinde analiz edilmiştir. AKP’nin 2001 yılında yayınladığı ve bugüne kadar değişiklik yapmadığı parti programı, CHP’nin 2008 yılında yayınladığı son parti programı ve her iki partinin 2007 Genel Seçimleri’ne ait seçim beyannameleri ve gazete siyasal reklamları çalışmada incelenmiş ve bu veriler çerçevesinde her iki partinin kadın söylemi ve politikaları belirlenmeye çalışılmıştır. Anahtar sözcükler: Kadın, parti programları, seçim bildirgeleri, siyasal reklamlar. POLITICAL PARTIES’ DISCOURSES AND POLICIES CONCERNING WOMAN (THE CASES OF AKP AND CHP) ABSTRACT In their struggle to rise to power or to be part of the power, political parties produce policies and develop discourses that would enable them to achieve their goal in a short time by using efficiently their political communication strategies. Due to strategies that they follow with a view to influencing a larger amount of voters cause, it happens from time to time that policies that they come up with and promises they make concerning certain issues do not exactly correspond to real life. One of the areas in which to best observe such situations is the policies and discourses that political parties produce towards women. When it comes to women’s struggle to be visible in every part of social life, political parties, instead of being an important part of that struggle, look to attract more female votes through populist discourses. Thus while women who are sidelined in much of public life are given appearance in the parties’ sexist ideologies, they are in fact being ignored. It is with these concerns that this study examines the discourses and policies concerning women of the AKP (Justice and Development Party), which came to power after the 2007 general elections, and of the CHP (Republican People’s Party), the main opposition party. The topic at hand is analyzed by examining party programs, election campaign manifestos, newspaper political advertisements, major political practices and publications propagating policies. This study first examines especially the AKP’s party program, which was published in 2001 and has not been modified since then, the CHP party program last published in 2008, and finally both parties’ election declarations and newspaper political ads for the 2007 elections and then, based on these data, tries to make out what the both parties’ discourses and policies regarding women are. * Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Keywords: Woman, party programs, election manifestos, political ads. GİRİŞ Siyaset; önermeleri, dili, örgütlenme biçimi, siyasetin oluşum süreci gibi aşamalarıyla cinsiyetçiliği içinde barındıran bir alandır. Bu durumun en somut olarak görülebileceği yerlerden biri siyasal partilerin söylem ve uygulama alanlarıdır. Siyasal partilerin örgütlenme biçimleri siyaset yapma ve uygulama tarzı, her iki cinsi siyaset yapmaya çağırışındaki farklılıklar siyasi arenada yer almak için mücadele veren kadına karşı alınan tavır ve geliştirilen tutumlar cinsiyetçiliğin en temel göstergeleridir. Bu cinsiyetçilik erkek politikacılar gibi kadın politikacıların da büyük bir bölümü tarafından normal bir durum olarak kabullenilmiştir (Çakır 2001: 398-401). Burada önemli olan nokta siyasi yapılanmaların cinsiyetler açısından bakıldığında eşitsizlik üzerine temellenmiş bir durumun varlığını sorunsallaştırıp sorunsallaştırmadıklarıdır. Cinslerarası eşitlik politikalarının siyasal partiler tarafından benimsenmesi ve iktidara gelen bir siyasal partinin ulusal politikaları arasına bu politikaları da yerleştirebilme başarısı büyük ölçüde siyasi partilerin ideolojik eğilimlerine de bağlı kalmaktadır. Yapılan çözümlemeler sağ ve muhafazakâr partilerin kadınlarla ilgilendiklerinde onları anne ve eş rollerine uyumlu biçimde, aile kurumu içinde ve onun koruyucusu ve sürdürücüsü olarak ele alma eğilimi gösterdikleri yönündedir. Sol partilerin ise; eşitliğin gereğine inanan bir ideolojik çerçeve içerisinde, eşitsizlik sorununun ancak kolektif çözümler üretilerek ve devlet aygıtları aracılığıyla bu alana müdahale edebilecek politikaların geliştirilebilmesiyle çözümlenebileceğine inandıkları varsayılmaktadır. “Çalışan kadın” veya “birey olarak kadın” kimliğini savunan bu ideolojik çerçevede eşitlik, bağımsızlık ve özgürlük söylemi sol eğilimli partilerde belirleyici olmaktadır. Liberal partiler ise; genel olarak cinslerarası eşitlik ve özgürlük ilkelerine dayanmakla birlikte devletin zorlayıcı müdahalelerine yol açan kamu politikalarına kuşku ile yaklaşmaktadırlar. Eşitliğin ancak zaman içerisinde kadınların güçlenmesi ile çözülebileceğine olan inanç liberal partilerde daha belirgindir (Sancar-Üşür 1997: 36-37). 116 Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki; siyasi partilerin kadına yönelik söylemleri parti programlarında, tüzüklerinde çoğu zaman kadını ötekileştirmeyen bir içeriğe sahip gibi görünse de, bu durum söylemsel düzlemde kalmakta ve kadın konusu üzerine vurgular kadın seçmeni yakalamada bir araç olarak kullanılmaktadır. Tokgöz (1996: 57-58) Türkiye’de siyasal partilerin kadın seçmeni yakalamak, onları yönlendirebilmek için çeşitli yöntemler kullandıklarını aslında temel amaçlarının seçmenin oylarını partilerine çekmek olduğunu belirtmekte ve kadın-siyaset düzleminde yapılan tartışmaların çelişkili yönünün; bir yandan kadınların siyasetten, toplumdan beklentileri, özel yaşamdan ve toplum yaşamından kaynaklanan sorunları ve topluma giderek artan katılımları söz konusu iken, diğer taraftan kadınların oylarını erkek egemen siyaseti dönüştürmeden çekmeye çalışan siyasal partilerin bulunması olarak imlemektedir. Bu çalışma belirtilen çelişkili durumu sorunsallaştırarak Türkiye’de siyasi partilerin kadına ilişkin söylem ve politikalarını şu an Türkiye’nin iktidar partisi olan AKP ve ana muhalefet partisi olan CHP’nin söylem ve politikalarını analiz ederek ortaya koymayı amaçlamıştır. Her iki partinin kadına ilişkin söylem ve politikalarının siyasal ideolojilerine paralel olarak bir görüntü verip vermediği, kadının hangi konularla ilişkilendirilerek ele alındığı, ne tür politikaların üretildiği, kadının hangi alanlarda ön plana çıkarılmaya çalışıldığı hangi alanlarda yok sayıldığı, cinsiyetçi politikaların bu iki partinin kadın söylemine nasıl yansıdığı incelenmiştir. Çalışmada öncelikli olarak kadının kamusal ve özel alan ikiliğinde var olma mücadelesinin ve cinsiyete dayalı iktidar ilişkileri içerisinde nasıl konumlandırıldığının analiz edilmesi gerektiği düşünülmüş ve bu doğrultuda değerlendirmeler yapılmıştır. Türkiye’de kadının toplum içindeki yerini belirleyen dinamikler ortaya konularak, bunun sonucunda ortaya çıkan egemen kadın paradigmasının tarihsel yansımaları da işaretlenmiştir. Egemen anlayışın devam ettirilmesinde rolü olan siyasi iktidarların ve yapılanmaların neden sorunların kökenine inmek yerine popülist söylemler Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) içerisinde ve vaatlerle dolu bir yaklaşım içerisinde kadınları yakalamaya çalıştıkları ve bu anlamda hangi stratejilere başvurdukları da incelenmiştir. 1. CİNSİYETE DAYALI İKTİDAR İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE İNŞA EDİLEN KADINLIK DURUMLARI Cinsiyet politikaları üzerine geliştirilecek her türlü söylem kadınlık ve erkeklik durumlarını tanımlamada iktidar ilişkilerini temel almak zorundadır. Cinsiyet temelli iktidar analizlerinde ya da feminist söylemin özellikle ön plana çıkardığı toplumsal cinsiyet kavramı çerçevesinde yapılacak her türlü çözümlemede ne iktidarın ne demokrasinin cinsiyeti ne de cinsiyetler siyasetinin varlığı gözardı edilebilir. Sancar (2009: 49) modern cinsiyet rejimlerinin cinslerin ikili karşıtlığına ve bunların aralarındaki hiyerarşik düzene dayalı kadınlık-erkeklik tanımlarına dayandığının altını çizerken, bu zihniyetin kapitalist düzenin gelişimine paralel olarak ortaya çıktığını ve bu durumun Batı modernliğinin temel bir özelliği olduğunun iddia edildiğini belirtmektedir. Bu bakış açısı aslında cinsiyet politikaları ve iktidar arasındaki ilişkileri kavramada önemli bir boyuta dikkat çekmektedir. Pelizzon (2009: 351-356) feodalizmden kapitalizme kadının konumunun nasıl değiştiğini araştırdığı çalışmasında, toplumsal cinsiyetin kapitalizm ile birlikte oluşup onun yapılarından biri haline geldiğini, toplumsal cinsiyetin ataerki ile kadınların iktisaden marjinalleştirilmesini birleştirerek tâbi ve bağımlı bir insan grubu yarattığını ifade etmektedir. Kadının toplumsal yaşamdaki konumu incelendiğinde aslında toplumsal cinsiyetin icadının erkekleri, kadınların toplumsal statüsünün tam zıttı bir yerde konumlandırarak kadınları tâbi, erkekleri de hakim kılmayı başardığı (Werlhof 2008, Connell 1998: 75, Mitchel 1998: 27-29) çok açık görülebilir. Modern cinsiyet rejiminin oluşum süreci analiz edildiğinde cinslerin farklılaştırılma stratejilerinin endüstriyel kapitalizmin gereklerine uygun olarak bir seyir izlediği gözlemlenebilir. XIX. yüzyılda burjuvazinin kendini aristokratik ayrıcalıklar karşısında güçlendirme gereksinimlerine paralel olarak ortaya attığı “özel alan” ve “kamusal alan” ayrımının cinsiyet farkları ve hiyerarşileri ile ilgili bir ayrıma dönüştürülmüş olması buna tipik bir örnektir (Sancar 2009: 49). XIX. yüzyıl liberal düşüncesi kamusal ve özel alanlar arasındaki vazgeçilmez ayrım temelinde özgürlük alanının bireyin özel yaşantısında aile içinde olduğunu varsayarken, kamusal alan erkeklerin alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Birey; erkek demek daha doğru olacaktır ailenin özel alanında özgürlüğünü kısıtlama olmaksızın kullanabilmektedir. İki alanın birbirlerine karşıt olarak kurgulanması ve kamusal yaşamın aile yaşamından koparılmasıyla birlikte kadınların aile ve özel yaşam içinde konumlandırılması bireysel erkeğin özgürlüğüne anlamını kazandıran şey olarak değerlendirilmelidir. Çok uzun bir süre kadınların yurttaşlık haklarından yoksun bırakılmış olmaları, yani kamusal alandan ve dolayısıyla da “yurttaşlığın” tanımından dışlanmış olmaları gerçeği klasik “yurttaş” ve “birey” soyutlamalarının cinsiyet açısından nötr değil tümüyle eril bir nitelik taşıdığının bir göstergesidir (Berktay 2006: 37-38, Heater 2007: 179). Pateman’ın (1993: 120) da vurguladığı gibi modern siyaset teorisi o kadar ataerkildir ki bir çok teorisyen birey hakkında tartışmasına ve uğraştıkları konunun kamusal dünya ile ilişkili olduğunu düşünmesine rağmen “birey”, “kamusal” gibi kavramların nasıl kadın doğası ve “özel” alana zıt ataerkil kategoriler olarak kurulduğu yeterince sorunsallaştırılmamaktadır. Oysa ki; Köker’in (2004: 543) çözümlemelerini takip edecek olursak, kamusal yaşamın her köşesine sinmiş olan cinsiyetçilik, kadınların özel yaşamlarıyla ilişkili bir konudur. Kadınların kamu yaşamına katılımını engelleyen, özel hayatların yaşanma biçiminin kadınların özel hayatlarının yaşanma biçimine içkin olan şiddet, itaat ve tanıma anlayışları da modern ataerkil politik kavrayışın sonucudur. Bu politik kavrayış kadınları cins olarak toplumsal iktidarın ve mülkiyetin dışında tutarken, bu ikincilleştirmenin en önemli desteği ve meşrulaştırıcısı kadınların özel alandaki etkinleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsiyete dayalı işbölümü kadınları yeniden üretim işlevleriyle sınırlandırdığından, kadın “kamusal” olanın uzağında bir yerlerde konumlandırılmaktadır. Bir yandan çocuk bakımı, evle ilgili sorumluluklar onları fiilen politik etkinlikten uzaklaştırırken, öte yandan da politikanın ve genel 117 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 olarak kamusal olanın kadınları dışlayan yapısı onların özel alan içine sıkışmalarını kolaylaştırmıştır. Bu durumun elbette ki pratik politik sonuçları olmuştur (Bora 2004: 531) ve politik sonuçlar feminist harekete de anlamını veren ve bu hareketin sadece toplumsal bir hareket değil, siyasal bir hareket olduğunun da anlaşılmasına neden olan boyuttur. Feminist siyaset bilimciler, kamusal ve özel alandaki karşılıklı ilişkileri ortaya koyarak bir yandan aile içindeki cinsiyet ayrımından doğan eşitsizliğin kadınların kamusal yaşama girmesini engellediğini, diğer taraftan ise devletin aileye müdahale etmekte, mevcut güç dengelerini meşrulaştırmakta ya da yeniden gözden geçirmekte olduğunu ortaya koyarak, hem özel ve kamusal alan arasındaki ilişkiyi dikkate alan hem de eşitsizliğin ve kadınların hiyerarşideki ikincil konumlarının aşılmasını hedefleyen bir yaklaşım sergilemişlerdir (Wedel 2001: 22). Kadın hareketi “kişisel olan politiktir”(1) iddiasını gündeme getirerek 1960’larla birlikte kamusal ve özel, kişisel ve politik arasındaki tüm ayrımları tartışma konusu yapmıştır (Phillips 1995: 124). 1970’lerde kadınlarla erkeklerin farklılıkları üzerinde yoğunlaşan feminist ilgi, 1980’lerle birlikte kadınların kendi aralarındaki farklılıklara da yönelmiştir (Bora 2005: 41) ve özellikle feminist araştırmalar tek bir kadınlık olmadığını, kadınlığın sadece pasif bir bağımlılık olarak ele alınamayacağını söyleyerek, yaşa, sınıfa, etnik kökene göre değişen farklı kadınlık deneyimlerinin önemine işaret etmişlerdir (Sancar 2009: 27, Donovan 1997: 351). Türkiye’de ise; 1980’lerle birlikte özellikle kadın hareketi kamusal ve özel alan arasındaki belirgin ayrımlaşmanın sorgulanmasını bir politik mücadele eksenine oturtmakla işe başlamıştır ve 1960’larda batılı kadınların kullandığı “kişisel olan politiktir” sloganı Türkiye’ye ancak 1980’lerde taşınabilmiştir. 1980-1990 arası Türkiye’de kadınların toplumsal cinsiyete ilişkin konuların tartışıldığı, kadın olmanın ve kadınlığın anlamlarının belirginleştirildiği, feminizmin bir toplumsal proje olarak ele alındığı, farklılıkların tanımlandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemi anlatan en uygun tanımlamalar ise “bilinç yükseltme”, “güçlenme” ve “duyarlılık yaratma” olarak tarif edilebilir (Timisi ve Ağduk Gevrek 2007: 14-15). Ancak 118 şunu belirtmek gerekir ki, Türkiye’de feminizm ilk kez 1980’lerde gündeme gelmemiştir. Kökleri XIX. yüzyılın sonlarına giden neredeyse yüzyıllık bir tarihi geçmişi vardır (Tekeli 1993: 30). 2. TÜRKİYE’DE MODERNLEŞME SÖYLEMİNİN EGEMEN KADIN PARADİGMASI Türkiye’de kadının toplum içindeki yeri, Tanzimat dönemi (XIX. yy) ile başlayan ilk modernleşme çabalarıyla yani Batı toplumsal modeline yönelişle birlikte tartışılmaya başlanmıştır. Gelenekler ve özellikle İslam karşısında Batı’nın egemen paradigmasını benimseyen modernleşme düşüncesinde kadın merkezi bir yer tutmaktadır. Göle (1992: 17-18) bu konuyla ilgili yaptığı değerlendirmelerde Batıcı seçkinlerin Batı evrenselciliğine ulaşmanın tek yolunun kadının İslami gelenekten koparak özgürleşmesi olduğunu savunurken, muhafazakâr akımların kadına ilişkin geleneklerin bozulması, “liberalleştirilmesi” girişimlerine kuşkuyla yer yer tepki göstererek baktıklarını sık sık vurgulamaktadır ve O’na göre Batıcılar için “cinsiyet eşitliği” ve kadının özgürleşerek kamu yaşamına dahil olması “toplumsal gelişmenin” bir gereği iken, İslamcılar için kadınların “özel yaşamın, mahremin” dışına çıkarılması cemaat kurallarını çiğneyerek ahlaki bir çözülmeye yol açacak bir girişim olarak değerlendirilmiştir. Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e kadar olan dönem boyunca kadının konumu bu çerçevede tartışılmıştır. Ancak Osmanlı Devleti’nin modernleşmesinde öncülük edecek yapısal değişimler özellikle II. Meşrutiyet döneminde gündeme getirilmiş, Osmanlı siyasal yapısı, farklılaşma, merkezileşme, laikleşme, özgürleşme sürecine girerken, modernleşme sadece siyasal yapıda değil, toplumun yeniden yapılanmasında da belirleyici olmuştur. Bu belirleyiciliği kadının konumunda da gözlemek olanaklı olmuştur ve Osmanlı kadınının konumu modernleşmeye paralel olarak değişmeye başlamıştır (Çakır 1996: 22). II. Meşrutiyet dönemi, kadının giderek daha fazla kamusal alana katıldığı, “toplumsal görünürlük” kazandığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. II. Meşrutiyet döneminde kadının eğitimi, çalışma hayatına katılımı, dernekler kurması, modayı takip etmesi, kadının mahrem Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) dünyasını belirleyen –örtünme, cinslerin ayrılığı, dışarı çıkmama gibi-simgeler üzerinde değişikliklere neden olmuştur (Göle 1992: 36). II. Meşrutiyet döneminde, 1908’de kadınların kurdukları çok sayıda dernek ve çıkardıkları çok sayıda yayın, Osmanlı toplumunda kadınların özellikle aile içinde eş ve anne rolleriyle sınırlandırılmalarını eleştiren ve eğitim, çalışma, toplum hayatına katılma talepleriyle ortaya çıkan güçlü bir kadın hareketini de gündeme getirmiştir (Tekeli 1993: 30). Türk modernleşmesinde kadınlara bir yandan Batılılaşma ve modernleşmenin taşıyıcılığı rolü verilirken diğer yandan da bu rolün sınırları erkekler tarafından belirlenmiştir. Cumhuriyet dönemi “kadın sorunu”nun önemli boyutları II. Meşrutiyet’ten başlayarak Kemalist Cumhuriyet’e uzanan Türk ulusçuluğunun özgül tarihsel koşullarınca şekillenmiş ve ulus-devlet projesi kadınların geleneksel rollerini modern biçimler içinde sürdürmelerini sağlarken kadınlar için geçerli rol kalıplarını da belirleme görevini üstlenmiştir. Cumhuriyet’in resmi ideolojisi kadınların kamusal alana çıkmalarından, meslek sahibi olarak ev dışında çalışmalarından yanadır. Ama dönemin kadın konusundaki algılamasına yakından bakıldığında geleneksel kalıp ile modernleşmeci kalıp arasında toplumsal cinsiyet rolleri açısından temel bir farklılık olmadığı görülmektedir. Kemalist erkeklerin hayalindeki “yeni kadın” “ailevi, içtimai, milli vazifelerini benimseyen ve başkaları için yaşayan” bir varlıktır. (Berktay 2006: 106-108). Elbette Cumhuriyet döneminde kadın hakları açısından önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1926’da Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi ailenin laikleştirilmesini getirmiş ve erkeğin çokeşliliğini kaldırarak, medeni nikahı zorunlu kılarak, her iki tarafa da boşanma hakkı tanıyarak, her iki tarafa velayet hakkı vererek, mirasta eşitliği sağlayarak kadınların toplumsal statüsünü yükseltmiştir. 1930’da yerel seçimlere katılım, 1934’de genel oy hakkı önemli atılımlardır (Berktay 1994: 22). Devlet eli ile Batılılaşma projesinde önemli işlevler gören bu yenilikler kadına yeni roller vermiş ancak kadınların kadın oldukları için karşılaştıkları sorunları gözardı etmiştir. Oysa hukuk sistemindeki, eğitimdeki, ekonomik hayattaki eşitsizliklerden, aile içi şiddete kadar pek çok kadın sorunu bulunmaktadır. Bu sorunlar ne devlet kanalıyla, parlamenter düzeyde ne de kadınlar tarafından toplumdan gelen istekler olarak sahiplenilmiştir (Arat 1992: 78-79). Tekeli (1993: 30) bu dönemi Türkiye’de feminizmin ikinci evresi olarak ele almakta ve ikinci evrede bu ilk hareketin taleplerini özümseyip Medeni Kanun (1926) ve oy hakkı eşitliğini sağlayan anayasa değişikliğiyle (1934) kadınların yasal statülerini Osmanlı’ya göre çok daha eşit bir konuma getiren bir “devlet feminizmi”nin ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu dönemde kadınların özgürleşmesi için verilen mücadelenin devlet güdümlü olduğu düşünülmekte ve kadınların yalnızca kurumsal açıdan özgürleştirildiği öne sürülmektedir. Cumhuriyetçiler reformlar yoluyla demokratik ve laik devlet yaratma sürecinde erkeklerin ve kadınların eşit olduğunu ulusu oluştururken birlikte çalıştıkları için aralarında bir fark olmadığını açıkça vurgulamışlardır. Ancak kadınların eğitimle ve çalışarak elde ettikleri kazanımlar kadınların eş ya da geleneksel rollerine ek olarak görülmüştür. Kadınlar özel alanda geleneksel aile içi rollerini korurken, kamusal alandaki egemen kadın imgesi “yeni kurulmuş Cumhuriyet’i özgürleştirme mücadelesinde aktif rol üstlenen” “cinselliğini ön plana çıkarmayan” ve “çalışkan” kadınlardan oluşmuştur (Kırca Schroeder 2007: 82-85, Kandiyoti 1998: 113-114). Devlet feminizmi olarak nitelendirilen bu yaklaşım kadın haklarının devlet eliyle verildiğini belirtirken bu görüş sadece 19201930’larla sınırlı kalmamış 1980’lere kadar varlığını sürdürmüştür. Bugün de bazı feministler arasında bu düşünce varlığını sürdürmektedir (Birkalan-Gedik 2009: 309). 1980’lere gelene kadar ki süreç incelendiğinde bir hareketlenmenin olduğu dönem 1960’lı ve 1970’li yıllar olarak karşımıza çıkmaktadır. 1960 ve 70’lerin ideolojik ortamında ideolojiler doğrultusunda eylemlere katılan kadınların daha çok haklarını değil, inandıkları ideolojinin üstünlüğünü savundukları görülmektedir (Kili 1996: 15). Tekeli (1993: 32-33) 1970’leri Türkiye’de CHP’nin solundaki sosyalist eğilimli gençlik hareketlerinin siyasal gündemi sayısal güçlerini aşan bir biçimde belirledikleri bir dönem olarak değerlendirmektedir. Eşitsizlik ve sömürü gibi kavramların siyasal söylemin temel kavramları haline geldiği bu ortamda kadınların da yasalarda varolduğu iddia edilen eşitliğe karşın eşit olmayan bir “cins grubu” 119 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 oluşturdukları bilinci oluşmuş ve ön plana işçi kadın çıkarılarak bu kadının hem işte hem evde çifte emek kullanmaktan kaynaklanan sorunlarının aşılabilmesi için tek çare olarak sosyalizm gösterilmiş ve kadınlar kurtuluşları için erkeklerle omuz-omuza verecekleri sınıf mücadelesine davet edilmişlerdir. Berktay (1993: 313-318) 1980 öncesinde Türkiye Solu’nun gündeminde gerçek anlamıyla bir kadın sorunu olmadığını, en fazla feodal ilişkilerin ve ideolojinin kadınlar üzerinde daha fazla etkisi olduğunun kabul edildiğini belirtmekte ve 1980 öncesinde Türkiye Solu’nun gündeminde henüz gerçek anlamıyla bir kadın sorunu olmamasının ardında, kadınlık bilincine sahip kadınların sayısının da çok az olmasının rolü olduğunu, 1980’lerin ortalarından itibaren Türkiye Solu’nun teorik düzlemde kadın sorunu ile gerçekten ilgilenmeye başladığını bir anlamda da ilgilenmek zorunda bırakıldığını ifade etmektedir. Toplumda 1980’lere değin Kemalist reformların kadınları kurtardığına dair bir düşünce birliği vardır ve bu olgu tartışma konusu yapılmamaktadır. Yalnız eğitim görmüş meslek sahibi kadınlar değil, reformların sağladığı olanaklardan kızlarının yararlanacağını bilen ev kadınları da bu görüşe katılmışlardır. Bu düşünce birliği kendilerini feminist olarak adlandıran okumuş ve meslek sahibi kadınların oluşturduğu daha genç bir kuşağın bu geleneğe karşı çıkmasıyla bozulmuştur. Yeni kültürel kimlikler peşindeki feministler modernlik projesinin kadınları etkileyen yönlerini eleştirmişlerdir. Amaçları kamu alanında erkeklerle eşitliğe ulaşmak değil, özgürleşmek ve bu eşitlik söylemini kurgulayan mirası sorgulamaktır (Arat 1998: 91). 1980’lerde Türkiye’de karşımıza çıkan bu kadın hareketinin oluşumunda 1980 askeri rejiminin siyasal hayatta bir baskı dönemi yarattığı kadar bir boşluk da oluşturmuş olmasının etkisi vardır. Geleneksel olarak sağ-sol ekseni çerçevesinde yerlerini belirlemiş olan siyasal güçlerin etkisizleştirilmeleri ile ortaya çıkan bu boşluk siyasal hayatta yeni söylemlerin oluşmasını olanaklı hale getirmiştir. Böylece 1980’lerin başlarında kendilerini feminist olarak adlandıran kadınlar Türkiye’deki kadın hareketine önemli bir ivme kazandırmışlardır (Arat 1992: 80-86). Burada belirtilmesi gereken bir konu da, 1980’lerin ortasından beri küresel düzeyde 120 gelişen ekonomik, politik değişiklikler ve devam eden modernleşme sürecinin Türkiye’nin çağdaş politik ortamını şekillendirmiş olması ve bu sürecin önemli sonuçlarından birinin de özel alana ait konular kapsamında tutulan dini ve etnik kimliklerin kamusal alanda görünür hale gelmesidir. 1980’lerin başından itibaren kamusal alan alternatif ideolojiler ve kurumların temsil edilmesiyle dönüştürülmüştür. 1980’ler rejiminin politik yaşamı sağ-sol ekseninin ötesinde yeniden konumlandırma çabaları İslami grupların gelişmesine yeni bir hız kazandırmıştır (Kırca Schroeder 2007: 105-106). 1970’lerde sol radikalizmin yanı sıra canlanan uç sağ-İslamcı radikalizm, 1980 askeri darbesinden sonra sol radikalizm kadar ağır bir baskı görmemiş ve 1980’lerde de gelişmesini sürdürmüştür (Tekeli 1993: 22). Göle’ye göre (1992: 130) İslamcı hareket Müslüman kimliği kolektif bir biçimde yeniden yaratmakta toplumsal aktör olarak yeniden ortaya çıkarmaktadır. Tüm bu gelişmeler Türkiye’de uzun yıllardır İslam’ın gelenekseli, Kemalizm’in çağdaş olanı temsil ettiği görüşlerinin birbirleri ile çatıştıkları kadına ilişkin arenada, farklı bir rol dağılımının yaratılmasına da neden olmuştur (Acar 1993: 81). Üşür (1992: 143) İslamcı ideolojinin de tıpkı Cumhuriyet ideolojisinin yaptığı gibi “bir kadın kimliğini” meşrulaştırmaya çalıştığına işaret etmekte ve Türkiye’de “meşru” kadın kimliği listesinin çok uzun olmadığını en bilineninin gelenekçi/muhafazakâr ideolojinin kamusal alanda meşru kıldığı “anne-eş” kimliği Cumhuriyet ideolojisinin yarattığı bir başka meşru kadın kimliğinin “okumuş/meslek sahibi/çalışan” kadın kimliği olduğunu, İslamcı ideolojinin güncel söylemlerine bakıldığında ise bu iki “meşru” kadın kimliğinden farklı yeni bir kadın kimliğinin meşrulaştırılmaya çalışıldığını dillendirmektedir. O’na göre bu “örtünmüş/Müslüman kadın” kimliğidir, bu kimlik cinsiyete dayalı işbölümü içindeki anneeş rolünün değişmesine yol açmaması koşuluyla kadınların eğitilmesine evet demektedir ve İslamcı kadınlar yaşam alanlarını öncelikle, “aile-içi” olarak tanımlamakta fakat “eğitilmiş/ Müslüman” kadının zaman zaman “çalışan/ Müslüman kadın” olarak ortaya çıkması da yaşam pratiğinin kaçınılmaz bir sonucu olmaktadır (1992: 143). İlyasoğlu (1994: 29) Türkiye’nin tarihsel arka planındaki bir takım ya- Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) şanmışlıkların sonucu olarak, özellikle kadınlar açısından bugün İslam içindeki yaşam tarzlarını çözümlemede zorlukların söz konusu olduğunu, “çağdaş kadın” karşısında “İslami kadın” kutupsallaştırmasında kullanılan normatif standartların, İslamcı kadınların kendilerinin de bir parçası oldukları ve içinde kendilerine çözümler aradıkları modernleşmenin toplumsal süreçleri ile nasıl bir etkileşim içinde olduklarını çözümlemeyi zorlaştırdığının altını çizmektedir. 3. SİYASETTE KADINI YOK SAYAN CİNSİYETLENDİRİLMİŞ İKTİDARIN KADINI SİYASETİN ARAÇLARI İLE GÖRÜNÜR KILMA İRONİSİ Kadının toplumsal yaşam içerisinde ikincilleştirildiği en belirgin alan siyaset alanıdır ve siyasetin erkeklere özgü bir alan olduğu söylemi erkekler tarafından sürekli üretilmektedir. Siyasetin öznesi konumunda olan erkekler kadınlara yönelik üretilecek politikalarda, bu politikaların genel çerçevesini çizmede egemen konumda olmalarından dolayı siyaset alanı da cinsiyetlendirilmiş bir görüntü vermektedir. Ancak bu görüntü toplumun yarısını oluşturan seçmen kitlesinin kadınlardan oluştuğu gerçeğini hatırlattığında, siyasiler açısından kadınlar siyasetin araçları ile görünür kılınmaya çalışılmaktadır. Kadın oylarını talep eden siyasi partilerin son yıllarda bu olguyu fark etmeleri kimi siyasetçileri kadınların siyasete katılımını arttıracak somut fırsat önceliği ve destek politikalarını uygulamaya yöneltmiştir (Ataman 1998: 31). Bu yönde izlenen stratejiler retorik, olumlu destek ve olumlu ayrımcılık stratejileri şeklinde ele alınabilir. Retorik stratejiler; siyasi partilerin kampanyalarda, seçim meydanlarında veya propagandaya dönük yazılı dokümanlarında kadınlara yönelik olumlu mesajlar verme, daha çok kadının partiye destek vermesini sağlamaya yönelik açıklama, beyan ve yaklaşımlardan oluşmaktadır. Bu tür stratejiler kadınlardan gelen yoğun talep ve kadın sorunlarının popülerleşmesi karşısında siyasi partilerin seçtiği en kolay uygulamalardır. Politikacıların özellikle de parti liderlerinin kadınların toplumsal önemine sık sık değinerek, her zaman kadınların yanında olduklarını kadınlar olmadan bir demokrasinin düşünülemeyeceğini vurgulamaları bu stratejinin bir parçasıdır. Olumlu destek stratejileri; kadınların konumunu iyileştirmek ve katılımını arttırmak amacı güden somut destek uygulamalarıdır. Kadınları teşvik etmek için özel eğitim programları hazırlamak, maddi yardım fonları oluşturmak, somut hedefler belirleyerek bu hedeflere ulaşmada kurumları desteklemek bu tip politikaların tipik örnekleridir. Olumlu ayrımcılık stratejileri ise; kadınların siyasal karar organlarında temsilini sağlamaya yönelik uygulanması zorunlu kota sistemlerine dayanan stratejilerdir. Sorunun odağı siyasal kurumların kadınları içlerine alacak biçimde yeniden yapılandırılmasıdır. En yaygın uygulandığı kurumlar siyasal partiler ve daha sonra parlamentolardır (Demir 2002: 64-66, Sancar-Üşür 1997: 50-52, Lovenduski 1993: 78). Parlamentolarda kadın sayısının arttırılması için kota gibi yasal ama yapay önlemler söz konusudur ve kadınların siyasal alandaki görünmezlikleri önündeki pratik engellerin en önemlilerinden biri olan siyasi partiler bunu ortadan kaldırmak için olumlu ayrımcılık çerçevesinde gündeme gelen kota uygulamasını devreye sokmaktadırlar (Yaraman 1999: 35, Koray 1992: 208). Kota uygulamaları pozitif ayrımcılık söylemi içinde anlamlandırılmaya çalışılsa da demokrasiler içerisinde kadını siyasette görünür kılmanın bir aracı olarak kota politikalarının tutunulacak bir dal olması düşündürücüdür. Bu noktada Sancar-Üşür’ün (1997: 70) kota uygulamasına ilişkin görüşlerini dikkate almak gerekir. O’na göre kota politikaları kadınları siyasetle ilgili hale getirmemektedir. Zaten siyasetle ilgilenen kadınlara siyasetin kapılarını açmaktadır. Kota demek toplumsal olarak cinsiyetler arasında ayrımcılık yaratan her türlü karar mercii ve konumda ayrımcılığa uğrayan cins lehine bir yer ayrılması demektir. Kota politikaları sadece kadınlar lehine uygulanan bir politika olarak algılanmamalıdır. Bu durumda kota uygulamalarının başarılı olabilmesi için kadın-erkek eşitliğinin belli bir toplumsal kabul noktasına ulaştığı bir siyasal kültürün varlığı kaçınılmazdır. Aynı zamanda kadının dışarıda bırakıldığı kadınsız bir demokrasinin ne anlama geldiği de yine eşitlik düzleminde var olan bir siyasal kültürün varlığıyla yakından ilişkilidir. Peki Türkiye açısından baktığımızda kadın ve siyaset düzleminde yapılacak tartışmalarda 121 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 siyasi partileri kadın politikaları açısından nasıl konumlandırmak gerekir? Tarihsel bir çözümleme yapıldığında görüleceği üzere Türkiye’de kadın 1930’lu yıllarda seçme ve seçilme hakkını kazanmış ancak kadına seçmen ve seçilen olarak tanınan hakların ana çerçevesini oluşturan devlet feminizmi değerlendirildiğinde bu hakların verilirken kadının durumu üzerinde durulmadığı anlaşılmaktadır. Kadınlara siyasal haklar verilmiş ancak yıllar sonra, kadının durumu siyasal partilerce değerlendirmeye alınabilmiştir (Tokgöz 1994: 101). Kadınlara siyasal haklarının tanınmasında başlangıçta “simgesel” kaygılar önemli bir yer tutmuştur (Tekeli 1988: 291). 1930’lu yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi’nce kadınlara siyasal hakların verilmesi, kadın erkek eşitliğinin sağlanması belki de yeterli görülmüştür (Tokgöz 1994: 101). Çok partili döneme geçişle birlikte demokratikleşmenin başka ölçütleri önem kazanmış ve kadınlar “demokrasi simgesi” işlevlerini yitirmişlerdir. Çok partili dönemde artık kadınların siyasete katılma düzeylerini; toplumun gerçek demokratikleşme düzeyi, gerçek toplumsal ilişkiler, toplum yapıları ve kadınların toplum içindeki gerçek konumları belirlemiştir. Cumhuriyet’in ilk on yıllında gerçekleştirilen yasal ilerlemeler onların toplumla ilişkilerini bu arada toplumsal konumlarını belirleyen aile içi ilişkileri, giderek erkeklerle ilişkilerini fazla değiştirmediğinden kadınlar hâlâ yaşamlarını geleneksel olarak bunu düzenlemiş olan aile kurumu çevresinde kurmakta, ailenin dışındaki toplumsal-kamusal yaşama ve bunun zirvesini oluşturan siyasal iktidar mücadelesine yabancı kalmışlardır (Tekeli 1988: 291-293). 1950-1960 yılları arasında CHP’den sonra iktidar olan Demokrat Parti’nin (DP) parti programları arasında da kadın sorunları yer almamıştır (Tokgöz 1994: 101). Kadınlara 1934’de seçme seçilme hakkı verilmesine rağmen kadınların gruplar halinde partilerde aktif olarak çalışması 1960’lar sonrasına rastlamıştır. Bu da kadın kollarıyla mümkün olmuştur. Kadın kollarını 1954 yılında İstanbul’da CHP başlatmışsa da bu siyasi partide de böylesine faaliyetlerin yaygınlaşması 1960 sonrasında mümkün olmuştur (Güneş-Ayata 1993: 302). Bu dönemde ne iktidar partisi olan DP’nin ne de muhalefet partisi olan CHP’nin kadına yönelik siyasaları bulunmaktadır. Sağ eğilimli Millet Partisi ile Türkiye Köylü Partisi prog- 122 ramlarında ise, aile ön plana çıkarılmış, kadın konu edilmiştir. Benzer bir durum Türkiye Sosyalist Partisi’nce de paylaşılmaktadır. 1969 yılına kadarki koalisyon hükümetlerinin programlarında kadın konusuna yer verilmemiş, 1969 Genel Seçiminde koalisyon hükümetlerinden sonra iktidara gelen Adalet Partisi ve Süleyman Demirel’in başkanlığında kurulan hükümetlerin ikincisinin programında kadın, aile içindeki görevleri açısından değerlendirilmiştir. 12 Mart 1971’den itibaren başlayan ara rejim içinde kurulan reform hükümetlerinde, ilk kez “kadın bakan” atanmakla birlikte yine kadına yönelik siyasalara hiç yer verilmemiştir. CHP-Milli Selamet Partisi koalisyon hükümetinde sosyal devlet ilkesi görünür kılınmaya çalışılırken, Süleyman Demirel’in kurduğu Milliyetçi Cephe Hükümetlerinin programlarında, ilk kez “çalışan kadın” sorunları yer almıştır. Çalışan kadın sorunu 12 Eylül 1980’e kadar kurulan Milliyetçi Cephe Hükümetleri ile 1977’de kurulan Ecevit Hükümeti’nin programında yerini korumuştur (2) (Tokgöz 1994: 102-103). 1935’den 1980’lere kadar ki süreçte yapılan seçimlerde meclise giren kadın milletvekilleri sayısına bakıldığında ise karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: 1935’de 18, 1939 ve 1943’de 16, 1946’da 9, 1950’de 3, 1954’de 4, 1957’de 8, 1961’de 3, 1965’de 8, 1969’da 5, 1973’de 6, 1977’de 4 kadın milletvekili vardır. 1980’ler daha önce de tartışıldığı gibi kadın konusunun Türkiye’nin gündemine hızla girdiği bir dönemdir. 1980’den sonra kadının topluma katılımı yönünde yeni rol tanımları yapılırken kadının kendisinin de yeni kimlikler kazandığı görülmüştür. 1983’ten itibaren yeni kurulan siyasal partiler de kadına siyasette yeni bir bakış açısı kazandırabilmek, kurumsal siyasette kadına daha fazla yer verebilmek için farklı popülist bir kadın söylemi geliştirmeye yönelmişlerdir (Tokgöz 1994: 105). 1980’lerden bugüne kadarki genel seçimler incelendiğinde 1983’de 12, 1987’de 6, 1991’de 8, 1995’de 13, 1999’da 22, 2002’de 24, 2007’de 50 kadının milletvekili olarak Meclis’e girdiği görülmektedir. Partilerce geliştirilen kadın söylemi, söylemin içerdiği kadın imgesi parlamentoda daha çok sayıda kadın milletvekili olmasına yöneldiği gibi, kadının seçmen olarak da konumunu dikkate almıştır. Aslında yapılmak istenen tek Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) parti döneminden beri kadının simgesel önemi ve rolüne yeni ve farklı bir kimlik kazandırmak, kadınların oylarını çekebilmektir. Kadın seçmenin simgesel konumu yanında toplum içindeki oynadığı rol gözardı edilmektedir. Kadın haklarından ise pek söz edilmemektedir (Tokgöz 1994: 105). Çakır (2001: 401) Türkiye’de siyasi partilerin cinsiyetçi ideolojinin taşıyıcısı ve hatta kurumsal düzeyde en üst üreticisi ve uygulayıcısı olduklarını, siyasal partilerin örgüt yapısı, parti tüzük ve programları, siyasal reklamları, siyaset oluşturma tarzı, parti liderlerinin ve parti üyelerinin kadın ve erkek politikacılara bakış ve değerlendirme biçimlerinin bu durumun somut göstergeleri olduğunun altını çizmektedir. Kadınlar siyasal söylem içinde toplumsal olarak sorunlu özne durumundadırlar ve çocuklar, yaşlılar, hastalar, engellilerle birlikte ele alınmaktadırlar. Bu durum parti programlarında, partilerin seçim bildirgelerinde de bu şekilde karşımıza çıkmaktadır. 4. AKP VE CHP’NİN KADIN SÖYLEMİ VE POLİTİKALARI 4.1. Araştırmanın Metodolojisi Bu çalışma AKP ve CHP’nin kadın politikalarını ve kadına ilişkin söylemlerini ortaya koymak ve farklı siyasal kimliklere sahip iki partinin politikalarında kadının nasıl konumlandırıldığını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Çalışma siyasi partilerin ideolojilerine paralel bir kadın söylemi üretip üretmedikleri ve siyasetçilerin oy kaygısı içerisinde kadın seçmeni yakalama adına popülist söylemler üretip üretmediğini sorunsallaştırmıştır. Araştırmada metin analizi yapılmış ve bu analizin sonucunda ortaya çıkan temalar çerçevesinde partilerin kadın söylemi incelenmiştir. Araştırmada ele alınan konu AKP ve CHP’nin parti programları, seçim bildirgeleri, gazete siyasal reklamları gibi parti politikalarını ortaya koyan temel yayınları ve uygulamaları çerçevesinde analiz edilmiştir. AKP’nin 2001 yılında yayınladığı ve bugüne kadar değişiklik yapmadığı parti programı, CHP’nin 2008 yılında yayınladığı son parti programı ve her iki partinin 2007 Genel Seçimleri’ne ait seçim beyannameleri ve gazete siyasal reklamları çalışmada incelenmiş ve bu veriler çerçevesinde her iki partinin kadın söylemi ve politikaları belirlenmeye çalışılmıştır. Siyasi partilerin seçmen kitlesiyle kurdukları ilişkide parti programları ve seçim beyannameleri ayrı bir yere sahiptir. Çünkü bu iki belge iki taraf arasındaki bir sözleşme olarak da değerlendirilebilir. Şafak (2007) parti programının partinin siyasi çizgisini, ideolojisini, dünyaya ve Türkiye’ye bakışını yansıtırken, seçim beyannamelerinin ise; iktidara gelindiği taktirde izlenecek politikaları, hedeflerini ve bu hedeflere ulaşmak için kullanacağı araçları içerdiğini söylemektedir. Seçim bildirgeleri o partinin olası iktidarındaki hükümet programının da temelidir. Siyasal reklamlar ise; siyasi partilerin seçmenlerine ulaşmada en etkili araçlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışma açısından çalışmaya konu edilen siyasi partilerin siyasi kimlikleri ve ideolojik yönelimlerinin aktarılması önem taşıdığı için öncelikli olarak bu yönde bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. 2001 yılında kurulan AKP, 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri’nde oyların büyük bir bölümünü alarak 2002 seçimlerinde aldığı oy oranıyla, yıllardır koalisyon hükümetleriyle yönetilen Türkiye’de ANAP döneminden sonraki ilk tek parti iktidarını kurarak Türk siyasal yaşamında özellikle “İslamcı-laik” ikiliğine yaslanan tartışmalara (Adaklı 2009: 559) yeni boyut getirmiş bir partidir. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu’nda yaptığı açılış konuşmasında (2004: 7-17) AKP’nin Türk siyasal yaşamında yeni bir siyaset tarzını, yeni bir anlayışı temsil ettiğini “muhafazakâr demokrasi” (3) olarak ifade ettikleri siyaset tarzının sadece Türkiye açısından değil dünya siyaseti açısından da çok önemli bir açılım olduğunu ifade ederek partinin siyasi kimliğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Aynı konuşmada Erdoğan, AKP’nin siyaseti radikalleştiren “siyasi cemaat” anlayışına, siyaseti fikirsizleştiren “siyasi şirket” anlayışına da karşı olduklarını AKP’nin “muhafazakârlık temelinde bir kitle partisi” olduğunu söylemektedir. AKP kimliğini tanımlarken öncelikle içinden çıktığı ve kadrolarının önemli bir kısmını bünyesinde barındırdığı Milli Görüş partileri ile arasına bir mesafe koyma ihtiyacı duymuş, bu mesafe bir yönüyle partinin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Refah Partisi, Saadet Partisi, Fazilet Partisi çizgisinden ayrılarak sistemle barışık bir konuma yerleşme yöneliminin de bir ifadesi olmuştur. Bu yönelim 123 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 söylemsel düzlemde dinle siyasetin ayrılması gerektiği iddiası ile ifade bulmuştur (Doğanay 2003: 68). AKP’nin “laiklik”i; “devletin tüm dinler ve düşünceler karşısında nötr kalmasını ve eşit mesafeyi korumasını sağlayan, inanç farklılıklarının veya farklı mezhep ve anlayışların çatışmaya dönüşmeden sosyal barış içinde yaşatılabilmesi için takınılan kurumsal bir tutum ve yöntem” olarak tanımladığını belirten Erdoğan AKP’nin; dini toplumsal bir değer olarak önemsemekle birlikte din üzerinden siyaset yapmayı, devleti ideolojik bir dönüşüme uğratmayı, dini sembollerle örgütlenmeyi doğru bulmadığını söylemektedir (Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu 2004: 7-17) Parti programında da benzer söylemler yer alırken demokrasi, insan hakları ve toplumsal değerlerin korunması gibi unsurlara da ağırlık verildiği görülmektedir. Doğanay (2003: 68) AKP’nin kendisini İslamcı ve etnik kökene dayalı partilerden kuruluş bildirgesinde belirttiği gibi kitle partisi olma hedefi düzeyinde ayırdığını ancak bu değişikliği tam anlamıyla bir kopuş olarak değerlendirmenin yanlış olacağını, AKP’nin din temelli siyaset anlayışından uzaklaşmaya dayalı söyleminin Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından Türkiye’de İslamcı hareketin içine girdiği “liberal demokrasiyle uzlaşma” eğiliminin bir sonucu olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir. CHP ise; 1923’te önce Halk Fırkası adıyla kurulmuş, 1924’de Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935 yılında ise Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştır. CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Atatürk’tür. 1927 yılında “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik”, “Laiklik” CHP’nin dört temel ilkesi olarak benimsenmiştir. 1935 yılında “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkeleri de eklenerek Parti’nin ilkeleri altıya çıkarılmıştır. Partinin amblemi olan altı ok bu ilkeleri simgelemektedir. CHP internet sitesinde Parti’nin tarihsel seyri aktarılırken, CHP’nin 1960’lı yıllarda Türkiye’nin yaşadığı modernleşme sürecinin yansımaları olarak ortaya çıkan göç, kentleşme, sanayileşme gibi dinamikler çerçevesinde toplumsal sınıfların olgunlaşmasıyla birlikte sola açılarak kendisini siyaset yelpazesinde “ortanın solu”nda konumlandırdığı belirtilmektedir. 1970’lerde ideolojisini “demokratik sol” olarak tanımlayan CHP, bu süreçte “devlet partisinden” “halkın partisine”, “düzen partisinden” “değişim partisine” dönüş- 124 tüğünü ifade etmektedir. Çağdaş sosyal demokrasinin değerleri olan “özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü ve etkinliği ile demokratikleşme” kavramlarının CHP’nin Türkiye’de kurumsallaştırmaya çalıştığı ve programlarında önemle vurguladığı başlıca ilkeler arasında yer aldığı vurgulanmaktadır. CHP parti programında da, tüm bu konuların altı çizilirken demokrasi dışında “laiklik” kavramının da programda ön plana çıkan ve pek çok konu içinde dillendirilen bir kavram olduğu gözlenmektedir. Programda CHP için “laiklik”; “ulusal bütünlük ve iç barışın, çağdaşlık ile bilimselliğin temel taşıdır. Bu anlayışla siyasetin dini istismar etmesine kesinlikle karşıdır. Ne dinin siyasallaştırılması, ne de siyasetin dinselleştirilmesini kabul etmez. Devlet din ve inançlar karşısında eşit mesafededir. Devletin dini olmaz. Din kamusal alanın değil, özel alanın olgusudur” şeklinde sunulmaktadır. CHP, 22 Temmuz 2007 Seçimlerinde yüzde 20.9 oy alarak Ana-muhalefet partisi konumuyla parlamentoda çalışmalarını sürdürmektedir. CHP 2008 yılının Aralık ayında program ve tüzüğünü yenileyerek “Çağdaş Türkiye İçin Değişim” sloganıyla hareket etmeye başlamıştır. CHP bu yenilenmenin sebebini; 1994’de kabul edilen “Yeni Hedefler, Yeni Türkiye” programında öngörülen bir çok hedefin 14 yıl içinde çeşitli hükümetler zamanında fiilen gerçekleşmiş olmasının partinin uzak görüşlülüğünü kanıtladığı ancak geçen zaman içinde ülkede ve dünyada meydana gelen değişimlerin programın yenilenmesini zorunlu hale getirdiği şeklinde açıklamıştır. Çalışma açısından bir diğer önemli nokta AKP ve CHP’nin parti programlarında, seçim bildirgelerinde, siyasal reklamlarında kadın konusunun hangi kategoriler içerisinde yer aldığı ve partilerin kadın konusuna neden önem verdiklerini parti programlarında ve seçim beyannamelerinde nasıl gerekçelendirdikleridir? AKP’nin parti programında kadın konusu “sosyal politikalar” başlığı altında ele alınmış ve parti programında kadın “sosyal politikalar” başlığı altında “kadın” alt başlığı dışında “aile ve sosyal hizmetler” başlığı içinde ve “temel hak ve özgürlükler” bölümünde yer almıştır. Parti programında kadın başlığı altında partinin kadın konusuna önem verme nedeni şu şekilde gerekçelendirilmiştir: “Kadınlar sadece toplumumuzun yarısını oluşturdukları için değil, her Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) şeyden önce birey ve sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde birinci derecede etkin oldukları için, yılların ihmali sonucu biriken her türlü sorunlarıyla ilgilenilmesi, partimizin öncelik verdiği bir konudur”. CHP’nin parti programında kadın konusu ise; “Demokrasiyi Güçlendirme Demokrasi İnsan Hakları ve Özgürlükler” başlığı altında “Hedefimiz Kadını Erkeği Her Alanda Eşit Türkiye” alt başlığında ele alınmış ve parti programında kadın konusuna kadın başlığı dışında başka konular içinde de göndermeler yapılmıştır. “Hedef ve Önceliklerimiz” ana başlığı altında “Laiklik” ve “Türkiye’yi Çağdaş Uygarlık Düzeyine Çıkarmak İçin Önceliklerimiz” alt başlıklarında ve bu alt başlık içinde de “demokrasi”, “cinsiyet eşitliği” başlıklarında, “Demokrasi İnsan Hakları ve Özgürlükler” ana başlığının bir alt başlığı olan “Etnik Farklılıklar Ülkemizin Zenginliğidir” alt başlığı içinde “CHP için laiklik ilkesi” ara başlığında, Demokrasi ana başlığı içinde yer alan “Çalışma Hakkı Kutsaldır Emek En Yüce Değerdir” başlığı içinde, Demokrasi ana başlığı içinde yer alan “Siyaset ve Sivil Toplum” başlığının bir alt başlığı olan “Siyasi Partiler” içerisinde, “Kamu Yönetimi” ana başlığının “Kapsamlı Çağdaş Hizmete Odaklanmış Yerel Yönetimler” alt başlığında, “Ulusal Güvenlik ve Dış Politika” ana başlığının “İç Güvenlik” ara başlığında, “Üretimden ve Üretenden Yana Yeni Ekonomik Düzen” ana başlığının “Orta ve Uzun Vadeli Bakış Açımız: Güçlü Bir Türkiye İçin Strateji ve Politika Planlaması” alt başlığında, yine aynı ana başlığın “Güçlü Ekonomik Temellere Sahip Türkiye” alt başlığında, “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Aile Sigortası Kurumu Kurulacak”, “Vatandaşlık Hakkı Ödemesi”, “Herkese Sosyal Güvenlik”, “İşsizlikle Etkin Mücadele Hedefimizdir”, “Okul Öncesi İki Yıllık Eğitim”, “Aile Planlaması Politikaları ve Ana-Çocuk Sağlığı” alt başlıklarında da kadınla bir takım konular ilişkilendirilmiştir. Parti programında kadın başlığı altında partinin kadın konusuna önem verme nedeni şu şekilde gerekçelendirilmiştir: “Kadın sorunu bir demokrasi, insan hakları ve eğitim sorunudur. Kadınlarımıza her alanda fırsat eşitliği, çağdaş laik demokratik Cumhuriyetimizin var olma koşuludur. Türkiye’de kadın erkek eşitliğinin öncülüğünü Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi yap- mıştır. Atatürk devrimleri ile Türk kadınını toplumda çağdaş, eğitimli, meslek sahibi, özgür bireyler olma niteliğine kavuşturma yolunda çok büyük kazanımlar sağlanmıştır. CHP kadını özgürleştirmek, çevre baskısından ve feodal yapı etkisinden kurtarmak, sosyolojik kökenden kaynaklanan sıkıntıları gidermek için eğitim, kültür yolunda sonuç alıcı çabalar gösterecektir”. AKP ve CHP’nin seçim beyannamelerinde kadının hangi başlıklar içerisinde ele alındığına bakıldığında karşımıza çıkan tablo şu şekildedir: AKP 2007 Seçim Beyannamesi’ni, parti programlarının yeni bir açılımı olarak sunmuş ve burada kadın; “Sosyal Yapının Güçlendirilmesi” başlığı içinde “Aile, Kadın, Çocuklar ve Yaşlılar” alt başlığı içerisinde ele alınmıştır. Kadının aile, çocuk ve yaşlılarla birlikte çerçevelendiği başlığın altında AKP’nin toplumun çekirdeğini oluşturan aile kurumuna büyük önem verdiği, Türk ailesinin bütünlüğünü korumak ve kalkındırmak için AKP iktidarının kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve özürlülerin sorunlarını çözmek için aile merkezli politikalar izlediği vurgulanmaktadır. Seçim bildirgesinde kadın kelimesinin geçtiği diğer yerler; “gençlik”, “din hizmetleri”, “istihdam”, “yaşam standartlarının yükseltilmesi”dir. Yaşam standartlarının yükseltilmesi başlığı altında; seçim beyannamesinde bir çok konuya ilişkin politikalarını ortaya koyduğunu belirten AKP, bu başlık altında sıralanan konular üzerinde öncelikli durulacağını belirtmiştir. Bu konular arasında şu ifade de yer almaktadır: “AK Parti’nin yeni döneminde kadının toplum hayatının her alanına katılımının artırılması hedeflenmektedir”. Seçim beyannamesinde kadın kelimesinin geçtiği son kısım ise; beyannamenin en sonunda “ve yola devam” başlığı altında beyannamenin en can alıcı noktalarının sloganlaştırıldığı bölümdür. Bu bölümde ele alınan konulardan biri kadın olmuş ve “kadınlarımızı her türlü ayrımcılığa karşı tamamen güçlendirmek için” milletten yetki istiyoruz denilmiştir. CHP’nin 2007 Seçim Beyannamesi’nde ise; kadınlara yönelik vaatlerin değerlendirildiği ana başlık “Gençlik ve Kadın”dır. Doğrudan kadına yönelik politikaları içine alan bu başlık dışında kadın kelimesinin geçtiği diğer ana başlıklar; “Önsöz”, Terör Güvenlik Huzur”, “İşsizlik”, “Bölgesel Kalkınma”dır. Seçim beyannamesinde kadın; “Cumhuriyet Kadınlarıyla Çağdaş 125 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Yarınlara” ana sloganı altında ele alınmış ve kadınların haklarını alacağı, Türk kadınının ekonomide, eğitimde, siyasette, haklarına kavuşacağı ve kimliğini bulacağı vaat edilmiştir. AKP’nin 2007 Genel Seçimleri için hazırlattığı siyasal reklamlar incelendiğinde ise; kadın odaklı “bir” reklamın olduğu görülmektedir. Bu reklamın “Önce İnsan Önce Kadınlarımız” başlığı ile verildiği ve reklamın arka planında kadın ve erkeklerden oluşan bir topluluk ve bu topluluk içinde başörtülü ve başörtüsüz kadınların birlikte resmedildiği görülmektedir. Bu görüntü AKP’nin siyasal reklamlarının çoğunda kullanılan bir arka plan olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasal reklamda kadın seçmeni yakalama adına oluşturulan vurucu cümleler şu şekildedir: “Kadınlarımız; evde, iş hayatında ve siyasette varlıklarıyla aydınlık geleceğimizin güvencesi olacaktır. Türkiye’nin geleceği kadınlarımız; kadınlarımızın umudu da AK PARTİ’dir”. AKP’nin eğitim konusunda hazırlattığı “Eğitimde sınıf atladık” başlıklı siyasal reklamında ise; eğitime yönelik yapılan çalışmalar anlatılırken, kızların eğitimi ile ilgili yapılan çalışmalar da reklama taşınmıştır. CHP’nin 2007 Genel Seçimleri’ndeki siyasal reklamlarına bakıldığında ise; doğrudan kadını hedef alan “bir” reklamın olduğu görülmektedir. Bu reklamın ana sloganı “Cumhuriyet Kadınlarıyla Çağdaş Yarınlara” şeklindedir ve bu siyasal reklamda yer alan kadın imgelerine bakıldığında CHP’nin Cumhuriyet kadınları sloganı içindeki modern kadın tanımlamasını yansıtan nitelikte olduğu gözlenmektedir. AKP ve CHP’nin parti programları, seçim beyannameleri ve siyasal reklamları incelendiğinde kadın konusunun aşağıda belirtilen temalar çerçevesinde ele alındığı ortaya çıkmış ve bu iki partinin kadına yönelik söylemleri ve politikaları bu temalar çerçevesinde analiz edilmiştir. 4.2. AKP’nin Kadın Söylemi ve Politikaları 4.2.1. Kamusal ve Özel Alan İkileminde Kadın Sağ ve muhafazakâr partilerin kadın söylemi; partilerin ideolojilerine de paralel olarak daha çok kadının özel alan içerisinde “eş” ve “anne” kimliklerini ön planda tutan, kamusal alanda “çalışan kadın” imgesini dışarıda bırakmasa da 126 kadını geleneksel rolleri çerçevesinde ele alan bir özellik göstermektedir. AKP’nin parti programı incelendiğinde “kadınların kamusal yaşama katılımının özendirilmesi için gerekli tüm önlemler alınacaktır” şeklinde bir yaklaşımın sergilendiği görülmekte ancak parti açısından kadın konusunun neden önemli olduğu gerekçelendirilmeye çalışılırken, “Kadınlar sadece toplumumuzun yarısını oluşturdukları için değil, her şeyden önce birey ve sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde birinci derecede etkin oldukları için, yılların ihmali sonucu biriken her türlü sorunlarıyla ilgilenilmesi, partimizin öncelik verdiği bir konudur” şeklinde bir bakış sergilenmesi aslında partinin kadını kamusal ve özel alan içerisinde daha çok nerede konumlandırmaya çalıştığını da göstermektedir. Öncelikli olarak kadın konusunun kadınların toplumun yarısını oluşturdukları için gündeme alınmadığının ifade edilmesi bilinç altındaki düşüncelerin bir yansımasıdır. “Sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde birinci derecede etkin olma rolünün, anne kimliğinin” ön plana çıkarılması ise egemen paradigmanın söylemini yeniden üretmeyi ve kadını özel alan içerisinde var eden bir yaklaşımı içinde barındırmaktadır. Tür ve Çıtak (2009) AKP’li kadınlar üzerinde yaptıkları bir araştırmada, AKP’li kadınların İslam dininin ahlaklı bir insan ve toplum öngörmekte olduğunu ve ahlaklı bir toplumun yaratılmasında ve sürekliliğinde ise anahtar rolün kadına düştüğünü düşündüklerini bulgulamışlardır. Bu düşünce, kadınların annelik vasıflarıyla ahlaklı nesiller yetiştirmede ve manevi değerlerin geleceğe taşınmasında da en önemli görevi üstlenmiş oldukları yönündeki bakış açısını da egemen kılmaktadır. Programda “ev kadınları”nın sosyal güvence kazanmasını sağlayacak çalışmaların gerçekleştirileceği, “ev içi” emeğin saygınlığının korunarak kadınlar için yeni istihdam alanlarının oluşturulacağı da söylenmektedir. AKP’nin parti programında CHP’nin parti programından tamamen farklı olarak üretilen politikalar ve söylemler ağırlıklı olarak “çalışan kadın”ı temel alarak üretilmemiştir. “Ev kadını”nı da merkeze alan söylemler dikkat çekmektedir. AKP’nin seçim beyannamesinde de; “aile kurumunun en hayati aktörü olan kadınların” evlilik sonrasında sosyal ve kültürel gelişmelerini desteklemek için yaygın programlar uygulanacağı ve “annelerin” “iyi bir eğitimci” olmasının sağlanacağının altı çizilmektedir. Sosyal Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) hizmetler kapsamında verilen “evlilik danışmanlığı hizmeti” ile ailede ortaya çıkan sorunların çözümüne ve aile kurumunun güçlenmesine yönelik çalışmaların yapılacağı belirtilmektedir. Seçim beyannamesindeki bu söylemler de, kadını aile içinde konumlandıran, kadını anne ve eş kimliği ile özel alan içinde resmeden yapıyı desteklemektedir. Seçim beyannamesinde ayrıca; daha önce ev hanımlarının ürettikleri ürünlerin satışından elde ettikleri gelirler vergilendirilirken, AKP iktidarı döneminde bu şekilde elde edilen tüm gelirlerin vergiden muaf tutulduğu yerel yönetimlerin de desteği alınarak kadınların “el emeği göz nuru” olan ürünlerinin pazarlanabilmesi için gerekli kolaylıkların sağlandığı ifade edilmiştir. Aynı konu partinin siyasal reklamına da yansımıştır ve partinin kadın odaklı siyasal reklamında ayrıca “mutfaktaki kadınımızı enflasyon ve zam paketlerinden kurtardık, sırtından hayat pahalılığı yükünü aldık” denilerek kadın yine ev içinde konumlandırılmıştır. 4.2.2. Kadına Karşı Ayrımcılık ve Kadın Hakları İçin Mücadele Veren Yapılanmalara Destek AKP parti programında, kadına ilişkin politikalar incelendiğinde gündeme getirilen konulardan birinin de “cinsiyetlerarası eşitsizlik” sorunu olduğu görülmektedir. Mevzuatta kadın aleyhindeki ayrımcı hükümlerin ayıklanacağını ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ile getirilen ilkelerin uygulanmasının sağlanacağının söylendiği programda bu doğrultuda nasıl bir politika izleneceğine dair bir şey söylenmemektedir. Zaten Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1979 yılında yayınladığı bu sözleşmeyi Türkiye 1985 yılında imzalamış ve bu sözleşmenin “eşitsiz politikaların hayatın her alanından çıkarılması” şeklindeki taleplerini dikkate alacağını kabul etmiştir. Ancak uygulamada bunun tam anlamıyla bir yansımasının olmaması, bu sözleşmenin ilkelerinin sağlanması yönünde verilecek vaatleri düşündürücü kılmaktadır. Parti programında ayrıca “temel hak ve özgürlükler” başlığı altında da kadın, çocuk ve çalışma hayatına ilişkin hak ve özgürlük alanlarında uluslararası standartların Türkiye’de sağlanacağı yönünde bir vaat de bulunulmaktadır. Parti programında kadınla ilgili dernek, vakıf ve sivil toplum örgütlerine destek sağla- nacağı, kadınları ilgilendiren yasal düzenlemeler yapılırken bu örgütlerle işbirliği yapılacağı da aktarılmaktadır. Seçim beyannamesinde ise; Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün teşkilat yasalarının çıkarılarak, Anayasa’nın 10. ve 90. maddeleri ile Yeni İş Kanunu, Yeni Ceza Kanunu ve Ailenin Korunmasına Dair kanunlarda yapılan değişikliklerle kadın-erkek eşitliği ve istihdamda önemli yasal düzenlemeler yapıldığı duyurulmak istenmiştir. Beyannamede ayrıca, kadın ve aile konusunda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına destek verilmeye ve sivil toplumdevlet işbirliğinin geliştirilmeye devam edeceği söylenmektedir. Beyannamenin “din işleri” başlıklı kısmında da kadın kelimesi geçmekte ve burada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın engelli, kimsesiz, yaşlı, yoksul, hükümlü ve tutuklu gibi daha fazla ilgi ve desteğe muhtaç vatandaşların yanında olmayı din hizmetinin ayrılmaz bir parçası kabul ettiği ve temel hak ve özgürlükler, çevre, barış ve hoşgörü, kadın hakları gibi konularda toplumsal bilinç oluşturmayı yaygın din eğitiminin gereği olarak gördüğü aktarılmaktadır. Ayrıca “sorumluluk alanıyla ilgili konularda kamuoyunu düzenli olarak aydınlatan Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumsal huzursuzluklara seyirci kalmamış, bu çerçevede huzur ve barışımızı tehdit eden olumsuz gelişmelere, her türlü ayrımcılığa, kadınların maruz kaldığı hak ihlâllerine, töre cinayetleri ve aile içi şiddete, sokak çocuklarının, madde bağımlılarının, yaşlı ve kimsesizlerin himayesi gibi sosyal sorunlara kamuoyunun dikkatini çekmiş ve bu konularda dinî açıdan toplumu aydınlatmıştır” denilmektedir. AKP ve CHP’nin kadına yönelik politikalarında belirli konularda kadınların bilinçlendirilmesi noktasında devreye giren mekanizmalar açısından da büyük fark olduğu görülmektedir. AKP kadın hakları konusunda ve de her türlü ayrımcılıkta, kadınların maruz kaldığı hak ihlallerinde, töre cinayetleri ve aile içi şiddet gibi kadını doğrudan ilgilendiren konularda toplumsal bilinç oluşturmada ve kamuoyunun dikkatini çekmede din eğitimini gerekli görmektedir. “Önce insan önce kadınlarımız” başlıklı siyasal reklamda da kadın-erkek eşitliği konusunda önemli yasal düzenlemeler yapıldığı ve kadınlara karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele edildiği vurgulanmaktadır. 127 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 4.2.3. Kadın ve Çalışma Hayatı AKP’nin “çalışan kadın” vurgusu kadın politikalarının merkezinde yer almasa da Erdoğan’ın Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu’nda (2004: 12-16) yaptığı konuşmada “toplumun küçümsenmeyecek bir kesiminin geleneği dışlamayan bir modernlik, yerelliği kabul eden bir evrensellik, manayı reddetmeyen bir rasyonellik, köktenci olmayan bir değişim” istemektedir şeklindeki vurgusu ve “muhafazakâr demokrasi anlayışlarının geleneği önemsemekle birlikte modern kazanımları reddeden bir gelenekçilik gütmediklerini” belirtmesi geleneksel ve moderni içinde barındıran bir söylemi üretmekte ve bu noktada “çalışan kadın” söylemi de dışarıda bırakılamamaktadır. AKP’nin parti programında kadınların çalışma hayatı, çocuk ve aile sorumlulukları dikkate alınarak sosyal güvenlik ve çalışma koşullarında iyileştirmeler yapılacağı vurgulanmakta yine “çalışan kadın” “çocuk ve aile sorumlulukları”nın bilincinde olan yani “anne ve eş” kimliği ile tanımlanmaktadır. “Aile ve sosyal hizmetler” başlığı altında karşımıza çıkan kadının dahil edildiği bir konu da kadın ve aile konusunda hizmet veren kamu kurumlarının yeniden düzenleneceği yönündedir. Seçim beyannamesinde ise; AKP’nin kadınların toplumsal hayatın her alanına katılmasını desteklediği gibi istihdama katılmasını da Türkiye’nin kalkınmasının ve refahının “olmazsa olmaz” koşullarından biri olarak gördüğü, kadın girişimciliğinin ve kadın istihdamın arttırılması amacı ile kadın girişimcilerin ihtiyaç duydukları eğitim, danışma, fon-finansman sağlama konularını içeren çalışmalar yürütüldüğü aktarılmaktadır. Seçim beyannamesinde “istihdam” başlıklı kısmında işgücü piyasasına ve istihdama katılımları çok sınırlı olan kadınların başarılı birer girişimci olarak hem ailelerine hem de ülkelerine katkıda bulunmalarını sağlamak amacıyla kadın girişimcilik programı başlatılacağı belirtilmektedir. Kadın konulu siyasal reklamda da “Kadın Girişimcilik Programı” ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Seçim beyannamesinde yine “istihdam” başlıklı kısımda tarım sektörünün istihdam içindeki payının 2002 yılındaki % 35 oranından, 2006 yılında % 27’ye düştüğü, tarım sektöründeki verimlilik artışını ifade eden bu dönüşümün çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ücretsiz aile işçisi sayısını azalttığı belirtilmektedir. AKP 128 2001 yılında hazırladığı parti programında kadını daha çok ev içi rolleri ile konumlandırırken, seçim beyannamesinde “çalışan kadın”a yönelik vurgular ön plana çıkmaktadır. 4.2.4. Kadın ve Eğitim Eğitim konusu AKP’nin programında yer verdiği bir konu olmakla birlikte kadın ve eğitim düzleminde ortaya konulan politikaların daha çok kız çocuklarının eğitimi üzerine yoğunlaştığı görülmektedir. Başörtülü öğrencilerin sorunlarının dile getirilmediği parti programında kız çocuklarının okullaşma oranını arttıracak politikalar uygulanacağı, onların eğitiminin önündeki engellerin kaldırılacağı, özellikle kırsal kesimlerde ailelerin bu konularda bilinçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılacağı vurgulanmaktadır. Programda ayrıca yerel yönetimlerin kadınların sorunları ile ilgili çalışmalar yapmasının teşvik edileceği ve kırsal kesimde yaşayan kız çocuklarına yönelik olarak yaşadıkları bölgelerin koşullarına uygun eğitim projeleri geliştirileceği, bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşlarının destekleneceği vaat edilmektedir. Seçim bildirgesinin “eğitim” başlığı altında değerlendirilen kızların eğitimi ile ilgili olarak okula gidemeyen veya gönderilemeyen kız çocuklarına yönelik “Haydi Kızlar Okula Kampanyası” ile yaklaşık 250.000 kızı okullu yaptıkları aktarılmaktadır. Aynı konu hem kadını konu alan siyasal reklamda hem de eğitimle ilgili siyasal reklamda da ön plana çıkarılmıştır. 4.2.5. Kadın ve Şiddet Parti programında “kadına yönelik şiddet”in, ayrıca “cinsel ve ekonomik istismarın önlenmesi”nin partinin öncelikli politikaları arasında yer aldığı söylenmektedir. Maddi destekten yoksun durumda olan ya da şiddete maruz kalan kadınları koruyan programlar oluşturulacağı belirtilmektedir. Kadın intiharlarının töre ve namus cinayetlerinin sık görüldüğü yörelerde kadınlara ve ailelerine yönelik önleyici ve eğitici çalışmaların yapılacağı ifade edilmektedir. Programın “aile ve sosyal hizmetler” başlığında da bu konuya bir gönderme yapılmakta ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik tedbirlerin alınacağı bu şiddetin mağdurlarından biri olan kadınları koruyacak kanuni düzenlemeler yapılacağı ve koruyucu merkezler açılacağı Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) söylenmiştir. Seçim beyannamesinde de; aile içi şiddet, töre ve namus cinayetleri ile mücadelede “sıfır tolerans” yaklaşımıyla hareket edildiği, Kadına Yönelik Şiddeti İzleme Komisyonu kurularak, 2006-2010 Şiddet Eylem Planı’nın hazırlandığı belirtilmektedir. Aynı konu partinin siyasal reklamlarına da bu şekilde taşınmıştır. 4.2.6. Kadın ve Siyaset AKP’nin kadın ve siyaset düzleminde yapılan tartışmalarda kadını siyaset içerisinde konumlandırdığı nokta da oldukça dikkat çekicidir. Parti programında “kadınların partimize üye olmaları ve siyasette faal rol oynamaları özendirilecektir” denilmekte kadının siyasetteki görünmezliği sorunsallaştırılmaya gerek duyulmadan “siyaset yapılacaksa bu AKP’de yapılmalıdır” şeklinde bir izlenim oluşturulmaktadır. Bir siyasi parti programında kadınların AKP’ye üye olmalarının özendirilmesini kadın ve siyaset düzleminde bir parti politikası olarak sunmak, sorunun özüne inmek yerine bu politikaların belli amaçlara hizmet için üretildiğini de göstermektedir. AKP’nin seçim beyannamesinde “gençlik” başlıklı kategori içerisinde de kadınları ilgilendiren bir konu gündeme getirilmiştir. Gençlerin yerel yönetimler tarafından desteklenmesi amacıyla “Gençlik ve Kadın Meclisleri”nin yasal statüye kavuşturulduğu belirtilmekte ve böylece yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde söz sahibi olunmasının sağlandığı ifade edilmektedir. Burada AKP, kadının kamusal alanda beklenilen düzeyde yer alamamasını “temsil” konusuyla özdeşleştirmektedir. AKP’nin kadınlara yönelik hazırlattığı siyasal reklamında ise; “Kadınlarımızın TBMM’de daha etkin temsil edilebilmesi için en fazla kadın milletvekili adayını biz gösterdik” denilerek yine kadın ve siyaset konusu popülist söylemler içerisinde erimektedir. Bu yaklaşım aslında partinin programında sık sık tekrar edilen demokrasi kavramı içerisinde “katılma” kavramına verilen anlamla yakından ilişkilidir. Katılımcı demokrasiye yapılan vurgular aslında tam karşılığını bulamamakta ve sadece temsil boyutuyla ele alınmaktadır. Konuya bu çerçevede yaklaşıldığı için kadınların mecliste “temsil” edilmesi için en fazla adayı göstermiş olmak sorunun çözüldüğü noktasında bir algı oluşmasına neden olmaktadır. 4.2.7. Sosyal ve Ekonomik Desteğe İhtiyaç Duyan Kadın Bu başlık altında ele alınan konuların bir karşılığı parti programında bulunmamaktadır. AKP bu anlamdaki eksikliği giderebilme adına bu konuyu seçim beyannamesine taşımış ve bu kapsamda yapılan çalışmaları seçim beyannamesi ile seçmenlere duyurma yolunu seçmiştir. AKP’nin seçim beyannamesinde, çocuk ve özürlüler yanında kadının da ihmal ve istismarını önlemek amacıyla ALO 183 Aile, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı’nın hizmete girdiği belirtilmekte ve sosyal desteğe ihtiyaç duyan kadın, genç ve ailelere hizmet götüren Aile Danışma ve Toplum Merkezleri’nin sayısının arttırıldığı, hizmetlerin ülke geneline yayıldığı söylenmektedir. İhmal, istismar ve şiddet mağduru kadınlara yönelik hizmet veren kadın konukevlerinin sayısının da arttırıldığı ifade edilmektedir. Aynı konu siyasal reklamda da ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. 4.3. CHP’nin Kadın Söylemi ve Politikaları 4.3.1. Laiklik ve Demokrasi Söylemleri İçerisinde Kadın CHP parti programı incelendiğinde “demokrasi” ve “laiklik” kavramlarının sık sık tekrar edildiği ve CHP’nin kadın söylemini de daha çok bu düzlemde oluşturduğu görülmektedir. Parti programının birinci bölümünü “Çağdaş Türkiye İçin Değişim” başlığı altında “Hedef ve Öncelikler” şeklinde sunulan kısım oluşturmuş ve bu bölümde CHP için laikliğin önemi ortaya konulmaya çalışılırken, CHP için laikliğin; “insan haklarının, kadın-erkek eşitliğinin, çağdaşlığın ve modernleşmenin güvencesi olduğu” aktarılmaktadır. Yine programda “Demokrasi İnsan Hakları ve Özgürlükler” ana başlığının bir alt başlığı olan “Etnik Farklılıklar Ülkemizin Zenginliğidir” alt başlığı içinde “CHP için laiklik ilkesi” ara başlığında, laiklik; kadın ve erkeği eşit bir Türkiye’nin temel koşulu olarak ele alınmıştır. Programda CHP önceliklerini sıralarken bunlardan birini de demokrasi olarak ortaya koymakta ve demokrasiden ne anladıklarını ortaya koymaya çalışırken, bunlar arasında “eğitim ve kültür yoluyla kadını özgürleştirme” de yer almaktadır. Yine öncelikler arasında “cinsiyet eşitliği” 129 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 başlığı yer almakta ve bu başlıkta, kadının yönetimde, siyasette, çalışma hayatında, eğitimde, hukukta, evrensel hak ve özgürlüklerde ve diğer tüm alanlarda erkeklerle eşit haklara ve olanaklara sahip olduğu, her türlü toplumsal ve fiziki baskıdan uzak özgürce yaşadığı bir toplum ön plana çıkarılmaktadır. CHP’nin seçim beyannamesinin “Önsöz” kısmında da Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğu, AKP hükümetini bir tehlike olarak konumlandırarak “bu tehlikeye karşı hep birlikte ülkemizi sahipleneceğiz, “kadınlar” erkekler ele ele vereceğiz” denilerek halkın “ülkenin üzerine bir karabasan gibi çöken tehlikenin farkına vardığı ve devletine, laik Cumhuriyetine, huzuruna ve geleceğine sahip çıkma kararlılığını ortaya koyduğunu” meydanlarda bir araya gelen milyonlarca “kadının”, gencin halkın bir sevgi yumağı oluşturarak demokrasinin ancak laik Cumhuriyet temelinde yükselebileceğinin bilinci içinde geleceğe ışık tuttukları belirtilmektedir. CHP “Cumhuriyet’e sahip çıkma” noktasında kadınlara çok büyük bir anlam yüklemekte ve özellikle “Cumhuriyet Mitingleri”nde kadınların oynadığı aktif rolü vurgulamaya çalışmaktadır. 4.3.2. Kadına Karşı Ayrımcılık ve Kadın Hakları İçin Mücadele Veren Yapılanmalara Destek CHP’nin parti programında kadın politikalarının merkezinde kadın-erkek eşitliği söylemi bulunmaktadır. Kadın-erkek eşitliği sağlanmadan demokratik, kalkınmış, sağlıklı ve modern bir ülke olunamayacağını belirten CHP, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına son vermek için bu yöndeki tüm uluslararası sözleşmelerin toplumsal yaşama ve hukuk sistemine yansıtılmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılacağını aktarmaktadır. CHP seçim beyannamesine bu konuyu aynen bu şekilde taşımıştır. Seçim beyannamesinde ayrıca “kadınların tümü yurttaş olacak” sloganı altında kadınların nüfusa kayıtlı olmalarını ve resmi evlilikleri tüm toplumu kapsar şekilde yaygınlaştırarak bütün kadınların yurttaşlık haklarından eksiksiz yararlanmalarının sağlanacağı vaat edilmiştir. Programında kadın-erkek eşitliğini sağlam temeller üzerinde kurabilmek için “fırsat önceliğini” “cinsiyetler arası eşitsizliğin” ayrılmaz bir parçası olarak gören CHP’nin “pozitif ayrımcılığı” desteklediği anlaşılmaktadır. Eşitlik 130 Çerçeve Kanunu çıkarılacağı, TBMM çatısı altında bir Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu kurularak çıkacak tüm yasaların kadın erkek eşitliği açısından değerlendirileceği, kamu sektöründeki istihdamda ilkeli kota uygulamasına gidileceği, kadın erkek eşitliğinin önemini vurgulayacak ders programlarına eğitimin her kademesinde yer verileceği, eğitim ve kadın alanında faaliyetlerde bulunan sivil toplum örgütlerinin çalışmalarının destekleneceği belirtilmektedir. Seçim beyannamesinde de “Kadın STÖ’lere destek” başlığı altında, aynı konu tekrar edilmiştir. CHP cinsiyetler arası eşitsizliğin önüne geçebilmede “kota uygulaması”na sıcak bakmakta ve sorunları çözmede kota uygulamaları ve kadın erkek eşitliğinin öneminden bahseden ders programlarına eğitimin her aşamasında yer vermeyi bir çözüm olarak sunmaktadır. Aslında ne kota uygulamaları sorunları kökten çözmede bir anlam ifade etmekte, ne de ders programları içerisinde bu konunun sürekli gündeme getirilmesi bir çözüm olacaktır. Bahsedilen konu demokratik bir kültüre sahip olmak ve sistemin zaten var olan eşitsizliği üreten yapıyı sürekli desteklememesi ile ilişkilidir. Beyannamede ayrıca; Çerçeve Eşitlik Kanunu’nun çıkarılacağı vaat edilmiş ve tüm plan ve politikalara toplumsal cinsiyet eşitliğinin dahil edileceği söylenmiştir. CHP parti programında ayrıca, mevcut yasal mal rejiminde 2002’den önce evlenen kadınlara yönelik eksikliğin yasal düzenlemeyle giderileceği, yasal mal rejimine tâbi olabilmelerinin önünün açılacağı aktarılmaktadır. CHP evlilikte; hem erkekler hem de kadınlarda 18 yaşını tamamlamış olma koşulunun öngörüleceğini, çocuk yaşta erken evliliğin önlenmesinin hedef alınacağını da belirtmiştir. Bu konu seçim beyannamesine de taşınmış ve “çocuk yaşta evliliğe son” sloganı ile konunun önemine dikkat çekilmek istenmiştir. 4.3.3. Kadın ve Çalışma Hayatı CHP’nin parti programında kadına ilişkin politikalar arasında üzerinde en fazla durulan konu kadın ve çalışma hayatıdır. Parti programında, çalışma yaşamında kadına karşı mevcut her türlü ayrımcılığın kaldırılarak iş için değerlendirme ile işe girişte kadınların işe alınmasının teşvik edileceği ve kadının ekonomik bağımsızlığını kazanabilmesi için AB ile uyumlu Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) Ulusal İstihdam Stratejisi’nin hızla yaşama geçirileceği söylenmektedir. Kendi hesabına çalışan girişimci kadınların kredi olanaklarının geliştirileceği aktarılmaktadır. CHP’nin parti programı incelendiğinde daha çok “ev dışında çalışan kadın”ı dikkate alarak politikalar ürettiği görülmektedir ve bu anlamda “çalışan kadın”ın bir de “anne kimliği” dikkate alındığında “anne olan ama çalışan kadınlar”ın sorunları ve bunlara yönelik politikaların ön plana çıktığı görülmektedir. İş yerlerinde kreş olanaklarının yaygınlaştırılacağı, çalışan annelerin iş yüklerinin azaltılacağı, analık izni sırasında zorunlu sigorta kaynaklarıyla ödenen ücretlerin makul düzeye yükseltilmesinin hedeflendiği aktarılmaktadır. Seçim beyannamesinde de analık izni sırasında zorunlu sigorta kaynaklarıyla ödenen ücretlerin iki kat artırılmasını sağlayacakları yönünde vaatlerde bulunulmuş ve çalışan annelere çocuk bakım desteği sağlanacağı sözü verilmiştir. Parti programında gebeliğe, analığa, emzirmeye ve cinsiyete bağlı işten çıkarmaları ve doğumdan sonra çalışmaya dönen kadınlara uygulanan ayrımcılığın yasal ve idari yapılanmalarla önleneceği söylenmektedir. Aynı konu seçim beyannamesine de taşınmış ve “Anayı işten çıkarmaya son” sloganı ile verilmiştir. “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Aile Planlaması Politikaları ve Ana-Çocuk Sağlığı” alt başlığında sağlık taramalarına başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere süreklilik kazandırılacağı, doğum yapan sigortalı kadınlara gerekli bütün sosyal hakların tanınacağı ve altı ay süre ile emzirme yardımı sağlanacağı aktarılmaktadır. Seçim beyannamesinde de kadın sağlığı ile ilgili sağlık hizmetlerinin niteliğinin yükseleceği ve Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri’nin sayılarının artırılacağı ve kadın sağlığı eğitimi verileceği vaat edilmektedir. “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Okul Öncesi İki Yıllık Eğitim” alt başlığında ise, okul öncesi eğitimde öncelik verilenler arasında çalışan kadınların çocuklarının da yer aldığı görülmektedir. Programda “Demokrasi” ana başlığı içinde yer alan “Çalışma Hakkı Kutsaldır Emek En Yüce Değerdir” başlığı içerisinde de kadınların çalışma hayatına katılmalarının teşvik edileceği yinelenmiştir. Seçim beyannamesinde de “kadın emeğine fırsat eşitliği” sloganı altında kadının emeğinin değerlendirilmesinde fırsat eşitliğini sağlayacak önlemle- rin alınacağı vaat edilmiştir. Aynı konu partinin siyasal reklamına da taşınmıştır. Parti programında ayrıca “Üretimden ve Üretenden Yana Yeni Ekonomik Düzen” ana başlığının “Orta ve Uzun Vadeli Bakış Açımız: Güçlü Bir Türkiye İçin Strateji ve Politika Planlaması” alt başlığında ise; işgücünün ve özellikle kadınların büyüme sürecine en üst düzeyde katkısını sağlamak için istihdam seferberliğinin başlatılacağı vurgulanmıştır. Aynı konu “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “İşsizlikle Etkin Mücadele Hedefimizdir” alt başlığında da birebir tekrarlanmıştır. Bu alt başlık altında ayrıca “ev ekonomisi” ve el sanatları uygulamalarıyla kişisel becerilerini girişimciliğe dönüştürmek isteyen kadınlara iş kurma kredisi ve pazarlama desteği sağlanacağı vaat edilmiştir ve bu başlık altında kadınların işgücüne katılımlarını artırmak için aktif iş gücü politikalarının uygulamasının güçleneceği belirtilmektedir. Aynı konu seçim beyannamesinin “İşsizlik” başlıklı bölümünde ve “Gençlik ve Kadın” bölümü içinde “girişimci kadınlara destek” sloganı ile gündeme getirilmiştir. “Üretimden ve Üretenden Yana Yeni Ekonomik Düzen” ana başlığının “Güçlü Ekonomik Temellere Sahip Türkiye” alt başlığında ise; özellikle kadınların ve gençlerin işgücüne katılımlarını artırmaya yönelik olarak alacakları önlemler ile çalışma çağındaki tüm yurttaşları daha üretken ve gelir sahibi yaparak tasarruf edilebilir kaynakların artırılacağı planlanmaktadır. Seçim beyannamesinde de “tüm kadınlarımıza İş Hukuku” sloganı ile ön plana çıkarılan bölümde, “evde, tarım ve orman işlerinde çalışan kadınlar”ı İş Kanunu kapsamına alacakları vaat edilmektedir. Bu bölüm ve “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Herkese Sosyal Güvenlik” başlıklı kısmında, CHP’nin “çalışan, emekli, işsiz engelli, yaşlı, çiftçi, evde çalışan kadın, yoksul veya kimsesiz bütün yurttaşları” yaşamları boyunca kucaklayacak bir ulusal sosyal güvenlik sistemi oluşturacaklarını söyledikleri bölüm CHP’nin parti programında “evde çalışan” kadına seçim beyannamesi içinde doğrudan vurgunun yapıldığı iki yerdir. 4.3.4. Kadın ve Eğitim CHP’nin parti programında kadınla ilgili politikalarında en önem verdiği konulardan birinin eğitim olduğu söylenebilir. CHP eğitimi; “ka- 131 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 dınla ilgili tüm sorunların çözümünde temel yapı taşı” olarak görmektedir. Kadınlar üzerinde bir toplumsal baskının olduğunu kabul eden CHP kadınların üzerindeki her çeşit toplumsal baskının kaldırılmasında eğitim yoluyla da çaba gösterileceğini belirtmektedir. CHP’nin kadın eğitimi konusundaki politikaları şu şekilde özetlenebilir: Eğitim ortamında kullanılan malzemelerin, kadın-erkek eşitliği ilkesine aykırı her türlü söylem ve önyargıdan arındırılacağı, kırsal alanda kız çocuklarının nüfus kaydına alınmasında eksikliklerin giderileceği, eğitimin her aşamasında kız çocuklarının okullaşma oranlarının artırılması için gerekli önlemlerin alınacağı, kadınların mesleki eğitim olanaklarının geliştirileceği, (seçim beyannamesinin “Bölgesel Kalkınma” başlıklı bölümünde de kadınların mesleki eğitim olanaklarının geliştirileceği vaat edilmektedir) zorunlu ilköğretimden çeşitli nedenlerle ayrılmış kız çocuklarının ve kadınların eğitimlerini tamamlamaları için Akşam ve Yaz Okulları’nın yaygınlaştırılacağı ve Halk eğitim merkezlerinin yaygınlaştırılarak her yaşta kadının eğitimine devam edebilmesinin sağlanacağı, Kadın Veri Merkezi, Kadın Merkezleri ve Ulusal Kadın Konseyi kurularak kadın sorunlarının katılımcı bir yaklaşımla çözümleneceği. CHP “tüm kızlarımız nüfusa kaydolacak, temel eğitim alacak”, “kız çocuklarımızın hepsi okula”, “kadınlara mesleki eğitim”, “kadın konularında katılımcılık”, sloganlarıyla aynı konuları seçim beyannamesine de taşımıştır. CHP’nin kadına yönelik hazırlattığı siyasal reklamda da; tüm kızların nüfusa kaydolması ve temel eğitim almasının sağlanacağı tekrar vurgulanmıştır. 4.3.5. Kadın ve Şiddet CHP’nin parti programında kadın politikaları içerisinde şiddet konusu da oldukça detaylı bir şekilde ele alınmıştır. CHP kadına karşı şiddeti en yaygın ve en sık rastlanılan insan hakları ihlallerinden biri olarak değerlendirmekte ve kadına karşı şiddetle mücadele ulusal eylem planı oluşturulacağı belirtilmektedir. Programda kadına yönelik her türlü şiddete töreler ya da namus gerekçe gösterilerek uygulanan insanlık dışı ve suç teşkil eden davranışlara karşı kararlılıkla mücadele edileceği söylenmektedir. Aynı konu seçim bildirgesine “şiddete sıfır hoşgörü” sloganı ile taşınmıştır. Partinin “Cumhuriyet kadınlarıyla çağdaş yarınlara” 132 sloganı ile yayınladığı gazete siyasal reklamı da bu konuya dikkat çekmiştir. Parti programında aile içi şiddet ve töre cinayetlerini önlemede gençleri bilinçlendirmek için okul eğitim programlarında bu konunun yer alacağı vurgulanmaktadır. “Ulusal Güvenlik ve Dış Politika” ana başlığının “İç Güvenlik” ara başlığında ise; özellikle büyük kentlerde her geçen gün artan kapkaç ve hırsızlık olaylarını, sokaktaki saldırıları önlemek üzere çalışmalar yapılacağı ve kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere saldırganların hedefindeki “korumasız” kişileri saldırganlara karşı korumak için etkili önlemler alınacağı belirtilmektedir. Seçim bildirgesinin “Terör Güvenlik Huzur” başlıklı kısmında da kadınların, kızların kapkaç teröründen kurtarılacağı vaat edilmektedir. 4.3.6. Kadın ve Siyaset CHP’nin parti programında kadına yönelik politikalar değerlendirildiğinde kadın ve siyaset konusunda ortaya konulan politikaların yeterli olmadığı görülmektedir. Kadının siyasetteki görünmezliğini sorunsallaştıran bir politikadan bahsetmek pek olası görülmemektedir. Programda kamu yönetiminde ve siyasette karar verme mekanizmalarında kadın oranının yükseltilmesi amaçlanarak, partiye üye kadınların yerel ve genel seçimlerde aday olmalarının özendirileceği aktarılmaktadır. CHP’de AKP gibi, daha çok en temel sorunun kadınların karar verme süreçlerinde yeterince temsil edilememe olduğu bakış açısı içinde konuya yaklaşmaktadır ve konu temsil sorununa indirgenmektedir. Bu yaklaşım kadının kamusal yaşamda var olma mücadelesinde karşısına çıkan sorunların çözümünün yanlış yerlerde aranmasına neden olmaktadır. CHP programında ayrıca kadınların özellikle yargı, idare, ekonominin yönetimi ile iç ve dış siyaset alanlarında daha etkin olabilmelerine özel önem verileceğini vaat etmektedir. Bu söylem Meclis’te kadın milletvekillerinin sayısı göz önüne alındığında ya da siyasi arenada kadınların daha çok hangi noktalarda konumlandırıldıkları dikkate alındığında çok gerçekçi olmamakla birlikte kadın seçmenleri çekmede etkili olabileceği düşünülmüştür. Programda “Demokrasi” ana başlığı içinde yer alan “Siyaset ve Sivil Toplum” başlığının bir alt başlığı olan “Siyasi Partiler” başlığı içerisinde kadınların siyasi partilerde ve siyasette aktif olarak yer almaları sağlanacaktır Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) şeklinde bir değerlendirmede bulunulmaktadır. Ayrıca “Kamu Yönetimi” ana başlığının “Kapsamlı Çağdaş Hizmete Odaklanmış Yerel Yönetimler” alt başlığında yerel yönetimlerin kadınların toplumsal ve ekonomik yaşama katılmalarını sağlayıcı, statülerini arttırıcı ve kadın erkek eşitliğini güçlendirici projelerin gerçekleştirilmesini sağlamada önemli görevler üstlenecekleri aktarılmaktadır. 4.3.7. Sosyal ve Ekonomik Desteğe İhtiyaç Duyan Kadın Yardıma muhtaç kadınların sorunlarına yönelik üretilen politikalar 2008 yılında yeniden hazırlanan parti programında oldukça geniş bir şekilde yer almıştır. Bu konunun seçim bildirgesinde ve siyasal reklamlarda bir yansıması olmamıştır. Parti programında; kadın sığınma evlerinin ihtiyaç düzeyinde açılacağı ve bu evlerde ücretsiz danışmanlık, psikolojik destek ve yasal yardım yapılmasının sağlanacağı, şiddete uğrayan kadınların tedavi rehabilitasyonu için özel merkezler açılacağı ifade edilmekte ve “Kamu Yönetimi” ana başlığının “Kapsamlı Çağdaş Hizmete Odaklanmış Yerel Yönetimler” alt başlığında da yerel yönetimlerin kadınlara beceri kazandıracak semt evlerini, kadın sığınma evlerini yaşama geçirecekleri ifade edilmektedir. “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Aile Sigortası Kurumu Kurulacak” şeklindeki alt başlığında ise; CHP’nin aile sigortası kurumu kuracağı, bu kurum ile yoksullukla mücadelenin sosyal refah devletinin temel politikasına dönüştürüleceği, ilk aşamada ihtiyaç sahibi kadın ve çocuklardan oluşan ailelere ulaşılacağı planlanmaktadır. Yine “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Vatandaşlık Hakkı Ödemesi” alt başlığında yoksulları koruma altına almak için her ay asgari ücret düzeyinde ödemelerin yapılmasının planlandığı projede kadının da evde daha güçlü konuma getirilmesine destek olunacağı düşünülmektedir. SONUÇ AKP ve CHP’nin kadına ilişkin söylem ve politikalarını ortaya koymak amacıyla yapılan bu çalışmada her iki partinin de kadına ilişkin söylemlerinin ve politikalarının parti ideolojisi ile yakından ilişkili olduğu görülmüştür. AKP muhafazakâr demokrasi şeklinde ifade ettikleri siyaset tarzı ile siyasi kimliğini tanımlarken, muhafazakârlık temelinde bir kitle partisi olarak kendisini konumlandırmakta, CHP ise; ideolojisini demokratik sol olarak sunarak, söylemlerinde Atatürk’ün partisi olduklarını sık sık yinelemekte ve Cumhuriyet’in temel ilkeleri doğrultusunda bir dünya algılaması içerisinde politikalar üretmektedir. Her iki partinin de kadına ilişkin söylemleri, ideolojilerini temellendiren kavramlar içerisinde anlam bulmaktadır. AKP’nin sağ ve muhafazakâr bir parti olarak daha geleneksel rol kalıpları çerçevesinde kadını “aile” içerisinde konumlandıran “eş ve anne” kimliklerini ön planda tutan, kamusal ve özel alan arasında kadını özel alan içerisinde sınırlamasa da politikalarını ağırlıklı olarak özel alan içerisinde yer alan kadını yani “evde çalışan” kadını temel alarak üreten bir yapı sergilediği söylenebilir. Gerek parti programında gerekse seçim beyannamesinde “kadın” çocuk ve aile ile birlikte resmedilmektedir. AKP’nin parti programında kadın konusu “sosyal politikalar” başlığı altında, seçim beyannamesinde ise, “sosyal yapının güçlendirilmesi” başlığının “aile, kadın, çocuklar ve yaşlılar” alt başlığı içerisinde ele alınmıştır. CHP’nin kadına yaklaşımında siyasal ideolojisini ve kimliğini belirleyen unsurlar çok daha fazla ön plana çıkmaktadır. Kadın; “çağdaşlık”, “laiklik” söylemleri içerisinde, “Cumhuriyet”e sahip çıkan yönleriyle ve “kamusal alan” içerisinde konumlandırılmaya çalışılmaktadır. CHP’nin kadın politikalarının ağırlık noktasını “çalışan kadın” oluştururken, “anne olan ama çalışan kadın”ların sorunları çok daha fazla dillendirilmekte ve bu yönde daha fazla politika üretilmektedir. CHP Cumhuriyet ideolojinin yarattığı, okumuş/meslek sahibi/çalışan kadını görünür kılmaya çalışırken, Kemalist reformların kadınları var ettiği yönündeki söylemler ve 1923’lerin devlet feminizmi içerisinde tanımlanan kadın söylemi sürekli yeniden üretilmektedir. CHP’nin parti programında kadın konusu, “Demokrasiyi Güçlendirme Demokrasi İnsan Hakları ve Özgürlükler” başlığı altında “Hedefimiz Kadını Erkeği Her Alanda Eşit Türkiye” alt başlığında, seçim beyannamesinde ise; “Gençlik ve Kadın” başlığı altında ele alınmıştır. Her iki partinin de kadın politikaları ve söylemleri incelendiğinde “kadına ilişkin sorunsallaştırılan alanlarda” büyük bir benzerlik olduğu görülmüştür. Her iki parti de kadına yönelik 133 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 politikalarını; kadına karşı ayrımcılık, kadın ve çalışma hayatı, kadın ve eğitim, kadın ve şiddet, kadın ve siyaset, sosyal ve ekonomik desteğe ihtiyaç duyan kadın temaları altında ele almışlardır. İki parti açısından önemli farklılık, AKP’nin kadına ilişkin söylem ve politikalarında “kamusal alan ve özel alan” ikilemi içerisinde bir kadın söylemi üretme kaygısı ön plana çıkarken, CHP’de ise; “laiklik ve demokrasi” söylemleri içerisinde bir kadın söylemi oluşturulmaya çalışılmaktadır. Her iki partinin kadın politikalarında odaklandıkları konular benzemekle birlikte, kadın söylemlerindeki popülist yaklaşımdaki ortaklık da dikkat çekmektedir. Her iki parti de kadın seçmeni yakalamak adına “retorik stratejilere” sık sık başvurmakta, kadınların toplumsal yaşamdaki önemine dikkat çekme, kadınsız bir demokrasinin olamayacağı yönünde söylemler üretmede oldukça etkileyici bir yaklaşım sergilemektedirler. AKP ve CHP retorik stratejiler dışında “olumlu destek stratejileri”ne de başvurmakta, kadınların konumunu iyileştirmeye ve katılımını artırmaya yönelik uygulamalarda da bulunmaktadırlar. Ancak genel olarak değerlendirildiğinde yapılanlardan çok yapılacaklar üzerinde durulması retoriksel stratejilerin ağırlıkta olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Olumlu ayrımcılık stratejileri ise; AKP’nin parti politikasında çok sıcak bakmadığı bir konudur. Pozitif ayrımcılık ve kota uygulamaları CHP tarafından desteklenirken, AKP bu konuyu ön planda tutan bir söylem geliştirmemiştir. AKP ve CHP’nin kadına yönelik politikaları değerlendirildiğinde siyaset ve kadın konusunda üretilen politikaların her iki parti açısından da çok yetersiz olduğu görülmektedir. Cinsiyetlerarası eşitsizliğin en görünür olduğu siyaset alanı ve kadının siyaset alanındaki görünür olma mücadelesi siyasilerin popülist söylemleri içerisinde anlamsızlaştırılmaktadır. Konu daha çok temsil ve katılım düzleminde ele alınmakta ve bu unsurlar sorun olmaktan çıktığında kadının kamusal alandaki görünmezliğinin önündeki engellerin ortadan kalkacağı düşünülmektedir. AKP ve CHP’nin parti programları kıyaslandığında özellikle “eğitim” ve “çalışma hayatı” konusunda CHP’nin çok daha fazla politika ürettiği ve bu alanlarda kadına yönelik söylemlerinin daha eyleme dönük olduğu gözlenmektedir. 134 Her iki partinin kadın politikaları genel olarak değerlendirildiğinde sorunların kökenine inerek çözümler üretmekten daha çok kadınla özdeşleştirilen temel konular ve sorun alanları çerçevesinde kadın konusuna yaklaşıldığı ve özellikle seçim beyannamelerinde kadın seçmeni yakalamak adına sloganik cümleler ve popülist söylemler içerisinde bir yaklaşımın sergilendiği görülmektedir. Kadınların her alanda ikincilleştirildiğinin bilincinde olan siyasi aktörler, bu cinsiyetçi politikaların karşısında oldukları yönünde söylemler üretirlerken aynı zamanda pek çok alanda kadının ikincilleştirilmesinin ardında izledikleri politikaların etkisini gözardı etmektedirler. SONNOTLAR (1) Feminist yaklaşıma göre aile içi ilişkiler, kocalar ve karılar arasındaki, ebeveyn ve çocukları arasındaki ilişkiler, her parçasıyla işverenler ve işçiler veya hükümet ve vatandaşlar arasındaki ilişkiler kadar siyasidir. Bu slogan ev içi, aile ve kişisel hayattaki her şeyin aynı zamanda siyasi olduğuna ve bunun gerçekte diğer tüm siyasi mücadelenin temeli olduğuna ilişkin düşünceyi içermektedir (Heywood 2006: 14). (2) Türkiye’de hükümet programlarında kadının nasıl ele alındığına ilişkin detaylı bir çözümleme için Köker’in (1988) çalışması incelenmelidir. (3) AKP yönetimi muhafazakâr demokrasi kavramıyla siyaseti normalleştirmeye çalıştıklarını yani; din-siyaset, gelenek-modernlik, dindevlet, devlet-toplum-birey gibi kavramların yarattığı gerilimi aşmayı, siyaseti gerçekçi bir zemine oturtmayı, müstakil bir muhafazakâr parti üretmeye çalıştıklarını, kuşatıcı bir siyaset tarzı üretmek istediklerini (Akdoğan 2004: 1819) aktarmaktadırlar. KAYNAKLAR Acar F (1993) Türkiye’de İslamcı Hareket ve Kadın Kadın Dergileri ve Bir Grup Üniversite Öğrencisi Üzerine Bir İnceleme, Ş. Tekeli (yay haz), 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 79-100. Adaklı G (2009) 2002-2008: Türk Medyasında AKP Etkisi, İ. Uzgel ve B. Duru (der), AKP Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136) Kitabı Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix Yayınevi, Ankara, 559-613. (yay haz), Yerli Bir Feminizme Doğru, Sel Yayıncılık, İstanbul, 385-422. Akdoğan Y (2004) AK Parti ve Muhafazakâr Demokrasi, Alfa Yayınları, İstanbul. Demir Z (2002) Siyasi Partilerin Kadın Politikalarına Karşı Kadınların Tutumu, Doktora Tezi, S.Ü. Sos. Bil. Ens., Sakarya. Arat Y (1992) 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Hareketi: Liberal Kemalizm’in Radikal Uzantısı, N. Arat (yay haz), Her Yönüyle Türkiye’de Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul, 75-95. Arat Y (1998) Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar, S. Bozdoğan ve R. Kasaba (ed), Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, 8298. Ataman N (1998) Kadınsız Demokrasi Demokrasi Değildir, Z. Göğüş (der), Kadınlar Olmadan Asla, Sabah Kitapçılık, İstanbul, 23-34. Berktay F (1993) Türkiye Solu’nun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var Mı?, Ş. Tekeli (yay haz), 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 313-326. Berktay F (1994) Türkiye’de Kadın Hareketi Tarihsel Bir Deneyim, Kadın Hareketinin Kurumsallaşması Fırsatlar ve Rizikolar (1-4 Kasım 1991’de Frauen-Anstiftung tarafından düzenlenen uluslararası toplantının tutanakları), Meral Akkent (çev), Metis Yayınları, İstanbul, 18-27. Berktay F (2006) Tarihin Cinsiyeti, Metis Yayınları, İstanbul. Birkalan-Gedik H (2009) Türkiye’de Feminizm ve Antropolojiyi Yeniden Düşünmek: Feminist Antropoloji Üzerine Eleştirel Bir Deneme, Cogito, 58, 285-338. Bora A (2004) Kamusal Alan Sahiden “Kamusal” Mı?, M Özbek (ed), Kamusal Alan, Hil Yayınları, İstanbul, 529-538. Bora A (2005) Kadınların Sınıfı, İletişim Yayınları, İstanbul. Connell R W (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Cem Soydemir (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Çakır S (1996) Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, İstanbul. Çakır S (2001) Bir’in Nostaljisinden Kurtulmak: Siyaset Teorisine ve Pratiğine Cinsiyet Açısından Bakış, A. İlyasoğlu ve N. Akgökçe Doğanay Ü (2003) AKP’nin Demokrasi Söylemi ve Muhafazakârlık: Muhafazakâr Demokrasiye Eleştirel Bir Bakış, Ankara Üniversitesi SBF Derg, 62 (1), 65-88. Donovan J (1997) Feminist Teori, Aksu Bora ve ark. (çev), İletişim Yayınları, İstanbul. Göle N (1992) Modern Mahrem, Metis Yayınları, İstanbul. Güneş-Ayata A (1993) Türkiye’de Kadının Siyasete Katılımı, Ş. Tekeli (yay haz), 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 293-312. Heater D (2007) Yurttaşlığın Kısa Tarihi, Meral Delikara Üst (çev), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. Heywood A (2006) Siyaset, Bekir Berat Özipek ve ark (çev), Liberte Yayınları, Ankara. İlyasoğlu A (1994) Örtülü Kimlik, Metis Yayınları, İstanbul. Kandiyoti D (1998) Modernin Cinsiyeti: Türk Modernleşmesi Araştırmalarında Eksik Boyutlar, S. Bozdoğan ve R. Kasaba (ed), Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, 99-117. Kırca Schroeder S (2007) Popüler Feminizm Türkiye’de ve Britanya’da Kadın Dergileri, Bağlam Yayınları, İstanbul. Kili S (1996) Modernleşme ve Kadın, N. Arat (yay haz), Türkiye’de Kadın Olmak, Say Yayınları, İstanbul, 9-20. Koray M (1992) Kadın Siyaset Kota, N. Arat (yay haz), Her Yönüyle Türkiye’de Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul, 199-244. Köker E (1988) Türkiye’de Kadın, Eğitim ve Siyaset: Yükseköğretim Kurumlarında Kadının Durumu Üzerine Bir İnceleme, Doktora Tezi, A.Ü. Sos. Bil. Ens., Ankara. Köker E (2004) Saklı Konuşmalar, M Özbek (ed), Kamusal Alan, Hil Yayınları, İstanbul, 539-550. 135 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Lovenduski J (1993) Introduction: The Dynamics of Gender and Party, J. Lovenduski ve P. Norris (eds), Gender and Party Politics, Sage, London. Mitchel J (1998) Kadın ve Eşitlik, J Mitchel ve A. Oakley (ed), Kadın ve Eşitlik, Fatmagül Berktay (çev ve yay haz), Pencere Yayınları, İstanbul, 23-46. Pateman C (1993) Kardeşlerarası Toplumsal Sözleşme, J Keane (der), Sivil Toplum ve Devlet, Aksu Bora (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 119-146. Pelizzon S M (2009) Kadının Konumu Nasıl Değişti? İhsan Ercan Sadi ve Cem Somel (çev), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. ve B. Duru (der), AKP Kitabı Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix Yayınevi, Ankara, 614-629. Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu (2004), AK Parti Siyasi ve Hukuki İşler Başkanlığı, Camev Yayıncılık, Ankara. Üşür S (1992) İslamcı Kadınların Yaşam Alanı: Tepkisel İndirgemecilik Mi? N. Arat (ed) Her Yönüyle Türkiye’de Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul, 131-149. Wedel H (2001) Siyaset ve Cinsiyet, Can Kurultay (çev), Metis Yayınları, İstanbul. Phillips A (1995) Demokrasinin Cinsiyeti, Alev Türker (çev), Metis Yayınları, İstanbul. Werlhof C V (2008) Kadın Emeği: Ekonomi Politiğin Eleştirisindeki Kör Nokta, M. Mies ve ark. (eds), Son Sömürge: Kadınlar, Yıldız Temurtürkan (çev), İletişim Yayınları, İstanbul, 27-45. Sancar-Üşür S (1997) Siyasal Yaşam ve Kadınlara Destek Politikaları, KSGM, Ankara. Yaraman A (1999) Türkiye’de Kadınların Siyasal Temsili, Bağlam Yayınları, İstanbul. Sancar S (2009) Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis Yayınları, İstanbul. Şafak E (2007) CHP’nin Seçim Bildirgesi, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/safak/2007/ 06/21CHP_nin_secim_bildirgesi,20.09.2007’ de erişildi. Tekeli Ş (1988) Kadınlar İçin Yazılar 19771987, Alan Yayıncılık, İstanbul. Tekeli Ş (1993) 1980’ler Türkiye’sinde Kadınlar, Ş. Tekeli (yay haz), 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 15-50. Timisi N ve Ağduk Gevrek M (2007) 1980’ler Türkiye’sinde Feminist Hareket: Ankara Çevresi, A. Bora ve A. Günal (der), 90’larda Türkiye’de Feminizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 13-39. Tokgöz O (1994) Kadın Seçmen İmgesi: Türkiye’de Kadının Bireysel Siyasal Katılımı Üzerine Bir Deneme, Amme İdaresi Derg, 27(4), 97-115. Tokgöz O (1996) Siyasal Reklamlarda Kadın Söylemi ve Kadın İmgeleri Örnek Olay Olarak 1987 ve 1991 Genel Seçimleri, N. Arat (yay haz), Türkiye’de Kadın Olmak, Say Yayınları, İstanbul, 55-72. Tür Ö ve Çıtak Z (2009) AKP ve Kadın: Teşkilatlanma, Muhafazakârlık ve Türban, İ. Uzgel 136 KARİZMATİK LİDERLİKTE DUYGUSAL ZEKA BOYUTUYLA CİNSİYET FAKTÖRÜNE İLİŞKİN LİTERATÜRSEL BİR ÇALIŞMA Gaye Edizler* “Yüksek sesle övüp, alçak sesle suçlayın” Büyük Katerina ÖZET Liderlik yaklaşımları geleneksel yaklaşımlardan sonra daha çok psiko dinamik boyutta gelişmekte, sosyo-duygusal ve iletişim temelli yaklaşımlara yönelik eğilimler artmaktadır. Liderlik-duygusal zeka ilişkisi ile ilgili yakın tarihli literatüre bakıldığında ise çalışmalarda karizmatik liderlikte sosyo-duygusal zeka faktörlerinin etkisi üzerine ağırlıklı olarak odaklanıldığı, cinsiyet faktörü üzerine çok fazla değinilmediği görülmektedir. Dolayısıyla her iki alanda da cinsiyet faktörünü literatürsel anlamda irdelemek gereği karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmanın amacı; karizmatik liderlik-sosyo-duygusal zeka yetkinliklerinde cinsiyet farklılığını literatürsel düzeydeki teorik yaklaşım ve araştırma örnekleriyle irdelemektir. Çalışmada, yeni liderlik yaklaşımları olarak tanımlanan transformasyonel liderlik içinde karizmatik liderlik, duygusal zeka kavramları genel olarak aktarılmakta ve karizmatik liderlik-duygusal zeka ve cinsiyet ilişkisine yönelik araştırma ve yaklaşımlar üzerinde durulmaktadır. Anahtar sözcükler: Duygusal Zeka, liderlik, karizma, karizmatik liderlik, cinsiyet A LITERATURE STUDY OF GENDER ROLE IN CHARISMATIC LEADERSHIP WITH THE POINT OF EMOTIONAL INTELLIGENCE ABSTRACT After the traditional theories, modern leadership approaches in psycho dynamic extent have lead in tendency of socio-emotional theories. Researches recently continues to support the relationship between social and emotional competencies and charismatic leadership, however few studies have specifically adressed the impact of gender differences on this relationship. So there is a growing necessity to argue the gender factor on both EI competencies and leadership. The major purpose of this paper is to examine the gender in the literature of EI and charismatic leadership theories and emprical analysis. So firstly recent charismatic leadership and EI concepts and views will be taken and then adress the researches and studies related the predictive relationship between gender-EI and charismatic leadership in this study. Keyword: Emotional Intelligence, leadership, charisma, charismatic leadership, gender GİRİŞ Uzun dönemli ilgi ve çalışma alanlarından birisini oluşturan liderlik konusu güç otorite ilişkileri, kişisel özellikler, davranışsal ve durumsal koşullar açısından irdelenmeye çalışılmıştır. Geleneksel ve klasik görüşler olarak nitelendireceğimiz bu yaklaşımların yerini ise psiko dinamik, sosyo-duygusal ve iletişim temelli yaklaşımların aldığını görmek mümkündür. Geleneksel yaklaşımlarda çoğunlukla genel liderlik davranışları üzerinde durulurken, yeni görüşler liderliğin çok boyutlu ve farklı yönlerini alt kategorilerle inceleme imkanı * Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi sunmaktadır. Liderliğe yeni ve çok yönlü bakış açısı sunan bu yeni eğilim içerisinde ise liderlik ile ilgili çalışmalarda sosyo-duygusal zeka, iletişim, karizmatik ve transformasyonel liderlik boyutları, maskulin ve feminen yönetsel stiller yani cinsiyet gibi faktörler yeni inceleme alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. 1. LİDERLİKTE YENİ PARADİGMALAR VE TEORİK GELİŞİM Liderlik olgusu işletme, sosyoloji, siyasal bilim ve sosyal psikoloji gibi farklı disiplinlerin uzun dönem yakın ilgi odağı olmuştur. 1950’lerin Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 örgütsel davranış ile ilgili literatür içindeki geleneksel yaklaşımlar yerini 1980’lerden itibaren çağın ihtiyaçlarına paralel olarak yenilikçi ve reformist ağırlıklı yaklaşımlara bırakmıştır. Transformasyonel (dönüşümselreformist) liderlik yaklaşımı da yönetimorganizasyon disiplini içinde yaklaşık son yirmi yılın modern liderlik yaklaşımlarından birisi olarak ele alınıp incelenmektedir. Klasik liderlik literatüründe lider davranışları (1) kişisel özellikler, (2) güç-otorite ilişkileri, (3) davranışsal ve (4) Durumsallık yaklaşımlar temelinde değerlendirilirken; yeni liderlik görüşlerinde lider-çalışan (kendisini izleyenler) etkileşimi çalışmaların odak noktası olmuştur. Dolayısıyla yeni liderlik paradigmaları olarak sosyo-duygusal ve sembolik davranışlar, vizyoner olma, ilham verme, sözsüz iletişim, ideolojik değerler, entelektüel uyarım, karşılıklı güven ve bağlılık kavramları öne çıkmaktadır. Böylece literatüre sunulan yeni liderlik anlayışının temelinde liderin çalışanlarını sadece örgütsel koşullar içinde değerlendirmek, fiziksel dürtüleri ve ceza tehdidini kullanmak yerine, çalışanı moral ve bağlılığı yoluyla dahil ederek onu organizasyonun ve işin anlamlı bir parçası olarak görme çabası yatmaktadır. Burns’un politik liderlik boyutunda tanımladığı ve literatüre tanıttığı transformasyonel ve transaksiyonel liderlik yaklaşımı yönetim ve organizasyon teorilerine örgütsel değişim ve yetkilendirme kavramlarıyla yeni bir bakış açısı sunmuştur (Burns 1978: 12). Bass ise (1985) bu alandaki çalışmaları daha da derinleştirerek transformasyonel liderliğin üç davranış boyutuna işaret etmiştir: karizma, entelektüel uyarım ve bireysel düşünce. Bass ve Avolio (1990) daha sonraki dönemli çalışmalarında ilham verici motivasyonu, üç faktörlü boyuta dördüncü bir faktör olarak ilave etmişlerdir. Böylece karizmatik liderlik transformasyonel liderliğin bir bileşeni ve en baskın algılanan formu olması dolayısıyla, çoğunlukla literatürde iki eş anlamlı kavram olarak kullanılmakta ve çalışanların tutum ve değerlerini dönüştürebilme yeteneği olarak ifade edilmektedir. Bir başka ifadeyle karizmatik yeteneklerini diğerlerini teşvik etmek için kullanan liderler transformasyonel liderler olarak adlandırılmaktadır. Bu tür liderler yoğun duygular uyandırmak ve çalışanların motivas- 138 yonunu arttırmak için kişisel güç yani karizmatik güç yaratan kaynaklarına ve niteliklerine dayanmaktadırlar; kendine güven, kontrol ihtiyacı ve ahlaki doğruluk gibi. Yakın tarihli ampirik araştırma ve yaklaşımlar organizasyonlarda karizmatik liderliğin bireysel, grup ve organizasyonel düzeylerdeki analizlerle pozitif çıktıları dahil, oldukça güçlü etkileri olduğunu yansıtır niteliktedir. Bu araştırmalara ilişkin örneklerden bazıları karizmatik liderliğin net kar marjı (Waldman ve ark. 2001); ekonomik değeri (Agle 1993); üst yönetim takım motivasyonu ve bağlılığı üzerindeki pozitif ilişkisi (Agle ve Sonenfeld 1994) şeklinde sayılabilir. Karizmatik liderlikle ilgili yaklaşımlar potansiyel lider adaylarının ortaya çıkarılması, eğitim, terfi, rotasyon gibi yönetsel kararların tespiti ve farklılıkların yönetimi, yüksek düzey bağlılık ve performans artışı gibi pozitif birçok örgütsel çıktıya da hizmet etmektedir. 2. TRANSFORMASYONEL LİDERLİK BOYUTLARI VE KARİZMATİK LİDERLİK DAVRANIŞLARI Literatürde transformasyonel liderlik rolünün dört boyutu- karizma, bireyselleştirilmiş düşünce ve entelektüel uyarım ve ilham verici motivasyon- tanımlanmaktadır ki bu boyutlar liderin çalışanlarıyla arasında güçlü duygusal bağlar kurup yönetmesinde etkili olmaktadır (bkz. Şekil 1). (1) Karizma-İdeal etki: Karizma kavramı Yunanca’da doğuştan gelen bir armağan/saygınlık anlamına gelmektedir. Temellerini eski çağlarda Plato’ya kadar dayandırabileceğimiz bu kavram daha geniş biçimde Max Weber tarafından ve zor koşullar altında olup, destek arayan bireyler tarafından seçilen ve sıra dışı özellikleri olduğuna inanılan liderlerin tarifinde kullanmıştır. Weber çalışmalarında karizmatik lideri kendi kendine atanan ve kendi stili olan insanlar olarak tanımlamıştır (Weber 1964: 12). Stil sahibi olmanın temeli ise karizmatik liderin misyonuyla ilişkilidir. Bir başka tanımda karizma “bireyin sıradan insanlardan ayrılan ve doğuştan gelen üstün özelliklerini kullanarak, diğerlerini yüksek düzeyde etkileme yönünde yansıttığı kişisel yetenekler”dir (House ve Baetz 1979: 372). Kişilerarası ileti- Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150) şimde karizma çekicilik, yüksek düzeyde ikna ve etkileme gücü olarak ifade edilmektedir. Duygusal zeka açısından karizma “duygularla iletişim kurma ve dolayısıyla diğerlerine ilham verme yetenek ve isteğini içeren dramatik özel bir yetenek” olarak algılanmaktadır (Friedman ve ark. 1988: 204). Benzer açıdan Riggio (1989) karizmayı gelişmiş duygusal ve sosyal beceriler olarak tanımlamaktadır. Sonraki yıllarda konuyla ilgili derinlemesine yürütülen çalışmalar karizma kavramının Weber’in çalışmalarındaki kişilik temelli veya bağlamsal olmaktan öte, daha geniş düzeyde ilişkisel ve algısal boyutta gerçekleştiği ortaya konmaktadır. (2) Bireyselleştirilmiş düşünce: Karizmatik liderlikte bireyselleştirilmiş düşünce ve çalışanların başarılarını fark etme anlayışı yatmaktadır. Bu tür liderler tipik olarak her asta tek bir bireymiş gibi davranmak, öğretici deneyimler yaratmak ve kolektif davranmaya teşvik için projeleri devretme eğilimini göstermektedir. (3) Entelektüel uyarım: Liderler astlarını eski davranış kalıplarını değiştirebilecek düşüncelere yönlendirirler. İzleyicilerin problemlere farklı bakış açılarından bakmalarını ve problemleri değişik ve yeni yollarla çözmelerine yardımcı olurlar. Böylece yarattıkları entelektüel uyarım ile pratiğe izin verme, yaratıcı düşüncelerin üzerinde durma eğiliminde olup, statükoya karşı çıkarlar (Özkalp ve Kırel 2001: 373). (4) İlham verici motivasyon: Transformasyonel liderler çalışanların tüm yetenek ve becerilerini ortaya çıkararak, kendilerine olan güvenlerini arttırarak en etkili sonuçlara ulaşma yönünde ilham vererek onları motive ederler. Karizmatik liderlik davranışları incelendiğinde, sistematik biçimde belirli özellikleri sergiledikleri gözlenmektedir. Bu tür liderler kendilerini izleyenlerin ihtiyaçlarını hesaba katmakta (empatik davranış), çalışanlarının yüksek düzeyde iş performansı sergilemelerine ilham verecek biçimde vizyoner yaklaşmaktadırlar. Çalışanlarının vizyona bağlılık gösterme ve vizyonu uygulamada sergileyecekleri davranışlar konusunda karizmatik liderler rol model olmaktadırlar. Karizmatik liderler statükocu olma eğilimine karşı çıkarak, reformist bir yaklaşımla sürekli olarak mevcut koşulları iyileştirmenin yollarını araştırmaktadırlar. Bu yönleriyle ise geleneksel olmayan düşünce anlayışına ve risk alabilme özelliğine sahip olmaktadırlar. Son olarak karizmatik liderlerin, retorik yöntemler ve etkili sözsüz iletişim araçlarına sıklıkla başvurarak, çalışanlarıyla oldukça güçlü, güvenilir ve dinamik bir tavır ile iletişim kurdukları görüşü ortaya konmaktadır (Bass 1985: 23). (bkz. Şekil 1) Karizmatik liderlik sürecine ilişkin olarak 3 temel role teorik perspektif içinde sıklıkla vurgu yapıldığı görülmektedir ki bunlar; vizyon, vizyonun uygulanması ve karizmatik iletişim tarzıdır (Kirkpatric ve Locke 1996: 46): (1) Vizyonu ifade etme ve aktarma: karizmatik liderlik rolünün önemli bir parçası vizyon çevresinde gelişmektedir. Öngörmek, gelecekteki yöne ilişkin bir yol haritası sunmak, bu yön çevresinde heyecan oluşturmak, kaostan düzen yaratmak, liderliğe güven oluşturmak ve başarı kriterleri sunmak sayılabilir. Daha iyi bir gelecek öngörmek yoluyla liderler anlam sunmakta, kendileriyle kuruluştaki diğer insanlar arasında bir bağlantı oluşturmakta, bir grup kimliği yaratmakta ve insanları birbirine bağlayan ve onlara hayal kurmada yardımcı olan bir kolektif hayal gücünü tetiklemektedir (Vries 2007: 244). Karizmatik liderliğin vizyon geliştirme bileşeni rekabetçi bir ruh oluşturmaya ek olarak, örgüt kültürünü biçimlendirme ve korumayı da içermektedir. Dolayısıyla karizmatik liderler bir anlamda örgüt kültürünün mimarıdır. Karizmatik liderlik görüşü ile liderin peşinden gelenlerin kendilerine olan duygusal bağlılığı, bu kişileri harekete geçirme, misyona duyarlılık gibi etkiler ile öz saygı, güven, gibi değerler gibi etkilere dikkat çekilmektedir. Karizmatik liderler ‘anlam yaratma ve yönetme’ konusunda oldukça başarılıdırlar. Anlamın güçlü biçimde iletilmesinde etkili olabilecek güçlü sembol, metaforlar, mizah, seremoni ve imajlardan yararlanarak, insanları istedikleri biçimde yönlendirebilmekte ve harekete geçirebilmektedirler. Karizmatik liderler değerlerin gücünü ve yaratıcı dramayı kullanarak, çeşitli semboller yoluyla bireylerin algılarını etkilemekte ve onları bu değerlerle uyumlu davranmaya yöneltmektedir. 139 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 (2) Karizmatik liderin ikinci rolü vizyonu oluşturmakla kalmayıp, vizyonu hayata geçirmekle ilgilidir. Bu ise yetkilendirme ile mümkündür. Karizmatik liderler vizyon sürecine çok sayıda çalışanı dahil ederek, önemli kararlar alma yetkisini ve bilgi paylaşımını çok sayıda insana dağıtmış olurlar. Yetkilendirme ile bütün çalışanlar vizyonun aktif alıcıları olarak, hiyerarşik yapının neresinde olursa olsunlar, kendilerinin bir fark yaratabileceklerini hissetme ihtiyaçlarını tatmin etmiş olurlar. (3) Karizmatik iletişim tarzı: Karizmatik liderler diğerlerinin duygularını fark etme ve yönetme konusunda başarılıdır. Etkili karizmatik liderler sadece organizasyondaki çok sayıda insanı işin içine katmakla kalmayıp, aynı zamanda çok sayıda insana temas etmektedirler. Literatürde karizmatik lider özellikleri incelendiğinde imaj oluşturma, yenilikçi görüşleri iletme gibi daha çok ‘ilişkisel ve algısal boyut’ içinde karşılığını bulmaktadır. Bu çerçevede kişinin ilişkisel yaklaşımı ve iletişim becerileri karizmatik lider olması yönündeki algılamaları etkilemektedir. Karizmatik iletişim tarzını belirleyen unsurlar ise liderin cezbedici ses tonu, doğrudan göz teması, canlı yüz ifadelerini sergilemesi ve güçlü, kendinden emin ve dinamik bir etkileşim stilini kullanması şeklinde sıralanabilir. Karizmatik iletişim tarzı; liderin vizyona bağlılığını, bu konudaki enerjisini ve güçlü, öz güvenli duruşunu sergilemesine katkı sağlayan güçlü sözsüz taktikleri içermektedir (Kirkpatrick ve Locke 1996: 48). Tarihsel süreçte lider profilleri sözlü ve sözsüz taktikleri açısından incelendiğinde Gandhi yumuşak konuşma uslübü ve dingin duruşuyla, Atatürk kendinden emin, dik duruşu, sosyal ve yenilikçi tarzıyla, Martin Luther King ise sergilediği genç, dinamik ve coşkulu stiliyle karizmatik liderler arasında sayılmaktadır. Yakın dönemli liderlik yaklaşımları ve araştırmalarında karizmatik liderliğin kilit bileşenleri olarak sosyal ve duygusal zeka temelli çalışmalar önem kazanmaktadır. Salovey ve Mayer’in duygusal zeka çalışmalarının ardından, alan araştırmacılarının çoğunluğu dikkatlerini karizmatik liderlikte duygusal zeka yetkinliklerinin katkısı olup olmadığını araştırmaya yöneltmişlerdir. Bulgular karizmatik liderlik davranışları sergilemede duygusal zekanın etkili bir faktör olduğunu ortaya koyar nitelik- 140 tedir. Örneğin Sosik (2001) duygusal zekanın önemli bileşenlerinden birisi olan kişisel farkındalığın karizmatik liderlik ve yönetsel performansı öngörmede etkili bir faktör olduğunu ortaya koymuştur (Sosik, 2001: 487). Benzer araştırmalarda kişisel gözlem ve sosyal kontrol faktörlerinin de karizmatik liderlikte etkili kilit kişilerarası iletişim becerileri olduğu tespit edilmiştir. Bu yakın ilişki içine cinsiyet faktörü katıldığında ise, liderliği sergileme ve karizma kullanım biçimlerinin farklılaştığı görülmektedir. Karizmatik liderlikte cinsiyetduygusal zeka faktörlerinin rolü ve etkinliğini sunmadan önce duygusal zeka kavramına ve liderlikle ilişkisine genel bir bakış atmakta yarar vardır. 3. DUYGUSAL ZEKA KAVRAMI VE KARİZMATİK LİDERLİK DAVRANIŞI Transformasyonel liderlik ile ilgili geçmiş araştırmaların çoğunluğu incelendiğinde ağırlıklı olarak kişilik, yaşam deneyimleri, motivasyon veya koşullara ilişkin boyutlar üzerinde odaklandığı görülmektedir. Bass ve Avolio transformasyonel liderlerin örgütsel değişimin için bazı karizmatik -sembolik ve duygusal güçler-davranışlar sergilediklerine işaret etmektedirler. Bu da bize liderlerin duygusal zekâlarının karizmatik davranışları sergilemeleri ile ilişkili olabileceğini göstermektedir. Liderlik yüksek düzeyde incelikli sosyal kavrayış, hassasiyet ve güçlü biçimde duygu yönetimini gerektirmektedir. Liderlerin kontrollü, stratejik, proje takipçisi gibi liderlik rollerinin yanı sıra diğerlerini motive etme, ilham verme, iş yerinde pozitif tutumları geliştirme, güçlü bir katılım ve itibar algısı yaratmalarına ilişkin beklentiler giderek yükselmektedir. Tüm bu çabalarda sahip olunan duygusal zeka yetkinlikleri önemli bir dayanak noktası olmaktadır. Liderin duygusal zeka temelli karmaşık sosyal ve kişisel dinamikleri yönetme becerisine ilişkin artan ilgi, liderlik literatüründe duyguların organizasyonlar içindeki rolünü daha da kritik kılmaktadır. 20.yüzyılın ilk yarısına kadar teorik çalışmaların geleneksel zeka yani IQ ve bilişsel beceriler üzerine odaklandığı ve bu zeka türünün başarıda öncelikli kriter olarak görüldüğü bilinmektedir. İş yaşamında liderlikte başarının öngörü- Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150) sü de uzun bir dönem IQ-geleneksel analitik zeka ile ilişkilendirilmiştir. IQ’nun tek zeka ölçütü olarak algılandığı yılların ardından, Gardner zekanın salt mantık boyutundan ibaret olmayıp, (1983) kinestetik, matematiksel, sözel, kişilerarası, müzikal, matematiksel, içsel zeka boyutlarını içeren çoklu zeka kuramını ortaya atmıştır. Wagner ve Sternberg (1986) de analitik zeka, yaratıcı zeka ve pratik zekadan oluşan üçlü zihinsel yetenekler sınıflandırması ile zekanın diğer boyutlarına ışık tutmuşlardır. Riggio, Murphy ve Pirozzolo (2002) yakın tarihli çalışmalarında, zekanın bu çok boyutlu formlarının liderlik sürecinde etkili olduğunu ve bu zeka formlarına sahip liderlerin çevresel koşullara çok daha başarılı adapte olabildiklerine işaret etmişlerdir. Böylece klasik liderlik görüşünün hakim olduğu ilk dönemlerde salt bilişsel süreçlerle yorumlanmaya çalışılan başarı ve liderlik ile ilgili görüşler daha yaratıcı, ilişkisel ve çok yönlü bir bakış içinde sorgulanmaya başlamıştır. Liderler dinamik iş ve çevre koşullarına uyum sağlama ve bu koşulları yönetmelerinde entelektüel becerilerinin yanı sıra, dürüstlük, enerji güvenilirlik, bütünsellik, sezgisellik, yaratıcılık, esneklik ve adaptasyon, anlayış, vicdan gibi konularda da yeterli olma çabasına yönelmişlerdir. Kendilerinden mesleki ve teknik uzmanlıklarının yanı sıra, danışmanlık, koçluk, arkadaşlık rolleri ile çalışanlarına kulak vermeleri ve onların yanında olduklarını hissettirmeleri beklenmektedir. Bu beklentileri karşılamaya çalıştıklarında ise çoğu zaman otoritelerinin baltalanması, kabul görmeme, çatışmaları yönetememe, verimsizlik gibi başarısızlık içeren deneyimlerle karşı karşıya kalabilmektedirler. Pratikte oldukça ustalık ve yetenek gerektiren ve yaratıcı bir alanı içeren bu beklentilerin karşılanabilmesi ise duygusal zeka (EQ) modeli ile açıklanmaktadır. Özetle duygusal zekanın etkili liderliğin önkoşulu olduğuna ilişkin güçlü bulgular sunan çalışmalar giderek artmaktadır (Mayer ve ark. 2002, Cooper ve Sawaf 2000, Goleman ve ark. 2002, Ryback 1998, Higgs ve Aitken 2003, Sosik ve Megerian 1990 vb.). Duygusal zeka “duyguların gücünü ve hızlı algılayışını insan enerjisi, bilgisi, ilişkileri ve etkisinin bir kaynağı olarak duyumsama, anlama ve etkin biçimde kullanma yeteneği” olarak tanımlanabilir (Cooper ve Sawaf 2000: 1). Duygusal zeka kendimizin ve diğerlerinin duygularını fark etme ve objektif biçimde değerlendirme, sağlıklı biçimde ilişki yönetme ve yaşamın gereklerine uygun tepkiler vermemize katkı sağlayan sıcak ve soyut bir zeka boyutudur. İlgili literatürde önemli bir referans noktası olarak gösterilen Mayer ve Salovey’in (1997) çalışmalarındaki duygusal zeka tanımı şöyledir: “Duyguları doğru biçimde algılama, değerlendirme ve ifade edebilme yeteneği; düşüncelere rehberlik edecek biçimde hisleri üretme ve kullanma yeteneği; duyguları veya duygusal enformasyonu anlama yeteneği ile duygusal ve entelektüel gelişimi sağlamak için duyguları düzenleme ve ifade etme yeteneğini içerir.” (Mayer ve Salovey 1997: 10). Duygusal zekayı “kendimizin ve başkasının hislerini tanıma, kendimizi motive etme, içimizdeki ve ilişkilerimizdeki duyguları iyi yönetme yetisi ” olarak tanımlayan ve bu kavrama dünyada popülerlik kazandıran Golemen ise, duygusal zekanın beş unsurundan söz etmektedir. Bunlar: öz bilinç, öz yönetim, sosyal bilinç ve ilişki yönetimi olarak sıralanabilir (Goleman, 2000: 393). Bu dört alan aralarındaki dinamik ilişkiyle iç içe olup, her biri karizmatik liderlik davranışında etkili olmaktadır. Özbilinç/ kişisel farkındalık, empati ve öz yönetimi kolaylaştırmakta, bu iki boyut aynı zamanda etkili ilişki yönetimini de mümkün kılmaktadır. Buradan ise duygusal zeka liderliğinin kişisel farkındalık temeli üzerinde geliştiği sonucuna varılabilir. Duygu ve akıl arasındaki bağlantıya işaret eden Mayer-Salovey ve Caruso duygusal zekayı dört kategoride değerlendirmekte ve ölçümlemektedir (Mayer ve ark. 2000: 273): (1) Algısal değerlendirme ve duyguları ifade etme (2) Düşüncenin duygusal açıdan kolaylaştırması, (3) Duyguların analiz edilmesi ve anlaşılması, duygusal bilgiyi kullanmak ve üretmek (4) Duygusal ve entelektüel gelişimi sağlayacak yönde dışa yansıyan duyguların düzenlenmesi Bar-On ise duygusal zekayı beş genel alan içinde ölçtüğü çalışmasında, etkili performansa öncülük eden bu her bir alanın toplam 141 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 onbeş alt yetkinlik kriterinden söz etmektedir. Aynı zamanda etkili liderlik için gerekli olan bu yetkinlikler ise şöyledir (Bar –On 1997: 12): Öz iletişim: içsel iletişim yani duygusal öz farkındalık, kendini ifade etme/dışavurum, kendini gerçekleştirme, öz saygı ve bağımsızlık Kişilerarası iletişim düzeyi: Empati, Kişilerarası ilişkiler, sosyal sorumluluk Stres yönetimi: strese dayanıklılık, dürtü kontrolü Uyum-adaptasyon: problem çözme, gerçekliğin test edilmesi, esneklik Genel ruh hali-mod: mutluluk, optimist olma Duygusal zeka tanım ve göstergelerine ilişkin yaklaşımlardan da anlaşılacağı üzere duygusal zekanın, yönetimin klasik boyutu olan yönlendirme veya otoriteden farklı olarak, doğrudan etki yaratma ile ilgili olduğu görülmektedir. Mantığa, mantık oluşturma yeteneğine veya sadece teknik analizlere dayanmaktan ziyade, öğrenme, ilişkilendirme, sentez yaratma, öncelikleri belirleme ve duygusal potansiyeli kullanmakla ilgilidir. Dolayısıyla insanları anlama ve akıllıca idare etme yeteneğini ifade eden bu alan, insan psikolojisini hesaba katan yeni liderlik görüşleri ile yakından kesişmektedir. Yakın tarihli çalışmalarda transformasyonel liderlik bir duygu yönetim süreci olarak tanımlanmakta ve organizasyonlarda transformasyonel liderlik davranışına katkı sağlayan bir dizi duygusal zeka boyutuna işaret edilmektedirler. Buna göre transformasyonel liderler ilham verici vizyonu uygun bir duygusal dil ve anlatım seçerek çalışanlarına aktarmaktadırlar. Ayrıca transformasyonel liderler kendilerini izleyenlerin ihtiyaç ve değerlerine ilişkin güçlü bir kavrayış ve sezgiye sahip olup, bu özellikleri ise onlarla daha yüksek kalitede ilişki ve duyarlılık gelişimine katkı sağlamaktadır (Ashkanasy ve Tse 2000: 10). Transformasyonel liderler karizmatik liderlik davranışları ile ‘anlamları yaratma ve yönetme çabalarında’ büyük ölçüde duygusal zeka becerilerine başvurmaktadırlar. Duygusal zeka göstergeleri duygular konusunda kişisel farkındalık, duygular ile mantık yürütme, duyguları yönetme ve sosyal koşullara 142 uyarlayabilme becerileri olup; bu beceriler bireyi yönetsel boyutta ilişki yönetmeye ve liderlik etmeye ciddi anlamda hazırlamaktadır. Salovey ve Mayer’in duygusal zeka modelinde duygusal yetkinlikler içinde tanımlanan kişisel farkındalığın, liderlik literatüründe pek çok araştırmaya konu olduğu görülmektedir. Liderlik perspektifinden bakıldığında kişisel farkındalık karizmatik liderlik sürecinde diğerlerinin algılarını öngörümleme yeteneği olarak tanımlanabilir (Sosik ve Megerian 1999: 370). Karizmatik liderlikte ortak vizyonu iletme ve teşvik çabasının başlangıç noktası diğerlerinin kaygı ve tutumlarını algılamaktır. Bireyin kişisel farkındalık düzeyi liderlik sürecinde onun hedeflerini ve ideallerini çalışanlarının ideallerine ve hedeflerine aktarabilmesinde destekleyici olabilir. Kişisel farkındalık boyutu duygusal zekanın diğer boyutlarını da –empati, sosyal beceriler, kişisel gözlem gibi- etkilemektedir. Özetle karizmatik liderin etkinliğini sürdürmede farkındalık düzeyinin yüksek olması gereği açıktır. Sosyal ve duygusal zeka yetkinliklerinin bir başka önemli boyutu da liderlik araştırmalarında liderlik davranışı ile ilişkilendirilen kişisel gözlem-kendini izleme yeteneğidir. Bireyin dışa vurum davranışlarını izleme ve kontrol yeteneği olarak tanımlanabilen bu boyutun liderlikle ilişkilendirildiği çok sayıda ölçüm yapılmıştır. Bunlardan birisi Snyder’in (1974) çalışmasında ölçümlediği sosyal uyum boyutu, sosyal sinyallere duyarlılık ve bu sinyallerle tepki vermede kendi davranışlarını kontrol yeteneği yönünde bir ilgi/dikkat olarak tanımlanmıştır. Çalışmada ayrıca kişisel gözlem yeteneği liderliğin ortaya çıkışı, liderlik statüsü ve etkinliği ile yakın ilişkili bulunmuştur (Synder 1974: 527). Kişisel gözlem yeteneğinin karizmatik liderlikle pozitif yönde ilişkisini ortaya koyan bir başka çalışmada ise karizmatik liderlerin kendilerini dışa vurmaya yönelik davranışlarında son derece dikkatli ve kontrollü oldukları belirtilmektedir (Sosik ve Dworakivsky 1998: 505). Bu bulgular yine duygusal zekanın bir başka boyutuyla karizmatik liderlik arasındaki yakın ilişkiyi desteklemektedir. Karizmatik liderliğin kilit unsurlarından birisi liderin duygusal zeka becerileri yani kavramsal sinyalleri yakalama yeteneği ve koşullar ile çalışanların özelliklerine uygun davranışsal yanıtları sergileme yeteneğidir. Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150) Şekil 1. Örgütsel Düzeyde Karizmatik Liderlik- Cinsiyet ve Duygusal Zeka Etkileşimi Transformasyonel Liderliğin 4 Rolü (Burns, Bass Ve Avolio) 1. Karizma/etki 2. Entelektüel teşvik 3. Bireysel düşünce 4. İlham verici motivasyon Sosyo-Duygusal Zeka Göstergeleri (Bar-on, Snyder, Goleman-MayerSalovey vd.) Karizmatik Liderlik Davranışları (House, Bass, Conger ve Kanungo, Shamir vd.) CİNSİYET 1. Vizyonu oluşturma ve aktarma 2. Çevreye duyarlılık 3. Reformist 4. Kişisel risk üstlenme 5. İhtiyaçlara duyarlılık 6. Statükoya karşı olma Kişisel Farkındalık Kişisel Gözlem Duygu Yönetimi Duygu Kontrolü Sosyal Uyum Empati İlişki Yönetimi Duygusal İfade Motivasyon Sosyal Bilinç Örgütsel Sonuçlar · İk kararları o Potansiyel lider adaylarının tespiti o Eğitim ve gelişim o Kariyer geliştirme: terfi, transfer, rotasyon, yetkilendirme · Farklılıkların yönetimi · Yüksek düzeyde bağlılık · Yüksek düzeyde performans potansiyeli · Duygusal zeka becerileri karizmatik liderliğin ortaya çıkışı ve sürdürülebilir olmasının bir teminatı gibi düşünülmelidir. Özellikle sosyal bilinç kategorisi içinde duygusal ifade/anlatım yeteneği, hem cinsiyet faktörü hem de karizmatik liderlik açısından -belki de en yüksek düzeyde- belirleyici boyut olmaktadır. Liderin duyguları aktarma becerisi ne kadar fazlaysa, duygular o denli güçlü biçimde yayılmaktadır. Karizmatik liderler başkalarını kendi ritimleriyle eş zamanlı hale getirip hislerini yakalamaya sevk eden bir dışavurum yeteneğine sahiptirler. Göz teması kurma, ellerin ve bedensel jestlerin kullanımı, vokal çeşitlilik ve yüze dayalı ifadeler ise eş zamanlı bu ritmi yakalama ve duygu- sal anlatımın unsurları olarak kabul edilmektedir. Çalışan ve liderlerin katıldığı pek çok laboratuar ortamlarında bu boyut özellikle liderin vizyonu iletme ve yayması sürecinde sözü edilen unsurların ölçümüyle analiz edilmektedir. Elde edilen sonuçlara göre ise liderin sahip olduğu sözlü ve sözsüz iletişim becerileri, kritik karizmatik liderlik davranışlarını (topluluk önünde konuşma, sunum, vizyonu iletme ve üyelere benimsetme gibi) önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır. Karizmatik liderler sözsüz becerilerinin yanı sıra sözlü kodları zamanlama ve ritmik kadans aracılığıyla kullanarak– seslerini tam olarak gereken tonda yükseltip 143 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 alçaltarak- izleyicileri peşlerinden sürükleyebilmektedirler (Goleman 2007: 119). Sosyal bilincin boyutlarından birisi olarak empati de liderin ahenk yaratma süreci ile karizmatik tavır sergilemesinde önemlidir. Empati ötekinin hislerini bilmek, hissettiğini hissetmek ve buna şefkatle karşılık vermek olarak tanımlanabilir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere empatik çaba büyük ölçüde duygu paylaşımını gerektirmektedir. Etkili liderler ötekinin deneyimini paylaşmak için önce kendilerini onun yerine koymakta, sonra da uygun metotlarla bu duyguları paylaşma çabasına yönelmektedirler. Liderler başkalarının duygularını ve bakış açılarını kavrayabildiklerinde, söyledikleri ya da yaptıkları şeyleri denetim altında tutan güçlü bir rehberlik sistemine erişmektedirler (Goleman ve ark. 2002: 61). Dolayısıyla empati literatürde bilimsel çalışma ve araştırmalara en sıklıkla konu olan duygusal zeka göstergelerinden birisi olarak, liderlerin etkinliği için oldukça gerekli bir yetkinlik boyutu olarak tanımlanmaktadır. Karizmatik liderlik ile duygusal zeka arasındaki ilişkiyi güçlendiren bir başka gösterge ise motivasyondur. Motivasyonun etkili karizmatik liderlerin önemli bir özelliği olduğuna işaret edilmektedir. Bu liderler beklentileri gerçekleştirmek üzere yola çıkmakta, bir başka ifadeyle motivasyonu kullanarak çalışanlarına yüksek düzey hedef ve beklentileri iletmektedir. Liderin duygu yönetimi, duygusal kontrol becerileri de krizleri yönetme çabaları ile kişilerarası ilişkilerde çatışmaları yönetme ve stres yönetiminde gerekli olan duygusal zeka göstergeleri arasındadır. 4. CİNSİYET-DUYGUSAL ZEKA VE KARİZMATİK LİDERLİK İLİŞKİSİ Günümüz yeni iş ve organizasyonel yaşam düzeni, formel hiyerarşik yapıların azaldığı, en üstten en alta herkesin kaynak durumuna geçtiği yoğun ve esnek bir ilişki ağı şeklinde kurgulanmaktadır. Daha sık ve yoğun kurumsal iletişim, değişim ve farklılıkları yönetme, eğitim, gücün ve enformasyonun paylaşımı günümüzün hizmet ağırlıklı ekonomi yaklaşımları olarak sıralanmaktadır. Bu dönemin yönetim çabalarında bayanların doğaları gereği ihtiyaçları fark etme, karşılama, besleyici olma özel- 144 likleri ile kendilerini rahat hissetme, hissettirme ve dengeli davranma çabaları giderek daha da kritik ve talep edilir hale gelmektedir. Dolayısıyla bayanlar giderek daha yüksek düzeyde örgütsel ağlara ve yönetsel pozisyonlara dahil olmaktadırlar. Kadınların daha yüksek biçimde ikna, destek, empati gibi feminen değerlerini ve iletişim stillerini kullanmalarına imkan veren yeni yönetim yaklaşımları ile liderlikte cinsiyet faktörünün etkili bir paradigma olup olmadığını tartışma gereği doğmaktadır. Liderlik konusunda yönetsel stillere ilişkin cinsiyet faktörü, yani feminen ve maskulin yönetim stilleri, bu alanla ilgili uzun dönem geleneksel çalışma alanlarından birisi olmuştur. Literatürde feminen yönetim stili çalışanlara verilen kişisel ilgi/dikkat, sezgisel karar verme, hiyerarşik olmayan tutumlar, iş ve yaşam dengesi, sosyal sorumluluk olarak belirtilirken, maskulin yönetim stili ise teknik ve talimat verme şeklinde karşılığını bulmaktadır. Maskulin (mascunility) ve feminenliğe ilişkin (feminity) psikolojik özellikler Bem tarafından 1974 yılında “Bem Cinsiyet Rolü Envanteri” ile ölçülmüştür. Bu cinsiyet skalasının maskulin tarafında baskın olma, başarma duygusu, kincilik, isyankarlık/asilik gibi kişilik özellikleri varken, dişilik tarafında saygın olma, ince anlayış, bağımlılık ve duygusallık gibi kişilik özellikleri yer almaktadır (Bem 1974). Grant ise çalışmalarında kadınların organizasyonlara kattıkları psikolojik özellikleri üzerine yoğunlaşmıştır. Elde ettiği bulgular ise bu alanla ilgili diğer çalışmaları destekler niteliktedir. Buna göre; kadınlar iş ortamlarında daha çok işbirlikçi davranışlar sergilemektedir. Bu ise özellikle diyaloga dayalı danışmanlık ve demokratik karar verme sürecinde oldukça önemlidir. Kadınların iş yaşamında bağımsızlıktan çok bağımlılık duygu ve ihtiyaçları ön plana çıkmakta, güce ilişkin algıları ise daha az düzeyde baskın olma/kontrol isteği, daha yüksek düzeyde ise gücü topluluk içinde özgürce kullanmak yönünde oluşmaktadır (Grant 1988: 58). Liderlikte cinsiyet farklılıkları ile ilgili en kapsamlı ve sistematik analizlerden birisi olarak bilinen Eagly ve Johnson’un (1990) çalışmalarında da farklılığın daha çok otorite kullanımından kaynaklandığı tespit edilmiştir. İlgili çalışmada cinsiyet farklılığı örgütsel düzeyde demokratik liderliğin sergilenmesine dayandı- Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150) rılmıştır. Araştırma raporuna göre bayanlar daha katılımcı ve kapsayıcı bir liderlik stili kullanırken, erkekler ise liderlik ederken daha çok direkt ve kontrolcü stil kullanma eğilimine başvurmaktadırlar (Eagly ve Johnson 1990: 237). Yukarıda sunulan liderlik-cinsiyet ilişkisine ilişkin araştırmalar daha çok genel liderlik davranışlarını tartışma noktasında kaldığını göstermektedir. Karizmatik liderlik çalışmalarında artış gözlense de, teorik ve ampirik çalışmaların çok az bir kısmında, bayan ve erkek karizmatik liderler arasında duygusal zeka becerileri açısından farklılıkların ele alınıp incelendiği görülmektedir. Tablo 1’de sunulan çalışmalar alanın sınırlılığını ortaya koymaktadır. Karizmatik liderlikte cinsiyet farklılıkları konusuyla ilgili yorumlar ağırlıklı olarak, bayanların eğitsel ve gelişime yönelik davranışları sergileme yönünde sosyalleşmeleri nedeniyle, daha çok karizmatik ve transformasyonel lider tavrı izledikleri şeklindedir (Bass ve ark. 1996: 20). Açık biçimde bu davranışlar karizmatik liderliğin kritik bazı unsurları ile kesişmektedir ki bunlar; üyelerin ihtiyaçlarına duyarlılık göstermek (aidiyet duygusu, bağlılık, bağımsızlık gibi), bireyselleştirilmiş düşünce anlayışını uygulamak ve çalışanların başarılarını dikkate almaktır (bkz. şekil 1). Böylece bayanların erkeklere oranla daha yüksek biçimde karizmatik liderlik davranışı sergiledikleri konusunda yeni bazı kuramsal ispatlar söz konusudur. Sosyalizasyon ve kültürel normlar bireylerin kendilerine sunulan cinsiyet rolleriyle uyumlu davranışları öğrenmelerine katkı sağlamaktadır. Liderlikte feminen model aslında transformasyonel liderlik davranışlarını tipik bir şekilde içermektedir ki bunlar; katılımcı karar verme, iş birliği ve çalışanlarla kaliteli kişilerarası ilişkiler kurma gibi. Böylece bayan ve erkeklerin farklı bir takım transformasyonel liderlik davranışları sergilemeleri beklenmektedir. Uluslararası bir bankada yaklaşık 300 birim müdürü üzerinde yapılan bir araştırmada bayan yöneticilerin kendilerini erkek rakiplerine kıyasla daha transformasyonel değerlendirirken; üst düzey yöneticilerin de bayan yöneticileri erkek yöneticilere kıyasla daha çok transformasyonel algıladıkları ortaya çıkmıştır (Groves 2005: 32). Konuyla ilgili araştırmaların çoğunluğu feminenlik ve transformasyonel liderlik, özellikle de karizma ve bireysel düşünce arasında güçlü pozitif yönde bir ilişki olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar bireysel düşünce ve karizmayı feminen stereotipi ile birleştirilebilen kişilerarası iletişim becerileri olarak sınıflandırmaktadırlar. Bass, Avolio ve Atwater’in gelştirdikleri ‘Çok Yönlü Liderlik Analizi’ nde (ÇYLA) bayan yöneticilerin erkek yöneticilere oranla daha yüksek düzeyde transformasyonel/dönüşümcü olduğuna ilişkin bulgular elde edilmiştir. Global düzeyde örneklemin seçildiği ilgili analizlerde cinsiyet farklılıkları daha çok kişilerarası, sosyal ve duygusal alanla ilgili ortaya çıkmıştır; katılımcı karar verme, birey ve takım desteğini arttırma, bireyleri hesaba katma gibi (Bass ve ark. 1996: 12-15). Çok Yönlü Liderlik Analizi’yle elde edilen sonuçlara paralel diğer bulgular ise liderlikcinsiyet ilişkisini araştıran Kouzes ve Posner’in ‘Liderlik Uygulamaları Envanteri’ (LUE) ile elde edilmiştir. Araştırmada bayan yöneticilerin erkek yöneticilere oranla daha yüksek düzeyde rol/model olma davranışını tercih ettikleri ortaya konmuştur (Kouzes ve Posner 1990: 16). İlgili araştırmalarda bayan liderlerin belirli bir biçimde daha yüksek düzeyde çevreye duyarlılık sergileme eğilimlerine işaret edilmektedir. Karizmatik liderliğin alt boyutlarından birisi olarak çevreye duyarlılık, sosyal ve kültürel çevreden kaynaklanan engelleri görebilmek ve organizasyonun üyelerinin yeteneklerini tanımlayabilme olarak ifade edilebilir. Tüm bu sonuçlar ise bayanların deneyimlenmiş ve pozitif katkı verme olasılığı olan davranışları daha çok ve tutarlı biçimde sergilediklerini göstermektedir. Her iki analizde de bayan yöneticiler kişilerarası ve feminen liderlik davranışları kategorisinde daha yüksek düzeyde değerlendirilmiştir; örneğin LUE envanterinde diğerlerini eyleme teşvik etme alt kategorisi gibi. Bu da maskulin rol ile uyumlu bayan yöneticilerin kendilerini personelini yönetme süreçlerinde geleneksel feminen davranışları kullanmaya yönelimli olduklarını doğrulamaktadır (Carless,1998: 889). Liderlik araştırmalarında özellikle transformasyonel ve karizmatik liderlik yaklaşımlarında 145 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 sosyal ve duygusal zekayı adres gösteren araştırmalar değerli ve yeni bir araştırma alanı yaratmaktadır (bkz tablo 1). Liderlikte cinsiyetduygusal zeka ilişkisinin ele alındığı çalışmalardan birisi de Petrides ve Furnham’ın (2000) Salovey ve Mayer’in çalışmalarını temel alarak yürüttükleri duygusal zeka ölçümleridir. Çalışmada bayanların sosyal becerilerde erkeklere kıyasla kilit kişilerarası ve duygusal zeka becerilerinde önemli bir fark yarattıkları ortaya konmuştur (Petrides ve Furnham 2000: 450). Cinsiyet boyutunu hesaba katan sınırlı çalışmalardan birisi olarak tanımladığımız, Eagly ve Johnson’un (1990) etkiye dayalı cinsiyet ve liderlik stili üzerine yaptıkları meta analizleri de, kişilik özellikleri ve davranışsal eğilimleri açısından yerleşmiş cinsiyet farklılıklarının, kadınların erkeklere kıyasla kişilerarası iletişim becerilerinde daha başarılı olmaları durumunu açıklamaktadırlar (Eagly ve Johnson 1990: 235). Tablo 1. Yakın tarihli Literatürde “Cinsiyet-Duygusal Zeka-Liderlik” İlişkisi İle İlgili Bazı Araştırma ve Yaklaşımlar Duygusal Zeka-Liderlik-Cinsiyet Araştırmaları ve Geliştirilen Ölçekler · Mandell ve Pherwani (2003) Duygusal Zeka- Cinsiyet ve Transformasyonel Liderlik · George (2000) Duygusal Zeka ve Liderlik · Goleman (2000) Duygusal Zeka · Petrides ve Furnham (2000) Duygusal Zeka- Cinsiyet ve Öz-değerlendirme Ölçümü · Ashkansay-Tse (2000) Duygusal zeka ve Transformasyonel Liderlik · Sosik-Dworakisvsky (1998) Karizmatik Liderlik ve Özgüven Araştırması · Kabakoff (1998) Duygusal Zeka ve Cinsiyet · Carless (1998) Cinsiyet ve Transformasyonel Liderlik · Salovey-Myer-Caruso (1997) MSCEIT Duygusal Zeka ve Çok Yönlü Duygusal Zeka Ölçümü- · Bar-On (1997) Bar-On EQ-i Enventeri · Brody (1997) Cinsiyet ve Duygusal zeka · Kirkpatrick ve Locke (1996) Karizmatik Liderlik ve İletişim Stilleri · Bass-Avolio-Atwater (1996) Karizma-Transformasyonel Liderlik ve ‘Çok Yönlü Liderlik Analizi’ · Conger-Kanungo (1994) Davranışsal Model ve Karizmatik Liderlik Ölçümü · Agle-Sonnenfeld (1994) Karizmatik Liderlik Yaklaşımı ve Ampirik Test · House-Shamir ve Arthur (1993) Karizmatik Liderlik - ‘Kişisel-Farkındalık’ · Hackman-Furniss-Hills-Paterson (1992) Cinsiyet Rolü ve Transformasyonel ve Karizmatik Liderlik Davranışları · Eagly-Johnson (1990) Sosyal Rol- Davranış ve Etkiye dayalı Cinsiyet-Liderlik Stili · Kouzes-Posner (1990) Liderlik Uygulama Envanteri · Riggio (1989) Sosyal Beceriler Envanteri · Friedman-Riggio-Casella(1981-1988)Karizmatik Liderlik- Duyguların Sözsüz aktarımı ve Kişisel Çekicilik ve Etkiye Dayalı İletişim Testi · Bem (1974) Maskulin ve Feminen Liderlik ve Cinsiyet Rolü ve Envanteri Groves (2005) Cinsiyet ve Duygusal Zeka Yetkinlikleri 146 Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150) İlgili alan araştırmaları spesifik biçimde bayanların, erkeklere oranla daha yüksek düzeyde sosyal ve duygusal becerileri gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Bireylerin sözsüz kanallar yoluyla iletişim becerilerinin ölçülmesi sürecinde, duygusal yeterliliklerin bir bölümü olarak kişilerarası beceriler konusunda bayanların erkeklere kıyasla, sözsüz mesajları kodlama ve yorumlamada/çözmede daha çok yetenekli oldukları ortaya konmuştur (Riggio 1986: 650). Araştırmada bayanlar yüz ifadeleri yoluyla spontane biçimde duygu içerikli mesajları gönderme ve diğer bireylerin duygu içerikli yüz ifadelerine duyarlılığı sürdürme konusunda yüksek düzeyde yetenekli saptanmışlardır. Dolayısıyla bayanların erkeklere oranla diğerlerinin sözsüz sinyallerini yakalama, daha çok gülümseme, mimik kullanma ve duygu içerikli yüz ifadesi kullanma sıklığı dahil, çok daha yüksek düzeyde sözsüz ifade yeteneğine sahip oldukları konusunda sağlam bulgular söz konusudur (Riggio ve Friedman 1986: 423). Bayanlar sözsüz sinyalleri kodlama ve deşifre etme bakımından görsel ve de özellikle yüz sinyallerine dikkat etme eğilimi göstermektedirler. Sözü edilen bu becerilerin çoğunluğu ise güçlü retorik metotları ve sözsüz iletişim araçlarını kullanarak izleyicilere hayal kurdurma ve önsezilere dayalı mesajları iletme gibi karizmatik davranış sergilemenin esası olarak kabul edilmektedir (Conger ve Kanungo 1987: 640). Tüm bu bulgulardan yola çıkılarak bayanların karizmatik liderlik sürecinde alt yapıyı oluşturan yüksek sözlü ve sözsüz duygusal yetkinlikleriyle kişilik temelli bir avantaja sahip oldukları belirtilebilir. Kabacoff da bayanların daha yüksek düzeyde empati ve iletişim yeteneği sergilediklerine işaret etmektedir. Bayanlar daha yüksek düzeyde diğerlerine karşı hassasiyet, sempatik olma, dinleme ve astları, çalışma arkadaşları ve üstleriyle etkili ilişkiler geliştirebilme yeteneği sergilemektedirler (Kabacof 1988). Bununla birlikte Goleman farklılığın empati düzeyinden çok gösteriliş biçiminden kaynaklandığı ifade etmektedir. Buna göre erkekler gizli bir empati yeteneğine aynı oranda sahip olmakla birlikte, ‘güçsüzlük’ olarak algılanabileceği için bunu yansıtmaktan kaçınmaktadırlar (Goleman 2000: 401). Kadınlar erkek egemen iş ortamlarında erkeklerle olan ilişkilerinde ortak temas noktaları yaratmaktadırlar. Benzer biçimde profesyonel anlamda başarılı sayılan bayan yöneticilerin erkek egemen iş yaşamında erkeklerin kurallarına uygun oynadıkları ve erkek kültürü içinde tanımlanan bağımsızlık, gerçeklik, kararlı, otoriter, atak ve stratejik değerleri daha yüksek düzeyde sergiledikleri görülmektedir. Erkekler ise feminen kültürel değerleri içinde tanımlanan kendini ifade etme, empati kurma, duygusal destek gibi değerlere gittikçe yakınlaşmaktadır. Görüldüğü gibi duygusal zekayı ölçmek amacıyla yürütülen araştırmalarda alt kategori ölçümlerinde cinsiyet faktörünün etkili olduğu görülmektedir. Araştırmalar bu etkiyi yansıtan somut bazı sonuçlar sunmaktadır. Araştırmaların çoğunluğunda bayanlar empati gibi duygusal zekanın belirli alt kategorilerinde daha yüksek puan alırken; erkeklerde öz güven kategorisindeki puanlar daha yüksek değerleri bulmaktadır. Bayanlar sözlü hatırlama egzersizlerinde daha yüksek performans elde ederlerken, erkekler sayılarla mesafe ölçümü egzersizlerinde daha yüksek puanlar almaktadırlar. Sözlü hatırlama becerisi duygusal zekanın alt kategorilerinden birisi olan bireyin kendisinin ve diğerlerinin duygularını anlama ve ifade etme yeteneği ile ilişkilendirilmektedir (Ciarrochi ve ark. 2000: 543). Böylece elde edilen bulgular bayanların empati, ilişki yönetimi, sosyal duyarlılık gibi duygusal zeka kategorileri ile duygu içerikli mesajları algılama ve yorumlama süreçlerinde erkeklerden daha başarılı olduğu yönünde birleşmektedir. SONUÇ Gerek teorik gerekse ampirik araştırmalar liderin sosyal ve duygusal yetkinlikler boyutunda cinsiyeti ile spesifik karizmatik davranışları arasında yakın ilişki ve etkileşim ile bu etkileşimden kaynaklanan somut ve güçlü çıktılar olduğuna dair bazı güçlü kanıtlar sunmaktadır. Bu bulgular bizi duygusal zeka boyutuyla karizmatik liderlik-cinsiyet ilişkisini tartışmaya yöneltmektedir. Literatüre ilişkin çalışmaları değerlendirmek gerekirse; duygusal zeka-karizmatik liderlik ilişkisine ilişkin çalışmalara olan ilgi ve yoğunluk artış gösterse de, bu alanda sistematik ve kapsamlı kuramsal çalışmaların henüz yeterli düzeyde olmadığı gözlenmektedir. Her iki alan 147 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 ile ilgili çalışmalar daha çok sezgisel, çekici değerlendirmelere dayanmakta ve oturaklı, bilimsel teorik yapıdan çok moda yönetsel görüş ve mitlerden biri olma tehlikesini yaşamaktadır. Literatür incelemesinde ilgili araştırmalar ağırlıklı olarak liderlik-duygusal zeka ilişkisini inceleme boyutunda kalmaktadır. Bayan ve erkek liderler arasında duygusal zeka becerileri ve karizmatik lider davranışları açısından cinsiyet farklılığına ilişkin teorik-ampirik çalışmalar ise bakir bir alan olarak yeni ve değerli bir çalışma sahası sunmaktadır. Çalışmamızda literatür taraması ile bir kısmını sunmaya çalıştığımız araştırma ve yaklaşımlardan elde edilen bulgulara göre, bayan yöneticiler organizasyonel yapı içinde karizmatik liderlik davranışını kolaylaştıran bir dizi sosyal ve duygusal becerileri başarılı biçimde sergilemektedirler. Bayan yöneticiler erkek rakiplerine oranla daha yüksek düzeyde sosyal kontrol sosyal ve duygusal ifadeye başvurmaktadırlar. Sözlü ve sözsüz iletişim, kişilerarası ve duygusal becerilerden oluşan bu kategoriler karizmatik liderlikle yakın ilişkili olup, bu sürecin alt yapısını oluşturmaktadır. Bayanların sözlü ifade ve çeşitli sosyal rollerini düzenlemedeki becerileri, duyguların sözsüz anlatımı ve yorumu, üyelerinin sözsüz davranışlarına duyarlılık ve sözsüz mesajları kontrol yeteneği ise onların karizmatik liderliği sergilemelerinde kolaylaştırıcı olmaktadır. Liderlikle ilgili yaklaşımların karizmatik ve transformasyonel liderlik gibi psiko-dinamik yaklaşımlarla yorumlanma yönünde gelişmesi, sosyal ve duygusal zeka alanına duyulan gereksinimleri de arttırmaktadır. Dolayısıyla ilgili alandaki teorik ve ampirik çalışmalar sosyal ve duygusal becerilerin karizmatik liderliğin kilit öngörüleri olduğu fikrini desteklediği sürece, bayan liderler karizmatik liderliğin pozitif çıktılarını kullanabilirler. Ayrıca erkek rakiplerine oranla sahip oldukları kişilik temelli avantajları (önemseme, şefkat, anaç, kolaylaştırıcı, düzeni sağlama vb.) terfi ve gelişim süreçlerinde daha yüksek düzeylerde değerlendirme şansı yakalayabilirler. Farklılıkların yönetiminin tartışıldığı günümüzde, feminen ve maskulin değerler bir sorun 148 veya cinsiyet ayrımcılığından çok, iş süreçlerine farklı bakış açısı ve yönetsel stillerle zenginlik katan bir çeşitlilik olarak algılanmalıdır. İnsan kaynakları profesyonellerinin eleman seçimi terfi ve eğitim çabalarında kullandıklar liderlikte davranışsal modeller aslında geleneksel biçimde feminen olarak nitelenen davranış modellerini kapsamaktadır. Sonuç profesyonel yaşam açısından değerlendirildiğinde, karizmatik liderlik ile duygusal zeka arasındaki pozitif ilişki pek çok örgütsel katkıyı beraberinde getirmektedir. Liderlik pozisyonlarına adayları seçen ve yükselten organizasyonlar duygusal zeka ile liderlik arasındaki ilişkiyi anlamlı bulmaya başlamışlardır. Sonuçlar duygusal zeka testlerinden yüksek puan elde eden adayların lider olma potansiyellerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Duygusal zeka ölçümlerinin karizmatik liderliğin bir öngörüsü olma fikri benimsendikçe, organizasyonlar bu ölçüm ve değerlendirmeleri kendi liderlerini istihdam etme, terfi etme, eğitim ve gelişim çabalarında önemli bir araç olarak kullanacaklardır. Literatürsel açıdan ise liderlerin karizmatik lider davranışlarının, yarattıkları etki ve sonuçların daha kapsamlı, çok boyutlu çalışmalarla derinlemesine araştırılması gerekli gözükmektedir. Dolayısıyla karizmatik liderlikcinsiyet ilişkisinde sosyal ve duygusal becerilerin belirli etki ve rollerinin daha uzun süre tartışma ve araştırma konusu olacağı açıktır. KAYNAKLAR Agle B R ve Sonnenfeld J A (1994) Charismatic Chief Executive Officers: Are They More Effective?, An Emprical Test of Management Best Papers Proceedings Ashkansay N M ve Tse B (2000) Transformational Leadership as Management of Emotion: A conceptual Review, N M Ashkansay ve C E Hartel (eds), Emotions in the Workplace: Research, Theory and Practice, Westport. Bar-On R (1997) EQ-I: The Emotional Quotient Inventory Manual: A test of Emotional Intelligence, Multi-Health Systems, Toronto. Bass B M (1985) Leadership and Performance Beyond Expectation, Free Press, New York. Bass B M ve Avolio B J (1990) Transformational Leadership Development: Manual for the Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150) Multifactor Leadership Questionnaire, Consulting Psychologist Press, Palo Alto, CA. Bass B, Avolio B ve Atwater L (1996) The Transformational and Transactional Leadership of Men and Women, Applied Psychology: An International Review, 45, 5-34. Bem, 1974’den aktaran M T Claes, Women, Men and Management Styles, International Labour Review, 138 (4) 1999, s.432. Brody L R (1997) Gender And Emotion: Beyond Stereotypes, Journal of Social Issues, 53 (2), 369-93. Burns J M (1978) Leadership, Harper-Row, New York. Carless S (1998) Gender Differences in Transformational Leadership: An Examination of Superior, Leader, and Subordinate Perspectives, Sex Roles, 39 (11/12). Claes M T (1999) Women, Men and Management Styles, International Labour Review, 138 (4). Ciarrochi J V, Chan A Y C ve Caputi P (2000) A Critical Evaluation of the Emotional Intelligence Construct, Personality and Individual Differences, 28. Conger J A ve Kanungo R N (1987) Toward a Behavioral Theory of Charismatic Leadership in Organizational Settings, Academy of Management Review, 12. Cooper R K ve Sawaf S (2000) Liderlikte Duygusal Zeka, Zelal Bedriye Ayman (çev), Sistem Yayıncılık, İstanbul. Eagly A H ve Johnson B T (1990) Gender and Leadership Style: A Meta-Analysis, Psychological Bulletin, 108. Friedman H S, Riggio R E ve Casella D F (1988) Nonverbal Skills, Personal Charisma and Initial Attraction, Personality and Social Psychology Bulletin, 14. Friedman H S ve Riggio R E (1981) Effect of Individiual Differences in Nonverbal Expressiveness of Transmission of Emotions, Journal of Nonverbal Behaviour, 6, 98. Gardner H (1983) Frames of Mind, Basic Books, New York. George J M (2000) Emotions ande Leadership: The Role of Emotional Inteligence, Human Relations, 53, 1028. Goleman D (2000) İş Başında Duygusal Zeka, Varlık Yayınları, İstanbul. Goleman D (2007) Sosyal Zeka, Varlık Yayınları, İstanbul. Goleman D, Boyatzis R ve McKee A (2002) Yeni Liderler, Filiz Nayır ve Osman Deniztekin (çev), Varlık Yayınları, İstanbul. Grant J (1988) Women As Managers: What They Offer To Organizations, In The Organizational Dynamics, 16 (3). Groves Kevin (2005) Gender Differences in Social and Emotional Skills and Charismatic Leadership, Journal of Leadership and Organizational Studies, 11 (3). Hackman Z, Furniss A H, Hills M J ve Paterson T J (1992) Perceptions of Gender Role Characteristics and Transformational and Transactional Leadership Behaviours, Perceptual and Motor Skills, 75, 311-319. Higgs M ve Aitken P (2003) An Exploration of the Relationship Between Emotional Intelligence and Leadership Potential, Journal of Managerial Psychology, 18, 814-823 House R J ve Baetz M L (1979) Leadership: Some Empirical Generalizations and New Research Directions, Research in Organizational Behaviour, Greenwich. House R J, Shamir B ve Arthur M B (1993) The Motivational Effect of Charismatic Leadership: A Self-Concept Based Theory, Organization Science, 4, 577-594. Isaacs W (2001) Diyalog ve Birlikte Düşünme Sanatı, Ahmet Üniver ve Neşenur Domaniç (çev), Literatür Yayınları, İstanbul. Kabacoff R (1998) Gender Differences In Organizational Leadership. A Large Sample Study” Annual American Psychological Association Convention, San Francisco. Kemp A H, Cooper N J, Hermens G, Gordon E, Bryant R ve Williams L M (2005) Toward An Integrated Profile Of Emotional Intelligence: Introducing A Brief Measure, Journal of Integrative Neuroscience, 4, 41–61. 149 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Kirkpatrick S A ve Locke E A (1996) Direct and Indirect Effects of Three Core Charismatic Leadership Components on Performance and Attitudes, Journal of Applied Psychology, 81 (1). Kouzes J ve Posner B (1990) Leadership Practices Inventory (LPI): A Self-Assessment and Analysis, San Diego, CA: Pfeiffer & Co. Mandell B ve Pherwani S (2003) Relationship Between Emotional Intelligence and Transformational Leadership Style: A Gender Comparison, Journal of Business and Psychology, 17 (3). Mayer J D, Salovey P, Caruso D R, ve Sitarenios G (2003) Measuring emotional intelligence with the MSCEIT V2.0”, Emotion, 3, 97-105. Mayer J D, Salovey P ve Caruso D R(2002) Mayer-Salovey-Caruso Emotional Intelligence Test (MSCEIT) User’s Manual, North Tonawanda NY.: Multi-Health Systems. Mayer J D, Caruso D R ve Salovey P (2000) Emotional Intelligence Meets Traditional Standards For An Intelligence, Intelligence, 27 (4). Mayer J ve Salovey P (1997) What is emotional intelligence?, P. Salovey ve D. Sluyter (eds.), Emotional Development And Emotional Intelligence: Educational Implications, Basic Book, New York. Petrides K V ve Furnham A (2000) Gender Differences in Measured and Self-Estimated Trait Emotional Intelligence, Sex Roles, 42, 449–461. Riggio R E, Murphy S E ve Pirozzolo F J (eds). (2002) Multiple Intelligence and Leadership, Lawrance Earlbaum Assoc., Mahwah, N.J. Riggio R E (1986) Assesment of Basic Social Skills, Journal of Personality and Social Psychology, 51. Riggio R E ve Fiedman H S (1986) Impression Formation: The Role of Expressive Behaviour, Journal of Personality and Social Psychology, 50. Riggio R E (1989) Social Skills Inventory Manual , Psychological Press. 150 Ryback D (1998) Putting Emotional Intelligence to Work, Butterworth-Heinemann, Boston. Salovey P ve Mayer J (1990) Emotional Intelligence, Cognition and Personality, 9. Sosik J ve Megerian L E (1990) Understanding Leader Emotional Intelligence and Performance: The Role of Self-Other Agreement on Transformation Leadership Perceptions, Group and Organization Management, 24(3). Sosik J (2001) Self-other Agreement On Charismatic Leadership”, Group and Organization Management, 26. Sosik J ve Dworakivsky A (1998) Self Concept Based Aspects of the Charismaatic Leader, Leadership Quarterly, 9. Synder (1974) The Self-Monitoring of Expressive Behaviour, Journal of Personality and Social Psychology, 30. dan aktaran Kevin Groves, Gender Differences in Social and Emotional Skills and Charismatic Leadership, Journal of Leadership and Organizational Studies, 2005, 11 (3). Özkalp E. ve Kırel Ç (2001) Örgütsel Davranış, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir. Wagner R K ve Sternberg R J (1986) Practical Intelligence: Nature and Origins of Competence in the Everyday World, Cambridge Univ. Press, New York, pp. 51-83. Waldman S A, Ramirez G G, House R J ve Puranam P (2001) Does the Leadership Matter?, Academy of Management Journal, 44. Weber M (1964) The Theory of Social Economic Organization, The Free Press, New York, NY. Vries M K D (2007) İşletmelerde Liderlik Davranışı- Liderliğin Gizemi, Zülfü Dicleli (çev), Mess Yayınları, İstanbul. APPROACH OF FACULTY OF COMMUNICATION, PUBLICITY AND PUBLIC RELATIONS DEPARTMENT STUDENTS TO UNESCO CULTURAL DIVERSITY UNIVERSAL AGREEMENT Ayla Okay* - Yeşim Güçdemir** ABSTRACT “UNESCO Convention on Cultural Diversity”, a convention (universal declaration) adopted unanimously by all member countries of the United Nations on November, 2001, and adopted and supported by the EU, as well, and binding on Turkey, among others, comes to the fore in all efforts undertaken for Turkey’s future. With this fact on mind, in this research, we first of all were analyzed the point of view and approach of faculty communication publicity and public relations department students toward Unesco based on an assumption that they would become society-shaping individuals in the future. Thereafter, we discussed their perception of the fact that cultural differences were highlighted within the framework of “Convention on Cultural Diversity”, as well as their attitude and opinion about such articles of the convention as social integration, citizenship consciousness and human rights. Apart from that, data generated as the result of research conducted with aid of survey on students were evaluated statistically using SPSS software program as applied stage of research. Keywords: Unesco, culture, communication faculty student, public relations practitioner, cultural diversity “UNESCO KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK EVRENSEL SÖZLEŞMESİ”NE İLETİŞİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCILERININ YAKLAŞIMI ÖZET Birleşmiş Milletler’e üye tüm ülkelerin Kasım 2001’de oybirliğiyle benimsediği, ve Türkiye açısından da bağlayıcılığı bulunan, AB tarafından da kabul edilip desteklenen “UNESCO Kültürel Çeşitlilik Evrensel Sözleşmesi” Türkiye’nin geleceğine yönelik tüm çalışmalarda da karşımıza çıkmaktadır.Kültür yapımızın güçlü ve zayıf yönleri ortaya konulduğunda siyasal ve idari yönetimlerin evrensel sözleşmeye duyarlı olması kaçınılmazdır. Öncelikle kültür yapımızın bu bildirge maddelerinden nasıl etkileneceği ve sorunların giderilmesi yolunda ne tür stratejiler geliştirilmesi gerektiği irdelenmelidir. Araştırma bu doğrultudan yola çıkarak; özellikle iletişim fakültesi öğrencilerinin toplumu şekillendirici bireyler olduğu düşünülerek Unesco’ya bakış açıları analiz edilmeye çalışılacaktır. Daha sonra “ Kültürel Çeşitlilik Evrensel Sözleşmesi ”çerçevesinde kültürel farklılıkların ön plana çıkarılmasına nasıl baktıkları, sosyal bütünleşme, vatandaşlık bilinci, insan hakları gibi sözleşme maddeleri karşısındaki tutum ve düşünceleri irdelenmiştir. Araştırmanın uygulama safhasında ise öğrencilere uygulanan anket yardımı ile araştırma sonucunda elde edilen veriler SPSS yazılım programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Anahtar sözcükler: Unesco, kültür, iletişim fakültesi öğrencileri, halka ilişkiler uygulamacıları, kültürel çeşitlilik 1. DEFINITION OF CULTURE Culture comprises whole material and immaterial values handed down one generation to the next. In other words it is a value clew which can be acquired by learning. There is no * certain definition on culture even for today. According to Wissler, culture is a system or sum of particular thoughts (Güvenç 1991:36). According to another definition, culture is all of the values which provide feeling, thought and judgment union for each community, this Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ** Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 meaning of culture comprises “all art values of one community such as customs, traditions, thoughts and art values” and shortly means “knowledge” (Okay 1999: 223). Consequently, it is possible to consider culture as “sum of values which determine the life style and produced by society”. Cultural change is inevitable for societies. Globalization and development of communication technologies has accelerated heavy working communication processes and cultural values have become rapidly transferable from one community to another. Within this kind of structuring, communities are losing their cultural values and characteristics and facing up with the manipulation and deformation problem of new cultural values to communities and individuals. Community culture includes different social groups, religions, dialects, ethnic congregations, races and classes. These different culture groups are being changed and converted through communication media within globalized world. As a result local culture forms gradually disappear and the world has been heading to single cultured formation. 2. CULTURAL STRUCTURE OF TURKEY Republic of Turkey established by Atatürk is a nation state in which various identities in terms of religion, language, race and similar origins live together. Contemporary Republic of Turkey accommodates many languages, religions and races within its structure. Being of its geography on the historical crossing point of communities spread three different continentals is the biggest reason of this. Attitudes and perceptions of peoples and groups may differ from the others depending onto gender, education, region, ethnic and religious identity in Turkey where many changes are being experienced in an instant within the modernization and developing process. Turkish is the mother language of %90 of population in Turkey. There are approximately 70 different languages such as Caucasian and Kurdish dialectics, Arabic, 152 Greek, Latin and Armenia. In terms of ethnic origin, a community which comprises substantially from Turkish and in turn KurdishZaza, Arabian, Caucasian, Balkan and nonMoslem people (www.milliyet.com.tr/ 2007/03/25/guncel/agun.html) Turkish culture has a considerable richness due to variety of ethnic structure. This situation which appears as a result of frequent contract with other cultures and feeding from many sources in this distinctive geography has assisted Turkish culture to has a pluralist structure. So it is possible to consider our culture as a resultant of other interacted and contacted cultures. It accommodates a culture accumulation of a thousand years which is a result of many emigrations and carried even to Balkan and Anatolia from Middle Asia. Rich cultural accumulation puts cultural identity into a wider and richer frame. The main problem of our cultural structure is insufficiencies of publicity and passing on to next generations. Nonexistence of sustainable, supportable and durable policies for this issue is the main reason of this. Adoption of forward and encouraging measures for the areas regarding culture against undesired structuring which negatively effect the changing and especially unplanned and unhealthy urbanization is inevitable in developing countries like Turkey (http:// plan9.dpt.gov.tr/oik48_kultur/48kultur.pdf). 3. REQUIRED QUALIFICATION OF PUBLIC RELATIONS PRACTITIONER WITHIN THE CONTEXT OF CULTURAL DIVERSITY Public Relations Specialist engages in a profession which needs to be conducted interactively with different corporation stakeholders and target groups. In this regard, this person should have a good dialogue with these groups which may carry different cultural properties. According to Grunig and Grunig “culture shapes public relations, but public relations can help to change culture” (Grunig and Grunig, 2003: 336). Approach of Faculty of Communication, Publicity … (151-157) For example, cultural activities which were realized with the aim of public relations by many corporations in Turkey (e.g.; exhibitions, concerts etc.) have contributed to cultural diversity of people in recent years. Public relations practitioner culture is defined as (Hodges 2006: 85): · The practitioner lifeworld: -The totality of practitioners’ thought, concepts, values and assumptions about their occupation (referred to collectively as “habitus”) and their occupational experiences and identities that guide their behaviour. These will evolve with contact with other practitioners (occupational socialisation) and with wider social and cultural influences. · A system of occupational practices involving actions which “make a difference” to the world in some way. -Habitus -Occupational identities -Experiences -Social Networks Practitioner lifeworld -Knowledge -Rules and Norms -Socialisation PRO CULTURE Occupational structure -Socio-cultural structure -Political and legal Structure -Economic Structure -Historical influences Structure of society Figure 1. The circuit of cultural intermediation We also try to direct and inform our students in our faculty in order to make them agent between various cultural structures as explained above. UNESCO Cultural Diversity Agreement UNESCO General Conference has adopted "Protection and Encouraging the Diversity of Cultural Expressions Agreement" which was debated by participating of Council President on behalf of European Commission and member states on 20 October 2005. This agreement which contains a compromise of international community with respect to directive principles and concepts on cultural diversity has taken shape on the base of "UNESCO Cultural Diversity Universal Agreement" which was unanimously adopted by all member states of United Nations in November 2001 accordingly having a binding property on Turkey and also supported and accepted by EU. Turkey has been requested for “Getting Accustomed to the EU policies on protection of cultural diversity within the frame of UNESCO (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization) Cultural Diversity Agreement”. In this case, “Culture 2000” program and “UNESCO Cultural Diversity Agreement” are the most significant document to be taken into consideration with the aim of planning the cultural policy for Turkey who has taken EU membership issue in the forefront of political agenda. Research Due to “shaping cultural diversity” and “agent” impact of Public Relations Practitioner, we 153 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 have conducted a survey to the students of communication faculty, public relations and publicity department who were taken into account as the future public relations practitioners by us. We included students of Istanbul University which has one of the leading communication faculties of Turkey and Akdeniz University which was newly established but starting to successfully hold a place in the sector to our survey with the aim of determining the differences between the students. We conducted our survey on 350 students. %61.1 of these students was from İstanbul University Communication Faculty and %38.9 of them was from Akdeniz University Communication Faculty. Return rates of surveys were %42 for Istanbul University and %78,6 for Akdeniz University. Both of the return rates of two universities were considered as sufficient for our research. Demographic Particulars %45.1 of the students was female and %52,9 of students was male. As we consider the age groups of the students, we can determine that %35,3 of them was in seventeen-twenty age group, %54,8 of them was twenty one-twenty four and %10,9 of them was in twenty five and over age group. As %40’9 of them lives with their families, %58 was separate from their family. As monthly incomes of most of the student families were 501-1000 YTL (%32,9), the income provided for most of the students was mainly below 500 YTL (%59,1). As we take into consideration the education backgrounds of student families, we see that guardians are generally graduated from primary school. (Mother %50,3 / Father %44,9). Reduction of birth rate of Turkish society in recent years puts forward the number of student siblings. %25,7 of students has two siblings and %23,4 of them has three siblings. Cultural Particulars Turkey is separated into seven regions in terms of geography. In terms of students’ birth places 154 dispersion into these regions, Marmara Region (%38.6) takes place in the front rank. After that Blacksea Region (%14.3), Aegean Region (%12.9), Central Anatolia Region (%8), East Anatolia Region (%8) and Mediterranean Region (%7.4) take place respectively. We asked some questions to the students of which %71.4 of them has never founded in abroad with the aim of confirming the cultural preferences of them. Accordingly, the preferred cultural activities as follows: Prefer Cinema (domestic) Cinema (foreign) Opera-Ballet Visit museums and exhibitions Reading book (Turkish writter) Reading book (foreign writter) Theather 85,1 Not prefer 9,4 No answer 5,4 87,1 12,9 44,6 6,9 55,4 29,4 6,0 31,7 26 82,9 8,6 9,4 78,9 8,6 12,6 53,1 24,9 22,0 It has been determined that students mostly prefer to go cinema however beside this they also have a high rate of reading book habit. As we search the participation situations of students to the above mentioned activities by assorting them according to their university, it has been understood that students of both Istanbul University and Akdeniz University have generally similar tendencies; however, students of Istanbul University participate more than the students of Akdeniz University to opera and ballet activities (I.U.: %18,7; A.U.: %3,7); and visit museums and exhibitions (I.U.: %54,7; A.U.: 28,7)It is possible to associate this to the fact that there are more opera and ballet watching opportunity and museum and exhibition facility in Istanbul. The following table appears as we asked to students that how often they prefer the abovementioned cultural activities: Approach of Faculty of Communication, Publicity … (151-157) Cinema (domestic) Cinema (foreign) Opera-Ballet Visiting museums and exhibitions Reading book (Turkish author) Reading book (foreign author) Theather Last week 47,1 52,3 2,9 10,9 Last month 30,3 25,7 4,9 23,1 Last six months 8,9 7,4 7,7 18,3 Last year Never 3,7 3,4 7,7 19,1 2,3 3,7 45,4 8 No answer 7,7 7,4 31,1 20,3 40 38 7,1 30,1 26,9 17,1 8,6 13,1 20,3 5,4 6,6 21,1 2,9 2,9 12,6 12 12,3 21,7 According to this, going to cinema (no big difference between foreign and domestic movies) and reading book activities are taking place among the most realized activities for the last week. The stability continues for the same activities for the last month. Opera and ballet are the activities which students never participate with a rate of %45,4. No answers of the students the museum and exhibition visitations with a rate of %20,3 shows that they are not interested in with these activities. According to this, the following result has appeared: Approach to Unesco Cultural Diversity Universal Manifesto They also underline the opinion of “Protection, secundation and handing on to the next generations of basic cultural values”. This is an important indicator of young unification under the opinion of protection of cultural values. We interrogated that if students know the meaning of “UNESCO”. %58 of the students know correctly the meaning of UNESCO. But only %26,6 of them expressed that they have heard about Unesco Cultural Diversity Universal Manifesto. As a result it has been determined that study of Unesco is not wellknown by the students of Communication Faculty. As we interrogated which facts are included within the "cultural diversity" concept by the students, it has been determined that students include language with the rate of %13,2 religion with the rate of %11,2, ethnic origin with the rate of %17,2, values with the rate of %26,7 and written, visual and auditory cultural materials with the rate of %31,4 within the cultural diversity. (Students had the chance of choosing more than one option.) We asked the opinions of our students with respect to each articles of Unesco Cultural Diversity Universal Agreement (UNCDUA). More than the half of the students defend the opinion of "Cultural diversity should be recognized and supported for current and next generations.". New generation Turkish youth has clearly put forward that coexistence of all cultures and fraternal and indulgent approach of all cultures to each other are necessary for a peaceful world. As is seen on the table, as our students show their positive opinions about all articles, they disagreed with the article of “Individuals have right to express themselves in any language especially in their native language and to produce and disseminate their works.” with the rate of %14,3, however it is not possible to consider this figure as a high rate. We have determined that there is no meaningful difference as we searched that if students have any different approaches according to their universities. Opinions of both university students are mainly seem as same. And also no meaningful difference has been determined as we crossbreed the birth places of students and their approaches. In this regard, we observed that students from all over Turkey have a positive approach to these articles and there is no differentiation between regions. 155 Not strongly 4,6 1,1 3,1 4,35 From cultural diversity to cultural pluralism Policies for the inclusion and participation of all citizens are guarantees of social cohesion, the vitality of civil society and peace. 45,7 37,1 7,4 4,9 1,4 4,11 Cultural diversity as a factor in development Cultural diversity to achieve a more satisfactory intellectual, emotional, moral and spiritual existence. 40 42,3 8,3 4,3 0,3 4,05 Human rights as guarantees of cultural diversity Human rights and fundamental freedoms, in particular the rights of persons belonging to guaranteed by international law, nor to limit their scope. 49,7 34 5,7 4,6 1,4 4,12 Cultural rights as an enabling environment for cultural diversity Individuals have right to express themselves in any language especially in their native language and to produce and disseminate their works. 43,7 28,3 8,9 9,4 4,9 3,82 Towards access for all to cultural diversity It should be offered an opportunity to express themselves and disseminate to all cultures and it is necessary that the possibility for all cultures to have access to the means of expression and dissemination are the guarantees of cultural diversity. 45,4 30,3 8,3 6 3,7 3,89 Cultural heritage as the wellspring of creativity Protection, secundation and handing on to the next generations of basic cultural values 58,9 27,4 5,7 1,7 0,6 4,25 Cultural policies as catalysts of creativity Each state must create conditions and policies conducive to the production and dissemination of diversified cultural goods and services through cultural industries. 51,4 34,9 5,1 3,4 0,9 4,20 Strengthening capacities for creation and dissemination worldwide It is necessary to reinforce developing countries and countries in transition, to establish cultural industries that are viable and competitive at national and international level. Building partnerships amongst the public sector, the private sector and civil society Preservation and promotion of cultural diversity is the key to sustainable human development. From this perspective, pre-eminence of public policy, in partnership with the private sector and civil society, must be reaffirmed. 43,7 38,3 7,4 4,6 2,6 4,06 43,1 36 10,3 3,7 3,7 4,02 156 Mean Not agree (2) 26,6 Agree (1) No idea (3) 62 Agree (5) Cultural diversity: the common heritage of humanity Cultural diversity should be recognized and supported for current and next generations State your opinions about in the following statements Strongly Agree (4) Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Approach of Faculty of Communication, Publicity … (151-157) CONCLUSION REFERENCES It has been determined that our students have the “positive approach to cultural diversities” property which should be carried by an public relations specialist from these researches which we have conducted over the students of Public Relations and Publicity Departments of Communication Faculties of Istanbul and Akdeniz Universities. It has been observed that more than the half of our students knows about the meaning of UNESCO as most of them are not noticed about Unesco Cultural Diversity Universal Manifesto. As we interrogate students about the meanings of cultural diversity concept, we determined that written, visual and auditory cultural materials come into prominence and the fact of religion is preferred at the lowest rate. Grunig L A and Grunig J E (2003) Public relations in the United States: a generation of maturation, in Krishnamurthy, S. and Vercic, D. (eds), Global Public Relations Handbook: Theory, Research, and Practice, Lawrence Erlbaum Associates, Mahwah, NJ. The only deficiency of our students who are very open to cultural pluralism is the fact that they don’t know very much about UNESCO’s studies and their contexts. It possible to say that this situation is taken root from UNESCO has no public relations representative in Turkey. Actually UNESCO has a “communication specialization committee” in Turkey but this committee has no public relations activity for publicity of UNESCO. Güvenç B (2002) Kültürün abc’si, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Hodges C (2006) PRP Culture A framework for exploring public relations practitoners as cultural intermediaries, Journal of Communication Management, 10 (1). Okay A (2003) Kurum Kimliği, Yayınları, İstanbul. MediaCat Tozlu N (2006) İnsan İlişkileri ve İletişim, Hegem Yayınları, Ankara. www.milliyet.com.tr/2007/03/25/guncel/agun. html www.milliyet.com.tr/2007/03/26/guncel/agun. html www.milliyet.com.tr/2007/03/27/guncel/agun. html http://plan9.dpt.gov.tr/oik48_kultur/48kultur. pdf 157 İLETİŞİM ETİĞİ VE SELÇUK ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN MESLEKİ ETİK KURALLARINA BAKIŞI* Makbule Evrim Gülsünler** ÖZET Mesleki etik konusu dünyada olduğu gibi artık Türkiye’de de çok tartışılan bir konu haline gelmiştir. Özellikle iletişimde mesleki etik kavramı basın etiği kavramı olarak ilk ABD’de çıkmış ve gelişme göstermiştir. Günümüzde özellikle iletişim alanında bir güvensizlik söz konusudur. İletişim mesleğini yerine getirenlerin, ne derece etik kurallarına bağlı kalarak mesleklerini sürdürdükleri çok tartışılmaktadır. İletişim etiği denildiği zaman aklımıza sadece basın etiği değil aynı zamanda Radyo Televizyon Sinema, Halkla İlişkiler ve Tanıtım da gelmelidir. Bu çalışmada farklı yetki ve sorumluluk taşıyan iletişimcilerin etik konusunda daha dikkatli olmaları ve etik kurallarına uymaları gerektiği konusunda ne kadar bilinçli hareket edeceklerini incelemek amacıyla sektöre yeni atılacak genç iletişimcilere mesleki etik konusunda bazı sorular yöneltilmiş ve onların verdikleri cevaplar incelenmiştir. Anahtar sözcükler: İletişim, etik, basın, meslek, sorumluluk COMMUNICATION ETHIC AND THE STANDPOINT OF SELCUK UNIVERSITY COMMUNICATION FACULTY STUDENTS TO PROFESSIONAL ETHIC ABSTRACT Professional ethic is a subject with is discussed world wide. Professional ethic is growded up in communication sector first in ABD. Especially in communication area is a mistrust. The persons who works in communication area are they really working trustfull this is also discussing. Communication ethics doesn’t consist of only about press ethic. When we say communication ethic we also speak about media ethic and public relations ethics. In our work we asked some questions to communication students about ethic. We try to get their opinion about professional ethic in their working area. We also try to know if they think to work in ethical area. Keywords: Communication, ethic, press, profession, responsibility GİRİŞ Ekonomik hayatın bir parçası olan meslek yaşamında karşılaşılan ahlaki sorunların çözümü bir mesleğin kendi içerisindeki ilke ve kuralların tanımlanmasını da beraberinde getirir. Bu tanımlama da meslek ahlakı çerçevesinde yapılır. İşverene, iş ortaklarına ve çalışanlara sorumluluk ve yükümlülüklerini açık bir şekilde ifade eden kuralların var olması gerekmektedir. Söz konusu kuralların tanımlanmayışı nedeniyle doğru ile yanlış arasında sabit bir sınır yoksa ve başarı etik olmayan hareketleri bağışlatıyorsa bir etik disiplini kurulamaz. Ancak bu ilke ve kurallar sadece çalışanları * hedef almamalı, aynı zamanda işin örgütleniş biçiminin getirdiği koşulları da hedef almalıdır. Her meslek grubunun toplum yararına yönelik olarak oluşturacağı ahlaki kuralları ve mesleksel standartları olmalıdır. Toplumsal faaliyet bir etik disiplin gerektirir ve toplumun çıkarları açısından her mesleğin kurallar bütünü ve standardı olması gerekir (Tılıç 1998: 341). Son zamanlarda iletişim mesleği alanındaki hızlı gelişmeler ve farklı yaklaşımların ortaya çıkması, iletişim alanında mesleki etiğin önemini bir kat daha artırmıştır. Medyanın belirli etik standartlara uyması izleyicileri doğru bilgilendirmesi, sahip olduğu Bu çalışma Kültür Araştırmalar Derneği ve Karaelmas Üniversitesi tarafından 02-04 Temmuz 2009 tarihleri arasında Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde yapılan 5. Kültür Araştırmaları Sempozyumu: Medya ve Kültür’de bildiri olarak sunulmuş ve tekrar gözden geçirilmiştir. ** Arş. Gör. Dr. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) gücü çeşitli çıkarlar ve manipülatif amaçlar doğrultusunda kullanmaması ancak bu alanda çalışanların belirli meslek etik kuralları benimsemesi ve bunlara uymasıyla mümkündür. Bu alanda yapılması gereken temel noktalardan bir tanesi iletişim alanında çalışmayı hedeflemiş olan iletişim fakültesi öğrencilerini belirli mesleki etik ilkelerinden üniversite yıllarında haberdar etmek ve onların bu ilkeleri benimsemelerini sağlamaktır (Eroğlu ve Atabek 2006: 1). Etik konusunun giderek daha çok önem kazanmasına karşın etik öğretimine yaklaşımda farklı görüşler vardır. Bunlar etik derslerinin gereksiz olduğu ya da etkili olamayacağından, denemekten zarar gelmeyeceğine ve bu konunun programlarda yer alması gerektiğine kadar değişmektedir (McDonalt ve Donleavy 1995). Etik derslerinin amacı, öğrencilerin belli bir zamanda etik sonuçları olabilecek özel durumlarda nasıl davranacağının ya da vereceği kararların etik ve toplumsal boyutlarının bilincinde olmasını sağlamaktır. Bu çalışmada önce etik kavramı ele alınacak sonra mesleki etik konusunda bilgi verilmeye çalışılacaktır Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri üzerinde iletişim etiği dersini alanlar ve almayanların iletişim etiğine bakışları incelenmiştir. Etik değerler bir otorite tarafından konulmazlar aksine insan ilişkilerinin ve insan aklının zaman içinde oluşturduğu deneyimlerden ortaya çıkarlar. Dolaysıyla bir mesleki ahlak, ancak söz konusu mesleği yapanların zihinsel ve davranışsal olarak bu kuralları benimsemesiyle geçerli olabilir yoksa dışarıdan dayatılmaz (Girgin 2000: 144) Etik “ahlaki açıdan kabul edilebilir bireysel, kurumsal ve toplumsal değerlerin tanımlanması ve bu değerlerin insan davranışını değerlendirmenin temel kıstası olarak kullanılması” (Demir 2006: 25) olarak ifade edilebilir Etik; bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine konulması; neyin yapılacağı ya da yapılmayacağının; neyin isteneceği neyin istenmeyeceğinin; neye sahip olunacağı ya da olunmayacağının bilinmesidir (Aydın 2002: 18). Aynı meslekten bireylerin veya kuruluşların bir araya gelmesiyle kurulan mesleki grupların, meslek ahlak kurallarının uygulanmasında önemli rolü vardır. Bu kurallar ne kadar sağlam ve teşkilatlı kurulmuş olurlarsa, meslek ahlakı açısından vicdanlar üzerindeki otoritesi de o denli fazla olur, meslek ahlakı da o kadar gelişir ve sayılır (Avşar 2002: 37). Meslek etiğine ilişkin farklı kaynaklardan farklı yaklaşımlar söz konusudur. Örneğin; 1. ETİK KAVRAMI Yunanca’dan Latince’ye geçen ethos sözcüğünden gelen “etik” kavramı “bir halkın bir uygarlık sisteminin düşünce biçiminin kültürdeki” yansıması anlamına gelmektedir. (Türkoğlu 2003: 222). Bir başka tanıma göre etik, “belirli bir dönemde, belli insan topluluklarınca benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen törel davranış kurallarının yasalarının ve ilkelerinin toplamı”’dır (Bülbül 2001: 2). Etik; insan ilişkilerinde, toplumsal, kültürel, siyasi, ekonomik, hukuki, bilimsel teknolojik vb. tüm alanlarda insanın tutum, davranış, eylem ve kararlarında belirleyici olan, hiç kimsenin dışında kalamayacağı ilke ve değerler bütünüdür. Etik, ahlaki açıdan kabul edilen bireysel, kurumsal ve toplumsal değerlerin tanımlanması ve bu değerlerin insan davranışlarının değerlendirilmesinde temel ölçü olarak kullanılması şeklinde tanımlanabilir (Seib ve Fitzpatrick 1997: 3). - Günümüzde meslek etiğine olan ilginin giderek artmasının nedeni kimi mesleklerde karşılaşılan etik sorunlarını artması ya da artan sorunların farkına varılmasıdır (Tepe 2000: 1). - Meslek etiği, özellikle doğrudan doğruya insanla ilgili mesleklerde uyulması gereken davranış kuralları olarak tanımlanabilir. - Meslek etiğinin en önemli yanlarından biri, dünyanın neresinde olursa olsun, aynı meslekte çalışan bireylerin bu davranış kurallarına uygun davranmalarının gerekli olmasıdır (Kuçuradi 2000: 21). - Meslek etiğinin temelinde insanlarla ilişkiler yatar. - Aynı meslekten bireylerin birbirleri ile ilişkilerinde belli davranış kalıplarına uymaları meslek etiğinin gereğidir (Aydın 2002: 71). 159 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Etik kodlar, bir mesleğin ve toplumun üyeleri arasındaki “inandırıcılığın” aracıdır ve ortak değerlere ve misyona sahip üyeler arasında aidiyet duygusunu artırır, topluma karşı görevlerinin olduğu bilincini canlı tutar (Bilgin t.yok: 64). İnsanlar arası ilişkilerde tutum, davranış ve karar süreçlerini yönlendiren ilke ve değerler. Töre, gelenek, görenek ve yerleşik alışkanlıklar. İnsanlığın, tarihi süreçte yaşam pratiğinden çıkardığı, insana has, evrensel boyutta kabul gören değerler. Bilime, bilgiye ve teknolojiye dayalı değerler (Bilgin t.yok: 65). Neyin ahlaki, neyin doğru olduğuna karar vermede kolaylık sağlamak, üyelerin yanlış davranışlarını önlemek, üyelerin toplumda yaygınlaşan yolsuzluklarından uzak durmalarını sağlamak, meslek yaşamını ilkelere bağlı kalarak sürdüren üyeleri desteklemek, bu uygulamaların yaratacağı olumlu sonuçların giderek toplumda ahlakın egemen kılınmasına katkı sağlaması mesleki davranış ilkelerinden mesleki etikten beklenmektedir. sıdır. Genel ahlak kurallarının ötesinde bu kez mesleki ahlak ilkeleri, etik kurallar olarak “mesleki davranış ilkeleri” adıyla yazılıdır ve bir belge olarak ortadadır. Etik ve ahlakın genel nitelikleri ise; bu değerler insanlar arası ilişkilerde, uygulamada ortaya çıkarlar, bireysel değil toplumsal değerlerdir. Toplumların kültürü, tarihi, sosyal, siyasal ve ekonomik özellikleriyle doğrudan bağlantı içindedirler, değerlendirmelerde bu bağlantılar göz ardı edilmemelidir. Bu anlamda bir ülkenin sahip olduğu eğitim düzey ve kalitesi ile sosyoekonomik ve kültürel kalkınmışlığın, kişisel ahlak ile mesleki etiğin düzeyini belirlediğini söylemek, çok da yanlış bir yaklaşım olmayacaktır. Görev etiğini yerine getirenlerin mesleklerinin onurunu da ayakta tutacakları kuşkusuzdur. Bir iletişimci görev etiğinin bilinciyle olaylara yaklaştığı takdirde aynı zamanda meslek ilkeleri doğrultusunda hareket etmiş olmaktadır (İrvan 2003: 93). 2. İLETİŞİM ETİĞİ Bir mesleki etkinliğin ya da hizmetin, tüketicilerin gereksinimlerini karşılayabilmesi ve kamuya açıklanan amacıyla bağlı bir işlev görebilmesi için o meslek alanı içinde oluşturulmuş bir öz denetimden geçmesi gerekir. Bunu meslek kuruluşları yaparlar. Ancak bir meslek kuruluşunun, tek tek mesleki etkinlikleri, insanların hizmetine sunulmadan önce denetime tabi tutması kolay değildir. Meslek örgütü, burada ancak meslek üyesinin yeterliliğini sınayabilir ve onun toplum önüne çıkarak mesleğini yapabilmesi için yeterli donanıma sahip olmasına çalışır. Mesleki yeterlilik koşullarını saptar ve bu yeterliliğe sahip elemanlara mesleki etkinlikte bulunmasına izin verir. Mesleki yeterliliğin sağlanması ve günün değişen koşullarına ayak uydurabilmesi için sürekli eğitim ortamını oluşturmaya çalışır. Ama bütün bunlar, yine de, üyelerin tek tek mesleki ürünlerinin kalitesini güvenceleyemez. Bunu sağlayacak olan meslek etiği ve meslektaşların ahlaki nitelikleridir. Mesleki etik, bir özdenetim düzeneği gibi çalışır. Ama öteki denetim biçimlerinden farklı olarak içseldir ve manevi bir nitelik taşır. Meslek etiği, genel ahlaki ilkelerin söz konusu meslek özelinde yeniden yazılma- 160 Altun, iletişim etiğini ele alırken, olaya meslek ahlakı penceresinden yaklaşmakta ve meslek mensuplarının uymak zorunda oldukları pek çok kuralın yasalar kapsamında belirtilerek, mesleklerin icrası sırasındaki davranışların kamu yararı için kontrol altına alınmaya çalışıldığını, bunun yanı sıra bir de yazılmış veya yazılmamış olsa bile bağlayıcılığı yasalar düzeyinde olmayan kuralların bulunduğunu ve bunları da meslek ahlak kuralları- meslek ilkeleri olarak tanımlayabileceğimizi belirtmektedir (Altun 1995: 123). Mesleki örgütlenmeler olan iletişim konseyleri ve benzeri yapılanmaların medya organlarının kendilerine büyük kamuoyu baskısı yapmaları ve şikayetlerde bulunmaları, memnuniyetsizlikleri dikkate alınarak yaşanan sorunların ışığında ortaya koydukları ilkeler (etik kodlar) arasında büyük ölçüde benzeşmeler bulunmaktadır. Ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel farklılıklarına rağmen medyaların bu kadar benzeşik etik kodlar etrafında buluşabilmeleri medyanın etkilerinin ve sorunlarının benzeşikliği düşüncesini de beraberinde getirmektedir. İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) Özellikle üniversitelerde eğitimde medya ve etik konusu, derslerde ve akademik faaliyetlerde üzerinde durulan konulardandır. Etik komisyonları, etik kurulları, etik toplantıları, etik sempozyumları, etik söyleşileri etik çalışmaları yapılır, etik kararları alınır, etik ilkeleri saptanır etik kuralları konur (Erdoğan 2006: 4). ortaya çıkması ile iletişim dünyasının değerlerinin nasıl da değiştiğini göstermektedir. Bu bildirge Yeni iletişim ortamının artık özellikle etik kuraların uygulanması bakımından farklılıklar yarattığını aktarmaktadır (İnan ve Pekün 2009: 467). 2.1 Basın Etiği İletişim etiği, iletişimle ilgili mesleklerde çalışanların meslek etiğini anlatmaktadır. Bu çerçevede, haber ajanslarında, gazetelerde, radyo ve televizyon kuruluşlarında ya da internet ortamında habercilik işiyle uğraşanların yanında, söz konusu medyaların haber dışındaki içeriklerini oluşturanların ve kendileri medya olmasalar da ürünleri medyada yer alan reklamcıların ve halkla ilişkilercilerin meslek etiğini de kapsamaktadır (Uzun 2007: 17). 1970’lerde kitle iletişim araçlarının büyümesi ve çeşitlenmesiyle iletişim etiği konusundaki araştırmalar da ivme kazanmıştır. Bu çerçevede, medya sorumluluğu, medya performansı ve kamusal yarar sorunları, iletişim etiğinin merkezi haline gelmiştir. Enformasyon toplayıcılar ve haber üreticiler rolleri verilen kitle iletişimciler, içerik izleyiciyi etkileyebileceğinden dikkat gösterilmesi gereken konumlara yerleştirilmişlerdir (Kiran 2000:149 aktaran Uzun 2007: 17). İletişim etiği, insanların kendi toplumsal ahlâki hayatlarıyla, işbirliği - rekabet, kişisel- toplumsal, idealist - yararcı ve/veya evrensel - göreceli taleple nasıl ilişkiler kurduğu ile ilgilenmektedir. İşte, herkes tarafından anlaşılmak ve birlikte çalışabilmek üzere, yukarıda anılan tüm bu analizleri ortaya koyan iletişim etiği, bir yandan problemlerin çözümüne ve anlaşmazlıkların giderilmesine şeffaf ve söylemsel bir yaklaşımın önünü açmakta; diğer yandan da bireysel başarının büyük toplumsal iyiliklerin bir kazanımı olduğunu (en azından, toplumdaki diğerlerinin zararına elde edilmemişse) vurgulamak suretiyle, ortak anlaşmanın erdeminin, çoğu zaman bireysel başarının zaaflarından ödün verilmek suretiyle ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Levine, Locke, Searl ve Weinberger’in iletişim ve özellikle iş dünyasında bir öncülük yaparak literatüre kattığı ve temelde 95 tane teoriden oluşan Cluetrain Manifesto’su (http://cluetrain.com/book/95theses.html), bize özellikle yeni medyanın Etik basın alanında çalışan herkesin bilmesi gereken bir konudur. Temel ahlaki ve politik prensiplerin tanımlanmasında, çalışanlara veya hedef kitlelere yönelik amaçların gerçekleştirilmesinde yardımcı olmaktadır (Keeble 2001: 1) Medya ahlâk kodları veya ilkeleri ise, bu perspektiften hareketle, genel anlamda, yasal düzenlemelerde paralellik göstersin veya göstermesin, meslekte olanların uymak durumunda bulunduğu davranış kurallarını ifade etmektedir. Dar anlamda ise, mesleğin kendi kendisine ürettiği ve uyulması gereken kurallar bütünüdür. Bu kodların kaynağı, meslekî gelenekler, mahkeme kararları, basın şeref divanları veya basın konseyleri, vb. meslek örgütleri olduğu gibi; doğrudan doğruya medya kuruluşlarının kendiliklerinden üstlendikleri yükümlülükler olabilir. Bilinen ilk yazılı basın ahlâk yasası olan İsveç'teki düzenlemelerin ardından birçok ülkede basının kendi kendini denetlemesini kabul eden ve meslekî gelişmeyi hedefleyen kurallar ortaya konmuştur. Bugün hemen hemen bütün ülkelerde, medyanın uyması gereken bazı “etik kodlar" geliştirilmiştir. Bu etik kodların uygulanıp uygulanmadığını veya ihlâl edilip edilmediğini tespit eden ve gerekli tedbiri almakla görevli olan iki temel kurum bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bu etik kuralların pek çoğunu ortaya koyan ve kabul eden meslekî örgütler, genellikle iletişim konseyleridir. Bir diğeri ise medya organlarının kendi içlerinde uygulamaya koydukları “ombudsmanlık” uygulamasıdır (Erciyes 2001: 28). İlk olarak, meslek etiğine uygun davranması beklenen medya çalışanının konuyla ilgili yeterli eğitimi almış olmasının gerekliliği yalnızca kendisinin üstlenmesi gereken bir sorumluluk değildir. Medya, dileyen ve fırsatını bulabi- 161 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 len herkesin girebildiği, gerekli olduğu halde mesleki ehliyet aranmayan bir iş alanı haline gelmiştir. Mesleki ehliyetin kazandırılacağı kurumlar olarak yalnızca iletişim eğitimi verilen okullar da kastedilmemektedir. Bu misyonu üstlenebilecek; mesleğin gerektirdiği asgari koşulları belirleme, koruma, geliştirme ve meslek elemanlarına kazandırmayı amaçlayan, ancak bu uğraşısında kullanabileceği yaptırımlar da bulunan meslek örgütleri anılan boşluğu doldurmakta önemli rol oynayabileceklerdir. Tepe’nin (2000: 135-136) Kuçuradi’den aktardığına göre, bir meslek mensubu, mesleğini mesleğin amacına uygun bir biçimde yapabilmek için doğru bir değerlendirme yapamıyor, belirli bir durumda ne yapacağına karar veremiyorsa, bu durumda etik ilkeler yararlı olabilmektedir Haberde doğruluk kuralı genel kabul görmüş meslek etiği kodlarının ilki ve en önemlisi kabul edilmektedir (Avşar ve Demir 2005: 55). Doğru haber vermeyen, haberi ya da görüntüleri manüpüle eden, taraflılaşan bir gazetecinin aslında kişisel anlamda ahlaki bir zaafiyet içinde davrandığını, ahlaksızlaştığını, eş deyişle edepsizleştiği söylenebilir. Eğer bu tür bir ahlaki zaafiyet içinde davranan gazeteci tipi, mesleğin içinde hızla artıyorsa, sayısal olarak çoğalıyorsa, bu durumda Mesleğin Adabında genel bir bozulmadan söz etmek mümkündür (Vural 2009: 492). Böyle bir durumda bir gazeteci, uygun bir biçimde çıkarılmış bir genel meslek normunu duruma uygulayarak doğru bilgilenme hakkının korunması olasılığını yükseltebilir. Bu tür durumlar için meslek ilkeleri gereklidir; ama bunun da ötesinde, her meslekte sorumsuz insanlar bulunabileceği için bu tür etik ilkeler gereklidir. 2.2. Reklam Etiği Tüketici hareketleri tüketici haklarını korumaya yönelik, dünyanın her yerinde önemli lokal, ulusal ve uluslar arası çalışmalar yürütmektedir. Bunların hedefi aldatıcı ve yanıltıcı reklamlardan korumak aynı zamanda da firmaların menzillerini genişletmektir (Spurgeon 2008: 19). Türkiye’de reklâm özdenetimini 1994’ten beri faaliyette olan Reklâm Özdenetim Kurulu (RÖK) yapar. Kurulun önemli amaçlarından 162 biri kurallara aykırı reklâmların kamu denetimine gerek kalmadan reklâmveren – reklâm ajansı – mecra üçlüsünün özdenetimi ile durdurulması ve/veya düzeltilmesidir. RÖK, Uluslar Arası Ticaret Odası’nın dünyaca kabul görmüş reklâm uygulama esaslarını Türkiye’de uygulamaya geçirmiştir (Avşar ve Öngören 2000: 86). Reklamdaki yanıltıcı ifadeler ürünün içerisinde zaten varolan ya da varolması gereken herhangi bir unsurunun vurgulanmaması ya da tüketici tarafından anlaşılamaz veya yanlış algılamaya sebep olabilecek bir tarzda sunulmasından kaynaklanmaktadır. Reklamda aldatıcılık ön plana çıkan bir diğer kavram, reklamda dürüstlük ilkesi kapsamında tüketiciye gerekli bilgilerin verilmesidir. Bu ilke dahilinde reklamda yer alan ifade doğru bile olsa, tüketici açısından önem taşıyan bilgi ve açıklamalar yer almıyorsa reklam etiğine göre art niyetli bir davranış söz konusudur. Dolayısıyla bu durum da aldatıcı reklam kapsamında yer almaktadır. Reklam etiğinin en tartışmalı konularından bir diğerini oluşturan karşılaştırmalı reklamlar, reklam mesajlarında doğrudan ya da dolaylı bir biçimde rakip ürünlerin gösterildiği veya adının verildiği reklamlardır. Bilindiği gibi reklam mesajlarında ikna ediciliği arttırabilmek amacıyla reklam verenin ürünlerinin üstün özellikleri, alternatif ürünlerde olmayan yönlerin aktarılması yolu tercih edilebilmektedir. Reklam etiğinde sürekli olarak tartışılan bir diğer konu ise reklamda kadın ve erkek cinselliğinin kullanılmasıdır. Etik değerler ve etik kavramını algılayış gerek bireyler gerekse toplumlar tarafından farklı algılanabilmektedir. Dolayısıyla farklı toplumlar için reklamda kullanılan cinsellik unsuruna gösterilecek tepkilerin değişik olması beklenmektedir. 2.3. Halkla İlişkiler Etiği Örgütlü bir toplumsal etkinlikle ilgili etik kuralların ve normların çokluğu, o etkinlikte ahlakla, dürüstlükle, doğrulukla, samimiyetle, sosyal sorumlulukla ve kültürle ilgili ciddi sorunların olduğunu ortaya koyar. Halkla ilişkiler alanında halkla ilişkiler cemiyetlerinin kurulması ve bu cemiyetlerin "code of ethic" standartlarıyla gelmeleri de aynı nedenledir. İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) Halkla ilişkiler cemiyetleri, toplantıları, okullardaki bölümler sürekli etik konusunu işlemektedir (Erdoğan 2006: 3). Halkla ilişkilerin öncülerinden Edward Bernays, 1923 yılında yayınladığı "Kamuoyunun belirginleşmesi ya da kristalleşmesi" adlı kitabında mesleğin ilkelerini, uygulamalarını ve etik kurallarını ele almıştır. Bernays'ın deneyimlerinden çıkan ve halkla ilişkilerin etiği niteliğindeki bazı görüşler şöyle özetlenebilir (Aydede 2001: 45): - Önceden yazılı izin alınmadan hiç kimsenin yazı ve sözlerini kullanmayınız, - İyi niyet asla kendi başına bir amaç olarak düşünülemez, - Halkı anlamak için kişisel ilişki ön koşuldur. Masa başında oturmakla hedef kitleler anlaşılmaz, - Sözcüklerin arkasındaki anlamlarını dikkatle düşünmek çok önemlidir, - Halkla ilişkiler çabası dolaysız olarak harekete geçirilmeden meydana gelmeli ve yaratılan etkiye göre değerlendirilmelidir (Bülbül, 2001: 33). - Araştırmaları sonucunda çalışacağı kuruluşun yapısının ve faaliyet alanının kendi ilke ve inançları ile bağdaştığından emin olur. - Dürüstlüğüne çalışmaz. - Yapacağı çalışmaların yararına inanarak, kuruluş amaç ve çıkarlarını tamamen benimseyerek çalışmalarına başlar. - Çalıştığı kurumun, kamu yararı ile çatışacak girişimlerde bulunduğunu ya da bulunacağını anladığı anda kurum görevlilerini uyarır. - Aynı alanda çalışan iki kuruluş ile onların izni olmadan çalışmaz. Kuruluşlar kabul ettiği takdirde ise tarafsızlığını korur. - Kriz anlarında, suçlu kişi kendisi veya çalıştığı kuruluş ise, sorumluluğu üzerine alır ve durumun düzeltilmesi için çalışmalara başlar. inanmadığı kuruluşlarla - Çalışmalarını hiçbir zaman resmi kuruluşlara rüşvet vererek yürütmez. - Yanlış ve ya eksiz bilgi vermez; gizli bilgileri yetkililerin izni olmadan açıklamaz. Etik eğitimin beklenen yararı sağlayıp sağlamadığıyla ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Bu konudaki ilk çalışmalar; etik karar gerektiren durumları değerlendirmede; etik kurstan geçenlerle geçmeyenler arasında fark olup olmadığıyla ilgilidir. Sonuçlar bir çalışmadan diğerine (örneğin Boyd 1981-1982, Cohen ve Cornwell 1989, Stead ve Miller 1988 aktaran McDonalt ve Donleavy 1995: 152) farklılık göstermekle birlikte; yetiştirmenin etik farkındalık ve muhakeme üzerinde olumlu etkisi olduğunu göstermektedir. 3. YÖNTEM 3. 1. Araştırmanın Uygulanması ve Örneklem Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesinde okuyan öğrencilerin iletişim etiğine bakışını ölçmek üzere bu çalışma yapılmıştır. Burada amaç öğrencilerin etiğin ne anlama geldiğini özellikle de iletişim etiğinin ne ifade ettiğine ilişkin düşüncelerini öğrenmek, öğrencilerin etik konulu derslerden beklentilerini tespit ederek, mesleklerinde iletişim etiğine ne kadar bağlı kalındığı konusundaki düşüncelerini görmektir. Özellikle bölümler ve sınıflar açısından iletişim etiği konusundaki önem farklılıklarını ortaya koymak çalışmanın aynı zamanda bir diğer amacıdır. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Mesleki etik dersinin her bölüm için kendi bölümleri açısından 4. sınıfta verildiği gerçeğinden yola çıkarak iletişim etiği dersi alanların düşünceleri ile almayanlar arasındaki düşünce ve önem farklılıkları da bu çalışma ile ortaya konulmuştur. Araştırmamızın evrenini Selçuk Üniversitesi'nde okuyan öğrenciler oluşturmaktadır. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesinde Gazetecilik, Halkla İlişkiler ve Tanıtım ve Radyo TV ve Sinema olarak üç bölüm de eğitim verilmektedir. Bu bölümlerin normal öğretimi olduğu gibi ikinci öğretimleri de vardır. Bu araştırma 20082009 öğretim yılını kapsamaktadır. Bu öğretim yılının istatistiki bilgilerine baktığımızda toplamda fakültenin 1556 öğrencisi olduğunu 163 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 bunun 532’sinin Gazetecilik, 527’sinin Halkla İlişkiler ve Tanıtım ve 497’sinin Radyo Tv ve Sinema öğrencisinden oluştuğunu görmekteyiz. Bu 1556 öğrencinin 615’i kız, 941’i ise erkek öğrenciden oluşmaktadır. Normal öğretimde okuyan toplam öğrenci sayısı 874, ikinci öğretimde okuyan ise 672’dir. Söz konusu evrenden seçilen 367 kişiye yüz yüze görüşmeye dayalı anket uygulanmıştır. 3.2. Veri Toplama Araçları Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin iletişim etiğine bakış açılarını ölçmek amacıyla 18 sorudan oluşan bir anket formu hazırlanmıştır. Anket formu katılımcılar tarafından anlaşılabilecek şekilde, konuyla ilgili yapılmış araştırmalardan yararlanılarak düzenlenmiştir. Soru formunda ilk dört soru ile katılımcıların demografik özellikleri belirlenmiş, bir soruyla etik konulu bir ders alıp almadıkları saptanmış yine bir soruyla etik kavramının onlarda oluşturduğu izlenim ortaya konulmaya çalışılmıştır. Deneklerden Likert tipinde hazırlanan 5 puanlık bir ölçekte ( 1= Kesinlikle katılmıyorum, 5= Kesinlikle katılıyorum) iletişim etiği ile ilgili maddelere verdikleri önem saptanmak istenmiştir. 3.3. Verilerin Analizi ve Kullanılan Testler Alan araştırması 15-30 Nisan 2009 tarihleri arasında katılımcılarla yüz yüze görüşme yoluyla gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler SPSS 15.0 istatistik programı kullanılarak elektronik ortamda işlenmiştir. Verilerin analizinde sırasıyla; anket sorularını cevaplayanların demografik özellikleri, etik konulu bir ders alıp almadıklarını belirlemek amacıyla frekans analizi, etik dersi ile ilgili maddelere verdikleri önemi ortaya koymak için de aritmetik ortalama ve standart sapmaları alınmıştır. Cinsiyet ve etik konulu bir ders alma durumu ile etik dersi ile ilgili maddeler arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için bağımsız örneklem T- testi esas alınmıştır, yine katılımcıların bağlı bulundukları sınıf ve bölümlere göre etik dersi ile ilgili maddelere verdikleri önem düzeyindeki farklılaşmayı saptamak amacıyla da tek yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. Çoklu karşılaştırmalarda Tukey testi esas alınmıştır. 164 4. BULGULAR 4.1 Katılımcıların Bazı Özellikleri Katılımcıların bazı özelliklerine ilişkin frekans analizi sonuçları aşağıda sunulmaktadır: - Araştırmaya katılanların yüzde 43.3’ü kadın iken, yüzde 56.7’si erkeklerden oluşmaktadır. Oranlar cinsiyet bakımından karşılaştırmanın yapılacağı düzeydedir. - Katılımcıların bağlı bulundukları bölümlere göre dağılımlarına bakıldığında yüzde 31.6’sının Gazetecilik bölümü, yüzde 36.8’inin Halkla İlişkiler ve Tanıtım, yüzde 31.6’sının ise Radyo Tv Sinema bölümü öğrencisi olduğu dikkat çekmektedir. - Öğrencilerin okuduğu sınıflara göre dağılımı ise şu şekildedir: Katılımcıların yüzde 25.9’u birinci sınıf, yüzde 22.1’i 2. sınıf, yüzde 25.6’sı 3. sınıf, yüzde 22.4’ü 4. sınıfta eğitim görmektedir. Bu sonuçlar araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin okudukları sınıfa göre dengeli bir dağılım taşıdıklarını ortaya koymaktadır. - Öğretim türü açısından araştırma sorusunu yanıtlayanların yüzde 52.3’ü normal öğretim öğrencisiyken, yüzde 47.7’si ikinci öğretim programında yer almaktadır. - “Etik konulu bir ders aldınız mı” şeklindeki soruya katılımcıların yüzde 52.3’ü evet, yüzde 45.8’i hayır yanıtı vermiştir. Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin yüzde1.9’u ise bu soruyu cevapsız bırakmıştır. - Katılımcılara yöneltilen “Sizce etik ne demektir” şeklindeki bir soruya verilen cevapların oransal dağılımları şu şekildedir: Katılımcıların yüzde 25.9’u bu soruya güzel ahlak yanıtını verirken; yüzde 17.4’ü dürüstlük, 24.8’i toplum kuralları örf ve adetler, yüzde 22.3’ü iş ile ilgili uyulması gereken kurallar, yüzde 1.9’u bilmiyorum ve yüzde 7.1’i hepsi yanıtında bulunmuştur. 4.2. Katılımcıların Etik Konulu Dersten Beklentileri Etik konulu dersten beklentileri konusundaki soruya katılımcıların yüzde 22.3’ü “Doğruluk, Dürüstlük ve Güvenilirlik konuları işlenmeli”, yüzde 27.8’i “Görgü kuralları, toplum içinde İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) uygun, ahlaki davranışlar yer almalı”, yüzde 35.1’ “Meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlak kurallarını içermeli”, yüzde 2.2’si “Ekip çalışması öğretilmeli”, yüzde 6.5’i “Stratejik bakış açısı, hukuk kuralları yer almalı” yanıtını vermiştir. Araştırma sorusunu yanıtlayanların yüzde 2.7’si bu soruyu bilmediğini ifade ederken, yine yüzde 2.7’si hepsi kategorisini işaretlemiştir (bakınız Tablo 1). Tablo1. Katılımcıların Etik Konulu Dersten Beklentileri Etik konulu dersten beklentiler N % Doğruluk, Dürüstlük ve 82 22,3 102 27,8 129 35,1 Ekip çalışması öğretilmeli 8 2,2 Stratejik bakış açısı, hukuk kuralları 24 6,5 Bilmiyorum 10 2,7 Hepsi 10 2,7 Cevapsız 2 0,5 Toplam 367 100 Güvenilirlik konuları işlenmeli Görgü kuralları, toplum içinde uygun, ahlaki davranışlar yer almalı Meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlak kurallarını içermeli yer almalı Araştırmaya katılanların cinsiyeti ile etik konulu dersten beklentileri arasındaki çapraz tablo sonuçları karşılaştırıldığında (bakınız Tablo 2) doğruluk dürüstlük ve güvenirlik konuları işlenmeli maddesini işaretleyenlerin yüzde 50.6’sı erkek iken, yüzde 49.4’ü kadın katılımcıdır. “Görgü kuralları toplum içinde uygun ahlaki davranışlar yer almalı” cevabını veren üniversite öğrencilerinin yüzde 56.9’u erkek, 43.1’i kadın öğrencilerdir. Meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlak kurallarını etik dersleri içermeli maddesine ise erkelerin yüzde 58.6’sı, kadınların ise yüzde 41.4’ü katılmıştır. Ekip çalışması etik dersinde öğretilmeli maddesine erkeklerin yüzde 75.0’i kadınlarında yüzde 25.0’i katılmıştır. “Stratejik bakış açısı hukuk kuralları yer almalı” maddesine erkeklerin yüzde 54.2’si, kadınlarında 45.8’i işaretlemiştir. Öğrencilerin bağlı bulundukları bölüm ile etik konulu dersten beklentileri ile ilgili sorular karşılaştırıldığında Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü öğrencilerinin yüzde 39.8’i, Gazetecilik öğrencilerin yüzde 36.1’i ve Radyo Tv ve Sinema öğrencilerinin yüzde 24.1’i doğruluk dürüstlük ve güvenirlik konuları işlenmeli maddesini işaretlemiştir. “Görgü kuralları toplum içinde uygun ahlaki davranışlar yer almalı” cevabını işaretleyenlerin ise yüzde 35.3’ü Radyo Tv ve Sinema, yüzde 34.3’ü Halkla İlişkiler ve Tanıtım, yüzde 30.4’ü de Gazetecilik bölümden oluşmaktadır. Meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlak kurallarını etik dersleri içermeli maddesine verilen cevaplara bölümler açısından baktığımızda Gazetecilik bölümünden yüzde 34.4’ünün, Halkla İlişkiler ve Tanıtım öğrencilerinin yüzde 32.8’inin, Radyo Tv ve Sinema öğrencilerinden de yüzde 32.8’inin bu maddeleri işaretlediklerini görmekteyiz. Ekip çalışması etik dersleri öğretilmeli maddesine halkla ilişkiler ve Tanıtım öğrencilerinin yüzde 50’si, Radyo Tv ve sinema öğrencilerinin yüzde 37.5’i Gazetecilik öğrencilerinden de yüzde 12.5’i katılmıştır. Stratejik bakış açısı, hukuk kuralları yer almalı maddesini de halkla ilişkiler ve Tanıtım öğrencilerinden yüzde 41.7’si, Gazetecilik ve Radyo Tv ve Sinema öğrencilerinden de yüzde 29.2’si işaretlemiştir. Katılımcıların okuduğu sınıfla etik konulu dersten beklentileri ile ilgili soruya verdikleri yanıtlar karşılaştırıldığında; doğruluk dürüstlük ve güvenirlik konuları işlenmeli seçeneğini en çok işaretleyenlerin birinci sınıf, Görgü kuralları toplum içinde uygun ahlaki davranışlar yer almalı maddesini en çok işaretleyenlerin birinci sınıf; meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlak kurallarını içermeli maddesini dördüncü sınıf; ekip çalışması öğretilmeli ikinci ve üçüncü sınıf; stratejik bakış açısı, hukuk kuralları yer almalı maddesine ise dördüncü sınıf öğrencilerinin daha fazla cevap verdikleri ön plana çıkmaktadır. Söz konusu çapraz tablonun kikare analiz sonuçları da incelenmiş ve bu faklılaşmanın anlamlı olduğu ortaya konmuştur (X2=45.07; p<.001). Öğrencilerin öğretim türü ile etik konulu dersten beklentileri tablosu karşılaştırıldığında doğruluk dürüstlük ve güvenirlik konuları işlenmeli maddesine normal öğretimden yüzde 63.9’u, ikinci öğretimden yüzde 36.1’i katılmıştır. 165 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Diğer Bilmiyorum hukuk kuralları … Stratejik bakış açısı, öğretilmeli Ekip çalışması gereken … Meslekte uyulması toplum içinde … Görgü kuralları, ve Güvenilirlik Doğruluk, Dürüstlük Tablo 2. Katılımcıların Etik Konulu Dersten Beklentilerinin Demografik Özelliklere Göre Dağılımı X2= 3.36; sd.=6; p> .05 CİNSİYET Erkek 50.6 56.9 58.6 75.0 54.2 Kadın 49.4 43.1 41.4 25.0 45.8 60.0 70.0 40.0 30.0 X2=10.31; sd.=12; p>.05 BÖLÜM Gazetecilik 36.1 30.4 34.4 12.5 29.2 10.0 20.0 Halkla İlişkiler ve Tanıtım 39.8 34.3 32.8 50.0 41.7 40.0 60.0 Radyo Tv Sinema 24.1 35.3 32.8 37.5 29.2 50.0 20.0 2 X =45.07; sd.=18; p<.001 SINIF 1. Sınıf 30.1 37.3 17.2 25.0 16.7 30.0 30.0 2. Sınıf 20.5 24.5 18.0 37.5 29.2 20.0 20.0 3. Sınıf 24.1 30.4 24.2 37.5 20.8 30.0 30.0 4. Sınıf 25.3 7.8 40.6 0.0 33.3 20.0 20.0 X2=13.59; sd.=12; p>.05 ÖĞRETİM TÜRÜ Normal Öğretim 63.9 51.0 52.3 50.0 29.2 30.0 50.0 İkinci Öğretim 36.1 49.0 46.9 50.0 70.8 70.0 50.0 TOPLAM 22.3 27.8 35.1 2.2 6.5 2.7 2.7 4. 3. Etikle İlgili Değişkenlerin Önem Düzeyi Araştırmamızda ankete katılan toplam 367 öğrencinin etik dersiyle ilgili maddelere verdikleri önem düzeylerine baktığımızda (bakınız Tablo 3) öğrencilerin en fazla önemli buldukları maddenin “İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır”(M= 4.38) olduğunu görmekteyiz. Önem düzeyi açısından ikinci sırayı “İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini almalıdır” alırken (M= 4.24), üçüncü sırayı ise “İletişim Mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerekmektedir” almaktadır (M= 4.20). En az önem verilen ve kendilerine göre en düşük madde ise “İletişim Sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir” ifadesidir (M= 2.62) ki, bu da bize iletişim Fakültesi’nde okuyan öğrencilerin sektörde çalışanların etik ilkelerine bağlı hareket ettiklerine inanmadıklarını göstermektedir. 166 Maddelerin aritmetik ortalamalarını alarak elde edilen bu tablodan da anlaşıldığı üzere, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okuyan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, iletişim etiğinin içerisinde doğruluk ve dürüstlük ilkesini barındırarak İletişim Fakültelerinde bu dersin verilmesi gerektiğine ve bu mesleği yapanların etik kurallarını dikkate alarak bu mesleği yapmaları gerektiğine inandıklarını ve buna önem verdiklerini söylerken, yine aynı öğrenciler ne yazık ki iletişim sektöründe çalışanların etik ilkelerine bağlı hareket ettiklerine inanmadıklarını da dile getirmişlerdir. Cinsiyete göre etik dersiyle ilgili maddelere verilen önem düzeyindeki farklılaşmayı tespit etmek amacıyla t-testi uygulanmıştır. Alınan sonuçlar doğrultusunda bazı maddeler üzerinde anlamlı bir fark bulunmazken, bayanlar ve erkekler aynı önemi bazı maddelere yüklerken bazı maddelerde ise bayanlar ve erkekler arasında anlamlı fark olduğu tespit edilmiştir (bakınız Tablo 4). İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) Tablo3. Katılımcıların Etik Dersi İle İlgili Maddelere Verdikleri Önem Düzeyi Etikle İlgili Değişkenlerin Önem Düzeyi M S.S. Min Max İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır. 4.38 0.92 1 5 İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini almalıdır. 4.24 0,99 1 5 İletişim Mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerekmektedir. 4.20 0.97 1 5 İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de belirleyicidir. 4.18 0,98 1 5 İletişim Eğitiminde etik eğitimi önemlidir. 4.14 1.10 1 5 Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz 3.97 1.04 1 5 Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde öğretilmelidir. 3.96 1.10 1 5 İletişim Sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir. 3.94 1.13 1 5 Dersler Medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza yardımcı olmaktadır. 3.85 1.12 1 5 Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci öğretilmektedir. 3.70 1.17 1 5 İletişim Sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir. 2.62 1.32 1 5 Cinsiyete göre maddelerin dağılımına baktığımızda “İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de belirleyicidir.” maddesine verilen önem anlam bakımından farklılaşmaktadır (t= 2.17; p<0.05). Bu maddeye erkekler (M= 4.08), bayanlara (M= 3.31) göre da fazla önem vermektedirler. Erkekler için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de önemli olmaktadır. “Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde öğretilmelidir” maddesine ise bayanlar daha çok önem yüklemektedir (t= 2.40; p<0.05). Bayanlar (M= 4.12) erkeklere (M= 3.84) oranla “derslerde haber yazma konusunda doğruluk ve dürüstlük ilkesi işlenmelidir” ifadesine daha fazla önem atfetmişlerdir. Tablo 4. Katılımcıların Cinsiyete Göre Etik Dersi İle İlgili Maddelere Verdikleri Önem Düzeyi Cinsiyetin maddelere göre dağılımı İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir. Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz Cinsiyet N t 1.23 .218 -1.49 .136 2.17 .030 1.38 .166 2.40 .017 1.25 .212 3.12 .002 1.97 .049 1.51 .132 1.73 .084 0.23 .813 Bayan 158 4.22 Erkek 206 4.07 Bayan 156 3.87 Erkek 205 4.04 İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de Bayan 158 3.31 belirleyicidir. Erkek 203 4.08 Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci öğretilmektedir. Bayan 158 3.80 Erkek 203 3.63 Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde öğretilmelidir. Bayan 158 4.12 Erkek 203 3.84 Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza yardımcı Bayan 157 3.94 olmaktadır. Erkek 203 3.79 İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir. Bayan 157 2.87 Erkek 203 2.43 İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek Bayan 157 4.07 önemlidir. Erkek 204 3.83 İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerekmektedir. İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini almalıdır. Sig. M Bayan 157 4.29 Erkek 205 4.13 Bayan 158 4.34 Erkek 205 4.16 İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini Bayan 158 4.38 barındırmalıdır. Erkek 205 4.37 167 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Bayanlar (M= 2.87 ) “İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir” maddesini yine erkeklere oranla (M= 2.43) daha önemli bulmuştur (t= 3.12; p<0.05). Anlamlı farkın daha çok bayanların tercihlerinde olduğunu görmekteyiz, bayanlar iletişim etiği konusunda erkeklere oranla maddelere daha fazla önem yüklemektedir. “İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir” maddesine verilen önem de bayanlar ve erkekler arasında farklılaşmaktadır. Bu maddeyi bayanlar (M= 4.07), erkeklere (M= 3.83) oranla daha önemli bulmuşlardır (t= 1.97; p<0,05). Bölümlere göre farklılıkları ortaya koymak için Tek yönlü Varyans analizi (ANOVA) uygulanmış çoklu karşılaştırmalarda ise Tukey Testi esas alınmıştır. Bu doğrultuda yapılan analiz sonucunda bölümler arasında sadece üç madde de anlamlı bir farkın olduğu tespit edilmiştir (bakınız Tablo5). Tablo 5. Katılımcıların Bölümlere Verdikleri Önem Düzeyi Bölümlere Göre Farklılıklar İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir. Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz Bölümler N Mean Gazetecilik 116 4.26 H.İliş.ve T. 113 4.06 RTV ve Sin. 115 4.09 Gazetecilik 115 3.98 H.İliş.ve T. 132 3.95 RTV ve Sin. 114 3.98 İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve Gazetecilik 116 4.24 beceri kadar etik de belirleyicidir. H.İliş. ve T. 130 4.20 RTV ve Sin. 115 4.10 Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk Gazetecilik 116 3.75 bilinci öğretilmektedir. H.İliş. ve T. 132 3.71 RTV ve Sin. 113 3,.65 Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi Gazetecilik 116 4.02 derslerde öğretilmelidir. H.İliş. ve T. 130 3.78 4.12 RTV ve Sin. 115 Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle Gazetecilik 112 3.89 bakmamıza yardımcı olmaktadır. H.İliş. ve T. 133 3.80 3.88 RTV ve Sin. 115 İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine Gazetecilik 114 2.52 bağlı hareket etmektedir. H. İliş. ve T. 131 3.03 RTV ve Sin. 115 2.26 Gazetecilik 114 4.17 İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir. H.İliş.ve T. 132 4.07 RTV ve Sin. 115 3.55 İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat Gazetecilik 115 4.29 etmek gerekmektedir. H. İliş.ve T. 132 4.24 RTV ve Sin. 115 4.06 İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci Gazetecilik 115 4.34 iletişim etiği dersini almalıdır. H. İliş. ve T. 133 4.21 4.18 RTV ve Sin. 115 İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük Gazetecilik 115 4.41 ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır. H. İliş. ve T. 133 4.41 RTV ve Sin. 115 4.32 168 sd F Sig. 2 1.15 .317 2 0.03 .971 2 0.58 .556 2 0.18 .828 2 3.10 .046 2 0.24 .786 2 11.72 .000 2 10.39 .000 2 1.70 .184 2 0.91 .400 2 0.40 .668 İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde öğretilmelidir maddesine verilen önem ile katılımcıların bağlı bulunduğu bölüm arasında anlamlı bir ilişki ortaya konmuştur (F= 3.10; sd= 2; p< .05). Tukey Testi yüzde 5 anlam düzeyinde Radyo Tv ve Sinema bölümü öğrencileri (M.= 4.12) ile Halkla ilişkiler ve Tanıtım bölümü öğrencilerinin (M.= 3.78) bu maddeye verdikleri önem açısından farklı düşündüklerini göstermektedir. Bölümlere göre “İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir” maddesine verilen önem bakımından anlamlı fark bulunmaktadır (F= 11.72; sd= 2; p< .001). Radyo Tv ve Sinema bölümünde okuyan öğrenciler (M= 2.36); Gazetecilik (M= 2.52) ve Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü (M= 3.03) öğrencilerine göre bu maddeye daha az önem atfetmektedirler. Katılımcıların bağlı bulunduğu bölüme göre ”İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir” maddesine verdikleri önem anlamlı bir şekilde farklılaşmaktadır (F= 10.39; sd= 2; p< .001). Tukey testi sonuçları ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde Radyo Tv ve Sinema bölümü öğrencileri (M= 3.55); Gazetecilik (M= 4.17) ve Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü (M= 4.07) öğrencilerine nazaran ilgili maddeyi daha az önemli görmektedir. Bu sonuçlara göre iletişim sektöründe çalışanların etik ilkelere bağlı hareket etmesine en çok önem verenlerin Gazetecilik bölümü öğrencisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ankete katılan üniversite öğrencilerinin eğitim gördükleri sınıflara göre iletişim etiği ile ilgili değişkenlere verdiklere önem düzeyindeki farklılıkları ortaya koymak amacıyla yine Tek yönlü Varyans analizi (ANOVA) uygulanmış, çoklu karşılaştırmalarda ise Tukey Testine başvurulmuştur. Bu doğrultuda katılımcıların bağlı bulunduğu sınıfa göre aşağıda belirtilen üç iletişim etiği ile ilgili maddeye verdikleri önemde farklılık söz konusudur (bakınız Tablo 6). ”Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz” maddesine verilen önem bakımından sınıflar arasında anlamlı farklılaşma bulunduğu görülmektedir (F= 2.91; sd= 3; p<.05). Çoklu karşılaştırma tablosu ve Tukey testi sonuçları incelendiğinde bu maddeye 4. sınıf öğrencilerinin (M= 4.18), 3. sınıf öğrencilerine göre (M= 3.79) daha fazla önem verdikleri görülmektedir, “İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir” maddesine verilen önem ile katılımcıların bağlı bulunduğu sınıf arasında anlamlı bir ilişki söz konusudur (F= 6.06; sd= 3; p<.001). Çoklu karşılaştırma tablosuna bakıldığında dördüncü sınıf öğrencileri (M= 2.23); birinci (M= 2.90) ve ikinci sınıf (M= 2.92) öğrencilerine göre iletişim etiği açısından bu maddeye daha az önem atfetmektedirler. “İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır” maddesinde de önem yönünden farklılık tespit edilmiştir (F = 2.95; sd=3 p<.05). Çoklu karşılaştırma tablosu ve Tukey testi doğrultusunda 3. sınıf öğrencilerinin (M= 4.25) bu maddeye dördüncü sınıf öğrencilerine (M= 4.61) göre daha az önem verdikleri görülmektedir. İletişim etiği konusunda sınıfların maddelere genelde verdikleri önem her sınıf açısından aynı önem düzeyinde iken yukarıdaki üç madde de toplam farklılık görülmüştür. Özellikle Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde her bölüm için kendi alanları ile ilgili etik derslerinin dördüncü sınıfta verilmesi, dördüncü sınıf öğrencilerinin maddeler açısından neden farklı düşündüklerini ve daha ayrıntılı düşündüklerini açıklamaktadır. Çünkü Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Halkla İlişkiler ve Tanıtım öğrencileri için “Halkla İlişkiler ve Reklamcılıkta Etik”, Gazetecilik öğrencileri için “Basında Etik” ve Radyo Tv ve Sinema öğrencileri için de “RTV Yayıncılığında Etik” dersi zorunlu ders olarak dördüncü sınıfta verilmektedir. İletişim etiği ile ilgili maddelere verilen önem düzeyi ile katılımcıların etik konulu dersi alıp almama durumu arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için bağımsız örneklem t- Testi uygulanmış, iki maddeye verilen önemde anlamlı farklılık tespit edilmiştir (bakınız Tablo 7). 169 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Tablo 6. Katılımcıların Sınıflara Göre Maddelere Verdikleri Önem Düzeyi Sınıflara Göre Farklılıklar İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir. Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de belirleyicidir. Sınıflar N Mean 1.Sınıf 95 3.95 2. Sınıf 79 4.15 3. Sınıf 94 4.09 4. Sınıf 96 4.35 1. Sınıf 94 3.85 2. Sınıf 79 4.06 3. Sınıf 93 3.79 4. Sınıf 95 4.18 1. Sınıf 94 4.25 2. Sınıf 79 4.29 3. Sınıf 93 4.02 4. Sınıf 95 4.17 1. Sınıf 94 3.95 Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci 2. Sınıf 78 3.71 öğretilmektedir. 3. Sınıf 93 3.51 4. Sınıf 96 3.63 1. Sınıf 95 4.20 Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde 2. Sınıf 78 3.87 öğretilmelidir. 3. Sınıf 92 3.82 4. Sınıf 96 3.95 1. Sınıf 95 4.02 Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza 2. Sınıf 76 3.93 yardımcı olmaktadır. 3. Sınıf 93 3.68 4. Sınıf 96 3.80 1. Sınıf 95 2.90 İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket 2. Sınıf 78 2.92 etmektedir. 3. Sınıf 92 2.50 4. Sınıf 95 2.23 1. Sınıf 95 3.80 2. Sınıf 78 4.20 İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir. İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerekmektedir. İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini almalıdır. 3. Sınıf 92 3.90 4. Sınıf 96 3.90 1. Sınıf 95 4.09 2. Sınıf 77 4.27 3. Sınıf 94 4.08 4. Sınıf 96 4.37 1. Sınıf 95 4.23 2. Sınıf 78 4.17 3. Sınıf 94 4.18 4. Sınıf 96 4.37 1. Sınıf 95 4.29 İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik 2. Sınıf 78 4.37 ilkelerini barındırmalıdır. 3. Sınıf 94 4.25 4. Sınıf 96 4.61 170 Sd F Sig. 3 2.14 .095 3 2.91 .034 3 1.32 .267 3 2.38 .069 3 2.12 .097 3 1.57 .096 3 6.06 .000 3 1.96 119 3 1.98 .116 3 0.79 .499 3 2.95 .032 . İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) “Haber yazmada doğruluk ve dürüstlük ilkesinin derslere öğretilmesi gereklidir” maddesine verilen önem bakımından etik dersini alanlar ile bu dersi almayanlar arasında anlamlı farklılık söz konusudur (t= -2.05; sd= 3; p<.05). Etik dersini almayanlar 4.10 aritmetik ortalama değeri ile bu dersi alan öğrencilere göre (M= 3.86) haber yazmada doğruluk ve dürüstlük ilkesinin derslerde öğretilmesini daha gerekli bulmaktadır. “İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir” maddesini etik dersi alma durumu ile karşılaştırdığımızda ise bu dersi almayanların (M= 2.83), alanlara oranla (M= 2.44) bu maddeyi anlam bakımından daha önemli gördükleri sonucuna ulaşmaktayız (t= 2.77; sd= 3; p<.001). Bunun sebebinin de, yine ders almayanların ders alanlara oranla konuya daha farklı yaklaşmaklarından ve etik konusu hakkında daha az bilgiye sahip olmaları nedeniyle daha hayali düşünmelerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Tablo 7. Katılımcıların Etik dersi Alma durumu Etik Konulu Ders Alma Durumunu Etik dersi N M t Sig. 1.38 .167 0.54 .584 -0.40 .689 0.51 .606 -2.05 .040 -1.26 .208 -2.77 .006 0.17 .864 0.89 .369 1.68 .092 1.51 .130 alma durumu İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir. Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz Evet 190 4.21 Hayır 166 4.05 Evet 189 4.00 Hayır 164 3.93 İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar Evet 188 4.17 etik de belirleyicidir. Hayır 165 4.21 Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci Evet 188 3.75 öğretilmektedir. Hayır 165 3.68 Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde Evet 189 3.86 öğretilmelidir. Hayır 164 4.10 Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza Evet 187 3.78 yardımcı olmaktadır. 165 3.93 Hayır İletişim Sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hare- Evet 188 2.44 ket etmektedir. Hayır 165 2.83 İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı Evet 189 3.94 hareket etmek önemlidir. Hayır 164 3.92 İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerek- Evet 188 4.24 mektedir. Hayır 166 4.15 İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği Evet 189 4.33 dersini almalıdır. Hayır 166 4.15 İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilir- Evet 189 4.46 lik ilkelerini barındırmalıdır. 166 4.31 SONUÇ Etik dersinin amacı; etik kavram ve kuramların neler olduğu, dayanakları, temel kavramları, bunların iş yaşamıyla ilgi durumlara nasıl uygulanabileceğinin yollarını göstermek; öğrenciye iş yaşamından örnekler getirerek ilgili kararları almasını ya da sorunu çözmesini sağlayacak olanakları sağlamaktır (Gökdağ 2009: 154). Eroğlu ve Atabek’in bu konuda yaptıkları araştırma incelendiğinde elde ettikleri bulgular ile Hayır Selçuk Üniversitesi’nde yapılan araştırmalarda elde edilen bulguların örtüştüğünü görmekteyiz. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü öğrencileri üzerinde gerçekleştirilen araştırmadan elde edilen bulgulara göre, fakültede aldıkları eğitim öğrencilere gazetecilik meslek etiğine ilişkin belirli değerler kazandırmaktadır. Yine bu araştırmanın sonuçlarına göre, öğrenciler medya sektöründe çalışan meslektaşlarını meslek etiği ilkelerine uyma ya da meslek etiği ilkeleri doğrultusunda davranma bakımından olumsuz 171 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 olarak değerlendirmektedirler (Eroğlu ve Atabek 2006: 10). sun elde ettiğimiz sonuçlar göstermektedir ki öğretilmesinde fayda bulunmaktadır. Araştırmamızda elde ettiğimiz veriler doğrultusunda aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır: KAYNAKLAR Öğrencilerin etik konulu bir dersten beklentilerinde, iletişim etiği açısından meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlaki kurallarının öğretilmesinin ilk sırada yer aldığını söyleyebiliriz (M= 35.1). Aynı zamanda genele baktığımızda Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde farklı bölümde okuyan öğrencilerde iletişim etiğinin ve bu konudaki beklentilerinin ne olduğu hakkında bilinçli bir bilginin olduğu mevcut araştırma sonucuyla ortaya çıkmaktadır. İletişim Etiği dersi alan dördüncü sınıf öğrencilerinin alt sınıf öğrencilerine nazaran bazı maddelere daha farklı baktıkları görülmüştür. Bu farklılaşmanın, bölümlerinde eğitim alarak bilgilerini arttırmanın ve iletişim etiği dersini almalarının bir sonucu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dördüncü sınıfta okuyan katılımcıların özellikle; meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz, iletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır, iletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir maddelerine çoklu karşılaştırma ve Tukey testi analizi sonucunda farklı önem atfettikleri görülmüştür . Öğrencilerin bu dersi almadan önce sektörde çalışanların iletişim etiği doğrultusunda hareket ettiklerini düşünürken, aldıktan sonra yani iletişim etiğinin içeriğini ve kurallarını öğrendikten sonra daha farklı düşündükleri ve sektördekilerin güvenilirlik ve dürüstlük ilkelerine daha az bağlı kaldıklarını düşündükleri görülmüştür. Ankete katılan öğrencilerin çoğu iletişim etiğinin öneminin farkındadır ve İletişim Fakültesinde okuyan her öğrencinin bu dersi alması gerektiği konusunda hem fikirdir. İletişim etiğiyle ilgili sorunların azaltılmasında -iletişim fakülteleri de dahil- sorumluluk alabilecek her kişi, örgüt ve kurumun çaba göstermesi, yapabileceklerini ertelememesi gerekmektedir (Gökdağ 2009: 156). Üniversitelerde etik konusu öğretilmeli mi yoksa öğretilmemeli mi konusu ile ilgili tartışmalar devam ede dur- 172 Altun A (1995) Türkiye’de Gazetecilik ve Gazeteciler, ÇGD Yayını, Ankara. Avşar Z (2002) Medyada Klasik Etik Kodlar Bir İllüzyon mu?, Selçuk İletişim Derg, C.2, 312. Avşar Z ve Öngören G (2003) Radyo ve Televizyon Hukuku, Piramit Yayıncılık, İstanbul. Avşar Z ve Demir V (2005) Düzenleme ve Uygulamalarla Medyada Denetim, Piramit Yayıncılık, Ankara. Aydede, C (2001) Teorik ve Uygulamalı Halkla İlişkiler Uygulamaları, MediaCat Yayınları, Ankara. Aydın İ P(2002) Yönetsel Mesleki ve Örgütsel Etik, 3.Baskı, Pegam Yayıncılık, Ankara. Bilgin D, Meslek İlkeleri ve Mesleki Etik, www.emo.org.tr/ekler/5f83581dbe3440a_ek.pd f 25.03.2009 indirildi. Bülbül R (2001) İletişim ve Etik, Nobel Yayınları, Ankara. Demir V ( 2006) Medya Etiği, Beta Yayınları, İstanbul. Erciyes C (2001) Medya Etigi ve Klasik Etik Kodları, Türkiye ve Siyaset Derg, Mayıs- Haziran. Erdoğan İ (2006) Medya ve Etik: Eleştirel Bir Giriş, İletişim Kuram ve Araştırma Derg, 23, 126. Eroğlu E ve Atabek N (2006) İletişim Fakültesi Öğrencilerinin “Etik Eğitimi”ne ve “İletişim Etiği”ne İlişkin Görüşlerinin Değerlendirilmesi, Küresel İletişim Derg, 2, www.globalmediatr.emu.edu.tr, 06.01. 2009’ da erişildi. Girgin A (2000) Yazılı Basında Haber ve Habercilik Etik’i, İnkılap Kitapevi, İstanbul. Gökdağ D (2009) İletişim Fakültelerinin Etik Sorumluluğu, Medya ve Etik Sempozyumu, 79 Ekim 2009, Elazığ. http://www.irfanerdogan.com/pr/hitetik.html 11.02.2009’da erişildi. İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173) İnan E ve Pekün B (2009) Siyasal İletişim, “Sanal Serbest Kürsüler” ve İletişim Etiği, Medya ve Etik Sempozyumu, 7-9 Ekim 2009, Elazığ. İrvan S (2003) Medya Etik ve Hukuk, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Keeble R (2001) Ethics for Journalists, Routledge Tylor&Francis Group, London. Kuçuradi İ (2000) Felsefi Etik ve Meslek Etikleri, Harun Tepe (çev), Etik ve Meslek Etikleri, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara,17-32. McDonald G M ve Donleavy G D (1995) Objections to the Teaching of Busines Ethics, Journal of Business Ethics 14, 839-853. Seıb P ve Fitzpartrick K (1997) Journalism Ethics, Harcout Brace College Publishers, Fort Worth. Spurgeon C (2008) Advertising and Media, Routledge Tylor&Francis Group, Oxon. Tepe H (2000) Basın Etiği ya da Basının Etik Sorunları Üzerine, Harun Tepe (ed.), Etik ve Meslek Etikleri, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara, 121-136. Tılıç D (1998) Utanıyorum Ama Gazeteciyim, İletişim Kitapevi, İstanbul. Tılıç D (1999) Milliyetçilik ve Yeni Sahiplik Yapısı Kıskacında Türk Medyası, Birikim Dergisi, Medya ve Etiği özel sayısı, sayı: 117. Türkoglu N (2003) Kitle İletisimi ve Kültür, Naos Yayınları, İstanbul. Uzun R (2007) İletişim Etiği: Sorunlar ve Sorumluluklar, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara. Vural A M (2009) Edebi Bozulmuş Adabı Dağılmış Bir Toplumsal Kurum Olarak Medya… Medya ve Etik Sempozyumu, 7-9 Ekim 2009, Elazığ. 173 TELEVİZYON VE MAGAZİN KÜLTÜRÜ Rıdvan Şentürk* ÖZET Marshall McLuhan, John Fiske, John Hartley, Stuart Hall, John Ellis, Raymond Williams gibi televizyonu kendine özgü bir medyum olarak araştıran teorisyenler çeşitli ve birbirinden farklı yaklaşımlarda bulundular. Fakat bütün çeşitliliğine ve farklılığına rağmen bu teorileri televizyonun daha çok araçsal/yapısal, dilsel/metinsel ve çevresel özellikleri üzerine odaklaşan yaklaşımlar olarak ayrıştırmak mümkün gözükmektedir. Bir bütün olarak bakıldığında bu yaklaşımların hiçbirinin kendi başına televizyonun ne ve nasıl bir şey olduğu sorusunu yeterince açıklamaya yetmediği görülmektedir. Özellikle televizyonun hem içerik hem de biçimsel özellikleri bakımından gerçeklik algısını ve toplumsal davranışları nasıl etkilediği ve dönüştürdüğü sorusu gereğince incelenmemiş bir alan olarak gündem oluşturmaya devam etmektedir. Bu çalışma televizyonun bütününe hâkim olan magazinsel yapısı ve sunduğu bilgilendirme biçimleri üzerine odaklanmakta ve böylece söz konusu açığın giderilmesine katkı sağlamaktadır. Anahtar sözcükler: Magazin, eğlence, kültür, iletişim TELEVISION AND MAGAZINE CULTURE ABSTRACT The theorists who make a survey of television as a distinctive medium such as Marshall McLuhan, John Fiske, John Hartley, Stuart Hall, John Ellis, Raymond Williams showed various and different approaches. However, in spite of its all diversity and assortment, it looks possible to categorize these theories as approaches concentrating on particularly instrumental/ structural, linguistic/ textual and environmental characteristic of television. In its entirety, it looks that none of these approaches are not satisfying to have explanation for the question on what and how television. Especially the question on how Television affects and transforms reality perception and social behaviour in terms of content and formal feature continues to have agenda as a matter that has not been properly examined. This study focuses on magazine pattern with authority on entire television and the offered informational pattern and thus has contribution in removing the deficiency. Keywords: Magazine, entertainment, culture, communication GİRİŞ Televizyonu kendine özgü bir medyum olarak ele alan ve ilk defa bir bütün olarak açıklamayı amaçlayan Marshall McLuhan’ın 1960’lı yıllardaki çalışmalarından günümüze kadar birçok araştırmacı televizyonun ne olduğu sorusunu sormaya devam etmektedir. Bu durum hem bir yandan televizyonun ne kadar karmaşık bir yapı ve etki gücüne sahip olduğunu hem de yaklaşımların televizyonun sadece belirli bir yönüne yöneldiğini ve bütünü kuşatamadığını göstermektedir. Televizyonun bir medyum olarak araçsal/ yapısal özelliklerinin içeriği nasıl belirlediği ve algıyı nasıl etkilediği (McLuhan 1965: 247) * soruları etrafında araştırmalarını yoğunlaştıran McLuhan, araç ile ilettiği mesaj arasındaki ilişkiyi sorgulamıştır. Daha sonra gelen Paul Virilio gibi birçok araştırmacı bu yaklaşımı benimsedi ve makine insan bağıntısı ve medya araçlarının insanın gerçeklik algısının sınırlarını nasıl değiştirdiğini ve dönüştürdüğünü sorgulamaya devam ederek yeni yaklaşımlar sergiledi. McLuhan’ın çalışmalarından sonra, 70’li yıllarda John Fiske ve John Hartley, Stuart Hall’in öncülük ettiği yaklaşımlar çerçevesinde televizyonun semiyotik yapısının dilsel bir metin olarak nasıl okunabileceği sorusunu yönelttiler. Bu çerçevede Fiske ve Hartley çalışmalarında, televizyon programlarını oluşturan öğeler ola- Yrd. Doç. Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) rak gördükleri göstergelerin kod çözümlemesini ve kimlik tespitini mümkün kılacak (Fiske ve Hartley 1978: 16) dilbilimsel ve semiyotik kavramsallıkların ne olabileceği sorularını irdelediler. Fiske ve Hartley’in beslendiği düşünce geleneğine bağlı olan Raymond Williams da, McLuhan gibi televizyonun teknolojik özellikleri ile oluşturduğuna inandığı kültürel forum arasındaki ilişkileri irdelemiş, farklı fragmanların ve çeşitli türlerin planlı bir akışı olarak kavradığı televizyon yayınlarının algı biçimleri ve kültürel kabulleri nasıl etkilediği ve dönüştürdüğünü sorgulamıştır. Televizyonun gücünün sosyal iletişim, enformasyon ve eğlence medyumu olarak büyüdüğünü söyleyen Williams (1974: 11), televizyonun toplumsal algı ve tecrübeleri etkiyen özelliğine dikkat çekmiş, fakat yeterince incelemek yerine gönderme yaptığı magazinsel yapısını daha çok yine planlı bir akışa sahip bir metin olarak algılamış ve kendine araştırma konusu yapmıştır. Televizyon hakkında üretilen teorilerin gelişim çizgisinde mutlaka dikkate alınması gereken bir isim olarak John Ellis karşımıza çıkmaktadır. Ellis, televizyonun yapısını dilsel bir metin değil de kendine özgü estetik bir doku olarak algılamış ve bu dokunun en önemli özelliğini kendini tekrar eden segmanlara bölünmüşlük ve kesintilerden oluşan bir süreklilik biçiminde tanımlamıştır (Ellis 1982: 123). Fakat Ellis, her ne kadar televizyon ile izleyici arasındaki parasosyal ilişkilere, mahrem yakınlığın oluşması ve özellikle kadın yüzlerinin fetişleştirilmesine dikkat çekse de, (Ellis 1982: 143) yine de yakın durduğu Raymond Williams gibi televizyonun estetik dokusunu semiyotik bir yapı olarak kavramış ve ampirik etkilerine bireysel ve toplumsal açıdan yeterince eğilememiştir. Bütün bu teorik tartışmalar esasen televizyonun ne olduğu sorusuna cevap bulabilmek amacıyla yapılmaktadır. Adı geçen teorisyenlerin görüşleri incelendiğinde, her birinin televizyon hakkında sahip olduğu temel kabullerden hareket ettiği ve sorularını bu yönde oluşturdukları görülmektedir. Televizyonun ve özellikle içeriğinin ne olduğunu anlamaya yönelik olarak yapılan tartışmalar genellikle şu temel sorular etrafında oluşmaktadır: · İçerik nedir? Nasıl oluşur? · Medya sahipliği ve kontrolü içeriği nasıl etkiler? · İçeriği belirleyen ve arka planda bulunan medyatik yapı nedir? · Medyatik içerik gerçekliği hangi düzeyde yansıtır? · Medyatik içerik ile gerçeklik arasında hangi potansiyel ilişkilerden bahsedilebilir? · İnsanlar içeriği nasıl yorumlarlar? · İçeriğin insanlar üzerindeki etkisi nedir? · Medyada temsil edilen içeriğin gerçek içerikten ayrılarak analiz edilmesi ne kadar doğrudur? · Medya ile izleyici arasındaki enteraktif ilişkiler ne hangi düzeyde yönlendirilmiş veya serbesttir? · Program türleri ve kodlarının belirlenmesinde bilinç-dışı süreçler mi, yoksa yapımcının içeriğe ve geçerli değerler sistemine ilişkin psikanalitik motivasyonları mı etkili olmaktadır? · İçeriğin belirlenmesinde medya endüstrisi yapısının, ekonomik, ideolojik ve politik güçlerin oynadıklar roller nelerdir? · İzleyiciler medya içeriklerini hangi farklı biçimlerde yorumlayabilirler ve bu farklar nasıl belirlenmelidir? Öte yandan televizyonu daha çok dilsel bir metin veya doku olarak algılayan düşünürler ise öncelikli olarak belirledikleri şu sorular etrafında akıl yürütmektedirler: · Her medya aracının kendi içindeki hangi değişkenleri nasıl manipüle edilebilir? · Her medya aracına özgü dilbilgisel kodların kökleri nelerdir, nasıl ortaya çıkarılabilir? · Ortaya çıkarılan dilbilgisel kod çözümlemeleri, günlük hayattaki yüz yüze görüşmelerde kullanılan kodlarla ne derece örtüşmektedir? · Dilbilgisel manipülasyonların algı, anlayış, duygusal ve davranışsal tepkiler üzerindeki etkileri nelerdir? 175 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 · Metini oluşturan estetik öğelerin içerik ve algısı üzerinde oynayabileceği roller nelerdir? Bütün bu sorular etrafında oluşan içeriksel ve dilbilimsel teorilerin yanında, bir başka yaklaşım da hem televizyonun kendisini hem de sosyal etkisini çevre şartları içinde sorgulayan teorik analizler tarafından sergilenmektedir. Çevresel yaklaşım hem televizyon medyumunun kendini diğer araçlardan farklı kılan karakteristiğini hem de kendine özgü özellikleriyle toplumsal ilişkiler ve genelde toplumsal yapıda yol açtığı değişikliklerin ne ve nasıl oluşabileceğine dair sorular oluşturmaktadır: · Televizyonun kullanımı toplumsal ilişkilerin dokusunda ne gibi değişikliklere yol açmıştır? · Televizyon, toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel ilişkilerin biçimini, hızını ve niteliğini nasıl ve hangi düzeyde etkilemiştir? · Televizyon süreç içerisinde diğer kitle iletişim araçlarına hangi düzeyde ve nasıl etkilemektedir? · Televizyon kendine özgü bilgilendirme biçimleriyle toplumsal hiyerarşide ne gibi değişikliklere yol açmaktadır? · Televizyonun, arkadaşlık ve komşuluk ilişkileri ve sınırlarının yeniden yapılanmasında oynadığı rol nedir? · Televizyon, politik tarzı ve politikacı algısını hangi düzeyde ve nasıl etkilemektedir? · Televizyonun, cinsel kimliklerin ve aralarındaki ilişkilerin belirlenmesinde oynadığı rol nedir? · Televizyonun çocuklar üzerindeki etkisi nedir? · Televizyonun sosyal davranışlar üzerindeki etkisi nedir? · Televizyonun kültürel gelişmeler üzerindeki etkisi nedir? · Televizyonun, ideolojik söylemler, politik yapılar ve bireysel ve toplumsal özgürleşme veya özgürlüğün kısıtlanması süreçleri üzerindeki etkisi nedir? Televizyonun çevresel özellikleri ve etkilerini sorgulama, şüphesiz en az araçsal ve dilsel 176 yapısını incelemek kadar önem arz etmektedir. Bu alanda öne çıkan düşünürler arasında ‘The Disappearance of Childhood (1982)’, ‘Amusing Ourselves to Death: Public Discourse in the Age of Show Business (1985)’ ve ‘The End of Education: Redefining the Value of School (1995)’ gibi eserleriyle adını duyuran Neil Postman ve ‘No Sence Of Place’ adlı eseriyle Joshua Meyrowitz’dir. Bu iki araştırmacıdan Neil Postman televizyonun kendine özgü gücünü eğlendirici magazinsel özellikleri dolayısıyla oluşturduğunu ve makro düzeyde toplumsal algıyı ve davranışları etkilediği kabulünden hareket etmektedir. Meyrowitz ise aynı kabulden hareketle, bu etkinin birey ve toplum davranışlarında gözlemlenebilecek ampirik sonuçların neler olabileceğini araştırmaktadır. Bu bağlamda eğlence, magazin ve magazinsellik kavramları öne çıkmaktadır. 1. AMAÇ VE YÖNTEM Neredeyse her şeyin, nesnelerin, ilişkilerin, gerçekliğin ve algının estetize edildiği günümüzde varlığın ve oluşun kendisinden çok tarzının, nitelikten çok biçimselliğin daha önemli ve daha geçerli hale geldiği görülmektedir. Mağazalarda, galerilerde, şatolarda, fuarlarda, turistik merkezlerde ve şehirlerde, video oyunlarında, dans lokallerinde, diskolarda, tiyatrolarda, reklâmlarda, sinema komplekslerinde, filmlerde, bilgisayarda (internet), cyberspace ve moda dünyasında rahatlıkla gözlemlediğimiz bu dönüşüm görsel kültürün yazılı kültüre hâkim olduğunu göstermektedir. Şüphesiz bu dönüşümde en büyük pay televizyona aittir. Bu çalışma, söz konusu kültürel dönüşümde televizyonun oynadığı rolün önemli ölçüde gerçekliği, gerçeklik algısını magazinselleştirme ve günlük hayatın tecrübelerini taklit ederek dönüştürme (re-prezantasyon/ temsil) gücünden kaynaklandığı iddiasını televizyonun ne olduğu sorusu etrafında oluşturulan tartışmaların gündemine taşımayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda çalışma, öncelikle Neil Postman, Joshua Meyrowitz ve diğer televizyon teorileri alanında kendini kabul ettirmiş araştırmacıların televizyonun magazinsel yapısı, toplumsal gerçeklik algısını etkileme gücü üzerine sergiledikleri yaklaşımları karşılaştırarak incelemek ve öne çıkan görüş ve tespitler ışığında, tele- Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) vizyonun bütününe hâkim olan magazinsel yapının birey ve toplumun gerçeklik algısı üzerindeki etkisinin önemli pratik sonuçlarının neler olabileceğini ortaya koymak ve tartışmaya sunmayı yöntem olarak benimsemektedir. 2. TARİHSEL SÜREÇ Magazin sözcüğü, köken itibariyle Arapça’daki ‘depo, silah deposu’ anlamına gelen ‘mahzen’ sözcüğünden üretilerek Avrupa dillerine yerleşmiş bir kavramdır. Arapça ‘depo’ anlamından da anlaşılabileceği gibi, aynı veya farklı türden malzemelerin bir arada bulunduğu mekân anlamına gelmektedir. Almanca ve İngilizce’de dergi, Amerikan İngilizce’sinde aynı zamanda lifestyle anlamında da kullanılan magazin, genellikle birden fazla konuları içeren ve değişik düzeylerde işleyen bir yayın formatıdır. 2.1. Magazin Dergileri Magazin dergileri, Time, Stern ve Spiegel gibi haber ağırlıklı olanından, erotik, ekonomi, edebiyat, politika, mimari, otomobil, müzik, seyahat, gençlik, sanat, ticaret ağırlıklı olan türlere varıncaya kadar çok çeşitli olabilmektedir. Fakat hepsinin ortak özelliği aralarındaki mantıksal bağıntıya özen göstermeksizin çeşitli ve birbirinden farklı konulara yer vermeleri ve görsel anlatımı önemsemeleridir. Tek bir konuya ağırlık veren magazin dergilerinde bile, farklı konulara önem verilmese bile, konu çeşitlendirilmekte, aralarında nedensellik bağı bulunmayan farklı olaylar ve alt konu başlıkları etrafında işlenmektedir. Magazin dergilerinin ortak özelliklerinden biri de, periyodik olarak çıkmaları, genellikle reklam, abonelik ve satış fiyatı ile kendilerini finanse etmeleridir. İlk defa 1731 yılında Londra’da yayınlanan The Genleman’s Magazine adlı dergi, genel ilgiye yönelen ilk magazin örneği olarak kabul edilmektedir. Yine belirli aralıklarla yayını 1739’dan günümüze kadar sürdüren The Scots Magazine ve 1734 den itibaren yayınlanmaya başlayan Lloyd’s List tarihin ilk magazin dergileri arasında bulunmaktadır. Magazin dergilerinin çok çeşitli toplumsal ve bireysel yaşama alanlarına yönelmesi ve seçilen olay veya içerikleri kendilerine özgü biçimde sunmaları, esasen bireysel ve toplumsal gerçekliğin yeniden algıya metin ve daha çok görsel düzeyde estetize edilmiş gerçekleşme biçimi ve hayat tarzı olarak sunulması anlamına gelmektedir. Tespit edilmiş yaşanmış olayların, bireysel veya toplumsal etkinliklerin estetize edilerek toplumsal algıya sunulmaları, konuların esasen seçilmiş ve magazin dergisinin algı ve gerçeklik kriterlerine uygun biçimde formatlanmaları dolayısıyla gerçekleşmelerin ve hem bireysel hem de toplumsal tecrübelerin hep belirli bir biçime ve tarza sahip olduğu yanılsamasını meydana getirmektedir. Özellikle popüler magazinlerin daha çok ‘lifestyle/ hayat tarzı’ dergisi olarak adlandırılması gerçeğin kendinden çok gerçekleşme tarzını vurgulayan ve ideal gerçekleşme tarzı olarak estetize eden magazin kültürüne uygun düşmektedir. Günlük gerçekliği estetize ve stilize ederek toplumsal algıya sunma amacıyla 1883 yılında Amerika’da çıkarılan magazinin Life adını taşıması ve içeriği bu tespitleri pekiştirmektedir. Genel ilgi alanlarını yönelen bir eğlence dergisi olan Life konu edindiği gerçeklikleri stilize ederken bolca resim kullanmış, güldürücü fıkralara, toplumsal olayların ve tiyatro ve sinema filmi gibi sanat ürünlerini yorumlayan görüşlere yer vermiştir. 1936 yılına kadar sürekli daha sonra kısa devrelerle 2000’li yıllara kadar çıkmaya devam eden Life magazini yaklaşık 50 yıl boyunca 10 milyonu aşkın satış oranlarıyla toplumsal gerçeklik algısının estetize ve stilize edilmesinde, bir başka deyişle magazinleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Almanya’da 1924 yılında Amerikan dergilerini taklit ederek yayınlanmaya başlanan das Magazin dergisi gerçeklik algısının magazinselleşmesinin toplumun demokratikleşmesi veya tek-tipleşmesi konusunda ne gibi etkileri olabileceğine dair ipuçları verebilecek başka bir örnek teşkil etmektedir. 1941 yılında, savaşın stratejik hedeflerine uymadığı için yayınına son verilen das Magazin dergisi, geriye doğru bakıldığında günümüz için, Hitler döneminin faşist ideolojisinin kültür ve hayat tarzı ile ilgili bütün konuları nasıl işgal etmeyi başardığına dair belge niteliği taşımaktadır. 2.2. Televizyon ve Magazin Programları: Önceleri radyoda yayınlanılan, daha sonra televizyon tarafından üstlenilen ve geliştirilen magazin programları, genellikle belirli bir 177 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 konuya ağırlık veren ve aynı konuyu kendi içerisinde segmanlara bölerek çeşitlendiren programlardır. Magazin programları, tıpkı magazin dergilerinde olduğu gibi, müzikten, sağlığa, haber niteliği taşıyan olaylardan, sosyete dünyasına ve erotiğe kadar birçok alanı kapsayabilmektedir. Genellikle stüdyoda çekilen ve görüntülerle beslenebilen talk-show formatında da sunulabilen magazin programlarının en önemli özelliklerinden biri eğlendirici olması ve kolay, hızlıca tüketilebilir bilgilendirme biçimlerini benimsemesidir. Her ne kadar televizyonda yayınlanan magazin programları belirli bir konuya ağırlık verseler de, eğlendiricik özelliklerini ön plana çıkarmaları, konuyu çeşitlendirme ve işleme biçimleri itibariyle televizyon yayınlarının bütünün karakteristik özellikleriyle örtüşmektedir. Fakat çeşitli program türlerini, segmanları ve içerikleri aralarında mantıksal bir bağıntı olmaksızın sunması bakımından televizyon magazin dergilerinin yapısı ve tarzıyla daha çok uygunluk arz etmektedir. Nitekim magazin ve diziler televizyonda en fazla kullanılan program formatlarıdır. Televizyon programlarının gelişim sürecine bakıldığında bu formatların diğerleri arasında giderek ağırlık kazandıkları ve televizyonun program dinamiklerini oluşturan karakterini belirledikleri gözlemlenmektedir. Öyle ki televizyon yayıncılığının gelişim süreci içinde programlar gittikçe magazinleşirken, magazin programları da bu gelişmeye paralel olarak formatlarını diziselleştirdiler. Dizisel magazin formatının etkisi, daha çok program içeriklerine dikkat eden televizyon izleyicisinin bilinç-dışı tarafından algılanmaktadır. Dizisel magazin formatının ucu açık biçimi köken itibariyle ticari amaçlı Amerikan kanallarında reklâm filmlerinin çerçevesini belirleyen tasarımlara uzanmaktadır. Bu tasarım daha sonra 1950’li yıllarda İngiltere’deki BBC ve Almanya’daki NDR gibi Avrupa’daki bazı kanallar tarafından ciddi haber programlarının sunum biçimi olarak benimsenmiş ve yaygınlaşmıştır. Amerikalı medya tarihçisi Boddy William, magazin programlarının oluşmasının sebebi olarak medya şirketlerinin belirli sponsorlar adına yapılan programlarla kavga etmesini 178 göstermektedir (Boddy 1987: 347). Boddy William, 1940’lı yıllarda Amerika’da beslenme ve çamaşır tozu alanında üretim yapan büyük firmaların ajans ve film şirketleri aracılığı ile bizzat kendilerinin radyo ve televizyon programları ürettiklerini, fakat bu durumun 50’li yılların başından itibaren değiştiğini, ABC, CBS ve NBC televizyon kanallarının reklâm üretimi üzerindeki kontrolü ele geçirmek ve reklâm müşterileri için tekel oluşturmaya yönelik stratejiler geliştirdiklerini söylemektedir. Meyrowitz’in de işaret ettiği gibi geliştirilen bu stratejiler arasında en dikkat çekici olan, reklâmların bütünüyle planlanmış olan yayın akışına ölçülü biçimde yerleştirilmesi ve özellikle pembe dizilerin içinde belirli zaman dilimlerinde tekrar edilmesi gerektiği düşüncesiydi. Bu düşünceyi gerçekleştirmek üzere önce ‘magazin planlaması’ olarak adlandırılan bir program akışı düzenlendi. Bu düzenlemede akışın merkezine reklâm blokları alındı ve programlar reklâmlar esas alınarak serpiştirildi (Meyrowitz 1987: 63). Söz konusu ‘magazin planlaması’nı yapan ve böylece öne çıkan isimlerden biri olan Pat Weaver, ticari başarıyı hedefleyen reklâm ağırlıklı televizyon kanallarının program ve reklâmlarının popüler, ucuz, eğlendirici ve öncelikle kısa süreli olması gerektiğini savundu. 1935’li yıllarda ticari kanalların başarılı olabilmeleri için arka planda kalarak eğlence sunması gerektiğini iddia eden David Sarnoff gibi Pat Weaver de, eğlence programlarının seyirciyi tatmin edebilmeleri için yüksek bir öykü ve senaryo değerinin olmasının gerekmediğini ileri sürüyordu (Boddy 1987: 349, 356). Bu girişimler ve uygulamalar sonucunda televizyon programları eğlendiricilik, kısa sürelilik, ucuzluk ve popülerlik ilkeleri çerçevesinde magazin formatına uyarlandılar. Ayrıca aynı yıllarda televizyon programlarının merkeze alınan reklâm blokları etrafında düzenlenmesi dolayısıyla, seyirciye sunulan programlar küçük parçacıklara bölündü ve sonuç itibariyle televizyon yayının kendisi eklektik biçimde yapılandırılmış oldu. Nitekim 1970’li yıllara gelindiğinde, Peter Christian Hall’in eleştirel bir biçimde işaret ettiği gibi, diğerlerinin yanında magazin programları her ne kadar bütün bir medyum olarak televizyonun pazarlanması görevini üstlenseler de, söz konusu eklektik yapı dolayısıyla tele- Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) vizyonun tamamı tek ve büyük bir magazin programı gibi işlev görmeye başladı. Zira günümüzün televizyonculuk anlayışında her program aralarında doğrudan bir bağlantı olmayan diğer programlardan oluşan bir bütünlüğün içinde yer almakta, her program bir sonrakine daha eğlendirici bir imkân sunulacağı vaadiyle bağlanmaktadır (Hall 1979: 305). 3. TELEVİZYONUN MAGAZİNSEL DOKUSU VE BİÇİMLERİ Televizyonda yayın akışının reklâm odaklı ve magazinsel bir biçimde düzenlenmesi programlara belirli işlevler yüklemektedir. Yayın akışının magazinsel bir biçimde formatlanması dolayısıyla yayın akışında bulunan her şey birbirine bağlanabilmektedir. Bu paket olarak sunulan ve öğeleri arasında tutarlı bir bağıntı olmayan magazinsel gösterim biçimi adeta günlük pratiklerimizi yeniden üreten bir makine gibi işlev görmekte ve ürünlerin sergilendiği magazin dünyasına, alışveriş merkezlerine ve süper marketlere uygun düşmektedir. Bu bağlamda magazin dergilerine benzer biçimde yapılanan magazin programları televizyonun omurgasını oluşturmaktadır. Televizyonun dokusunu oluşturan magazin modeli birçok araştırmacı tarafından ele alınmış ve eleştirilmiştir. Magazin programlarında sunulan bölümlerin kısa süreli oluşu ve bunun televizyon yayınlarının bütününe hızla yayılması eleştirilere maruz kalmıştır. Programlarda sunulan magazin bölümlerinin kısa oluşu ve ele aldıkları konuları ayrıntıya girmeksizin işlemeleri enformasyonlar arasındaki farkların ortadan kalkmasına ve konuların tekdüzeleşmesine yol açmaktadır. Magazin programlarında sunulan bir haber veya enformasyon hemen diğerine yüklenmekte ve böylece haberin veya enformasyonun kendi başına taşıdığı değeri düşürmektedir. Yayının sonunda her şey televizyonun eş değerde bölünmüş ve uçuşup giden küçük parçacıklarına dönüşmektedir. Medya eleştirmeni Neil Postman magazin programları, haber ve reklâmlarda gözlemlenen bu formatın etkisinin esasen televizyonun bütünü için geçerli olduğunu düşünmektedir. Neil Postman’a göre televizyon, sürekli olarak kendini tekrar eden ‘ve şimdi’ mantığı ila kurulan program yapılarından beslenmektedir. Televizyonun temel kabulü tutarlılık değil, süreksizlik ve bu süreksizlik bağlamsız bağlamlarla ilerle- yen bir süreklilik arz ettiği için de bir hakikat değeri ifade etmekten daha çok çelişkisizlik anlamına gelmektedir. Televizyon birbirinden bağımsız, ne içerik, ne kontekst, ne de uyandırdığı duygu bakımından, önceki ve sonrakilerle hiçbir bağlantısı olmayan olaylar üretmektedir. Bu durumun, izleyicinin televizyona keyfine göre kendi istediği bir zamanda ilgi göstermesi veya göstermemesinden kaynaklandığını ileri süren Postman, televizyon yayınlarının izleyicinin bu tavrına uygun biçimde yapılandırıldığını, öyle ki başlangıcı ve sonu belirlenmiş olaylar olarak işlev görecek kısa süreli segmanların diğerlerinden bağımsız ve bağlantısız biçimde kendi başına durabildiklerini ifade etmektedir (Postman 1985: 124). Bu yapı sadece magazin programlarında değil, haber programlarında da gözlenmektedir: “Televizyonda bize gösterilen haberler sadece parçalanmış değil, aynı zamanda bağlamsız, sonuçsuz, değer yüklü olmayan ve dolayısıyla ciddiyetten yoksundur, yani sırf eğlenceye yarayan haberlerdir” (Postman 1985: 124). Bu eleştirinin bütün magazin programlarına uygulanabileceğini kestirebilmek pek zor olmayacaktır. Önemli olan burada, magazin programlarındaki bu ‘ve şimdi’ mantığı ile kurulan yapının, televizyona içkin olan arztalep yapısına uygun olarak nasıl mikro düzeyde diğer programlara uygulandığını görebilmektir. Magazin programlarında sunulan segmanlar günümüzde dört dakika veya biraz daha kısa sürelerden oluşmaktadır. Fakat öte yandan haber programlarında, reklâmlarda ve kliplerde sunulan segmanlar çok daha kısa sürmektedir. Postman konuya ilişkin olarak, televizyonun izleyicilerden bir programdan veya segmandan diğerine geçerken ayı düşünceleri veya duyguları muhafaza etmesini pek nadiren talep ettiğini ifade etmektedir (Postman 1985: 124). Özellikle Amerika’da 50’li yıllardan itibaren reklâma odaklanmaya başlayan televizyonun magazinleşmesiyle birlikte içerik ve format arasındaki çatışma günümüze değin artarak devam etmiş ve bu durum genel eğilime ters düşen iddialı programlar yapmayı güçleştirmiştir. Nitekim geçen süre içinde kültürel ve politik konuları işleyen programlar kendi farklarını ortaya koymakta zorlandılar ve televizyonun bütününün magazinsel yapısı içinde eğlence programı olarak algılanma tehlikesiyle yüzleştiler. 179 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Aynı gelişim çizgisi Türk televizyon kanallarında da gözlenmektedir. Özelikle günümüzde magazin programları küçük parçacıklara bölünmüş ve heterojen yapısıyla yayınların bütününün paradigmasını oluşturmaktadır. Türkiye’de yayın yapan kanalların büyük bir bölümü bu eğilime uyum sağlamış görünmektedir. Bu uyumun en önemli göstergelerinden biri de, eğlence segmanlarıyla enformasyon segmanlarının sürekli artan bir oranda iç içe geçmesidir. Örneğin ana haber programlarında bile artık eğlence bölümü oluşturulmakta, canlı müzik dinletilmekte veya ‘talk-show’ yapılabilmektedir. Bazı kanallarda ise ekonomik ve politik konularda günün önemli olaylarının aktarıldığı haber programlarında magazin olaylarına da yer verilmekte ve bunlar aynı format içinde kaynaştırılmaktadır. Yine aynı şekilde bilinen magazin ve ‘talk-show’ programlarının dışında sunulan bazı tarihi konuların irdelendiği tartışma programlarına magazin dünyasının ünlü fakat konuyla ilgisi olmayan isimleri de davet edilmekte, böylece tartışma konusunun gerektirdiği bilimsel ciddiyet ve nitelik yerine magaziner bir atmosfer oluşturmak suretiyle izlenme oranının artırılmasına çalışılmaktadır. Politik klipler tarzında ve magazinsel televizyon estetiğine uygun olarak gerçekleştirilen eğlenceli enformasyon programları keyfilikleri ve hızlı akışları dolayısıyla haberlerin anlamını buharlaştırmakta, kalıcı kılmaktan çok, aynı akış hızıyla eskitilmektedir. Müzik kliplerine kaynaklandığı aşikâr olan bu akışın günümüzün televizyon estetiğinde bir tür atraksiyon montajına yol açtığını düşünen Siegfried Zielinski, müzik klipleri dolayısıyla şimdiye kadarki görsel kültürün dekonstrüksiyonunun yapıldığını ileri sürmektedir. Zielinski bu sözde dekonstrüksiyon aracılığı ile geçmişin ve şimdinin çok çeşitli olaylarına ait görsel ve işitsel malzemelerin görüntü yüzeyinde kolajlandığını ve bireysel hareketliliğin sağlanması amacıyla kullanıldığını ifade etmektedir (Siegfried 1989: 227-229). Zielinski, televizyon programlarının tıpkı müzik kliplerinde olduğu gibi sürekli artan bir oranda fragmanlara bölündüğüne ve geçmişin sürrealist, dadaist, kübist ve ekspresyonist resim öğelerinin zamanın aktüel modasına uygun dekor öğeleriyle aynı gösterim yüzeyinde birbirine karıştırıldığına dikkat çekmektedir. 180 Zielinski’ye göre günümüzde televizyonun klip estetiğine uygun programlarının görüntü yüzeyinde ayrıca hızlı ve yavaş zaman çekimleri, akıp giden ve üst üste yüklenen resimler, kısa sürelere bölünmüş zaman birimleri ve öznellik kazandırılan fantastik ve masalsı nesneler bir arada bulunmaktadır (Siegfried 1989: 230). Televizyonun magazinsel yapısına hakim olan klip estetiğinin izleyici ile hızla akıp giden görüntüler arasındaki mesafeyi kaldırdığına işaret eden Norbert Bolz ise bu durumu göz ile resimlerin doğrudan çarpışması olarak tasvir etmektedir. Bolz, reklâmlarla başlayan sonra magazin programları, haberler, müzik ve politik kliplere yayılarak televizyonun bütününe hâkim olan bu stilize edilmiş görüntü akışının eleştiri için gerekli olan mesafeyi kaldırdığını ve mesafesi olmayan bir estetik oluşturduğunu vurgulamaktadır (Bolz 1990: 95). Magazin programlarının kendilerine özgü yapısının politik klipler ve programlar tarafından benimsenmesi magazin formatının nasıl bir hızla televizyona hâkim olduğunu göstermektedir. Müzik klipleri ve reklâm spotları tarzında yapılanan bu programlarda erotik çıplak bedenlerden tanklara, kurşunla parçalanmış bir yüzden çılgın eğlence görüntülerine kadar her şey bir arada gösterilebilmektedir. Siber-punk estetiği olarak adlandırılabilecek bu tarz özellikle reklam ve müzik klip estetiği ile yetişen gençliğin hoşuna gitmektedir. Fakat bu durum aynı zamanda televizyonun hayatın açık kamusal alanlarından kişiye özel olması gereken mahrem alanlarına kadar her köşesine nasıl uzandığını ve etkidiğini de göstermektedir. 4. EĞLENCE MAKİNESİNE DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE ÖZEL KANALLAR Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de televizyon yayın hayatına ülke değerlerine sahip çıkma ve geliştirme amacıyla kültürel bir forum olma iddiasıyla başladı. Amerika ve Avrupa’da 50’li yıllardan itibaren geniş bir izleyici kitlesine hitap etmeye başlayan televizyon Türkiye’de ise Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) bünyesinde olmak üzere ancak 1 Mayıs 1964 yılında yayına başlamıştır. Resmi veya yarı resmi devlet kurumları olarak yayına başlayan bu kanallar, üstlendikleri gö- Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) rev ve sorumluluklar gereği halkın kültür ve bilgi düzeyini artırmak amacına uygun düşen kurumsal kimliklerini oluşturdular ve sahip oldukları ilkeler doğrultusunda programlar yayınlamaya çalıştılar. Fakat Avrupa’da 1980’li, Türkiye’de 1990’lı yıllardan sonra yayın hayatına katılan özel televizyon kanallarının kendilerini kısa süre içinde izleyiciye kabul ettirmeleriyle birlikte, kültür ve bilgi düzeyini artırmayı amaçlayan kanallar ayrışmaya, izlenme oranı ve reklâm gelirleri en az olan kanallar olarak arka planda kalmaya başladılar. Teknolojik gelişmelerin sunduğu imkânlarla birlikte uydular üzerinden yayın yapan ticari kanalların sayısında, yayın kapsama alanında ve program çeşitliliğinde büyük artış oldu. Bu dönüşümle birlikte ticari amaçlı televizyon kanalları sürekli olarak daha geniş ve farklı izleyici kitlelerine ulaşabilmek ve onları kendilerine bağlayabilmek için sundukları programların yapısını değiştirdiler. Bu değişim sonrasında resmi kanallar, izleyici kitlesinin sayısını ve çeşitliliğini artırabilmek için neredeyse her aracı meşru kabul eden özel ticari amaçlı kanallarla rekabet etmek zorunda kaldılar. Böylece, ticari amaçlı kanalların izleyici oranlarını sürekli artırmalarıyla birlikte kültürel bir forum olma iddiasıyla yayına başlayan resmi kanalların benimsediği ‘doğru, iyi ve güzel’in medyumu olma ilkelerinin yerine, kaliteli ve güzel ürünlerin medyumu olma anlayışı hâkim olmaya başladı. İzleyici oranlarını artırmak için girişilen rekabet dolayısıyla televizyon kanalları arasında iki farklı tavır gelişti: Resmi olan veya kendisini kültür kanalı olarak adlandıran televizyonlar, bedeli ne olursa olsun toplumun iyiliğini amaçlayan programlar tasarladıkları iddiasıyla meşruluk kazanmaya çalıştılar. Öte yandan kendilerini reklâmlar yolu ile finanse eden özel ticari kanallar ise, bedeli ne olursa olsun sürekli daha geniş bir izleyici kitlesine hitap etmek için her yolu zorunda kaldılar. Sonuç itibariyle özel kanallar, sansasyonel programlarla geniş kitlelere ulaşma amacına yönelik yayın politikaları oluşturmaya başladılar. Ticari kaygılarla oluşturulan bu anlayış gereğince bir yayının program olma niteliği izleyici oranlarının ölçülmesiyle belirlenmeye başlandı. Özel kanalların büyük bölümünün yayın akışında heyecan uyandırıcı şiddet, felaket ve erotik içerikli programlar öncelik kazanmaya başladılar. Daha sonraki, özelikle 2000’li yıllardan itibaren bu eğilim, izleyici ve bazı sivil kuruluşların tepkisi dolayısıyla ‘biri bizi gözetliyor’ gibi daha çok duygusal ilişkileri konu edinen yarışma, şov programları ve dizilere yöneldi. Günümüzün en çok izlenen özel kanallarında heyecan verici sansasyonel ve eğlendirici programlar ön planda yer almaktadır. Özel ticari kanalların yayına başlamasıyla birlikte Türk televizyonunda eğlence programları büyük oranda artmış bulunmaktadır. Oyun ve yarışma şovları, ucuz diziler, eğlendirici enformasyon ve magazin programları özellikle ticari kanalların günlük yayın akışını belirlemektedir. Ünlü sinema ve medya yıldızlarının katıldığı tartışma programları ve bazı (Mehmet Ali Erbil’le Elli Sarışın ve Çarkı Felek gibi) yarışma şovları izleyiciyi sadece eğlendirmekle kalmamakta, aynı zamanda erotik dikizleme iştahına da hitap etmektedir. Özel kanalların izlenme oranlarıyla birlikte reklâm gelirlerini artırma başarısı göstermelerinden dolayı devlet tarafından desteklenen TRT’nin kanallarında da bu gelişmeye ayak uyduracak biçim ve içerik değişikliklerine gidilmiş, daha çok eğlence programlarına ve dizilere yer verilmeye başlanmıştır. Bu gelişmeler televizyonun genel olarak eğlence makinesine dönüşmekte olduğuna dair tahmin ve yargıları pekiştirmektedir. 5. EĞLENCE KÜLTÜRÜ VE BİLGİLENME BİÇİMLERİ John Fiske ve Tony Bennett gibi Neil Postman da 80’li yılların ortalarından itibaren televizyondaki bu magazinleşme sürecini tasvir ettiler ve eleştirdiler. Bu eleştirmenler televizyonun sürekli artan bir oranda yüksek kültür olarak tanımlanan düşünce ve yaşayış biçimlerinin temsil edildikleri çevrelere pek girmeyen ve girmek istemeyen kitlelere hitap ettiğini gördüler ve bu tespitten hareketle televizyonun yapısını analiz etmeye çalıştılar. Daha önce Williams’ın da işaret ettiği gibi, savaş, felaket ve cinayet gibi ciddi içerikleri bile eğlenceli bir biçimde sunmaları dolayısıyla eğlenceye dönüştüren televizyon programları eğlence makinesine benzemektedir. Bu durum, program yapımcılarının böyle olmasını istedikleri için değil, daha çok televizyonun yayın 181 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 akışının yapısından dolayı gerçekleşmektedir. Bu arada eğlenceli enformasyon ve reality-tv programları ciddi konuları kasıtlı olarak eğlenceye dönüştürseler de, Williams daha önce bu yapıyı ‘akış/flow’ olarak karakterize etmiş, farklı türlerin, reklâmların ve fragmanların birbirine karışması ve karşılıklı etkileşiminden yeni bir televizyon metni oluştuğunu ifade etmişti. Yayınların akışını sadece televizyona özgü bir tecrübe olarak tanımlayan Williams, bu tecrübeyi iki oyunu, iki gazeteyi, iki veya üç magazini okumaya, değişiklik olsun diye aynı günde bir şov, bir konferans ve bir futbol maçı seyretmeye benzetmişti (Williams 1974: 95). Fiske ise birbirinden kopuk zaman ve mekân biçimlerinin saf resim akışı olarak tanımladığı bu akışın, bilinç-dışının süreçlerine daha yakın duran ‘televizyon/uzağı seyretme’nin kültürel tecrübesi aracılığıyla yapılandırıldığını ileri sürmüştü (Fiske 1987: 93–99). Bu eleştirmenler arasında Neil Postman sadece izlenme oranları yüksek olan programların içeriklerini değil, aynı zamanda, McLuhan ve Williams’ın programların biçimsel yanını irdeleyen yaklaşımlarına uygun biçimde, programların yapısını konu edinen tezler ileri sürmüştür. Postman kitabı “Televizyon, Öldüren Eğlence” adlı kitabında temel yaklaşım olarak, televizyonun nasıl enformasyonları tasarımladığı, aktardığı ve televizyon programlarının yaşama biçimleri üzerinde hangi muhtemel etkilerinin olabileceği sorularını yöneltmektedir. Bu temel soruları yöneltirken Postman, televizyon reklâmını bütün programların paradigmasını oluşturan bir yapı olarak ele almaktadır. Postman’ın bu bakış açısı, günümüzde programların çoğunun ticarileşmesi dolayısıyla tasdik edilmiş bulunmaktadır. Ayrıca Postman, program yapısının etkisi üzerine çıkarsamalar yapmakta ve Raymond Williams gibi, programların formel gücü sayesinde algılarımızı biçimlendirdiğini kabul etmektedir. Nitekim daha önce de işaret edildiği gibi, televizyon ekranında her şey konunun gerektirdiği ciddiyetten yoksun kılınmakta ve bir eğlence olarak sunulmaktadır. İçinde bulunulan şov çağında eğlence, tecrübelerin ve medyatik temsillerin her türlü gösterim biçiminin pek doğal çerçevesini oluşturmaktadır. 182 Postman bu yaklaşımıyla öncelikle doğrudan eğlenceyi amaçlamayan, daha çok haberler, magazin ve belgesel programları gibi izleyiciye enformasyon sunduğunu iddia eden söylem biçimleri kastedilmektedir. Enformasyon ve bilgilendirme, Postman’a göre, elektronik medya ve kendine özgü sunum biçimleri tarafından transforme edilmekte, geleneksel anlamları değiştirilmektedir. Televizyonun kendine özgü epistemolojik yapısı, daha önceki haberleşmede kullanılan telgraf ve basılı medyadaki fotoğrafın işlevini öylesine değiştirdi ki, esasen çok büyük önem ifade eden olaylar bile televizyonda, kendi içinde parçalara bölünmüş ve metin olarak çözülmüş belgelere ve tespitlere dönüşmektedir. Öte yandan esasen hiçbir ilgiyi hak etmeyen olaylar çok önemliymiş gibi sunulmaktadır. Günlük gerçekliğin sıradan veya sıra dışı önemli olayları kitlelere yayılma derecesine göre medyatik ve sanal olaylara dönüşmektedir. Bu duruma, 80’li ve 90’lı yıllarda istikrarlı bir biçimde yayınlanması dolayısıyla izleyici tarafından ilgi duyulan ve büyük bir olaymış gibi algılanan, fakat daha sonra unutulan tenis oyunları örnek olarak verilebilir. Postman kitabında Amerikan televizyonunun haber programlarını ele almakta ve sunum biçimleri itibariyle reklâmlarla benzer bir estetiğe sahip olduklarını vurgulamaktadır. Postman aynı zamanda ‘Electronic Church’ gibi dini programlar ve ‘Sesame Street’ gibi pedagojik yayınlarına şov ticaretinin ölçülerinin hâkim olduğuna ve bu yayınların esasen televizyonun eğlence işletmesinin otantik bir unsuru olduklarına işaret etmektedir. Postman, televizyonun dünya ile aramızda sürekli bir bağlantı kurduğunu ve bunu yüzündeki hiçbir şeyden etkilenmeyen tebessümle gerçekleştirdiğini söyleyerek, (Postman, 1985: 110) okuyucuda adeta dış realiteden bağlantısını koparmış psikotik kişilerin yüzündeki anlamsız tebessümle ilgili çağrışımlar uyandırmak istemektedir: “Sorun, televizyonun bize eğlendirici konuları sunması değil, bütün konuların eğlence olarak sunulmasıdır ve bu da bambaşka bir sorun oluşturmaktadır. Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) Başka bir şekilde ifade edersek: Eğlence, televizyondaki her türlü söylemin üstideolojisidir. Neyin gösterildiğinin veya hangi bakış açısının yansıtıldığının hiçbir önemi yoktur; her şeyin üstünde tutulan varsayım, hepsinin bizim eğlenmemiz ve haz almamız gözetilerek sunulmasıdır” (Postman 1985: 110). Postman, çok tartışılan eğlencenin, televizyondaki her türlü söylemin üst-ideolojisi olduğu tezinin yanında ayrıca medya teorisine başka bir bakış açısı daha kazandırmıştır: Televizyon epistemolojisi. Epistemoloji kavramının böyle televizyona özgü biçimde kullanılması şüphesiz medya ve medya algılayıcıları arasındaki iletişim açısından yeni tartışmaları da beraberinde getirecektir. Postman televizyona norm koyucu bir güç atfetmekte, izleyiciyi de doğrudan etki altında kalan pasif algılayıcılar olarak görmektedir: Zira Postman’a göre “Televizyonun dünyayı bize sahneleme biçimi, dünyanın gerçekte nasıl göründüğüne dair bir model oluşturmuştur” (Postman 1985: 116). Televizyonu yeni epistemolojinin kumanda merkezi olarak gören Postman, kimsenin televizyonsuz yaşayamayacağı, eğitim sistemi ve dahası halkın kavrayış biçiminin tamamen televizyonun yönelimleriyle belirlendiği bir dönemde yaşadığımızı düşünmektedir (Postman 1985: 101). dışındaki iletişimi hangi düzeyde etkileyebilir ve medyatik gerçeklik konstrüksiyonları ve yaşama biçimi tasarımları hangi dereceye kadar algılayıcıların yaşama ve davranış biçimlerine müdahale edebilirler? Postman, reklâm kültürünün medyumun bütününe hâkim olduğunu iddia etmektedir. Postman reklâm spotlarını ‘televizyon epistemolojisi’nin basit bir mecazı olarak ele almaktadır. Reklâm spotlarının en önemli bileşenleri olarak, dilsel ifadenin zayıflatılması, algılayıcının fantezilerine, rüyalarına, korkularına ve arzularına hitap eden duygusal etkinlik, hızlı montaj, dram ve müzikle oluşturulan şov ticareti estetiği ve her şeyden önce izleyiciye sorunların hızlı bir biçimde çözülebileceğini telkin eden davranış modeli günlük iletişimin parametresini oluşturmaktadır. “Amerikalılar mahkeme salonlarında, okul sıralarında, çalışma odalarında, yönetim kurulu salonlarında, kiliselerde, hatta uçaklarda artık birbirleriyle konuşmamakta, aksine birbirleriyle eğlenmektedirler. Karşılıklı olarak alıp verdikleri artık, fikirler değil, imajlardır. Bundan böyle önermelerle değil, iyi görüntüler, şöhretler ve reklâmlarla tartışmaktadırlar” (Postman 1985: 116). Gerçekten de televizyonun diğer diziler, eğlenceli şovlar, spor ve haber gibi programlarıyla reklâm estetiği arasında benzerlikler bulunmaktadır. Amerika ve Avrupa’da ve tabii Türkiye’de de politikacıların reklâm araçlarıyla çalıştıkları, reklâm spotları biçiminde sunulan politik mesajların, bilgilendirici söylemlerin ve anlatımların yerine ikame edildiği görülmektedir. Fakat yine de, her ne kadar Postman gibi, televizyon kültürünün toplumsal her alanda mevcut ve belirleyici olduğunu söylemek mümkünse de, reklâmların da esasen yüklendiği ve muhatabına aktardığı temsil (representation) anlayışının, televizyondan önce de var olduğunu görmek gerekmektedir. O’Sullivan’ın da ifade ettiği gibi temsil, gösterge sistemleri içinde anlam üreten sosyal bir süreçtir ve her yerde, konuşma, yazı, basım, video ve filmde görülebilmektedir: “Örneğin cinselliğin temsil biçimlerini arıyorsanız, onları farklı medyatik araçlarla ve çeşitli söylemler içinde organize edilmiş ve belirli kurallara bağlanmış temsiller olarak keşfedebilirsiniz. Cinsellik pornografide olduğu gibi, reklâmda, sinemada, edebiyatta, konuşmada dillendirilen çeşitli söylemlerde ve hukuk ve eğitim pratiklerini düzenleyen resmi ve otoriter söylemlerde de temsil edilmektedir” (O’Sullivan ve ark. 1983: 199) Neil Postman’ın bu yaklaşımları medya ve iletişim teorileri açısından ciddiye alınması gereken şu temel soruyu gündeme getirmektedir: Televizyon mesajları dolayısıyla medyanın Fakat televizyon, reklâm ve magazin kültürü ile birlikte toplumun, daha önce sansürleyerek kabul ettiği cinsellik konuları da dâhil temsil edilen neredeyse her şeye karşı yüksek düzeyde Postman’a göre televizyonun kendine özgü söyleminin eğlendiricilik vasfı çoktan politika, din, ekonomi, eğitim ve hukuk gibi önemli toplumsal alanlarda kendini kabul ettirmiş bulunmaktadır. Televizyonla birlikte, Postman’a göre ‘görüş değerlendirme çağı’ yerini ‘şov ticareti çağı’na bırakmıştır: 183 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 saydamlaştığını ve bu saydamlaşmanın estetik eğilimler biçiminde meşruluk kazanarak geliştiğini söyleyebilmemiz mümkün gözükmektedir. Bu saydamlaşmanın sonucunda, ‘şık görünme’, ‘genç ve fit olma’, ‘eğlendirici olma’, ‘sürekli ve hızlı biçimde bir şeyin yenisini sunma’, ‘zevk ve hazza yönelme’ gibi kabullerin toplumda öncelik kazandığı görülmektedir. Ürün estetiğinin sürekli olarak çevremizde hâkim olması dolayısıyla televizyonun günlük tecrübelerimizi en azından belirli bir ölçüde yönlendirdiği iddiası da abartı olmaktan uzak durmaktadır. Bu bağlamda daha önce McLuhan ve Williams’ın da elektronik araçların sunduğu yeni niteliğe işaret ettiklerini, toplumsal ilişkilerimize ve algı biçimlerimize müdahale ettiklerini ifade ettiklerini hatırlamak gerekmektedir. Her ikisi de televizyonun yargıların oluşmasında, davranış biçimleri ve anlam oluşturma süreçlerinde oynadığı merkezi rolü vurguladılar. Televizyon programlarının sürekli olarak reklâm kültürüne ve pürüzsüz güzellik, mükemmellik, gibi görünme, drama ve hız gibi normlarına yönelişini ortaya çıkarması ve her ne kadar kendisi mümkün olacağına inanmasa da, alternatif yollar aranması gerektiğini vurgulaması bakımından Postman, televizyon teorileri birikimine önemli bir katkı sağlamaktadır. Fakat yine de reklâm kültürünün televizyonda hangi dereceye kadar hâkim olduğu veya hangi programlarda daha fazla hissedildiği sorusunun ayrıca araştırılması gerekmektedir. Bilginin televizyon tarafından nasıl araçsallaştırıldığını veya bilginin medya araçları ve özellikle televizyon tarafından nasıl medyatize edildiğini gereğince değerlendirebilmek için, ‘kim biliyor?’, ‘nasıl biliyoruz?’, ‘ne biliyoruz?’ ve ‘neyin ya da kimin bilgisi (yeniden) üretilmektedir?’ (Livingstone 1999: 95) gibi temel soruların yöneltilmesi gerekmektedir. 6. TELEVİZYON KÜLTÜRÜ VE TECRÜBE SİMÜLASYONU Neil Postman’ın televizyon ve programlarına hâkim olan reklâm ve magazin estetiğini besleyen epistemolojik söylemlerine mutlak bir belirleyicilik rolü yüklemesi, bütün desteklenmesi gereken tespitlerine rağmen farklı televizyon teorilerinin oluşmasına sebep oldu. Bunlar arasında, Neil Postman’ın televizyon hakkında 184 ileri sürdüğü tezlere temelden ters düşen yaklaşımlarıyla Horace Newcomb öne çıkmaktadır. Newcomb, Paul Hirsch ile birlikte kaleme aldığı “Fernsehen als kulturelles Forum” adlı eserinde televizyonu, Postman’a tamamen zıt bir yaklaşımla ‘kültürel bir forum’ olarak kabul etmektedir. Postman’ın televizyonu, her şeyi eşitleyen eğlence makinesi olarak kavrayışının aksine Newcomb, televizyonun medyum olarak toplumsal anlama biçimlerinin çeşitliliğine izin verdiğini düşünmektedir. Newcom ve Hirsch’e göre televizyon, sembolik düzenlerin ve gerçekliğin toplumsal konstrüksiyonunun kolektif sürecinin bir parçasıdır: “Televizyonun kamu düşüncesinde merkezi bir rol oynadığı inkâr edilemez. Hirsch, televizyonun asıl toplumsal bir medyum olduğuna ve üstlendiği bu rolden diğer araçları[…] dışladığına dikkat çekmektedir. Bu medya araçları için yaratıcı bir biçimde çalışan herkes, […] esasen sembol satıcılarından biridir. Onlar, […] özenle somut olaylara, toplumsal yapıların dönüşümüne, bir başka deyişle organizasyon biçimlerine veya tavır ve değer yargılarındaki değişimlere tepki gösteren kültürel anlam üreticileridir” (Newcomb ve Hirsch 1992: 92). Newcomb, John Fiske ve Hartley tarafından formüle edilen televizyonun günümüz kültürü için üstlendiği bardik/poetik işlevi medyumu asla “tek ve kendi içine kapalı bir dünya görüşünün” temsilcisi konumuna getirmediği, “bilakis hayat anlayışlarının çeşitliliği ile yüzleştirdiğini” (Newcomb ve Hirsch 1992: 93) düşünmektedir. Bu temel farklılığıyla Newcomb, televizyonu muhafazakâr, yıkıcı ve eşitlikçi görüşlerin sıraya dizildiği toplumsal bir sahne olarak tanımlayan Postman’ın oldukça sıkı dokunmuş program teorisi ve diğer eleştirel ve ideolojik yaklaşımlara ters düşmektedir. Newcomb’a göre neredeyse her yayın tipi kültürel soruların biçimlendiği ve yorumlandığı bir forum olarak işlev görmekte ve “normal şartlarda televizyonun retoriğini açık tartışma oluşturmaktadır” (Newcomb ve Hirsch 1992: 96). Bu oldukça pozitif yaklaşımlarıyla Newcomb ve Hirsch “bizim için televizyonun dönüşüme nasıl bir katkı sağladığı sorusu, nasıl hakim değerleri bilinen tarzda desteklediği sorusundan daha önemlidir” (Newcomb ve Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) Hirsch 1992: 104) diyerek bir araştırma programı önermektedirler. Üzerinde önemle durulması gereken araştırmacılardan biri olan Joshua Meyrowitz ise bütün bu değerlendirmeleri dikkate alarak ‘FernsehGesellschaft/ No Sense of Place’ adlı çalışmasının hareket noktası yapmaktadır. Meyrowitz’in analizleri değerlendirildiğinde televizyonu, izleyicisine çok çeşitli içeriğe sahip büyük bir tecrübe biçimleri spektrumu sunan bir tür kolektif tecrübe simülatörü olarak kavradığı görülmektedir. Meyrowitz’e göre televizyon izleyici tarafından önceden paketlenmiş mesajlar olarak pasif bir biçimde değil, bilakis tecrübe tekliflerinin aktif adaptasyonu ve dönüşümü olarak algılanmaktadır. Nitekim bu bağlamda, Raymond Williams tarafından formüle edilen, televizyon programlarının algıya ne tür biçimsel etkilerinin olabileceği sorusu günümüzde araştırma konusu yapılmaktadır. Bu çerçevede, izleyicinin dünyayı nasıl algıladığı, görme alışkanlıklarının, zaman algısının televizyonun kendine özgü sunumlarıyla nasıl biçimlendiği ve aktif hale getirildiği soruları yöneltilmekte, hatta metinsel önerme modellerinin bilinç-dışı tarafından nasıl kabullenildiği veya John Fiske’de olduğu gibi, nasıl ve ne tür erkeksi ve kadınsı anlatım biçimlerinin güncellendiği yahut oluşturulduğu araştırılmaktadır. Televizyonun program içeriklerinin, diğer medya araçlarından çok daha güçlü bir biçimde tecrübemizin yeni parametresini inşa etmesi ve toplumsal bilgiyi biçimlendirmesi Meyrowitz’in temel tezini oluşturmaktadır. Meyrowitz böylece televizyonun bilinç tarihi açısından dikkate alınması gereken muhtemel etkilerinin ne olabileceği sorusuna yönelmektedir. Televizyon ve kültürünün dünyanın geri kalan kısmını hükmü altına aldığı düşüncesinden hareketle yayıncı medyum ile alıcı arasında hâkimiyet ilişkisi kuran Postman’ın aksine Meyrowitz, gerçek hayatın ve medya aracılığıyla iletilen gerçekliğin aralarında hiyerarşik bir ilişki kurmadıkları fikrinden hareket etmektedir. McLuhan’ın tezlerine uygun biçimde Meyrowitz, hayatın ve medyatik gerçekliğin, aynı davranışın, bir başka deyişle aynı çevre şartlarının ve sistemin parçaları olduğunu düşünmektedir. Bu bağlamda Meyrowitz, televizyonun kültürel anlamda etkidiğini ve davranış ve anlayış biçimlerine, kolektif tutum ve tavırlara, ölçü ve değerlere nüfuz ettiğini savunan Newcomb ve Hirsch’in teorisini takip etmektedir. Bu çerçevede Meyrowitz, mevcut rollerin, grup ve birey kimliklerinin, davranış modellerinin televizyon programları dolayısıyla diğer roller, kimlikler ve davranış modellerinden oluşan bir yığınla karşılaştıklarını ve bu durumun toplumsal değişimlere yol açtığını düşünmektedir. Elektronik medya araçları yeni durumlar oluşturmakta ve eskilerin yerine ikame etmektedir. Meyrowitz’e göre “geleneksel medya araştırmacılığı, elektronik medyanın yaygınlaştıkları takdirde yeni toplumsal çevreleri oluşturabileceğini bilmezlikten gelmektedir” (Meyrowitz 1987: 116). Televizyonun toplumsal davranış biçimlerine nasıl etkidiğine dair örnek olarak Meyrowitz, 68’li yılların Amerika’daki gençlik hareketleri, azınlık ve kadın hareketlerini göstermekte ve bunların 50’li yıllardan itibaren yüksek düzeyde gerçekleşen televizyon programlarının tüketiminden beslendiğini düşünmektedir. Bütün bu gelişmeler, toplumu bilgilendirme modellerinin değişmesiyle birlikte toplumsal davranışlarda da değişiklikler gözlendiğini göstermektedir. Ayrıca televizyonun, uyuşturucu alışkanlığı, eşcinsellik gibi daha önce geleneksel ve muhafazakar değerlere aykırı düşen olguları diğer konularla aynı düzeyde ve stilize edilmiş kimlik olarak sunması dolayısıyla moral paniğe (Watney 1997: 124-132), değilse bile kargaşaya yol açtığını söylemek mümkün gözükmektedir. Postman gibi Meyrowitz de bütünü itibariyle magazinselleşen televizyonun parça bilgiler sunduğunu ve nadiren sistematik analizler ve ayrıntılı değerlendirmeler yapabildiğini, birçok basılı medyada olduğu gibi yapısı ve ifade imkânları itibariyle sistematik analizlere yatkın olmadığını vurgulamaktadır. Fakat Meyrowitz televizyonun genel olarak sahip olduğu sunum tarzından çok, halkın büyük bir bölümünün çeşitli konularda aynı bilgi düzeyine ve standardına sahip olmasını önemsemektedir. Televizyon sunduğu bilgilere ve o bilgiler aracılığıyla aktarılan tecrübelere ulaşmak için artık geçmiş zamanlarda olduğu gibi bir takım ritüellere, ayrıcalıklara veya temel bilgilere 185 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 ihtiyaç duyulmamaktadır. Anlatımını öncelikli olarak resimlerle kurması dolayısıyla televizyon eğitim ve öğrenimi olmayan insanların çoğu tarafından kolaylıkla anlaşılmaktadır. Bu çerçevede çocukların ve gençlerin televizyonda özel ile toplumsal alanın iç içe yaşandığı bir dünyaya muhatap olmaları ve görsel olarak tecrübe etmeleri dolayısıyla otorite sınırları da ötelenmekte, hiç değilse bile saydamlaşmaktadır. Ayrıca çeşitli yaş gruplarının, toplum kesimlerinin, ırkların, etnik grupların ve her iki cinsiyetin aynı ve tek bir programı izliyor olması gerçeklik bilinci ve değerlerinin hangi boyutlarda standardize edildiğini göstermektedir. Farklı algı gruplarının çok çeşitli olması medyum içinde işlenen konuların çeşitli olmasını gerektirmekte fakat bu televizyonda farklı anlatım biçimleri olduğu anlamına gelmemektedir. Bilakis televizyon süper-anlatıcı pozisyonuna yükselerek ürettiği çeşitli konularla her şeyi kendi içine doğru çekmekte, deyim yerindeyse yutmakta ve görselleştirmektedir. Televizyonun eğlendirici magazin anaforu içinde gerçeklik ve hayal, hayal ile haber olarak bildirilen arasındaki fark, reality-shows programları sayesinde ortadan kalkmakta ve sınırlar bulanık hale gelmektedir. Yapılan araştırmalar, izleyicilerin televizyon algılarını ilgi ve özel tercihlere göre düzenlemediklerini göstermektedir. Meyrowitz’e göre “insanlar televizyonda, bir kitap veya bir dergide okumak bile istemeyecekleri ve para ödemeyecekleri şeyleri izlemekte ve kendilerini sinemadaymış gibi hissetmektedirler” (Meyrowitz 1987: 117) Televizyon özellikle yaş grupları arasındaki farklara özgü bir ayrıştırmayı tanımamaktadır: “On altı yaşında bir genç muhtemelen, çok kolaylıkla okuyabilecek olsa bile bebeklerin bakımı veya yaşlıların problemleriyle ilgili bir kitap satın almak istemezdi. Yine aynı şekilde yeni evlenmiş genç bir kadın muhtemelen menopoz yıllarına veya ayrılmaya sebep olan sorunlar hakkında, yaşlı bir nine de en yeni doğum kontrol hapları hakkında kitap okumak istemez” (Meyrowitz 1987: 117). Televizyonda işlenen konular bütün yaş grupları tarafından izlenebilmektedir. Bu televizyon programlarının bu şekilde takip edilmesi süreci içinde insan hayatında var olan evreler arasın- 186 daki farklar ortadan kalkmakta, farklı bilinç düzeyleri adeta homojenleşmektedir: “İnsanlar, hayatın diğer evrelerinde bulunan insanları tanıdıkça, orada gösterilen davranışların ifade ettikleri bakış açılarını kavrayarak, kendi davranış repertuarına dâhil etmekte ve sahiplenmektedirler” (Meyrowitz 1987: 118). Bu durum sadece hayatın evreleri arasındaki farkları değil, aynı zamanda meslekler, (örneğin fakir ve az gelirlilerin zengin kesimlerin problemlerini ele alan programlar ve dizilerle meşgul edilmesi gibi) toplumsal kesimler, sınıflar ve roller arasındaki farklı ve benzer özellikleri de etkilemektedir. Örneğin, çocuklar televizyon ekranında, öğretmen ve aileleri, anne-babalık ve genel olarak yetişkinlik rollerini belirli durumlarda ve normalde edinemeyecekleri biçimde tecrübe etmektedirler. Aynı şekilde cinsel roller arasındaki farklar da televizyondan etkilenmektedir. Zira söz konusu medyumda erkek ve kadınların yaşam çevrelerine göre kurulmuş bir ayrım bulunmamakta, farklı cinsel kimliklere özgü davranış biçimleri aynı anda gözlemlenebilir hale gelmektedir. Meyrowitz, karşılaşılan tarihsel durumu vurgulamakta ve günümüzde kadın ve erkeklerin, televizyondaki büyük ve yakın çekimler sayesinde önceki çağlarda nesiller boyu göremeyecekleri kadar fazla bir oranda karşı cinsi çok yakından görebildiklerine işaret etmektedir. Televizyonda çok tercih edilen büyük çekimlerin mahremiyeti ortadan kaldıracak bir samimiyet ve teklifsizliği ifade etmeleri, izleyici ile aradıkları yakınlığın çocuk-anne veya iki sevgili ilişkisinde ancak gözlemlenebilecek bir yakınlığı düşündürmektedir. Rollerin geleneksel dağılımı televizyonda gösterilen rollerin çok çeşitliliği dolayısıyla tahrip olmaktadır. Hangi cinsiyette, hangi yaşta ve hangi soydan olursa olsun televizyon izleyen kişilerde çok yönlü ve katmanlı toplumsal bir benlik oluşmaktadır. Televizyon izleyicisinin zamanla görsel ve sanal da olsa, çok çeşitli toplumsal alanlara girip tanıklık etmesi dolayısıyla, ev, coğrafya ve grupla sınırlı, izole edilmiş kimlikler terk edilmekte, sınırları daha saydam roller ve esnek davranışlar gelişmektedir. Çeşitli insanların, toplumsal durumların ve davranış biçimlerinin izlenebilir olması, daha önce belirli bir çevrede dolaysız biçimde edini- Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) len sınırlı tecrübeleri güçlendirmekte ve çeşitlendirmektedir. McLuhan’ın ‘Küresel Köy’ deyimiyle ifade ettiği gibi, sunulan tecrübelerin evrensel bir katılımla paylaşılması birçok yerde aynı anda olabilmeyi ve dolaysız biçimde edinilen tecrübelerden bağımsız çeşitli yaşantıların paylaşılmasını mümkün kılmaktadır. Meyrowitz bu durumla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Tipik bir Amerikan talk-şov programı olan ‘Donahue-Show’da son dönemde diğer konular yanında şunlar ele alındı: Kadın elbiseleri giymekten hoşlanan erkekler, atom savaşına karşı çıkan piskopos, mucize çocuklar, alkol bağımlısı gençler, porno film yıldızları, erkek striptizciler ve deri rahatsızlığı olan hastalar. Bu tür yayınlar dolayısıyla izleyici şu veya bu gruba ait insanlarla ‘karşılaşmak’ta, onlara katılmakta ve ‘tanımak’tadır” (Meyrowitz 1987: 117). Medyatik iletişimin bu anlatılan biçimde yönlendirilmesi ve gelişmesi, Meyrowitz’in de kitabında ele aldığı gibi, toplumsal mekân algısının kaybolması, rollerin veya grup kimliklerinin karışması, cinsiyet, yaş ve mevki farklarının eşitlenmesi anlamına gelmektedir. Nasıl McLuhan ve Virilio gibi medya teorisyenleri zaman ve mekân algısı tarzlarının değişimine dikkat çekmeye çalıştılarsa, Meyrowitz de medyatik araçların, özellikle televizyonun toplumsal mekân algısına etkisini karşılaşılan ana sorun olarak işaretlemekte ve irdelemektedir. Nitekim Meyrowitz’in de işaret ettiği gibi elektronik medya ve televizyon, nasıl davranılması gerektiği bilgisine imkân tanıyan geleneksel ‘mekân’ anlayışını önemli ölçüde erozyona uğratmıştır (Meyrowitz, 1987: 17). Günümüzde insan, daha önce mekân içindeki yönlenmeyi mümkün kılan davranış kalıplarının bir kısmını unutmaya başlamıştır. Ayrıca elektronik medya ve televizyon, toplumsal davranışları belirleyici bir konuma sahip olan fiziki mekânın zayıflamasına yol açmıyor, aynı zamanda kendi medyatik mesajlarını ve kontekslerini oluşturabilmek için mesajları ve fiziki mekân arasındaki bağları güçlendirmekte, bir başka deyişle mekân sınırlarıyla oynamaktadır. Özetlemek gerekirse elektronik medya ve televizyon, mekânın sınırlarını ihlal ederek anlamını değiştirmekte ve bunun için mekânı kulis olarak kullanmaktadır (Meyrowitz 1987: 98). Meyrowitz, sadece yaşantı ve tecrübe çeşitliliğinin artmasını değil, aynı zamanda tecrübe etmenin bizzat kendisinin de yoğun ve kitlesel biçimde tüketilen televizyonla ilintili olduğunu düşünmektedir. Meyrowitz ayrıca algının ve tecrübenin medyatikleşmesi süreci içinde normalde birbirinden ayrışan özel ve kamu alanının arasındaki sınırlarında saydamlaştığına işaret etmektedir. Kişilerin sunumlarında kullanılan yakın çekimlerin oranının fazlalığı dolayısıyla televizyon politikacıları, yıldızları ve kamu hayatının diğer temsilcilerini öylesine öne çıkartmaktadır ki, sonunda bu kişiler hayatlarında hiç gerçekten karşılaşmadıkları halde izleyici tarafından tanınmakta ve güvenilmektedir. Televizyonun ünlü kişileri aşırı düzeyde yakınlaştırması dolayısıyla izleyici, yüz yüze kurulan iletişimlerde olduğu gibi bir tavır takınmakta, bir politikacının, sunucunun veya sporcunun sözsüz mesajları bütün çeşitliliği ile, tıpkı günlük enteraktif ilişkilerindeki ampirik gözlemlerinde olduğu gibi bütün ayrıntılarına varıncaya kadar algılayabilmektedir. Önemli kişiler bu (sanal) yakınlık dolayısıyla izleyici tarafından ‘takdir edilebilir’, ‘normal’ ve ‘insancıl’ kabul edilmektedir. İzleyici oturduğu odasında neredeyse her gün televizyon aracılığıyla karşılaştığı ünlülerle gün geçtikçe daha güvenli ve sıcak bir ilişki kurmakta ve bu kişileri ‘medyadaki tanıdıklar’ sınıfına dâhil etmektedir. Bu sınıfın en önde gelen tanıdık yüzleri arasında yıldız kişiler kadar, sunucu ve moderatörler, müzik şovları, spor, yarışma programları ve diziler aracılığıyla medyada yıldız olmuş kişiler bulunmaktadır. Horton ve Wohl bu durumu medyatik kişilerle izleyici arasında gelişen parasosyal ilişkiler olarak adlandırmakta ve sonuç itibariyle izleyici ile bu kişiler arasındaki mesafenin giderek kısaldığına ve ortadan kalktığına işaret etmektedirler (Horton ve Wohl 1956:215). İzleyiciler, televizyonda sıkça karşılaştıkları kişileri tanıdıkları duygusuna kapılmaktadırlar. Devlet başkanlarından, politikacılardan şov ve film yıldızlarına kadar sıralanabilecek medya ünlüleri, izleyicinin gündelik hayatında karşılaştığı meslektaş ve komşuları gibi normalleşmekte ve sıradanlaşmaktadırlar. İzleyicinin medya aracılığıyla tanımaya başladığı medyatik kişiler zamanla günlük hayatta yerlerini pekiştirmekte ve bu durum toplumsal 187 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 alan, medyatik sahne ve özel arka plan arasındaki farkın görecelileşmesine yol açmaktadır. Değişik yaşama alanları ve gerçeklikleri arasındaki bu farkların görecelileşmesi ve giderek ortadan kalkması yönündeki eğilim, ayrıca programların (felaket haberlerinden, dizilere, eğlenceye ve cinsel konulara kadar) çeşitli gerçeklik düzeyleri arasında gezinmesiyle pekişmektedir. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Meyrowitz’in iletişim teorilerine katkısını gün geçtikçe magazinsel bir yapı, biçim ve mantığa bürünen televizyonun ampirik etkilerini konu edinen araştırmaların daha da zenginleşmesi olarak değerlendirmek mümkün gözükmektedir. Hatta denilebilir ki Meyrowitz, McLuhan, Neil Potman, John Fiske ve Raymond Williams gibi, televizyonun gerçeklik ve kimlik algımıza nasıl etkidiği konusuna kısmen değinen yaklaşımlarından sonra soruyu bütünüyle ele alan ve en önemli yönleriyle irdeleyen bir teorisyen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Meyrowitz, davranış biçimleri, normlar ve hayat tasarımlarının televizyonla birlikte nasıl geliştiğini ve dönüştüğünü irdelemesi dolayısıyla diğer teorisyenler arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Diğer teorisyenler daha çok magazinleşen televizyonun yapısal ve biçimsel özelliklerini ve bunun toplumsal algıdaki karşılığını belirlemeye çalışırken Meyrowitz, bu durumun gerçeklik algısının, değer yargılarının ve kimliklerin oluşması sürecinde meydana gelen sosyo-kültürel sonuçlarına eğilmektedir. Meyrowitz’in televizyon analizleri yaklaşık 35 yıllık bir dönemi kapsamakta ve medyumun uzunca süre kullanılmasının, bireysel kullanımları çok ötesinde yeni ve farklı bir gerçeklik anlayışının oluşmasına sebep olduğu ve bu durumun medya araçlarına muhatap olan algılayıcılarda farklı bir bilinç tarihi oluşturduğu tezinden hareket etmektedir. Söz konusu bilincin nasıl oluştuğu ve biçimlendiği sorusunu irdelemek için, televizyon programlarının içeriklerinin değil, belki daha çok yapısal özelliklerinin algı ve davranış mantığı üzerindeki etkilerinin araştırılması gerekmektedir. Sonuç itibariyle söylemek gerekirse, televizyon kullanımı algı modellerini, tutumları, bakış açılarını ve tarzlarını, diğer medya araçlarının seçimini ve böylece oluşan bireysel anlamlan- 188 dırma biçimlerini etkilemektedir. Medyanın, özelikle televizyonun eşitlemeci ve homojenleştirici etkisi program yapımcılarının temel ilkesini oluşturmakta, buna göre her yapımcı, yüksek izlenme oranlarını hedeflediğinden, mutlaka itiraz edilme ve tepki gösterilme ihtimali en düşük programlar yapmaya özen göstermektedir. Yapımcılar programlarını bu özenle ülke içinde veya uluslar arası düzeyde izlenme başarısı yakalayabilmek için dizayn etmektedirler. Öykülerin gelişim çizgilerinin, kamera yönetiminin, montaj biçimlerinin basit olmasının arkasında hep bu yüksek izlenme oranlarına ulaşma, yani mümkün olan çoğu izleyici tarafından anlaşılır olma gayesi bulunmaktadır. Çoğunlukla iki kişinin diyalog yaptığı basit sahneler, sıradan yakın çekim planları ve kamera açıları, araya giren bina görüntüleri, kolayca fark edilebilir kılacak yapım tarzı dizileri her yerde anlaşılabilir kılmaktadır. John Ellis’in de ifade ettiği gibi, televizyon anlatımları dizilerin ucu açık veya kapalı, tekrarı esas alan anlatım formlarına göre yapılandırılmakta, “format tekrar etmekte ve durumlar haftadan haftaya aktüelleşmektedir” (Ellis 1982: 147). Knut Hickethier de bu bağlamda televizyonun endüstriyel üretim mantığının bir gelişim aşaması ve konusunu dizisel bir form içinde sürekli yenileyerek sunan büyük bir anlatım makinesi olduğunu düşünmektedir (Hickethier 1993: 14). Fakat öte yandan televizyonun sadece anlatım biçimleri itibariyle reklâm ve magazin programlarına göre yapılandırılmadığını, içerik olarak ta aynı mantıkla örtüştüğünün vurgulanması gerekmektedir. Nitekim televizyon uzunca süreden beri bilgilendirme amaçlı segmanlar yayınlamakta ve bu yayınlarında sürekli olarak belirli bir şemayı uygulamaktadır. Televizyon bilgilendirme amaçlı yayınlarında bu şemaya uygun olarak hep bir uzmanı bir problem veya sorunu yaşayan kişi ile ilişkilendirmekte, böylece bütün problemlerin bir uzmana sorulduğu takdirde çözülebileceği fikrini pekiştirmektedir. Yine aynı şekilde reklâmlar da problemlerin bir uzmana sorulmasıyla çözülebileceği mitosunu sıkça kullanmaktadır. Televizyonun biçim ve içerik bakımından magazinselleşmesi ve kendine özgü bilgilendirme biçimleri ve gerçeklik algısına aracılık etmesi belirli bir akış hızı, dizisellik ve tekrarlanabilir- Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190) liği öngören belirli bir formatı gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede sadece değişik içerikli programlar arasında değil, aynı zamanda örneğin haber programlarının değişik konulara ayrılmış segmanları arasında da eşitlemeci ve farkları ortadan kaldırıcı bir yayın formatı benimsenmektedir. Bu yaklaşım haber programlarında ele alınan konulara ayrılan segmanların sürelerin eşitlenmesine, mümkün olan en kısa sürede konuların işlenmesine ve sonuç olarak hiçbir konunun gerektirdiği biçimde derinlemesine ve ayrıntılı bir biçimde değerlendirilememesine yol açmaktadır. Çok ayrıntılı biçimde yapılmış araştırmalar bile ancak kısaltılmış olarak sunulabilmektedir. Bu eğilim televizyonda sürekli olarak güç kazanmakta, segmanlar ve formatlar her geçen gün biraz daha standardize edilmektedir. Ulusal veya uluslar arası konuları irdeleyen haber-magazin programlarının sahip olduğu anlatım tekniği televizyonun magazinsel yapı ve formatı içinde nasıl her şeyi standardize ettiğine dair güzel bir örnek oluşturmaktadır. Belirli bir konuyu işleyen haber-magazin programlarında ister politik isterse kültürel bir konu ele alınsın, sürekli olarak aynı anlatım mantığı benimsenmekte, gelenekselleşmiş çevrimsel bir önerme yapısı sergilenmektedir. Bu programların anlatım mantığına göre, önce bir örnekle başlanmakta, daha sonra antitetik bir muhakeme sunulmakta ve son olarak başta gösterilen örneğe geri dönülerek yargı oluşturulmaktadır. Programın akış sürecince sürekli zıtlıklara veya zıt görüşlere yer verilmekte, uzmanla sıradan insanlar veya politikacı ile halktan birinin görüşleri karşı karşıya getirilmekte, fakat asla istisna oluşturabilecek veya alışılmışın dışındaki bakış açılarına bu standardizasyon sürecinde yer verilmemektedir. Bu ise haber programlarının daima zaten hep gösterilmiş olanı algıladıkları ve izleyiciye hep aynı tarzda sundukları anlamına gelmektedir. Bu değerlendirmeler ışığında televizyon magazinselleşen bütünlüğü içinde karşımıza bir tecrübe simülatörü olarak çıkmakta ve: · Epistemolojik yapısına hâkim olan eğlendiricilik özelliği dolayısıyla niteliksel bilgi düzeyleri ve moral değerler arasındaki farklılık önemini yitirmektedir. · Eğlendirme özelliğine uygun olarak bütün varlık oluşu aynı ontolojik düzeyde stilize ve estetize etmesi dolayısıyla varlığın kendisinden ziyade varoluş tarzı önem kazanmaktadır. · Sunduğu tecrübe tekliflerinin adaptasyonu ve dönüşümünü sağlamaktadır. · Toplumsal bilgilerimizi ve bilgilenme biçimlerimizi standardize etmektedir. · Gerçek hayat ile medyatik gerçeklik arasındaki fark ortadan kalkmaktadır. · Televizyon davranışlarımıza, görüş tarzımıza, kolektif tavırlarımıza, normlara ve değerlere nüfuz etmekte, toplumsal tutum ve davranışlarımızda değişikliklere yol açmaktadır. · Televizyon bize aynı zamanda zorunlu olarak kabul edilen şablonlar değiştiğinde davranışların da değişebileceğini göstermektedir. · Televizyonun sayısız konuları aynı bilgilendirme düzeyinde sunması ve bu durumun insanların eleştirel bilinci gelişmemiş büyük bir kısmını etkilemesi, antidemokratik bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. · Televizyon, izleyicisinin evine dili kullanmadan, izinsiz girmekte ve yaş farkını gözeten ayrımı tanımamaktadır. · Televizyonda sadece yaşama dönemleri arasındaki ayrım ortadan kalkmakta, dönemler homojenleşmektedir. · Televizyonda eril ve dişil yaşam alanları arasındaki ayrım bulunmamakta, her cinsiyet karşı cinsin kimliği ve davranış biçimleri ile yüzleşmektedir. · Televizyonda gösterilen rollerin çeşitliliği dolayısıyla klasik rol anlayışı geçerliliğini yitirmekte, çok açılı bir toplumsal ben oluşmaktadır. · Televizyonda, birbirinden bağımsız gelişen olaylar arasında dolaysız bir bağ kurulmakta ve bu küresel anlamda paylaşılmaktadır. · Özel ve toplumsal alanın birbirine karışması, toplumsal mekân anlayışının kaybı, rol ve grup kimliklerinin birbirine karışması, cinsiyet, yaş ve statü farklarının eşitlenmesi 189 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 televizyonun bireysel ve toplumsal gerçeklik algısı üzerindeki en önemli etkileri arasında bulunmaktadır. · Televizyona hâkim olan magazinsel biçim ve yapının içinde sadece zevk alma ve tecrübe çeşitliliğinin aşır düzeyde artması değil, tecrübenin ve zevk almanın bizzat kendisi de değişmektedir. Bütün bu değerlendirmelerden sonra televizyonun magazinsel yapısının bir yandan çok çeşitli yaşantılar, daha doğrusu sanal tecrübe içerikleri sunarken, öte yandan algılama biçimleri arasındaki farkları ortadan kaldırdığını söyleyebilmemiz mümkün gözükmektedir. Bu gelişmenin sadece televizyonla sınırlı kalmadığı, McLuhan’ın tanımlamasıyla, yaşadığımız ‘küresel köy’de diğer iletişim imkânlarına doğru genişlediği görülmektedir. Kendileri aracılığıyla yeni iletişim ağlarına bağlanabileceğimiz kişi, mekân ve ortamlar sınırsız gibi görünmesine rağmen, bu bağlantıyı nasıl kuracağımız standardize edilmiş bulunmaktadır. Milyonlarca kişini dünyaya açılan penceresini Windows’un bir sürümünün oluşturması bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir. Diğer teorisyenler arasında Meyrowitz, medya kullanıcısını ve televizyonun toplumsal etkilerini teorik araştırmalarının merkezine yerleştiren ilk kişi olması bakımından önem arz etmektedir. Televizyon izleme ve izleyicisi üzerine yapılan bu araştırmalar sadece televizyonla ilgili tartışmaları zenginleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda ampirik toplum araştırmaları gibi değişik ve birbirinden farklı alanlar arasında bağlantılar kurulmasına katkı sağlamaktadır. KAYNAKLAR Boddy W (1987) Operation Frontal Lobes Versus The Living Room Toy: The Battle Over Programme Control in Early Television, in: Media, Culture and Society, vol. 9, Routledge, London. Fiske J (1987) Television Culture, Methuen, London. Fiske J ve Hartley J (1978) Reading Television, Methuen, London. Hall P C (1979) Zeitkritik als Ressort, Politische Fernsehmagazine im Kreuzfeuer der Interessen, in: Helmut Kreuzer, Karl Prümm (ed.), Fernsehsendungen und ihre Formen, Reclam Verlag Stuttgart. Hickethier K (1993) Film- und Fernsehanalyse, Merzler, Stuttgart Horton D ve Wohl R R (1956) Mass Communication and Para-Social Interaction: Observations on Intimacy at a Distance, Psychiatry 19: 1956, (http://www. participations.org/volume %203/ issue %201/ 3_01_hortonwohl.htm, Erişim: 10.03.2009. Livingstone S (1999) Mediated Knowledge: Recognition of the Familiar, Discovery of the New, in: Gripsrud J. (ed.), Television and Common Knowledge, Routledge, London. McLuhan M (1965) Understanding Media: The Extensions of Man, McGraw-Hill Paperback, New York/London. Meyrowitz J (1987) Die Fernseh-Gesellschaft, Beltz Verlag, Weinheim/Basel. Newcomb H ve Hirsch M P (1992) Fernsehen als kulturelles Forum. Neue Perspektiven für die Medienforschung, in: (ed.) Hickethier, K., (1992), Fernsehen: Wahrnehmungswelt, Peter Lang Verlag, Frankfurt a. M./Berlin O’Sullivan T, Hartley J, Saunders D, ve Fiske J (1983) Key Concepts in Communication, Methuen, London/New York. Postman N (2003) Wir amusieren uns zu Tode, Fischer Verlag, Frankfurt am Main. Siegfried Z (1989) Audiovisionen: Kino und Fernsehen als Zwischenspiele in der Geschichte, Rowohlt, Hamburg. Bolz N (1990) Theorie der Neuen Medien, Raben Verlag, München. Watney S (1997) Moral Panics, in: O’Sullivan, T, Jewkes Y (ed.) Media Studies Reader, Arnold, London. Ellis J (1982) Visible Fictions: Cinema, Television, Video, Routledge and Kegan Paul, London/New York. Williams R (1974) Televsion: Technology and Cultural Form, Fontana, London. 190 TELEVİZYON HABERLERİ VE EGEMEN SÖYLEMİN YENİDEN ÜRETİMİ SÜRECİNDE İDEOLOJİ İNŞA STRATEJİLERİNİN KULLANIMI Mete Kazaz* - Melek Çoban** ÖZET Bireyler, gündelik yaşamın anlamlandırılması sürecinde doğruluğunu sorgulamaksızın sıklıkla televizyon haberlerine başvurmaktadırlar. Bireylerin bu derece önem verdikleri haberlerin oluşmasında, aslında iktidar sahiplerinden, iş dünyasının önde gelen isimleri, medya patronları ve bu alanda girişimde bulunması uygun görülen birçok kişi söz sahibidir. Bu çalışmada televizyon haberlerinin, kullanılan çerçevelerle söz konusu egemen söylemlerin yeniden üretim sürecine nasıl katkıda bulunduğu sorunsalı üzerinde durulmuştur. İzleyicilerde oluşturduğu gerçeklik duygusuyla, mevcut durumun sürekliliğini sağlamak için televizyon haberlerinin nasıl çerçevelendiği ve özellikle hangi ideoloji inşa stratejilerini kullandıkları tespit edilmeye çalışılmıştır. Anahtar sözcükler: Televizyon haberi, egemen söylem, yeniden üretim USAGE OF IDEOLOGY BUILDING STRATEGIES IN THE PROCESS OF REPRODUCING TELEVISION NEWS AND DOMINANT DISCOURSE ABSTRACT Individuals have frequently turned to television news without questioning its truth in the process of reasoning the daily life. In the process of such valuable items, so many people from governmental bodies, leading business owners to media patrons, and a great number of people promoted to indulge in the matter have words to say. This study focuses primarily on the problem of how such sovereign statements contribute to the process of reproduction. Its tried to be determined how the tv news is framed and especially which ideological building strategies they use in order to provide the continuity of the existing position and the feeling of reality which the audience forms. Keywords: Television news, dominant discourse, reproduction GİRİŞ Kitle iletişim araçları, özellikle daha fazla tercih edilmesi nedeniyle televizyon toplumsal yapı içinde bireylerin neyi, ne kadar bilmesi gerektiği konusunda belirleyici bir araçtır. Bireyleri neyi düşüneceklerinden çok, ne hakkında düşünecekleri konusunda yönlendiren televizyonda, medyatik gerçeklik kurgusu içinde yeniden inşa edilen haberlerle olaylar çoğu zaman nesnel gerçekliğin önüne geçmekte; bireyler de dış dünyadaki gerçeklikleri medya nasıl sunuyorsa o şekilde algılamakta ve öğrenmektedir (Karaduman 2007: 45). Bu durumun başlıca nedeni televizyonun gerçeklikle olan yakın ilişkisidir. * Gerçeklik, yalnızca nesnelerden değil, insanlar ve onların düşünceleri, değerlendirmeleri, yargıları ve duygularından da oluşmaktadır (Mc Carthy 2002: 22). İletişimin özünde de, insanın duygu ve duyumları ile algıladığı dış dünyayı yansıtma isteği yer almaktadır. Dış dünya, bir başka deyişle gerçeklik olarak tanımlanan şeyleri birbirine aktarma isteğinden yola çıkan insan, gerçeğin ne olduğuna ve gerçeklik içerisindeki konumuna sürekli yanıt arama çabasındadır (Özkanal 1998: 134). İnsanın bu çabası günümüz toplumlarında, onların gerçek dünyaya ilişkin bilgilerini televizyondan edinme düzeyi ile toplumsal gerçekliği algılamalarındaki düzey arasındaki ilişkinin sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Konya Numune Hastanesi Tıbbi Sekreter, S.Ü. Sos. Bil. Ens., Radyo Televizyon ABD Yüksek Lisans Mezunu ** Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 İnsanın yaşadığı dünyayı tanıması kendi kişisel deneyimleriyle birlikte, bu deneyimi aktaran araçlar sayesinde gerçekleşmektedir. Bu araçlar bireylerin kendilerini ifade etmede kullandığı dil, yazı, çizgi vb.den oluşmaktadır. Bu araçlar, bireylere içinde yaşadıkları gerçekliğin bir sunumunu göstermekte ve sunulan gerçeklik de sunumda kullanılan aracın özeliklerine göre değişmektedir. Gerçeklik olgusu, onu aktaran aracın teknolojisine göre farklı boyutlar kazanmaktadır (Özkanal 1998: 135). Mc Luhan’a göre araçların yayın tekniği bireylerin düşünme, duyma ve hareket şekillerini ortaya çıkartmakta, özellikle elektronik medya kişilere gerçeği daha geniş anlamıyla kavrama imkânı sunmaktadır (aktaran Erdoğan ve Alemdar 1990: 155–156). Televizyon da söz konusu elektronik medya içinde insanların çevrelerini anlamlandırırken sıklıkla başvurdukları araçlardan birisidir. Gerçekliğin yansıtılması açısından bakıldığında televizyon, kitle iletişim araçları içinde, gerçeği aslına en yakın olarak aktaran araç olarak görülmektedir. Televizyon doğasıyla, görüntüsüyle ve yolladığı mesajlarla diğer kitle iletişim araçlarından daha gerçekçi bir görünüme sahiptir. Bu gerçekçilik bir anlamda televizyonun var oluşuna dayanmaktadır. Çünkü televizyon, şimdiki zamanı ve şimdiki zamanda olan olayların belirsizliğini izleyicisine sunan bir ideolojiyi yansıtmaktadır. Bu görünümüyle televizyona ve özellikle de sunduğu haber programlarına gerçek demek olasıdır (Özkanal 1998: 141). Televizyon haberlerinde yer alan görüntüler, gerçek yaşamın içinden alınmış kesitler olarak haberlerde yerini alırken, görsel ve sözel imgeleri izleyici, imgelerin gösterdiğini değil, gönderilen imgelerle kendi kendisinin karşı karşıya kaldığını sanarak algılamaktadır. Gerçeklikle izleyicinin içine girdiği bu oyun, haber metinlerini bozmamakta, aksine izleyicinin zihninde devamlı olarak pekiştirilmesine neden olmaktadır (Tokgöz 2000: 158). Ancak televizyonun aktardığı gerçeklik, yaşanmakta olan, yani hakiki gerçeklikten farklıdır. Televizyon, yaşanmakta olanı aktarırken kendisine özgü birtakım işlemlerden geçirir. Bu süreçte aktarılan, farklı bir boyut kazanarak kitlelere ulaşmaktadır. Gerçekleşmiş bir olayla o olayın haber olarak aktarılması sırasında habercinin yorumunun girmesi, olayın gerçeklik boyutunu etkilemektedir (Özdenören 2002: 47). 192 Bu çalışma, kitle iletişimi içinde ve televizyon özelinde haberin sadece bilgilendiren, eğiten bir araç mı yoksa toplumda çok şeyi etkileyen yönlendiren ideolojik bir sistemin bileşeni mi? sorusuna yanıt aramak temel amacından hareket ederek konuyu teorik ve uygulamalı bir şekilde irdelemiştir. Bu amaçla; haberin inşa aşaması olan “Çerçeveleme” kavramı ele alındıktan sonra “İdeoloji Ve Medya” başlığı ile “İdeoloji İnşa Stratejilerinin İşlevleri Ve İşleyişi” konusuna geçiş yapılmıştır. “Medyada Egemen Söylemin Yeniden Üretimi” başlığı ile konunun teorik bölümü tamamlanmaya çalışılırken, Medya-Söylem, İdeoloji, Hegemonya Ve Yeniden Üretim İlişkisi kavramlarına da değinilerek çalışmanın uygulama kısmında Kanal D ve STV haberleri kullanılan ideoloji inşa stratejileri bakımından incelenmiştir. 1. HABER İNŞASI OLARAK ÇERÇEVELEME Televizyon haberinin tamamlanmış bir biçim içerisinde izleyicinin karşısına gelmesi artık gerçekte onun ne olduğu ve neyi temsil ettiği sorularını da beraberinde getirmiştir. Çünkü televizyon haberleri sadece olayın aktarılması, olaya ilişkin bilginin verilmesi değil, aynı zamanda bir üretim sürecinin belli aşamalarından geçerek hazırlanan bir ürün haline gelmiştir (Orhon 2004: 45). Zaman zaman haberde ele alınan konunun genellikle kamuoyunun istendik yönde dikkatini çekebilecek şekilde bazı yönlerinin seçilerek, kimi zaman belirli çağrışımlarla birlikte sunulduğunu söylemek mümkündür. Bir olayla ya da sorunla ilgili haberi anlamlı hale getirmek için haberde nelerin yazılacağı ve nelerin dışarıda bırakılacağını belirlerken, çerçeveleme kullanılmaktadır (Yüksel ve Gürcan 2005: 98). Bir olay habere dönüştürülürken, belli özellikleri seçilir ve bu özellikler haber metninde öne çıkartılarak okuyucular ve dinleyiciler için daha kalıcı ve anlamlı bir hale getirilmektedir (Yüksel 2008). Haber çerçevesi, bir olayla ya da sorunla ilgili haberi anlamlı hale getirmek için oluşturulan; haberde nelerin olacağını, nelerin dışarıda bırakılacağını belirleyen genel bir bağlamdır (Atabek ve Uztuğ 1998: 100). Bireylerin olayları ve bilgileri belirleme, algılama, teşhis etme ve adlandırmasına olanak Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206) sağlayan bir araç biçiminde tasarlanan çerçeveleme, medyanın bir konunun anlaşılması zor bir seçimle bazı yönlerini seçerek, o konunun önemli kılınması ve böylece bir olgudaki bazı nedenlere dikkat çekilmesine imkân sağlar. Haber çerçeveleri ele alınan sorunun ne olduğunu belirli bir bakış açısından tanımlayarak, soruna kimin ya da nelerin neden olduğunu vurgulamakta, ahlaki yargılarda bulunmakta ve sorunun nasıl çözümlenmesi gerektiğine işaret etmektedir (Yüksel ve Gürcan 2005: 98). Haber bültenini hazırlayan bu kişiler, sosyal bir hareketi verirken pek çok alternatif çerçeveleme stratejileri de seçebilmektedirler. Haber, sosyal sorunun kapsamını anlatabilir, sorunla baş edebilmek için ileri sürülen alternatif önerileri eleştirebilir ya da hükümetin sorunun üstesinden gelebilmek için yaptığı çalışmalar üzerine yoğunlaşabilir. Hangi sorunun ülke için daha önemli olduğu, hükümetin bu sorunları çözme doğrultusundaki temposunun yeterli olup olmadığı ve siyasal liderlerin özelliklerini değerlendirirken başvuracakları ölçütleri veya standartları biçimlendirebilir (Atabek ve Uztuğ 1998: 100, 103). Scheufele, haber seçim süreci hakkındaki araştırmalar ve medya içeriği üzerinde yapılan çalışmalara göre, üç muhtemel etki kaynağının mesajın çerçevesini inşa ettiğini ileri sürmektedir: Ø İlk etki kaynağı, haberci merkezli etkilerdir. Haberciler genellikle haberin kaynağından gelen bilgileri anlamlandırarak, çerçevelerin yapısını inşa ederler. Çerçevelerin yapısı, çeşitli profesyonel normlar, ideolojiler ve tavırlardan etkilenebilir ve genellikle habercilerin haber çerçevelemesi yoluyla yansıtılır. Ø Haber çerçevelemeyi etkileyen ikinci faktör, örgütsel rutinler olarak ifade edilen, orta düzeyde siyasi yönelimlerin sonucunda çerçevenin seçimidir. Ø Haber çerçevelemeyi etkileyen son faktör ise siyasal aktörler, yetkililer, ilgi grupları ve diğer seçkinler gibi dışsal etki kaynaklarıdır (Scheufele 1999:115). Bu nedenle çerçeveleme, basit bir kelime seçimi değil, bir haberin nasıl yorumlanması ve değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin bir çaba (Yüksel 2008) olması nedeniyle, egemen söylemin yeniden üretilmesi açısından önem taşımaktadır. 2. İDEOLOJİ VE MEDYA Medyada egemen söylemin üretilmesine geçmeden önce egemen söylemin temelinde yatan ideoloji kavramı ile ideolojinin işleyişi ve ideolojinin kendini yeniden üretirken kullandığı araçlar üzerinde kısaca durmak gerekmektedir. Toplumsal düşüncede en tartışmalı ve sorunlu kavramlardan biri olan ideoloji konusu en ayrıntılı biçimiyle Marksist düşünce geleneğinde ele alınmıştır (Mutlu 1998: 161). Marx ideolojik düşünceyi diğer düşüncelerden ayırarak sadece egemen maddi ilişkilerin devamını olanaklı kılan düşünceye ideolojik nitelemesini yapmıştır. İdeolojinin belirtilen tanımlarının ötesinde özellikle günümüzde gerçekleri olduğu gibi yansıtmamak olarak görüldüğünü ileri süren Şerif Mardin, ideolojiyi Marx’ın belirttiği şekilde ele alarak, gerçeği maskeleyen, doğruyu olduğu gibi yansıtmayan bir sistem olarak çalıştığı şeklinde değerlendirilebileceğine işaret etmektedir (Mardin 1992: 14–15). Bu doğrultuda ideoloji kavramının gerçeği etkilediğini, insanlara yansımada, içinden geçtiği ortamların etkisiyle, bir sapmaya uğratıldığını ve insanlarda yanlış bir imge ve izlenimler yaratabileceği, başka bir değişle bazı insanların gerçek olarak bildiklerinin aslında daha derin ve doğru bir gerçeği maskelediği düşüncesini yaratmaktadır (Mardin 1992: 24). İdeolojinin gerçeklik hakkında bir yanılsama, bir illüzyon değil, onun bilinç üzerindeki izi ya da görünümü olduğunu savunan Marx ideolojiyi, kapitalist düzende siyasal iktidarı meşrulaştırmaya, bireyi sisteme entegre etmeye yardımcı fakat genellikle de yanlış fikirler kümesi olarak ifade etmektedir (Kazancı 2006: 71). Althusser’e göre ideoloji, bireyin beynindeki manevi bir var oluş biçimi olarak tanımlanmalıdır. İdeoloji, toplumsal bütünlüğün çeşitli düzeyleri arasındaki işleyişin bireysel bilinçler üzerinde oluşturduğu bir şekillenmedir. Bu anlamda ideoloji bireylere dışşal ve nesneldir; özne tarafından üretilmeyen, fakat özneyi üre- 193 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 tendir (Sancar Üşür 1997: 43). Metin Kazancı, Althusser ideolojisinin en basit anlatımı için “balığın içinde yaşadığı su” benzetmesini yapmaktadır. “Su balığın ayrılmaz ya da varlık nedenidir. Su olduğu için balık vardır ama balık başka yerde olamadığı için suyun içindedir. Balık için su her yerdedir ve her yerdir. Ama o, içinde yaşadığı suyun farkında değildir. Onula ilgili her şey aynı zamanda suyla da ilgilidir. Sanır ki, bütün dünya sudur. Yalnız suyu bilir ve tanır. Çünkü su kendisi ile birliktedir ve o, suyun içinde var olmuştur. Var oluşu suya bağlıdır. Suyun dışına çıktığında suyun ne olduğunu anlayabilir. Ama hiçbir zaman (çıkarılmadığı sürece) suyun dışına çıkamaz. Suda yaşayabilmesi için yaratılmış, adlandırılmıştır. Suyun dışında yaşayabilmesi için balıktan başka, farklı bir şey olması gerekir” (Kazancı 2003: 48- 49). Fransız düşünür Louis Althusser’e göre ideoloji, toplumsal yaşantıyı farklı biçimde fakat her zaman ve her aşamada kendiliğinden etkileyen bir oluşumdur. Daha doğrusu toplumsal pratik ile ideoloji iç içedir (Kazancı 2006: 72). Althusser’in ideoloji kavramsallaştırmasında, her şeyin merkezinde yer alan tezi; ideolojinin bireyleri özne olarak çağırmasıdır (Dursun 2001: 29). Althusser’in ideoloji üzerine kurduğu tezler bizi, ideolojinin toplumsal bütünlüğü yeniden üretebilmesi, siyasal ve ekonomik iktidarın ideolojik bir ikna sürecine dayanarak var olabilmesi için bir takım aygıtlara ihtiyaç duyduğu sonucuna götürmektedir. Dinsel, öğrenimsel, ailesel, hukuksal, siyasal, sendikal, kültürel ve iletişimsel (haberleşme) gibi bilinen bu önemli aygıtların ötesinde ideolojinin işlevleri ve işleyişi üzerinde durmak gerekmektedir. 3. İDEOLOJİ İNŞA STRATEJİLERİ’NİN İŞLEVLERİ VE İŞLEYİŞİ Hemen hemen her toplumda ideolojinin yerine getirdiği işlevlerin başında, dizgeyi ve önderlerin eylemlerini meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılması gelmektedir (Yavaşgel 2004: 170). Egemen olanın meşruluk kazandırılması sürecinde ideoloji bazı düşünürlere göre belli işleyiş stratejileri izlemektedir. Fiske ideoloji çözümlemesi adı altında bir takım terimleri açıklayarak bu sürece katkıda bulunmuştur. Yer değiştirme, dâhil etme- 194 birleştirme, maskeleme ve anlamlı yokluklar, metalaştırma bu terimler arasında sayılabilir. Fiske, ideoloji kuramlarının Freudcu rüya kuramından ödünç aldıkları bir terim olan yer değiştirmeyle, bir konu ya da endişe, ideolojik bastırıldığında, bu konuya duyulan ilginin meşru ve toplumsal açıdan kabul edilebilir bir konuyla yer değiştirilmesini ifade etmektedir. Dâhil etme- birleştirme, başat sınıfların, ikincil sınıflardan gelen direnç öğelerini ideoloji içine dâhil ederek karşıtlıkların yoksun bırakılmasıdır. Bireylere “Endişelenme sen de dâhil ol” mesajını vermektedir. Fiske, toplumsal hareketleri toplumsal çıkarlara bağlayarak, ortaya çıkan sorunları kapitalizmin neden olduğu gerçeğini gizlenmesini ise maskeleme ve anlamlı yokluk olarak değerlendirmektedir. Yine bir diğer terim metalaştırmadır. Kapitalizmin her şeyden öte meta üreten bir sistem olması nedeniyle üretilen metaların doğal görünmesini sağlamak, çoğu ideolojik pratiğin kalbinde yer almaktadır. Bireyler, arzuları gidermek için üretilen metalar aracılığıyla anlamayı öğrenmekte, sorunları çözmek için üretilen metalar aracılığıyla düşünmekte ve böylece metalara ihtiyaç duyar hale getirilmektedir (Fiske 1996: 230–233). John Thompson, Eagleton’a benzer bir şekilde, ideolojinin işleyişinde meşrulaştırma, gizleme/ gizemleştirme, birleştirme, parçasallaştırma ve şeyleştirme olmak üzere beş genel yöntem ve bu yöntemlerin karşılık geldiği bazı tipik sembolik inşa stratejileri ortaya koymuştur (Orhon 2004: 38, Dursun 2001: 76, Kazancı 2002: 74– 76). Ø Meşrulaştırma: Rasyonalizasyon, evrenselleştirme ve anlatısallaştırma stratejileri, meşrulaştırmanın belirli tipik stratejileridir. Bireylerin, toplumda var olan asimetrik ilişkileri yani haksız oluşumları, eşit olmayan ilişkileri doğal sayıp, benimsemesidir. Bu konuda hem sisteme hem bireye hukuk sistemi ve uluslar arası normlar yön vermektedir. Özellikle hukuk sistemi hem bireylerin rızası üzerine kurulmuş geniş bir uzlaşmayı hem de uyulmadığında yaptırım uygulanacak bir kurallar sistemini ifade eder. Dayanağı “meşruiyettir”. Meşruiyet mutlaka egemen bir sınıfın varlığını gerektirir. Yönetenin olmadığı ortamda meşruiyet olmaz. Meşruiyet egemenliği başka bir Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206) deyişle hegemonyaya bağlıdır. Hegemonya ise yöneten sınıfların toplumsal uzlaşma yani rızayı sağlama biçimidir. Ø Gizleme/Gizemleştirme: Yer değiştirme, mistikleştirme ve mecaz (düz değişmece, eğretileme ve bütünden parçaya, parçadan da bütüne yöneltme) ideolojinin bu tipik işleyişinin stratejileridir. Sorunun, olayın özünü saklanarak, daha doğrusu bir yandan itilerek ilgi, başka alanlara kaydırılmaktadır. Bu kaydırma egemen ideolojik düşünce tarafından hem gerçekleştirilmekte hem de doğal sayılması için çaba harcamaktadır. Ø Birleştirme: Standartlaştırma ve birliğin sembolleştirilmesiyle ideolojinin işlemesidir. Herhangi bir sorun karşısında aralarında hiçbir maddi bağ olmayan, çıkar ilişkisi olmayan insanları bir kavram altında, bir şemsiye içinde toplamaktır. “Biz” nitelemesi ön plana çıkar. Ülke, bayrak, milli birlik gibi kavramlarla ideolojik platforma ulaşılmaktadır. Bu bağlamda, yapılacak çalışmalar için en uygun yöntemin propaganda olduğu bilinmektedir. Ø Parçasallaşma: Farklılaşma ve ötekinin tasfiyesi ile işlemektedir. Birleştirmenin tam tersi bir yol izler. Büyük ana sistem subjektif ölçülere dayanılarak parçalara bölünür. Belirli bir görüş etrafından toplananlar merkezi oluşturur, dışarıda kalanlara yabancı, hain, düşman sıfatları yakıştırılır. Ø Şeyleştirme: Doğallaştırma, sonsuzlaştırma ve yalınlaştırma/ edilgileştirme ile ideolojinin işlemesidir. Burada geçici tarihi durumların doğallığı iddia edilir ve sürekli devam edeceği teması ön plana çıkarılır. Sözgelimi kadınların erkeklere göre geride kalmasının tarihsel açıklamaları ve gerekçeleri günümüze taşınır ya da kadının fiziksel eksikliği, eşitsizliğin doğal gerekçesi olarak adlandırılıp topluma bu yönde inanç aşılanır (Kazancı 2002: 74–76). Bu kategoriler aynı zamanda Fiske’nin de ileri sürdüğü ideolojik çözümlemenin de oldukça genel bir çerçevesini oluşturmaktadır (Dursun 2001: 76). David J. Sholle de yaptığı analizler sonucunda televizyon pratiğinin nasıl ideolojik bir işlev gördüğü konusunda bir takım saptamalarda bulunmuştur. Sholle’e göre ideoloji televizyonda; Çökelme (sedimentation), Şeyselleşme (reification), Uyarlama (adaptation), Yatıştırma (mollification), Meşrulaştırma (legitimation), Depolitizasyon, Fosilleşme ve Ters yönde tartışma (Reverse Contestation) (2005: 278– 284) şeklinde işlemektedir. Başat azınlığın fikirlerini tabi çoğunluğa zorla kabul ettirmesi olarak görülen ideoloji, yukarda bahsedilen stratejiler sayesinde fiziksel zor kullanmaya ihtiyaç duymadan öznelerin ideolojileri kendilerininmiş gibi savunur hale gelmelerine neden olmaktadır. Bu çalışmada yukarıda açıklanan John Thompson’un tipik sembolik inşa stratejileri uygulanarak inceleme yapılacaktır. 4. MEDYADA EGEMEN YENİDEN ÜRETİMİ SÖYLEMİN İdeoloji kuramları, her türlü iletişimin ve tüm anlamların toplumsal-siyasal bir boyutu olduğunu ve bunların toplumsal bağlamları dışında anlaşılmayacaklarını vurgular. Bu ideolojik işleyiş daima statükoyu kayırır, çünkü iktidarı elinde bulunduran sınıflar yalnızca malların değil aynı zamanda fikirlerin ve anlamların da üretimini ve dağıtımını kontrol etmektedir (Fiske 1996: 226). Althusser’e göre kapitalizm, üretken bir sistem olarak üretim koşullarını genişletilmiş ölçüde yeniden üretir. Bunu yaparken de üretici güçleri ve var olan üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi gerekmektedir. Üretici güçlerden kasıt, maddi üretim araçları ve emek gücüdür. Üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi; hukukisiyasal ve ideolojik üstyapı yoluyla sağlanmaktadır. Emek gücünün oluşturduğu ve bu emek gücünü bir arada tutmak, geliştirmek ve değiştirmek için karşılık veren örgütlenmeler, düşünceler, ideolojiler ve ilişkiler olarak tanımlanan üst yapı (Erdoğan ve Alemdar 1990: 175), üretim ilişkilerinin yeniden üretimini büyük ölçüde devlet iktidarının devletin baskı ve ideolojik aygıtlarında uygulanmasıyla gerçekleştirmektedir. Devletin baskı aygıtının rolü, sömürü ilişkileri olan üretim ilişkilerinin yeniden üretiminin siyasal koşullarını özünde zor kullanarak sağlamaktan ibarettir. Devletin 195 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 baskı aygıtı aynı zamanda baskı yoluyla devletin ideolojik aygıtlarının işleyişinin de siyasal koşullarını sağlar. Egemen ideolojinin, yani devlet iktidarını elinde tutan egemen sınıfın ideolojisinin rolü de ağırlıklı olarak bu noktada gerçekleşir ve devletin baskı ve ideolojik aygıtları arasındaki uyum egemen ideolojinin aracılığıyla sağlanır. Kısacası devletin tüm ideolojik aygıtlarının yöneldiği tek bir hedef vardır o da üretim ilişkilerinin yeniden üretimi, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden üretimidir (Althusser 2003: 173–179). 2002: 127). Önceki egemen sınıfın yerini alan her sınıf, belli amaçlara ulaşmak için, kendi çıkarlarını toplumun bütün üyelerinin ortak çıkarları olarak sunarlar (Erdoğan ve Alemdar 1990: 178). Bu süreçte kitle iletişim araçları önemli bir basamaktır. Bu durum kitle iletişim aracı dışında haber ve bilgi alma gibi olanak ve koşulları bulunmayan bireyler için dünyayı o kitle iletişim aracının gözünden görmek, onun anladığı gibi anlamak ve hatta onun davranmasını istediği gibi davranmak anlamına gelmektedir (Kaya ve Serarslan 2004: 306). Erdoğan ve Alemdar ise Althusser’in yeniden üretim ilişkisini şu şekilde özetler: “Bu yeniden üretim, iş gücünün ücretlerini, yeteneklerini ve uygun düşünceleri içerir. Bu iş gücünün kurulu düzenin kurallarına uymasının sürdürülmesidir. Örneğin, işçilerin yönetici ideolojiye baş eğmesi, bu ideolojiyi sömürü ve baskı ajanları için doğru bir şekilde manipüle etme yeteneğinin yeniden üretilmesidir. İş gücünün üretilmesi aileyi gerektirir; ustalığın ve tekniklerin üretilmesi öğretim ve eğitim sistemini gerektirir; yönetici ideolojiye baş eğmenin üretilmesi kültürel örgütleri, kiliseyi ve kitle iletişim araçlarını, siyasal aygıtları ve devletin genel yönetimini gerektirir. Devlet, bu toplumsal üretimin tümünün rızasıyla yapılmasını, uzun dönemde sermayenin ve yönetici sınıf bloğunun hegemonyasını sürdürmesini güvence altına alan yapıdır” (1990: 211). Althusser, kitle iletişim araçlarını egemen olanın ideolojisini meşrulaştırmak için kullandığı devletin ideolojik aygıtlarından biri olduğunu savunmaktadır. Ona göre kitle iletişim araçları, devletin ideolojik bir aygıtı olarak ideolojiyi kullanarak işlemektedir (Althusser 2003; 130). Kitle iletişim araçları diğer devletin ideolojik aygıtları gibi aynı hedefe yönelmekte, üretim ilişkilerinin yeniden üretimi, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden üretimi amacına katkı sağlamaktadırlar. Egemen ideolojinin yeniden üretimi, egemen sınıfın kendi var oluşunun maddi, siyasal ve ideolojik koşullarını yeniden üretmek demektir. Egemen ideolojinin yeniden üretimi, basit bir tekrar, basit bir yeniden üretim değildir. Daha önceki dağınık ve çelişkili ideolojik öğelerin, yeni karşıt eğilimler ve önceki biçimlere karşı verilen sınıf mücadelesi içinde ve bu mücadele sayesinde kazanılmış bir birlik bünyesinde yenilenmesi ve birleştirilmesi için yapılan sözleşmedir (Althusser 2003: 130). Egemen sınıfın fikirleri her dönemde egemen fikirlerdir. Yani toplumdaki maddi gücü yöneten sınıf aynı zamanda entelektüel gücü de yönetmektedir. Maddi üretim araçlarını kendi tasarrufu altında tutan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de denetime sahiptir. Bu nedenle genel olarak, zihinsel üretim araçlarından mahrum kalanların fikirleri, egemen sınıfın fikirlerinin etkisi altında kalır (Shoemaker ve Reese 196 Chomsky ve Herman’ın güdümlü piyasa olarak adlandırdıkları bu ortamda hükümet, iş dünyasının önde gelen isimleri, önemli medya kuruluşlarının sahipleriyle üst düzey yöneticileri ve bu alanda yapıcı girişimlerde bulunmaları uygun görülen kişiler kitle iletişim araçlarında neyin yer alıp almayacağına karar veren önemli aktörlerdir (Chomsky ve Herman 1998: 13). Haberler ortalama insanın önyargılarını çoğaltarak, gerçekliği olduğu gibi görmesini engellemekte ve kurulu düzeni kabullenmeye yöneltmektedir. Bir söylem olan haberlerde, yeniden oluşturulan verili hayat, hedef kitleye efendi-köle diyalektiği içinde ve yaşanılan gerçekliliği pekiştirecek şekilde sunulmaktadır (Mora 2007). Gündelik yaşam karşısında izleyiciye sunulan haberler, bireyleri yaşadığı dünyaya daha da yabancılaştırırken, maddi temelleri olmayan bir dünya yanılsamasını da yeniden üretmektedir (Ergül 2001). Haber medyası aynı zamanda egemen söylemleri uylaşıma dönüştürmekte ve bu süreç içinde hegemonyaya yönelik rızanın oluşumunda aktif bir rol oynamaktadır (Mora 2007). Televizyonlardaki haber söylemi, toplumdaki kanaat oluşumunu, siyasi ve kültürel iklimi belirlemede etkin bir rol oynarken, egemen gücü elinde Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206) bulunduran aktörler, kendi söylemlerini anlaşılması kolay kalıplara dönüştürerek, alternatif direniş odakları ve diğer sıra dışı söylemlerin kendilerini temsil etmelerini kısıtlayabilmektedir (Köse 2001). 3- İdeoloji inşa stratejilerine göre haberde adı geçenlerin dağılımı Egemen söylemin yeniden üretilmesindeki rolü nedir? 5. UYGULAMA Çalışma, televizyon haberlerini temsilen, bağlı olduğu yayın grubu, hedef kitleleri ve bu kitleleri temsil yeteneği göz önüne alınarak daha çok genel bir izleyici kitlesine hitap ettiği düşünülen KANAL D ve STV’de (Samanyolu Televizyonu) yayınlanan ana haber bültenleri ile sınırlıdır. İnceleme, söz konusu kanalların, aynı dönemini kapsayan (15.09.2008– 29.09.2008) 15 günlük ana haber bültenleriyle sınırlandırılmıştır. 5.1. AMAÇ Bu çalışma ile televizyon haberlerinde egemen söylemin yeniden üretilmesi sürecinde kullanılan ideoloji inşa stratejileri değerlendirilecektir. Bu amaçla cevaplandırılması düşünülen sorular şunlardır: 1- Televizyon kanallarına göre haberlerdeki ideoloji inşa stratejileri nelerdir ve egemen söylemin yeniden üretilmesindeki katkısı nedir? 2- Haber konularına göre haberde ideoloji inşa stratejileri nelerdir? 5.2. SINIRLILIKLAR 15 günlük dönemde, ana haber bültenlerinde Tablo 1’de görüldüğü gibi KANAL D’de 223 ve STV’de 255 olmak üzere toplam 478 haber yer almıştır. Tablo 1. Kanallara Göre Haber Sayısı STV Haber Sayısı KANAL D TOPLAM Sayı % Sayı % Sayı % 255 53,3 223 46,7 478 100 Tablo 2. Kanallara Göre Tekrar Edilen Haberlerin Dağılımı STV 39 7 KANAL D 27 30 TOPLAM 66 37 Kılıçdaroğlu-Fırat Düellosu Boykot Çağrısı Çankaya Belediye Başkanı rüşvet iddiası Pakistan’da bombalı saldırı 5 1 3 4 12 8 3 2 17 9 6 6 Sahte sağlık raporu Bandırma’da batan gemi Türkiye genelindeki yağışlar CHP yurt dışından yardım 4 3 1 3 1 3 - 4 4 4 3 Şiddetli yağışlar İzmir’de bebek ölümleri 1 2 2 1 3 3 Ergenekon Soruşturması Deniz Feneri Davası Tablo 2’de haber bültenlerinde tekrar edilen haberlerin kanallara göre dağılımı görülmektedir. Ergenekon Soruşturması (Ümraniye’de bir gecekonduda 27 el bombası bulunmasıyla başlayıp zamanla genişleyen, askeriye, emniyet, basın ve sanat camiasından kişilerin yer aldığı, silahlı terör örgütü kurmak, hükümeti görev yapamaz hale getirmek, halkı isyana teşvik etmek gibi çeşitli iddialarla gündeme gelen soruşturma süreci (www.wikipedia.org)), Deniz Feneri Davası (Almanya’daki Deniz Feneri Derneği’nin bağışçıların paralarını amaç dışı kullanarak yolsuzluk yaptığı iddiası ile ilgili dava süreci), Başbakan’ın Boykot Çağrısı (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Do- 197 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 ğan Yayın Grubu’na ait gazeteleri vatandaşların almamasına yönelik yaptığı çağrı) ve Kılıçdaroğlu- Fırat Düellosu (CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın basın karşısında yaptığı tartışma programı), bahsedilen seçim kriterlerinde öne çıkan ve inceleme sürecine alınan haber konularıdır. Haber bültenleri içinde tekrar edilme şansı bulan diğer haberler söz konusu kriterleri sağlamadıkları için araştırma dışında bırakılmışlardır. Araştırmada, her iki televizyon kanalına ait, 15 günlük ana haber bülteninde yer alan ve yukarda belirtilen konulardaki haberlerin tam metinleri incelenmeye alınmıştır. Kayıt yapılan süreç boyunca bültenlere en çok konu edilen haberler tespit edilmiştir. Yapılan ön inceleme sonucu kayıt edilen dönem boyunca en az dokuz ve daha fazla sayıda bültenlere konu edilen haberler araştırmaya dâhil edilmiştir. Üç’ten daha az konu edilen haberler ise tabloya alınmamıştır. 5.3. EVREN VE ÖRNEKLEM Televizyon ana haber bültenlerinde yer alan haberlerin çerçevelenerek egemen söylemin yeniden üretimine katkı sağladığı yargısı etrafında şekillenen araştırmanın evreni, Türkiye’de ulusal çapta yayın yapan televizyonların ana haber bültenleridir. Ancak evrenin geniş olması ve tümünün analiz edilmesinin güçlüğü göz önüne alınarak seçilen iki televizyon kanalının (KANAL D ve STV) ana haber bültenleri araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Bu kanalların ve televizyon haberlerinin seçilmesinde öncelikli olarak açık yayın yapan, tecimsel kanal özelliği taşıyan, tematik olmayan, farklı yayın gruplarına ait televizyon kanalları tespit edilmiştir. Tespit edilen televizyon kanalları içerisinde yapılan kura sonucu STV (Samanyolu Televizyonu) ve KANAL D araştırmanın örneklemi olarak belirlenmiştir. Yine belirlenen kanalların ana haber bültenlerinin kayıt edilerek incelenmesi için KANAL D’nin saat 18.00’da, STV’nin 17.20’deki ana haber bültenlerinin 15 Eylül–29 Eylül 2008 tarihleri arasındaki 15 günlük bir tesadüfî dönem seçilmiştir. 5.4. YÖNTEM Niceliksel yöntemin somut çözümler üzerinde yararlı bir denetim sağlayabilmesi (Dursun 2001: 203) nedeniyle bu çalışmada içerik çözümlemesi yöntemi tercih edilmiştir. Ayrıca toplumsal davranışı etkilemeden, kayıtlı iletişim belgelerine dayalı bir araştırma olması ve gizli içeriğin araştırma konusu edilerek içeriğin esas anlamının ortaya konulmasının sağlanması (Tonga 2005) diğer tercih sebepleridir. 5.5 BULGULAR VE YORUM 5.5.1. Kanallara Göre Haber Konuları Tablo 3. Kanallara Göre Haber Konularının Dağılımı STV Ergenekon Soruşturması Deniz feneri davası Kılıçdaroğlu-Fırat düellosu Boykot Çağrısı TOPLAM Sayı 39 7 5 1 52 Her iki kanalda da en çok yer bulan haber Ergenekon Soruşturması ile ilgili haberler olmuştur. Bunu sırasıyla Deniz Feneri davası, Kılıçdaroğlu- Fırat düellosu ve Başbakanın Boykot Çağrısı takip etmiştir. Haber konularının sıralanması açısından iki kanal paralellik gösterse de haber sayıları açısından iki kanal arasında farklılıklardan söz etmek mümkündür. 198 % 57,4 20 29,4 11,1 40,3 KANAL D Sayı % 29 42,6 28 80 12 70,6 8 88,9 77 59,7 TOPLAM Sayı % 68 100 35 100 17 100 9 100 129 100 Bu fark Ergenekon Soruşturması konulu haberlerde birbirine yakın olsa da, Deniz Feneri davası, Kılıçdaroğlu- Fırat düellosu, Başbakanın Boykot Çağrısı ile ilgili haberlerde daha belirgindir. Ergenekon Soruşturmasına ilişkin haberler, her iki kanalda da incelemeye alınan haberler için- Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206) de en çok konu edilen haberler olduğu görülmektedir. Almanya’daki Deniz Feneri Derneği yöneticilerinin bağışçılardan topladıkları bağış paralarını uygunsuz bir şekilde kullandıklarına ilişkin dava sürecinin konu edildiği haberler KANAL D ve STV’nin ikinci sırada işledikleri haber konusunu oluşturmaktadır. KANAL D dava sürecini Almanya’dan gün gün izleyip detaylı bir şekilde işlenirken, STV ise bu konu ile ilgili gelişmeleri yüzeysel bir şekilde aktarmıştır. Bunu haber sayılarından anlamak da mümkündür. KANAL D Deniz Feneri davası ile ilgili 28 haber yer alırken, STV’de bu sayı 7’de kalmıştır. 5.5.2. Kanallara Göre Haberde İdeoloji İnşa Stratejileri Çalışmanın odak noktasını haberde egemen söylemin yeniden üretilmesi ve bu süreçte yer alan ideoloji inşa stratejileri oluşturmaktadır. Bu doğrultuda incelenen tüm haberlere ilişkin ideoloji inşa stratejilerinin frekans dağılımı Tablo 4’te yer almaktadır. Tablo 4. Haber İdeoloji İnşa Stratejilerinin Dağılımı TOPLAM Sayı % 86 67,7 25 19,7 16 12,6 8 6,3 6 4,72 Parçasallaşma Meşrulaştırma Şeyleştirme Birleştirme Gizleme/ Gizemleştirme Bazı haberlerde birden fazla ideoloji inşa stratejisinin kullanıldığı dikkate alınarak incelendiğinde haberlerin büyük bir çoğunluğunda parçasallaşma ideoloji inşa stratejisinin öne çıktığını söylemek mümkündür. Parçasallaşma, 86 haberde (%67,7) kullanılmıştır. İkinci sırada 25 haberle (%19,7) meşrulaştırma gelmektedir. 16 haberle (%12,6) şeyleştirme üçüncü sırada yer alırken, birleştirme 8 haberle (%6,3) dördüncü, gizleme 6 haberle (%4,72) beşinci sırada kullanılan ideoloji inşa stratejileri olmuştur. İdeoloji inşa stratejilerinin kanallara göre dağılımı incelendiği zaman karşımıza Tablo 5’deki durum çıkmaktadır. Tablo 5. Kanallara Göre İdeoloji İnşa Stratejilerinin Dağılımı STV Parçasallaşma Meşrulaştırma Şeyleştirme Birleştirme Gizleme/ Gizemleştirme TOPLAM Sayı 39 7 6 4 56 Araştırmaya dâhil edilen haberlerin bazılarında birden fazla ideoloji inşa stratejisinin kullanılması nedeniyle STV’deki 51 haberde 56, KANAL D’deki 76 haberde 85 ideoloji inşa stratejisinin varlığı saptanmıştır. İdeoloji inşa stratejilerinin kullanımı açısından her iki kanal karşılaştırıldığında parçasallaşmanın her iki kanalda öne çıktığını söylemek mümkündür. 5.5.3. Haber Konularına Göre Haberde İdeoloji İnşa Stratejileri Araştırmaya dâhil edilen haber konuları ışığında kanalların hangi ideoloji inşa stratejilerini kullandıklarını belirlemek amacıyla aşağıdaki tablolar oluşturulmuştur. KANAL D % 45,3 28 37,5 66,7 40 Sayı 47 18 10 8 2 85 % 54,7 72 62,5 100 33,3 60 TOPLAM Sayı 86 25 16 8 6 141 % 100 100 100 100 100 100 STV’de araştırmaya dâhil edilerek incelemeye alınan 57 haber konusu ile ideoloji inşa stratejileri arasındaki ilişki Tablo 6’da verilmiştir. 57 haber konusunda 7 kez (%12,3) meşrulaştırma, 4 kez (%7) gizleme, 40 kez (%70,2) parçasallaşma ve 6 kez de (%10,5) şeyleştirme kullanılmıştır. İdeoloji inşa stratejileri içinde birleştirmeye STV’de hiç rastlanmamıştır. Haber konuları ile karşılaştırıldığında ise Deniz Feneri Davası ile ilgili haberlerde 2 kez meşrulaştırma (%25), 2 kez gizleme (%25), 1 kez parçasallaşma (%12,5), 3 kez şeyleştirme (%37,5) ideoloji inşa stratejisi kullanılmıştır. Ergenekon Soruşturması konulu haberlerde 2 kez (%4,9) meşrulaştırma, 2 kez (%4,9) gizleme, 35 kez (%85,3) parçasallaşma ve 2 kez de (%4,9) şeyleştirme kullanılmıştır. STV’de yayınlanan 199 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Boykot Çağrısı ile ilgili 1 haber bulunmaktadır. Bu 1 haberde hem meşrulaştırma (%50), hem de parçasallaşma stratejisi (%50) yer almıştır. Kılıçdaroğlu-Fırat Düellosuna ilişkin 6 haber- den 2’si (%33,3) meşrulaştırma, 3’ü (%50) parçasallaşma ve 1 tanesi de (%16,7) şeyleştirme ideoloji inşa stratejileri arasında değerlendirilmiştir. Tablo 6. STV'de Haber Konularına Göre İdeoloji İnşa Stratejilerinin Dağılımı Sayı % Sayı % Sayı % Parçasallaşma 1 12,5 35 85,3 1 50 Meşrulaştırma Şeyleştirme Gizleme / Gizemleştirme Birleştirme 2 3 2 - 25 37,5 25 - 2 2 2 - 4,9 4,9 4,9 - 1 - 50 - TOPLAM 8 100 41 100 2 100 6 TOPLAM Boykot Çağrısı Ergenekon Soruşturması Deniz Feneri Davası Kılıçdaroğlu & Fırat Düellosu Haber Konusu Sayı % Sayı % 3 50 40 70,2 2 1 - 33 17 - 7 6 4 - 12,3 10,5 7 - 100 57 100 Tablo 7. KANAL D'de Haber Konularına Göre İdeoloji İnşa Stratejilerinin Dağılımı TOPLAM Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % 21 2 4 1 1 29 72,4 6,9 13,8 3,4 3,4 100 13 5 6 5 1 30 43,3 16,7 20 16,7 3,3 100 6 1 1 1 9 67 11 11 11 100 7 10 1 18 38,9 55,6 5,5 100 47 18 11 8 2 86 54,7 20,9 12,8 9,3 2,3 100 KANAL D’de araştırmaya dâhil edilen 77 haber konusunda 86 ideoloji inşa stratejisi tespit edilmiştir. Bu kanaldaki incelemeye alınan haber konuları ile ideoloji inşa stratejileri arasındaki bağlantı ise şöyledir: 77 haber konusunda 18 kez (%20,9) meşrulaştırma, 2 kez (%2,3) gizleme, 8 kez (%9,3) birleştirme, 47 kez (%54,7) parçasallaşma ve 11 kez de (%12,8) şeyleştirme kullanılmıştır. Haber konuları açısından bakıldığında ise Deniz Feneri Davası ile ilgili yayınlanan haberlerinde 2 kez (%6,9) meşrulaştırma, 1 kez gizleme (%3,4), 1 kez birleştirme (%3,4), 21 kez (%72,4) parça- 200 Boykot Çağrısı Ergenekon Soruşturması Deniz Feneri Davası Parçasallaşma Meşrulaştırma Şeyleştirme Birleştirme Gizleme / Gizemleştirme TOPLAM Kılıçdaroğlu & Fırat Düellosu Haber Konusu sallaşma, 4 kez de (%13,8) şeyleştirme karşımıza çıkmaktadır. Ergenekon Soruşturması konulu haberlerde 5 kez (%16,7) meşrulaştırma, 1 kez gizleme (%3,3), 5 kez (%16,7) birleştirme, 13 kez (%43,3) parçasallaşma ve 6 kez (%20) şeyleştirme gözlenmiştir. Boykot Çağrısı ile ilgili haberlerde 1 kez (%11) meşrulaştırma, 1 kez (%11) birleştirme, 6 kez (%67) ve 1 kez de (%11) şeyleştirmeye yönelik ideoloji inşa stratejisi belirlenmiştir. KılıçdaroğluFırat Düellosu konulu haberlerde 10 kez (%55,6) meşrulaştırma, 1 kez (%5,5) birleştirme ve 7 kez de (%38,9) parçasallaşma ideoloji stratejilerinin varlığı tespit edilmiştir. Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206) ortaya konulmasıdır. Böylelikle kanallara göre ayrı ayrı tespit edilen bu durumla, adı geçen kişi, kurum ve kuruluşların, başka bir değişle egemen söylemlerin, yeniden üretim sürecinde kullandıkları ideoloji inşa stratejileri ile hangi mesajları vermek istedikleri tespit edilebilecektir. Tablo 8’de STV ve Tablo 9’da KANAL D’ye ait verileri görmek mümkündür. 5.5.4. Haberde İdeoloji İnşa Stratejilerine Göre Haberde Adı Geçenler İncelemeye alınan haber konuları dâhilinde sıklıkla tekrar edilerek öne çıkan kişi, kurum ya da kuruluş adları, haber ideoloji inşa stratejileri ile karşılaştırılmıştır. Bundaki amaç, adı geçen kişi, kurum ya da kuruluşların daha çok hangi ideoloji inşa stratejisi ile ilişkilendirildiğinin Tablo 8. STV'de İdeoloji İnşa Stratejilerine Göre Haberde Adı Geçenlerin Dağılımı TOPLAM Şeyleştirme Parçasallaştırma Birleştirme leştirme Meşrulaştırma Gizleme/ Gizem- İdeoloji İnşa Stratejileri Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % 12 4,5 10 3,7 - - 243 90,7 3 1,1 268 100 Tuncay Özkan - - - - - - 72 100 - - 72 100 Şener Eruygur 5 7,5 14 20,9 - - 27 40,3 21 31,3 67 100 Adil Serdar - - - - - - 59 100 - - 59 100 19 33,9 - - - - 29 51,8 8 14,3 56 100 27 49,1 - - - - 22 40 6 10,9 55 100 9 36 2 8 - - 13 52 1 4 25 100 Zahit Akman 13 59,1 4 18,2 - - 2 9,1 3 13,6 22 100 Deniz Feneri 3 17,6 2 11,9 - - 9 52,9 3 17,6 17 100 AKP 3 50 - - - - 3 50 - - 6 100 TOPLAM 91 14,1 32 4,9 - - 479 74 45 7 647 100 Ergenekon Saçan Kemal Kılıçdaroğlu Mehmet Mir Dengir Fırat Recep Tayyip Erdoğan Derneği STV’de araştırmaya alınan haber konuları dâhilinde adı geçenlerin geneline göre ideoloji inşa stratejilerinin dağılımı şöyledir: 647 adı geçen kişi, kurum ya da kuruluştan, 91’inde (%14,1) meşrulaştırma, 32’sinde (%4,9) gizleme, 479’unda (%74) parçasallaştırma ve 45’inde (%7) şeyleştirme tespit edilmiştir. STV’de incelenen haberde adı geçen kişi, kurum ve kuruluşlar dağılımında, birleştirme ideoloji stratejisine hiç rastlanmamıştır. Kişi, kurum ve kuruluş adlarına tek tek bakıldığında ise karşımıza şu durum çıkmaktadır. 268 kez geçen Ergenekon adında 12 kez (%4,5) meşrulaştırma, 10 kez (%3,7) gizleme, 243 kez (%90,7) parçasallaştırma, 3 kez (%1,1) şeyleş- tirme tespit edilmiştir. Toplamda 25 kez geçtiği belirlenen Recep Tayyip Erdoğan adında 9 kez (%36) meşrulaştırma, 2 kez (%8) gizleme, 13 kez (%52) parçasallaştırma ve 1 kez (%4) şeyleştirme kullanılmıştır. Deniz Feneri Derneği’ne ilişkin 17 tekrarda 3 kez (%17,6) meşrulaştırma, 2 kez (%11,9) gizleme, 9 kez (%52,9) parçasallaştırma, 3 kez (%17,6) şeyleştirme kullanılmıştır. Toplamda 67 kez geçen Şener Eruygur adında 5 kez (%7,5) meşrulaştırma, 14 kez (%20,9) gizleme, 27 kez (%40,3) parçasallaştırma ve 21 kez (%31,3) şeyleştirme kullanıldığı tespit edilmiştir. Toplam 56 kez tekrarlanan Kemal Kılıçdaroğlu adında 19 kez (%33,9) meşrulaştırma, 29 kez (%51,8) parça- 201 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 sallaştırma, 8 kez de (%14,3) şeyleştirme tespit edilmiştir. 72 kez tekrar edilen Tuncay Özkan ve 59 kez tekrar edilen Adil Serdar Saçan isimlerinin tamamı (%100) parçasallaştırma ideoloji inşa stratejisi olarak tespit edilmiştir. Toplamda 55 kez tekrarlanan Mehmet Mir Dengir Fırat adı ise 27 kez (%49,1) meşrulaştırma, 4 kez (%18,2) gizleme, 22 kez (%40) parçasallaştırma, 6 kez de (%10,9) şeyleştirmede kulla- nılmıştır. Toplamda 22 kez geçtiği belirlenen Zahit Akman adı, 13 kez (%59,1) meşrulaştırma, 4 kez (%18,2) gizleme, 2 kez (%9,1) parçasallaştırma ve 3 kez de (%13,6) şeyleştirme ile kullanılmıştır. AKP adı toplamda 6 kez geçmiş ve bunun 3 tanesi (%50) meşrulaştırmada, 3 tanesi de (%50) parçasallaştırmada kullanılmıştır. Tablo 9. KANAL D'de İdeoloji İnşa Stratejilerine Göre Haberde Adı Geçenlerin Dağılımı TOPLAM Şeyleştirme Parçasallaştırma Birleştirme leştirme Meşrulaştırma Gizleme/ Gizem- İdeoloji İnşa Stratejileri Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Recep Tayyip Erdoğan 48 20,3 3 1,3 23 10 148 62,7 14 5,9 236 100 Deniz Feneri Derneği 8 5,6 - - 9 6 119 83,2 7 4,9 143 100 Mehmet Mir Dengir 58 43 - - 11 8 66 48,9 - - 135 100 Kemal Kılıçdaroğlu 52 39,1 - - 16 12 65 48,9 - - 133 100 Ergenekon 11 10,7 1 1 22 21 49 47,6 20 19,4 103 100 - - - - 3 3 91 96,8 - - 94 100 AKP 18 20,7 - - 11 13 52 59,8 6 6,9 87 100 Şener Eruygur 27 32,9 - - 17 21 1 1,2 37 45,1 82 100 Adil Serdar Saçan 4 5 3 3,8 16 20 48 60 9 11,3 80 100 Tuncay Özkan 5 7,4 - - 19 28 41 60,3 3 4,4 68 100 231 19,9 7 0,6 147 13 680 58,6 96 8,3 1161 100 Fırat Zahit Akman TOPLAM Tablo 9’da KANAL D’de incelenen adı geçenlerin geneline göre ideoloji inşa stratejilerinin dağılımları ise şöyledir: 1161 adı geçen kişi, kurum ya da kuruluştan, 231’inde (%19,9) meşrulaştırma, 7’sinde (%0,6) gizleme, 147’sinde (%13) birleştirme, 680’inde (%58,6) parçasallaştırma ve 96’sında (%8,3) şeyleştirme tespit edilmiştir. Kişi, kurum ya da kuruluş adları tek tek ele alındığında, kullanılan ideoloji inşa stratejilerinin dağılımları şu şekilde özetlenebilir: Toplamda 103 kez tekrarlanan Ergenekon adında 11 kez (%10,7) meşrulaştırma, 1 kez (%1) gizleme, 22 kez (%21) birleştirme, 49 kez (%47,6) parçasallaştırma ve 20 kez (%19,4) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 236 kez tekrarlanan Recep Tayyip Erdoğan adında 48 kez (%20,3) meşrulaştırma, 3 kez 202 (%1,3) gizleme, 23 kez (%10) birleştirme, 148 kez (%62,7) parçasallaştırma ve 14 kez (%5,9) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 143 kez tekrarlanan Deniz Feneri Derneği adında 8 kez (%5,6) meşrulaştırma, 9 kez (%6) birleştirme, 119 kez (%83,2) parçasallaştırma ve 7 kez (%4,9) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 82 kez tekrarlanan Şener Eruygur adında 27 kez (%32,9) meşrulaştırma, 17 kez (%21) birleştirme, 1 kez (%1,2) parçasallaştırma ve 37 kez (%45,1) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 133 kez tekrarlanan Kemal Kılıçdaroğlu adında 52 kez (%39,1) meşrulaştırma, 16 kez (%12) birleştirme ve 65 kez (%48,9) parçasallaştırma geçmektedir. Toplamda 68 kez tekrarlanan Tuncay Özkan adında 5 kez (%7,4) meşrulaştırma, 19 kez (%28) birleştirme, 41 kez (%60,3) parçasallaştırma ve 3 kez (%4,4) şey- Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206) leştirme geçmektedir. Toplamda 80 kez tekrarlanan Adil Serdar Saçan adında 4 kez (%5) meşrulaştırma, 3 kez (%3,8) gizleme, 16 kez (%20) birleştirme, 48 kez (%60) parçasallaştırma ve 9 kez (%11,3) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 135 kez tekrarlanan Mehmet Mir Dengir Fırat adında 58 kez (%43) meşrulaştırma, 11 kez (% 8) birleştirme ve 66 kez (%48,9) parçasallaştırma geçmektedir. Toplamda 87 kez tekrarlanan AKP adında 18 kez (%20,7) meşrulaştırma, 11 kez (%13) birleştirme, 52 kez (%59,8) parçasallaştırma ve 6 kez (%6,9) şeyleştirme geçmektedir. SONUÇ Her kanal mutlaka etkisi altında olduğu egemen söylem ya da söylemleri, haber yayınlarında farklı şekillerde ideoloji inşa stratejileri kullanarak yeniden üretilmelerine katkı sağlamaktadır. Ağırlıklı olarak her iki kanal için de karşıt görüşlerin, diğer egemen söylemlerin sistem dışında bırakılmasını, farklılık yüklenmesini sağlayan parçasallaşmanın kullanıldığını söylemek mümkündür. Kanalların kendi egemen söylemlerini güçlendirmek ve desteklemek için meşrulaştırma ve şeyleştirmeye de sıklıkla başvurdukları görülmektedir. Her iki kanalın da sık olmamakla birlikte zaman zaman egemen söylemlerin gizlenmesi/ maskelenmesi yönünde ideoloji inşa stratejisi kullandıkları belirtilebilir. Başat ideolojilerin tek bir egemen söylem altına alınmasını ifade eden birleştirme ideoloji inşa stratejisi, araştırmada sadece KANAL D’nin ana haber bülteninde incelemeye alınan haberlerde gözlenmiştir. STV’de bu ideoloji inşa stratejisine yer verilmemiştir. Her iki kanalda en çok kullanılan ideoloji inşa stratejisi parçasallaşmadır. İncelenen haber konuları genelinde parçasallaşmanın STV’de % 70, KANAL D’de ise % 54,7 oranında ilk sırada yer alan haber ideoloji inşa stratejisi olduğunu söylemek mümkündür. Her iki kanalda da sıklıkla başvurulan bu ideoloji inşa stratejisi kanallarda yer alan ve incelenen haber konularına göre farklılık göstermektedir. STV en çok 35 haberle Ergenekon Soruşturması ile ilgili haberlerde bu ideoloji inşa stratejisini kullanırken, KANAL D’de en çok 21 haberle Deniz Feneri Davası ile ilgili haberlerde parçasallaşma kullanılmıştır. Daha sonra sırasıyla; meşrulaştırma, şeyleştirme, gizleme ve birleştirme ideoloji inşa stratejilerinin kullanıldığı tespit edilmektedir. Parçasallaşma ile savunulan egemen söylemin, mevcut durumun yerine geçmesi, diğer baskın karakterdeki güçlerin söylemlerinin dışarıda bırakılması veya başkalaştırarak farklı kılınması amaçlanmaktadır. STV’de Ergenekon Soruşturması ile ilgili haberlerin bu strateji doğrultusunda öne çıktığı görülmektedir. Siyaset kimliklerden, sivil toplum örgütleri yöneticilerine, askeri kanattan, medyatik isimlere kadar çok yönlü bir soruşturmayı içine alan Ergenekon Soruşturması, mevcut iktidarın darbe ile yıkılarak, yerine askeri yönetimin geçmesini isteyen bir örgütün varlığı iddiası üzerine kurulan haber konusudur. Mevcut siyasi iktidara yakınlığı ile bilinen STV’de Ergenekon Soruşturması ile ilgili haberlerin, terör örgütü olduğu iddia edilen oluşumu dışlayan çizgide ele alındığını söylemek mümkündür. KANAL D’de parçasallaşma ile ilgili Deniz Feneri Davası konulu haberlerin öne çıktığı görülmektedir. Habere konu olan ve Almanya’da faaliyet gösteren Deniz Feneri Derneği, Alman Mahkemelerinde bağışçıların paralarını uygunsuz şekilde kullandıkları iddiası ile yargılanmaktadır. Türkiye’de aynı adla faaliyet gösteren ve mevcut iktidara yakın olduğu gözlenen Dernek’in söz konusu yolsuzlukta payı olduğu da iddialar arasındadır. Genel olarak haber bültenlerinde mevcut siyasi iktidarın karşısında yer alan bir tutum sergileyen KANAL D’nin, söz konusu haberlerde Deniz Feneri Derneği’ne bağlı olarak mevcut siyasi iktidarı parçasallaştıran bir yol izlediği gözlenmektedir. STV’de adı geçen kişi, kurum ya da kuruluş açısından hangi ideoloji inşa stratejilerinin öne çıktığına bakıldığında içinde Ergenekon adı geçen haberlerde % 90,7 oranında parçasallaştırma ideoloji inşa stratejisinin kullanıldığı görülebilmektedir. Ergenekon soruşturmasına yönelik haberlerin aktörleri arasında sayılan Şener Eruygur, Tuncay Özkan ve Adil Serdar Saçan isimlerinin de aynı doğrultuda parçasallaştırıldığını söylemek mümkündür. Recep Tayyip Erdoğan adının geçtiği haber konuları içinde de % 52’lik oranıyla parçasallaştırma öne çıkmaktadır. Bu durum ise, bu siyasi kimliğe yakınlığı ile bilinen STV’nin, bu isme 203 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 yönelik karşıt görüşleri parçasallaştırmak istediği şeklinde yorumlanabilir. Deniz Feneri Derneği adında da parçasallaştırma % 52,9’luk oranıyla diğer ideoloji inşa stratejileri içinden öne çıkmaktadır. Bunda da Recep Tayyip Erdoğan adında olduğu gibi, tarafında yer aldığı söylemin karşısındaki söylemleri farklılaştırma isteği şeklinde yorumlanabilir. AKP Milletvekili Mehmet Mir Dengir Fırat adının geçtiği haberlerde % 49,1’lik oranıyla meşrulaştırma ilk sırada yer almaktadır. Belirtildiği üzere mevcut siyasi iktidara yakınlığı ile bilinen STV’de bu siyasi iktidar partisine mensup milletvekili ile ilgili haberlerin meşru bir temele oturtulduğu, bunun içinde izleyicilerin gözünde söz konusu söylemin onaylanmasını sağlayacak yönde haberlerini çerçevelediği söylenebilir. Zahit Akman adının geçtiği haberlerde % 59,1’lik oranla meşrulaştırma ideoloji inşa stratejisinin ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Deniz Feneri Dava sürecinde yapıldığı iddia edilen yolsuzlukla ilişkilendirilen ve mevcut siyasi iktidar tarafından göreve getirilen RTÜK Başkanı Zahit Akman hakkındaki haberlerin de yine STV’de meşruluk kazandırılmasına yönelik düzenlendiği ifade edilebilir. AKP adının geçtiği haberlerde ise % 50 oranında meşrulaştırma ve % 50 oranında da parçasallaştırma ideolojilerinin kullanıldığı saptanmıştır. Bu duruma ilişkin de, bir yandan mevcut iktidarın otoritesi kabul edilebilir ve onaylanabilir şekilde sunulurken, diğer yandan da mevcut iktidara alternatif olabilecek ve bu egemen söylemin yerine geçebilecek karşıt egemen söylemlerin farklılaştırıldığı dile getirilebilir. KANAL D’de haberde adı geçen kişi, kurum ve ya kuruluş adlarında öne çıkan ideoloji inşa stratejilerine bakıldığı zaman Ergenekon’da öne çıkan ideoloji stratejisinin % 47,6’lık oranla parçasallaştırma olduğu görülmektedir. KANAL D’de Ergenekon Soruşturmasına ilişkin haberler, taraflarının net bir şekilde belli olmadığı, askeriyeden emniyete, medya mensuplarından sanatçılara kadar tanınmış ve mevcut iktidarın karşısında faaliyet gösterdikleri iddia edilen kişilerin isimlerinin geçtiği bir yapılanma olarak aktarılmaktadır. Genel anlamda soruşturma kapsamında çok detaylı bilginin olmaması, devam eden bir operasyonlar dizisi olması nedeniyle ağırlıklı olarak KANAL D’de bu isim parçasallaşma yönünde 204 işlenmiştir. Ergenekon Soruşturmasına yönelik haberlerin aktörleri arasında sayılan Tuncay Özkan ve Adil Serdar Saçan isimlerinin de aynı doğrultuda parçasallaştırıldığını söylemek mümkündür. Yine aynı haber konusuyla ilişkilendirilen, Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanarak cezaevine konulan ve sağlık sorunlarıyla tekrar gündeme gelen Emekli Orgeneral Jandarma Eski Genel Komutanı Şener Eruygur’un en çok adının geçtiği ideoloji inşa stratejisi ise şeyleştirme olmuştur. KANAL D’nin Şener Eruygur’un adının geçtiği haberlerde şeyleştirme ile standartlaştırma, mevcut söylemin doğallaştırılarak bir rutin hale getirilmesi, dolayısıyla yeni yorumların dışta bırakılarak bir dışlama mantığının oluşturulması amaçlanmıştır. Başka bir değişle KANAL D’de emekli bir asker olarak ülkenin üst düzey yönetim kademelerinde yer alan Şener Eruygur’un adının geçtiği haberler, onun söylemini, yaptığı işi doğallaştırmayı ve izleyicinin konu hakkında resmi bir görüş edinmesini sağlamaktadır. Recep Tayyip Erdoğan isminin geçtiği haberlerin % 62,7’lik bir oranıyla ilk sırasında parçasallaştırma yer almaktadır. Mevcut siyasi iktidarın karşısında yer alan KANAL D’de mevcut siyasi iktidarın liderinin söylemlerinin farklılaştırılarak sistem dışına itilmesi doğal olarak görülmektedir. Burada da Recep Tayyip Erdoğan isminin geçtiği haberlerin gözle görülür bir çoğunluğunda, onun söylemini farklılaştıracak ideoloji inşa stratejisi seçilmiştir. Deniz Feneri Derneği adının geçtiği haberlerin % 83,2’sinde parçasallaştırma ideoloji inşa stratejisinin öne çıktığı belirlenmiştir. Yine bu isme paralel olarak aynı haber konusunun aktörlerine dâhil edilen Zahit Akman’ın isminin de % 96,8’lik oranla parçasallaştırma ideoloji inşa stratejisi içinde değerlendirildiğini görmek mümkündür. Deniz Feneri Davası konulu haberlerde ön plana çıkan Recep Tayyip Erdoğan, Zahit Akman ve Deniz Feneri Derneği parçasallaştırılarak düzen dışında bırakılmak istenen isimler, dolayısıyla düzen dışında bırakılmak istenen egemen söylemler olarak değerlendirilebilirler. Uygulama sonucunda yapılan analizlerde ortaya çıkan çerçevelemeler ile kitle iletişim araçlarının ve özellikle de televizyonun haberi verirken onu nasıl anlamlandırılacağına ilişkin sınırları da birlikte aktararak; izleyicinin bilincini, sosyal, kültürel ve politik sonuçları olacak Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206) şekilde nasıl oluşturduğunu böylece tespit etmek mümkün olmaktadır. KAYNAKLAR Althusser L (2003) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Alp Tümertekin (çev), İthaki Yayınları, İstanbul. Atabek N ve Uztuğ F (1998) Haberde Çerçeveleme ve Öne Çıkarma, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Kurgu Derg, 15 Eskişehir. Chomsky N ve Herman E S (1998) Medya Halka Nasıl ‘Evet’ Dedirtir: Kitle İletişim Araçlarının Ekonomi Politiği, Berfu Akyolda, Tamara Han, Metin Çetin ve İsmail Kaplan (çev), Minerva Yayınları, İstanbul. Dursun Ç (2001) Televizyon Haberlerinde İdeoloji İmge Kitabevi, Ankara. Erdoğan İ ve Alemdar K (1990) İletişim ve Toplum Bilgi Yayınevi, Ankara. Ergül H (2001) Absürdün Sınırında Haber: Magazin Söylemi ve Duyargalarımız, http:// www.medyakronik.net/akademi/makaleler/mak aleler28. htm, 24.12.2007. Fiske J (1996) İletişim Çalışmalarına Giriş, Süleyman İrvan (çev), Bilim Sanat Yayınları, Ankara. Karaduman S (2007) Medyatik Gerçeklikte Kimlik Temsilleri: Televizyon Haberlerinin Aktörleri Üzerine Düşünceler, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Derg, 4 (4), 45–56. Köse H (2001) Konuşma, İfade Birlikleri ve İktidar Söylemleri, http://www.istanbul.edu.tr /4.boyut/ilksayi/hkose-iktidarsoylemi.htm, 26.11.2008. Mardin Ş (1992) İdeoloji, İletişim Yayınları, İstanbul. Mc Carthy, E D (2002) Bilgi Kültürü- Yeni Bilgi Sosyolojisi, Çivi Yazıları, İstanbul. Mora N (2007) Haber ve Haber Söylemi, www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article. php?sid= 26.11.2008. Mutlu E (1998) İletişim Sözlüğü, Ark Yayınları, Ankara. Orhon N E (2004) Değişim Değeri Açısından Televizyon Haberi - Teknolojik Ve İdeolojik Boyutuyla Metalaşan Televizyon Haberleri, Anadolu Üniversitesi Yayınları No:1537, Eskişehir. Özkanal B (1998) Televizyon Haber Programlarında Gerçekliğin Sunumu, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir. Özdenören R (2002) Yazı, İmge, Gerçeklik, İz Yayıncılık, İstanbul. Sancar Ü S (1997) İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan Söyleme, İmge Kitabevi, Ankara. Scheufele D A (1999) Framing as a Theory of Media Effects, Journal of Communication, http://www.asc.upenn.edu/usr/ogandy/ C45405 %20resources/Scheufele%20framing20as%20 effects.pdf, 09.03.2009. Kaya, A Y ve Serarslan, M (2004) İstanbul Terör Saldırılarının İngiliz Basınına Yansıması, Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü, Orhan Gökçe ve Uğur Demiray (ed), Çizgi Kitabevi, Konya, 359–379. Shoemaker P ve Resse S D (2002) İdeolojinin Medya İçeriği Üzerindeki Etkisi, Medya Kültür Siyaset, Süleyman İrvan (der), Alp Yayınevi, Ankara. Kazancı M (2002) Althusser, İdeoloji ve İletişimin Dayanılmaz Ağırlığı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Derg, 55–87 Sholle D J (2005) Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar/ Bilgiye, Medya İktidar İdeoloji, Mehmet Küçük (der) Ark Yayınları, Ankara. Kazancı M (2003) Althusser ile İdeoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi, Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Derg, 37–53 Tokgöz O (2000) Temel Gazetecilik, İmge Kitabevi, Ankara. Kazancı M (2006) Althusser, İdeoloji ve İdeolojiyle İlgili Son Söz, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Derg, 67–93 Tonga Y (2005) İçerik Analizi/ Karşılaştırmalı Yöntem, http://yunus.hacettepe.edu.tr/~tonta/ courses/spring2005/bby208/bby208-4b-icerikanalizi.ppt, 19.03.2009. 205 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Yüksel E ve Gürcan, H İ (2005) Haber Toplama ve Yazma, Tablet Kitabevi, Konya. Yüksel Y (2008), Polisin Parlayan İmajı ve Medya, http://www.isref.org/index.php?pid= 43&page=view&id=798, 09.03.2009 Yavaşgel E (2004) Uluslar Arası Siyasette İletişim Politikaları Yaratan İdeolojik Tabanlı Olgu ve Kavramlar, Medyada Yeni Yaklaşımlar, Metin Işık (ed) Eğitim Kitabevi, Konya. 206 YAYIN YAPMA YASAĞI KARARLARININ TÜRK MEDYASINA YANSIMASI Sevil Yıldız* ÖZET Çalışmamızda mahkemeler tarafından yazılı ve görsel basın araçları için verilen yayın yasağı kararlarının ifade ve basın özgürlüğü açısından hukuki temelleri araştırılmakta ve hangi hallerde yayın yasağı kararının verilebileceği Anayasa başta olmak üzere ilgili yasaların maddeleri ele alınarak irdelenmektedir. Konuyla ilgili uygulama çalışması olarak yazılı basının Ergenekon soruşturmasına olan ilgisi içerik çözümlemesi yöntemi kullanılarak araştırılmaktadır. Konunun güncelliği göz önünde bulundurularak yazılı basının Ergenekon soruşturması ile ilgili yayın yasağına uygun davranıp davranmadıkları araştırılıp genel bir değerlendirme ile çalışmamız sona ermektedir. Anahtar sözcükler: İfade özgürlüğü, yayın yasakları, Ergenekon Soruşturması REFLECTION OF VERDICTS ON BROADCASTING PROHIBITIONS TO TURKISH MEDIA ABSTRACT In our study legal basis of broadcasting prohibitions which are adjudicated by courts to written and visual media are investigated according to expression and freedom of the press and in which case the decision to ban publications such as the Constitution can be addressed by the relevant provisions of law are examined. Written applications to work on the subject of press interest in the Ergenekon investigation, by using content analysis methods are investigated. By keeping in mind actuality of the subject, whether the written presses respect broadcasting prohibitions or not about the Ergenekon Investigation are investigated and ended with an overall evaluation study. Keywords: Freedom of expression, broadcasting prohibitions, Ergenekon Investigation I. BASIN YOLUYLA DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ Düşünce özgürlüğü, belirli bir düşüncenin açıklanması ve bu düşüncenin etrafında toplanmanın sağlanması hakkını kapsamaktadır. Salt düşünce, kişinin iç dünyası ile ilgili bir olgudur. Kişinin düşünme yetenek ve imkânının sınırlandırılması ve ortadan kaldırılması mümkün değildir (Kocasakal 2003: 55). Bu nedenle düşünce özgürlüğü kişinin görülemeyen, dokunulamayan iç alanına ilişkin olması neticesinde önemi fazla olmayan bir özgürlük gibi algılanabilmektedir. Oysa kişi, düşünce bazında bir iç özgürlüğe sahip olabildiği ölçüde özgür sayılmaktadır. Düşünce özgürlüğü en asli ve üstün özgürlüktür. Bütün diğer özgürlükler ortadan yok olsa bile, düşünce özgürlüğü varlığını devam ettirecektir (Kaboğlu 2000: 56). Düşünce özgürlüğü asli, temel bir özgürlüktür. Diğer özgürlüklerin çoğu bu özgürlük sağlan* Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi madıkça var olamayacaktır. Örneğin basın özgürlüğü fikir, düşünce ve haberlerin yayılmasına hizmet etmektedir. Burada ikinci derecede olan basın özgürlüğü, hem düşünce özgürlüğünü yaygınlaştırmakta hem de ona dayanmaktadır. Başkalarına yansıtmadan düşünmenin bir yararı yoktur. Düşünce başkalarına nakledilmedikçe anlam taşımayacaktır. Bu nedenle düşünce özgürlüğünün var olabilmesi için, düşünceyi açıklama özgürlüğü, yani ifade özgürlüğü var olmak zorundadır ( Dönmezer 1976: 128). En geniş anlamda ifade özgürlüğü bir düşünce, inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçı yoldan açığa vurulması veya dış dünyada ifade edilmesinin serbest olması demektir (Özek 1978: 74). Bu açıdan değerlendirildiğinde birçok ifade biçiminin korunması gerekmektedir. Geniş anlamda ifade özgürlüğü, sözlü ve yazılı anlatım, sanatsal gösterim, kişisel görünüm ve görüntü tercihi, gösteri, yürüyüş, toplantı yap- Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 ma ve örgütlenme gibi özgürlükleri kapsar. Sadece kitap, makale, deneme, roman ve hikâye yazmak ve yayınlamak değil; resim ve heykel gibi sanat icra etmek, oyun sahnelemek, kıyafet giymek, gösteri yürüyüşü ve toplantıya katılmak, dernek veya topluluk kurmak kişisel veya toplu ifade biçimleri dâhilindedir (Özek 1999: 188). Daha dar anlamda ifade özgürlüğü, birey için kişisel ve toplumsal yaşamın getirdiği sorunlara yönelik ürettiği yanıtlarda özgür olma ve bunları açıklayabilme olanağıdır. Yani ifade özgürlüğü, bireylerin serbestçe düşünme ve bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması, bu düşüncelerini çeşitli araç ve yöntemler kullanarak serbestçe açıklayabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânına sahip olmasıdır (Kaboğlu 2000: 214). Gerek düşüncenin oluşturulması gerekse düşüncenin açıklanması aşamaları yönünden basın, en önemli araç olarak görülmektedir. Gerçekten basın hem oluşturucu hem de oluşmuş düşüncenin açıklanması aracı olarak birbirini tamamlayan ve birbirini izleyen bir görev icra etmektedir. Diğer bir deyişle basın yoluyla düşüncelerin açıklanması belirli bir kamuoyu oluşturmakta; bu oluşumun yarattığı düşünceler ise yine basın yoluyla bir açıklamaya konu olmaktadır (Cohen- Almagor 2002: 65). A. ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELER VE ANAYASAL TEMEL Düşünceyi açıklama özgürlüğü insan haklarını düzenleyen bütün belgelerde yer almaktadır. Bununla birlikte bu özgürlüğün düzenleniş biçimi ve bu özgürlüğe getirilen sınırlamalar birbirlerinden çok farklı olmamakla birlikte her belgeye göre değişmektedir. Bazı belgeler düşünceyi açıklama özgürlüğünü daha geniş bir koruma altına almak için, bu özgürlüklerle ilgili maddeleri ayrıntılı olarak kaleme almışlar ve sınırlama nedenlerini titizlikle belirlemişlerdir (Örn. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi). Buna karşılık Afrika İnsan ve Halklar Hakları Şartı gibi belgelerde ise düşünceyi açıklama özgürlüğünün yalnızca varlığından söz edilmekte, bu özgürlüğün ne şekilde güvence altına alındığına değinilmemektedir. 208 Türkiye’nin de taraf olduğu Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini düşünceyi açıklama özgürlüğü ve sınırlandırılması konuları yönünden inceleyeceğiz. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1966 yılında kabul edilen Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme medeni ve siyasi haklara ilişkin uzun bir liste içermektedir. Söz konusu sözleşmenin 19. maddesi düşünceyi açıklama özgürlüğünü düzenlemektedir. Bu maddeye göre: “ 1. Herkesin müdahaleye uğramadan kanaat edinme hakkı vardır. 2. Herkesin ifade özgürlüğüne hakkı vardır; Bu hak gerek sözlü, yazılı ya da basılı veya sanat eseri şeklinde, gerekse seçilen diğer herhangi bir yoldan, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, her türlü haber ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü içerir. 3. Bu maddenin 2. fıkrasında öngörülen hakların kullanılması bazı ödev ve sorumlulukları da içerir. Bu nedenle belli kısıtlamalara konu olabilirler; ancak bunlar kanunun öngördüğü ve: a) Başkalarının haklarına ve ününe saygılı olmak; b) Ulusal güvenliğin ve kamu düzeninin veya kamu sağlığı ya da ahlakının korunması için zorunlu kısıtlamalardır.” Diğer sözleşme ise 1950 tarihinde kabul edilip 1953 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir. Sözleşmenin 10. maddesi düşünceyi açıklama ve yayma hakkını düzenlemektedir. Bu maddeye göre: “ 1. Herkes düşüncelerini açıklama ve yayma özgürlüğüne sahiptir. Bu hak kanaat özgürlüğünü, kamu makamlarının müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217) 2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin korunması, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayişsizliğin veya suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı formalitelere, şartlara, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.” Görüldüğü üzere insan haklarını garanti altına alan uluslar arası belgelerde düşünceyi açıklama özgürlüğü ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu özgürlüğün hangi araçlarla kullanılabileceği ve hukuki korumanın nasıl işleyeceği hususları açıklığa kavuşturulmuştur. Ayrıca bu belgelerde bu özgürlük bazı sınırlamalara tabi tutulmuştur. Bu sınırlama nedenleri sözleşmeden sözleşmeye bir takım farklılıklar içermekle birlikte Türkiye’nin de taraf olduğu Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin öngördüğü ortak sınırlama nedenleri üç başlık altında toplanabilir (Kaboğlu 2000: 129): 1. Genel ahlakın korunması 2. Başkalarının şöhret ve haklarının korunması 3. Milli güvenliğin, toprak bütünlüğünün ve kamu düzeninin korunması. Kitle iletişim araçları ile ilgili özgürlükler söz konusu olduğu zaman yürürlükteki Anayasanın 25. ve devamı maddelerini incelemek gerekmektedir. Anayasanın 25. maddesine göre “ Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerinin açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” Düşünce özgürlüğü başlığını taşıyan bu madde hükmüne göre düşünce ve kanaatin özgürce şekillenmesi bireylerin kitle iletişim faaliyetleri yoluyla doğru bilgilenmelerinin sağlanmasına bağlıdır. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün düzenleyen 26. maddeye göre “ Herkes düşünce kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir…” Sözü geçen maddenin devam fıkrasında ise, özgürlüğün kullanılmasının “ milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla” sınırlanabileceğini düzenlemiştir. Ayrıca Anayasa koyucu “yayımı engellememenin” altını çizerek 26. maddeye “ haber düşünce yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz” hükmünü ilave etmektedir. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile ilgili Anayasal hükümler incelendiğinde özellikle kitle iletişim faaliyetleri güvence altına alındığı gözlemlenmektedir. Ancak bazı sınırlar dâhilinde söz konusu özgürlüğün sınırlanabileceği de Anayasal hükümlerden anlaşılmaktadır. B. YAYIN YASAKLARI Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden birisi mahkemeler veya ilgili kurumlarca verilen yayın yasağı kararlarıdır. Gerek Basın Kanunu’ndan gerekse Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan alınan yetkiyle mahkemeler soruşturma ve kovuşturma aşamalarında, nedenleri de açıklanarak, yazılı ve görsel basın ve medya kuruluşlarında somut olayla ilgili haber yapılması yasaklanmaktadır. Genel olarak, verilen yayın yasaklarının amacı, yargının amacına uygun işlemesini sağlamak olup, genelde kamu düzenini korumak olmaktadır (Keskin 2001: 34). Yayın yasakları ile ilgili Anayasal güvenceler Anayasanın 28. maddesinde yer almaktadır. 209 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Basının asıl olarak işlevini düzenleyen 28. maddenin ilk fıkrası basın özgürlüğünü teminat altına almaktadır. Devam eden düzenlemelerde ise şu hususlar yer alır. “ Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlandırılmasında, Anayasanın 26. ve 27. maddeleri hükümleri uygulanır. Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararıyla; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili mercii, bu kararını en geç yirmi dört saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz kalır. Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için kanunda belirtilen sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz. …Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, milli güvenliğe ve genel ahlaka aykırı yayımlardan mahkûm olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla toplatılır.” 28. maddede yer alan düzenlemede basın özgürlüğü vurgusu yapılmaktadır. Ancak fıkralar halinde basın özgürlüğünün sınırlarından olan yayın ve dağıtım yasakları, belli koşulların varlığı halinde konulabileceği anlaşılmaktadır. Basın özgürlüğünün sınırlandırılması olarak değerlendirilen yayın yasağı kararı verilebilmesinin anayasal tek nedeni olarak “yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi” öngörülmüştür. Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesinden maksat, adli işlemlerin norma uygun ve adaleti sağlayıcı bir işlerlik kazanması demektir (Ongun 2008: 208). Yargının amacı, yargılama konusu uyuşmazlığın norma uygun bir biçimde çözümlenmesi olduğuna göre, bu çözümlemeyi 210 zorlaştıracak, saptıracak, olanak dışı bırakacak eylemler, yargı görevinin amacına uygun işlemesine ve gerçekleştirilmesine zarar veren eylemlerdir. Yayın yasaklarının konusu da ancak yargı fonksiyonunun norma uygun işlerliğine karşı fiillerle ilgili olarak konulabilir (Özek 1978: 117). C. YAYIN YASAKLARININ AMACI Kamu düzeninin korunması amacı; belirli sırların savunulması zorunluluğunu da yaratır. Kişisel sırların ihlali kişi hak ve haysiyeti ile ilgilidir. Devlet sırları ise devletin varlığının korunması amacıyla himaye görmektedir. Buna karşılık adli sırlar yargının amacına uygun işlemesine yöneliktir (Çetin 2004: 67). Bu sınırlar içerisinde sırların korunması amacıyla basın yoluyla düşünce açıklama hürriyeti sınırlandırılırken, kamu düzeninin korunmasına yönelik bir sınırlama gerçekleştirilmektedir. Böyle bir durumda düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlandırılmasının nedeni yine anayasada yer alan kurallara dayanmaktadır (Özek 1999: 99). Adli kovuşturma ile ilgili yasaklamalar belirli oranda adli haberlerin verilişini sınırlamaktadır. Hukuk sistemimizde adli sırrın korunmasına yönelik kurallar iki ana grupta toplanmaktadır. Birinci grup sınırlama herhangi bir karara gerek olmaksızın normun objektif ve genel bir kuralıyla yaratılan sınırlamadır. Bu sınırlama durumunda davanın niteliği ne olursa olsun adli soruşturma ile ilgili bazı açıklamaların yapılması hakkı kabul edilmemiştir. Bu konuda Basın Kanunu’nun “ Yargıyı Etkileme” başlıklı 19. maddesi örnek olmaktadır. Basın Kanunu‘nun 19. maddesi“ Hazırlık soruşturmasının başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse iki milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda on milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda yirmi milyar liradan az olamaz. Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217) mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci fıkrada yer alan cezalar uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir. 19. maddenin birinci fıkrasında soruşturmanın başladığı günden takipsizlik kararı verildiği ya da kamu davasının açıldığı güne kadar cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkemenin soruşturma ile ilgili işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğinin yayımlanması suç sayılmıştır. Bu işlem ve belgelerin içeriklerinin yayımlanmaması, yalnızca bunların yapıldığından ya da bulunduğundan söz edilmesi suç olarak kabul edilmeyecektir (Donay 2009: 377). Maddenin ikinci fıkrasına göre görülmekte olan bir davada verilen karar kesinleşinceye kadar, bu dava ile ilgili cumhuriyet savcısı hâkim ve mahkeme işlemleri hakkında görüş yayınlayan kişiler de birinci fıkrada yer alan cezalarla cezalandırılacaklardır. Mütalaa yayımlama yasağı yalnız ceza davaları yönünden değil, her türlü dava yönünden vardır. Yasa bir ayırım yapmadan yayım yasağı getirdiğinden cumhuriyet savcısı, yargıç ve mahkemelerin işlemlerini övücü veya kötüleyici nitelikteki her türlü görüşün yayımlanmasının yasak olduğunu kabul etmek gerekir. Bu yasak yargılama sonunda verilen hükmün kesinleşmesine kadar sürer ( İçel ve Ünver 2005: 87). Hüküm kesinleştikten sonra her türlü mütalaa yayımlanabilir. Bu yasağa dâhil olmayan yayınlar da madde gerekçesinde açıklanmıştır. Mütalaa niteliğinde olmayan, yani söz konusu işlemleri olumlu veya olumsuz, doğru veya yanlış olarak nitelendirmeyen, yalnızca işlemin yapıldığından söz eden haber nitelikli yazılar bu yasağa dâhil değildir. Madde kapsamında yayınlanması yasaklanan husus belgelerin içeriğidir. Böylece, kovuşturmaya başlanmadan bir sanığın tutuklanmasına yönelik hâkim kararı aynen yayınlanmasa da haber olarak bir kişinin tutuklandığı bildirilebilir ( Dönmezer 1976: 121). 19. madde salt basın suçu yaratmıştır. Bu fiiller ancak basın yoluyla işlenebilir. Söz konusu belgelerin içeriğini öğrenmek ve sözlü olarak açıklamak suç sayılmamaktadır. Söz konusu hüküm yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi kuralına uygun düşmektedir (İçel ve Ünver 2005: 88). Yasağın söz konusu olabilmesi için olayla ilgili araştırmanın başla- ması gerekmektedir. Bu açıdan soruşturma başlamadan önce olayın ve olayla ilgili belgelerin açıklanması imkânı bulunmaktadır. Buna karşılık soruşturma başladıktan sonra yine olayla ilgili bilgi verilebilirse de soruşturma konusunda herhangi bir resmi belgenin yayınlanması yasaktır. Madde, bilirkişi raporlarının, adli tıp kararlarının, tanık ifadelerinin, keşif zabıtlarının yayınlanmasını da yasaklamıştır (Özek 1978: 89). Adli sırrın korunmasına yönelik ikinci grup normlar ise sadece yetkili organlar için bir olanak sağlamaktadır. Bu grup normlar dolaylı nitelikte sınırlamalar içermektedir. Bu durumda objektif ve genel bir normla adli kovuşturma ile ilgili açıklama olanakları sınırlandırılmış ve yasaklanmış değildir. Sadece yetkili organ gereğinde, adli kovuşturma ile ilgili yayın yasağı koyabilmek hakkına sahiptir. Bu grup normlara verilecek örnek ise, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanun içerisinde yer alan düzenlemelerdir. Söz konusu kanun radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesini ve denetlenmesini öngörmektedir. Yayın yasaklarının radyo ve televizyonlar için nasıl yol alacağı hususu 3984 sayılı kanunda yer almaktadır. Kanunun 4. maddesinde yer alan yayın ilkelerine aykırı yayın yapılması durumunda Yasanın 33. maddesinde yer alan düzenlemeye göre RTÜK yayın kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması halinde radyo ve televizyon kuruluşları için para cezası öngörmektedir (Avşar ve Öngören 2003: 91). II. UYGULAMA ÇALIŞMASI A. ARAŞTIRMANIN AMACI Ergenekon soruşturması, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından silahlı bir teşkilata yönelik başlatılan bir soruşturmadır. Soruşturma 2007 yılının Haziran ayında İstanbul ili, Ümraniye ilçesinde bir evde silah ve mühimmatın bulunması ile başlamıştır. Daha sonra 2009 yılına gelinceye kadar basın tarafından dalgalar olarak adlandırılan bir dizi operasyon ile devam etmiştir. Ergenekon operasyonu olarak isimlendirilen soruşturmanın kırılma noktası olarak 2008 yılının Mart ayı gösterilmektedir. 211 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Ergenekon soruşturması devam etmektedir. 441 klasör, 2455 sayfadan ve eklerinden oluşan asıl iddianame ile Ergenekon davası, 86 şüpheli ile Temmuz 2008 yılında görülmeye başlanmıştır. Bu arada 2 ek iddianame hazırlanmıştır. Hâlen devam eden davada, bazı ordu komutanları dahil, çeşitli emekli ve muvazzaf subay, birçok gazeteci, akademisyen, sivil toplum örgütü lideri; hükümeti devirecek bir askerî darbe planlamak ve Ergenekon adında bir silahlı terör örgütü kurmak suçlamasıyla yargılanmaktadır. Ergenekon davasında 2. iddianame 10 Mart 2009 günü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiştir. 56 şüpheli hakkında iddiaların yer aldığı iddianame, 1909 sayfa olarak hazırlandı. 2. iddianame 25 Mart 2009 günü kabul edilmiştir. Davanın ilk duruşması 20 Temmuz 2009 da yapılmıştır. 77 şüpheli hakkında ise 3. iddianame hazırlanmıştır. Bu ölçüde büyük bir soruşturmanın basının ilgisini çekmesi doğaldır. Basın, başlangıcından itibaren soruşturmanın her aşamasını yakından takip edip kamuoyuna sunmaktadır. Bu arada İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15 Haziran 2007 tarihli gizlilik kararı ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 21 Haziran 2007 tarihli yayın yapma yasağı kararı aldığı görülmektedir. Ümraniye’de bulunan el bombaları hakkında İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 21.06.2007 gün ve 2007/617 teknik takip ve soruşturma No: 2007/1536 sayılı kararı ile verdiği yayın yapma yasağı kararının içeriği şu şekildedir. “ 12.06.2007 tarihinde Ümraniye’de ele geçirilen bombalarla alakalı yapılan soruşturma çerçevesinde gözaltına alınan şahısların emekli asker olması ve bazı önemli bilgilerin soruşturma kapsamında ele geçirilmiş olması hususları göz önüne alındığında basında çıkan çeşitli haberlerin kamu düzeni, kamu güveni ve toprak bütünlüğünün korunması, devlet sırlarının açıklanması veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceğinden bahisle, gereği düşünüldü; Söz konusu soruşturma ile alakalı olarak soruşturmanın amacından saptırılmak istenmesi ve kamuoyunda yanlış anlamalara sebebiyet verilmemesi amacıyla, tüm yazılı ve görsel basın ve medya kuruluşlarında konu ile ilgili olarak Basın kanunu- 212 nun 3. madesi gereğince, yayın yapma yasağına karar verildi. “ Çalışmamız, bu yayın yapma yasağının yazılı basın ayağında uygulanıp uygulanmadığını araştırmayı amaçlamaktadır. Kamuoyunun ilgisinin en üst düzeyde olduğu böyle bir operasyon ile ilgili olarak yazılı basının, basın özgürlüğünden kaynaklanan haber verme hakkı sınırları içerisinde davranıp davranmadığının test edilmesi, bu çalışmanın uygulama kısmının amacını oluşturmaktadır. B. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ Araştırmamızda yöntem olarak içerik çözümlemesi yöntemi benimsenmiştir. İçerik çözümlemesi sosyal gerçeğin yazılı/açık içeriklerinin özelliklerinden içeriğin yazılı/açık olmayan içeriğin özellikleri hakkında çıkarımlar yapmak yoluyla sosyal gerçeği araştıran bir yöntemdir (Gökçe 2006: 18). İçerik çözümlemesinin amacı, bir metnin tasviri ve açıklaması değil, özellikle metin içeriklerinden sosyal gerçeğe yönelik çıkarımlar yapmaktır (Çebi 2003: 36). C. ÇALIŞMANIN EVRENİ VE ÖRNEKLEM Çalışmanın evreni Türkiye’de yayınlanan beş gazetenin Ergenekon soruşturması ile ilgili haberlerini ve yorumlarını temel hareket noktası olarak almaktadır. Söz konusu çalışma, günümüzde medyanın büyük bir güç olduğu varsayılarak ulusal gazeteler temel alınarak yapılmıştır. Çalışmanın malzemesini 13 Nisan 2009 – 17 Nisan 2009 tarihleri arasında bazı gazetelerde yayınlanan Ergenekon Soruşturması haberleri oluşturmaktadır. Örneklem, günlük yayın yapan ulusal gazeteleri kapsamaktadır. Bu gazeteler baskı sayıları açısından tercih edilmiştir. Buna göre: - Milliyet - Sabah - Taraf - Zaman - Cumhuriyet Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217) Gazeteleri çalışmamızda dikkate alınan araçlardır. D. ÇALIŞMANIN UYGULANMASI İçerik çözümleme yönteminin temelini sınıflama sistemi oluşturmaktadır. Bu nedenle her içerik çözümleme yöntemini benimseyen çalışmalar sınıflama sistemleri ile değerlendirilebilir. Bu gerçekten hareketle çalışmamızın öncelikle ve titizlikle üzerinde durduğu konu, burada geliştirilen sınıflama sistemi olmaktadır. Mevcut araştırma malzemeleri sınıflandırma sistemini oluştururken dikkate alınmıştır. Önce bu malzemelerin ortak noktaları bulunmuş ve çalışmamızın varsayımları da göz önüne alınarak sınıflandırma sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır. Veriler biçimsel ve içeriksel olmak üzere iki aşamada değerlendirilmektedir. Verilerin biçimsel çözümlemesi, basının olaya atfettikleri ilgi ve önemi, yani, basının olaya ayırdığı dikkati kapsamaktadır. Verilerin içeriksel çözümlemesi ise, araştırma malzemelerinin kategoriler aracılığıyla ayrıştırılmasını kapsamaktadır. 1. BASININ İLGİSİ Yaklaşık iki yıla yakın süredir devam eden soruşturmanın her dalgası basın tarafından yakından takip edilmiştir. Bu beklentinin gerçekçiliği, basının olaya atfettiği önem ve bu süreçte hangi faktörlerin etkin rol oynadığı sorularının yanıtlanmasıyla test edilecektir. Tarih Haber Yorum Söyleşi Toplam Haber Yorum Söyleşi Toplam Haber Yorum Söyleşi Toplam Haber Yorum Söyleşi Toplam Haber Yorum Söyleşi Toplam Cumhuriyet Zaman Taraf Sabah Milliyet TABLO 1. Basının araştırma zaman dilimi içerisinde ilgisi 13.04.2009 1 1 1 1 6 1 7 - 14.04.2009 19 7 26 22 6 28 13 4 17 21 1 22 17 7 2 26 Araştırma zaman dilimi içerisinde adı geçen beş gazetede, konuyla ilgili toplam 324 haber çıkmıştır. Bu 324 haberin gazetelere göre dağılımı basın organlarının olaya farklı ölçütlerde ilgi gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu da Tablo 2’deki verilerle açıklanabilir. Araştırmaya dâhil edilen beş gazeteden Cumhuriyet gazetesi ilgi açısından ilk sırada yer alırken Milliyet gazetesi ikinci, Zaman gazetesi 15.04.2009 14 7 21 10 10 5 5 16 1 17 18 4 22 16.04.2009 10 6 1 17 6 1 1 8 7 3 1 11 8 1 1 10 16 5 21 17.04.2009 10 3 13 8 3 1 12 3 2 5 6 1 7 13 4 17 Toplam 53 23 1 77 47 10 2 59 29 9 1 39 57 5 1 63 64 20 2 86 üçüncü, Sabah gazetesi dördüncü, Taraf gazetesi en son sırada yer almaktadır. Cumhuriyet gazetesi, Taraf gazetesinin haberler toplamının iki katından fazla haber yayınlamıştır. Cumhuriyet ile Milliyet gazetelerinin operasyona yönelik haber toplamları diğer üç gazetenin toplamına yakındır. Dolayısıyla Cumhuriyet ve Milliyet’in olaylara daha yoğun ilgi gösterdikleri açıktır. 213 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 TABLO 2. Haberlerin Basına Göre Dağılımı Gazete Milliyet Sabah Taraf Zaman Cumhuriyet Toplam Haber sayısı 53 % 63,84 47 % 79,67 29 % 24,35 57 % 90,47 64 % 24,41 250 % 77,16 Yorum sayısı 23 % 29,87 10 % 17,10 9 % 23,07 5 % 8,1 20 % 23,25 67 % 20,67 2. BASININ ERGENEKON SORUŞTURMASINI ALGILAMA VE İŞLEYİŞ BİÇİMİ İçerik çözümlemesi yönteminin esası olan kategoriler ve kategoriler sistemidir. Sayıca fazla olan metinler kuramsal açıdan önemli olan noktalara yönelik sınıflandırılarak betimlenmektedir. Sınıflama sistemi bir ölçek sunmaktadır. Bu ölçek araştırma sorusu açısından önemli olan noktaların sosyal gerçekten seçimini belirlemektedir. Sınıflama sistemi üzerinden sosyal gerçek yapılandırılmaktadır (Gökçe 2006: 57). Sınıflama sistemi, sosyal gerçeğin elemanlarını belli özelliklere göre sınıflandırmakta ve bu süreçte araştırma sorusu açısından dikkate alınmayan anlam farklılıkları çözümleme dışı bırakılmaktadır ( Gökçe 2006: 58). Çalışmamız kuramsal ön kabullerden değil araştırma malzemesinin kendisinden hareket etmektedir. Dolayısıyla verilen çözümlenmesi araştırma malzemesinden hareketle gerçekleştirilen kategoriler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Farklı kategorilerin oluşturulması ve verilen bu kategorilere yerleştirilmesi genel kanaate göre gerçekleşmektedir. Bu bağlamda çözümleme büyük ölçüde niteliksel bir özellik taşımaktadır. Ergenekon soruşturması devam ederken İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın aldığı karar doğrultusunda yapılan halk arasında ve basın tarafından 12. dalga olarak adlandırılan bazı kişi veya kurumların yöneticileri hakkında yürütülen gözaltına alma ve ifadesine başvurma işlemleri, araştırmamızın sınıflandırma konusunu oluşturmaktadır. Özellikle Savcılığın 13. Nisan 2009 tarihinde başlattığı operasyona ilişkin 214 Söyleşi sayısı 1 % 1,79 2 % 3,23 1 % 2,58 1 % 1,43 2 % 2,34 7 % 2,17 Toplam sayı 77 59 39 63 86 324 haberler belli kategoriler halinde aşağıda sıralanmıştır. Ergenekon soruşturması birçok konunun gündeme gelmesine vesile olmuştur. Ancak kategorilerin de gösterdiği gibi, bu konular genelde güncel tepkiler olarak gündeme gelmekte ve böyle de işlenmektedir. Dolayısıyla basının Ergenekon soruşturmasının 12. dalga operasyonlarını haberleştirmesinde ve sunumunda rutin işleyiş mantığının dışına çıkmadığı, aktüel olay merkezli işlediği söylenebilir. TABLO 3. Kategoriler ve Yoğunlukları Kategoriler Prof. Dr. Türkan Saylan’ın görüş ve ifadeleri Rektörlerin gözaltına alınması ÇYDD ile ilgili haberler Prof. Dr. Mehmet Haberal ile ilgili haberler Sivil toplum örgütlerinin tepkileri Akademisyenlerin tepkileri Süleyman Demirel’in tepkileri ve aktiviteleri Hükümet üyelerinin tepkileri Prof. Dr. Erol Manisalı ile ilgili haberler Vatandaş tepkileri Bülent Ecevit ile bağlantılar CHP’nin tepkileri Ergenekon soruşturmasının genel kronolojisi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aktiviteleri Cumhuriyet savcılarının açıklamaları YÖK’ün tepkileri Yoğunluk Derecesi 101 69 58 52 47 41 32 27 26 22 19 16 14 11 9 9 Konular arasında en yoğun ilgi gören “ Prof. Dr. Türkan Saylan’ın görüş ve aktiviteleri” Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217) kategorisidir. Bu kategori içerisinde Prof. Dr. Türkan Saylan’ın evinde arama yapılması, yazılarına ve bilgisayar kayıtlarına incelenmek üzere el konulması, Prof. Dr. Türkan Saylan’ın bu olaylara ve genelde Ergenekon soruşturmasına tepki göstermesi, vatandaşın ve yakınlarının kendisine destek olması gibi konuların yoğun olarak işlendiği görülmektedir. Ergenekon operasyonun 12. dalgasının asıl konusunu oluşturan, aralarında eski rektörlerin de bulunduğu ve halen görev yapan rektörlere yönelik olması konusunun basın tarafından ikinci yoğunlukta ele alındığı görülmektedir. Eski veya görevdeki rektörlerin gözaltına alınma sebepleri basın organlarınca sorgulanmaktadır. Geçmişte ve günümüzde yaptıkları icraatlar göz önüne serilerek gözaltına alınma sebepleri ile bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır. Bir diğer en fazla yer verilen kategori ise, başkanlığının Prof. Dr. Türkan Saylan’ın yaptığı eğitim faaliyetleri ile ön plana çıkan “ Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği” ile ilgili haberlerdir. Prof. Dr. Türkan Saylan’ın evinde arama yapılmasının asıl nedeni olarak gösterilen bu derneğin faaliyetleri basın tarafından masaya yatırıldığı, burs alan öğrencilerin durumunun incelendiği haberler, özellikle bu konudaki yorumlar bu kategoriyi yoğun hale getirmiştir. Gözaltına alınan diğer rektörlerin yanı sıra Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal hakkında yapılan işlemlere ait kategori yoğunluğu fazla olan bir diğer sınıfı oluşturmaktadır. Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın daha önceki dönemlerde eski başbakanlardan Bülent Ecevit ile olan bağlantıları, Patalya Otel’de yapılan toplantılar ve daha önce mahkemeye sunulan 1. ek iddianamede isminin yer alması gibi hususlar ön plana çıkarılmıştır. İddianamede mevcut bilgiler kamuoyuna hatırlatılmaya çalışılmıştır. Çalışmamızda bir diğer kategoriyi oluşturan sivil toplum örgütlerinin Ergenekon soruşturmasına olan tepkileri yoğun ilgi görmüştür. Sivil toplum örgütlerinden TÜSİAD, KAGİDER, TBB duyulan endişeyi dile getirmektedirler. 12. dalga operasyonlarında gözaltına alınanların birçoğunun akademisyen olması üniversite- lerin de dikkatini bu yöne çekmiştir. Bazı üniversitelerin operasyonu, operasyonun yapılış biçimini kınama mesajları, gözaltına alınan rektörlere destek mesajları ve aktiviteleri de gündeme gelmiştir. Ancak bu kurum ve kuruluşların tepkilerinin yeni konuların oluşumuna zemin hazırlamadığı yalnızca toplumsal sorumluluk ve hassasiyet göstermek açısından önem arz ettikleri için gündeme taşınmaktadır. Eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in bu operasyon sırasında Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın yanında yer alması ve onu desteklemesine ait haberler, orta yoğunlukta kategoriyi oluşturmaktadır. Süleyman Demirel’in konumu nedeniyle basının ilgisini çekmesi doğaldır. Bu yüzden Süleyman Demirel’in tepkilerini hangi perspektiflerden konulaştırıldığının ortaya konulması ayrı bir önem arz etmektedir. Hükümet üyelerinin tepkileri de basında yoğunluk derecesi açısından orta öneme sahip konular arasındadır. Hükümet üyelerinden Hayati Yazıcı (9), Nihat Ergun (7), Mehmet Ali Şahin (8), Köksal Toptan (3) dikkat dağılımında öne çıkmaktadır. Olayın yargıya intikal etmesi nedeniyle olay hakkında fazla yorumun yapılmaması dikkate değer bulunmaktadır. 12. dalga operasyonlarından sonra dikkat çekici bir konu ise eski başbakanlardan Bülent Ecevit ile Prof. Dr. Mehmet Haberal arasında bağlantı kurulmasıdır. Bülent Ecevit’in başbakanlığı sırasında sağlık problemleri yaşadığı dönemde Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi altına alınması olayları çeşitli haberlerle gündeme taşınmıştır. O zamanlarda Bülent Ecevit’in yakın koruma görevlisi, şimdiki DSP İstanbul Milletvekili Recai Birgün ile yapılan söyleşi olayı gündeme taşımıştır. Basın da gerekli ilgiyi göstermiş olduğundan bu konu ayrı bir kategori de orta yoğunlukta işlenmiştir. CHP lideri Baykal’ın tepkileri ve aktiviteleri konusu, ayrıca ele alınmaktadır. Çünkü CHP ana muhalefet partisidir ve bu konumu nedeniyle basının, CHP’nin tepkilerini ortaya koyması ( 16 haber) önemlidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepkileri de bir diğer kategoriyi oluşturmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri Ergenekon soruşturmasına daima 215 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 temkinli davrandığı, emekli mensuplarının dahi tutuklandığı bu soruşturma konusunda yargıyı etkileyecek açıklamalardan kaçınmaktadır. Buna rağmen inceleme süresi zarfında Türk Silahlı Kuvvetler mensuplarının soruşturma ile ilgili tepki ve aktiviteleri en az yoğunlukta olan kategoriler arasında yer almaktadır. Ergenekon soruşturmasının genel kronolojisi, soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet Savcılarının soruşturmanın seyri ve adil yargılanma hakkı ihlalleri ile ilgili açıklamaları ve Yüksek Öğretim Kurulu’nun sınırlı tepkisi yoğunluk açısından basında daha az yer bulan kategoriler arasındadır. Özet olarak basın şaşırtıcı, sıra dışı nitelik taşıyan ve siyasi elitlerin aktivitelerine ve demeçlerine ağırlıklı olarak yer vermektedir. Ancak bu olaylar yeni olayların oluşumuna zemin ve vesile hazırlamıyor ise bu tür olaylara yönelik basının ilgisi ve dikkati sınırlı kalmaktadır. Mahkeme tarafından verilmiş olan yayın yasağı kararı da bu ilgiyi azaltmakta önemli rol oynamaktadır. III. GENEL DEĞERLENDİRME Bu araştırmada Ergenekon soruşturmasının basına yansıması analiz edilmeye çalışılmıştır. Analiz sonucunda ortaya çıkan bulgular şöyle özetlenebilir. Basın haber üretimi ve sunumu, rutin bir işleyiş mantığı içerisinde gerçekleşmektedir. Basın güncel olay ya da verilere tepki vermektedir. Konuların ya da boyutların işlenmesi ve gündeme gelmesi açıklamalar üzerinde gerçekleşmektedir. Olaylar arkasından verilen demeçler basının ilgisini artırmaktadır. Demeçler söz konusu olmadığı durumlarda, basının olaya yönelik ilgisi azalmakta, konu gelişim göstermediği için kapanmaktadır. Ergenekon soruşturma konusu her daim haber niteliği taşımaktadır. Araştırma zaman dilimi içerisinde asıl amaçlanan konu basının yayın yapma yasaklarına uygun davranıp davranmadığını test etmektir. Analizimizden de çıkarıldığı üzere operasyonlar ve soruşturmanın seyri hakkında adil yargılanma hakkını ortadan kaldıracak veya bağımsız yargıyı etkileyecek görüşlere veya demeçlere yer verilmediği anla- 216 şılmıştır. Doğal olarak yeni gelişen bir olayın vukuu bulması sadece bu olayın gelişimini haber yapmayı gerektirdiği için, yorumlar veya demeçler yukarıda bahsedilen olumsuz yönde verilmemektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu uluslar arası belgelerde sınırları çizilmiş durumlarda yayınların önceden denetlenmesi olanağı bulunmaktadır. Ancak Anayasamızda asıl olan olaylar hakkında yayın yasağı konamaz. Olaylar hakkında yayın yasağı koymak yasaktır. Sadece 28. maddenin 6. fıkrası bu ilkeye tek istisna getirmektedir. Bu istisna ise, “ yargılama görevinin etkiden uzak tutulması” amacına yöneliktir. Aksi durumda yazılı görsel ve işitsel yayınlara yayım yasağı konulursa ortaya basın özgürlüğünü, düşünce ve kanaatlerin basın yoluyla açıklanması özgürlüğünü, halkın doğru haber alma özgürlüğünü sansür niteliğinde sınırlayıcı veya ortadan kaldırıcı bir tedbir kabul edilmiş olur. Kaldı ki Basın Kanununda açıkça yayın yasağı ve uygulanabileceği durumlar açıklanmamıştır. Bu konuda bir düzenleme yoktur. Sadece 19. madde “Yargıyı Etkileme” başlığı altındaki düzenleme, aykırı yayın yapanlara para cezasını öngörmektedir. Bu tür bir haberin yapılması suç olarak düzenlenip men edilmiştir. Ayrıca mahkemeler tarafından ayrı bir “yayın yapma yasağı” kararının verilmesi uygun değildir. Bu konuda adil yargılamayı teminat altına alan bir düzenleme zaten mevcuttur. Ayrıca yayın yapma yasağı kararı verilmesi yersizdir. Araştırmamızın evreni ve örneklemi dikkate alınarak, basının Ergenekon Soruşturmasına ilişkin verilen yayın yasağına uygun yayın yaptığı tespit edilmiştir. Ancak Ergenekon soruşturması gibi halkın gündemine oturmuş bir konu hakkında verilen yayın yasağının amacına ulaşıp ulaşmadığı da ayrı bir tartışma konusunu oluşturmaktadır. Genel olarak incelendiğinde Ergenekon Soruşturması ile ilgili olarak yapılan haberlerde -internette göz önüne alındığında- yayın yasağının hiçbir anlamının kalmadığı sonucuna ulaşılabilir. Gizli kalması gereken soruşturma aşamasında gizli tanıkların ifadeleri gazetelere haber olmakta, iddianame teknik süzgeçten geçirilmeden internette yayınlanmakta, devam eden davada tanık ifadelerine internet üzerinden erişilebilmekte ve toplumun Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217) her kesiminin Ergenekon soruşturması ile ilgili yargıyı etkileyecek demeçler vermeleri, yorumlarda bulunmaları özellikle dikkate değerdir. Bu paralellikte yayın yasağı kararları düşüncenin basın yoluyla açıklanması hürriyetine getirilmiş bir engeldir. Halkın gerçek habere ulaşma hakkı bulunmaktadır. Bu hakkını almak için basının haber verme hakkının önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. KAYNAKLAR Avşar Z ve Öngören G (2003) Radyo ve Televizyon Hukuku, Piramit Yayıncılık, Ankara. Cohen- Almagor R (2002) İfade, Medya ve Etik İfade Özgürlüğünün Sınırları, Nihat Şad (çev.), Phoenix Yayınevi, Ankara. Çebi M S (2003) İletişim Araştırmalarında İçerik Çözümlemesi, Alternatif Yayınları, Ankara. Çetin E (2007) Son Değişiklerle Basın Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara. Donay S (2009) Ceza Muhakemesi Kanunu Şerhi, Beta Yayınları, İstanbul. Dönmezer S (1976) Basın ve Hukuku, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul. Gökçe O (2006) İçerik Analizi Kuramsal ve Pratik Bilgiler, Siyasal Kitabevi, Ankara. İçel K ve Ünver Y (2005) Kitle Haberleşme Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul. Kaboğlu İ (2000) Düşünce Özgürlüğü, İnsan Hakları, YKY, İstanbul. Keskin İ (2008) Yayın Yasakları, Adalet Derg, 30, Ocak, 30- 55. Kocasakal Ü (2003) İfade Özgürlüğü ve Ceza Hukuku, Ceza Hukuku Derneği Yayınları, No:1. Ongun C (2008) Yazılı ve Görsel Basın İçin Verilen Yayın Yasakları ve Koşulları, Terazi Hukuk Derg, 19, Mart, 205- 215. Özek Ç (1978) Türk Basın Hukuku, Fakülteler Matbaası, İstanbul. Özek Ç (1999) Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına, Alfa Yayınları, İstanbul. 217 SAKARYA SAVAŞI’NDA ANADOLU’DA YENİ GÜN Hakan Aydın* ÖZET Anadolu’da Yeni Gün, ilk olarak 1918 Eylül’ünde, Yunus Nadi tarafından Yeni Gün adıyla İstanbul’da yayınlanmıştır. Mütareke devrinin ağırlığı çökünce Ankara’ya taşınan gazete, Ağustos 1920’den itibaren Ankara’da, Anadolu’da Yeni Gün adıyla tekrar çıkmıştır. Ankara Hükümeti’nin yarı resmi sözcülüğünü yapan Anadolu’da Yeni Gün, Millî Mücadele basını içinde en kuvvetli ve nitelikli gazetelerden biridir. Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye nakledilir. Savaşın zaferle sonuçlanmasının ardından yeniden Ankara’ya taşınmış, Cumhuriyet’in ilânından sonra kapanarak yerini, yine Yunus Nadi tarafından 7 Mayıs 1924’ten itibaren İstanbul’da yayınlanmaya başlayan Cumhuriyet’e bırakmıştır. Niteliksel tarihsel tasarım karakterini taşıyan çalışma, kurtuluş sürecinin kritik evrelerinden biri olan Sakarya Savaşı’nın, Millî Mücadele’nin önde gelen gazetelerinden Anadolu’da Yeni Gün’ün yayın hayatını nasıl etkilediğini ve gazetenin bu süreçte izlediği politikayı değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Anahtar sözcükler: Anadolu’da Yeni Gün, Millî Mücadele, Sakarya Savaşı, Kayseri THE DAILY NEWSPAPER ANADOLU’DA YENİ GÜN DURING THE BATTLE OF SAKARYA ABSTRACT The daily newspaper Anadolu’da Yeni Gün was first printed in September of 1918 by Yunus Nadi in Istanbul by the name Yeni Gün (The New Day). To escape the suppression of the armistice era, the newspaper moved to Ankara and was printed from August 1920 on under the name Anadolu’da Yeni Gün. Acting as the semiofficial voice of the Ankara government, the newspaper was one of the most influential and qualified dailies among the Nationalist Press. During the Battle of Sakarya, the newspaper was moved further east to Kayseri. The battle resulting with the victory of the National army, it moved back to Ankara, and after the declaration of the Republic it was closed to make place for the İstanbul daily Cumhuriyet printed again by Yunus Nadi after 7 May 1924. With a character of a qualitative historical reconstruction, the study aims to evaluate how the Battle of Sakarya as one of the most critical turning points of the Liberation War, affected the Anadolu’da Yeni Gün as one of the leading dailies of the Nationalist cause, and in general the newspaper policy of this daily during this process. Keywords: Anadolu’da Yeni Gün, Turkish War of Independence, The Battle of Sakarya, Kayseri. GİRİŞ Kurtuluş Savaşı yılları, Türk basın tarihinin önemli evrelerinden biridir. Millî Mücadele sırasında (1919–1923) bütün yurt sathında yayın yapan toplam 306 civarında gazete ve dergi bulunmaktadır (Güner ve Kabataş 1990: 313–374). Albayrak, İrade-i Milliye, Hâkimiyet-i Milliye, Anadolu’da Yeni Gün, Babalık, Öğüt, Açıksöz, Yeni Adana, Sebilürreşad, İstiklâl, Halk Millî Mücadele basınının başlıca temsilcileridir (1). Bu dönem basınının kontrolünde, kurtuluş hareketini desteklemek üzere Anadolu’ya geçen entelektüeller önemli rol * oynar. Farklı bakış açıları, Anadolu’nun düşmanlardan temizlenmesi gerektiği ortak düşüncesinde buluşur. Gazeteler, önemli bölgeleri düşman işgaline uğramış bir ülkede, büyük imkânsızlıklar içinde görevini yapmaya çalışmıştır. Temel baskı malzemelerinin, bu malzemelerle gazete çıkaracak teknik kadronun örneğin mürettibin bile bulunmadığı ya da güçlükle temin edilebildiği bir dönemde, basının tam bir hüviyete kavuşamayacağı açıktır. Her türlü yokluğa rağmen Anadolu illerinde bir iki sayfa da olsa gazeteler yayınlanmış ve kurtuluş hareketi desteklenmeye, Anadolu halkının birlik ve beraberliğini sağlama çabaları sürdü- Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229) rülmeye çalışılmıştır. Amaç düşmanın Anadolu’dan çıkarılması, vatan savunması olunca; kâğıt, matbaa sıkıntısı, işgal güçlerinin baskıları gibi karşılaşılan ciddi zorluklar, kolaylıkla aşılabilecek engeller olarak değerlendirilmiştir. Millî Mücadele basınının dönemin tüm zorlukları içinde varlık gösterebilmesinde, Mustafa Kemal’in desteği önemli rol oynamıştır. Mustafa Kemal önderliğindeki hareket, Anadolu’daki ilk örgütlenme çabalarından itibaren basınla ilgilenmeye başlamıştır. Basın tarihimizin “bu tarafının inşa edildiği ilk fikir atölyesi” olan ve 5 Mart 1335 (1919)’da Süleyman Necati (Güneri) tarafından Erzurum’da çıkarılan Albayrak, kendisinden sonra iki atölyeye daha kaynaklık edecektir: İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye (Fındıkoğlu Cumhuriyet, 17 Haziran 1947, Güneri 1991: 35). İlk olarak, kurtuluş hareketinin sesini, bu bağlamda Sivas Kongresi’nin kararlarını duyurmak amacıyla 14 Eylül 1919’dan itibaren Sivas’ta, İrade-i Milliye yayınlanır (Tamer 2004: 33). Ardından Müdafaa-i Hukuk’un “naşir-i efkârı” olmak ve millet iradesini devlet iradesine dönüştürmek amacıyla (Yust 1995: 81, Kansu 1997: 503) 10 Ocak 1920’de Ankara’da, adını bizzat Mustafa Kemal’in koyduğu Hâkimiyet-i Milliye yayınlanmıştır (İnuğur 1992: 25, Öztoprak 1981: 11). Bu çalışma, Hâkimiyet-i Milliye ile birlikte diğer bütün Kemalist basın için yönlendirici olan (Koloğlu 2006: 115) ve Ankara Hükümeti’nin yarı resmi sözcülüğünü yapan (Topuz 2003: 125) Anadolu’da Yeni Gün’ü konu edinmektedir. Sakarya Savaşı’nın gazetenin yayın hayatına etkilerini değerlendirmeye geçmeden önce, konunun tarihsel altyapısına özet olarak göz atmakta/hatırlamakta yarar vardır. Yunus Nadi’nin (Abalıoğlu, 1880–1945) Yeni Gün’ü, ilk olarak İstanbul’da 1918 yılında yayınlanmaya başlamıştır (Yeni Gün 3 Eylül 1918). 1918, Osmanlı Devleti için kritik bir yıldır. I. Dünya Savaşı, Yeni Gün’ün yayınlanmasından iki ay sonra Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla sona erecektir. İngilizlerin İstanbul’u işgali, Mütarekenin zor koşulları altında, kesintilerle yayınını sürdürmeye çalışan Yeni Gün için (BOA MV., 215/2) yeni güçlüklerin habercisidir. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın gazeteci üyelerinden Yunus Nadi, İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’ya geçme olanaklarını araştırırken, gazetesi de İngilizlerce yayından alıkonmuştur. Gazete, kısa süreli bu aradan sonra, İstanbul’da 13 Nisan 1920’ye kadar yayınını sürdürecektir (Kocabaşoğlu 1981: 180). Ankara günleri, Yeni Gün’ün yayın hayatında ikinci evreyi oluşturur. Yunus Nadi, İstanbul’dan Ankara’ya geçerken İnebolu ve Kastamonu güzergâhıyla matbaasını da gizlice taşımış; gazete, Ağustos 1920’den itibaren Anadolu’da Yeni Gün adıyla tekrar yayınlanmaya başlamıştır. Böylelikle Ankara’nın ilk günlük gazetesi de çıkmış olmaktadır (Coşar (t.y.) 187, Öztoprak 1981: 6, Kabacalı 2000: 155). Millî Mücadele’nin çetin zorlukları, gazetenin yayın yaşamını da etkiler. Bu nedenle Ankara son durak değildir. Anadolu’da Yeni Gün, Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye taşınmıştır. Kayseri günleri, gazetenin yayın hayatında zorunlu fakat kısa süreli açılan bir parantez olarak değerlendirilebilir. Kayseri’de 31 sayı yayınlanan gazete, Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından yeniden Ankara’ya dönmüştür. Anadolu’da Yeni Gün, Millî Mücadele basını içinde en kuvvetli ve nitelikli gazetelerden biri olmuştur. Mustafa Kemal’in düşüncelerini yansıtmış, Misak-ı Millî’yi bütün gücü ile savunmuştur (Öztoprak 1981: 6). Şükrü Kaya’nın yazdığına göre “Gazi Mustafa Kemal’in Yeni Gün’ü okumadan yatmadığını ve bazı kere de makaleleri basılmadan telefonla dinlediğini bilenler çoktur” (1974: 43). Gazete, Anadolu halkında Millî Mücadele ruhunun canlanması için her gün yeni bir manşetle çıkar (Coşar (t.y.) 180). Millî Mücadele’nin amaç ve hedefleri doğrultusunda kamuoyunun aydınlatılmasında etkili olan gazete, Cumhuriyet’in ilânından sonra kapanarak yerini, yine Yunus Nadi tarafından 7 Mayıs 1924’ten itibaren İstanbul’da yayınlanmaya başlayan Cumhuriyet’e bırakmıştır (Çoker 1995: 531). Anadolu’da Yeni Gün, anılan nitelikleriyle Millî Mücadele basını içinde kendine önemli bir konum edinmiştir. Gazete koleksiyonu, kurtuluş hareketinin örgütlenmesi, yönetimi, güçlenmesi sürecine ve bu süreçte yaşanan toplumsal gelişmelere yönelik araştırmalar için önemli bir kaynak niteliğindedir. Ancak bu kaynağın tam olarak değerlendirildiğini söylemek güçtür. Bu konuda bilinenler, büyük oranda, Coşar ve Yust’un yazdıklarına dayanır. Kurtuluş Savaşı’nın önemli tanıklarından biri olmasına rağmen gazeteyle ilgili yapılmış çalışmaların sayısı sınırlıdır. Var olanlar da gaze- 219 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 tenin Kayseri günlerine ilişkin ayrıntılı bilgileri içermemektedir (2). Gazete üzerine önemli bir araştırma, Uygur Kocabaşoğlu tarafından yapılmıştır (3). Kocabaşoğlu, gazetenin koleksiyonunu inceleyerek önemli bilgiler verir. Ancak çalışmada, Kurtuluş Savaşı’na ilişkin haber, yorum ve değerlendirmelerin ayrıntılı sunumu, konuyu inceleyecek olanların Anadolu’da Yeni Gün’ü ihmal edemeyeceği gerekçesiyle yapılmamıştır. Bu düşünce, gazetenin yayın hayatının Kurtuluş Savaşı yıllarına denk gelen döneminin ayrıntılı olarak incelenmesinin önemini arttırmaktadır. Çalışma, kurtuluş sürecinin kritik evrelerinden biri olan Sakarya Savaşı’nın Anadolu’da Yeni Gün’ün yayın hayatını nasıl etkilediğini ve gazetenin bu süreçte izlediği politikayı değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu tür incelemelerin yapılması, iletişim alanından gelen araştırmacılar tarafından gereken ilgiyi gör(e)meyen basın tarihimiz konusundaki bilgi eksikliklerinin giderilmesine ve akademik bilgi birikimine önemli katkı sağlayacaktır. Gazetenin Millî Mücadele yıllarına ait koleksiyonunun ayrıntılı olarak ele alınması, kuşkusuz, tüm yönleriyle döneme ilişkin sağlıklı değerlendirmeler yapmaya olanak veren bilgileri açığa çıkaracaktır. Bu girişim, doğal olarak daha kapsamlı bir incelemeyi gerektirmektedir. Çalışma, bu gereksinimi karşılamaya yönelik bir adım olarak değerlendirilmelidir. Çalışma kapsamında gazetenin Sakarya Savaşı sürecinde Kayseri’de yayınlanan 31 sayısı incelenmiştir. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nden temin edilen sayılarından bazıları, gazetenin çıktığı dönem yazılı evraka önem gösterilen bir zaman dilimi olmadığından güçlükle okunabilmiştir. Niteliksel tarihsel tasarım karakterini taşıyan araştırmada, ilgili incelemelerden yararlanılarak gazeteye ilişkin özlü bilgiler verildikten sonra, gazetenin kimlik bilgileri ve teknik özelliklerine değinilmiş ardından kadrosu tanıtılarak içeriği değerlendirilmiştir. 1. KİMLİK BİLGİLERİ VE TEKNİK ÖZELLİKLERİ Yeni Gün, ilk olarak 1918 yılında İstanbul’da yayınlanmaya başlamıştır. Ulaşılabilen 3 Eylül 1918 tarihli 3. sayısına göre İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı Yunus Nadi, Sorumlu Müdürü Ahmet Rasim’dir. İstanbul’da sabahları olmak 220 üzere her gün yayınlanan gazetenin matbaa ve idarehanesi, Babıâlî civarında Acı Musluk (Cemal Nadir) Sokağı olarak geçmektedir. 40 para fiyatla satılan gazetenin abonelik ücreti, yurt içi için seneliği 340, altı aylığı 180, 3 aylığı 95; yurt dışı için seneliği 410, altı aylığı 210, üç aylığı 110 kuruştur. İlân gelirleri ile yaşamını sürdürmeye çalışan gazete, ilân ücretlerinin gazete idarehanesinde kararlaştırılacağını belirtmiş, ilânların içeriğinden dolayı sorumluluk kabul edilemeyeceği kaydını düşmüştür. Gazetenin Yeni Gün klişesinin altında yer alan iletişim bilgileri şöyledir: “Telgraf Adresi: İstanbul (Yeni) Gün, Telefon: İstanbul 195, Posta Kutusu: 463. Yeni Gün, Ağustos 1920’den itibaren Ankara’da çıkmaya başlamış ve adının üzerine küçük puntolarla “Anadolu” ibaresi eklenmiştir. Mevcut bazı kaynaklarda (Coşar (t.y.) 180, Güner ve Kabataş 1990: 319, Öztoprak 1981: 6), gazetenin 10 Ağustos 1920’den itibaren Ankara’da yayına başladığı yazılı olsa da, ulaşılabilen 10 Ağustos 1920 tarihli sayının, gazetenin ikinci sayısı olduğu görülmüştür: “İkinci sene-Numro: 2–382.” Gazetenin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı yine Yunus Nadi’dir (10 Ağustos 1920). Sorumlu Müdür ise Osmanzade Hamdi’dir (Coşar (t.y.) 180). Aynı tarihli sayıda, yönetim işlerinin Hükümet Caddesi’nde özel bir dairede gerçekleştirildiği belirtilmekte, gazetenin telgraf ve telefon adresi “Ankara Yeni Gün” olarak geçmektedir. Abone bedeli, yurt içi için üç aylığı 400, altı aylığı 700, seneliği 1300; yurt dışı için üç aylığı 550, altı aylığı 1000, seneliği 1900 kuruştur. Yunus Nadi, Cumartesi dışında haftada her gün yayınladığı gazetesini (10 Ağustos 1920), Karacaoğlan Caddesi’ndeki büyükçe bir ahşap evden yönetmektedir. Binanın alt katına, elle işletilen bir de makine bulunarak konulmuştur. Fakat mürettip yoktur. İstanbul’da gizli şekilde çalışan (M.M) Grubu’ndan mürettip istenilir. Fakat kimse Babıâli’yi bırakıp Ankara’ya gelmek istemez. Yalnızca Mürettip Ahmet adında biri gelmiştir. Bu mürettibin deneyiminden yararlanılarak yerli çocukların yetişmesi sağlanılmış; yetişenlerin bir kısmı Hâkimiyet-i Milliye’ye bir kısmı da Yeni Gün Matbaası’na verilmiştir (Şapolyo 1974: 47). Gazete matbaası, 1921 yazında, İstanbul’daki gizli teşkilatın da yardımıyla, parçalar halinde Ankara’da bulunan Yeni Gün Matbaası’na ulaştırılan bir Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229) baskı makinesiyle birlikte, teknik bakımdan iyi bir duruma gelir. Yunus Nadi’nin 1918 yılında yanına alarak yetiştirdiği genç gazeteci Kemal Salih (Sel, 1900–1975)’de kadroya katılmış ve yazı işleri sorumluluğunu üstlenmiştir (Coşar (t.y.) 185). Matbaanın iyileşmesi, gazetenin 1921 yazında çıkan sayılarının baskı kalitesinden de anlaşılmaktadır. Bu arada 25 Temmuz 1337 tarihli sayıda, sorumlu müdür olarak Kemal Salih, gazetenin basım yeri olarak da Vilâyet Matbaası adı geçmektedir. desteklenmesi, bağlamında etkin kullanımı oluşturmaktadır. Manşet, fotoğraf ve resimler, çerçeve içine alınan başlıklar bu anlamda etkili bir biçimde kullanılmıştır. İçeriği oluşturan yazılı ürünlerden önemlilerinin özeti, birkaç sözcükle ve kalın puntoyla başlığın altında verilmektedir. “Dâhili Haberler”, “Harici Haberler”, “Küçük Haberler, “İlânat” gibi çeşitli başlıklar halinde sınıflandırılarak sunulan haber ve yorumlardaki çeşni, savaş sürecinin yoğunluğunun azalmasına bağlı olarak artmıştır. Millî Mücadele’nin çetin zorlukları, kurtuluş hareketine propaganda desteği sağlayan diğer gazeteler gibi Anadolu’da Yeni Gün’ün yayın yaşamını da etkiler. Sakarya Savaşı sırasında idarehanesini Kayseri’ye taşımıştır. Kayseri’de yayınlanan ilk sayı 1 Eylül 1337 tarihini taşımaktadır. Kayseri’de yayınlanan sayılarda (1 Eylül 1337–7 Teşrin-i Evvel 1337) yer alan bilgilere göre gazetenin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı Yunus Nadi, Sorumlu Müdürü Nurullah Sami’dir. İleride değinileceği üzere Kayseri’de yayınlandığı dönemde Anadolu’da Yeni Gün’ü Yazı İşleri Müdürü Kemal Salih yönetmiştir. Cuma dışında her gün yayınlan gazetenin Kayseri’deki sayıları, Liva Matbaası’nda basılır. “İdarehanesi: Sivas Kapısı Tac-ı Kızıl Mahallesi, Telgraf Adresi: Kayseri Yeni Gün” olarak geçer. Abonelik ücretleri, üç aylığı 400, altı aylığı 700, seneliği 1200 kuruş olarak belirlenmiştir. Okuyuculardan gelen yoğun istek üzerine, bir süre sonra aylık abonelik uygulaması da başlatılmış ve abonelik ücreti 150 kuruş olarak belirlenmiştir. Abonelerine Ankara nüshası gönderileceğini belirten gazete, bu bilginin altına, ilk sayılarda, farklılığı vurgulamak için “Yeni Gün’ün Kayseri nüshası” kaydını düşmüştür. Gazetenin satış fiyatı, üç sene içinde 5 kat artarak 5 kuruşa çıkmıştır. Günü geçmiş sayılarının fiyatı ise 20 kuruştur. Gazete, ilânların içeriği konusunda sorumluluk kabul etmeyeceğini yinelemesi dışında, her hangi bir ilân ücreti belirtmemiştir. Yust, Anadolu’da Yeni Gün’ün, Anadolu gazeteleri arasında her sayısında birkaç klişe yayınlayan tek gazete olduğunu, taşra çevrelerinde en iyi olarak değerlendirildiğini belirtir (1995: 97–98). Gazetenin Sakarya Savaşı sürecinde en önemli haber kaynağı, Anadolu Ajansı’ndan ve muhabirlerinden gelen telgraflardır. Ajans zaten Anadolu’da yürütülen bağımsızlık savaşına gereken desteğin sağlanması ve gelişmelerin duyurulması için gazetelerin önemine inanan Mustafa Kemal’in, haberleşme çalışmalarının geliştirilmesi düşüncesinin ürünüdür (Alemdar 2001: 99–102). Tek yaprak ve iki sayfa olarak yayınlanan gazetede haber ve yazılar, başlangıçta altı sütun, Sakarya Savaşı sürecinde dört sütun olarak düzenlenmiştir. Önemli gelişmelere göre sütunlar yeniden yapılandırılmış kimi zaman birleştirilmiştir. Sayfa düzeninin ana temasını, içeriğini oluşturan yazılı ve görsel malzemenin gazetenin amaçları, burada kurtuluş hareketinin Satış gelirleri dışında gazetenin gelir kaynağı az da olsa reklâmlar, özel ve resmi ilânlardır. Gazetenin Kayseri sayılarında yayınlanan resmi ve özel ilânlardan bazılarının başlıkları şöyledir: “Kiralık Hane”, “Yerli Makaronya”, “Kayseri Tedavihanesi”, “Halı Ticarethanesi”, “Diş Tabibi Hacı Mustafa”, “Tekâlif-i Milliye Komisyonu’ndan”, “Kayseri Ahz-i Asker (askere alma) Şube Riyaseti’nden”, “Yeni Handa Yeni Bir Muayenehane”, “Geyve Bidayet Mahkemesi’nden.” Gazetenin en önemli dağıtım aracı ise o dönemde sıkça görüldüğü üzere müvezzi’lerdir. Bu ihtiyacı karşılamak üzere gazete, Kayseri günlerinde, birkaç sayı boyunca “Müvezzi’lik Yapmak İsteyenlere” başlığıyla bir duyuru yayınlar: “Gazetemizin şehrimizde daha seri ve muntazam bir surette tevzi’ini temin etmek üzere yeniden iki müvezzi’e daha ihtiyaç olduğundan talip olanların matbaamıza müracaatları” (6 Eylül 1337). Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından tekrar Ankara’ya taşınan gazetenin Ankara’daki ilk sayıları, sayfa düzeni açısından büyük ölçüde Kayseri nüshalarıyla aynıdır. Yalnız sütun sayısı arttırılmış, ilk sayı hariç, Cumartesi dışında her gün yayınlanacağı belirtilmiştir. Kayseri’de Liva Matbaası’nda basılan gazete, tek- 221 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 rar kendi matbaasında (Yeni Gün Matbaası) basılmaya başlamıştır (22–23 Teşrin-i Sani 1337). 2. GAZETE ÇALIŞANLARI: İDARİ KADRO VE YAZI KURULU Yeni Gün/Anadolu’da Yeni Gün’ün yayımlayıcısı Yunus Nadi’dir (4). Gazetenin yayın hayatının tüm evrelerinde, imtiyaz sahibi olarak Yunus Nadi’nin adı geçmektedir. Yunus Nadi aynı zamanda gazetenin başyazarıdır. Gazetenin siyasi duruşunu belirleyen iç ve dış politikaya ilişkin yazılar yazmaktadır. Basın ve siyaseti birlikte yürütmesi, üst yöneticilerle yakın ilişkileri, gazetesinin önemini arttırmıştır. 1918 Sonbaharında Yeni Gün’ü yayınladığında, I. Dünya Savaşı Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle son bulmak üzeredir. Yunus Nadi, Mütarekenin zor koşulları altında İstanbul’da yayınını sürdürmeye çalışan gazetesinde, imzasız veya müstear isimle yazılar yazmaktadır (Abalıoğlu 1978: 30). Kendisi, “aleyhinde, Divan-ı Harb-i Örfî Müddeî-i Umumîliğince hukuku umumiye namına ikame olunan dava üzerine” “firar” etmiş; Yeni Gün ise “tehyîc-i efkârı mucip havadis-i kâzibe” yayınlamak suçuyla, Yunus Nadi yargılanıp beraat edinceye kadar süresiz olarak kapatılmıştır (5) (BOA, 30/Ca/1337 (Hicrî)/03.03.1919, MV., 215/2). Zaten Yunus Nadi de 1919 Nisan’ında tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne götürülecektir (Abalıoğlu 1978: 54). İstanbul’un işgali sırasında (16 Mart 1920) evi İngilizler tarafından işgal edildiğinden, ailesiyle birlikte Yeni Gün Matbaası’na “iltica” etmiştir. İngilizler bir süre sonra matbaayı da basacaklardır (Abalıoğlu 1955: 10–25). Bu koşullarda Ankara’ya geçmenin olanaklarını araştıran Yunus Nadi, kendi deyimiyle “kâbuslu bir rüyadan sonra” 1920 Nisan’ının ilk günü Ankara’ya ulaşmıştır. Ankara’nın İlk Günleri’nde yazdığına göre Hakkı Behiç Bey’in teklifi üzerine, Ankara’da ilk iş olarak “kırık dökük Vilâyet Matbaası’nda, haftada iki veya üç gün çıkarılan Hâkimiyet-i Milliye”yi devralmakla işe başlar (1955: 82– 87). Bir taraftan Hâkimiyet-i Milliye’ye “yeni bir ruh, yeni bir şekil ve kıyafet” vermeye çalışmakta, diğer taraftan da Halide Edip ile birlikte yeni kurulan Anadolu Ajansı’nın servislerini yapmaktadır (1955: 101). İstanbul’dan Ankara’ya geçerken matbaasını da gizlice taşıyan Yunus Nadi; gazetesini Ankara’da, ilk 222 olarak 9 Ağustos 1920’de, Sakarya Savaşı nedeniyle zorunlu olarak açılan Kayseri parantezinin ardından ikinci kez 22 Teşrin-i Sani 1337’de yayınlamıştır. Gazetesini 1924 ortalarında Cumhuriyet’i çıkarıncaya kadar yayımlamaya devam eder. Yine Yust’a göre (1995: 90) İzmir’de tarım ürünleri ticareti yaparak savaş sırasında elde ettiği kazançlara rağmen sol akıma eğiliminden vazgeçmemiştir. Yunus Nadi, 1945’te yaşama veda edinceye kadar, gazeteciliği ve milletvekilliğini birlikte yürütür (Çoker 1995: 531). Gazete sahipliği, yazarlık, politikacılık, yabancı dillere hâkimiyet, ticari eğilim; tüm bu nitelikler yayın yoluyla toplumu geliştirmeye adanmış önce İttihatçı sonra Kemalist bir kişiliği karakterize eder. Bunlar, basın tarihimizde önemli bir konum edinmesinin nedenleri olarak da görülebilir. Kadroda yer alan önemli isimlerden biri de gazetenin Ankara ve Kayseri’de Yazı İşleri Müdürlüğünü yürüten Kemal Salih’tir. Kemal Salih, gazeteciliğe küçük yaşlarda Yunus Nadi’nin yanında başlamıştır. Çalkantılı ve hızlı gelişen bir sürecin izlerini taşıyan bu ilk deneyim, Yeni Gün’den Cumhuriyet’e uzun süreli yol arkadaşlığına da kapı aralamıştır. Kemal Salih, Millî Mücadele’nin dolayısıyla Anadolu’da Yeni Gün’ün dönüm noktalarında, gazeteyi tek başına yayınlamak gibi önemli görevler üstlenir. Kayseri sayılarında “K. S.” imzasıyla başyazılar yazar: “Yeni Zafere Doğru” (7 Eylül 1337), “Milletin Azmi” (11 Eylül 1337). Esat, Ömer Muhittin Bey; Kemal Salih dışında gazetenin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yürüten isimlerden bazılarıdır (Yust 1995: 91). Mevcut kaynaklarda yer alan bilgilere göre gazetenin yazı kadrosunda yer alan bazı isimler şöyledir: Aka Gündüz, Nüzhet Haşim, Ziya Gökalp, Enver Behnan, Şükrü Kaya, Kemal Ragıp (Öztoprak 1981: 6), Ruşen Eşref, Edirne Milletvekili Mehmet Şeref, Celal Nuri (İleri), Halide Edip, Ali İhsan Bey (Yust 1995: 91– 92), Muhittin (Birgen) ve Mahmut Esat (Bozkurt) (Kocabaşoğlu 1981: 186). Gazetenin Kayseri’de yayınlanan nüshalarında Kemal Salih’in dışında imzası bulunan isimler ve yazdıkları yazılardan bazıları şöyledir: Nafi Atuf (Kansu), “Harp ve Mektep” (14 Eylül 1337), “Darüleytam Meselesi” (1 Teşrin-i Evvel 1337); K. A., “Düşmanı Mühimsememezlik Etmemelidir” (4 Eylül 1337), “Yetimlerimizi Unutmayalım” (21 Eylül 1337). Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229) 3. SAKARYA SAVAŞI VE ANADOLU’DA YENİ GÜN Anadolu’da Yeni Gün’ün Kayseri’ye taşınması, Sakarya Savaşı süreciyle yakından ilintilidir. Batı Cephesi’nde (Eskişehir ve Kütahya Muharebeleri/Temmuz 1921) yenilen Türk ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi (Özalp 1998: 184–193), savaş stratejisi gereğince Hükümet merkezinin daha doğuya, Kayseri’ye taşınmasını gündeme getirir. Konu TBMM’nin 23 Temmuz 1337 (1921) tarihli gizli oturumunda tartışmaya açılır. Fevzi Paşa, Heyet-i Vekile’nin, müzakereler sonucunda, TBMM’nin Anadolu’nun göbeği sayılan Kayseri’ye naklini münasip gördüğünü belirtmiştir (TBMM Gizli Celse Zabıtları 1985: 102). 30 Temmuz 1337 tarihli gizli oturumda, Mustafa Kemal Paşa’nın “binaenaleyh usulen bu takriri reye vaz ediyorum. Evvela aileleri, saniyen eşya-yi zatiyyeleri, göndermek; fakat Hükümet ve Meclis mümkün olduğu kadar hâl-i faaliyette bulunmaktır. Lüzûm-ı hakiki ve zaruret hâsıl olduğu takdirde bunu, Paşa Hazretleri Heyeti Âliyenize arz edecek, ondan sonra icap ederse yeni bir karar alınacaktır” sözleri üzerine göç hazırlıkları başlar (6) (TBMM Gizli Celse Zabıtları 1985: 127). Kayseri’ye taşınanlar arasında Eşref Edip’in Sebîlürreşad’ı (24 Eylül 1337 tarihli 490. sayı) ve Yunus Nadi’nin Anadolu’da Yeni Gün’ü de vardır. Yunus Nadi Ankara’dan ayrılmaz. Kendisine veda için gelen Yazı İşleri Müdürü Kemal Salih’e, “orada gazeteyi yalnız başına idare edeceksin” der ve 8–10 sayfadan oluşan bir talimatname verir. Talimatname, olası durumlarda yapılacakları içermektedir: Dava-yi millîde umumun takip edeceği hatt-ı hareket, rehberlik yapılmakla beraber halkın bu yoldaki faaliyetlerine –küçük olsun büyük olsun– ale-d-derecât fazla kıymet verilmek ve mesela ahaliden biri bir şey yapmışsa (aferin filana) ve kazalardan biri bir şey göstermişse (gördünüz mü hamiyetli kazayı) gibi diğerlerine mûcib-i imtisal ve teşvik olacak yazılar yazılmak lazımdır. Bununla beraber eksik cihetlerin tenkidinde de tereddüde mahal görülmemelidir. Hususîle icraat hükümete ait olunca, onda bi-hakkın mütecellid davranılmak icap eder… Gazetenin hatt-ı hareketi: Misak-ı Millî hudut ve hukukunun behemehal istihsal edileceği hakkında çok derin bir kanaat ve imana sahip olması ve o kanaat ve imanı bütün kuvveti ile tecelli ettirmesidir… Mustafa Kemal Paşa’nın Başkumandanlığı vesaire gibi hadisat-ı mühimme, içerilerde layıkıyla bilinmiyor. Binaenaleyh bunlar eski şeylerdir denilmeyerek, güya hiç bilinmeyen bir muhite hitap ediliyormuş gibi adeta yeniden ve malum heyecanlarıyla mevzubahis edilmelidir (Coşar (t.y.) 186). Ulaşılabilen sayılara göre, gazetenin Ankara’da yayını Ağustos ortalarına kadar sürdürdüğü anlaşılmaktadır (15? Ağustos 1337). Bu tarihten sonra taşınma işlemleri başlar, gazete matbaası elden geldiğince küçük parçalara bölünür ve harf kasalarıyla birlikte kağnılara dağıtılır. İki tahta arabada da Yunus Nadi’nin eşi ve 4 çocuğu vardır. 10 gün süren sıkıntılı bir yolculuğun ardından Kayseri’ye ulaşır ulaşmaz hemen mürettiphane kurulur ve gazetenin Kayseri nüshası hazırlanmaya başlanır (Coşar (t.y.) 186–187). İlk sayı, 1 Eylül 1337 tarihini taşımaktadır. Aynı tarihli sayıda, ilk sütunun baş tarafında yer alan duyuru, gazetenin Kayseri’ye nakil gerekçelerini endişeye yol açmamak için gizlemiştir: Yeni Gün bugünden itibaren Kayseri’de intişara başlıyor. Ankara’daki Yeni Gün ile buradaki Yeni Gün aynı yolun yolcusu aynı gayenin hadimidirler. İkisi birbirinden ayrılmaz küldür. Maksadımız milletimizin heyecanı ile mütenasip olarak neşriyat sahamızı genişletmek, Anadolulu karilerimizi daha yakından, daha çabuk, daha kolay kendi mevcudiyeti ile alakadar etmektir. En başlı emelimiz mukaddes yurdumuzun düşman ayaklarından bir an evvel kurtulmasını temin için elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar kalemimizle çalışmaktır. İnşallah Anadolu’nun kurtulması pek yakındır. Kendini başlık klişesinin hemen altında “siyasi, ilmi, edebi Türk gazetesi” olarak tanımlayan Anadolu’da Yeni Gün’ün siyasal çizgisinde, Kocabaşoğlu’nun belirttiğine göre (1981: 183) başlıca dört eğilim görülür: Kurtuluş Savaşı’nın haklılığına ve zafere olan kesin inanç, Saltanat ve Hilafete karşı bir tutum, Emperyalizme karşı ve Sosyalizme yatkın bir eğilim ve uluslararası planda mazlum milletlere, ulusal planda çalışan kesime yakın bir tutum (7). Gazetenin tutum ve eğilimlerinden ilk ikisinde 223 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 bir değişiklik görülmez ancak son ikisi, bazı etmenlere bağlı olarak değişiklikler göstermiştir. Bunları cephelerdeki gelişmeler, emperyalist ülkelerin Türkiye’ye karşı tutumları, TürkSovyet ilişkilerindeki iniş-çıkışlar, iç siyasal gelişmeler ve Mustafa Kemal’in direktifleri olarak sıralamak mümkündür. Anadolu’da Yeni Gün, her şeyden önce bir gazete olarak, olağanüstü dönemlerde haber ve bilgiye duyulan gereksinimin artması nedeniyle savaşa ilişkin tüm ayrıntılara sütunlarında geniş yer vermeye çalışır. Metinler, ağır ve ağdalı ifadeler içermekle birlikte genelde halkın anladığı dile yakın bir Türkçe ile yazılmıştır. Büyük çoğunlukla ilk sayfa, manşet ve tamamlayıcı unsur olarak görsel malzemelerin dışında “Vazıyet-i Harbiye ve Harekât-ı Askeriye” başlığıyla askerî bir uzmanın yorumlarını, resmi tebliğleri, Anadolu Ajansı ve gazetenin savaş muhabirinin telgraflarını ve her sayıda yer almamakla birlikte başyazıları içermektedir. “Son Dakika” (6 Eylül 1337), “harp muhabirimizin öğle telgrafnamesi”, “harp muhabir-i mahsusamızın sabah telgrafnamesi” (11 Eylül 1337), “harp muhabirimizin müsta’cel telgrafnamesi” (13 Eylül 1337) gibi ifadeler, gazetenin taze haber verme konusundaki titizliğini yansıtmaktadır. Gazetenin geçici olarak öğleden sonraları yayınlanmasına dönük bir karar alınması da yeni haber verme istediğinin bir sonucudur. Konuyla ilgili olarak yayınlanan duyuruda, önemli bir diğer nokta da Anadolu Ajansı’nın tüm haberlerinin yalnızca Anadolu’da Yeni Gün’de yayınlanacak olmasıdır: Bugünden itibaren gazetemiz, muhterem karilerinden gördüğü rağbete karşı haberlerini daha evvel verebilmek için muvakkaten öğleden sonraları intişar edecek ve ba’demâ ayrıca ajans neşredilmeyeceği cihetle: Anadolu Ajansı’nın bütün haberlerini yalnız gazetemiz neşredecektir. Gerek cephede gerekse Ankara’da ve diğer mahallerde bulunan hususi muhabirlerimize keyfiyet bildirilmiş ve Ankara’da Posta ve Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi nezdinde teşebbüsatta bulunularak haberlerimizin süratle verilmesi temin edilmiştir. Bu suretle öğleden sonra çıkacak olan gazetemizde karilerimiz düne ait bütün haberleri ve cephe istihbaratını okumuş olacaklardır (12 Eylül 1337). Ancak gazetenin taze haber verme konusundaki çabaları, telgraf hatlarının bozukluğu gibi 224 elde olamayan teknik aksaklıklar nedeniyle sekteye uğramıştır: “Telgraf hatlarının bozukluğundan dolayı iki haftadan beri gelemeyen ajansın telgrafnameleri bugünden itibaren varid olmaya başlamıştır. Hususi cephe telgraflarımızın ve diğer muhabir-i mahsusalarımızın telgraflarının da hatların tamiri hasebiyle ba’demâ muntazaman geleceği tabidir” (27 Eylül 1337). Telgrafların alınamadığı ya da sınırlı ölçüde alındığı günlerde, gazetenin birinci sayfası, (büyük başlıklarla verilen önemli haberler dışında) büyük oranda resmi tebliğleri, yabancı gazetecilerin Millî Mücadele’ye ve Sakarya Savaşı’na ilişkin müspet haber ve yorumlarını (26 Eylül 1337), İstanbul basını ve yabancı gazeteler kaynak gösterilerek Yunanistan’ın siyasal, mali sorunlarına, savaş kayıplarına ve bunun içteki yankılarına ilişkin haber ve yorumları (24–25 Eylül 1337), Sakarya Savaşı’na ilişkin şiirleri ve Malta’da İngiliz esareti altında bulunan Türklerin kaçış haberlerini (22 Eylül 1337) içermektedir. Anadolu’da Yeni Gün’ün, savaşa ilişkin haber ve yorumlarını sunarken özen gösterdiği noktalardan biri de tüm umutlarını savaşın sonucuna bağlamış olan Türk halkının ümitsizliğe sevk edilmemesidir. Sakarya Savaşı’nın güncesi niteliğindeki Kayseri nüshalarında, zaferin gerçekleşeceğine dair inanç her zaman korunmuştur. Bunun için gazetenin, savaşa dair büyük başlıklarla verdiği önemli haberlere, manşetlerine bakmak bile yeterlidir: Refet Paşa Hazretlerinin Beyanatı: Düşmanın Kuvve-i Taarruziyesi Kırılmıştır; Yeni ve Büyük Muharebelere Başlıyoruz, Allah Bizimle Beraberdir (6 Eylül 1337), Harbin İkinci Safhası Başladı. Avn-i Hakkla Bu Defa da Düşmanı Mağlup Edeceğiz (7 Eylül 1337), Düşmanın Tard Edildiği ve Geriye Doğru Hareketi, Resmi Tebliğle de Teeyyüd Etmektedir (8 Eylül 1337), Sakarya Zaferi: Sağ ve Sol Cenahta Başlayan Mukabil Taarruzlarımız Üzerine Düşman Perişan Bir Surette Kaçmaya Başlamış, Kahramanlarımız Mağlup Düşmanın Siperlerine Girmiştir (9 Eylül 1337), Taarruzlarımız Muvaffakıyetle Devam Ediyor, Dün Duatepe, Çekirdeksiz ve Üçpınar’ı İşgal Ettik (12 Eylül 1337), Büyük Sakarya Meydan Muharebesi Kahraman Ordumuzun Tam Bir Zaferiyle Nihayet Bulmuştur (13 Eylül 1337), Or- Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229) dumuz İlerliyor, Sağda Kartaltepe’yi Geçtik, Solda Beşköprü’ye Yaklaşıyoruz (14 Eylül 1337), Bütün Kuvvetlerimiz Her Noktadan Sakarya’nın Garbına Geçmişlerdir, Düşmanı Muzafferen Takip Ediyoruz (15 Eylül 1337), Evvelki Akşam Gece Yarısından İtibaren Bütün Vatanda Umumî Seferberlik, Herkes Silah Başına (17 Eylül 1337), Bütün Cephede Düşmanı Takipte Devam Ediyoruz. Eskişehir’in Sukutuna İntizar Edebiliriz, Vazıyet Fevkalade Lehimizdedir (20 Eylül 1337), Düşmana Son Darbeyi İndireceğiz Hem de Pek Yakında (21 Eylül 1337), Ordumuzun Şedîd Takibatı Devam Ediyor. Süvarilerimizin Seyitgazi’ye Akınları (22 Eylül 1337), Seyitgazi Civarında Düşmanı Tepeleyerek Tard Ettik, Denizli Mıntıkasında Mühim Muvaffakıyetlerimiz (24 Eylül 1337), Millet Meclisi, Büyük Reisimiz ve Baş Kumandanımıza Gazilik ve Müşirlik Tevcih Etti (27 Eylül 1337). Gazete yalnızca manşeti değil, yayın politikası bağlamında görsel malzemeleri de etkin bir biçimde kullanmıştır. Bu konuda en önemli örneği Mustafa Kemal’in resimleri oluşturur. 11 Eylül 1337 tarihli sayıda, Mustafa Kemal’in asker kıyafetiyle at üstünde bir resmi yayınlanmıştır. Resim altı ifade şöyledir: “Düşmanın kati mağlubiyeti kabul ettiğini beyan eden Başkumandanımız ve Muhterem Reisimiz Mustafa Kemal Paşa Hazretleri.” 13 Eylül 1337 tarihli sayıda ve manşetin hemen altında yer alan Mustafa Kemal’e ait üniformalı bir resim ise “Anadolu’nun Millî Kahramanı ve Sakarya Muzafferi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu konuda, manşetin hemen altında, sunulan haberi tamamlayıcı bir unsur olarak tasarlanan, elinde silahı ve kalkanıyla Türk askerine ait resimler ve resim altı ifadeler de dikkati çekmektedir. Elinde silahıyla kaya üstünde oturan bir Türk askerine ait resim, “kahramanlar ordusunun kahraman Mehmetçiği; düşman karşısında dinini, milliyetini, namusunu müdafaa ederken” şeklinde tanımlanmıştır (12 Eylül 1337). Yunan askerini tekmeleyen bir Türk askerini resmeden karikatürdeki dini vurgu da önemlidir: “Vur! Gökten bak Allah sana “vur!” diyor” (20 Eylül 1337). Gazetenin haber ve yorumları, kurtuluş hareketini ve onun önderlerini açıkça destekleyen bir çatıya sahip olduğu gibi Hürriyet ve İtilâf ile ileri gelen yöneticilerini de aynı oranda eleşti- ren bir çerçeve içine konumlanmıştır. Bu konuda “İtilâfçılar Köpekçe Hizmete Koyuldular” başlıklı bir haber şöyledir: İstanbul’dan gelen mevsuk haberlere göre son günlerde Hürriyet ve İtilâfçılar tekrar bir takım hâin-âne kararlar ittihaz etmişler ve işe başlamışlardır. Kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen bu namussuzların başında, Mustafa Sabri, Zeynelabidin, Hoca Vasfi vesaire bir takım erazil (reziller) bulunmaktadır. Bunlar külah kapmak için bir taraftan İngilizlere köpekçesine hizmete koyulmuşlar, diğer taraftan saraya giderek ve Yunanlıların Ankara’ya gireceklerinden bahsederek, kabinenin kendileri tarafından teşkilini teklif etmişlerdir (17 Eylül 1337). “Sadrazamlarını Şeyhülislâmlarını…” başlığını taşıyan başka bir haber ise İtilâfçıların İstanbul’da iktidara geçmek için yaptıklarını ve planladıkları yapılanmayı konu edinmiştir. Haberde, İtilâfçıların; Kuvâ-yi Milliye’nin Yunan ordusu tarafından imha edildiği, Yunan ordusunun Ankara’ya bugün yarın gireceği yönünde propagandaya girişmeleri sert bir dille eleştirilmektedir. Fakat kamuoyu bu tür şayialara itibar etmemiş, zafere olan inancını sarsmamıştır. Zaten İstanbul’da Millî Mücadele’yi destekleyen basın, zaferleri düzenli olarak takip etmekte ve günü gününe halkı haberdar etmektedir. Gazeteye göre özellikle Sakarya zaferinden sonra bu gibi “rezaletlerin durdurulacağı ve önünün alınacağı tabidir” (17 Eylül 1337). Anadolu’da Yeni Gün’ün içeriğinin en önemli bölümü, kuşkusuz, başyazılarıdır. Gazetede yer alan başyazılarda “K. A.” ve “K. S.” imzaları kullanılmıştır. Savaşın haklılığına ve zafere olan kesin inanç, dinî ve millî duyguların diri tutulması yoluyla toplumsal bütünleşme ve dayanışmanın sağlanmaya çalışılması, Millî Mücadele amaçları etrafında örgütlenme düşüncesi başyazıların ana temasını oluşturur. 1 Eylül 1337 tarihli sayıda yer alan başyazı, bu konuda ilk örnektir. Yazar, “K. A.” imzasıyla yayınladığı makalesinde Kuran’dan ayetlerle örnekler vererek, Müslümanların ümitsizliğe düşmemelerini istemektedir: İki tarafın maddi, manevi kuvvetlerini karşılaştırınca kolayca anlarız ki nihai muzafferiyet bizimdir. Allah’ın inayetiyle ana vatanda bir 225 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 tek Yunan neferi kalmayacaktır… Az gün sonra muvaffakıyet, muzafferiyet haberlerinin kulaklarımızı çınlatacağını, yüreklerimizi sevinçlerle çarptıracağını kuvvetle ümit edelim. Buna göre de el birliğiyle, bütün azmimizle çalışmamıza, ordu için fedakârlıklarımızı son haddine vardırmamıza devam edelim. Allah bizimledir. 2 Eylül 1337 tarihli sayıda yer alan başyazıda ise “başımıza indirilen hakaret sillesinin ne kadar ağır olduğunu duymaya çalışalım. Türk, silahla değil dişiyle tırnağıyla Yunan sürülerini boğar” sözleriyle Palikaryalara boyun eğilmeyeceği vurgulanmakta, Millî Mücadele’de aydınların görevlerini yerine getirip getiremedikleri sorgulanmaktadır. İzmir’den, Bursa’dan sonra Afyon’un, Kütahya’nın, Eskişehir’in “düşman ayağı altında inlemesi”, “istediği zaman harikalar yaratan, umulmadık kahramanlıklar yapan” Türk ordusundan bu yöndeki beklentileri arttırmıştır. Fakat ordunun kahramanlılar yaratabilmesi, görevini hakkıyla yapabilmesi ve nihayet zaferini ilan edebilmesi Türk Milletinin fedakârlıklarına bağlıdır: Millet fedakârlığında devam ettikçe, her gün tarihe yeni şan ve şeref sayfaları ilave eden kahraman ordu da vazifesini ifa edecektir. O ordu ki tarihin en parlak hamaset misallerine her gün yeni yeni numuneler vücuda getiriyor. O ordu ki Muhterem Baş Kumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanan kumanda heyetinin emri altında yekvücut ve sarsılamaz bir kütle halindedir. O ordu ki düşmanları bile kudret ve mükemmeliyetini itiraf etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ve nihayet bütün bunlardan sonra o ordu ki kahraman bir milletin bağrından kopmuş kahramanlar ordusudur ve hak için çarpışıyor. Allah’ın inayetiyle mutlak ve mutlak zaferi istihsal edecektir. Ve pek yakında (7 Eylül 1337). Kemal Salih, bu tespitlerinin ardından milletin azminin ve onun içinden çıkan Mustafa Kemal dehasının, “bugünkü yeni Türkiye’yi ve “hakkını er meydanında yalnız kendisinin kuvvetiyle istihsal eden bugünkü orduyu” meydana getirdiğini belirtir. Türk Milleti, bütün varlığıyla Misak-ı Millî hedeflerine ulaşıncaya kadar mücadele konusunda kararlılık göstermiş ve belirlenen amaçlara ulaşmak üzere yürüdüğü yolun büyük kısmını kat etmiştir. “Küçük, büyük, kadın, erkek milletin her ferdinin millî 226 gayede nasıl çalıştığını görmek için Anadolu’nun herhangi yerinde şöylece bir günlük yol kat etmek kâfidir” (11 Eylül 1337). Anadolu’da Yeni Gün, Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından Ankara’ya taşınmıştır. Ankara’da yayınlanan ilk sayıda Yunus Nadi, gazetenin o güne kadar geçirdiği evrelerin, izlediği tutumun, kurtuluş hareketi ve onun önderlerinin elde ettikleri başarıların özlü bir değerlendirmesini sunar. Gazetesini tekrar Ankara’da yayınlayabilmekten duyduğu sevinci okuyucularıyla paylaşır. “Yeni Gün Karilerine” başlığıyla yayınlanan başyazının ilgili bölümlerinin aynen aktarılmasında yarar görülmüştür: Yeni Gün, Anadolu’nun hep Sakarya melhamesine (kanlı savaş) doğru irkildiği, ayaklandığı günlerde Anadolu içinde bir seyir ve seyahat külfetini ihtiyar etmiş, (?) Anadolu ile hemhal olarak yürümüş ve daima milletin efkâr ve hissiyatına tercüman olmaktan ibaret bulunan vazifesini evvelki gün İstanbul’da ve dün Ankara’da olduğu gibi bugün de vatanın bizce hepsi aynı kutsiyet ve muhabbetle mergub ve muteber olan her hangi bir yerinde ifa eylemekten hali kalmamıştır. Nitekim şimdi de bazı levazımın celp ve ikmaline ait meşgalelerin meydan verdiği zaruri ve muvakkat bir tehirle, işte yine tekrar Ankara’da intişara başlıyor. Hatırlardadır ki Yeni Gün’ün Anadolu’ya intikali pay-i tahtımız olan İstanbul’un agyâr tarafından işgali ve orada millî olan her müessesenin iptali üzerine vuku bulmuş bir hadisedir. İstanbul’u işgal ile başlayan felaket ise Türk vatanını parçalayıp yok etmeye matuf bir suikastın mukaddemesi idi. Anadolu’da bütün bir milletin azim ve himmeti ile yürütülen millî cidâl (savaş) ise ki Yeni Gün onun bir hadimidir, işte memleketimize ve milletimize havale edilen o suikast darbesini bertaraf etmeye ve diğer insanlar gibi Türk’ün dahi hayat ve hürriyetiyle, istiklal ve tamamiyet hakkını tanıtmaya matuf bulunuyor… Biraz her tarafta çıktığımız ve son zamanlarda çıkamadığımız günlerin şu muhtasar hikâye ve izahı vesilesiyle evvel ve ahir karie ve karilerimizden gördüğümüz teveccüh ve muhabbetin teşekkürlerini burada alenen beyan etmeyi vazife biliyoruz. Seyahat ve intikalimiz esnasında dahi her geçtiğimiz ve her bulunduğumuz yer Yeni Gün’ü hep şevk ve rağbetle karşılamış ve kucaklamıştır. Bu meyanda Kayseri’nin müdrik ve faal Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229) muhitine hassaten müteşekkiriz. Yeni Gün, çıkmadığı son zamanlarda şifahen ve tahriren yüzlerce: Hani canım Yeni Gün? Sualine maruz kalmadığımız gün yoktu. Bugün bu suallere fiilen cevap verebilmiş olmakla mesuduz: Buyurun Yeni Gün’ünüzü!... Filhakika o bizim değil sizindir, yani karie ve karilerinindir (22 Teşrin-i Sani 1337). haber ve bilgiye olan gereksinimini karşılama amacına yönelik bir yayın politikası geliştirmiştir. Yunus Nadi’nin teşekkür yazısına göre çabaları, gereken karşılığı bulmuştur. Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından yeniden Ankara’ya taşınan gazetenin dramı, Millî Mücadele basınının diğer temsilcileri için de büyük ölçüde geçerlidir. SONUÇ SONNOTLAR Anadolu’da Yeni Gün, daha kapsamlı bir incelemeye konu olabilecek yayın hayatıyla, Millî Mücadele basını içinde kendine önemli bir konum edinmiştir. I. Dünya Savaşı sonlarında İstanbul’da yayınlanan gazete, Mütareke devrinin ağırlığı çökünce Ankara’ya taşınır ve adının üstüne küçük puntolarla “Anadolu’da” ibaresini ekler. Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye taşınmak zorunda kalan gazetenin Yazı İşleri Müdürü Kemal Salih, Yunus Nadi tarafından kendisine verilen talimatı yerine getirme konusunda titiz davranmıştır. Daha ilk sayıda, gazetenin Kayseri’de yayınlanma gerekçesini, heyecan yaratmamak için, yayın alanını genişletmek ve Anadolulu okuyucuların kendi varlığı ile ilgilenmelerini sağlamaya çalışmak olarak açıklaması, bu açıdan dikkate değerdir. (1) Bu konuda ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz: Bünyamin Ayhan, Millî Mücadele’de Basın, Tablet Yayını, Konya, 2007. Anadolu’da Yeni Gün, bütün bir milletin azim ve yardımı ile yürütülen millî hareketin hizmetçisi olduğunu her fırsatta vurgulamıştır. Gazete, olağanüstü durumlarda artan haber alma ihtiyacını göz önünde bulundurarak, günü gününe halkı gelişmelerden haberdar etmeye çalışmış ve kamuoyunun aydınlatılmasında etkili olmuştur. Kurtuluş sürecinin en kritik evrelerinde bile zafere olan inancını yitirmez. Ağdalı ve ağır ifadeler yanında genelde halkın anladığı dile yakın bir Türkçe ile yazılan haber ve yorumları, kurtuluş hareketini ve onun önderlerini açıkça destekleyen bir çatıya sahiptir. Savaş sürecinde, mücadele ruhunu ve azmini canlı tutmak için her gün, umut aşılayan yeni bir manşetle çıkar. Millî Mücadele’nin yürütülmesi için gerekli koşulların hazırlanması; millî hareketin amaçlarına, Mustafa Kemal’in bu hareket içindeki konumuna, ordunun zafer ve kahramanlıklarına dönük haber ve yorumların temel amacını oluşturmaktadır. Gazetenin, Hürriyet ve İtilâf ile ileri gelen yöneticilerine yönelik tutumu da bu amaç çerçevesinde değerlendirilmelidir. Anadolu’da Yeni Gün, Kayseri’de, fikri tartışmalardan daha çok, halkın (2) Nurettin Gülmez, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün, AAM Yayını, Ankara, 1999; Ceren Çıkın, Yeni Gün Gazetesi (1918– 1923), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007. (3) Uygur Kocabaşoğlu, “Millî Mücadele’nin Sözcülerinden: Anadolu’da Yeni Gün”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C: 36/1–4, Ankara, 1981. (4) Yunus Nadi, Yeni Gün’ü yayınladığı dönemde 18 yıllık bir gazetecidir. Gazetecilik serüveni, 1900’de Malûmat’la başlar. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra İttihat ve Terakki’ye girmiş; gazeteciliğe İkdam ve Tasvir-i Efkâr’la devam etmiştir. Bu arada (1910) Selanik’te İttihat ve Terakki’nin yayın organı Rumeli’nin Yazı İşleri Müdürlüğü görevinde bulunur. 1912 seçimlerinde Aydın’dan Milletvekili olur. Tasvir-i Efkâr’ın Yazı İşleri Müdürlüğü ve Başyazarlığını üstlenir. Tasvir-i Efkâr’ın Başyazarıyken gazete yöneticileri ile kişisel, Yust’a göre ticari nedenlerle arası açılınca müstakil bir gazete çıkarmayı düşünmüş (Çoker 1995: 530, Yust 1995: 90, Coşar, (t.y.) 187) ulaşılabilen ilk sayısından anlaşıldığına göre 1 Eylül 1918’de Yeni Gün’ü yayınlamıştır. Bu arada Milletvekili sıfatını da taşımaya devam eder. 1914 seçimlerinde yine Aydın Milletvekili seçilmiş, Mebusan Meclisi’nin son dönemi için yapılan seçimde, İzmir’den Milletvekili olmuştur (Çoker 1995: 530–531). (5) Yeni Gün Gazetesi Sahib-i İmtiyazı Yunus Nadi Efendi aleyhinde Divan-ı Harb-i Örfî Müddeî-i Umumîliğince hukuku umumiye namına ikame olunan dava üzerine kendisi firar ederek kanuna itaat etmemiş olduğu gibi taht-ı imtiyazında bulunan gazetede tehyîc-i efkârı 227 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 mucip havadis-i kâzibe neşredilmekte olduğundan kendisinin muhakemesi bil-icra berâeti tahakkuk ettiği halde neşrine müsaide olunmak üzere mezkûr gazetenin bilâ müddet tatili kararlaştırılmıştır” (BOA, MV., 215/2). (6) Kayseri’ye taşınma konusunda ayrıntılı bilgi için bkz: Zübeyir Kars, Millî Mücadele’de Kayseri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1993. (7) Yust, Yeni Gün’ü “solcu, İttihatçı Ankara organı” olarak tanımlamaktadır (1995: 90). Bununla birlikte gazetenin sol çizgisi, 1921 yılı başında, Çerkez Ethem’in yenilgisi, 10 Ocak 1921’de Birinci İnönü Zaferi, Mustafa Kemal’in 8 Ocak 1921’de Mecliste komünist propagandası aleyhindeki nutku, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi gibi olaylarla eş zamanlı olarak gerilemeye başlamıştır. İtilâf Hükümetlerinin Londra Konferansı’na Millî Hükümeti davet etmeleri, Anadolu’da komünizm cereyanlarının durması gerektiği anlamına geldiğinden Anadolu’da Yeni Gün’ün solculuğu da bu dönemde esas olarak sona ermiştir. Hatta gazete 1921 Kasım’ından itibaren sermayenin örgütlenmesini savunan bir aşamaya gelmiştir (Kocabaşoğlu 1981: 185–186). KAYNAKLAR Abalıoğlu Y N (1955) Ankara’nın İlk Günleri, Sel Yayını, İstanbul. Abalıoğlu Y N (1978) Kurtuluş Savaşı Anıları, Erdini Yayını, İstanbul. Alemdar K (2001) İletişim ve Tarih, Ümit Yayıncılık, Ankara. Anadolu’da Yeni Gün (Ankara/10 Ağustos 1920, 25 Temmuz 1337, 22–23 Teşrin-i Sani 1337, Kayseri/1 Eylül 1337–7 Teşrin-i Evvel 1337). Ayhan B (2007) Millî Mücadele’de Basın, Tablet Yayını, Konya. BOA, 30/Ca /1337 (Hicrî)/03.03.1919, DN: 215, GN: 2, FK: MV. Coşar Ö S (t.y.) Millî Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, İstanbul. Çoker F (Hz.) (1995) Türk Parlamento Tarihi Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919– 1923, C. III, TBMM Vakfı Yayını, Ankara. 228 Güner Z ve Kabataş O (1990) Mücadele Dönemi Beyânnâmeleri ve Basını, AAM Yayını, Ankara. Güneri S N (1999) Hatıra Defteri, (Hz. A. Birinci), Erzurum Kitaplığı, İstanbul. Fındıkoğlu Z F (1947) Matbuat Tarihimizden Mühim Bir Yaprak, Cumhuriyet, 17 Haziran 1947. İnuğur M N (1992) Türk Basın Tarihi, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, İstanbul. Kabacalı A (2000) Başlangıcından Günümüze Türkiye’de Matbaa Basın ve Yayın, Literatür Yayını, İstanbul. Kansu M M (1997) Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, TTK Yayını, Ankara. Kars Z (1993) Millî Mücadele’de Kayseri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara. Kaya Ş (1974) “Yunus Nadi”, Cumhuriyet 1924–1974, Konur Ertop (der.) içinde. Cumuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T. A. Ş., İstanbul. Kocabaşoğlu U (1981) Millî Mücadele’nin Sözcülerinden: Anadolu’da Yeni Gün, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Derg, 36/1–4, 179–203. Koloğlu O (2006) Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, Pozitif Yayını, İstanbul. Özalp K (1998) Millî Mücadele 1919–1922 I, TTK Yayını, Ankara. Öztoprak İ (1981) Kurtuluş Savaşında Türk Basını, İş Bankası Yayını, Ankara. Sebîlürreşad (24 Eylül 1337). Şapolyo E B (1974) “‘Yeni Gün’ü Nasıl Çıkarmıştı ?”, Cumhuriyet 1924–1974, Konur Ertop (der.) içinde. Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T. A. Ş., İstanbul. Tamer A (2004) İrade-i Milliye Ulusal Mücadelenin İlk Resmi Yayın Organı, Tüstav Yayını, İstanbul. TBMM Gizli Celse Zabıtları (1985) C: II, 17 Mart 1337 (1921)-25 Şubat 1337 (1922), İş Bankası Yayını, Ankara. Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229) Topuz H (2003) II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi Yayını, İstanbul. Yeni Gün (3 Eylül 1918). Yust K (1995) Kemalist Anadolu Basını (Hz. O. Koloğlu), Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayını, Ankara. 229 GAZETECİLİĞİN DÖNÜŞÜMÜ: YÖNDEŞEN ORTAM VE YÖNDEŞİK GAZETECİLİK Besim Yıldırım* ÖZET Bu makalenin konusunu sayısal iletişim teknolojilerinin ve yöndeşmenin gazetecilik alanında yol açtığı dönüşümler oluşturmaktadır. Bu nedenle öncelikle yöndeşmenin sektörel etkileri ele alınmış ve ardından gazetecilik pratikleri ve istihdam yapıları bakımından sonuçları irdelenerek, yeni medya profesyonellerinin profili çizilmeye çalışılmıştır. Makalede ayrıca sektördeki yöndeşme politikalarının gazetecilerin çalışma koşulları ve sosyal hakları açısından etkilerine de değinilmiştir. Anahtar sözcükler: Yöndeşme, yeni gazetecilik, multimedya gazeteciliği, yöndeşik gazeteci TRANSFORMATION OF JOURNALISM: CONVERGING MEDIUM AND CONVERGENT JOURNALISM ABSTRACT This article attempts to treat the transformations caused by digital communication technologies and convergence in journalism field. Therefore, sector-specific effects of convergence are examined firstly and then consequences of convergence are explicated in point of journalistic practices and employment contextures, afterwards the profile of new media professionals is tried to figure out. Besides, effects of convergence policies in sector are mentioned in terms of working conditions and fringe benefits of journalists. Keywords: Convergence, new journalism, multimedia journalism, convergence journalism GİRİŞ Son yıllarda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerden en hızlı etkilenen sektörlerden biri medya olmuş, bu yenilikler sonucunda iletişim endüstrisi yeni platform ve uygulamalarla yeniden yapılanma içerisine girmiştir. Medya sektörü açısından özellikle 1980'lerden itibaren değişen sermaye yapısı, küreselleşme ve deregülasyon gibi unsurların etkisi ile yeni bir süreç başlamıştır. Enformasyon ve iletişim teknolojilerin gelişimiyle birlikte bu süreçte şirket birleşmeleri ve satın almalar önemli oranda artmıştır (Adaklı 2006: 34). Büyük şirketler açısından enformasyon ve iletişim teknolojileri hem üretimin ve satışın küreselleşmesini kolaylaştıran yeni bir teknolojik temeli mümkün kılmış ve hem de gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerdeki kapitalist yapıların dünya kapitalist ekonomisi ile bütünleşme sürecini hızlandırmıştır (Başaran 2004: 7). Yeni iletişim ortam ve teknolojilerinin ivme kazanmasıyla, birçok farklı alanda sosyal ve ekonomik köklü değişiklikler olmasının yanın* Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi da, medya sektöründe, iletişim araçlarının bilgisayar sistemleri ve telekomünikasyon teknikleriyle yöndeşmesi, sayısal teknolojinin iletişim araçlarında sağladığı hız, depolama, çeşitlilik, veri, görüntü, ses ve metnin bir arada daha verimli bir şekilde kullanıldığı multimedya sanayiyle birlikte haber bürolarının organizasyon yapıları, haberin üretimi, sunumu ve yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu olanaklara bağlı olarak okuyucu eylemlerinde de bir takım değişiklikler olmuştur. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde gazetecilik pratikleri de dönüşmüştür. Gazeteciliğin dönüşümü toplumsal, kültürel, teknolojik ve ekonomik gelişmelerle paralel biçimde gerçekleşmektedir. Bu noktada gazetecilikteki dönüşümü kavrayabilmek için sektördeki eğilimlerden, okuyucudaki değişim, üretim ve dağıtım pratiklerindeki gelişmelere kadar bir zincirin halkaları biçiminde birbirini etkileyen unsurları bütüncül bir biçimde ele almak gereklidir. Bu makalede yukarıdaki tespitlerden hareketle, yeni iletişim teknolojilerinin hız kazandırdığı sektördeki ekonomik ve Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) teknolojik yöndeşmenin etkisiyle ortaya çıkan yeni gelişmeler ve bunların gazetecilik pratiklerinde yol açtığı dönüşümler irdelenerek, konuya ilişkin kuramsal bir çerçeve sunulmak amaçlanmaktadır. Bu yüzden sayısallaşma ve yöndeşme, makalenin konusu itibariyle, gazetecilik uygulamalarının dönüşümü çerçevesinde ele alınmıştır. Bu noktada çalışmanın yöntemini alana ilişkin literatür taraması oluşturmaktadır. A-YÖNDEŞME VE DEĞİŞEN ORTAM Sayısallaşma ve yöndeşme (1), medyanın geçirdiği dönüşüm sürecinde ortaya çıkan yapılanma biçimlerini anlamak açısından öne çıkan kavramlardır. Bilgisayar, görsel-işitsel medya, telekomünikasyon gibi sektörlerin teknolojik ve ekonomik olarak birleşmesi, yeni ürünler ve hizmetler meydana getirmesi (Geray 2002: 19) anlamında kullanılan yöndeşme (convergence) kavramı, iletişim literatüründe özellikle 90'lı yıllardan itibaren sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Farklı iletişim platformlarının temel olarak benzer türde hizmetleri taşıyabilme özelliği olarak da ifade edilen yöndeşme ile üç ayrı alan olan yayıncılık (gazete, radyo, televizyon), telekom ve veri işlem sektörleri içi içe geçmiştir. Bu durumun sonucu olarak önceden ayrı ve farklı dünyaları olan yayıncılar, kablo şirketleri, eğlence firmaları, telefon taşıyıcıları, bilgisayar üreticileri ve internet kullanıcıları bir araya gelmiştir. Yöndeşme (2) olgusunu mümkün kılan olgu ise sayısallaşmadır. Ses, görüntü ve metin sayısal olarak kodlandıklarında aynı platformda bütünleştirilebilir. Yeni medya da yöndeşme sayesinde ses, görüntü, metin ve diğer öğelerle işlenmiş verilerin üretimi ve dağıtımını yapabilir. Sayısallaşma ve yöndeşme sonucunda metin, ses, video, grafik, animasyon, fotoğraf, müzik gibi her tür iletişim öğesinin ortak bir platformda yayını ulusal ve uluslararası düzlemde olanaklı hale gelmiştir. Bu süreç enformasyonun çok yönlü bir biçimde üretilmesini ve aynı çok yönlülükle dağıtımını/sunumunu sağlamaktadır. Sayısal iletişim teknolojileriyle geleneksel medya arasında yaşanan yöndeşme iki boyutta ele alınabilir. İlk olarak geleneksel iletişim sektörlerinin (Televizyon, radyo, gazete gibi) internet, cep telefonu, sayısal televizyon gibi yeni medyalarla işbirliği içine girmesinden doğan sektörel yöndeşme; ikinci olarak ise sayısal teknolojilerle birlikte, geleneksel medyanın telekomünikasyon, internet teknolojilerinin bir arada kullanıldığı teknolojik yöndeşmedir (İLEF Rapor 2007: 8). Kurumsal/sektörel anlamda yöndeşme (3) geleneksel olarak ayrı olan endüstrilerin, ekonomik boyutlarını göz önünde bulundurarak, yeni medyaya bağlı olarak bir araya gelmesi şeklinde tanımlanabilir. Bu süreç medya endüstrisindeki farklı sektörlerin farklı iletişimsel etkinlikleri gerçekleştirdikleri bir örgütlenmeden tek ve tümleşik bir pazar yapılanmasına geçişi de ifade etmektedir. Telekomünikasyon, enformasyon, yayıncılık ve basılı yayıncılık şirketleri yöndeşme, küreselleşme ve yoğunlaşma üçgeni içinde, medya endüstrisinin yapısal dönüşüm sürecinin başlıca aktörleri olmuşlardır. Bu çerçevede, sektörel anlamda yöndeşme kurumsal olarak ayrı olan telekomünikasyon ve yayıncılık endüstrilerinin, çapraz mülkiyet bağlamında endüstriyel yapılarının birleşmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Sektörel yöndeşme bağlamında 2000’li yıllarda gerçekleştirilen yeni şirket oluşumları olan Time Warner- AOL (4), Disney- Infoseek, Bertelsman-Barnes and Noble, USA TodayLycos gibi örnekler verilebilir. Günümüzde ise giderek bilgisayar üreticileri, telefon firmaları, yayınevleri, yayıncılar ve film şirketleri, medya kuruluşları her geçen gün hızla tek bir endüstriye yöndeşmektedir. Bu durumda sektörler arası geçişkenlik arttığından günümüzde hangi sektörün nerede başladığını anlayabilmek zorlaşmaktadır. Sektörel anlamda yöndeşme yeni pazar yapılanmalarına neden olmakta ve medya endüstrisindeki oyunculara yeni roller biçmektedir. Avrupa Komisyonu'nun yöndeşme konusundaki 1997 tarihli raporu Avrupa düzeyinde de sektörler arası hareketliliğin giderek arttığına, yöndeşmenin yarattığı fırsatları kovalayan şirketlerin sektörler arasında bir sinerji yakalamaya çalıştığına dikkat çekmektedir. Bu nedenle, ekonomik yöndeşmeyle birlikte rekabet ve yoğunlaşma konusunda tartışmalar daha da artmaktadır (Picard 2004: 8). (5) 231 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Yöndeşme, kurum ve kuruluşların gerek kendi içlerinde gerekse birleşmeler, satın almalar yoluyla büyüyen şirketlerin parçaları arasında; örgütlenme ve işleyiş yapılarında, üretim biçimlerinde farklı modellerin uygulanabilmesine de olanak sağlamaktadır. Örneğin geleneksel olarak bilgi-işlem sektöründe faaliyet gösterdiği düşünülen Microsoft, kurduğu ortaklıklar ve satın almalar aracılığıyla günümüzde büyük medya kuruluşları kadar içerik üretmektedir (Törenli 2005: 127). Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ve faaliyetlerini World Association of Newspaper (Dünya Gazeteciler Birliği)'nin yürüttüğü MUDIA (Multimedia in a Digital Age) 2002'de Avrupa'daki 100 medya şirketi arasında yaptığı araştırmada her medya grubunun farklı biçimlerde yöndeştiğini belirterek, medya şirketlerinin strateji ve pratiklerinin tanımını 4 farklı yöndeşme derecesi örneği üzerinden yapmıştır. Raporda medya şirketlerinin tümleşme sürecini “90”-“180”-“270” ve “360” derecelik oranlarla aşama aşama gerçekleştirdikleri belirtilerek, bu basamaklı sürecin hem izleyicinin ve hem de gazetecinin adaptasyonu bakımından bir gereklilik olduğu belirtilmiştir (Aquino ve ark., 2002: 19-61). Bu aşamalı sürecin medya holdinglerini iş ekonomisinin piyasa yapısını şekillendirdiği yöndeşme çağına hazırladığı söylenebilir (Jenkins 2006). Medya kuruluşlarındaki yöndeşme kurumsal yapı, üretim, dağıtım, pazarlama ve insan kaynakları gibi birçok birimini içerir. Yöndeşmenin günümüzde çoğu medya kuruluşu için ‘stratejik bir seçim’ haline geldiğini belirten Dennis (2006: 24–25), medya kuruluşlarının yöndeşmesinde üç stratejik yol olduğunu belirtir. Bunlar: (1) işlevsel birleşme diye adlandırdığı, üretim altyapısının dijitalleşmesi, (2) Çapraz-platform pazarlaması şeklinde ifade ettiği geleneksel medyaların kendi platformları yerine, eski içeriklerin yeniden tasarlandığı ortak çapraz platformların kurulması, (3) İzleyici ve kullanıcı talebine dayalı içerik üretimidir. Öte yandan, Dünya Editörler Birliği'nin yaptığı araştırmalarda pek çok yazı işleri müdürünün okuyucunun internet ortamındaki gazeteleri takip etmelerinde tercihlerini yine alışkın olduğu geleneksel gazetelerin web sürümünden 232 yana kullandıklarını belirtmeleri, geleneksel medyaların, yeni medyalarla yöndeşme sürecini hızlandıran önemli bir unsurdur (İLEF Rapor 2007: 9). Medya sektöründeki bu birleşme ve yöndeşme çabaları genel olarak; farklı medya sektörlerinin birleşmesinden doğacak sinerjiden yararlanma, ürün çeşitliliği ve buna bağlı olarak rekabette avantajlı konuma geçebilme, dağıtım kanallarından faydalanma, teknolojik gelişmeleri takip edebilme ve kullanabilme, finansal olarak genişleme ve maliyet tasarrufu sağlayabilme ve marka altında genişleme avantajını kullanabilme istekleri doğrultusunda gerçekleşmektedir. Ayrıca bu tür birleşmeleri bir ölçüde zorunlu kılan diğer unsurlar arasında, gazete dağıtım hacminin dünya çapındaki düşüşü, okuyucu tembelliği ve daha çok televizyona yönelmeleri, internet haberciliğini kullananların sayısının artması, haber üretim ve dağıtımındaki tasarrufla simgelenen piyasa anlayışı gibi seçenekler sıralanabilir (Deuze 2004, Klinenberg 2005, 50-52). Türkiye'de medya sektörünün yöndeşmesi ise, henüz batı medyasında görülen düzeye ulaşmamıştır. Buradaki en önemli etken internetin kullanım oranına bağlı olarak reklam gelirlerinin henüz sektördeki yöndeşme faaliyetlerini artıracak seviyeye ulaşmış olmamasıdır (6). Ancak yine de Doğuş Grubuna ait http://www.ntvmsnbc.com ve Doğan Grubuna ait http://webtv.hurriyet.com.tr yöndeşmeyi dikkate alan uygulamalar olarak görülmektedir. Bunun dışından geleneksel gazetelerin web sürümlerinde giderek multimedya gazetecilik yaklaşımını sergilemeye başlıyor olması, Türkiye'deki medya kuruluşlarının önümüzdeki birkaç yıl içinde yöndeşme konusunda batıdaki medya kuruluşlarının eğilimlerine ayak uyduracaklarının göstergesi sayılabilir (İLEF Rapor 2007: 17). Teknolojik yöndeşme ekseninde sayısal medyanın yöndeşmesi iki boyutta ele alınabilir. İlk boyutta, küresel çapta bilgi paylaşımı ve etkileşim sürecinin merkezinde yer alan internet bulunmaktadır. İnternet dar bantta metinlerin, sayıların ve görüntülerin karşılıklı değişimini içermektedir. Bu aşamada sayısal yöndeşimin kurulan teknolojileri veri tabanları, web ve elektronik postadır. İkinci aşama ise zengin Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) medya olarak adlandırılan, geniş bantta (bandwidth) etkileşimli multimedya teknolojisini içermektedir. Bu aşamada ses ve video görüntüsü yöndeşme süreci içerisine girmektedir. Teknolojik yöndeşmeyi ortaya çıkaran teknolojik gelişmelerin temelinde iletişim içeriğinin üretim, dağıtım ve depolanabilmesini olanaklı kılan unsur sayısallaşma (digitalization) olgusu vardır (Mueller 1999: 15). Ve bu durumun teknolojik düzeyde yarattığı en önemli değişiklik, iletişim endüstrisindeki temel dağıtım modelleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırması ve böylece teknolojik yöndeşmeyle birlikte telekomünikasyon ve yayıncılık şebekelerin her tür içeriği iletebilir hale gelmesidir (Taş 2004: 45). Teknolojik yöndeşme sürecinde, basit anlamda, karasal, uydu ve kablo yayıncılık şebekeleri üzerinden analog sinyal yerine sayısal sinyal iletilmektedir. Böylece iletişim altyapısının dönüşümü gerçekleştirilerek ses, görüntü ve yazı gibi farklı iletişim içeriklerini aynı araç üzerinden erişilebilir olmasını mümkünleştirilmektedir. Mikro-işlemciler, telekomünikasyon araçları, optik araçlar ve bilgisayarların tümü enformasyon sistemlerin yöndeşmesi sayesinde enformasyon ve iletişim içeriğinin belirli altyapılar ve araçlar üzerinden akışı ve erişimi sınırlılığı ortadan kalkmaktadır. Bu yönüyle yöndeşme olgusu hem yeni medyayı geleneksel medyadan ayırır hem de, geleneksel medyayı yeni medya ortamına taşınabilmesine zemin hazırlar (Deuze 2007: 357). Haber üretim sistemlerinin sayısallaşması, geleneksel olarak gazete, radyo ve televizyon birimlerinin internet ortamında tümleşmesini için teknolojik zemin hazırlamıştır. Sayısal sistemler gazetecilerin üretiminin içeriğini birçok yönden desteklemeleri için, veri dosyalarını (ses, video, metin) aynı ortamda kullanabilmelerini mümkün kılar. Böylece, tanımlanan yöndeşme süreci şimdi ya da daha sonra medya kuruluşlarının ses, görüntü, yazının aynı forumda kullanılabileceği ve hızlı bir etkileşimin gerçekleştirilebileceği farklı haber yapma uygulamalarının yapılabileceği bir sahneye taşınmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak ses, görüntü, metin ve grafik gibi farklı veri türleri telekomünikasyon ve kitle iletişimin bütünleştirildiği web sitelerinde gö- rülebilmekte ve bu da yeni medyanın teknolojik temelini oluşturmaktadır. Televizyon, radyo ve gazetelerin sayısal ve telekomünikasyon teknolojileriyle yöndeşmesi, gazetecilik açısından, internet gibi sayısal iletişim ortamları üzerinde sunulacak yeni hizmet ve ürünlerin yolunu açmaktadır. Bu süreç aynı zamanda medya içeriklerinin yöndeşmesine neden olduğu gibi okuyucu/izleyici/dinleyicilerin de tümleşmesi sonucunu doğurmaktadır. Böylece medya yöndeşmesini tek boyutlu değil de, medya teknolojilerinin, endüstrilerinin, içeriklerinin, coğrafyanın ve okuyucuların birbirlerini etkileyen bir kombinasyonu olarak bütünlüklü bir süreç çerçevesinde değerlendirmek daha doğru olacaktır (Singer 2004: 3). Gazetecilik Alanı Olarak İnternet: Daha Hızlı Daha Ekonomik Geleneksel medyaların yöndeştiği, multimedya haber faaliyetlerinin ve ürünlerinin somutlaştığı bir alan olarak internet yeni medya uygulamaları açısından oldukça önemlidir. Günümüzde pek çok türden içeriğin taşınmasında ve dağıtımında önemli olduğu kadar merkezi bir konumda da olan internet, kültürün endüstriyel üretimi ve tüketimini dönüştürme açısından geleneksel medya kurumlarının faaliyetlerinin değişimine zemin hazırlayan bir role sahiptir. Bu değişimler haber üretiminden, haberin içeriğinin oluşturulması ve dağıtımına kadar bir dizi gazetecilik pratikleri üzerinde kendini göstermiştir (7). Ve dahası internet gazetecilik uygulamalarının yanında geleneksel okuyucu/ izleyici/dinleyici konumunda da değişimin işaretini vermiş, geleneksel okuyucu/izleyici/ dinleyici yeni medyalarla birlikte "kullanıcıya" dönüşmüştür. İletişim teknolojisindeki gelişmelerin toplumsal alanda giderek gündelik hayatın vazgeçilmezleri haline gelmesi ve buna bağlı olarak yaygınlaşması, yeni neslin internette bir yaşam formu oluşturması, yazı, ses, fotoğraf, video ve benzeri görüntü dosyalarının ayrı ayrı ya da bütünleştirilerek oluşturulan bir mesajın aynı anda binlerce kişiye ulaştırılmak suretiyle geleneksel medyaya oranla daha kısa ve daha az maliyetli bir biçimde kitlesel bir etkinin oluşturulmasını mümkün kılması medya şirketlerini internete yatırım yapma yönünde adımlar atmaya itmiştir. Dünya Gazeteciler Birliği'nin (WAN) anketine göre, gazete yöneticileri İn- 233 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 ternet ve elektronik yayıncılığını organizasyonları için en önemli stratejik konular olarak düşünmektedirler (The Future of the Printed Press…1998). Gazetecilik sektörünün devlerinin geleceğin potansiyel pazarı olarak interneti görmeleri ve bu yönde girişimlerde bulunmaları (Dahlgren 1996: 60), ayrıca sektördeki yöndeşmelerin yoğunlaşması da göz önüne alındığında, gazetecilerin iş yapma mantığı ve becerilerinin internet ve yeni iletişim teknolojileri çerçevesinde şekilleneceği anlamına gelmektedir (Giles 2007). Öte yandan, medya endüstrisinin internete karşı takındığı tavır büyük ölçüde gazeteciliğin ifade ediliş tarzını geliştirme isteğinden ziyade ekonomik gerçekler tarafından belirlenmektedir. İnternet, giderek daha fazla reklam çeken bir ortam olması dolayısıyla da medya holdinglerinin yatırımlarını çekmektedir. Gazetecilik alanında internet, aynı zamanda, geleneksel medya ile karşılaştırıldığında var olan yatırım ve kaynaklardan tasarruf yolu olarak görülmektedir. Hem haber kaynaklarına ulaşma ve hem de haber üretiminden, dağıtımına kadar geçen süreçte internetin maliyetleri düşürücü bir işleve sahiptir (The Future of the Printed Press 1998: 7). İnternetin özellikle basım konusunda oldukça avantajlı bir boyutu vardır. Ancak elbette ki internetin gazetecilik maliyetleri açısındaki bu avantajları, onun toplumdaki kullanma oranının çokluğu ile anlam bulacaktır. Bu faktör gazete endüstrisinin internet ortamına yatırımları konusunda önemli bir yere sahiptir. Başka bir ifade ile toplumdaki internet gazetelerine olan talep ile internet gazeteciliğinin gelişimiyle doğru orantılıdır. Böylece internet gazeteciliği uygulamalarını, internet kullanıcılarının niceliğinin yanında internet ortamındaki reklam gelirinin miktarıyla değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlar elde edebilmeyi sağlayacaktır. Şimdi gelinen noktada artık anaakım medya holdinglerinin internet üzerinde yayın yatırımı hakkında “bekle ve gör” politikasının bir adım ötesine geçerek, yavaş yavaş geçiş sağlama yönünde hareketlendikleri söylenebilir. Ancak diğer taraftan internete uzun süredir gazetelerin haber bürolarında bir bilgi toplama aracı olarak kullanılmıştır. Ve bu anlamda gelecekte birçok ülkede medya kuruluşlarının, yöndeşmenin 234 etkisiyle, internet gazeteciliğine geçeceği beklenmektedir (Lasica 2002). İnternetin gazetecilik üzerindeki yansımaları ilk başlarda "tehdit" ve "fırsat" kavramları çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak, geçen zaman ve günümüzdeki mevcut durum, internet gazeteciliğin gelişimiyle birlikte geleneksel gazete ve gazeteciliğin yok olacağı hakkındaki görüşlerin geçersizliğini ispat etmiştir. Zaman içinde değişen ve gelişen internet gazeteciliği beklendiği gibi geleneksel gazeteciliği ortadan kaldırmamış, bu iki gazetecilik pratiği eş zamanlı olarak aynı platformda uygulanmıştır (8). Öyle ki internet gazeteciliğinin geleneksel medyanın yozlaşmasının önüne geçebileceği ve toplumun demokratikleşmesi anlamında önemli bir işlev göreceği iddia edilmiştir (Strategic developments...1996: 313). Bu bağlamda internetle birlikte haberlerin sunum şekilleri çeşitlendirilebilir, etkileşimci özellikler sayesinde gazeteci ve okurları birbirine yaklaştırır, gazetecilik toplumun bir parçası haline gelebilir. Günümüzde gazetecilerin tamamı işlerinin büyük kısmını bilgisayarlarla yapmaktadır. Ancak bilgisayarları gazetecilik açısından asıl önemli kılan nokta onun veriyi sayısallaştırması konusundaki işlevinde yatmaktadır. Bu da gazetecilik uygulamalarının internet ortamında somutlaşabilmeleri açısından gerekli olan dijitalleşmeyi sağlamaktadır (Castilhos 2009: 115). İletişim ve internet teknolojisinin son yıllardaki gelişimi gazetecilik açısından da değişimin işaretleri olmuş, haber kaynaklarına ulaşmak ve bir haberi başka unsur ve kaynaklarla desteklemek açısından gazetecilik için oldukça önemli bir alan sunmuştur (Gezgin 2002, Kara 2002). Örneğin, kitle iletişimin bütün diğer formlarını (Gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema, fotoğraf ve diğer işitsel ve görsel öğeler) birleştiren internet, gazeteciliğe özgü sunumlar için ses, görüntü ve metnin bir aradalığı, yardımcı metinler/linkler (hypertext), hızlı etkileşim gibi yeni olanaklar sağlamaktadır (Dahlgren 1996: 66). Ayrıca internet gazeteciliği ile geleneksel gazetecilik arasındaki farklar genel olarak, linkler aracılığıyla ek bilgi kaynaklarına ulaşabilme imkânı, geri besleme ve etkileşimin çok daha hızlı olabilmesi, haberlerin çokluortam şeklinde sunulabilmesi, çok Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) geniş bir arşivleme olanağı, haberlerin sürekli ve zamana bağımlı olmayan güncellenebilmesi, haberlere ayrılan yere ilişkin geleneksel ayrımların ortadan kalkması gibi özelliklerdir (Newhagen ve Rafaeli 1996, Jankowski ve Van Selm 2001: 378-379). Gazetecilik ve gazeteciliğe özgü uygulamaların değişimine yönelik tartışma internet ve yeni teknolojiler bağlamında çerçevelendirilebilir. Bu açıdan yeni iletişim teknolojileri gazeteciliğin yeni yüzü, değişen profesyonel yöntemler, yeni eğitim ihtiyaçları, gazeteciler ve okurlar arasındaki ilişki ve modern toplumda gazetecilik mesleğinin rolü üzerine tartışmaların hareket alanını oluşturan merkezi bir konumdadır. Sayısal iletişim olanaklarının gelişmesiyle gazetecilikteki değişimleri ve gazeteciliğe özgü yeni özellikleri özetleyen gelişmeler şu şekilde sıralanabilir: Tek Yönlü İletişimden Tartışmaya: Yeni teknolojik gelişmelerin okuyucu konumunda yaptığı değişimle iletişimde gazetecinin tek taraflı üstünlüğü görece olarak kırılmış, kullanıcıların hem diğer kullanıcılarla, hem gazeteciler ve hem de kaynaklarla doğrudan iletişime geçmeleri mümkün olmuştur. Bu açıdan bakıldığında kullanıcının haber üretim sürecinde giderek aktif hale geldiği söylenilebilir. Amatörlüğün Yükselişi: Okurlar boyutları küçülen ve hatta çeşitli cep telefonlarıyla entegre edilen kamera, fotoğraf makinesi, ses kayıt cihazı gibi iletişim teknolojileri sayesinde çevresinde meydana gelen olayları kaydederek ister kendi 'blog'unda, isterse profesyonel medya örgütlerine bedelli ya da bedelsiz şekilde verebilir. Artık Herkes Dağıtımcı: Son gelişmeler herkesin kendi içeriğini kendi olanakları çerçevesinde üretip amatör blogları ve sayfalarında yayınlamasına imkan tanıdığı gibi profesyonel medya kuruluşlarının ürettikleri içeriği e-mail yoluyla çevresinde ki insanlara gönderebilmesinin yanında Youtube, Facebook, Digg Blog, Flickr, Twitter, Delicious, Google Bookmark vb gibi popüler ve yüksek potansiyelli sanal topluluklar olan Web 2.0 (9) uygulamalarına da göndererek dağıtım sürecinin bir parçası olmaktadır. RSS Teknolojisinin Kullanımı: Really Simple Syndication (Gerçekten Basit Dağıtım) ya da Rich Site Summary (Zengin İçerikli Site Özeti) olan RSS, gazetecilikte son zamanlarda kullanılan en önemli yeniliklerden birisidir. İçeriğin dağıtımı açısından oldukça önemli bir işlev gören bu yöntem, yeni eklenen içeriğin kolaylıkla takip edilmesini sağlayan özel bir XML dosya formatıdır ve bu yolla haberlerin e-posta karmaşasından ve siteleri dolaşma zahmetinden kurtarılıp, en kısa yoldan en fazla kişiye ulaştırılabilmesi amaçlanmıştır. Bu format web sitesinde sunulan içeriğin özeti veya sadece başlığını içermektedir. Kullanıcı içeriği görmek istediğinde haberin linkine tıklayarak haberin tamamını içeren HTML formatında hazırlanmış internet sayfasına ulaşabilmektedir. Haritalandırma: Aktarılan bir olayı hem coğrafi konumuna yönelik hem de olaya ilişkin istatistikî verilerin çeşitli grafik ve şekiller üzerinde haritalandırılmasıdır. Bu yolla içeriğin çok daha zenginleştirilmesi ve anlaşılmasının da bir o kadar kolay olması amaçlanmaktadır. Dağıtımın Küreselleşmesi: İnternet teknolojisi ile birlikte gazeteler için dağıtımda fiziksel anlamda bir sınır kalmamıştır. Gazeteler dünyanın herhangi bir yerindeki internet bağlantısının olduğu her yere ulaşabilmiştir (10). Veritabanları: Gazeteciler açısından haber ve bilgi toplamada oldukça önemli olan veritabanları özellikle zaman kazanma yönünden önemli bir fırsattır. Diğer türlü dışarıda günlerce sürecek bir araştırma ile elde edilecek bilgi internetteki çeşitli veritabanları sayesinde evde ya da iş yerinde çok daha kısa sürede elde edilebilir. Ölçülebilirlik: Bu özellik sayesinde editörler en çok tıklanan, en çok yorumlanan, en çok e-mail ya da diğer yöntemlerle dağıtılan haberler tespit edilebilir. Tespit edilen veriler ışığında eskiye oranla çok daha sağlıklı izleyici eğilimleri çıkarılabilir ve üretimlerini bu yönde yoğunlaştırabilirler. Multimedya: Sayısal teknoloji sayesinde ses, görüntü, metin ve diğer iletişim öğelerinin bir arada kullanılarak, içeriğin etkisi arttırmıştır. 235 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Mobilite/Hareketlilik: İnternet ve diğer sayısal teknolojilerle gazeteci haber merkezine ya da herhangi bir fiziksel ortama bağlı kalmaksızın, habercilik faaliyetlerini yürütebilir. Haber toplama araçları taşınabilir olacağından muhabirlerin ulaşılabilirliği de artacaktır. Bu da, muhabirlerin haber merkezine olan bağımlılığını ortadan kaldıracak ve gazetecinin haber sahasından ya da evden çalışmasına olanak tanıyacaktır. Mesafe olmaksızın muhabirin elde ettiği bilgi ve içerik çok kısa bir süre zarfında haber merkezine ve hatta direk gazetenin internet içeriğine aktarılabilir. Bu durumun en önemli ve pratik sonucu haberciliğin hızlanmasıdır. Güncellenebilirlik - “7/24” habercilik: Sayısal teknolojilerin veriyi her an yeniden yapılandırabilme özelliğinin sunduğu imkânlarla internet ortamındaki gazete içeriği olayların gelişimine bağlı olarak her an güncellenebilmesine olanak sağlamaktadır. Etkileşim: İnternetin gazeteciliğe sağladığı en önemli özellik etkileşimdir. Gazetecinin profesyonel rolü açısından da değer taşıyan etkileşim imkânı gazeteciye okur yorumları almak ve kamuoyu araştırması yapmak gibi yöntemlerle halkın tepkisini öğrenme olanağı sağlar (Dahlgren 1996: 68). Geleneksel iletişim araçları geleneğinin dışında bir tanıma sahip olan ve eş zamanlı iletişim olanağı tanıyan etkileşim özelliği okuyucu ve izleyici kitlesinin soyutlandığı haber üretme sürecinin kapalılığının kırılmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Hypertext (Metinlerarasılık/Yardımcı Metin): Metin içerisinde detay bilgi ya da ardalan bilgi vermek, konuya ilişkin başka bağlantılar kurabilmek için yerleştirilen linkler aracılığıyla kullanıcıyı metnin içinden başka açıklayıcı verilere götürmek amacıyla kullanılan yardımcı metinlerdir. Arşivleme: İnternet ortamı çok geniş depolama kapasitesine sahiptir ve bu da gazetecilik açısından önceki içeriklerin her zaman okur için ulaşılabilir bir konumda olması anlamına gelmektedir. Böylece birçok online gazete, okurlara arşivlerinde araştırma yapma ve bu yolla da önceki olayları güncel olaylarla bağlayabilme konusunda kolaylık sağlamaktadır. Arşivinin ulaşılabilirliği ve işlevselliği alışılagelmiş gaze- 236 teci anlayışı olan 'Bir kere yaz ve ardından unut' mantığını değiştirerek, gazetecinin ürettiği içerikle ilgili sorumluluğunu sürekli canlı tutmasına neden olmaktadır. Kişiselleştirme: Site içeriğinin konularına göre kategorilendirilmesi ve izleyicin bu kategoriler içinde ilgi alanına yönelik seçimde bulunması beklenir. Ayrıca talebe yönelik içerik üretimi de kişiselleştirme özelliğine örnek verilebilir. Ulaşılabilirlik: Okurun habere 24 saat, dilediği zaman ulaşabilmesi anlamında kullanılan bu özellik asıl anlamına güncellenebilirlik özelliği ile kavuşmaktadır. Böyle kullanıcı, diğer geleneksel iletişim araçları dışında, kendi istediği zaman güncel haberlere ulaşabilir. B. DÖNÜŞÜMÜN BİLEŞENLERİ Yeni Organizasyonel Yapılanmalar Haber üretiminde kullanılan teknoloji, gazetecilik pratikleri ve haber içeriği arasında bağlantıyı kavrayabilmek haber merkezlerinin yapısını anlamakla mümkün olabilir. Haber odalarındaki yapılanma büyük oranda teknik ve sosyal gelişmelerle ilgili olduğu gibi ne tür içeriklerin neye göre, nasıl oluştuğu ve ne tür izleyicinin hedef alındığı gibi faktörlere bağlıdır (Garrison 2000: 89). Sayısal teknolojiler ve yöndeşme gazetecilikteki haber üretimi anlayışını değiştirmiştir. Gazeteciler için yeni bir alan açan bu değişiklikler birçok yoldan gazeteciliğin görünümünü yeniden şekillendirmektedir. Haber merkezlerinin yapıları, gazetecilik uygulamaları ve haberlerin içeriği tümüyle değişim halindedir (Pavlik 2004: 28). Gazetecilik pratiklerindeki değişim haber üretiminin yapıldığı yer olan haber merkezlerinin yapısı ve işleyişiyle ilişkilidir. Haber merkezleri, gazetecilik kültür, rutin ve normlarının uygulandığı sosyal yapılardır. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir haber sosyolojisi çalışmaları, gazetecilerin iş yapma biçimlerine göre haber bürosunun bir sosyal sistem şeklinde biçimlenmesinin detaylarını ele almakta ve haber bürolarındaki organizasyonel yapıyla gazetecilik pratikleri arasında bir bağ kurmaktadırlar (Tuchman 1978, Schudson 2003). Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) Her medya kuruluşunun çalışma pratiğinde üç faaliyet yer alır: bilgi toplama, haber üretimi/kurgulama ve dağıtım. Geleneksel medyada bu faaliyetler ayrı ayrı birimler ve uygulamalar şeklinde somutlaşmaktadır. Fakat yöndeşme ile birlikte 2000'li yıllardan bu yana çoklu ortam haber merkezleri ve farklı medyaların haber büroları arasında işbirliği ve birleşim kendini göstermektedir (Deuze 2004: 140). Tümleşik haber merkezleriyle birlikte içerik üretimi ve dağıtımı tümleşik bir iş yapma pratiği olarak ortaya çıkmaktadır. Tümleşik haber merkezleri yapısı gereği çoklu beceriyi gerektirir. Bu anlamda haber merkezlerindeki tümleşme geleneksel gazeteciliğe ilişkin bazı geleneklere ters düşmektedir. Ayrıca internetle birlikte ön plana çıkan içeriklerin sürekli güncellenebilirliği daha fazla hız ve daha çok çalışma da tümleşik çalışma sistemi ile geleneksel gazetecilik gelenekleri arasındaki ayrımlar arasındadır (Singer 2005: 179-182). Son olarak, gazete, radyo ve televizyon uygulamalarının bir araya gelmesi mesleki kültür uyuşmazlığına ve alışılmışlar arasında anlaşmazlığa neden olabilir (Huang ve ark. 2006: 78). Haber Merkezlerinin Yöndeşmesi Geleneksel haber bürolarından tümleşik haber merkezlerine doğru geçiş sosyal yapı, üretim ve tüketim bağlamında aşama aşama gerçekleşmektedir. 1990’ların sonlarında birçok gazete web gazeteciliğine başladıklarında, genellikle kağıt baskı içeriklerinin yeni medya platformuna uyarlanması için çalışan küçük haber odaları kurmuşlardır (Deuze 1999, Bockzowski 2004). Daha sonra internet kullanımının yaygınlaşması ve bu alandaki reklam yatırımlarının fazlalaşması, internetin gazetecilik açısından bir fırsat olarak görülmesi gibi etkenler sonucunda bazı haber kuruluşları geleneksel ve yeni medya haber odalarını tümleştirmek için girişimlerde bulunmuşlardır. Avrupa’da, haber odaları birleşiminin ilk örnekleri genel olarak İskandinav Ülkeleri, İngiltere ve İspanya’da görülmüştür (Aquino ve ark. 2002: 27-40). Amerika'da ise Media General’s Tampa News Center, The Tribune Group ve Belo Corporation gibi medya grupları haber odalarını tümleştirme yolunda adımlar atmışlardır (Huang ve ark. 2004). 2004 yılında Amerika'daki 10 haber kuruluşundan 9'u haber merkezlerinin birleştirilmesi konusunda çaba göster- mişlerdir (2004: 81). The New York Times 2007 yılının başlarında kağıt baskı ve internet haber bürolarını birleştirmeye başlamıştır. Aynı zamanda The Washington Post ve The Los Angeles Times' da bu akımı takip ederek tümleşme konusundaki kararlı olduklarını göstermişlerdir. Amerika’daki 63 gazetenin editörleriyle yapılan görüşmelerde, ‘Haber bürolarındaki tümleşmeye karşı kesin kararlı olduklarını’ sonucu ortaya çıkmıştır (Bresser 2006: 134). Dailey vd., (2005: 152-154) tümleşik haber odalarının, farklı medyalar arasındaki etkileşim ve iş birliği tarafından şekillendiğini belirterek, haber odalarının birleşiminin modelini çıkarmışlardır. Model beş aşamada geleneksel medyaların gazetecileri (gazete, televizyon ve radyo) ve internet gazetecilerinin tümleşme sürecinde haber üretim sürecinde birlikte nasıl çalıştıklarına dair davranış temelli açıklamaları içermektedir. Buna göre; Cross Promotion (Çapraz geliştirme): Farklı medyaların haber merkezleri arasındaki işbirliği ve etkileşimin sonucu olarak bu aşamada gazeteciler görsellik, metin ve ses unsurlarını kullanarak zengin içerik üretebilecek çoklu becerileri kazanma sürecine girerler. Cloning (Kopyalama): Bu aşamada her medyanın kendi mecrası için ürettiği ürün diğer medyalarda küçük düzeltmelerle yeniden yayınlanabilir. Buradaki ortaklık haber üretim sürecinde değil, üretim süreci sonrası paylaşımda kendisini gösterir. Coopetition (11) (İş Birliği ve Rekabet): Süreklilik dizininin merkezinde yer alan "coopetition" aşamasında haber üretiminde hem rekabet hem de işbirliği vardır. Bu safhada farklı medya gazetecileri çalıştıkları bazı haber konuları hakkında bilgileri paylaşırlar. Ayrıca bir gazeteci diğer haber merkezi için gerekli içeriği üretebilir. Ancak yıllardır süren yarış ve haber büroları arasındaki kültürel farkların oluşturduğu güvensizlik işbirliği ve etkileşimin derecesini sınırlar. Content Sharing (İçerik Paylaşımı): Her zaman olmasa da yine de düzenli şekilde farklı medyaların topladığı bilgiler paylaşılır. Bütçe ve harcamalar haber büroları arasında ortak 237 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 hale gelir. Yine de her medya kendi mecrası için haber üretebilir Full Convergence (Tam Yöndeşme): Bu aşamada bütün ortaklar içerik üretimi ve dağıtımında tam bir işbirliği içindedirler. Artık ortakların tek bir amacı vardır güçlerini birleştirmek. Burada farklı medyaların ortaklığında oluşan melez gazeteciler haberi ses, video, metin ve çeşitli görsel öğelerle besleyerek zenginleştirirler (Dailey ve ark. 2005: 153-154). Yukarıda ifade edildiği gibi haber merkezlerinin tümleşmesi aşamalı olarak gerçekleşen bir süreçtir. Öncelikle televizyon, radyo, gazete ve web gibi farklı haber büroları arasındaki işbirliği ve içerik paylaşımıyla başlayan bu süreç, hem yönetimin ve hem de gazetecilerin tümleşik çalışma sistemine uyum sağlaması açısından önem taşımaktadır. Ayrıca yöneticiler, her birimin kendi kimliğini kaybedeceği ve tüm niteliğin kaybolacağı korkusuyla haber odalarının kısa süre içinde tümleştirilmesinin riskli olacağını düşünmektedirler (Aviles ve Carvajal 2008: 235). Dünya Editörler Forumu'nun Mart 2008'de 120 ülkeden 700'ü aşkın editör ve yöneticiyle yaptığı görüşmelerde araştırmaya katılanların yüzde 86'sı 5 yıl içinde tümleşik haber merkezlerinin sektörde norm olacağına inandıklarını belirtmişlerdir. Yüzde 83'ü de gelecek 5 yıl içinde gazetecilerden tüm medya için (Kağıt baskı, video, ses, web, mobil vs.) içerik üretmelerinin bekleneceğini belirtmişlerdir. Medya endüstrisindeki genel eğilim ve yapılan bu araştırmanın sonuçları göz önüne alındığında yakın gelecekte tümleşik haber odalarının yaygınlaşacağı söylenebilir. Anket değerlendirmelerine göre editörler "Yenilen, bütünleş ya da yok ol" mantığını benimsemiş, yeni gelişmelere ayak uydurma konusunda oldukça istekli ve güvenli görünmektedirler (Newsroom Barometer 2008). Son yıllarda reklam yatırımlarının ve gelirlerinin özellikle internet gibi sayısal iletişim ortamlarına kayması bu eğilimlerin yoğunlaşması ve ivme kazanmasında önemli bir faktördür. Bu bağlamda gazetelerin sayısal iletişim ortamlarını nasıl kullanacaklarına ilişkin iş modelleri de yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır (Verweij 2009: 76). 238 Çapraz Medya Modeli Çapraz medya iki ya da daha fazla medya platformu arasındaki üretim ve dağıtım dayanışmasını içerir. Haber merkezlerinde yöndeşmenin etkisi olarak ortaya çıkan çapraz-medya modelin geleneksel medyaların haber büroları arasında fiziksel bir bütünleşme olmadan haber üretimi ve bilgi paylaşımı konusunda işbirliği vardır. Bu iş birliği, gazeteciler ve bürolar arasındaki bilgi paylaşımından, farklı birimlerin içerik paylaşımları, bütçe ve teknik araç paylaşımı gibi birçok şekilde olabilir. Medya birimleri arasındaki iş birliği rekabetle yakın bir şekilde ilişki halindedir ve genelde çalışma sistemi birim odaklıdır. Bu model, bütün olarak haber kuruluşunun yararı için birimler aracılığıyla bilgi ve kavram paylaşan bir habercilik kültürü oluşturmak amacı ile ilgilidir (Aviles ve Carvajal 2008: 238). Farklı haber odaları arasındaki iş akışı şeklinde özetlenebilecek bu model, geleneksel medyanın iş örgütlenmesi ile yeni medyanın iş modeli arasında bir köprü konumundadır. Daha önce yukarıda da bahsedildiği gibi bu model aslında tümleşik haber merkezi sistemine geçişi sağlayan bir adaptasyon süreci olarak görülebilir. Birçok gazete "tümleşik haber merkezi" sisteminin doğru karar olup olmadığını anlamak için önce, çapraz-medya birleşimini aşama aşama gerçekleştirmeyi tercih etmektedir. Bu yüzden de çapraz-medya modeli medya kuruluşları için bir amaç değil araç olarak görülmektedir (Aviles ve Carvajal 2008: 233- 235). Tümleşik Haber Odaları Tümleşik model bir bölüm, bir haber odası kültürünü aşmıştır ve birim-yönlendirmeli kültür yerine içerik-yönlendirmeli kültürü teşvik eder. Bu modelde muhabirler ayrı birimler veya programlar halinde değil de, bir bütün halinde tek bir fiziksel ortamda çalışırlar. Bu uygulama habercilerin tekli ortama karşı bağlılıklarını kırar ve onları her ortam için haber yapmaya yönlendirir. 'Herkes her şeyi yapar’ felsefesiyle hareket edilen bu sistemde gazeteciler her haberi bütün birimler için hazırlar ve onlardan video düzenleme, kayıt, sesli anlatım ve web yayını konularında nitelikli olmaları beklenir (Aviles ve Carvajal 2008: 236). Tümleşik haber merkezleri fiziksel tümleşmeyi gerektirir ve tek bir haber merkezinden hem Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) ortak bir platform için hem de her birim için içerik üretimi yapılır. Tümleşik haber büroları, medya şirketleri açısından genel olarak bir dizi stratejinin sonucudur. Bunlar, üretim maliyetlerinin tasarrufu, haber odalarının organizasyonel ve teknik tümleşimi, çoklu-beceri iş gücünün kullanımı, üretimin her noktasında sayısal teknolojinin kullanılması, hizmetlerinin yeni medya ortamına genişlemesi ve talebe yönelik esnek üretimin gerçekleştirilebilmesi şeklinde sıralanabilir (Duhe ve ark. 2004, Boczkowski 2004, Garrison 2000, Singer 2008). Üretim ve dağıtım açısından, tümleşik haber merkezleri tasarruflu bir strateji ve fırsat olarak ifade edilebilir. Genelde yöneticiler tümleşik haber odalarını gazeteciliğin niteliğini artırabilmenin yanında üretim maliyetlerini düşürmek anlamında düşünürler. Bu yüzden de tümleşik haber merkezleri çoklu altyapılı haber üretimi ve yüksek kar sağlamak için önemli bir fırsat olarak görülmüştür (Killebrew 2005). Öte yandan tümleşik sistem haber profesyonellerinin sırtına ağır bir yük bindiren, zor bir denge işidir. Muhabirler zaman sorunuyla karşı karşıya kalarak hem üç geleneksel medya (radyo, televizyon, gazete), hem de sayısal iletişim ortamı (internet, cep telefonu vs…) için haber yapmak zorundadırlar. Tümleşik haber merkezi kavramı gazeteler için bütün gazete ve yazı işleri birimlerinin bir araya getirilmesi ve ek olarak internet ve diğer sayısal ortamlarda ses ve hareketli görüntü özelliklerini kullanabilmek için, aynı ortamda ses ve görüntü stüdyolarının kurulması anlamına gelmektedir (Quinn 2002: 123). Tümleşik haber odalarının teknolojik kurulumu, ürünün sayısallaştırılmasında yatmaktadır. Tümleşik haber merkezi sisteminin tam olarak uygulandığı pek az kuruluşlardan birisi İngiltere'deki The Daily Telegraph gazetesidir. Gazetenin tümleşme stratejisini metin, görüntü ve sesi farklı uygulamalarla tümleştirerek sayısal iletişim ortamlarında da yer almaktır (İLEF Rapor 2007: 9). Tümleşme gazeteler için hem üretkenlik ve hem de okuyucular için daha yüksek kalitede ürün verebilmek açısından faydalı bir yoldur. Okuyucuların tümleşik haber odalarında üretilen çoklu haberlerle daha fazla tatmin sağladıkları belirtilmiştir (Trend in Newsroom 2008: 65). Ancak tümleşik haber odaları için, yatırım eksikliği, eğitim eksikliği ve kültürel değişimden kaynaklanan uyumsuzluk gibi konular önemli birer mesele olarak gazete yönetici ve editörlerin önünde durmaktadır. Öte yandan bazı araştırmacılar tümleşik haber merkezlerini sadece teknolojik akımların etkisi olarak düşünmenin, konuya, eksik bir bakış açısı sağlayacağını söylemişlerdir (Garrison ve Dupagne 2003: 27). Buna göre teknolojik gelişme genelde mesleki ve ekonomik kararlara bağlıdır ve gazeteciler yeni araçları kendi beklentilerine, yeteneklerine ve çalışmalarına uyması için kullanırlar. Bu yüzden, tümleşik haber merkezleri teknoloji-güdümlü bir uygulama olarak değil, değişik ortamlarda belli amaçlarını gerçekleştirmek için teknolojiyi kullanan bir uygulama olarak görülebilir Garrison ve Dupagne 2003 :29). İspanya'daki medya gruplarının yöndeşme eğilimleri üzerine yapılan bir araştırmada bazı editörler, muhabirlerin geleneksel medya alanlarında uzmanlaşmalarının gazeteciliğin kalitesi açısından daha faydalı olacağını belirterek tümleşik sistemde her işi yapan, her birim için haber yazan ve teknolojiyle haşır neşir olan gazetecilerin niteliklerinin düşeceği kaygısını taşıdıklarını belirtmişlerdir (Aviles ve Carvajal 2008). Diğer taraftan gazeteciler, tümleşik haber odalarının kamu hizmeti anlamında ve kendi profesyonel kariyerlerini yükselteceği konusunda avantajlı görürlerken farklı haber bürosu kültürlerin uyuşabilirliği sağlayacak ve yeni haber formatının kompleksliği hakkındaki korkularını giderecek bir eğitimin eksikliği ve yeni çalışma temposuna uygun ücret alamama konusunda endişeleri vardır (Singer 2004: 16). 239 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Tablo 1. Tümleşik model ve çapraz medya modeli karşılaştırması (12) Birleşme Tanımlayıcıları Tümleşik Model Çapraz-Medya Modeli Fiziksel yapı Haber odası yönetimi Tek bir haber odası, direk göz teması Tek bir haber editörü Haber akışı Çoklu-yeteneklilik aşaması Çoklu-yeteneklilik derecesi Çoklu-yeteneklilik eğitimi İçerik-platform ilişkisi Merkez büro dayanaklı Zorunluluk Haber toplama, üretim ve dağıtım Çok az, yetersiz İçerik birinci planda, platform ikinci planda Melez İki ya da daha fazla haber odası Her birimde bir multimedya editörü Multimedya editörleri dayanaklı Seçim Dağıtım Hiç Platform birinci planda, içerik kadar önemli Her birimin kendi kültürü Mesleki kültürler Profesyonel Kimliğin Dönüşümü Yeni iletişim teknolojilerinin gazeteciler üzerindeki potansiyel etkileri, pratik becerilerden gazetecinin profesyonel rolüne kadar uzanır. İnternet teknolojilerin ortaya çıktığı günden bu yana gazetecilerin işlev ve konumları hakkında birçok tartışma yapılmıştır. Kimi zaman gazeteciliğin artık eskisi gibi olmayacağını hatta zamanla yok olacağı, kimi zamanda gazetecilerin eskisinde daha güçlü bir konumda rollerine devam edecekleri iddia edilmiştir. Ancak Carey'in de (1997: 331) vurguladığı gibi gazetecilerin konum ve işlevleri gerçekte ideallerle değil, pratiklerle şekillenmektedir. Gazeteciliğin demokrasi içindeki sağlam yeri ve gerekliliği gazeteciliğin sosyal konumunun her zaman için kalıcı olmasının garantisidir. Fakat gazeteciler toplumdaki statüleri korumak için önceki içerik ve uygulamalara göre daha fazlasını sunmak zorundadırlar. Bunun en önemli nedenlerinden biri, internetin sunduğu geniş bilgi ağıdır. Bu bilgi bolluğu içerisinde gazeteci konuları anlaşılabilirlik çerçevesinde sunarak, konumlarını korumanın da ötesinde güçlendirebilirler. Öyle ki önceleri halkı bilgi kıtlığından kurtarmak için doğan gazeteciliğin şimdilerde en önemli var olma sebebi ise halkı bilgi yığınından kurtarmaktır. Bu yeni misyona vurgu yapan Schudson'a (1995: 1-2) göre, her birimizi eşit bilgi alıcısı ve göndericisi yapan teknolojiye rağmen, gazetecilik endüstrisi olmadan çağdaş dünyayı resmetmek oldukça zordur. Bu durum Baudrillard’ın da belirttiği, yurttaşların, hiç bitip tükenmek bilmeyen enformasyon yağmuru altında, kendilerini sırılsıklam eden enformasyon sağanağını anlayacak ve toplum- 240 sal bağlamını kurabilecek kadar vakit bulamayacakları tehlikesini doğurmuştur (Keane 1992: 163). Bireylerin, gazeteciler olmadan, popülerleştirilmiş, tarihsel ve toplumsal bağlamlarından koparılmış haber ve bilgilerle bulunduğu toplumsal yapı içerisinde, olay ve olguları doğru okuyup, mantıklı tavır ve eylemler gösterebilmeleri oldukça zordur. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla toplumu her an, hızla kuşatan imge ve iletilerin bireylerin olanları anlama konusunda işlerini zorlaştırdığı düşünüldüğünde gazetecilerin öneminin gelinen çağda daha da artığını söylemek mümkündür. Bu durum gazetecilikte parçaları aktarmaktan ziyade, anlam bütünlüğünü sağlayarak içeriğin derinleşmesi ve haberin birçok açıdan zenginleştirilmesi gibi bir anlayışın gelişmesine neden olmuştur (Bardoel 1996: 297). Öte yandan yeni iletişim teknolojileri gazetecilik mesleğine yönelik var olan etiğe yeni değerler ekleyebilir ya da eski ve yeni değerlerin bir karışımını ortaya koyabilir (Cooper 1998: 82). Yeni teknolojilerin ve gazetecilik etiği üzerinde yapılan tartışmalarda üzerinde sıkça durulan konulardan birisi gizlilik ve özel hayatın sınırlılığıdır. Özellikle kablosuz parmak kameralar ve diğer gelişmiş görüntü ve ses kaydediciler, ileri teknolojik özelliklere sahip cep telefonları sayesinde özel yaşam ihlal edilebilir. Ayrıca internet üzerinden elde edilen bilginin doğruluğu ve kaynağı teyit edilmeden kullanılabilmesi, gazetelerin ve yayıncıların kullanıcı profili çıkarması ve bu bilgileri reklam ve pazarlama şirketlerine satması veyahut kendisi bu amaçla kullanması, dijital teknoloji ve gelişmiş yazılım programları sayesinde sahte kanıtlar oluşturulabilmesi (fotomontaj, bir video filmine başka sahneler eklenmesi ya da sinmesi, sesin çeşitli filtrelerden geçirilerek sahte kanıt olarak kulla- Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) nılması vs…), sürekli artan okur yorumları üzerinden propaganda yapılması ve internet üzerinden kullanılan materyallerin telif hakları ihlal edilmesi gibi konularda yeni iletişim teknolojileriyle beraber etik hakkındaki tartışmaların konusu olmuşlardır. Diğer taraftan bu yeni dönemde gazetecilerin profesyonel kimliğinin belirlenmesinde önemli olan başka bir unsur da yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu avantajlarla oluşan okuyucunun yeni konumudur. İnternetin teknik altyapısı ve kullanılan yazılımlarıyla birlikte kitle iletişim araçlarına özgü tek yönlü haber akışı ve hiyerarşik yapının bir ölçüde kırıldığı bu dönemde izleyicinin dönüşümünde rol alan en önemli öğe etkileşimdir (13). Geleneksel medyanın tersine internet ortamının etkileşim özelliği gazetecilerin iletişim sürecindeki konumlarının tekrar gözden geçirilmesini gerektirmiştir. Lasica (1996) gazetecilerin okuyucularla birebir iletişime girme konusunda isteksiz olduklarını söyler ve bu durumu gazetecilik mesleğinin tarih boyunca korunan bağımsız profesyonel kimlikle ilişkisi olduğunu vurgular. Fakat toplumdaki yerlerini korumuş olmalarına rağmen, yine de gazetecilerin profesyonel iletişimciler olarak pozisyonlarını yeniden düşünmeleri ve içerik üretim sürecinde okurların görüşlerine de yer vermeleri gerekir. Şüphesiz yöndeşmenin gazetecilikteki etkilerini tanımlayacak en önemli unsurlardan birisi de okurun durumudur. Yöndeşme sürecinde geleneksel medyada 'okuyucu', 'izleyici', 'dinleyici' gibi medya araçlarının özelliklerine göre tanımlamalar yapılırken, yeni medyanın ürünleri takip edenlerde de, sektörde ve iş yapma biçimlerinde olduğu gibi bir tümleşme görülmektedir. Artık yeni medyayı takip edenler hem okuyucu, hem izleyici, hem dinleyici ve hem de gücünü yeni medyanın etkileşimci özelliğinden alan bir 'katılımcı' ve hangi içerikle ilgileneceğine karar verme konusunda eskiye nazaran görece daha özgür olan bir 'kullanıcı'ya dönüşmüştür. Bu yeni dönemde okurların haber okuma alışkanlıkları değişmeye başlamıştır. Gazetecinin becerilerinde ve haberin üretiminde kendini gösteren çoklu unsur kullanıcının haberi tüketiminde de kendisini göstermiştir. Bugünün medya kullanıcılarını tanımlayacak en iyi sıfat belki de 'çokgörevli'liliktir (multitasking) (Deuze 2004: 146). Kullanıcı artık farklı medya ürünlerini aynı ortam ve anda tüketmeye başlamıştır. Yeni medya ortamında kullanıcı, "bir bilgisayar ekranından önüne gelen yazılı metni okumakta, istatistikî verileri grafikler halinde izlemekte, fotoğrafları ya da hareketli görüntüleri ekranında görebilmekte, ses kayıtlarını dinleyebilmektedir. İzleyici-okur aynı zamanda metin, grafik, fotoğraf, görüntü ve ses biçimlerinden birini ya da tümünü içeren haberi kendi isteğine ve ilgi alanına göre seçebilmekte, ekrana istediği anda çağırabilmekte ya da istediği kadar tutabilmekte, kısacası ekrandan akan enformasyonun içeriğini, süresini ve yayın akış ritmini kendisi belirlemektedir." (Törenli 2005: 162–163). Sayısal iletişim alanları tarafından sunulan etkileşim imkânları gazeteciliğin yapısında ve gazetecilerin niteliklerinde oluşan değişikliklerin altında yatan en önemli faktörlerden birisidir. Yeni medyanın bu yönü en fazla sosyal boyut içeren özelliğidir. Geleneksel medyadan farklı olarak yeni medyada gazeteciyle okur arasındaki ilişki daha hızlı, daha yaygın ve daha belirgindir (Dimmick 2004: 21). Sonuç olarak, bu tür etkileşim, okuyucu ve gazeteci arasındaki ilişkiyi klasik anlamından kopararak okuyucuyu habere müdahale eden ve hatta üretim sürecine dâhil eden bir konuma sokmuştur. Zira okura yeni dönemde atfedilen görev gazeteciliğin gerçek yardımcı üreticisi ya da sadece dinlemekle kalmayan konuşan bir tartışmacı olmasıdır. Okurla gazetecilik arasındaki bu etkin iletişim gazeteciliğin toplumdaki sosyal konumunu güçlenmesine neden olabilir. Bu durumda gazetecinin görevi okuyucular arasındaki tartışmayı yönetmek ve mesleki yeteneklerini kullanarak okuyucuya materyal sağlamaktır. Ayrıca okuyucuyla beraber tartışmada yer alması gerekir. Ancak burada ifade edilmesi gereken bir şey var ki o da gazeteci ile okur arasında, gazetecinin daha nitelikli iş yapabilmesine neden olabilecek, tartışmaları zenginleştirecek bir iletişimin olması ancak ve ancak okurun kültürel donanımıyla ilgilidir. Öyle ki, internet ortamının bilgiyi elde etmede gösterdiği kolaylığa rağmen, çoğu insan bilgi toplamak için ne kültürel ve ekonomik donanıma, ne zamana ne de isteğe sahiptir. 241 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Öte yandan internetin etkileşim ve bilgiye, eskiye oranla daha hızlı ve engelsiz ulaşma özelliğinin, gazetecilerin geleneksel pozisyonunu zayıflatabileceği görüşünü ifade edenler de vardır. Buna göre internetle birlikte gazeteciler 'halkın bilmesi gerekenlere karar verenler' pozisyonundan, olayların yorumcusu ve detayları aktaran konumuna yönelmiştir (Singer 1997: 73). Bu durum, mesleğin sosyal rolünün yani profesyonel kimliğinin yeniden inşasında okuyucuya önemli rol yükler. Okuyucu gazeteciler açısından orada bir yerlerdedir ve etkileşim için okuyucuya sunulan yol, editöre mektup yazmaktır. Gazeteciler görünmez ve ulaşılmaz olma eğilimindedir. Ancak yeni dönemle birlikte haberin üreticisiyle tüketicisi arasında, haber yazarının e-posta adresinin haberin sonuna eklenmesi yoluyla, doğrudan bir iletişim köprüsü oluşmuş, "editöre mektup" iletişiminden, gazeteci ve okuyucu arasında birebir iletişime geçişi sağlanmıştır. Böylece gazeteci okuyucu tarafından görülebilir ve ulaşılabilir olmuştur (Deuze 2005). İzleyici ile olan bu yeni ilişki biçimi gazetecinin profesyonel kimliğinin geliştirilmesi yönünde olumlu bir işlev görebilir. Sayısal ortamın etkileşim özelliği sayesinde gazetecinin ulaşılabilir olması (The Future of... 1998: 44) okuyucuların/kullanıcıların gazetecinin hata ve eksiklerini belirtmesini ve hatta gazeteciyle belli konuları tartışabilmesini sağlayabilir. Ayrıca internetin sağladığı imkanlar çerçevesinde gazeteci kaynaklarını okuyucuyla paylaşabilir. Bu da sadece ortaya konan haberin değil, haberin yapım aşamasının da okuyucu tarafından görülebilmesini sağlar. Gazeteciliğin Dönüşümü: Yeni Beceriler ve İstihdam Yapıları Gazeteciler, gazeteciliğin bir meslek haline geldiği dönemden bu yana teknolojinin gelişimi ve sektörün yapılanmasına bağlı olarak sürekli yeni beceri ve donanıma sahip ola gelmişlerdir. Önce radyo, sonra televizyon ve şimdi de internet, gazeteciliğin iş tanımlarının genişlemesinde ve dönüşmesinde önemli parametrelerdir. Yeni teknolojiler yeni beceriler gerektirir ve bu sadece günümüze özgü bir durum değildir. Telgraf ya da televizyonun ilk çıktığı dönemlerde gazeteciliğe etkileri düşünüldüğünde, yeni gelişmelerin gazetecilikte bir 242 takım becerilere olan gereksinimi artırması ve mesleğin karakterini etkilemesi doğaldır (Delano 1996: 7). Bu yüzden ilerleyen yıllarda teknolojik gelişmelerin büyük çapta değişimleri doğuracak olması da, medya profesyonellerin iş pratiklerinin bu değişiklikler çerçevesinde yeniden şekillenmesini zorunlu kılmaktadır (İLEF Rapor 2007: 25). Öte yandan yeni iletişim teknolojileri ve internet medya üzerinde yeni iş pazarları meydana getirmiştir. Şöyle ki, internet ve diğer sayısal ortamlar medya için içeriklerini sunabilecekleri ve bu yolla kar elde edebilecekleri yeni alanlar doğurmuştur. İlerleyen sayısallaşma, teknolojik ve sektörel anlamda bir yöndeşmeyi doğurduğu gibi işgücü açısından da bir yöndeşmenin yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Yeni teknoloji birçok işi daha az insanla yapmaya olanak sağlayarak hem üretim maliyetlerinin düşmesini ve hem de üretimin hızlanması sağlamaktadır (Blackman 2004: 294, İLEF Rapor 2007: 11). Bu bağlamda, yeni medya endüstrisi, hizmet ve ürün sunmak için telekomünikasyon ve bilgisayar teknolojisinin öğelerini birleştirir. Böylece yeni medya profesyonelleri her tür bilgi, iletişim ve eğlence ürününü hazırlarken, herhangi bir tanımlanmış endüstriyle sınırlı kalamazlar. Çalışma koşulları, istihdam ve iş yapma biçimleri pazar yapısının taleplerine göre şekillenmektedir. Dolayısıyla yeni medya sektöründeki gelişmeler, medya endüstrisindeki istihdama yönelik gelecek vizyonları açısından oldukça önemlidir (İLEF Rapor 2007: 7). Ultra-çapraz mülkiyet ilişkileri yoğunlaşması, yöndeşme gibi olgular, alandaki iş ve üretimin tanımlamaları ve sınıflandırmalarını karmaşıklaştırmaktadır. Yeni medya yeni teknolojilerle birlikte belirginleşirken aynı zamanda iş dünyasına şekil veren yeni kavramların kaynağı olmuştur. Bu belirleyicilik iş kimliklerinde büyük ölçüde çeşitlilik üretmiş ve yeni medya çalışanları; dijital tasarımcılar, web sayfa tasarımcıları ve eğlence ürünleri üreticileri olarak sektöre dâhil olmuşlardır (Batt ve ark. 2000: 3). Yöndeşme Becerileri Sayısallaşma, yeni iletişim teknolojileri ve yöndeşme, gazeteciliğin yeniden yapılandırılmasına ve değişen profesyonel uygulamalara katkı sağlayan önemli faktörlerdir (Singer Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) 2003: 141). Yukarıda da ifade edildiği gibi, özellikle son on yılda sektörel ve teknolojik yöndeşmenin sonucu olarak dünyada ve Türkiye'de internet gazeteciliğine yönelik geleneksel medya yatırımları önemli oranda artmış ve artmaya da devam etmektedir. Bu durum gazetelerdeki üretimin dijitalleştirilmesini doğurmuş, bunun sonucu olarak da haber/içerik üretimi ve dağıtımı sürecinde yeni iş yapma pratikleri ortaya çıkmıştır (Batt ve ark. 2000). Sayısal iletişim teknolojilerinin zorlamasıyla da olsa, medyada geleneksel üretim biçimlerinde yaşanan bu dönüşüm, ortaya yeni iş alanları çıkarırken, gazeteciliğin niteliklerini de etkilemiş, çekirdek becerilerin yeni teknolojiler çerçevesinde yeniden ele alınması ihtiyacını doğurmuştur. Gelinen bu noktada sayısallaşma ve yöndeşme ile ortaya çıkan yeni beceriler, gazetecilerin çekirdek becerilerinin yerini almamış, sadece gazeteciler için gerekli olan beceri sayısını artırmıştır (Harper 1996). Geleneksel gazetecilikte olduğu gibi bir alanda uzmanlaşma yerine, gazetecilerden günlük pratiklerinde televizyon, gazete, internet ve radyo gibi farklı medya ortamları için haber üretebilecek çoklu becerilere (multi-skilled) sahip olmaları beklenmektedir (Batt ve ark. 2001: 19). Günümüzde teknik beceriler yöndeşmiş gazetecilerin en önemli yeteneği olarak düşünülmez. Farklı medyalar için içerik üretebilecek teknik yetenek ve perspektiften başka bu becerileri okuyucu ile diyalog içine girme, içinde bulunduğu toplumun temel dinamiklerini bilme, olay ve olgular arasında sosyal ve tarihsel bağlantılar kurabilme, ele aldığı konuyu, gazetecilik mantığı içinde çok boyutlu bir şekilde işleyerek insanların anlayabileceği düzleme oturtabilme ve dili etkin kullanabilme becerileriyle bağdaştırması gerekmektedir. Ayrıca yöndeşik gazeteci için yazma tekniklerine hâkim olmak tek başına yeterli değildir. Yazma ve özetlemeye ek olarak video ve ses düzenleme, kurgulama, sayfa ve web tasarımı, fotoğraf çekme ve düzenleme, grafik ve animasyon yapabilme ve bu işleri internet ortamında gazetecilik mantığı ile sunabilme yeteneklerine sahip olmalıdır. Yine bu süreçte editörler, farklı platform ve medyalardan gelen enformasyonu işleme tabi tutmalarından dolayı çok daha önemli role sahip olmuşlardır (Trends in Newsroom 2008: 67). Bu yüzden de tıpkı muhabirler gibi editörler de bütün medya birimlerindeki kavramları çözebilmek için gerekli nitelikleri edinmek zorundadırlar. Bu gelişmeler ışığında, medya profesyonellerinin yeni becerilerinin belirlenmesi amacıyla, Avrupa Birliği projeleri kapsamındaki Media DigiT Projesi’nde (İletişim Sektöründe Dijitalleşme: Avrupa için Zor Sorun) bir dizi çalışma yapılmıştır. Proje bağlamında medya profesyonellerinin, dijitalleşme süreci çerçevesinde, ortaya çıkan yeni becerilere adapte olabilmeleri için çeşitli yerlerde meslek içi eğitim programları düzenlenmesi hedeflenmiş ve yeni beceriler tablo 2’de sunulmuştur ("Digitisations in the communication sector: A Europen Challenge", Second Shortlıst Of Competences). Görüldüğü gibi, sayısal teknoloji ve internet bağlamında ortaya çıkan yeni beceriler gazeteciliğin mesleki anlamda kendilerini sürekli olarak geliştirmeleri gereğini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, yeniçağda gazetecilerin ihtiyaç duyduğu yeni becerileri üç farklı grupta incelemek mümkündür. İlk olarak bilgi toplama ile ilgili beceriler vardır. Bu beceriler, etkili araştırma stratejileri ve ölçütlerinin nasıl oluşturulacağını, internet tabanlı arama motorlarının nasıl kullanılacağını anlamayı kapsar. Aslında internet ilk çıktığı günden bu yana gazeteciler için bilgi sağlama ve kaynak konusunda vazgeçilemez bir yardımcı olmuştur. Dolayısıyla bir bilgi kaynağı olarak interneti gazetecilik açısından düşünmek yeni bir şey değildir. Ancak yine de gazetecilerin aranılan bilgiye kısa sürede ulaşabilmek için doğru arama ölçütleri oluşturabilmek, bulunan enformasyonun doğruluğunu teyit edebilmek ve ele alınan konuyla olan ilişkisini kurabilmek, arama sonucunda ortaya çıkan bilgi yığını içerisinde konuya dair haber niteliği taşıyacak unsurları seçebilmek ve özetleyebilmek gibi çekirdek becerilere sahip olmaları gereklidir. İkinci grupta, internet üzerinden arama motorları aracılığıyla, bilgi elde edebilmenin yanı sıra değişik materyallerle (kamera, yazı, ses kayıt cihazı, dijital fotoğraf makinesi vs.) haber toplayabilme ve internet üzerinden haber sunumunu mümkün kılabilecek donanım ve yazılımları kullanmayı sağlayan beceriler vardır. 243 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Analog sistemden sayısal sisteme geçişte bir köprü olan bu beceriler sayısal kamera ve fotoğraf makinelerini, internet bağlantılı dizüstü bilgisayarları, gelişmiş yeteneklere sahip cep telefonlarını ve internet üzerinden haber sunumu için gerekli görüntü, ses ve metin düzenleyici/kurgulayıcı prosedürleri kullanabilmek şeklinde sıralanabilir. Bu gruptaki beceriler gazeteciyi multimedya üreticisi yapmaktadır. Multimedya genellikle tümleşik halde bulunan dijital metin, fotoğraf, grafik, animasyon, ses ve video öğeleriyle birlikte dinamik kullanıcı arayüzlerinin inşa edildiği içerik, servis ve ürünler olarak geniş bir tanıma sahiptir (Thurman ve Lupton 2008, Deuze 2004). Multimedya gazetecisinden çekirdek becerilerinin yanı sıra bir proje idarecisi, grafik ve animasyon tasarımcısı, ses ve görüntü/video kurgucusu ve web tasarımcısı gibi çoğul becerilere sahip olması beklenir (Batt ve ark. 2000). Çoklu becerilerin gazeteciye normalinden fazla iş sorumluluğu yüklemesinin yanı sıra, haberi birçok açıdan (ses, video, metin, grafik, animasyon) beslemesi bakımından gazeteciye daha iyi bir perspektif kazandırdığı söylenebilir. Genel olarak, video, ses dosyaları ve fotoğrafların daha rahat açılması ve kullanıcının işini kolaylaştırmak için daha düşük kaliteli hale getirilmesi gerekmektedir. Bunu yapabilmek konuya ilişkin bir takım yazılım ve programları kullanmakla mümkün olmaktadır. Bu yüzden gazetecinin söz konusu yazılımları kullanabilmek ve olanaklarının farkında olmasına ek olarak, çekirdek gazetecilik becerileri çerçevesinde, haber üretiminde yine ses, görüntü, animasyon, grafik vs gibi öğeleri oluşturma ve birleştirebilme becerisini kullanarak haber kurgusunu bu öğeler desteğinde inşa edebilme yeteneği de bu grup içerisine dâhil edilebilir. Üçüncü grup ise, üretilen içeriği sayısal iletişim ortamlarında yayınlamak için, bugün çok az gazetecinin sahip olduğu, tamamen yeni becerileri kapsamaktadır. Bu pratik Html, Java gibi içeriğin internet ortamında sunulmasında kullanılan web tasarım programlarını kullanabilmeyi gerektirir. Ayrıca web sayfasının haber akışına göre belli bir periyodik içermeyen, belirsiz zaman dilimlerinde sürekli güncellenmesi için gerekli olan programların öğrenilmesi de önem taşımaktadır. Bu gruptaki yeni becerilerin çekirdek becerilerle kesiştiği nokta ise bütün bu içeriği Web sayfasında kullanıcıların rahatla izleyebileceği düzlemde, gazete tasarımına uygun bir biçimde yerleştirebilme ve etkileşimde bulunma metotlarını kullanabilme becerisidir. 244 Öğeleri Beceriler Gerekli Yazılımlar/Araçlar İyi bir şeklide bilgisayar ve diğer teknolojik araçları kulla- İnternet, e-posta grupları, haber nabilen, etkili ve doğru araştırma ölçütleri oluşturabilmek, grupları, forumlar, veri tabanları, aranılan bilgiye hızlı biçimde ulaşabilmek, doğru ve rafine çeşitli arama motorları ve bilgiyi birçok kaynaktan doğrulayabilmek, bulunan yazılımları Metin bilgileri konu bağlamında özetleyebilmek Fotoğraf Haber/bilgi İçerik üretimine dair Toplamaya yönelik Multimedya Tablo 2: Yöndeşme gazetecisi becerileri Haberin/içeriğin temel öğesi olan metnin biçimsel yönü, Word, PowerPoint Excel, gibi rengi, boyutu, karakter ayarları doğrultusunda gazetecilik ofis programları. açısından dikkat çekici hale getirebilme. Haberin içeri bağlamında fotoğraf üzerinde düzenlemeler Dijital fotoğraf makineleri, yapma, renklendirme ve başka filtreler uygulayabilme, Adobe Photoshop, Ulead fotoğrafın ebatlarında ve çözünürlüklerinde oynamalar PhotoImpact X3 ve diğer görün- yapabilme. tü ve fotoğraf işleme programları Ses Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) Ses kayıt ve üretim araçlarını/programları kullanabilmek, Dijital ses kayıt cihazları, mikro- ses kayıtları üzerinde tasarım ve düzenlemeler yapabilme. fonlar, Adobe Auidition ve diğer İçeriğe uygun ses ya da ses efektleri üretimi yapıp, içerik ses düzenleme yazılımları bağlamında monte edebilme, oluşturulan ses dosyasını yüksek, normal ve düşük kaliteli skalada değerlendirebilme, sesi görüntü, metin ve diğer multimedya öğeleriyle Video birlikte kullanabilme. Analog görüntüleri sayısal görüntüye dönüştüren görüntü Dijital kamera ve diğer dijital kayıt ve üretim araçlarını/programlarını kullanabilme, görüntü kaydediciler, Adobe video dosyalarını içerik bağlamında kurgulayabilme, Photoshop, Adobe Premiere görüntü dosyalarını web hızlı veri akışı sağlayacak şekilde Combustion, Fire, Flame, ayarlama, videoyu ses, metin ve diğer multimedya öğele- Lustre, Final CutPro, Windows riyle birlikte yeniden düzenleyebilme. Media, QuickTime, Flash ve diğer görüntü düzenleme Görsel Malzemeler Adobe Photoshop, Maya, 3D kullanarak durağan ya da hareketli grafik, animasyon, tablo Studio Max, Adobe Illustrator, ve diğer görsel malzemeler çizebilme, içeriğe ilişkin, Zbrush, Macromedia konunun daha kolay anlaşılmasına ya da konu hakkında Dreamweaver, Macromedia detay vermede uygun görsel malzemeyi tespit edebilme ve Flash. dair Yönetsel Beceriler Dağıtım ve sunuma Grafik, Animasyon ve Diğer programları Görsel öğelerin ve simgelerin tasarlanabildiği yazılımları oluşturabilme, haber öyküsüne yönelik mizansen canlandırmalar yapabilmek için grafik ve animasyon programlarını kullanabilme. Üretilen multimedya içeriğini internet ya da diğer sayısal HTML, CSS, XML, Java Script, ortamlara gazeteciliğe uygun bir biçimde tasarlayıp (mi- Perl, C, Cold Fusion, UNIX gibi zanpaj), kodlayabilmek için gerekli yazılımları kullana- web sayfası düzenleme bilme, içeriği haber akışına göre güncelleyebilme, içerik tasarlama ve kodlama üzerinde linkler aracılığıyla (hypertext) detay bilgi vere- yazılımları bilme, etkileşim ve arşivleme olanaklarını kullanabilme. Takım çalışmasına yatkın, iş sırasında karşılaşılan karmaşık problemleri çözebilme, algı düzeyi yüksek, hızlı karar verebilme, müşteri ilişkilerini yürütebilme, kaynakları verimli kullanabilme, içeriğin hitap edeceği kesime göre pazarlama faaliyetleri sürdürebilme. Diğer beceriler Kendi dilini her türlü ortamda etkin kullanabilme, yabancı dil, (özellikle İngilizce), etik bilgisi, sosyal algılama becerisi, katılımcı ve diyaloga/müzakereye dayalı iletişim yeteneği, kullanıcı güdümlü, estetik perspektife sahip olabilme, gözlemleme, okuma ve araştırma yapmaya eğilimli olma, meslek arkadaşlarıyla süreli iletişim içinde olma ve mesleki örgütlenme bilinci sahip olma. C. YENİLİKLER EZİLİŞİ VE GAZETECİNİN Yeni Tanımlamalar ve Karmaşa Gazetecilik farklı medya ortamları üzerinden gerçekleştirilse de uzun zaman sürecinde oluşturulmuş, belirli norm ve ilkelere bağlı olarak tanımlanmış bir pratiktir. Haberin üretim süreci, haberin dili, haberciliğin organizasyon yapı- sı ve profesyonel gazetecilik normları zaman içerisinde yapısallaşmıştır (İnal 1996: 21). Dolayısıyla yeni gelişmeler gazeteciliğin ve haberin yapısından ziyade, sadece format ve biçim değişikliğine neden olmuştur. Bu nedenler yöndeşme gazeteciliğini geleneksel gazetecilik pratiğinden tamamen bağımsız ve yeni bir pratik olarak ele almak doğru olmayacaktır (Quinn ve Filak 2005: 23). 245 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Yeni medya çalışanının tanımını yaparken birçok açıdan geleneksel gazeteciliğin dışında yeni çerçeve çizmek pek mümkün değildir. Çünkü profesyonel kimlikleri, iş ve sosyal güvenceleri ve iş modelleri gibi temel konularda geleneksel gazeteci tanımını sarsacak köklü bir değişiklik olmamıştır. Ancak beceri ve yetenek konusunda yöndeşme gazetecisi geleneksel gazetecinin çekirdek yeteneklerinin yanında bir takım ek becerilere ihtiyaç duymaktadır. Bu çerçevede gazeteciliğin iş yapma biçimlerinde, eskiye ilaveten gelen yeni becerilerle yeniden tanımlanmasının yanında buna bağlı olarak gazeteci tanımlamasında da "internet gazeteciliği", “ağ gazeteciliği”, "online gazetecilik", "siber gazetecilik", "e-gazetecilik", "sanal gazetecilik", "yöndeşme/yöndeşik gazeteciliği" ve "multimedya gazeteciliği" gibi sıfatlar kullanılmıştır. İnternet, online (çevrimiçi), ağ, siber ve e- gazetecilik sıfatları, sadece metni, ya da sadece görüntüyü web ortamına taşımak anlamına gelebileceğinden gazetecilikteki dönüşümü tam anlamıyla karşılamayabilir (Deuze 2003). Örneğin gazeteler ilk olarak interneti keşfettiklerinde kağıt baskı içeriğini olduğu gibi web sayfasına multimedya, hypertext ve etkileşim özelliklerinden yoksun bir biçimde aktarıyorlardı ve bu da internet gazeteciliği olarak tanımlanmaktaydı (Nora ve Fiebich 2002). Dolayısıyla internet gazeteciliği sayısal çoklu becerileri ifade etmede yetersiz kalmaktadır. Multimedya gazeteciliğini tanımlarken ise iki yol kullanılabilir. İlk olarak söylenen ve yazılan kelimeler, müzik, hareketli ve durağan görüntüler, grafik animasyonları gibi etkileşim halinde olan metinsel unsurları içeren medya formatlarını kullanan internet sitelerinde haber paketlerinin sunumudur. İkincisi ise, web sitesi, e-mail, SMS, MMS, radyo, televizyon teletext, gazete ve dergi gibi farklı medya yoluyla sunulan (her zaman eş zamanlı olmasa da) karma sunum şeklindedir (Deuze 2004: 140). Ancak multimedya gazeteciliğinin bu yöndeki tanımı da yöndeşme süreci dönüşümlerini tam anlamıyla karşılama da eksik kalmaktadır. Öyle ki multimedya metodunun sadece internet tarafından başlatılmadığını, örneğin, tarihi internetten önceye rastlayan, İngiltere’deki BBC gibi yayın kuruluşlarındaki 246 gazeteciler her zaman çok yönlü medya kapasitesi için çalışmaya teşvik edildiği bilinmektedir (Deuze 2004: 143). Bu açıdan, bu çalışmada sektördeki dönüşümü, yeni iş pratiklerini ve çoklu beceriyi temsil etmesi açısından, daha çok "yöndeşme gazeteciliği" kavramı tercih edilmiştir. Öte yandan yöndeşme gazeteciliğini tamamen teknolojik gelişmelerin sınırlılıkları ve potansiyelleri içinde yapılan bir pratik olarak incelemek de doğru değildir. Çünkü daha öncede ifade edildiği gibi sosyal bir olgu olarak gazetecilik sadece teknoloji ile değil sosyal alandaki tüm gelişmeleri kapsayan daha geniş bir hareket alanı içinde şekillenmektedir. Bu yüzden de gazeteci pratikleri sadece teknolojik ve sektörün yapısından kaynaklanan yapılara göre belirlenmez. Aynı zamanda haberin sunulduğu ortamın özellikleri ve buna bağlı olarak haberin sunumu, biçimi, sosyal ve kültürel gelişmelere paralel olarak okurun profili ve değişimi yanında gazetecinin profesyonel kimliği gibi birbiriyle ilintili ve etkileşim içinde olan bir takım dinamikler çerçevesinde şekillenmektedir. Yeni İşler Eski Sorunlar Yeni medya endüstrisi içerik üretimi ve dağıtımı konusunda sürekli yeni olanaklar sağlarken çalışanların iş güvenliği, ücretleri, sendikal örgütlenmeleri gibi konularda hiçbir ilerlemenin kaydedilmediği bir ortam olmuştur. Esnek istihdam yapısıyla birlikte çalışanlar için yeni olumsuz koşullar yaygınlaşırken, ücretsiz çalışma saatlerinin artması, yeni beceriler açısından eski çalışanların tasfiyesi, iş güvenliği ve yeni becerilere adaptasyon konusunda kurumsal eğitimin eksikliği gibi konular bu yeni dönemin yükselen sorunları olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni dönemde öncelikli sorun, melez (hybrid) gazeteciler olarak da adlandırılan (Batt ve ark. 2000) yeni medya profesyonellerinden beklenilen beceri ve yeteneklerin kazanılması konusunun ciddi bir eğitim süreci gerektirmesidir. Dolayısıyla yeni medya profesyonelleri, sürekli gelişen teknolojiye ve buna bağlı olarak sektörün dinamik yapısına ayak uydurmak ve yeni iş alanlarında yeteneklerini geliştirmek için zamanlarının büyük bir kısmını öğrenmeye ve yeteneklerini geliştirmeye harcarlar. Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) Newyork'ta ki yeni medya profesyonelleri üzerine yapılan bir çalışmada, yeni medya çalışanlarının eğitim için ayırdıkları ödenmemiş süre haftada 13.5 saattir (Batt ve ark. 2000: 25). Aynı araştırmada yetenek kazanımı için eğitimin kurumsal bir politikadan daha çok gazetecinin kendi kişisel sorumluluğu olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca yeni profesyonellerden teknik yeteneklerin yanı sıra yeni medyada başarının anahtarı olarak görülen karmaşık problemleri çözebilme, müşteri ilişkilerini yürütebilme, kaynakları verimli kullanabilme gibi yönetsel becerilerle birlikte satış, pazarlama gibi yeteneklere sahip olmaları istenmektedir (Batt ve ark. 2000: 4) Batt vd.'nin yaptıkları araştırmaya katılan yeni medya profesyonellerinin ortalama iş saati haftada 53 saat olarak ifade edilmiştir. Fakat yeni medyada doğrudan üretim için harcanan iş saatinin, bu rakamın sadece yüzde 49'u olduğu belirlenmiştir. Geri kalan yüzde 51'lik zaman ise zaman ise yeni iş arayışlarına ve müşteri ilişkilerine harcanmaktadır. Dolaylı işlere harcanan bu zaman dilimi de ödeme yapılmayan eğitim zamanına dahildir ve yeni medya çalışanları, zamanlarını güncel projelere harcadıklarından daha çok bir sonraki iş takibi için harcarlar. Çünkü yeni medyadaki iş politikaları uzun görev süresi olan işçilerden çok, pazarlanabilir özel yetenek ve projeler çerçevesinde oluşturulur (Batt ve ark. 2000: 5-6). Bu yüzden de yeni medya çalışanları geleneksel medya çalışanları gibi düzenli ve 'sürdürülebilir' iş rutinine sahip değillerdir. Yeni dönemde ortaya çıkan bir diğer önemli sorun ise yeni medya gibi esnek yapılı ve projeye dayalı bir sektörde çalışanlarının iş güvencesi konusudur (Deuze ve Dimoudi 2002: 91). Batt vd. nin yaptığı çalışmada sürekli olarak büyüyen endüstride çalışanların sadece üçte ikisi gelecek iki yıl işlerinde sabit kalacaklarını düşündüğü belirlenmiştir. Araştırmaya katılanların genelde yeni medya çalışanları içerisinde yüksek maaşla istihdam edilenler olmasına rağmen sağlık sigortası, çalışma saatleri, izin ve gibi sosyal güvence politikaları açısından ihmal edildikleri görülmüştür. Buna göre tam gün çalışan profesyonellerin sadece yüzde 77'sinin sağlık sigortası ve yüzde 72'sinin kapsamlı sağlık bakımını işverenlerden; bağımsız konumda çalışanların ise (freelance) yüzde 25'inden daha azı bu tür yardımları işverenlerden ya da müşterilerden almaktadır ve sadece yüzde 11'inin kapsamlı sağlık sigortası bulunmaktadır (Batt ve ark. 2000: 6-7). Görünen o ki yeni medyanın profesyonellere sağladığı imkânlar geleneksel medyayı aratacak cinsten olacak. Çalışma saatleri, iş kapasitesi ve artan nitelik ihtiyacı dolayısıyla yeni medya profesyonellerinin sorunları eskiye oranla katmerleşecektir (MacGregor 2003: 16). İş bölümü ve kazancındaki adaletsizlik de şimdi olduğundan daha da fazla kendisini gösterecek, "yeni iş bölümü yapısında kimileri basit iş gücü birimlerinden devasa karlara imza atan 'patronlara' dönüşürken, sektörde istihdam edilen çoğunluk için durum" (İLEF Rapor 2007: 8) daha da kötüye gidecektir. Şöyle ki, sektördeki gazeteciler genelde, çoğul yetenekli olmanın kariyerleri açısından önemli olacağını düşünseler de maaş ve sosyal güvence konusunda çoğul yetenekli olmanın avantajlarını görmediklerini, hatta eskiye nazaran daha fazla çalıştıklarını belirtmişlerdir (Aviles ve Carvajal 2008). Zaten, çoklu beceri konusunda habercilerin ek eğitim alması için yatırım yapma zorunluluğu karşısında, yöneticiler yeni medya uzmanı kiralama ya da eski çalışanı tasfiye edip iletişim teknolojilerine yatkın daha genç insanları işe alma gibi politikalar izlemişlerdir. Öte yandan Dünya Editörler Forumu’nun 2006’da dünyanın çeşitli bölgelerindeki toplam 435 yazı işleri sorumlusuna uyguladığı anket sonucunda gazetecilerin yeni ortam ve onun gerektirdiği beceriler konusunda meslekiçi eğitime alınması konusunda bir eğilimin olduğu ortaya çıkmıştır (Trend in Newsroom 2007: 5). Ancak meslek içi eğitim geleneğinin medya kuruluşlarında yerleşmemiş olması, eğitimin belli bir yatırım ve zaman gerektirmesi, zaten sendikal örgütlenme konusunda oldukça zayıf olan sektörde eskilerin yerine yenilerin alınması gibi daha az para ve zaman kaybı olacak diğer seçeneğin uygulanması fikri kapitalist akla daha yatkın gelmektedir. Bu konuda Portekiz'deki dört ulusal yayın organını kapsayan araştırmada 2000'den 2005 yılına kadar geçen dönemde meydanının dijital teknoloji anlamında yeniden yapılanma sürecinde yaşları 40'dan yukarı olan 300'den fazla gazetecinin sözleş- 247 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 melerinin feshedildiğinin belirtilmesi, medya yöneticilerin gerçek tutumu hakkında fikir verebilir ("Reorganizations excluded more than 300 journalists in six years"). Sonuç olarak, multimedya gazeteciliğinin gazeteciler arasında bir gerginlik oluşturduğu ve yaygın geleneksel gazeteci kültürünün doğasıyla uyuşmadığı söylenebilir. Ancak yine de tümleşik sistemde çalışan birçok gazeteci ve editör, multimedyanın işlerinin kalitesini artırdığını, kariyer fırsatlarını geliştirdiğini ve gazeteci olarak iyi bir iş yapmayı hissini artırdığını ifade etmişlerdir (Deuze 2004: 146). SONUÇ Sayısallaşma ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerle birlikte medya endüstrisinde son yıllarda gerçekleşen yoğunlaşma ve yöndeşme eğilimleri, sektörde yeni iş yapma biçimleri ve istihdam yapılarının oluşmasına neden olmuş, online gazeteciliği, multimedya gazeteciliği, internet gazeteciliği ya da ağ gazeteciliği olarak adlandırılan ve yeni medya üzerinden gerçekleştirilen gazetecilik uygulamaları ortaya çıkmıştır. Haber üretiminden, haberin içeriğinin oluşturulması ve dağıtımına kadar bir dizi gazetecilik pratikleri üzerinde kendini gösteren bu süreç, aynı zamanda, haberin ve okuyucu/izleyici/dinleyicilerin de tümleşmesi sonucunu da doğurmuştur. Özellikle Amerika ve gelişmiş Avrupa ülkelerinde medya sektörü, örgütlenmelerini yöndeşme süreçleri içerisinde tamamlarken, Türkiye’de de sayısal iletişim teknolojisinin toplumsal alanda giderek gündelik hayatın vazgeçilmezleri haline gelmesi ve yaygınlaşması, yeni neslin internette bir yaşam formu oluşturması ve tüm bunlarla bağlantılı olarak internet üzerindeki reklam akışının artması gibi unsurlar medya şirketlerinin internete yatırım yapması konusunda adımlar atmasını sağlamıştır. Öte yandan yeni iletişim teknolojilerine dayalı üretim tarzına geçmenin ilk baştaki yüksek maliyetli yatırım zorunluluğu dışında, üretim ve dağıtım konusunda sağlayacağı maliyetin uzun vadede geleneksel medyaya oranla daha düşük olması ve daha az zaman gerektirmesi de medya şirketlerine tümleşik modele geçme konusunda motivasyon sağlamaktadır. Bu da aslında medya endüstrisinin internete karşı takındığı tavrın gazeteciliğin ifade ediliş 248 tarzını geliştirme isteğinden ziyade, büyük ölçüde ekonomik gerçekler tarafından belirlendiğini göstermektedir. Tüm bu süreç içerisinde değişen ve gelişen internet gazeteciliği beklendiği gibi geleneksel gazeteciliği ortadan kaldırmamış, bu iki gazetecilik pratiği eş zamanlı olarak aynı platformda uygulanmıştır. Hatta çoğu kere internet gazeteciliğinin geleneksel medyanın yozlaşmasının önüne geçebileceği ve toplumun demokratikleşmesi anlamında önemli bir işlev göreceği iddia edilmiştir. Sayısal teknoloji ve internet bağlamında gazetecilik açısından ortaya çıkan yeni beceriler gazeteciliğin mesleki anlamda kendilerini sürekli olarak geliştirmeleri gereğini zorunlu kılmaktadır. Bu yeni dönemde gazeteciler artık çekirdek becerilerin yanı sıra video ve ses düzenleme, kurgulama, sayfa ve web tasarımı, fotoğraf çekme ve düzenleme, grafik ve animasyon yapabilme ve bu işleri internet ortamında gazetecilik mantığı ile sunabilme yeteneklerine sahip olmaya zorlanmaktadır. Bu yüzden de gazetecilerden bütün medya birimlerindeki kavramları çözebilmek için gerekli nitelikleri edinmek ve multimedya üretimi yapabilmek için çoğul becerilere donanması beklenir. Ayrıca yeni teknik yeteneklerin yanı sıra yeni medyada başarının anahtarı olarak görülen karmaşık problemleri çözebilme, müşteri ilişkilerini yürütebilme, kaynakları verimli kullanabilme gibi yönetsel becerilerle birlikte satış, pazarlama gibi yeteneklere sahip olmaları da yeni medya profesyonellerinden beklenen beceriler arasındadır. Tüm bunlara karşılık yöndeşme medya endüstrisi açısından, genel itibariyle, avantajlı olurken bu yeni dönemde gazeteciler esnek istihdam yapısıyla birlikte yeni olumsuz koşullarla karşı karşıya kalmışlardır. Ücretsiz çalışma saatlerinin artması, yeni beceriler açısından eski çalışanların tasfiyesi, iş güvenliği ve yeni becerilere adaptasyon konusunda kurumsal eğitimin eksikliği gibi konular, bu yeni dönemin yükselen sorunları olarak kendini göstermiş, gazeteciler açısından “yeni olan” eski sorunların daha da büyümesi şeklinde gerçekleşmiştir. SONNOTLAR (1) Yöndeşme ve sayısallaşma konusunda detaylı bilgi için bkz. Taş, Oğuzhan (2004). Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) Yöndeşme ve Medya Endüstrisi: İletişim Alanında Yöndeşme Eğilimleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. (2) Yöndeşme birçok alan için kullanılan bir kavramdır. Örneğin sektörel yöndeşme, teknolojik yöndeşme, ekonomik yöndeşme gibi belli yapılanmalar açıklanırken kullanılabileceği gibi örneğin 1941'de Lazarsfeld tarafından yönetimsel ve eleştirel iletişim araştırmalarının, 1980‘lerde de çeşitli araştırmacılar tarafından liberal ve eleştirel yaklaşımın yöndeşmesi bağlamında da kullanılmıştır. Ayrıca Beybin Kejanlıoğlu (1998), kültürel çalışmalar ve ekonomi-politik yaklaşım arasındaki farklılıkların aşılarak ortak bir kuramsal bakış açısı geliştirilmesi bağlamında yöndeşme ifadesini kullanmıştır. (3) Yapılan çalışmanın konusu ve sınırlılığı dolayısıyla yöndeşme teknolojik boyutları ön plana çıkarılarak değerlendirilmiştir. Ancak yöndeşmenin çoğu zaman ses, görüntü, veri gibi her tür içeriğin ve bu içeriğin dağıtımı için gerekli telefon, kablo, yayıncılık ve mobil şebekelerin teknolojik iç içeliği çerçevesinde tanımlanmasının telekomünikasyon, yayıncılık ve bilgisayar endüstrisi arasındaki giderek artan ölçüde stratejik birleşmeleri ve yoğunlaşma eğilimlerini ve dolayısıyla çok seslilik tartışmalarını görmezden gelinmesine neden olacaktır. Bu yüzden yöndeşme olgusunu bütünlüklü bir çerçevede ele almak ekonomi politik açıdan yapılacak analizlerle mümkün olacaktır. (4) İletişim sektörünün büyük aktörleri, internet aracılığıyla okurlara ulaşma ve bunu yeni ortamda söz sahibi olma avantajını kullanmak için özellikle 2000'li yıllardan itibaren internet şirketleriyle yöndeşmeye başlamışlardır. Bu birleşmelerin bir ölçüde simgesi olarak kabul edilen ve alandaki diğer birleşmelerinin yolu açan birleşme dünyanın en büyük internet sağlayıcısı AOL tarafından Time Warner çoklu ortam grubunun 2000 yılında satın alınmasıdır (Törenli 2005: 129). (5) Ekonomik yöndeşme olarak da ele alınan sektörel yöndeşme, küresel medya şirketleri arasında yaşanan şirket evlilikleri ve birleşmeleri bağlamında küresel boyutta bir medya yoğunlaşması manzarası çizmekte ve medya şirketleri arasında pek çok farklı ticari ilişkiye izin veren bir gelişme olarak yoğunlaşma açısından problematik hale gelmektedir. (6) Reklam bakımından henüz dünya ortalamalarının altından bir pay alan Türkiye'deki internet, yerli ve yabancı yatırımlarla birlikte önemli bir mecra olma yolunda ilerliyor. Yahoo, MSN, Google gibi uluslararası dev internet şirketlerinin Türkiye'de yatırım yapmaları (Yeni Ekonomi Devleri Türkiye'yi keşfetti!) yakın bir zamanda internetin, kar ve hareketlilik anlamında, potansiyel bir pazar olacağını göstermektedir. (7) Haberdeki dönüşümden kastedilen şey biçimsel anlamdaki değişimdir. Çünkü haber yapılaşmış bir metindir ve yeni gelişmeler haberin yapısında değil, üretim pratikleri, biçimi ve sunuluşunda değişikliklere neden olmuştur. Bu makalede de haberin biçimsel anlamdaki değişimi, yöndeşmeye bağlı olarak değişen gazetecilik pratikleriyle ilişkilendirilmiştir. (8) Yeni medyayı eski medyayla ilişkilendiren Fidler: “İletişim sistemini bir bütün olarak incelediğimizde, yeni medyanın bağımsız ve kendiliğinden ortaya çıkmadığını göreceğiz. Yeni medya, tedrici olarak, eski medyanın yavaş yavaş metamorfoz geçirmesi ile ortaya çıkar ve yeni iletişim medyası ortaya çıktığında, eski biçimler genelde ölmezler; değişmeyi ve uyum sağlamayı sürdürürler.” diyerek medya dönüşümü için öngörülen birlikte değişim ve birlikte varoluş, metamorfoz, yayılım, hayatta kalma, fırsat ve ihtiyaç ve gecikmeli benimsenme 6 temel prensip sıralamıştır. Birlikte değişim ve birlikte varoluş: Geleneksel habercilik interneti kendi faydasına kullanabilir, aynı şekilde internet haberciliği de kendi içeriğinin çoğunu basılı ortamlardan alabilir. Metamorfoz: Yeni medya eskisinden değişerek doğar. Yayılım: Eski medyanın özellikleri, yeni medyayla birlikte ve onun içinde yayılır. Hayatta Kalma: Geleneksel medya, ya uyum sağlar ya da yok olur. Fırsat ve ihtiyaç: Yeni teknolojinin yaygın biçimde benimsenmesi için sosyal bir ihtiyaç 249 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 haline gelmelidir. Bu ihtiyaç da geleneksel medya için bir fırsat olabilir. Gecikmeli benimsenme: Yeni medya teknolojilerinin benimsenmesi genelde 20–30 sene (bir insan neslinin yetişmesi için gereken zaman) kadar sürebilir (Fidler 1997: 232). (9) Tam anlamı tartışmaya açık olsa da Web 2.0 genel olarak internet kullanıcılarının ortaklaşa ve paylaşarak oluşturduğu sistemi tanımlar. Tim O'Reilly'e (2005) göre Web 2.0'ın kısmen tanımı şöyledir: "Web 2.0 bilgisayar endüstrisinde internetin bir düzlem olarak ilerlemesiyle bir işletme devrimi ve bu düzlemin kurallarını başarı için anlamaya çalışmaktır. Bu kurallar arasında başlıcası ise; ağ etkilerini daha çok insanın kullanabilmesi için programlar kurmaktır. (10) İnternetin küreselleşme bakımından önemi büyüktür. Ancak farklı dillerin kullanımı bilginin küreselleşmesi açısından en önemli sorun olarak durmaktadır. Son zamanlarda Google gibi önemli bir internet devinin web içeriklerini birçok dile anında çevirme hizmetini sunması, çevirilerin niteliğinin kötü olmasına karşın yine de içeriğin küreselleşmesi konusundaki en önemli sorunun aşılmasına yönelik önemli bir çaba olarak kabul edilebilir. (11) Coopetition, işbirliği ve rekabetin harmanlandığı bir anlama sahiptir. Bu kavram, genellikle bilgisayar endüstrisi, yeni ürünler ve pazarlar, yazılım ve donanım firmaları arasında geliştirilen stratejik işbirlikleri çerçevesinde kullanılmıştır. (12) Tablonun oluşturulmasında Aviles ve Carvajal’ın (2008) "Integrated and CrossMedia Newsroom Convergence: Two Models of Multimedia News Production - The Cases of Novotecnica and La Verdad Multimedia in Spain." adlı makalelerinden yararlanılmıştır. (13) Burada öne çıkan etkileşim kavramının geleneksel medyadaki etkileşimin çok ötesinde olması gerektiği açıktır. Etkileşim geniş anlamda "Steur‘ın tanımladığı gibi “gerçek zamanda kullanıcının çevrimiçi iletişim ortamında, iletişimin biçim ve içeriğini değiştirme ve etkilemedeki katılımı” iken, Rafaeli ise “etkileşimin, iletişim ortamının değişken bir niteliği ve bir iletişim sürecinde herhangi bir üçüncü 250 gönderimin ya da mesajın bir öncekileri etkileme kapasitesi olduğunu” vurgular." (Timisi 2003: 133). KAYNAKLAR Adaklı G (2006) Türkiye'de Medya Endüstrisi, Neo Liberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri, Ütopya Yayınları, Ankara. Aquino R, Bierhoff J, Orchard T ve Stone M (2002) The European Multimedia News Landscape, Mudia Report,: International Institute of Infonomics, Heerlen. Aviles J, Alberto G ve Carvajal M (2008) "Integrated and Cross-Media Newsroom Convergence: Two Models of Multimedia News Production - The Cases of Novotecnica and La Verdad Multimedia in Spain." Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 14 (2), 221–239. Bardoel J (1996) Beyond Journalism. A Profession Between Information Society and Civil Society, European Journal of Communication, 11 (3), 283–302. Başaran F (2004) Enformasyon Toplumu Politikaları ve Gelişmekte Olan Ülkeler, İletişim Araştırmaları Derg, 2(2), 7–31. Batt R, Christopherson S, Rightor N ve Van J, D (2000) NET WORKING: Work patterns and workforce policies for the new media industry Ithaca, NY: Cornell University, School of Industrial and Labor Relations, Center for Advanced Human Resource Studies. http://digitalcommons.ilr.cornell.edu/cahrswp/9 7 Erişim Tarihi: 13.10.2008. Blackman C (2004) Paying The Price: The Future for Europe’s Media Sector, Foresight 6(5), 292–301. Boczkowski P J (2004) The Processes of Adopting Multimedia and Interactivity in Three Online Newsrooms, The Journal of Communication 54 (2), 197–213. Bressers B (2006) Promise and Reality: The Integration of Print and Online Versions of Major Metropolitan Newspapers, The International Journal on Media Management 8(3), 134 – 145. Carey J (1997) The Communications Revolution and the Professional Communicator, In: Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) Munson, Eve Stryker and Warren, Catherine A. (eds.): James Carey. A Critical Reader, University of Minnesota Press, Minneapolis. Digitisations in the communication sector: A Europen Challenge, www.esk.org.cy/ DigITNews1.pdf Erişim Tarihi: 22.11.2008. Castilhos K, Francisko J (2009) Journalism in The Age of the Information Society, Technological Convergence, and Editorial Segmentation: Preliminary Observations, Journalism 10 (1), 109–125. Dimmick J, vd. (2004) Competition Between the Internet and Traditional News Media: The Gratification-Opportunities Niche Dimension”, The Journal of Media Economics, 17 (1), 19– 33. Cooper T W (1998) New Technology Effects Inventory: Forty Leading Ethical Issues, Journal of Mass Media Ethics, 3 (2), 71–92. Duhe S F, Mortimer M M ve San San C (2004) "Convergence in North American TV Newsrooms: A Nationwide Look", Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 10 (2), s 81–104. Dahlgren P (1996) Media Logic in Cyberspace: Repositioning Journalism and Its Publics, The Public 3(3), 59–72. Dailey L, Demo L ve Spillman M (2005) The Convergence Continuum: A Model for Studying Collaboration Between Media Newsrooms, Atlantic Journal of Communication, 13 (3), 150–168. Delano A (1996) The Newest New Journalism. Presented at 10th Colloquium on Communication and Culture, The Future of Journalism. Piran, September, 11–15. Dennis E E (2006) Television’s Convergence Conundrum, Television Quarterly 37 (1), 22– 27. Deuze M (1999) Journalism and the Web: An Analysis of skills and standards in an online environment, Gazette, 61 (5), 373–390. Deuze M (2003) The Web and its Journalisms: Considering the Consequences of Different Types of News Media Online, New Media & Society 5(2), 203–30. Deuze M ve Christina D (2002) Online Journalists in the Netherlands: Towards a Profile of a New Profession, Journalism 3 (1), 85-100. Deuze M (2004) What is multimedia journalism?", Journalism Studies 5 (2), 139 – 152. Deuze M (2005) Towards professional participatory storytelling in journalism and advertising, First Monday, 10 (7). http://firstmonday. org/issues/issue10_7/deuze/index.html Erişim Tarihi: 21.12.2008. Deuze M (2007) Convergence culture in the creative industries, International Journal of Cultural Studies 10 (2), 243–263. Fidler R (1997) Mediamorphosis and Understanding New Media, Pine Forge Press, Thousand Oaks, CA. Garrison B (2000) Diffusion of a New Technology: On-line Research in Newspaper Newsrooms, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 6(1), 84–105. Garrison B ve Dupagne M (2003) “A Case Study of Media Convergence at Media General’s Tampa News Center”, Expanding Convergence: Media Use in a Changing Information Environment. Columbia, 1–42. Geray H (2002) İletişim ve Teknoloji: Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları, Ütopya Yayınevi, Ankara. Gezgin, S (2002) Geleneksel Basın ve İnternet Gazeteciliği, Serhan Yedig ve Haşim Akman (der), İnternet Çağında Gazetecilik, Metis Yayınları, İstanbul, s. 30–37. Giles B (2007) Plowing New Ground in Journalism Education, http://www.nieman. harvard.edu/reportsitem.aspx?id=100198, Erişim Tarihi: 08.11.2008. Harper C (1996) Doing It All. American Journalism Review, Vol. 18, December, http://www.questia.com/googleScholar.qst?doc Id=5000436221, Erişim tarihi: 15.11.2008. Huang E, Davison, K vd. (2006) Facing the Challenges of Convergence: Media Professionals' Concerns of Working Across Media Platforms, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 12(1), 83–98. 251 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Huang E vd. (2004) News Stories Converged Journalism and Quality: A Case Study of The Tampa Tribune, Convergence 10 (4), s 73–91. Mueller M (1999). Digital Convergence and Its Consequences, Javnost-The Public 6 (3), 11– 28. İLEF RAPOR (2007) Medya ve İletişim Eğitiminde Uluslararası Üniversitelerin Temel Eğilimleri Raporu İçin İletişim Çalışmaları, Kitle İletişimi, Gazetecilik ve Medya Çalışmaları Birimleriyle İlgili Alt Rapor, (Uzun dönemli (2020) İLEF stratejisini oluşturmak amacıyla hazırlanan alt rapor), s. 1–10. Newhagen J E ve Sheizaf R (1996) Why Communication Researchers Should Study the Internet: A Dialogue, Journal of ComputerMediated Communication 1 (4). http://jcmc. indiana.edu/vol1/issue4/rafaeli.html Erişim Tarihi 20.08.2007. İnal A (1996) Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul. Jankowski N W. ve Martine Van S (2001) Traditional News Media Online: An Examination of Added Values, Denis McQuail ve Nicholas W. Jankowski (der.), Television News Research: Recent European Approaches and Findings, Quintessence Publishing Co. Berlin, s. 375–392 Jenkins H (2006) Eight Traits of the New Media Landscape, http://www.henryjenkins.org/ 2006/11/eight_traits_of_the_new_media.html. Erişim Tarihi: 23.11.2008. Kara H (2002) İnternet Gazetecilik ve Yeni Olanaklar, Serhan Yedig ve Haşim Akman (der), İnternet Çağında Gazetecilik, Metis Yayınları, İstanbul, s. 37-43. Keane J (1992) Medya ve Demokrasi, Haluk Şahin (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Kejanlıoğlu B D (1998) Türkiye‘de Yayıncılık Politikası: Ekonomik ve Siyasal Boyutlarıyla Türkiye‘de Radyo Televizyon Yayıncılığı, Doktora Tezi, AÜ Sos. Bil. Enst., Ankara. Killebrew K C (2005) Managing Media Convergence. Ames, IA, Blackwell Publishing. Klinenberg E (2005) Convergence: New Production in a Digital Age, Annals of the American Political Science Association, 59 (7), 4868. Lasica J D (1996) Net Gain: Journalism's Challenges in an Interactive Age, American Journalism Review 20 (2). http://www.ajr.org /article.asp?id=2217, Erişim Tarihi 06.08. 2007. MacGregor P (2003) Mind the Gap: Problems of Multimedia Journalism, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 9 (3), 8–17. 252 Newsroom Barometer: Multimedia, multiskilled and integrated (2008) http://www. editorswblog.org/analysis/2008/05/2_newsroom_b arometer_multimedia_multiski.php Erişim Tarihi: 09.10.2008. Nora P ve Fiebich C (2002) The Elements of Digital Storytelling, University of Minnesota Institute for New Media Studies and New Directions for News project, http://www.inms. umn.edu/elements/ Erişim Tarihi: 24.06.2008. O'Reilly T (2005) What Is Web 2.0: Design Patterns and Business Models for the Next Generation of Software, http://oreilly.com/ pub/a/oreilly/tim/news/2005/09/30/what-isweb-20.html, Erişim tarihi: 22.10.2008. Pavlik J V (2004) A Sea-Change in Journalism: Convergence, Journalists, their Audiences and Sources, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 10(4), 1-29. Picard R G (2004) Environmental and Market Changes Driving Strategic Planning in Media Firms, Strategic Responses to Media Market Changes, Sweden: Jonkoping International Business School, s.1–17. Quinn S (2002) Knowledge Management in the Digital Newsroom, Oxford, Focal Press. Quinn S ve Filak V (2005) Convergent Journalism An Introduction. Writing and Producing Across Media, Focal Press, Boston. Reorganizations excluded more than 300 journalists in six years, www.esk.org.cy/ DigITNews1.pdf Erişim Tarihi: 12.05.2009. Schudson M (1995) The Power of News, Harvard University Press, Cambridge. Schudson M (2003) The Sociology of News, Norton & Company Inc., New York. Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253) Singer J B (2004) Strange bedfellows? The diffusion of convergence in four news organizations, Journalism Studies 5 (1), 3–18. Singer J B (1997) Still Guarding the Gate?: The Newspaper Journalist's Role in an On-line World, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 3 (1), 72–89. Verweij P (2009) Making Convergence Work in the Newsroom: A Case Study of Convergence of Print, Radio, Television and Online Newsrooms at the African Media Matrix in South Africa During the National Arts Festival, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 15 (1) 75–87. Singer J B (2003) Who are these Guys?: The Online Challenge to the Notion of Journalistic Professionalism, Journalism 4 (2), 139–163. Singer J B (2005) The political j-blogger: 'Normalizing' a new media form to fit old norms and practices, Journalism 6 (2), 173– 198. Singer J B (2008) Five Ws and an H: Digital Challenges in Newspaper Newsrooms and Boardrooms, The International Journal on Media Management 10 (3), 122 – 129. Strategic Developments for the European Publishing Industry towards the Year 2000. Europe’s Multimedia Challenge. (1996) Main Report. Brussels: European Commission DG XIII/E. Taş O (2004) Yöndeşme ve Medya Endüstrisi: İletişim Alanında Yöndeşme Eğilimleri, Yüksek Lisans Tezi, AÜ Sos. Bil. Enst., Ankara. The Future of the Printed Press. Challenges in a Digital World (1998) Maastricht: European Journalism Centre. http://www.ejc.nl/hp/fpp /contents.html Erişim Tarihi: 11.02.2008. Thurman N ve Ben L (2008) "Convergence Calls: Multimedia Storytelling at British News Websites, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies 14 (4), 439–455. Timisi N (2003) Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara. Törenli N (2005) Yeni Medya, Yeni İletişim Ortamı, Bilim Sanat Yayınları, Ankara. Trend in Newsroom (2007) World Editors Forum. Trend in Newsroom (2008) World Editors Forum. Tuchman G (1978) Making news. A study in the Construction of Reality, The Free Press, New York. 253 TÜRKİYE’DE YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ BAĞLAMINDA İNTERNET HABERCİLİĞİ: BİANET ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİYLE İLGİLİ HABERLERİN ANALİZİ Tezcan Özkan Kutlu* - Onur Bekiroğlu** ÖZET Bu çalışmada, hem alternatif bir gazetecilik pratiği için olanaklar barındırması hem de internet haberciliğine örnek teşkil etmesi bakımından bianet.org adlı haber sitesi yurttaş gazeteciliği bağlamında incelenmektedir. Çalışma kapsamında bianet.org sitesindeki, yurttaş odaklı gazetecilik pratikleri İstanbul’daki kentsel dönüşüm projesi ile ilgili haberler üzerinden ortaya konulmaya çalışılmıştır. Araştırmada bianet.org’da konuyla ilgili yer alan 34 haber söylem analizi kullanılarak çözümlenmiştir. İncelenen haberlerin, ağırlıklı olarak kentsel dönüşüm projesinden etkilenen yurttaşların bakış açılarını ve yaşadıkları olumsuzlukları merkeze koyan bir söylem aracılığıyla kurulduğu bulgulanmıştır. Buna koşut olarak haberlerde durum tanımlamaları, akredite nitelikteki kaynaklar yerine mahalle sakinleri ve onlara destek olanların açıklamaları üzerinden kurulmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu projenin yurttaşı merkeze koyan bir bakış açısıyla haberleştirildiği, bianet.org internet sitesinin alternatif ve eleştirel bir haber söylemi kurmaya çalıştığı söylenebilmektedir. Anahtar sözcükler: Yurttaş gazeteciliği, internet gazeteciliği, alternatif medya. INTERNET JOURNALISM IN THE CONTEXT OF CIVIC JOURNALISM IN TURKEY: ANALYSIS OF THE NEWS ON URBAN TRANSFORMATION PROJECT IN THE EXAMPLE OF BIANET ABSTRACT In this study, a news web site; namely, bianet.org is examined in the context of civic journalism with regard to both its including potentials for an alternative journalism and its serving as a model for Internet journalism. Within this study, journalism practices focused on citizens on bianet.org are tried to put forward through the news on urban transformation project in Istanbul. In this research, 34 news on bianet.org related to the subject is analyzed by applying discourse analysis. It is discovered that the news examined is framed through a discourse which is predominantly focused on the perspectives of the citizens affected by the urban transformation project and the problems they experienced. Correspondingly, instead of case definitions and accredited resources, the news is constituted through community dwellers and comments of those who support them. In this context, it can be claimed that the so-called project has been turned into news with the perspective putting the citizen at the center, bianet.org web site tries to construct an alternative and critical news discourse. Keywords: Civic journalism, internet journalism, alternative media, GİRİŞ Alternatif medya arayışlarında farklı gazetecilik anlayışı ve pratiklerine işaret eden yurttaş gazeteciliği, medyadaki tekelleşme ve okuyucuların medyaya güven kaybı gibi nedenlerle ortaya çıkmıştır. Liberal demokrasi anlayışı çerçevesinde medyaya atfedilen dördüncü güç olma niteliği, yurttaş gazeteciliği bağlamında beşinci kuvvet olarak yurttaşı odak noktasına * koymakta ve gazetecilik pratiklerini de bu anlayış üzerine kurmaktadır. Bu bağlamda yurttaş gazeteciliğinin, yaygın ve yerel ölçeklerde medya ve gazetecilik pratikleri açısından alternatif bir yön de barındırdığı söylenebilmektedir. İletişim teknolojileri açısından internet, araç ve ortam olarak sunduğu imkânlar ile ön plana çıkmaktadır. İnternet teknolojisi de hem medya Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ** Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) profesyonelleri hem de sıradan yurttaşlar için alternatif bir iletişim ve gazetecilik mecrası olma anlamında önemli olanaklar ve potansiyeller taşımaktadır. Bu potansiyellerin hayata geçmesi ise internet ortamındaki iletişimin ve gazetecilik pratiklerinin icra edilmesi ile koşut bir nitelik taşımaktadır. İnternet ortamının ve internet gazeteciliğinin alternatif bir iletişim mecrası ve gazetecilik pratiği yönündeki potansiyelleri ile bağlantılı olarak alternatif medya; toplumsal, siyasal, iktisadi, kültürel bağlamlarda medyadaki yerleşik ve egemen söylemin yerine seslerini duyuramayan, temsil edilemeyen ya da yanlış temsil edilen kesimlere, gruplara vb. alan açan bir ortam ve gazetecilik pratiğini ikame etmeyi amaçlamaktadır. Bir başka ifadeyle alternatif medya, egemen medya ile hâkim gazetecilik norm ve pratiklerine bir parantez açmakta ve alternatif iletişim ve temsil biçimleri ile gazetecilik pratiklerine işaret etmektedir. Yurttaş gazeteciliği, internet haberciliği ve alternatif medyanın söz konusu kesişme noktalarından hareketle; çalışmada Türkiye’de yurttaş gazeteciliği bağlamında internet haberciliği, bianet.org örneğinde incelenmektedir. Bu bağlamda araştırma kapsamında İstanbul’da belirli yerleşim mekânlarını içine alan kentsel dönüşüm projesi ile ilgili haberlerin hangi söylem pratikleri aracılığıyla inşa edildiği incelenmeye çalışılmaktadır. 1. YURTTAŞ TALEPLERİNİN SÖZCÜSÜ: YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ VE TEMEL İLKELERİ ABD’de medyanın egemenlerin sözcüsü haline dönüşmesi şeklinde özetlenebilecek durumuna bir tepki olarak 1990’lı yıllarda ortaya çıkan yurttaş gazeteciliği, bir kamu kuruluşu olan Pew Center’in katkılarıyla hayata geçen bir gazetecilik formu olarak gelişmeye başlamıştır. Yurttaş gazeteciliğinin özellikle ABD’de ortaya çıkması; medyada tekelleşme, ticarileşme, apolitikleşme gibi olguların en yoğun olarak burada yaşanmasına bağlanabilmektedir (Duran 2003: 85-88, Cangöz 2003: 102). Özellikle yerel medya açısından önemli potansiyeller barındıran yurttaş gazeteciliği, gazetecilik anlayışı ve pratikleri ile ana akım medya- nın gazeteciliğinden farklılaşmakla birlikte egemen gazetecilik anlayışını ve medyanın durumunu kökten dönüşüme uğratacak bir proje olarak da değerlendirilmemelidir. Buna koşut olarak yurttaş gazeteciliği, medyanın mevcut yapısına bir refleks olarak gelişen, iyi niyetli ve reformcu nitelikleri taşıyan bir gazetecilik türü olarak irdelenebilmektedir (Duran 2003: 89). Bu bağlamda, literatürde kamusal gazetecilik (public journalism), yurttaş gazeteciliği (civic journalism) veya kimi zaman da topluluk bağlantılı gazetecilik (community-connected journalism) olarak geçen bu gazetecilik anlayışının ve biçiminin ortaya çıkışında etkili olan birtakım faktörlerden söz edilebilmektedir. Bunlar; “ABD’de demokrasi yönündeki kaygıların artması, medya alanındaki yoğunlaşma ile bunun gazetecilik pratikleri üzerindeki etkisi, iletişim teknolojisindeki gelişmeler” şeklinde sıralanmaktadır (Uzun 2006: 633-642). Yurttaş gazeteciliği, vatandaşların eğitilebilmeleri için gereksinim duydukları konular ile güncel olaylar hakkında haberler üretmeyi, şehir ve yurttaşlık ile ilgili kararlar alınmasını, buna yönelik olarak diyalog ve faaliyetlerin sağlanmasını ve demokrasi anlayışı içerisinde vatandaşların sorumluluklarını harekete geçirerek geliştirmeyi hedeflemektedir (Shaffer 2004). Pek çok gazeteci, haberleri anlaşmazlık, çatışma, ihtilaf gibi konular üzerinden değerlendirmektedir. Yurttaş gazeteciliği ise bu noktada haberin tarifini genişletmek için çabalamakta ve okuyucuları daha fazla ilgili kılmak için haber yapma çerçevesini yeniden düzenlemektedir. Buna paralel biçimde yurttaş gazeteciliği, haberde dengenin yeniden tanımlanması için de çalışmaktadır. Yurttaş gazeteciliği, haber üretim sürecine okuyucuları dâhil etmek için giriş noktaları vermekte ve ipuçları sağlamaktadır. Böylelikle yurttaş gazeteciliği, gazeteciler ile vatandaşlar arasında etkileşimlerin gerçekleşmesi yönünde teşvikte bulunmaktadır (Shaffer 2004). Lambeth (1998: 118), yurttaş gazeteciliğinin işleyişine de işaret eden birtakım hedeflerini şu şekilde irdelemektedir: 255 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 1. Haberlerin üretilmesi sürecinde neyin haber yapılacağına yönelik seçme özgürlüğünü korurken dahi yurttaşların fikirlerini ve hikâyelerini sistematik bir biçimde dinlemek. 2. Topluluklar ile ilgili önemli meseleler üzerine haber yapılırken bunların alternatif yollardan çerçevelenme biçimlerini araştırmak. 3. Yurttaşları tartışmaya teşvik etmek ve meselelerin kamusal bir anlayışla inşa edilmesi açısından en yüksek şansa sahip olan haber çerçevelerini seçmek. 4. Kamunun önemli sorunları üzerine haber yapılırken olası çözümlerin kamusal bilgisini ve alternatif davranış tarzlarına hizmet eden değerleri geliştirecek biçimde inisiyatif almak. 5. Kamuyla nasıl daha iyi ve daha güvenilir bir biçimde iletişim kurulacağı noktasında süreğen ve sistematik bir dikkat göstermek. Yurttaş gazeteciliğine yönelik eleştirilerde, söz konusu hedeflerin yeni olmadığı belirtilmektedir. Aslında bu hedefler, Hutchins komisyonunun raporunda yer alan bazı bölümler ile paralellik taşımaktadır. Örneğin bu raporda, özgür bir basının “günün olaylarını anlamlı bir bağlam içerisinde doğru ve kapsamlı biçimde” açıklaması; “yorum ve eleştirilerin değişimi için bir forum” işlevi görmesi gerektiği gibi konular tartışılmaktadır. Ayrıca, basının “toplumun bileşenleri olan grupların temsili bir resmini” sunması, “toplumun hedef ve değerlerini” anlatması ve “günlük bilgilere tam erişim” sağlaması gerektiği gibi konular da irdelenmektedir (Lambeth 1998: 118). Blazier ve Lemert (2000: 72-74) de aynı zamanda yurttaş gazeteciliğinin karakteristikleri olan ve bu gazetecilik formu içerisinde olması beklenen bazı eğilimlere işaret etmektedir. Buna göre; gazetenin kendi personeli tarafından yazılan ve yerel halkı ya da kamuoyunu ilgilendiren konuları kapsayan haber metinleri, yurttaş gazeteciliğinin/kamusal gazeteciliğin yükümlülükleri içerisinde yer almaktadır. Bu gazetecilik anlayışında haber kaynakları, ağırlıklı olarak yurttaş organizasyonları ya da bağımsız bireylerden oluşmalıdır. Bir başka anlatımla bu durum, daha sık ya da daha belirgin bir biçimde gerçekleşmelidir. Yurttaş gazeteci- 256 liğinde haber içerisinde olayların nasılı ve nedeni hakkındaki tematik bilgiler, sorunları anlamak için bağlamsal bir çerçeve sağlayacak nitelikte yapılandırılmalıdır. Çünkü bunlar, vatandaşların söz konusu olay ya da sorun ile daha geniş bir bağlamda bağlantı kurmasına yardımcı olmaktadır. Buna koşut olarak, habere konu olan olay veya sorunun tarihçesi de tarihsel bağlama işaret etmekte ve ekonomik, politik, sosyal ve kültürel arka planlara gönderimde bulunmaktadır. Yurttaş gazeteciliğin/kamusal gazeteciliğin bir diğer önemli gerekliliği, haberin kapsamının çözümler hakkında bilgi içermesi ve böylelikle yurttaşlara sorunları kontrol altına alabilmek için olanak tanımasıdır. Katılımcı ve müzakereci süreçleri kolaylaştırıcı bir gazetecilik anlayışı olarak yurttaş gazeteciliği, mobilize edici bilgiyi içermelidir. Yurttaş gazeteciliği bağlamında bir başka önemli nokta ise seçim kampanyaları haberlerinde, at yarışı gazeteciliği biçiminde habercilik anlayışı ve adayın karakterine odaklanmak yerine soruna ve adaya vurgu yapılmasıdır. Temel ilkeleri değerlendirildiğinde yurttaş gazeteciliği; öncelikle haber üretim sürecinde konuyla ilgili mümkün olduğu kadar çok haber kaynağına ulaşılmasını ve tüm bu kaynakların görüşlerine başvurulmasını esas almaktadır. Bu yapılırken ise rutin resmi bakış açısının aktarılması yerine yurttaşların, okurların ve dolayısıyla toplumun bakış açısının yansıtılmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. İkinci önemli noktada, devamlılık niteliği taşıyan uzun vadeli bir habercilik anlayışı çerçevesinde haberin oluşum süreci ön plana çıkartılmaktadır. Bu doğrultuda, yurttaşların yapılan haberleri kendi haberleri olarak hissetmelerini sağlamak amacıyla vatandaşlar haberin oluşum sürecine dahil edilmekte, haberle ilgili vatandaşlarla sık sık temasa geçilmekte ve böylelikle vatandaşlar hem yapılan haberleri kendilerine ait olarak algılamakta hem de haberin oluşturulması sürecinde aktif bir rol almaktadırlar. Bir diğer temel ilke kapsamında ise yapılan haber ile tayin edilen hedefe ulaşmak için haberin takibi ve yayınlanmasına sürekli olarak devam edilmektedir. Yurttaş gazeteciliği, bu noktada kamu çıkarı gerçekleşinceye kadar faaliyetlerini sürdürmekte ve “yurttaş taleplerinin sözcülüğünü” üstlenmektedir (Duran 2003: 89-93). Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) Sonuç olarak, yurttaş gazeteciliğinin temel nitelikleri şu şekilde sınıflandırılabilmektedir (Cangöz 2008: 137-143): · Haber anlatısını 5N+1K’nın ötesine taşımak. · Akredite haber kaynaklarından bağımsız hareket edebilmek. · Haber kaynaklarını nicel olarak genişletmek. · Halkı habere dahil etmek (demokratik açılım anlamında). · Sadece kent (merkez) odaklı değil çevre kasaba - köy odaklı habercilik. · Halkın gözü, kulağı ya da sesi olmak yerine, sesini bizzat duyurmasına olanak sağlamak. · İnsani değerleri ön planda tutan habercilik anlayışını benimsemek: Bölgesel, etnik, dinsel, cinsel vs. ayrımcılığın önüne geçmek. · Medya ortamlarını halkın sorunlarının tartışılabildiği kamusal alanlara dönüştürmek. 2. ALTERNATİF MEDYA OLARAK İNTERNET GAZETECİLİĞİ Literatürde yaygın dışı medyayı adlandırma konusunda farklı tanımlamalar yer almakta; bunlar arasında bağımsız medya, alternatif medya, radikal medya, toplumsal hareket medyası ya da toplum medyası gibi adlandırmalar ön plana çıkmaktadır (Downing 1984, Bailey ve ark. 2008: 5, Çelenk 2008: 14). Bu çalışmada ise, özellikle bilinenden farklı/yeni ve başka bir seçenek/karşıt olma durumunu anlatan “alternatif medya” kavramsallaştırması kullanılmaktadır. Anaakım/yaygın medya kurumları ve bağlantıları dışında konumlandırılan alternatif medya (Couldry ve Curran 2003: 7) arayışlarına ilişkin olarak yapılan tartışmalarda sıklıkla genel anlamda yeni iletişim teknolojilerine özelde ise internete ve internetin sunduğu olanaklara göndermede bulunulmaktadır (Curran 2003: 227-24, Bennet 2003: 17-35). İnternet önceleri enformasyonunun hedef kitleye ulaştırabileceği yeni bir araç olarak düşünülmüşse de, kendine özgü nitelikleri sayesinde, sadece mevcut kitle iletişim araçlarından çıkan enformasyonun yayılmasına olanak veren bir araç olarak kalmamıştır. İnternet aynı zamanda enformasyonun yeniden üretildiği ve yeni biçimlerle sunu- labildiği bir ortam haline gelmiştir (Karaduman 2003: 139). Bu noktada, yeni iletişim teknolojilerinin demokratik potansiyeline vurgu yapılırken, aynı zamanda geleneksel gazetecilikteki dönüşüm, yeni ve farklı bir gazetecilik anlayışı da gündeme gelmektedir (Curran 2003: 234235). Günümüzde internet ve dijital teknolojilerin geldiği nokta geleneksel gazetecilikte de kırılmalar yaşanmasına neden olmuş, kendine özgü dinamikleriyle yepyeni bir gazetecilik anlayışını da doğurmuştur. Online ya da internet gazeteciliği olarak adlandırılan bu yeni gazetecilik türünü geleneksel gazetecilikten farklılaştıran nitelikleri ise şunlardır (Karaduman 2003: 143): · Haberi çok hızlı bir biçimde verebilmesi ve sürekli güncellenmesi. · Okurun habere 24 saat istediği zaman ulaşabilmesi. · Multimedya temelinde ses-grafik-görüntü dosyalarını kullanabilme. · Arşivdeki haberlere kolayca tekrar ulaşabilme ve istenilen haberi saklama/depolama. · Okurla interaktif etkileşim, geri beslemeyorum alabilme. · Haberle ilgili konularda web sitelerinin linklerinin verilmesiyle, arka plan bilgilerine kolaylıkla ulaşabilme. · Diğer medyada yer almayan farklı haberleri bulabilme. Bugün gelinen noktada, internet gazeteciliği adı altında iki farklı habercilik uygulamasıyla karşılaşılmaktadır (Törenli 2005: 208). Yazılı basının internet ortamındaki “sayısal” sürümleri olan online gazeteler ile sadece internet üzerinden “online” yayınlanan ve haberleri olanaklar elverdiği ölçüde güncel tutulmaya çalışılan, haber içeriklerinin öyküsel niteliği yanında site içi ve dışı bağlantılarla internet ortamında gezinti yapma alışkanlığındaki izlerkitlenin haber içerisinde gezinebilmesine olanak sağlayan haber sunum biçimlerinin de kullanıldığı online haber siteleri ya da diğer adıyla haber portalları. Bunlar içerisinde online gazeteler daha çok geleneksel versiyonun internet ortamına aktarılması ile sınırlı kaldığı için alternatif medya potansiyeli taşıyanların haber portalları olduğu söylenebilmektedir. 257 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 3. BİA ( BAĞIMSIZ İLETİŞİM AĞI) VE “BİANET.ORG” Türkiye örneğinde bakıldığında; yurttaş gazeteciliğinin hem irdelenmesi hem de uygulama alanı bulması bakımından önde gelen bir yapılanma olarak Bağımsız İletişim Ağı (BİA) dikkat çekmektedir. Inter Press Service (IPS) İletişim Vakfı, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ile Türk Tabipler Birliği’nin 1996 yılında başlayan ortak çalışmaları neticesinde Bağımsız İletişim Ağı, 1997 yılında faaliyete geçmiştir. BİA; 12 yerel gazete, 6 yerel televizyon ve 56 yerel radyonun imzaladığı bir bildirge ile kurulurken, burada ortaya koyduğu ilke ve amaçları benimseyen yerel medya kuruluşlarını internet teknolojisi vasıtasıyla ortak haber üretimi ve dağıtımı konusunda iş birliği içerisine sokmayı amaçlamıştır (Tokgöz 2001: 32). Böylelikle medyadaki teksesliliğe karşı “sivil toplumun kendini ifade edebilmesinin aracı olarak yerel medyanın güçlenmesini” hedef olarak tayin eden BİA, yerel medyanın ekonomik, siyasal ve yasal zorluklar karşısında kendi ayakları üzerinde durabilecek bir konuma gelmesini istemektedir (Alankuş 2003: 5-6). BİA, “yaygın medya karşısında yerel medyanın vazgeçilmezliği” ve “yerel medyanın yaygın medyadan farklı ve genel geçer olana alternatif olması gerektiği” konusunda iki önemli tespit yapmaktadır. Bağımsız İletişim Ağı, içeriğin zenginleşmesi, haberciliğin daha iyi noktalara ulaşabilmesi ve yerelliğin yanında daha geniş kapsamlı bir perspektif oluşturabilmek amacıyla özellikle internet teknolojisinin sunduğu olanaklardan yararlanarak yerel gazeteler, yerel radyo ve televizyonlar arasında haber ile program üretimi ve paylaşımı noktasında yatay dayanışma ağlarını hayata geçirmektedir (Alankuş 2003: 12). Buna yönelik olarak da Bağımsız İletişim Ağı’nın internetteki sitesinde sunulan haber, yazı, fotoğraf, karikatür vb. her türlü içerikten yerel medyanın, artı bir maliyet yükü olmadan sadece kaynak göstermek suretiyle faydalanabilmesine imkân verilmektedir. Dolayısıyla hem haber alma hem de bunu yaparken internet teknolojisinin sunduğu olanaklar ile herhangi bir ücret-telif yükümlülüğü altına gir- 258 meme açısından yerel medya için önemli bir destek oluşturulmaktadır (Atabek 2003: 7374). Bağımsız İletişim Ağı’nın internet yayıncılığı ayağını bianet.org isimli internet sitesi oluşturmaktadır. 2000 yılında Avrupa Birliği tarafından desteklenen projenin internet yayıncılığı ayağını oluşturan bianet.org internet sitesi de bu tarihte yayına başlamıştır. “bianet”in yanı sıra; yerel medya eğitim seminerleri, yerel radyolar için radyo programları, hukuki sorunlar yaşayan gazeteciler için hukuksal destek birimi, gazetecilik öğrencilerine yönelik eğitim programları BİA’nın çalışmaları kapsamında gerçekleştirilen önemli diğer projelerdir. Ayrıca BİA, gerçekleştirilen eğitim programları ve projeler dolayımıyla elde edilen bilgileri habercilik eğitimi literatürüne sokan kitap dizileri de yayınlamaktadır. BİA koordinatörü Ertuğrul Kürkçü (2009: 200207), bianet’i açıklarken, ticari nitelik taşımaması ve hiçbir siyasal iktidar odağıyla bağlantılı olmaması anlamında “bağımsız medya” kavramlaştırmasını kullanmayı tercih ettiğini belirtmektedir. BİA eğitim danışmanı Sevda Alankuş (2009: 10) ise bianet’in hem politik ve etik olarak sorumlu habercilik anlayışı hem de buna göre biçimlenen örgütlenmesiyle yaygın medyanın temsil ettiklerinin ötesine geçmeyi hedefliyor olmasından dolayı başka türlü haber okumak isteyenler için “alternatif” bir mecra ve medya örneği sayabileceğine işaret etmektedir. Alankuş (2007: 15)’a göre, BİA/bianet bağımsız haber sitesi olmanın ötesine geçip, alternatif bir gazetecilik okuluna dönüşmüş durumdadır. 4. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ Araştırma kapsamında bianet.org örneğinde yurttaş gazeteciliği bağlamında kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili haberlerin hangi söylem pratikleri üzerinden inşa edildiğini incelemek için Teun A. van Dijk’ın söylem analizi modeli kullanılmıştır. van Dijk, “haberi bir tür olarak değil, bir söylem olarak” değerlendirmektedir. Dolayısıyla haber söylemi, var olan egemen söylemlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır (Tokgöz 2003: 183). Bu bağlamda haber üretim süreci içerisinde toplumsal güç/iktidar ilişkilerinin nasıl Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) kurulduğunun anlaşılabilmesi için haber söyleminin oluşumunu etkileyen şu dört boyutun dikkate alınması gerekmektedir (İnal 1996: 9596): kent ve semt merkezli bir niteliğe sahip olması ve bu yönüyle yurttaşları/mahalle sakinlerini yakından ilgilendiren ve etkileyen bir konu olması etkili olmuştur. 1. Haberin söylemi, gazeteciliğin günlük rutin ve pratikleri içerisinde oluşmaktadır. Buna göre, haberciliğin zamansal, mekânsal ve mali sınırlılıkları aşmaya ya da en aza indirgemeye yönelik bir iş olarak örgütlenmesi bu bağlamda etkili olmaktadır. Bianet’te haberler seçilirken öncelikle sitenin arama motorunda “kentsel dönüşüm projesi” yazılarak yapılan arama sonucunda bakılan haberler incelenerek, bunlar içerisinde kentsel dönüşüm projesini odağına alan haberler değerlendirmeye alınmıştır. Araştırmada buradan elde edilen haberler ile bianet ana sayfasının sağ alt kısmında yer alan kentsel dönüşüm projesiyle ilgili sesli fotoröportaj dizisi dâhil olmak üzere toplam 34 haber söylem analizine tabi tutulmuştur. 2. Haberin söylemi, gazetecilere atfen çerçevesi çizilen profesyonalizm ideolojisi içerisinde oluşmaktadır. Bir başka anlatımla, basının tecimsel karakteri ve yatay ve dikey tekelleşme gibi olgular ile birlikte gelişen birtakım gazetecilik normları, haber söyleminin biçimlenmesinde etkili olmaktadır. 5. MAKRO YAPISAL ÖZELLİKLER 5.1. Tematik Çözümleme 3. Haberin söylemi, haber metinlerinin de içinde üretildiği somut tarihsel koşullar ve üretim anı ile belirlenmektedir. Buna göre, toplumsal yapılanmanın belli bir anındaki siyasal, ekonomik güç ve iktidar ilişkileri haber metinlerinin üretimine de yansımaktadır. 4. Haberin söylemi, medyanın ekonomi politikasına bağımlı olarak yapılanmaktadır. Bu durum ise bir taraftan çeşitliliği sınırlayarak benzeşmeye yol açarken diğer taraftan da daha çok satan konuların seçilmesi sonucunu doğurmaktadır. Söylem analizi modeli, makro yapı ve mikro yapı olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Makro yapı bölümünde tematik ve şematik unsurlar çözümlenmektedir. Tematik çözümleme kapsamasında üst başlık, başlık, alt başlık ile spot ve haber girişleri incelenmektedir. Şematik çözümleme ise durum ve yorum bölümlerinden oluşmaktadır. Durum ve yorum bölümlerinde ana olayın sunumu, sonuçlar, ardalan ve bağlam ile haber kaynakları ve habere konu olan olayın taraflarının değerlendirmeleri ele alınmaktadır. Mikro yapı çözümlemesinde ise sentaktik, bölgesel uyum, kelime seçimleri ve haberin retoriği incelenmektedir (van Dijk 1988: 15-16). İstanbul’daki kentsel dönüşüm projesi ile ilgili haberlerin seçiminde, bu konunun yurttaş gazeteciliğin temel kriterleri içerisinde de yer alan 5.1.1. Başlıklar Tematik çözümleme kapsamında ilk olarak ele alınan başlıklar ve haber girişleri aracılığıyla haberin temasının öğrenilmesi mümkün olmaktadır (Özer 2009: 90). Araştırma kapsamında bianet’te incelenen haberlerin başlıklarında dikkati çeken en önemli nokta, habere konu olan kentsel dönüşüm projesinin başlıklarda olumsuzlanmasıdır. Başlıklarda kentsel dönüşüm projesinin olumsuz yönleri, bu projeden etkilenen mahalle/semt sakinlerinin perspektifiyle öne çıkarılmıştır. Mahalle ve semtlerin sakinlerinin yaşadığı ve yaşayacağı olumsuzluklara dikkat çekilmiştir. Bir başka ifadeyle, söz konusu proje açısından ele alındığında; etkileyenlerin değil etkilenenlerin bakış açısının haber başlıklarında hâkim olduğu söylenebilmektedir. Buna koşut olarak başlıklarda, kentsel dönüşüm projesi bağlamında akredite kaynak niteliğinde kurum ve kişilerin yerine ağırlıklı olarak halkın/semt ve mahalle sakinlerinin odağa alındığı görülmektedir. Dolayısıyla incelenen haberlerin başlıklarında konu kapsamında egemen/hâkim söylemlerin durum tanımlarının yerini muhalif söylemlerin durum tanımlarının aldığı değerlendirmesi yapılabilmektedir. Çünkü başlıklarda kentsel dönüşüm projesi kapsamındaki uygulamalar ve ayrımcılık ile bu projenin getireceği sonuçların olumsuzluklarına 259 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 dikkat çekilmektedir. Ayrıca başlıklarda mahalle ve semt sakinleri ile onlara destek verenlerin, bu projeye yönelik olarak karşı çıkış niteliğindeki söylem ve eylemlerine de işaret edilmektedir. Bu bağlamda, yurttaş gazeteciliği açısından değerlendirildiğinde; yurttaş odaklılık, akredite haber kaynaklarından bağımsız hareket edilebilmesi, halkın habere dahil edilmesi ve bizzat sesini duyurabilmesi gibi birtakım niteliklerin de incelenen haberlerin başlıklarında yer aldığı görülmektedir. Örnek olarak verilebilecek haber başlıkları şu şekildedir: Kentsel Dönüşüm Tasarısı Geri Çekilsin (31.03.2005). Kentsel Dönüşüm: Toplumsal Dışlama, Yok Sayma (20.08.2005). Kentsel Dönüşüm Değil, Barınma Hakkı (29.08.2005). Evimizi, Tarihimizi, Kültürümüzü Yıkmayın (15.07.2006). İktidar Evlerimizi (17.03.2007). Elimizden Alıyor Yok Edilmesin Diye 40 Gün 40 Gece Sulukule (22.03.2007). Bu İşi Düzeltmezseniz (23.06.2007). Size Oy Yok Tarlabaşı’nda Rantsal Kuşatma (13.05.2009). Sulukule’de Kentsel Dönüşüme Yakalanan Hayatlar… (17.06.2009). Gogol Bordello Sulukule için Söylüyor: Uyandır Komşunu! (17.08.2009). Bu genel tablonun yanında akredite kaynak olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Mesken ve Gecekondu Müdürlüğü tarafından yapılan açıklama üzerine kurulan bir haber de bulunmaktadır. Söz konusu haberin başlığı ise “En Büyük Yıkım Okmeydanında Olacak (15.07.2005)” biçimindedir. İncelenen haberlerin başlıklarından bazılarında Roman kimliği üzerinden gerçekleşen bir ayrımcılığa da gönderme yapılmaktadır. Bir başka anlatımla, kimlik ve farklılık ekseninde bir öteki olma durumu ile ayrımcılığa uğrama konusu da kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili haber başlıklarının birkaçında yer almaktadır. Evi Yıkılacak Roman Kadın Olmak Daha da Zor (13.09.006). Türkiyeli Romanlar (12.03.2007). Haklarını Savunuyor Kentsel Dönüşüm (21.03.2007). Projeleri Ayrımcıdır Evleri Yıkıldı, Okula Bir Saat Yürüyorlar (18.10.2007). Haber başlıklarının bazılarında tırnak içinde alıntılara başvurulmakta ve kentsel dönüşüm projesine kapsamındaki mahalle ve semt sakinlerinin bu konudaki tanıklığı ile tercihlerine yer verilmektedir. Birkaç başlıkta ise birinci çoğul şahıs söylemi ile kurulan cümleler, başlık olarak kullanılmakla birlikte bunlar tırnak içi alıntı yöntemi kullanılmadan verilmektedir. Başıbüyük Halkı Barınma Hakkına Sahip Çıkıyor (21.03.2008). “Bu Hayat Bizim Hayatımız, Satmıyoruz” (02.11.2007). Mahallede Hayat Var: Sulukule Futbol Turnuvası Devam Ediyor (18.06.2008). “Hür Doğduk, Hür Yaşarız, Kime Ne?” (16.11.2007). Manu Chao Konserine “Sulukule Susmayacak” Yazılı Tişörtle Çıktı (20.08.2008). “Sulukule’de Yıkım Can Güvenliği Gözetmeden Sürüyor” (28.08.2008). “Sulukule’de Yıkım Can Güvenliği Gözetmeden Sürüyor” (28.08.2008). Evimizi, Tarihimizi, Kültürümüzü Yıkmayın (15.07.2006). Kentsel Döşümüm: Zenginlerin Yoksulları Kontrol Etme Projesi (09.09.2008). İktidar Evlerimizi (17.03.2007). Kentsel dönüşüm Kıskacında İstanbul Yoksulları (15.05.2009). Bu İşi Düzeltmezseniz (23.06.2007). Belediye Çok Ortaklı Komisyonu Reddetti (30.06.2007). Kentsel Sterilizasyon: Önce Dönüştürelim de! (04.08.2007). 260 Elimizden Size Alıyor Oy Yok Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) Son olarak başlıkların, habere konu olan kentsel dönüşüm projesiyle ilgili özellikle bu proje kapsamındaki semt ve mahalle sakinlerini odağa yerleştiren genel bir perspektif sunduğu söylenebilmektedir. 5.1.2. Haber Girişleri Haber anlatısının önemli bir parçasını oluşturan haber girişleri, hem ana olayı özetleyen hem de haberin ana fikrini okuyucuya sunan bölümdür (Özer 2000: 83-84). Buna koşut olarak incelenen haberlerin spot ve haber girişlerinde de olayı özetleyen genel bir bilgilendirmenin yapıldığı ve metnin ana fikrinin verildiği görülmektedir. Bir başka ifadeyle, haberin spot ve girişleri, bunları okuyanların habere konu olan olaya ilişkin genel bir bilgi edinmesini sağlayacak niteliktedir. Şehir Plancıları Odası, meclis gündemine gelen Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısının rant odaklı olduğunu belirterek, ilgili tüm toplumsal kesimleri kapsayacak katılımcı bir içerik sağlanana kadar tasarının geri çekilmesini istedi. (31.03.2005). Sulukulenin kentsel dönüşüm planı içinde yıkılması planına karşı kurulan 40 Gün 40 Gece Sulukule Platformu, ilk etkinliğini 24 Mart Cumartesi günü gerçekleştirecek. Platformda, planla Sulukulenin tarihi ve kültürel dokusunun yok olacağı belirtiliyor. (22.03.2007). Sulukule’de bugün yine yıkım vardı. Fatih Belediyesi’nin kentsel dönüşüm projesi kapsamında bu sabah 06.30’dan itibaren Neslişah ve Hatice Sultan mahallelerindeki bina ve gecekonduların yıkım işlemi akşam saatlerine kadar sürdü. (28.08.2008). Haber girişlerinde en dikkat çekici nokta, başlıklarda olduğu gibi burada da ağırlıklı olarak kentsel dönüşüm projesinden doğrudan etkilenen semt ve mahalle sakinlerinin bakış açısı ve yaşadıklarının yansıtılmasıdır. Diğer bir ifadeyle, bu haber aktörlerinin karşı karşıya kaldıkları sorunlar ve yine kendi söylemleri üzerinden kentsel dönüşüm projesinin eleştirisi, haber girişlerinde büyük ölçüde yer alan temel nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda bazı haberlerde, söz konusu projenin rant ve ayrımcılık yaratma gibi birtakım olumsuz yön- lerine göndermede de bulunulduğu görülmektedir. Şehir Plancıları Odası, meclis gündemine gelen Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısının rant odaklı olduğunu belirterek, ilgili tüm toplumsal kesimleri kapsayacak katılımcı bir içerik sağlanana kadar tasarının geri çekilmesini istedi. (31.03.2005). Eğlence mekânlarını kapatarak önce işlerimizi ellerimizden aldılar. Ödeyemediğimiz faturalar nedeniyle elektriğimiz, suyumuz kesildi. Şimdi de evlerimizi, geçmişimizi almak istiyorlar. Hükümetten beklentimiz yok. Evlerimizi yıktırmayacağız… (15.07.2006). Kağıthane’de kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde evlerinin yıkılmasını bugün protesto eden Romanlar Zoraki göçebeliğe hayır diyor. Çeribaşı Atmaca: Çocuklar devletin Romanlara uyguladığı ayrımcılığı görerek büyüyor. Fransa’daki göçmenler gibi. (13.09.2006). Romanlar ayrımcılık görüyor, eğitime, adalete, sağlığa, istihdama erişim ve barınma hakları yoğun şekilde ihlal ediliyor ve hak aramada zorluk yaşıyorlar. Ama bir şeyler değişiyor. Türkiyeli Romanlar örgütleniyor, insan hakları savunucularını yaratıyor. (12.03.2007). Kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri ayrımcılığı kışkırtan projelerdir. Bu projeyi belediye bilinçli olarak basına Sulukule projesi diye lanse etti. Fatih Belediyesinin bu projedeki sloganı şudur bana göre parçala, birbirine düşür ve yut. (31.03.2007). Kentsel Dönüşüm Projesi nedeniyle yıkılan evlerinin enkazı üzerine çadır kuran ve bu çadırlarda yaşayan Ayazmalılar servis ücreti ödeyecek paraları olmadığı için çocuklarını yürüyerek okula gönderiyorlar. Mahalleye en yakın okul ise yürüyerek bir saatlik mesafede olan Şahintepe Alparslan İlköğretim Okulu. Ayazmalılar eğer bir çözüm bulunmazsa kış geldiğinde çocuklarını okula gönderemeyeceklerini söylüyorlar. (18.10.2007). Sulukule’de yıkımlar sürüyor. Semtte telefon ve elektrikler kesik, sokaklar moloz yığınlarıyla kaplı. Platformdan Ozan: “Tedbir almadan, etrafta çocuklar varken yıktılar ve gittiler. Ne 261 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 haberleşebilmek mümkün, ne ambulansın girebilmesi” diyor. (28.08.2008). İÜ’de başlayan sempozyumda konuşan Kurtuluş, kentlerin sınıfların birbirine değmeden yaşadıkları alanlar haline getirilmesinin altında neo-liberal politikaların yattığını söyledi. “Yoksullar suç işler” miti kentsel dönüşümü meşrulaştırmak için kullanılıyor. (09.10.2008). Arkasında hiçbir kamu yararı bulunmayan bir rant projesi uğruna iyi kötü barındıkları evlerinden, memleketlerinden atılan yoksul Romanlar dört bir tarafa dağıldı. (17.06.2009). Bazı haberlerin spot ve girişlerinde de projeden etkilenen mahalle ve semtlerin sakinlerine yönelik desteklerden ve dayanışma eylemlerinden söz edilmektedir. Sulukulenin kentsel dönüşüm planı içinde yıkılması planına karşı kurulan 40 Gün 40 Gece Sulukule Platformu, ilk etkinliğini 24 Mart Cumartesi günü gerçekleştirecek. Platformda, planla Sulukule’nin tarihi ve kültürel dokusunun yok olacağı belirtiliyor. (22.03.2007). Sulukule Platformu, Fatih Belediyesinin kentsel dönüşüm projesi kapsamında yıkmak istediği atölyeyi kurtardı. Belediye Başkan Yardımcısı’yla görüşen Platform’dan Foggo “atölyeyi şimdilik kurtardık ama yıkımlar sürüyor” diyor. (09.01.2009). Manu Chao, Fransa’nın Bayonne kentindeki konserine üzerinde “Sulukule Susmayacak” yazılı tişörtle çıkarak kentsel yenileme projesiyle evleri yıkılan Romanlara destek oldu. (20.08.2008). Roman punk grubu Gogol Bordello, kentsel dönüşüm kapsamında evleri yıkılan Sulukuleliler için yaptığı şarkıyı konserlerinde seslendiriyor. (17.08.2009). Bizler sizden çok şey istemedik. Bu mahallede bin yıldır yaşayan insanları birbirlerinden, evlerinden, kültürlerinden, yurtlarından ayırmadan; aynı Balat-Fener projesi gibi bir proje uygulamanızı istedik. Ama siz bizi hiç dinlemediniz. (17.03.2007). Sulukule’deki kentsel dönüşüm projesinin durdurulmasını; belediye, orada yaşayan insanlar ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla bir komisyon kurulmasını istiyoruz. Ama belediye kendi dediğini dayatıyor; bizi oyalayarak zaman kazanmaya çalışıyor. (30.06.2007). Bir dönüşümün kaçınılmaz olduğu ortada ancak çözüm, mahalleleri Romansızlaştırmaktan değil Romanların yaşam koşullarını bulundukları yerde iyileştirecek projelerden geçiyor. Bunu da mahalleliler ve uzmanlarla yapmak gerekiyor. (04.08.2007). Sulukuleliler, “Madem burayı dönüştürecekler, zenginlere değil bize yapsınlar, Fener, Balat projeleri gibi olmalı” diyor. (02.11.2007). Başıbüyük Güzelleştirme ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Kaya ve avukat Çelik: Kentsel Dönüşüm projesi halkın kaygılarını dikkate almıyor, mahallelinin rızası olmadan projenin yürütülmesi mümkün değil. (21.03.2008). Netice itibariyle, yurttaş gazeteciliğinin temel ilkeleri bağlamında düşünüldüğünde, incelenen haberlerin spot ve girişlerinde ağırlıklı olarak olaydan bizzat etkilenen tarafların habere dahil edildiği ve merkeze alındığı yurttaş eksenli bir bakış açısının yerleşmiş olduğu görülmektedir. Spotlar ve girişler, habere konu olan olayın özet bilgisini ve ana fikrini taşıdığı için burada mahalle/semt sakinlerinin perspektifinin ve söz konusu projenin getirdiği olumsuzlukların, ilk etapta karşılaşılan noktalar olduğu ortaya çıkmaktadır. 5.2. Şematik Çözümleme Son olarak, incelenen haberler içerisinden bazılarının spot ve girişlerinde ise bu projeden etkilenen mahalle ve semt sakinlerinin görüşlerinin alınmadığına ve bu bağlamda mahalle/semt sakinlerinin fikirlerinin dikkate alınarak ortak bir noktanın üretilmesi gerekliliğine (ya da bunun böyle yapılmayarak tek taraflı bir durumun varlığına) işaret edilmektedir. 262 Şematik çözümleme kapsamında araştırmada incelenen haberlere bakıldığında, kentsel dönüşüm projesiyle ilgili tüm toplumsal kesimleri kapsayacak nitelikte bir haber söylemi oluşturulmaya çalışıldığı gözlenmektedir. Söz konusu haberlerde kentsel dönüşüm projesinin siyasi, ekonomik ve toplumsal arka planının ön plana Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) çıkarıldığı ve habere konu olan olayların toplumsal ve tarihsel bağlamı ile haberleştirildiği söylenebilmektedir. Neoliberalizmin Türkiye için yeni, ABD’de çoktan foslamış hava deliği “inşaat balonu”nun ürünü Kentsel Dönüşüm Projesi’yle zaten yetersiz koşullarda yaşadıkları evlerinden zorla çıkartılıyorlar. Evlerinden ediliyorlar ve yoksunluk içinde çocukları ölüyor. İkametgahsız kaldıkları için bu bahaneyle çocukları okula alınmıyor. Kamu hizmetlerinde Roman oldukları ya da uğradıkları ayrımcılığın sonucu kayıt dışı oldukları için reddediliyorlar. (12.03.2007). Roman kültürü üzerine çalışan sosyolog Suat Kolukırık da toplumsal belleğe işaret ediyor. “Bu tarihsel dışlanma bilinciyle bağlantılı bir geri duruş 10 yüzyıldır Romanlar bütün dünyada dışlanıyorlar.” (12.03.2007). Sulukule’de neler oluyor? Dünyadaki ilk Roman yerleşimi olmasıyla uluslararası bir öneme sahip Sulukule’deki Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri’nde 759 hak sahibi ve hissedarla 303 kiracı olmak üzere aileleriyle birlikte 3 bin 500 Roman ikamet ediyor. “Kentsel Dönüşüm Projesi” kapsamında 13 Aralık 2006 tarihinde Sulukule için çıkan “Acele Kamulaştırma Kararı”nın ardından Sulukuleliler yürütmenin durdurulması talebiyle İstanbul İdare Mahkemesi Başkanlığı’na dava açtı… Dava sürerken Fatih Belediyesi yıkımlara başladı… (22.03.2007). Sulukule Platformu tarihi Sulukule semtinin “Kentsel Dönüşüm” projesi adı altında yok edilme girişimine karşı direnen ‘yaşam savunucuları’ tarafından oluşturulmuştu. (20.08.2008). Haberlerin ana çerçevesi ve haber konusu olayların sunuş biçimi açısından da kentsel dönüşüm projesiyle ilgili tarafların sesine yer veren, mahalle ve semt sakinlerinin projeye karşı yürüttükleri mücadeleyi dile getiren ve aynı zamanda sıradan vatandaşın katılımcılığını da destekleyen bir yaklaşım izlendiği dikkati çekmektedir. Sulukule’de bakkallık yapan Asım Hallaç (1): Kentsel yenileme ve dönüşüm projelerinden etkilenecek sokakta kalacak yoksul insanlar adına onlara (yasayı çıkaranlara) bunu düşünmelerini ve buna göre hareket etmelerini hatırlatırım. Bu yasa çıkartılırken basın-yayın, sivil toplum kuruluşları, tarihçiler, mimarlar, mühendisler, vakıflar, Anıtlar Kurulu, hukukçular ve en önemlisi siyasetçiler neden sessiz kaldınız? (17.03.2007). Sulukule’nin kentsel dönüşüm projesiyle yıkılması söz konusuyken, Sulukule’de yaşayanlarla dayanışmak amacıyla “40 gün 40 gece” etkinlikleri başlıyor… Sulukuleliler, sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, müzisyenler, mimarlar, sosyologlar, şehir plancıları, akademisyenler ve gönüllülerin çabasıyla 40 gün 40 gece Sulukule Platformu’nun ilk etkinliği Cumartesi günü gerçekleştirilecek. (22.03.2007) Bu projenin hedef aldığı insanlar koyun sürüsü mü ki çoban istediği yere sürsün… Hayır davamızı sonuna kadar savunacağız, eyleme devam edeceğiz ve ediyoruz.. (30.06.2007). “Biz Romanız. Başka yerde bizi istemiyorlar. Okumamız yazmamız yok. Zorla evlerimizi ellerimizden almak, yıkmak bizi sürmek istiyorlar.” (02.10.2007). “Zenginler gelip saraylarda otursun diye bizleri yerimizden edecekler.” (16.10.2007). “Ben 50 yaşındayım… 30 sene evlere temizliğe gittim de yaptım o evi. Bir 30 sene daha çalışabilir miyim ben?...” (21.06.2008). Toplantılar, direniş, dernek, eylem, örgütlenme, devlet, polis… Yaşlı kadınlar da eylemde. Sadece mahallelerindekinde de değil üstelik. “Başıbüyük’te Hayatı Biz Kurduk”, “Barınma Hakkımız Engellenemez” yazılı afişleriyle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) mitingine de katılıyorlar. (21.06.2008). Buna paralel olarak, internet mecrası olarak bianet.org her türlü yasak ve sansüre karşı da bir kamuoyu oluşturmaya yönelik olarak kullanıcılarını Türkiye’den erişimi engellenen internet sitelerine nasıl ulaşacakları konusunda bilgilendirmektedir. Aynı zamanda blogger. com ve blogsot.com gibi internet sitelerinin mahkeme kararıyla Türkiyeli kullanıcıların 263 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 erişimine kapatılmasına ilişkin bianet.org’da yer alan bir haberde söz konusu mahkeme kararı yurttaşların iletişim ve örgütlenme özgürlüğüne müdahale olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’den erişimi engellenen internet sitelerine çeşitli yollarla ulaşmak mümkün. bianet’in bu konudaki kılavuzunu okumak için tıklayın. (27.10.2008). “Mahkemenin bu kararıyla internet kullanıcıları her gün okudukları, yazdıkları, hayatlarına dair ayrıntıları paylaştıkları, düzenledikleri eylem ve etkinlikleri duyurdukları internet günlüklerine artık ulaşamıyor. Buna bir örnek kentsel dönüşüm projesi nedeniyle yıkımların gerçekleştiği Sulukule mahalle sakinlerinin yaşadıklarını ücretsiz duyurabildikleri sulukulegunluğu.blogspot.com’dan Funda Oral “karar utanç verici” diyor. (27.10.2008). Ayrıca, incelenen haberlerde kentsel dönüşüm projesi nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin olarak bizzat mahalle sakinleri ve çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından getirilen çözüm önerilerine de yer verildiği görülmektedir. Benimsenen habercilik anlayışı, olaydan olumsuz biçimlerde etkilenen tarafları odağa alan ve bu bağlamda kamusal faydayı ön plana çıkaran çözüm odaklı bir habercilik pratiğini ortaya koymaktadır. Birincisi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin şemsiyesi altında çok aktörlü bir komisyon oluşturulması ve çok aktörlü komisyonun 2007 sona ermeden önce kentsel yenileme projesini iyileştirip güncelleştirmesi. İkincisi, çok aktörlü komisyon çalışmalarını sürdürürken sürecin durdurulması, yani arsa, ev satışı ile evlerin yıkımının durdurulması. (30.06.2007). Bir dönüşümün kaçınılmaz olduğu ortada ancak çözüm, mahalleleri “Romansızlaştırmak”tan değil Romanların yaşam koşullarını bulundukları yerde iyileştirecek projelerden geçiyor. Bu projelerin ortaya çıkması için de, sadece o mahallenin nasıl bir çekim merkezi haline geleceğini hesaplayan ekipler değil, içinde başta o mahallelerde yaşayan Romanların, mimarların, sosyologların, ilgili sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de yer aldığı dayanışma kurulları oluşturmak gerekiyor. (04.08.2007). 264 “Madem burayı dönüştürecekler, zenginlere değil bize yapsınlar. Fener, Balat projeleri gibi olmalı.” (02.10.2007). Böylesi bir habercilik anlayışının doğal sonucu olarak haber kaynakları da akredite kaynaklardan farklılık göstermektedir. İncelenen haberlerin kaynaklarına bakıldığında, projeden etkilenen mahalle ve semt sakinlerinin yanı sıra özellikle projeye getirdikleri eleştirilerle gündeme gelen çok sayıda sivil toplum kuruluşunun akredite haber kaynaklarına tercih edildiği belirlenmiştir. Söz konusu sivil toplum kuruluşlarından bazıları ise şunlardır: Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Şehir Plancıları Odası, Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Göç-Der., Sulukule Platformu, Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO), Edirne Roman Kültürünü Araştırma Geliştirme ve Yardımlaşma Derneği (EDROM), Başıbüyük Koruma ve Güzelleştirme Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)… Toplu Konut İdaresi (TOKİ), İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Fatih ve Küçükçekmece Belediyeleri ile yöneticileri ise haberlerde yer alan resmi ve akredite haber kaynakları olarak karşımıza çıkmakla birlikte, bu haberlerde akredite kaynak kişi ya da kurumlara dayanılarak kurulan durum tanımlarının dışında alternatif ya da karşıt bir bakış açısı görülmektedir. Televizyon spikeri Fatih Belediyesi Başkanı Mustafa Demir’e “Sulukuledeki insanlar sizin projenize karşı çıkıyorlar, mahallelerinden ayrılmak istemiyorlar, sizi suçluyorlar. Ne diyorsunuz...” diye sorunca Fatih Belediyesi Başkanı bu soruya biraz da sinirlenerek “Bu Sulukule benim başımı çok ağrıtıyor. Avrupa’dan çok eleştiriliyorum bu konuda. Zaten 14 proje yırttım attım şimdi yenisini hazırlıyorum. Gerekirse bu projeyi geri çekebilirim” diye cevap verdi. (31.03.2007). “Dünya Mirası” listesindeki İstanbul’u denetleyen UNESCO heyeti ise, Sulukule Kentsel Dönüşüm projesi ve…. gibi konular da dahil olmak üzere İstanbul’un denetimden olumlu Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) not aldığını duyuran İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı düzelterek “Yanlış anlaşıldık” dedi.(16.05.2008). Neden TOKİ kentlerin geleceğini her türlü kamusal güç adına ipotek altına almaktadır? TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın açıklamaları gecekonduları hedef gösterir niteliktedir… “Bize göre terörün arkasında gecekondulaşma var…” (22.10.2008). Netice itibariyle, haberler sonuçları açısından değerlendirildiğinde haberlerin yapılandırılması sürecinde egemen/hâkim söylemlerin yeniden üretilmediği ve karşıt söylemlerin kurulmasına izin verildiği görülmektedir. Yaygın ya da egemen medyada genellikle iktidardan/güçlüden yana kurulan haber söylemi söz konusu haberlerde ezilen/mağdur konumdaki yurttaş üzerinden üretilmektedir. Kısacası; bianet, kentsel dönüşüm projesi ile ilgili olayları haberleştirirken toplumsal eşitsizliğin metinler aracılığıyla tekrar üretilmesinin önüne geçen farklı ya da alternatif diyebileceğimiz bir habercilik anlayışı benimsemiştir. 6. MİKRO YAPISAL ÖZELLİKLER Söylem analizinin diğer ana bölümü olan mikro yapısal çözümleme bağlamında sentaktik, bölgesel uyum, kelime seçimleri ve haberin retoriği değerlendirilmektedir. Sentaktik çözümleme kapsamında genel olarak haberlerde kullanılan cümle yapılarının aktif/pasif, uzun/kısa ve basit/karmaşık olup olmadığı incelenmektedir. Çalışmada, cümlelerin etken ya da edilgen yapıda olup olmadığı üzerine yoğunlaşılmıştır. Bianet’te kentsel dönüşüm projesi ile ilgili yer alan haberlerde cümlelerin aktif/pasif olma durumlarına bakıldığında; haberlerde etken ve edilgen cümle yapılarının birlikte kullanıldığı görülmektedir. Cümlelerin yapısıyla ilgili bu tablodaki esas nokta ise hem aktif hem de pasif yapıdaki cümlelerin, kentsel dönüşüm projelerine yaklaşımının eleştirel bir tonda olmasıdır. İncelenen haberlerin içerisindeki cümleler edilgen bir yapıda olsa bile hem o cümlede hem de haberin genelinde kentsel dönüşüm projesinin, ilgili mahalle ve semt sakinlerine getirdikleri olumsuzluklar üzerinden işlenen eleştirel bir ton hâkimdir. Bir başka ifadeyle, aktif yapıda kurulan cümleler, kişilerin ve (projenin olumsuz yönlerine dikkat çeken) bazı kurumların söz konusu projelere yönelik tavrını ya da yaklaşımını ortaya koyarken, incelenen haberlerde yer alan pasif yapıdaki cümleler de bu yönde bir işlev görmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin yürütücüsü konumundaki kurumların proje kapsamındaki uygulamaları da ağırlıkla aktif bir cümle yapısıyla verilmekle birlikte bazı haberlerde söz konusu uygulamalar pasif bir yapıda verilmiş olsa dahi temelde bu durumun olumsuzluğuna işaret edilmektedir. Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu, …belirterek… geri çekilmesini istedi. (31.03.2005). Kentsel Dönüşüm Projesi’ni geliştiren müdürlük, … yıkma kararı aldı. (15.07.2005). Kentsel mekândaki dönüşümlerin önünü açacak yerel ve merkezi politik kararlar, yasa ve yönetmeliklerde yapılan düzenlemeler ve “dünyaya açılma” söylemi ile meşrulaştırılmıştır. (20.08.2005). Mitingin açılış konuşmasını… Mehmet Leylek yaptı. (29.08.2005). Yıkımlara karşı mitingde… sloganı atıldı. (29.08.2005). Bu projelerle… mahallerinin bir bölümü için yıkılma kararı alındı. (15.07.2006). İMO İstanbul Şube Başkanı Gökçe… ifade ediyor. (17.08.2006). Kağıthane’de (13.09.2006). belediye… 13 evi yıktı. Neoliberalizmin Türkiye için yeni, … ürünü Kentsel Dönüşüm Projesi’yle zaten yetersiz koşullarda yaşadıkları evlerinden zorla çıkartılıyorlar. (12.03.2007). Sulukuleliler, … çabasıyla kurulan 40 Gün 40 Gece Sulukule Platformu’nun ilk etkinliği ... gerçekleştirilecek. (22.03.2007). … Fatih Belediyesi … yıkımına başladı. (22.03.2007). İstanbul/Maltepe’ye bağlı Başıbüyük Mahallesi sakinleri, … direnmeye devam ediyor. (21.03.2008). 265 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 TMMOB Mimarlar Odası … bir kez daha soruyor … dikkat çekiyor. (16.08.2008). Yıkımlara karşı birlik ve dayanışma duygusunun öne çıktığı … (29.08.2005). Küçükçekmece Belediyesi’nin … yıkmasının ardından … Ayazmalılar, … kurmuştu. Belediye, … bir daha yıktı. (14.11.2008). …konuşmalar, Kentsel Dönüşüm Projesi’nin sermayeye yeni rant alanları açmak adına emekçi halkın barınma hakkının gaspı anlamına geldiğini vurguladı. (29.08.2005). Özel Kalem Müdürünün … vaat ettiğini söyleyen Aydın, … diye konuşuyor. (14.11.2008). Aktivistler … yıkımını engelledi. (09.01.2009). Atölyeyi yıkamayan ekiplerin … binayı yıktıklarını aktaran Foggo … dedi. (09.01.2009). İstanbul, uluslararası sermaye tarafından yıkılıyor … (15.05.2009). İnsanlardan, kültürden ve tarihten para eden ne kalmışsa, … istifleniyor. (17.06.2009). Fatih Belediyesi eleştirileri … geçiştirmeye çalışıyordu. (17.06.2009). Roman punk grubu Gogol Bordello, … seslendiriyor. (17.08.2009). Bianet’te kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili olarak incelenen haberlere kelime seçimleri açısından bakıldığında; kentsel dönüşüm projesi olarak tanımlanan projelerin haberlerin büyük bir çoğunluğunda “yıkım” kelimesi ve bu kelimenin fiil halleri ile birlikte kullanıldığı görülmektedir. Haberler içerisinde kullanılan bu kelime ile fiil halleri, proje kapsamında ilgili mahallelerde gerçekleşen olayları/ yıkımları anlatmakla birlikte haberlerin genel bağlamı içerisinde olumsuz bir duruma gönderme yapan bir tonda kullanılmaktadır. Bir başka anlatımla, yıkım kelimesi ve onun fiil hallerinin kullanımı üzerinden mahalle sakinlerinin karşı karşıya kaldıkları olumsuzluklara ve yaşadıkları sıkıntılara gönderme yapıldığı söylenebilmektedir. Bunun yanı sıra haberlerin bir bölümünde kentsel dönüşüm projesi, niteliğine ya da olumsuz sonuçlarına işaret eder nitelikteki “rant”, “barınma hakkı”, “ayrımcılık”, “zengin-yoksul (zengin-yoksul karşıtlığı)” gibi kelimeler ile birlikte kullanılmaktadır. Yine “Roman”, “Romanlar”, “Romansızlaştırma” gibi kelimelerin kullanıldığı bazı haberlerde kimlik üzerinden gerçekleşen bir ayrımcılığa dikkat çeken bir söyleme de rastlanmaktadır. Bu haberlerde, söz konusu projelerin Roman kimliğine yönelik ayrımcı bir karakter taşıdığına işaret edilmeye çalışılmaktadır. 266 Sulukule’deki evlerin yıkılmasına karşı mücadelelerinde… (15.07.2006). Romanlar, “Evlerimizi yıkmayın. Zoraki göçebeliğe hayır” dediler. (13.09.2006). … yıkımla birlikte göçebe olarak yaşayacak ya da sokağa düşecekler. (13.09.2006). Kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri ayırımcılığı kışkırtan projelerdir. (31.03.2007). … Romanların yaşadıkları mahallelere yönelik benzer projeler dikkat çekiyor. (04.08.2007). Zaten kağıt üzerinde Roman kimlikleriyle hiçbir zaman var olmamışlardı. (16.11.2007). … kentsel dönüşüm projesi gündeme gelip de Başıbüyük dendiğinde barınma hakkı, yıkımlar gibi konular dışında … (21.06.2008). … yerinden edilenlerin seçimindeki sıralamada rant bölgelerinin tanziminin yanı sıra … (13.05.2009). Haberlerin retoriği açısından ise hem sayılar ve istatistikler verilerek haberin inandırıcılığı sağlanmaya çalışılmakta hem de haberin ikna edici olması için alıntılara başvurulmaktadır. Dolayısıyla haberde tarafsızlığı sağlamanın en genel geçer yolunun alıntılara başvurmaktan geçtiği söylenebilmektedir (İnal 1994: 157). Bu bağlamda bianet’te kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili haberlerin retoriksel yapıları değerlendirildiğinde; haberlerde inanılırlığın kurulması ve ikna ediciliğin sağlanması amacıyla birçok rakam kullanıldığı ve sıkça bu projeden etkilenen mahalle/semt sakinleri ile onlara destek olan kişilerden (bilim insanları, aktivistler, uzmanlar, vb. ) alıntılara başvurulduğu görülmektedir. Ayrıca bazı haberlerde belediye gibi akredite kaynaklardan alıntılara yer verilmekle birlikte bunların, haberin genel akışı içinde söz konusu alıntının eleştirilmesi ya da çürütülmesi amacıyla kullanıldığı görülmektedir. Bu duruma verilebilecek örnekler şu şekildedir: Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) … belirten Leylek, “Bu saldırının adı Kentsel Dönüşüm Projesidir. Bu saldırının merkezinde ... uluslararası sermayeye ve emlak spekülatörlerine yönelik rantsal dönüşüm projesi olduğunu görüyoruz” diye konuştu. (29.08.2005). Dernek Başkanı Şükrü Pündük, Neslişah ve Hatice Sultan Mahallesinde yaklaşık üç bin beş yüz Romanın ikamet ettiğini söylüyor. (15.07.2006). … belediye yetkilisi ... “… Roman kültürünü tanıtacak bir kültür merkezi inşasının” da olduğunu söyleyerek sözlerini bitiriyor. Artık orada yaşamayacak olan Romanlar için bir kültür merkezi fikrini duyan herkes –en çok da Romanlar- kahkahayı basıyor. (04.08.2007). Belediye Başkanı’nın “halkı teneke evlerden kurtarıyoruz” sözleri tamamen gerçek dışıdır. (17.06.2009) … söyleyen Pünçük, “Örneğin dört kattan fazlarına izin vermiyorlar. Ancak aynı alan kapsamında zenginlerin oturduğu sitelerde 10 katlı apartmanlar var…” (15.07.2006). Belediye’ye göre … Ne var ki, Belediye meseleyi kiracıların gözünden bakarak anlamaya hiç çalışmadı. (17.06.2009). … mahalle sakinlerinden 66 yaşındaki Hallaç, “Sulukule’de bir tarih yıkılmak isteniyor…” diyor… (15.07.2006). SONUÇ … Romanların (13.09.2006). oturduğu 13 evi yıktı. … kadınlardan biri “Burada 50 ev varsa hiçbirinde bilgisayar yok…” (13.09.2006). … Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri’nde 759 hak sahibi ve hissedarla 303 kiracı olmak üzere, aileleriyle beraber 3 bin 500 Roman ikamet ediyor. (22.03.2007). … projeden, 740 hisse sahibi ve yaklaşık 500 kiracı aile etkileniyor. (02.11.2007). … Emekli Necati Celil, emekli Emrullah Kumral ve altı çocuğu olan işsiz Hüsamettin Özgüven, “Biz Romanız. Başka yerde bizi istemiyorlar. Okumamız yazmamız yok. Zorla evlerimizi ellerimizden almak, yıkmak bizi sürmek istiyorlar” (02.11.2007). 22 bin kişinin ikamet ettiği mahallede… 4 kişi yaralanmış, 8 kişiyse göz altına alınmıştı. (21.03.2008). Yapıcı’nın verdiği bilgiye göre … (21.08.2008). Sulukule Platformu’ndan Neşe Ozan, Kuruçınar Sokak, Muhtar Muhittin Sokak ve Sarmaşık Sokak’ta yaklaşık 10 binanın yıkıldığını söylüyor. (28.08.2008). … yıkım ekipleri, 18 ailenin yaşadığı barakaları yıktı. (14.11.2008). Semtin yüzde 3’üne tekabül eden mülk sahipleri… (13.05.2009). İçlerinde 75 yaşında, istemeye istemeye 15 sene sürecek bir borç yükünü kabullenenler oldu. (17.06.2009). Gazetecilik anlayışı ve pratikleri açısından kendine özgü birtakım argümanlar ortaya koyması ile görece yeni bir gazetecilik formu olarak değerlendirilebilecek yurttaş gazeteciliği, özünde habercilik, medya ve demokrasi konularının kesiştiği bir denklemin içerisinde yer almaktadır. Bu bağlamda, yurttaş gazeteciliğinin demokrasinin işleyişindeki sorunlu noktalara ve özellikle medya ile bağlantılı durumlara temas eden bir çözüm önerileri seti ya da iyileştirme anlamında bir formülasyonlar dizisi olduğu söylenebilmektedir. Yurttaş gazeteciliği, bunu yaparken temelde haberleri yurttaş odaklı inşa etmekte ve böylelikle, egemen söylemler ve akredite kaynaklardan ziyade yurttaşların sorunlarından ve beklentilerinden yana bir denge kurmaktadır. Alternatif medya açısından önemli potansiyeller ve avantajlar barındıran internet teknolojisi ve haberciliği ise yurttaş gazeteciliğinin uygulanabilirliği açısından önemli bir mecra olabilmektedir. Bu bağlamda, çalışmada bianet.org örneğinde İstanbul’daki kentsel dönüşüm projesi ile ilgili haberlerin hangi söylem pratikleri aracılığıyla inşa edildiği incelenmiştir. Söylem analizi kapsamında elde edilen bulgular içerisinde öncelikle haber girişleri ve başlıklara bakıldığında; genel olarak kentsel dönüşüm projelerinden etkilenen mekânlarda yaşayan insanların yaşadıkları olumsuzluklara gönderme yapan bir söylemin hâkim olduğu görülmektedir. Bir başka ifadeyle, başlık ve haber girişlerinde kentsel dönüşüm projesinden etkilenen yaşam alanlarındaki insanların karşı karşıya kaldıkları sorunlar ile bu projenin yol açtığı olumsuzluklara dikkat çekildiği söylene- 267 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 bilmektedir. Başlık ve haber girişlerine ağırlıklı olarak sinen ve okuyucuları ilk etapta bu yönde bir tablo ile buluşturan bu söylemin, yurttaş gazeteciliğinin üzerine oturduğu temel ilke olan yurttaş odaklılık-yurttaş merkezlilik ile koşut bir nitelik taşıdığı değerlendirmesi yapılabilmektedir. Bianet’te, kentsel dönüşüm projesi ile ilgili incelenen haberlerde birincil tanımlayıcıların oluşturdukları durum tanımlarının dışına çıkıldığı, bizzat sorunun muhatabı olan ve projeden doğrudan etkilenen mahalle ve semt sakinlerinin söylediklerine dayanan bir haber dili oluşturulduğu bulgulanmıştır. Söylem analizi çerçevesinde sentaktik, kelime seçimleri ve haberlerin retoriği değerlendirildiğinde ise incelenen haberlerde genel olarak kentsel dönüşümü olumsuzlayan söyleme paralel bir söylem ile karşılaşılmaktadır. Bu bağlamda, haberlerde yine bu projeden etkilenen mahallelerde yaşayan insanların bakış açısını ve onların yaşadıkları sorunları merkeze alan eleştirel tonda bir söylemin hâkim olduğu söylenebilmektedir. Haberlerde proje kapsamındaki uygulamaların mahalle sakinlerine getirdiği olumsuzlukların yanı sıra rant, barınma problemi, ayrımcılık gibi birtakım noktalara da dikkat çekilmektedir. Bir başka dikkat çeken nokta ise bazı haberlerde haber söyleminin Roman kimliği üzerinden gerçekleşen bir ayrımcılık ya da dışlamaya gönderme yapmasıdır. Bir başka deyişle, kimlik ve farklılık eksenli bir söylem ile kurulan kimi haberler aracılığıyla projenin yapısal bir niteliğine de dikkat çekildiği belirtilebilmektedir. Sonuç olarak, bianet.org örneğinde kentsel dönüşüm projesi ile ilgili incelenen haberlerdeki durum tanımlarının akredite kaynaklardan ziyade yurttaşları/mahalle sakinlerini odağa yerleştiren bir söylem aracılığıyla kurulduğu söylenebilmektedir. Bu durum, hem yurttaş gazeteciliğinin temel nitelikleri ile paralel bir söylem üzerinden haberlerin inşa edildiğini hem de akredite kaynaklara dayalı bir söylem yerine alternatif bir söylemin ikame edildiğini göstermektedir. SONNOTLAR (1) Sulukule’de bakkallık yapan Asım Hallaç bianet için Sulukule Günlükleri yazmaktadır. 268 KAYNAKLAR Alankuş S (2003) BİA ve BİA Eğitim Çalışmaları Üzerine, Sevda Alankuş (ed), Gazetecilik ve Habercilik, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Alankuş S (2007) BİA2 ve Hak Haberciliği Eğitim Çalışmaları Üzerine, Sevda Alankuş (ed), İnsan Hakları Haberciliği, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Alankuş S (2009) Hak Haberciliği için; BİA Artık Bir Okul, Sevda Alankuş (ed), Gazeteciliğe Başlarken: Okuldan Haber Odasına, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Atabek Ü (2003) İletişim Teknolojileri ve Yerel Medya İçin Olanaklar, Sevda Alankuş (ed), Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Bailey O G, Cammaerts B ve Carpentier, N (2008) Understanding Alternative Media, McGraw Hill/Open University Press, Maidenhead. Bennet W L (2003) New Media Power: The Internet and Global Activisim, Nick Couldry and James Curran (eds), Contesting Media Power: Alternative Media in a Networked World, Rowman & Littlefield Publishers Inc., Lanham, Maryland. Blazier T F ve Lemert J B (2000) Public Journalism and Changes in the Content of the Seattle Times, Newspaper Research Journal, 21 (3), pp. 69-80. Cangöz İ (2003) Yurttaş Gazeteciliği ve Yerel Basın, Gazetecilik ve Habercilik, Sevda Alankuş (ed), IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Cangöz İ (2008) Yurttaş Gazeteciliği İçin Bir İmkan Olarak Yerel Medya, 03-05 Kasım 2006 İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya Forumu Başka Bir İletişim Mümkün Bildiriler, Sevilay Çelenk (haz), BİA IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Çelenk S (ed) (2008) Başka Bir İletişim Mümkün, İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya Forumu Bildirileri, 03-05 Kasım 2006, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Couldry N ve Curran J (2003) The Paradox of Media Power, Nick Couldry and James Curran (eds), Contesting Media Power: Alternative Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269) Media in a Networked World, Rowman & Littlefield Publishers Inc., Lanham, Maryland. Törenli N (2005) Yeni Medya ve İletişim Ortamı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara. Curran J (2003) Global Journalism: A Case Study of the Internet, Nick Couldry and James Curran (eds), Contesting Media Power: Alternative Media in a Networked World, Rowman & Littlefield Publishers Inc., Lanham, Maryland. Uzun R (2006) Gazetecilikte Yeni Bir Yönelim: Yurttaş Gazeteciliği, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Derg, 16, 633-656. van Dijk T A (1988) News as Discourse, Lawrence Erlbaum Associates Publishers, New Jersey. Downing J D H (1984) Radical Media, South End Press, Boston. Duran R (2003) Yurttaş Gazeteciliği, Gazetecilik ve Habercilik, Sevda Alankuş (ed), Gazetecilik ve Habercilik, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. İnal M A (1994) Haber Metinlerine Eleştirel Bakış: Temel Sorunlar ve Örnek Çalışmalar, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllığı, 135-163. İnal A (1996) Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul. Karaduman M (2003) İnternet ve Gazetecilik, Sevda Alankuş (ed), Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Kürkçü E (2009) Başka Bir Tür İletişim Mümkün: bianet’in hikayesi, Sevda Alankuş (ed), Gazeteciliğe Başlarken: Okuldan Haber Odasına, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul. Lambeth E B (1998) Public Journalism as a Democratic Practice, Edmund B. Lambeth, Philip E. Meyer and Esther Thorson (eds), Assessing Public Journalism, University of Missouri Press, Columbia. Özer Ö (2000) Haberde Egemen Söylemin Yeniden Üretimi Türk Basınında Türkiye’deki İranlı Muhaliflerle İlgili Haberler, Kültür ve İletişim, 3(2), 76-97. Özer Ö (2009) Eleştirel Haber Çözümlemeleri, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir. Shaffer J (2004) The Media and Civic Engagement, http://www.pewcenter.org/ doingcj/ speeches/s_grantmakers.html, Erişim: (07.12.2004). Tokgöz O (2001) Türkiye’de Yerel Medyanın Yapısı ve Örgütlenişi, İletişim, 9, 5-39. Tokgöz O (2003) Temel Gazetecilik, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. 269 SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ VE SONRASINDA AZERBAYCAN’DA HABER AJANSLARI Vefalı Enserov* ÖZET Sovyetler Birliği döneminde, birliği oluşturan ülkelerin her alanda merkezi yönetime bağımlılığı gibi o ülkelerin haber ajansları da Sovyetler Birliği Telgraf Ajansı’nın (SİTA) bir eyalet kolu şeklinde Moskova güdümünde propaganda aracı olarak çalışmış ve Sovyet döneminin sona ermesinin ardından bağımsızlıklarına kavuşan bu ülkelerde yenileşme süreciyle özel haber ajansları da faaliyete geçmiştir. Çalışmada, Azerbaycan’da Sovyet dönemi ve sonrasında faaliyet gösteren devlet ve özel haber ajansları ele alınmaktadır. Yine çalışmada, Azerbaycan’da en eski haber ajansı olan AZERTAC’ın Sovyet dönemi ve sonrasındaki faaliyeti, ayrıca bağımsızlık döneminde yayınlarına başlayan özel haber ajanslarının durumu genel hatlarıyla tartışılmaktadır. Bu anlamda çalışmada kurulduğu günden itibaren AZERTA, AZERİNFORM gibi adlarla 70 senelik Sovyetler Birliği’nde merkezi yönetimin direktifinde SİTA’nın bir kolu olarak çalışan, günümüzde ise bağımsız Azerbaycan’ın resmi haber ajansı olarak habercilik hizmetini sürdüren ülkenin en köklü haber ajansı AZERTAC’ın ve yeni dönemde ortaya çıkan Turan ve APA gibi özel haber ajanslarının kuruluş ve faaliyetlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Anahtar sözcükler: AZERTAC Haber Ajansı, Turan Haber Ajansı, APA Haber Ajansı THE NEWS AGENCIES IN AZERBAIJAN IN THE PERIOD OF SOVIET UNION AND AFTER ABSTRACT As a whole other fields the news agencies of the Soviet Union countries which were the propaganda tool of Moscow based news agency, namely SITA, were under the central authority during the Soviet Union. New private news agencies have been established after collapsing of the Union and after getting independency of former union countries. The news agencies that have experience in both during and post Soviet period, are in the center of this study. The activities of AZERTAC in Soviet and post Soviet period and the new agencies, established after getting independency are under scrutiny. The research of the structure and activity of such agencies as AZERTAC, which since establishing date realized its activity as a branch of SITA under the names AZERTA, AZERINFORM in the 70 year Soviet Union under the rule of central office, nowadays working as an official news agency of Independent Azerbaijan as a fundamental news agency of the country and also new agencies as Turan, APA are the main point of the study. Keywords: AZERTAC News Agence, Turan News Agence, APA News Agence GİRİŞ Azerbaycan’da haber ajansı olgusunun tarihi 1919 yılına dayanmaktadır. Toplam iki yıl bağımsız kalabilmiş Azerbaycan Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin resmi Telgraf Ajansı, ülkenin ilk ajansı olarak bu anlamda temel oluşturmaktadır. 27 Nisan 1920’de Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgaline kadar bağımsız faaliyet göste* ren bu ajans, Sovyetler Birliği döneminde AZERTA, AZERİNFORM gibi değişik isimlerle faaliyetini sürdürmüştür. İlk yıllar RTA’nın (Rusya Telgraf Ajansı), 1925’den sonra ise SİTA’nın (Sovyetler Birliği Telgraf Ajansı) Azerbaycan kolu olarak AZERTA adı ile habercilik hizmeti vermiştir. 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar önemli bir gelişim gösteremeyen ajans, özellikle 1950’li yıllardan itibaren çeşitli yenilikler yaşayarak etkinliğini artırmıştır. 1972’den sonra ise AZERİNFORM Dr., İstanbul Üniversitesi SBE Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı Doktora mezunu Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277) adı ile haberlerini yayan ajans, bu adla da Sovyet döneminin çöküşüne kadar varlığını sürdürmüştür. Böylece Sovyetler Birliği döneminde bu tek resmi haber ajansı rakipsiz olarak ülkede faaliyet göstermiş, devletin enformasyon bürosu gibi hükümetin yasal ve ekonomik denetimi altında çalışmış ve dolayısıyla merkez Moskova direktifinde bir propaganda aracı olarak işlev görmüştür. Azerbaycan’ın ilk özel haber ajansı ise, ülkenin yeniden bağımsızlığını kazandığı süreç içerisinde 1990’da oluşan Turan Haber Ajansı’dır. Bu haber ajansından sonra ülkede ANS-Press, Assa-İrada, Şark, Trend, Olaylar, Eksklyuziv, Azerpress, Azadinform ve APA gibi özel haber ajansları da faaliyete başlamıştır. Bazı kaynaklarda bağımsızlık sonrası ortaya çıkan özel haber ajanslarının (faaliyetine devam eden ve açıldıktan sonra kapanan) sayısı 30, bazılarında ise 50 civarında gösterilmektedir. Günümüzde Azerbaycan’da faaliyeti gözlemlenen irili ufaklı toplam 11 ulusal haber ajansı varlığını sürdürmektedir. Bunların dışında, Azerbaycan’da faaliyet gösteren yabancı ülke ajanslarının başlıca temsilcilikleri ise şunlardır: Anadolu Ajansı (Türkiye), Doğan Haber Ajansı (Türkiye), Cihan Haber Ajansı (Türkiye), İTARTASS (Rusya), Interfaks (Rusya), RiaNovosti (Rusya), Associated Press (ABD), Reuters (İngiltere), AFP (Fransa), İRNA (İran). Bu çalışma günümüzde bağımsız Azerbaycan devletinin resmi haber ajansı olarak habercilik hizmetini sürdüren AZERTAC Haber Ajansı’nın Sovyetler Birliği dönemi ve sonrasındaki durumunu ve yine bağımsızlık döneminde ortaya çıkan özel haber ajanslarını kapsamaktadır. Bu anlamda AZERTAC’ın yanısıra özel haber ajanslarının ilki olan Turan Haber Ajansı ve 2000’lerde faaliyete başlayan APA Haber Ajansı’nın durumu da çalışma kapsamında ele alınmaktadır. SOVYET DÖNEMİ AZERBAYCAN’DA RAKİPSİZ DEVLET AJANSI Azerbaycan’ın En Köklü Haber Ajansı: Azerbaycan Devlet Telgraf Ajansı’nın (AZERTAC) Ortaya Çıkışı Daha önce de vurgulandığı gibi Azerbaycan’da ilk haber ajansının kurulma tarihi 1918 – 1920 yılları arasında yaşamış Azerbaycan Demokra- tik Halk Cumhuriyeti dönemine denk gelmektedir. Bu devlet haber ajansının Cumhuriyet dönemindeki faaliyetleriyle ilgili çok az bilgi bulunmaktadır. Azerbaycan, bağımsızlığını (28 Mayıs 1918) ilan ettikten yaklaşık 9 ay sonra, 3 Mart 1919 yılında ülkede ilk defa bir ajansın kurulması ile ilgili karar alınmış ve bunu takiben Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Telgraf Ajansı (günümüzdeki AZERTAC Devlet Haber Ajansı) kurulmuştur (Mehtiyev 1994: 2). O dönem içerisinde temel faaliyeti ülkedeki gelişmeleri haber yapmak ve yeni oluşan devletin iç ve dış siyasetini takip etmekten ibaret olan Telgraf Ajansı’nın, kurulmasından yaklaşık bir sene sonra günlük enformasyon bülteni de çıkmaya başlamıştır (Mehtiyev 1994: 2). Kurulma yılı her ne kadar 1919 olarak gösterilse de, bu haber ajansının imzasını taşıdığı ilk haberlerin 1920 yılının başlarından itibaren Cumhuriyetin resmi organı olan “Azerbaycan” gazetesinde yayınlandığı bilinmektedir (Mustafa 2006: 13). Azerbaycan Telgraf Ajansı’nın kuruluşu ve faaliyete geçişi Türkiye’nin ilk haber ajansı olan Anadolu Ajansı (AA) ile benzerlik taşısa da kaderi farklı olmuştur. Şöyle ki, Azerbaycan’ın en köklü haber ajansının temelini oluşturan Azerbaycan Telgraf Ajansı’nın ömrü Azerbaycan’ın 27 Nisan 1920 yılında Rus işgaline kadar sürmüş ve böylece yaklaşık 3-4 aylık kısa zaman diliminde faaliyet gösterebilmiştir. İşgal sonrasından itibaren de merkez Moskova güdümünde faaliyetini farklı çerçevede sürdürmüş ve bu süreç 1990’larda Azerbaycan’ın tekrar bağımsızlığını elde etmesine kadar devam etmiştir. Sovyetler Birliği Döneminde AZERTAC’ın Faaliyeti Azerbaycan’ın 1920’deki işgalinden sonra her alanda olduğu gibi basın ve habercilik alanında da Sovyet ideolojisi çerçevesinde Moskova merkezli bir yapılanma süreci başlamıştır. Kurulmasından itibaren çok kısa süreyle bağımsız çalışan Telgraf Ajansı da bu tarihten itibaren merkeze bağlı bir kurum halinde devlet enformasyon bürosu olarak yaklaşık 70 sene faaliyet göstermiştir. İşgalin hemen sonrasında yeni kurulan Azerbaycan HKS (Halk Komiserleri Sovyeti), ülke- 271 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 de bir haber ajansının yeniden oluşturulması konusunda 1921 yılında karar almıştır. Aynı yılın ikinci yarısında RTA’nın (Rusya Telgraf Ajansı veya ROSTA – Rusya Devlet Telgraf Ajansı) Kafkasya Bölgesi Azerbaycan Acentesi, Azerbaycan Telgraf Ajansı’na (AZERTA) dönüştürülmüştür (“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 10). RTA’nın 1925 yılında SİTA’ya (Sovyetler Birliği Telgraf Ajansı) dönüştürülmesinden (“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 4) sonra ise AZERTA haber ajansı SİTA’nın bir kolu olarak faaliyetine devam etmiştir. SSCB’ye bağlı merkezi enformasyon organı olarak oluşturulan SİTA, Sovyet basını, televizyon ve radyo yayınları ile yurtiçi ve yurtdışındaki teşkilat ve kurumlar için haber hazırlayıp ilettiği gibi, birliği oluşturan ülkelerin telgraf (enformasyon) ajanslarını da hem SSCB’de, hem de yurt dışında genel devlet enformasyon sistemi şeklinde temsil etmiştir (“Azerbaycan Sovyet…” 1984: 515). O dönemlerde yaydığı haberlerin çoğunluğunu SİTA’dan alınan haberlerin kapsadığı AZERTA, beş bölümden oluşmaktaydı: Sovyetler Birliği ve yabancı haberler bölümü, sosyal-siyasi ve kültürel haberler bölümü, sanayi-iktisadi haberler bölümü, köy işleri haberleri bölümü ve yerli basın için haberler bölümü. 1938 yılı verilerine göre, ülkedeki gelişmelerden bahseden her ay 100’ün üzerinde haber ve röportaj AZERTA’dan SİTA’ya aktarılmıştır. Yabancı ülkelere yönelik hazırlanan haberleri SİTA aracılığıyla yayan AZERTA, bu haberlerin özellikle Sovyet yaşam tarzından, Komünizm anlayışının yaygınlaşmasından ve onun gerekliliğine ilişkin söylemlerinden oluşmasına dikkat ettiğinin belirtilmesi (“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 18-32), bu ajansın Sovyet ideolojisine hizmet anlayışı doğrultusundaki faaliyetini bir kez daha kanıtlamaktadır. Toplam 20 çalışanı olan AZERTA, 2. Dünya Savaşı yıllarında da savaş bölgesinden SİTA’nın gönderdiği haberleri yaymış ve teknik cihazların savaşta bozulması nedeniyle merkezi Moskova Radyosu’nun sunduğu resmi SİTA haberlerini dinleyerek bültenlerini oluşturmuştur. Azerbaycan’ın bugün de tanınan şair ve yazarlarından Resul Rıza, Gılman Musayev, Abbas Zamanov, Cemşit Emirov gibi isimler de AZERTA’nın savaş bölgesinde görevli muhabirleri olarak çalışmış ve gece 272 gündüz demeden merkeze haber yollamışlardır (“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 17). 1950 yılında AZERTA yeni bir gelişme kaydederek tercüme bölümü açmış ve bu gelişme ülkede tercümanlık işinin merkezini oluşturmuştur. Önemli olayların geliştiği dönemlerde Rusça’dan Azerbaycan diline çevrilen haberler, ajansın günlük bültenlerinin 5- 6 gazete sayfası kadarını kapsamaktaydı. 1970 yılına gelindiğinde ise foto-telgraf aracılığıyla BaküMoskova arasında fotoğraf alışverişinin 15 dakika sürdüğü ve Moskova’dan alınan günlük haberlerin yaklaşık 19 bin sözcükten oluştuğu belirtilmektedir (“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 30-33). Şimdiki devlet haber ajansı AZERTAC’ın Sovyetler Birliği döneminde birkaç kez isim değiştirdiği bilinmektedir. Hafta sonları çalışmayan ajansın ismi 1972 yılından itibaren AZERİNFORM olarak değiştirilmiş (Seferli 1992: 2) ve bu adla Sovyet rejiminin çöküşüne kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. AZERİNFORM’un bütün teknik altyapı ve donanım işleri de SİTA tarafından oluşturulmuş ve onun denetiminde değiştirilmiştir (Mehtiyev 1994: 2). Ajansın SİTA’nın bir kolu olarak çalıştığı yıllarda, haberlerin neredeyse hepsi Rusça hazırlanmış ve bazen de ana dilde yazılan haberler önceden Rusçaya çevrilerek düzeltilmiş, sonradan tekrar ana dile tercüme edilmiştir (Mehtiyev 1994: 2). Bu nedenle “72 yılda, bu ajansta Azerbaycan dilinde haber yazan gazeteciler yetişmemiş, yalnız Rusça’dan Azerbaycan diline çeviri yapan uzman tercümanlar olmuştur” (Seferli 1992: 2). Dolayısıyla bu haber ajansı yaklaşık 70 yıl boyunca SİTA’nın bir kolu, bir bölge şubesi gibi Moskova’nın çıkarlarına hizmet anlayışı içerisinde ve Sovyet ideolojisi doğrultusunda Azerbaycan’ın tek haber ajansı olarak faaliyet göstermiştir. İşleyişi denetlenen ajansın bir merkeze bağımlı kalması, kendi ülkesi ve milletinin gerçek sesine dönüşmemesinin en bariz sebebidir. Zaten alanında rakipsiz faaliyet gösteren ajansın, dönemin şartlarını da dikkate alırsak, demokratik olmayan, kapalı bir sistemde objektif gazetecilik ve habercilik ilkelerine uyum göstermesi de beklenemezdi. Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277) SOVYET SONRASI AZERBAYCAN’DA HABER AJANSLARI Bağımsızlık Döneminde Devlet Haber Ajansı -AZERTAC Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), dağıldıktan sonra bağımsızlık sürecinin başladığı 15 ülkeden biri olan Azerbaycan’ın özgürlüğüne kavuşması kolay olmamıştır. Rus Kızıl Ordusu, 20 Ocak 1990 yılında Bakü’ye girerek Azerbaycan halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için katliam yapmıştır. Üstelik o dönemde Ermenilerin haksız toprak talepleri nedeniyle Karabağ Savaşı da patlak vermiştir. Sovyet düzeninden kalma alışkanlık ve sansür korkusu nedeniyle AZERİNFORM, Azerbaycan’ın bağımsızlığı yolunda yaşanan ciddi gelişmelerde habercilik işlevini yerine getiremeyerek kendi halkının sesine dönüşememiştir. Örneğin, 20 Ocak 1990 Bakü Katliamı, 26 Şubat 1992 Hocalı Katliamı (Ermeni ve Rus askeri birlikleri tarafından Karabağ’ın Hocalı kentindeki savunmasız Azerbaycan sakinlerine karşı gerçekleştirilen ve binlerce masum insanın vahşice katledildiği bir insanlık ayıbıdır) gibi vahşet olaylarını başka haber ajansları bütün dünyaya duyurmaya çalışsa da ülkenin başlıca haber ajansı AZERİNFORM suskunluğunu korumuştur (Seferli 1992: 2). Buradan hareketle bahse konu yıllarda sistemin hem düşünce hem de teknik olarak Sovyet yapısından kurtulamadığını, eski sansür ve bağımlılık etkisinin devam ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Buna rağmen 1990’lı yıllardan itibaren SİTA’dan bağımsız olarak çalışan ajans, artık AZERTAC adını taşımakta ve bağımsız Azerbaycan’ın resmi ajansı olarak faaliyetini sürdürmektedir. 1993 yılında Türkçe konuşan ülkelerin haber ajanslarının bir araya gelerek oluşturduğu TKA’nın (Türkçe Konuşan Ülkelerin Haber Ajansları Birliği) kurucu üyelerinden olan AZERTAC, 1994 yılına gelindiğinde Azerbaycan dilinin dışında Rusça, İngilizce ve Türkçe dillerinde gün içinde ortalama 100-150 haber iletmiştir. 1994 yılı verilerine göre 51 ülke ile irtibat kuran AZERTAC’ın yayınladığı haberler, birçok uluslararası haber ajansı ile yazılı ve görsel basın tarafından kullanılmıştır (Mehtiyev 1994: 2). AZERTAC, 3 Mart 1995 yılında Bakanlar Kurulu’na bağlı Devlet Telgraf Ajansı, 17 Ocak 2000 yılından itibaren ise Azerbaycan Devlet Telgraf Ajansı olarak isimlendirilmiştir (http://www.azertag.com). Söz konusu adla da günümüzde faaliyetini sürdürmektedir. 20 Mayıs 2000 tarihinden itibaren İngiliz ve Rusça dillerinde internet hizmetine başlayan (“AZERTAC” 2000: 1) ve 2003 yılının Ocak ayından bu yana haftanın her günü kesintisiz çalışma düzenine geçen AZERTAC, 2006 yılı verilerine göre 60’ı aşkın yabancı ülkedeki abonelerine haberlerini ulaştırmış ve ilettiği günlük haber sayısı da yaklaşık 300 – 350’yi bulmuştur (Mustafa 2006: 13). AZERTAC’ın işbirliği yaptığı yabancı haber ajansları şunlardır: AA (Türkiye), ITAR-TASS (Rusya), Sinxua (Çin), Rompers (Romanya), Ukrinform (Ukrayna), BTA (Bulgaristan), ANSA (İtalya), İRNA (İran), TANYUQ (Sırbistan), BELTA (Beyaz Rusya), Moldpres (Moldova), ATA (Arnavutluk), MTI (Macaristan), MENA (Mısır), PETRA (Ürdün), ANTARA (Endonezya). AZERTAC ayrıca 2004 yılında Asya–Pasifik Haber Ajansları Birliği’ne (OANA) ve 18 Nisan 2008 tarihinde ise Avrupa Haber Ajansları Birliği’ne (EANA) üye olmuştur. Bunların yanı sıra AZERTAC, BDT’nin üyesi olan ülkelerin Ulusal Enformasyon Ajansları Birliği’nin (ANİA), Türkçe Konuşan Ülkelerin Haber Ajansları Birliği’nin (TKA), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na Üye Ülkelerin Ulusal Haber Ajansları Birliğinin (BSANNA) kurucularındandır. AZERTAC 2008 yılından itibaren Asya Haber Ajansları Konsorsiyumu’nun (AsiaPulse) üyesidir. Ülke genelindeki muhabirlerinin dışında AZERTAC’ın Türkiye, Rusya, ABD, Fransa, Almanya, Avusturya, İran, Ukrayna, Gürcistan, Orta Asya ve Kazakistan’da temsilcilikleri bulunmaktadır (http://www.azertag.com). 15 Nisan 2003’te İstanbul Çırağan Sarayı’nda ‘Dünya Enformasyon Ajanslarının Dünya Barışının Sağlanmasındaki Rolü’ konu başlığında gerçekleştirilen toplantıda, iki kardeş ülkenin resmi haber ajansları AZERTAC ve Anadolu Ajansı (AA) arasında işbirliği imzalanmıştır. Bu işbirliği çerçevesinde karşılıklı olarak haberlerin ücretsiz kullanılması ve tecrübelerden yararlanılması öngörülmüştür (Rzayev 16 Ni- 273 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 san 2003: 4). 16 Nisan 2003’te TKA’nın İstanbul Bildirisi imzalanmıştır. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve KKTC’nin resmi haber ajanslarının imzaladığı bu bildiride, Türkçe, İngilizce ve Rusça hizmet vermek üzere ortak internet sitesinin oluşturulması ve üye ülkelerin sanal ortamda haber alışverişinde bulunmaları kararlaştırılmıştır (Rzayev 17 Nisan 2003: 3). Bu tür oluşumlardan biri de 2006 yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na üye olan ülkelerin haber ajansları arasında yapılan işbirliği ile kurulan bölgesel bir kurum statüsündeki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na Üye Ülkelerin Ulusal Haber Ajansları Birliği’dir (BSANNA). 30 Mayıs 2006’da Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yapılan işbirliği anlaşmasında, üye ülkelerin resmi haber ajansları, bu bölgede enformasyon dolaşımını özgür ve eşit bir şekilde daha da genişletmek, karşılıklı haber alışverişini hızlandırmak gibi hususlarda mutabakata varmışlardır (Hıdırov ve Ağazade 2006: 5). Türkiye’den AA ve Azerbaycan’dan AZERTAC, bu birliğin kurucularındandır. AZERTAC Genel Müdürü Aslan Aslanov ile yapılan röportajda, onun verdiği bilgiye göre, devletin resmi haberlerine öncelik veren AZERTAC, günümüzde abonesi olan 80 ülkeye haber hizmeti sağlamaktadır. Rusça, İngilizce, Almanca ve ana dilde haberler aktaran ajansın yüzde 70’inin haber toplamada görev aldığı toplam 194 çalışanı bulunmaktadır. AZERTAC’ın teknik altyapısında ise 80’in üzerinde bilgisayar, 33 yazıcı, 18 adet ses kayıt cihazı, 2 adet fotokopi makinesi, 9 adet faks makinesi ve 9 sunucu bulunmaktadır. Ajans, günlük ortalama 400 haber yayınlamakta, bu haberlerin de yaklaşık yüzde 20-25’i yabancı ülkelerle ilgili olmaktadır. Yerli ve yabancı medya organları için tek resmi devlet haber kaynağı olan AZERTAC’ın ayrıca her gün 7- 8 haberi OANA’nın ve BSANNA’nın web sitelerine yerleştirilmekte ve bu haberler 50’den çok ülkenin resmi internet sitesine konulmaktadır. Bu bilgilere ek olarak Aslanov, ileride mevcut dillerin yanı sıra Arapça ve Fransızca olarak da haber iletmeyi istediklerini ve ajansın yabancı ülkelerdeki muhabir sayısını arttırmayı düşündüklerini de dile getirmektedir (Röportaj 24.06.2008). Asya–Pasifik Haber Ajansları Birliği’nin (OANA) web sitesine en çok enformasyon gönderen üç ajanstan biri olan 274 AZERTAC’ın (“Azerbaycan’da Enformasyon…” 2005: 8), Kazakistan ve Özbekistan’la ilgili Bakü’ye ayda yaklaşık 30-35 haber geçtiği belirtilmektedir (Guluzade 2003: 17). Yaklaşık 20 yıldır bağımsız olarak faaliyet gösteren AZERTAC’ın 2006 yılından günümüze kadar yurt dışındaki abone sayısında artış olduğu (60’dan 80’ne çıkmıştır), ancak günlük iletilen haber sayısında ise pek bir değişikliğin yaşanmadığı gözlemlenmektedir. Azerbaycan’da Faaliyet Gösteren Özel Haber Ajansları Azerbaycan’ın en eski haber ajansı AZERTAC’ın dışında, özel haber ajanslarının ortaya çıkışı Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra başlamıştır. 1991 yılında bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan’da her alanda olduğu gibi yenileşme, özelleştirme süreci medya genelinde haber ajansları için de geçerli olmaktaydı. 1920 işgalinden tam 71 yıl sonra yeniden özgürlüğünü elde eden bu genç ülkede, her ne kadar yasal boşluklar kendini gösterse de, diğer medya organlarında olduğu gibi özel haber ajansları da yeni dönemde yeni şartlarla birlikte ortaya çıkmıştır. Azerbaycan’ın ilk özel haber ajansı, 1990 yılının ortalarında, Sovyet etkisinin sürdüğü ve enformasyon boşluğunun yaşandığı dönemde faaliyete başlayan Turan Haber Ajansı’dır. Turan Haber Ajansı’ndan sonra 1991 yılında ANS-Press faaliyete başlamıştır. Daha sonra Assa-İrada (1991), Şark (1994), Trend (1995), Olaylar (1995), Azerpress (1997), Azadinform (1998), APA (2004) gibi özel ajanslar ortaya çıkmışlardır. Rüstemov (2005: 62), 1999 senesinde 31 haber ajansının devlet kayıtlarında geçmesine rağmen çoğunun günümüzde faaliyet göstermediğini aktarmaktadır. Yukarıda adı geçen özel haber ajanslarından günümüzde en etkin olanları Turan, APA (Azeri – Press News Agency) ve Olaylar Ajansı’dır. Bunu Eylül 2007 yılında ülke basınının en çok satan haber ağırlıklı başlıca ulusal gazetelerinden yedisinin (“Ayna”, “525. Gazete”, “Şark”, “Azatlık”, “Gün”, Bakü Haber”, “Ekspres”) bir ay içerisinde 3 farklı sayılarının taranması ile elde edilen sonuç da kanıtlamaktadır. Şöyle ki, bu gazetelerin sayfalarında yerli haber ajanslarından alınan haberlerin sayılması ile elde edi- Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277) len her alandan içeriğe sahip toplam 453 haberden 307’sinin APA’ya, 64’ünün Olaylar’a, 43’ünün ise Turan’a ait olduğu tespit edilmiştir. Geriye kalan 39 haber ise diğer küçük çaplı haber ajansları arasında paylaşılmaktadır. Bu durumda yüzde 68’lik oranla APA ilk sırada yer alırken, onu yüzde 14’le Olaylar, yüzde 9,5’le Turan haber ajansları takip etmektedir. En genç haber ajansı olmasına rağmen son yıllarda APA haber ajansının kısa sürede yükselişte olduğu da gözlemlenmektedir. Azerbaycan’ın İlk Özel Haber Ajansı: TURAN Haber Ajansı Sovyetler Birliği’nin çöküşünü takiben Azerbaycan’ın içine düştüğü buhranlı bir dönemde ülkenin ilk özel haber ajansı faaliyetine başlamıştır. Azerbaycan’ın ilk özel haber ajansı olan ve 30 Ağustos 1990 yılında bir grup bağımsız gazeteci tarafından kurulan Turan Haber Ajansı (İsmailova 2004: 20), 1991 yılının Nisan ayında Adliye Bakanlığı’nın izniyle faaliyetlerine başlamıştır (Hüseyinbeyli 2001: 33). İlk başlarda Azerbaycan’da yaşanan gelişmeleri haberleştirerek telefon aracılığıyla Reuters, Associated Pres, DPA, AFP gibi büyük uluslararası ajanslara geçen Turan Haber Ajansı, 20 Ocak Bakü katliamından sonra ülkede oluşmuş enformasyon ablukasını aşarak haber boşluğunu doldurmaya çalışmıştır (İsmailova 2004: 2021). Sonraki yıllarda da alternatif habercilik anlayışı çerçevesinde bültenler hazırlayan ajans, her alandan değişik konuları içeren haberler sunarak faaliyetini sürdürmüştür. 2004 yılının verilerine göre, iletilen günlük haber sayısının 100’e ulaştığı ajansın 16 farklı haber bülteni çıkmış ve ajans daha çok yurt dışına haber geçmeye başlamıştır (İsmailova 2004: 21-22). Azerbaycan, Rus ve İngiliz dillerinde hizmet veren Turan Haber Ajansı’nın 2005 yılında yaklaşık 160 abonesinden 25’i (Reuters ve Dow Jones haber ajansları da dahil) yabancı ülkelerden olmuştur (“Azerbaycan’da Enformasyon…” 2005: 54). Günümüzde de faaliyetini sürdüren ve bültenlerinde sosyal ve siyasi içerikli haberlerin ağırlık taşıdığı Turan Haber Ajansı, muhalif çizgide yer almasıyla diğer haber ajanslarından ayrı bir konumda değerlendirilmektedir. APA Haber Ajansı (Azeri-Press Agency) Azerbaycan’ın en genç özel haber ajansı APA, 2003 senesinde Adliye Bakanlığı’ndan izin almasına rağmen, bir yıl sonra aktif olarak faaliyete geçmiştir (http://www.mediaforum.az). 16 Kasım 2004’te ilk bültenini yayınlayarak faaliyetine başlayan ajansın, günümüzde yerli ve yabancı toplam 300 abonesi bulunmaktadır. Ajans, abone sayısı anlamında Azerbaycan ve bütün Kafkasya bölgesinde liderliğini korumaktadır. APA’da çalışan toplam 75 kişiden 40’ı haber departmanında görev almaktadır. Ulusal gazetelerden yaklaşık yüzde 90’ının abone olduğu APA’nın günümüzde günlük ilettiği haber sayısı ortalama 200-250 arasında değişmektedir. Ajansın Türkiye, ABD, Rusya, Fransa, Gürcistan, Romanya vs. gibi ülkelerde muhabirleri vardır. Aktardığı haberler arasında ağırlık siyasi ve günlük haberlerdedir. Dış haberlerinin içeriğine göre en çok yer tutan ülkeler sırayla Türkiye, Gürcistan, İngiltere, Fransa, Rusya, ABD ve İran’dır. Ajansın yabancı ülke ajanslarını kaynak göstererek verdiği haberlerin çokluğuna göre ise sıralamada birinci Rusya (Regnun, İnterfaks, İTAR-TASS ve Ria Novosti Haber ajansları), ikinci Türkiye (AA, İHA, DHA ve CHA), üçüncü ABD (AP), bunu ise İngiltere (Reuters) ve Ermenistan (Arminfo, Media Max, Pan Armenia ajansları) takip etmektedir. İngilizce, Rusça ve ana dilde hizmet sunan ve başlangıçtan itibaren internet faaliyetini sürdüren APA, Azerbaycan haber ajansları içerisinde ilk video yayın hizmetini başlatmıştır. Ajans, günlük olarak ana haber bülteni (günlük 3 kez), ekonomi bülteni (günlük 2 kez), spor bülteni (günlük 2 kez), foto bülteni (günlük 2 kez) ve ayrıca ayda bir kez de analitik bültenle abonelerine haber hizmeti sunmaktadır. Ajansın, APA Spor, APA Ekonomi, APA Video, APA Foto isimli bölümleri internette serbest faaliyet göstermektedir. Yukarıdaki bilgileri aktaran APA Genel Yayın Koordinatörü Vügar Mesimoğlu, yayın anlayışlarının ülkede gelişen bütün olayları maksimum derecede haberleştirmek olduğunu, bu anlamda dinamizm, zamanla yarış, ilk olma çabası, özveri, bütün tarafların fikrini yansıtma, kaynağını belirtmeden ve gerçekliğine inanmadan haber yayınlamama ve tarafsızlık unsurlarına dikkat ettiklerini belirtmektedir (Söyleşi 03.10.2007). 275 Selçuk İletişim, 6, 2, 2010 Ajansın yaklaşık 10 kişilik bir ekiple kurulduğunu belirten APA Genel Müdürü Vüsale Mahirkızı, bir saat içerisinde 20-25 haber ilettiklerini, bazen de bu rakamın 40-50 habere kadar ulaştığını vurgulamaktadır. Ekonomik kazancın büyük kısmının şirketlerden ve ülke dışı abonelerden elde edildiğini açıklayan Mahirkızı, APA’nın Azerbaycan’da en zengin haber ajansı olduğunu da iddia etmektedir (http://www.mediaforum.az/). Ajans günümüzde Azerbaycan Türkçesi’nin dışında İngilizce, Rusça, Fransızca, Arapça ve Farsça da habercilik hizmeti sunmaktadır. Diğer Küçük Boyutlu Özel Haber Ajansları Azerbaycan’da Turan ve APA ajanslarının haricinde küçük çaplı haber ajansları da faaliyet göstermektedir. Bunlara Trend, Olaylar, AzerPress, ANS-Press, Assa-İrada, Azadinform vs. gibi ajansları örnek gösterebiliriz. Bunlardan Trend Haber Ajansı daha çok Ruslara yönelik faaliyet göstermesiyle dikkat çekmektedir. Olaylar Haber Ajansı ise Bakü’de yayımlanan Olaylar Gazetesi’nin resmi haber ajansıdır. ANS –Press ise özel televizyon kanallarından ANS TV’ye bağlı faaliyet göstermekte ve ağırlıklı olarak ülkedeki televizyon kanallarının haber ihtiyacını karşılamaktadır. Ayrıca, Trend Haber Ajansı diğerlerinden ekonomi alanına ağırlık vermesiyle, AzerPress ise petrol-kimya sanayisinin gelişmelerine öncelik vermesiyle ön plana çıkmaktadır (“Azerbaycan’da Enformasyon…” 2005: 54). Söz konusu haber ajansları, abone sayısı, teknik olanaklar ve etkinlik gibi unsurlar bakımından APA ile yarışamasalar da, Azerbaycan habercilik alanında kendilerine yer edinmeye çalışmaktadırlar. SONUÇ Sovyet döneminde merkezi yönetimin direktifi ve denetimi olmadan, birliği oluşturan bütün ülkelerde sosyal, siyasi, iktisadi ve diğer alanlarda herhangi bir değişim ve yeniliğin gerçekleşmesi mümkün değildi. Bu anlamda SSCB ülkelerinde özellikle basın ve yayın alanında atılan her bir adım en ufak ayrıntısına kadar izlenmekte, denetlenmekteydi. Sovyet döneminde sansür sisteminin çok katı kurallarla işlediği bilinen bir gerçektir. Böyle kapalı bir 276 sistemde birliği oluşturan ülkelerden olan Azerbaycan’da habercilik olgusu da rejimin gerektirdiği şartlar çerçevesinde gelişme göstermiştir. Her ne kadar Azerbaycan’da ilk haber ajansının Azerbaycan Demokratik Halk Cumhuriyeti döneminde 1919 yılının Mart’ında kurulduğu kayıtlara geçse de, bu ajansla ilgili yetersiz bilgi bulunmaktadır. Çok kısa bir süre bağımsız faaliyet gösterebilen Telgraf Ajansı, 1920 Rus işgalinden sonra, önce Rusya Devlet Telgraf Ajansı’na (ROSTA), sonra da Sovyetler Birliği Telgraf Ajansı’na (SİTA) bağlı olarak çalışmıştır. 1972 yılına kadar AZERTA adı ile bu yıldan sonra ise AZERİNFORM adı ile faaliyet gösteren ajans, Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar Moskova’nın direktifinde, Sovyet ideolojisinin çizdiği çerçeveden hiçbir zaman çıkamamıştır. Sovyetler Birliği genelinde haber ihtiyacı çoğunlukla SİTA tarafından sağlanmaktaydı. Dolayısıyla birliği oluşturan diğer ülkelerde olduğu gibi Azerbaycan’da da, haber ajansları alanında haberciliğin başlaması ve gelişmesi SİTA’nın bir eyalet kolu, bir bölge şubesi olarak merkez güdümünde faaliyetini sürdüren Azerbaycan Telgraf Ajansı (AZERTAC) adıyla olmuştur. SİTA’dan alınan haberlerin ağırlıkta olduğu ajansın haber bültenleri genellikle can sıkıcı, bir birinin benzeri ve daha çok merkez partinin çalışmalarını içeren resmi ve şablon haberlerden oluşmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmi sesine dönüşen ve artık AZERTAC adı ile faaliyetini sürdüren ajans, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Türkçe Konuşan Ülkelerin Haber Ajansları Birliği (TKA) gibi oluşumların kurucusu, Asya-Pasifik Haber Ajansları Birliği (OANA) gibi kuruluşların üyesidir. Aralarında Anadolu Ajansı’nın da bulunduğu başta Türkçe konuşan ülkelerin resmi ajansları ve diğer ülke ve örgütlerin haber ajansları ile işbirliği anlaşması imzalayan bu resmi devlet haber ajansı, artık bağımsız Azerbaycan’ı temsil etmekte ve yayınladığı haberler daha çok resmi içerik taşımaktadır. Devlet haber ajansı AZERTAC’ın dışında, açıldıktan sonra kısa sürede büyüyerek bölgede etkinliğini artıran APA, Turan, ANS-Press, Trend, Olaylar, vd. haber ajansları da çağdaş Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277) habercilik anlayışı doğrultusunda ülke haber ihtiyacını karşılayan diğer özel haber ajanslarıdır. Sovyet dönemi ve sonrasında faaliyet gösteren tek devlet haber ajansı AZERTAC’ın eski dönemle yeni dönem arasındaki en belirgin farkı şundan ibarettir: AZERTAC o zamanlar SİTA’nın bir organı gibi Sovyet ideolojisi doğrultusunda faaliyet göstermiş, özellikle merkez Moskova’ya hizmet etmiştir. 1990’lardan sonra ise bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmi haber ajansı olarak devletin enformasyon siyasetini yürütse de faaliyetlerinde Sovyetlerden kalma tekdüzelilik kendini göstermektedir. Öyle ki eski dönem alışkanlıklarının tam olarak ortadan kaybolmadığı gözlemlenmektedir. Buna rağmen günümüz habercilik alanında rekabet ortamı oluşturan APA ve Turan gibi özel haber ajansları ise ülkenin mevcut iletişim ortamında alternatif bir habercilik anlayışıyla yoluna devam etmektedir. KAYNAKLAR APA Ajansının Genel Müdürü Vüsale Mahirkızı: - Adımızı İlişkilendirmedikleri Bakan Kalmadı, http://www.mediaforum.az/, Erişim: 19 Ocak 2007. Aslanov A (24.06.2008) Röportaj. Azerbaycan’da Enformasyon Araçlarının Genel Değerlendirilmesi (2005), İnternyus Azerbaycan Toplumsal Birliği Yayınları, Bakü. Azerbaycan Sovyet Ansiklopedisi (1984), Cilt 8, Azerbaycan SSC Devlet Yayınları, Bakü. Azerbaycan Telgraf Ajansı (1971) (AZERTA’nın 50. Yıldönümüne İthaf Edilmiştir), Komünist Yayınları, Bakü. “Ayna”, “525. Gazete”, “Şark”, “Azatlık”, “Gün”, “Bakü Haber”, “Ekspres” Gazetelerinin Haber Sayımı, (Eylül 2007), Bakü. Hıdırov N ve Ağazade Z (31 Mayıs 2006) Kiev’de Karadeniz Ülkeleri Ulusal Haber Ajanslarının Birliği Kurulmuştur, Azerbaycan Gazetesi, 118 (4341), 5. Hüseyinbeyli E (2002) Enformasyon Ajansları Geçiş Aşamasında (13 Temmuz 2001 Tarihli Sunum), Azerbaycan Gazeteciliği Geçiş Döneminde: Problemler Perspektifler, II Konferansın Sunumları, RUH Azerbaycan Gazetecilerini Savunma Komitesi Yayınları, Bakü. İsmailova L (2004) Turan Nasıl Çalışıyor? (Ajansın Genel Müdürü M. Aliyev’le Röportaj), Azerbaycan Basını Bugün Derg, 3 (12), 20-22. Mehtiyev A (5 Mart 1994) AZERTAC: Dün, Bugün, Yarın (AZERTAC’ın eski müdürlerinden Vakıf Rüstemov ile röportaj), Azerbaycan Gazetesi, 45 (809), 2. Mesimoğlu V (03.10.2007) Söyleşi. Mustafa A (13-14 Temmuz 2006) Azerbaycan Gerçeklerinin Dünya Kamuoyuna Doğru Dürüst İletilmesi AZERTAC’ın Faaliyetini