selçuk iletişim - Selçuk Üniversitesi

advertisement
SELÇUK İLETİŞİM
JOURNAL OF SELCUK COMMUNICATION
JANUARY 2010
Volume 6 Number 2
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
İLETİŞİM FAKÜLTESİ AKADEMİK DERGİSİ
OCAK 2010
Cilt 6 Sayı 2
ISSN 1302-2865
Sahibi
Prof. Dr. Halûk Hâdi SÜMER
Editör
Prof. Dr. Ahmet KALENDER
Prof. Dr. Halûk Hâdi SÜMER
Editör Yardımcısı
Arş. Gör. Ahmet TARHAN
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Ahmet KALENDER
Yrd. Doç. Dr. Caner ARABACI
Danışma Kurulu
Prof. Dr. Birol AKGÜN (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Ayla OKAY (İstanbul Ü.)
Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR (Gazi Ü.)
Prof. Dr. Aydın Ziya ÖZGÜR (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Burhan AYKAÇ (Gazi Ü.)
Prof. Dr. Seyide PARSA (Ege Ü.)
Prof. Dr. Esra BİRYILDIZ (Marmara Ü.)
Prof. Dr. Filiz Balta PELTEKOĞLU
Prof. Dr. M. Naci BOSTANCI (Gazi Ü.)
(Marmara Ü.)
Prof. Dr. Özden CANKAYA (Galatasaray Ü.)
Prof. Dr. Nurdoğan RİGEL (İstanbul Ü.)
Prof. Dr. Yalçın DEMİR (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Şerif ŞİMŞEK (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Uğur DEMİRAY (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Nazmi ULUTAK (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Ahmet DURMAZ (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Çağatay ÜNÜSAN (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Müge ELDEN (Ege Ü.)
Prof. Dr. A. Haluk YÜKSEL (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Suat GEZGİN (İstanbul Ü.)
Doç. Dr. Muhittin ACAR (Hacettepe Ü.)
Prof. Dr. Kemal GÖRMEZ (Gazi Ü.)
Doç. Dr. M. Bilal ARIK (Erciyes Ü.)
Prof. Dr. H. İbrahim GÜRCAN (Anadolu Ü.)
Doç. Dr. Aytekin CAN (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Nurettin GÜZ (Gazi Ü.)
Doç. Dr. Ahmet Yalçın KAYA (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Metin KAZANCI (Ankara Ü.)
Doç. Dr. Abdullah KOÇAK (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Mehmet KESİM (Anadolu Ü.)
Doç. Dr. Başak SOLMAZ (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Mehmet KÜÇÜKKURT (Gazi Ü.)
Doç. Dr. Mustafa ŞEKER (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Aydemir OKAY (İstanbul Ü.)
Kapak Tasarımı
Yrd. Doç. Dr. A. Gani ARIKAN
Yazışma Adresi
Prof. Dr. Ahmet KALENDER
S.Ü. İletişim Fakültesi Kampus 42079 KONYA
Tel: 0.332. 223 36 71 Faks: 0.332.241 01 87
e-posta: [email protected]
Selçuk İletişim hakemli bir dergidir. Ocak ve Temmuz aylarında olmak üzere yılda iki kez yayınlanır.
Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarına aittir. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz.
Selçuk İletişim Dergisi, TÜBİTAK/ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı’nda yer almaktadır.
İçindekiler
H. Kemal Suher - N. Bilge İspir
5-23
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen
Değişkenler
Nuran Yıldız
24-32
Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar
İdil Karademirlidağ Suher
33-48
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk
İletişimi: Web Sitelerine Yönelik Bir İnceleme
M. Nejat Özüpek - Necdet Aksoy
49-61
Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı
ve Belediyelerdeki Uygulamaları
Aslı Yağmurlu
62-80
E-Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları
Ayhan Erdem
81-94
Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının
CRM Uygulamalarının Web Siteleri Üzerinden İncelenmesi
Kadir Canöz
95-114 Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü: 29 Mart 2009 Yerel
Seçimleri Öncesinde Konya Seçmeni Üzerine Bir Araştırma
Banu Terkan
115-136 Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları
(AKP ve CHP Örneği)
Gaye Edizler
137-150 Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet
Faktörüne İlişkin Literatürsel Bir Çalışma
Ayla Okay - Yeşim Güçdemir
151-157 Approach of Faculty of Communication, Publicity and Public
Relations Department Students to Unesco Cultural Diversity
Universal Agreement
Makbule Evrim Gülsünler
158-173 İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Öğrencilerinin Mesleki Etik Kurallarına Bakışı
Rıdvan Şentürk
174-190 Televizyon ve Magazin Kültürü
Mete Kazaz - Melek Çoban
191-206 Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden Üretimi
Sürecinde İdeoloji İnşa Stratejilerinin Kullanımı
Sevil Yıldız
207-217 Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına Yansıması
Hakan Aydın
218-229 Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün
Besim Yıldırım
230-253 Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve Yöndeşen
Gazetecilik
Tezcan Özkan Kutlu - Onur Bekiroğlu
254-269 Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet
Haberciliği: Bianet Örneğinde Kentsel Dönüşüm Projesiyle
İlgili Haberlerin Analizi
Vefalı Enserov
270-277 Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da
Haber Ajansları
278 Yayın Kuralları
Editörden
2010 yılının ilk sayısıyla karşınızda olmaktan
mutlu olduğumuzu belirterek sözlerime başlamak istiyorum. Yeni yılın üniversitelerimize,
akademik camiaya ve sizlere iyilikler ve güzellikler getirmesini tüm kalbimle diliyorum.
Selçuk İletişim’in bu sayısına makaleleriyle
katkıda bulunan tüm yazarlarımıza; makaleleri
büyük bir fedakarlıkla değerlendiren hakemlerimize, danışma kurulumuza ve fakülte yönetimimize teşekkür ediyorum.
Sizlere yine dopdolu bir sayı sunuyoruz. Bu
sayımızda 18 adet makaleye yer verdik. Beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz.
İlk makalede N.Kemal Suher ve N. Bilge İspir,
televizyon ve gazetede reklamdan kaçınmayı
etkileyen unsurları analiz ediyorlar.
İkinci makalede Nuran Yıldız, halkla ilişkilerdeki kavramları, sınırları ve sorunları tartışıyor.
Üçüncü makalede İdil Karademirlidağ Suher,
Türk işletmelerinin kurumsal sosyal sorumluluk
iletişimini web sayfalarını analiz ederek inceliyor.
Dördüncü makale M. Nejat Özüpek ve Necdet
Aksoy’a ait. Yazarlar, alan araştırması bulgularına dayanarak bilgi edinme hakkının belediyelerdeki uygulamalarını ele alıyorlar.
Beşinci makalede Aslı Yağmurlu, e- halkla ilişkilerin bakanlıklarda nasıl uygulandığını inceliyor.
Altıncı makalede Ayhan Erdem, akaryakıt dağıtım firmalarının CRM uygulamalarını, web sitelerine dayanarak analiz ediyor.
Yedinci makale Kadir Canöz’e ait. Canöz; 29
Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde Konya
seçmeni üzerinde yaptığı araştırma çerçevesinde,
aday imajının rolünü tartışıyor.
Sekizinci makalede Banu Terkan, siyasi partilerin kadına ilişkin söylem ve politikalarını, AKP
ve CHP örneğinde analiz ediyor.
Dokuzuncu makalede Gaye Edizler, karizmatik
liderlikte duygusal zeka ve cinsiyet arasındaki
ilişkiyi literatür bilgileri çerçevesinde ele alıyor.
Onuncu makalede Ayla Okay ve Yeşim
Güçdemir, Unesco Kültürel Çeşitlilik Evrensel
Sözleşmesi’ne iletişim fakültesi öğrencilerinin
bakış açılarını analiz ediyorlar.
Onbirinci makale M. Evrim Gülsünler’e ait.
Yazar, iletişim fakültesi öğrencilerinin iletişim
etiğini nasıl değerlendirdiğini, yaptığı alan araştırması bulguları çerçevesinde tartışıyor.
Onikinci makalede Rıdvan Şentürk, televizyon
ve magazin kültürü ilişkisini literatür çerçevesinde değerlendiriyor.
Onüçüncü makalede Mete Kazaz ve Melek Çoban, televizyon haberlerinde ideoloji inşa stratejilerinin nasıl kullanıldığını ve egemen söylemin
nasıl yeniden üretildiğini analiz ediyorlar.
Ondördüncü makalede Sevil Yıldız, yayın yapma yasağı kararlarının Türk medyasına nasıl
yansıdığını tartışıyor.
Onbeşinci makale Hakan Aydın, Sakarya Savaşı
sırasında Anadolu’da Yeni Gün adlı gazetenin
rolünü inceliyor.
Onaltıncı makale Besim Yıldırım’a ait. Yıldırım,
gazeteciliğin dönüşümünü ve yöndeşen gazeteciliği inceliyor.
Onyedinci makalede Tezcan Özkan Kutlu ve
Onur Bekiroğlu; yurttaş gazeteciliği ve internet
haberciliği ilişkisini Bianet örneği doğrultusunda
analiz ediyorlar.
Son makalede ise Vefalı Enserov, Sovyetler
Birliği dönemi ve sonrasında Azerbaycan’daki
haber ajanslarını ele alıyor.
Temmuz sayısında buluşmak üzere…
Hepinize başarı ve sağlık dolu günler diliyorum…
TELEVİZYON VE GAZETEDE REKLAMDAN KAÇINMAYI ETKİLEYEN
DEĞİŞKENLER
H. Kemal Suher*- N. Bilge İspir**
ÖZET
Bu çalışmada televizyon ve gazete mecrasına yönelik reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler
incelenmiştir. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak yüz yüze anket kullanılmış ve 527 kişi ile
anket yapılmıştır. Çalışmada kullanılan bağımsız değişkenler, demografik değişkenler, zaman
odaklılık, medya ile ilişkili değişkenler, reklama yönelik tutumlar, iletişim problemleri, algılanan
reklam kirliliği ve başkaların varlığıdır, çalışmada kullanılan bağımlı değişken ise reklamdan
kaçınmadır. Araştırmada temel analiz olarak hiyerarşik regresyon kullanılmıştır. Genel olarak
sonuçlara bakıldığında televizyonda reklamdan kaçınma gazeteye göre daha fazladır. Demografik
değişkenlerde yaş, toplam aylık gelir ve eğitim; zaman odaklılıkta, şimdiki zaman; medya ile ilgili
değişkenlerde, mecraya yönelik tutum; reklama yönelik tutumda, zaman kaybı, iletişim probleminde, ilginin dağılması ve hevesin kırılması; algılanan reklam kirliliği ve başkaların varlığı anlamlı
değişkenler olarak bulunmuştur. Bu çalışmada zaman odaklılık, algılanan reklam kirliliği ve başkaların varlığı değişkenleri Speck ve Elliott’un (1997) çalışmasından farklı olarak bu çalışmaya
eklenmiştir ve anlamlı sonuçlar bulunmuştur. Son olarak bağımsız değişkenlere grup olarak bakıldığında reklama yönelik tutum ve iletişim problemi reklamdan kaçınmanın en güçlü değişkenleri
olarak görülmektedir.
Anahtar sözcükler: Reklamdan kaçınma, televizyon, gazete.
VARIABLES THAT AFFECT ADVERTISING AVOIDANCE IN TELEVISION AND
NEWSPAPER
ABSTRACT
In this study, the predictors of ad avoidance in television and newspaper were examined. In the
research face to face survey method was used and 527 surveys were conducted. The independent
variables used in this study were, demographic variables, time allocation, media related variables,
attitudes toward advertising in each medium, communication problems, perceived advertising
clutter and presence of others. The dependent variable used in this study was advertising avoidance. The main data analysis used in this study was Hierarchical Regression. As a general result,
the advertising avoidance in television was much more from ad avoidance in newspaper. In the
explanation of the ad avoidance, age, income and education in Demographic variables; present
time in time allocation; attitudes toward medium in media related variables; waste of time in attitudes toward advertising in each medium; distraction and disruption in communication problems
related to advertising; perceived advertising clutter and presence of other were found as significant predictors. In this study, time allocation, perceived advertising clutter and presence of others
were added as predictors different from the study of Speck and Elliot (1997). As a final result,
when the independent variables examined as groups, attitudes toward advertising in each medium
and communication problems related to advertising were the strongest predictors of the advertising avoidance
Keywords: Advertising avoidance, television, newspaper.
GİRİŞ
Reklam ticari dünyanın en çok göz önünde
olan bir aktivitesidir. Reklamlar tüketicileri
*
firmaların ürettiği ürünlere kullanmaya davet
ederler ve eğer bu reklamlar hedef kitleyi mutsuz eder veya ürünler reklamlarda ortaya konan
vaatleri yerine getirmezse, firmalar toplumsal
eleştirilere ve saldırılara maruz kalma riski ile
Yrd. Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yrd. Doç. Dr. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi
**
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
karşı karşıya kalabilirler. Dolayısıyla reklam
sadece ürünleri satmadaki rolü ile değil toplum
ve ekonomi üzerinde olan etkileri ile de dikkat
çekmektedir. Reklamın önemli toplumsal etkilerinden bir tanesi, reklamın çok fazla olmasına
yönelik şikâyetlerdir. Bugün Amerika’da insanlar günde ortalama 500 ile 1000 tane arasında reklama maruz kalmaktadırlar. Reklam
kirliliği önemli bir eleştiri noktasıdır ve her
geçen gün gelişmiş ülkelerde artış göstermektedir (Arens ve ark. 2009: 67).
Reklam kirliliğine paralel gelişen diğer bir
problem de doğrudan pazarlama ve reklam
dünyasını yakından ilgilendiren reklamdan
kaçınma problemidir. Reklamdan kaçınma
uzun süreden beri var olan bir problemdir ve
aşırı bilgi yüklemesine karşı gelişen doğal bir
insan tepkisidir. İnsanların istenmeyen veya
kendine uygun olmayan mesajlarla dikkatleri
dağıldığı zaman bu durumdan en kısa zamanda
kurtulmak isterler. Medya çeşitliliği ve sektördeki rekabet arttıkça reklamdan kaçınma ilgili
kaygılarda artış göstermektedir. (http://www.
rab.co.uk/rab2009/showcontent.aspx?id=1356).
Bu bağlamda bakıldığında Bugün Türkiye’de 9
devlet kontrolündeki kanal, 23 ulusal çapta
yayın yapan özel kanal, 16 bölgesel yayın yapan özel kanal, 215 yerel kanal, 2 dijital platform ve 54 tane sadece uydudan yayın yapan
TV kanalı bulunmaktadır (Çolakoğlu 2009).
Tüm bu kanallarda 2007 yılında 33348 farklı
reklam yayınlanmıştır (TREA 06-07). Ayrıca
40 ulusal dağıtımı yapılan gazete, 58 bölgesel
gazete ve 2140 yerel gazete bulunmaktadır.
Şekil 1. TV Reklam Kirliliği
Kaynak: AGB-Neilsen
Yukarda değinilen konular açısından bakıldığında izleyici-okuyucu kitlenin, tüm mecralarda yayınlanan reklamlar ile bir mesaj bombardımanına tutulduğu ortadadır. Bu durumun
doğal bir sonucu olarak izleyici-okuyucu kitle
bu mesaj bombardımanından kaçınmak için
bazı stratejiler geliştirmiştir. İzleyici-okuyucu
kitlenin bu reklam kirliliği ile nasıl başa çıktığını anlamak, hangi faktörlerin reklamdan
kaçınmayı etkilediğini bulmak ve bu faktörlerin farklı mecralarda farklılık gösterip göstermediğini anlamak oldukça önemlidir. Bundan
dolayı, bu çalışmada, Türkiye’de iki ana reklam mecrası olan televizyon ve gazetedeki
reklamlarında kaçınma test edilmiştir. Bu iki
mecranın araştırılmasının en önemli sebebi,
Türkiye’deki toplam reklam harcamalarının
2009 yılının ilk yarısında % 49’unun televizyon, % 29’unun gazete için yapılmış olmasıdır
(Çolakoğlu 2009).
6
1. REKLAMDAN KAÇINMA
Kaçınma durumu, tüketicilerin bilinçli bir şekilde bir uyarıcıdan kaçınma çabası olarak
ifade edilebilir. Reklamdan kaçınma, medya
kullanıcılarının, reklam içeriğine yönelik maruz kalma durumlarını azaltacak tüm eylemler
şeklinde tanımlanmaktadır (Speck ve Elliott
1997). Genel olarak bakıldığında, tüketiciler
reklamdan çeşitli sebeplerden dolayı kaçınmaktadırlar. Birinci sebep, tüketicilerin hakkında
daha fazla bilgi istemedikleri ucuz ve sık alınan
ürünlerin reklamları olabilir. İkinci sebep,
tüketiciler reklamların yayınlandığı mecranın
yayın içeriğine yoğun ilgi duyabilirler ve bu
mecradaki reklamları dikkat dağıtıcı ve rahatsızlık verici görebilirler. Üçüncü sebep olarak,
tüketiciler reklamı yapılan markaların karşısındaki rakip markalara sadık olabilirler ve karşı
bilgi duymak istemeyebilirler. Dördüncü ve
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
son olarak tüketiciler reklamları sıkıcı, sinir
bozucu veya itici görebilirler (Telis 2004: 31).
Reklamdan kaçınma için farklı stratejiler söz
konusudur. Abernethy (1991) TV reklamlarından kaçınma için iki strateji sunmaktadır. Fiziksel kaçınma (reklam başladığında odayı terk
etme) ve mekanik kaçınma (kanalı değiştirme).
Speck ve Elliott (1997) reklamdan kaçınma
için üç strateji ortaya koymaktadır. Bunlar
bilişsel, davranışsal ve mekanik stratejilerdir.
Reklamdan kaçınma konusunda yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak televizyon mecrasını
kapsamaktadır (Abernethy 1991, Dannaher
1995, Heeter ve Greenberg 1985, Lee ve
Lumpkin 1992, Ferguson ve Perse 1993,
Clancey 1994, Moriarty ve Everett 1994, Kaplan 1985, Zufryden, Pedrick ve Sankaralingam,
1993; Krugman ve ark. 1995, Eastman ve
Newton 1995, Yorke ve Kitchen 1985, Speck
ve Elliot 1997). TV reklamları için izleyiciler
reklamı görmezden gelerek reklama dikkatlerini vermeyebilirler (bilişsel strateji), reklam
başladığında odayı terk edebilirler (davranışsal
strateji) veya kanalı değiştirebilirler (mekanik
strateji) (Speck ve Elliott 1997). Teknolojik
gelişimler mekanik reklamdan kaçınmayı özellikle televizyon için daha geçerli hale getirmiştir. Uzaktan kumanda cihazları ve TIVo (program içindeki reklamları atlayarak ilgili programı kaydetmeye yarayan cihazlar) gibi cihazlar
bu stratejinin kullanımını kolaylaştırmaktadır.
İzleyiciler TV izlerken bile farklı eylemlerde
bulunabilmektedirler. Clancey (1994: 84) yaptığı araştırmada yaşlıların gençlere göre televizyonla daha ilgili olmasına karşın maruz
kalma durumlarının çoğunda izleyicilerin farklı
aktivitelerle uğraştıklarını bulmuştur. Örneğin
% 26’sının yemek yediğini veya bir şeyler
atıştırdığını, % 22’sinin kitap okuduğunu, %
19’unun konuştuğunu, % 14’ünün ufak tefek
ev işleri ile uğraştığını, % 8’inin çocuklarla
ilgilendiğini, % 6’sının ise ev ödevi/yazı yazmak ile uğraştığını tespit etmiştir.
Reklamdan kaçınma davranışı reklam aralarında daha belirgin hale gelmektedir. İzleyicilerin
% 61’i programlar arası reklam kuşağında
kanal değiştirmekte, % 46’sı program içi reklam aralarında kanal değiştirmektedir (Moriarty
ve Everett 1994: 350). Moriarty ve Everett
(1994: 351) reklam arasında izleyicilerin
%27’sinin reklamı görmezden geldiğini,
%17’sinin odayı terk ettiğini, % 14’ünün aralarında konuştuğunu, % 23’ünün kanalı değiştirdiğini, % 8’inin televizyonun sesinin kıstığını
belirtmektedir. Ayrıca reklam izleme sırasında
da kanalın değiştirilmesi söz konusudur. Başka
bir deyişle, izleyiciler reklamdan, reklam arasını izlerken de kaçınabilmektedirler (Zufryden
ve ark. 1993: 61). Kanal değiştirme davranışı
daha çok program aralarında olmaktadır. Genellikle reklamdan kaçınma davranışı olarak
kanal değiştirme, programın başında ve sonunda gerçekleşmektedir (Kaplan 1985: 10). Kısaca ifade etmek gerekirse, TV reklamları esnasında tüm kaçınma biçimleri belirgin biçimde
artmaktadır. Çünkü izleyiciler reklam aralarını
başka şeyler ile ilgilenmek için değerlendirmektedirler (Speck ve Elliott 1997: 62).
Gazete için okuyucular reklamı görmezden
gelerek gazete sayfalarındaki reklamlara dikkatlerini vermeyebilirler (bilişsel), reklam olan
sayfaları okumadan çevirebilirler (davranışsal).
Bu anlamda gazetede mekanik strateji uygulanamamaktadır. Tarihsel açıdan bakıldığında
haber içeriği olmayan sayfalardaki reklamlara,
gazete içi sayfalardaki reklamlara, sayfanın
büyük kısmını kapsayan reklamlara ve gazetenin belli içerikteki sayfalarındaki (örneğin
ekonomi sayfası) reklamlara yönelik kaçınmanın var olduğu bilinmektedir (Speck ve Elliott
1997: 62). Gazetede reklamdan kaçınma ile
ilgili en detaylı çalışma Speck ve Elliott’ın
(1997) çalışmasıdır.
Speck ve Elliott (1997) TV, dergi, gazete ve
radyo üzerine yaptığı karşılaştırmalı araştırmada, reklamdan kaçınma bağımlı değişkenini
dört grup bağımsız değişken ile açıklamaya
çalışmıştır. Bu bağımsız değişkenler demografik değişkenler, kullanılan medya ile ilişkili
değişkenler, reklama yönelik algılar ve iletişim
problemleridir. Speck ve Elliott’un (1997)
bulgularına göre, en fazla kaçınma televizyonda gerçekleşmekte daha sonra basılı mecra
gelmektedir. Onlara göre bunun en temel sebebi, televizyonun eğlence basının bilgi amaçlı
kullanımıdır. Önemli bir diğer bulgu ise bağımsız değişkenlerin reklamdan kaçınmayı tüm
mecralarda düşük oranda açıklamasıdır (% 26
ile % 37 arasında).
7
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
2. REKLAMDAN KAÇINMAYI
ETKİLEYEN DEĞİŞKENLER
Speck ve Elliott (1997) çalışmalarında reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler olarak
demografik değişkenler, medya ile ilişkili değişkenler, reklama yönelik algılar, iletişim
problemlerini ele almış ve bu değişkenleri dört
mecra (televizyon, gazete, dergi, radyo) için
karşılaştırmışlardır. Bu çalışmada Speck ve
Elliott’un (1997) ele aldığı değişkenlere ek
olarak algılanan reklam kirliliği, başkalarının
varlığı ve zaman odaklılık olmak üzere üç yeni
değişken, reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler olarak da değerlendirilmiştir. Bunun
nedeni, Speck ve Elliott’un (1997) ele aldığı
değişkenlerin incelenen mecralarda reklamdan
kaçınma davranışını düşük oranda açıklamasıdır. Ayrıca Speck ve Elliott’un (1997) çalışmasında yer alan reklama yönelik algılar bu çalışmada reklama yönelik tutum olarak değiştirilmiştir.
a. Demografik değişkenler
Demografik değişkenler bireylerin izleme alışkanlıklarını değerlendirmek için kullanılmaktadır. Ayrıca literatür incelendiğinde demografik özelliklerle reklamdan kaçınma az da olsa
deneklerin odadan ayrılması, gözlerini ekrandan ayırmaları ve reklam kuşağı esnasından
televizyonu görmezden gelmeleri anlamında
ilişkilendirilmiştir.
Speck ve Elliott’a (1997: 63) göre yapılan
çalışmaların çoğu, görmezden gelmenin gelir
ile arttığını vurgulamaktadır. Clancey (1994:
82) daha çok televizyon izleme süresine sahip
olanların daha yaşlı, düşük eğitimli, gelir düzeyi düşük, çalışmayan, çocuksuz kişiler olduğunu raporlamaktadır.
Heeter ve Greenberg, (1985: 15-16) televizyon
reklamlarında kanal değiştirenlerin değiştirmeyenlere göre daha çok genç, erkek ve varlıklı
olduğunu bulmuşlardır ve kanal değiştirenler
ile değiştirmeyenler arasında gelir, eğitim,
medeni durum, evde yaşayan kişi sayısı ve
çocuk sayısı açısından fark bulunmadığını
raporlamışlardır. Irk, reklamlarda kanal değiştirmekle bağlantılı bir değişken olarak bulunmamıştır (Danaher 1995: 42). Reklamdan kaçınma ve kanal değiştirme davranışlara ilişkin
8
demografik özellikler ağırlıklı olarak televizyon mecrasında çalışılmıştır, diğer mecralarda
bu çalışmalar oldukça azdır.
Gazete söz konusu olduğunda daha genç okuyucular ve erkekler genel haber sayfalarında
daha az reklam görme eğilimi içerisindeyken,
ırk, gelir ve eğitim gazetede farklılık göstermemektedir (Speck ve Elliott 1997: 63).
Speck ve Elliott (1997) karşılaştırmalı çalışmalarında demografik değişkenlerin reklamdan
kaçınma üzerindeki etkisi incelendiklerinde
televizyon mecrasında yaş (ters ilişki) ve gelirin anlamlı iken, gazetede yaş ve eğitimin
anlamlı olduğunu bulmuşlardır. İki temel değişken olan yaş ve gelir hem basılı medyada
hem de yayın medyasında reklamdan kaçınma
ile anlamlı bir ilişki içerisindedir. Daha yaşlı
okuyucular gençlere göre daha fazla gazete
reklamından kaçınma sergilemektedirler. Çünkü daha yaşlı olanlar gençlere göre daha çok
gazete okudukları için reklamdan kaçınma
davranışları o kadar artmaktadır. Bunun ötesinde reklamlara her gün maruz kalan yoğun
okuyucular tekrarlayan reklamları eski bulurlar
ve dolayısıyla bilgi verici olmadıklarını düşünürler. Buna karşılık, gençler radyo ve televizyondaki reklamlarından kaçınmaya yönelik
daha fazla imkan tanıyan teknolojilerin kullanımına ve adaptasyonuna daha yakındır. Yüksek gelir grubuna ait demografik gruplar, dergide, gazetede ve televizyonda anlamlı bir
şekilde reklamdan kaçınmaktadır. Bunun en
temel sebepleri, zengin bireylerin daha fazla
mecraya ulaşabilecek olanaklarının olması ve
gene zengin bireylerin reklamdan kaçınmada
kolaylık sağlayabilecek teknolojileri daha rahat
elde edebilmeleridir (Speck ve Elliott 1997:
73).
Genel olarak değerlendirildiğinde cinsiyet ve
yaş mecralar arasında en belirgin demografik
etkileri üretmektedirler. (Daha genç tüketiciler
ve erkekler reklamdan daha yüksek olasılıkla
kaçınmaktadırlar). Gelir de anlamlıdır fakat
etkisinin yönü değişkendir. Medeni durum ve
ırkın reklamdan kaçınmada etkisi anlamlı değildir (Speck ve Elliott 1997: 64).
Yakın zamanda yapılan bir çalışmada RojasMendez, Davies ve Madran (2009) TV mecrasında reklamdan kaçınmanın mekanik ve dav-
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
ranışsal boyutlarını demografik değişkenler
bazında incelemiştir. Yaptıkları çalışmada
amaçları geçmiş çalışmalarda bulunan çelişkili
sonuçların aksine reklamdan kaçınmayı tahmin
edebilecek daha tutarlı demografik faktörler
bulabilmektir. Bunun için İngiltere, Şili ve
Türkiye’yi içine alan kültürler arası bir çalışma
gerçekleştirmişlerdir. Buldukları belirgin sonuçlar arasında; erkeklerin daha fazla mekanik
kaçınma biçimlerini tercih ederken, kadınların
davranışsal kaçınma biçimlerini tercih ettiklerini, daha eğitimli insanların daha fazla davranışsal kaçınmada bulunduklarını, evde yaşayan
kişi sayısının ve yaşın bazı ülkelerde TV reklamlarından kaçınmayı açıklarken bazılarında
anlamsız olduğunu ve davranışsal kaçınmayı
tahmin etmekte ülke farklılıklarının önemli
olduğunu bulmuşlardır.
b. Zaman Odaklılık
Zaman odaklılık, bir insanın geçmişte, şu anda
veya gelecekte yer alan belirgin bir zaman
dilimine yoğunlaşması, ona önem addetmesi ve
bunu tutarlı bir şekilde referans çerçevesi şeklinde kullanma eğilimi olarak ifade edilebilir.
(Rojaz-Mendez ve Davies 2005: 35). RojazMendez ve Davies (2005) kişinin geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek odaklı olmasının, o
kişinin belli bir nesne hakkındaki inanışlarını
etkilediğini, bu inanışların da reklama yönelik
genel bir tutum oluşturduğunu ve bu üç değişkenin ise reklamdan kaçınmayı etkilediğini
savunmaktadır. Rojaz-Mendez ve Davies
(2005) yaptıkları çalışmada geçmiş odaklılığın
reklamın tüketimi tetiklediği hakkındaki inançlar ile pozitif ilişki içinde olduğunu, şimdiki
zaman odaklılığın reklamın kişinin hayatında
önemli bir rol oynadığına ilişkin inançlar ile
pozitif ilişki içinde olduğunu ve gelecek odaklılığın reklamın kişinin hayatında pozitif rol
oynadığına ilişkin inançlar ile pozitif ilişki
içinde olduğunu destekler kanıtlar bulmuşlardır.
c. Reklama Yönelik Tutum
Reklama yönelik tutum araştırmalarının iki ana
konusu vardır. Birincisi, bir reklama yönelik
tutum (Aad), diğeri ise genel olarak reklama
yönelik tutumdur. Bir reklama yönelik tutum
(Aad), “belli bir reklam uyaranına, belli bir
maruz kalma süresinde, olumlu ya da olumsuz
anlamdaki tepkilerimizi içeren bir ön duruş”
olarak tanımlanabilir (Lutz 1985: 46). Genel
olarak reklama yönelik tutum ise “genel olarak
reklama yönelik, süreklilik arz eden olumlu ya
da olumsuz anlamdaki tepkilerimizi içeren
öğrenilmiş bir ön duruş” olarak tanımlanabilir
(Lutz 1985: 53). Genel olarak reklama yönelik
tutum kavramının, bir reklama yönelik tutum
(Aad) kavramından daha geniş bir kavram olduğu aşikardır. Aynı zamanda, Aad kavramının,
spesifik bir reklama, özellikle belirgin bir araçtaki reklama maruz kalma ile ilgili olduğu
anlaşılmalıdır. Aad, tüketicilerin genel olarak
reklama yönelik tutumları ile ilişkili değildir
(Lutz 1985: 46). Tersine, genel olarak reklama
yönelik tutumlar bir medya konsepti olarak
reklama yönelik genel tutumlar ile ilişkilidir.
Bu çalışmada temel alınan tutum bir reklama
yönelik tutum (Aad) kavramıdır. Televizyon ve
gazetede yer alan reklamlara ilişkin izleyiciokuyucu-dinleyici tutumları, spesifik bir mecradaki reklama yönelik tutum olarak değerlendirilmelidir.
Aad konusundaki ilk çalışmalar reklam içeriğini
hatırlama, yardımsız hatırlama ve tanıma gibi
tüketicilerin bilişsel bilgi süreçlerine odaklanmıştır. Daha sonraları bu alandaki çalışmalar,
gerçek reklam uyaranına tüketicilerin verdiği
duygusal tepkilerin etkilerini ve doğasını araştırmaya başlamışlardır (MacKenzie ve Lutz
1989: 48). Bu odaklanmayı takiben, bu alandaki çalışmalar Aad kavramına, reklamın marka
tutumları ve satın alma eğilimleri üzerindeki
etkilerinin bir aracısı olarak dikkatlerini vermişlerdir (Mitchell ve Olson 1981, Shimp,
1981). Aad kavramının reklama yönelik tepkiler
için önemli bir aracı etkisi olduğu keşfedildikten sonra, araştırmacılar Aad nin içyapılarını
araştırmaya başlamışlardır. Tüm bu çalışmalar
içerisinde Lutz, MacKenzie ve Belch (1983),
Lutz (1985), MacKenzie ve Lutz (1989), Aad
nin etkilerinin doğasını anlamaya çalışmışlar
ve Aad nin öncüllerini keşfetmişler, son olarak
Aad nin bilişsel ve duygusal öncüllerini içeren
kapsamlı bir kavramsal model geliştirmişlerdir.
Lutz, MacKenzie ve Belch (1983) tarafından
ortaya konan ve daha sonra Lutz (1985), tarafından geliştirilen modelin ana özellikleri şunlardır. (1) Aad ile ilişkili geçmiş modellerin
organizasyonel çatılarının açık bir şekilde açıklanması, (2) marka tutumu gibi Aad nin de Ayrıntılı Olasılıklandırma Modelinde (Elaboration
9
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Likelihood Model-ELM) yer alan merkezi ve
yan rotalar aracılığı ile açıklanabileceği savı,
(3) Aad nin beş öncül değişkeni (reklam güvenilirliği, reklam algısı, reklam verene yönelik
tutum, genel olarak reklama yönelik tutum ve
duygusal durum) ile ilişkili olan nedensel yapılar hakkındaki tartışmalar.
dir. Schlosser, Shavitt ve Kanfer (1999) bulguları internet reklamlarına yönelik tutumlardaki
varyansın % 43’ünün reklam yararı faktörünce
açıklandığını göstermektedir. Daha önemlisi,
Ducoffe’nin (1996) sonuçlarına paralel olarak
eğlence unsuru internet reklamlarına yönelik
tutumların belirleyicisi konumundadır.
Lutz (1985), Lutz, MacKenzie ve Belch’in
(1983) modelini daha da genişletmiştir. Bu
genişletme çalışması; her bir öncül değişken
sınıfının tam bir tartışmasını, geçmiş çalışmalar
ile bu çalışmanın ilişkisini, çeşitli öncül değişkenler arasındaki ilişkilerin göz önünde bulundurulmasını ve öncüller arasındaki ilişkileri
değiştirmesi beklenen önemli aracı değişkenlerin belirlenmesini içermektedir.
Brackett ve Carr (2001), Ducoffe’nin (1996)
modelini geliştirmişler, yeni değişkenler olarak
güvenilirlik ve demografik değişkenleri eklemişlerdir. Brackett ve Carr (2001), reklam
değeri ile doğrudan ilişki içinde olan dört öncül
tespit etmişlerdir (bilgi vericilik, eğlence, rahatsız edicilik, güvenilirlik). Ayrıca demografik değişkenlerin reklam değeri ile dolaylı bir
ilişkisi olduğunu bulmuşlardır. Ek olarak,
Brackett ve Carr (2001), bilgi vericilik, eğlence, güvenilirlik ve demografik değişkenlerin
reklama yönelik tutum ile doğrudan ilişkisi
olduğunu bulmuşlardır.
Aad hakkında en son geliştirilen model,
MacKenzie and Lutz (1989) tarafından sunulan
modeldir ve Lutz (1985), Lutz, MacKenzie ve
Belch (1983) tarafından ortaya konan önceki
modeller ile çok benzerdir. Modeldeki temel
düzenleme, reklam algısı üzerinde yapılmıştır.
Geliştirilen modelde reklam algısının belirleyicileri; reklam uyaranın yapım karakteristikleri,
genel olarak reklama yönelik tutum ve reklam
verene yönelik tutum olarak tanımlanmıştır.
Son yıllarda, yeni mecralarda yer alan reklamlara yönelik tüketici tutumları araştırılmaya
başlanmıştır. Online reklamlara yönelik tutumları ölçmeye çalışan çoğu araştırma (Ducoffe
1996, Schlosser ve ark. 1999, Brackett ve Carr
2001, Wang ve ark. 2002), teorik çerçevelerini
daha önce yapılan genel olarak reklama yönelik
tutum araştırmalarından türetmişlerdir.
Ducoffe (1996) önceki çalışmalarına dayandırdığı araştırmasında, algısal öncüller (eğlence,
bilgi içeriği ve rahatsız edicilik), web reklamı
değeri ve web reklamlarına yönelik tüketici
tutumları arasındaki ilişkileri incelemiştir.
Araştırmasında Ducoffe (1996) web reklamlarının genellikle bilgisel ve eğlendirici ve eğlendiricilikten çok bilgisel olduğunu bulmuştur.
Schlosser, Shavitt ve Kanfer (1999), internet
reklamlarına yönelik tutum (IA) ile birkaç
inanç boyutu arasındaki ilişkileri incelemişler
ve beş faktör tanımlamışlardır. Bunlar: Reklam
yararı (Bilgilendirici, eğlendirici ve karar vermede kullanışlılık), küçük düşürücü durumlar,
güven, fiyat algısı ve hukuksal düzenlemeler10
Wang ve ark. (2002) Ducoffe (1996) ve
Brackett ve Carr’ın (2001) modellerine dayanan internet reklamlarına yönelik tutumlara
ilişkin bir model önermişlerdir. Wang ve ark
(2002) modelinin temel farklılığı, reklam değeri ile reklama yönelik tutumu ilişkilendirmemesidir. Ayrıca, Wang ve ark. (2002) internet
ortamının biricik ve yeni karakteristiklerinden
dolayı modellerine etkileşim ve güdüyü eklemişlerdir.
d. İletişim Problemi
Reklam tarafından yaratılan iletişim problemleri, reklamdan kaçınmayı da beraberinde getirebilir (Speck ve Elliott’un 1997). Shannon’un
(1949) İletişimin Matematiksel Kuramı, (Bilgi
Kuramı -information theory- olarak da bilinmektedir) iletişim sürecinde gürültünün rolünü
açıklamaktadır. Kuramda gürültü, kaynağın
sinyale eklemediği ancak bir şekilde sinyale
eklenen herhangi bir şey olarak tanımlanmaktadır. Gürültü birçok şekilde oluşabilir. Bilgi
kuramı terminolojisinde telefon, radyo, televizyon veya filmdeki sesin bozulması, televizyonda görüntünün bozulması ya da kesintiye uğraması gürültü olarak adlandırılabilir (Severin
ve Tankard 2001: 53).
Bu anlamda reklam belirgin bir gürültü kaynağıdır ve Speck ve Elliott (1997) reklamla alaka-
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
lı 3 tür iletişim probleminden söz eder. Reklamlar bir insanın medya içeriğini araştırmasını
engelleyebilir (Search Hinderence), reklamlar
medya içeriğine yoğunlaşan bir kişinin ilgisini
dağıtabilir (Distract) ve reklamlar insanın medya içeriğine yönelme hevesini kırabilir
(Disrupt).
Reklamların sayısı, boyutu veya pozisyonu
tercih edilen medya içeriğinin bulunmasını
veya tanımlanmasını zorlaştırdığı zaman kişinin istediği medya içeriğini aramasını engeller.
Örneğin bir televizyon kanalı reklam arasında
iken, yayında olan TV programının ne olduğu
bilinemez ve izleyici tarafından değerlendirilemez. Reklamlar, reklam dışı içerik ile karıştığında veya bu içeriği perdelediğinde medya
kitlesinin ilgisini dağıtabilir. Bir televizyon
programı esnasında ekranın alt kısmında akan
bant ya da çerçeve reklamlar, izleyicilerin
dikkatini çeker ve izleme deneyiminin kalitesini azaltır. Reklamlar, bir kişinin tercih ettiği
medya içeriği okumasını, seyretmesini ve dinlemesini durdurma zorunda bırakıyorsa, bu
kişinin arzu ettiği medya içeriğine maruz kalma
hevesini tümden kırıyor demektir. Reklam
araları medya kitlesinin izleme-okuma-dinleme
hevesinin kırılmasının en belirgin örneğidir
(Speck ve Elliott 1997: 65) Birçok insan reklam aralarının medya içeriğine maruz kalmaya
yönelik heves kırıcı olduğunu iletmektedir.
Özellikle bu durum medya içeriğine yönelik
ilginin yüksek olduğu durumlarda daha da
artmaktadır. Medya içeriğine maruz kalmaya
yönelik hevesin veya istediğin kırılması basılı
mecralarda daha azdır çünkü okuyucular reklama maruz kalma süresini kontrol edebilirler
(Elliott ve Speck 1998: 31).
Bazı iletişim problemleri medya sınıflarına
göre değişiklik gösterebilir. Örneğin yayın
medyasına yönelik reklamlar daha çok izleyicinin medya içeriğine maruz kalma hevesini
kırarken, basılı reklamlar daha çok okuyucu
kitlenin ilgisini dağıtabilirler. Hangi mecranın
hangi iletişim problemine daha çok yol açacağı, farklı düzeylerde reklamdan kaçınmanın
oluşmasına yol açabilir (Speck ve Elliott 1997:
65).
İletişim problemlerine yönelik olarak 1997’de
yaptıkları çalışmada Speck ve Elliott’un bulguları şu şekildedir; ortaya konan üç iletişim
problemi reklam kaçınma düzeylerini arttırmakta ve üzerinde araştırma yapılan dört mecra
için genellenebilir olma özelliğine sahiptir. Üç
iletişim problemi reklamdan kaçınmayı mecralara göre değişen bir biçimde etkilemektedir.
Aramayı engelleme, üzerinde araştırma yapılan
dört mecradaki reklamdan kaçınmayı arttırmaktadır. Belirgin bir şekilde reklamlar, reklamla ilgisi olmayan içeriğin (gazete-dergi
makaleleri, televizyon programları, radyo kanalları) bulunmasını daha zor hale getirmektedir. Medya içeriğine maruz kalmada hevesin
kırılması sadece yayın medyasında yer alan
reklamdan kaçınmayı anlamlı şekilde etkilemektedir. Yayın medyasını kullananlar reklam
kesintilerinin zamanlaması ve uzunluğu üzerinde çok az bir kontrole sahiptirler. Normal
izleme ve dinleme daha çok pasif bilişsel süreçler olduğu için, insanların reklamdan kaçınmak için geçici olarak aktif bir duruma
geçmeleri gerekmektedir. Pasif durumdan aktif
bilgi işleme sürecine geçiş insanları reklamdan
kaçınma konusunda daha bilinçli veya uyanık
hale getirmektedir. Buna karşılık basılı mecrada süreç çok daha aktiftir, maruz kalma daha
gönüllü gerçekleşmektedir ve basılı reklamlar
daha faydalıdır. Çalışmada, ilginin dağılma
etkisi sadece radyoda etkin bir şekilde bulunmuştur. Radyoda etkinin bu şekilde ortaya
çıkmasındaki temel sebepleri kanal değiştirme
bedeli ve ilginlik düzeyi ile açıklanabilir. Radyoda kanal değiştirmek televizyona göre daha
az düşünce ve bedel gerektiren bir eylemdir,
çünkü insanlar radyolarında program içerikleri
birbirine benzer kanallarını ayarlarlar. Bunun
karşısında bir televizyon kanalını değiştirmek
daha fazla düşünce gerektirir çünkü programın
bir bölümünü kaçırma riski olabilir. Televizyon
ile özdeşleşen kanal değiştirmenin yüksek
bedeli, ilginin dağılma etkisi ile reklamdan
kaçınma ilişkisini zayıflatmaktadır. Burada
değinilmesi gereken diğer bir konu da radyo
dinlemenin düşük ilginlikle alakalı bir durum
olmasıdır. Reklamverenler radyoda reklamlara
dikkati çekebilmek için yükselen ses, hızlı
konuşma veya alışılmadık sesler gibi stratejilere başvururlar, bunun sonucunda radyoda reklam içeriği ile reklam dışı içerik arasındaki fark
diğer mecralara göre daha büyük olmaktadır ve
reklamların bu anlamda radyoda ilgi dağıtma
etkisi daha fazla hissedilebilmektedir. Araştırmada basılı medyada reklamdan kaçınma ile
ilginin dağılması arasında bir ilişki bulunma11
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
mıştır. Okuyucu okuduğu içeriğe odaklandığından ve aktif bir reklamdan kaçınma süreci
devrede olduğundan, basılı mecrada haber
metinlerine yakın reklamların bir problem
yaratmadığını ya da ilginin dağılma etkisini
ortaya çıkarmadığını düşünmek mümkündür
(Speck ve Elliott 1997: 72-73).
Elliot’un bulguları literatür ile paralellik göstermektedir, yani yoğun şekilde radyo ve televizyon kanalını izleyen ve dinleyen insanlar
daha az kanal izleyen ve dinleyenlere göre
daha fazla reklamdan kaçınacaklardır. Açıkça
daha fazla seçeneği olanların reklamları atlamak veya kanal değiştirmek için daha fazla
nedenleri olacaktır (Speck ve Elliott 1997: 73).
e. Medya İle İlişkili Değişkenler
f. Algılanan Reklam Kirliliği
Speck ve Elliott (1997) yaptıkları çalışmada
dört medya sınıfına (televizyon, radyo, dergi,
gazete) yönelik karşılaştırılabilecek üç tane
medya değişkeninden söz etmektedir. Bunlar;
medya kullanım miktarı, bir mecraya yönelik
tutum ve medya kullanım genişliğidir. Medya
kullanım genişliği bir mecra içerisinde ne kadar
çok çeşitte, sözgelimi televizyonda ne kadar
çok kanala maruz kalındığının göreceli ifadesidir. Burada Speck ve Elliot’un (1997) üzerinde
durduğu nokta reklamdan kaçınma eğiliminin
veya isteğinin kişinin medyaya yönelik tutum
ve deneyimine göre değişip değişmediğini
anlamaktır.
Speck ve Elliot’un (1997) aktardığına göre
yapılan televizyon araştırmalarında reklamdan
kaçınmanın medya kullanım miktarı ile ilişkili
olmadığını ortaya koymaktadır, fakat Clancey
(1994) yoğun televizyon kullanıcılarının reklam aralarında gözlerini ekrandan ayırmamaya
daha eğilimli olduklarını vurgulamıştır.
Yine Speck ve Elliot’un (1997) aktardığına
göre yapılan çalışmalar reklamdan kaçınma ile
bir mecraya yönelik tutum arasında anlamlı bir
ilişki olmadığını ortaya koymaktadır. Son
olarak reklamdan kaçınma ve medya kullanım
genişliğini araştıran çalışmaların sonuçları
incelendiğinde birçok radyo ve televizyon
kanalına maruz kalan insanların, daha az radyo
ve televizyon kanalına maruz kalan insanlara
göre daha fazla kanal değiştirme eğilimi içerisinde olduğunu bulmuştur (Abernethy,
1991:70).
Speck ve Elliott (1997) yaptıkları çalışmanın
sonunda televizyonda reklamdan kaçınmayı
açıklamada medya kullanım genişliğinin, gazetede ise mecraya yönelik tutumun anlamlı olduğunu bulmuştur. Ayrıca tüm mecralar karşılaştırıldığında en anlamlı değişken medya kullanım genişliğidir. Bu noktada Speck ve
12
Reklam kirliliği bir mecradaki reklamların
yoğun tekrarı ve medya içeriğine maruz kalmada kesinti oluşturmasının bir ifadesidir.
Reklam kirliliği üzerine yapılan önceki araştırmalar, reklam kirliliğini bir mecradaki reklamların düzeyi olarak tanımlamışlardır (Webb
ve Ray 1979, Mord ve Gilson 1985, Brown ve
Rothschild 1993). Elliott ve Speck (1998: 30)
algılanan reklam kirliğini kişinin bir mecradaki
reklamların miktarının fazla olması hakkındaki
inancı olarak tanımlamaktadır. Elliott ve Speck’e
(1998) göre reklam kirliliği değerlendirilirken,
bir mecradaki reklam miktarı hem fazla olmalı
hem de rahatsız edici olmalıdır.
Reklamcıların inancına göre, reklam kirliliği ile
etkilenmiş bir medya ortamında bulunmak reklamların daha az ilgi çekmesine neden olacaktır.
Bunun birinci nedeni, tüketiciler reklamlardan
rahatsızlık duyacaklar ve reklamdan kaçınacaklardır. İkinci olarak, sınırlı hafızaları nedeni ile
eğer reklamlar belirgin zamanda çok fazla gösterilir ise hatırlama güçlüğü çekeceklerdir (Ha ve
McCann 2008).
Elliott ve Speck (1998) 946 tüketici üzerinde
yaptıkları bir araştırmada reklam kirliğinin etkilerini incelemişlerdir. Araştırmalarında 6 mecrayı
(Televizyon, radyo, dergi, gazete, sarı sayfalar ve
doğrudan posta) baz almışlardır. Elliott ve
Speck’in (1998) bulgularına göre televizyon ve
doğrudan posta en yüksek reklam kirliliğine
sahip mecra olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca algılanan reklam kirliliği tutumlar ile daha az ilişki
içinde iken reklamdan kaçınma ile daha yüksek
ilişki içerindedir.
İspir ve Suher (2009) televizyon, gazete, mobil
reklamcılık ve internet üzerine yaptıkları bir
araştırmada, en yüksek algılanan reklam kirliğine
sahip mecra olarak interneti, sonra sırası ile televizyon, mobil reklamcılık ve gazeteyi tespit
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
etmişlerdir. Ayrıca reklamdan kaçınma davranışı
en çok internette daha sonra sırası ile mobil reklamlarda, televizyon ve gazetede ortaya çıkmaktadır. İspir ve Suher (2009) bulgularına göre
reklam kirliliği reklamdan kaçınmayı etkileyen
önemli bir değişkendir.
g. Başkalarının Varlığı
Belirgin durumsal değişkenler tüketici davranışını etkilemektedir. Belk (1975: 159) bu durumsal değişkenleri 5 başlık altında incelemektedir. Bunlar: coğrafik konumu, dekoru, sesi,
ışığı, iklimlendirmeyi içeren fiziksel çevre;
başkalarının varlığını, başkalarının kişiliğini,
rollerini içeren sosyal çevre; günün belli saatinden yılın belli bir dönemine kadar genişleyebilen birimleri ve alışveriş için zamanın
bulunmasını içeren geçici bakış açısı; özel
durumlar için alışverişi içeren görev tanımı;
anlık ruh halini (memnuniyetlik, düşmanlık,
endişe gibi) ve anlık koşulları (elinde para
bulundurmak, yorgunluk, hastalık gibi) içeren
öncül durumlardır.
Reklamdan kaçınmayı açıklayan değişkenler
olarak psikolojik değişkenler çok az ele alınmıştır. West, Prendergast ve Cheung (2008)
başkalarının varlığı ve algılanan zaman baskısı
değişkenlerinin psikolojik değişkenler olarak
kullanılabileceğini savunmaktadır. Başkalarının varlığı ve algılanan zaman baskısı pasif
faktörler olarak değerlendirilebilir çünkü belirli
derecede bu değişkenler izleyicinin kontrolünün dışındadır. Bu gibi pasif faktörler etkili ise
tüketiciler reklamdan kendi istedikleri için
kaçınmazlar ancak çevreleri onları reklamdan
kaçınmaya zorlayabilir (West ve ark. 2008: 4).
Başkalarının varlığı değişkeni, kişilerin reklama dikkat etmekten çok etrafındaki arkadaşları
ya da ailesinin iletişime geçme niyetinin genel
bir ölçümü olarak hizmet edebilir. Başkalarının
varlığı değişkenin etkisi, kişinin çevresindeki
diğer kişiler ile olan yakınlık derecesinden
etkilenebilir. Teoride, arkadaşlara ya da aileye
daha çok ilgi göstermek reklama gösterilecek
ilgiden daha önceliklidir ve bu öncelik kişilerin
neden reklamdan kaçındığının bir açıklaması
olabilir (West ve ark. 2008: 4). Başkalarının
varlığı, daha çok televizyonda reklamdan kaçınmada etkilidir. Çünkü basılı mecra daha çok
odaklanma gerektirmektedir. Kişiler bir yandan
gazete okurken diğer yandan yanındaki kişi ile
konuşamazlar. Bu yüzden başkalarının varlığı
basılı medya için geçerli bir değişken değildir
(West ve ark. 2008: 4). Buradan hareketle
West, Prendergast ve Cheung (2008) araştırmalarında radyo ve televizyonda reklamdan kaçınma için başkalarının varlığının anlamlı bir
değişken olduğunu bulmuşlardır.
3. ÇALIŞMANIN AMACI
Bu çalışmanın amacı reklam harcamalarına
göre belirlenen iki ana mecrada (televizyon ve
gazete) reklamdan kaçınmayı belirleyen değişkenlerin etkilerini tespit etmek ve bu etkilerin
mecraya göre farklılaşıp farklılaşmadığını
anlamaktır. Bu amaçtan hareketle aşağıdaki
araştırma sorularının cevapları aranmıştır.
a. Hangi mecra en yüksek reklamdan kaçınma
düzeyine sahiptir?
b. Reklamdan kaçınmayı etkileyen değişkenler
(demografik özellikler, zaman odaklılık, reklama yönelik tutum, iletişim problemi, medya ile ilişkili değişkenler, algılanan reklam
kirliliği başkalarının varlığı) içinde hangisi
en yüksek etkiye sahiptir?
c. Reklamdan kaçınmayı belirleyen değişkenlerin etkileri mecralara göre değişmekte midir?
4. YÖNTEM
Yukarıda belirlenen araştırma sorularının cevaplarını verebilmek için veri toplama aracı
olarak yüz yüze anket yöntemi kullanılmıştır.
Anket, Eskişehir ve İstanbul’da kolayda örnekleme yöntemi ile 600 kişiye uygulanmıştır.
Anketler belli yerlerde katılımcılara verilmiş ve
anketi cevaplamaları istenmiştir. 600 anketin
tümü, anketin yapıldığı yerlerde geri toplanmıştır. Ancak, 73 anket hatalı ya da eksik cevaplandığından analiz dışında bırakılmıştır.
Oluşturulan anket formunun ön testi Eskişehir
Anadolu Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesinde 50’şer öğrencinin katılımı ile yapılmıştır. Ön test sonuçlarına göre anket formunda
gerekli düzeltmeler yapılmıştır.
Araştırmanın amacına uygun olarak bu çalışmada 7 bağımsız değişken (reklamdan kaçın13
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
mayı belirleyen değişkenler) ve bir bağımlı
değişken (Reklamdan kaçınma) vardır. Bu
yüzden anket formu bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ölçümünü içeren bölümlerden oluşmaktadır.
a. Bağımsız Değişkenler
Bağımsız değişken olarak ölçülen değişkenler
şunlardır: Demografik özellikler, zaman odaklılık, reklama yönelik tutum, iletişim problemi,
medya ile ilişkili değişkenler, algılanan reklam
kirliliği, başkalarının varlığı.
sayısı, medeni durum, çalışma durumu, eğitim
verileri toplanmıştır. Cinsiyet, medeni durum
ve çalışma durumu sınıflamalı, diğer demografik veriler oranlı ölçektedir.
Zaman odaklılık değişkeni için 9 ifadeden
oluşan Rojaz-Mendez ve Davies’in (2005)
kullandığı 7’li Likert (7-kesinlikle katılıyorum,
1-kesinlikle katılmıyorum) ölçek kullanılmıştır.
Ölçek, zaman odaklılığın 3 boyutunu (geçmiş,
şimdiki zaman, gelecek) 3’er ifade ile ölçmektedir. Ölçeğin geçerliliği ve güvenilirliği için
Faktör analizi yapılmıştır. Faktör analizi sonuçları Tablo 1’de görülmektedir.
Demografik değişkenler olarak yaş, cinsiyet,
ailenin toplam aylık geliri, evde yaşayan kişi
Tablo 1. Zaman Odaklılığı Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları
İfade
8
4
3
2
1
6
9
7
5
Faktörler
Gelecek Odaklılık
Gelecekte neler yapacağım hakkında
düşünmeyi severim
Son zamanlarda, gelecekte neler yapacağım hakkında daha sık düşünüyorum
Başarı için geleceğe bakarım
Şimdiki Zaman Odaklılık
İçinde bulunduğum zamanda daha çok o
anla ilgilenirim
Bugün için yaşarım
Şu anda ne olduğuna daha fazla dikkat
vermek en iyisidir
Geçmiş Odaklılık
Kişinin aile geçmişini bilmesi önemlidir
Çevremdeki yaşlı insanların eski
günlerden konuşmalarını dinlemek
hoşuma gider
Geçmişte neler olduğunu anlamak çok
önemlidir
Öncelikle verinin faktör analizine uygunluğunu
test edilmiştir. Kaiser-Meyer-Oklin değeri
0,64’dür. Kaiser-Meyer-Oklin değeri gerekli
değer olan 0,60’ın üzerindedir. Barlet testi ise
anlamlıdır. (X2=656,332, sd=36 p<0.05)
(Tabachnick ve Fidell 2007). Ortak varyansı
0,40’ın altında olan ifade bulunmaktadır. 9
ifadenin tümü faktör analizinde yer almıştır.
Faktör analizi sonucunda özdeğeri 1’in üzerinde olan 3 faktör bulunmuştur. Bulunan faktörler toplam varyansın sırası ile % 24,9, % 19,1
ve % 12,6’sını açıklamaktadır. Bu üç faktör
14
Ortalama
Faktör
Yükü
5,77
0,77
5,72
0,74
5,57
0,74
4,72
0,82
3,72
5,01
0,73
0,68
5,94
5,39
0,74
0,68
5,75
Özdeğer
%
Varyans
Alpha
2,238
24,9
0,65
1,719
19,1
0,60
1,126
12,6
0,52
0,68
toplam varyansın % 56,5ini açıklamaktadır. Bu
faktörler orijinal ölçekteki gelecek odaklılık,
geçmiş odaklılık ve şimdiki zaman odaklılık
faktörleri ile birebir örtüşmektedir. Güvenilirlik testi için hesaplanan Cronbach’s Alpha
değerleri 0,52 ile 0,65 arasında değişmekte ve
kabul edilebilir oranlardadır.
Reklama yönelik tutumun (Aad) ölçümü için 5
olumlu (ilgi çekici, eğlenceli, bilgilendirici,
inandırıcı, kullanışlı) 2 olumsuz (öfkelendirici,
zaman kaybı) ifade kullanılmıştır. Ölçüm için
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
7’li Likert ölçek kullanılmıştır. (7-ilgi çekici, 1ilgi çekici değil).
televizyon hem de gazete için katılımcıların
genel tutumları sorulmuştur.
İçeriği araştırmanın engellenmesi (Search
Hinderence), ilginin dağılması (Distract) ve
medya içeriğine yönelme hevesinin kırılması
(Disrupt) iletişim problemini oluşturmaktadır.
Her bir mecra için (televizyon ve gazete) bu
iletişim problemlerine yönelik Speck ve
Elliott’un (1997) çalışmasında kullandığı senaryolar 7’li Likert ölçek kullanılarak bu çalışmaya uyarlanmıştır.
Algılanan reklam kirliği için hem miktar hem
de miktarın rahatsız edici olması sorgulanmıştır
(Elliott ve Speck 1998). Algılanan reklam miktarını için 7’li Likert ölçek kullanılmıştır. (TV’deki
/gazetedeki reklam miktarı haddinden fazladır/
haddinden fazla değildir). Rahatsız edicilik için
algılanan reklam miktarının rahatsız ediciliği 7’li
Likert ölçek ile sorgulanmıştır. (TV’deki/ gazetedeki reklam miktarı rahatsız edicidir/rahatsız
edici değildir). Algılanan reklam kirliğini tespit
etmek için bu iki değişkene verilen cevaplar
birbiri ile çarpılmıştır (Elliott ve Speck 1998:
33). Buna göre algılanan reklam kirliliği değişkeni 1 ile 49 arasında bir değer alacaktır. Yüksek
değer yüksek reklam kirliğine işaret edecektir.
İçeriği araştırmanın engellenmesi için “televizyonda izleyecek bir şeyler ararken reklam kuşağı yayınlanan programın ne olduğunu anlamamı zorlaştırır/zorlaştırmaz” “bir gazete birkaç tam sayfa reklam ya da reklam ekleri içeriyorsa, bu reklam malzemeleri gazeteyi okumamı zorlaştırır/zorlaştırmaz” senaryoları
kullanılmıştır.
İlginin dağılması için “TV izlerken ekranın
altında çıkan reklam bantları ya da sanal reklamlar izlediğim programa olan ilgimi dağıtır/dağıtmaz”, “gazetede okuduğum yazı reklamlar ile çevrelendiğinde bu durum okuduğum
yazıya olan ilgili dağıtır/dağıtmaz” senaryoları
kullanılmıştır.
Medya içeriğine yönelme hevesinin kırılması
için “televizyon izlerken verilen reklam araları
TV izleme hevesimi kırar/kırmaz”, “gazete
okurken sayfaların büyük bölümünün reklam
içermesi okuma hevesimi kırar/kırmaz” senaryoları kullanılmıştır.
Medya ile ilişkili değişkenleri medya kullanım
miktarı, bir mecraya yönelik tutum ve medya
kullanım genişliği oluşturmaktadır. Medya
kullanımda katılımcıların günde ortalama kaç
saat TV izledikleri ve haftada ortalama kaç gün
gazete okudukları verisi toplanmıştır. Medya
kullanım genişliğinde kişilerin her bir mecrada
farklı alternatifleri kullanım durumları 7’li
Likert ölçek ile toplanmıştır. (7-kesinlikle katılıyorum, 1-Kesinlikle katılmıyorum) sorgulanmıştır. Televizyon için pek çok farklı televizyon kanalını izleme ve gazete için pek çok
farklı gazete okuma durumları sorgulanmıştır.
Bir mecraya yönelik tutum için katılımcılar
mecraya yönelik genel tutumları sorulmuştur.
7’li Likert ölçek ile (7-olumlu, 1-olumsuz) hem
Başkalarının varlığı sadece televizyon için geçerli bir faktördür. Başkalarının varlığı değişkenin
ölçümü bir senaryo oluşturulmuştur. (Ailem ya
da arkadaşlarım ile TV izlerken reklam araları
onlar ile konuşmak için bir fırsattır/bir fırsat
değildir). 7’li Likert ölçek kullanılmıştır.
b. Bağımlı Değişken
Her bir mecra için reklamdan kaçınma üç tür
kaçınmanın
birleştirilmesi
ile
operasyonelleştirilmiştir. Bunlar reklamları
görmezden gelmek (ignoring ads), reklam
içeren sayfayı çevirmek veya kanalı değiştirmek (flipping past ads) ve reklamları elemektir
(eliminating ads) (Speck ve Eliot 1997: 67-68).
Görmezden gelmek, insanların bir reklama
maruz kaldıkları zaman başka şeylerle ilgilendiklerinde meydana gelir. Yayın medyasında
insanlar konuşma veya yemek yeme gibi izleme dışındaki başka aktivitelere yoğunlaşmaktadırlar. Bu anlamda tüm reklam kuşağını görmezden gelebilirler, mecrada dolaşırlar ve
reklam kuşağı bitince tekrardan dikkatlerini
ilgilendikleri içeriğe verirler. Basılı medyada,
insanlar mecradaki başka içeriklerle ilgilenirler. Reklamları görmezden gelmeyi ölçmek için
şu sorular sorulmuştur; Televizyon mecrası için
“Reklam kuşağı başladığında görmezden gelirim, dikkatimi vermem”, “Reklam süresince
TV’nin sesini kısarım”, Gazete mecrası için
“Çoğunluğu reklam içeren gazete sayfalarına
şöyle bir bakarım, okumam” ve “Gazete rek-
15
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
lamlarını görmezden gelirim” (Speck ve Eliot
1997: 67).
Aynı zamanda reklamdan kaçınma, kişinin
mecrada diğer içerikleri ararken reklamları
atlaması veya geçmesi şeklinde de olabilir.
Medya içeriğini arama esnasında kişiler birçok
reklamı sayfaları çevirerek veya kanalları değiştirerek geçer. Reklamların atlanmasını ölçmek için şu sorular sorulmuştur; Televizyon
mecrası için “İzleyecek program ararken reklam olan kanalları atlarım”, gazete mecrası için
“Çoğunluğu reklam içeren gazete bölümlerini
atlarım, okumam” (Speck ve Eliot 1997: 68).
Reklamları elemek, onları atlayarak geçme
davranışına göre çok daha fazla düşünce ve
bilinç gerektirmektedir. Reklamları atlamanın
temel güdüleyicisi araştırma iken, reklamların
elenmesindeki temel güdüleyici kaçınmadır.
Yayın medyasında reklamın elenmesi daha çok
kanalların değiştirilmesi ile ilgiliyken, basılı
medyada kişinin mecrayı kullanmasını engelleyen reklam eklerinin veya reklam olan bölümlerin elenmesini kapsamaktadır. Kanal değiştirmek veya bir ekin ortadan kaldırılması birbiriyle karşılaştırılabilir olmasa bile, her iki durumda tüketiciler belirli reklamları algı alanlarından kaldırmak için belli eylemler içerisine
girerler. Reklamların elenmesini ölçmek için şu
sorular sorulmuştur; Televizyon mecrası için
“Reklamlar süresince TV kanalını değiştiririm
(zaplarım)”, gazete mecrası için “Bir gazeteyi
okumadan önce reklam eklerini atarım” (Speck
ve Eliot 1997: 68).
Tüm reklamdan kaçınma ölçekleri 7’li Likert
ölçeğindedir. (7-Her zaman, 1-Hiçbir zaman).
Ölçeklerin güvenirlilik değerleri televizyon için
0,82, gazete için 0,88’dir. İfadeler arası korelasyon değerleri televizyon için anlamlı ve 0,29
ile 0,65 arasında, gazete için anlamlı ve 0,58 ile
0,75 arasındadır. Bu verilere göre 9 ifadeden
oluşan ifadeler içsel tutarlılık göstermektedir,
dolayısıyla ilgili mecrayı ölçen ifadelerin hepsinin genel ortalaması alınarak reklamdan kaçınma değişkeni regresyon analizine sokulmuştur
Bu çalışmada veri analizi için hiyerarşik regresyon kullanılmıştır. Hiyerarşik regresyon
genellikle açıklayıcı bir yaklaşım için kullanılmaktadır. Hiyerarşik regresyonun bu çalış16
mada kullanılma amacı her bir mecrada reklamdan kaçınmayı etkileyen en kuvvetli bağımsız değişkenin bulunmasıdır. Bu yaklaşımda bağımlı değişkeni en iyi açıklayan modeli
belirlemek için, bağımsız değişkenler regresyon eşitliğine belirli bir sırada tek tek sokulur.
Bu şekilde, toplam etkiler tarafından üretilen
değişimin (varyansın) bulunması mümkündür
(Keith 2005: 84)
Hiyerarşik regresyon süreci televizyon için
yedi basamakta gazete için altı basamakta tamamlanmıştır ve her bir mecra (televizyon ve
gazete) için ayrı regresyon analizleri uygulanmıştır. Regresyon analizinin ilk basamağında
demografik özellikler, bunun ardından zaman
odaklılık, medya ile ilgili değişkenler, reklama
yönelik tutumlar, iletişim problemleri, algılanan reklam kirliliği ve son olarak da başkalarının varlığı değişkenleri sırasıyla hiyerarşik
regresyon analizine sokulmuştur. Hiyerarşik
regresyonda bağımsız değişkenlerin analize
sokuluş sırası oldukça önemlidir. Ortak kabul
edilen ve savunulması kolay bir çözüm değişkenlerin önceden varsayılan ya da yaşanılan
zaman içindeki öncelikli oluşum sırasıdır
(Keith 2005: 81).
Speck ve Elliott (1997) reklamdan kaçınmayı
farklı mecralarda açıklamak için yaptıkları
hiyerarşik regresyon analizinde demografik
özellikleri ilk sırada, bunun arkasından sırasıyla medya ile ilişkili değişkenleri, reklama yönelik algılar ve en sonunda da reklamla ilgili
iletişim problemlerini analize sokmuşlardır.
Speck ve Eliott’a (2007: 68) göre bağımsız
değişkenlerin regresyon analizine bu şekilde
sokulmasının arkasındaki mantık; deneklerin
genel özelliklerinden başlayarak, reklam ve
sonuçlarına yönelik belirli inanış durumlarına
doğru hareket etmektir, başka bir deyişle bağımsız değişkenlere yönelik genelden özele
doğru bir sıralama stratejisi uygulanmıştır.
Ayrıca bu sıralama taktiği yeni bağımsız değişkenlerin daha yerleşmiş bağımsız değişkenlerin
reklamdan
kaçınmada
açıklayamadıkları
varyansı ne ölçüde açıklayıp açıklamadığını
göstermektedir. Bu anlamda bakıldığında yapılan analizlerde Speck ve Elliot’un (1997) bağımsız değişkenleri analize sokma mantığı
benimsenmiş ve sıralama bu mantığa göre
yapılmıştır.
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
Bu çalışmada kullanılan demografik değişkenlerden bazıları sınıflamalı ölçüm düzeyindedir.
Bu çalışmada kullanılan sınıflamalı ölçüm
düzeyindeki demografik değişkenler cinsiyet,
medeni durum ve çalışma durumu’dur. Regresyon analizlerinde sürekli ve kategorik değişkenlerin birlikte kullanılması mümkündür.
Kategorik ölçüm düzeyinde olan bir değişken,
1 ve 0 şeklinde kodlanmış kukla değişkenler
yardımıyla ikili kategorik değişken setlerine
dönüştürülerek kullanılabilir (Tabachnick ve
Fidel 2007: 119).
Her bir kukla değişken metrik olmayan bağımsız değişkenlerin bir kategorisini temsil eder ve
“k” sayısındaki kategoriye sahip herhangi metrik olamayan bir değişken “k-1” sayısında bir
kukla değişken tarafından temsil edilebilir
(Hair ve ark. 2009: 177). Örneğin, eğer metrik
olmayan bir değişkenin 6 kategorisi varsa, bu
değişken 5 kukla değişken ile temsil edilebilir.
Buna göre çalışmada cinsiyet değişkeni için
“erkek” kategorisi, medeni durum için “evli”
kategorisi ve çalışma durumu içinse “hayır”
kategorisi 0 olarak kodlanmıştır.
Kukla değişkeleri kodlama sürecinde, her bir
kategorik değişkenden bir kategori veya nitelik
referans grubu olarak seçilmektedir (görmezden gelinen grup her zaman 0 değerini alır).
Referans grupların seçiminde bazı kurallar
vardır. Öncelikle, referans grubu kolay karşılaştırılabilir olmalıdır, ikinci olarak, sonuçların
açık bir şekilde yorumlanabilmesi için, referans
grubu mantıklı bir şekilde tanımlanmalıdır ve
“diğer” gibi artık verilerin biriktiği bir kategori
olmamalıdır. Üçüncü olarak, referans grubun
diğer gruplarla karşılaştırıldığında örneklem
boyutları küçük olmamalıdır. (Cohen ve ark.
2003: 304). Yukarıda değinilen değişkenlere
yönelik referans grupları seçilirken bu noktalara dikkat edilmiştir.
5. BULGULAR
Katılımcıların yaş ortalaması 30,5’dir. %
56,2’si kadın, % 43,8’i erkektir. Katılımcıların
ayılık ortalama geliri 3754,95 TL’dir. Katılımcıların hanelerinde ortalama 3,2 kişi yaşamaktadır. % 34,3’ü evli % 65,7’si bekardır. Katılımcıların % 78,6’sı son bir ay içinde herhangi
bir işte çalışmışlardır. Katılımcıların eğitime
ayırdıkları sürenin ortalaması 15 yıldır. Katı-
lımcıların demografik değişkenlerine ilişkin
bilgiler Tablo 2’de görülmektedir.
Tablo 2. Demografik Değişkenlerin Tanımlayıcı İstatistikleri
N=527
Yaş
Cinsiyet
Toplam Aylık
Aile Geliri
Eğitim
(Eğitimde
Geçirilen
Süre)
Medeni
Durum
Son bir yıl
içinde çalışma
durumu
Evde Yaşayan
Kişi Sayısı
Kategoriler
<= 20
21 - 30
31 - 40
41 - 50
51 - 60
61 - 70
71+
Kadın
Erkek
501 - 2500
2501 - 5500
5501 - 10500
10501 -15500
15501+
<= 5
6 - 10
11 - 15
16 - 20
21 - 25
26+
Evli
Bekar
Evet
Hayır
f
28
305
117
54
17
4
2
296
231
222
223
70
9
3
13
36
234
213
27
4
181
346
414
113
%
5,31
57,87
22,20
10,25
3,23
0,76
0,38
56,17
43,83
42,13
42,31
13,28
1,71
0,57
2,47
6,83
44,40
40,42
5,12
0,76
34,35
65,65
78,56
21,44
<= 2
3-4
5-6
7+
154
299
66
8
29,22
56,74
12,52
1,52
Tablo 3. Mecralara Göre Reklamdan Kaçınma
Mecra
Kaçınma Türü
Televizyon
Reklamdan Kaçınma
Gazete
Görmezden Gelmek
Ortalama
S.
Sapma
4,80
1,33
4,46
1,58
Kanal Değiştirmek
5,66
1,56
Reklamları Elemek
4,71
1,50
Reklamdan Kaçınma
4,21
1,57
Görmezden gelmek
4,28
1,57
Sayfa Çevirmek
5,66
1,56
Reklamları Elemek
5,66
1,56
7-her zaman, 1-hiçbir zaman
17
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Tablo 3, mecra türlerine göre reklamdan kaçınma davranışını göstermektedir. Buna göre
en yüksek reklamdan kaçınma televizyonda
olmaktadır. Kaçınma türleri açısından ise televizyonda en çok kanal değiştirme kullanılmaktadır. Gazeteye bakıldığında ise benzer şeklide
sayfayı çevirmek en çok kullanılan kaçınma
türüdür. Diğer kaçınma türlerinin kullanımı da
yüksek düzeydedir. Televizyon ve gazetede
reklamdan kaçınma ortalamaları arasındaki
fark istatistiki olarak anlamlıdır (t=6,575,
sd=1025,539, p<0,000).
Tablo 4. Bağımsız Değişkenlerin Tanımlayıcı İstatistikleri
Televizyon
Ortalama S. Sapma
Medya İle İlişkili Değişkenlera
Medya Kullanımı *
Medya Kullanım Genişliği*
Tutum
Reklama Yönelik Tutum (Aad) b
İlgi Çekici*
Eğlendirici*
Bilgilendirici*
İnandırıcı*
Kullanışlı*
Öfkelendirici*
Zaman Kaybı*
İletişim Problemi c
Aramanın Engellenmesi*
İlginin Dağılması*
Hevesin Kırılması*
Algılanan Reklam Kirliliği d*
Başkalarının Varlığı e **
Ortalama
Gazete
S. Sapma
2,77
5,13
5,00
1,61
1,92
1,68
5,34
4,28
5,73
1,91
2,02
1,31
4,60
4,21
3,86
3,06
3,31
3,26
4,09
1,68
1,62
1,72
1,60
1,52
1,73
1,92
4,10
3,26
4,43
3,68
3,71
2,71
3,26
1,70
1,63
1,65
1,60
1,60
1,65
1,82
4,47
2,11
4,98
2,00
5,24
1,82
34,45
14,78
4,51
2,10
Ortalama
3,88
4,16
4,08
20,07
2,15
1,94
2,06
13,98
Ölçülmedi
S.Sapma
Zaman Odaklılık f
Geçmiş***
Şimdiki Zaman***
Gelecek***
5,70
4,48
5,68
1,04
1,22
1,10
a
Medya kullanımı televizyon için günlük ortalama izleme saati, gazete için ortalama haftada kaç gün okunduğu,
medya kullanım genişliği birden çok alternatifi kullanma, 7-kesinlikle katılıyorum, 1- kesinlikle katılmıyorum,
Tutum 7-olumlu, 1- olumsuz
b
Olumlu ifadeler için 7-olumlu 1- olumsuz, olumsuz ifadeler için 7-olumsuz 1-olumlu
c
7 ile 1 arasında değişmekte. 7 daha fazla iletişim problemi 1 daha az iletişim problemi
d
1 ile 49 arasında değişmekte. Yüksek değer yüksek kirliliği ifade eder.
e
7-fırsattır, 1- fırsat değildir.
f
7-kesinlikle katılıyorum, 1-kesinlikle katılmıyorum, gazete, televizyon ayrımı yoktur
* p<0,05 Bağımsız örneklem t-testi.
** p<0,05 Tek örneklem t-test
***p<0,05 Anova testi, Geçmiş ve gelecek zaman, şimdiki zamandan farklılaşmakta.
Belli bir mecraya yönelik tutum açısından
katılımcılar gazeteye yönelik daha olumlu
tutuma sahiplerdir. Medya kullanım genişliği
açısından bakıldığında ise, katılımcılar gazete-
18
ye oranla televizyonda daha fazla farklı araca
maruz kalmaktadırlar. Reklama yönelik tutum
açısından, katılımcılar televizyon reklamları
daha eğlendirici, gazete reklamlarını daha bil-
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
gilendirici ve televizyon reklamlarını daha çok
zaman kaybı olarak görmektedirler. Katılımcılar gazete reklamlarına karşı daha az öfkelenmektedirler. İletişim problemi televizyonda
daha çok hissedilmektedir. Televizyonda algılanan reklam kirliliği gazeteye oranla daha
fazladır. Katılımcılar şimdiki zamandan daha
çok geçmiş ve gelecek ile daha çok ilgilidirler
(Tablo 4).
Hiyerarşik regresyon sonuçları Tablo 5’de
verilen değişken gruplarının toplam ve her
adımdaki varyans değişimini tahmin etmek için
kullanılmaktadır. Tüm bağımsız değişkenler
için son adımdaki Beta değerleri tabloda verilmiştir. ANOVA sonuçlarına göre tüm regresyon modelleri istatistiki olarak anlamlıdır.
Adım 1: Demografik değişkenlerin açıkladığı
varyans televizyon ve gazete için % 4’dür.
Demografik değişkenler içinde televizyon için
yaş ve eğitim, gazete için yaş ve gelir anlamlı
değişkenlerdir. Televizyon ve gazetede yaşlı
insanlar, genç katılımcılara göre daha fazla
olasılıkla reklamlardan kaçınma davranışı sergilemektedirler (Televizyon için β=0,09,
p<0,05, gazete için β=0,12, p<0,05). Televizyonda düşük eğitimliler daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=-0,11, p<0,05). Gazetede düşük gelir grubundakiler daha olasılıkla
reklamdan kaçınmaktadırlar (β=-0,11, p<0,05).
Adım 2: Zaman odaklılık televizyon için anlamlı bir değişken değildir. Gazetede ise şimdiki zaman odaklı olmak anlamlı bir değişken
olarak bulunmuştur. Şimdiki zaman odaklı
olanlar daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=0,09, p<0,05). 2. Adım sonunda açıklanan varyans televizyon için % 5’dir ve R2
değişimi 0,009, gazete için %2 ve R2 değişimi
0,056’dır. Zaman odaklılık, televizyonda gazeteye oranda daha fazla varyans değişimine
sahiptir.
Adım 3: Bu adımda medya ile ilişkili değişkenler regresyona sokulmuştur. Medya ile ilişkili
değişkenler gazete için anlamlı değişkenler
değildir. Televizyonda ise tutum anlamlı bir
değişken olarak gözükmektedir. Televizyona
yönelik olumlu tutuma sahip katılımcılar daha
olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=0,11,
p<0,05). 3. Adım sonunda açıklanan varyans
televizyon için % 7 ve R2 değişimi 0,021, gazete için % 7 ve R2 değişimi 0,011’dir.
Adım 4: Bu adımda reklama yönelik tutum
değişkeni regresyona sokulmuştur. Reklama
yönelik tutum değişkenleri içinde sadece zaman kaybı hem televizyon, hem de gazete için
anlamlı bir değişkendir. Reklamın zaman kaybı
olduğunu düşünenler daha olasılıkla reklamdan
kaçınmaktadırlar (Televizyon için β=0,21,
p<0,05, gazete için β=0,12, p<0,05). 4. Adım
sonunda açıklanan varyans televizyon için %
29 ve R2 değişimi 0,211, gazete için % 14 ve
R2 değişimi 0,068’dir.
Adım 5: Beşinci adımda iletişim problemi değişkenleri regresyona sokulmuştur. İletişim
problemi değişkenlerinden hevesin kırılması
televizyon için anlamlı bir değişkendir. İzleme
hevesi kırılan izleyiciler daha olasılıkla reklamdan kaçınmaktadırlar (β=0,17, p<0,05).
Gazetede ise ilginin dağılması ve hevesin kırılması anlamlı değişkenlerdir. İlgisi dağılan
(β=0,13, p<0,05) ve okuma hevesi kırılan
(β=0,10, p<0,05) okuyucular daha olasılıkla
reklamdan kaçınmaktadırlar. 5. Adım sonunda
açıklanan varyans televizyon için % 38 ve R2
değişimi 0,091, gazete için % 19 ve R2 değişimi 0,056’dır.
Adım 6: Altıncı adımda algılanan reklam kirliliği regresyona sokulmuştur. Her iki mecra
içinde algılanan reklam kirliliği anlamlı bir
değişkendir. Algılanan reklam kirliliği arttıkça,
reklamdan kaçınma daha olası hale gelmektedir
(Televizyon için β=0,30, p<0,05, gazete için
β=0,12, p<0,05). 6. Adım sonunda açıklanan
varyans televizyon için % 44 ve R2 değişimi
0,064, gazete için % 20 ve R2 değişimi
0,010’dur.
Adım 7: Yedinci adımda başkalarının varlığı
regrasyona sokulmuştur. Daha önce belirtildiği
üzere başkalarının varlığı sadece televizyon
için geçerli bir değişkendir. Başkalarının varlığı anlamlı bir değişkendir. Ortamda başkaları
var ise reklamdan kaçınma daha olası olmaktadır (β=7,31, p<0,05). 7. Adım sonrası açıklanan
varyans televizyon için % 45 ve R2 değişimi
0,009 olmuştur.
19
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Tablo 5. Hiyerarşik Regresyon Sonuçları
R2
Demografik değişkenler
Yaş
Cinsiyet (kadın)
Medeni Durum (Evli)
Çalışma Durumu (Çalışan)
Ailenin Aylık Ortalama Geliri
Evde Yaşayan Kişi Sayısı
Eğitim
Adım 1 sonrası R2
Zaman Odaklılık
Geçmiş
Şimdiki Zaman
Gelecek
Adım 2 sonrası R2
R2 değişimi
Medya İle İlişkili Değişkenler
Medya Kullanımı
Medya Kullanım Genişliği
Tutum
Adım 3 sonrası R2
R2 değişimi
Reklama Yönelik Tutum (Aad)
İlgi Çekici
Eğlendirici
Bilgilendirici
İnandırıcı
Kullanışlı
Öfkelendirici
Zaman Kaybı
Adım 4 sonrası R2
R2 değişimi
İletişim Problemi
Aramanın Engellenmesi
İlginin Dağılması
Hevesin Kırılması
Adım 5 sonrası R2
R2 değişimi
Algılanan Reklam Kirliliği
Adım 6 sonrası R2
R2 değişimi
Başkalarının Varlığı
Adım 7 sonrası R2
R2 değişimi
Televizyon
Beta
R2
0,09*
0,02
0,01
0,06
-0,06
-0,02
-0,11*
0,044
0,12*
-0,05
-0,07
0,05
-0,11*
0,00
-0,04
0,036
0,02
-0,03
-0,06
0,053
0,009
0,01
0,09*
-0,08
0,056
0,020
-0,05
0,06
0,11*
0,074
0,021
-0,02
0,00
-0,01
0,067
0,011
-0,08
-0,05
0,03
0,03
-0,09
0,03
0,21*
0,285
0,211
-0,04
-0,04
-0,07
0,02
0,03
0,01
0,12*
0,135
0,068
0,04
0,03
0,17*
0,376
0,091
0,06
0,13*
0,10*
0,191
0,056
0,30*
0,440
0,064
7,31*
0,12*
0,200
0,010
Ölçülmedi
0,449
0,009
*p<0,05; Bağımlı değişken: Reklamdan Kaçınma
20
Gazete
Beta
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
Sonuç olarak, televizyon için 7 bağımsız değişken televizyonda reklamdan kaçınmanın %
45’ini açıklamaktadır. Gazete için 6 bağımsız
değişken gazetede reklamdan kaçınmanın %
20’sini açıklamaktadır. Bağımsız değişkenler
için en yüksek R2 değişimine yol açan değişken
reklama yönelik tutum değişkenidir. Daha
sonra iletişim problemi gelmektedir. Reklam
kirliliği değişkeni televizyon için üçüncü sırada
gelen değişkendir. Reklam kirliği gazete için
beşinci sıradadır. Medya ile ilişkili değişkenler
her iki mecra için dördüncü sıradadır. Başkalarının varlığı televizyonda reklamdan kaçınmada açıklanan varyansa en az katkıyı yapan
değişkendir.
SONUÇ
Literatüre paralel olarak reklamdan kaçınma en
çok televizyonda ortaya çıkmaktadır. Televizyondaki reklamdan kaçınma gazetedeki reklamdan kaçınma davranışından anlamlı şekilde
farklılaşmaktadır. Teknolojik gelişmeler televizyonda reklamdan kaçınmayı daha kolay hale
getirmektedir. Ayrıca kanal sayısının artması
beraberinde izleme alternatiflerinin artmasını
bu da kanal değiştirme yolu ile reklamdan
kaçınmayı tetiklemektedir.
Speck ve Elliot (1997) ve Rojas-Mendez,
Davies ve Madran (2009) reklama yönelik
tutumların anlamlı değişimler gösterdiğini
bulmuşladır. Özellikle Speck ve Elliot (1997)
basılı medya ile yayın medyası arasında anlamlı farklıklar bulmuştur. Bu çalışmada ise reklama yönelik tutum grup olarak yüksek varyans
değişimine neden olurken sadece zaman kaybı
anlamlı bir farklılık göstermektedir. Reklama
yönelik tutumlar incelendiğinde insanlar televizyondaki reklamları daha eğlenceli olarak
değerlendirirken gazete reklamlarını daha bilgilendirici görmektedirler.
İletişim problemleri açısından bakıldığında
Speck ve Elliot’ın (1997) çalışmasından farklı
sonuçlara ulaşılmıştır. Hevesin kırılması bu
çalışmada her iki mecra için de anlamlı bir
değişken olarak öne çıkmaktadır. Aramanın
engellenmesi, Speck ve Elliot’ın (1997) çalışmasından farklı olarak bu çalışmada anlamlı bir
değişken değildir. Ayrıca Speck ve Elliot’dan
(1997) farklı olarak gazetede ilginin dağılması
bu çalışmada anlamlı bir değişken olarak öne
çıkmaktadır. Hevesin kırılmasına ilişkin sonuçlar İspir ve Suher’in (2009) bulguları ile de
paralellik göstermektedir.
Demografik değişkenler açısından bu çalışma
literatüre benzer sonuçlar elde etmiştir. Speck
ve Elliot (1997) basılı ve yayın medyasında yaş
(televizyonda negatif) ve geliri anlamlı bulurken, Rojas-Mendez, Davies ve Madran (2009)
televizyondaki reklamlara yönelik kaçınmada
cinsiyet, yaş (negatif) ve eğitimi anlamlı bulmuştur. Bu çalışmada ise televizyon için yaş ve
eğitim, gazete için yaş ve gelir anlamlı sonuçlar
üretmiştir. Bu açıdan bakıldığında reklamdan
kaçınma için demografik değişkenler arasında
öne çıkan değişkenler yaş, gelir ve eğitimdir.
Grup olarak bakıldığında demografik değişkenler reklamdan kaçınmada en az açıklayıcılığa
sahip değişkenlerdir. Speck ve Elliot (1997) ve
Rojas-Mendez, Davies ve Madran (2009) benzer sonuca ulaşmışlardır.
Medya ile ilişkili değişkenler Speck ve
Elliot’un (1997) çalışmasından farklı sonuçlar
üretmiştir. Speck ve Elliot (1997) medya kullanım genişliğini anlamlı bir değişken olarak
bulurken, bu çalışmada mecraya yönelik tutum
sadece televizyon için ön plana çıkmaktadır.
Speck ve Elliot’un (1997) çalışmasından farklı
olarak çalışmada algılanın reklam kirliliği,
zaman odaklılık ve başkalarının varlığı değişkenleri reklamdan kaçınmayı etkileyen yeni
değişkenler olarak incelenmiştir. Bu çalışmanın
önemli sonuçlarından birisi algılanan reklam
kirliliğinin her iki mecra içinde anlamlı sonuçlar üretmesidir. Ayrıca televizyon için başkalarının varlığı reklamdan kaçınma için anlamlı
bir değişkendir. West, Prendergast ve
Cheung’in (2008) belirttiği gibi arkadaşlara ya
da aileye daha çok ilgi göstermek reklama
gösterilecek ilgiden daha öncelikli olarak görülmektedir. Algılanan reklam kirliliği de İspir
ve Suher’in (2009) çalışması ile paralellik
göstermektedir. İspir ve Suher (2009) reklam
kirliliğinin reklamdan kaçınmayı etkilen anlamlı ve etkin bir değişken olarak bulmuşlardır.
Bu çalışmanın çeşitli sınırlıkları vardır. Öncelikle bu çalışma için seçilen örneklem yöntemi
kolayda örnekleme yönetimidir. Kolayda örnekleme yöntemini tesadüfi olmayan örneklem
yöntemi olduğundan genellenebilme problemi
vardır. İkinci olarak mecra sayısının televizyon
ve gazete ile sınırlı tutulmasıdır.
21
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Özellikle reklam kirliliği ve başkalarının varlığının mecra türünün çeşitlendirilerek daha
derinlemesine test edilmesi gerekmektedir.
Ayrıca internet, mobil uygulamalar gibi yeni
mecraların incelemeye dahil edilmesi gerekmektedir. Özellikle gazete için reklamdan kaçınmayı açıklamak için kullanılan 6 değişkenin
açıkladığı varyans oranı % 20’dir. Bu açıdan
halen gazete için reklamdan kaçınmayı etkileyen daha farklı değişkenlerin olduğu ortadadır.
Bu farklı değişkenlerin incelendiği daha ileri
araştırmalara ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
Abernethy A M (1991) Television Exposure:
Programs vs. Advertising Current Issues and
Research in Advertising. 13 (Spring), 61-78.
Ducoffe R H (1996) Advertising Value and
Advertising on The Web, Journal of Advertising Research, 36(5), 21-35.
Eastman S T ve Newton G D (1995) Delineating Grazing: Observation of Remote Control
Use. Journal of Communication, 45 (Winter),
77-95.
Elliott M T ve Speck P S (1998) Consumer
Perceptions of Advertising Clutter and Its Impact Across Various Media, Journal of Advertising Research, 38 (1), 29-41.
Ferguson D A ve Perse E M (1993) Media and
Audience Influences on Channel Reportoire,
Journal of Broadcasting and Electronic Media,
37 (Winter), 31-47.
Arens W F, Weigold M F ve Arens C (2009)
Contemporary Advertising,
(12th
Ed.),
McGraw-Hill Irwin., USA.
Ha L ve McCann K (2008) An Integrated
Model of Advertising Clutter in Offline and
Online Media, International Journal of Advertising, 27 (4), 596-592.
Belk R W (1975) Situational Variables and
Consumer Behavior, Journal of Consumer
Research 2 (December), 157-164.
Hair J F, Black W C, Babin B J ve Anderson, R
E (2009) Multivariate Data Analysis (7th Ed.),
Pearson, New Jersey.
Brackett L K ve Carr B N Jr (2001) Cyberspace Advertising vs. Other Media: Consumer
vs. Mature Student Attitudes. Journal of Advertising Research 45(5), 23-32.
Heeter C ve Greenberg B S (1985) Profiling
the Zappers, Journal of Advertising Research,
25, (April/May), 15-19.
Brown T J ve Rothschild M L (1993) Reassessing the Impact of Television Advertising
Clutter. Journal of Consumer Research, 20 (2),
138-146.
Clancey M (1994) The Television Audience
Examined, Journal of Advertising Research, 34
(July/August), 78-87.
Cohen J, Cohen P, West S G ve Aiken L S
(2003) Applied Multiple Regression/ Correlation Analysis for the Behavioral Sciences (3rd
ed.), Lawrence Erlbaum, London.
Çolakoğlu N (2009) Two Decades of Rollercoaster Ride TV Broadcasting In Turkey,
The 2009 European Radio and Television
Symposiums November 4 - 6, Istanbul. sunulan
araştırma.
Dannaher P J (1995) What Happens to Television Ratings During Commercial Breaks?
Journal of Advertising Research 35 (January/February), 37-48.
22
İspir N B ve Suher H K (2009) Perceived Ad
Clutter Among Young Consumers: New Media
Expansion, Business Research Yearbook, 16
(1), 64-72.
Kaplan B M (1985) Zapping – The Real Issue
is Communication, Journal of Advertising, 25
(2), 9-12.
Keith T Z (2005) Multiple Regression and
Beyond, Pearson, Boston.
Krugman D M, Cameron G T ve White C M
(1995) Visiual Attention to Programming and
Commercials: The Use of In-Home Observations, Journal of Advertising, 24 (1), 1-12.
Lee S ve Lumpkin J R(1992) Differences in
Attitude Toward TV Advertising: VCR Usage
as a Moderator, International Journal of Advertising, 11 (4), 333-342.
Lutz R J, Mackenzie S B ve Belch G E (1983)
Attitude Toward The Ad as a Mediator Advertising Effectiveness: Determinants and Consequences. In Advences in Consumer Research,
10, R. P. Bagozzi And A. M. Tybuout, eds.
Televizyon ve Gazetede Reklamdan Kaçınmayı Etkileyen Değişkenler (5-23)
Ann Arbor, MI: Association For Consumer
Research, 532-539.
Lutz R J (1985) Affective and Cognitive Antecedents of Attitude Towards The Ad: A Conceptual Framework. In L. F. Alwitt & A.A.
Mitchell (eds.), Psychological Processes and
Advertising Effects Theory, Research, and
Application, Lawrence Erlbaum Associates,
Hillsdale, NJ, 45-63.
Mckenzie S B ve Lutz R J (1989) An Empirical
Examination of The Structural Antecedents of
Attitude Towards The Ad in An Advertising
Pretesting Context, Journal of Marketing, 53,
48-65.
Mitchell A A ve Olson J C (1981) Are Product
Attribute Beliefs The Only Mediator of Advertising Effects on Brand Attitude? Journal of
Marketing Research, 18 (3), 318-332.
Mord M S ve Gilson E (1985) Shorter Units:
Risk-Responsibility-Reward. Journal of Advertising Research, 25 (4), 9-19.
Moriarty S E ve Everett S (1994) Commercial
Breaks: A Viewing Behavior Study, Journalism Quartely, 71 (2), 346-345.
Rojas-Mendez J I, Davies G ve Madran C
(2009) Universal Differences in Advertising
Avoidance Behavior: A Cross-Cultural Study,
Journal of Business Research, 62, 947-954.
Rojaz-Mendez J I ve Davies G (2005) Avoiding Television Advertising:Some Explanations
from Time Allocation Theory, Journal of Advertising Research, 45 (1) 34-48.
Severin W J ve Tankard J W (2001)
Communication Theories, Longman, New
York.
Speck P S ve Elliott M T (1997) Predictors of
Advertising Avoidance in Print and Broadcast
Media, Journal of Advertising, 26 (3), 61-76.
Tabachnick B G ve Fidell L S (2007) Using
Multivariate Statistics, (5th Ed.), Pearson, .New
York.
Telis G L (2004) Effective Advertising, Sage,
London.
TREA 06-07 (2009). Türkiye Reklam Eğilimleri Araştırması. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
Wang C, Zhnag, Choi T ve D’ Eredita M
(2002) Understanding Consumer Attitude Toward Advertising, 8th Americas Conference on
Information Systems, sunulan bildiri, Dallas.
Webb P H ve Ray M L (1979) Effects of TV
Clutter, Journal of Advertising Research, 19
(3), 7-12.
West D, Prendergast G ve Cheung W (2008)
Passive-Active Advertising Avoidance in
China, American Academy of Advertising
Conference Proceeding (online) www.aaasite.
org.
Yorke D A ve Kitchen P J (1985) Channel
Flickers and Video Speeders, Journal of Advertising Research, 25 (April/May), 21-25.
Zufryden F S, Pedrick J H ve Sankaralingam
A (1993) Zapping and Its Impact on Brand
Purchase Behavior, Journal of Advertising
Research, 33 (January/February), 58-66.
http://www.rab.co.uk/rab2009/showcontent.asp
x?id=1356 (Erişim tarihi 18.01.2010).
Schlosser A E, Shavitt S ve Kanfer A (1999)
Survey of Internet Users’ Attitudes Toward
Internet Advertising, Journal of Interactive
Marketing, 13(1), 34-54.
Shannon C E (1948) A Mathematical Theory
of Communication, Bell System Technical
Journal, 27, pp. 379–423 & 623–656, July &
October, http://cm.bell-labs.com/cm/ms/what/
shannonday/shannon1948.pdf. (Erişim tarihi
19.01.2010).
Shimp T A (1981) Attitudes Toward The Ads
as A Mediator of Consumer Brand Choice,
Journal of Advertising, 10(2), 9-15.
23
HALKLA İLİŞKİLERDE KAVRAMLAR, SINIRLAR, SORUNLAR
Nuran Yıldız*
ÖZET
Halkla ilişkiler alanının Türkiye’deki sorunları ABD’deki sorunlarla benzer olmakla birlikte,
alanın Türkiye’ye özgü sorunları da vardır. Bu sorunlar halkla ilişkilerin saygınlığının belirlenmesiyle de yakından ilgilidir. Bu çalışmada halkla ilişkiler alanının kavramlarına, sınırlarına ve
sorunlarına ilişkin değerlendirmeler dört başlıkta toplanmaktadır: 1. Kavramın adlandırılması
sorunu, 2. Bakış açısı sorunu, 3. Sınırlandırma sorunu, 4. Meslekleşme sorunu. Bu başlıklar altında çözüm önerileri de tartışılmaktadır.
Anahtar sözcükler: Halkla ilişkiler, mesleki saygınlık, halkla ilişkiler uzmanı, pazarlama, iletişim
yönetimi
CONCEPTIONS, LIMITATIONS, PROBLEMS IN PUBLIC RELATIONS
ABSTRACT
The problematics of public relations area in Turkey are similar with USA but also the Turkish
ones are very characteristic than USA. These problematics are more related with Public Relations
area is to be respectiblty. In this study, our evaluations which are related on concepts, limitations
and metters of public relations are based on four topics: 1. The problematic of identification of
concept, 2. The problematic of viewpoint, 3. Limitational problematic and 4. Occupational problematic. And also, solution offers are presented to discuss into theses topics.
Keywords: Public relations, occupational respectiblty, public relations professional, marketing,
communication management.
GİRİŞ
Hem toplumsal sorumluluk hem de ticari anlamda gündelik yaşamın içinde gittikçe daha
fazla yer tutan ve önem kazanan halkla ilişkiler
alanıyla ilgili olarak dünyada ve Türkiye’de
pek çok tartışma bulunmaktadır. Bu tartışma ve
sorun alanları aynı zamanda bir bütün olarak
halkla ilişkilerin saygınlığının belirlenmesiyle
de ilişkilidir. Ancak halkla ilişkiler alanının
gördüğü rağbet ve bu rağbetin her geçen gün
artışı aynı zamanda bu alana ilişkin saygının da
artışı anlamına gelmemektedir.
Sennett’e (2002: 64-70) göre saygı prestij,
statü, tanıma, onur gibi kavramların karmaşık
ilişkisini ifade etmektedir. Son noktada saygının belirlenimi ise üç yolla şekillenmektedir:
Kendini geliştirmek, kendini önemsemek ve
bunları topluma geri vermek. Dolayısıyla halkla ilişkiler alanının saygınlığının kurulumu
alanın kavramlarının, sınırlarının ve sorunlarının tartışılmasıyla, dönüşümüyle de yakından
ilgilidir. Halkla ilişkiler çevreleri yaşanan deği*
Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
şim ve gelişimlere göre ilgili sorgulamaları
yapmalı ve açılımları gerçekleştirme yolunda
düşünsel çalışmalara yoğunlaşmalıdır.
Elbette “halkla ilişkiler” alanı kendini geliştirirken ve önemserken (önemsenirken) “çıktı”larını topluma geri vermeden önce bazı
önemli sorunları tartışmaya açmayı da kaçınılmaz kılmaktadır. Tartışma da kavramları, sınırları ve sorunları yeniden gözden geçirmeyi
gündeme getirecektir, getirmelidir. Üstelik
“Türkiye tanıtım ve halkla ilişkiler açısından
sürekli bir kriz döneminde” (Kazancı 2006:
370) saptaması bu “yeniden gözden geçirme”
işini daha da önemli hale getirmektedir.
“Halkla ilişkilerin geniş bir uygulama alanının
olması, sosyal bilimlerin farklı dalları ile işbirliği içinde bulunması; bu dalların değişik tekniklerini kullanarak birbirlerinden farklı amaçları olan örgütlerde uygulanması, insan ilişkilerinin olduğu hemen her ortamda uygulama
ihtiyacı, bu kavramın ortak bir tanımının yapılmasını güçleştirmektedir” (Kocabaş ve ark.
2000: 45).
Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32)
Halkla ilişkiler alanına “örgüt ve ilgili kamuları
arasında anlayış geliştirme” gibi çok klasik,
çok genellemeci bir tanımla bakmak yerine,
ilgili kamuları değiştirerek toplumu ve dünyayı
değiştiren ya da bu ayrıcalığı elinde tutan bir
alan olarak bakmak göz ardı edilemez bir durumdur. Bu anlamda halkla ilişkilerden güçlü
bir ideolojik araç olarak söz etmek de gerekir
ne var ki bu girişim, çalışmanın konusunu
genişletmek olur.
Gittikçe genişleyen ve dönüşen halkla ilişkiler
kavramının ilk kez 1882’de Yale’de yapılan bir
konuşmada kullanıldığı kimi kaynaklarda belirtilse de bugünkü anlamına yakın olarak
1897’de Assocation of American Railroads’ın
yıllığında kullanıldığı bilinmektedir. Ancak
“halkla ilişkilerin ilk ideoloğu” olarak tanımlanan Edward L. Bernays’ın kendisini 1921’de
“halkla ilişkiler danışmanı” olarak tanımlamasıyla ve “Kamuoyunun Kristalleşmesi”
(Crystallizing Public Opinion, 1923) kitabıyla
bir kavram, bir uzmanlık alanı ve bir akademik
disiplin olarak ortaya çıktı. Bu adla olmasa bile
çok daha önceleri bu işle ilgili oluşlar elbette
vardı. Newsom ve Scott’ın (1985) verdiği örneklerle, 13. yüzyılın başlarında Magna Carta’nın hazırlanması sırasındaki iyi niyetin
oluşması ya da 15. yüzyılda Machiavelli’nin
Prens’inde halkın nasıl yönetileceği gibi. Ya da
1900’deki Publicity Bureau, halkla ilişkilerin
babası olarak bilinen Iyv Lee’nin 1904’de
kurduğu büro gibi.
Son yüzyılda halkla ilişkilerde önemli değişimler yaşandı. Yeni zamanların -örgütlerde, politikada, bireyde yarattığı değişimle- halkla ilişkiler alanını dönüştürmesi kaçınılmazdı. “Üstelik 21. yüzyılda dijital içerik ve uygulamalar
genel anlamıyla yeni medyanın çok daha
önemli olacağı” (James 2007: 139, 143, 146)
gerçeği bu dönüşümü başka bir boyuta taşımaktadır.
Hem dünyada hem de Türkiye’de halkla ilişkiler kavramı etrafında yoğunlaşan tartışmaların
bir bütün olarak anlaşılmasının sağlanması,
uluslararası örgütlenmelerin etki alanlarının
genişlemesi ve üretkenliklerinin artışı, ancak
akademik dünyanın katkıları çerçevesinde
sağlanabilir. Bu çalışmada halkla ilişkilerin
eğitim ve etik gibi sorunlarını bir yana bırakıp,
bilindiği düşünülen ve bu nedenle de tartışmalara sınırlı olarak dahil edilen başka kavramla-
rın etrafındaki tartışmalara değinilmektedir. Bu
tartışmaları dört ana/temel başlık altında toplamak mümkündür;
1. Kavramın adlandırılması sorunu
2. Bakış açısı sorunu
3. Sınırlandırma sorunu
4. Meslekleşme sorunu
1. KAVRAMIN ADLANDIRILMASI
SORUNU
Kavramın adlandırılması sorununu iki bölümde
değerlendirmek gerekir: Kavramın kendisinin
adlandırılması ve çalışanların adlandırılması.
Kavramın kendisiyle ilgili tartışmalar Türkiye’de ve ABD’de farklı noktalarda toplanmaktadır. Göndermeleri ve kıyaslamaları ABD
üzerinden yapma nedeni, çeşitli tartışmalara
rağmen kavramın anavatanının ABD olması,
modellemelerin orada ortaya konması ve alanla
ilgili literatürün de ABD ağırlıklı olmasıdır.
Bir alanla ilişkili olarak Cutlip ve arkadaşları
(1985) 472 tanım olduğunu belirtiyor. Bugün
tanım sayısı 500’ü aşıyorsa o alanda sorunların
yoğunlaşması da doğal kabul edilmelidir. Ancak Türkiye ile ABD arasındaki “adlandırma”ya ilişkin sorunun temel gerekçeleri farklıdır.
ABD’de, hem ilgili literatürde hem de uygulamacıların tartışmalarında “public relations”
kavramına ilişkin sorunun temelinde, kavramın
alanın yeni içeriğini ve yeni sınırlarını artık
karşılamıyor olması gerekçe olarak sunulmaktadır. Artık halkla ilişkiler örgüt odaklı olmaktan daha çok ilgili kamular odaklı, müşteri
odaklı olmaktadır. Bu saptama, bakış açısında
ciddi bir farklılaşma demektir. Diğer yandan
örgüt kültürünü oluşturmak ve yaymak önem
kazanmıştır. Örgütün ünü çoğu zaman ürünün
önüne geçmiştir. Bu durumun ipucu bugünlerde sıkça duyulan markalaşma kavramıdır. Dolayısıyla kavramın anlam genişlemesi, kavramın yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir.
Halkla ilişkiler örgütle, ilgili kamuları arasındaki bir verimsiz, kapalı ilişkiler döngüsü olmanın dışında anlamlar taşımaktadır. Artık
medyada örgütle ilgili haberlerin çıkması eskisi
25
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
kadar anlamlı değildir. Başka yollarla ilgili
kamuların düşünce biçimini etkilemek çok
daha önemli ve anlamlıdır. Bu çıkarımdan
alanın “dâhi” isimlerinden Stuart Ewen’ın
(1996: 82-101) “educate public!” olarak sloganlaştırdığı, örgütün kendi kamularından yola
çıkarak toplumu eğittiği, ama bu eğitimin örgüt
kültürü ve iklimiyle uyumlu bir eğitim olduğunu anlamak gerekmektedir. Dahası halkla ilişkiler bu “eğitimi”, “gerçekleştirdiği faaliyet ve
düzenlemelerle (panayırlar, fuarlar, sergiler,
açılışlar, konferanslar vb.) ya da sponsorlukla
bireyi soyunuk olduğu, en savunmasız olduğu
‘boş vakitlerde yakalayarak’ ” (Yıldız 2003:
38) yerine getirmektedir.
Söylenmek isteneni somutlamak için Mc Donald’s’ın (Kopenhag’da) bir bayilik vermek
için izlediği yola bakmakta yarar vardır (Kunde
2000: 173).
ekonomisi ve yönetim konularında eğitim görür. Final sınavı vardır ve geçmek zorunludur.
Sürekli denetlenirler ve ileri düzey işletme
kursuna beş yılda bir katılmak zorunludur.
Sıradan bir çalışanın bu denetimlerle yükselme
olanağı vardır ancak yükseldikçe eğitilme süresi de artar. Kısacası Mc artık yalnızca bir Mc
değildir. Bu eğitimin amacı her düzeyde bağımlılık yaratmaktır.
Halkla ilişkilerin örgüt-hedef grup ilişkisinin
genişlemesiyle ortaya çıkan sorun, özellikle
ABD’de “public relations”ın içerdiği anlamı,
değişimi, gelişimi karşılayamamasından kaynaklanmasıdır. Bu nedenle de kurumlar/şirketler gittikçe daha çok “Stratejik İletişim”, “İletişim Yönetimi”, “Kurumsal İlişki
Yönetimi” gibi yeni adlara yönelmektedir.
Alandaki ulusal ve uluslararası örgütlenmelerin
toplantılarındaki değişmez konulardan biri bu
yeni kavram arayışıdır. 20-25 yıl önce ABD’de
örgütlerde “Halkla İlişkiler” kavramıyla tanımlanan birimlerin oranı % 47 idi. Son yıllarda
kurumların iletişim işlerini gören birimlerinin
adlandırılmasında değişimler görülmektedir:
“Kurumsal İletişim”, “Kamusal İşler”, “Kurumsal İlişkiler” ve “İletişim Merkezi” adlarının oranı % 60’dır.
Bir bayi bilindiği gibi Mc Donald’s’ın iç kamusudur. Mc Donald’s’ın bayilere bakışı “Eğer
Mc Donald’s tarzı düşünemezseniz Mc Donald’s kültürünü ve iklimini hayata geçiremezsiniz ve bu nedenle de kurumla hamburger
yemek dışında hiçbir işiniz olamaz” cümlesiyle
özetlenmektedir. Bayi olmak için önce başvuru
yapılması gerekmektedir. Firmayla kontrat
süresi 20 yıldır. Dolayısıyla 20 yıl yaşaması az
çok garanti edilebilecek yaşlarda, yani 30’lu
yaşlarda olanların bayilik başvurusu dikkate
alınmaktadır. Başvuru bir Mc danışmanıyla
görüşmeyi sağlamaktadır. Yüksek miktarlarda
(115 bin paund civarı) yatırılacak para başvuru
sahibinin kendi parası olmalıdır, banka borcu
kabul edilmez. Mc kültüründe bunun amacı her
önüne gelenin talep etmesini önlemektir. Daha
önceden işi ve parası olmalı ki işe sıkıca sarılabilsin, bir macera olarak başvurulmasın. Mc
danışmanıyla görüşmeler olumlu sonuçlanırsa,
bayi adayının diğer çalışanlarla eşit koşullarda
burger pişirmek, kasada durmak, yer silmek
gibi işleri kapsayan beş günlük bir eğitimden
geçmesi gerekmektedir. Beş gün, bir yandan bu
işin başvuru yapan için uygun olup olmadığını,
diğer yandan Mc’in, bayi adayının diğer çalışanlarla, özellikle gençlerle anlaşmak için gerekli yeteneklere sahip olup olmadığını anlamayı sağlar.
Türkiye’de özellikle kamu kurumlarındaki
adlandırmalar daha çok “Basın-Yayın ve Enformasyon”, “Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler”
ya da “Basın Bürosu” kavramlarının etrafında
toplanmakta ve medya ilişkileri olarak tanımlanmaktadır. Ancak son yıllarda kamu alanının
önemli kurumlarının adlarını yeni yönelime
göre değiştirdikleri görülmektedir. Örneğin
Genelkurmay Başkanlığı’nın “Basın, Yayın ve
Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı” adı 2005 yılı
yaz aylarında “İletişim Daire Başkanlığı” olarak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) “Basın ve Halkla İlişkiler
Daire Başkanlığı” olan adı da “İletişim Daire
Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir. Özel sektörde ise genellikle “Halkla İlişkiler ve Reklam
Departmanı” olarak adlandırılan birimlerde
şimdilerde yeni adlandırma arayışlarında özellikle “İletişim Merkezi” ve “Kurumsal İletişim” adlandırmalarına doğru bir eğilim hissedilmektedir.
Eğer izlenim halâ olumluysa bir sonraki eğitim
aşamasına geçilir. Bayi adayı temel hizmet, iş
Ancak adlandırmayla ilgili ABD’de yaşanan
tartışmadan farklı olarak Türkiye’de kavramı
26
Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32)
oluşturan sözcüklerle ilgili önemli sorunlar
yaşanmaktadır. Kavrama “halk” sözcüğü girdiğinde doğrudan kalabalık, güruh ya da Türkiye’nin demokrasi geleneğiyle ilgili sorunlar
nedeniyle “halk”a atfedilen “sıradan” ya da
“riayet etmesi gereken” atıfları halkla ilişkiler
işini algılama biçimini de etkilemiştir. İşletmelerin ya da kamu kurumlarının girişinde bulunan danışma masaları, uzunca bir süre halkla
ilişkilerin temel motifi olarak algılanmıştır.
Kapıdan girenlere yön veren, çoğunlukla da
yön veremeyen bir masa. Bugün karşılaşılan
sorunların en önemlilerinden biri bu anlayışı
yıkmaktaki güçlüktür.
İşin içine “halk” kavramı girdiğinde, bir de
toplum olarak fazla sempatik bulunulan sözcüklerden “ilişki” buna dahil edildiğinde hemen herkesin yapabileceği bir iş ön kabulü
kendiliğinden oluşmaktadır. “Halk” sözcüğünü
bir toplumu oluşturan bireylerin tümü olarak
İngilizce’de “people”ı karşılar. Ancak İngilizce
halkla ilişkiler işindeki farkı ortaya koymak
için “public” sözcüğüyle ayrımı netleştirmektedir. Oysa Türkçede “halk” böyle bir kavramsal farklılığa izin vermediğinden soruna da
temel oluşturmaktadır.
En basit formülle durum “halkla ilişkilerdeki
halk bildiğiniz halk değil” olarak somutlanabilir. Bilindiği gibi halkla ilişkiler tanımındaki
halk “bir örgüt tarafından etkilenen ve örgütü
etkileyen kesimleri” (Rayfield 1989: 177) ifade
eder. Bu anlamda Mc Donald’s için halk, yalnızca Amerikan halkını değil dünyanın her
tarafındaki binlerce çalışanını ve milyonlarca
müşterisini ifade edebilir.
Kaldı ki “halk”, belirli bir toplumu oluşturan
bir yığın olarak tanımlandığında halkla ilişkiler
hükümetin alanına sıkıştırılmaktadır. Oysa
Türkiye’de ve dünyada halkla ilişkiler özel
sektörün söz sahibi olduğu bir alandır. Kamu
kurumlarında tüm alanlar tanımlanmış, buna
karşılık halkla ilişkiler meslek olarak tanımlanmamıştır. Bu tanımlanmış alanda tanımlanmamış işi yapmak bir süre sonra rutinleşir.
Dolayısıyla kamu yönetiminde halkla ilişkilerin
zayıflığı, genel kanının aksine yalnızca rekabet
duygusuyla ilgili değildir. Tanımı tam olarak
ortaya konamayan ve saygınlığı –hatta etkililiği- şüpheyle karşılanan bir iş olmasıyla da
ilişkilidir.
Yeniden halkla ilişkilerin değişen ve adına
sığmayan anlamına dönüldüğünde halk- kamupublic’e değinmekte yarar vardır. Bugünün
örgütleri, değiştiren ve onlar tarafından değiştirilen “halk”ı, üstelik kendi içinde benzer olan
bireyler toplamından daha çok gittikçe farklılaşan etnik, kültürel, dini ve daha birçok başlıkta
toplanabilecek grupları tarif etmektedir. Alanın
önemli kitaplarından Lesly’s Handbook’un
yazarı Philip Lesly’e göre yeni iletişim teknolojileri dünyanın her yerindeki grupları birbirine yakınlaştırmada halkla ilişkilere yardım
edecektir.
Çalışanların adlandırılması, kavramın adlandırma sorununun ikinci kısmını oluşturmaktadır. Tartışmanın bu alanı doğrudan Türkiye ve
Türkçe’yle ilgilidir. Türkiye’de “halkla ilişkiler
işini yapanlara ne denir?” diye sorulduğunda
verilen yanıt “halkla ilişkilerci”dir. Bu yanıt o
kadar kanıksanmıştır ki hem uygulamacılar
hem de akademisyenler tarafından sorgulanmaz. Oysa bu durum, halkla ilişkiler işinin
görünmeyen, saygı duyulmayan, içten içe
önemsenmeyen, hatta zaman zaman küçümsenme nedenlerinden biridir. “Halkla ilişkilerci” adlandırması “bankacı”, “gazeteci” gibi
değerlendirilmez, “çiçekçi”, “simitçi”, “ayakkabıcı” tanımlarına daha yakındır. Oysa iki
grup arasındaki temel fark birincilerin hem
disiplin olarak hem de terimsel olarak tanımlanmış bir alanlarının olmasıdır. Nasıl olsa
ikinci gruptaki işleri herkes yapar. Bu anlamda
“çiçekçi” bile halkla ilişkilerden daha şanslıdır,
saksı ya da gübre onlara mâl edilebilecek sözcükler/mesleki terimler arasında sayılabilirken,
ortak anlayışı ifade eden ve halkla ilişkilerin
çıkış noktası olan “kamuoyu” gibi bir kavram,
bu anlayışı oluşturma işi yapan halkla ilişkilerden daha çok siyaset bilimi, sosyoloji, gazetecilik alanlarına girmektedir. “Reyting” doğrudan
televizyonun terimiyken, “medya planlaması”
ancak reklam aracılığıyla halkla ilişkilere dahil
edilebilmektedir. Bir işi diğerlerinden ayıran ya
da bir işin alanını tanımlayan “terimler” çerçevesinden bakıldığında halkla ilişkilerin terimsel
çerçevesinin henüz Türkiye’de oluşmadığı
görülmektedir.
“Halkla ilişkilerci” adlandırmasının dilbilim
yanlışı üzerinde de durmak gerekir. Türkçe’de
“cı”, “ci” yapım ekleri isim ya da isim-fiilden
sonra gelir, “çiçekçi”, “dövüşçü” gibi.. “Ler”,
27
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
“lar” çoğul eki ise yapım ekinin ardına eklenir.
Örneğin “çiçekçiler” denir ama “çiçeklerci”
denmez. Ya da daha yakın bir örnekle “sosyal
bilimlerci” denmez ama “sosyal bilimciler”
denir. Kısaca dilbilim açısından zaten yanlış
olan bu meslek adı, bir de daha sonra değinilecek olan mesleki korunaklardan da yoksun
olunca baştan bir uzmanlık alanı olarak görülememektedir. Üstelik İngilizce’de “halkla
ilişkilerci” kavramının karşılığı da yoktur.
“Public relations” işini yapanlara “relationist”
ya da “relationer” denmemekte, daha uzun
tanımlamalar kullanılmaktadır: PR counselor
(halkla ilişkiler danışmanı), consultant (danışman) yerine kullanılmaktadır. Specialist,
professional (uzman), practitioner (uygulamacı) ya da PR man/woman gibi karşılıkları bulunmaktadır. Alanın kendi terimlerini sağlıklı
bir biçimde oluşturamaması da önemli bir sorun yumağını oluşturmaktadır.
Kavramın adlandırma sorunu elbette ki bakış
açısıyla ilgili sorunun dolaylı sonuçlarından
biri olarak ortaya çıkmaktadır.
2. BAKIŞ AÇISIYLA İLGİLİ SORUN:
Bakış açısına ilişkin tartışmanın iki ana sütunu
bulunmaktadır: Öncelikle halkla ilişkiler işi
doğrudan yönetme işi ve yönetim işlevidir.
Dolayısıyla yönetim ve stratejiyle ilgili bir
disiplin olarak ele alınmaktadır. Öte yandan,
halkla ilişkiler bilgi ve pratiğiyle doğrudan
iletişim alanına aittir. Bu bakış açısının temelinde elbette halkla ilişkilerin daha çok gazetecilik uygulamaları olarak ortaya çıkışı bulunmaktadır. Alexander’a göre (2004: 1) halkla
ilişkilerin bugünkü durumuyla ilgili birçok
bilgi (ve de sorun) gazetecilikle tarihsel ilgiden
kaynaklanmaktadır.
Halkla ilişkilerin yaptığı işe “yönetim ve strateji” açısından bakıldığında (ki tanımların çoğu
yönetim işlevi olduğundan söz eder) iletişim
de, tıpkı diğer siyaset bilimi, felsefe, psikoloji,
işletme, matematik gibi strateji geliştirmeye
yardım edecek perspektifler sunacak bir bütünün içinde anlamlı olmaktadır. Ancak bu anlam
iletişimin hem bir amaç hem de bir yöntem
olması açısından farklı ve ayrıcalıklı bir önemi
de ifade etmektedir.
Halkla ilişkilerin yönetim işlevi olduğunu savunan bakış açısına göre örgüt kuramcıları
28
halkla ilişkileri “çevresel kaynakların kontrol
edilme aracı” olarak değerlendirmektedir.
Newsom ve Scott (1983: 9) alanın önemli kitaplarından birisi olan This is PR’da, iletişimi
halkla ilişkiler uygulayıcısının bilmesi gereken
10 başlıktan yalnızca birisi olarak değerlendirmektedir. Diğer başlıklar arasında planlama,
yönetim, ekonomi, toplumbilim ve politikayı
saymaktadır. Yine alanın en önemli isimlerinden Grunig ve Hunt (1984) halkla ilişkileri
“iletişim yönetimi” olarak tanımlarken, Cutlip,
Center ve Brom (1985) “ilişki yönetimi” olarak
yönetme işine vurgu yapmaktadır.
Kruckeberg (1995-96: 38) ise “Halkla ilişkilerle ilgilenen bilim adamları ve uygulamacılar
gittikçe daha çok iletişim kuramları kadar politik ideolojilerin ötesine geçebilen toplum kuramları ile ilgilenmeye gereksinim duyacaklardır” demektedir.
“Halkla ilişkilerin dâhisi” olarak tanımlanan ve
New York City Üniversitesi’nde tarih, medya
çalışmaları ve sosyoloji profesörü olan Stuart
Ewen ise halkla ilişkileri, “kamuları bir dış
etkiyle eğip büküp dokunacak hale getiren
araç” olarak tanımlamaktadır. Ewen’a (1996:
20) göre halkla ilişkiler “iletişim becerilerinden daha çok sosyal psikoloji tarafından damgalanan bir alan”dır. Örneklerini de iki dev
isim, Bernays ve Lipmann’dan almaktadır.
Ona göre Bernays’ın çizgisi dayısı Freud’dan
gelmektedir.
Halkla ilişkilerin iletişim alanına ait olduğu
bakış açısıyla bakıldığında ise sosyal bilimlerin
diğer alanlarının basamak olarak kullanıldığı,
iletişim kuramlarını ve pratiğini içeren bir
anlayıştan söz edilmektedir. Bu anlayış alana
egemen olan, alanın tarihinden gelen anlayıştır.
Her iki bakış açısıyla ilgili tartışmalar sürmektedir. Aslında temel bakış açısı sorunu, iletişimi
yönetmekle “iletişmek” arasındaki ayrım gibi
görünmektedir. Ancak konuya halkla ilişkiler
açısından bakıldığında; psikoloji, siyaset bilimi, sosyoloji, medya ve kültürel çalışmaların
birlikte değerlendirildiği genellemeci bir yaklaşımın hakim olmasının gerekliliğidir.
“Halkla ilişkiler”in kavramsal tartışmalarının
önemli bir bölümünü de kavramın sınırlarının
nerede başlayıp nerede bittiğine ilişkin karmaşa
oluşturmaktadır.
Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32)
3. SINIRLANDIRMA SORUNU:
Halkla ilişkilerle ilgili kavramların sınırlarının
belirsizliği, hangisinin nerede başladığı, nerede
bittiği de bir sorundur ancak daha çok uygulamacıların karşılaştığı bir sorundur. Buradaki en
yoğun geçişgenlik iki büyük kavram arasında
yaşanmaktadır; bu kavramlar halkla ilişkiler ve
pazarlama kavramlarıdır.
Pazarlama kısaca “değer değiş-tokuşu” ise bu
takas alanının (firmadan ürüne ve müşteriye)
tanımlanması kimin işidir? Ürün yalnızca pazarlama faaliyetleriyle biçimlenen bir şey midir
yoksa ürün aynı zamanda firmanın felsefesiyle
de biçimlenen bir şey midir? Aslında çok sık
kullanılan “tavuk-yumurta” benzetmesi bu
duruma da denk düşmektedir. Pazarlama ve
halkla ilişkiler arasındaki farkla ilgili karmaşa
literatürde de vardır (Kitchen ve Papasolomou
1997: 71). Bu karmaşa ve geçişme pek çok
firmanın somut olarak yaşadığı bir sorundur.
Bu durum özellikle yeni kurulan ya da “reorganize” olan kurumların örgüt şemalaşmasında sorun yarattığı gibi uygulamada da ciddi
sorunlara neden olmaktadır. Hem halkla ilişkilerin hem de pazarlamanın “değer yaratma”
(Tek 2006) sürecindeki işlevlerini ayrıştırmak
gerçekten güçtür.
Stone’a (1995: 35) göre pazarlama müşterinin
gereksinimlerini tanımlama ve bunu karşılamayı içerirken, halkla ilişkiler daha geniş olarak
müşterileri de içeren bir alanı kucaklamaktadır.
Bununla birlikte “Pazarlama Halkla İlişkileri”
(Marketing Public Relations-MPR) gibi ara
formül kavramlar üretilmektedir. Kitchen ve
Papasolomou (1997: 81) halkla ilişkiler ve
pazarlama yönetimi arasında belirgin bir fark
olmadığını düşünmektedirler.
Bir başka sınırlandırma sorunu halkla ilişkiler
işinin hangi ana kavramları içerdiği konusundaki bulanıklıktan kaynaklanmaktadır. Örneğin
reklam, halkla ilişkiler için bir yöntem midir,
değil midir? Dünyadaki ve Türkiye’deki eğilim
reklam ajanslarının halkla ilişkiler şirketlerinin
bünyesine dahil olması yönündedir. Öyleyse
kısa dönemde yer ve zaman satın alarak satışı
tetikleyen reklam, halkla ilişkiler için bir araç,
bir yöntemse pazarlama nerede duracaktır?
Pazarlama ve Pazarlama Halkla İlişkileri diye
bir kavramdan söz edebilecek midir?
Son yıllarda yaygınlaşan ve gelişen İnsan Kaynakları bölümleri soruna yeni boyutlar getirmektedir. Bir örgütün İnsan Kaynakları halkla
ilişkiler kapsamında bir iç kamu olarak tanımlanırken, örneğin Sabancı Grubu’nda Halkla
İlişkiler, “İnsan Kaynakları”nın bir alt alanı
olarak tanımlanmaktadır. Koç Grubu’nda “Endüstri ve Halkla İlişkiler Başkanlığı”dır ve
stratejik iletişim modelini hayata geçirme olarak kendini tanımlamaktadır.
Alanın
kavramlarıyla
ilgili
sınırların
geçişgenliği sorunu, aslında dördüncü sorun
olan “meslekleşme sorunu”nu da ilgilendirmektedir.
4. MESLEKLEŞME SORUNU:
Doktorluk, avukatlık, mühendislik gibi alanların meslek olduğu konusunda hiç şüphe yoktur.
Halkla ilişkiler açısından bakıldığında ise meslekleşmeyle ilgili tartışma ve sorun çok ciddi
olarak ortaya çıkmaktadır. Bir işe meslek diyebilmek için gerekli 5 kriter şöyle sıralanmaktadır (Şimşek 2001: 10);
1. Belirli bir eğitimi tamamlamak ve konusunda sistemli bilgi sahibi olmak,
2. Uzmanlaşmış bir uygulama alanı,
3. Mesleğe giriş ve mesleğin icrasında kesin
standartların bulunması,
4. Ahlak kurallarına uymak,
5. Sosyal sorumluluk ve kendi kendini denetim.
Bu kriterler açısından bakıldığında Türkiye’de
halkla ilişkilere meslek demek oldukça güçtür.
Oysa “halkla ilişkilerin ciddiyeti ve kendisinden beklenen görevleri yerine getirebilmesi
meslekleşme koşulunun gerçekleşmesine bağlıdır” (Kazancı 2000: 4). Bu saptamayı yapmak
yeterli midir? Elbette değil. Halkla ilişkilerin
meslek olarak tanınması için yoğun çaba
sarfeden ABD’de bile tartışma yoğun biçimde
sürmekte ve kendi çözüm önerilerini geliştirmektedir. ABD’de halkla ilişkiler işini yapabilmek için IPRA (International Public
Relations Association) başta olmak üzere mesleki örgütlenmeler tarafından akredite olmak
gerekmektedir. Akredite olan kişi ve kurumların adlarının yanına diğerleriyle farkının belirlenmesi amacıyla “APR” eklenmektedir.
29
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Çok sayıda örgütlenmenin temel amacı, halkla
ilişkileri kriterler aracılığıyla bir meslek hem
de saygı duyulan bir meslek yapmaktır. IPRA
(International Public Relations Association) Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği, PRSA
(The Public Relations Society of America) –
Amerika Halkla İlişkiler Topluluğu akreditasyon örgütlenmesidir. PRCA (Public Relations
Consultants Association)- Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği ve ICCO (International
Communications Consultancy Organisation)Uluslararası İletişim Danışmanları Örgütü)
yine öyledir. Bunların dışında IPR (The
Institute of Public Relations)- Halkla İlişkiler
Enstitüsü, CERP (European Confederation of
Public Relations) - Halkla İlişkiler Avrupa
Konfederasyonu, IQPR (International Institute
for Quality in Public Relations) -Uluslararası
Halkla İlişkilerde Kalite Enstitüsü, PRSSA
(Public Relations Student Society of America)
- Amerika Halkla İlişkiler Öğrencileri Toplumu
ve CPRF (Council of PR Firms) - Halkla İlişkiler Firmaları Konseyi de alanın örgütleri arasındadır.
Bu çok sayıda örgütlenmenin başarmak istediği
mesleğe girmenin ve onu yapmanın ahlaki ve
mesleki ölçütlerini hayata geçirmektir. Bunun
için başta 1965’te IPRA tarafından kabul edilen
ve 1968’de küçük değişikliklerle yeniden düzenlenen Atina Bildirisi geçerlidir. Gerçeğe ve
insan onuruna vurgu yapan 13 maddelik bu
bildirinin yanı sıra 1991’de kabul edilen Roma
Bildirisi’nde ise dernek üyelerinin uyması
gereken kurallar ve müşterinin başta sırları
olmak üzere haklarına saygı gösterilmesine
vurgu yapılmaktadır. 1997’de kabul edilen
Helsinki Bildirisi’nde “Bir meslek olarak halkla ilişkiler ortak ve geniş bir bilgi temeline,
akademik çalışmalara, araştırmalara, etik ilkelere ve performans denetimine dayanmalıdır”
denmektedir. Kalite standartlarını onaylayacak
olan örgütler ise CERP, IPRA ve ICCO’dur.
Örgütlenme açısından Türkiye’ye bakıldığında
TÜHİD (Türkiye Halkla İlişkiler Derneği)
dışındaki derneklerin yeterince etkin ve etkili
olmadıkları görülmektedir. Bu derneklerin asıl
sorunu üyeliklerin tanımlanmasındaki güçlüktür. Üyeler hem firmalar, hem halkla ilişkiler
çalışanları hem de gazeteciler olabilmektedir.
Türkiye’de bir meslek olarak tanınmasında
halkla ilişkilerin yaşadığı sıkıntılar uygulamada
30
ciddi sorunları gündeme getirmektedir. “Uygulamalara bakıldığında; çalışmaların alanla ilgili
hiçbir teorik birikimi olmayan, halkla ilişkileri
konuk ağırlamak ve basın mensuplarına hediye
göndermekten ibaret sayan sözde uzmanlarca
yürütüldüğü görülmektedir” (Biber 2004: 111).
Bu anlayış kamuda çok daha dikkat çekicidir.
Özellikle kamuda halkla ilişkiler birimlerinde
çalışanlar genellikle “idari memur” olarak
tanımlanırlar. Yıllardır süren meslekleşme
çalışmaları sonuçlanmadığı için belirli bir iş
yapabilme yeterliliğindeki insanların yapabileceği bir iş olarak bir “meslek odası” biçiminde
örgütlenememektedir. Yasal olarak bir meslek
olarak tanımlanmayınca bir de adlandırmada
sorunu eklenince “herkesin yapabileceği bir iş”
olarak değer bulmaktadır.
Örneğin Hazine, Maliye, Devlet Planlama
Teşkilâtı, Enerji Piyasası Kurulu, Sermaye
Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurulu gibi halkla ilişkilere en çok
gereksinim duyan kurumlarda bir uzmanlar
kadrosu bulunmaktadır. Bu uzmanlar ekonomi,
işletme, maliye gibi sınırları tanımlanmış bir
alanda hizmet eder. Ancak bu kurumların yaşadığı iç sorunlardan biri bu uzmanların kurumsal aidiyet duygusuyla halkla ilişkiler işinde de söz sahibi olmak istemeleridir. Bu sorunu
karikatürize edecek olursak “cümle kurmayı
biliyorsam, iletişim kurmayı da biliyorum,
iletişim kurmayı biliyorsam, ki biliyorum öyleyse halkla ilişkiler bana da sorulmalıdır”
anlayışından kaynaklanmaktadır. Eğitim düzeyi
yüksek kurumlarda bu sorun yoğun olarak
yaşanmaktadır.
Bir örnekle açıklamak gerekirse; bir kamu
kuruluşunun halkla ilişkiler sorumlusunun
aktardığı olay şöyledir: Kurum gazeteye bir
açıklama vermek ister. Yaptıkları medyada yer
bulmadığı ya da yanlı yer aldığı için kurum
sütun/santim satın alarak derdini anlatmaya
karar verir. Karar alınır ama bu arada kıyamet
kopar çünkü böyle bir karar alırken hukuki ve
bürokratik işlerden sorumlu bir yönetici kendisinin neden devre dışında bırakıldığına dair
sorunlar çıkarır.
Bu tür uygulama sorunları meslekleşme ve
saygınlığın kurulmasıyla doğrudan ilgili olmaktadır. Suzanne Sparks’a (1993: 27) göre
“kamuoyuna çok bağlı bir sektörde saygınlığın
Halkla İlişkilerde Kavramlar, Sınırlar, Sorunlar (24-32)
eksikliği ölümcüldür.” Thomsen’a (1997: 16)
göre ise “halkla ilişkiler asla bir meslek statüsüne ulaşamayacak”tır. Alandaki eğitimciler
ekonomi, felsefe ve hukuk gibi konularda çalışmalara yeterince geniş yer verinceye kadar
bu olmayacaktır.
Belki meslekleşme tartışmaları altında kısaca
değinilmesi gereken bir başka konu da cinsiyetle ilgili tartışmalardır. Bu konuyu alana yönelik
bir ayrımcılıktan daha çok kadınların iş dünyasındaki yeriyle ilişkili daha büyük bir tartışmalar zincirinin içinde değerlendirmek doğru
olacaktır. Ancak burada yakın zamana kadar
alanda süren sessiz iş bölümüne dikkat çekmek
gerekir. Türkiye’de halkla ilişkiler uygulamacılarının büyük çoğunluğu kadınlardan oluşmaktadır.
Oysa halkla ilişkiler harcamalarında milyarlarca doların çevrildiği ABD’de halkla ilişkiler
sektöründe çalışanların ve yöneticilerin çoğunluğu erkeklerdir. Durum Türkiye’nin tam tersinedir. ABD’de yaşanan sorun Türkiye’den çok
farklı olarak, bu işi erkek egemenliğinden kurtarmak, kadınlara daha cazip hale getirmek için
yüksek ücret politikaları uygulanmakla ilgilidir.
Meslekleşmeyle ilgili önemli bir sorun Türkiye’de bu alanda doktora ve yüksek lisans derecesi almış akademik personelin ve dolayısıyla
araştırma ve verilerin azlığıdır. Ancak son
zamanlarda bu anlamda ilerleme kaydedilmektedir. Burada akademisyenle uygulamacı arasındaki ilişkiyi doğru anlamak gerekir, birinin
diğerini eleştirdiği değil birbirini geliştirdiği bir
noktadan bakılmalıdır.
SONUÇ
Bugünün ve gelecek yılların en önemli halkla
ilişkiler gerçekleri müşteri odaklı üretim,
“educate public” olarak sloganlaştırılan eğitme
işlevi, örgütün ünü, bilginin uluslararasılaşması
ve çevresel sorumluluğun ağır bastığı ilişkilerdir. Yeni medyanın, 21. yüzyılda dijital içerik
ve uygulamalarıyla çok daha önemli olacağı
gerçeği de kavramsal sorgulamayı başka boyutlara taşıyacaktır. Bu gerçeklik durumu daha
karmaşık ve daha geniş bir sorun ve sorumluluk alanı demektir. Anlaşılıyor ki halkla ilişkiler hem meslekleşme hem de saygınlaşmada
kendi halkla ilişkilerini yapmada sorun yaşamaktadır. Burada hem akademisyenlere, hem
öğrencilere hem de uygulamacılara ve örgütlenmelere çok iş düşmektedir.
KAYNAKLAR
Alexander D (2004) Changing the Public
Relations Curriculum: A New Challenge for
Educators, http://praxis.massey.ac.nz
Bernays E (1923) Crystallizing Public Opinion,
Boni& Liveright, New York.
Biber A (2004) Halkla İlişkilerde Teorik Bir
Çerçeve, Vadi Yayınları, Ankara.
Cutlip S, Center A ve Broom G. (1985)
Effective Public Relations, Prentice-Hall, New
Jersey.
Ewen S (1996) PR: A Social History of Spin,
Basic Boks, New York.
Grunig J ve Hunt T (1984) Managing Public
Relations, Holt, Rinehart& Winston Pub., New
York.
James M (2007) A Review of the Impact of
New Media on Public Relations: Challenges
for Terrain Practice and Education, Asia
Pasific Public Relations Journal, 8, 137-148.
Kazancı M (2000) Halkla İlişkilerde Yeni Yaklaşım ve Uygulamalar, 1. Ulusal İletişim Sempozyumu Bildirileri, İletişim Dergisi Yayınları,
Ankara.
Kazancı M (2006) Halkla İlişkiler, Turhan
Kitabevi, Ankara.
Kitchen P J ve Papasolomou I C (1997) Marketing Public Relations: Conceptual Legitimacy
or
Window
Dressing,
Marketing
Intelligence&Planning, 15 (2), 71-84.
Kocabaş F, Elden M ve Yurdakul N (2000)
Reklam ve Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, İletişim Yayınları, İstanbul.
Kruckeberg D (1995-96) The Challenge for
Public Relations in the Era of Globalization
Public Relations Quarterly, 40 (4), 36-38.
Kunde J (2000) Şirket Dini, Nejat Ulusay ve
Nesrin Eruysal (çev), Mediacat Yayınları,
İstanbul.
Lesly P (1983) Lesly’s Public Relations
Handbook, Prentice-Hall.
31
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Machiavelli N (1993) Prens, Nazım Güvenç
(çev), Anahtar Kitaplar, İstanbul.
Newsom D ve Scott A (1985) This is PR: The
Realities of Public Relations, Wadsworth
Publication, Belmont.
Rayfield R E (1989) PR: It’s More Complex
Than You Think, Michael C. Emery ve Ted C.
Smythe
(eds),
Readings
in
Mass
Communication, William C Brown Pub., Iowa.
Sennett R (2002) Saygı, Ümmühan Bardak
(çev), Ayrıntı yayınları, İstanbul.
Sparks S (1993) Public Relations: Is It
Dangerous to Use the Term?, Public Relations
Quarterly, 38 (3), 27-28.
Stone N (1995) The Management and Practice
of PR, McMillen Business Pres, Wilcox.
Şimşek Ş (1999) Yönetim ve Organizasyon,
Günay Ofset, Konya.
Tek O B (2006) Pazarlamada Değer Yaratmak,
Hayat Yayınları, İstanbul.
Thomsen S R (1997) Public Relations in the
New
Millennium:...,
Public
Relations
Quarterly, 42 (1) 11-17.
Yıldız N (2003) “Halkla İlişkilerin İdeolojik
İşleyişi”, TODAİE Derg, 36, 35-42.
32
ZİRVEDEKİ TÜRK İŞLETMELERİNİN KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK
İLETİŞİMİ: WEB SİTELERİNE YÖNELİK BİR İNCELEME
İdil Karademirlidağ Suher*
ÖZET
Globalleşen bir dünyada kurumsal sosyal sorumluluk sürdürülebilir kalkınmanın ana unsuru olmuştur. Kurumlar “sosyal oyuncular” olarak kendi rollerinin farkına varmakta ve KSS’yi günlük
faaliyetlerinin bir parçası olarak görmektedirler. Kurum yöneticilerinin sosyal sorumluluğun
kapsamını daha iyi anlamasında ve bu doğrultuda hareket etmesinde, toplumda çevre bilincinin
artmasıyla birlikte, tüketicilerden, çalışanlardan, rakiplerden ve hükümetten gelen baskılar da rol
oynamaktadır. Bu baskının gücü, her ülkede farklı boyutlarda görülmektedir. Bu nedenle de yerel
ve global şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk çabaları, aynı ülke içinde farklılık gösterebilmektedir. Çalışmanın amacı, şirketlerin kurumsal web sitelerinde yer alan, kurumsal sorumlukla ilgili
bilgilerini araştırmak ve bu web siteleri aracılığıyla kurumsal iletişimini nasıl gerçekleştirdiğini
ortaya koymaktır. Bu amaçla, ISO 500 listesindeki şirketler seçilerek ve içerik analizi kullanılarak
tanımlanmış sosyal sorumluluk konuları analiz edilmiştir. Kurumsal web sitelerinde verilen bilgilerin nasıl düzenlendiği, sunulduğu ve bu bilgilerin kurumsal sosyal sorumlulukla olan ilişkisi
incelenecektir. İnternet kısa süre içerisinde, vazgeçilemez bir iletişim aracı haline gelmiştir. Bu
nedenle, kurumsal web sitelerinin önemi ve kurumsal sorumluk açısından verilecek olan bilgiler
bu çalışmada tartışmaya açılmıştır.
Anahtar sözcükler: Kurumsal sosyal sorumluluk, kurumsal iletişim, kurumsal web siteleri
CORPORATE SOCIAL RESPONSIBILITY COMMUNICATION OF LEADING
TURKISH CORPORATIONS: AN OBSERVATION OF WEB SITES
ABSTRACT
In globalization world corporate social responsibility has been the main component of the sustainability. Organizations as "social players" to become aware of their roles and they see the
environment related issues as part of their daily activities. Organization executives better understand the scope of social responsibility and to move in this direction, together with increased environmental awareness in the society, consumers, employees, competitors and government from the
pressures of the role. Strength of this pressure in each country can be in different dimensions and
sizes. Therefore, the local and global companies’ corporate social responsibility efforts may vary
within the same country. The purposes of this study, companies located in the corporate web-site,
investigate the information related with corporate responsibility and information through this web
site expose how performs the corporate communications. For this purpose, the ISO 500 list, selecting companies are defined by using content analysis and social responsibility issues have been
analyzed. How the information in the corporate web site has been organized, and this information
is presented with the relationship between corporate social responsibility will be examined. Internet within a short time has become an essential communication tool. Therefore, the importance of
corporate web-site and corporate responsibility in terms of the information given in this study was
opened to discussion.
Keywords: Corporate social responsibility, corporate communication, corporate web sit
GİRİŞ
Çok uluslu şirketler dünyanın dörtbir yanına
yayılırken, kendi yönetim stratejilerini yerel
ihtiyaçları, adetleri ve kültürleri karşılayacak
*
şekilde yeniden yapılandırırlar. Aynı zamanda
yerel şirketler, küresel pazarda daha iyi rekabet
edebilmek için, her geçen gün daha fazla küresel yönetim stratejilerini ve standartlarını sahiplenmektedirler. Çok uluslu işletmeler farklı
bir pazarda varlıklarını sürdürmek isterken, iyi
Yrd. Doç. Dr. Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
birer kurumsal vatandaş olduklarını göstermek
için; halkın beklentilerini iyi analiz ederek,
hükümetlerin çözmekte başarız olduğu sosyal
problemleri çözmeye talip olmuşlardır. Sosyal
baskıya maruz kalmadan, toplumun bir bireyi
olarak, sosyal sorumlu davranmanın görevleri
olduğu inancıyla harekete geçen çok uluslu
işletmeler, böylece iş yaptıkları yeni pazarlarda
kurumsal sosyal sorumluluk kavramının gelişimine de öncülük etmişlerdir.
World Business Council for Sustainable
Development (Sürdürülebilir Gelişim için
Dünya Yönetim Konseyi) kurumsal sosyal
sorumluluğu “Sürdürebilir ekonomik gelişime
katkıda bulunabilmek için çalışanlarla, aileleriyle, yerel topluluklarla ve yaşam kalitesini
iyileştirmek amacıyla geniş anlamda, toplumun
bütünüyle birlikte çalışarak, işletmelerin yerine
getirmek zorunda olduğu yükümlülüklerdir.”
şeklinde değerlendirmiştir.
Kurumsal sosyal sorumluluk terimi basit olarak
kurumsal sürekliliği sağlamak amacıyla kâr
etmek ve yasalara uymak ile başlar, çok daha
ileri gider. “Kurumsal sorumluluğa” “sosyal”
terimini eklemek, kurumları topluma karşı
sorumluluğunun, bu can alıcı ama minimalist
yasal algılamasını aşmaya zorlar ve kurumun
toplumun derinine nüfus etmesini ister. Kurumsal sosyal sorumluluk terimi iş imkânı
yaratmayı, mal ve hizmet akışı sağlamayı,
hissedarlara doğru bilgi vermeyi ve basitçe
yasalara uymayı kapsarken; kurumdan etkilenen tüm risk sahiplerini de hesaba katmayı
içeren, daha geniş bir alana yayılır. Önemli
olan bu çeşitli risk sahiplerinin (çalışanlar,
tedarikçiler, toplumlar, çevre, vs.) kimler olduğunun etkili şekilde belirlenmesi ve ihtiyaçlarının değerlendirilmesidir.
McWilliams ve Siegel’e göre ideal kurumsal
sosyal sorumluluk seviyesi, maliyet-fayda
analizleriyle birlikte tespit edilebilir (2001:
125). Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları, üretim sürecinde, ürünlerin içine sosyal
içerikli
özellikler
eklemek
(örneğin;
florokarbon içermeyen aerosol ürünler ya da
çevre dostu teknolojiler kullanmak gibi), gelişime yönelik insan kaynakları uygulamalarını
benimsemek (örneğin; çalışanların yetkinleştirilmesini desteklemek), geri dönüşüm ya da
çevre kirliliğine karşı önlemler almak (örneğin;
34
emisyonların azaltılmasına ilişkin bir tutum
sergilemek), NGO ve benzeri kuruluşlarla
toplumsal içerikli birliktelikler geliştirmek gibi
birçok boyutu kapsamaktadır (Abagail ve ark.
2006: 1).
Kurumsal sosyal sorumluluk alanında üç temel
yaklaşım bulunmaktadır. Uzun dönemden beri
yerleşik olan etik sorumluluklar ve yeniden
önem verilmeye başlanan ekonomik sorumluluklar; bu iki yaklaşım rekabet eden ahlaki
çerçeveler ile politik felsefeyi barındıran, zıt
kuramsal bakış açılarını barındırır. Üçüncüsü
ise kurumsal vatandaşlık yaklaşımıdır. Rekabet
halindeki bu yaklaşımlar, yüzeysel olarak iki
ortak temayı paylaşmaktadır. Öncelikle her üçü
de genel refahın yükseltilmesini; aksi halde,
günümüzde kurumların var olamayacağını
savunur. Bununla birlikte, her bir yaklaşım
genel refaha giden farklı bir yolu benimsemiştir
(Windsor 2006: 96). Kavramsal olarak, ideal
vatandaşlık (Logsdon ve Wood 2002, Waddock
2002) etik kurumsal sosyal sorumluluk konumundan hareketle, kurumsal itibar kaygısından
geçerek ilerler. Ancak pragmatik olarak, sorumluluk dilini bir kenara bırakırken, dar anlamda ekonomik kurumsal sosyal sorumluluğa
karşı çıkar. Carroll (1998), kurumsal vatandaşlığın dört boyutu olduğunu öne sürer; ekonomik, yasal, etik ve hayırseverlik. Ekonomik
olan, işin kârı geliştirme ve yaratma hususundaki temel sorumluluğudur. Yasal unsur, kanunlara itaat etme hususundaki iş yükümlüğüdür. Etik bileşen, toplum tarafından kendi üzerlerine yüklenen normları takip etme hususundaki yükümlülükleridir. Son olarak isteğe bağlı
unsur daha geniş olarak, toplumu destekleyen
hayırseverlik faaliyetlerini içerir. Caroll’un
piramidinde ekonomik bakış açısından, isteğe
bağlı her türden kurumsal sosyal sorumluluk,
yatırımcılardan gelen gönüllü refah aktarımı
olarak ele alınır. Etik kurumsal sosyal sorumluluk, yayılmacı kamu politikasının, kişisel kısıtlamanın ve fedakarlığın çok daha geniş bir
kavramsallaştırmasıdır. Burada iki önemli
örnekten bahsetmek yerinde olacaktır. Bir
dondurma şirketi olan Ben & Jerry's insan
severliği yönetim stratejileri içinde uygulamaya
geçirdi ve halka arz edilen bir şirkete satılıncaya dek insan severlik ve ekolojik bilinçlendirme uygulamalarında bulundu. Malden Mills
tesisi, bir yangında kül oldu. Şirketin sahibi
Aaaron Feuerstein üretim yapmayan çalışanları
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48)
işten çıkarmayarak, tesisin yeniden inşa edilmesi için borç üstlendi ve inanılmaz bir başarı
elde etti. Kurumsal sosyal sorumluluk bilincinin etkisinin tam anlamıyla ortaya konulabilmesi için, sonuç odaklı, modern kurumsal sosyal performans çerçevesinde, genel refah üzerindeki tüm kurumsal etkilerin ölçülmesi önerilmektedir (Wood 2006: 712).
Kurumsal sosyal sorumluluk, yöneticilerin
kamu politikasını ve sosyal konuları nasıl ele
alması gerektiği ile ilgili her türlü kavram olarak da değerlendirilmektedir (Windsor 2006:
95). Bu nedenle, yöneticiler kamunun dikkatini
çeken sosyal konuları inceleyerek, bu konulara
öncelik vermelidirler. Friedman (1970), kurumların kanuna uydukları sürece, kendi ortaklarına karşı çoğunlukla kâr etmeyi gerektiren yükümlülüklerinin ötesinde topluma karşı bir
yükümlülüklerinin olmadığını tekrarlamıştır.
Diğer bir açıdan, idealleştirilmiş vatandaşlık
dar anlamda, etik kurumsal sosyal sorumluluğa
indirgenemez. İdealize edilmiş vatandaşlığın
amacı, kamu politikasını genişletmeksizin ve
araçsalcı yöneticiler tarafından bir kenara atılmış olan sorumluluk dilinden ayrılmadan, evrensel insan hakları ile ilgili yönetimsel psikolojiyi etki altına almaktır (Caroll 1999: 273).
Bu nedenle; Jones sosyal sorumluluk alanında
kurumsal vatandaşlığı daha net açıklayabilmek
için paydaş teorisini ortaya koymuştur. Paydaş
teorisi, kurumsal sosyal sorumluluk için etik ve
ekonominin bir sentezini içermektedir.
Jones'un çekirdek kuramına göre paydaşlarla
karşılıklı olarak "bir etik ilkeler altkümesi
(güven, güvenilirlik ve işbirliği yapabilirlik)
paylaşıldığında, bunu hayata geçiren kurumlar
için belirgin rekabet üstünlüğü sağlanabilir
(Jones 1995: 404).
Freeman pay sahibini şöyle tanımlamıştır; "Bir
organizasyonun hedeflerine ulaşmasını etkileyen veya bundan etkilenen herhangi bir grup
veya kişi.” (Freeman 1984: 46). Paydaş teorisi
sadece pay sahiplerine değil, aynı zamanda tüm
uygun paydaşların menfaatlerinin karşılanması
gerekliliğini ele alır. İki tip pay sahibi tanımlamıştır. Dar tanım, sadece kurumun yaşaması
için hayati önemi olan grupları içerirken, geniş
tanım kurumu etkileyebilecek ve kurumdan
etkilenen tüm grupları kapsar. Pay sahipleri
teorisi uyarınca, kurumlar ortaklıklarının en
başarılı mali yapısına; tüm pay sahiplerine eşit
önem vererek ve bunlar arasında en uygun
dengeyi ortaya koyacak ortaklık politikaları
geliştirerek ulaşılır. Paydaş teorisi Donaldson
ve Preston (1995) tarafından genişletilmiş ve
kurumsal sosyal sorumluluğun manevi ve ahlaki boyutları ayrıca bu gibi bir etkinliklerde yer
almanın işe olan etkisi araştırmalarında vurgulanmıştır. Aynı zamanda tüm paydaş çıkarlarının eşit şekilde değerlendirilmesi birinin diğerine egemen olmaması gerekir. Aksi halde
farklı pay sahibi grupların çıkarları arasında,
hakemlik yapma sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu
hakemlik görevini de yöneticilerin yapması
gerektiğini, yöneticilerin bütün pay sahiplerinin
etik haklarını dengeli biçimde yerine getirmesi
gerektiği varsayılmaktadır (Clarkson 1995,
Donaldson ve Preston 1995). Günümüzde kullanılan genişletilmiş paydaş çerçevesi, genel
olarak kullanılan paydaş teorisinin tam tersidir.
Geleneksel paydaş teorisi genellikle çalışanları,
işletme sahiplerini, müşterileri ve tedarikçileri
işletmenin paydaşı olarak görür. Bu gruplar
sadece kurumdan etkilenmez, aynı zamanda
kurumun işlevselliğini ve başarısını da etkiler.
Bu sebepten, geleneksel teori kurumun kendi
çıkarları üzerine kurulmuş olan bir sosyal sorumluluk anlayışına dayanır. Genişletilmiş
paydaş yaklaşımı, bu algılanışın ötesine geçmeyi amaçlar ve sosyal sorumluluğu, varlıkları
korumada karşılıksız bir görev olarak görür.
Sonuç olarak; kurumsal sosyal sorumluluk
kavramına yönelik bakış açıları zaman içinde
değişiklik göstermiştir (Kok ve ark. 2001: 288).
Kurumlar şimdiki ve gelecek nesillere ait yaşam koşulları, doğal varlıkların kaderini ve
yaşam mücadelelerini etkilerler. Bu nedenle
toplum, doğa ve gelecek nesiller kurumların
paydaşları arasında yer almalıdırlar.
KSS ile ilgili akademik çalışmalar, “ticari şirketlerin sosyal refahı artırmak ile ilgili bir
yükümlülükleri” olup olmadığına ilişkin felsefi
tartışmasıyla başlamıştır (Frederick 2006: 37).
“Bir işletme neden ve kim için vardır?” sorusunun yanıtı artık değişen koşullar nedeniyle
oldukça kolay verilememektedir. Sahipliğin
yerini yatırımın aldığı, şirket çalışanlarının
binalar ve makineler gibi şirketin varlıkları
haline geldiği bu dönüşümde amaç, yalnızca
kâr etmek değildir. Kâr yoluyla işletmenin
daha iyi bir şey yapmalarını sağlamaktır
(Handy 2002: 84). Kurumun sosyal sorumluluklarına toplumsal baskılar yön verirken, ku-
35
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
rumun içsel değerlendirmeleri ya da o kuruma
ait özellikler bu zorunluluklara kurumun nasıl
yanıt vereceğinin belirleyicisi olmaktadır.
Bilgi çağının gelişmesi, artan uluslararası
rekabet, ekonomik ve finansal pazarların birbirine bağlılığı, çok çeşitlilik, kolay ulaşılabilirlik
ve iletişim olanakları yeni bir küresel ekonomi
yaratmıştır. Öte yandan, araştırmacılar kurumsal sosyal sorumluluk ve onun globalleşme ile
ilişkisini çalışabilmek için, işletmeler ile onların ana paydaşları arasındaki ilişkiyi yerel ve
global anlamda inceleme ihtiyacı duyarlar. Bu
konuda farklı ülkelerde yapılmış birçok araştırma vardır. Örneğin; Çin’de kurumsal sosyal
sorumluluk üzerine yapılan en heyecan verici
çalışmalar, Çin kültürünün işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarını nasıl
etkilediği üzerine odaklananlardır. Çin’de global ve yerel işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarına yönelik yapılan araştırmada; yerel Çin işletmelerinin eğitim, spor,
sanat ve kültürel etkinlikler, gelişme, refah
seviyesini yükseltme, afet sonrası iyileştirme
ve sağlık gibi bir defaya mahsus geçici halk
hayırseverliği temalarını daha fazla işledikleri
ortaya konulmuştur. Bu konulara Çinli işletmeler çoğunlukla bağış, sponsorluk ve gönüllük
yoluyla katılım sağlamaktadırlar. Global işletmelerin sosyal sorumluluk faaliyetlerini kurumsal web sitelerinde tartışmaya Çinli işletmelerden daha açık oldukları görülmüştür.
Diğer yandan Çinli işletmeler ve global işletmeler arasında, kurumsal sosyal sorumluluk
faaliyetlerindeki anlayışları açısından halk
hayırseverliğine katılımları, çalışan ilişkileri
konusundaki vurguları, tedarikçiler ve hissedarlarla ilgili KSS tartışmaları açısından belirgin bir fark olmadığı bulunmuştur (Tang Lu ve
Hang Mei Li 2009: 208). Hong Kong ve Amerika’daki işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarını karşılaştırmak amacıyla,
Carroll’ın kavramsal çerçevesini kullanarak
Hong Kong ve Amerika’daki işletme öğrencilerine yönelik bir diğer çalışmada şu sonuçlara
ulaşılmıştır. Amerikalı öğrenciler, kurumların
ekonomik olmayan sorumluluklarını, kurumsal
sosyal sorumluluğun gerekçesi olarak görmektedir. Diğer yandan Çinli öğrenciler, daha çok
kurumsal sosyal sorumluluğun ekonomik gerekçesi üzerine vurgu yapmaktadırlar (Burton
ve ark. 2000: 165). Vidhi ve Wang’ın Hindistan’da özellikle Top 100 IT işletmeleri üzerine
36
yapılandırdıkları, global ve yerel karşılaştırmayı da içinde barındıran araştırmalarında, Hintli
yerel işletmelerin bir çoğunun kurumsal sosyal
sorumluluk uygulamalarına web sitelerinde yer
vermediklerini bulmuşlardır. Sonuç olarak; bu
durumun Hintli işletmelerin aktif olarak herhangi bir kurumsal sosyal sorumluluk etkinliğinde bulunmadıklarını göstermediğini, daha
çok kurumsal sosyal sorumluluk iletişimi konusundaki eksikliklerinin işareti olduğu yargısına varmışlardır. Diğer taraftan, KSS iletişiminde internetin kullanımındaki hassasiyet ve
yaratıcılığın eksikliği, bu işletmelerin küresel
eğilimlere uyum gösteremediklerinin belirtisi
olduğu sonucunu da ortaya koymalarına neden
olmuştur. Vidhi, C ve Wang, J. (2007) tarafından Hindistan’daki internet üzerinden değerlendirilen KSS uygulamaları ve Ting, S;
Sriramesh, K; Ng, Chew Wee, Lou ve
Wanyin’in (2006) yaptıkları araştırma neticesinde Singapur’daki kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarına bakıldığında, etkinliklerin
hayırseverlik yapısında ilerlediği görülmektedir. Çünkü araştırmada kurumsal sosyal sorumluluğun daha çok “çalışan gönüllülüğü”, “kurumsal bağış” gibi konularla ilişkilendirildiği
ortaya çıkmıştır. Bu tip toplum odaklı çalışmaların kurumlar tarafından tercih ediliyor olmasının sebebini de bu konuların daha iyi tanıtım
sağlaması ve toplumda iyi niyet duygusu uyandırması olarak görüldüğünü belirtmişlerdir.
Gerçek çalışmalar algıya yönelik olarak gözükmektedir ancak, bu durum Singapur’da
KSS’nin yeni ve sadece son birkaç yıldır gözde
bir kavram olması sebepleri ile açıklanabilir.
Singapur’da işletmelerin üç temel KSS yaklaşımını benimsediği görülmüştür; proaktif, intibak ve reaktif. İspanya’da da benzer bir çalışmaya rastlanmaktadır. Özellikle İspanya hisse
senedi piyasa listesinde yer alan işletmeler
üzerinde yapılan araştırmada, İspanyol işletmelerin KSS’ye oldukça önem verdiklerini, sosyal
ve çevresel konulara diğerlerinden daha fazla
yatırım yaptıkları bulunmuştur. Aynı zamanda,
sosyal sorumluluğun işletmelerin finansal performansının üzerinde de olumlu etkisi olduğunu belirtmişlerdir (Capriotti ve Moreno 2007:
234). Benzer sonuçlar, Kuzey Afrika’da yapılan çalışmada da elde edilmiştir (Dawkins ve
Ngunjiri 2008: 303). KSS ile ilgili Güney Afrika’da yapılan araştırmaya göre, Güney Afrikalı
işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk seviyeleri ve uygulama sıklıklarının Amerikan,
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48)
Alman ve Japon işletmelerin kurumsal sosyal
sorumluluk faaliyetlerinden genel olarak daha
fazla olduğu belirlenmiştir. Belirgin farklılıkların olduğu alanlar ise; çeşitlilik, toplum ve
çalışan ilişkileridir. Güney Afrika’da kurumsal
sosyal sorumluluk aynı zamanda yerel işletmelerin baskılarından da etkilenmiştir. İnsan haklarına yönelik çalışmalar, en az raporlananlardır. Bu çalışmaya göre Güney Afrika’da kurumsal sosyal sorumluluk dikkate değer bir ilgi
görmektedir. Diğer bir çalışma ise Chapple ve
Moon’un Asya kıtasında Hindistan, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Güney Kore
ve Tayland’ı kapsayan, 7 ülkenin kurumsal
sosyal sorumluluk anlayışını ortaya çıkarmak
amacıyla gerçekleştirdikleri araştırmalardır.
Çok uluslu işletmelerin iş uygulamalarını yerel
ihtiyaçları, adetleri ve kültürleri karşılayacak
şekilde adapte ettiklerini aynı zamanda, yerel
işletmelerin, küresel pazarda daha iyi rekabet
edebilmek için, gittikçe artan bir boyutta küresel iş uygulamalarını ve standartlarını sahiplendiklerini ortaya çıkarmıştır (Chapple ve
Moon 2005:415).
Bu ve benzeri çalışmalar yerel ve global işletmelerin kurumsal sosyal sorumuluğa bakış
açılarının karşılaştırması, web sitelerinin incelenmesi ise KSS iletişimini değerlendirmek
açısından önemlidir. Zorunlu olmayan KSS
iletişimi özellikle bizim kültürümüzde henüz
tam olgunlaşmamış bir fikirdir. Kurumsal sosyal sorumluluğun etkilerini değerlendirebilmek
için kurumsal iletişim hızla, uygulayıcılar ve
bilim dünyası tarafından incelenmeye başlanmıştır. Araştırma, tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de her geçen gün önemi artan kurumsal sosyal sorumluluk kavramına ve uygulamalarına; işletmelerin bakış açısını ortaya
çıkarmak ve Türkiye’de faaliyet gösteren global işletmelerle karşılaştırmak amacıyla yapılandırılmıştır.
YÖNTEM
Lu Tang ve Li Hongmei’nin çalışmasıyla benzerlik taşıyan bu çalışmanın amacı, Türkiye’de
faaliyet gösteren şirketlerin kurumsal sosyal
sorumluluk (KSS) ilkelerinin ve uygulamalarının neler olduğu, ulusal sosyal paydaşlarıyla
kurumsal sosyal sorumluluk iletişimini nasıl
gerçekleştirdiklerinin, kurumsal web sitelerinin
içerik analizi yapılarak incelenmesidir. Bu
çalışmada ayrıca ülke orjininin (yerel ve global
işletmelerin) KSS iletişimine etkileri de incelemiştir. Yine yerel ve global işletmelerin faaliyet gösterdiği pazarlama alanının doğrudan
nihai tüketiciye, B2C ya da işletmeler arası,
B2B olmasının KSS iletişimi üzerindeki etkisi
incelenmektedir. Çalışmanın hedefine göre
aşağıdaki sorular belirlenmiştir;
- Türkiye bağlamında iletişimi yapılan başlıca
KSS yaklaşımları nelerdir?
- Türkiye’de çalışan Türk işletmeleri ve global
işletmelerin KSS iletişimleri arasında farklar
var mıdır?
- Tüketici pazarlarını ve B2B (işletmeler arası)
pazarları hedef alan işletmelerin KSS iletişimleri arasında farklar var mıdır?
Evren ve Örneklem
Türkiye’de faaliyet gösteren belli başlı tüm
büyük işletmelerin web siteleri bu çalışmanın
evrenini oluşturmaktadır. Örnekleme için İstanbul Sanayi Odası’nın yayınladığı “Türkiye’nin en büyük 500 İşletmesi” (2008) kullanılmıştır. Çalışmada İstanbul Sanayi Odası
(ISO) tarafından basılmış Türkiye’nin en büyük 500 şirketi listesinde (2008) yer alan işletmelerin web siteleri arasından ilk 360 işletme,
amaçsal örneklem ile seçilmiştir. Bu seçimin
sonucunda 13 işletmenin listede adının kullanılmasına izin vermediği, 25 adet işletmenin
web sitesinin olmadığı görülmüştür. Bu işletmelerin web siteleri, nicel içerik yoluyla incelenmiş; toplam 322 adet işletmenin web sitesi
kodlanmıştır.
Çalışmada özellikle web sitelerinin kullanılması, işletmelerin web sitelerinin bu işletmelerin
kendi paydaşlarıyla iletişiminin en önemli aracı
olmasıdır. İşletmelerin dışarıya açılan penceresinden paydaşları, işletmelerin KSS uygulamalarını incelemektedirler. Bu çalışmanın hedefi
Türk işletmelerinin ve Türkiye’de faaliyet
gösteren global işletmelerin KSS uygulamaları
ve iletişimini, Türk paydaşlar ile nasıl kurduğunu belirlemek olduğundan, Türkçe web sitelerine odaklanılmıştır.
Veri Toplama Süreci
Başta Lu Tang ve Li Hongmei’nin Çin ve global işletmelerin KSS iletişimini belirlemek
amacıyla uyguladığı (2009) çalışma, Chapple
ve Moon’un Asya ülkelerinin kurumsal sosyal
37
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
sorumluluğa bakış açısını belirlemek için yapılandırdığı “Corporate Social Responsibility
(CSR) in Asia: A Seven-Country Study of CSR
Web Site Reporting.” (2005) çalışması ve
Maignan ve Ralston’un Avrupa ve Amerika
karşılaştırması yaptığı “Corporate Social
Responsibility in Europe and the US: Insights
from Businesses’ Self-presentations.” (2002)
gibi çalışmalar temel alınarak bir kodlama
cetveli oluşturulmuştur. Kodlama cetveli, önerilmiş olan araştırma sorularına işaret eden, altı
ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm,
işletmenin yerel ya da global olduğunu ve
faaliyet gösterdiği sektörü belirlemek amacıyla
oluşturulmuş; işletme ile ilgili temel bilgiler
sorgulanmaktadır. İkinci bölümde, işletmelerin
KSS kavramını nasıl tartıştıkları ve hangi gerekçelere dayandırdıkları Carroll tarafından
ortaya sunulmuş olan ekonomik, yasal, etik ve
gönüllülük tipolojisi kullanılarak araştırılmıştır.
Bu bölümde bir anlamda Türkiye’deki işletmelerin neden KSS faaliyetinde bulundukları
sorusunun cevabı da aranmaktadır. Üçüncü
bölüm, KSS temalarının ve girişimlerinin neler
olduğunu belirlemek amacıyla işletmelerin bir
sosyal vatandaş olarak topluma, çalışanlarına,
tedarikçilerine ve müşterilerine karşı sahip
oldukları sorumlulukları da içeren 19 maddeden oluşmaktadır. Bunlar, işletmelerin çalışanlarına karşı sahip oldukları sorumluluklar,
çalışan(işçi) sağlığı ve güvenliği, çalışan mutluluğu-refahı, çalışan gelişimi ve çalışanlar için
eşit hakları içermektedir. İşletmelerin müşterilerine karşı sahip olduğu sorumluluklar; ürün
kalitesi ve ürün güvenliğini içermektedir. İşletmelerin topluma karşı sahip oldukları sorumluluklar; eğitime, spora ve sanata destek, refah
seviyesinin geliştirilmesi, yoksullukla ve felaketlerle mücadele, afetten kurtulma, çevresel
koruma, sağlık ve engellilik, gençlere ve yaşlılara destek ve yardım gibi konuları içermektedir. Kodlama cetvelinin dördüncü bölümü,
işletmelerin KSS’yi nasıl uyguladıklarını inceleyebilmek için yapılandırılmıştır. Örneğin;
uygulamaların işletmelerin kurdukları bir vakıf
aracılığıyla mı, çalışanları aracılığıyla mı, bir
sivil toplum örgütüyle ortaklık mı veya devlet
desteğiyle mi gerçekleştirildiği incelenmiştir.
Bu bölümde işletmenin stratejik yönetim sürecinde KSS politikaları da dahil olmak üzere;
resmi politikalarının BM, SA8000 vb. olup
olmadığı, işletmenin KSS raporları, işletmenin
KSS uygulamasını kendi kurduğu ya da ilişkide
38
olduğu bir vakıf aracığıyla mı yaptığı, çalışanlarını gönüllü faaliyetlerde bulunmaya teşvik
ederek yönlendirip, yönlendirmediği, sivil
toplum örgütleri ile iş ortaklığı oluşturma,
üniversiteler ve hükümetle birliktelikler kurma
ve destek alma gibi değişkenleri içermektedir.
Beşinci bölüm, işletmelerin sosyal sorumluluk
uygulamalarının belli bir zaman sınırı dâhilinde
geçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek amacıyla yapılandırılmış sorulardan oluşmakta; “ne
zaman” sorusunun cevabı aranmaktadır. Özellikle dini bayramlar, resmi bayramlar ve doğal
afetler sonrasında KSS’ye daha fazla yatırım
yapılıp yapılmadığı gibi. Son bölümde ise
global KSS faaliyetleri hakkında bilgi verip
vermedikleri incelenmiştir. Böylece, global
KSS uygulamalarında bulunup bulunmadıkları
belirlenebilecektir.
Kodlamadaki her öğe “evet” ve “hayır” olarak
kodlanmıştır. Tek bir kategorinin web sitelerinde kaç kez görüldüğü, dikkate alınmamıştır.
Kodlayıcıların, eğitiminden sonra kodlama
formu ön teste tabi tutulmuştur. Pilot çalışmanın sonuçlarına göre gerekli görülen düzeltmeler yapılmıştır. Daha sonra kodlayıcılara örneklenen tüm web siteleri için bir kodlama formu
ve listesi verilmiş; her bir kodlayıcının tanımlanan kategorilere göre kodlamaları istenmiştir.
Kodlayıcıların fikir birliğine varamadığı maddeler, hakem yoluyla çözümlenmiştir.
Kodlama formunda yer alan tüm kategoriler
nominal ölçekte oluşturulduğundan kodlayıcılar arasındaki güvenirliğin testi için Cohen’s
Kappa katsayısı hesaplanmıştır (Kolbe ve
Brurett 1991: 245). Orjinal örneklem dışında
50 web sitesi seçilmiş ve iki kodlayıcı bu 50
web sitesi üzerinde kategorileri kodlamıştır.
Nominal ölçekteki sorular için hesaplanan
kodlayıcılar arası güvenilirlik (Cohen’s Kappa)
% 91.04’dür. Harold H. Kassarjian (1977)
kodlayıcılar arası güvenilirliğin % 85 üzerinde
olması gerektiğini önermektedir. Kodlayıcılar
arası uyuşmaya göre bu çalışma, güvenilir
bulunmuştur. Verilerin analizinde istatistiki test
olarak ki-kare testi kullanılmıştır. Bunun nedeni tüm kodlama kategorilerinin nominal ölçüm
düzeyinde olmasıdır.
BULGULAR
Araştırmanın ilk bölümünde işletmeler ilgili
genel bilgiler ve değerlendirmeler yer almakta-
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48)
dır. İşletmenin yerel ya da global olması, hedef
pazarı ve faaliyet de bulunduğu sektörler belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın amacı doğrultusunda genel olarak Türkiye’de faaliyet
gösteren en başarılı işletmelerin örneklem
üzerinden değerlendirmesini yaptığımızda 322
işletmenin 41’inin global, 281 tanesinin de
yerel olduğu belirlenmiştir.
Tablo 1. Faaliyet gösterdiği coğrafi alan
Yerel
Global
Toplam
f
281
41
322
%
87.27
12.73
100
Yine bu işletmelerin faaliyet gösterdiği alanlar
karşılaştırıldığında; doğrudan nihai tüketiciye
hizmet veren 133 adet işletmenin, örneklemin
% 41.30’unu oluşturduğu, B2B hizmet veren
işletme sayısının ise 189 adet, örneklemin de
%58.70’ini oluşturduğu belirlenmiştir.
Tablo 2. Hedef Pazar
Nihai Tüketici
f
133
%
41.3
İşletmeden İşletmeye B2B
Toplam
189
322
58.7
100
Tablo 3. Faaliyette bulunduğu endüstri/sektör
f
Maden, demir, çelik
Gıda ve içecek
Otomobil
İnşaat
Enerji üretimi
Tekstil
Tarım ve çiftçilik
Elektronik aksan üreticileri
Tıbbi Ürünler
Cam
Nakliye hizmetleri (kargo ve
konteynerler dahil)
Telekomünikasyon
Havayolları
Diğer
Toplam
61
43
34
34
32
20
19
11
10
7
4
%
18,94
13,35
10,56
10,56
9,94
6,21
5,9
3,42
3,11
2,17
1,24
3
1
33
322
0,93
0,31
10,25
100
Örneklem içinde yer alan işletmelerin faaliyet
alanları ise; Maden, Demir, Çelik % 18.94,
Gıda ve içecek % 13.35, Otomobil, % 10.56,
İnşaat % 10.56, Enerji üretimi % 9.94, Tekstil
% 6.21, Tarım ve çiftçilik % 5.9, Elektronik
aksan üreticileri % 3.42, Tıbbi ürünler % 3.11,
Cam% 2.17, Nakliye hizmetleri % 1.24, Telekomünikasyon % 0.93 ve Havayolları %
0.31’dür.
Araştırmanın ikinci bölümde; Türkiye’deki
işletmelerin neden ve hangi gerekçe ile KSS
faaliyetinde bulundukları sorusunun cevabını
aranmaktadır. Tablo 4’de bunun değerlendirilmesi görülmektedir.
Tablo 4. Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Mantıksal Gerekçeleri
Gönüllü (isteğe bağlı/
ihtiyari) sorumluluk
Etik sorumluluk/ Etik iş
uygulamaları
Yasal sorumluluk
Ekonomik sorumluluk
Toplam
f
%
120
14.58
208
224
271
823
25.27
27.22
32.93
100
Caroll’un piramiti doğrultusunda Türkiye’deki
en başarılı işletmelerin KSS’ye bakış açısı
ekonomik, yasal, etik ve gönüllülük tipoloji
kullanılarak araştırılmıştır. Bu bir anlamda
Türkiye’deki işletmelerin hangi gerekçelerle
KSS faaliyetinde bulunduklarını belirlemektedir. Caroll’un pramiti gibi ekonomik, yasal,
etik ve isteğe bağlı sorumluluklar aynı önem
sırasında değerlendirilmiştir. Ekonomik sorumluluk işletmelerin karı geliştirme konusundaki
temel sorumluluğudur. Toplumun istediği mal
ve hizmeti üreterek, satma ve kar elde etme
sorumluluğu olarak tanımlanmıştır. Örnekleme
konu olan işletmelerin web sitelerinde özellikle
vizyon ve misyon ifadesinde dahi bu amacı
vurguladıkları görülmüştür. Yasal sorumluluklar kanunlara itaat etme hususundaki işletmenin
yükümlülüklerini içermektedir. Örneğin (UN,
SA8000, vb) işletmenin ulusal ve yasal anlaşmaları yaptığını duyurması, yasaların belirlediği kriterlere uygunluğunu belirtmesi ve bunlara
yer vermesi açısından işletmeler değerlendirildiğinde hala Türkiye’de devletin sivil toplum
örgütlerinden daha fazla baskı unsuru olarak
algılandığının da bir göstergesi olabilir. Etik
sorumluluk toplumun işletmeden beklediği
davranış ve faaliyetleri içerir. İşletmeler toplumdan aldıklarını topluma geri verme felsefesi
ile etiksel sorumluluklarını yerine getirmektedirler. Örneğin, sürdürülebilir gelişim için
39
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
işletmelerin daha çevre dostu ürünler üretmesi,
geri dönüşümlü ürün kullanma vb gibi. Son
olarak, isteğe bağlı sorumluluklar daha geniş
olarak toplumu destekleyen hayırseverlik faaliyetlerini tanımlar. Toplumun işletmelerden
beklemedikleri, işletmelerin gönüllü faaliyetlerini içermektedir. Bu doğrultuda araştırma
sonucunda Türkiye’de faaliyet gösteren işletmelerin web siteleri incelendiğinde ekonomik
sorumluluklar % 32.93, yasal sorumluluklar %
27.22, etik sorumluluklar % 25.27, gönüllü
sorumluluklar % 14.58 oranında belirlenmiştir.
Hala KSS için ekonomik sorumluluklar en
önemli gerekçe olarak ortaya çıkmaktadır.
Tablo 5. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Temaları
Bir paydaş
olarak
toplum/
kamuya
yönelik
hayırseverlik
Paydaş olarak
Müşteriler
Çalışanlarla
ilişkiler
Tedarikçiler
Hissedarlar
Eğitim alanına yapılan finansal destekler (toplam)
Çevre ve doğal kaynakların korunması
Genç nesil
İlk ve ortaokul öğrencilerine sunulan finansal destekler
Eğitim/diğerleri
Spor
Sanat& Kültür
Üniversite öğrencilerine sunulan finansal destekler
Sağlıkve Sakatlık
Refah Seviyesinin Geliştirilmesi ve Toprakların Korunması
Seniors
Felaketle Mücadele
Ürün kalitesi
Ürün güvenliği
Sağlık ve Sakatlık
Çalışan mutluluk ve refahı
Çalışan gelişimi
Eşit fırsat
Tedarikçiler
Hissedarlar
Toplam
Üçüncü bölüm; Türkiye’nin en başarılı işletmelerinin bir sosyal vatandaş olarak topluma,
çalışanlarına, tedarikçilerine, ve müşterilerine
karşı sahip oldukları sorumluluk temalarını
belirlemek için yapılandırılmıştır. Tablo 5
işletmelerin 5 farklı paydaş grubuna yönelik
(bunlar; toplumun geneli, müşteriler, çalışanlar,
tedarikçiler ve hissedarlardan oluşmaktadır.)
uyguladığı ve ilettiği KSS temasını belirlemesi
açısından önemlidir. Toplumun geneline yönelik gerçekletirilen en önemli KSS temasının
eğitim olduğu % 10.74, daha sonra bunu çevre
temasının %10.69 ile takip ettiği belirlenmiştir.
Tüketicilere yönelik uyguladıkları KSS uygulamalarının ürün kalitesi % 11.79 ve ürün güvenliği % 11.46 teması üzerine yapılandırıldığı
belirlenmiştir. Çalışanları için sağlık ve sakatlık % 11.35 teması diğerlerinden daha fazla
40
f
%
194
193
83
77
71
65
58
46
40
36
19
12
213
207
205
128
117
64
74
98
1806
10.74
10.69
4.60
4.26
3.93
3.60
3.21
2.55
2.21
1.99
1.05
0.66
11.79
11.46
11.35
7.09
6.48
3.54
4.10
5.43
100
desteklenmektedir. İşletmelerin çalışan sağlığına ve güvenliğine verdiği önemin, fırsat
eşitliğine (işletmelerin ırk, cinsiyet, maaş farkı
veya engel gözetmeksizin, gerek işe alım gerekse terfi süreçlerinde tüm katılımcılara eşit
şansın tanınmasına yönelik bağlılığından) ve
çalışan gelişimine (işletmelerin, kariyerlerini
daha ileriye götürebilmeleri için çalışanlarına
kurs veya sürekli eğitim olanakları sunması)
verdiği önemden daha fazla olduğu görülmüştür. Tedarikçiler ve hissedarlar için bir alt tema
belirlenmemiştir. İşletmeler kendilerinin bu
gruplara karşı sorumlu olduklarını belirtmekle
yetinmişlerdir. Tedarikçilerine karşı sorumlu
olduklarını belirten işletmelerin oranı % 4.10
ve hissedarlarına karşı sorumlu olduklarını
belirten işletmelerin oranı da % 5.43’dür.
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48)
Tablo 6. Kurumsal Sorumluluk Uygulamaları
f
199
139
91
85
85
83
66
49
48
43
35
724
Ortaklıklar (toplam)
KSS politikası
Gönüllü faaliyetler
Ortaklılar/devlet
Sponsorluk
Vakıf
Ortaklıklar/STK
KSS raporu
Ortaklıklar/Üniversite
Ödül
Bağış
Toplam
%
27.49
19.20
12.57
11.74
11.74
11.46
9.12
6.77
6.63
5.94
4.83
100
Bu tablo işletmelerin KSS uygulamalarını nasıl
gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Araştırmanın 4. bölümünün sonuçlarını içermektedir.
İşletmeler genellikle KSS uygulamalarını bir
ortak ile birlikte gerçekleştirmektedir. Hükümet, sivil toplum örgütü ve üniversiteler gibi.
Bunların toplam değeri % 27.49’dur. İkinci
olarak Türk işletmelerinin bir KSS politikası
olduğu ve KSS uygulamalarını buna göre gerçekleştirdikleri bulunmuştur.
Tablo 7. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulama Zamanları
Dini Tatiller
Resmi Tatiller
Doğal Afetler
Toplam
f
10
10
5
25
%
40.00
40.00
20.00
100
Beşinci bölümde Türkiye’deki işletmelerin
KSS uygulamalarına hangi zamanlarda daha
fazla önem verdiği araştırılmıştır. Tablo 7’de
görüldüğü gibi; KSS uygulamalarının belli
zamanlarda mı gerçekleştiğinin değerlendirmesinde özellikle dini bayramlar, resmi bayramlar
ve doğal afetler sonrasında KSS uygulamalarına daha fazla yatırım yapıldığı ortaya çıkmıştır.
İşletmeler KSS uygulamalarını sürekli bir çaba
olarak görmek yerine bu özel zamanları değerlendirmektedirler. Diğer yandan bu durum
Türk geleneklerinin bir uzantısı olarak ya da
kamunun beklentisinin bu özel zamanlarda
artmasının doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
Son olarak; Türkiye’nin en başarılı işletmelerinin KSS uygulamalarını nerede gerçekleştirdikleri yani Uluslararası KSS uygulamalarına mı
ya da yerel KSS uygulamalarına mı yatırım
yaptıkları incelendiğinde yalnızca % 14.30’un
global KSS uygulaması gerçekleştirdikleri
bulunmuştur. Yerel işletmeler gibi global işletmeler de yerel KSS çalışmalarına daha fazla
yatırım yapmaktadırlar.
Tablo 8. Global Sosyal Sorumluluklar
Global sosyal Sorumluluklar
f
45
%
14.30
Son bölümde yerel ve global işletmelerin KSS
uygulamalarının karşılaştırması yapılmıştır.
KSS iletişiminde işletmelerin hizmet verdiği
endüstrinin farklılığı yani doğrudan nihai tüketiciye ve B2B’ye (aracıya) hizmet vermesi gibi
etkenler hariç tutulmuştur. Bu nedenle özellikle
nihai tüketiciye hizmet veren global ve yerel
işletmelerin karşılaştırması yapılmıştır. Tablo
9’da görüldüğü gibi global işletmelerin yerel
işletmelerden çok daha fazla KSS’ye önem
verdikleri görülmüştür. Türk işletmelerin niçin
kurumsal sosyal sorumluluk yaptığının açıklaması global işletmelerin bakış açısına paralellik
göstermektedir. Özellikle isteğe bağlı sorumluluklar ve yasal sorumluluklarda istatistiksel
olarak anlamlı bir fark vardır. Global işletmeler
Türk işletmeler için örnek olmuş, yol göstermişlerdir.
Çok uluslu şirketler ülkedeki KSS uygulamalarını olumlu yönde etkilemektedir. Çok uluslu
şirketlerin Türkiye’nin kurumsal sosyal sorumluluk gündemine, kamu kurum ve kuruluşları
ve yarattıkları kurumsal yapı, kurumsal yönetişim yapısı ya da kültür gibi diğer itici güçlere
oranla çok daha büyük bir etkisi vardır. Kurumsal yönetişim yapıları, yatırımcılar ve sivil
toplum kuruluşları bu çok uluslu şirketler üzerinde daha fazla yaptırım uyguladığından genellikle bu şirketlerin grup çapında stratejileri
bulunmaktadır. Bu nedenle, üzerlerinde daha
büyük bir sorumlulukla çok uluslu şirketlerin
kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları ve
deneyimleri genellikle daha gelişkin ve temel iş
alanıyla daha entegredir (Göcenoğlu ve Onan
2008: 11)
Türk ve global işletmeler öncelikle ekonomik
sorumluluklara sonra yasal, sonra etik ve en
son olarak da isteğe bağlı sorumluluklara önem
vermektedirler. Özellikle yasal sorumluluklar
ve isteğe bağlı sorumluluklarda istatistiksel
olarak anlamlı farklar vardır.
41
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Bir paydaş
Olarak
toplum/kamuya
yönelik
hayırseverlik
Ne
Paydaş olarak
müşteriler
Çalışanlarla
ilişkiler
Tedarikçiler
Hissedarlar
Nasıl
KSS
Uygulamaları
Ne
zaman
KSS uygulama
zamanları
Nerede
Global sosyal
sorumluluklar
p<.01
42
p<.05
n=133
İsteğe bağlı sorumluluklar
Etik sorumluluklar/ Etik iş
uygulamaları
Yasal sorumluluklar
Ekonomik sorumluluklar
İlk ve ortaokul öğrencilerine
yalpan finansal destekler
Üniversite öğrencilerine yapılan
destekler
Eğitim/diğer
Spor
Sanat& Kültür
Yoksulluk yardımı
Felaketle mücadele
Çevre ve doğal kaynakların
korunması
Sağlık ve Sakatlık
Genç nesil
Seniors
Ürün kalitesi
Ürün güvenliği
Sağlık ve Güvenlik
Çalışan mutluluk ve refahı
Çalışan gelişimi
Eşit fırsat
Tedarikçiler
Hissedarlar
KSS politikası
KSS raporu
Vakıf
Gönüllü faaliyetler
Ortaklıklar/devler
Ortaklıklar/ STK
Ortaklıklar/ Üniversite
Sponsorluk
Bağış
Ödül
Dini Tatiller
Resmi Tatiller
Doğal afetler
Global sosyal sorumluluklar
65.52
79.31
4.900
2.035
0.027
0.154
62.50
81.73
25.00
82.76
93.10
24.14
4.204
2.206
0.009
0.040
0.162
0.924
17.31
27.59
1.523
0.217
23.08
26.92
25.96
13.46
1.92
51.92
44.83
55.17
44.83
20.69
13.79
65.52
5.343
8.174
3.838
0.927
7.417
1.692
0.021
0.004
0.050
0.380
0.020
0.193
18.27
29.81
5.77
64.42
64.42
59.62
34.62
32.69
13.46
18.27
29.81
39.42
17.31
9.62
30.77
23.08
24.04
15.38
35.58
30.77
20.19
0.96
0.96
0.00
16.35
20.69
41.38
10.34
82.76
82.76
72.41
62.07
62.07
51.72
51.72
34.48
68.97
34.48
24.14
55.17
55.17
41.38
34.48
68.97
48.28
27.59
3.45
6.90
3.45
27.59
0.087
1.388
0.753
3.528
3.528
1.583
7.087
8.219
19.472
13.338
0.232
7.971
4.025
4.290
5.855
11.108
3.396
5.259
10.323
3.072
0.727
0.947
3.623
3.613
1.877
0.768
0.239
0.409
0.060
0.060
0.208
0.008
0.004
0.000
0.000
0.630
0.005
0.045
0.056
0.016
0.001
0.065
0.022
0.001
0.080
0.394
0.390
0.120
0.218
0.171
Anlamlılık
42.31
65.38
Ki-kare değeri
Global
işletmeler %
Niçin
KSS’ lerin
Mantıksal
açıklamaları
Türk
işletmeler %
Tablo 9. Türk ve Global İşletmelerin Karşılaştırılması
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48)
İşletmelerin temel görevi, faaliyetlerini şeffaf,
hesap verilebilir, yasalara uyumlu şekilde yerine getirmek olduğu kadar, içinde bulundukları
toplumun ve küresel sorunların çözümüne
katkıda bulunmak olmalıdır. İşletmeler, vizyonlarına ve misyonlarına uygun projeler ürettikçe ve bunları toplumla paylaştıkça toplum
tarafından kabul ve sempati görmektedirler
(Aydede 2007: 25). Türk işletmeleri bu amaçlara uygun olarak KSS uygulamalarını gerçekleştirmektedirler. Toplumdan aldığını topluma
verme düşüncesi Türk işletmelerinin geleneksel
kültürel bakış açısıdır. Yerel ve global işletmelerin karşılaştırmasında bir paydaş olarak topluma/kamuya yönelik hayırseverlik davranışı
olarak özellikle eğitim, spor, sanat ve kültür
konuları istatistiki olarak anlamlıdır.
Capital aylık iş dünyası dergisinin Nisan
2007’de “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Liderleri” adıyla yaptığı araştırma halkın işletmelerden öncelikle eğitim, bunu takiben sağlık, çevre ve aile içi şiddet gibi konulara odaklanmasını ve bu alanları desteklemesini istediğini ortaya koymuştur. Eğitim konusu kurumsal perspektiflerde de en öncelikli alan olarak belirlenmiştir.
Turkcell’in “Kardelenler” projesinin başarılı
sonuçlar vermesi, bir çok kurum ve kuruluşun
bu projeye destek olması ve sürekliliği benzeri
kampanyaları da beraberinde getirmiştir. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF tarafından yürütülen “Eğitime %100 Destek” ve
“Haydi Kızlar Okula” gibi özel eğitim kampanyalarına katılımını arttırmıştır.
Genel kamuya yönelik KSS uygulamaları arasında felaketle mücadele konusunda da istatistiki olarak anlamlı fark vardır. Özellikle global
işletmelerin bu konuya yerel işletmelerden
daha fazla önem göstermeleri dikkat çekicidir.
İzmit’te gerçekleşen 1999 depremlerinde, son
derece sanayileşmiş ve nüfusun yoğun olduğu
bölgelerde yaşayan, resmi kayıtlara göre
17,000 kişi hayatını kaybetmiştir. Hükümetin
deprem sonrası müdahalelerde yetersiz kalması
ve gerekli yardım hizmetlerini sağlamadaki
başarısızlığı, hem bireysel hem de kurumsal
gönüllü oluşumları harekete geçirmiştir. Depremin ardından pek çok STK ve gönüllü grup,
tahrip olan bölgelerin yeniden yapımı ve iyileştirme hizmetlerinin yanında kurtarma çalışma-
larında da aktif rol oynamışlardır (Göcenoğlu
ve Onan 2008: 7). Ne yazık ki Türk işletmeler
hala sivil toplum örgütleri kadar bu konuya
yeterince önem vermemektedirler.
Yine bir diğer dikkat çeken nokta; Türk işletmelerin tedarikçilere yönelik KSS uygulamaları ile global işletmelerin tedarikçilerine yönelik
KSS uygulamaları arasında istatistiki olarak
anlamlı fark olmasıdır. Global işletmeler tedarikçilere yönelik KSS uygulamalarını olumlu
yönde etkilemektedir. Global işletmelerin yerel
uzantılarına ve tedarikçilerine KSS uygulamaları için pozitif baskı uygulamaları, diğer Türk
işletmeler için de bir itici güç olmaktadır. Örneğin, özellikle tekstil sektöründeki tedarik
zinciri konuları uluslararası çalışma standartlarının uygulanmaya başlanmasında önemli bir
etken olmuştur (Göcenoğlu ve Onan 2008: 7).
Tedarikçilere yönelik KSS değerlendirildiğinde
Türk işletmelerin hala global işletmelerden
tedarikçilerine çok daha düşük oranda eşit
fırsat sunuyor olmaları dikkat çekicidir. Burada
tedarikçi seçiminde cinsiyet, ırk, büyüklük
farkı gözetmeksizin tüm tedarikçilere eşit fırsatların sunulmasına ve/veya tedarikçilerin
güvenliklerinin korunmasına ilişkin bağlılık
değerlendirilmiştir. Yerel ve global işletmelerin
KSS uygulamalarını nasıl gerçekleşirdikleri
değerlendirildiğinde oransal olarak farklılığa
rağmen konu bazında paralellik görülmektedir.
Bu durum da KSS uygulamalarında Türk işletmeleri için global işletmelerin yön gösterici
olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Müşterilere yönelik “ürün kalitesi” ve “ ürün
güvenliği” global işletmelerde daha fazla oranda önem verilen konulardır. Diğer yandan Türk
işletmelerin bakış açısından bu konuların paralellik göstermesi ve kalite ile güven konusuna
aynı oranda önem vermeleri dikkat çekicidir.
Çalışanlarla ilişkiler açısından “Eşit fırsat” yani
işletmelerin ırk, cinsiyet, maaş farkı veya engel
gözetmeksizin, gerek işe alım gerekse terfi
süreçlerinde tüm katılımcılara eşit şansın tanınmasına yönelik bağlılığı değerlendirildiğinde Türk işletmelerin global işletmelere nazaran
bu konuya oldukça az önem verdikleri görülmektedir.
Çalışanlara yönelik KSS uygulamaları değerlendirildiğinde “çalışan mutluluk ve refahı”,
43
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
“çalışan gelişimi”, “eşit fırsat” konularında
istaistiki olarak anlamlı farklar vardır. İşletmeler her geçen gün çalışanına karşı daha fazla
sorumluluk duymaya başlamış ve KSS uygulamaları içine yerleştirmiştir. Diğer yandan
Türkiye’nin de imzaladığı uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalar da yasal sınırlılıklarda
oluşturarak bu çerçeveyi tamamlamaktadır.
Sözleşme ve anlaşmalardan bazıları şunlardır:
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Çocuk
Hakları Sözleşmesi, OECD Çok Uluslu İşletmeler Genel İlkeleri, ILO Eşit Ücret Sözleşmesi (1951), Ayrımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesi (1958), Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin
Yasaklanması Sözleşmesi (1999), Örgütlenme
ve Toplu Sözleşme Hakkı Sözleşmesi (1949).
Bu sözleşme ve anlaşmalardaki özellikle çalışan hakları ve çocuk işgücü konuları, şirketlerin sorumlu davranışlar benimsemeleri konusunda standartları da belirlemektedir. İşletmelerin çalışanlarına yönelik KSS uygulamaları
üzerine anlamlı etkileri vardır.
KSS politikaları ve KSS raporları konularında
da istatistiki anlamlı farklar vardır. Türk işletmeler hala özellikle raporlama konusuna yeterince önem vermemektedirler. KSS raporlaması ve KSS politikası yerel işletmeler için hala
gelişmekte olan alanlardır. Kurumsal Sosyal
Sorumluluk uygulamalarının zamansal bir
değerlendirilmesi yapıldığında (B2B işletmeler
hariç), global işletmelerin dini bayram ve resmi
bayramlar gibi zamanlarda daha fazla KSS
faaliyetinde bulundukları yani daha yerel davranmaya çalıştıkları göze çarpmaktadır. Yine
global işletmeler doğal afet zamanlarında yerel
işletmelerden daha fazla KSS uygulamalarında
bulunmaktadırlar. Doğal afetlere çok açık bir
ülke içinde faaliyet gösteren firmaların bu
durumu dikkate alması yine yerel hareket etmelerinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
KSS uygulamalarının nasıl gerçekleştirildiği ile
ilgili bölümde sponsorluk konusunda istatiksel
açıdan anlamlı bir fark vardır. Uluslararası
Sponsorluk Konferansı Türkiye’de KSS konusunun algılanma biçimini gündeme taşıyan
önemli bir etkinlik olarak değerlendirilebilir.
Konferansın programı ve katılımcılar KSS
algısının daha çok sponsorluk çerçevesinde
şekillendiğine işaret etmektedir (Göcenoğlu ve
Onan 2008: 8).
44
Yerel ve global işletmelerin KSS uygulamalarını nerede gerçekleştirdikleri değerlendirildiğinde özellikle nihai tüketiciye yönelik hizmet
veren Türk işletmelerinin global sosyal sorumluluk konularına B2B işletmelerine göre daha
fazla önem verdikleri görülmektedir.
Tablo 10’da KSS iletişiminde kurumların hizmet verdiği endüstrinin farklılığı yani doğrudan
nihai tüketiciye ve B2B’ye hizmet vermesi gibi
etkenler değerlendirilerek karşılaştırma yapılmıştır. Nihai tüketiciye hizmet veren işletmeler
ve B2B işletmeden işletmeye hizmet veren
işletmeler karşılaştırıldığında KSS uygulamaları açısından anlamlı farklar göze çarpmaktadır.
Nihai tüketicilerin beklentileri doğrultusunda
işletmeler KSS’nin etik boyutuna daha fazla
önem vermektedirler. İsteğe bağlı sorumluluk
konusunda nihai tüketicilere hizmet veren
kurumlarla B2B işletmeler arasında istatistiki
olarak anlamlı fark gözlenmiştir. Nihai tüketici
toplumdan aldığını topluma veren işletmelere
yönelik daha olumlu bir algı geliştirmektedir.
Bu nedenle toplumun geneline yönelik KSS
uygulamaları değerlendirildiğinde üniversite
öğrencilerine destekler, eğitim, spor, sanat –
kültür, sağlık – sakatlık ve genç nesile destek
verme konularına nihai tüketiciye hizmet veren
işletmeler daha fazla yatırım yapmaktadırlar.
Rekabetin hızla artması işletmelerin, müşteri
odaklı olmalarına, tüketicilere ve onun ihtiyaçlarına daha fazla önem vermelerine neden olmuştur. İşletmeler, toplumsal sorumluluk kampanyalarında, farkındalık yaratmak için tüketiciyi ‘sosyal duyarlılık’ vurgusuyla etkilemeye
ve tüketiciyle aralarında duygusal bir bağ oluşturmaya çalışmaktadırlar. İşletme yöneticilerinin sosyal sorumluluğun kapsamının daha fazla
farkına varmalarında ve bu doğrultuda hareket
etmelerinde, toplumda sosyal sorumluluk bilincinin artmasının, tüketicilerden, çalışanlardan,
rakiplerden ve hükümetten gelen baskıların
rolü büyüktür. Bu nedenle özellikle nihai tüketiciye hizmet veren işletmelerde bu durum daha
fazla öne çıkmıştır. Çünkü artık unutulmamalıdır ki KSS itibarı etkileyen en önemli değişkenlerden biridir. Reputation Institute (İtibar
Enstitüsü) tarafından itibarın ölçümlenmesi
amacıyla geliştirilen itibar katsayısını (RQ)
oluşturan 6 ana unsurdan biri sosyal sorumluluktur.
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48)
Ne
Paydaş olarak
müşteriler
Çalışanlarla
ilişkiler
Tedarikçiler
Hissedarlar
Nasıl
KSS
Uygulamaları
Ne
zaman
KSS uygulama
zamanları
Nerede
Global sosyal
sorumluluklar
47.37
68.42
30.16
61.90
9.890
1.449
0.002
0.229
66.92
84.21
24.81
71.43
84.13
23.28
0.750
0.000
0.101
0.386
0.984
0.751
19.55
10.58
5.126
0.024
27.82
33.08
30.08
15.04
4.51
54.89
17.99
11.11
9.52
8.47
3.17
63.49
4.389
23.391
22.326
3.395
0.389
2.407
0.036
0.000
0.000
0.065
0.562
0.121
18.80
32.33
6.77
68.42
68.42
62.41
40.60
39.10
21.80
25.56
30.83
45.86
21.05
12.78
36.09
30.08
27.82
19.55
42.86
34.59
21.80
1.50
2.26
0.75
18.80
7.94
21.16
5.29
64.55
61.38
64.55
39.15
34.39
18.52
21.16
30.16
41.27
11.11
9.52
22.75
23.81
15.34
11.64
14.81
19.58
7.41
4.23
3.70
2.12
11.11
8.464
5.088
0.306
0.522
1.688
0.155
0.068
0.747
0.529
0.854
0.016
0.672
5.980
0.855
6.851
1.577
7.456
3.849
31.596
9.193
13.984
1.932
0.544
0.951
3.766
0.004
0.024
0.580
0.470
0.194
0.694
0.794
0.387
0.467
0.355
0.898
0.412
0.014
0.355
0.009
0.209
0.006
0.050
0.000
0.002
0.000
0.205
0.533
0.652
0.052
Anlamlılık
Ki-kare
değeri
Bir paydaş
olarak
toplum/kamuya
yönelik
hayırseverlik
İsteğe bağlı sorumluluklar
Etik sorumluluklar/ Etik iş
uygulamaları
Yasal sorumluluklar
Ekonomik sorumluluklar
İlk ve ortaokul öğrencilerine
yapılan finansal destekler
Üniversite öğrencilerine
yapılan destekler
Eğitim/diğer
Spor
Sanat& Kültür
Yoksulluk yardımı
Felaketle mücadele
Çevre ve doğal kaynakların
korunması
Sağlık ve Sakatlık
Genç nesil
Seniors
Ürün kalitesi
Ürün güvenliği
Sağlık ve Güvenlik
Çalışan mutluluk ve refahı
Çalışan gelişimi
Eşit fırsat
Tedarikçiler
Hissedarlar
KSS politikası
KSS raporu
Vakıf
Gönüllü faaliyetler
Ortaklıklar/devlet
Ortaklıklar/ STK
Ortaklıklar/Üniversite
Sponsorluk
Bağış
Ödül
Dini Tatiller
Resmi Tatiller
Doğal afetler
Global sosyal sorumluluklar
B2B
İşletmeler %
Niçin
KSS’ lerin
mantıksal
açıklamaları
Tüketiciler
%
Tablo 10. Türk işletmeler Nihai tüketici ve B2B işletmeden işletmeye karşılaştırması
p<.01 p<.05 n=322
45
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Diğer dikkat çekici nokta KSS raporlaması
konusudur. Burada istatistiki olarak anlamlı bir
sonuç çıkmıştır. Nihai tüketiciye hizmet veren
kurumlar KSS raporlamalarına daha fazla
önem vermektedirler. Kurumsal web sitelerinde B2B işletmelere göre bu raporları daha fazla
yayınlamışlardır. Bu durum işletmeleri mercek
altına alan tüketicilerin işletmelerin yaptığı tüm
KSS uygulamalarını ayrıntılı olarak incelemelerine de olanak vermesi açısından önemlidir.
Nihai tüketiciye hizmet veren işletmelerin KSS
uygulamalarını daha çok bir sivil toplum örgütüyle ve üniversitelerle işbirliği yaparak gerçekleştirdiği görülmektedir. Yine sponsorluk,
bağış ve ödül yoluyla KSS uygulamalarını
gerçekleştirdikleri görülmektedir. B2B işletmeler arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir
fark vardır.
Nihai tüketiciye hizmet veren işletmelerin B2B
işletmelerden daha fazla KSS uygulamaları
gerçekleştirmeleri ve bunu web sitelerinde
yayınlamaları tüketicilerde ortaya çıkan KSS
bilincinin de bir yansımasıdır. Daha fazla sosyal sorumlu olan işletmeler tüketicilerden daha
fazla kabul görmektedirler.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu çalışma şunu göstermiştir; Türk işletmeler
(ki bunlar İstanbul Sanayi Odası ISO tarafından
belirlenmiş 2008 yılının en büyük 500 işletmesi
listesinden seçilmiş ilk 322 işletmedir) global
işletmelerin KSS yaklaşımları ve uygulamalarına paralel uygulamalar geliştirmişlerdir. Diğer bir deyişle Türk işletmeleri KSS uygulamaları açısından global işletmelerle paralel stratejiler geliştirmektedirler ve global bakış açısına
sahiptirler. Ama KSS iletişimine global işletmeler hala Türk işletmelerden daha fazla önem
vermektedirler.
Türkiye’deki en başarılı işletmelerin KSS’ye
bakış açısı ekonomik, yasal, etik ve gönüllülük
tipolojisi kullanılarak değerlendirildiğinde
global işletmelere benzer bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Öncelikli amaç ekonomik nedenler
olarak görülmektedir. Bir işletmenin en önemli
sorumluluğunu işletmenin devamlılığını ve
karını geliştirmek olarak belirterek, bu düşünceyi vizyon ifadelerine dahi taşımışlardır. Türkiye genelinde faaliyet gösteren bu işletmeler
46
için KSS uygulamalarının yapılma gerekçesi
olarak ikinci olarak yasal sorumluluklar gösterilmiştir. KSS yasa ve kanunlar aracılığıyla da
desteklenmektedir. Burada çarpıcı bir noktaya
değinmek yerinde olacaktır. Özellikle nihai
tüketiciye hizmet veren işletmeler karşılaştırıldığında bu durum bir parça değişmektedir.
Türk işletmeleri global işletmelerden farklı
olarak yasal sorumluluklardan çok daha fazla
etik sorumluluklara önem vermektedirler. Bu
durum nihai tüketicilerin işletmelerinden beklentilerinin yasal sorumluluklarından çok daha
fazla etik sorumluluklar olduğunun farkına
vararak bu doğrultuda hareket ettiklerini göstergesi de olabilir, işletmelerin hala KSS’yi
ekonomik katkı sağlayan, satışları artıran bir
olgu olduğunu düşünmelerinden de kaynaklanabilir. Daha sonraki araştırmalarda kurumsal
iletişimcilerin bakış açısından bu durum değerlendirilebilir.
Çalışanlarla ilişkiler açısından KSS uygulamaları değerlendirildiğinde; “eşit fırsat” yani
işletmelerin ırk, cinsiyet, maaş farkı veya engel
gözetmeksizin, gerek işe alım gerekse terfi
süreçlerinde tüm katılımcılara eşit şansın tanınmasına yönelik bağlılığı değerlendirildiğinde Türk işletmelerin bu konuya, global işletmelere nazaran oldukça az önem verdikleri görülmektedir. Bu durum böyle bir sorun algısı
hissetmemelerinden de kaynaklanabilir ya da
yasal olarak bu konu hakkında yeterince baskı
görmelerinden kaynaklanabilir.
Türk işletmelerin tedarikçilerin global işletmelerden çok daha düşük oranda eşit fırsat sunmaları dikkat çekicidir. Tedarikçi seçimine yönelik eşit fırsat; cinsiyet, ırk, büyüklük farkı gözetmeksizin tüm tedarikçilere eşit fırsatların
sunulmasına ve/veya tedarikçilerin güvenliklerinin korunmasına ilişkin bağlılık değerlendirmesidir. Bu durum Türk işletmelerinin böyle
bir bağlılığının olmadığını gösterdiği gibi bunu
web sitesinde belirtmeye gerek görmemelerinin
de uzantısı olabilir.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk uygulamalarının
zamansal bir değerlendirilmesi yapıldığında
(B2B işletmeler hariç), global işletmelerin dini
bayram ve resmi bayramlar gibi zamanlarda
daha fazla KSS faaliyetinde bulundukları yani
daha yerel davranmaya çalıştıkları göze çarpmaktadır. Özellikle dini bayramlar KSS uygu-
Zirvedeki Türk İşletmelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk… (33-48)
lamaları açısından iyi değerlendirilmiştir. Yine
global işletmeler doğal afetlere yerel işletmelerden daha fazla önem vermektedirler. Çok
yakın bir tarihte deprem ve sel felaketi ile karşılaşan birçok firmamız için bu konunun gündemde olmaması araştırılması gereken bir
konudur. Bu durum kaderci anlayışın uzantısı
olabilir. Kurumsal iletişimci gözüyle de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yerel ve global işletmelerin KSS uygulamalarını nerede gerçekleştirdikleri değerlendirildiğinde; Türk işletmelerinin de global sosyal
sorumluluk konularına önem vermeleri faaliyet
gösterdikleri ülkeler açısından yerel davranma
ihtiyacından doğabileceği gibi, global konulara
global çözüm bulma isteklerinin uzantısı da
olabilir.
KAYNAKLAR
Abagail Mc, Siegel D S ve Wright P (2006)
Corporate Social Responsibility: Strategic
Implications, Journal of Management Studies,
43 (1), 1-18.
Aydede C (2007) Kurumsal Sosyal Sorumluluk, Kapital Medya Hizmetleri A.Ş., İstanbul.
Berger A A (2000) Media and Communication
Research Methods, Sage, California.
Burton B K, Farh J-L ve Hegarty W H (2000)
A Cross-Cultural Comparison of Corporate
Social Responsibility Orientation: Hong Kong
vs. United States Students, Teaching Business
Ethics, 4 (2), 151–167.
Carroll A B (1991) The Pyramid Of Corporate
Social Responsibility: Toward The Moral Management Of Organizational Stakeholders, Business Horizons, 34 (4), 39-48.
Carroll A B (1999) Corporate Social Responsibility: Evolution of a Definitional Construct,
Business And Society, 38, 268-295.
Carroll A (1979) A Three-Dimensional Conceptual Model of Corporate Social Performance, Academy of Management Review, 4 (4),
497-505.
Capriotti P ve Moreno A (2007) Communicating Corporate responsibility through Corporate
web sites in Spain, Corporate Communication
an International Journal, 12, (3), 221-236.
Chapple W ve Moon J (2005) Corporate Social
Responsibility (CSR) in Asia: A SevenCountry Study of CSR Web Site Reporting,
Business and Society, 44 (4), 415–441.
Clarkson M B E (1995) A Stakeholder Framework for Analyzing and Evaluating Corporate
Social Performance, Academy of Management
Review, 20, 92-117.
Dawkins C, Nounjiri F W (2008) Corporate
Social Responsibility in South Africa, Journal
of Business Communication, 45 (3), 286-307
Frederick W C (2006) Corporation be good!
The Story of Corporate Social Responsibility,
Dogear Publishing, Indianapolis, IN.
Freeman E (1984) Strategic Management: A
Stakeholder Approach, United States, Pitman
Publishing, Boston.
Göcenoğlu C ve Onan I (2008) Türkiye’de
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Değerlendirme
Raporu, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği.
Handy C (2002) What's a Business for?, Harvard Business Review, 80 (12), 77-93.
Kassarjian H H (1977) Content Analysis in
Consumer Research, Journal of Consumer
Research, 4 (1), 8-18.
Kolbe R H ve Brunett M S (1991) ContentAnalysis Research: An Examination of Applications with Directives for Improving Research
Reliability and Objectivity, Journal of Consumer Research, 18 (2), 243-450.
Kok P, Wiele T, McKenna R ve Brown A
(2001) A Corporate Social Responsibility Audit Within A Quality Management Framework,
Journal of Business Ethics, 31 (4), 285-298.
Maignan I ve Ralston D A (2002) Corporate
Social Responsibility in Europe and the US:
Insights from Businesses’ Self-presentations,
Journal of International Business Studies, 33
(3), 497–514.
Pallant J (2007) SPSS Survival Manual (3th
ed.), Open University Press. New York.
Tabachnick B G ve Fidell L S (2007) Using
Multivariate Statistics, (5th ed.), Pearson, New
York.
Tang Lu ve Li Hongmei (2009) Corporate
Social Responsibility Communication of Chi-
47
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
nese and Global Corporations in China, Public
Relations Review, 35, 199-212.
Ting S, Sriramesh K, Nq Chew Wee ve
Wanyin L (2006) Corporate Social Responsibility (CSR) and Public Relations: Perceptions
and Practices in Singapore,
International
Communication Association; 2006 Konferans
sunumu, 1-42.
Vidhi C ve Wanq J (2007) Communication
Corporate Social Responsibility on the Internet : A Case Study of the Top 100 Information
Technology Companies in India, Management
Communication Quarterly, 21(2), 232-247.
Windsor D (2006) Management Models for
Corporate Social Responsibility, Springer Berlin Heidelberg, Rice University, Houston,
Texas.
Wood D J (2006) Corporate Social Performance Revisited, Academy of Management Review, 16 (4), 691-712.
48
BİR HALKLA İLİŞKİLER FONKSİYONU OLARAK BİLGİ EDİNME HAKKI VE
BELEDİYELERDEKİ UYGULAMALARI*
M. Nejat Özüpek** - Necdet Aksoy***
ÖZET
Yerel yönetimler halka en yakın yönetim birimi olarak yönetsel ve siyasi işlevler yerine getirmektedir. Bu görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için halkla ilişkilerine önem vermeleri gerekmektedir. Bilgi edinme çağdaş yönetime ulaşma yolunda bir anahtardır. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu 24 Nisan 2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Yerel yönetimlerde halkla ilişkilerin bilinen önemi doğrultusunda, ülkemizdeki belediyelerde halkla ilişkiler birimlerinin yapılanması, personel durumu, teknik donanımı, halkla ilişkiler kapsamında yaptıkları çalışmalar, halkla ilişkilere bakış açıları ve sorunları gibi konularda mevcut durumun tespiti amaçlı Aralık 2005-Nisan 2006 tarihleri arasında bir alan araştırması yapılmıştır.
Araştırma, bu alanda gerek katılımcı sayısı, gerekse içerdiği konular açısından kapsamlı ve güncel
bir araştırmadır. Ülkemizdeki belediyeler arasında sadece il merkezlerinde bulunan, “büyükşehir
belediyeleri, merkez ilçe belediyeleri (büyükşehir sınırları içindeki ilçe belediyesi) ve il belediyeleri” araştırma kapsamında değerlendirilmiştir. İlçe ve belde belediyeleri araştırma kapsamı dışında tutulmuştur.
Bu çalışmada, detayları yukarıda açıklanan araştırmada, belediyelerimizin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile sağlanan kamu kurum ve kuruluşlarının elinde bulunan bilgi ve belgelere
erişim hakkının tanındığı reformun uygulanması süreci, fiziksel araçlar ve reform hakkında Belediyelerin tutumlarıyla ilgili bulgular değerlendirilmektedir.
Anahtar sözcükler: Belediye, bilgi edinme hakkı
INFORMATION RIGHT AS A PUBLIC RELATIONS FUNCTION AND INFORMATION
RIGHT PRACTISES IN MUNICIPALITY
ABSTRACT
The manager who head the poll can be permanent by getting trust, sympathy and the support of
public. This can be possible by fixing the demand of local public and to put forward quality service
and healthy relation. For municipalities, which are democracy schools is the participation of district public very important to transmittion of request, suggestion and complaint it is also very
important fort he relation of municipality and public.
Right to information is a key for contemporary management. The law of getting information take
effect in 24 April 2004.
The importance direction of public relation in local governments situation of public relation construction, the personal situation of public relations , technical hardware, the Works in Public
Relations and stand point of Public Relations and their problems to fixing we make an area survey
between December 2005-April 2006.
It is a comprehensive and actually survey because the member of participation and their topic
contents. We estimate the municipalities which are in province centre. These are metropolitan
municipalities, central district municipalities and province municipalities, these are our patterns.
District and city municipalities stays out of survey
Keywords: Municipality, right information
*
18-20 Ekim 2007’de düzenlenen 5. Kamu Yönetimi Forumu’nda sunulan bildirinin gözden geçirilmiş ve güncellenmiş metnidir.
**
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
***
Safranbolu Belediye Başkanı
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
GİRİŞ
20. yüzyılın başlarından beri uygulanarak gelişen geleneksel kamu yönetimi anlayışı ve yapıları 2000’li yıllarda terk edilmeye başlanmıştır.
Günümüzde refah devletinden minimal devlete
doğru yönelişler hız kesmeden devam etmektedir. Yeni yönelimler ve beraberinde getirdiği
değişim, kamu yönetimi yapılarını da etkilemektedir. Bir taraftan devletin görev alanı ile
ilgili gelişmeler, bir taraftan iletişim teknolojinin sınırları ortadan kaldırması, diğer taraftan
ise vatandaşların eğitim ve kültür seviyesindeki
artış geleneksel kamu yönetimi yapılarını aşındırmaya devam etmektedir. Geleneksel yönetim yapılarının yerine yeni kamu yönetimi
anlayışı, yönetişim gibi uygulama yöntemleri
ve reçeteler ortaya konmaktadır. Söz konusu
yeni yönetim yaklaşımı ve yapılarının temel
özellikleri; iyi yönetişim, açıklık - saydamlık,
hesap verebilirlik, katılımcılık, vatandaş odaklılık, etkinlik, hukuka bağlılık performansa
dayalı iç denetim vb. kavramların ön planda
olduğu özel yönetime yaklaşan, sosyal yönü
ağırlıklı bir kamu yönetimi biçimidir.
Belirtilen bu özelliklerin işletilebilmesi veya
uygulamalarının görülebilmesi için bilgi edinme hakkı temel araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir kamu yönetimi, kendiliğinden
harekete geçerek, gerçek anlamda saydam,
hesap vermeye hazır, vatandaşın katılımına
açık bir yapıda bulunmak istemez. Saydam,
katılımcı ve hesap verebilir bir kamu yönetiminin anahtarlarından biri ise bilgi edinme hakkı
olmaktadır.
Yönetimin saydamlığı, ancak onun elinde tuttuğu bilgi ve belgelere ulaşmakla mümkün
olur. Bilgi edinme hakkının olmadığı ortamda
saydamlık tam olarak gerçekleştirilemez. Benzer şekilde, kamu yönetiminin hesap verebilmesi de halkın bilgilenmesi yoluyla gerçekleşecektir. Aksi durumlarda, yöneticiler bazen
gerçekleri gizleyerek hesap verme yolunu tercih edebileceklerdir.
Bu noktada bilgi edinme hakkı bir halkla ilişkiler fonksiyonu olarak adlandırılabilir. Çünkü
bilgi edinme ile ulaşılması beklenen yönetsel
saydamlık, olumlu bir kurum imajı oluşturma,
yönetsel istikrar, sağlıklı yöneten-yönetilen
ilişkileri ve yönetsel meşruluk gibi unsurlar,
50
diğer yandan dış halkla ilişkilerin amaçları
arasında sayılmaktadır. Bu nedenle dış halkla
ilişkilerin amaçları ile bilgi edinme hakkının
aynı olduğu söylenebilir.
1. BİLGİ EDİNME HAKKI VE TÜRK
KAMU YÖNETİMİNDEKİ GÖRÜNÜMÜ
Bilgi edinme hakkı; bireyin kendisinin ya da
kuralına uygun olarak bir başkasının, kamu
idaresine ilişkin bilgileri, idari otoriteden alma
hakkı anlamına gelmektedir. Bu hak “saydam
yönetimin” olmazsa olmaz koşuludur. Gerçek
demokratik düzenlerde, siyasal gücün bireyden
saklayacağı bir şey olamayacağı kabul edildiği
için, günümüzde, “demokrasi” ile “saydam
yönetim” eş anlamlı kabul edilmiştir. Saydam
yönetim sayesinde bireyin bilgilenme hakkı
işlerlik kazanır (TESEV 2004: 3).
1.1. Bilgi Edinmenin Çerçevesi
Son yıllarda tüm dünyada popüler bir söylem
haline gelen düşünce özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı, kuruluşların hedef kitleleri tarafından yanlış anlaşılmasının önüne geçen, insanların bilgiye ulaşmasını sağlayan en önemli haktır. Günümüzde özgür insan için “özgürce
düşünebilen ve düşüncelerini özgürce ifade
edebilen insan” tanımı yapılmaktadır ve bunun
ön koşulu da doğru, çarpıtılmamış bilgiye erişimin “hak” olarak kabul edilmesidir. Bu anlayış da “bilgi edinme özgürlüğü” olarak adlandırılmaktadır. Demokratik ortamlarda düşünce
özgürlüğü kavramının temel öncülü olarak
vatandaşların bilgiye, özellikle devlet organlarınca üretilen bilgiye, erişim hakkı ilk şarttır
(Çelik ve Tonta 1996: 1).
İşte bunun için düşünce ve ifade özgürlüğü ile
doğrudan bağlantılı bir hak olarak bilgi edinme
hakkı ile doğrular, bilgiye dayalı farklı fikirlerin çarpışmasından ortaya çıkacaktır. Bilgi
edinme hakkı, kamu yönetiminin bir çağrı
merkezine dönüşmesi demek değildir. Tam
tersine öncelikli sorunlara odaklanılarak kalıcı
çözümler üretilmesine ve uygulanmasına hizmet eden bir haktır. Şüphesiz kamu idarelerinde karar alma yetki ve sorumluluğu kamu yöneticisine aittir. Vatandaş ve sivil toplum örgütleri kamu politikalarının hazırlık sürecine
katılarak kamu yöneticisinin doğru kararlar
almasına destek verecek, sonrasında ise uygu-
Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61)
lamayı sıkı biçimde takip edecektir. Yani, bilgi
akışı çift yönlüdür: Kamu yönetiminden vatandaşa, vatandaştan kamu yönetimine şeklinde
olmalıdır. Bu sayede, sivil toplum kuruluşları
ile kamu yönetimi daha da yakınlaşacak, her iki
tarafta da şeffaflık ve etkinlik artacaktır (Aksoy
2002: 89). Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kamu
yönetimiyle vatandaşın ilişkilerinde kanunun
açıklık, şeffaflık ve sorgulanabilirlik ilkesinden
hareketle ortak çıkarlara hizmet edeceğini
düşündüğü bilgi ve belgeleri halkın kullanımına sunmuştur. Yasa ortak çıkarlara hizmet
edecektir, çünkü bilgi verilmesi sayesinde
kamu kendisini halka denetletmekte, denetlenmenin baskısıyla da uygulamada ve yönetimde
daha dikkatli davranma gereğini duymaktadır.
Kamunun uygulamaları hakkında insanların
şikayette ve öneride bulunmaları sayesinde de
kendisi hakkındaki halk düşüncesini öğrenmekte, bundan sonra alacağı karar ve uygulamaları
bu bilgiler ışığında yapma şansına sahip olmaktadır (Canöz 2008: 148).
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren üçüncü
kuşak haklar arasında değerlendirilen bilgi
edinme hakkı, günümüzde kısmen şekil değiştirmiştir. Yine bir insan hakkı olarak değerlendirilmekle birlikte, daha çok halkın yönetime
katılma ve yönetimi denetleme aracı olarak
görülmeye başlanmıştır. Özellikle halkın, yönetimin bir aktörü haline gelerek yönetişimin
gerçekleşebilmesi, bilgi edinme hakkı ile doğrudan ilişkilidir. Dayanışma haklarını içeren
üçüncü kuşak özgürlükler arasında değerlendirilen bilgilenme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü,
basın özgürlüğü, bilim özgürlüğü, siyasi faaliyetlere katılım özgürlüğü ile bağlantılıdır
(TESEV 2004: 4).
Ancak belirtmek gerekir ki, bilgi edinme hakkının bizatihi kendisi ne saydam, ne hesap
verebilir ne de katılımcı yönetimi sağlama
konusunda muktedirdir. Buna paralel olarak
geleneksel kamu yönetimi yerine yönetişimin
gerçekleşebilmesini de kendiliğinden sağlamaz.
Saydam, hesap verebilir, katılımcı bir yönetimin oluşması ve halkın yönetimin aktörü konumuna gelmesi ancak bilgi edinme hakkının
kullanımının sonuçları olacaktır. Bilgi edinme
hakkının etkin bir şekilde ve yerinde kullanımı,
belirtilen sonuçlara ulaşabilmenin tek yolu
olarak görülmektedir.
1.2. Türk Kamu Yönetiminde Bilgi Edinme
Hakkı
24 Nisan 2004 tarihinde 4982 sayılı Bilgi
Edinme Hakkı Kanunu yürürlüğe girmiştir. 25
Nisan 2004 günü Türkiye’de saydam, hesap
verebilir ve katılımcı bir kamu yönetimi yapısı
oluşmadı. 27 Nisan 2004 tarihinde ise “Bilgi
Edinme Hakkı Kanunu’nun Uygulanmasına
İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik”
Resmi Gazete’de yayınlanarak uygulamaya
konuldu. 28 Nisan 2004 günü de ülkemizde
kamu yönetimi yapısında ve işleyişinde çok şey
değişmedi. Ancak değişimin anahtarına halk
sahip olmuş oldu. Bundan sonraki gelişmeler,
halkın anahtarı kullanarak değişimin kapısını
açmasıyla gelişecektir (Eken ve Aksoy 2004:
3).
Yasa ile yüzyıllardır varlığını ve egemenliğini
koruyan geleneksel Türk kamu yönetimi açısından serbestçe ve istediği gibi halk adına
karar alma ve uygulama süreci yerine, halkın
bilgilenmesine ve katılımına açık bir karar
alma süreci başlamış oldu. Ancak bunun işleyebilmesi tamamen halkın bilgi edinme hakkını
kullanımına bağlı olacaktır.
Bilgi edinme hakkının kullanılabilmesi için
kamu kurum ve kuruluşlarının organizasyon
şemalarında ve hizmet örgütlenmelerinde bir
takım değişikliklere gitmeleri gerekmektedir.
Kurum ve kuruluşlarda bir ay içinde, yeterli
sayıda personelin görevlendirildiği, bilgi edinme başvurusu yapılabilmesini kolaylaştıracak
fiziki mekâna ve teknik donanıma sahip bilgi
edinme birimleri oluşturmaları gerekmektedir.
Kurum ve kuruluşlar, Yönetmeliğin yayımı
tarihinden itibaren üç ay içinde kurum dosya
planlarını, bilgi edinme hakkının kullanımını
kolaylaştıracak şekilde hazırlamaları ve bilgi
iletişim teknolojilerini kullanmak suretiyle
kamuoyunun bilgisine sunmaları gerekmektedir. Ayrıca belge kayıt, dosyalama ve arşiv
düzeninde ihtiyaç duyulan mevzuat değişiklikleri ve diğer düzenleyici işlemler altı ay içinde
yapmaları gerekmektedir. Resmi internet sayfası bulunmayan kurum ve kuruluşlar iki ay
içinde internet sayfalarını oluşturmaları, bilgi
edinme birimleri iki ay içinde elektronik posta
yoluyla başvuru kabul edecek elektronik posta
adreslerini oluşturarak internet sayfalarından
kamuoyunun bilgisine sunmaları zorunludur.
51
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Tüm personelin bilgi edinme hakkı konusunda
hizmet içi eğitime tabi tutulması yasanın getirdiği diğer bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu aşamada yasanın yürürlüğe girdiği 2004
yılından bugüne kadar tüm kamu kurum ve
kuruluşlarına yapılan bilgi edinme başvurularına bakmak yasanın gelişimi hakkında bize bilgi
verecektir.
Türkiye genelinde 2004 yılında yapılan bilgi
edinme başvurusu toplamı 395.557 dir. Bu
başvurulardan;
Olumlu cevaplanan (bilgi-belgeye erişim sağlanan) başvurular: 347.959 (%87)
Kısmen olumlu cevaplanan, kısmen reddedilen
başvurular: 13.648
Reddedilen başvurular: 20.474 (5%)
Türkiye Genelinde 2005 yılında yapılan bilgi
edinme başvurusu toplamı: 626.789
Olumlu cevaplanan (bilgi-belgeye erişim sağlanan) başvurular: 542.364 (% 86)
Kısmen olumlu cevaplanan, kısmen reddedilen
başvurular: 21.712 (% 3.46)
Reddedilen başvurular: 54.234 (% 8,6)
Başvurusu reddedilenlerden yargıya
edenlerin toplam sayısı: 311 (% 0.05)
itiraz
Türkiye Genelinde 2006 yılında yapılan bilgi
edinme başvurusu toplamı: 864.616
Olumlu cevaplanan (bilgi-belgeye erişim sağlanan) başvurular: 746.999 (% 86)
Kısmen olumlu cevaplanan, kısmen reddedilen
başvurular: 38.092 (% 4.44)
Reddedilen başvurular:69.199 (% 8)
Başvurusu reddedilenlerden yargıya itiraz
edenlerin toplam sayısı: 539 (% 0.77) (TBMM
Bilgi Edinme Raporları 2007).
Buna göre 2005 yılında 2004 yılına göre Türkiye Genelinde yapılan başvurularda % 58
artış meydana gelmiştir. Yine 2005 yılında
2004 yılına göre olumlu cevaplanarak bilgi
veya belgeye erişim sağlanan başvurularda %
55 artış olduğu gözlenmektedir. 2005 yılında
52
2004 yılına göre kısmen olumlu cevaplanarak
kısmen de reddedilerek bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda % 59, reddedilen
başvurularda ise % 164 artış olduğu gözlenmiştir. 2005’de 2004 yılına göre gizli ya da sır
niteliğindeki bilgiler çıkarılarak veya ayrılarak
bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda
% 67 artış olduğu görülmektedir. Başvurusu
reddedilenlerden yargıya itiraz edenlerin sayısı
toplam başvuruların sadece % 0.05 ini oluşturarak 311 adet ile sınırlı kalmıştır.
2006 yılında 2005 yılına göre Türkiye genelinde yapılan başvurularda % 38 oranında artış
olduğu, 2005 yılına göre olumlu cevaplanarak
bilgi veya belgeye erişim sağlanan başvurularda ise % 37 oranında artış bulunduğu gözlenmektedir.. Yine 2006 yılında 2005 yılına göre
kısmen olumlu cevaplanarak kısmen de reddedilerek bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda %75 artış olduğu görülmektedir.
2005 yılına göre reddedilen başvurularda % 27
artış olmuştur. 2006 yılında 2005 yılına göre
gizli ya da sır niteliğindeki bilgiler çıkarılarak
veya ayrılarak bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurularda % 60’lık bir oranda artış
gözlemlenmektedir.
Bilgi edinme; kurum ve kuruluşların yapmış
olduğu eylem ve almış olduğu kararlarda açıklık ilkesini savunan, kanun çerçevesinde belirlenen sınırlar içerisinde kalmak kaydıyla her
vatandaşın bu bilgilere ulaşabilmesine imkan
veren bir haktır. Bilgi edinmeyi; kamu kuruluşlarının tanıma ve tanıtma ögelerini bünyesinde
taşıyan, bunların uygulanma sınırlılıklarını
belirleyip faaliyetleri ve yaptığı eylemleri neticesinde ortaya çıkan bilgiyi, belgeyi kanun
zorlamasıyla da olsa halka açıklamak hususunda sorumlu tutan bir halkla ilişkiler düzenlemesi olarak değerlendirmek mümkündür (Canöz
2008: 144-145).
1.3. Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak
Bilgi Edinme
Kurum kendi dışında yer alan kişi ve kurumlarla sosyal içerikli ilişkilere girişir ya da girişmelidir (Sabuncuoğlu 1998: 14). Bu ister özel
isterse devlet olsun, tüm kuruluşlar için bir
gerekliliktir.
Kurumun dış çevrede giriştiği halkla ilişkiler
etkinliği ise ilgi anlayış, güven ve desteğini
Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61)
sağlamak istediği kişi ve gruplarla olan ilişkileri içermektedir (Özdönmez ve ark. 1999: 6-7).
Bu anlamda kurum dışı halkla ilişkileri kurumun dış çevresiyle karşılıklı güvene, anlayışa
ve iyi niyete dayalı sağlam, sağlıklı ve empati
temeline dayanan ilişkiler geliştirmesi ve bu
ilişkileri sürdürmesi olarak adlandırmak mümkündür (Arklan 2009: 131).
Dış halkla ilişkilerin amaçları; yönetsel gizliliği
ortadan kaldırarak yönetsel saydamlığı temin
etmek, dış hedef kitleler gözünde saygın bir
kurumsal kimlik ve imaj oluşturmak, kurum ve
kamuları arasında sağlıklı, düzenli ve temeline
dayalı ilişkiler geliştirmek, gerçekleştirilecek
her türlü faaliyette titiz ve bilinçli bir şekilde
hareket ederek istikrar sağlamak ve kurumun
halk tarafından benimsenmesini, desteklenmesini temin ederek meşruluk zeminini olabildiğince güçlendirmek olarak sıralanabilir (Arklan
2009: 131). Bilgi edinme hakkı bu amaçların
tümünün gerçekleştirilmesine yardımcı olabilecek niteliktedir.
1.3.1. Yönetsel saydamlık
Kurum dışı halkla ilişkilerin sağlıklı bir şekilde
işleyebilmesi için yapılması gereken en önemli
şey yönetimin halka açılması, başka bir deyişle
yönetsel saydamlıktır.
Kurumların kamularından saklayacak şeyleri
olmamalıdır. Olumlu bir imaj bakımından,
kurumların dışarıdan bakıldığında tüm karar ve
uygulamalarının rahatlıkla görülebildiği camdan bir ev saydamlığında olmaları beklenir
(Biber 2003: 20).
Saydamlığı sağlamak için kurumların ilgili
oldukları kitlelere kuruluş amaçlarına, politikalarına, etkinliklerine ilişkin bilgileri aktararak
kamuoyunun bilgilenmesi amaçlanır. Bu yönetimde açıklık ilkesinin de bir gereğidir. Bilgi
verme, halkın bilme-öğrenme hakkı ile ilgili
olup bu hak aynı zamanda demokratik kuramın
“bilgili-ilgili vatandaş” şartı ile bütünleşmektedir. Halkla ilişkiler hem halk tarafından talep
edilen, hem de yönetimce gerekli görülen bilgileri aktararak “bilgili-ilgili vatandaş” ihtiyacına
cevap vermektedir (Sezer 1995: 151).
Kurumun açıklaması sakıncalı görülen çok özel
sırları haricinde hiçbirşeyin kamuoyundan
gizlenmemesi gerektiğini, kamuoyunu yanıltıcı, şaşırtıcı, kandırıcı, tutarsız, gizli kapaklı
politika ve eylemlerden kaçınmanın kuruma
karşı olan güveni arttırıcı bir özellik taşıdığını,
kurumun uzun vadede başarısının onurlu çalışma, güvenilirlik ve dürüstlük kavramlarına
uymaktan geçtiğini hatırdan çıkarmayan halkla
ilişkiler, kamu yönetiminde yönetsel saydamlığın gerçekleştirilmesini kendine amaç edinmiştir (Çamdereli 2000: 23).
Bu nedenle bilgi edinme hakkının yönetsel
saydamlığın gerçekleşmesine katkı sağlayacağı
açıktır. Bilgi edinme hakkı sayesinde, istisnai
ve özel durumlar haricinde yönetim, vatandaşın
başvurularına cevap vermek durumunda kalacak, perde arkasında gizli saklı gerçekleşecek
bir şey kalmayacak, kamu yönetimi şeffaf hale
gelecektir.
1.3.2. Kurum imajı
Kurum imajı; kurumun kamuoyunca algılanma
biçimidir (Onal, 2000: 46). Halkla ilişkiler
çalışmalarının temel fonksiyonlarından birisi,
kurum çevresinde kuruma dönük olumlu algılamalar yaratarak ona çevre nezdinde bir itibar
kazandırmak ve bu itibarı sürdürmektir. Kurumun sosyolojik anlamda meşruiyet kazanması
büyük oranda kazanacağı itibara bağlıdır. İtibarın kazanılması ise planlı ve düzenli bir biçimde gerçekleştirilen halkla ilişkiler çalışmalarıyla mümkündür (Biber 2003b: 54).
Vatandaşın kuruma dair olumlu bir imaja sahip
olması için kurumla ilgili yeterli bilgi düzeyine
sahip olması gereklidir. Vatandaş kurumun
çalışmaları, uygulamaları, kurumsal yapısı
hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı takdirde
kurumla ilgili vereceği kararlarda buna göre bir
hükümde bulunacaktır. Bu da yanlış düşüncelere, olumsuz imaja yol açabilecektir. Oysa vatandaş kurumla ilgili doğru bilgi sahibi olursa
sahip olduğu bilgilerden hareketle oluşacak
imaj da olumlu olabilecektir. Bu noktada yanlış, eksik bilgilendirmenin önüne geçebilecek
ve vatandaşın yönetimle ilgili yeterli bilgi sahibi olmasını sağlayacak unsur bilgi edinmedir.
Bilgi edinme hakkının uygulanmasıyla vatandaş yönetim hakkında daha çok ve yeterli bilgiye sahip olacak ve oluşabilecek olumsuz
imajın önüne geçilebilecektir.
53
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
1.3.3. Sağlıklı Yöneten- Yönetilen İlişkileri
Kurumların varoluş nedeni halktır. Kurumların
yerine getirdiği hizmet halk için olup kuvveti
de kaynağı da halktır. Kurumların emin ve
sağlam adımlarla halka hizmet etmeyi sürdürebilmesi, hizmetine girdiği halkla karşılıklı iyi
ilişkilerine bağlıdır (Kazancı 1997: 28). Devletvatandaş ilişkilerinin, kamu yönetimi- vatandaş
ilişkilerinin sağlıklı yürümesi demokratik kalkınmayı hedefleyen bir ülkede, iyi işleyen
kamu yönetiminin önemli göstergelerinden
birisidir (Acar 1994: 8).
Kamu yönetiminde kurum dışı halkla ilişkiler
uygulamasının amaçlarından biri olarak sağlıklı
yöneten-yönetilen ilişkilerinin kurulması bu
anlamda büyük öneme sahiptir. Çünkü bu sayede iyi işleyen bir yönetim yapısından ve
yönetimden hoşnut olan, gerçekleştirdiği faaliyetlerden tatmin duyan bir yönetilen kitlesinden bahsedilebilir. Bunun gerçekleşebilmesi
için ise öncelikle yönetime empatik düşünebilme becerisinin kazandırılması ve yönetimin
sosyal sorumluluk bilinci içerisinde hareket
ederek her iki tarafın da karşılıklı yararını düşünmesinin sağlanması gerekir (Arklan 2009:
141). Bunun için de, yöneten ve yönetilen
arasında bilgi akışının sağlanması ve halkın
yönetsel bilgi eksikliğinin giderilmesi gerekir.
Bilgi edinme hakkı yönetim ile yönetilenler
arasında daha iyi, basit ve güvenli bir bağ tesis
etmeye, diyalog yolunu kullanarak çatışmaları
önlemeye, anlaşmazlığı azaltmaya ve yönetimde etkinlik ve verimliliği arttırmaya dönüktür
(Eken 1995: 61). Yönetim tarafından önemli
görüldüğünün ve fikirlerine değer verildiğinin
farkında olan vatandaş, yönetime çok tepki
vermeyecektir. Yönetim halka ne kadar açık
olursa o kadar sağlıklı ilişkiler geliştirme şansı
doğacaktır.
1.3.4. Yönetsel İstikrar
Yönetimin üzerine düşen görevleri layıkıyla
yerine getirebilmesi, gerçekleştirdiği hizmetlerden halkın memnuniyetini temin edebilmesi
ve emin adımlarla geleceğe yürüyebilmesi için
istikrarlı bir yapı içerisinde hareket etmesi
gerekmektedir. Yönetimde sağlanan bu istikrar
sayesinde karşılaşılması muhtemel sorunlar
daha doğmadan önlenebileceğinden ve gerek
54
yapıdan, gerekse işleyişten kaynaklanabilecek
olumsuzlukların önüne geçilmesi mümkün
olabileceğinden özellikle kamu yönetimi için
istikrar çok önemli bir kavram haline gelmektedir. Bu nedenle kamu yönetiminde kurum
dışı halkla ilişkiler uygulamasının gerçekleştirmek istediği amaçlardan birisi de yönetsel
istikrarın sağlanmasıdır (Arklan 2009: 145146).
Yönetsel istikrarın sağlanabilmesi için bilgi
edinme hakkı katkıda bulunabilir. Yönetsel
istikrar için sistemin hantal yapısından kurtulması, kırtasiyeciliğin, zaman ve para israfının
önlenmesi şarttır. Halkın bu konularda yönetime benzer uygulamaların gerekçelerini sorma,
bilgi isteme ve doyurucu cevaplar alamadığı
takdirde yargı yoluna gitme hakkına sahip
olması; yönetimin kendine çekidüzen vererek
istikrarlı bir yapıya kavuşmasının yolunu açacaktır. Bunun yanı sıra halk bilgi edinme hakkını kullanarak yapılan işlem ve çalışmalara
dair daha çok ve sağlıklı bilgiler edinebilecek,
bu sayede gereksiz tepkilerde bulunmayacaktır.
Böylelikle yönetimle halk arasında bir uyum
sağlanacak, bu da yönetimin istikrarlı bir yapı
içerisinde faaliyet göstermesine katkıda bulunacaktır.
1.3.5. Yönetimin Halka Mal Edilmesi: Yönetsel Meşruluk
Her yönetim biçiminin bir meşruiyet dayanağının olması gerekmektedir. Çünkü meşruiyet;
yönetim biçiminin toplumda kabul görmesi
anlamına gelmektedir ve meşruiyeti olmayan
bir yönetimin devamı mümkün değildir. Bu
önemi sebebiyle de dış halkla ilişkilerin bir
amacı da yönetimin halka mal edilerek yönetsel
meşruluğun sağlanmasıdır. Bunu sağlanabilmesi için de yönetilenlerin ikna edilerek gerçekleştirilecek çalışmalara halk desteği ve katılımının sağlanması, alınan kararlar ve yapılan
faaliyetlerle ilgili sağlıklı kamuoyunun oluşturulması gerekir ki halkla ilişkilerin amaçlarından birisi de budur. Halkla ilişkiler, çeşitli ve
çok sayıda iletişim araç ve teknikleri kullanarak mesaj gönderdiği kişi ve grupları kendi
amaçları yönünde ikna etmek (Kocabaş ve ark.
2004: 49) amacını da taşır.
Çevrenin kabul, destek ve güvenini temin ederek oluşacak iletişim ortamıyla da kurum ve
Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61)
kuruluşun kendisini kolaylıkla ifade edebilme
ve tanıtabilme, kamuoyunu etkileme ve inandırabilme fırsatı yakalanmış olur (Çamdereli
2000: 20).
Bilgi edinme hakkı sayesinde hem halk tarafından devletin denetlenmesi kolay hale gelmekte,
hem de devletin demokratik karakteri güçlenmektedir. Devleti yönetenler tarafından “benim
halkım” “benim milletim” denmesinden daha
çok; halk tarafından “benim devletim” denmesi
bir ülke için daha iyidir ve olması gerekendir.
Bu hakkın kullanımı, devletine sahip çıkan bir
halk, bir millet oluşumuna da katkı sağlamaktadır (Hız ve Yılmaz 2004: 61). Böylece bilgi
edinme hakkı, toplumun gözünde yönetimin
gerçekleştirdiği eylem ve işlemlerin daha meşru görülmesine ve halk tarafından devlet yöneticilerine duyulan güvenin artmasına yardımcı
olacaktır (Yaşamış 2004: 42).
2. BELEDİYELERDE HALKLA
İLİŞKİLER VE BİLGİ EDİNME HAKKI
UYGULAMALARI
Halkla ilişkiler, seçilmiş organları, tüm çalışanları ile bir tüzel kişilik olan belediyenin, ilişkide bulunduğu toplumun güven ve desteğini
sağlamak için giriştiği, iki yönlü iletişime dayalı faaliyetlerdir. Halkla ilişkilerde beklenti,
kamuoyunda belediyenin, belediyede de halkın
istediği yönde değişikliklerin gerçekleşmesini
sağlamaktır. Kısaca belediye açısından halkla
ilişkiler; belediye ile halk arasında uyum ve
dengenin sağlanmasına yönelik sistemli ve
sürekli faaliyetlerdir. (Torlak 1999: 159–160).
Bu amaçla çağımızın gelişmiş iletişim teknolojisinin verdiği imkânlardan etkin biçimde yararlanılması gerekmektedir.
2.1. Belediyelerde Halkla İlişkiler
Halkla ilişkiler, tüm kamu kuruluşları için
önem taşımaktadır. Özellikle demokratik bir
toplumda halkın güveni ve desteği olmadan
hiçbir kuruluşun başarı kazanması mümkün
değildir. Hatta belki varlığını bile sürdüremez.
Ayrıca hizmet politikalarını ve uygulamalarını
halkın gereksinimleri ve istekleriyle örtüştüremeyen kamu kuruluşları, toplum için doyurucu
hizmet üretmekten de uzak düşerler. Söz konusu belediye olduğunda bu husus çok daha
fazla önem kazanmaktadır. Bunun nedeni ise
belediyenin niteliğinden kaynaklanmaktadır
(Yalçındağ 1988: 27–28). Belediyelerin yürüttüğü hizmetler, günlük hayatımızda çok önemli
bir yere sahiptir. Bu hizmetler, “beşikten mezara” kadar hayatımızın çeşitli yönlerini kapsamaktadır. Yerel yönetimlerin önemi ve kamuoyunda sürekli tartışılmasının sebebi, işte onların şöyle ya da böyle yürütmeye çalıştıkları bu
hizmetlerden ileri gelmektedir (Eryılmaz 1997:
9). Böyle bir ortamda belediyeler, halkın ihtiyaçlarına göre hizmet politikalarını uyarlamak
zorundadır.
Belediyecilik, aslında, tümüyle bir halkla ilişkiler konusudur. Çünkü belediye dediğimiz kurum, kent halkının seçimiyle harekete geçen;
halkın yakın denetim ve gözetiminde hizmet
veren, hizmetleri ve personeliyle sürekli eleştirilen ve gündemde kalan bir örgüttür. Belediyelerin sunduğu hizmetlerin çeşitlenerek artması
ya da yerel sorunların büyümesi ve karmaşık
bir hale dönüşmesi halkla belediye yönetimlerini kaçınılmaz bir biçimde daha çok karşı
karşıya getirmektedir (Ertekin 1995: 8).
21. yüzyıla girerken değişen demokrasi anlayışı
vatandaşların sadece seçimlerde değil, kamu
faaliyetlerinin tüm aşamalarında katılımları
öngörür bir hale gelmiştir. Hizmetin her aşamasında vatandaşlarla kurulacak yeterli ve iyi
bir ilişki, büyük yararlar getirecektir. Bu yararları şöyle sıralamak mümkündür:
- İsabetli kararlar alınmasına yardımcı olmak
ve yapılan hizmetleri tanıtarak yönetimi onlara
daha sempatik, daha yakın gösterebilmek,
- Ülke yönetiminde ve özellikle yerel yönetim
düzeyinde etkili ve verimli hizmet sağlanması
ile demokratik bir yerel yönetim yapısının
oluşturulmasına katkıda bulunmak
- Yerel yönetimlerin çalışmaları ve hedefleri
konusunda halkı aydınlatmalarını sağlamak. Bu
bağlamda yönetimin karmaşıklaşmasının olumsuz etkilerini gidermeye ve yönetimi geliştirmeye dönük çabaları desteklemek,
- Yerel yönetimlerin diğer kamu kurumlarına
göre halkın istek ve dileklerine daha duyarlı
olmaları sebebiyle, bu duyarlılığa dönük çalışmaların gerçekleştirilmesini sağlamak,
- Bölge halkıyla sağlıklı iletişim kurmak,
- Çalışmaları benimsetmek,
55
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
- Yönetime karşı olumlu davranışlar yaratılması sağlamak,
- Başvuruları kolaylaştırmak,
- Kararların yerindeliğini ve yararlılığını arttırmak için halktan bilgi alınmasını sağlamak,
- Halkın istek, gereksinim, yakınma ve tepkilerinin öğrenilmesini sağlamak,
Belediyelerin uygulayacakları halkla ilişkiler
belli bir plan ve programa oturtulmak zorundadır. Halkla ilişkilerde belediye hizmetlerini ve
kurumu tanıtmak temel alınmalıdır. Kurum
tanıtımının amacı yansız ve yalın olmalıdır.
Halk üzerinde güvenilir görünüm ve destek
yaratmak ancak olumlu çalışmalarla mümkündür. Halkın katılımı, düzenli yapılan halkla
ilişkiler çalışmaları ile mümkün olacaktır. Demokratik yaşamın ön koşulu; yönetimle yönetilen arasında kurulacak engelsiz iletişimdir.
Halka tanıtılmaya değer bir hizmet politikası
oluşturmak ve bu politikanın halkın yararına
programlar aracılığı ile etkili ve verimli uygulamalarla gerçekleştirmek halkla ilişkilerin
görevlerindendir.
2.2. Belediyelerde Bilgi Edinme Hakkı Uygulamaları
Bilgi edinme hakkı başvurularının belediyeler
açısından değerlendirilmesinde ise ülke genelindeki istatistiklere benzer sonuçların ortaya
çıktığı görülmektedir. TBMM tarafından açıklanan raporda belediyeler için 2004 yılına ait
rakamlar verilmemiştir. 2006 yılında belediyelere yapılan başvurularda 2005 yılına göre %
9.3 oranında artış olmuştur. Olumlu cevaplanan
başvurular 2005 yılına göre % 9.2 artış göster-
miş, kısmen olumlu cevaplarda % 9.8 azalma
olmuş, reddedilen başvuru sayısı % 57 oranında azalmış, gizli unsurları ayıklanarak cevaplanan başvurular % 178 artmış, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yönlendirilen başvurular
% 59 artmış yargıya itiraz edilenlerde ise
önemli bir değişiklik olmamıştır. Bu sonuçlardan 2006 yılında 2005 yılına göre bilgi edinme
hakkına olan başvuruların artmaya devam
ettiği, vatandaşlarımızın bu hakkı kullanma
konusunda bilgilenmeye devam ettikleri ancak
bu artışın hala yeterli olmadığı, olumlu cevap
verme oranının başvuru artışı oranına paralel
olduğu, ancak ret edilen ve gizli yönleri ayıklanarak cevaplanan ve diğer kurumlara yönlendirilen başvuru sayılarından, belediyelerin bilgi
edinme başvuruları konusunda daha bilinçlenmeye başladıkları, kendilerine yapılan başvuruyu reddetme yerine gizli olduğu düşünülen
kısımları ayıklayarak cevap verdikleri ya da
ilgili kamu kurum ya da kuruluşlarına yönlendirdikleri anlaşılmaktadır.
Bu konuda bir diğer araştırma da TESEV tarafından yapılmıştır. TESEV bilgi edinme hakkına kurumların yaklaşımını değerlendirmeye
çalıştığı anket uygulamasında 13 il belediyesini
birbiriyle karşılaştırmış, başvuruları kabul
biçimleri, zamanında cevaplama, cevapların
tatminkâr olup olmadığı gibi kriterlere puanlar
vererek bir sıralama yapmıştır. Bu sonuçlara
göre Türkiye ortalamasındaki başarı oranı %
66,9’dur. En başarılı il belediyesi % 87 başarı
oranı ile Eskişehir olmuş, bunun ardından Sivas (% 83) ve Erzurum (% 82) belediyeleri ilk
sıraları almışlardır. 50 ve altında not alan üç
belediyemiz, (% 26) ile Adana, (% 45) ile
Konya ve (% 50) ile Gaziantep olmuştur.
Tablo 1. 2005 ve 2006 yıllarında belediyelere yapılan bilgi edinme başvuruları
Yıllar
Belediye
Sayısı
Başvuru
Sayısı
Olumlu
Cevap
Kısmen
Olumlu
Ret
Edilen
2005
2006
81
81
60520
64894
49199
52943
5242
5139
3456
1971
Gizli
Ayıklanarak
Cevaplanan
111
623
Yönlendirilen
2510
4218
Yargıya
itiraz
edilen
24
22
KAYNAK: TBMM, Bilgi Edinme Raporları, 2007.
3. BELEDİYELERDE BİLGİ EDİNME
HAKKI ÜZERİNE BİR UYGULAMA
Çalışmada halka en yakın yerel yönetim birimi
olarak çalışan belediyelerin bilgi edinme hakkı
56
başvurularıyla ilgili olarak yaptıkları çalışmalar
ele alınmaktadır. Çalışmanın metodolojisi,
evren, örneklem ve bulgularına ilişkin bilgiler
aşağıda verilmektedir.
Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61)
3.1. Metodoloji
Ülkemizdeki belediyelerde halkla ilişkiler
birimlerinin yapılanması, personel durumu,
teknik donanımı, halkla ilişkiler kapsamında
yaptıkları çalışmalar, halkla ilişkilere bakış
açıları ve sorunları gibi konularda mevcut durumun tespiti amacıyla Aralık 2005-Nisan
2006 tarihleri arasında bir çalışma yapılmıştır.
Araştırmada ülkemizdeki belediyelerden “Büyükşehir belediyeleri, merkez ilçe belediyeleri
ve il belediyeleri” kapsama alınmıştır. İlçe ve
belde belediyeleri araştırma kapsamı dışında
tutulmuştur.
Anket on bir bölümden oluşmakta olup bölümler ve soru dağılımları şu şekildedir:
Halkla ilişkiler bölümlerinin örgütlenme yapısı
ve örgüt şeması içerisindeki yeri: 5 soru
Araç gereç durumu: 2 soru
Personel Durumu: 1 soru
Halkla ilişkiler birimince çıkartılan yayınlar ve
süresi: 2 soru
Büyükşehir: % 87
Merkez ilçe: % 85
İl
: % 89
3.2. Bulgular
3.2.1. Bilgi Edinme Birimi Kurulması
Bilgi edinme hakkı ile ilgili olarak ilk soru
“Belediyenizde Bilgi Edinme Birimi oluşturuldu mu?” şeklinde olup gelen cevaplar Tablo
2’de sunulmaktadır. Buna göre belediyelerin
büyük çoğunluğunda bilgi edinme biriminin
oluşturulduğu görülmektedir.
Tablo 2. Belediyelerde Bilgi Edinme Biriminin Varlığı
Evet
İnternet sitesi kullanımı: 4 soru
Halkla ilişkiler çalışmaları: 13 soru
Kurum içi halkla ilişkiler eğitimi: 2 soru
Genel değerlendirme: 2 soru
Bilgi Edinme Yasası’na ilişkin uygulamalar: 11
soru
Toplam soru sayısı 49’dur. Anketin doldurulma
süresi yaklaşık 12–15 dakika civarıdır. Anket
uygulamasında Selçuk Üniversitesi İletişim
Fakültesi ve Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu öğrencileri anketör olarak görev almışlardır.
Araştırmanın yapıldığı tarihte mevcut 16 Büyükşehir, 81 merkez ilçe ve 65 il belediyesine
anket formları gönderilmiştir. Geri dönüş sayıları 14 Büyükşehir, 68 merkez ilçe ve 59 il
belediyesi şeklindedir. Geri dönüşlerin yüzdelik oranları şu şekildedir:
%
85,9
Hayır
19
14,1
Toplam
135
100,0
Tablo 3. Belediye Türlerine Göre Bilgi Edinme Biriminin Varlığı
Büyükşehir
Çalışma düzeni ve karar alma süreci: 3 soru
Basınla ilişkiler: 4 soru
n
116
Evet
Hayır
Toplam
İl
Merkez İlçe
n
%
n
%
n
%
12
100
44
77,2
60
90,9
-
-
13
22,8
6
9,1
12
100
57
100
66
100
4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu 24 Nisan
2004 tarihinde yürürlüğe girmiş, 27 Nisan
tarihinde de uygulama yönetmeliği yayınlanmıştır. Mevzuatımıza göre bir ay içinde kurum
ve kuruluşların bilgi edinme birimlerini oluşturarak faaliyete geçirmeleri zorunlu olduğu
halde Aralık 2005-Nisan 2006 tarihleri arasında yapılmış olan anketimize göre toplamda
belediyelerin % 14’ünde henüz bilgi edinme
biriminin kurulmamış olduğu görülmektedir.
Büyükşehir belediyelerinin tamamında bilgi
edinme birimi oluşturulmuştur. Merkez ilçe
belediyelerinin %9’ unda, il belediyelerinin %
22,8’inde ise henüz bilgi edinme birimi kurulmamıştır. Kanuni bir zorunluluk olan bilgi
edinme birimlerinin henüz kurulmamış olması
belediyeler açısından bir sıkıntı olarak kabul
edilebilir.
57
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
3.2.2. Bilgi Edinme Biriminin Bağlı Olduğu
Üst Birim
Tablo 4. Bilgi Edinme Biriminin Bağlı Olduğu
Birim
hazırlayıcı eğitim programı uygulanıp uygulanmadığı yönündeki soruya verilen cevaplar
Tablo 6’da belirtilmektedir.
Tablo 6. Personele Eğitim Verilme Durumu
n
%
Halkla İlişkiler Birimi İçerisinde
75
64,1
Evet
Başka Birim İçerisinde
25
21,4
Doğrudan Belediye Başkanına Bağlı
9
7,7
Diğer
8
6,8
117
100
Toplam
Bilgi edinme birimi kuran belediyelerde yine
mevzuat gereği halkla ilişkiler birimi içinde
bulunması gereken Bilgi Edinme Biriminin %
36 oranında başka birimlere bağlı olduğu görülmektedir.
Tablo 5. Belediye Türlerine Göre Bilgi Edinme Biriminin Bağlı Olduğu Birim
Büyükşehir
İl
Merkez İlçe
n
%
n
%
n
%
8
66,7
26
60,5
41
66,1
1
8,3
8
18,6
16
25,8
5
11,6
4
6,5
n
%
67
57,3
Hayır
50
42,7
Toplam
117
100
Belediyelerin % 40’ından fazlasında, bilgi
edinme birimlerinde hakkın kullanımı konusunda personellerin eğitim almadıkları görülmektedir.
Tablo 7. Belediye Türlerine Göre Personele
Eğitim Verilme Durumu
Büyükşehir
İl
Merkez İlçe
n
%
n
%
n
%
7
63,6
22
46,8
38
64,4
Hayır
4
36,4
25
53,2
21
35,6
Toplam
11
100
47
100
59
100
Evet
Halkla
İlişkiler
Birimi
İçerisinde
Başka
Birim
İçerisinde
Belediye türlerine göre hizmet içi eğitim verilmesi değerlendirildiğinde, il belediyelerinin
yarısından fazlasında, Büyükşehir ve merkez
ilçe belediyelerinin ise % 35’inden fazlasında
hizmet içi eğitim uygulanmadığı ortaya çıkmaktadır.
Doğrudan
Belediye
Başkanına
3.2.4.Belediyelerin Bilgi Edinme Başvurularını Hangi Yöntemlerle Aldıkları
Bağlı
Diğer
3
25,0
4
9,3
1
1,6
Toplam
12
100
43
100
62
100
Bilgi edinme birimlerinin bağlı olduğu üst
birimin belediye türleri arasındaki dağılımında,
tüm belediye türlerinde % 60-70 oranında halkla ilişkiler birimine bağlandığı, Büyükşehir
belediyelerinde % 25 oranında idari organizasyon şeması dışında (muhtemelen başkan danışmanlarına) bağlı olduğu, diğer belediyelerde ise % 18-25 oranında diğer birimlere bağlandığı görülmüştür.
3.2.3. Bilgi Edinme Biriminde Çalışan Personele Hizmet İçi Eğitim Verilmesi
Bilgi edinme biriminde çalışan personele “Bilgi Edinme Hakkı Yasası” uygulamasına dönük
58
Belediyelere en çok hangi kanaldan bilgi edinme başvurusu yapıldığı konusuyla ilgili alınan
cevaplar şu şekilde ifade edilebilir:
Büyükşehir belediyeleri açısından değerlendirildiğinde, internet sitesi ve e-posta yoluyla
başvuruların alınması yöntemlerinin (en çok
kullanılan ilk 2 yöntem temel alındığında) %
100 oranında olduğu görülmüştür. Başka bir
ifadeyle ankete cevap veren Büyükşehir belediyelerinin hepsinde bu yöntemler birinci ve
ikinci sırada bulunmakta, diğer yöntemler ise
şu şekilde sıralanmaktadır: Posta % 40, elden
dilekçe % 16,7. İl belediyelerine bakıldığında
ise internet sitesinin yine en çok kullanılan
yöntem olmakla beraber e-postanın daha az
kullanıldığı görülmektedir. İl belediyelerinin
oranları şu şekildedir: İnternet sitesi % 78,4,
Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61)
elden dilekçe % 70,7, e-posta % 52,9, posta %
22,6, faks % 9,5. Araştırma sonuçlarına merkez
ilçe belediyeleri açısından bakıldığında, oranlar
şu şekilde karşımıza çıkmaktadır: İnternet sitesi
% 82,9, elden dilekçe % 67,3, e-posta % 64,2,
posta % 13,9, faks % 6,1.
3.2.6. Bilgi Edinme Hakkı Kullanımının
Halkla İlişkiler Faaliyetlerini Nasıl Etkilediği
Tablo 10. Bilgi Edinme Hakkının Halkla İlişkilere Etkisi
3.2.5. Belediyelerin Bilgi Edinme Hakkını
Nasıl Algıladıkları
Olumlu
Belediyelerin bilgi edinme hakkını nasıl algıladıklarını anlayabilmek için bu birimlerin halkla
ilişkiler faaliyetlerinin bir unsuru olarak görülüp görülmedikleri yönünde bir soru yöneltilmiştir. Alınan cevaplar Tablo 8’de verilmektedir.
Tablo 8. Bilgi Edinme Hakkıyla ilgili Algılar
n
%
Evet
112
91,1
Hayır
11
8,9
Toplam
123
100
Olumsuz
3
2,5
Etkilemiyor
24
20,3
Toplam
118
100
Bilgi Edinme Yasası’nın halkla ilişkiler faaliyetlerini hangi yönde etkilediğine yönelik soruya alınan cevaplar sonucunda; bu hakkın
kullanımının normal halkla ilişkiler faaliyetini
% 77 oranında olumlu etkilediği, % 20 oranında etkilemediği, % 2.5 oranında ise olumsuz
etkilediğinin düşünüldüğü ortaya çıkmaktadır.
İl
Büyükşehir
Tablo 9. Belediye Türlerine Göre Bilgi Edinme Hakkıyla İlgili Algılar
İl
%
77,1
Tablo 11. Belediye Türlerine Göre Bilgi
Edinme Hakkının Halkla İlişkilere Etkisi
Sonuçlardan da görüldüğü gibi belediyeler
adına anketi cevaplayanlar, bilgi edinme birimlerini büyük çoğunlukla halkla ilişkilerin bir
unsuru olarak kabul etmektedir. Yukarıdaki
açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, önceleri
üçüncü nesil insan hakları arasında sayılan bu
hak günümüzde artık katılmalı yönetimin (yönetişim) bir aracı olarak kabul edilmektedir.
Büyükşehir
n
91
Merkez İlçe
n
%
n
%
n
%
Evet
7
87,5
34
87,2
47
87,0
Hayır
1
12,5
5
12,8
7
13,0
Toplam
8
100
39
100
54
100
Bilgi edinme hakkını halkla ilişkiler faaliyetleri
içinde görme oranlarında belediye türü açısından önemli bir farklılık bulunmamakta, belediyelerin % 87’si bu faaliyetleri normal halkla
ilişkiler faaliyeti olarak algılamaktadır. Bilgi
edinme hakkının halkla ilişkiler faaliyetlerinin
dışında olduğunu düşünme oranı %12-13 arasındadır.
Olumlu
Merkez İlçe
n
%
n
%
n
%
8
88,9
33
64,7
50
86,2
Olumsuz
-
-
2
3,9
1
1,7
Etkilemiyor
1
11,1
16
31,4
7
12,1
Toplam
9
100
51
100
58
100
Belediye türlerine bakıldığında, Büyükşehir
belediyelerinde bilgi edinme hakkının % 89
oranında halkla ilişkiler faaliyetlerini olumlu
etkilediğinin düşünüldüğü, il belediyelerinde
bu oranın % 65, merkez ilçe belediyelerinde
ise % 86 olduğu görülmektedir.
SONUÇ
Çağdaş yönetimlerde belediyelerin önemi günden güne artmaktadır. Belediye yönetimlerinin
halka en yakın yönetim birimi olduğu ve belediye hizmetlerinde meydana gelebilecek aksamaların günlük hayatta anında hissedildiği
gerçekleri ortadadır. Bu ve benzeri sebeplerden
dolayı insanlar belediyenin faaliyetlerinden
haberdar olma konusunda daha isteklidirler.
Belediyelerin karar organları, gerek seçimlerde
tekrar seçilebilmek gerekse faaliyetlerini vatandaşların istekleri doğrultusunda yürütebilmek için onlarla sürekli irtibat halinde olmaya
ve sürekli açık iletişim kanalları kurmaya çalışmaktadırlar.
59
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Bu açıdan bakıldığında, belediyelerde bilgi
edinme hakkının hem yöneten hem de yönetilenler açısından çok önemli olduğu açıktır.
Belediyeler açısından halkla ortak yönetim
(yönetişim), saydam ve hesap verebilir belediye için bu hakkın kullanımının mutlaka desteklenmesi gerekmektedir. Vatandaşlar açısından
ise belediye yönetimlerine dair olumsuz görüşlere cevap bulabilme, hesap sorabilme aracı
olarak kullanılabilecek bir kanaldır. Bu nedenle
bilgi edinme hakkının halkla ilişkilerin hem
tanıma hem de tanıtma yönüne hizmet ettiği
söylenebilir.
Ancak beklenilen bu faydalarına rağmen bilgi
edinme hakkının hem belediyelerimiz hem de
vatandaşlar tarafından yeterince önemi anlaşılamamıştır. Büyükşehir, merkez ilçeler ve il
belediyelerinin % 14’ünde Nisan 2006 itibariyle bilgi edinme biriminin henüz kurulmadığı,
bilgi edinme birimi kuranların % 30-35’inde
yasanın emredici hükmüne rağmen halkla ilişkiler birimi dışında örgütlendiği, birimde çalışan personellerin % 40’nın henüz bu konuda
eğitim almadığı görülmektedir.
Ülkemizin 67 milyonluk toplam nüfusunun
yaklaşık % 50 civarındaki kısmının belediye
sınırları içinde yaşıyor olmasına rağmen, 2005
ve 2006 yıllarında belediyelere yapılan bilgi
edinme başvuru sayısının 60-65 bin civarında
olması, vatandaşlarımızın bu konuda yeteri
kadar bilgi sahibi olmadığı sonucunu doğurmaktadır.
Bu çerçeveden hareket ederek şu söylenebilir;
Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun uygulanmasında bir takım sorunlar yaşanmakla birlikte
Türk halkı bu uygulamayla, değişimin anahtarına sahip olmuştur. Bundan sonraki gelişmeler, halkın anahtarı kullanarak değişimin kapısını açmasıyla mümkün olacaktır. Şeffaf, hesap
verebilir bir yönetim yapısının oluşması için
bilgi edinme hakkının çokça kullanılması gerekmektedir
Arklan Ü (2009) Halkla İlişkiler ve Bilgi
Edinme Hakkı, Literatürk Yayınları, Konya.
Biber A (2003) Halkla İlişkilerde Temel Kavramlar, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
Canöz K (2008) Kamuda Halkla İlişkilerin
Yeni Yüzü: Bilgi Edinme Yasası, Selçuk İletişim Dergisi, 5 (3), 141-152.
Çamdereli M (2000) Ana Çizgileriyle Halkla
İlişkiler, Çizgi Kitabevi, Konya.
Çelik A ve Tonta Y (1996) Düşünce Özgürlüğü, Bilgi Edinme Özgürlüğü ve Bilgi Hizmetleri, Ahmet Çelik ve Yaşar Tonta (ed), Bilgi
Edinme Özgürlüğü, Türk Kütüphaneciler Derneği, Ankara, s.1-13
Eken M (1995-1996), Bilgi Edinme Hakkı,
İnsan Hakları Yıllığı, 17-18, s, 61-75.
Eken M ve Aksoy N (2004) Bilgi Edinme
Hakkı Mevzuatı, İstanbul
Ertekin Y (1995)Yerel Yönetimlerde Halkla
İlişkiler Sorunu, Çağdaş Yerel Yönetimler
Derg, 4 (5).
Eryılmaz B (1997) Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılandırılması, Birleşik Yayıncılık,
İstanbul.
Hız Y ve Yılmaz Z (2004) Açıklamalı- NotluGerekçeli Bilgi Edinme ve Dilekçe Hakkı (İlgili Mevzuat), Seçkin Yayıncılık, Ankara.
Kazancı M (1997) Kamuda ve Özel Sektörde
Halkla İlişkiler, Turhan Kitabevi, Ankara.
Kocabaş F, Elden M ve Yurdakul N (2004)
Reklam ve Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, İletişim Yayınları, İstanbul.
Onal G (2000) Halkla İlişkiler, Türkmen
Kitabevi, İstanbul.
Özdönmez M, Akesen A ve Ekizoğlu A
(1999), Halkla İlişkiler, AB Ofset, İstanbul.
Sabuncuoğlu Z (1998), İşletmelerde Halkla
İlişkiler, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa.
Acar M (1994) Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Araştırması, DPT Yayınları, Ankara.
Sezer Uysal B (1995) Halkla İlişkiler: Katılımdan Tanıtıma, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyum Bildirileri (Birinci Cilt), TODAİE
Yayınları, Ankara, s. 149-158.
Aksoy N (2002) Belediye İktisadi Teşekkülleri
ve Özelleştirilmeleri, İhale ve İmar Derg, 2, 8592.
TESEV (2006) Vatandaşın Bilgi Edinme Hakkı
Saha Araştırması Raporu, http://www.tesev.
org.tr/etkinlik/TESEV_Bilgi_Edinme_Hakki
KAYNAKLAR
60
Bir Halkla İlişkiler Fonksiyonu Olarak Bilgi Edinme Hakkı… (49-61)
_Projesi_saha.ppt#260,4,Proje
(25.09.2007).
Faaliyetleri.
TESEV (2004) Bilgi Edinme Hakkı, Değerlendirme Raporu, Aralık, http://www.tesev.org.tr/
etkinlik/bilgi_edinme_raporlar.php
(25.09.
2007).
Torlak Ö (1999) Belediyelerde Hizmet Yönetimi ve Pazarlama, Seçkin Yayınevi, Ankara.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bilgi Edinme
Raporları (2007)
http://www.tbmm.gov.tr/
bilgiedinme/bilgiedinme-index.htm.
(25.09.
2007).
Yalçındağ S (1987) Kamu Sektöründe Halkla
İlişkiler Uygulamaları ve Sorunların Genel
Görünümü, Halkla İlişkiler Sempozyumu - 87,
Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu ve TODAİE Yayını, Ankara.
Yaşamış F D (2004) Anayasa ve İnsan Hakları
Bağlamında Bilgi Edinme Kanunu, Bilgi
Edinme Hakkı Paneli (5 Mayıs 2004), Türkiye
Barolar Birliği Yayınları, Ankara, s. 21-76.
61
E-HALKLA İLİŞKİLER VE BAKANLIK UYGULAMALARI
Aslı Yağmurlu*
ÖZET
Yeni bir iletişim aracı olan internet, örgüt ve kamuları arasındaki iletişimi ciddi şekilde etkilemiştir. E-halkla ilişkiler olarak adlandırılan bu uygulamalar, giderek artan bir biçimde halkla ilişkiler uygulamalarını yönlendirmiş ve etkilemiştir. Günümüz dünyasında, kendileriyle ilgili güçlü
imaj oluşturmak isteyen bütün örgütler internetteki sanal dünya içinde yer alıp, halkla ilişkiler
faaliyetlerini gerçekleştirmek zorundadırlar. Bu kamu örgütleri için de geçerlidir, mevcut durumda bütün bakanlıkların internet üzerinden halkla ilişkiler faaliyetleri yaptığı görülmektedir. Ancak
bu faaliyetleri ne düzeyde yaptığı, halkla ilişkilerin hangi yöntem ve tekniklerini kullandığı farklılıklar gösteren bir durumdur. Makale öncelikle internetin iletişim araçları içindeki yerini ve bakanlık örnekleri üzerinden bu aracın ne şekilde kullanıldığını kamu yönetimi açısından ortaya
koymayı hedeflemiştir.
Anahtar sözcükler: Halkla ilişkiler, kamu yönetimi, internet, e-halkla ilişkiler, iletişim araçları,
bakanlıklar
E-PUBLIC RELATIONS AND PRACTICES OF MINISTRIES
ABSTRACT
The Internet, which is a rather novel means of communication, has had a considerable impact on
the communication between the organization and its publics. These practices named as e-public
relations have manipulated and influenced public relations practices in a gradually increasing
manner. In today’s world, all of the organizations that aim to create a strong image of themselves
are bound to execute public relations activities through taking their place in the cyberspace. This
is also valid for public organizations, and thus it is currently observed that all ministries are running public relations practices on-line. However there are differences between ministries as to
which public relations methods and techniques are being used and to what extent these practices
are being applied. This article aims to report primarily the place of the Internet within communication channels, and in what way it is used in ministries through a public administration perspective.
Keywords: Public relations, public administration, internet, e-public relations, communication
channels, ministries
GİRİŞ
Yeni bir iletişim teknolojisi olan internet giderek artan bir önem taşımaktadır. İnternetin
önemi, alandaki uzman ve akademisyenler
tarafından, kamulara ulaşmak için yeni bir
kanal olarak veya örgüt ve kamular arasındaki
etkileşimi değiştirip evrime uğratacak bir araç
olarak değerlendirilmesindedir. (Esrock ve
Leichty 1990: 327-328). Günümüzde, her iki
düşünce de internet kullanımı açısından geçerlidir, internet örgütlerin kamularına ulaşmaları
için yeni bir iletişim aracıdır ve örgütlerin
iletişimlerini kökten, yenilikçi bir şekilde dönüştürmüştür. Örgütlerde iletişim yönetiminin
*
bir parçası olarak halkla ilişkiler bu aracın
doğasından etkilenmekte ve bu aracı halkla
ilişkiler süreç ve uygulamalarında yoğun olarak
kullanmaktadır. E-halkla ilişkiler olarak adlandırılan bu alan, internetin tüm dünyada yaygın
olarak kullanılmaya başlanmasıyla akademisyenler ve uygulayıcıların dikkatini çekmiş,
üzerinde tartışılır bir başlık oluşturmuştur.
İnternet ve web siteleri halkla ilişkiler uzmanlarına ilk kez arada aracı bir kurum olmadan,
kendi kontrolleri altında bir kitle iletişim aracı
sunmaktadır (White ve Raman 1999: 406).
Euprera/Leipzig Üniversitesi tarafından, Türkiye dahil, 34 Avrupa ülkesinde, 1850’den fazla
uzmanın katılımıyla iletişim yönetimi ve halkla
Dr., Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
ilişkiler konusunda, ‘European Communication
Monitor 2009’ adlı bir araştırma gerçekleştirilmiştir. 2007 yılından bu yana her yıl gerçekleştirilen araştırma içinde halkla ilişkiler uzman
ve akademisyenleri alanda kullanılan iletişim
araçlarını önem sırasına göre sıralamışlardır.
Halkla ilişkiler alanında en çok kullanılan iletişim aracı, sırasıyla basınla ilişkiler ve internet
üzerinden iletişim olarak ifade edilmiştir. 2012
için yapılan projeksiyonda ise, en çok kullanılacağı düşünülen ilk iki araç, internet üzerinden
iletişim ve internet medyası ile ilişkiler olarak
belirmiştir (Zerfass ve ark. 2009: 50). Bu iki
sonuç, araştırmaların başladığı 2007 yılından
beri, benzer bir eğilim göstermektedir. Bulgular, e-halkla ilişkiler olgusunun öneminin daha
da artacağı yönündedir. Halkla ilişkilerin en
önemli faaliyet alanı olan basınla ilişkilerin
tahtının sallandığı ve yerini internet üzerinden
gerçekleştirilen iletişim yöntemlerinin alması
önemli bir değişim olarak ortaya çıkmaktadır.
Konu Türkiye açısından artan öneme sahiptir,
bu önem öncelikle, internet teknolojisinin işlediği alt-yapının ülkemizde ciddi bir gelişme ve
yoğunluğa ulaşmasıyla ilişkilidir (1). Özellikle
kamu yönetimi açısından internetin kurumlarca
yaygın olarak kullanıldığı aşikardır, kurumların
halkla ilişkiler birimleri de bu kanalı halkla
ilişkiler amaçlı olarak kullanmaktadırlar.
Makale, bir iletişim aracı olarak internetin
Bakanlıklar örneği üzerinden kullanımını halkla ilişkiler yönünden ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bunun için de öncelikle, halkla ilişkiler tanımlanmış, halkla ilişkilerin kullandığı
iletişim araçları, internetin bu araçlar içinde
yeri ve önemi üzerinde durulmuş ve son olarak
da kamu yönetimi açısından e-halkla ilişkilerin
amaçları bakanlıklardaki uygulamalar üzerinden tartışılmıştır.
HALKLA İLİŞKİLER NEDİR?
Halkla ilişkiler iletişim yönetimine dair bir
etkinliktir. Grunig ve Hunt, (1984: 7) halkla
ilişkileri “bir kurum ve hedef kitlesi arasındaki
iletişimin yönetilmesi” olarak tanımlamıştır.
Tortop, (2006: 19) “halkla ilişkiler, iki yönlü,
ilişki kuran ve ilişki kurulanlar arasındaki haberleşmeye dayanmaktadır” diye ifade ederek
halkla ilişkiler ve iletişim arasındaki bağı ortaya koymuştur. Benzer bir tanımlamayla, Cutlip
vd. (2000: 3) halkla ilişkileri, “iki yönlü iletişime dayalı karşılıklı doyumu öngören, iyi
özellikler ve sorumlu davranışa dayalı olarak
kanaatleri etkilemeye yönelik planlı bir faaliyet” şeklinde çerçevelendirmiştir. Kazancı
(2004: 64-65) da halkla ilişkileri “yalnızca bilgi
vermek için yürütülen bir çalışma olarak
al[mamakta], yönetim-halk ilişkisini iyileştirmeye yönelik, temelinde iletişimin yattığı bir
etkileşim çalışması olarak” nitelendirmektedir.
Özetle, halkla ilişkiler uygulamasının temeli,
iki yönlü iletişime dayanmaktadır.
Halkla ilişkilerin bir iletişim etkinliği olduğu,
iletişimin yönetilmesi ile ilgili olduğu açıkça
görülmektedir. Amacı ne olursa olsun halkla
ilişkiler faaliyeti iletişim olmadan yapılamaz.
Amaç, kullanılan iletişim araçlarda değişiklik
yaratmakta, teknolojik gelişmeler iletişim araçlarının niteliğini değiştirmektedir. Ama sonuç
değişmemekte, halkla ilişkiler uygulayıcıları,
örgütlerinden kamulara, mesajlarını çeşitli
kanallar aracılığıyla iletmeye devam etmektedirler.
Halkla ilişkiler faaliyeti iletişim stratejisine
dayalı olarak üç değişkene göre hareketi içermektedir. Bunlardan ilki, kamuları belirleme,
ikincisi, mesajı belirleme, üçüncüsü ise iletişim
araçlarını belirlemedir. Halkla ilişkiler faaliyeti
ile hedef kamularda istenen davranışı yaratmak
için belirlenen iletişim araçlarıyla mesajlar
iletilmektedir (Cutlip ve ark. 2000: 406). Halkla ilişkilerde kamu kavramı kitle iletişimde
kullanılan hedef kitle kavramına benzemektedir. Kamu kavramı, Erdoğan’ın (2006: 14)
tanımıyla halk, “kalabalık, kitle ve bütün bireylerin toplamı olan genel topluluğu anlat[mamaktadır]”, Uysal (1998: 65) kamu kavramını, “teknik anlamda bir kuruluşun eylem
ve işlemlerinden doğrudan ya da dolaylı, olumlu ya da olumsuz olarak etkilenen; kanaat ve
eylemleriyle kuruluşu olumlu ya da olumsuz,
doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen; ortak
kanılara, davranışlara ve çıkarlara sahip birey,
grup ve kuruluşları anlatmaktadır” şeklinde
tanımlamıştır. Bu çerçevede kamu veya kamular, iç-dış, aktif-pasif, farkında-farkında olmayan gibi pek çok şekilde sınıflandırılabilir.
Halkla ilişkiler açısından örgütün etkileşim
içinde bulunduğu kamuların belirlenmesi, halkla ilişkiler etkinliğinin gerçekleşmesi için ilk
adımı oluşturmaktadır. Halkla ilişkiler açısın-
63
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
dan, amaç, kamuların yeniden tespitini gerektirir, faaliyetin amacına göre, farklı kamular
hedef seçilebilir ve onlara yönelik halkla ilişkiler uygulamaları yapılabilir. Gerçekleştirilen
etkinliğe göre kamuları belirleme, günümüz
farklılaşmış toplumsal düzeni için giderek daha
zor ve önemli bir hal almıştır. Açıktır ki, doğru
kamuların tespiti, halkla ilişkiler uygulamasının başarısı için yaşamsal niteliktedir.
Kamular belirlendikten sonra, onlara iletilecek
mesaj/mesajların belirlenmesi gerekmektedir.
Halkla ilişkilerde yazma teknikleri bu açıdan
büyük önem taşımaktadır. Mesaj, “kaynağın
alıcıya aktarmak istediği bilgi, düşünce ve
kavramları sembolize [etmektedir]” (Uysal
1998: 97). Mesajların oluşturulması, örgütün
varoluş sebebine, mesajın iletilme amacına,
kullanılan araçlara ve hedef kamulara göre
değişiklik gösterir. Bu tespitte, örgütün genel
iletişim politikası halkla ilişkiler uygulamalarında belirleyici rol oynamaktadır.
Halkla ilişkilerde iletişim, bireylerarası, örgütsel veya kitle iletişimi içeren bir şekilde; etkinliğin niteliğine göre, iç veya dış kamulara yönelik; etkinliğin amacına göre de örgütü tanıtmaya yönelik veya kamuları tanımaya yönelik
bir nitelikte olmaktadır. Tüm bu farklılıkların
yanı sıra, örgütün kendi olanaklarıyla ya da
hizmet alımıyla yapılabilmektedir. Bu farklılıklar, halkla ilişkiler etkinliğinin gerçekleştirilmesinde pek çok farklı iletişim araç ve yönteminin kullanılmasına yol açmaktadır.
HALKLA İLİŞKİLERDE KULLANILAN
ARAÇLAR
Makale halkla ilişkiler açısından internetin
kullanımı üzerine odaklanmaktadır, bu nedenle
öncelikle halkla ilişkiler etkinliği için kullanılan iletişim araçlarının genel bir değerlendirmesi yapılacak ve daha sonra, e-halkla ilişkiler
olarak adlandırılan halkla ilişkilerde internet
kullanımı ele alınacaktır.
Halkla ilişkilerin kullandığı iletişim araçlar ve
yöntemlerini sınıflandırma yöntemi konusunda
farklı yaklaşımlar bulunsa da genel eğilim,
basılı veya yazılı araçlar; yayın araçları ve
diğer araçların (konferans, sergi, fuar, fotoğraf
internet
gibi)
sıralanması
şeklindedir
(Peltekoğlu 1998, Pira ve Baytekin 2007, Ka-
64
zancı 2004). Araçlar, tanıtma için kullanılan
ve tanıma için kullanılanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Halkla ilişkiler etkinliğinin amacı
doğal olarak, kullanılan araçların veya aracın
seçimini belirlemektedir. Teknolojideki değişim, araçların sayısında, niteliğinde büyük bir
değişim yaratmaktadır, bundan 50 yıl önce
kullanılan iletişim araçlarıyla günümüzde kullanılan iletişim araçları arasında hem sayısal
olarak hem de niteliksel olarak büyük farklılıklar bulunmaktadır.
Tablo 1’de halkla ilişkilerin kullanmakta olduğu iletişim araçlarının sınıflandırılması yapılmıştır. Sınıflandırma, kamu yönetimiyle ilişkilendirilmiş ve kamu yönetiminin halkla ilişkiler
faaliyetlerinde kullanabileceği iletişim araçları
düşünülerek örneklendirilmiştir. Sınıflandırmada genel olarak üçlü bir ayrım yapılmış;
yazılı, sosyal-kültürel ve görsel-işitsel araçlar
gruplandırılmıştır. Araçlar ağırlıklı olarak kullandıkları iletişim yöntemine göre sınıflandırılmaya çalışılmıştır. Yazılı araçlar veya basılı
araçlar, ağırlıklı olarak yazılı bir içerik taşıyan
ve basılı materyal üzerinden iletilen araçları
gruplamaktadır. Sosyal-kültürel araçlar sınıflaması ise yüz-yüze iletişime dayalı olarak
gerçekleştirilen halkla ilişkiler etkinliklerini
içermektedir. Görsel araçlar ise, her tür görsel
materyali içermekte, sembolik ve aktarımcı
öğeleri kapsamaktadır. Bu çalışma sürecinde
Wilcox vd. (1998: 451-547) tarafından geliştirilmiş olan internet, yazılı, sözel ve görsel
araçlara göre sınıflandırma örnek alınmış, kamu yönetiminde halkla ilişkiler pratiklerini
kapsayacak şekilde geliştirilmiştir. Sınıflandırmanın dördüncü ayağını oluşturan e-halkla
ilişkiler uygulamaları araştırma bulgularının
tartışıldığı bölümde verilmiş ve tartışılmıştır.
Bu sınıflandırma modeli kamu yönetiminde
halkla ilişkilerin kullanabileceği geleneksel
iletişim araçlarını halkla ilişkilerin temel iki
amacını oluşturan tanıtma ve tanıma amacı
çerçevesinde iki başlık altında toplama amacı
gütmüştür. Üst kısımda tanıtma işlevini yerine
getirmeye yönelik araçlar, alt kısımda da tanıma işlevine yönelik araçlar görülmektedir.
Tanıtma işlevi halkla ilişkilerin ortaya çıkışından beri varolan, örgütün kamularına kendini,
faaliyetlerini tanıtmaya yönelik olarak gerçekleştirdiği iletişim etkinliklerini içeren faaliyetleri kapsamaktadır. Tanıma ise, örgütün varlı-
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
ğını devam ettirmek ve örgütsel etkinliğini
arttırmak için ihtiyaç duyduğu iletişim etkinliklerini kapsamaktadır. Kazancı (2004: 64) bu iki
evreyi kamu yönetimi uygulamalarını tanımlayacak şekilde, “yönetileni aydınlatma, yöneti-
min eylem ve işlemlerini halka anlatma veya
açıklama tanıtma; halkın isteklerini, yakınmalarını öğrenme ise tanıma olarak nitelenir”
şeklinde açıklamıştır.
Tanıma
Tanıtma
Tablo 1. Halkla ilişkiler araçları
Yazılı araçlar
Sosyal-kültürel araçlar
Görsel-işitsel araçlar
Basın açıklaması
Basın dosyası
Kurum gazetesi
Kitap
Dergi
Yıllık
Yıllık raporlar
Broşür ve el kitapları
Mektup
Afiş
Duyuru panoları
Poster
Pankart
El ilanları
Yönlendirici ve yol
göstericiler
Basın toplantıları
Basın demeçleri
Basın gezisi
Basın kokteyli
Törenler
Konferanslar
Sergiler
Geziler
Festivaller
Yarışmalar
Sponsorluk/himaye
Televizyon için hazırlanmış
görsel materyaller
Fotoğraf
Film
Slayt, resim, power point,
Kurumsal kimlik oluşturan
grafik tasarımlar, logo,
bayrak, kartvizit
Radyo için hazırlanmış
materyaller
TV/ radyo röportajları
Dilek/şikayet kutuları
Dilekçe
Bilgi edinme başvuruları
Anketler
Görüşme günleri
Danışma birimleri
Mülakatlar
Toplantılar
Telefon hatları
Tabloda, araçlardaki ağırlığın tanıtma işlevi
odaklı olduğu görülebilir. Bu hem kamu yönetimi, hem özel sektör, hem de sivil toplum
kuruluşlarının halkla ilişkiler uygulamaları için
benzer şekildedir. Halkla ilişkilerin tarihsel
gelişimi içinde de tek yönlü iletişime dayalı,
örgütü, ürünü veya kişiyi tanıtmaya yönelik
uygulamalar öncelikle yer almaktadır. Günümüzdeki halkla ilişkiler uygulamalarında da
ağırlık tanıtma işlevi üzerine yoğunlaşmaktadır. Kullanılan araçları ayrıntılı olarak anlatan
yazarların çoğu, anlatımlarında tanıtım işlevlerine, bu nedenle kapsam olarak ağırlık vermişlerdir (Grunig ve Hunt 1984, Pira ve Baytekin
2007, Wilcox ve ark. 1998, Seitel 1998). Tanıma işlevi, iki yönlü iletişime dayalı bir halkla
ilişkiler uygulamasına dayanmaktadır ve iletişim sürecine geribildirimin katılması anlamına
gelmektedir. Hem tarihsel, hem de ağırlık olarak halkla ilişkiler etkinliklerinde ikinci sırada
yer almaktadır.
Türk kamu yönetiminde hangi iletişim araçlarının ağırlıklı olarak kullanıldığını ortaya koyan araştırmalar bulunmaktadır. Ertekin’in
(1990: 48) çalışmasında, en çok kullanılan
iletişim araçları önem sırasıyla; gazete, bülten,
televizyon, mektup ve radyo olarak ortaya
konulmuştur. Acar’ın (1994: 76) gerçekleştirdiği ‘Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler
Araştırması’ sonuçlarında, kullanılan iletişim
araçlarına yönelik bir sıralama yapılmamakla
birlikte, basınla ilişkilerin önemini vurgulamakta, hatta basınla ilişkili faaliyetler halkla
ilişkiler faaliyetleri içinde önemli ve yönlendirici bir yeri olduğu bulgusu ortaya konulmaktadır. Bilgin’in (1994: 60) yürüttüğü araştırma
ise farklı bir sıralama ortaya koymaktadır;
kamu yönetimindeki halkla ilişkiler birimlerinin en çok kullandıkları iletişim araçları, kişisel
ilişkiler, basılı malzemeler ve radyo olarak
çıkmış, bunları televizyon ve basın takip etmiştir. Üç araştırmanın yapıldığı dönemde, kamu
yönetiminde internet kullanımı yaygın olmadığından, değerlendirme içine alınmamıştır.
65
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
HALKLA İLİŞKİLER AÇISINDAN
İNTERNETİN KULLANIMI
1990’lı yıllar itibariyle, internet, iletişim alanında çok önemli bir yer almış, iki yönlü iletişim araçlarına yeni bir araç eklenmiş ve kurum
ve kuruluşlar açısından yeni bir mecra ortaya
çıkarmıştır. Timisi’nin (2003: 121) ifadesiyle,
“ağların ağı olarak tanımlanan internet, fiziksel
ya da elle tutulur bir araç olmaktan ziyade
birbirine bağlı sayısız küçük bilgisayar ağlarından oluşan büyük bir bilgisayar ağıdır”.
İnternet diğer iletişim araçlarıyla kıyaslandığı
zaman pek çok ayırt edici özelliği olan bir araç
konumundadır. Burada öncelikle halkla ilişkiler açısından internetin fark yaratan özellikleri
ortaya koyulacaktır. Bilgisayarların birbirine
bağlanabilme özelliği, hem kurumların iç yapılarındaki iletişim ağında farklılaşma yaratmış,
hem de kamularıyla iletişimlerini baştan aşağı
değiştirmiştir.
İnternetin bazı özellikleri vardır, hizmet sunumunda zaman ve mekan kavramlarını ortadan
kaldırmıştır. Zaman ve mekan sorununa yeni
bir açılım getiren internet kullanımı yaygınlaştıkça, iletişimin hızında ve içeriğinde büyük bir
artış ortaya çıkmıştır. 7 gün 24 saat 365 gün
diye adlandırılabilen bir süreklilik internet için
zaman kavramının ortadan kalkması anlamına
gelmektedir. Mekan da bu arada ortadan kalkmıştır. İnternet sayesinde dünyanın her yanındaki kullanıcılar, birbirleriyle iletişime girebilmekte, dünyanın her yanındaki çok farklı
niteliklerdeki bilgi ve belgelere ulaşabilmektedirler (Timisi 2003: 122).
İnternetin iletişim açısından ayırt edici bir diğer
özelliği düşük maliyetidir. Kurumlar hem
kendilerini tanıtmak, hem de kamularını tanımak amacıyla bu aracı kullanmakta ve kurulum
süreci dışında, bu hizmetten oldukça düşük bir
maliyetle
yararlanmaktadırlar.
KayaBengshir’in (2000b: 51) de ifade ettiği gibi, “eposta iletişimi kağıda dayalı iletişimle gelen
kırtasiye, basım ve postalama maliyetini ortadan kaldırmaktadır”. İşleyen bir internet sayfası oluşturduktan sonra, bunların geliştirilmesi
ve kullanılması, kurumlar tarafından yerine
getirilebilmekte, halkla ilişkilerin iki yönlü
işlevine hizmet edebilecek bir yapılanma oluşturulabilmektedir.
66
İnternetin iletişimin niteliği açısından halkla
ilişkilerin doğasıyla paralellik gösteren bir
özelliği etkileşime izin veren yapısıdır. Geleneksel kitle iletişim araçlarındaki, bireyin pasif
konumu, internet üzerindeki iletişimde bireyi,
aktif bir özneye dönüştürmektedir. “Kullanıcı
iletişim ortamında bir teknolojik araç yardımıyla vardır ve yüz yüze iletişimdekine benzer bir
biçimde karşılıklı ileti alışverişini gerçekleştirmektedir” (Timisi 2003: 132). İnternet üzerinden yapılan iletişimde kullanıcılar varolan
mesajlara istedikleri zaman ulaşmakta, mesajları saklayıp değiştirme olanağına sahip olmaktadır. Yüzyüze iletişime benzer bir niteliğe
sahip olan bu özellik, interneti geleneksel kitle
iletişim araçlarına göre ayrıcalıklı kılmaktadır
(Esrock ve Leichty 2000: 328). İnternet üzerinden yapılan çoklu iletişimde, metin, ses, grafik,
imaj, video gibi birden çok iletişim biçimi
bulunmaktadır. Bu da onu, diğer iletişim araçlarına göre benzersiz kılmaktadır.
Halkla ilişkiler süreci olarak adlandırılan, araştırma, planlama, iletişim ve değerlendirme
aşamalarının her birinde internet kullanımı
mümkündür. Halkla ilişkiler, süreç ve uygulamalarını gerçekleştirirken, elektronik iletişimi
şu amaçları gerçekleştirmek için kullanmaktadır (Lesly 1998: 437);
1. Bilgi ve belge toplamak,
2. Gelişmeleri takip etmek
3. Medyayı takip etmek,
4. Medyaya sürekli bilgi sağlamak,
5. Kamuların ilgisini çekmek veya farklı kamulardan girdi sağlamak,
6. E-posta kanalı ile müşteri, çalışan vd.leriyle
haberleşmek,
7. İntra-net dediğimiz kurum içi iletişim kanalı
oluşturarak haber ve bilgileri anında ulaştırmak,
8. Kamunun desteğini almak,
9. Anlık gelişmeleri duyurmak.
Genel olarak, e-halkla ilişkiler faaliyetleri dört
başlıkta gerçekleştirilmektedir. Wilcox vd.nin
(1998: 456) yapmış olduğu sınıflandırmaya
göre, bunlar, web sitesi, e-posta ve tartışma
gruplarıdır. Buna ek olarak Theaker (2006:
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
357) sanal basın odalarını dördüncü bir kullanım alanı olarak eklemiştir.
İlk kullanım alanı, web siteleri veya internet
siteleridir, “web (www), metin, grafik, ses, film
gibi farklı nitelikteki verilere etkileşimli olarak
ulaşmayı sağlayan bağlantılarla donatılmış
çoklu ortamdır” (Kaya-Bensghir 2000a: 117).
İnternet sitesi, “kuruluşun dışa açılan penceresi
olarak görülmektedir (Sayımer 2008: 88).
Halkla ilişkiler açısından, internet siteleri,
örgütlerin kamularına kendini tanıtması ve
kamularını tanıması açısından önemli bir araç
oluşturmaktadırlar, kendilerini, ürün/ hizmetlerini, yaptıklarını ve yapacaklarını duyurabilirler. Bunun yanı sıra, kuruluşların kendilerine
has özelliklerini yansıtan kurum kimlikleri de
internet siteleri aracılığıyla yansıtılan bir öğeyi
oluşturmaktadır (Yeygel 2005: 78-79).
Halkla ilişkiler birimleri örgütlerde web veya
başka bir deyişle internet sitesi düzenlenirken
mutlaka bu çalışmanın içinde bulunmalı, örgütün kamularıyla iletişimini sağlayacak bu araç
hazırlanırken bazı konulara dikkat edilmelidir.
Seitel (1998: 227-230) aşağıda sıralanan konularının önemini vurgulamaktadır;
1. Web sitesi hazırlanırken amaç nedir? Örgütün siteyi kurarken amacı nedir, neyi hedeflemektedir, satışa yönelmiş bir kuruluşla, hizmet odaklı bir kuruluşun siteleri farklılık göstermelidir.
2. İçerik ne olacaktır? Sitede ne tür bilgiler
sunulacaktır, hem taleplere göre, hem de örgütün amaçlarına göre içerik belirlenmelidir.
3. Ne kadar sıklıkla yenilenecektir? Bilgileri
güncellememe ne kadar yaygın bir sorunsa,
aşırı bilgi yükleme de benzer bir sorundur, bu
nedenle, yenileme ve içeriğin derlenmesi gerekli sıklıkla yapılmalıdır.
4. Tasarım ne şekilde yapılacaktır? Site tasarımı son derece önemli bir konudur, mutlaka
profesyonel yardım alınmalıdır, hem göze hitap
etmeli, hem de içeriğe kolay ulaşılmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır.
5. Ne kadar etkileşimli olacaktır? Site halkla
ilişkiler açısından, çok yönlü iletişime izin
veren bir mecradır, başvuru yapılabilmesi, bilgi
toplanabilmesi, e-posta yollanabilmesi, oluştu-
rulan sitenin kamulardan gelen iletişime açık
olmasını sağlar.
6. Kullanımı nasıl ölçeceğiz? Diğer iletişim
kanallarında olduğu gibi web sitelerinde de
etkinliğin ölçülmesi gerekmektedir. Bu ölçüm
için en sık kullanılan yol, aktif ziyaretçi ve
toplam ziyaretçi sayılarını vermektir, ancak bu
yöntem sitenin içeriğinin yeterli olup olmayacağı bilgisini vermez, bu nedenle ziyaretçilerin
görüşlerinin alınabileceği kanallar oluşturmak,
küçük bir anketle kullanıcıların görüşlerini
almak gibi yollar da uygulanmaktadır.
7. Kim sorumlu olacaktır? Web sitesi yönetmek, mutlaka bir birimin sorumluluğu altında
olmalıdır, önemli bir iletişim kanalı olması
nedeniyle bu sorumluluk halkla ilişkiler birimlerinde bulunmalıdır.
İkinci kullanım ise, e-postadır (elektronik posta). E-posta, internet kullanıcılarına coğrafi
uzaklıklarına bakılmaksızın mesaj gönderme,
alma, okuma ve yanıtlama gibi çeşitli hizmetler
sunarak etkileşimli bir iletişim ortamı sağlamaktadır (Kaya-Bensghir 2000a: 116). E-posta
ile, örgütün mal veya hizmetlerinden yararlananlara, duyuruların yapılması, medya kuruluşlarına haber bülteni yollanması, kurum personeline iç yazışmaların, yayınların iletilmesi
mümkündür. E-posta, “kurum ve kuruluşların
yapmış olduğu çalışmaların geri dönüşünün
alınmasında etkin bir araç olarak değerlendirilmektedir” (Tarhan 2007: 81).
Üçüncü kullanımı oluşturan, tartışma grupları,
“belirli bir konu ya da gündemin internet kullanıcıları tarafından tartışılmasını, görüş alışverişi yapılmasını sağlayan bir uygulama biçimidir” (Timisi 2003: 137). Tartışma grupları ya
da forumlarda amaç belirli bir sorun ya da
düşünce çerçevesinde bir platform oluşturmaktır. Burada bireylerin yapmış oldukları girişler
tartışma grubunun tüm üyelerine iletilmektedir.
Bloglar, podcastler bu başlık altında halkla
ilişkilerin diyalog geliştirmeye yönelik işlevi
içinde önemli yere sahiptirler (Berkowitz 2007:
119). İnternet üzerinde oluşturulan her tür
gruplaşma örgüt açısından, önemli bir kamu
oluşturabilir. Bunların takibi, gerekli bilgilerin
verilmesi önemli bir halkla ilişkiler faaliyetidir,
uygulamada bu mekanizmanın kamu kurumlarınca pek kullanılmadığı görülmektedir, bakanlıkların internet siteleri, genel olarak kurumu
67
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
tanıtıcı ve bireysel başvurulara yönelik içerik
oluşturmakta, tartışma gruplarına yönelik bir
tasarım oluşturmamaktadır.
Sanal basın odaları veya basınla ilişkiler internetin dördüncü kullanım başlığını oluşturmaktadır. İnternet sitesi içinden ulaşılabilen ve
medya ile iletişimi geliştirmek amacı ile sunulan hizmetleri kapsamaktadır. Çok çeşitli adlar
altında bulunmakla birlikte, hepsinde ortak
amaç medya ile iletişime yönelik hizmet sağlamaktır. Geleneksel yöntemlere göre çok daha
geniş imkanlar sunan bu hizmet, içinde görsel/işitsel dosyalar bulundurarak, medya mensuplarına istedikleri gibi işleyebilecekleri malzeme sağlamaktadır (Pira ve Baytekin 2007:
188-190).
İnternet kullanımının örgüt açısından sağladığı
birtakım avantajlar ve dezavantajlar bulunmaktadır. Avantajlar şu şekilde sıralanabilir; örgütü
ve faaliyetleri kapsamlı bir şekilde açıklanabilir, intranet aracılığıyla örgüt içi iletişim etkin
bir şekilde sağlanabilir, yazı dışında, fotoğraf,
grafik, video görüntüleri, animasyon gibi farklı
nitelikteki iletiler bir arada iletilebilir, zamana
ve mekana bağlı olmadan kullanılabilir. Dezavantajları ise şunlardır; farklı birimlerce hazırlanan internet girdilerinin bütünlük oluşturması
güçlükler içermektedir, mesajların metin ve
görüntü dengesini tutturması zor bir görevdir,
sunulan bilgilerin güncel olması gerekmektedir, çok geniş bir hedef kitlenin varlığı, mesajların oluşturulmasında güçlük yaratmaktadır
(Saran 2005: 70-71).
BAKANLIKLAR E-HALKLA İLİŞKİLER
ARAŞTIRMASI
Halkla ilişkiler, iletişim araçları ve genel olarak
internet kullanımıyla ilgili bu bilgiler ışığında
onbeş bakanlık üzerinde yapılmış olan e-halkla
ilişkiler uygulama düzeyleri aşağıda tartışılmaktadır.
Yöntem
Türkiye’deki Bakanlıkların e-halkla ilişkiler
çalışmalarını değerlendirmek üzere bir çalışma
yapılmıştır, Ocak 2009 tarihinde gerçekleştirilen, ön araştırmada 6 Bakanlık seçilmiş ve bu
Bakanlıklarda ‘Basın ve Halkla İlişkiler Müşavir’i veya yönlendirdiği ilgili yönetici ile derin-
68
lemesine görüşme yapılmıştır. Bu ön görüşme
kanun ve yönetmeliklerle belirlenmiş olan
bakanlıkların halkla ilişkiler faaliyetlerini ve ehalkla ilişkiler faaliyetlerini çerçevelendirmek
için veri sağlamıştır. Bu görüşmelerden elde
edilen sonuçlar, yapılan araştırma için nelerin
inceleneceğini saptamayı sağlamıştır. Araştırma Temmuz 2009 tarihinde gerçekleşmiş ve
onbeş Bakanlık internet sitesinin e-halkla ilişkiler faaliyetinin değerlendirmesi yapılmıştır.
Bu aşamada internet siteleri belirlenmiş kriterlere göre incelenmiş ve e-halkla ilişkiler faaliyetlerine Bakanlıkların ulaşma düzeyleri ortaya
konulmuştur.
Genel durum
Bakanlıklar devlet bakanlıkları ve icracı bakanlıklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Araştırma toplam onbeş olan icracı bakanlıklar
üzerine yapılmıştır. Halkla ilişkiler birimlerinin
kuruluşuna dair dayanak, 27/9/1984 tarih 3046
sayılı kanununun ilgili maddeleridir. Milli
Savunma Bakanlığı dışındaki bakanlıklar için,
Kanunun 4. Bölümünde Danışma ve Denetim
Birimlerinin Görevleri başlığında, “Bakanlıklarda basın ve halkla ilişkilerle ilgili faaliyetleri
planlamak ve bu faaliyetlerin belirlenecek usul
ve ilkelere göre yürütülmesini sağlamak üzere
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği teşkil
edilebilir” (m.26) şeklinde bir düzenlemeye
dayanmaktadır.
Halkla ilişkiler birimleri, onbeş bakanlıkta, iki
bakanlık dışında aynı şekilde, ‘Basın ve Halkla
İlişkiler Müşavirliği’ olarak adlandırılmıştır.
Bunun istisnaları, Dışişleri Bakanlığı, ‘Enformasyon Dairesi Başkanlığı’ ve Milli Savunma
Bakanlığı, ‘İletişim Daire Başkanlığı’ şeklindedir. Bütün bakanlıklarda internet siteleri
bulunmaktadır ve internet sitelerinden çeşitli ehalkla ilişkiler etkinlikleri gerçekleştirilmektedir.
Bakanlıklarda, Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin görevleri her Bakanlığın kendi
teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunlarına
göre oluşturulmuştur. Örneğin, Adalet Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği,
"2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun" uyarınca oluşturulmuştur. Kanunun "Danışma ve denetim
birimleri" başlıklı 14'üncü maddesinin (c) ben-
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
dinde yer alan "Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği", danışma birimi olarak düzenlenmiştir.
Müşavirliğin görevi, aynı kanunun 16/A maddesinin (a) bendinde, "Basın ve halkla ilgili
faaliyetleri planlamak ve bu faaliyetlerin Bakanlıkça belirlenecek usul ve esaslara göre
yürütülmesini sağlamak" şeklinde belirlenmiştir. Bakanlıkların teşkilat kanunundaki bu genel
ifade ancak Müşavirliklerin görev tanımlarına
yönelik yaptıkları tanımlamalarla netleşmektedir. Aşağıdaki iki örnek bakanlıkların Basın ve
Halkla İlişkiler Müşavirliklerinin kendi görevlerini nasıl tanımladıklarını göstermektedir.
Adalet Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler
Müşavirliği görevlerini internet sitesinde şu
şekilde sıralamaktadır. Müşavirliğin görev
sıralamasında basınla ilişkilerin ne kadar ağırlıklı olduğu açıkça görülmektedir;
· Basın ve halkla ilişkiler faaliyetlerini planlamak,
· Basın ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin
Bakanlıkça belirlenecek usul ve esaslara göre
yürütülmesini sağlamak,
· Bakanlık ve Bakanlığın görev alanına
giren konular hakkında medyada yer alan haber, yazı ve programları takip ederek ilgili
birimleri bilgilendirmek, günlük bülten hazırlamak, bunları düzenli bir şekilde derlemek ve
arşivlemek,
· Bakanlık faaliyetleri konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla basın açıklaması, bülten ve duyurularını hazırlamak,
· Düzenlenecek basın toplantılarıyla ilgili
organizasyon yapmak ve basın mensuplarına
dağıtılacak dokümanları hazırlamak,
· Basın mensuplarının sözlü ve yazılı bilgi
taleplerini karşılayarak Bakanlık ile medya
arasında doğru ve sağlıklı bilgi akışını sağlamak,
· Basın mensuplarının Bakan ve diğer Bakanlık yetkilileriyle röportaj talepleri konusunda koordinasyon sağlamak,
· Bakanlığımızı ilgilendiren konularda yanlış veya hatalı bilgi içeren haber, yazı ve programlarla ilgili bilgilendirme ve düzeltme açıklamaları yapmak,
· Bakanlık faaliyetleriyle ilgili fotoğraf
çekimi ve video kayıt işlerini yürütmek ve
bunları arşivlemek,
· Bakan ve Bakanlıkça verilen diğer görevleri yerine getirmek. (http://www.basin.adalet.
gov.tr/bnot/2008bnot/G%C3%96REVLER/basi
ngorev.html. 10.08.2009)
Milli Eğitim Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler
Müşavirliği, 2007 yılı Birim Faaliyet Raporu
içinde yapmakta olduğu faaliyetleri şu şekilde
sıralamaktadır;
· Basınla ilişkiler: Bakanlıkta basınla ilgili
faaliyetleri planlamak ve bu faaliyetlerin belirlenecek usul ve ilkelere göre yürütülmesini
sağlamak.
· Basın toplantıları: Bakanlığımızca gerçekleştirilen hizmet ve faaliyetlerin kamuoyuna
duyurulması ve bunun organizasyonun sağlanması, Sayın Bakan ya da diğer bürokratlardan
istenilen randevuları ve görüşmelerini düzenlemek.
· Basına verilen demeçler: Kamuoyunu
bilgilendirmek amacıyla yazılı ve görsel medya
aracılığıyla gerekli basın açıklamalarını yapmak, gerekli koordineyi sağlamak.
· Tekzipler: Haber ve yorumlarla ilgili varsa
yanlış bilgilerin düzeltilmesi amacıyla hem
yazılı hem de elektronik ortamda açıklamalarını yapmak.
· Basında yer alan haberler: Basında Bakanlığımızla ilgili yer alan haberlerin ajans üzerinden dakika dakika takip edilerek ilgili makam
ve birimleri anında bilgilendirmek.
· Günlük basın özetleri: Günlük, haftalık ve
aylık gazete, dergi ve diğer yayınları sürekli
olarak izlemek, Bakanlığımızla ilgili olanları
derleyerek makama ve ilgili birimlere sunmak.
· Halkla ilişkiler: Bakanlığımıza vatandaşlarımızın şahsen ve elektronik-yazılı ortamda
yaptıkları başvuruları değerlendirmek ve koordine etmek.
· Vatandaşların talep ve şikayetleri: Bakanlığımıza başvuruda bulunan gerçek ve tüzel
kişilerin istek ve dilekleriyle ilgili gerekli çalışmaları yapmak ve koordineyi sağlamak.
69
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
· Talepler: 3071 sayılı Dilekçe Hakkı Kanunu gereğince Bakanlığımıza başvuran vatandaşların gerek elektronik ortamda gerekse
yazılı ortamda başvurularını cevaplamak ve
ilgili birimlere ileterek gerekli koordinasyonu
sağlamak.
· Şikayetler: 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı
Kanunu ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkı Kanunu
gereğince Bakanlığımıza başvuran vatandaşların şikayetlerini değerlendirmek ve gerekli
koordineyi sağlamak.
· Görüş ve teklifler: Bakanlığımıza yapılan
görüş ve tekliflerin değerlendirilerek gerekli
koordinenin sağlanması.
· Vatandaşın bilgi ve bilge talepleri: Demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkına ilişkin başvuruların değerlendirilmesi.
· Tanıtıcı ses ve görüntü malzemeleri: Bakanlığımızın çeşitli toplantı ve benzer faaliyetlerinde fotoğraf ve video çekimlerini yapmak,
talep geldiğinde yazılı basına fotoğraf, görsel
medyaya görüntü servisini yapmak.
· Faaliyet raporları: Haftalık, aylık ve yıllık
faaliyet raporlarının hazırlanması.
· Soru önergeleri: Müşavirlik görev alanı ile
ilgili soru önergelerini cevaplandırmak. (MEB
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 2007 yılı
Birim Faaliyet Raporu)
Birimlerin yapmış olduğu görev tanımları yapılan işleri ortaya koyması açısından önem taşımakta ve kanunun yaptığı muğlak düzenlemeyi
açıklamaya yardımcı olmaktadır. Yapılan görüşmelerde elde edilen bilgilerle birlikte görülmektedir ki, halkla ilişkilerin kullandığı
yöntemlerin ancak sınırlı bir alanı bakanlık
halkla ilişkiler çalışmaları içinde yer almaktadır. Yine de yapılan faaliyetlerin sistematize
edilmesi ve internet üzerinden yapılan faaliyetlerin belirlenmesi açısından birimlerin görev
tanımlamaları araştırmaya katkı yapıcı niteliktedir.
Kaya-Bengshir’in (2000a: 125) yapmış olduğu
araştırma sonuçları internet üzerinden yapılan
faaliyetlerin somutlaştırılması aşamasında
önem taşımaktadır. Araştırma sonucuna göre
70
bakanlık internet sitelerinde sunulan halkla
ilişkilere yönelik bilgiler şu şekildedir;
·
“Kurumu tanıtıcı bilgiler (görevleri, teşkilat şeması, yöneticileri, birimler ve faaliyetler,
adresler (tel, posta, e-posta))
· Kurum faaliyetleri (yürütülen çalışmalar,
yayınlar, haberler, duyurular ve yasalar)
·
Linkler ve internet bağlantıları
·
İstatistikler
·
Basın toplantıları
· Düşünceleriniz (bu bölümde çoğunlukla
kullanıcıların site ile ilgili görüşleri alınmaktadır)
· Anketler (kimi bakanlık sitelerinde çeşitli
konularda anket sorularına yer vermektedir)
· Ziyaretçi defterleri (kullanıcılara çeşitli
konularla ilgili görüşlerini doğrudan iletme
ortamı sunulmaktadır).”
Birimlerin görevleri, temel olarak iki başlıkta
ele alınmıştır. Birincisi, basınla ilişkilere yönelik halkla ilişkiler çalışmalarıdır. Bu başlıkta;
basın dosyası, basın açıklaması, kurum tarihçesi, özgeçmişler, istatistikler, örgüt şeması,
konuşma metinleri, kurum yayınları, etkinlikler, fotoğraf ve görsel materyal, RSS sıralanmıştır. İkinci başlık ise vatandaş başvurularına
yönelik halkla ilişkiler faaliyetleridir. Özellikle
bilgi edinme kanunun vermiş olduğu görev
dolayısıyla, halkla ilişkiler birimleri bu konuda
bir yapılanma içine girmişlerdir. Haber değerlendirmeleri, anket uygulamaları, BİMER başvuruları vatandaşa yönelik halkla ilişkiler çalışmaları başlığında incelenmiştir.
BULGULAR
Araştırma, altı bakanlıkta yapılan görüşmeler
sonucu halkla ilişkiler birimlerinin internet
üzerinden bakanlık internet sayfaları için yaptıkları faaliyetleri ortaya koymaya çalışmış
daha sonra da onbeş bakanlık için bu faaliyetlere ulaşma düzeyi değerlendirilmiştir. Bakanlık
internet sayfalarındaki bazı bilgiler/hizmetler
halkla ilişkiler mantığı içinde yer almakta ancak farklı birimler tarafından gerçekleştirilmektedir. Bazı faaliyetler ise hiç yapılmamaktadır.
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
Aşağıdaki tabloda, bakanlıklarda yapılabilecek
e-halkla ilişkiler faaliyetleri sıralanmaktadır;
Tablo 2. E-Halkla İlişkiler Faaliyetleri
Tanıma
Tanıtma
e-halkla ilişkiler
Basın dosyası
Basın açıklaması
Dergi
Fotoğraf albümü
Arşiv
Kurum yayınları
RSS
Etkinlikler
Açıklamalar
İstatistikler
İletişim bilgileri
Haber derlemeleri
Bilgi edinme başvurusu
e-posta
Dilek ve şikayetler
Anket
Bakanlıkların internet üzerinden gerçekleştirdikleri halkla ilişkiler çalışmalarını değerlendirirken sorulan ilk soru, internet sitesinin hazırlanma ve tasarım sürecinde halkla ilişkiler
birimlerinin katkısı olup olmadığıdır. Daha
önce belirtildiği gibi, bir iletişim aracı olarak
internet sitesi hazırlanma sürecinde mutlaka
halkla ilişkiler birimlerinin katkısı olması gerekmektedir. Ancak, altı bakanlıkta gerçekleştirilen mülakatlarda, hiçbir birimin böyle bir
katkı yapmadığı ortaya çıkmıştır. Bakanlıkların
Bilgi İşlem Birimleri internet sitelerinin tasarım ve işletim konusundaki tek yetkili olarak
gözükmektedir. Görüşme yapılan halkla ilişkiler birimleri, kendilerine ayrılan internet sitesi
içindeki bölümlere doğrudan giriş yaparak, ehalkla ilişkiler faaliyetlerini gerçekleştirmektedirler.
İnternet siteleri üzerinde incelemeye dayanan
araştırmada, ilk değerlendirilen nokta, onbeş
bakanlık sitesinde halkla ilişkiler birim bilgilerinin, bağlantıların bulunup bulunmadığıdır.
İletişim bilgileri, birim yönetici ve personelinin
telefon ve internet adreslerini, birimin posta
adresi, telefonu ve faksını içermektedir. Bu
bilgilerin halkla ilişkiler birimine özel bir alan-
da yer alması, ziyaretçilerin işini kolaylaştırmaktadır. Araştırma açısından kritik bir soru
olan bu veri, sonuçları açısından dikkat çekicidir, Milli Savunma, Enerji ve Tabii Kaynaklar
ve Ulaştırma Bakanlığı’nda Basın ve Halkla
ilişkiler birimleriyle ilgili herhangi bir iletişim
bilgisi bulunmamaktadır. Dışişleri ve Maliye
Bakanlıklarında ise bu bilgiler basın duyurularının içinde yer almaktadır. Diğer dokuz bakanlıkta farklı başlıklar altında da olsa birimlerin
iletişim bilgileri bulunmaktadır.
Bakanlık sitelerinde yapılmakta olan e-halkla
ilişkiler faaliyetleri iki başlıkta, birincisi, basınla, ikincisi ise, vatandaşla ilişkilere yönelik
olarak tartışılacaktır.
Basınla ilişkiler
Bakanlıkların, internet üzerinden gerçekleştirdiği basınla ilişkiler faaliyetleri sınıflandırılmıştır. Basınla ilişkiler denilen faaliyetler aslında yazılı ve görsel-işitsel medyayı içeren bir
anlamda kullanılmıştır. Bakanlık internet sitelerinde yaygın olarak basınla ilişkiler ifadesiyle
kullanılması sebebiyle, makalede de aynı adla
tanımlanmıştır.
Basınla ilişkileri ele alırken, halkla ilişkiler
birimlerinin, basına yönelik yapılan iletişim
faaliyetleri ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
Basının kullanımı için düşünülebilecek ancak
başka birimler tarafından da hazırlanmış olan
hizmetler de bulunmaktadır. Kurumlarla ilgili
genel bilgilerin hazırlanmasında halkla ilişkiler
birimlerinin rolü bulunmamaktadır, bu bilgiler
basına yönelik olabileceği halde, bir basın
dosyası içinde de yer almamakta ancak, bakanlık internet sayfalarında bulunmaktadır.
Basınla ilişkiler başlığında; basın odası, basın
açıklaması, kurum tarihçesi, özgeçmişler, istatistikler, örgüt şeması, kurum yayınları, RSS,
ve fotoğraf ve görsel materyal başlıklarında
değerlendirme yapılmıştır.
Basın odası
Bu başlıkta ilk olarak, internet sitelerinde,
doğrudan basına yönelik bir bağlantı olup olmadığı değerlendirilmiştir, dört bakanlık dışında, onbir bakanlık açılış sayfalarında basına
yönelik bir bölüm bulunmaktadır, ‘basın oda-
71
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
sı’, ‘basın enformasyon’, ‘basın’, ‘basın bülteni’ veya belli bir adla ifade edilmemiş olsa da,
bir bölüm içinde basının kullanabileceği bilgiler bulunmaktadır. Bu servisler oluşturulurken
dikkat edilmesi gereken başlıca nokta basın
mensupların kendilerine yönelik servisi rahatlıkla görebilmeleri ve çok fazla tıklama yapmadan bu sayfalara ulaşmalarıdır (Okay ve
Okay 2007: 135). Bu noktanın bakanlıklar
açısından 11/15’lik bir kullanım düzeyinde
olduğu ifade edilebilir. Adalet, Bayındırlık ve
İskan, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve
Turizm Bakanlıklarında araştırmanın yapıldığı
dönemde böyle bir bağlantı veya bilgi bulunmamaktadır. Theaker’ın (2005: 377) ortaya
koyduğu şekliyle “tipik bir sanal basın odasında şu unsurlar yer alır: şirkete ilişkin bilgiler
(tarihçe, biyografiler vs.) ürünlere ilişkin bilgiler, basın bültenleri, fotoğraflar ve iletişim
bilgileri”. Bakanlıklarda bir basın bağlantısı
bulunsa bile, bu tür bir sistemli içerik bulunmamaktadır. Bulunan bilgiler dağınık, site
içinde farklı başlıklar içinde yer almaktadır.
Basın odasının içinde basın dosyasının sistematiğine benzer bilgiler bulunması gerekir. Basın
dosyaları, basın toplantılarında veya basın
gezilerinde basın mensuplarına verilmek üzere
halkla ilişkiler yönetimi tarafından basın mensuplarını katıldıkları faaliyet hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan dosyalardır. Basına kurum
ve konu ile ilgili arka plan bilgisi vermeyi
amaçlar. İnternet sitelerinde basın dosyalarını,
basına mevcut gündemle ilgili verilebilecek
bilgiler olarak düşünebiliriz. Bu tür bir hazırlık,
konu ile ilgili gündemde basın mensuplarının
kapsamlı bilgi edinmelerini sağlamaya yönelik
bir işlev taşıyabilir. Basın dosyaları şu malzemeleri içerebilir:
·
Basın açıklaması
·
Özgeçmişler
·
Bilgi notu
·
Kurum tarihçesi
·
Örgüt şeması
·
İstatistikler
·
Fotoğraf
·
Konuşma metinleri
·
Kurum yayınları
72
· Görsel materyal (Pira ve Baytekin 2007:
162, Okay ve Okay 2007: 112, Seitel 1998:
197-210).
Bu çerçevede, internet sayfaları basın dosyalarının verilmesi için son derece uygun bir ortam
sağlamaktadır. Verilen malzeme yayınlanabilecek standartlardaysa, medya mensubunun işini
gerçekten kolaylaştırıcı bir kaynak oluşturmaktadır. Kurum, hizmetleri, ürünleri, yöneticileri,
çalışanları ve olayla ilgili haber yaparken kullanabileceği geniş bir kaynağa sahip olabilir.
Bu açıdan bakanlık halkla ilişkiler birimlerinin
sistemli bir çabalarının olduğu söylenemez.
Basın açıklaması
Basın açıklaması olarak ele alınan bu başlık,
hem yazında hem de uygulamada farklı adlar
altında kullanılmaktadır. Bakanlıklar çoğunlukla ‘basın açıklaması’ olarak kullanmakta ama
istisnai olarak ‘basın duyurusu’, ‘basın bülteni’
veya ‘bakanlık haberleri’ adı altında da basına
yönelik duyurularını yapmaktadırlar. Erdoğan’a (2006: 320) göre, “basın bülteni basılmaya hazır enformasyon sunan kısa ve temel
dokümandır”. Halkla ilişkilerin kullandığı en
eski iletişim araçlarından biri olan basın açıklaması yayınlama yöntemi, halkla ilişkilerin
kitle iletişim araçlarını bilgilendirmek amacıyla
sıklıkla kullandığı bir yöntemdir. Basın açıklaması, özünde gazetecilerin haber yazarken
veya yayına hazırlarken kullanabileceği bilgiyi
olabildiğince açık ve net bir şekilde ortaya
koyan basit bir dosyadır (Theaker 2006: 206).
Bu dosya pek çok şekilde iletilebilir, makalenin
de konusunu oluşturan internet kanalı üzerinden iletilmesi günümüzde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. İnternet siteleri incelendiğinde, 15/15 kullanım düzeyiyle tüm bakanlıkların internet kanalıyla basın açıklaması yayınladıkları görülmektedir.
Basın açıklamalarının genel olarak bazı özellikleri bulunmaktadır. Öncelikle basın açıklamaları haber değeri olan metinlerdir. İçerik bu
çerçevede düzenlenmelidir. Haber niteliği olan
bilgi öncelikle verilir, basın açıklamalarında
girişte verilen bilgiler en önemli ve açıklayıcı
bilgiler olmalıdır. Ters piramit denilen bu yazımda, haber önemliden başlayarak daha az
önemliye doğru sıralanır (Okay ve Okay 2007:
71).
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
Basın açıklamaları basında kuruluşun kendisini
yansıtmak istediği içerikte düzenlenmelidir.
Her zaman gazete ve derginin okuyucusuna
hitap ediyormuş gibi yazılır. Gerçek bilgiler ve
dayanaklar sunulmalı, okuyanda net bir izlenim
bırakmalıdır. İletişimin genel kuralları burada
da geçerlidir ve kim, ne, ne zaman, nerede,
neden ve nasıl sorularına (5N1K) cevap vermelidir.
Basın açıklamalarının kesin bir kuralı olmamakla beraber, genel kabul görmüş Associated
Press (AP) tarzı denilen bir biçimi bulunmaktadır. Bu biçimsel düzenlemeler, medya mensuplarının işlerini kolaylaştırmaya ve haber
biçimine çevirirken kullanımı rahatlatmaya
yöneliktir. Buna göre basın açıklamalarında;
1.
Çift aralık ve A4 sayfası kullanılır.
2. Konuyla ilgili ulaşılabilecek kişinin adını
ve iletişim bilgilerini içeren antetli kağıt kullanılır.
3.
Tarih ve saat bulunur.
4. Marjinler editörlerin not alabileceği kadar
geniş bırakılır.
5.
2-3 sayfayı geçmez.
6. Paragraflar 6 satırı geçmeyecek uzunluktadır.
7. Sayfa numarası konulur, sayfalar devam
ediyorsa belirtilir.
8.
Başlık büyük ve koyu harflerle yazılır.
9. Basın açıklamasının sonuna ### işareti
konulur.
10. Yollanırken e-postanın konu bölümüne
basın açıklamasının başlığı eklenir (Zappala ve
Carden 2004: 107-124, Jefkins 1994: 141-155,
Pira ve Baytekin 2007: 153-160).
Bakanlıklar basın açıklamaları içerik ve biçimleri yönünden farklılıklar göstermektedir. Bakanlık web sayfalarından ulaşılabilen bültenler
özellikle biçimsel açıdan yukarıda sıraladığımız özellikleri çoğunlukla taşımamaktadırlar.
İletişim bilgilerinin basın açıklamalarında yer
almaması genel bir problem olarak gözükmekte, başlık, sayfa numarası verme konusunda
standartlara uyulmamaktadır. Tekzip metinlerinin de tekzip ibaresi konulmadan, basın açıklamaları başlığında yer alması bir diğer dikkat
çekici nokta olarak değerlendirilmiştir.
Kurum tarihçesi
Bakanlıkların tarihçeleri, dokuz bakanlığın
internet sitesinde bulunmaktadır. Yapılan görüşmelerde tarihçe bilgilerinin halkla ilişkiler
birimleri tarafından oluşturulmadığı tespit
edilmiştir. Genel olarak Bakanlık başlığı altında bulunan bu bilgi, gazetecilerin haber yapım
sürecinde arka plan bilgisi olarak kullanabilecekleri düşüncesiyle bakanlık internet sayfalarında basın başlığı altında yer almalıdır.
Özgeçmişler
Halkla ilişkiler personelinin görevleri arasında
üst düzey yöneticilerin özgeçmişlerini derlemek bulunmaktadır (Zappala ve Carden 2004:
161). Biri hariç bütün bakanlıklarda, bakanın
fotoğraflı özgeçmişi bulunmaktadır. Bunların
sitede yer alması gazetecilerin yöneticiler hakkında eksik veya yanlış bilgi vermesini engelleyebilir (Okay ve Okay 2007: 138). Bakanlıklarda sadece Sağlık Bakanlığı, basın odası
içinde özgeçmiş, örgüt şeması bilgilerini vermiştir, bunun dışında internet sitelerinde bulunan bu bilgiler halkla ilişkiler birimlerinin giriş
yaptığı bölümler dışında veri olarak sunulmuştur. Müsteşar ve diğer üst düzey yöneticiler için
böyle bir uygulama mevcut değildir. Bu bilgilerin basın odası içinde bulunmaması ve üst
yöneticileri kapsamaması bir eksiklik olarak
değerlendirilmiştir.
İstatistikler
Basın mensuplarının haber yapma süreçlerine
yardımcı olmak amacıyla kuruluşun, üretimi,
satışı, çalışanları ile ilgili istatistikler internet
sitelerinde bulunabilir (Okay ve Okay 2007:
138). Sekiz bakanlığın internet sitesinde bu tarz
istatistiki bilgi sunulmaktadır. Bu bilgilerde
halkla ilişkiler birimlerinin bir katkısı bulunmamaktadır.
Örgüt şeması
Örgütteki hiyerarşik yapılanmayı gösteren
örgüt şeması, bütün bakanlık internet sitelerinde yer almaktadır. Basın mensuplarının görev
73
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
alanlarını ve sorumlu kişileri öğrenmeleri açısından faydalanabilecekleri bu bilgi yine farklı
birimler tarafından internet sitelerinde sunulmuştur. Basına yönelik olarak bu bilginin basın
odası başlığı altında bulunmaması bir eksiklik
olarak tespit edilmiştir.
Konuşma metinleri
Kuruluş yöneticilerinin veya kuruluşu ziyaret
eden önemli kişilerin gerçekleştirmiş olduğu
konuşmaların metinleri arşivlenmiş bir biçimde
basına yönelik servis içinde yer alabilir (Okay
ve Okay 2007: 139). Bakanlıklar bu hizmeti
özellikle bakanlarının çeşitli vesilelerle yapmış
oldukları konuşmaları yayınlamak şeklinde
sunmuşlardır. Onbir bakanlıkta bu başlık altında bakan konuşmaları bulunmaktadır.
Kurum yayınları
Bakanlıklar kurumsal yayınlarını internet üzerinden sunabilirler. Yedi bakanlık internet
üzerinden okuyuculara süreli yayın hizmeti
sunmaktadır. Yayınların ulaşılabilirliğini arttıran bu yöntem hem gazeteciler hem de vatandaşlar açısından kurumun kendisini tanıtması
çerçevesinde düşünülmesi gereken bir etkinliktir. E-dergi olarak adlandırılan bu yayınlar,
farklı isimler ve içeriklerle yer almaktadır.
Mülakatlarda elde edilen bilgilere göre, halkla
ilişkiler birimleri bu dergilerin hazırlanma
aşamasında yer almamaktadır.
Etkinlikler
Halkla ilişkiler etkinlikleri internet üzerinden
paylaşılabilir. “Yapılan ve yapılacak olan etkinliklerin duyurulması, katılınan seminer ve
konferanslar, sergi, festival, fuar ve yarışmalar,
alınan ödüller, düzenlenen törenler hakkında
bilgilerin verilmesi” etkinlikler başlığında
sunulacak başlıkları oluşturur ve “olumlu imaj
kazandırır” (Öztürk ve Ayman 2007: 60). Altı
bakanlık etkinlikler başlığında bakan ve kurum
ile ilgili takvimler vermekte, geçmişe yönelik
de fotoğraflı özetler sunmaktadır. Bu bölümler
halkla ilişkiler birimlerince oluşturulmakta ve
basın mensuplarının işlerini kolaylaştırmaya
yönelik olmaktadır.
Fotoğraf ve görsel materyal
Basılı medya, özellikle gazete ve dergiler,
hikayelerini sözcüklerle birlikte fotoğraflarla
74
anlatırlar (Wilcox ve ark. 1998: 539). Bu nedenle halkla ilişkiler birimleri içinde hem basın
mensuplarının hem de kurumun ihtiyaçları için
bir foto-film merkezi bulunmaktadır. Bakan ve
üst yöneticilerin fotoğraflarının yüksek çözünürlükte bulunması gazetecilerin işini kolaylaştıracak bir faaliyettir. Dokuz bakanlığın internet sayfasında fotoğraf albümü mevcuttur.
Basına yönelik bir diğer çalışma da grafik
tasarımlarla ilgilidir. Bakanlık internet siteleri
üzerinde yaptığımız incelemede sadece bir
bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ‘Kurumsal Kimlik Kılavuzu’ adı altında,
kurum logosu, amblemi, bakanlık binası silüeti,
bayrak, flama gibi kurum kimliğini yansıtan
görsel araçlara yönelik kapsamlı bir çalışma
yapmıştır. Kurum ve kuruluşların varlığını
simgeleyen bu tür grafik tasarımlar halkla ilişkiler açısından önem taşımaktadırlar.
RSS
RSS (Rich Site Summary) uygulamaları, web
siteleri içinde son dönemde sıklıkla kullanılmaktadır. Bakanlık web sitelerinde de başlamış
olan bu uygulama hem gazeteciler hem de
gelişmeleri takip edenler açısından faydalı bir
araç oluşturmaktadır. Siteye yeni eklenen içeriğin kolaylıkla takip edilmesini sağlayan özel
bir XML dosya formatıdır ve genellikle internet sitesinde RSS ikonu ile gösterilir. Üyelik
mekanizmasıyla işleyen sistem, kullanıcının
seçeceği makale ve mesaj kaynaklarındaki yeni
yazıların başlık ve özetlerini, onlar için bir
araya toplayan bir standarttır. Kullanıcılar,
siteyi ziyaret etmeden, yeni yazıların özet bilgilerini ve tamamını okuma imkanına sahip olur
(Sayımer 2008: 151-152, http://tr.wikipedia
.org/wiki/RSS ). Yapılan incelemede, Enerji ve
Tabii Kaynaklar, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıkları bu uygulamaya geçmişlerdir. Özel
sektörde bile yeni başlayan bu uygulamanın
Bakanlık web sayfalarında yer alması dikkat
çekici bir özellik olarak değerlendirilmelidir.
Vatandaş ilişkileri
Bakanlık internet sitelerinin vatandaş ilişkilerine yönelik kullanımı yapılan mülakatlarda ve
internet siteleri üzerine değerlendirmede ortaya
koyulmaya çalışılmıştır. Mülakat sonuçlarına
göre, vatandaşa yönelik yapılan üç temel ça-
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
lışma bulunmaktadır. Bunlardan birincisi haber
derlemeleri, ikincisi, bilgi edinme başvurularıdır, üçüncüsü ise BİMER (Başbakanlık İletişim
Merkezi) bağlantısıdır. Örneğin halkla ilişkiler
faaliyetleri içinde düşünülen ve bütün bakanlıkların internet sayfalarında yer alan ‘duyurular’, halkla ilişkiler birimleri tarafından hazırlanmamaktadır, o yüzden çalışmada değerlendirme içine alınmamıştır. Bir başka yapılmayan
faaliyet ise anket çalışmalarıdır. Hiçbir bakanlık halkla ilişkiler birimi internet üzerinden
vatandaşa yönelik dilek ve şikayetleri belirlemeye yönelik anket uygulamamaktadır.
Haber derlemesi
Haber derlemesi, basını izleme faaliyetidir.
Açıklamalar, tekzipler, basına iletilen haberler,
yayınlanan haberin saklanmasıyla ilgili dosya
ve arşiv işleri, ilgili birimlere gönderilen yazılar, hep basının izlenmesine bağlı olarak ortaya
çıkan görev bölümleri niteliğindedir. İzlenen
yalnız günlük basın değildir, sürekli yayınların
izlenmesi de görevler içinde önemli bir yer
tutmaktadır (Ertekin 1990: 187). Pek çok kamu
kurumundaki en yaygın halkla ilişkiler etkinliği
yazılı basında kurumla ilgili çıkan haberlerin
dosyalanması şeklinde gerçekleşir. Kazancı’nın
(2004: 151) ifade ettiği gibi, “yazılı basın yönetimin çevreden bilgi edinmesini sağlayan en
masrafsız araçtır”. Hem gazete haberleri, hem
köşe yazıları, hem de okuyucu mektupları,
yöneticilerin kamunun tepkilerini alabilecekleri
birer araç niteliğindedir. Günümüzdeki teknolojik olanaklar, sadece yazılı kitle iletişim araçlarını değil televizyonun da izlenebilmesi için
olanaklar sunmaktadır. Bu olanakları değerlendiren pek az bakanlık web sitesi, gazete haberleri, televizyon haberleri ve bakan röportajlarını vatandaşların bilgisine sunmaktadır. Bu
kadar yaygın olduğu ifade edilen haber derlemesi uygulamalarının bakanlık web sitelerinde
duyurulması, yapılan araştırma sonuçlarına
göre düşük seviyede kalmıştır. Bakanlık halkla
ilişkiler birimleri kendi Bakan ve Müsteşarlarına sundukları bu derlemeleri kamuoyuna paylaşma aşamasında ketum davranmaktadırlar.
Onbeş bakanlıktan sadece beş tanesi gazete
haberleri derlemesini ve yine beş tanesi televizyon haberlerini internet sitelerinde yayınlamaktadırlar. Sadece olumlu haberlerin yayınlanma isteğinin de sebep olduğu düşünülen bu
sonuç, iletişime yönelik genel yaklaşımı da
yansıtan bir öğe olarak ortaya çıkmaktadır.
Bakan röportajlarını ise sadece iki bakanlık
yayınlamıştır.
Bilgi edinme
Bakanlık web sayfalarındaki en önemli ehalkla ilişkiler uygulamalarından bir tanesi de
bilgi edinme başvurularının kabul ve yanıt
işlemlerinin yapılmasıdır. 9.10.2003 tarih ve
4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nu ile
hukuki düzenlemesi yapılan bu alan, uzun
zamandır kamu yönetimi açısından tartışılan ve
devlet-vatandaş ilişkileri açısından önemli bir
sorun alanına yanıt vermeyi amaçlamaktadır.
Kanunun Genel Gerekçe’sinde kanunun amacı
şu şekilde ifade edilmiştir;
“Demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün
gereklerinden olan bilgi edinme hakkı, bireylere daha yakın bir yönetimi, halkın denetimine açıklığı, şeffaflığı sağlama işlevlerinin yanı sıra halkın Devlete karşı duyduğu kamu güvenini daha yüksek düzeylere çıkarmada önemli bir rol oynamaktadır.
Kullanılan bu hak sayesinde hem halkın
Devleti denetimi kolaylaşmakta hem de
Devletin demokratik karakteri güçlenmektedir.
Bilindiği üzere, kamu kurum ve kuruluşlarında açıklık ve şeffaflık kavramı, olumsuz
olarak görülen gizlilik kavramının giderilmesi ile yönetilenlerin yönetenlerin işlem ve faaliyetlerini denetlemesinin sağlanması düşünceleri üzerine ortaya çıkmıştır. Demokratik ülkelerde, bilgi edinme
özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bağlamında vazgeçilmez temel
haklardan biri olarak kabul edilmektedir.
Şeffaflık ve gizliliğin iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, kurum ve kuruluşların "bilgi verme ödevi", ikincisi ise,
vatandaşların "bilgi edinme hakkı"dır.
Kurum ve kuruluşlar; bilgi edinme hakkının kullanılması konusunda yapılan başvuruları cevaplandırmak, bilgi veya belgeye
erişimde gereken kolaylıkları sağlamak yoluyla şeffaf yönetimin sağlanmasına katkıda bulunabilirler”.
75
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
İki yönlü iletişimin önemli bir uygulaması olan
bu düzenleme dolayısıyla, Bilgi Edinme Hakkı
Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve
Usuller Hakkında Yönetmelik (2004/7189) ile
bilgi edinme birimlerinin oluşturulması bu
başvuruların halkla ilişkiler birimlerinin görevleri içinde olduğu ifade edilmiştir. “Kurum ve
kuruluşların basın ve halkla ilişkilerle görevli
birimlerinde, bilgi edinme hakkının etkin olarak kullanılabilmesi ve bilgi veya belgelere
erişimin zamanında sağlanabilmesi amacıyla
bilgi edinme birimleri oluşturulur. Bünyesinde
basın ve halkla ilişkilerle görevli birimi veya
bu birime benzer görevler ifa eden birim bulunmayan kurum ve kuruluşlar, bilgi edinme
hakkının etkin olarak kullanılabilmesi ve bilgi
veya belgelere erişimin zamanında sağlanabilmesi amacıyla, kurum ve kuruluş içindeki bir
birim bünyesinde bilgi edinme birimleri oluştururlar veya doğrudan kurum yöneticisine bağlı
bilgi edinme yetkilisi görevlendirirler” (m.8).
Canöz’ün (2008: 151) ifadesiyle, “bilgi edinme
hakkı yasası ile, vatandaşlara devleti denetleme
yetkisi verirken, devletin de halkla ilişkiler
yapmasını zorunluluk haline getirmektedir”.
Arklan, (2009: 395-396) Konya Valiliği bilgi
edinme başvuruları üzerine yaptığı inceleme ve
uyguladığı alan araştırması sonucu kanunun
verdiği haklardan yararlanma/yararlandırma
anlamında özen gösterildiği ve halkla ilişkiler
potansiyeli açısından olumlu bir tablo çizdiği
sonucunu ifade etmiştir.
Kanunun uygulama sürecindeki gelişim gerçekten dikkat çekicidir. Bakanlık Bilgi Edinme
Birimi kurarak, bilgi edinme başvurularını
değerlendirmektedirler. 2007 yılında yürütülen
bir araştırmada 16 bakanlık üzerinde bilgi
edinme başvurusu yapılarak, süreç incelenmiştir, bakanlıklar arasında başvuruları kabul ve
değerlendirmelerde farklılıklar ve sorunlar
tespit edilmiştir (Yağmurlu 2007: 73-74). Mevcut 15 bakanlık internet sayfasında, bilgi edinme başvurusu yapılabilecek düzenleme mevcuttur. Bakanlıklar, başvuru bağlantısı dışında,
ilgili Kanun ve Yönetmelikle ilgili bilgiler,
cevap ve itiraz süreci başlıklarında bilgilendirme yapmışlardır. İnternet sayfaları üzerinde
yapılan inceleme öncesi yapılan mülakatlarda,
görüşülen halkla ilişkiler yöneticileri, bilgi
edinme başvurularının özellikle internet ortamından yapıldığını açıkça ifade etmişlerdir.
Bakanlıklar, bilgi edinme hakkının kullanımıy-
76
la ilgili yıllık rapor hazırlamaktadırlar. Bu
raporlarda bilgi edinme başvurularının hangi
yolla başvurun yapıldığı ile ilgili veri grubu
bulunmamaktadır. Ancak yapılan görüşmelerde, başvuruların neredeyse hepsinin internet
üzerinden yapıldığı yorumu alınmıştır. Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin
gayretiyle çıkartmış oldukları oran, 2007 yılı
için 89.604 başvurunun 414 adeti elden başvuru; 2008 yılında 147.575 başvurunun ise sadece
225 adeti elden başvuru şeklinde olmuştur, geri
kalan başvurular internet üzerinden yapılmaktadır. Bu düzeyde başvurunun değerlendirilmesi ve yanıtlanması örgütlü bir çabayı gerektirdiğinden bakanlıklar bilgi edinme başvurusu
birimleri kurmuşlardır.
Ancak bütün bu olumlu düzenlemelere rağmen
halkla ilişkiler birimlerinin temel işlevi, kurulan yazılım sistemleriyle, gelen başvuruyu
konuyla ilgili birime iletme ve yanıtı da ilgiliye
iletme şeklindedir. Mülakat yapılan bakanlıklar
bilgi edinme ile ilgili görevlerini şöyle sıralamışlardır; bilgi edinme ile ilgili gelen başvuruları cevaplamak, vatandaşlar tarafından bilgi
edinme hakkının kullanılmasını sağlayacak
önlemler almak, kanun kapsamında yer alan
her türlü bilgi ve belgenin vatandaşların yararlanmasına sunmak- ki bakanlık internet sitelerinin içerik açısından düzenlenmesini ortaya
çıkarmıştır, başvuruların etkin, süratli ve doğru
sonuçlandırılması için Bağlı, İlgili ve İlişkili
Kuruluşların ilgili birimleri ile koordinasyon
sağlanması. Bakanlıklar Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna göndermek üzere yıllık
rapor hazırlamakta ancak bu rapor, yapılan
faaliyetlerin niceliğine yönelik bir çalışmayı
içermekte, niteliğini kapsamamaktadır.
BİMER Başvuruları
Bakanlıklar, Başbakanlık İletişim Merkezi
(BİMER) programı üzerinden bakanlıklarına
yapılan
başvuruları
cevaplamaktadırlar.
BİMER uygulaması ile;
“yurttaşların yönetime ilişkin şikayet, talep, görüş ve önerilerini kolayca iletebilmelerine yönelik iyi işleyen, hızlı ve etkin
bir sistemin kurulması, yönetimin başarısı
için olduğu kadar, demokrasinin sağlıklı
bir biçimde işlemesi açısından da vazgeçilmez bir gerekliliktir. Bu şikayet, talep,
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
görüş ve önerilerin derhal işleme alınıp
değerlendirilmesi, sonuçlandırılması ve ilgilisine süratle cevap verilmesi de aynı derecede önem taşımaktadır.
Bu düşünceler ışığında, kamu kurum ve
kuruluşlarının halkla ilişkiler uygulamalarına ilişkin yeni bazı düzenlemelerin yapılması uygun görülmüştür. Başbakanlığa
yapılacak başvuruların tüm yurt sathında
kabulünü ve Bakanlıklar ile valiliklere yapılan müracaatların Başbakanlıktan izlenebilmesini amaçlayan ve Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER)- Doğrudan Başbakanlık olarak isimlendirilen düzenleme,
Türkiye genelinden aranabilir bir telefon
numarası tahsisi ile bir bilgi işlem programı kullanılmasını öngörmektedir. Böylece,
vatandaşlar tarafından yapılan yazılı veya
sözlü başvuruların gereğinin yapılması
amacıyla süratle ilgili kamu kuruluşu veya
birimine ulaştırılması, mümkün olan en kısa sürede cevap verilmesi, gecikme halinde
ilgili birimlerin uyarılması, bütün bu işlemlerin bir otomasyon sistemi içinde yürütülmesi, istatistiksel raporlarının alınması ve merkezden denetlenebilmesi sağlanmış olacaktır.” (Genelge 2006/3)
Halkla ilişkiler birimleri bu doğrultuda gelen
başvuruları yanıtlamakla görevlidir. Ayrıca
bütün bakanlık internet sayfalarında BİMER
başvuru linki bulunmaktadır. Doğrudan Bakanlıkların yürütmedikleri ancak, bu kanalla gelen
başvuruları yanıtladıkları bu halkla ilişkiler
faaliyetine ilişkin koordinasyon ve detaylı
değerlendirme başbakanlık tarafından yayınlanmaktadır. (http://www.basbakanlik.gov.tr/
bimer/index.htm )
SONUÇ
Halkla ilişkilerin kullandığı araçlar zaman
içinde teknolojik gelişmelere bağlı olarak değişim göstermekte ve teknolojik gelişmeler yeni
iletişim araçlarının ortaya çıkmasına sebep
olmaktadır. Kullanılan araçlar, iletişimin doğasını değiştirmekte, bu da halkla ilişkilerin niteliğine etki etmektedir. İnternet aracı, günümüzde halkla ilişkiler açısından çok önemli bir
mecrayı oluşturmaktadır. Yüzyüze iletişime
benzer bir doğası bulunmakta, zaman ve mekandan bağımsız bir iletişim aracı oluşturmak-
tadır. Düşük maliyet faktörüyle birlikte, yeni
iletişim teknolojisi olarak kendini kabul ettirmiştir.
Makalede, onbeş Bakanlığın halkla ilişkiler
birimlerinin internet üzerinden gerçekleştirdiği
e-halkla ilişkiler olarak tanımlanan faaliyetler
ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Altı bakanlıkta
yapılan yüzyüze mülakat ve onbeş bakanlığın
internet sitesi üzerinde yapılan inceleme sonucu, halkla ilişkiler odaklı sunulan bilgi/hizmetlerin bir çerçevesi oluşturulmuştur.
Oluşturulan tabloda detaylarıyla gösterilen
‘Bakanlık E-Halkla İlişkiler Uygulama Düzeyleri’ne göre, internetin halka ilişkiler açısından
kullanımı gözardı edilemez bir boyuttadır.
Onbeş bakanlığın bir internet sitelesi bulunmaktadır ve bu sitelerden, çeşitli halkla ilişkiler
faaliyetleri gerçekleştirmektedirler. Tabloda
hem her bakanlığın sunduğu hizmetin hem de
yöntemin bütün bakanlıklar için kullanım düzeyi ortaya koyulmuştur. Özellikle yeni teknolojilerin (RSS gibi) kullanımında bakanlıkların
bilinçli ve istekli olmaları dikkat çekicidir.
İnternet sitelerinin oluşturulma ve işletim sürecinde bakanlık halkla ilişkiler birimlerinin
katkısı, birimleriyle ilgili bölümlerle sınırlıdır.
Halkla ilişkilerin tanıtma ve tanıma işlevini
kapsayan faaliyetler internet sitelerinden sunulmaktadır ancak tanıtmaya yönelik işlevler
ağırlıktadır. Halkla ilişkiler birimleri, basına ve
vatandaşlara yönelik olarak interneti kullanmaktadır. İnternet sayfalarından sunulan hizmet ve bilgilere bakıldığı zaman basına yönelik
çalışmaların ağırlıklı olduğu görülmektedir.
Onyedi hizmet halkla ilişkiler başlığında değerlendirilmiştir. Adalet bakanlığı en çok, Milli
Savunma Bakanlığı ise en az e-halkla ilişkiler
faaliyeti yapan bakanlık olarak ortaya çıkmıştır. Bazı bilgi/hizmetler bütün bakanlıklarda
sunulmaktadır; basın açıklamaları, örgüt şeması, bilgi edinme başvuruları, BİMER başvuruları. Bakan röportajları, televizyon derlemesi,
RSS bağlantısı, gazete derlemesi sırasıyla bakanlıkların en az sundukları hizmetler olarak
tespit edilmektedir.
77
+
+
+
+
+
+
+
+
13
+
-
+
+
+
+
+
-
-
-
+
+
+
-
-
+
+
9
+
+
+
+
+
+
+
-
-
-
+
+
-
-
-
+
+
9
+
+
+
-
+
+
+
+
+
-
+
-
+
+
-
+
+
10
+
+
+
+
+
-
+
+
+
-
-
+
-
-
+
+
+
9
+
-
+
-
+
+
+
+
+
+
-
-
+
-
+
+
+
9
+
+
+
+
+
-
+
-
+
-
+
-
-
-
-
+
+
8
+
-
+
-
+
+
+
+
+
-
+
-
-
-
-
+
+
7
+
+
+
+
+
+
+
+
-
-
-
-
-
-
-
+
+
7
+
+
+
-
-
-
+
+
+
+
-
+
-
-
-
+
+
7
-
+
+
-
+
-
+
-
-
-
-
-
-
-
-
+
+
4
+
+
+
+
+
+
+
+
-
+
-
-
-
-
-
+
+
8
+
+
+
-
+
-
+
+
-
-
-
-
-
-
-
+
+
5
+
+
+
+
+
-
+
+
+
-
-
-
-
-
-
+
+
7
-
+
+
+
+
-
+
+
-
-
+
+
-
+
-
+
+
8
13/15
11/15
15/15
9/15
14/15
8/15
15/15
11/15
8/15
4/15
7/15
6/15
4/15
3/15
3/15
15/15
15/15
Bakan
Röportajları
Özgeçmiş
Tablo 3- Bakanlık E-Halkla ilişkiler Uygulama Düzeyleri
78
e-Hİ Uygulama
Düzeyi
+
BİMER
+
Bilgi Edinme
+
TV Derlemesi
+
Gazete Derlemesi
+
Etkinlikler
+
Fotoğraf Albümü
Kurum Yayınları
+
RSS
Konuşma Metinleri
-
Örgüt Şeması
Kurum Tarihçesi
+
İstatistikler
Basın Açıklaması
Adalet
Bakanlığı
Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı
Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı
Çevre ve Orman
Bakanlığı
Dışişleri
Bakanlığı
Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bak.
İçişleri
Bakanlığı
Kültür ve Turizm
Bakanlığı
Maliye
Bakanlığı
Milli Eğitim
Bakanlığı
Milli Savunma
Bakanlığı
Sağlık
Bakanlığı
Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı
Tarım ve Köy İşleri
Bakanlığı
Ulaştırma
Bakanlığı
Yöntemin Kullanım
Düzeyi
Basın
Odası
Bakanlıklar
İletişim Bilgileri
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
E- Halkla İlişkiler ve Bakanlık Uygulamaları (62-80)
Bakanlık e-halkla ilişkiler uygulama düzeyleri
arasında bulunan farklılıklar özellikle dikkat
çekici bir sonuç olarak gözükmektedir. Halkla
ilişkilere verilen değer ve önemle ilişkilendirilebilecek bu durum, devlet-vatandaş iletişimini
geliştirmesi amaçlanan halkla ilişkiler çabalarına bütüncül ve kapsamlı bir bakış açısının
oturmamış olduğunun göstergesidir. İnternet
üzerinden verilen hizmetlerin büyük çoğunluğunun basına yönelik oluşu da bu savı destekler niteliktedir. Bu eksikliğe rağmen işler bir
sistemin bakanlık internet sitelerinde oturmuş
olduğu somut olarak gözükmekte, bu da gelecekte daha etkileşimli ve iki yönlü iletişime
dayalı yapıların kurulabileceğine dair umut
vermektedir.
SONNOT
(1) Mevcut durumu ortaya koyan, Türkiye
İstatistik Kurumu tarafından 2009 yılı Nisan
ayı içerisinde gerçekleştirilen ‘Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması’ sonuçlarına göre hanelerin % 30’u internet erişimine
sahiptir ve bireylerin bilgisayar ve internet
kullanım oranları sırasıyla % 40 ve % 38’dir.
Geçmiş yıllarla yapılan karşılaştırmada, bu
oranın istikrarlı bir biçimde artmakta olduğu
görülmektedir. Yine aynı araştırmanın 2007
Nisan-Haziran dönemi sonuçlarına göre, internet kullanıcılarının % 26’sı kamu kurum/kuruluşlarıyla iletişimde interneti kullanmaktadır. Bu sonuç, internet aracının Türk
kamu yönetimi açısından önemini ortaya koyan
somut bir gösterge olarak, kamu yönetimi açısından internetin etkin ve önemli bir mecra
şeklinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya
koymaktadır
(http://www.tuik.gov.tr/
PreTablo.do?tb_id =60&ust_id=2. 23.08.2009).
KAYNAKLAR
Bilgin K U (1994) Türk Kamu Yönetiminde
Halkla İlişkiler Uygulamasına Örgütsel Bir
Yaklaşım, AİD 27 (4), 43-62.
Canöz K (2008) Kamuda Halkla İlişkilerin
Yeni Yüzü: Bilgi Edinme Yasası, Selçuk İletişim 5 (3), 141-152.
Cutlip S, Center A ve Broom G (2000)
Effective Public Relations, Prentice Hall, New
Jersey.
Erdoğan İ (2006) Teori ve Pratikte Halkla
İlişkiler, Erk Yayınları, Ankara.
Ertekin Y (1990) Halkla İlişkiler Hizmetinde
Örgütlenme ve Personel Sorunları, AİD 23 (4),
35-54.
Esrock S L ve Leichty G B (2000)
Organization of Corporate Web Pages: Publics
and Functions, Public Relations Review, 26
(3), 327-344.
Grunig J (2005) Halkla İlişkiler ve İletişim
Yönetiminde Mükemmellik, Rota Yayınları,
İstanbul.
Grunig J ve Hunt T (1984) Managing Public
Relations, Harcourt Brace Jovanovich College
Publishers, Fort Worth.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa
http://www.adalet.gov.tr/
http://www.basbakanlik.gov.tr/bimer/index.htm
http://www.calisma.gov.tr/
http://www.cevreorman.gov.tr/
http://www.kultur.gov.tr/
http://www.maliye.gov.tr/
http://www.meb.gov.tr/
http://www.mfa.gov.tr/
http://www.msb.gov.tr/
Acar M (1994) Türk Kamu Yönetiminde Halkla İlişkiler Araştırması, DPT Yayınları, Ankara.
Arklan Ü (2009) Halkla İlişkiler ve Bilgi
Edinme Hakkı, Literatürk Yayınları, İstanbul.
Berkowitz E N (2007) The Evolution of Public
Relations and the Use of the Internet: The
Implications for Health Care Organization,
Health Marketing Quarterly, 24 (3/4), 117-130.
http://www.saglik.gov.tr/
http://www.sanayi.gov.tr/
http://www.tarim.gov.tr/
http://www.tuik.gov.tr/
http://www.ubak.gov.tr/
https://www.bayindirlik.gov.tr/
79
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Jefkins F (1994) Public Relations Techniques,
Butterworth Leinmemann, Oxford.
Web Sayfaları Üzerine Bir Analiz, Selçuk
İletişim 4 (4), 75-95.
Kaya-Bensghir T (2000a) Halkla İlişkilerde
Etkileşimli İletişim: Web (www) AİD 33 (1),
111-131.
Theaker A (2006) Halkla İlişkiler El Kitabı,
MediaCat Kitapları, İstanbul.
Kaya-Bensghir T (2000b) Devlet-Vatandaş
İletişiminde E-Posta, AİD 33 (4), 49-61.
Kazancı M (2004) Kamuda ve Özel Kesimde
Halkla İlişkiler, Turhan Kitabevi, Ankara.
Lesly P (1998) Lesly’s Handbook of Public
Relations and Communication, NTC Business
Books, Illinois.
Okay A ve Okay A (2007) Halkla İlişkiler ve
Medya, MediaCat Yayınları, İstanbul.
Öztürk M C ve Ayman M (2007) Web Sayfalarının Halkla İlişkiler Amaçlı Kullanımı, Selçuk
İletişim 4 (4), 57-66.
Peltekoğlu F (1998) Halkla İlişkiler Nedir,
Beta Yayınları, İstanbul.
Pira A ve Baytekin P (2007) Halkla İlişkiler;
Neyi, Nasıl Yapmalı, Dönence Yayınları, İstanbul.
Pira A, Demirtaş E, Geçici F ve Kaya H (2005)
Halkla İlişkilerin Evrimi, Yeni Düşünceler 1
(1), 19-30.
Saran M (2005) İnternet ve Halkla İlişkiler,
Yeni Düşünceler 1 (1), 61-75.
Sayımer İ (2008) Sanal Ortamda Halkla İlişkiler, Beta Yayınları, İstanbul.
Seitel F (1998) The Practice of Public
Relations, Prentice Hall, New Jersey.
Tarhan A (2007) Halkla İlişkilerde Tanıma ve
Tanıtma Aracı Olarak İnternet: Belediyelerin
80
Timisi N (2003) Yeni İletişim Teknolojileri ve
Demokrasi, Dost Kitabevi, Ankara.
Tortop N (2006) Halkla İlişkilere Giriş, Yargı
Yayınevi, Ankara.
Uysal B (1998) Siyaset, Yönetim, Halkla İlişkiler, TODAİE Yayınları, Ankara.
Wilcox D, Ault P ve Agee W K (1998) Public
Relations: Strategies and Tactics, Longman,
NY.
White C ve Raman N (1999) The World Wide
Web as a Public Relations Medium: The Use of
Research, Planning, and Evaluation in Web
Site Development, Public Relations Review, 25
(4), 405-419.
Yağmurlu A (2007) Bilgi Edinme Kanunu ve
Halkla İlişkiler, AİD, 40 (4), 63-80.
Yeygel S (2005) Şirketlerin Kurum Kimliklerini Yansıtan Bir Ortam Olarak Web Siteleri,
Yeni Düşünceler, 1 (1), 77-91.
Zappala J M ve Carden A R (2004) Public
Relations Worktext, Lawrence Erlbaum, New
Jersey.
Zerfass A, Moreno A, Tench R, Verčič D, ve
Verhoeven P (2009) European Communication
Monitor 2009. Trends in Communication
Management and Public Relations – Results of
a Survey in 34 Countries. Brussels, EACD,
Euprera.
(www.communicationmonitor.eu)
TÜRKİYE’DE AKARYAKIT SEKTÖRÜNDEKİ DAĞITIM FİRMALARININ CRM
UYGULAMALARININ WEB SİTELERİ ÜZERİNDEN İNCELENMESİ
Ayhan Erdem*
ÖZET
Artan rekabet ile birlikte teknolojinin gelişmesi, küresel bir pazarı ortaya çıkarmış olup, müşterilerin beklentilerini de değiştirmiştir. Bununla birlikte medyanın çeşitlenmesi, hedef kitlelere ulaşmayı zorlaştırmıştır. Birçok işletmenin pazarlama iletişimi teknik ve yöntemleri ile müşterilere ait
verilen toplanması ve depolanmasını kolaylaştırmıştır. Toplanan bu veriler, bilgiye dönüştürülerek
işletmelerin uzun vadeli ilişkiye girmesi sağlanmıştır. Sağlanan bu uzun vadeli ilişki de CRM
(Müşteri İlişkileri Yönetimi) tanımını ortaya çıkarmıştır. CRM yoluyla birçok işletme, müşteri
sadakati yaratarak mevcut müşterilerini elde tutma, yeni müşteri bulma ve aktif olmayan ya da
terk etmiş müşterinin yeniden kazanılması faaliyetleri içerisindedirler. İletişim ve bilgi teknolojilerinin hızlı bir şekilde değişmesi, internet kullanıcılarının sayısını attırmıştır. Bu kullanıcıların
interneti etkin kullanması ise, CRM uygulamalarına önemli katkı sağlamaktadır. Bu çalışmada,
CRM uygulamalarında web sitelerinin işlevlerini ortaya koymak amacıyla, Türkiye’de web sitesi
bulunan akaryakıt dağıtım firmalarına ait CRM uygulamaları, geliştirilen Müşteri ilişkileri otomasyonu, pazarlama otomasyonu, satış gücü otomasyonu ve doküman yönetimi modülleri ile içerik analizine tabi tutulmuştur. Bu çalışmada kısaca, Türkiye’deki Akaryakıt Dağıtım Firmalarının
web siteleri aracılığıyla CRM uygulamalarının incelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar sözcükler: CRM, CRM uygulamaları, web siteleri, Türkiye akaryakıt sektörü.
EVALUATION OF CRM IMPLEMENTATIONS ON WEBSITES OF DISTRIBUTORS IN
THE TURKISH PETROLEUM SECTOR
ABSTRACT
With increasing competition together with technological developments, a global market has
evolved and customer expectations changed. At the same time, diversification of the media posed
another difficulty in reaching target audiences. Many businesses implemented marketing communications techniques and methods which facilitated acquiring and storing data concerning customers. These data is being transformed into information which enabled businesses forming longterm relationships. This long-term relationship has brought out the term CRM (Customer Relationship Management). Through implementation of CRM, many businesses work to retain existing
customers, gain new customers or regain inactive or left customers through forming customer
loyality. The rapid change in communications and information Technologies has increased the
number of internet users. These are using the internet effectively which is an important contribution to CRM implementations. This study aims to explore the functionality of web sites of petroleum distributing firms in Turkey related to CRM implementations through modules developed for
content analyzing customer relations automation, marketing automation, sales force automation,
document management. The objective is to evaluate the CRM implementation through web site
functions, by petroleum distributing firms in Turkey.
Keywords: Customer Relationship Management Applications, websites, Turkish oil market.
GİRİŞ
Değişimin her alanda olduğu gibi pazarlamada
da oluşması, firmaların pazar paylarını koruma
ve yeni müşteriler elde etme çabaları, rakiplerden sıyrılarak kendi markalarını ön plana çı*
Dr., SOİL Genel Müdür Yardımcısı
karma isteği yeni stratejileri beraberinde getirmiştir. 20. yüzyılda da teknoloji ve bilişim
alanlarında farklılaşma adına olumlu gelişmelerin yaşanması firmalar açısından da önemli
kolaylıklar sağlamıştır. Benzer ürün ve markaların yer aldığı pazarda önemli olanın müşteri
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
olduğu anlaşılmış, müşteriler sorgulayan, inceleyen ve karşılaştırarak en uygun ürünü alan bir
kitle haline gelmiştir. Bu anlamda müşterilerin
istek ve beklentileri değiştiği gibi artmıştır.
Müşteri bağlılığını sağlamak için firmaların
geliştirdiği stratejilerden biri müşteri ilişkileri
yönetimidir. Müşteri ilişkileri yönetimi (MİY)
ya da orijinal adıyla Costumer Relationship
Management (CRM) günümüzde yaygın şekilde benimsenmiştir. Teknolojik gelişmelerin
hızla ilerlemesi, müşterilerin de ürün bilgilerine, karşılaştırma imkânına, araştırma yapmalarına olanak vermiştir. Rakiplerin artması, ürün
çeşitliliği, küresel krizler, pazarda konumun
korunma isteği işletmeleri zorlamaktadır. Bu
nedenle ürünü satın alacak kişi olan müşterinin
firmadan yana tercih kullanması için onların
beklentisi doğrultusunda hareket edilmektedir.
Müşteri merkezde olmak üzere, ürün ya da
hizmetin yapısının müşteri isteklerine göre
şekillenmesi, firmanın tüm kaynaklarının müşteriye göre düzenlenmesi ve bununla beraber
teknolojinin de kullanıldığı görülmektedir.
Müşterilerle diyalogun satış sonrasında da
koparılmaması, teknolojinin yardımıyla müşterinin daha iyi tanınması ve bilgilerinin saklanması da gerekmektedir.
1. CRM’NİN TANIMI
Son yıllarda küresel pazarda, artan rekabet ve
yeni tekniklerin gelişimi müşterilerle farklı
şekillerde, (örneğin internet, kataloglar, telefonla diyalog ve satış gibi) iletişim kurulmaktadır. Bu durum eski dönemlerde benzer satın
alma davranışları gösteren tüketicilerde büyük
değişikliklere neden olmuştur. Ayrıca, sosyal
ve demografik kalıpların değişmesi ile şirketler
değişen müşteri ilişkilerini geliştirebilmek için,
benzer alışkanlıklar ve davranışlar gösteren
tüketicilerle, yapılan çalışmalara benzer yanıt
veren müşterileri tanımlamak açısından bir
araya toplama eğilimine girmişlerdir (Lopez ve
Jeronimo 2009: 98).
Firma müşterileri ile ilgili şu soruları sormalıdır (Lassar ve ark. 2008: 69):
1. Müşterilerimizle ilgili ne biliyoruz?
2. Müşterilerimizle ilgili ne bilmiyoruz?
82
3. Müşterilerimizle ilgili ne bilmemiz gerekiyor?
CRM, rekabetin yoğun yaşandığı günümüzde,
müşteriler etrafında yapılan ticari faaliyetler,
teknoloji ve işlemleri kapsayan çok amaçlı iş
ve pazarlama stratejisidir. Genel kullanılan
anlamıyla müşterilerin kazanımı ve onların
kaybedilmemesidir (Liu ve ark. 2006: 767).
CRM, kar getiren ve sadık müşterilerin belirlenmesi, seçilmesi, elde edilmesi ve geliştirilmesi için bir işletmenin yerine getirdiği faaliyetlerdir. Bir başka tanıma göre CRM, tüketici
odaklı yeni teknolojiler aracılığıyla rekabetçi
pazarda azalan müşterilere cevap vermek üzere
yeni bir yönetim felsefesidir (Yılmaz ve ark.
2006: 8). Müşterinin tanımlanması, müşterinin
kazanılması ve bu kazanım devam ettirilmesi,
CRM’ in temel amaçlarındandır (Zhao ve ark.
2003: 1067, Elmuti ve ark. 2009: 77).
CRM’nin temel iki amacı vardır (Hughes 2003:
22):
1. Mevcut tüketicilerle ya da muhtemel tüketicilerle iletişim kurmak veya iletişimin devam
etmesini sağlamakla beraber, onlar hakkında
bilgi toplamaktır.
2. Elde edilen bilgileri kullanarak doğru öneriyi, doğru zamanda, doğru yerde, doğru tüketiciye sunmak; böylece satışı ve müşteri
memnuniyetini artırmaktır.
Müşteri beklentilerini doğru tanımlayıp, bunu
üretime de yansıtılmasını sağlamak, firmanın
rakipler arasında üstünlük elde etmesini getirmektedir. Firmalar bunun için müşteri bilgilerini analiz etmek istemektedirler. Müşteriyi
firmaya kazandırmakla beraber müşterinin
firmaya bağımlılığını başarmak gerekmektedir.
Bunun için müşterilerin çok iyi tanınması,
onlar hakkında elde edilen bilgilerin iyi analiz
edilmesi gerekmektedir. Belirlenen stratejinin
hem pazarın tümüne hem de ayrı ayrı kişilere
yönelik olmasına özen gösterilmelidir (Ersöz
ve ark. 2008: 759). CRM işlemsel bazda ele
alınan satışı artırmanın ötesinde olan bir işletme stratejisi olup, amaç karlılığı, kazancı ve
müşteri tatminini artırmaktır. CRM’de başarılı
olmak için müşterilerle ilişkilerin artırılması
için gerekli olan araç, teknoloji ve prosedürlerden yararlanılmaktadır (Yılmaz ve ark. 2006:
Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94)
8). Müşteri bağımlılığını geliştirebilmek için
özellikle teknolojik gelişmelerden yararlanılmaktadır. CRM, şirketlerin müşteri ilişkilerine,
satış, reklam ve müşteri odaklı yapılan araştırmalara yön vermekte ve farklı açılardan ele
alınmasını sağlamaktadır. CRM’ in gücü teknolojiyi büyük oranda kullanmasından gelmektedir (Messner 2005: 253).
CRM konuları şu aşamaları takip etmektedir:
Müşteri memnuniyetini artırma, müşterilerin
devamlılığını sağlama, müşteri değerini uzun
dönemli olarak geliştirme, ilgili bölümler için
stratejik bilgilere ulaşma ve ulaştırma, yeni
müşteriler çekme ve maliyetleri düşürmektir
(Iriana ve Buttle 2009: 26). Winer, şirket yöneticilerinin müşterileri hakkında ne bilmeleri
gerektiği ve CRM stratejileri açısından elde
edilen bilgilerin nasıl kullanılacağına yönelik
yedi aşamalı bir bakış açısı getirmiştir (Lopez
ve Jeronimo 2009: 98):
a) Müşteri aktivite bilgileri b) Bu bilgilerin
analiz edilmesi c) Analiz sonuçlarına göre
hedef müşterilere karar verilmesi d) Hedef
müşterilere ulaşılacak araçların belirlenmesi e)
Hedef müşterilerle nasıl yakınlık kurulacağına
karar verilmesi f) Kişiye özel gizli konuların
belirlenmesi g) Yürütülen CRM program başarısının ölçülmesi.
Başarılı bir CRM programının bileşenleri şunlardır; Bilgi, süreç, teknoloji ve insandır. Bilgi;
Kimlik bilgisi: isim/ adres/telefon gibi verilerin
alışveriş sırasında tüketici bilgilerinin toplanmasıdır. Pazarlama bilgileri; Açıklayıcı, kişisel
özellikler ve tercihlerin alışveriş sırasında belirlenmesidir. Adres listesi bilgileri; satın alan
veya kiralayan kişilerin isim ve adresleridir. Ek
bilgiler; tüketici profili belirlenmesidir
(Kincaid 2002: 36).
CRM genel anlamda şu üç noktaya değinmektedir (Tourniaire 2003: 1). Bunlar;
1. Pazarlama, satış ve müşteri memnuniyeti gibi
tüketici odaklı faaliyetlerin hepsi tüketici ilişkileri yönetimi ile ilişkilidir.
2. Araçlar satış otomasyonu tarafından kullanılmaktadır.
3. Tüketici ile ilişkiler yönetimi bir süreç dâhilindedir.
2. CRM’NİN GELİŞİMİ
Müşteri odaklılık anlayışı yaklaşık 150 yıllık
bir dönemi kapsamaktadır. 1850’li yıllarda
arzın talebi tam karşılamaması sebebiyle üretilen her ürün satılmaktaydı. Üretimin artırılması
gerekiyordu. 1900’lü yıllarda ise artan rekabet
sebebiyle, işletmeler müşterilerin elinde daha
fazla güç bulunduğunu fark etmişlerdir. Müşterilerin bir ürünü neden satın aldıklarının bilinmesi gerekliliği anlaşılmıştır. 1950’li yıllarda
ise işletmeler insanları kendi ürettiklerini almaya ikna etmek yerine onları istediklerini
üretmeye başlamışlar, müşterilerin istek ve
beklentileri doğrultusunda üretim yapmaya
başlamışlardır. 2000’li yıllardan itibaren müşteri yönelimli bakış açısı kabul edilmeye başlamıştır (Yılmaz ve ark. 2006: 7).
Günümüzde satış, dağıtım, pazarlama başlıklarını ön plana çıkarken, “doğru müşteri kitlesine
doğru satış tekniği” ile doğru pazarlama stratejisi ile ulaşmayı zorunlu kılmaktadır. Firmalar,
ürünlerini tüketiciye yönelik üretmekte ve
ürettikleri bu ürünü de yine müşterilere istekleri doğrultuda ulaştırmaktadırlar. İşte CRM’de
bu ihtiyacın sonucu olarak doğmuştur. Bugün
CRM, kurumlar arasında farklılık oluşturmak
adına en etkili yöntemler arasındadır (Çetin
2005: 26). CRM pazarlama, satış, müşteri hizmetleri ve ürün destek noktalarında tüketiciye
yardımcı olmaktadır. Yararlar daha çok kısa
dönemli değil, uzun dönemlidir (Kincaid
2002). CRM, müşteri henüz ne istediğine karar
vermeden müşteri isteklerini anlamaktır. Müşteri memnuniyetsizliğini müşteri memnuniyetine dönüştürür. Teknolojiyi kullanarak müşteri
farklılıklarını bir çatı altında toplamaktadır.
1980’lerin ortaları ve 1990’ların başlarından
itibaren şirketler yeniden yapılandırılmaya ve
rekabetçi pazarda artan maliyetlerle beraber
daha yeterli olmaya çalıştılar. Amaçlarına
ulaşmak için yapılanların pahalı, zor ve çok
zaman alacağının da farkındaydılar. Sonuçta
pek çok şirket, girişim beceri planı oluşturmaya
başladılar. Bu oluşum iş yaşamının her alanında örneğin, finans, üretim, stoklama ve insan
kaynakları gibi yardımcı olmaktadır. Bununla
beraber çok sayıda başarısız olan şirket de
görülmüştür. Dünya üzerindeki büyük şirketler,
tüketiciler üzerine yoğunlaşmayı ve buna yönelik çalışmalarda bulunulması gerekliliğini dü-
83
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
şünmüşlerdir. Daha dikkatli olunmaya çalışılmış ve servis alanında daha hızlı olunması
gerektiği kabul edilmiştir. Tüketiciler üzerine
daha çok odaklanan şirketler, teknoloji yoluyla
çözüm arayışlarına girmişlerdir. CRM ile satış,
pazarlama, tüketici hizmetleri ve destek yoluyla sürecin gelişmesine yardımcı olmaktadır
(Gupta 2002: 99). CRM, geleneksel pazarlama
ilkeleri ile ayrılmayacak ilişki içindedir. Ancak
yine de farklılıklar mevcuttur (Dibb ve
Meadows 2004: 113).
CRM yaklaşımı geleneksel pazarlama yaklaşımı ile karşılaştırıldığında;
Geleneksel pazarlama alışveriş üzerine odaklanırken, CRM müşteriler üzerine odaklanmaktadır. Geleneksel pazarlama kısa dönemli düşünülürken, CRM uzun dönemli çalışmalar
yapmaktadır. Geleneksel pazarlamada bir işlem
üzerinde yoğunlaşırken, CRM’de birden fazla
işlem dikkate alınmaktadır. Geleneksel pazarlamada geniş yaklaşım benimsenirken, CRM’
de nokta atışı yaklaşımı benimsenmektedir.
Geleneksel pazarlamada sürekli iletişime geçilmezken, CRM’de müşteri ile diyalog devam
etmektedir (Piccoli ve ark. 2003: 62).
3. CRM’ İN YARARLARI
CRM, iletişim ve teknolojiyi kullanarak müşterilerle daha yakından ilişki kurmayı ve onlarla
var olan iletişimi geliştirmeyi sağlamaktadır.
CRM stratejileriyle yeni müşterilerin tanınması, var olan müşterilerle daha yakın ilişki kurulması hedeflenmektedir. CRM ile firmanın
müşterileri tanımakla beraber onlara ihtiyacı
olanları sunmak, maliyetleri düşürmek, yakın
iletişim kurulan müşterileri sadık müşteri yapmaya yardımcı olmaktadır. CRM stratejilerinin
geliştirilmesi ve uyarlanması, müşteri beklentilerine, tercih ve davranışlarına göre oluşmaktadır (Sharna ve Iyer 2009: 64).
CRM uygulamaları ile firmalar, müşterilerle
daha yakın ilişki kurulmasını sağlamakta, avantajlı bir yarış içine dâhil olabilmektedir. Müşterilerin istek, ihtiyaç ve tercihleri öğrenilmeye
çalışılmaktadır. İkinci olarak CRM müşteri
memnuniyetinin artmasına yardımcı olmaktadır. Müşterilerin gelecek zamanda değişecek
olan ihtiyaçlarını öngörerek, yeni ürün ve servislerin geliştirilmesi ile değiştirilmesi ve böylelikle müşteri-firma diyalogunun daha yakın
84
olması sağlanmaktadır. CRM teknikleri kullanılarak, firmanın pazar harcama giderleri azaltılmaktadır. Firmanın yeni müşteriler kazanması, eski müşterileri elinden tutmasından çok
daha maliyetli olmaktadır. Müşterilerle daha
yakın ve gelişmiş diyaloglar, müşteri sadakatini
ve ürünün uzun süreli, daha çok ve sık alınmasını sağlamaktadır (Piccoli ve ark. 2003: 63).
CRM’i uygulamaya başlayan firmalar, 1980’li
yıllardan itibaren daha önce kullandıkları pek
çok kavramı tekrar sorgulamak durumunda
kalmışlardır. Pazarlamanın geleneksel öğretileri kapsamında herkes tarafından uygulanan
pratikler geçerliliğini devam ettirirken, değişen
iş koşulları ve artan rekabet, pazarlamaya biraz
daha ayrıntılı yaklaşmayı gerektirmekteydi. Bu
dönemde tekrar sorgulanmaya başlayan kavramlardan aşağıda bahsedilmiştir (Oğuz C. Gel,
2003:12’den aktaran Şimşek 2006: 95).
Yeni Müşteri, Sadık Müşteri: Günümüzde
yaygın olarak kabul edilen bir gerçek vardır ki;
yeni müşteri kazanmak, mevcut müşteriyi elde
tutmaktan 5 ile 15 kat arası daha pahalıya mal
olmaktadır. Bu rakam elbette sektöre ve hedef
pazara göre değişimler göstermektedir. Bu
bilgiye sahip olan şirketler, yeni müşteri kazanmanın yanı sıra mevcut müşteriler için de
yeni stratejiler geliştirmeye başlamışlardır.
Pazar Payı, Cüzdan Payı: Pazar büyüklüğü
ve pazar payı rakamları, bugün için pazarlama
stratejilerinin yönetimi açısından bir temel
teşkil etmektedir. Ancak CRM projelerine
girişen şirketler, pazar payının yanı sıra “Cüzdan Payı” olarak adlandırılan yepyeni bir kavramı gündeme getirmişlerdir. Bu kavram adından da anlaşılacağı üzere, “Müşterinin şirket
tarafından sunulan mal ve hizmetleri satın alma
potansiyelinin tümünden yararlanılıp yararlanılmadığı” veya başka bir ifadeyle “Müşterinin
şirket tarafından sunulan mal ve hizmet alımları için ayırdığı paranın ne kadarının şirkete, ne
kadarının ise rakiplere aktığı” gibi biraz daha
karmaşık ölçüler ile ilgilenir.
Toplam Hesap Adedi, Gerçek Müşteri Adedi: Bir bankanın üst düzey yöneticisine “Toplam kaç adet kredi kartı verdiniz?” veya “Toplam kaç adet vadeli hesabınız var?” şeklinde
bir soru sorulduğunda muhtemelen yüzde yüz
doğrulukta bir cevap alınır. Ancak “Toplam
kaç adet müşteriniz var?” sorusuna alınabilecek
Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94)
cevap, çoğu kez yaklaşık bir rakam olacaktır.
Zamanında “ürün odaklı” tasarlanmış olan
mevcut operasyonel sistemler, çoğu kez bir
kuruluşun toplam kaç adet gerçek müşterisi
olduğunu anlamasına engel bile teşkil edebilir.
Anket, Gerçek Davranış: Değişik sektörlerde
faaliyet gösteren ve doğrudan müşteriye erişim
olanağına sahip olan firmalar, CRM çözümlerini kullanmaya başlamadan önce kendi müşterilerini tanımak için, bu müşterilerin yaptığı
işlemlerin ayrıntılı analizini gerçekleştiremiyorlardı. Müşteriler her ne kadar yaptıkları
işlemlerle şirkete kendi yaşam biçimleri ile
ilgili bir ipucu veriyorlarsa da, şirketler bunu
belirleyemiyordu. Bu durumda da şirketler için
tek çare, davranışlarıyla açık ve net bir mesaj
veren müşteriye, onların yaşam biçimlerini ve
tüketim alışkanlıklarını anlamaya yönelik sorularla dolu anketler yapmaktı. 1980’li yıllarda
CRM yaklaşımı ile tanışan büyük şirketlerin,
en çok sorgulayarak kökten değişiklik yaptıkları bakış açıları ve uygulamalar arasında bu da
yer almıştır.
Ürün Karlılığı, Müşteri Karlılığı: Geleneksel
pazarlama öğretileri arasında yer alan “Ürün
Karlılığı” yerini hiçbir zaman “Müşteri Karlılığı”na bırakmamıştır. Fakat CRM yaklaşımı ve
çözümleri, şirketlerin müşteri karlılığını ölçebilmelerini ve gerek müşteriyi bir birey olarak
gerekse müşteri bölümlerini bir grup olarak
incelemelerini mümkün kılmıştır.
Ürün karlılığını doğru olarak ölçen ve bu konuda doğru adımları atabilen şirketlerin, müşteri karlılığını da yönetebilmeleri durumunda
başarılı olmamaları için bir neden yoktur. Ancak burada özellikle vurgulanması gereken
nokta “ürün karlılığını doğru ölçemeyen ve
bunu yönetemeyen şirketlerin, müşteri karlılığı
yönetiminde de başarılı olamayacakları” gerçeğidir. Dolayısıyla karlılık sorunu olan şirketlerin, CRM çözümlerini kullanmaya başlamaları
ile bu sorunun ortadan kalkacağı şeklinde bir
beklenti içine girmemeleri gerekir.
4. CRM ÇEŞİTLERİ
CRM’ i çeşitleri açısından elde etme, müşteri
bağımlılığı, hatırlatma veya kazanmayı destekleme şeklinde tanımlamak mümkündür. Buna
göre;
Elde Etme
Müşteri arama ya da müşteri elde etme, yeni
müşteriler kazanımlarıyla yapılmaktaydı. Bu
tip CRM’de müşteriler bölünmüş kategorilere
ayrılmaktadır. Bu şekilde bir bölümleme firmalara onların ürünlerini ve servislerinden memnun kalan insanlar üzerinde yoğunlaşmalarını
sağlamaktadır. Örneğin ABC şirketi ürünü olan
Green & Sheen diş macunları, tüketicilere
çekici bir şekilde sunuldu. Şirket pazarlama
segmentini yaşa göre belirledi. Şirket, çok tat
veren ve dişe parlaklık veren ürünlerini gençlere yönelik olarak ve diş çürükleriyle savaşan,
diş eti problemi olan, kötü ağız kokusuna çare
olan ürünlerini de diğer pazara sürdü. Bölümlenmiş bu pazarlarda ayrı ayrı yürüttükleri bu
kampanyalardan ABC Şirketi olumlu sonuçlar
almışlardır (Axzo Press 2002: 22).
Müşteri Bağımlılığı
CRM nin en önemli amaçlarından biri de müşteri bağımlılığını sağlamaktır. Firma özellikleri,
tüketicilerin sadakat kazanmalarında temel rol
oynamaktadır (Axzo Press 2002: 22). Bağlılık,
markaya, sunulan hizmete, ürünün satıldığı
mağazaya, ürün kategorisine (sigara gibi) ve
aktivitelere (yüzme ya da tenis oynamak gibi)
olabilmektedir. Bağımlılık tüketicinin aklında
yer etmeyle de ilgilidir. Firma, tüketicilerden
davranışlarıyla sadık olmalarını beklemektedir.
Ancak bunun sonuçlanması akılda olmaktadır
(Leventhal 2006: 66)
Hatırlatma veya Kazanmayı Destekleme
Hatırlatma veya kazanmayı destekleme, firmadan uzaklaşan tüketicilerin tekrar kazanılmasıyla ilgilidir. Firmadan uzaklaşan tüketicilerden hangilerine tekrar odaklanılması gerekliliği
ve tekrar nasıl kazanılacağı düşünülmektedir
(Axzo Press 2002: 23).
Etkin bir CRM sisteminin uygulanabilmesi için
üzerinde durulması gereken kapsam ve amaçlar
aşağıda sıralanmıştır (Darrell ve ark. 2001:37’den aktaran Şimşek: 2006: 98 ):
· Mevcut karlı müşterilerin belirlenmesi,
· Bu müşterilerle uzun vadeli, güçlü ilişkiler
kurulması,
85
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
· Müşteri sadakatinin sağlanması,
· Müşterinin cüzdan payı ve karlılığının arttırılması,
· Potansiyel karlı müşterilerin belirlenmesi,
· Bu müşterilere doğru, etkili ve daha düşük
maliyetli yöntemlerle ulaşılmasıdır.
5. CRM MODÜLLERİ
CRM uygulamalarında, web siteleri kullanıcıları oluşan ilgi ve bu ilginin sürekliliği, mevcut
müşteriyi elde tutma, sadakat yaratma veya
terk etmiş müşterinin yeniden kazanılması gibi
birçok faydalar sağlamaktadır. Müşteri ilişkileri otomasyonu, satış gücü, otomasyonu veya
pazarlama otomasyonu ile kayıt altına alınması
(doküman yönetimi) ve bu verilerin depolanması sonucu, raporlamalar, anketler, araştırmalar gibi benzer çalışmalar ve analizler yapılmaktadır.
Bir çok bilgisayar yazılım ve donanım üreticisi
MİY ile ilgili uygulamaları; işletmelerde kullanılan diğer teknolojilerle uyumlu, internet ortamında faaliyet gösterebilecek entegre bir
modül haline getirerek işletmelere sunmaktadırlar. Dünyada ve Türkiye’ de MİY konusunda çözüm sunan işletmeler Oracle, Siebel,
Clarify, Vantive, Baan Co. IBM, NCR, Sas
Institute, Datasel, Promis ve Microsoft olarak
sıralanabilir (Güleş,2006: 231-243) .
Özellikle bu çalışmada Microsoft ve Kivacrm
firmalarının CRM modelleri örnek alınarak
akaryakıt sektörüne uyarlanmıştır (http://www.
microsoft.com/turkiye/dynamics/products/crm
_satis.msp; erişim, 22.12.2009; http://www.
kivacrm. com/tr/crm-kaynaklari/erişim, 21.12.
2009). CRM uygulamalarında web sitelerini
aşağıdaki modüllerle analiz etmek mümkündür.
Geliştirilen bu modelleri ve fonksiyonları aşağıdaki gibi açıklamak mümkündür.
· Müşteri İlişkileri Otomasyonu: Müşterilere daha fazla değer sunma, müşteri ihtiyaçlarını
anlayabilme ve segmentler oluşturma gibi bilgi
veya verilerin merkezde toplanması sağlanmaktadır. İşletmeler de yeni kar kaynakları
sağlamaktadır.
86
CRM Müşteri İlişkileri Yönetimi Modülü
Fonksiyonları; Müşteri/Bayii Bilgileri, Aday
Müşteri/Bayii Bilgileri, Temas Geçmişi Kayıtları, Müşteri/Bayii Grup Analizleri (Yeni,VIP,
yaş, renk..vs), Müşteri/Bayii Veri tabanı, Anket, İstatistiki Sonuçlar, Müşteri/Bayii Anketleridir.
· Pazarlama Otomasyonu: Pazarlama, satış
ve müşteri hizmetleri departmanları arasındaki
bilgi paylaşımını sağladığı gibi, kaynak dağılımını ve kullanımını, kampanya maliyetini,
yatırımın geri dönüş süresi ve maliyetini ve
potansiyel müşterileri profillerine göre sınıflandırmaktadır.
CRM Pazarlama Modülü Fonksiyonları;
Adaylar, Kampanyalar, Email Marketing, SMS
Marketing, Müşteri sadakat programları, Hizmet Kalitesi, Müşteri Memnuniyeti, Hizmet
Çeşitliliği, Faks Marketing, Pazarlama Analizleridir.
· Satış Gücü Otomasyonu: Satış faaliyetlerinin zaman ve doğruluk açısından analizini
sağlamaktadır. Müşteriler ve potansiyel müşterilerin iş ilişkileri yönetimini düzenlemektedir.
Fiyat, Teklif, SWOT ve rakip analizleri, Satış
aktivitelerini, satış hedeflerini yönetmektedir.
Satışların ve planlanan hedeflerin grafiksel
olarak izlenmesi ve istatistiki bilgilerin sunulması yapılmaktadır.
CRM Satış Gücü Fonksiyonları; Adaylar,
Potansiyeller, Hesaplar ve Kişiler, Analiz ve
Raporlar, İş Büyümesi Ölçeklendirme, Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı.. vs),
Satış Tahminleri, Satış Aktivite İzlemedir.
· Doküman Yönetimi: Doküman Modülü,
faks, scanner veya e-posta seçimli ara yüzlerle
sisteme kazandırılması gereken dokümanların,
dokümanlara ait değişken tip, indeks, grup ve
boyut bilgileri ile birlikte belirlenerek sisteme
aktarılmasını sağlamaktadır. Ayrıca, gelen ve
giden evrakların kayıt altına alınmasını, kurum
içinde takibini ve arşivlenmesini sağlamaktadır. Bunun için evrak kategorileri ve tipleri
tanımlanarak bunlara göre gelen evrakların
otomatik yönlendirilmesi ve evrak akışının
izlenmesi gerçekleştirilmektedir (http://www.
kivacrm.com/tr/crm-kaynaklari/erişim, 21.12.
2009).
Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94)
CRM Doküman Yönetimi Modülü Fonksiyonları; Ürünler, Pompa Fiyat Listesi, Satış Siparişleri ve Satın Alma, Faturalar, Bayiler, Stok
Listesidir.
12.676 istasyonlu, 2.378 istasyonsuz bayileri
mevcuttur (www.epdk.gov.tr/erişim 26.11.
2009). Ancak bu çalışmamızda web siteleri
aktif olan 31 adet akaryakıt dağıtım firmasının
CRM uygulamaları analiz edilmiştir.
6. TÜRKİYE AKARYAKIT SEKTÖRÜ
7. METODOLOJI
Erdem (2009) Tüm Yönleriyle Türkiye Akaryakıt Sektörü çalışmasında, Türkiye akaryakıt
sektörü ile ilgili olarak aşağıda açıklamada
bulunmuştur. Buna göre;
EPDK tarafından yayınlanan 2007 Yılı Sektör
Raporu’nda, 2004 yılından itibaren EPDK’ya
toplam 17 rafineri lisans başvurusu yapılmış,
bunlardan 4’ü Tüpraş tarafından mevcut rafineriler için yapılmıştır. Yeni başvurulardan ise
sadece 1 tanesi için rafineri lisansı verilmesiyle
sonuçlanmıştır. Şu anda Türkiye’de EPDK’
dan rafinerici lisansı almış olan şirketleri Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. (Batman, Kırıkkale, İzmir, İzmit Rafinerileri için ayrı ayrı olmak
üzere) ile Doğu Akdeniz Petrokimya ve Rafineri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi olarak
sıralamak mümkündür. Türkiye’de petrolün ve
LPG piyasalarının düzenleme ve denetim görevini yürüten EPDK, ham petrolün üretimini
sağlayan ve ülkemizin tek rafinerisi olan
TÜPRAŞ, arama ve sondaj işlemlerini yürüten
TPAO, taşıma işlerini yürüten BOTAŞ ve
arama, işletme ile ruhsat işlerini yürüten PİGM
gibi etkili kurumlar vardır.
Türkiye enerji piyasasının en önemli bileşenlerinden akaryakıt sektörü, işlem hacmiyle, yarattığı katma değerle ve oluşturduğu vergi
gelirleriyle Türkiye ekonomisinin can damarı
konumundadır. Bu derece önemli niteliklere
sahip akaryakıt sektörü, 2004 yılına kadar
kendine özgü bir yasası olmaksızın, çeşitli
kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, yönetmelikler, tebliğlerle yönetilmekteydi. Dolayısıyla 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ve
bu Kanun yordamıyla sektörün EPDK’ya bağlanması tam anlamıyla bir milat olarak kabul
edilmektedir.
Türkiye’de, 2008 yılı sonu itibariyle dağıtım
lisansı almış toplam 52 adet şirket bulunmaktadır. Dağıtım şirketleri bayilikler aracılığıyla
akaryakıt dağıtım faaliyetlerini sürdürmekte
olup, bu bayilikler istasyonlu ya da istasyonsuz
olabilmektedir. Bu dağıtım firmaların ise,
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de faaliyet gösteren akaryakıt şirketlerinin web sayfalarını,
müşteri ilişkileri yönetimi açısından kullanım
özelliklerini analiz etmektir. Araştırmanın
evreni Türkiye’de şu an faal durumda bulunan
52 akaryakıt dağıtım şirketleridir. Örneklem
olarak ise web sitesi bulunan ya da aktif 31
akaryakıt şirketi seçilmiştir. Aktif olan bu
akaryakıt dağıtım firmaları google arama motorunda firma ünvanları yazılarak tespit edilmiştir. Analizler Kasım 2009 döneminde gerçekleştirilmiştir. İlerleyen tarihlerde bu web sayfalarının değişmiş veya kaldırılmış olması mümkündür.
Yöntem olarak içerik çözümlemesinin kullanıldığı araştırmada, veriler Türkiye’de faaliyet
gösteren 31 akaryakıt şirketinin web sitelerinin
incelenmesiyle elde edilmiştir. Çalışmanın
amacına uygun olarak içerik çözümlemesi
kodlama cetveli başlıca dört bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm müşteri ilişkileri otomasyonu
olarak sınıflandırılmıştır. Bu bölümde yer alan
kategoriler; müşteri/ bayi bilgileri, aday müşteri/ bayi bilgileri, temas geçmişi kayıtları, müşteri/ bayii grup analizleri, müşteri/ bayi veri
tabanı, anket, sonuçları ve müşteri/ bayi anketleridir. Pazarlama bölümü otomasyonu bölümünde ise, adaylar, kampanyalar, e-mail pazarlama, SMS pazarlama, müşteri sadakat programları, hizmet kalitesi, müşteri memnuniyeti,
hizmet çeşitliliği, faks pazarlama ve pazarlama
analizleri gibi kategoriler bulunmaktadır. Satış
gücü otomasyonu bölümü ise başlıca sekiz
kategoriden meydana gelmektedir. Bunları
sıralayacak olursak; adaylar, potansiyeller,
hesaplar ve kişiler, analiz ve raporlar, iş büyümesi ölçeklendirme, organizasyonlar (davet,
sunum, fuar, toplantı vs.), satış tahminleri ve
satış aktivite izlemedir. Dördüncü ve son bölüm olarak doküman yönetimi kısmında; ürünler, pompa fiyat listesi, satış siparişleri ve satın
alma, faturalar, bayiler, stok listesi yer almaktadır. Söz konusu bütün bu kategoriler “var
veya yok” şeklinde kodlanmıştır.
87
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Araştırmanın güvenilirliğini sağlamak adına,
şirketlerin web sitelerinde yer alan müşteri
ilişkileri yönetimine ait içerikler, çalışmayı
yürüten tarafından farklı zamanlarda iki kez
kodlanmış ve elde edilen verilerin büyük bir
kısmında (% 90’ın üzerinde) uyum sağlanmıştır. Kodlama işlemi bittikten sonra elde edilen
veriler, hazırlanan tablolar üzerinde var ya da
yok şeklinde işaretlenmiştir. İncelenen web
sitesinde ilgili kategori var ise (+) işareti konularak gösterilmiştir.
Çalışma aşağıda sıralanan 3 temel araştırma
sorusuna cevap aramaktadır. Bu sorular:
- Akaryakıt firmaları açısından müşteri ilişkileri yönetiminin anlamı ve önemi nedir?
- Türkiye’de faaliyet gösteren akaryakıt firmalarının müşteri ilişkileri yönetimi açısından
mevcut web sayfalarının durumu nedir?
- Hangi akaryakıt firması, web sayfasında
müşteri ilişkileri yönetimi uygulamalarına daha
çok ağırlık vermektedir?
Bu çalışma ile elde edilecek veriler:
- İlgili akaryakıt firmalarının web sayfalarının
durumunu belirlemek,
- Müşteri ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt firmalarının web sayfalarının daha etkin
kullanımını sağlamak,
- Akaryakıt firmalarının hedef kitleleri ile
ilişkilerini iyileştirmede ve geliştirmede web
sayfalarının işlevselliğini işaret etmek,
yer aldığı görülmektedir. Buna göre OPET’ in
internet sitesi Müşteri/Bayii Bilgileri, Müşteri/Bayii Grup Analizleri, Müşteri/Bayii Veri
Tabanı, Anket, İstatistiki Sonuçları ile Müşteri/Bayii Anketleri olmak üzere 5 farklı bilgileri
içermektedir.
ALPET, BP, ENERGY, LUKOİL, POAŞ,
SHELL, SOİL ve TOTAL gibi firmaların internet sitelerinde ise Müşteri/Bayii Bilgileri ve
Müşteri/Bayii Veri Tabanı olmak üzere 2 farklı
bilgiye yer verdikleri görülmektedir. Buradan,
akaryakıt dağıtım firmalarının veri tabanı alt
yapısının olduğu sonucuna varmak mümkündür.
Analizde, MİY Otomasyon modülünü en iyi
şekilde OPET akaryakıt dağıtım firmasının
uyguladığı görülmektedir. Otomasyon alt yapısının güçlü olduğu ve bunun için yüksek yatırımların yapıldığını söylemek mümkündür.
Yine ilgili firmanın, müşterilere daha fazla
değer sunduğu, müşteri ihtiyaçlarını anlayabildiği ve segmentler oluşturması gibi bilgi veya
verileri merkezde topladığını ifade etmek
mümkündür.
OPET ve G-PET akaryakıt dağıtım firmaları
web sitelerinde müşteri/bayii anketleri uygulayarak ihtiyaca göre durumlarını analiz edebilmektedirler. Bu iki firmanın dışındaki akaryakıt dağıtım firmalarının, web sitelerini daha
çok firmalarını tanıtıcı ya da iletişim kurulabilecek bir araç olarak kullandıkları ifade edilebilir.
8.1. Müşteri İlişkileri Otomasyonu Modülü
Analizi
ALPET, ENERGY, BP, LUKOİL, POAŞ,
SHELL, SOİL ve TOTAL gibi akaryakıt dağıtım firmaları web sitelerinde müşteri/bayii
bilgileri ve müşteri/bayii veri tabanı gibi fonksiyonları; piyasanın tamamından ziyade kendi
bayii veya müşterileri arasındaki iletişimi kurmayı planlamış ve hedeflemişlerdir. Bu bağlamda, OPET, anket ve istatistiki bilgilere de
yer vererek sektörün tamamı ile bayii ve müşterilerle de iletişim kurarak bilgi paylaşma
yoluna gitmişlerdir.
Akaryakıt firmalarının web siteleri aracılığıyla
CRM uygulamalarının incelenmesi çerçevesinde, Müşteri İlişkileri Otomasyonu açısından en
doyurucu bilgilerin OPET’in internet sitesinde
OPET web sitesinde kendi bayilerinden ziyade
sektörün tamamına (rakipler, müşteri….) hitap
eden bir web sitesi yoluyla ilgili kişi ve kuruluşlara ulaşabilmektedir.
- Müşteri ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt firmalarının yeterince kullanmadığı alanlara
işaret ederek; bu konudaki eksikliklerin giderilmesini sağlamak açısından önem taşımaktadır.
8. BULGULAR
88
Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94)
Tablo 1. Müşteri İlişkileri Otomasyonu Modülü Analizi
1
2
3
4
5
ALPET
BALPET
BEST OIL
BP
DAMLA
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
DELTA
DENGE
ENERGY
EUROIL
G-PET
INTER OIL(Jetpet)
KADOIL
LUKOIL
MMG PETROL
(READY)
MOIL
N-PET
ONE OIL
OPET
PARKOIL
PET-LINE
POAŞ
SHELL-TURCAS
SOIL
STARPET
TECO
TERMOPET
TOTAL
TP PETROL
TURKUAZ
30
UNITED
31
USPET
www.alpet.com.tr
www.balpet.com.tr
www.bestoıl.com.tr
www.bp.com
www.damlapetrol.
com.tr
www.gulf.com.tr
www.dengepetrol.org
www.enerjipetrol.com
www.euroil.com.tr
www.güvengaz.com.tr
www.interoil.com
www.kadoil.com.tr
www.lukoil.com.tr
www.ready.com.tr
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
www.moil.com.tr
www.npet.com.tr
www.oneoil.com.tr
www.opet.com.tr
www.parkoil.com.tr
www.petline.com.tr
www.poas.com.tr
www.shell.com
www.soil.com.tr
www.starpet.com.tr
www.teco.com.tr
www.termopet.com.tr
www.total.com.tr
www.tppd.com.tr
www.zulfikarlar.com.
tr/turkuaz
www.birlesikpetrol.
com.tr
www.uspet.com.tr
+
+
+
+
8.2. Pazarlama Otomasyonu Modülü Analizi
Pazarlama Otomasyonu Analizi tablosu incelendiğinde ALPET, BP, SHELL, OPET,
LUKOİL, POAS, ve TOTAL gibi sektörün
önde gelen firmalarının internet sitelerinde
Kampanyalar, Müşteri Sadakat Programları,
Hizmet Kalitesi, Müşteri Memnuniyeti ve
Hizmet Çeşitliliği bilgileri yer almaktadır.
OPET’in internet sitesinde bu bilgilere ilave
olarak SMS Marketing uygulamaları yer alırken, sektörde faaliyet gösteren diğer firmaların
sitelerinde ise bu bilgilere ya hiç yer verilmemekte, ya da çok sınırlı biçimde yer verilmek-
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
Müşteri/
Bayii Anketleri
WEB
Anket, İstatistiki
Sonuçlar
Müşteri/
Bayii Veri tabanı
Müşteri/Bayii Grup
Analizleri(Yeni,VIP,
yaş,renk..vs)
Temas Geçmişi
Kayıtları
Aday Müşteri/
Bayii Bilgileri
MARKALAR
Müşteri/
Bayii Bilgileri
SIRA NO
Müşteri İlişkileri Otomasyonu
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
tedir. İlgili akaryakıt dağıtım firmaları, kampanyalar, sadakat programları, hizmet çeşitliliği
ve müşteri memnuniyeti gibi CRM özelliklerini
web sitelerinde işlevsel olarak en iyi şekilde
göstermektedirler.
Akaryakıt sektöründeki dağıtım firmalarının
çoğunun hizmet kalitesi ile ilgili bilgileri web
sitelerinde yer almaktadır. Hizmet çeşitliliği de
benzer şekildedir.
E mail marketing, adaylar, fax maketing ve
pazarlama analizleri gibi bilgiler hiçbir firmanın web sitesinde yer almamaktadır. Bunların
89
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
içerisinde adaylar ve pazarlama analizleri gibi
bilgilerin rekabet açısından da olması imkansız
gibi gözükmektedir.
Yine akaryakıt sektöründe yüksek iskonto
oranları ile çalışan firmaların web sitelerindeki
bilgi çeşitliliğinin azlığı dikkat çekicidir.
Tablo 2. Pazarlama Otomasyonu Modülü Analizi
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
Pazarlama
Analizleri
+
Faks
Marketing
+
+
Hizmet
Çeşitliliği
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
8.3. Satış Gücü Otomasyon Modülü Analizi
Satış faaliyetlerinin zaman ve doğruluk açısından analizini sağlayan bu modül, müşteriler ve
potansiyel müşterilerin iş ilişkileri yönetimini
düzenlemekte, SWOT ve rakip analizlerini,
satış aktivitelerini ve satış hedeflerini yönetmektedir. Satışların ve planlanan hedeflerin
grafiksel olarak izlenmesi ve istatistiki bilgilerin sunulması yapılmaktadır.
Bu bilgiler ışığında Satış Gücü Otomasyon
Modülü Analiz edildiğinde; en kapsamlı bilgilerin OPET, POAŞ ve SHELL – TURCAS
firmalarının internet sitelerinde yer aldığı orta-
90
Müşteri sadakat
Programları
+
+
SMS
Marketing
+
Email
Marketing
+
Kampanyalar
Müşteri
Memnuniyeti
ALPET
BALPET
BEST OIL
BP
DAMLA
DELTA
DENGE
ENERGY
EUROIL
G-PET
INTER OIL(Jetpet)
KADOIL
LUKOIL
MMG
PETROL(READY)
MOIL
N-PET
ONE OIL
OPET
PARKOIL
PET-LINE
POAŞ
SHELL-TURCAS
SOIL
STARPET
TECO
TERMOPET
TOTAL
TP PETROL
TURKUAZ
UNITED
USPET
Hizmet
Kalitesi
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
MARKALAR
Adaylar
SIRA NO
Pazarlama Otomasyonu
+
ya çıkmaktadır. Bu firmaların sitelerinde Hesaplar ve Kişiler, Analiz ve Raporlar, İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri, Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı vs.) ve Satış Aktivite İzleme konularına dönük bilgilere ulaşılabilmektedir.
Diğer birçok firmanın internet sitelerinde ise bu
konu başlıklarıyla ilgili bilgilerin tamamına
ulaşılamamakta, genellikle İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri ve Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı vs.) ile ilgili bilgilere yer
verilmektedir.
Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94)
Marka değerini arttırmaya yönelik çalışmaya
ağırlık veren akaryakıt dağıtım firmalarının
bilgi paylaşımına daha sıcak baktığı gözlemlenmektedir.
Yine sektördeki Pazar payı yüksek olan lider
firmaların (OPET, POAŞ, SHELL, BP,
TOTAL) internet sitelerindeki bilgilerin daha
kapsamlı olduğu gözlemlenmektedir
Tablo 3. Satış Gücü Otomasyon Modülü Analizi
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
ALPET
BALPET
BEST OIL
BP
DAMLA
DELTA
DENGE
ENERGY
EUROIL
G-PET
INTER OIL(Jetpet)
KADOIL
LUKOIL
MMG PETROL(READY)
MOIL
N-PET
ONE OIL
OPET
PARKOIL
PET-LINE
POAŞ
SHELL-TURCAS
SOIL
STARPET
TECO
TERMOPET
TOTAL
TP PETROL
TURKUAZ
UNITED
USPET
8.4. Doküman Yönetimi Modülü Analizi
Doküman Yönetimi açısından web siteleri
üzerinde CRM’yi uygulayan sitenin OPET’in
sitesi olduğu görülmektedir. OPET’in sitesinde
Ürünler, Pompa Fiyat Listesi, Satış Siparişleri
ve Satın Alma, Faturalar, Bayiler ve Stok Listeleri ile ilgili bilgilere rahatlıkla ulaşılmaktadır. Bayilerinin şifrelerle kullandığı bu modül,
sadece ürünler, pompa fiyatları bilgilerini
içermemekte aynı zamanda bayilerin cari hesap
bilgilerine ulaşmasını da sağlamaktadır.
+
+
+
+
+
+
Satış Aktivite
İzleme
Satış
Tahminleri
Organizasyonlar
(Davet, Sunum,
Fuar, Toplantı..vs)
İş Büyümesi
Ölçeklendirme
Analiz ve
Raporlar
Hesaplar
ve Kişiler
Potansiyeller
MARKALAR
Adaylar
SIRA NO
Satış Gücü Otomasyonu
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
ALPET, BP, SHELL, SOİL ve TOTAL gibi
firmaların internet sitelerinde sadece Ürünler,
Pompa Fiyat Listeleri ve Bayilere yer verilmektedir. Bu gösteriyor ki otomasyon sistemi
tam olarak uygulanmamaktadır. Bayii ve müşteri ihtiyaçlarına (Ürün pompa fiyatları) web
sitelerinde yer vermişlerdir.
Yapılan analizde, OPET dışında diğer akaryakıt dağıtım firmalarının satış siparişleri, satın
alma, faturalar ve stok listelerine ulaşılamamaktadır.
91
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Denge ve Parkoil firmalarının sitelerinde, doküman yönetimi modülüne ilişkin araştırma
yapılan başlıklara dair hiçbir veriye ulaşılma-
dığından, bu iki firmanın bayi ve müşteri ihtiyaçlarına ilişkin yanıtsız kaldığı görülmektedir.
Tablo 4. Doküman Yönetimi Modülü Analizi
ALPET
BALPET
BEST OIL
BP
DAMLA
DELTA
DENGE
ENERGY
EUROIL
G-PET
INTER OIL(Jetpet)
KADOIL
LUKOIL
MMG PETROL(READY)
MOIL
N-PET
ONE OIL
OPET
PARKOIL
PET-LINE
POAŞ
SHELL-TURCAS
SOIL
STARPET
TECO
TERMOPET
TOTAL
TP PETROL
TURKUAZ
UNITED
USPET
www.alpet.com.tr
www.balpet.com.tr
www.bestoıl.com.tr
www.bp.com
www.damlapetrol.com.tr
www.gulf.com.tr
www.dengepetrol.org
www.enerjipetrol.com
www.euroil.com.tr
www.güvengaz.com.tr
www.interoil.com
www.kadoil.com.tr
www.lukoil.com.tr
www.ready.com.tr
www.moil.com.tr
www.npet.com.tr
www.oneoil.com.tr
www.opet.com.tr
www.parkoil.com.tr
www.petline.com.tr
www.poas.com.tr
www.shell.com
www.soil.com.tr
www.starpet.com.tr
www.teco.com.tr
www.termopet.com.tr
www.total.com.tr
www.tppd.com.tr
www.zulfikarlar.com.tr/turkuaz
www.birlesikpetrol.com.tr
www.uspet.com.tr
CRM aslında, firma ile müşteri arasında ilişki
kurulmasını ve bu ilişkinin de uzun vadeli
olması özelliğidir. Firma ve müşteri ile kurulan
bu ilişki (müşterinin yaş, cinsiyet, ekonomik
durumu, alışkanlıkları, yaşam biçimi, özel
günleri vs.), teknoloji sayesinde en üst seviyeye gelmektedir.
Firmaların artan rekabet ortamında, mevcut
müşterilerini elde tutmaları ve yeni müşteri
edinmeleri için müşteri sadakati yaratmaları
gerekmektedir. Bu sadakati CRM uygulamaları
çerçevesinde sağlamaktadırlar. Firmalar müşterilerinin merkezlerinde oluşturdukları verileri
depolayarak bir kısım modüller geliştirmekte-
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
Bayiler
+
+
+
+
+
Faturalar
+
+
+
+
+
+
Stok Listesi
Satış Siparişleri
ve Satın Alma
+
+
+
+
+
+
WEB
SONUÇ
92
Pompa Fiyat
Listesi
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
MARKALAR
Ürünler
SIRA NO
Doküman Yönetimi
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
dirler. Geliştirilen bu modüller sayesinde firmalar, müşterilerine daha yakın olmaktadırlar.
Müşteriye yakın firmalar, müşteri memnuniyeti
sağlayan firmalardır. CRM bir veri depolama
ya da teknolojiyi kullanabilme özelliğidir. Bu
nedenledir ki, alt yapısı ya da otomasyon yatırımı olan firmalar (ki bunlar lider ya da güçlü
firmalardır) CRM’i uygulayarak satışlarını
arttırmakta, müşteri sadakati ve müşteri memnuniyeti sağlamaktadırlar.
Müşteri İlişkileri Yönetimi anlayışını uygulayacak firmaların, kullanacakları teknoloji sayesinde müşterileri ile ilgili tüm verileri depolamaları, müşteri segmenti oluşturmaları ve de en
önemlisi müşterileri ile uzun vadeli bir ilişki
kurulması gerektiğini anlamaları gerekmekte-
Türkiye’de Akaryakıt Sektöründeki Dağıtım Firmalarının CRM… (81-94)
dir. Bu nedenle, ister sürdürülebilir bir rekabet
üstünlüğünün sağlanmasında isterse de MİY’in
etkin ve doğru bir şekilde uygulanmasında;
müşterilerin artan istek ve beklentilerinin değişmesi ile ilgili verilerin sürekli olarak depolanması ve analiz edilmesi önemli hususlardan
birisidir.
dönük bilgilere de yer vermektedir. Diğer birçok firmanın internet sitelerinde ise bu konu
başlıklarıyla ilgili bilgilerin tamamına ulaşılamamakta, genellikle İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri ve Organizasyonlar (Davet, Sunum,
Fuar, Toplantı vs.) ile ilgili bilgilere yer verilmektedir.
Akaryakıt firmalarının hedef kitleleri ile ilişkilerini iyileştirmede ve geliştirmede web sayfalarının önemi büyüktür. Bu çerçevede, Müşteri
ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt dağıtım
firmalarının yeterince kullanmadığı alanlar
pazarlama otomasyonu, satış gücü otomasyonu
ve doküman yönetimidir.
Doküman Yönetimi analiz edildiğinde, özellikle
firmalar, sadece müşterileri için en önemli
konulardan birisi olan ürün pompa fiyatlarının
açıklanmasını veya görüntülenmesini sağlamaktadırlar. Doküman yönetiminin buradaki
stok, fatura, cari vs. gibi fonksiyonlarının etkin
kullanılmaması eksikliğinin giderilmesi sağlanmalıdır.
MİY Otomasyon modülü analizinde, MİY otomasyonunu en iyi şekilde kullanan sektörün
lider akaryakıt dağıtım firmalarıdır. Otomasyon
alt yapısının güçlü olduğu ve bunun için yüksek yatırımların yapıldığını söylemek mümkündür. Yine ilgili firmanın, müşterilere daha
fazla değer sunduğu, müşteri ihtiyaçlarını anlayabildiği ve segmentler oluşturarak bilgi veya
verileri merkezde topladığını ifade etmek
mümkündür.
Pazarlama Otomasyonu Analizi tablosu incelendiğinde, sektörün önde gelen firmalarının
internet sitelerinde Kampanyalar, Müşteri Sadakat Programları, Hizmet Kalitesi, Müşteri
Memnuniyeti ve Hizmet Çeşitliliği bilgileri yer
almaktadır. Lider firmalardan biri de, internet
sitesinde bu bilgilere ilave olarak SMS Marketing uygulamalarına yer vermişken, sektörde
faaliyet gösteren diğer firmaların sitelerinde ise
bu bilgilere ya hiç yer verilmemiş ya da çok
sınırlı biçimde yer verilmiştir.
Satış Gücü Otomasyon Modülü Analiz edildiğinde, satış faaliyetlerinin zaman ve doğruluk
açısından analizini sağlayan müşteriler ve potansiyel müşterilerin iş ilişkileri yönetimini
düzenlemekte, SWOT ve rakip analizleri, satış
aktivitelerini ve satış hedeflerini yönetmektedir. Satışların ve planlanan hedeflerin grafiksel
olarak izlenmesi ve istatistiki bilgilerin sunulması yapılmaktadır. Bunu en kapsamlı uygulayan firmalar sektörün lider firmalarıdır. Bu
firmaların sitelerinde Hesaplar ve Kişiler, Analiz ve Raporlar, İş Büyümesi Ölçeklendirmeleri, Organizasyonlar (Davet, Sunum, Fuar, Toplantı vs.) ve Satış Aktivite İzleme konularına
Sonuç olarak bu çalışmada, Türkiye’deki akaryakıt dağıtım firmalarının web siteleri aracılığıyla CRM uygulamalarının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda web siteleri
analiz edilen bir kısım akaryakıt dağıtım firmaları için müşteri ilişkileri yönetiminin anlamı
ve önemi büyüktür. Bu nedenle de web sitelerinde müşteri ilişkileri yönetimi uygulamalarına ağırlık veren ya da etkin ve doğru şekilde
uygulayan firma sadece bir tane vardır. Bu
nedenle diğer firmaların CRM uygulamalarına
daha fazla önem vermeleri gerekmektedir.
Türkiye’de faaliyet gösteren Akaryakıt dağıtım
firmalarının müşteri ilişkileri yönetimi açısından mevcut web sayfaları incelendiğinde, web
siteleri aracılığı ile CRM’i en iyi uygulayan
firmaların, pazar payı yüksek ya da pazarda
güçlü ve hızlı büyüyen firmalar olduğu görülmektedir.
Yine yapılan analizlerde, pazar payı düşük ya
da teknolojik yatırımı düşük olan akaryakıt
dağıtım firmalarının, hem web sayfaları içerik
açısında zayıf hem de web üzerinden CRM’i
uygulayamamaktadırlar. Müşteri ilişkileri yönetimi açısından akaryakıt dağıtım firmaları
web sayfalarını daha etkin kullanabilir ve web
siteleri üzerinde CRM uygulamalarını geliştirebilirler.
KAYNAKLAR
Axzo Press LLC (2002) Customer Relationship
Management, ILT Publisher,
93
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Çetin E (2005) Perakendecilik Sektöründe
CRM Uygulamaları: Süpermarket Müşterilerinin Mağaza Kartı Kullanımlarıyla İlgili Tercih
Nedenlerinin Belirlenmesi, Yüksek Lisans
Tezi, ÇÜ, Sos. Bil. Enst., Adana.
Darrell K R ve Ledingham D (2001) A Crash
Course in CRM, Harvard Management Update,
5 (3), 3-7.
Dibb S ve Meadows M (2004) Relationship
Marketing and CRM: A Financial Servives
Case Study, Journal of Strategic Marketing, 12
(2).
Elmuti D, Jia H ve Gray D (2009) Customer
Relationship Management Strategic Application and Organizational Effectiveness: An
Emprical Investigation, Journal of Strategic
Marketing, 17 (1).
Erdem A (2009) Tüm Yönleriyle Türkiye
Akaryakıt Sektörü Kitap Çalışması, İstanbul.
Ersöz S, Yaman N ve Birgören B (2008) Müşteri İlişkileri Yönetiminde Verilerin Yapay
Sinir Ağları İle Modellenmesi ve Analizi, Gazi
Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Derg, 23
(4), 759-767.
Gupta M P (2002) Learnings from Costumer
Relationship Management (CRM) Implementation in an Bank, Global Business Rewiew, 3
(1).
Güleş H K (2004) Bilişim Teknolojilerinin
Müşteri İlişkileri Yönetimine Etkisi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Derg,
12, 231-243.
http://www.kivacrm.com/tr/crm-kaynaklari/
erişim, 21.12.2009
Hughes A (2003) Customer Loyalty Solution,
McGraw-Hill Companies, USA.
Iriana R ve Buttle F (2009) Strategic, Operational and Analytical Customer Relationship
Management, Journal of Relationship Marketing, 5 (4), 23-42.
Kincaid J (2002) Customer Relationship Management: Getting It Right, Prentice Hall.
Lassar W, Lassar S ve Rouseo N (2008) Developing a CRM Strategy in Your Firm: Size
Up Client to Build a Competitive Advantage,
Journal of Accountancy, 26.
94
Leventhal R (2006) Customer Loyalty, Retention and Customer Reletionship Management,
Journal of Consumer Marketing, 3 (7).
Liu Y, Zhou C-F ve Chen Y-W (2006) Determinants of E-CRM in Influencing Customer
Satisfaction, PRICAI, Yang ve G. Webb (eds.).
LNAI 4099.
Lopez R F ve Jeronimo J M R (2009) Marketing Segmentation Through Machine Learning
Models, An Approach Based on Customer
Profitability Accounting, Social Science Computer Review, 27 (1).
Messner W (2005) Customer Relationship
Management Technology, A Commodity or
Distinguishing Factor?, Business Information
Review, 22 (4).
Oğuz C G (2003) CRM Yolculuğu, Sistem
Yayıncılık, İstanbul.
Piccoli G, O’connor P, Capaccioli C ve Alvarez R (2003) Costumer Relationship Management – A Driver for Change in the Structure of
the U.S. Lodging Industry, Cornell Hotel and
Restaurant Administration Quarterly, 44.
Sharna A ve Iyer G (2009) Country Effects on
CRM Success, Journal of Relationship Marketing, 5 (4).
Şimşek U T (2006) Veri Madenciliği ve Müşteri İlişkileri Yönetiminde Bir Uygulama (CRM),
Doktora Tezi, İstanbul.
Tourniaire F (2003) Just Enough CRM, February, Prentice Hall.
www.epdk.gov.tr/erişim 26.11.2009
Yilmaz A, Ersoy F ve Argan M (2006) Perakendecilikte Müşteri İlişkileri ve Yönetimi,
Yavuz Odabaşı (ed.), Anadolu Üniversitesi
Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir.
Zhao J, Li Y-J ve Huang T-Y (2003) Hierarchy
Analysis of Customer Relationship Management of Power Suplply Enterprises, Ulakbim.
SEÇMEN TERCİHİNDE ADAY İMAJININ ROLÜ: 29 MART 2009 YEREL SEÇİMLERİ
ÖNCESİNDE KONYA SEÇMENİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Kadir Canöz*
ÖZET
Aday hakkındaki tüm görüşlerin toplamını ifade eden aday imajı, adayın kişisel özellikleriyle mensubu olduğu çevresinin (partisi, cemaati, hemşeriliği vb.) özelliklerinin toplamından oluşmaktadır.
Seçmenlerin adayları destekleme ve oy kullanma tercihlerinin belirlenmesinde de, bu özelliklerin
çeşitli önem dereceleri ile belirleyici oldukları düşünülmektedir.
Seçmen tercihinde aday imajının rolünü test etmek amacıyla Konya seçmeni üzerinde bir saha
araştırması uygulanmış ve değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgularda seçmenlerin, adayın imajını
oluşturan özelliklerden en fazla dürüstlük, güvenilirlik, olumlu imaj ve yeni projelere sahip olma
gibi kişisel özellikleri önemsediklerini, en az düzeyde de zenginlik, aynı mahallede yaşıyor olmak
ve yakın çevrenin bu adayı destekliyor olması gibi çevresel özellikleri önemsedikleri sonucuna
varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Seçim, seçmen, aday, imaj, aday imajı
THE ROLE OF THE IMAGE OF THE CANDIDATE ON VOTERS’ CHOICES:
A RESEARCH ON THE VOTERS IN KONYA IN THE WAKE OF LOCAL ELECTIONS
ON 29 MARCH, 2009
ABSTRACT
The candidate’s image which expresses all the views regarding the candidate basically consists of
his own personal features and the terms of his social and cultural environment such as his community, political party and hometown. In addition to that, these are usually accepted as the determining factors on the formation of voters’ choices before the elections.
A scientific field research was recently carried out on voters around the city of Konya and the
obtained data was evaluated strictly. According to the available data, it was clearly understood
that the voters had particularly focused on the candidates’ degree of honesty, reliability, having a
brilliant and promising image and also being open to or having new projects for the future of the
city. On the other hand, they laid a less stress on some environmental features such as their richness, presently living in the same district or being originally from the same hometown with them
and the relatives’ uniting behind them.
Keywords: Election, voter, candidate, image, candidate’s image.
GİRİŞ
İlk çağların ilk zamanlarında yalnız yaşayan ve
yalnız avlanan insanlar zaman ilerledikçe sürekli olarak üreyip çoğalmışlar, bu çoğalma
sonucunda da yeni avlanma yöntemlerine, yeni
yaşam alanlarına ve yeni sosyal yapılara ihtiyaç
duyar hale gelmişlerdir. Yiyecek temini, giyinme, barınma ve güvenlik o zamanlar için bu
ihtiyaçların en başında gelenleri olmuştur.
Bunların temin edilmesi ise bireysel çabadan
ve yetenekten daha güçlü yeni bir yapıyı gerekli kılmıştır ki; karşılıklı anlaşmanın ürünü olan
“toplum” böylesi bir ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Toplumda, muhteşem bir senkronizasyon,
birlikte yaşama, iş bölümü yapma, yönetime
itaat etme mecburiyeti ve yönetenle yönetilenin
ilişkisi vardır. Yönetenle yönetilen arasındaki
ilişki ilk toplumlarda daha çok yukarıdan aşağıya doğru dikey bir yapı sergilerken, günümüz
toplumlarına doğru gelindikçe yumuşayarak
daha yatay bir yapıya dönüşmüştür. Bu dönüşümün gerçekleşmesine sebep olan en önemli
nedenlerden birisi, toplumların ve ülkelerin
demokrasi anlayışlarında meydana gelen değişimler olarak kabul edilmektedir.
* Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Modern demokrasisinin temel taşları 1789
yılındaki Fransız Devrimi ile atılmıştır. Tüm
dünyada geniş etkiler yaratan bu devrimle milli
devletlerin kuruluşu hızlanmış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik anlayışı ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ortaya çıkmıştır. 20. Yüzyıl’a
gelindiğinde ise, Fransız Devrimi’nin ürünü
olan ulus devletler eski önemini yitirmeye
başlamış, onların yerine insan hak ve hürriyetlerine daha fazla önem veren, ürettiğini kendi
sınırları dışında da satmayı düşünen Avrupa
Birliği, Balkan Birliği, Akdeniz Birliği, G8 gibi
uluslar üstü büyük birlikler kurulmaya başlanmıştır. Bu birliklerde demokrasi, yaşamın hemen her alanını kuşatarak yöneten yönetilen
ilişkilerinin de belirleyicisi durumuna gelmiştir.
Günümüzde demokrasi, halkın, halk tarafından,
halk için yönetilmesi (Yeşil 2002: 2) olarak
veya halkın kendi kendini yönetmesi şeklinde
tanımlanmaktadır. Her nasıl tanımlanırsa tanımlansın halkın yönetimi olan demokrasinin,
milli egemenlik, özgürlük ve eşitlik ile siyasi
partilerden oluşan üç temel ilkesi bulunmaktadır. Bunlardan özellikle siyasi partiler, demokratik sürecin sağlıklı işlemesini sağlayan en
önemli unsurlardır ve toplumda farklı işlevleri
yerine getirirler. Bu işlevler;
- Halkın taleplerini gündeme getirmek veya
iktidara iletmek suretiyle halk ile iktidar arasında aracılık etme,
- İktidara gelerek ülkeyi yönetme,
- Hükümeti denetleyip eleştirme (Gözübüyük
1991: 75-76),
- Halkı oy vermeye davet etme,
- Kamuoyunun oluşmasına yardım etme,
- Atama ile işbaşına gelen yöneticileri seçip
kontrol etme,
- Hükümetin sorumluluğunu taşıma,
- Hükümette birlik ve beraberlik yaratma
(Daver 1968: 213-214),
- Devlet yönetimine katılmak isteyen kitleleri
bilinçlendirip, eğiterek onların siyasal ve sosyal
kültürlerini geliştirmeye katkıda bulunma,
- Toplum içindeki farklı ve dağınık düşünce,
görüş ve eğilimleri bir araya getirip belli grup-
96
lar içinde toplayarak açıklık ve süreklilik kazandırma,
- Seçimlerde aday göstermek ve seçmenlerin
adayları tanımalarına yardımcı olmak suretiyle
bu adayların seçilmelerini sağlamadır (Teziç
1996: 326-327).
Partilerin zayıf oldukları ülkelerde adaylar,
genellikle yönetici ailelerin akrabalarından,
askeri veya dini ortamdan gelirken (Sakal
1998’den aktaran www.canaktan.org); partilerin güçlü olduğu ülkelerde ise, toplumun benimseyeceği, eğitimi, yaşı, iş görebilme yeterliliği ve yönetim deneyimi gibi bir takım vasıfları taşıyan her hangi birileri siyasi partiler tarafından aday gösterilebilmektedir.
Temsili demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde
seçimlerde aday olmak, hele de, partiler tarafından aday gösterilmek, adaylar için çok
önemli bir başarı olarak kabul edilmektedir.
Çünkü seçim sürecinin başlangıcından itibaren
partilerde onlarca aday adayı ortaya çıkmakta
ve bunlar aynı yer için kendi aralarında bir
yarış içerisine girmektedirler. Siyasal partiler
ise kendi kriterlerini sağlayanlar arasından,
seçmenlerin isteklerine, beklentilerine cevap
verecek yeterli sayıdaki adayı belirleyip vitrine
koymak durumunda kalmaktadır.
Siyasi partiler açısından bir kişinin aday gösterilebilmesinin temel kriteri, kişinin öncelikle
aday olacağı partinin ideolojisine, inanç yapısına, insan profiline, tüzüğüne ve programına
uygun olmasıdır. Bu kriterleri sağladıktan sonra ise seçmenden oy alabilecek özellikleri kendisinde taşıyor olması gelmektedir. Siyasi bir
adayda bulunması gereken özellikler, yerine
göre genç/orta yaş, eğitimli, dindar, zengin,
bay/bayan, iyi konuşan, bilgili, düzgün fizikli,
kariyerli, tecrübeli, yakışıklı, tanınmış, o iş için
avantaj sağlayacak meslek sahibi olması ve
imajının düzgün olmasıdır.
Adayın duruşundan konuşmasına, eğitiminden
dini inanışına, aile yaşantısından mesleğindeki
başarısına, gençliğinden ya da yaşlılığından
zenginliğine kadar birçok özelliğinin toplamından oluşan aday imajı, üstün vasıf olarak, tüm
partilerin adaylarında aramış oldukları özelliklerin başında gelmektedir.
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
Partiler tarafından önemsenen ve seçimi kazanmanın neredeyse ilk şartı olarak kabul edilen aday imajının, seçmen tercihinde gerçekten
etkili olup olmadığının, etkiliyse adayın hangi
özelliklerinin daha etkili hangilerinin daha
etkisiz olduğunun ortaya konulması amacıyla
“Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü: 29
Mart 2009 Yerel Seçimleri Öncesinde Konya
Seçmeni Üzerine Bir Araştırma” çalışması
yapılmıştır. Çalışmanın verileri 15- 22 Mart
2009 tarihleri arasında Konya merkezde tesadüfî örneklem yöntemiyle seçilen 491 denek ile
anket uygulanarak elde edilmiştir.
Konya ölçeğinde yaptığımız bu çalışmada,
öncelikle imaj ve aday imajı hakkında teorik
bilgiler verilmekte, arkasından araştırmadan
elde edilen bulgular SPSS programında değerlendirilip yorumlanarak, aday imajının seçmen
tercihinde nasıl ve ne derece etkiye sahip olduğu ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
1. İMAJ KAVRAMI
İmaj, algıya dayalı olarak herhangi bir nesneye,
olaya, duruma, etkinliğe, bireye, örgüte, şehre
veya ülkeye ilişkin, zihinlerde oluşan resim,
harita veya izlenim olarak tanımlanmaktadır
(Bakan 2008: 293). Görüntü ile eş anlamlı
olarak da kullanılan imaj (Ertekin 1986: 288),
noktalardan oluşan resme de benzetilmektedir
(Mardin 1986: 299).
Günümüzde herhangi bir malı veya hizmeti
satın alan kişilerin, yalnız markasına ve kalitesine bakarak değil, aynı zamanda onu üretenin
imajına da bakarak tercih ettikleri bilindiğinden
(Garih 2005: 100), kişiler ve kurumlar için son
derece önemli bir özellik olmaktadır. İç ve dış
hedef kitle üzerinde belli bilgilerin işleneceği
standart şemalar oluşturma (Özüpek 2005:
110), inandırıcılık ve güven yaratma ile sürdürmek gibi önemli işlevleri yerine getiren
imaj, fiziksel görüntü, kurumsal/kişisel iletişim
ve kurumsal/kişisel davranışın toplamından
oluşmaktadır (Peltekoğlu 2004: 358-359).
Kişi ve kuruluş adına istenilen bir imajın oluşması için birçok ayrıntının değerlendirilmesi,
dikkate alınması, çalışmaların yapılması, konular ve çalışmalar arasında da belli bir düzenin
olması ve tüm hepsinin insanların beyninde bir
araya gelmesi gerekmektedir.
İmaj bilinçli çabalar neticesinde oluşturulabildiği gibi kendiliğinden de oluşması mümkün
olabilmektedir. Ancak kendiliğinden oluşan
imajın kişi, kurum ya da kuruluşa istenilen
düzeyde katkı sağlaması pek mümkün olmamaktadır.
Bakan’a (2005: 16-33) göre imaj çeşitleri arasında şunlar yer almaktadır: kurum imajı, ayna
imajı, şimdiki imaj, şemsiye imajı, kuruluşun
kendi algıladığı imaj, yabancı imaj, transfer
imajı, mevcut imaj, istenen imaj, pozitif imaj,
negatif imaj, marka imajı, ürün imajı, mağaza
imajı ve kişi imajı. Ancak çalışmamız açısından önemli olanı, bizi alakadar edeni kişisel
imaj olmaktadır. Kişisel imajın siyasal arenadaki adı ise “aday imajı” olarak geçmektedir.
2. ADAY İMAJI
Adaylar seçimlerde, sonrasında, seçildikleri
takdirde hükümette ve kamuoyunda bir siyasi
partiyi temsil eden yüz ve seslerdir. Adayların
seçimi, diğer organizasyonlara göre yaygın
yapıdaki partilerin fonksiyonlarından birisidir
ve seçimlerde rekabet için önem arz etmektedir
(Hazan ve Rahat 2006: 368). Bazı durumlarda
onların kişisel özellikleri, seçmenler nezdinde
partilerden daha da önemli olabilmektedir
(Öden 2003: 17). Özellikle de siyasi partilerin
programları, gündem konularına ilişkin görüşleri ve seçim vaatleri birbirlerine yaklaşıp partiler arasındaki farklılıklar azaldığında, seçmenlerin rasyonel oy kullanma eğilimi arttığında bu
durum daha da belirginleşmektedir.
Seçmenler ve partiler açısından son derece
önemli olan aday imajı, seçmenin, seçim yarışında adaylara ilişkin geliştirdiği tutumları ve
duyguları (Uztuğ 1999: 67) olarak tanımlanmaktadır.
Seçmende adaylara ilişkin gelişen tutum ve
duygular ise, adayların kendilerini dış dünyaya
sunma biçimlerinden oluşmaktadır (Özsoy
2004: 68) ve kişisel özellikleri tarafından belirlenmektedir. Sampson’a (1995: 11-12) göre bu
özellikler kişisel imajı oluşturan özelliklerdir
ve beş ana kategoriden oluşmaktadır. Bunlar:
görünüş, beden dili, ün, iletişim tarzı ve duruştur. Bunların her birisi kendi içinde de alt kategorilere ayrılmaktadır ve tablo halinde gösterimi şu şekilde olabilmektedir:
97
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Görünüş
Fiziksel Özellikler
Giysiler
Düzgün Giyim
Beden Dili
Tavırlar
Poz
Jestler
Kullanılan alan
Seçilen Konum
KİŞİSEL İMAJ
Ün
Göze Çarparlık
İlerleme
Çizgi
Deneyim
Vasıflar
Bilir’e (2008: 6-8) göre ise bunlar:
- Adayın kişisel çekiciliği,
- seçim çevresinin sorunları karşısındaki duyarlılığı,
- seçim çevresinde milletvekilliği, belediye
başkanlığı veya başka görevler dolayısıyla
başarılı hizmetlerde bulunmuş olma,
- dürüstlük,
- güvenilirlik,
- cinsiyet,
İletişim Tarzı
Konuşma tarzı
Yazım tarzı
Dinleme tarzı
Düşünme tarzı
Sunum tarzı
Duruş
Karizma
Özgüven
Kendine İnanma
Özsaygı
önce aynı konuda deneyim sahip olmak), bazı
durumlarda dezavantaja da dönüşebilmektedir.
Özellikle aynı kişilerin bu görevleri üst üste
üstlenmesi yeni gelen genç siyasilerin önünü
tıkadığı algısının ortaya çıkmasına neden olduğundan, “partinin seçilmişlerinde değişimin
gerekliliği”
fikrini
tetikleyebilmektedir
(Gallagher 1988: 248).
Aday imajını oluşturan bu özelliklerin seçmen
tercihinde, özellikle de Konya seçmeninde, ne
derece etkili olduklarının araştırılması; hangilerinin daha önemli hangilerinin daha önemsiz
olduklarının ortaya konulması gerekmektedir
- özdeşleşme,
- popülerlik,
3. SEÇMEN TERCİHİNDE ADAY
İMAJININ ROLÜ
- ün ve şöhret sahibi olmak,
- zengin ve servet sahibi olmak,
- eğitimli olmak,
- meslek sahibi olmak,
- mesleğinde uzman veya mesleğinde saygın
olmak,
- seçim bölgesinin etnik yapısıyla uyuşmak,
- seçim bölgesinin sosyo-ekonomik ve kültürel
özelliklerini taşımak,
- seçim çevresine iş-doğum-aile bağları ile
bağlı olmak,
- parti içi aktiflik,
- partide başarılı çalışma,
- siyasi yeterlilik,
- parti bağlılığı,
- oy sayısını artırabilme ve seçmen desteğini
kazanabilme kapasitesi olarak sıralanabilmektedir.
Ancak, Sampson ve Bilir’in aday imajının
oluşumunda belirleyici olarak sundukları “deneyim” ve “daha önce de seçilmişlik” (daha
98
Siyasal kampanyalar, parti programları ve
adaylar hakkındaki enformasyonu seçmenlere
ileterek onların bilgilenmeleri ve istenilen
doğrultuda makul kararlar almaları (Varol
1988: 187-188) amacıyla düzenlenen bilinçli
organize eylemler olmaktadır. Kamuoyunun
önemsediği gündem konuları, tarihi geçmişi
olan milli konular, ekonomik konular, sosyolojik konular, partilerin diğer partilere göre üstün
vasıfları ile adayların ayırıcı üstün yönleri
kampanyaların ana temalarını oluşturmaktadır.
Bunlar arasından özellikle, adaya ait olumlu
yönler kampanyaların en fazla vurgu yapılan
kısmını oluşturmaktadır. Bunun temel nedeni
ise, günümüzde siyasal aktörler arasındaki
politik farklılıkların gittikçe azalması ve tüm
partilerin program, proje ve tüzük olarak birbirine benzemesi (Oktay, 2002: 85) gösterilmektedir. Durum böyle olunca da farklılığı yaratan
tek konu olarak aday imajı kalmaktadır.
Aday imajının olumlu olması partiyi rakiplerine göre farklılaştırarak partinin avantajlı duruma geçmesini sağlayan önemli bir unsurken;
partinin niteliklerinin (demografik, coğrafi ve
ideolojik), seçmenlerin gözünde, örgütlenmesinin veya programının yapacağından daha iyi
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
tanımlanmasına da yardımcı olmaktadır (Hazan
ve Rahat, 2006: 368). Bu nedenle siyasi partiler
aday belirlemede aday imajının olumlu olmasını arar duruma gelmişlerdir.
Aday imajı da diğer imaj çeşitleri gibi çalışılarak oluşturulabildiği gibi kendiliğinden de
oluşma durumuna sahip olmaktadır. Ancak
nasıl oluşursa oluşsun aday imajını etkileyen
beş ana belirleyici bulunmaktadır. Bunlar
(Devran 2003: 206-207):
1-) Adayın kişisel özellikleri: Adayın görüntüsü, sözlü iletişimi (konuşma ve ses kullanımı),
sözsüz iletişimi (beden dili, mekan ve zaman
kullanımı, giysileri, genel görüntüsü, renkleri,
çevre ve aksesuarları), karakter (karizma, özgüven, özsaygı), yeterlilik (birikim, potansiyel,
kişisel gelişim), deneyim, dikkat çekicilik,
davranış ve tavırlardan oluşmaktadır.
2-) Adayın mevcut konumu (konular ve sorunlar karşısında takındığı tavır): Adayın gündemdeki sorun ve konulara karşı takındığı tavırdan
ortaya çıkmaktadır. Gündemi meşgul eden
sorun ve konuların aday tarafından ele alınış
biçimi, konuya yaklaşımı ve çözüm önerileri
medya aracılığıyla vurgulanarak adayın kişisel
özellikleri gibi lanse edilir ki, bu süreç seçmenlerin zihninde adayın belirli bir konum edinmesini sağlamaktadır.
3-) Adayın çevresi (çalışma kadrosu, grup
ilişkileri): “Bana arkadaşını söyle, sana kim
olduğunu söyleyeyim” atasözünün siyasetteki
tezahürüdür. Adayların çalışma arkadaşları,
ekipleri ve ilişkide olduğu grupların (cemaat,
iş, dernek ve sosyal grupların), adayların imajlarının oluşumunda dolaylı etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Kaliteli, çalışkan, eğitimli
veya dindar olan adayların yine kendileri gibi
olan insanlarla ilişkili olup çalışabileceği; eğitimsiz, güvensiz, pasif veya dindar olmayan
adayların da yine kendileri gibi insanlarla birlikte olup çalışabileceği inancından ortaya
çıkmaktadır.
4-)Adayın bağlı bulunduğu parti ve ideolojisi:
Siyasal partiler seçmenlerin oy verme tercihlerini etkileyen önemli kuruluşlardır. Genellikle
siyasi bir geçmişe sahiptirler ve geçmişten
günümüze çok fazla değişime uğramayan istikrarlı fikirleri, kadroları, genel başkanları, amb-
lemleri ve işaretleri mevcuttur. Bunlar fikirleri
ve halk arasındaki imajlar bakımından günübirlik değişime uğramazlar, sürekli olarak belirli
konularda belirli tutum ve davranışları sergilerler. Bu nedenle partilerin halk arasındaki imajı
aday imajının oluşumunda belirleyici olmaktadır. Partilerin sahip olduğu ideolojiler ise, partiler arasındaki farklılıkları ortaya koyan, propagandayı taşıyıcı özelliğe sahip düşünce ürünleri
olarak karşımıza çıkmaktadır ve en önemli
işlevleri parti ve adayları farklılaştırarak seçmenleri taraftar yapma özellikleridir.
5-) Siyasal kampanya faaliyetleri ve medya:
Siyasal kampanya faaliyetleri ve medya da
aday imajı oluşumunda son yıllarda önemi
gittikçe artan faktörler arasında yer almaktadır
(Damlapınar ve Balcı 2005: 63). Siyasal kampanyalar halkı bilgilendirme, onlara parti ve
adaylar konusundaki farklılıkları fark ettirebilme işlevini yerine getirirken; siyasi içerikli
mesajları geniş kitlelere ulaştıran medya ise,
adayların toplumdaki itibarlarına büyük etki
yapmaktadır (Devran 2003: 208). Haber ve
bilgi vermek suretiyle kamuoyunu bilgilendiren, kamuoyunun serbestçe oluşmasını sağlayan medyanın (Işık 2008: 157), bireylerin
siyasal davranışlarının oluşum aşamasına da
önemli katkılar sağladığı bilinmektedir (Özkan
2004: 56). Adayların beğenilen yönlerini, geçmiş deneyimlerini ve başarıları hakkındaki
bilgilerini yayınlayarak seçmen zihninde adaya
yönelik olumlu imaj oluşumuna katkı sağlamaktadır. Bu anlamda adayların özellikle televizyon ekranındaki görünümleri, yansıttığı
kişiliği, görüşleri ve bunları sunuş tarzı, aday
imajının oluşturulmasında temel unsur olarak
kabul edilmektedir (Uztuğ 1999: 155).
Siyasi partiler aday imajından başka hangi
konu ve hususların seçmen davranışında etkili
olduğunu da araştırmaktadırlar. Özellikle dış
hedef kitle konumunda olan seçmenlerin neye
göre oy verdikleri ve oy verme davranışlarında
nelerin etkili olduğu konusu en merak edilen ve
bilinmek istenen kısmı oluşturmaktadır. Bu
amaçla alanda yapılan bilimsel çalışmalar;
seçmenin oy verme davranışında, belirli bir
parti veya adayı tercih etmesinin sosyolojik,
psikolojik ve rasyonel nedenlere bağlı olduğunu (Kalender 2005: 2) bularak, teorik önemi
devam eden beş ana unsuru belirlemişlerdir.
Bunlar (Boiney ve Paletz 1991: 3-4):
99
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Partiyle özdeşleşme, konu, seçmen grup üyeliği, geçmişi değerlendirici oy verme ve aday
imajı olarak karşımıza çıkmaktadır.
1940 ile 1988 yılları arasında ortaya konulan
siyaset bilimi modellerinde de seçmen davranışı ile ilgili çeşitli saptamalar bulunmaktadır ki;
aralarında en fazla dikkati çekenler, partilerin
gittikçe birbirine benzemeleri ve aday imajıdır.
Bu saptamalar kısaca şu şekilde belirmektedir
(Boiney ve Paletz 1991: 10):
- Parti bağlılığı seçmen davranışını etkileyen
temel bir değişken olmasına rağmen önemi
gittikçe azalmaktadır.
- Günümüze doğru gelindikçe parti imajının
önemi azalırken, aday imajı sürekli olarak
gelişim göstermektedir
- Adayın konular karşısındaki tavırları, aday
değerlendirmelerine katkıda bulunmaktadır ve
aday imajını etkilemektedir.
- Seçmenler geçmişe yönelik değerlendirmelerde bulunarak önceki seçimlerde tercih ettikleri parti veya aday yönünde tercihlerini oluşturmaktadırlar.
- Gruplar, seçmenin oy verme kararında etkili
olmakla birlikte; bazen seçmenler partizan ve
grup etkilerinden bağımsız da hareket edebilmektedirler.
Damlapınar ve Balcı’nın (2005: 73) 28 Mart
2004 Yerel Seçimleri öncesinde Konya seçmeni üzerinde yapmış oldukları “Seçmenin Zihnindeki Aday İmajını Belirleyen Etkenler: 28
Mart 2004 Yerel Seçimleri Alan Araştırması”
isimli araştırmada da, aday imajını etkileyen ve
dolayısıyla oy vermede en yüksek düzeyde
önem atfedilen dört temel değişken bulunmuştur. Söz konusu değişkenler; adayın mevcut
konumu, adayın karakteristikleri, adayın partisi
ve ideolojisi, adayın yürüttüğü kampanya faaliyetleri ve medyadır.
Özellikle adayın mevcut konumu ve karakteristiği değişkenleri içerisinde; “adayın dürüstlüğü”, “adayın yolsuzluklara karşı hassasiyeti”,
“adayın çalışkanlığı”, “adayın tarafsız ve adil
olması”, “şehir ve sorunlar hakkında bilgi sahibi olması” gibi maddeler seçmenlerin aday
imajı oluşumunda önem atfettikleri faktörler
olarak belirmiştir.
100
Yine bu araştırmanın ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan bir tanesi de, bir yerel adayın
imajını, dolayısıyla oy potansiyelini etkileyen
seçmene bağlı bir değişken olarak “siyasal
kimlik” tanımlamasının ön plana çıkmasıdır.
Buna göre seçmenin kendisini siyasi yelpazenin neresinde gördüğü ile adayın siyasal olarak
nerede konumlandığı birbirleri ile yakın ilişki
içerisinde olmaktadır. Yani muhafazakar bir
seçmen, muhafazakar bir partinin muhafazakar
adayına yönelmektedir. Yazarlara göre de bir
yerel seçim sürecinde aday imajının oluşumu
ve oy verme davranışının gelişimi, seçmenleri
kendilerini siyasal yelpazenin neresinde tanımladıklarıyla doğru orantılı olarak gelişmektedir
(Damlapınar ve Balcı 2005: 75).
4. ÇALIŞMANIN METODOLOJİSİ
Seçmen tercihinde aday imajının rolünü ortaya
koymak amacıyla yapılan bu çalışma, Konya
merkezde alan araştırması yapılarak yürütülmüştür. Araştırma 15 – 22 Mart 2009 tarihleri
arasında Merkez Selçuklu, Meram ve Karatay
ilçelerinde seçmen statüsüne sahip 18 ve üzeri
yaşta, 491 denek üzerinde yapılmıştır. Örneklem seçiminde 2007 Genel Seçimleri Seçmen
Kütükleri esas alınmış ve tesadüfî örneklem
yöntemi kullanılmıştır.
Veri toplamada saha uygulayıcısı (anketör)
olarak Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 2, 3 ve 4.
sınıf öğrencileri kullanılmıştır. Anketin uygulanma şekil ve süreleriyle ilgili eğitime tabi
tutulan uygulayıcılara, ikili münasebetlerdeki
davranış ve hitabet şekli, deneğin etki altına
alınıp yönlendirilmemesi, deneğin çevresindeki
üçüncü şahıslardan etkilenmemesi için bağımsız ortamda soruların sorulmaları ile ilgili eğitimler verilmiştir.
Ankete katılan deneklere 47 soru yöneltilmiş
olup, bunların 13 tanesi çoktan seçmeli şıklardan oluşurken, 34 tanesi “Çok Önemli”den
“Hiç Önemli Değil”e doğru sıralanan dört
basamaklı ölçekten oluşmuştur. Özellikle çoktan seçmeli sorularda verilebilecek tüm cevaplar düşünülüp onlara uygun şıklar konulmuş,
ancak her ihtimale karşı verilebilecek farklı
cevaplar için de cevabın yazılabileceği “Diğer”
seçeneği ihmal edilmemiştir. Anketten elde
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
edilen veriler SPSS 15.0 istatistik paket programı ile değerlendirilmiştir.
Araştırmadan elde edilen verilerin analizinde
sırasıyla; anket sorularını cevaplayanların demografik özelliklerini belirlemek için frekans
analizi, iki grubun ortalamaları karşılaştırılarak,
aradaki farkın rastlantısal mı, yoksa istatistiksel
olarak mı anlamlı olduğuna karar vermek için
T-testi (http://www.istatistikanaliz.com), demografik özelliklerle aday imajına etki eden
değişkenler arasındaki ilişkiyi ortaya koymak
içinde tek yönlü varyans analizi (Anova) kullanılmıştır.
Çalışmanın temel soruları şunlardır:
Soru 1.) Aday imajı oluşumunda etkili olan
değişkenler nelerdir?
Soru 2.) Aday imajına etki eden değişkenlerle
demografik değişkenler arasında bir ilişki
varmıdır?
Soru 3.) Seçmenlerin karar verme süreçlerinde
en fazla ön plana çıkardıkları unsurlar nelerdir?
5. BULGULAR
Seçmen tercihinde aday imajının rolünün ve
aday imajının oluşumuna etki eden unsurların
araştırıldığı bu çalışma, 29 Mart 2009 Yerel
Seçimleri öncesinde Konya seçmeni üzerinde
yapılan anket verilerinden elde edilen sonuçları
içermektedir. Elde edilen verilerin yorumlanması neticesinde bir sonuca varmak hedeflendiğinden katılımcıların özellikleri ve anket
sorularına vermiş oldukları cevaplar değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır.
5.1. Katılımcıların Demografik Özellikleri
Katılımcıların özelliklerine ilişkin betimleyici
istatistik sonuçları aşağıda sıralanmıştır:
Araştırmaya katılan insanların cinsiyet dağılımlarına bakıldığında bunların % 56,8’nin erkek,
% 43,0’nün bayan, % 0,2’sinin de bu soruya
cevap vermedikleri görülmektedir. Bu veriler,
katılımcıların cinsiyetleri arasında çok büyük
bir farklılığın olmadığını, cinsiyet bakımından
karşılaştırma yapmanın mümkün olduğu düzeyi
içermektedir.
Katılımcıların % 28,5’i 18-25 yaş aralığında, %
24,2’si 26-35 yaş aralığında, % 24,4’ü 36-45
yaş aralığında, % 14,1’i 46-55 yaş aralığında,
% 5,7’si 56-65 yaş aralığında, % 2,2’si 66-75
yaş aralığında, % 0,6’sı da 76 ve üzeri yaş
aralığında bulunurken, % 0,3 katılımcı ise bu
soruya cevap vermemiştir. Elde edilen verilere
göre, araştırmaya katılan deneklerin % 77,1’i
18-45 yaş aralığındadır. Türkiye’nin genç nüfusu göz önüne alındığında bu verilerin araştırma için uygunluk taşıdığı görülmektedir.
Araştırmaya iştirak eden katılımcıların verdikleri bilgilere göre; % 23,0’ü ilkokul, % 13,0’ü
ortaokul, % 23,4’ü lise, % 36,7’si üniversite ve
% 3,7’si de lisansüstü eğitim düzeyine sahiptirler. % 0,2’lik bir denek ise bu soruyu cevapsız
bırakmıştır. Bu bilgiler ışığında lise ve üniversite eğitimine sahip olan deneklerin % 63,8’lik
bir oranla çalışmanın çoğunluğunu oluşturduğu
gözlenmektedir.
Katılımcıların % 61,7’si evli, % 35,4’ü bekâr,
% 2,6’sı dul olarak medeni durumlarını beyan
etmişlerken, % 0,2’lik bir kesim ise bu soruya
cevap vermemeyi tercih etmişlerdir. Türkiye’de oy kullanma yaşının 18 ve üstü olduğu
göz önüne alındığında, medeni durum olarak
evli ve dul toplamının % 64,3’lük bir oranla
yüksek çıkması gayet normaldir ve çalışma için
sağlıklı bir veri özelliği taşımaktadır denilebilir.
Araştırmaya katılmayı kabul etmiş katılımcıların mesleklerinin ne olduğu sorulduğunda, %
8,1’i işçi, % 22,8’i memur, % 12,6’sı serbest
meslek, % 9,6’sı esnaf, % 2,0’si sanayicitüccar, % 7,7’si emekli, % 18,5’i ev hanımı, %
18,3 öğrenci cevabını verirken; % 0,2’si de bu
soruya cevap vermemiştir. Verilerin dağılımına
bakıldığında çok uç noktalarda sonuçlar içermediği, Türkiye’nin ortalama yapısına yakın
olduğu, bu nedenle de çalışmada kullanılabilecek düzeyde önemlilik arz ettiği görülmektedir.
Ailelerinin aylık ortalama gelir düzeylerine
bakıldığında ise; % 9,6’sının 500 TL’den az, %
34,6’sının 501-1000 TL arasında, % 24,6’sının
1001-1500 TL arasında, % 12,0’sinin 15012000 TL arasında, % 9,6’sının 2001-2500 TL
arasında, % 3,5’inin 2501-3000 TL arasında, %
2,9’unun 3001-3500 TL arasında ve %
2,9’unun da 3501 TL’den fazla gelire sahip
101
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
oldukları görülmektedir. % 0,4’lük bir kesim
ise soruyu cevapsız bırakmıştır. Katılımcıların
% 80,8’inin 501 TL ile 2500 TL arasında aylık
gelire sahip oldukları belirmektedir ki; bu durum, ortalama çalışma hayatındaki aylık kazançları yansıtan veriler olduğundan çalışmada
kullanılmasının uygunluk taşıdığı görülmektedir.
5.2. Aday İmajı Oluşumuna Etki Eden Faktörlerin Önem Düzeyleri
Aday imajı oluşumuna etki eden adaya ait bir
takım faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler
adayın kişilik yapısından fiziki görüntüsüne,
çalıştığı veya çalışacağı ekibinden partisine,
tecrübesinden yeni uygulanabilir projelerine
kadar çok çeşitli değişkenlerden oluşmaktadır.
Ancak bunların bazıları seçmenlerce çok daha
fazla önemsenirken bazıları daha az düzeyde
önemsenmektedir. Aşağıda tablo 1’de seçmenlerin düşüncelerine göre aday imajı oluşumuna
etki eden faktörler önem düzeylerine göre aritmetik ortalamaları alınarak sıralanmıştır. Buna
göre seçmenler en fazla, adayın “dürüst olmasını” (A.O.= 3.85) önemserlerken ikinci olarak
“güvenilir olmasını” (A.O.= 3.83), üçüncü
olarak “eğitimli olmasını” (A.O.= 3.71), dördüncü olarak “çalışkan olmasını” (A.O.= 3.58)
ve beşinci olarak ta “iyi bir ekibinin olmasını”
(A.O.= 3.55) önemsemektedirler.
Tablo 1. Aday İmajı Oluşumuna Etki Eden Faktörlerin Önem Düzeyleri
Maddeler
1
Dürüst Olması
2
Güvenilir Olması
3
Eğitimli Olması
4
Çalışkan Olması
5
İyi Bir Ekibinin Olması
6
Yerel Yönetim Tecrübesine Sahip Olması
7
Ufkunun Geniş Olması
8
İnandırıcı Yeni ve Uygulanabilir Projelerinin Olması
9
Bürokraside Tecrübeli Olması
10
Milliyetçi Olması
11
Dindar Olması
12
Mesleğinin Yerel Yönetimde Avantaj Sağlayacak Türden
Olması (Çevre Mühendisi, İnşaat Mühendisi, İşletmeci gibi…)
13
Siyasi Çizgisini Hiç Değiştirmemiş Olması
14
Laik Olması
15
Sizinle Aynı Partiden Olması
16
Genç Olması
17
Sizinle Aynı Etnik Kökenden Olması
18
Aday Olduğu Partinin İktidarda Olması
19
Yaşının Olgun Olması (En az 40 yaşında)
20
Erkek Olması
21
Bizim Şahsi İşlerimize Yardımcı Olması
22
Tanıdık Olması
23
Hemşeriniz Olması
24
Aynı Cemaate Mensup Olmanız
25
Aynı Sivil Toplum Kuruluşuna Üye Olmanız
26
Tanınmış, Köklü Bir Aileden Olması
27
Bayan Olması
28
Zengin Olması
29
Mahallenizin Çocuğu Olması
102
A.O.
3.85
3.83
3.71
3.58
3.55
3.53
3.51
3.48
3.24
2.98
2.86
2.78
S.S.
0.41
0.45
0.56
0.71
0.70
0.65
0.74
0.73
0.77
0.99
0.97
0.97
Min.
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
Max.
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
2.76
2.75
2.64
2.61
2.56
2.49
2.40
2.14
2.01
2.00
1.93
1.91
1.90
1.90
1.68
1.67
1.62
1.07
1.03
1.10
0.99
1.09
1.12
0.94
1.06
0.96
1.01
1.00
0.87
0.91
0.91
0.76
0.86
0.77
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
Öte yandan aday imajına etki eden değişkenler
arasındaki ilişkinin düzeyini tanımlamak açısından korelasyon analizi sonuçları incelendiğinde en güçlü ilişkinin adayın dürüst olması
ile adayın güvenilir olması arasında yaşandığı
dikkat çekmektedir (r= .71, p< .01). Bir başka
anlatımla seçim dönemlerinde aday imajı değerlendirmesinde adayın dürüstlüğüne önem
veren seçmenler aynı zamanda adayın güvenilir
bir karakteristiğe sahip olmasını beklemektedirler. Yine aday imajı değerlendirmesinde
“aynı cemaate mensup olmamız” değişkenini
önemseyen katılımcılar, “aynı sivil toplum
kuruluşuna üye olmamız” değişkenini de önem
atfetmektedirler (r= .56, p< .01). Diğer taraftan
adayın “dürüst olması” ile “bizim şahsi işlerimize yardımcı olması” değişkenleri arasından
negatif yönde bir ilişki söz konusudur (r= -.18,
p< .01).Yani insanların adayın dürüst olması
değişkenine verdikleri önem arttıkça; şahsi
işlerine yardımcı olması değişkenine verdikleri
önem azalmaktadır. Adayın dindar olması
değişkeni ile adayın laik olması değişkeni arasında da negatif yönde zayıf bir ilişki bulunmaktadır (r= -.17, p< .01). Katılımcıların aday
imajı değerlendirmesinde adayın dindar olması
değişkenine verdikleri önemin derecesi arttıkça; adayın laik olması değişkenine verdikleri
önem azalma göstermektedir (Bakınız Tablo2).
Konya seçmeninin görüşlerini yansıtan bu
ortalamalar, bir adayda aranan en önemli özelliğin “dürüstlük” olduğunu ortaya koyarken;
bundan sonraki önemli dört unsurun gittikçe
azalan ölçüde güvenilirlik, eğitimlilik, çalışkanlık ve iyi bir ekibinin olması gibi özellikler
oluşturmaktadır.
Seçmenlerce en az düzeyde önemsenen beş
değişik unsur ise; adayla aynı sivil toplum
kuruluşuna üye olmaları (A.O.= 1.90), adayın
tanınmış, köklü bir aileden olması (A.O.=
1.90), adayın bayan olması(A.O.= 1.68), adayın zengin olması (A.O.= 1.67) ve adayın ma-
hallelerinin çocuğu olması (A.O.= 1.62) olarak
belirmektedir. Buna göre siyasi partilerin hemen her seçimde ısrarla üstünde durdukları ve
aday belirleme kriterlerinde en ön şartlardan
birisi olarak gördükleri; adayın tanınmış bir
aileden olması, zengin olması ve adayın aday
olacağı bölgede doğup büyümüş olması özelliklerinin aslında seçmenlerce sanıldığı gibi
pek de önemsenen özellikler olmadıkları görülmektedir.
5.3. Seçmen Kararlarını ve Tercih Yapma
Süreçlerini Etkileyen Unsurlar
Boiney ve Paletz (1991: 3-4), seçmen kararlarının ve tercih yapma süreçlerinin beş ana unsuru olduğunu belirtmişlerdir. Bunlar: partiyle
özdeşleşme, konu, aday imajı, seçmen grup
üyeliği ve geçmişi değerlendirmek şeklinde
sıralanmaktadır. Onların yapmış oldukları bu
sıralama ile Konya seçmeninin ne kadar örtüşüp örtüşmediğinin ortaya konulması için “29
Mart 2009 Yerel Seçimlerinde Oy Verme Davranışınızda Etkili Olabilecek Aşağıdaki Hususlar Sizin İçin Ne Derece Önemlidir?” Sorusu
yöneltilmiştir. Alınan cevaplar Tablo-3’de de
görüldüğü şekliyle aritmetik ortalamalarına
göre en yüksekten en aşağı doğru sıralandığında ilk sırayı “yeni projelerinin olması” (A.O.=
3.55) alırken aşağı doğru, “adayın olumlu imajının olması” (A.O.= 3.43), “belediye başkanlığı görevinde deneyimli olması” (A.O.= 3.10),
“her zaman desteklemiş olduğum partinin adayı olması” (A.O.= 2.90) ve “yakın çevremin bu
partiyi destekliyor olması” (A.O.=2.09) şeklinde belirmektedir.
Araştırma bulgularına göre, Konya seçmeni bir
yerel seçimdeki adaya oy vermek için öncelikle
onun yeni projelerinin olmasını (konuyu) en
fazla önemserken, en az düzeyde de yakın
çevresinin bu aday veya partiyi destekliyor
olmasını (seçmen grup üyeliğini) önemsemektedir.
103
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Tablo -2: Aday İmajına Etki Eden Değişkenler Arasındaki Korelasyon Analizi Bulguları (Pearson r)
1.m
1.m
2.m
3.m
4.m
5.m
6.m
7.m
8.m
9.m
10.m
11.m
12.m
13.m
14.m
15.m
16.m
17.m
18.m
19.m
20.m
21.m
22.m
23.m
24.m
25.m
26.m
27.m
28.m
29.m
1
21a
22a
28a
23a
-09
15a
-04
-04
-00
11b
03
-02
-01
01
10b
07
06
14a
12a
11b
08
-02
05
-07
01
08
-03
00
1
23a
24a
18a
08
10b
05
02
00
14a
07
-00
04
04
05
01
05
33a
13a
09b
08
05
03
00
02
13a
00
13a
1
71a
31a
-08
22a
-18a
-14a
-07
09b
05
06
03
-07
23a
-10b
-13a
06
19a
06
-00
-08
-04
-14a
-16a
04
-09
00
42a
-05
22a
-16a
-10b
-04
08
06
03
-01
-06
25a
-07
-10b
10b
27a
08
03
-04
-02
-12a
-10b
04
-07
06
1
04
28a
-08
-00
-02
08
06
-00
-09
-05
21a
04
-02
10b
23a
16a
08
00
-02
-06
-10b
09
08
08
2.m
3.m
4.m
1
5.m.
6.m
1
7.m
8.m
9.m
10.m
11.m
12.m
13.m
14.m
15.m
16.m
17.m
18.m
19.m
20.m
21.m
22.m
23.m
24.m
25.m
26.m
27.m
28.m
29.m
Not: a: p< .01; b: p< .05
104
-08
37a
43a
22a
15a
11b
06
08
26a
-12
29a
30a
04
-06
14a
14a
22a
20a
36a
30a
11b
28a
13a
1
04
-04
02
02
05
08
00
-00
19a
-04
-08
17a
27a
14a
07
-03
-02
-02
-06
04
04
03
1
40a
23a
12a
14a
03
03
26a
-02
21a
31a
04
-03
06
08
21a
31a
37a
31a
02
26a
20a
1
31a
21a
12a
13a
06
30a
-01
33a
33a
07
-00
15a
08
13a
15a
48a
29a
07
29a
16a
1
37a
21a
02
-02
21a
-04
29a
25a
10b
01
08
08
19a
11b
28a
17a
03
22a
34a
1
14a
21a
13a
18a
-07
20a
20a
18a
10b
07
14a
08
14a
10b
08
12b
23a
18a
1
14a
-17a
14a
00
13a
26a
10b
02
17a
12a
28a
13a
10b
11b
00
14a
29a
1
46a
30a
-01
10b
07
04
11b
-02
05
-05
02
16a
08
-03
13a
04
1
29a
06
09b
01
-00
02
-03
-03
-11b
13a
08
07
-00
02
-11b
1
03
33a
32a
06
-03
09b
09
13a
17a
29a
21a
01
32a
15a
1
05
-05
14a
30a
07
02
01
-05
-05
-06
08
03
-02
1
56a
06
02
11b
18a
26a
29a
30a
25a
12b
28a
20a
1
09b
-06
04
18a
32a
28a
32a
28a
10b
28a
25a
1
39a
16a
18a
04
06
-00
03
21a
04
08
1
26a
11b
01
-01
-03
-06
04
-01
00
1
30a
23a
17a
15a
09
14a
11b
14a
1
30a
21a
19a
18a
20a
25a
09
1
32a
32a
31a
10b
28a
21a
1
39a
33a
15a
24a
17a
1
55a
10b
43a
22a
1
32a
47a
26a
1
30a
07
1
32a
1
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
Tablo 3. Seçmen Kararlarını Ve Tercih Yapma Süreçlerini Etkileyen Unsurlar
Maddeler
1 Yeni Projelerinin Olması
2 Adayın Olumlu İmajının Olması
3 Belediye Başkanlığı Görevinde Deneyimli Olması
4 Her Zaman Desteklemiş Olduğum Partinin Adayı Olması
5 Yakın Çevremin Bu Parti veya Adayı Destekliyor Olması
5.4. Yerel Seçimlerle İlgili Günlük Olay ve
Haberlerin Takip Edildiği Kitle İletişim
Araçları
Seçimler döneminde kamuoyunun gündemini
belirlemek, gündem konularıyla ilgili bilgiler
vermek, hedef kitleye aday ve partiyi tanıtmak
için siyasi partiler ve adaylar kitle iletişim
araçlarını sıklıkla kullanmaktadırlar. Kitle
iletişim araçlarının artması, bilgiye ulaşmanın
kolaylaşması ve seçmenlerin hemen her taraftan enformasyon bombardımanına tutulması
bunun en temel nedenlerini oluşturmaktadır.
Konya’daki siyasiler ve partiler tarafından da
sıklıkla kullanılan bu araç ve yöntemlerin seçmenler tarafından ne oranda takip edildiklerinin belirlenmesi için “seçimlerle ilgili günlük
olay ve haberleri genellikle en çok hangi iletişim aracından alıyorsunuz?” sorusu yöneltilmiştir. Soruyu cevaplayan seçmenlerin büyük
çoğunluğu bilgilenme aracı olarak televizyonu
(% 68.0) kullandıklarını söylerken, internet (%
13.2), gazete (% 12.0), yakın çevre (% 4.9) ve
radyo (% 1.8) daha düşük yüzdelik dağılımlarla
ifade edilmişlerdir.
Tablo 4. Yerel Seçimlerle İlgili Günlük Olay
Ve Haberlerin Takip Edildiği Kitle İletişim
Araçları
Sayı
334
Yüzde
68.0
İnternet
65
13.2
Gazete
59
12.0
Yakın Çevre
24
4.9
Radyo
9
1.8
491
100.0
Televizyon
TOPLAM
Bu veriler, günümüz seçmeninin ezici çoğunluğunun (% 68.0) televizyonu takip ederek
siyasi içerikli mesajları aldığını; geriye kalan
iletişim araçlarının ise çok küçük oranda takip
edildiklerini, özellikle de radyonun (% 1.8) en
A.O
3.55
3.43
3.10
2.90
2.09
S .S.
0.65
0.71
0.92
1.03
0.97
Min.
1
1
1
1
1
Max.
4
4
4
4
4
az oranda takip edilen araç olduğunu ortaya
koymaktadır.
5.5. Aday İmajı Değişkenleri İle Demografik
Değişkenler Arasındaki İlişki
Aday imajını oluşturan unsurlarla çeşitli değişkenler arasındaki ilişkinin olup olmadığı çalışma kapsamında analiz edilmiştir. Bu bağlamda;
eğitim düzeyi, yaş, meslek, aylık gelir ve cinsiyet gibi değişkenler kullanılmıştır.
5.5.1. Eğitim düzeyi ve Aday imajı
Aday imajını oluşturan unsurlarla eğitim düzeyi karşılaştırıldığında; yerel yönetim tecrübesine sahip olma (F= 3.17, p= ,014), adayın tanıdık olması (F= 2,68, p= ,031), adayın seçmenin
şahsi işlerine yardımcı olması (F= 3.73, p=
,005), hemşeri olması (F= 3.42, p= ,009), seçmenle aynı partiden olması (F= 5,67 p= ,001),
dindar olması (F= 8,86, p= ,001), ufkunun
geniş olması (F= 3.20, p= ,013), erkek olması
(F= 4,14, p= ,003), bayan olması (F= 3.54, p=
,007), tanınmış köklü bir aileden olması (F=
4,37, p= ,002) ve aday olduğu partinin iktidarda olması (F= 12,14, p= ,001) arasında anlamlı
bir farklılaşmanın bulunduğu gözlenmektedir.
Buna göre eğitim düzeyi arttıkça yerel yönetim
tecrübesine sahip olmaya verilen önem azalmaktadır. İlkokul mezunlarının adayda yerel
yönetim tecrübesinin bulunmasına verdiği
önem ortalaması 3.62 iken, ortaokul mezunlarında 3.60, lise mezunlarında 3.44, üniversite
mezunlarında 3.56, lisansüstü eğitim alanlarda
ise 3.11’dir. Bu doğrultuda ortalamalar arasında çok büyük farklılıklar olmamasına rağmen,
eğitim düzeyi yüksek olanların adayın yönetim
tecrübesini daha az önemsedikleri ortaya çıkmaktadır.
Eğitim düzeyiyle anlamlı farklılaşma gösteren
diğer bir unsur adayın tanıdık olmasıdır. Eğitim
105
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
düzeyi arttıkça seçmenin adayın tanıdık olmasına verdiği önem azalmaktadır. İlkokul ve
ortaokul mezunlarının adayın tanıdık olmasına
verdikleri önem ortalaması 2.18, lise mezunlarının 2.00, üniversite mezunlarının 1.86, lisansüstü eğitimlilerin ise 1.66’dır. Buna göre,
seçmenlerde eğitim seviyesi yükseldikçe adayın tanıdık olmasının öneminin gittikçe zayıfladığı ortaya çıkmaktadır.
2.33’dür. Bu verilere göre ilkokul ve ortaokul
mezunlarının adayın dindar olmasını en yüksek
oranda önemsedikleri; lise, üniversite ve lisansüstü eğitime sahip seçmenlerin ise eğitim
seviyeleriyle doğru orantılı olarak önem derecesini düşürdükleri görülmektedir. Buna göre
ilk ve ortaokuldan sonra eğitim seviyesi yükseldikçe adayın dindarlığına verilen önem
derecesi düşmektedir denilebilir.
Eğitim düzeyi ile farklılaşma gösteren bir diğer
unsur adayın seçmenin şahsi işlerine yardımcı
olmasıdır. Buna en fazla ilkokul mezunları 2.31
önem derecesi ile önem verirken, ortaokul
mezunları 1.90, lise mezunları 1.92, üniversite
mezunları 1.90, lisansüstü eğitimli seçmenler
1.77 önem derecesi ile daha az önem vermektedirler. Ortaya çıkan bu sonuçlara göre ilkokul
mezunlarının kendi şahsi işlerine yardımcı
olabilecek bir adaya daha fazla yönelebilecekleri görülmektedir.
Adayla seçmenin aynı cemaate mensup olması
seçmenler tarafından önemsenmekte ve seçmenin eğitim seviyesine göre değişik önem dereceleriyle ifade edilmektedir. İlkokul mezunu
seçmene göre bunun önem derecesi 2.04, ortaokul mezunu seçmene göre 1.98, lise mezunu
seçmene göre 2.04, üniversite mezunu seçmene
göre 1.73, lisansüstü eğitime sahip seçmene
göre de 1.83 olarak ortaya çıkmaktadır. Buna
göre ilkokul ve lise mezunları adayla aynı
cemaate mensup olmayı en fazla önemseyen
eğitimliler olurken, üniversite mezunları da en
az düzeyde önemseyen kesimi oluşturmaktadır.
Seçmenlerin eğitim düzeylerine göre önemsenen ve farklılaşma gösteren bir diğer unsur
adayın hemşeri olmasıdır. Bu durum ilkokul
mezunlarında 2.23 önem derecesine sahipken,
ortaokul mezunlarında 1.96, lise mezunlarında
1.78, üniversite mezunlarında 1.83, lisansüstü
eğitimlilerde ise 1.88’dir. Buna göre adayın
hemşeri olması en fazla ilkokul mezunlarınca,
en az da lise mezunlarınca önemli bulunmaktadır.
Adayın kendisiyle aynı partiden olması da
seçmenler tarafından önemsenmektedir. İlkokul
mezunlarının adayın kendi partilerinden olmasına verdikleri önem derecesi 2.92, ortaokul
mezunlarının 2.84, lise mezunlarının 2.73,
üniversite mezunlarının 2.35, lisansüstü eğitimliler 2.55’dir. Buna göre lisansüstü eğitimlilerle
üniversite mezunları yüksek eğitimli olarak
aynı kategoride değerlendirilecek olursa; eğitim seviyesi yükseldikçe adayın seçmenle aynı
partiden olma öneminin de azaldığı görülmektedir.
Konya’da adayın dindar olması seçmenler
tarafından önemsenen bir başka unsur olarak
karşımıza çıkmaktadır. Araştırmaya göre ilkokul mezunlarının adayın dindar olmasına verdikleri önem ortalaması 3.17, ortaokul mezunlarının 3.19, lise mezunlarının 2.81, üniversite
mezunlarının 2.62, lisansüstü eğitimlilerin
106
Adayın ufkunun geniş olması seçmenler tarafından önemsenen bir diğer unsur olmakla
birlikte eğitim seviyelerine göre farklılıklar
göstermektedir. İlkokul mezunlarına göre adayın ufkunun geniş olmasının önem derecesi
3.46, ortaokul mezunlarına göre 3.28, lise mezunlarına göre 3.52, üniversite mezunlarına
göre 3.60, lisansüstü eğitimlilere göre ise
3.83’dür. Bu veriler ışığında ilk ve ortaokul
mezunlarını ilköğretim olarak değerlendirerek
verilere bakacak olursak, eğitim seviyesi yükseldikçe adayın ufkunun geniş olmasına verilen
önem derecesi de artmaktadır denilebilmektedir.
Adayların cinsiyetleri de seçmenlerin eğitim
düzeylerine göre değişik ortalamalarda önemsenen unsurlar olmaktadır. Adayın erkek olması ilkokul mezunu seçmenlerde 2.28, ortaokul
mezunlarında 2.32, lise mezunlarında 2.27,
üniversite mezunlarında 1.88, lisansüstü eğitimine sahip seçmenlerde ise 2.11 önem ortalamasına sahiptir. Buna göre adayın erkek olması
en fazla ortaokul eğitimine sahip seçmenlerce
önemsenirken; en az düzeyde de üniversite
mezunlarınca önemsenmektedir.
Adayın bayan olmasının seçmenlerin eğitim
düzeyleriyle ilişkilerine bakıldığında ise; ilko-
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
kul mezunlarının önem derecesi ortalamaları
1.81, ortaokul mezunlarının 1.61, lise mezunlarının 1.80, üniversite mezunlarının 1.55, lisansüstü eğitimlilerin 1.38 olduğu görülmektedir.
Buna göre adayın bayan olmasını en fazla
ilkokul mezunu seçmenler önemserken; en az
olarak da lisansüstü eğitimliler önemsemektedirler.
Eğitim düzeyiyle anlamlı farklılaşma gösteren
diğer bir unsur adayın tanınmış, köklü bir aileden olmasıdır. Eğitim düzeyi arttıkça seçmenin
adayın tanımış köklü bir aileden olmasına verdiği önem de azalmaktadır. İlkokul mezunlarının adayın tanınmış, köklü bir aileden olmasına
verdikleri önem ortalaması 2.17, ortaokul mezunlarının 2.00, lise mezunlarının 1.89, üniversite mezunlarının 1.73, lisansüstü eğitimlilerin
ise 1.61’dir. Buna göre, seçmenlerin eğitim
seviyesi yükseldikçe adayın tanınmış, köklü bir
aileden olmasına verilen önem de gittikçe zayıflamaktadır.
Eğitim düzeyiyle anlamlı farklılaşma gösteren
son unsur adayın, aday olduğu partisinin iktidarda olmasıdır. Eğitim düzeyi arttıkça, aday
olunan partinin iktidarda olmasına verilen
önem azalmaktadır. İlkokul mezunlarının adayın partisinin iktidarda olmasına verdikleri
önem ortalaması 2.98, ortaokul mezunlarının
2.65, lise mezunlarının 2.53, üniversite mezunlarının 2.20, lisansüstü eğitimlilerin ise
1.55’dir. Buna göre, seçmenlerin eğitim seviyesi yükseldikçe adayın, aday olduğu partisinin
iktidarda olmasının önemi de azalmaktadır.
Aday olunan partinin iktidarda olmasını en
fazla ilkokul mezunları önemserken; en az
olarak da lisansüstü eğitime sahip seçmenler
önemsemektedirler.
5.5.2. Yaş ve Aday İmajı
Aday imajını oluşturan unsurlarla deneklerin
yaşları karşılaştırıldığında; hemşeriniz olması
(F= 3.30, p= ,003), siyasi çizgisini hiç değiştirmemiş olması (F= 2.38, p= ,028), inandırıcı
yeni ve uygulanabilir projelerinin olması (F=
4.74, p= ,000), yaşının olgun olması (en az 40
yaşında) (F= 2.69, p= ,014) ve tanınmış köklü
bir aileden olması (F= 2.48, p= ,022) arasında
anlamlı farklılaşmanın olduğu gözlenmektedir.
Araştırmadan elde edilen verilerde adayın
hemşeri olması durumunun çeşitli yaş kategori-
sinde bulunan seçmenlerce farklı düzeylerde
önemsendikleri görülmektedir. Buna göre; yaşı
18-25 arasında olan seçmenlerin adayın hemşerileri olmasına verdikleri önem ortalaması 1.74
iken, 26-35 yaş arası 1.88, 36-45 yaş arası 2.09,
46-55 yaş arası 1.91, 56-65 yaş arası 2.37, 6675 yaş arası 2.54, 76 yaş ve üzeri denekler ise
1.00 olarak belirmektedir. Bu verilere göre
adayın hemşeri olmasını en fazla 66-75 yaş
aralığındaki seçmenler önemserken; en az
düzeyde de 18-25 yaş aralığındaki seçmenlerle
76 yaş ve üzeri seçmenler önemsemektedir.
Araştırmada seçmenin yaşıyla, adayın siyasi
çizgisini hiç değiştirmemiş olmasına verilen
önem arasında da farklılıkların olduğu görülmektedir. Yaşı 18-25 arasında olan seçmenlerin
adayın siyasi çizgisini hiç değiştirmemiş olmasına verdikleri önem ortalaması 2.55, 26-35 yaş
arası 2.87, 36-45 yaş arası 2.94, 46-55 yaş arası
2.55, 56-65 yaş arası 2.88, 66-75 yaş arası 3.09,
76 yaş ve üzeri denekler ise 3.00 olarak belirmektedir. Bu verilere göre adayın siyasi çizgisini hiç değiştirmemiş olmasını en fazla 66-75
yaş aralığındaki seçmenler önemserken en az
da 18-25 yaş ile 46-55 yaş arası seçmenler
önemsemektedir.
Seçmenlerin yaşıyla adayın inandırıcı yeni ve
uygulanabilir projelerinin olmasına verilen
önem arasında da farklı önem dereceleri ortaya
çıkmaktadır. Yaşı 18-25 arasında olan seçmenlerin adayın inandırıcı yeni ve uygulanabilir
projelerinin olmasına verdikleri önem ortalaması 3.43, 26-35 yaş arası seçmenlerin 3.56,
36-45 yaş arası seçmenlerin 3.44, 46-55 yaş
arası seçmenlerin 3.59, 56-65 yaş arası seçmenlerin 3.42, 66-75 yaş arası seçmenlerin 3.63, 76
yaş ve üzeri seçmenlerin ise 1.00’dir. Buna
göre 46-55 yaş aralığındaki seçmenler, adayın
inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin
olmasını en fazla önemseyen kesimi oluşturmaktadırlar.
Seçmenin yaşıyla adayın yaşının olgunluğuna
verilen önem ortalaması arasında da farklılaşmalar bulunmuştur. Buna göre seçmenlerden
yaşı 18-25 arasında olanların adayın yaşının
olgun olmasına verdikleri önem ortalaması
2.31, 26-35 yaş arası 2.24, 36-45 yaş arası 2.45,
46-55 yaş arası 2.73, 56-65 yaş arası 2.51, 6675 yaş arası 2.54, 76 yaş ve üzeri denekler ise
1.66 olmaktadır. Bu verilere göre adayın yaşı-
107
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
nın olgun olmasını en fazla önemseyenlerin 4655 yaş aralığındaki seçmenlerden oluştuğu
görülmektedir.
Adayın tanınmış, köklü bir aileden gelmesine
verilen önemle seçmenlerin bulunduğu yaş
kategorisi arasında anlamlı ilişki gözlenmektedir. Çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde
adayın köklü bir aileden gelmesine verilen
önemle seçmenlerin yaşları arasında farlılıklaşmalar bulunmaktadır. Yaşı 18-25 arasında
olan seçmenlerin adayın tanınmış, köklü bir
aileden olmasına verdikleri önem ortalaması
1.73 iken, 26-35 yaş arası 1.94, 36-45 yaş arası
1.92, 46-55 yaş arası 2.20, 56-65 yaş arası 1.81,
66-75 yaş arası 1.90, 76 yaş ve üzeri denekler
ise 1.00 olarak belirmektedir. Bu verilere göre
adayın tanınmış, köklü bir aileden gelmesine
en fazla önem verenler 46-55 yaş kategorisi
arasındaki seçmenlerden oluşmaktadır.
5.5.3. Meslek ve Aday İmajı
Aday imajını oluşturan unsurlarla meslekler
karşılaştırıldığında; iyi bir ekibinin olması (F=
2.25, p= ,029), bizim şahsi işlerimize yardımcı
olması (F= 4.43, p= ,000), hemşeriniz olması
(F= 2.19, p= ,033), sizinle aynı partiden olması
(F= 2.45, p= ,018), dindar olması (F= 4.86, p=
,000), laik olması (F= 2.64, p= ,011), aynı
cemaate mensup olmanız (F= 2.66, p= ,010),
genç olması (F= 2.38, p= ,021), erkek olması
(F= 2.62, p= ,011), bayan olması (F= 2.90, p=
,006), mahallenizin çocuğu olması (F= 2.06, p=
,046) ve aday olduğu partinin iktidarda olması
(F= 4.99, p= ,000) arasında anlamlı farklılaşmanın bulunduğu gözlenmektedir.
Seçmenin sahip olduğu mesleği, adayların
birlikte çalıştığı veya çalışacağı ekiplere değişik düzeylerde önem ortalamaları vermelerine
neden olmaktadır. Mesleği işçi olanların adayın
iyi bir ekibinin olmasına verdikleri önem ortalaması 3.45, memur 3.72, serbest meslek 3.40,
esnaf 3.57, sanayici-tüccar 3.30, emekli 3.54,
ev hanımı 3.63 ve öğrenci 3.43 olarak belirmektedir. Bu ortalamalara bakıldığında adayın
iyi bir ekibinin olmasını en fazla önemseyenlerin, devlet memurlarından oluştuğu görülmektedir.
Meslekle, adayın seçmenin şahsi işlerine yardımcı olması arasında değişik düzeyde önem
108
dereceleri ortaya çıkmaktadır. İşçi 2.52, memur
1.70, serbest meslek 1.98, esnaf 1.95, sanayicitüccar 1.60, emekli 1.86, ev hanımı 2.16 ve
öğrenci 2.15’dir. Bu verilere göre en çok işçilerin; en az da sanayici ve tüccarların adayın
kendi şahsi işlerine yardımcı olmasını istedikleri görülmektedir.
Seçmenin mesleğiyle adayın hemşeri olmasına
verilen önem ortalaması arasında farklılaşmalar
bulunmaktadır. İşçi 2.10, memur 1.91, serbest
meslek 1.86, esnaf 2.21, sanayici-tüccar 1.70,
emekli 2.05, ev hanımı 2.06 ve öğrenci
1.64’dür. Adayın hemşeri olmasını en fazla
önemseyen meslek grubu esnaflar; en az önemseyenler ise öğrenciler olarak belirmektedir.
Ortaya çıkan bu sonuçlar esnafların daha çok
yerel ölçekte ticaret yapmasından, yöresel
insanlarla irtibatlı olmasından kaynaklanırken;
öğrenci, sanayici-tüccar, memur gibi hemşeriliği en az önemseyen meslek gruplarının ilişkilerinin ise daha geniş boyutlar içermesinden
kaynaklanmaktadır.
Adayın, seçmenin desteklemiş olduğu partiden
aday olmasına verilen önemle seçmenlerin
meslekleri arasında farklılaşmalar bulunmaktadır. Buna göre işçi 2.85, memur 2.37, serbest
meslek 2.70, esnaf 2.85, sanayici-tüccar 2.40,
emekli 2.86, ev hanımı 2.86 ve öğrenci
2.48’dir. Bu verilere göre; emekliler ve ev
hanımları adayın kendisiyle aynı partiden olmasını en fazla düzeyde önemserlerken; memurlar, en az düzeyde önemsemektedirler.
Seçmenlerin meslekleriyle adayın dindar olmasına verilen önem arasında farklılaşma görülmektedir. Buna göre önem ortalamaları işçi
3.07, memur 2.59, serbest meslek 2.91, esnaf
3.04, sanayici-tüccar 2.80, emekli 3.00, ev
hanımı 3.21 ve öğrenci 2.56’dır. Konya seçmeninden ev hanımları yerel seçimlerde adayın
dindar olmasını en fazla önemseyen kesimi
oluştururken en az önemseyenler ise, öğrencilerden ve memurlardan oluşmaktadır.
Seçmenlerin meslekleriyle adayın laik olmasına verilen önem arasında da farklılaşma bulunmaktadır. Çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde adayın laik olmasına verilen önem
işçilerde 2.87, memurlarda 2.71, serbest meslekte 2.91, esnafta 2.80, sanayici-tüccarda 2.90,
emeklide 2.45, ev hanımında 2.47 ve öğrencide
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
3.02 çıkmaktadır. Ortaya çıkan verilere göre
meslek gruplarından öğrencilerin adayın laik
olmasını en fazla oranda önemseyenler olduğunu, emeklilerinse en az düzeyde önemseyenler olduğu görülmektedir.
Seçmenlerin meslekleriyle aday imajı unsurlarından aynı cemaate mensup olma arasında da
verilen önem bakımından farklılaşma bulunmaktadır. İşçi 2,22, memur 1.73, serbest meslek 1.96, esnaf 2.14, sanayici-tüccar 1.80,
emekli 1.69, ev hanımı 2.03 ve öğrenci
1.83’dür. Bu verilere göre, adayın kendileriyle
aynı cemaate mensup olmasını en fazla işçiler
önemserken, emeklilerde en az düzeyde önemsemektedirler.
Meslek kategorileriyle adayın genç olmasına
verilen önem arasında da anlamlı farklılaşma
bulunmaktadır. Özellikle ev hanımlarıyla işçiler adayın genç olmasını en fazla önemseyen
meslek gruplarını oluşturmaktadır. Çoklu karşılaştırma tablosunda işçilerin 2.77, memurların
2.70, serbest mesleklilerin 2.39, esnafın 2.65,
sanayici-tüccarın 1.90, emeklinin 2,52, ev
hanımının 2.82 ve öğrencinin 2.46 ortalamaya
sahip oldukları görülmektedir. Buna göre adayın genç olmasını en az oranda sanayicitüccarların önemsedikleri ortaya çıkmaktadır.
Seçmenlerin mesleklerine göre adayların cinsiyetlerine verilen önem ortalaması farklılıklar
göstermektedir. Adayın erkek olmasını işçi
2.70 ortalamayla önemserken, memur 1.95,
serbest meslek 2.14, esnaf 2.10, sanayici-tüccar
2.20, emekli 2.08, ev hanımı 2.30 ve öğrenci
2.01’le önemsemektedir. Verilerin geneline
bakılacak olursa adayın erkek olmasını en fazla
önemseyenlerin işçiler, en az önemseyenlerin
de memurlar olduğu görülmektedir.
Adayın bayan olmasını ise; işçi 1.92, memur
1.52, serbest meslek 1.65, esnaf 1.78, sanayicitüccar 1.30, emekli 1.47, ev hanımı 1.86 ve
öğrenci 1.66 ortalama ile önemsemektedirler.
Buna göre de, adayın bayan olmasını en fazla
önemseyenler yine işçiler olurken, en az önemseyenler ise sanayici-tüccarlar olarak belirmektedir.
Mahallemizin çocuğu olması yargısına verilen
önem seçmenlerin bağlı bulunduğu meslek
grubuna göre farklılık göstermektedir. Buna
göre söz konusu yargıya en fazla önem verenler işçiler (2.00), en az önem verenler de sanayici-tüccarlar (1.40) olmaktadır. Çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde araştırmaya
katılanlar arasında işçilerin, memurlara ve
öğrencilere göre adayın mahallelerinin çocuğu
olması yargısına daha fazla önem verdikleri
görülmektedir.
Aday olunan partinin iktidarda olması yargısına verilen önem de seçmenlerin bağlı bulunduğu meslek grubuna göre farklılık göstermektedir. Çoklu karşılaştırma tablosunda mesleklere
göre önem ortalamalarına bakıldığında işçi
2.90, memur 2.12, serbest meslek 2.44, esnaf
2.53, sanayici-tüccar 2.40, emekli 2.86, ev
hanımı 2.85 ve öğrenci 2.31 ortalama ile önemsemektedirler. Buna göre aday olunan partinin
iktidarda olması yargısına en fazla önemin
işçiler tarafından, en az öneminde memurlar
tarafından verildiği görülmektedir. Araştırmaya
katılanlar arasından işçiler, emekliler ve ev
hanımları memurlara göre, ev hanımları da
öğrenciye göre adayın partisinin iktidarda olmasını daha fazla önemsedikleri ortaya çıkmaktadır.
5.5.4. Aylık Gelir ve Aday İmajı
Aday imajını oluşturan unsurlarla seçmenlerin
aylık geliri karşılaştırıldığında; tanıdık olması
(F= 2.45, p= ,018), bizim şahsi işlerimize
yardımcı olması (F= 5.45, p= ,000), sizinle
aynı partiden olması (F= 2.12, p= ,040), dindar
olması (F= 3.49, p= ,001), milliyetçi olması
(F= 4.08, p= ,000), laik olması (F= 2.07, p=
,045), sizinle aynı etnik kökenden olması (F=
2.09, p= ,042), inandırıcı yeni ve uygulanabilir
projelerinin olması (F= 3.02, p= ,004), aynı
sivil toplum kuruluşuna üye olmanız (F= 2.20,
p= ,033), aynı cemaate mensup olmanız (F=
4.38, p= ,000), ufkunun geniş olması (F= 2.77,
p= ,008), erkek olması (F= 2.28, p= ,027),
bayan olması (F= 2.91, p= ,005), tanınmış,
köklü bir aileden olması (F= 2.65, p= ,010) ve
aday olduğu partinin iktidarda olması (F= 5.39,
p= ,000) arasında anlamlı farklılaşmanın bulunduğu gözlenmektedir.
Seçmenlerin aylık geliri ile adayın tanıdık
olması değişkeni arasındaki ilişki incelendiğinde; adayın tanıdık olmasına en fazla önem
verenlerin aylık 500 TL’nin altında geliri bulu-
109
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
nanlar (2.42), en az önem verenlerin ise 3000
TL’nin üzerinde gelire sahip olanlar (1.64)
olduğu gözlenmektedir.
Aynı ilişki, adayın seçmenin şahşi işlerine
yardımcı olması değişkeninde de görülmektedir. Adayın şahsi işlerine yardımcı olmasını en
fazla önemseyen gelir grubu, 500 TL ve altındakiler (2,74) iken, en az önemseyenler ise
aylık 3000 TL’den fazla gelire (1,71) sahip
olanlardır.
Sizinle aynı partiden olması değişkenine verilen önem katılımcıların aylık gelirlerine göre
farklılık göstermektedir. Tukey testi ve çoklu
karşılaştırma tablosu incelendiğinde söz konusu farklılık 500 TL’den az gelire sahip (3.08)
olanlarla 1501-2000 TL arasında gelire sahip
olanlar (2.40) arasında yaşanmaktadır.
Adayın dindar olmasına verilen önemle aylık
gelir düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına
dayanılarak karşılaştırıldığında; 500 TL ve altı
geliri olanlarla, 2001-2500 TL ile 3001-3500
TL arasında gelire sahip olanların farklılaştığı
dikkati çekmektedir. Aylık geliri 500 TL’nin
altında olan katılımcıların 3.14 aritmetik ortalama değeriyle, 2001-2500 TL aylık gelire
sahip olanlar (2.48) ve 3001-3500 TL aylık
geliri olanlardan (2.21) farklılaştığı ortaya
çıkmaktadır.
Adayın milliyetçi olması değişkeni ile katılımcıların aylık gelirleri arsında da anlamlı bir
ilişki söz konusudur. Aylık geliri 2501-3000
TL arasında olanlar; geliri 501-1000 TL, 10011501 TL, 1501-2000 TL ve 2001-2500 TL
arasında olanlara göre adayın milliyetçi bir
kimliğe sahip olmasını daha az önemli görmektedirler.
Adayın laik olması değişkeni ile aylık gelir
düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına dayanılarak incelendiğinde; 1001-1500 TL arası geliri
olanlarla, 2501-3000 TL gelire sahiplerin ve
yine 1501-2000 TL arasında gelire sahip olanlarla 2501-3000 TL gelire sahip olanların farklılaştığı dikkati çekmektedir. Bir başka anlatımla 1001-1500 TL arasında gelire sahip olanlar
2501-3000 TL arasında aylık geliri bulunanlara
nazaran ve yine 1001-1500 TL arasında aylık
kazancı olanların 2501-3000 TL arası aylık
geliri olanlara göre adayın laik olmasına daha
fazla önem atfetmektedirler.
110
Katılımcıların aylık gelir düzeyleri bakımından
“sizinle aynı etnik kökenden olması” değişkenine verdikleri önem anlamlı bir şekilde farklılaşmaktadır. Ancak Tukey testi ve çoklu karşılaştırma tablosuna göre gruplar arasında ortaya
çıkan farklılığın kaynağı belirsizdir.
Adayın “inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin olması” değişkeni ile katılımcıların
aylık gelir durumları karşılaştırıldığında; 25013000 TL aylık gelire sahip olan katılımcılar
3.88 aritmetik ortalama değeriyle, 500 TL’den
az gelire sahip olanlara (3.19) göre adayın
inandırıcı yeni ve uygulanabilir projelerinin
olmasını daha fazla önemsedikleri görülmektedir.
Katılımcıların aylık gelir düzeyleri bakımından
“aynı sivil toplum kuruluşuna üye olmanız”
değişkenine verdikleri önem anlamlı bir şekilde
farklılaşmaktadır. Ancak Tukey testi ve çoklu
karşılaştırma tablosuna göre gruplar arasında
ortaya çıkan farklılığın kaynağının belirsizliği
dikkat çekmektedir.
Adayla aynı cemaate üye olma değişkenine
verilen önemle aylık gelir düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına dayanılarak karşılaştırıldığında; aylık geliri 500 TL’nin altında olan
katılımcıların 2.48 aritmetik ortalama değeriyle, 501-1000 TL (1.86), 1001-1500TL (1.89),
1501-2000 TL (1.71), 2001-2500 TL (1.93) ve
3001-3500 TL (1.42) aylık geliri olanlardan
farklılaştığı ortaya çıkmaktadır.
“Adayın ufkunun geniş olması” değişkenine
verilen önem katılımcıların aylık gelirlerine
göre farklılık göstermektedir. Tukey testi ve
çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde söz
konusu farklılık 2001-2500 TL arasında gelire
sahip olanlarla (3.76), aylık 500 TL’den az
gelire sahip katılımcılar arasında (3.29) yaşanmaktadır.
“Adayın erkek olması” değişkenine verilen
önem katılımcıların aylık gelirlerine göre farklılık göstermektedir. Aylık geliri 500 TL’den
az olanlar (2.55), aylık geliri 1501-2000 TL
arasında olanlara göre (1.89) bu maddeye daha
fazla önem atfetmektedirler.
Katılımcıların aylık gelir düzeyleri bakımından
“Adayın bayan olması” değişkenine verdikleri
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
önem anlamlı bir farklılık göstermektedir. Söz
konusu farklılık 500 TL’den az gelire sahip
olanlarla (2.00) 3001-3500 TL arasında aylık
gelir kategorisinde yer alan katılımcıların
(1.14) farklı düşünmelerinden ileri gelmektedir.
Adayın “tanınmış köklü bir aileden olması”
değişkenine verilen önemle katılımcıların aylık
gelir düzeyi çoklu karşılaştırma tablolarına
dayanılarak incelendiğinde; 500 TL ve altı
geliri olanlarla, 501-1000 TL ile 1001-1500 TL
arasında gelire sahip olanların farklılaştığı
dikkati çekmektedir. Aylık geliri 500 TL’nin
altında olan katılımcıların 2.38 aritmetik ortalama değeriyle, 501-1000 TL aylık gelire sahip
olanlar (1.90) ve 1001-1500 TL aylık geliri
olanlardan (1.82) farklılaştığı dikkati çekmektedir.
Son olarak adayın “mensup olduğu partinin
iktidarda olması” değişkeni ile katılımcıların
aylık gelir düzeyi karşılaştırıldığında; aylık
geliri 3001-3500 TL arasında olan katılımcıların 1.28 aritmetik ortalama değeriyle, 500
TL’den az (2.87), 501-1000 TL (2.63), 10011500TL (2.56) ve 2001-2500 TL (2.61) arası
aylık geliri olanlardan farklılaştığı ortaya çıkmaktadır.
5.5.5. Cinsiyet ve Aday İmajı
Seçmenlerin cinsiyetleri ile aday imajı değişkenlerine verdikleri önem bakımından farklılaşmaları ortaya koymak amacıyla bağımsız
örneklem T-testi uygulanmıştır. Elde edilen
verilere göre seçmenlerin “Bizim şahsi işlerimize yardımcı olması” değişkenine verdikleri
önem bakımından cinsiyetler arasında anlamlı
farklılaşma vardır (t= -1.97, p< .05). Bu değişkene, bayanlar (A.O.= 2.11) erkeklere (A.O.=
1.93) göre daha fazla önem atfetmektedirler.
Adayın laik olması değişkenine verilen önemle
seçmenlerin cinsiyetleri arasında da anlamlı
farklılaşma vardır (t= -197, p< .05). Cinsiyetlere göre adayın laik olmasına verilen önem
bayanlarda (A.O.= 2.86) daha yüksekken, erkeklerde (A.O.= 2.67) daha düşük olmaktadır.
Bu ortalamalara göre adayın laik olması bayan
seçmenler tarafından daha fazla önemsenmektedir.
Seçmenlerin “adayın bürokraside tecrübeli
olması” değişkenine verdikleri önem bakımından cinsiyetler arasında anlamlı farklılaşma
vardır (t= -2.05, p< .05). Bu değişkene bayanlar (A.O.= 3.33) erkeklerden (A.O.=3.18) daha
fazla önem vermektedirler.
“Adayın yaşının olgun olması (en az 40 yaşında)” da seçmenlerin cinsiyetlerine göre anlamlı
farlılaşma içermektedir (t= -2.36, p< .05). Adayın yaşının olgun olmasını bayanlar (A.O.=
2.52) erkeklerden (A.O.= 2.31) daha fazla
önemsemektedirler.
“Adayın erkek olması” ise seçmenlerin cinsiyetlerine göre anlamlı farklılaşma içeren bir
başka unsur olmaktadır (t= 2.77, p< .05). Buna
göre erkek seçmenler (A.O.=2.25) bayan seçmenlerden (A.O.= 1.99) daha büyük oranda
adayın erkek olmasını önemsemektedirler.
“Adayın bayan olması” da seçmenlerin cinsiyetlerine göre anlamlı farklılaşma içeren bir
başka unsurdur (t= -2.74, p< .05). Bu değişkene ise, bayanlar (A.O.= 1.78) erkeklerden
(A.O.= 1.59) daha fazla önem atfetmektedirler.
Elde edilen verilere göre bayan seçmenlerin,
adayın şahsi işlerine yardımcı olmasını, adayın
laik olmasını, adayın bürokraside tecrübeli
olmasını, adayın yaşının olgun olmasını (en az
40 yaşında) ve adayın bayan olmasını erkeklerden daha fazla önemsedikleri; erkek seçmenlerin ise sadece “adayın erkek olmasını” bayanlardan daha fazla oranda önemsedikleri ortaya
çıkmaktadır.
SONUÇ
Yerel veya genel seçimlerde oy kullanacak
seçmenler hangi patiye ya da hangi adaya yönelik oy kullanacakları yönündeki tercihlerini
yaparlarken çeşitli kriterleri göz önünde bulundurarak bu kararı vermektedirler. Bu kriterler
adayın eğitiminden, cinsiyetinden, tanınmışlığından, dindarlığından, laikliğinden, çalışacağı
ekibinden, zenginliğinden, yeni projelerinin
olmasından, genç olmasından, bayan olmasından, dürüstlüğünden, çalışkanlığından, giyim
kuşamı, duruşu, hitabeti, üye olduğu cemaati,
üyesi olduğu sivil toplum kuruluşu ve güvenilirliği gibi birçok özelliğinden oluşmaktadır.
111
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Bu özelliklerin toplamı ise adayın imajını oluşturmaktadır.
29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Konya seçmeni üzerine yapılan bu araştırma seçmen tercihinde aday imajının rolünü ortaya
koymak amacıyla yapılmıştır. Siyasilerin her
zaman çokça söyledikleri imaj, gerçekten seçmen tercihinde etkili midir? Ya da imajın hangi
unsuru daha fazla etkilidir? Etkili ise seçmene
göre önemliliği ne ölçüdedir? Bunların ortaya
konulması; siyasilerce nelerin daha fazla dikkate alınması, nelerin daha geri plana atılması
gerektiği hususunda bilgilere ulaşılmıştır.
Seçmen tercihinde aday imajının rolünün ortaya konulması amacıyla Konya seçmeni üzerinde yapılan çalışmada elde edilen bulgular:
erkek olmasına, adayın bayan olmasına, adayın
tanınmış köklü bir aileden olmasına ve adayın
partisinin iktidarda olmasına az önem verirlerken, adayın ufkunun geniş olmasına ise daha
fazla önem vermektedirler. Düşük eğitimli
seçmenler ise yüksek eğitimli seçmenlerin tersi
bir durum sergilemektedirler.
Yaş kategorilerine göre:
Orta yaş üzeri seçmenler adayın hemşerileri
olmasını, siyasi çizgisinde kırıklık olmamasını, yeni, uygulanabilir projelerinin olmasını,
yaşının olgun (en az 40 yaşında) olmasını ve
tanınmış köklü bir aileden gelmesini en fazla
önemserlerken; genç seçmenler ise bu özellikleri en az düzeyde önemsemektedirler.
Mesleklerine göre:
Seçmenlerin % 68.0’lik büyük çoğunluğu yerel
seçimlerle ilgili günlük olay ve haberleri televizyondan takip etmektedirler. İnternet, gazete
gibi online ve basılı görsel medyadan haber
alanların oranı ise % 12.0-13.0’lerde kalmaktadır. 1940’ların popüler propaganda aracı olan
radyo ise % 1.8’lik takip edilme oranıyla kendisine en son sırada yer bulabilmektedir.
Seçmenler oy kullanacakları bir adayda bulunması gereken en önemli özellik olarak dürüstlük, güvenilirlik, olumlu imaj ve yeni projelere sahip olmayı ararlarken; en az düzeyde de
zenginlik, aynı mahallede yaşıyor olmak ve
yakın çevrenin bu adayı destekliyor olmasını
aramaktadırlar. Bunlardan dürüstlük ve güvenilirlik gibi en fazla önemsenen özellikler, 28
Mart 2004 Yerel Seçimleri için Konya seçmeni
üzerinde alan araştırması yapan Damlapınar ve
Balcı’nın çalışmalarında da belirtilmektedir.
Aday imajını oluşturan unsurlar seçmenlerin
eğitim düzeylerine, yaşlarına, mesleklerine,
aylık gelirlerine ve cinsiyetlerine göre değişik
önem düzeylerine sahip olmaktadır.
Eğitim düzeylerine göre:
Yüksek eğitimli seçmenler adayın yerel yönetim tecrübesine sahip olmasına, adayın tanıdık
olmasına, adayın şahsi işlerine yardımcı olmasına, adayın hemşerileri olmasına, adayın kendi
partilerinden olmasına, adayın dindar olmasına,
adayın kendi cemaatlerinden olmasına, adayın
112
Memurlar, en fazla adayın iyi bir ekibe sahip
olmasını önemserlerken, en az da kendi desteklediği partinin adayı olmasını,
Öğrenciler, en fazla adayın laik olmasını
önemserlerken; en az da dindar olmasını ve
hemşerileri olmasını,
Evhanımları, en fazla adayın dindar olmasını
ve kendi desteklediği partinin adayı olmasını,
Esnaflar, en fazla adayın hemşerileri olmasını,
Emekliler, en fazla adayın kendi desteklediği
partinin adayı olmasını,
İşçiler ise, en fazla adayın kendi şahsi işlerine
yardımcı olmasını, kendisiyle aynı cemaate
mensup olmasını, erkek olmasını, bayan olmasını, mahallelerinin çocuğu olmasını ve aday
olduğu partinin iktidarda olmasını önemsemektedirler.
Aylık gelirlerine göre:
Aylık geliri 500 TL’den az olan seçmenler
adayın tanıdık olmasını, şahsi işlerine yardımcı
olmasını, kendi partisinin adayı olmasını, aynı
sivil toplum kuruluşuna üye olmalarını, aynı
cemaate mensup olmalarını, erkek olmasını,
tanınmış köklü aileden olmasını ve aday olduğu partinin iktidarda olmasını en fazla düzeyde
önemsemektedirler. En az düzeyde ise, adayın
Seçmen Tercihinde Aday İmajının Rolü:… (95-114)
yeni ve uygulanabilir projelerinin olmasına
önem vermektedirler.
Aylık geliri 1501 TL- 2000 TL arasında olan
seçmenler adayın laik olmasını en fazla önemseyenlerdir.
Aylık geliri 2501 TL- 3000 TL arasında olan
seçmenler adayın dindar olmasını, milliyetçi
olmasını, inandırıcı yeni projelerinin olmasını
ve ufkunun geniş olmasını en fazla düzeyde
önemseyenlerdir.
Aylık geliri 3001 TL- 3500 TL arasında olan
seçmenler hiçbir şeyi en yüksek düzeyde
önemsemezlerken; adayın tanıdık olmasını,
şahsi işlerine yardımcı olabilmesini, kendisiyle
aynı partiden olmasını, dindar olmasını, aynı
etnik kökenden olmalarını, aynı sivil toplum
kuruluşuna üye olmalarını, aynı cemaate mensup olmalarını, bayan olmasını, tanınmış bir
aileden olmasını ve aday olduğu partinin iktidarda olmasını en düşük düzeyde önemsemektedirler.
Aylık geliri 3501 TL’den çok olan seçmenler
adayın bayan olmasını ve kendisiyle aynı etnik
kökenden olmasını en fazla düzeyde önemsemektedirler.
Seçmenlerin cinsiyetlerine göre aday imajı
unsurlarına yaklaşımları:
Bayan seçmenler adayın şahsi işlerine yardımcı
olmasını, laik olmasını, bürokraside tecrübeli
olmasını, yaşının olgun olmasını ve bayan
olmasını en fazla düzeyde önemsemektedirler.
Erkek seçmenler ise, adayın erkek olmasını en
fazla düzeyde önemsemektedirler.
Ortaya çıkan bu sonuçlar Konya seçmeninin
yerel yönetim adayları hakkındaki görüşlerini
yansıtmaktadır. Ancak her ne kadar Konya
ölçeğinde yapılan bir çalışmanın sonuçları olsa
da, alanda, bundan sonra yapılacak çalışmalar
ve siyasi uygulayıcılar için fikir verecek nitelikte bulgular içermektedir. Özellikle uygulayıcıların hangi seçmen kitlesine hangi konularda
vurgu yapması, hangi iletişim kanallarını kullanması, verilecek mesajlarda daha çok hangi
konuların öne çıkartılması gerektiği; seçmenlerin eğitim düzeyleri, yaşları, cinsiyetleri, mes-
lekleri ve gelir durumları dikkate alınarak yapılırsa çalışmaların etki gücünün artacağı, boşa
zaman ve maddi kaynak israfının önleneceği
öngörülmektedir.
Sonuç olarak seçmenler oy verecekleri adaylarda, sıradan hemen tüm insanlarda da olması
gereken, bir takım özellikler aramaktadırlar.
Bunlar; adayın dürüstlüğü, güvenilirliği, eğitimli olması, çalışkan olması, iyi bir ekibinin
olması, yeni projelerinin olması, ufkunun geniş
olması, imajının düzgün olmasıdır. Uygulayıcılar tarafından çok önemli olarak görülen ve
seçmenin oy verme kararında etkili olduğu
sanılan hemşerilik, aynı cemaate mensup olma,
mahallenin çocuğu olması, aynı sivil toplum
kuruluşuna üye olunması, adayın tanınmış,
köklü bir aileden olması, adayın bayan olması
ve adayın zengin olması gibi özelliklerin ise;
sanıldığı kadar etkili olmadıkları, çok yoğun
olarak bunların ön plana çıkartılmasıyla seçmenlerin etkilenemeyecekleri, ancak diğer
özellikler yanında çok küçük katkı yapabilen
özellikler olduğu ortaya çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
Bakan Ö (2005) Kurumsal İmaj: Oluşumu ve
Etkili Faktörler, Tablet Yayını, Konya.
Bakan Ö (2008) Kurumsal Kimlik ve İmaj,
Ahmet Kalender ve Mehmet Fidan (ed.), Halkla İlişkiler, Tablet Yayını, Konya, ss.289-310.
Bilir F (2008) Adaylık ve Meclis’te Yenilenme, Yasama Derg, S.9, 6-16.
Boiney J ve Paletz D L (1991) In Search of the
Model: Political Science Versus Political
Advertising Perspectives on Voter Decision
Making, F Biocca (ed), Television and Political
Advertising, Vol. 1: Psychologial Processes,
Lawrence Erlbaum Associates, New Jersey, pp.
3-25.
Damlapınar Z ve Balcı Ş (2005) Seçmenin
Zihnindeki Aday İmajını Belirleyen Etkenler:
28 Mart 2004 Yerel Seçimleri Alan Araştırması, Selçuk İletişim Derg, 4 (1), 58-79.
Daver B (1968) Siyasal Bilimine Giriş, S.B.F.
Yayını, Ankara.
Devran Y (2003) Siyasal Kampanya Yönetimi:
Mesaj, Strateji ve Taktikler, And Yayınları,
İstanbul.
113
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Ertekin Y (1986) Halkla İlişkiler ve Görüntü
Yaratma, Fermani Maviş (der), Halkla İlişkiler
(Seçme Yazılar), Anadolu Üniversitesi Açık
Öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, s. 288298.
Gallagher M (1988) Introduction, Michael
Gallagher ve Michael Marsh (eds), Candidate
Selection in Comparative Perspective: The
Secret Garden of Politics, Sage Publications,
London.
Garih Ü (2005) Pazarlama-Tanıtım Halkla
İlişkiler, Hayat Yayınları, İstanbul.
Gözübüyük A Ş (1991) Anayasa Hukuku,
Savaş Yayınları, Ankara.
Hazan R Y ve Rahat G (2006) The Influence of
Candidate Selection Methods on Legislatures
and Legislators: Theoretical Propositions,
Methodological Suggestions and Empirical
Evidence, The Journal of Legislative Studies,
12 (3- 4), 366-385.
http://www.istatistikanaliz.com/t-testi.asp.tr,
(Erişim Tarihi: 29.12.2009)
Işık M (2008) Türkiye’deki İletişim Sisteminin
Medya Siyaset İlişkilerine Yansımaları, Zülfikar Damlapınar (ed), Medya ve Siyaset, Eğitim
Kitabevi, Konya, ss. 147-163.
Kalender A (2005) Siyasal İletişim: Seçmenler
ve İkna Stratejileri, Çizgi Kitabevi, Konya.
Mardin B (1986) İmaj Noktalardan Oluşan
Resim Gibidir, Fermani Maviş (der), Halkla
İlişkiler (Seçme Yazılar), Anadolu Üniversitesi
Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir,
ss. 299-303.
Oktay M (2002) Politikada Halkla İlişkiler,
Derin Yayınları, İstanbul.
Öden M (2003) Seçmenlerin “Kişi Tercihi”
Açısından Seçim Sistemleri, Yetkin Yayınları,
Ankara.
Özkan A (2004) Siyasal İletişim: Partiler, Seçimler, Stratejiler, Nesil Yayınları, İstanbul.
Özsoy O (2004) Seçmen-Siyasetçi İlişkileri
Ekseninde Başarılı Siyasetçinin El Kitabı,
Hayat Yayıncılık, İstanbul.
Özüpek M N (2005) Kurum İmajı ve Sosyal
Sorumluluk, Tablet Yayını, Konya.
114
Peltekoğlu F B (2004) Halkla İlişkiler Nedir,
Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul.
Sakal M (1998) Siyasal Karar Alma Sürecinde
Yeralan Aktörler ve Rolleri, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Derg, 13 (1), den aktaran www.canaktan.org
/ekonomi /anayasal-iktisat/ diğer yazılar/sakalsiyasal-karar-alma.pdf, Erişim Tarihi: 19.10.
2009.
Sampson E (1995) İmaj Faktörü, Hakan İlgün
(çev), Rota Yayın Tanıtım, İstanbul.
Teziç E (1996) Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul.
Uztuğ F (1999) Siyasal Marka: Seçim Kampanyaları ve Aday İmajı, MediaCat Yayınları,
Ankara.
Varol M (1988). Siyasal Alanda Halkla İlişkiler, Halkla İlişkiler Sempozyumu–87, Ankara
Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu ve
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü
Yayını, Ankara, ss.187-190.
Yeşil R (2002) Okul ve Ailede İnsan Hakları
ve Demokrasi Eğitimi, Nobel Yayınları, Ankara.
SİYASİ PARTİLERİN KADINA İLİŞKİN SÖYLEM VE POLİTİKALARI
(AKP VE CHP ÖRNEĞİ)
Banu Terkan*
ÖZET
Siyasi partiler iktidar olma ya da iktidara ortak olma mücadelelerinde siyasal iletişim stratejilerini etkin bir şekilde kullanarak, amaçlarına kısa sürede ulaşmalarını sağlayacak politikalar üretirler ve söylemler geliştirirler. Daha fazla seçmen kitlesini etkilemek için izlenen stratejiler ise, kimi
zaman partilerin bir takım konularda ürettikleri politikaların ve vaatlerin gerçek hayatta tam
anlamıyla bir karşılığının olmamasına neden olmaktadır. Bu durumu en iyi gözlemleyebileceğimiz
alanlardan biri siyasi partilerin kadına yönelik üretmiş oldukları politika ve söylemler alanıdır.
Kadının toplumsal yaşamın her alanında görünür olma adına verdiği mücadelede siyasi partiler
bu mücadelenin önemli bir parçası olmak yerine popülist söylemler içerisinde kadın seçmeni çekebilmenin yollarını aramakta, siyasette ve kamusal yaşamın bir çok alanında ikincilleştirilen
kadın yine siyasi partilerin cinsiyetçi ideolojileri içerisinde var edilmeye çalışılırken aslında görmezden gelinmektedir. Bu çalışmada belirtilen kaygılardan hareket edilerek 2007 Genel Seçimleri
sonucunda Türkiye’nin iktidar partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile ana muhalefet
partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kadın söylemi ve politikaları incelenmiştir. Ele
alınan konu AKP ve CHP’nin parti programları, seçim bildirgeleri, gazete siyasal reklamları gibi
parti politikalarını ortaya koyan temel yayınları ve uygulamaları çerçevesinde analiz edilmiştir.
AKP’nin 2001 yılında yayınladığı ve bugüne kadar değişiklik yapmadığı parti programı, CHP’nin
2008 yılında yayınladığı son parti programı ve her iki partinin 2007 Genel Seçimleri’ne ait seçim
beyannameleri ve gazete siyasal reklamları çalışmada incelenmiş ve bu veriler çerçevesinde her
iki partinin kadın söylemi ve politikaları belirlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar sözcükler: Kadın, parti programları, seçim bildirgeleri, siyasal reklamlar.
POLITICAL PARTIES’ DISCOURSES AND POLICIES CONCERNING WOMAN
(THE CASES OF AKP AND CHP)
ABSTRACT
In their struggle to rise to power or to be part of the power, political parties produce policies and
develop discourses that would enable them to achieve their goal in a short time by using efficiently
their political communication strategies. Due to strategies that they follow with a view to influencing a larger amount of voters cause, it happens from time to time that policies that they come up
with and promises they make concerning certain issues do not exactly correspond to real life. One
of the areas in which to best observe such situations is the policies and discourses that political
parties produce towards women. When it comes to women’s struggle to be visible in every part of
social life, political parties, instead of being an important part of that struggle, look to attract
more female votes through populist discourses. Thus while women who are sidelined in much of
public life are given appearance in the parties’ sexist ideologies, they are in fact being ignored. It
is with these concerns that this study examines the discourses and policies concerning women of
the AKP (Justice and Development Party), which came to power after the 2007 general elections,
and of the CHP (Republican People’s Party), the main opposition party. The topic at hand is analyzed by examining party programs, election campaign manifestos, newspaper political advertisements, major political practices and publications propagating policies. This study first examines
especially the AKP’s party program, which was published in 2001 and has not been modified since
then, the CHP party program last published in 2008, and finally both parties’ election declarations and newspaper political ads for the 2007 elections and then, based on these data, tries to
make out what the both parties’ discourses and policies regarding women are.
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Keywords: Woman, party programs, election manifestos, political ads.
GİRİŞ
Siyaset; önermeleri, dili, örgütlenme biçimi,
siyasetin oluşum süreci gibi aşamalarıyla cinsiyetçiliği içinde barındıran bir alandır. Bu durumun en somut olarak görülebileceği yerlerden biri siyasal partilerin söylem ve uygulama
alanlarıdır. Siyasal partilerin örgütlenme biçimleri siyaset yapma ve uygulama tarzı, her iki
cinsi siyaset yapmaya çağırışındaki farklılıklar
siyasi arenada yer almak için mücadele veren
kadına karşı alınan tavır ve geliştirilen tutumlar
cinsiyetçiliğin en temel göstergeleridir. Bu
cinsiyetçilik erkek politikacılar gibi kadın politikacıların da büyük bir bölümü tarafından
normal bir durum olarak kabullenilmiştir (Çakır 2001: 398-401). Burada önemli olan nokta
siyasi yapılanmaların cinsiyetler açısından
bakıldığında eşitsizlik üzerine temellenmiş bir
durumun varlığını sorunsallaştırıp sorunsallaştırmadıklarıdır. Cinslerarası eşitlik politikalarının siyasal partiler tarafından benimsenmesi ve
iktidara gelen bir siyasal partinin ulusal politikaları arasına bu politikaları da yerleştirebilme
başarısı büyük ölçüde siyasi partilerin ideolojik
eğilimlerine de bağlı kalmaktadır. Yapılan
çözümlemeler sağ ve muhafazakâr partilerin
kadınlarla ilgilendiklerinde onları anne ve eş
rollerine uyumlu biçimde, aile kurumu içinde
ve onun koruyucusu ve sürdürücüsü olarak ele
alma eğilimi gösterdikleri yönündedir. Sol
partilerin ise; eşitliğin gereğine inanan bir ideolojik çerçeve içerisinde, eşitsizlik sorununun
ancak kolektif çözümler üretilerek ve devlet
aygıtları aracılığıyla bu alana müdahale edebilecek politikaların geliştirilebilmesiyle çözümlenebileceğine inandıkları varsayılmaktadır.
“Çalışan kadın” veya “birey olarak kadın”
kimliğini savunan bu ideolojik çerçevede eşitlik, bağımsızlık ve özgürlük söylemi sol eğilimli partilerde belirleyici olmaktadır. Liberal
partiler ise; genel olarak cinslerarası eşitlik ve
özgürlük ilkelerine dayanmakla birlikte devletin zorlayıcı müdahalelerine yol açan kamu
politikalarına kuşku ile yaklaşmaktadırlar.
Eşitliğin ancak zaman içerisinde kadınların
güçlenmesi ile çözülebileceğine olan inanç
liberal partilerde daha belirgindir (Sancar-Üşür
1997: 36-37).
116
Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki; siyasi
partilerin kadına yönelik söylemleri parti programlarında, tüzüklerinde çoğu zaman kadını
ötekileştirmeyen bir içeriğe sahip gibi görünse
de, bu durum söylemsel düzlemde kalmakta ve
kadın konusu üzerine vurgular kadın seçmeni
yakalamada bir araç olarak kullanılmaktadır.
Tokgöz (1996: 57-58) Türkiye’de siyasal partilerin kadın seçmeni yakalamak, onları yönlendirebilmek için çeşitli yöntemler kullandıklarını aslında temel amaçlarının seçmenin oylarını
partilerine çekmek olduğunu belirtmekte ve
kadın-siyaset düzleminde yapılan tartışmaların
çelişkili yönünün; bir yandan kadınların siyasetten, toplumdan beklentileri, özel yaşamdan
ve toplum yaşamından kaynaklanan sorunları
ve topluma giderek artan katılımları söz konusu
iken, diğer taraftan kadınların oylarını erkek
egemen siyaseti dönüştürmeden çekmeye çalışan siyasal partilerin bulunması olarak imlemektedir.
Bu çalışma belirtilen çelişkili durumu sorunsallaştırarak Türkiye’de siyasi partilerin kadına
ilişkin söylem ve politikalarını şu an Türkiye’nin iktidar partisi olan AKP ve ana muhalefet partisi olan CHP’nin söylem ve politikalarını analiz ederek ortaya koymayı amaçlamıştır.
Her iki partinin kadına ilişkin söylem ve politikalarının siyasal ideolojilerine paralel olarak
bir görüntü verip vermediği, kadının hangi
konularla ilişkilendirilerek ele alındığı, ne tür
politikaların üretildiği, kadının hangi alanlarda
ön plana çıkarılmaya çalışıldığı hangi alanlarda
yok sayıldığı, cinsiyetçi politikaların bu iki
partinin kadın söylemine nasıl yansıdığı incelenmiştir. Çalışmada öncelikli olarak kadının
kamusal ve özel alan ikiliğinde var olma mücadelesinin ve cinsiyete dayalı iktidar ilişkileri
içerisinde nasıl konumlandırıldığının analiz
edilmesi gerektiği düşünülmüş ve bu doğrultuda değerlendirmeler yapılmıştır. Türkiye’de
kadının toplum içindeki yerini belirleyen dinamikler ortaya konularak, bunun sonucunda
ortaya çıkan egemen kadın paradigmasının
tarihsel yansımaları da işaretlenmiştir. Egemen
anlayışın devam ettirilmesinde rolü olan siyasi
iktidarların ve yapılanmaların neden sorunların
kökenine inmek yerine popülist söylemler
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
içerisinde ve vaatlerle dolu bir yaklaşım içerisinde kadınları yakalamaya çalıştıkları ve bu
anlamda hangi stratejilere başvurdukları da
incelenmiştir.
1. CİNSİYETE DAYALI İKTİDAR
İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE İNŞA
EDİLEN KADINLIK DURUMLARI
Cinsiyet politikaları üzerine geliştirilecek her
türlü söylem kadınlık ve erkeklik durumlarını
tanımlamada iktidar ilişkilerini temel almak
zorundadır. Cinsiyet temelli iktidar analizlerinde ya da feminist söylemin özellikle ön plana
çıkardığı toplumsal cinsiyet kavramı çerçevesinde yapılacak her türlü çözümlemede ne
iktidarın ne demokrasinin cinsiyeti ne de cinsiyetler siyasetinin varlığı gözardı edilebilir.
Sancar (2009: 49) modern cinsiyet rejimlerinin
cinslerin ikili karşıtlığına ve bunların aralarındaki hiyerarşik düzene dayalı kadınlık-erkeklik
tanımlarına dayandığının altını çizerken, bu
zihniyetin kapitalist düzenin gelişimine paralel
olarak ortaya çıktığını ve bu durumun Batı
modernliğinin temel bir özelliği olduğunun
iddia edildiğini belirtmektedir. Bu bakış açısı
aslında cinsiyet politikaları ve iktidar arasındaki ilişkileri kavramada önemli bir boyuta dikkat
çekmektedir.
Pelizzon (2009: 351-356) feodalizmden kapitalizme kadının konumunun nasıl değiştiğini
araştırdığı çalışmasında, toplumsal cinsiyetin
kapitalizm ile birlikte oluşup onun yapılarından
biri haline geldiğini, toplumsal cinsiyetin ataerki ile kadınların iktisaden marjinalleştirilmesini birleştirerek tâbi ve bağımlı bir insan grubu
yarattığını ifade etmektedir. Kadının toplumsal
yaşamdaki konumu incelendiğinde aslında
toplumsal cinsiyetin icadının erkekleri, kadınların toplumsal statüsünün tam zıttı bir yerde
konumlandırarak kadınları tâbi, erkekleri de
hakim kılmayı başardığı (Werlhof 2008,
Connell 1998: 75, Mitchel 1998: 27-29) çok
açık görülebilir. Modern cinsiyet rejiminin
oluşum süreci analiz edildiğinde cinslerin farklılaştırılma stratejilerinin endüstriyel kapitalizmin gereklerine uygun olarak bir seyir izlediği
gözlemlenebilir. XIX. yüzyılda burjuvazinin
kendini aristokratik ayrıcalıklar karşısında
güçlendirme gereksinimlerine paralel olarak
ortaya attığı “özel alan” ve “kamusal alan”
ayrımının cinsiyet farkları ve hiyerarşileri ile
ilgili bir ayrıma dönüştürülmüş olması buna
tipik bir örnektir (Sancar 2009: 49).
XIX. yüzyıl liberal düşüncesi kamusal ve özel
alanlar arasındaki vazgeçilmez ayrım temelinde
özgürlük alanının bireyin özel yaşantısında aile
içinde olduğunu varsayarken, kamusal alan
erkeklerin alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Birey; erkek demek daha doğru olacaktır ailenin özel alanında özgürlüğünü kısıtlama olmaksızın kullanabilmektedir. İki alanın birbirlerine karşıt olarak kurgulanması ve kamusal
yaşamın aile yaşamından koparılmasıyla birlikte kadınların aile ve özel yaşam içinde konumlandırılması bireysel erkeğin özgürlüğüne anlamını kazandıran şey olarak değerlendirilmelidir. Çok uzun bir süre kadınların yurttaşlık
haklarından yoksun bırakılmış olmaları, yani
kamusal alandan ve dolayısıyla da “yurttaşlığın” tanımından dışlanmış olmaları gerçeği
klasik “yurttaş” ve “birey” soyutlamalarının
cinsiyet açısından nötr değil tümüyle eril bir
nitelik taşıdığının bir göstergesidir (Berktay
2006: 37-38, Heater 2007: 179).
Pateman’ın (1993: 120) da vurguladığı gibi
modern siyaset teorisi o kadar ataerkildir ki bir
çok teorisyen birey hakkında tartışmasına ve
uğraştıkları konunun kamusal dünya ile ilişkili
olduğunu düşünmesine rağmen “birey”, “kamusal” gibi kavramların nasıl kadın doğası ve
“özel” alana zıt ataerkil kategoriler olarak kurulduğu yeterince sorunsallaştırılmamaktadır.
Oysa ki; Köker’in (2004: 543) çözümlemelerini takip edecek olursak, kamusal yaşamın her
köşesine sinmiş olan cinsiyetçilik, kadınların
özel yaşamlarıyla ilişkili bir konudur. Kadınların kamu yaşamına katılımını engelleyen, özel
hayatların yaşanma biçiminin kadınların özel
hayatlarının yaşanma biçimine içkin olan şiddet, itaat ve tanıma anlayışları da modern ataerkil politik kavrayışın sonucudur. Bu politik
kavrayış kadınları cins olarak toplumsal iktidarın ve mülkiyetin dışında tutarken, bu ikincilleştirmenin en önemli desteği ve meşrulaştırıcısı kadınların özel alandaki etkinleri olarak
karşımıza çıkmaktadır. Cinsiyete dayalı işbölümü kadınları yeniden üretim işlevleriyle
sınırlandırdığından, kadın “kamusal” olanın
uzağında bir yerlerde konumlandırılmaktadır.
Bir yandan çocuk bakımı, evle ilgili sorumluluklar onları fiilen politik etkinlikten uzaklaştırırken, öte yandan da politikanın ve genel
117
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
olarak kamusal olanın kadınları dışlayan yapısı
onların özel alan içine sıkışmalarını kolaylaştırmıştır. Bu durumun elbette ki pratik politik
sonuçları olmuştur (Bora 2004: 531) ve politik
sonuçlar feminist harekete de anlamını veren
ve bu hareketin sadece toplumsal bir hareket
değil, siyasal bir hareket olduğunun da anlaşılmasına neden olan boyuttur.
Feminist siyaset bilimciler, kamusal ve özel
alandaki karşılıklı ilişkileri ortaya koyarak bir
yandan aile içindeki cinsiyet ayrımından doğan
eşitsizliğin kadınların kamusal yaşama girmesini engellediğini, diğer taraftan ise devletin
aileye müdahale etmekte, mevcut güç dengelerini meşrulaştırmakta ya da yeniden gözden
geçirmekte olduğunu ortaya koyarak, hem özel
ve kamusal alan arasındaki ilişkiyi dikkate alan
hem de eşitsizliğin ve kadınların hiyerarşideki
ikincil konumlarının aşılmasını hedefleyen bir
yaklaşım sergilemişlerdir (Wedel 2001: 22).
Kadın hareketi “kişisel olan politiktir”(1) iddiasını gündeme getirerek 1960’larla birlikte
kamusal ve özel, kişisel ve politik arasındaki
tüm ayrımları tartışma konusu yapmıştır
(Phillips 1995: 124). 1970’lerde kadınlarla
erkeklerin farklılıkları üzerinde yoğunlaşan
feminist ilgi, 1980’lerle birlikte kadınların
kendi aralarındaki farklılıklara da yönelmiştir
(Bora 2005: 41) ve özellikle feminist araştırmalar tek bir kadınlık olmadığını, kadınlığın sadece pasif bir bağımlılık olarak ele alınamayacağını söyleyerek, yaşa, sınıfa, etnik kökene göre
değişen farklı kadınlık deneyimlerinin önemine
işaret etmişlerdir (Sancar 2009: 27, Donovan
1997: 351).
Türkiye’de ise; 1980’lerle birlikte özellikle
kadın hareketi kamusal ve özel alan arasındaki
belirgin ayrımlaşmanın sorgulanmasını bir
politik mücadele eksenine oturtmakla işe başlamıştır ve 1960’larda batılı kadınların kullandığı “kişisel olan politiktir” sloganı Türkiye’ye
ancak 1980’lerde taşınabilmiştir. 1980-1990
arası Türkiye’de kadınların toplumsal cinsiyete
ilişkin konuların tartışıldığı, kadın olmanın ve
kadınlığın anlamlarının belirginleştirildiği,
feminizmin bir toplumsal proje olarak ele alındığı, farklılıkların tanımlandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemi anlatan en uygun tanımlamalar ise “bilinç yükseltme”, “güçlenme” ve
“duyarlılık yaratma” olarak tarif edilebilir
(Timisi ve Ağduk Gevrek 2007: 14-15). Ancak
118
şunu belirtmek gerekir ki, Türkiye’de feminizm
ilk kez 1980’lerde gündeme gelmemiştir. Kökleri XIX. yüzyılın sonlarına giden neredeyse
yüzyıllık bir tarihi geçmişi vardır (Tekeli 1993:
30).
2. TÜRKİYE’DE MODERNLEŞME
SÖYLEMİNİN EGEMEN KADIN
PARADİGMASI
Türkiye’de kadının toplum içindeki yeri, Tanzimat dönemi (XIX. yy) ile başlayan ilk modernleşme çabalarıyla yani Batı toplumsal
modeline yönelişle birlikte tartışılmaya başlanmıştır. Gelenekler ve özellikle İslam karşısında Batı’nın egemen paradigmasını benimseyen modernleşme düşüncesinde kadın merkezi
bir yer tutmaktadır. Göle (1992: 17-18) bu
konuyla ilgili yaptığı değerlendirmelerde Batıcı
seçkinlerin Batı evrenselciliğine ulaşmanın tek
yolunun kadının İslami gelenekten koparak
özgürleşmesi olduğunu savunurken, muhafazakâr akımların kadına ilişkin geleneklerin bozulması, “liberalleştirilmesi” girişimlerine
kuşkuyla yer yer tepki göstererek baktıklarını
sık sık vurgulamaktadır ve O’na göre Batıcılar
için “cinsiyet eşitliği” ve kadının özgürleşerek
kamu yaşamına dahil olması “toplumsal gelişmenin” bir gereği iken, İslamcılar için kadınların “özel yaşamın, mahremin” dışına çıkarılması cemaat kurallarını çiğneyerek ahlaki bir
çözülmeye yol açacak bir girişim olarak değerlendirilmiştir. Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e
kadar olan dönem boyunca kadının konumu bu
çerçevede tartışılmıştır.
Ancak Osmanlı Devleti’nin modernleşmesinde
öncülük edecek yapısal değişimler özellikle II.
Meşrutiyet döneminde gündeme getirilmiş,
Osmanlı siyasal yapısı, farklılaşma, merkezileşme, laikleşme, özgürleşme sürecine girerken,
modernleşme sadece siyasal yapıda değil, toplumun yeniden yapılanmasında da belirleyici
olmuştur. Bu belirleyiciliği kadının konumunda
da gözlemek olanaklı olmuştur ve Osmanlı
kadınının konumu modernleşmeye paralel
olarak değişmeye başlamıştır (Çakır 1996: 22).
II. Meşrutiyet dönemi, kadının giderek daha
fazla kamusal alana katıldığı, “toplumsal görünürlük” kazandığı bir dönem olarak karşımıza
çıkmaktadır. II. Meşrutiyet döneminde kadının
eğitimi, çalışma hayatına katılımı, dernekler
kurması, modayı takip etmesi, kadının mahrem
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
dünyasını belirleyen –örtünme, cinslerin ayrılığı, dışarı çıkmama gibi-simgeler üzerinde değişikliklere neden olmuştur (Göle 1992: 36). II.
Meşrutiyet döneminde, 1908’de kadınların
kurdukları çok sayıda dernek ve çıkardıkları
çok sayıda yayın, Osmanlı toplumunda kadınların özellikle aile içinde eş ve anne rolleriyle
sınırlandırılmalarını eleştiren ve eğitim, çalışma, toplum hayatına katılma talepleriyle ortaya
çıkan güçlü bir kadın hareketini de gündeme
getirmiştir (Tekeli 1993: 30).
Türk modernleşmesinde kadınlara bir yandan
Batılılaşma ve modernleşmenin taşıyıcılığı rolü
verilirken diğer yandan da bu rolün sınırları
erkekler tarafından belirlenmiştir. Cumhuriyet
dönemi “kadın sorunu”nun önemli boyutları II.
Meşrutiyet’ten başlayarak Kemalist Cumhuriyet’e uzanan Türk ulusçuluğunun özgül tarihsel
koşullarınca şekillenmiş ve ulus-devlet projesi
kadınların geleneksel rollerini modern biçimler
içinde sürdürmelerini sağlarken kadınlar için
geçerli rol kalıplarını da belirleme görevini
üstlenmiştir. Cumhuriyet’in resmi ideolojisi
kadınların kamusal alana çıkmalarından, meslek sahibi olarak ev dışında çalışmalarından
yanadır. Ama dönemin kadın konusundaki
algılamasına yakından bakıldığında geleneksel
kalıp ile modernleşmeci kalıp arasında toplumsal cinsiyet rolleri açısından temel bir farklılık
olmadığı görülmektedir. Kemalist erkeklerin
hayalindeki “yeni kadın” “ailevi, içtimai, milli
vazifelerini benimseyen ve başkaları için yaşayan” bir varlıktır. (Berktay 2006: 106-108).
Elbette Cumhuriyet döneminde kadın hakları
açısından önemli gelişmeler yaşanmıştır.
1926’da Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi ailenin laikleştirilmesini getirmiş ve erkeğin çokeşliliğini kaldırarak, medeni nikahı
zorunlu kılarak, her iki tarafa da boşanma hakkı tanıyarak, her iki tarafa velayet hakkı vererek, mirasta eşitliği sağlayarak kadınların toplumsal statüsünü yükseltmiştir. 1930’da yerel
seçimlere katılım, 1934’de genel oy hakkı
önemli atılımlardır (Berktay 1994: 22). Devlet
eli ile Batılılaşma projesinde önemli işlevler
gören bu yenilikler kadına yeni roller vermiş
ancak kadınların kadın oldukları için karşılaştıkları sorunları gözardı etmiştir. Oysa hukuk
sistemindeki, eğitimdeki, ekonomik hayattaki
eşitsizliklerden, aile içi şiddete kadar pek çok
kadın sorunu bulunmaktadır. Bu sorunlar ne
devlet kanalıyla, parlamenter düzeyde ne de
kadınlar tarafından toplumdan gelen istekler
olarak sahiplenilmiştir (Arat 1992: 78-79).
Tekeli (1993: 30) bu dönemi Türkiye’de feminizmin ikinci evresi olarak ele almakta ve ikinci evrede bu ilk hareketin taleplerini özümseyip
Medeni Kanun (1926) ve oy hakkı eşitliğini
sağlayan anayasa değişikliğiyle (1934) kadınların yasal statülerini Osmanlı’ya göre çok daha
eşit bir konuma getiren bir “devlet feminizmi”nin ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu dönemde kadınların özgürleşmesi için verilen
mücadelenin devlet güdümlü olduğu düşünülmekte ve kadınların yalnızca kurumsal açıdan
özgürleştirildiği öne sürülmektedir. Cumhuriyetçiler reformlar yoluyla demokratik ve laik
devlet yaratma sürecinde erkeklerin ve kadınların eşit olduğunu ulusu oluştururken birlikte
çalıştıkları için aralarında bir fark olmadığını
açıkça vurgulamışlardır. Ancak kadınların
eğitimle ve çalışarak elde ettikleri kazanımlar
kadınların eş ya da geleneksel rollerine ek
olarak görülmüştür. Kadınlar özel alanda geleneksel aile içi rollerini korurken, kamusal alandaki egemen kadın imgesi “yeni kurulmuş
Cumhuriyet’i özgürleştirme mücadelesinde
aktif rol üstlenen” “cinselliğini ön plana çıkarmayan” ve “çalışkan” kadınlardan oluşmuştur
(Kırca Schroeder 2007: 82-85, Kandiyoti 1998:
113-114). Devlet feminizmi olarak nitelendirilen bu yaklaşım kadın haklarının devlet eliyle
verildiğini belirtirken bu görüş sadece 19201930’larla sınırlı kalmamış 1980’lere kadar
varlığını sürdürmüştür. Bugün de bazı feministler arasında bu düşünce varlığını sürdürmektedir (Birkalan-Gedik 2009: 309).
1980’lere gelene kadar ki süreç incelendiğinde
bir hareketlenmenin olduğu dönem 1960’lı ve
1970’li yıllar olarak karşımıza çıkmaktadır.
1960 ve 70’lerin ideolojik ortamında ideolojiler
doğrultusunda eylemlere katılan kadınların
daha çok haklarını değil, inandıkları ideolojinin
üstünlüğünü savundukları görülmektedir (Kili
1996: 15). Tekeli (1993: 32-33) 1970’leri Türkiye’de CHP’nin solundaki sosyalist eğilimli
gençlik hareketlerinin siyasal gündemi sayısal
güçlerini aşan bir biçimde belirledikleri bir
dönem olarak değerlendirmektedir. Eşitsizlik
ve sömürü gibi kavramların siyasal söylemin
temel kavramları haline geldiği bu ortamda
kadınların da yasalarda varolduğu iddia edilen
eşitliğe karşın eşit olmayan bir “cins grubu”
119
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
oluşturdukları bilinci oluşmuş ve ön plana işçi
kadın çıkarılarak bu kadının hem işte hem evde
çifte emek kullanmaktan kaynaklanan sorunlarının aşılabilmesi için tek çare olarak sosyalizm
gösterilmiş ve kadınlar kurtuluşları için erkeklerle omuz-omuza verecekleri sınıf mücadelesine davet edilmişlerdir.
Berktay (1993: 313-318) 1980 öncesinde Türkiye Solu’nun gündeminde gerçek anlamıyla
bir kadın sorunu olmadığını, en fazla feodal
ilişkilerin ve ideolojinin kadınlar üzerinde daha
fazla etkisi olduğunun kabul edildiğini belirtmekte ve 1980 öncesinde Türkiye Solu’nun
gündeminde henüz gerçek anlamıyla bir kadın
sorunu olmamasının ardında, kadınlık bilincine
sahip kadınların sayısının da çok az olmasının
rolü olduğunu, 1980’lerin ortalarından itibaren
Türkiye Solu’nun teorik düzlemde kadın sorunu ile gerçekten ilgilenmeye başladığını bir
anlamda da ilgilenmek zorunda bırakıldığını
ifade etmektedir. Toplumda 1980’lere değin
Kemalist reformların kadınları kurtardığına
dair bir düşünce birliği vardır ve bu olgu tartışma konusu yapılmamaktadır. Yalnız eğitim
görmüş meslek sahibi kadınlar değil, reformların sağladığı olanaklardan kızlarının yararlanacağını bilen ev kadınları da bu görüşe katılmışlardır. Bu düşünce birliği kendilerini feminist
olarak adlandıran okumuş ve meslek sahibi
kadınların oluşturduğu daha genç bir kuşağın
bu geleneğe karşı çıkmasıyla bozulmuştur.
Yeni kültürel kimlikler peşindeki feministler
modernlik projesinin kadınları etkileyen yönlerini eleştirmişlerdir. Amaçları kamu alanında
erkeklerle eşitliğe ulaşmak değil, özgürleşmek
ve bu eşitlik söylemini kurgulayan mirası sorgulamaktır (Arat 1998: 91). 1980’lerde Türkiye’de karşımıza çıkan bu kadın hareketinin
oluşumunda 1980 askeri rejiminin siyasal hayatta bir baskı dönemi yarattığı kadar bir boşluk da oluşturmuş olmasının etkisi vardır. Geleneksel olarak sağ-sol ekseni çerçevesinde
yerlerini belirlemiş olan siyasal güçlerin etkisizleştirilmeleri ile ortaya çıkan bu boşluk
siyasal hayatta yeni söylemlerin oluşmasını
olanaklı hale getirmiştir. Böylece 1980’lerin
başlarında kendilerini feminist olarak adlandıran kadınlar Türkiye’deki kadın hareketine
önemli bir ivme kazandırmışlardır (Arat 1992:
80-86).
Burada belirtilmesi gereken bir konu da,
1980’lerin ortasından beri küresel düzeyde
120
gelişen ekonomik, politik değişiklikler ve devam eden modernleşme sürecinin Türkiye’nin
çağdaş politik ortamını şekillendirmiş olması
ve bu sürecin önemli sonuçlarından birinin de
özel alana ait konular kapsamında tutulan dini
ve etnik kimliklerin kamusal alanda görünür
hale gelmesidir. 1980’lerin başından itibaren
kamusal alan alternatif ideolojiler ve kurumların temsil edilmesiyle dönüştürülmüştür.
1980’ler rejiminin politik yaşamı sağ-sol ekseninin ötesinde yeniden konumlandırma çabaları
İslami grupların gelişmesine yeni bir hız kazandırmıştır (Kırca Schroeder 2007: 105-106).
1970’lerde sol radikalizmin yanı sıra canlanan
uç sağ-İslamcı radikalizm, 1980 askeri darbesinden sonra sol radikalizm kadar ağır bir baskı
görmemiş ve 1980’lerde de gelişmesini sürdürmüştür (Tekeli 1993: 22). Göle’ye göre
(1992: 130) İslamcı hareket Müslüman kimliği
kolektif bir biçimde yeniden yaratmakta toplumsal aktör olarak yeniden ortaya çıkarmaktadır. Tüm bu gelişmeler Türkiye’de uzun yıllardır İslam’ın gelenekseli, Kemalizm’in çağdaş
olanı temsil ettiği görüşlerinin birbirleri ile
çatıştıkları kadına ilişkin arenada, farklı bir rol
dağılımının yaratılmasına da neden olmuştur
(Acar 1993: 81).
Üşür (1992: 143) İslamcı ideolojinin de tıpkı
Cumhuriyet ideolojisinin yaptığı gibi “bir kadın kimliğini” meşrulaştırmaya çalıştığına
işaret etmekte ve Türkiye’de “meşru” kadın
kimliği listesinin çok uzun olmadığını en bilineninin gelenekçi/muhafazakâr ideolojinin
kamusal alanda meşru kıldığı “anne-eş” kimliği
Cumhuriyet ideolojisinin yarattığı bir başka
meşru kadın kimliğinin “okumuş/meslek sahibi/çalışan” kadın kimliği olduğunu, İslamcı
ideolojinin güncel söylemlerine bakıldığında
ise bu iki “meşru” kadın kimliğinden farklı
yeni bir kadın kimliğinin meşrulaştırılmaya
çalışıldığını dillendirmektedir. O’na göre bu
“örtünmüş/Müslüman kadın” kimliğidir, bu
kimlik cinsiyete dayalı işbölümü içindeki anneeş rolünün değişmesine yol açmaması koşuluyla kadınların eğitilmesine evet demektedir ve
İslamcı kadınlar yaşam alanlarını öncelikle,
“aile-içi” olarak tanımlamakta fakat “eğitilmiş/
Müslüman” kadının zaman zaman “çalışan/
Müslüman kadın” olarak ortaya çıkması da
yaşam pratiğinin kaçınılmaz bir sonucu olmaktadır (1992: 143). İlyasoğlu (1994: 29) Türkiye’nin tarihsel arka planındaki bir takım ya-
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
şanmışlıkların sonucu olarak, özellikle kadınlar
açısından bugün İslam içindeki yaşam tarzlarını çözümlemede zorlukların söz konusu olduğunu, “çağdaş kadın” karşısında “İslami kadın”
kutupsallaştırmasında kullanılan normatif standartların, İslamcı kadınların kendilerinin de bir
parçası oldukları ve içinde kendilerine çözümler aradıkları modernleşmenin toplumsal süreçleri ile nasıl bir etkileşim içinde olduklarını
çözümlemeyi zorlaştırdığının altını çizmektedir.
3. SİYASETTE KADINI YOK SAYAN
CİNSİYETLENDİRİLMİŞ İKTİDARIN
KADINI SİYASETİN ARAÇLARI İLE
GÖRÜNÜR KILMA İRONİSİ
Kadının toplumsal yaşam içerisinde ikincilleştirildiği en belirgin alan siyaset alanıdır ve
siyasetin erkeklere özgü bir alan olduğu söylemi erkekler tarafından sürekli üretilmektedir.
Siyasetin öznesi konumunda olan erkekler
kadınlara yönelik üretilecek politikalarda, bu
politikaların genel çerçevesini çizmede egemen
konumda olmalarından dolayı siyaset alanı da
cinsiyetlendirilmiş bir görüntü vermektedir.
Ancak bu görüntü toplumun yarısını oluşturan
seçmen kitlesinin kadınlardan oluştuğu gerçeğini hatırlattığında, siyasiler açısından kadınlar
siyasetin araçları ile görünür kılınmaya çalışılmaktadır.
Kadın oylarını talep eden siyasi partilerin son
yıllarda bu olguyu fark etmeleri kimi siyasetçileri kadınların siyasete katılımını arttıracak
somut fırsat önceliği ve destek politikalarını
uygulamaya yöneltmiştir (Ataman 1998: 31).
Bu yönde izlenen stratejiler retorik, olumlu
destek ve olumlu ayrımcılık stratejileri şeklinde
ele alınabilir. Retorik stratejiler; siyasi partilerin kampanyalarda, seçim meydanlarında veya
propagandaya dönük yazılı dokümanlarında
kadınlara yönelik olumlu mesajlar verme, daha
çok kadının partiye destek vermesini sağlamaya yönelik açıklama, beyan ve yaklaşımlardan
oluşmaktadır. Bu tür stratejiler kadınlardan
gelen yoğun talep ve kadın sorunlarının popülerleşmesi karşısında siyasi partilerin seçtiği en
kolay uygulamalardır. Politikacıların özellikle
de parti liderlerinin kadınların toplumsal önemine sık sık değinerek, her zaman kadınların
yanında olduklarını kadınlar olmadan bir demokrasinin düşünülemeyeceğini vurgulamaları
bu stratejinin bir parçasıdır. Olumlu destek
stratejileri; kadınların konumunu iyileştirmek
ve katılımını arttırmak amacı güden somut
destek uygulamalarıdır. Kadınları teşvik etmek
için özel eğitim programları hazırlamak, maddi
yardım fonları oluşturmak, somut hedefler
belirleyerek bu hedeflere ulaşmada kurumları
desteklemek bu tip politikaların tipik örnekleridir. Olumlu ayrımcılık stratejileri ise; kadınların siyasal karar organlarında temsilini sağlamaya yönelik uygulanması zorunlu kota sistemlerine dayanan stratejilerdir. Sorunun odağı
siyasal kurumların kadınları içlerine alacak
biçimde yeniden yapılandırılmasıdır. En yaygın
uygulandığı kurumlar siyasal partiler ve daha
sonra parlamentolardır (Demir 2002: 64-66,
Sancar-Üşür 1997: 50-52, Lovenduski 1993: 78).
Parlamentolarda kadın sayısının arttırılması
için kota gibi yasal ama yapay önlemler söz
konusudur ve kadınların siyasal alandaki görünmezlikleri önündeki pratik engellerin en
önemlilerinden biri olan siyasi partiler bunu
ortadan kaldırmak için olumlu ayrımcılık çerçevesinde gündeme gelen kota uygulamasını
devreye sokmaktadırlar (Yaraman 1999: 35,
Koray 1992: 208). Kota uygulamaları pozitif
ayrımcılık söylemi içinde anlamlandırılmaya
çalışılsa da demokrasiler içerisinde kadını
siyasette görünür kılmanın bir aracı olarak kota
politikalarının tutunulacak bir dal olması düşündürücüdür. Bu noktada Sancar-Üşür’ün
(1997: 70) kota uygulamasına ilişkin görüşlerini dikkate almak gerekir. O’na göre kota politikaları kadınları siyasetle ilgili hale getirmemektedir. Zaten siyasetle ilgilenen kadınlara
siyasetin kapılarını açmaktadır. Kota demek
toplumsal olarak cinsiyetler arasında ayrımcılık
yaratan her türlü karar mercii ve konumda
ayrımcılığa uğrayan cins lehine bir yer ayrılması demektir. Kota politikaları sadece kadınlar lehine uygulanan bir politika olarak algılanmamalıdır. Bu durumda kota uygulamalarının başarılı olabilmesi için kadın-erkek eşitliğinin belli bir toplumsal kabul noktasına ulaştığı bir siyasal kültürün varlığı kaçınılmazdır.
Aynı zamanda kadının dışarıda bırakıldığı
kadınsız bir demokrasinin ne anlama geldiği de
yine eşitlik düzleminde var olan bir siyasal
kültürün varlığıyla yakından ilişkilidir.
Peki Türkiye açısından baktığımızda kadın ve
siyaset düzleminde yapılacak tartışmalarda
121
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
siyasi partileri kadın politikaları açısından nasıl
konumlandırmak gerekir? Tarihsel bir çözümleme yapıldığında görüleceği üzere Türkiye’de
kadın 1930’lu yıllarda seçme ve seçilme hakkını kazanmış ancak kadına seçmen ve seçilen
olarak tanınan hakların ana çerçevesini oluşturan devlet feminizmi değerlendirildiğinde bu
hakların verilirken kadının durumu üzerinde
durulmadığı anlaşılmaktadır. Kadınlara siyasal
haklar verilmiş ancak yıllar sonra, kadının
durumu siyasal partilerce değerlendirmeye
alınabilmiştir (Tokgöz 1994: 101). Kadınlara
siyasal haklarının tanınmasında başlangıçta
“simgesel” kaygılar önemli bir yer tutmuştur
(Tekeli 1988: 291). 1930’lu yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi’nce kadınlara siyasal hakların
verilmesi, kadın erkek eşitliğinin sağlanması
belki de yeterli görülmüştür (Tokgöz 1994:
101). Çok partili döneme geçişle birlikte demokratikleşmenin başka ölçütleri önem kazanmış ve kadınlar “demokrasi simgesi” işlevlerini yitirmişlerdir. Çok partili dönemde artık
kadınların siyasete katılma düzeylerini; toplumun gerçek demokratikleşme düzeyi, gerçek
toplumsal ilişkiler, toplum yapıları ve kadınların toplum içindeki gerçek konumları belirlemiştir. Cumhuriyet’in ilk on yıllında gerçekleştirilen yasal ilerlemeler onların toplumla ilişkilerini bu arada toplumsal konumlarını belirleyen aile içi ilişkileri, giderek erkeklerle ilişkilerini fazla değiştirmediğinden kadınlar hâlâ
yaşamlarını geleneksel olarak bunu düzenlemiş
olan aile kurumu çevresinde kurmakta, ailenin
dışındaki toplumsal-kamusal yaşama ve bunun
zirvesini oluşturan siyasal iktidar mücadelesine
yabancı kalmışlardır (Tekeli 1988: 291-293).
1950-1960 yılları arasında CHP’den sonra
iktidar olan Demokrat Parti’nin (DP) parti
programları arasında da kadın sorunları yer
almamıştır (Tokgöz 1994: 101). Kadınlara
1934’de seçme seçilme hakkı verilmesine rağmen kadınların gruplar halinde partilerde aktif
olarak çalışması 1960’lar sonrasına rastlamıştır.
Bu da kadın kollarıyla mümkün olmuştur.
Kadın kollarını 1954 yılında İstanbul’da CHP
başlatmışsa da bu siyasi partide de böylesine
faaliyetlerin yaygınlaşması 1960 sonrasında
mümkün olmuştur (Güneş-Ayata 1993: 302).
Bu dönemde ne iktidar partisi olan DP’nin ne
de muhalefet partisi olan CHP’nin kadına yönelik siyasaları bulunmaktadır. Sağ eğilimli
Millet Partisi ile Türkiye Köylü Partisi prog-
122
ramlarında ise, aile ön plana çıkarılmış, kadın
konu edilmiştir. Benzer bir durum Türkiye
Sosyalist Partisi’nce de paylaşılmaktadır. 1969
yılına kadarki koalisyon hükümetlerinin programlarında kadın konusuna yer verilmemiş,
1969 Genel Seçiminde koalisyon hükümetlerinden sonra iktidara gelen Adalet Partisi ve
Süleyman Demirel’in başkanlığında kurulan
hükümetlerin ikincisinin programında kadın,
aile içindeki görevleri açısından değerlendirilmiştir. 12 Mart 1971’den itibaren başlayan ara
rejim içinde kurulan reform hükümetlerinde,
ilk kez “kadın bakan” atanmakla birlikte yine
kadına yönelik siyasalara hiç yer verilmemiştir.
CHP-Milli Selamet Partisi koalisyon hükümetinde sosyal devlet ilkesi görünür kılınmaya
çalışılırken, Süleyman Demirel’in kurduğu
Milliyetçi Cephe Hükümetlerinin programlarında, ilk kez “çalışan kadın” sorunları yer
almıştır. Çalışan kadın sorunu 12 Eylül 1980’e
kadar kurulan Milliyetçi Cephe Hükümetleri ile
1977’de kurulan Ecevit Hükümeti’nin programında yerini korumuştur (2) (Tokgöz 1994:
102-103). 1935’den 1980’lere kadar ki süreçte
yapılan seçimlerde meclise giren kadın milletvekilleri sayısına bakıldığında ise karşımıza
şöyle bir tablo çıkmaktadır: 1935’de 18, 1939
ve 1943’de 16, 1946’da 9, 1950’de 3, 1954’de
4, 1957’de 8, 1961’de 3, 1965’de 8, 1969’da 5,
1973’de 6, 1977’de 4 kadın milletvekili vardır.
1980’ler daha önce de tartışıldığı gibi kadın
konusunun Türkiye’nin gündemine hızla girdiği bir dönemdir. 1980’den sonra kadının topluma katılımı yönünde yeni rol tanımları yapılırken kadının kendisinin de yeni kimlikler
kazandığı görülmüştür. 1983’ten itibaren yeni
kurulan siyasal partiler de kadına siyasette yeni
bir bakış açısı kazandırabilmek, kurumsal siyasette kadına daha fazla yer verebilmek için
farklı popülist bir kadın söylemi geliştirmeye
yönelmişlerdir
(Tokgöz
1994:
105).
1980’lerden bugüne kadarki genel seçimler
incelendiğinde 1983’de 12, 1987’de 6, 1991’de
8, 1995’de 13, 1999’da 22, 2002’de 24,
2007’de 50 kadının milletvekili olarak Meclis’e girdiği görülmektedir.
Partilerce geliştirilen kadın söylemi, söylemin
içerdiği kadın imgesi parlamentoda daha çok
sayıda kadın milletvekili olmasına yöneldiği
gibi, kadının seçmen olarak da konumunu
dikkate almıştır. Aslında yapılmak istenen tek
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
parti döneminden beri kadının simgesel önemi
ve rolüne yeni ve farklı bir kimlik kazandırmak,
kadınların oylarını çekebilmektir. Kadın seçmenin simgesel konumu yanında toplum içindeki oynadığı rol gözardı edilmektedir. Kadın
haklarından ise pek söz edilmemektedir
(Tokgöz 1994: 105). Çakır (2001: 401) Türkiye’de siyasi partilerin cinsiyetçi ideolojinin
taşıyıcısı ve hatta kurumsal düzeyde en üst
üreticisi ve uygulayıcısı olduklarını, siyasal
partilerin örgüt yapısı, parti tüzük ve programları, siyasal reklamları, siyaset oluşturma tarzı,
parti liderlerinin ve parti üyelerinin kadın ve
erkek politikacılara bakış ve değerlendirme
biçimlerinin bu durumun somut göstergeleri
olduğunun altını çizmektedir. Kadınlar siyasal
söylem içinde toplumsal olarak sorunlu özne
durumundadırlar ve çocuklar, yaşlılar, hastalar,
engellilerle birlikte ele alınmaktadırlar. Bu
durum parti programlarında, partilerin seçim
bildirgelerinde de bu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
4. AKP VE CHP’NİN KADIN SÖYLEMİ
VE POLİTİKALARI
4.1. Araştırmanın Metodolojisi
Bu çalışma AKP ve CHP’nin kadın politikalarını ve kadına ilişkin söylemlerini ortaya koymak ve farklı siyasal kimliklere sahip iki partinin politikalarında kadının nasıl konumlandırıldığını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Çalışma siyasi partilerin ideolojilerine paralel bir
kadın söylemi üretip üretmedikleri ve siyasetçilerin oy kaygısı içerisinde kadın seçmeni yakalama adına popülist söylemler üretip üretmediğini sorunsallaştırmıştır. Araştırmada metin
analizi yapılmış ve bu analizin sonucunda ortaya çıkan temalar çerçevesinde partilerin kadın
söylemi incelenmiştir. Araştırmada ele alınan
konu AKP ve CHP’nin parti programları, seçim bildirgeleri, gazete siyasal reklamları gibi
parti politikalarını ortaya koyan temel yayınları
ve uygulamaları çerçevesinde analiz edilmiştir.
AKP’nin 2001 yılında yayınladığı ve bugüne
kadar değişiklik yapmadığı parti programı,
CHP’nin 2008 yılında yayınladığı son parti
programı ve her iki partinin 2007 Genel Seçimleri’ne ait seçim beyannameleri ve gazete siyasal reklamları çalışmada incelenmiş ve bu veriler çerçevesinde her iki partinin kadın söylemi
ve politikaları belirlenmeye çalışılmıştır. Siyasi
partilerin seçmen kitlesiyle kurdukları ilişkide
parti programları ve seçim beyannameleri ayrı
bir yere sahiptir. Çünkü bu iki belge iki taraf
arasındaki bir sözleşme olarak da değerlendirilebilir. Şafak (2007) parti programının partinin
siyasi çizgisini, ideolojisini, dünyaya ve Türkiye’ye bakışını yansıtırken, seçim beyannamelerinin ise; iktidara gelindiği taktirde izlenecek
politikaları, hedeflerini ve bu hedeflere ulaşmak için kullanacağı araçları içerdiğini söylemektedir. Seçim bildirgeleri o partinin olası
iktidarındaki hükümet programının da temelidir.
Siyasal reklamlar ise; siyasi partilerin seçmenlerine ulaşmada en etkili araçlardan biri olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Çalışma açısından çalışmaya konu edilen siyasi
partilerin siyasi kimlikleri ve ideolojik yönelimlerinin aktarılması önem taşıdığı için öncelikli olarak bu yönde bir değerlendirme yapmak
gerekmektedir. 2001 yılında kurulan AKP, 3
Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri’nde oyların büyük bir bölümünü alarak
2002 seçimlerinde aldığı oy oranıyla, yıllardır
koalisyon hükümetleriyle yönetilen Türkiye’de
ANAP döneminden sonraki ilk tek parti iktidarını kurarak Türk siyasal yaşamında özellikle
“İslamcı-laik” ikiliğine yaslanan tartışmalara
(Adaklı 2009: 559) yeni boyut getirmiş bir
partidir. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip
Erdoğan Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu’nda yaptığı açılış konuşmasında (2004: 7-17) AKP’nin Türk siyasal
yaşamında yeni bir siyaset tarzını, yeni bir
anlayışı temsil ettiğini “muhafazakâr demokrasi” (3) olarak ifade ettikleri siyaset tarzının
sadece Türkiye açısından değil dünya siyaseti
açısından da çok önemli bir açılım olduğunu
ifade ederek partinin siyasi kimliğini ortaya
koymaya çalışmaktadır. Aynı konuşmada Erdoğan, AKP’nin siyaseti radikalleştiren “siyasi
cemaat” anlayışına, siyaseti fikirsizleştiren
“siyasi şirket” anlayışına da karşı olduklarını
AKP’nin “muhafazakârlık temelinde bir kitle
partisi” olduğunu söylemektedir.
AKP kimliğini tanımlarken öncelikle içinden
çıktığı ve kadrolarının önemli bir kısmını bünyesinde barındırdığı Milli Görüş partileri ile
arasına bir mesafe koyma ihtiyacı duymuş, bu
mesafe bir yönüyle partinin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Refah Partisi, Saadet
Partisi, Fazilet Partisi çizgisinden ayrılarak
sistemle barışık bir konuma yerleşme yöneliminin de bir ifadesi olmuştur. Bu yönelim
123
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
söylemsel düzlemde dinle siyasetin ayrılması
gerektiği iddiası ile ifade bulmuştur (Doğanay
2003: 68). AKP’nin “laiklik”i; “devletin tüm
dinler ve düşünceler karşısında nötr kalmasını
ve eşit mesafeyi korumasını sağlayan, inanç
farklılıklarının veya farklı mezhep ve anlayışların çatışmaya dönüşmeden sosyal barış içinde
yaşatılabilmesi için takınılan kurumsal bir
tutum ve yöntem” olarak tanımladığını belirten
Erdoğan AKP’nin; dini toplumsal bir değer
olarak önemsemekle birlikte din üzerinden
siyaset yapmayı, devleti ideolojik bir dönüşüme uğratmayı, dini sembollerle örgütlenmeyi
doğru bulmadığını söylemektedir (Uluslararası
Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu
2004: 7-17) Parti programında da benzer söylemler yer alırken demokrasi, insan hakları ve
toplumsal değerlerin korunması gibi unsurlara
da ağırlık verildiği görülmektedir. Doğanay
(2003: 68) AKP’nin kendisini İslamcı ve etnik
kökene dayalı partilerden kuruluş bildirgesinde
belirttiği gibi kitle partisi olma hedefi düzeyinde ayırdığını ancak bu değişikliği tam anlamıyla bir kopuş olarak değerlendirmenin yanlış
olacağını, AKP’nin din temelli siyaset anlayışından uzaklaşmaya dayalı söyleminin Refah
Partisi’nin kapatılmasının ardından Türkiye’de
İslamcı hareketin içine girdiği “liberal demokrasiyle uzlaşma” eğiliminin bir sonucu olarak
değerlendirilebileceğini belirtmektedir.
CHP ise; 1923’te önce Halk Fırkası adıyla
kurulmuş, 1924’de Cumhuriyet Halk Fırkası,
1935 yılında ise Cumhuriyet Halk Partisi adını
almıştır. CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Atatürk’tür. 1927 yılında “Cumhuriyetçilik”,
“Halkçılık”, “Milliyetçilik”, “Laiklik” CHP’nin
dört temel ilkesi olarak benimsenmiştir. 1935
yılında “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkeleri
de eklenerek Parti’nin ilkeleri altıya çıkarılmıştır. Partinin amblemi olan altı ok bu ilkeleri
simgelemektedir. CHP internet sitesinde Parti’nin tarihsel seyri aktarılırken, CHP’nin
1960’lı yıllarda Türkiye’nin yaşadığı modernleşme sürecinin yansımaları olarak ortaya çıkan
göç, kentleşme, sanayileşme gibi dinamikler
çerçevesinde toplumsal sınıfların olgunlaşmasıyla birlikte sola açılarak kendisini siyaset
yelpazesinde “ortanın solu”nda konumlandırdığı belirtilmektedir. 1970’lerde ideolojisini
“demokratik sol” olarak tanımlayan CHP, bu
süreçte “devlet partisinden” “halkın partisine”,
“düzen partisinden” “değişim partisine” dönüş-
124
tüğünü ifade etmektedir. Çağdaş sosyal demokrasinin değerleri olan “özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü ve etkinliği ile demokratikleşme” kavramlarının CHP’nin Türkiye’de kurumsallaştırmaya
çalıştığı ve programlarında önemle vurguladığı
başlıca ilkeler arasında yer aldığı vurgulanmaktadır. CHP parti programında da, tüm bu konuların altı çizilirken demokrasi dışında “laiklik”
kavramının da programda ön plana çıkan ve
pek çok konu içinde dillendirilen bir kavram
olduğu gözlenmektedir. Programda CHP için
“laiklik”; “ulusal bütünlük ve iç barışın, çağdaşlık ile bilimselliğin temel taşıdır. Bu anlayışla siyasetin dini istismar etmesine kesinlikle
karşıdır. Ne dinin siyasallaştırılması, ne de
siyasetin dinselleştirilmesini kabul etmez. Devlet din ve inançlar karşısında eşit mesafededir.
Devletin dini olmaz. Din kamusal alanın değil,
özel alanın olgusudur” şeklinde sunulmaktadır.
CHP, 22 Temmuz 2007 Seçimlerinde yüzde
20.9 oy alarak Ana-muhalefet partisi konumuyla parlamentoda çalışmalarını sürdürmektedir.
CHP 2008 yılının Aralık ayında program ve
tüzüğünü yenileyerek “Çağdaş Türkiye İçin
Değişim” sloganıyla hareket etmeye başlamıştır. CHP bu yenilenmenin sebebini; 1994’de
kabul edilen “Yeni Hedefler, Yeni Türkiye”
programında öngörülen bir çok hedefin 14 yıl
içinde çeşitli hükümetler zamanında fiilen
gerçekleşmiş olmasının partinin uzak görüşlülüğünü kanıtladığı ancak geçen zaman içinde
ülkede ve dünyada meydana gelen değişimlerin
programın yenilenmesini zorunlu hale getirdiği
şeklinde açıklamıştır.
Çalışma açısından bir diğer önemli nokta AKP
ve CHP’nin parti programlarında, seçim bildirgelerinde, siyasal reklamlarında kadın konusunun hangi kategoriler içerisinde yer aldığı ve
partilerin kadın konusuna neden önem verdiklerini parti programlarında ve seçim beyannamelerinde
nasıl
gerekçelendirdikleridir?
AKP’nin parti programında kadın konusu
“sosyal politikalar” başlığı altında ele alınmış
ve parti programında kadın “sosyal politikalar”
başlığı altında “kadın” alt başlığı dışında “aile
ve sosyal hizmetler” başlığı içinde ve “temel
hak ve özgürlükler” bölümünde yer almıştır.
Parti programında kadın başlığı altında partinin
kadın konusuna önem verme nedeni şu şekilde
gerekçelendirilmiştir: “Kadınlar sadece toplumumuzun yarısını oluşturdukları için değil, her
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
şeyden önce birey ve sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde birinci derecede etkin oldukları için,
yılların ihmali sonucu biriken her türlü sorunlarıyla ilgilenilmesi, partimizin öncelik verdiği
bir konudur”.
CHP’nin parti programında kadın konusu ise;
“Demokrasiyi Güçlendirme Demokrasi İnsan
Hakları ve Özgürlükler” başlığı altında “Hedefimiz Kadını Erkeği Her Alanda Eşit Türkiye”
alt başlığında ele alınmış ve parti programında
kadın konusuna kadın başlığı dışında başka
konular içinde de göndermeler yapılmıştır.
“Hedef ve Önceliklerimiz” ana başlığı altında
“Laiklik” ve “Türkiye’yi Çağdaş Uygarlık
Düzeyine Çıkarmak İçin Önceliklerimiz” alt
başlıklarında ve bu alt başlık içinde de “demokrasi”, “cinsiyet eşitliği” başlıklarında,
“Demokrasi İnsan Hakları ve Özgürlükler” ana
başlığının bir alt başlığı olan “Etnik Farklılıklar
Ülkemizin Zenginliğidir” alt başlığı içinde
“CHP için laiklik ilkesi” ara başlığında, Demokrasi ana başlığı içinde yer alan “Çalışma
Hakkı Kutsaldır Emek En Yüce Değerdir”
başlığı içinde, Demokrasi ana başlığı içinde yer
alan “Siyaset ve Sivil Toplum” başlığının bir
alt başlığı olan “Siyasi Partiler” içerisinde,
“Kamu Yönetimi” ana başlığının “Kapsamlı
Çağdaş Hizmete Odaklanmış Yerel Yönetimler” alt başlığında, “Ulusal Güvenlik ve Dış
Politika” ana başlığının “İç Güvenlik” ara başlığında, “Üretimden ve Üretenden Yana Yeni
Ekonomik Düzen” ana başlığının “Orta ve
Uzun Vadeli Bakış Açımız: Güçlü Bir Türkiye
İçin Strateji ve Politika Planlaması” alt başlığında, yine aynı ana başlığın “Güçlü Ekonomik
Temellere Sahip Türkiye” alt başlığında, “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Aile Sigortası Kurumu Kurulacak”, “Vatandaşlık Hakkı
Ödemesi”, “Herkese Sosyal Güvenlik”, “İşsizlikle Etkin Mücadele Hedefimizdir”, “Okul
Öncesi İki Yıllık Eğitim”, “Aile Planlaması
Politikaları ve Ana-Çocuk Sağlığı” alt başlıklarında da kadınla bir takım konular ilişkilendirilmiştir. Parti programında kadın başlığı altında partinin kadın konusuna önem verme nedeni
şu şekilde gerekçelendirilmiştir: “Kadın sorunu
bir demokrasi, insan hakları ve eğitim sorunudur. Kadınlarımıza her alanda fırsat eşitliği,
çağdaş laik demokratik Cumhuriyetimizin var
olma koşuludur. Türkiye’de kadın erkek eşitliğinin öncülüğünü Mustafa Kemal Atatürk ve
O’nun kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi yap-
mıştır. Atatürk devrimleri ile Türk kadınını
toplumda çağdaş, eğitimli, meslek sahibi, özgür
bireyler olma niteliğine kavuşturma yolunda
çok büyük kazanımlar sağlanmıştır. CHP kadını özgürleştirmek, çevre baskısından ve feodal
yapı etkisinden kurtarmak, sosyolojik kökenden kaynaklanan sıkıntıları gidermek için eğitim, kültür yolunda sonuç alıcı çabalar gösterecektir”.
AKP ve CHP’nin seçim beyannamelerinde
kadının hangi başlıklar içerisinde ele alındığına
bakıldığında karşımıza çıkan tablo şu şekildedir: AKP 2007 Seçim Beyannamesi’ni, parti
programlarının yeni bir açılımı olarak sunmuş
ve burada kadın; “Sosyal Yapının Güçlendirilmesi” başlığı içinde “Aile, Kadın, Çocuklar ve
Yaşlılar” alt başlığı içerisinde ele alınmıştır.
Kadının aile, çocuk ve yaşlılarla birlikte çerçevelendiği başlığın altında AKP’nin toplumun
çekirdeğini oluşturan aile kurumuna büyük
önem verdiği, Türk ailesinin bütünlüğünü korumak ve kalkındırmak için AKP iktidarının
kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve özürlülerin sorunlarını çözmek için aile merkezli politikalar
izlediği vurgulanmaktadır. Seçim bildirgesinde
kadın kelimesinin geçtiği diğer yerler; “gençlik”, “din hizmetleri”, “istihdam”, “yaşam
standartlarının yükseltilmesi”dir. Yaşam standartlarının yükseltilmesi başlığı altında; seçim
beyannamesinde bir çok konuya ilişkin politikalarını ortaya koyduğunu belirten AKP, bu
başlık altında sıralanan konular üzerinde öncelikli durulacağını belirtmiştir. Bu konular arasında şu ifade de yer almaktadır: “AK Parti’nin
yeni döneminde kadının toplum hayatının her
alanına katılımının artırılması hedeflenmektedir”. Seçim beyannamesinde kadın kelimesinin
geçtiği son kısım ise; beyannamenin en sonunda “ve yola devam” başlığı altında beyannamenin en can alıcı noktalarının sloganlaştırıldığı
bölümdür. Bu bölümde ele alınan konulardan
biri kadın olmuş ve “kadınlarımızı her türlü
ayrımcılığa karşı tamamen güçlendirmek için”
milletten yetki istiyoruz denilmiştir. CHP’nin
2007 Seçim Beyannamesi’nde ise; kadınlara
yönelik vaatlerin değerlendirildiği ana başlık
“Gençlik ve Kadın”dır. Doğrudan kadına yönelik politikaları içine alan bu başlık dışında
kadın kelimesinin geçtiği diğer ana başlıklar;
“Önsöz”, Terör Güvenlik Huzur”, “İşsizlik”,
“Bölgesel Kalkınma”dır. Seçim beyannamesinde kadın; “Cumhuriyet Kadınlarıyla Çağdaş
125
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Yarınlara” ana sloganı altında ele alınmış ve
kadınların haklarını alacağı, Türk kadınının
ekonomide, eğitimde, siyasette, haklarına kavuşacağı ve kimliğini bulacağı vaat edilmiştir.
AKP’nin 2007 Genel Seçimleri için hazırlattığı
siyasal reklamlar incelendiğinde ise; kadın
odaklı “bir” reklamın olduğu görülmektedir.
Bu reklamın “Önce İnsan Önce Kadınlarımız”
başlığı ile verildiği ve reklamın arka planında
kadın ve erkeklerden oluşan bir topluluk ve bu
topluluk içinde başörtülü ve başörtüsüz kadınların birlikte resmedildiği görülmektedir. Bu
görüntü AKP’nin siyasal reklamlarının çoğunda kullanılan bir arka plan olarak karşımıza
çıkmaktadır. Siyasal reklamda kadın seçmeni
yakalama adına oluşturulan vurucu cümleler şu
şekildedir: “Kadınlarımız; evde, iş hayatında ve
siyasette varlıklarıyla aydınlık geleceğimizin
güvencesi olacaktır. Türkiye’nin geleceği kadınlarımız; kadınlarımızın umudu da AK
PARTİ’dir”. AKP’nin eğitim konusunda hazırlattığı “Eğitimde sınıf atladık” başlıklı siyasal
reklamında ise; eğitime yönelik yapılan çalışmalar anlatılırken, kızların eğitimi ile ilgili
yapılan çalışmalar da reklama taşınmıştır.
CHP’nin 2007 Genel Seçimleri’ndeki siyasal
reklamlarına bakıldığında ise; doğrudan kadını
hedef alan “bir” reklamın olduğu görülmektedir. Bu reklamın ana sloganı “Cumhuriyet
Kadınlarıyla Çağdaş Yarınlara” şeklindedir ve
bu siyasal reklamda yer alan kadın imgelerine
bakıldığında CHP’nin Cumhuriyet kadınları
sloganı içindeki modern kadın tanımlamasını
yansıtan nitelikte olduğu gözlenmektedir.
AKP ve CHP’nin parti programları, seçim
beyannameleri ve siyasal reklamları incelendiğinde kadın konusunun aşağıda belirtilen temalar çerçevesinde ele alındığı ortaya çıkmış ve
bu iki partinin kadına yönelik söylemleri ve
politikaları bu temalar çerçevesinde analiz
edilmiştir.
4.2. AKP’nin Kadın Söylemi ve Politikaları
4.2.1. Kamusal ve Özel Alan İkileminde
Kadın
Sağ ve muhafazakâr partilerin kadın söylemi;
partilerin ideolojilerine de paralel olarak daha
çok kadının özel alan içerisinde “eş” ve “anne”
kimliklerini ön planda tutan, kamusal alanda
“çalışan kadın” imgesini dışarıda bırakmasa da
126
kadını geleneksel rolleri çerçevesinde ele alan
bir özellik göstermektedir. AKP’nin parti programı incelendiğinde “kadınların kamusal yaşama katılımının özendirilmesi için gerekli tüm
önlemler alınacaktır” şeklinde bir yaklaşımın
sergilendiği görülmekte ancak parti açısından
kadın konusunun neden önemli olduğu gerekçelendirilmeye çalışılırken, “Kadınlar sadece
toplumumuzun yarısını oluşturdukları için
değil, her şeyden önce birey ve sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde birinci derecede etkin
oldukları için, yılların ihmali sonucu biriken
her türlü sorunlarıyla ilgilenilmesi, partimizin
öncelik verdiği bir konudur” şeklinde bir bakış
sergilenmesi aslında partinin kadını kamusal ve
özel alan içerisinde daha çok nerede konumlandırmaya çalıştığını da göstermektedir. Öncelikli olarak kadın konusunun kadınların toplumun yarısını oluşturdukları için gündeme alınmadığının ifade edilmesi bilinç altındaki düşüncelerin bir yansımasıdır. “Sağlıklı nesillerin
yetiştirilmesinde birinci derecede etkin olma
rolünün, anne kimliğinin” ön plana çıkarılması
ise egemen paradigmanın söylemini yeniden
üretmeyi ve kadını özel alan içerisinde var
eden bir yaklaşımı içinde barındırmaktadır. Tür
ve Çıtak (2009) AKP’li kadınlar üzerinde yaptıkları bir araştırmada, AKP’li kadınların İslam
dininin ahlaklı bir insan ve toplum öngörmekte
olduğunu ve ahlaklı bir toplumun yaratılmasında ve sürekliliğinde ise anahtar rolün kadına
düştüğünü düşündüklerini bulgulamışlardır. Bu
düşünce, kadınların annelik vasıflarıyla ahlaklı
nesiller yetiştirmede ve manevi değerlerin
geleceğe taşınmasında da en önemli görevi
üstlenmiş oldukları yönündeki bakış açısını da
egemen kılmaktadır.
Programda “ev kadınları”nın sosyal güvence
kazanmasını sağlayacak çalışmaların gerçekleştirileceği, “ev içi” emeğin saygınlığının
korunarak kadınlar için yeni istihdam alanlarının oluşturulacağı da söylenmektedir. AKP’nin
parti programında CHP’nin parti programından
tamamen farklı olarak üretilen politikalar ve
söylemler ağırlıklı olarak “çalışan kadın”ı
temel alarak üretilmemiştir. “Ev kadını”nı da
merkeze alan söylemler dikkat çekmektedir.
AKP’nin seçim beyannamesinde de; “aile kurumunun en hayati aktörü olan kadınların”
evlilik sonrasında sosyal ve kültürel gelişmelerini desteklemek için yaygın programlar uygulanacağı ve “annelerin” “iyi bir eğitimci” olmasının sağlanacağının altı çizilmektedir. Sosyal
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
hizmetler kapsamında verilen “evlilik danışmanlığı hizmeti” ile ailede ortaya çıkan sorunların çözümüne ve aile kurumunun güçlenmesine yönelik çalışmaların yapılacağı belirtilmektedir. Seçim beyannamesindeki bu söylemler de, kadını aile içinde konumlandıran, kadını
anne ve eş kimliği ile özel alan içinde resmeden yapıyı desteklemektedir. Seçim beyannamesinde ayrıca; daha önce ev hanımlarının
ürettikleri ürünlerin satışından elde ettikleri
gelirler vergilendirilirken, AKP iktidarı döneminde bu şekilde elde edilen tüm gelirlerin
vergiden muaf tutulduğu yerel yönetimlerin de
desteği alınarak kadınların “el emeği göz nuru”
olan ürünlerinin pazarlanabilmesi için gerekli
kolaylıkların sağlandığı ifade edilmiştir. Aynı
konu partinin siyasal reklamına da yansımıştır
ve partinin kadın odaklı siyasal reklamında
ayrıca “mutfaktaki kadınımızı enflasyon ve
zam paketlerinden kurtardık, sırtından hayat
pahalılığı yükünü aldık” denilerek kadın yine
ev içinde konumlandırılmıştır.
4.2.2. Kadına Karşı Ayrımcılık ve Kadın
Hakları İçin Mücadele Veren Yapılanmalara Destek
AKP parti programında, kadına ilişkin politikalar incelendiğinde gündeme getirilen konulardan birinin de “cinsiyetlerarası eşitsizlik” sorunu olduğu görülmektedir. Mevzuatta kadın
aleyhindeki ayrımcı hükümlerin ayıklanacağını
ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi ile getirilen ilkelerin
uygulanmasının sağlanacağının söylendiği
programda bu doğrultuda nasıl bir politika
izleneceğine dair bir şey söylenmemektedir.
Zaten Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun
1979 yılında yayınladığı bu sözleşmeyi Türkiye 1985 yılında imzalamış ve bu sözleşmenin
“eşitsiz politikaların hayatın her alanından
çıkarılması” şeklindeki taleplerini dikkate alacağını kabul etmiştir. Ancak uygulamada bunun tam anlamıyla bir yansımasının olmaması,
bu sözleşmenin ilkelerinin sağlanması yönünde
verilecek vaatleri düşündürücü kılmaktadır.
Parti programında ayrıca “temel hak ve özgürlükler” başlığı altında da kadın, çocuk ve çalışma hayatına ilişkin hak ve özgürlük alanlarında uluslararası standartların Türkiye’de
sağlanacağı yönünde bir vaat de bulunulmaktadır. Parti programında kadınla ilgili dernek,
vakıf ve sivil toplum örgütlerine destek sağla-
nacağı, kadınları ilgilendiren yasal düzenlemeler yapılırken bu örgütlerle işbirliği yapılacağı
da aktarılmaktadır. Seçim beyannamesinde ise;
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile Aile ve
Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün
teşkilat yasalarının çıkarılarak, Anayasa’nın 10.
ve 90. maddeleri ile Yeni İş Kanunu, Yeni
Ceza Kanunu ve Ailenin Korunmasına Dair
kanunlarda yapılan değişikliklerle kadın-erkek
eşitliği ve istihdamda önemli yasal düzenlemeler yapıldığı duyurulmak istenmiştir. Beyannamede ayrıca, kadın ve aile konusunda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına destek verilmeye ve sivil toplumdevlet işbirliğinin geliştirilmeye devam edeceği
söylenmektedir.
Beyannamenin “din işleri” başlıklı kısmında da
kadın kelimesi geçmekte ve burada Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın engelli, kimsesiz, yaşlı,
yoksul, hükümlü ve tutuklu gibi daha fazla ilgi
ve desteğe muhtaç vatandaşların yanında olmayı din hizmetinin ayrılmaz bir parçası kabul
ettiği ve temel hak ve özgürlükler, çevre, barış
ve hoşgörü, kadın hakları gibi konularda toplumsal bilinç oluşturmayı yaygın din eğitiminin
gereği olarak gördüğü aktarılmaktadır. Ayrıca
“sorumluluk alanıyla ilgili konularda kamuoyunu düzenli olarak aydınlatan Diyanet İşleri
Başkanlığı, toplumsal huzursuzluklara seyirci
kalmamış, bu çerçevede huzur ve barışımızı
tehdit eden olumsuz gelişmelere, her türlü
ayrımcılığa, kadınların maruz kaldığı hak ihlâllerine, töre cinayetleri ve aile içi şiddete, sokak
çocuklarının, madde bağımlılarının, yaşlı ve
kimsesizlerin himayesi gibi sosyal sorunlara
kamuoyunun dikkatini çekmiş ve bu konularda
dinî açıdan toplumu aydınlatmıştır” denilmektedir. AKP ve CHP’nin kadına yönelik politikalarında belirli konularda kadınların bilinçlendirilmesi noktasında devreye giren mekanizmalar açısından da büyük fark olduğu görülmektedir. AKP kadın hakları konusunda ve
de her türlü ayrımcılıkta, kadınların maruz
kaldığı hak ihlallerinde, töre cinayetleri ve aile
içi şiddet gibi kadını doğrudan ilgilendiren
konularda toplumsal bilinç oluşturmada ve
kamuoyunun dikkatini çekmede din eğitimini
gerekli görmektedir. “Önce insan önce kadınlarımız” başlıklı siyasal reklamda da kadın-erkek
eşitliği konusunda önemli yasal düzenlemeler
yapıldığı ve kadınlara karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele edildiği vurgulanmaktadır.
127
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
4.2.3. Kadın ve Çalışma Hayatı
AKP’nin “çalışan kadın” vurgusu kadın politikalarının merkezinde yer almasa da Erdoğan’ın
Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi
Sempozyumu’nda (2004: 12-16) yaptığı konuşmada “toplumun küçümsenmeyecek bir
kesiminin geleneği dışlamayan bir modernlik,
yerelliği kabul eden bir evrensellik, manayı
reddetmeyen bir rasyonellik, köktenci olmayan
bir değişim” istemektedir şeklindeki vurgusu
ve “muhafazakâr demokrasi anlayışlarının
geleneği önemsemekle birlikte modern kazanımları reddeden bir gelenekçilik gütmediklerini” belirtmesi geleneksel ve moderni içinde
barındıran bir söylemi üretmekte ve bu noktada
“çalışan kadın” söylemi de dışarıda bırakılamamaktadır. AKP’nin parti programında kadınların çalışma hayatı, çocuk ve aile sorumlulukları dikkate alınarak sosyal güvenlik ve
çalışma koşullarında iyileştirmeler yapılacağı
vurgulanmakta yine “çalışan kadın” “çocuk ve
aile sorumlulukları”nın bilincinde olan yani
“anne ve eş” kimliği ile tanımlanmaktadır.
“Aile ve sosyal hizmetler” başlığı altında karşımıza çıkan kadının dahil edildiği bir konu da
kadın ve aile konusunda hizmet veren kamu
kurumlarının yeniden düzenleneceği yönündedir. Seçim beyannamesinde ise; AKP’nin kadınların toplumsal hayatın her alanına katılmasını desteklediği gibi istihdama katılmasını da
Türkiye’nin kalkınmasının ve refahının “olmazsa olmaz” koşullarından biri olarak gördüğü, kadın girişimciliğinin ve kadın istihdamın
arttırılması amacı ile kadın girişimcilerin ihtiyaç duydukları eğitim, danışma, fon-finansman
sağlama konularını içeren çalışmalar yürütüldüğü aktarılmaktadır. Seçim beyannamesinde
“istihdam” başlıklı kısmında işgücü piyasasına
ve istihdama katılımları çok sınırlı olan kadınların başarılı birer girişimci olarak hem ailelerine hem de ülkelerine katkıda bulunmalarını
sağlamak amacıyla kadın girişimcilik programı
başlatılacağı belirtilmektedir. Kadın konulu
siyasal reklamda da “Kadın Girişimcilik Programı” ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Seçim
beyannamesinde yine “istihdam” başlıklı kısımda tarım sektörünün istihdam içindeki payının 2002 yılındaki % 35 oranından, 2006 yılında % 27’ye düştüğü, tarım sektöründeki verimlilik artışını ifade eden bu dönüşümün çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ücretsiz aile
işçisi sayısını azalttığı belirtilmektedir. AKP
128
2001 yılında hazırladığı parti programında
kadını daha çok ev içi rolleri ile konumlandırırken, seçim beyannamesinde “çalışan kadın”a
yönelik vurgular ön plana çıkmaktadır.
4.2.4. Kadın ve Eğitim
Eğitim konusu AKP’nin programında yer verdiği bir konu olmakla birlikte kadın ve eğitim
düzleminde ortaya konulan politikaların daha
çok kız çocuklarının eğitimi üzerine yoğunlaştığı görülmektedir. Başörtülü öğrencilerin sorunlarının dile getirilmediği parti programında
kız çocuklarının okullaşma oranını arttıracak
politikalar uygulanacağı, onların eğitiminin
önündeki engellerin kaldırılacağı, özellikle
kırsal kesimlerde ailelerin bu konularda bilinçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılacağı
vurgulanmaktadır. Programda ayrıca yerel
yönetimlerin kadınların sorunları ile ilgili çalışmalar yapmasının teşvik edileceği ve kırsal
kesimde yaşayan kız çocuklarına yönelik olarak yaşadıkları bölgelerin koşullarına uygun
eğitim projeleri geliştirileceği, bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşlarının destekleneceği
vaat edilmektedir. Seçim bildirgesinin “eğitim”
başlığı altında değerlendirilen kızların eğitimi
ile ilgili olarak okula gidemeyen veya gönderilemeyen kız çocuklarına yönelik “Haydi Kızlar
Okula Kampanyası” ile yaklaşık 250.000 kızı
okullu yaptıkları aktarılmaktadır. Aynı konu
hem kadını konu alan siyasal reklamda hem de
eğitimle ilgili siyasal reklamda da ön plana
çıkarılmıştır.
4.2.5. Kadın ve Şiddet
Parti programında “kadına yönelik şiddet”in,
ayrıca “cinsel ve ekonomik istismarın önlenmesi”nin partinin öncelikli politikaları arasında
yer aldığı söylenmektedir. Maddi destekten
yoksun durumda olan ya da şiddete maruz
kalan kadınları koruyan programlar oluşturulacağı belirtilmektedir. Kadın intiharlarının töre
ve namus cinayetlerinin sık görüldüğü yörelerde kadınlara ve ailelerine yönelik önleyici ve
eğitici çalışmaların yapılacağı ifade edilmektedir. Programın “aile ve sosyal hizmetler” başlığında da bu konuya bir gönderme yapılmakta
ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik tedbirlerin alınacağı bu şiddetin mağdurlarından biri
olan kadınları koruyacak kanuni düzenlemeler
yapılacağı ve koruyucu merkezler açılacağı
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
söylenmiştir. Seçim beyannamesinde de; aile
içi şiddet, töre ve namus cinayetleri ile mücadelede “sıfır tolerans” yaklaşımıyla hareket
edildiği, Kadına Yönelik Şiddeti İzleme Komisyonu kurularak, 2006-2010 Şiddet Eylem
Planı’nın hazırlandığı belirtilmektedir. Aynı
konu partinin siyasal reklamlarına da bu şekilde taşınmıştır.
4.2.6. Kadın ve Siyaset
AKP’nin kadın ve siyaset düzleminde yapılan
tartışmalarda kadını siyaset içerisinde konumlandırdığı nokta da oldukça dikkat çekicidir.
Parti programında “kadınların partimize üye
olmaları ve siyasette faal rol oynamaları özendirilecektir” denilmekte kadının siyasetteki
görünmezliği sorunsallaştırılmaya gerek duyulmadan “siyaset yapılacaksa bu AKP’de
yapılmalıdır” şeklinde bir izlenim oluşturulmaktadır. Bir siyasi parti programında kadınların AKP’ye üye olmalarının özendirilmesini
kadın ve siyaset düzleminde bir parti politikası
olarak sunmak, sorunun özüne inmek yerine bu
politikaların belli amaçlara hizmet için üretildiğini de göstermektedir. AKP’nin seçim beyannamesinde “gençlik” başlıklı kategori içerisinde de kadınları ilgilendiren bir konu gündeme getirilmiştir. Gençlerin yerel yönetimler
tarafından desteklenmesi amacıyla “Gençlik ve
Kadın Meclisleri”nin yasal statüye kavuşturulduğu belirtilmekte ve böylece yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde söz sahibi olunmasının sağlandığı ifade edilmektedir. Burada
AKP, kadının kamusal alanda beklenilen düzeyde yer alamamasını “temsil” konusuyla
özdeşleştirmektedir. AKP’nin kadınlara yönelik hazırlattığı siyasal reklamında ise; “Kadınlarımızın TBMM’de daha etkin temsil edilebilmesi için en fazla kadın milletvekili adayını
biz gösterdik” denilerek yine kadın ve siyaset
konusu popülist söylemler içerisinde erimektedir. Bu yaklaşım aslında partinin programında
sık sık tekrar edilen demokrasi kavramı içerisinde “katılma” kavramına verilen anlamla
yakından ilişkilidir. Katılımcı demokrasiye
yapılan vurgular aslında tam karşılığını bulamamakta ve sadece temsil boyutuyla ele alınmaktadır. Konuya bu çerçevede yaklaşıldığı
için kadınların mecliste “temsil” edilmesi için
en fazla adayı göstermiş olmak sorunun çözüldüğü noktasında bir algı oluşmasına neden
olmaktadır.
4.2.7. Sosyal ve Ekonomik Desteğe İhtiyaç
Duyan Kadın
Bu başlık altında ele alınan konuların bir karşılığı parti programında bulunmamaktadır. AKP
bu anlamdaki eksikliği giderebilme adına bu
konuyu seçim beyannamesine taşımış ve bu
kapsamda yapılan çalışmaları seçim beyannamesi ile seçmenlere duyurma yolunu seçmiştir.
AKP’nin seçim beyannamesinde, çocuk ve
özürlüler yanında kadının da ihmal ve istismarını önlemek amacıyla ALO 183 Aile, Çocuk
ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı’nın
hizmete girdiği belirtilmekte ve sosyal desteğe
ihtiyaç duyan kadın, genç ve ailelere hizmet
götüren Aile Danışma ve Toplum Merkezleri’nin sayısının arttırıldığı, hizmetlerin ülke
geneline yayıldığı söylenmektedir. İhmal, istismar ve şiddet mağduru kadınlara yönelik
hizmet veren kadın konukevlerinin sayısının da
arttırıldığı ifade edilmektedir. Aynı konu siyasal reklamda da ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır.
4.3. CHP’nin Kadın Söylemi ve Politikaları
4.3.1. Laiklik ve Demokrasi Söylemleri İçerisinde Kadın
CHP parti programı incelendiğinde “demokrasi” ve “laiklik” kavramlarının sık sık tekrar
edildiği ve CHP’nin kadın söylemini de daha
çok bu düzlemde oluşturduğu görülmektedir.
Parti programının birinci bölümünü “Çağdaş
Türkiye İçin Değişim” başlığı altında “Hedef
ve Öncelikler” şeklinde sunulan kısım oluşturmuş ve bu bölümde CHP için laikliğin önemi
ortaya konulmaya çalışılırken, CHP için laikliğin; “insan haklarının, kadın-erkek eşitliğinin,
çağdaşlığın ve modernleşmenin güvencesi
olduğu” aktarılmaktadır. Yine programda
“Demokrasi İnsan Hakları ve Özgürlükler” ana
başlığının bir alt başlığı olan “Etnik Farklılıklar
Ülkemizin Zenginliğidir” alt başlığı içinde
“CHP için laiklik ilkesi” ara başlığında, laiklik;
kadın ve erkeği eşit bir Türkiye’nin temel koşulu olarak ele alınmıştır. Programda CHP
önceliklerini sıralarken bunlardan birini de
demokrasi olarak ortaya koymakta ve demokrasiden ne anladıklarını ortaya koymaya çalışırken, bunlar arasında “eğitim ve kültür yoluyla kadını özgürleştirme” de yer almaktadır.
Yine öncelikler arasında “cinsiyet eşitliği”
129
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
başlığı yer almakta ve bu başlıkta, kadının
yönetimde, siyasette, çalışma hayatında, eğitimde, hukukta, evrensel hak ve özgürlüklerde
ve diğer tüm alanlarda erkeklerle eşit haklara
ve olanaklara sahip olduğu, her türlü toplumsal
ve fiziki baskıdan uzak özgürce yaşadığı bir
toplum ön plana çıkarılmaktadır. CHP’nin
seçim beyannamesinin “Önsöz” kısmında da
Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğu, AKP
hükümetini bir tehlike olarak konumlandırarak
“bu tehlikeye karşı hep birlikte ülkemizi sahipleneceğiz, “kadınlar” erkekler ele ele vereceğiz” denilerek halkın “ülkenin üzerine bir karabasan gibi çöken tehlikenin farkına vardığı ve
devletine, laik Cumhuriyetine, huzuruna ve
geleceğine sahip çıkma kararlılığını ortaya
koyduğunu” meydanlarda bir araya gelen milyonlarca “kadının”, gencin halkın bir sevgi
yumağı oluşturarak demokrasinin ancak laik
Cumhuriyet temelinde yükselebileceğinin bilinci içinde geleceğe ışık tuttukları belirtilmektedir. CHP “Cumhuriyet’e sahip çıkma” noktasında kadınlara çok büyük bir anlam yüklemekte ve özellikle “Cumhuriyet Mitingleri”nde
kadınların oynadığı aktif rolü vurgulamaya
çalışmaktadır.
4.3.2. Kadına Karşı Ayrımcılık ve Kadın
Hakları İçin Mücadele Veren Yapılanmalara Destek
CHP’nin parti programında kadın politikalarının merkezinde kadın-erkek eşitliği söylemi
bulunmaktadır. Kadın-erkek eşitliği sağlanmadan demokratik, kalkınmış, sağlıklı ve modern
bir ülke olunamayacağını belirten CHP, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına son vermek için
bu yöndeki tüm uluslararası sözleşmelerin
toplumsal yaşama ve hukuk sistemine yansıtılmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılacağını aktarmaktadır. CHP seçim beyannamesine
bu konuyu aynen bu şekilde taşımıştır. Seçim
beyannamesinde ayrıca “kadınların tümü yurttaş olacak” sloganı altında kadınların nüfusa
kayıtlı olmalarını ve resmi evlilikleri tüm toplumu kapsar şekilde yaygınlaştırarak bütün
kadınların yurttaşlık haklarından eksiksiz yararlanmalarının sağlanacağı vaat edilmiştir.
Programında kadın-erkek eşitliğini sağlam
temeller üzerinde kurabilmek için “fırsat önceliğini” “cinsiyetler arası eşitsizliğin” ayrılmaz
bir parçası olarak gören CHP’nin “pozitif ayrımcılığı” desteklediği anlaşılmaktadır. Eşitlik
130
Çerçeve Kanunu çıkarılacağı, TBMM çatısı
altında bir Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu
kurularak çıkacak tüm yasaların kadın erkek
eşitliği açısından değerlendirileceği, kamu
sektöründeki istihdamda ilkeli kota uygulamasına gidileceği, kadın erkek eşitliğinin önemini
vurgulayacak ders programlarına eğitimin her
kademesinde yer verileceği, eğitim ve kadın
alanında faaliyetlerde bulunan sivil toplum
örgütlerinin çalışmalarının destekleneceği
belirtilmektedir.
Seçim beyannamesinde de “Kadın STÖ’lere
destek” başlığı altında, aynı konu tekrar edilmiştir. CHP cinsiyetler arası eşitsizliğin önüne
geçebilmede “kota uygulaması”na sıcak bakmakta ve sorunları çözmede kota uygulamaları
ve kadın erkek eşitliğinin öneminden bahseden
ders programlarına eğitimin her aşamasında yer
vermeyi bir çözüm olarak sunmaktadır. Aslında
ne kota uygulamaları sorunları kökten çözmede
bir anlam ifade etmekte, ne de ders programları
içerisinde bu konunun sürekli gündeme getirilmesi bir çözüm olacaktır. Bahsedilen konu
demokratik bir kültüre sahip olmak ve sistemin
zaten var olan eşitsizliği üreten yapıyı sürekli
desteklememesi ile ilişkilidir. Beyannamede
ayrıca; Çerçeve Eşitlik Kanunu’nun çıkarılacağı vaat edilmiş ve tüm plan ve politikalara
toplumsal cinsiyet eşitliğinin dahil edileceği
söylenmiştir. CHP parti programında ayrıca,
mevcut yasal mal rejiminde 2002’den önce
evlenen kadınlara yönelik eksikliğin yasal
düzenlemeyle giderileceği, yasal mal rejimine
tâbi olabilmelerinin önünün açılacağı aktarılmaktadır. CHP evlilikte; hem erkekler hem de
kadınlarda 18 yaşını tamamlamış olma koşulunun öngörüleceğini, çocuk yaşta erken evliliğin
önlenmesinin hedef alınacağını da belirtmiştir.
Bu konu seçim beyannamesine de taşınmış ve
“çocuk yaşta evliliğe son” sloganı ile konunun
önemine dikkat çekilmek istenmiştir.
4.3.3. Kadın ve Çalışma Hayatı
CHP’nin parti programında kadına ilişkin politikalar arasında üzerinde en fazla durulan konu
kadın ve çalışma hayatıdır. Parti programında,
çalışma yaşamında kadına karşı mevcut her
türlü ayrımcılığın kaldırılarak iş için değerlendirme ile işe girişte kadınların işe alınmasının
teşvik edileceği ve kadının ekonomik bağımsızlığını kazanabilmesi için AB ile uyumlu
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
Ulusal İstihdam Stratejisi’nin hızla yaşama
geçirileceği söylenmektedir. Kendi hesabına
çalışan girişimci kadınların kredi olanaklarının
geliştirileceği aktarılmaktadır. CHP’nin parti
programı incelendiğinde daha çok “ev dışında
çalışan kadın”ı dikkate alarak politikalar ürettiği görülmektedir ve bu anlamda “çalışan kadın”ın bir de “anne kimliği” dikkate alındığında “anne olan ama çalışan kadınlar”ın sorunları
ve bunlara yönelik politikaların ön plana çıktığı
görülmektedir. İş yerlerinde kreş olanaklarının
yaygınlaştırılacağı, çalışan annelerin iş yüklerinin azaltılacağı, analık izni sırasında zorunlu
sigorta kaynaklarıyla ödenen ücretlerin makul
düzeye yükseltilmesinin hedeflendiği aktarılmaktadır. Seçim beyannamesinde de analık izni
sırasında zorunlu sigorta kaynaklarıyla ödenen
ücretlerin iki kat artırılmasını sağlayacakları
yönünde vaatlerde bulunulmuş ve çalışan annelere çocuk bakım desteği sağlanacağı sözü
verilmiştir. Parti programında gebeliğe, analığa,
emzirmeye ve cinsiyete bağlı işten çıkarmaları
ve doğumdan sonra çalışmaya dönen kadınlara
uygulanan ayrımcılığın yasal ve idari yapılanmalarla önleneceği söylenmektedir. Aynı konu
seçim beyannamesine de taşınmış ve “Anayı
işten çıkarmaya son” sloganı ile verilmiştir.
“Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Aile
Planlaması Politikaları ve Ana-Çocuk Sağlığı”
alt başlığında sağlık taramalarına başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere süreklilik kazandırılacağı, doğum yapan sigortalı kadınlara gerekli bütün sosyal hakların tanınacağı ve altı ay
süre ile emzirme yardımı sağlanacağı aktarılmaktadır.
Seçim beyannamesinde de kadın sağlığı ile
ilgili sağlık hizmetlerinin niteliğinin yükseleceği ve Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Merkezleri’nin sayılarının artırılacağı ve kadın
sağlığı eğitimi verileceği vaat edilmektedir.
“Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Okul
Öncesi İki Yıllık Eğitim” alt başlığında ise,
okul öncesi eğitimde öncelik verilenler arasında çalışan kadınların çocuklarının da yer aldığı
görülmektedir. Programda “Demokrasi” ana
başlığı içinde yer alan “Çalışma Hakkı Kutsaldır Emek En Yüce Değerdir” başlığı içerisinde
de kadınların çalışma hayatına katılmalarının
teşvik edileceği yinelenmiştir. Seçim beyannamesinde de “kadın emeğine fırsat eşitliği”
sloganı altında kadının emeğinin değerlendirilmesinde fırsat eşitliğini sağlayacak önlemle-
rin alınacağı vaat edilmiştir. Aynı konu partinin
siyasal reklamına da taşınmıştır. Parti programında ayrıca “Üretimden ve Üretenden Yana
Yeni Ekonomik Düzen” ana başlığının “Orta
ve Uzun Vadeli Bakış Açımız: Güçlü Bir Türkiye İçin Strateji ve Politika Planlaması” alt
başlığında ise; işgücünün ve özellikle kadınların büyüme sürecine en üst düzeyde katkısını
sağlamak için istihdam seferberliğinin başlatılacağı vurgulanmıştır.
Aynı konu “Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “İşsizlikle Etkin Mücadele Hedefimizdir”
alt başlığında da birebir tekrarlanmıştır. Bu alt
başlık altında ayrıca “ev ekonomisi” ve el sanatları uygulamalarıyla kişisel becerilerini
girişimciliğe dönüştürmek isteyen kadınlara iş
kurma kredisi ve pazarlama desteği sağlanacağı
vaat edilmiştir ve bu başlık altında kadınların
işgücüne katılımlarını artırmak için aktif iş
gücü politikalarının uygulamasının güçleneceği
belirtilmektedir. Aynı konu seçim beyannamesinin “İşsizlik” başlıklı bölümünde ve “Gençlik
ve Kadın” bölümü içinde “girişimci kadınlara
destek” sloganı ile gündeme getirilmiştir.
“Üretimden ve Üretenden Yana Yeni Ekonomik Düzen” ana başlığının “Güçlü Ekonomik
Temellere Sahip Türkiye” alt başlığında ise;
özellikle kadınların ve gençlerin işgücüne katılımlarını artırmaya yönelik olarak alacakları
önlemler ile çalışma çağındaki tüm yurttaşları
daha üretken ve gelir sahibi yaparak tasarruf
edilebilir kaynakların artırılacağı planlanmaktadır. Seçim beyannamesinde de “tüm kadınlarımıza İş Hukuku” sloganı ile ön plana çıkarılan bölümde, “evde, tarım ve orman işlerinde
çalışan kadınlar”ı İş Kanunu kapsamına alacakları vaat edilmektedir. Bu bölüm ve “Sosyal
Refah Devleti” ana başlığının “Herkese Sosyal
Güvenlik” başlıklı kısmında, CHP’nin “çalışan,
emekli, işsiz engelli, yaşlı, çiftçi, evde çalışan
kadın, yoksul veya kimsesiz bütün yurttaşları”
yaşamları boyunca kucaklayacak bir ulusal
sosyal güvenlik sistemi oluşturacaklarını söyledikleri bölüm CHP’nin parti programında
“evde çalışan” kadına seçim beyannamesi
içinde doğrudan vurgunun yapıldığı iki yerdir.
4.3.4. Kadın ve Eğitim
CHP’nin parti programında kadınla ilgili politikalarında en önem verdiği konulardan birinin
eğitim olduğu söylenebilir. CHP eğitimi; “ka-
131
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
dınla ilgili tüm sorunların çözümünde temel
yapı taşı” olarak görmektedir. Kadınlar üzerinde bir toplumsal baskının olduğunu kabul eden
CHP kadınların üzerindeki her çeşit toplumsal
baskının kaldırılmasında eğitim yoluyla da
çaba gösterileceğini belirtmektedir. CHP’nin
kadın eğitimi konusundaki politikaları şu şekilde özetlenebilir: Eğitim ortamında kullanılan
malzemelerin, kadın-erkek eşitliği ilkesine
aykırı her türlü söylem ve önyargıdan arındırılacağı, kırsal alanda kız çocuklarının nüfus
kaydına alınmasında eksikliklerin giderileceği,
eğitimin her aşamasında kız çocuklarının okullaşma oranlarının artırılması için gerekli önlemlerin alınacağı, kadınların mesleki eğitim
olanaklarının geliştirileceği, (seçim beyannamesinin “Bölgesel Kalkınma” başlıklı bölümünde de kadınların mesleki eğitim olanaklarının geliştirileceği vaat edilmektedir) zorunlu
ilköğretimden çeşitli nedenlerle ayrılmış kız
çocuklarının ve kadınların eğitimlerini tamamlamaları için Akşam ve Yaz Okulları’nın yaygınlaştırılacağı ve Halk eğitim merkezlerinin
yaygınlaştırılarak her yaşta kadının eğitimine
devam edebilmesinin sağlanacağı, Kadın Veri
Merkezi, Kadın Merkezleri ve Ulusal Kadın
Konseyi kurularak kadın sorunlarının katılımcı
bir yaklaşımla çözümleneceği. CHP “tüm kızlarımız nüfusa kaydolacak, temel eğitim alacak”, “kız çocuklarımızın hepsi okula”, “kadınlara mesleki eğitim”, “kadın konularında katılımcılık”, sloganlarıyla aynı konuları seçim
beyannamesine de taşımıştır. CHP’nin kadına
yönelik hazırlattığı siyasal reklamda da; tüm
kızların nüfusa kaydolması ve temel eğitim
almasının sağlanacağı tekrar vurgulanmıştır.
4.3.5. Kadın ve Şiddet
CHP’nin parti programında kadın politikaları
içerisinde şiddet konusu da oldukça detaylı bir
şekilde ele alınmıştır. CHP kadına karşı şiddeti
en yaygın ve en sık rastlanılan insan hakları
ihlallerinden biri olarak değerlendirmekte ve
kadına karşı şiddetle mücadele ulusal eylem
planı oluşturulacağı belirtilmektedir. Programda kadına yönelik her türlü şiddete töreler ya da
namus gerekçe gösterilerek uygulanan insanlık
dışı ve suç teşkil eden davranışlara karşı kararlılıkla mücadele edileceği söylenmektedir.
Aynı konu seçim bildirgesine “şiddete sıfır
hoşgörü” sloganı ile taşınmıştır. Partinin
“Cumhuriyet kadınlarıyla çağdaş yarınlara”
132
sloganı ile yayınladığı gazete siyasal reklamı
da bu konuya dikkat çekmiştir. Parti programında aile içi şiddet ve töre cinayetlerini önlemede gençleri bilinçlendirmek için okul eğitim
programlarında bu konunun yer alacağı vurgulanmaktadır. “Ulusal Güvenlik ve Dış Politika”
ana başlığının “İç Güvenlik” ara başlığında ise;
özellikle büyük kentlerde her geçen gün artan
kapkaç ve hırsızlık olaylarını, sokaktaki saldırıları önlemek üzere çalışmalar yapılacağı ve
kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere saldırganların hedefindeki “korumasız” kişileri saldırganlara karşı korumak için etkili önlemler
alınacağı belirtilmektedir. Seçim bildirgesinin
“Terör Güvenlik Huzur” başlıklı kısmında da
kadınların, kızların kapkaç teröründen kurtarılacağı vaat edilmektedir.
4.3.6. Kadın ve Siyaset
CHP’nin parti programında kadına yönelik
politikalar değerlendirildiğinde kadın ve siyaset
konusunda ortaya konulan politikaların yeterli
olmadığı görülmektedir. Kadının siyasetteki
görünmezliğini sorunsallaştıran bir politikadan
bahsetmek pek olası görülmemektedir. Programda kamu yönetiminde ve siyasette karar
verme mekanizmalarında kadın oranının yükseltilmesi amaçlanarak, partiye üye kadınların
yerel ve genel seçimlerde aday olmalarının
özendirileceği aktarılmaktadır. CHP’de AKP
gibi, daha çok en temel sorunun kadınların
karar verme süreçlerinde yeterince temsil edilememe olduğu bakış açısı içinde konuya yaklaşmaktadır ve konu temsil sorununa indirgenmektedir. Bu yaklaşım kadının kamusal yaşamda var olma mücadelesinde karşısına çıkan
sorunların çözümünün yanlış yerlerde aranmasına neden olmaktadır. CHP programında ayrıca kadınların özellikle yargı, idare, ekonominin
yönetimi ile iç ve dış siyaset alanlarında daha
etkin olabilmelerine özel önem verileceğini
vaat etmektedir. Bu söylem Meclis’te kadın
milletvekillerinin sayısı göz önüne alındığında
ya da siyasi arenada kadınların daha çok hangi
noktalarda konumlandırıldıkları dikkate alındığında çok gerçekçi olmamakla birlikte kadın
seçmenleri çekmede etkili olabileceği düşünülmüştür. Programda “Demokrasi” ana başlığı
içinde yer alan “Siyaset ve Sivil Toplum” başlığının bir alt başlığı olan “Siyasi Partiler”
başlığı içerisinde kadınların siyasi partilerde ve
siyasette aktif olarak yer almaları sağlanacaktır
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
şeklinde bir değerlendirmede bulunulmaktadır.
Ayrıca “Kamu Yönetimi” ana başlığının “Kapsamlı Çağdaş Hizmete Odaklanmış Yerel Yönetimler” alt başlığında yerel yönetimlerin
kadınların toplumsal ve ekonomik yaşama
katılmalarını sağlayıcı, statülerini arttırıcı ve
kadın erkek eşitliğini güçlendirici projelerin
gerçekleştirilmesini sağlamada önemli görevler
üstlenecekleri aktarılmaktadır.
4.3.7. Sosyal ve Ekonomik Desteğe İhtiyaç
Duyan Kadın
Yardıma muhtaç kadınların sorunlarına yönelik
üretilen politikalar 2008 yılında yeniden hazırlanan parti programında oldukça geniş bir şekilde yer almıştır. Bu konunun seçim bildirgesinde ve siyasal reklamlarda bir yansıması
olmamıştır. Parti programında; kadın sığınma
evlerinin ihtiyaç düzeyinde açılacağı ve bu
evlerde ücretsiz danışmanlık, psikolojik destek
ve yasal yardım yapılmasının sağlanacağı,
şiddete uğrayan kadınların tedavi rehabilitasyonu için özel merkezler açılacağı ifade edilmekte ve “Kamu Yönetimi” ana başlığının
“Kapsamlı Çağdaş Hizmete Odaklanmış Yerel
Yönetimler” alt başlığında da yerel yönetimlerin kadınlara beceri kazandıracak semt evlerini,
kadın sığınma evlerini yaşama geçirecekleri
ifade edilmektedir. “Sosyal Refah Devleti” ana
başlığının “Aile Sigortası Kurumu Kurulacak”
şeklindeki alt başlığında ise; CHP’nin aile
sigortası kurumu kuracağı, bu kurum ile yoksullukla mücadelenin sosyal refah devletinin
temel politikasına dönüştürüleceği, ilk aşamada
ihtiyaç sahibi kadın ve çocuklardan oluşan
ailelere ulaşılacağı planlanmaktadır. Yine
“Sosyal Refah Devleti” ana başlığının “Vatandaşlık Hakkı Ödemesi” alt başlığında yoksulları koruma altına almak için her ay asgari ücret
düzeyinde ödemelerin yapılmasının planlandığı
projede kadının da evde daha güçlü konuma
getirilmesine destek olunacağı düşünülmektedir.
SONUÇ
AKP ve CHP’nin kadına ilişkin söylem ve
politikalarını ortaya koymak amacıyla yapılan
bu çalışmada her iki partinin de kadına ilişkin
söylemlerinin ve politikalarının parti ideolojisi
ile yakından ilişkili olduğu görülmüştür. AKP
muhafazakâr demokrasi şeklinde ifade ettikleri
siyaset tarzı ile siyasi kimliğini tanımlarken,
muhafazakârlık temelinde bir kitle partisi olarak kendisini konumlandırmakta, CHP ise;
ideolojisini demokratik sol olarak sunarak,
söylemlerinde Atatürk’ün partisi olduklarını sık
sık yinelemekte ve Cumhuriyet’in temel ilkeleri doğrultusunda bir dünya algılaması içerisinde politikalar üretmektedir. Her iki partinin de
kadına ilişkin söylemleri, ideolojilerini temellendiren kavramlar içerisinde anlam bulmaktadır. AKP’nin sağ ve muhafazakâr bir parti
olarak daha geleneksel rol kalıpları çerçevesinde kadını “aile” içerisinde konumlandıran “eş
ve anne” kimliklerini ön planda tutan, kamusal
ve özel alan arasında kadını özel alan içerisinde
sınırlamasa da politikalarını ağırlıklı olarak
özel alan içerisinde yer alan kadını yani “evde
çalışan” kadını temel alarak üreten bir yapı
sergilediği söylenebilir. Gerek parti programında gerekse seçim beyannamesinde “kadın”
çocuk ve aile ile birlikte resmedilmektedir.
AKP’nin parti programında kadın konusu
“sosyal politikalar” başlığı altında, seçim beyannamesinde ise, “sosyal yapının güçlendirilmesi” başlığının “aile, kadın, çocuklar ve
yaşlılar” alt başlığı içerisinde ele alınmıştır.
CHP’nin kadına yaklaşımında siyasal ideolojisini ve kimliğini belirleyen unsurlar çok daha
fazla ön plana çıkmaktadır. Kadın; “çağdaşlık”,
“laiklik” söylemleri içerisinde, “Cumhuriyet”e
sahip çıkan yönleriyle ve “kamusal alan” içerisinde konumlandırılmaya
çalışılmaktadır.
CHP’nin kadın politikalarının ağırlık noktasını
“çalışan kadın” oluştururken, “anne olan ama
çalışan kadın”ların sorunları çok daha fazla
dillendirilmekte ve bu yönde daha fazla politika üretilmektedir. CHP Cumhuriyet ideolojinin
yarattığı, okumuş/meslek sahibi/çalışan kadını
görünür kılmaya çalışırken, Kemalist reformların kadınları var ettiği yönündeki söylemler ve
1923’lerin devlet feminizmi içerisinde tanımlanan kadın söylemi sürekli yeniden üretilmektedir. CHP’nin parti programında kadın konusu,
“Demokrasiyi Güçlendirme Demokrasi İnsan
Hakları ve Özgürlükler” başlığı altında “Hedefimiz Kadını Erkeği Her Alanda Eşit Türkiye”
alt başlığında, seçim beyannamesinde ise;
“Gençlik ve Kadın” başlığı altında ele alınmıştır.
Her iki partinin de kadın politikaları ve söylemleri incelendiğinde “kadına ilişkin sorunsallaştırılan alanlarda” büyük bir benzerlik olduğu
görülmüştür. Her iki parti de kadına yönelik
133
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
politikalarını; kadına karşı ayrımcılık, kadın ve
çalışma hayatı, kadın ve eğitim, kadın ve şiddet,
kadın ve siyaset, sosyal ve ekonomik desteğe
ihtiyaç duyan kadın temaları altında ele almışlardır. İki parti açısından önemli farklılık,
AKP’nin kadına ilişkin söylem ve politikalarında “kamusal alan ve özel alan” ikilemi içerisinde bir kadın söylemi üretme kaygısı ön
plana çıkarken, CHP’de ise; “laiklik ve demokrasi” söylemleri içerisinde bir kadın söylemi
oluşturulmaya çalışılmaktadır. Her iki partinin
kadın politikalarında odaklandıkları konular
benzemekle birlikte, kadın söylemlerindeki
popülist yaklaşımdaki ortaklık da dikkat çekmektedir. Her iki parti de kadın seçmeni yakalamak adına “retorik stratejilere” sık sık başvurmakta, kadınların toplumsal yaşamdaki
önemine dikkat çekme, kadınsız bir demokrasinin olamayacağı yönünde söylemler üretmede
oldukça etkileyici bir yaklaşım sergilemektedirler. AKP ve CHP retorik stratejiler dışında
“olumlu destek stratejileri”ne de başvurmakta,
kadınların konumunu iyileştirmeye ve katılımını artırmaya yönelik uygulamalarda da bulunmaktadırlar. Ancak genel olarak değerlendirildiğinde yapılanlardan çok yapılacaklar üzerinde durulması retoriksel stratejilerin ağırlıkta
olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Olumlu ayrımcılık stratejileri ise;
AKP’nin parti politikasında çok sıcak bakmadığı bir konudur. Pozitif ayrımcılık ve kota
uygulamaları CHP tarafından desteklenirken,
AKP bu konuyu ön planda tutan bir söylem
geliştirmemiştir.
AKP ve CHP’nin kadına yönelik politikaları
değerlendirildiğinde siyaset ve kadın konusunda üretilen politikaların her iki parti açısından
da çok yetersiz olduğu görülmektedir.
Cinsiyetlerarası eşitsizliğin en görünür olduğu
siyaset alanı ve kadının siyaset alanındaki görünür olma mücadelesi siyasilerin popülist
söylemleri içerisinde anlamsızlaştırılmaktadır.
Konu daha çok temsil ve katılım düzleminde
ele alınmakta ve bu unsurlar sorun olmaktan
çıktığında kadının kamusal alandaki görünmezliğinin önündeki engellerin ortadan kalkacağı
düşünülmektedir. AKP ve CHP’nin parti programları kıyaslandığında özellikle “eğitim” ve
“çalışma hayatı” konusunda CHP’nin çok daha
fazla politika ürettiği ve bu alanlarda kadına
yönelik söylemlerinin daha eyleme dönük
olduğu gözlenmektedir.
134
Her iki partinin kadın politikaları genel olarak
değerlendirildiğinde sorunların kökenine inerek
çözümler üretmekten daha çok kadınla özdeşleştirilen temel konular ve sorun alanları çerçevesinde kadın konusuna yaklaşıldığı ve özellikle seçim beyannamelerinde kadın seçmeni
yakalamak adına sloganik cümleler ve popülist
söylemler içerisinde bir yaklaşımın sergilendiği
görülmektedir. Kadınların her alanda ikincilleştirildiğinin bilincinde olan siyasi aktörler, bu
cinsiyetçi politikaların karşısında oldukları
yönünde söylemler üretirlerken aynı zamanda
pek çok alanda kadının ikincilleştirilmesinin
ardında izledikleri politikaların etkisini gözardı
etmektedirler.
SONNOTLAR
(1) Feminist yaklaşıma göre aile içi ilişkiler,
kocalar ve karılar arasındaki, ebeveyn ve çocukları arasındaki ilişkiler, her parçasıyla işverenler ve işçiler veya hükümet ve vatandaşlar
arasındaki ilişkiler kadar siyasidir. Bu slogan
ev içi, aile ve kişisel hayattaki her şeyin aynı
zamanda siyasi olduğuna ve bunun gerçekte
diğer tüm siyasi mücadelenin temeli olduğuna
ilişkin düşünceyi içermektedir (Heywood 2006:
14).
(2) Türkiye’de hükümet programlarında kadının nasıl ele alındığına ilişkin detaylı bir çözümleme için Köker’in (1988) çalışması incelenmelidir.
(3) AKP yönetimi muhafazakâr demokrasi
kavramıyla siyaseti normalleştirmeye çalıştıklarını yani; din-siyaset, gelenek-modernlik, dindevlet, devlet-toplum-birey gibi kavramların
yarattığı gerilimi aşmayı, siyaseti gerçekçi bir
zemine oturtmayı, müstakil bir muhafazakâr
parti üretmeye çalıştıklarını, kuşatıcı bir siyaset
tarzı üretmek istediklerini (Akdoğan 2004: 1819) aktarmaktadırlar.
KAYNAKLAR
Acar F (1993) Türkiye’de İslamcı Hareket ve
Kadın Kadın Dergileri ve Bir Grup Üniversite
Öğrencisi Üzerine Bir İnceleme, Ş. Tekeli
(yay haz), 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış
Açısından Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul,
79-100.
Adaklı G (2009) 2002-2008: Türk Medyasında
AKP Etkisi, İ. Uzgel ve B. Duru (der), AKP
Siyasi Partilerin Kadına İlişkin Söylem ve Politikaları… (115-136)
Kitabı Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix
Yayınevi, Ankara, 559-613.
(yay haz), Yerli Bir Feminizme Doğru, Sel
Yayıncılık, İstanbul, 385-422.
Akdoğan Y (2004) AK Parti ve Muhafazakâr
Demokrasi, Alfa Yayınları, İstanbul.
Demir Z (2002) Siyasi Partilerin Kadın Politikalarına Karşı Kadınların Tutumu, Doktora
Tezi, S.Ü. Sos. Bil. Ens., Sakarya.
Arat Y (1992) 1980’ler Türkiye’sinde Kadın
Hareketi: Liberal Kemalizm’in Radikal Uzantısı, N. Arat (yay haz), Her Yönüyle Türkiye’de
Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul, 75-95.
Arat Y (1998) Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar, S. Bozdoğan ve R. Kasaba (ed),
Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, 8298.
Ataman N (1998) Kadınsız Demokrasi Demokrasi Değildir, Z. Göğüş (der), Kadınlar Olmadan Asla, Sabah Kitapçılık, İstanbul, 23-34.
Berktay F (1993) Türkiye Solu’nun Kadına
Bakışı: Değişen Bir Şey Var Mı?, Ş. Tekeli
(yay haz), 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış
Açısından Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul,
313-326.
Berktay F (1994) Türkiye’de Kadın Hareketi
Tarihsel Bir Deneyim, Kadın Hareketinin Kurumsallaşması Fırsatlar ve Rizikolar (1-4 Kasım 1991’de Frauen-Anstiftung tarafından
düzenlenen uluslararası toplantının tutanakları),
Meral Akkent (çev), Metis Yayınları, İstanbul,
18-27.
Berktay F (2006) Tarihin Cinsiyeti, Metis
Yayınları, İstanbul.
Birkalan-Gedik H (2009) Türkiye’de Feminizm
ve Antropolojiyi Yeniden Düşünmek: Feminist
Antropoloji Üzerine Eleştirel Bir Deneme,
Cogito, 58, 285-338.
Bora A (2004) Kamusal Alan Sahiden “Kamusal” Mı?, M Özbek (ed), Kamusal Alan, Hil
Yayınları, İstanbul, 529-538.
Bora A (2005) Kadınların Sınıfı, İletişim Yayınları, İstanbul.
Connell R W (1998) Toplumsal Cinsiyet ve
İktidar, Cem Soydemir (çev), Ayrıntı Yayınları,
İstanbul.
Çakır S (1996) Osmanlı Kadın Hareketi, Metis
Yayınları, İstanbul.
Çakır S (2001) Bir’in Nostaljisinden Kurtulmak: Siyaset Teorisine ve Pratiğine Cinsiyet
Açısından Bakış, A. İlyasoğlu ve N. Akgökçe
Doğanay Ü (2003) AKP’nin Demokrasi Söylemi ve Muhafazakârlık: Muhafazakâr Demokrasiye Eleştirel Bir Bakış, Ankara Üniversitesi
SBF Derg, 62 (1), 65-88.
Donovan J (1997) Feminist Teori, Aksu Bora
ve ark. (çev), İletişim Yayınları, İstanbul.
Göle N (1992) Modern Mahrem, Metis Yayınları, İstanbul.
Güneş-Ayata A (1993) Türkiye’de Kadının
Siyasete Katılımı, Ş. Tekeli (yay haz), 1980’ler
Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar,
İletişim Yayınları, İstanbul, 293-312.
Heater D (2007) Yurttaşlığın Kısa Tarihi, Meral Delikara Üst (çev), İmge Kitabevi Yayınları,
Ankara.
Heywood A (2006) Siyaset, Bekir Berat
Özipek ve ark (çev), Liberte Yayınları, Ankara.
İlyasoğlu A (1994) Örtülü Kimlik, Metis Yayınları, İstanbul.
Kandiyoti D (1998) Modernin Cinsiyeti: Türk
Modernleşmesi Araştırmalarında Eksik Boyutlar, S. Bozdoğan ve R. Kasaba (ed), Türkiye’de
Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, 99-117.
Kırca Schroeder S (2007) Popüler Feminizm
Türkiye’de ve Britanya’da Kadın Dergileri,
Bağlam Yayınları, İstanbul.
Kili S (1996) Modernleşme ve Kadın, N. Arat
(yay haz), Türkiye’de Kadın Olmak, Say Yayınları, İstanbul, 9-20.
Koray M (1992) Kadın Siyaset Kota, N. Arat
(yay haz), Her Yönüyle Türkiye’de Kadın
Olgusu, Say Yayınları, İstanbul, 199-244.
Köker E (1988) Türkiye’de Kadın, Eğitim ve
Siyaset: Yükseköğretim Kurumlarında Kadının
Durumu Üzerine Bir İnceleme, Doktora Tezi,
A.Ü. Sos. Bil. Ens., Ankara.
Köker E (2004) Saklı Konuşmalar, M Özbek
(ed), Kamusal Alan, Hil Yayınları, İstanbul,
539-550.
135
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Lovenduski J (1993) Introduction: The
Dynamics of Gender and Party, J. Lovenduski
ve P. Norris (eds), Gender and Party Politics,
Sage, London.
Mitchel J (1998) Kadın ve Eşitlik, J Mitchel ve
A. Oakley (ed), Kadın ve Eşitlik, Fatmagül
Berktay (çev ve yay haz), Pencere Yayınları,
İstanbul, 23-46.
Pateman C (1993) Kardeşlerarası Toplumsal
Sözleşme, J Keane (der), Sivil Toplum ve Devlet, Aksu Bora (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 119-146.
Pelizzon S M (2009) Kadının Konumu Nasıl
Değişti? İhsan Ercan Sadi ve Cem Somel (çev),
İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
ve B. Duru (der), AKP Kitabı Bir Dönüşümün
Bilançosu, Phoenix Yayınevi, Ankara, 614-629.
Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi
Sempozyumu (2004), AK Parti Siyasi ve Hukuki İşler Başkanlığı, Camev Yayıncılık, Ankara.
Üşür S (1992) İslamcı Kadınların Yaşam Alanı:
Tepkisel İndirgemecilik Mi? N. Arat (ed) Her
Yönüyle Türkiye’de Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul, 131-149.
Wedel H (2001) Siyaset ve Cinsiyet, Can Kurultay (çev), Metis Yayınları, İstanbul.
Phillips A (1995) Demokrasinin Cinsiyeti,
Alev Türker (çev), Metis Yayınları, İstanbul.
Werlhof C V (2008) Kadın Emeği: Ekonomi
Politiğin Eleştirisindeki Kör Nokta, M. Mies ve
ark. (eds), Son Sömürge: Kadınlar, Yıldız
Temurtürkan (çev), İletişim Yayınları, İstanbul,
27-45.
Sancar-Üşür S (1997) Siyasal Yaşam ve Kadınlara Destek Politikaları, KSGM, Ankara.
Yaraman A (1999) Türkiye’de Kadınların
Siyasal Temsili, Bağlam Yayınları, İstanbul.
Sancar S (2009) Erkeklik: İmkansız İktidar,
Metis Yayınları, İstanbul.
Şafak E (2007) CHP’nin Seçim Bildirgesi,
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/safak/2007/
06/21CHP_nin_secim_bildirgesi,20.09.2007’
de erişildi.
Tekeli Ş (1988) Kadınlar İçin Yazılar 19771987, Alan Yayıncılık, İstanbul.
Tekeli Ş (1993) 1980’ler Türkiye’sinde Kadınlar, Ş. Tekeli (yay haz), 1980’ler Türkiye’sinde
Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 15-50.
Timisi N ve Ağduk Gevrek M (2007) 1980’ler
Türkiye’sinde Feminist Hareket: Ankara Çevresi, A. Bora ve A. Günal (der), 90’larda Türkiye’de Feminizm, İletişim Yayınları, İstanbul,
13-39.
Tokgöz O (1994) Kadın Seçmen İmgesi: Türkiye’de Kadının Bireysel Siyasal Katılımı
Üzerine Bir Deneme, Amme İdaresi Derg,
27(4), 97-115.
Tokgöz O (1996) Siyasal Reklamlarda Kadın
Söylemi ve Kadın İmgeleri Örnek Olay Olarak
1987 ve 1991 Genel Seçimleri, N. Arat (yay
haz), Türkiye’de Kadın Olmak, Say Yayınları,
İstanbul, 55-72.
Tür Ö ve Çıtak Z (2009) AKP ve Kadın: Teşkilatlanma, Muhafazakârlık ve Türban, İ. Uzgel
136
KARİZMATİK LİDERLİKTE DUYGUSAL ZEKA BOYUTUYLA CİNSİYET
FAKTÖRÜNE İLİŞKİN LİTERATÜRSEL BİR ÇALIŞMA
Gaye Edizler*
“Yüksek sesle övüp, alçak sesle suçlayın”
Büyük Katerina
ÖZET
Liderlik yaklaşımları geleneksel yaklaşımlardan sonra daha çok psiko dinamik boyutta gelişmekte,
sosyo-duygusal ve iletişim temelli yaklaşımlara yönelik eğilimler artmaktadır. Liderlik-duygusal
zeka ilişkisi ile ilgili yakın tarihli literatüre bakıldığında ise çalışmalarda karizmatik liderlikte
sosyo-duygusal zeka faktörlerinin etkisi üzerine ağırlıklı olarak odaklanıldığı, cinsiyet faktörü
üzerine çok fazla değinilmediği görülmektedir. Dolayısıyla her iki alanda da cinsiyet faktörünü
literatürsel anlamda irdelemek gereği karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmanın amacı; karizmatik liderlik-sosyo-duygusal zeka yetkinliklerinde cinsiyet farklılığını
literatürsel düzeydeki teorik yaklaşım ve araştırma örnekleriyle irdelemektir. Çalışmada, yeni
liderlik yaklaşımları olarak tanımlanan transformasyonel liderlik içinde karizmatik liderlik, duygusal zeka kavramları genel olarak aktarılmakta ve karizmatik liderlik-duygusal zeka ve cinsiyet
ilişkisine yönelik araştırma ve yaklaşımlar üzerinde durulmaktadır.
Anahtar sözcükler: Duygusal Zeka, liderlik, karizma, karizmatik liderlik, cinsiyet
A LITERATURE STUDY OF GENDER ROLE IN CHARISMATIC
LEADERSHIP WITH THE POINT OF EMOTIONAL INTELLIGENCE
ABSTRACT
After the traditional theories, modern leadership approaches in psycho dynamic extent have lead
in tendency of socio-emotional theories. Researches recently continues to support the relationship
between social and emotional competencies and charismatic leadership, however few studies have
specifically adressed the impact of gender differences on this relationship. So there is a growing
necessity to argue the gender factor on both EI competencies and leadership.
The major purpose of this paper is to examine the gender in the literature of EI and charismatic
leadership theories and emprical analysis. So firstly recent charismatic leadership and EI concepts and views will be taken and then adress the researches and studies related the predictive
relationship between gender-EI and charismatic leadership in this study.
Keyword: Emotional Intelligence, leadership, charisma, charismatic leadership, gender
GİRİŞ
Uzun dönemli ilgi ve çalışma alanlarından
birisini oluşturan liderlik konusu güç otorite
ilişkileri, kişisel özellikler, davranışsal ve durumsal koşullar açısından irdelenmeye çalışılmıştır. Geleneksel ve klasik görüşler olarak
nitelendireceğimiz bu yaklaşımların yerini ise
psiko dinamik, sosyo-duygusal ve iletişim
temelli yaklaşımların aldığını görmek mümkündür. Geleneksel yaklaşımlarda çoğunlukla
genel liderlik davranışları üzerinde durulurken,
yeni görüşler liderliğin çok boyutlu ve farklı
yönlerini alt kategorilerle inceleme imkanı
*
Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
sunmaktadır. Liderliğe yeni ve çok yönlü bakış
açısı sunan bu yeni eğilim içerisinde ise liderlik
ile ilgili çalışmalarda sosyo-duygusal zeka,
iletişim, karizmatik ve transformasyonel liderlik boyutları, maskulin ve feminen yönetsel
stiller yani cinsiyet gibi faktörler yeni inceleme
alanları olarak karşımıza çıkmaktadır.
1. LİDERLİKTE YENİ PARADİGMALAR
VE TEORİK GELİŞİM
Liderlik olgusu işletme, sosyoloji, siyasal bilim
ve sosyal psikoloji gibi farklı disiplinlerin uzun
dönem yakın ilgi odağı olmuştur. 1950’lerin
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
örgütsel davranış ile ilgili literatür içindeki
geleneksel yaklaşımlar yerini 1980’lerden
itibaren çağın ihtiyaçlarına paralel olarak yenilikçi ve reformist ağırlıklı yaklaşımlara bırakmıştır.
Transformasyonel
(dönüşümselreformist) liderlik yaklaşımı da yönetimorganizasyon disiplini içinde yaklaşık son
yirmi yılın modern liderlik yaklaşımlarından
birisi olarak ele alınıp incelenmektedir.
Klasik liderlik literatüründe lider davranışları
(1) kişisel özellikler, (2) güç-otorite ilişkileri,
(3) davranışsal ve (4) Durumsallık yaklaşımlar
temelinde değerlendirilirken; yeni liderlik görüşlerinde lider-çalışan (kendisini izleyenler)
etkileşimi çalışmaların odak noktası olmuştur.
Dolayısıyla yeni liderlik paradigmaları olarak
sosyo-duygusal ve sembolik davranışlar,
vizyoner olma, ilham verme, sözsüz iletişim,
ideolojik değerler, entelektüel uyarım, karşılıklı
güven ve bağlılık kavramları öne çıkmaktadır.
Böylece literatüre sunulan yeni liderlik anlayışının temelinde liderin çalışanlarını sadece
örgütsel koşullar içinde değerlendirmek, fiziksel dürtüleri ve ceza tehdidini kullanmak yerine, çalışanı moral ve bağlılığı yoluyla dahil
ederek onu organizasyonun ve işin anlamlı bir
parçası olarak görme çabası yatmaktadır.
Burns’un politik liderlik boyutunda tanımladığı
ve literatüre tanıttığı transformasyonel ve
transaksiyonel liderlik yaklaşımı yönetim ve
organizasyon teorilerine örgütsel değişim ve
yetkilendirme kavramlarıyla yeni bir bakış
açısı sunmuştur (Burns 1978: 12). Bass ise
(1985) bu alandaki çalışmaları daha da derinleştirerek transformasyonel liderliğin üç davranış boyutuna işaret etmiştir: karizma, entelektüel uyarım ve bireysel düşünce. Bass ve
Avolio (1990) daha sonraki dönemli çalışmalarında ilham verici motivasyonu, üç faktörlü
boyuta dördüncü bir faktör olarak ilave etmişlerdir.
Böylece
karizmatik
liderlik
transformasyonel liderliğin bir bileşeni ve en
baskın algılanan formu olması dolayısıyla,
çoğunlukla literatürde iki eş anlamlı kavram
olarak kullanılmakta ve çalışanların tutum ve
değerlerini dönüştürebilme yeteneği olarak
ifade edilmektedir. Bir başka ifadeyle karizmatik yeteneklerini diğerlerini teşvik etmek için
kullanan liderler transformasyonel liderler
olarak adlandırılmaktadır. Bu tür liderler yoğun
duygular uyandırmak ve çalışanların motivas-
138
yonunu arttırmak için kişisel güç yani karizmatik güç yaratan kaynaklarına ve niteliklerine
dayanmaktadırlar; kendine güven, kontrol
ihtiyacı ve ahlaki doğruluk gibi.
Yakın tarihli ampirik araştırma ve yaklaşımlar
organizasyonlarda karizmatik liderliğin bireysel, grup ve organizasyonel düzeylerdeki analizlerle pozitif çıktıları dahil, oldukça güçlü
etkileri olduğunu yansıtır niteliktedir. Bu araştırmalara ilişkin örneklerden bazıları karizmatik liderliğin net kar marjı (Waldman ve ark.
2001); ekonomik değeri (Agle 1993); üst
yönetim takım motivasyonu ve bağlılığı üzerindeki pozitif ilişkisi (Agle ve Sonenfeld
1994) şeklinde sayılabilir. Karizmatik liderlikle
ilgili yaklaşımlar potansiyel lider adaylarının
ortaya çıkarılması, eğitim, terfi, rotasyon gibi
yönetsel kararların tespiti ve farklılıkların yönetimi, yüksek düzey bağlılık ve performans
artışı gibi pozitif birçok örgütsel çıktıya da
hizmet etmektedir.
2. TRANSFORMASYONEL LİDERLİK
BOYUTLARI VE KARİZMATİK
LİDERLİK DAVRANIŞLARI
Literatürde transformasyonel liderlik rolünün
dört boyutu- karizma, bireyselleştirilmiş düşünce ve entelektüel uyarım ve ilham verici
motivasyon- tanımlanmaktadır ki bu boyutlar
liderin çalışanlarıyla arasında güçlü duygusal
bağlar kurup yönetmesinde etkili olmaktadır
(bkz. Şekil 1).
(1) Karizma-İdeal etki: Karizma kavramı Yunanca’da doğuştan gelen bir armağan/saygınlık
anlamına gelmektedir. Temellerini eski çağlarda Plato’ya kadar dayandırabileceğimiz bu
kavram daha geniş biçimde Max Weber tarafından ve zor koşullar altında olup, destek
arayan bireyler tarafından seçilen ve sıra dışı
özellikleri olduğuna inanılan liderlerin tarifinde
kullanmıştır. Weber çalışmalarında karizmatik
lideri kendi kendine atanan ve kendi stili olan
insanlar olarak tanımlamıştır (Weber 1964:
12). Stil sahibi olmanın temeli ise karizmatik
liderin misyonuyla ilişkilidir. Bir başka tanımda karizma “bireyin sıradan insanlardan ayrılan ve doğuştan gelen üstün özelliklerini kullanarak, diğerlerini yüksek düzeyde etkileme
yönünde yansıttığı kişisel yetenekler”dir
(House ve Baetz 1979: 372). Kişilerarası ileti-
Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150)
şimde karizma çekicilik, yüksek düzeyde ikna
ve etkileme gücü olarak ifade edilmektedir.
Duygusal zeka açısından karizma “duygularla
iletişim kurma ve dolayısıyla diğerlerine ilham
verme yetenek ve isteğini içeren dramatik özel
bir yetenek” olarak algılanmaktadır (Friedman
ve ark. 1988: 204). Benzer açıdan Riggio
(1989) karizmayı gelişmiş duygusal ve sosyal
beceriler olarak tanımlamaktadır.
Sonraki
yıllarda konuyla ilgili derinlemesine yürütülen
çalışmalar karizma kavramının Weber’in çalışmalarındaki kişilik temelli veya bağlamsal
olmaktan öte, daha geniş düzeyde ilişkisel ve
algısal boyutta gerçekleştiği ortaya konmaktadır.
(2) Bireyselleştirilmiş düşünce: Karizmatik
liderlikte bireyselleştirilmiş düşünce ve çalışanların başarılarını fark etme anlayışı yatmaktadır. Bu tür liderler tipik olarak her asta tek bir
bireymiş gibi davranmak, öğretici deneyimler
yaratmak ve kolektif davranmaya teşvik için
projeleri devretme eğilimini göstermektedir.
(3) Entelektüel uyarım: Liderler astlarını eski
davranış kalıplarını değiştirebilecek düşüncelere yönlendirirler. İzleyicilerin problemlere
farklı bakış açılarından bakmalarını ve problemleri değişik ve yeni yollarla çözmelerine
yardımcı olurlar. Böylece yarattıkları entelektüel uyarım ile pratiğe izin verme, yaratıcı
düşüncelerin üzerinde durma eğiliminde olup,
statükoya karşı çıkarlar (Özkalp ve Kırel 2001:
373).
(4) İlham verici motivasyon: Transformasyonel
liderler çalışanların tüm yetenek ve becerilerini
ortaya çıkararak, kendilerine olan güvenlerini
arttırarak en etkili sonuçlara ulaşma yönünde
ilham vererek onları motive ederler.
Karizmatik liderlik davranışları incelendiğinde,
sistematik biçimde belirli özellikleri sergiledikleri gözlenmektedir. Bu tür liderler kendilerini
izleyenlerin ihtiyaçlarını hesaba katmakta
(empatik davranış), çalışanlarının yüksek düzeyde iş performansı sergilemelerine ilham
verecek biçimde vizyoner yaklaşmaktadırlar.
Çalışanlarının vizyona bağlılık gösterme ve
vizyonu uygulamada sergileyecekleri davranışlar konusunda karizmatik liderler rol model
olmaktadırlar. Karizmatik liderler statükocu
olma eğilimine karşı çıkarak, reformist bir
yaklaşımla sürekli olarak mevcut koşulları
iyileştirmenin yollarını araştırmaktadırlar. Bu
yönleriyle ise geleneksel olmayan düşünce
anlayışına ve risk alabilme özelliğine sahip
olmaktadırlar. Son olarak karizmatik liderlerin,
retorik yöntemler ve etkili sözsüz iletişim araçlarına sıklıkla başvurarak, çalışanlarıyla oldukça güçlü, güvenilir ve dinamik bir tavır ile
iletişim kurdukları görüşü ortaya konmaktadır
(Bass 1985: 23). (bkz. Şekil 1)
Karizmatik liderlik sürecine ilişkin olarak 3
temel role teorik perspektif içinde sıklıkla vurgu yapıldığı görülmektedir ki bunlar; vizyon,
vizyonun uygulanması ve karizmatik iletişim
tarzıdır (Kirkpatric ve Locke 1996: 46):
(1) Vizyonu ifade etme ve aktarma: karizmatik
liderlik rolünün önemli bir parçası vizyon çevresinde gelişmektedir. Öngörmek, gelecekteki
yöne ilişkin bir yol haritası sunmak, bu yön
çevresinde heyecan oluşturmak, kaostan düzen
yaratmak, liderliğe güven oluşturmak ve başarı
kriterleri sunmak sayılabilir. Daha iyi bir gelecek öngörmek yoluyla liderler anlam sunmakta, kendileriyle kuruluştaki diğer insanlar
arasında bir bağlantı oluşturmakta, bir grup
kimliği yaratmakta ve insanları birbirine bağlayan ve onlara hayal kurmada yardımcı olan bir
kolektif hayal gücünü tetiklemektedir (Vries
2007: 244). Karizmatik liderliğin vizyon geliştirme bileşeni rekabetçi bir ruh oluşturmaya ek
olarak, örgüt kültürünü biçimlendirme ve korumayı da içermektedir. Dolayısıyla karizmatik
liderler bir anlamda örgüt kültürünün mimarıdır.
Karizmatik liderlik görüşü ile liderin peşinden
gelenlerin kendilerine olan duygusal bağlılığı,
bu kişileri harekete geçirme, misyona duyarlılık gibi etkiler ile öz saygı, güven, gibi değerler
gibi etkilere dikkat çekilmektedir. Karizmatik
liderler ‘anlam yaratma ve yönetme’ konusunda oldukça başarılıdırlar. Anlamın güçlü biçimde iletilmesinde etkili olabilecek güçlü
sembol, metaforlar, mizah, seremoni ve imajlardan yararlanarak, insanları istedikleri biçimde yönlendirebilmekte ve harekete geçirebilmektedirler. Karizmatik liderler değerlerin
gücünü ve yaratıcı dramayı kullanarak, çeşitli
semboller yoluyla bireylerin algılarını etkilemekte ve onları bu değerlerle uyumlu davranmaya yöneltmektedir.
139
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
(2) Karizmatik liderin ikinci rolü vizyonu oluşturmakla kalmayıp, vizyonu hayata geçirmekle
ilgilidir. Bu ise yetkilendirme ile mümkündür.
Karizmatik liderler vizyon sürecine çok sayıda
çalışanı dahil ederek, önemli kararlar alma
yetkisini ve bilgi paylaşımını çok sayıda insana
dağıtmış olurlar. Yetkilendirme ile bütün çalışanlar vizyonun aktif alıcıları olarak, hiyerarşik
yapının neresinde olursa olsunlar, kendilerinin
bir fark yaratabileceklerini hissetme ihtiyaçlarını tatmin etmiş olurlar.
(3) Karizmatik iletişim tarzı: Karizmatik liderler diğerlerinin duygularını fark etme ve yönetme konusunda başarılıdır. Etkili karizmatik
liderler sadece organizasyondaki çok sayıda
insanı işin içine katmakla kalmayıp, aynı zamanda çok sayıda insana temas etmektedirler.
Literatürde karizmatik lider özellikleri incelendiğinde imaj oluşturma, yenilikçi görüşleri
iletme gibi daha çok ‘ilişkisel ve algısal boyut’
içinde karşılığını bulmaktadır. Bu çerçevede
kişinin ilişkisel yaklaşımı ve iletişim becerileri
karizmatik lider olması yönündeki algılamaları
etkilemektedir. Karizmatik iletişim tarzını
belirleyen unsurlar ise liderin cezbedici ses
tonu, doğrudan göz teması, canlı yüz ifadelerini
sergilemesi ve güçlü, kendinden emin ve dinamik bir etkileşim stilini kullanması şeklinde
sıralanabilir. Karizmatik iletişim tarzı; liderin
vizyona bağlılığını, bu konudaki enerjisini ve
güçlü, öz güvenli duruşunu sergilemesine katkı
sağlayan güçlü sözsüz taktikleri içermektedir
(Kirkpatrick ve Locke 1996: 48). Tarihsel
süreçte lider profilleri sözlü ve sözsüz taktikleri
açısından incelendiğinde Gandhi yumuşak
konuşma uslübü ve dingin duruşuyla, Atatürk
kendinden emin, dik duruşu, sosyal ve yenilikçi
tarzıyla, Martin Luther King ise sergilediği
genç, dinamik ve coşkulu stiliyle karizmatik
liderler arasında sayılmaktadır.
Yakın dönemli liderlik yaklaşımları ve araştırmalarında karizmatik liderliğin kilit bileşenleri
olarak sosyal ve duygusal zeka temelli çalışmalar önem kazanmaktadır. Salovey ve Mayer’in
duygusal zeka çalışmalarının ardından, alan
araştırmacılarının çoğunluğu dikkatlerini karizmatik liderlikte duygusal zeka yetkinliklerinin katkısı olup olmadığını araştırmaya yöneltmişlerdir. Bulgular karizmatik liderlik
davranışları sergilemede duygusal zekanın
etkili bir faktör olduğunu ortaya koyar nitelik-
140
tedir. Örneğin Sosik (2001) duygusal zekanın
önemli bileşenlerinden birisi olan kişisel
farkındalığın karizmatik liderlik ve yönetsel
performansı öngörmede etkili bir faktör olduğunu ortaya koymuştur (Sosik, 2001: 487).
Benzer araştırmalarda kişisel gözlem ve sosyal
kontrol faktörlerinin de karizmatik liderlikte
etkili kilit kişilerarası iletişim becerileri olduğu
tespit edilmiştir. Bu yakın ilişki içine cinsiyet
faktörü katıldığında ise, liderliği sergileme ve
karizma kullanım biçimlerinin farklılaştığı
görülmektedir. Karizmatik liderlikte cinsiyetduygusal zeka faktörlerinin rolü ve etkinliğini
sunmadan önce duygusal zeka kavramına ve
liderlikle ilişkisine genel bir bakış atmakta
yarar vardır.
3. DUYGUSAL ZEKA KAVRAMI VE
KARİZMATİK LİDERLİK DAVRANIŞI
Transformasyonel liderlik ile ilgili geçmiş
araştırmaların çoğunluğu incelendiğinde ağırlıklı olarak kişilik, yaşam deneyimleri, motivasyon veya koşullara ilişkin boyutlar üzerinde odaklandığı görülmektedir. Bass ve Avolio
transformasyonel liderlerin örgütsel değişimin
için bazı karizmatik -sembolik ve duygusal
güçler-davranışlar sergilediklerine işaret etmektedirler. Bu da bize liderlerin duygusal
zekâlarının karizmatik davranışları sergilemeleri ile ilişkili olabileceğini göstermektedir.
Liderlik yüksek düzeyde incelikli sosyal kavrayış, hassasiyet ve güçlü biçimde duygu yönetimini gerektirmektedir. Liderlerin kontrollü,
stratejik, proje takipçisi gibi liderlik rollerinin
yanı sıra diğerlerini motive etme, ilham verme,
iş yerinde pozitif tutumları geliştirme, güçlü bir
katılım ve itibar algısı yaratmalarına ilişkin
beklentiler giderek yükselmektedir. Tüm bu
çabalarda sahip olunan duygusal zeka yetkinlikleri önemli bir dayanak noktası olmaktadır.
Liderin duygusal zeka temelli karmaşık sosyal
ve kişisel dinamikleri yönetme becerisine ilişkin artan ilgi, liderlik literatüründe duyguların
organizasyonlar içindeki rolünü daha da kritik
kılmaktadır.
20.yüzyılın ilk yarısına kadar teorik çalışmaların geleneksel zeka yani IQ ve bilişsel beceriler
üzerine odaklandığı ve bu zeka türünün başarıda öncelikli kriter olarak görüldüğü bilinmektedir. İş yaşamında liderlikte başarının öngörü-
Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150)
sü de uzun bir dönem IQ-geleneksel analitik
zeka ile ilişkilendirilmiştir. IQ’nun tek zeka
ölçütü olarak algılandığı yılların ardından,
Gardner zekanın salt mantık boyutundan ibaret
olmayıp, (1983) kinestetik, matematiksel, sözel, kişilerarası, müzikal, matematiksel, içsel
zeka boyutlarını içeren çoklu zeka kuramını
ortaya atmıştır. Wagner ve Sternberg (1986) de
analitik zeka, yaratıcı zeka ve pratik zekadan
oluşan üçlü zihinsel yetenekler sınıflandırması
ile zekanın diğer boyutlarına ışık tutmuşlardır.
Riggio, Murphy ve Pirozzolo (2002) yakın
tarihli çalışmalarında, zekanın bu çok boyutlu
formlarının liderlik sürecinde etkili olduğunu
ve bu zeka formlarına sahip liderlerin çevresel
koşullara çok daha başarılı adapte olabildiklerine işaret etmişlerdir. Böylece klasik liderlik
görüşünün hakim olduğu ilk dönemlerde salt
bilişsel süreçlerle yorumlanmaya çalışılan
başarı ve liderlik ile ilgili görüşler daha yaratıcı, ilişkisel ve çok yönlü bir bakış içinde sorgulanmaya başlamıştır.
Liderler dinamik iş ve çevre koşullarına uyum
sağlama ve bu koşulları yönetmelerinde entelektüel becerilerinin yanı sıra, dürüstlük, enerji
güvenilirlik, bütünsellik, sezgisellik, yaratıcılık, esneklik ve adaptasyon, anlayış, vicdan
gibi konularda da yeterli olma çabasına yönelmişlerdir. Kendilerinden mesleki ve teknik
uzmanlıklarının yanı sıra, danışmanlık, koçluk,
arkadaşlık rolleri ile çalışanlarına kulak vermeleri ve onların yanında olduklarını hissettirmeleri beklenmektedir. Bu beklentileri karşılamaya çalıştıklarında ise çoğu zaman otoritelerinin
baltalanması, kabul görmeme, çatışmaları yönetememe, verimsizlik gibi başarısızlık içeren
deneyimlerle karşı karşıya kalabilmektedirler.
Pratikte oldukça ustalık ve yetenek gerektiren
ve yaratıcı bir alanı içeren bu beklentilerin
karşılanabilmesi ise duygusal zeka (EQ) modeli ile açıklanmaktadır. Özetle duygusal zekanın
etkili liderliğin önkoşulu olduğuna ilişkin güçlü
bulgular sunan çalışmalar giderek artmaktadır
(Mayer ve ark. 2002, Cooper ve Sawaf 2000,
Goleman ve ark. 2002, Ryback 1998, Higgs ve
Aitken 2003, Sosik ve Megerian 1990 vb.).
Duygusal zeka “duyguların gücünü ve hızlı
algılayışını insan enerjisi, bilgisi, ilişkileri ve
etkisinin bir kaynağı olarak duyumsama, anlama ve etkin biçimde kullanma yeteneği” olarak
tanımlanabilir (Cooper ve Sawaf 2000: 1).
Duygusal zeka kendimizin ve diğerlerinin
duygularını fark etme ve objektif biçimde değerlendirme, sağlıklı biçimde ilişki yönetme ve
yaşamın gereklerine uygun tepkiler vermemize
katkı sağlayan sıcak ve soyut bir zeka boyutudur. İlgili literatürde önemli bir referans noktası olarak gösterilen Mayer ve Salovey’in
(1997) çalışmalarındaki duygusal zeka tanımı
şöyledir:
“Duyguları doğru biçimde algılama, değerlendirme ve ifade edebilme yeteneği;
düşüncelere rehberlik edecek biçimde hisleri üretme ve kullanma yeteneği; duyguları veya duygusal enformasyonu anlama yeteneği ile duygusal ve entelektüel gelişimi
sağlamak için duyguları düzenleme ve ifade etme yeteneğini içerir.” (Mayer ve
Salovey 1997: 10).
Duygusal zekayı “kendimizin ve başkasının
hislerini tanıma, kendimizi motive etme, içimizdeki ve ilişkilerimizdeki duyguları iyi yönetme yetisi ” olarak tanımlayan ve bu kavrama
dünyada popülerlik kazandıran Golemen ise,
duygusal zekanın beş unsurundan söz etmektedir. Bunlar: öz bilinç, öz yönetim, sosyal bilinç
ve ilişki yönetimi olarak sıralanabilir (Goleman, 2000: 393). Bu dört alan aralarındaki
dinamik ilişkiyle iç içe olup, her biri karizmatik
liderlik davranışında etkili olmaktadır.
Özbilinç/ kişisel farkındalık, empati ve öz
yönetimi kolaylaştırmakta, bu iki boyut aynı
zamanda etkili ilişki yönetimini de mümkün
kılmaktadır. Buradan ise duygusal zeka liderliğinin kişisel farkındalık temeli üzerinde geliştiği sonucuna varılabilir.
Duygu ve akıl arasındaki bağlantıya işaret eden
Mayer-Salovey ve Caruso duygusal zekayı dört
kategoride değerlendirmekte ve ölçümlemektedir (Mayer ve ark. 2000: 273):
(1) Algısal değerlendirme ve duyguları ifade
etme (2) Düşüncenin duygusal açıdan kolaylaştırması, (3) Duyguların analiz edilmesi ve
anlaşılması, duygusal bilgiyi kullanmak ve
üretmek (4) Duygusal ve entelektüel gelişimi
sağlayacak yönde dışa yansıyan duyguların
düzenlenmesi
Bar-On ise duygusal zekayı beş genel alan
içinde ölçtüğü çalışmasında, etkili performansa öncülük eden bu her bir alanın toplam
141
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
onbeş alt yetkinlik kriterinden söz etmektedir.
Aynı zamanda etkili liderlik için gerekli olan
bu yetkinlikler ise şöyledir (Bar –On 1997: 12):
Öz iletişim: içsel iletişim yani duygusal öz
farkındalık, kendini ifade etme/dışavurum,
kendini gerçekleştirme, öz saygı ve bağımsızlık
Kişilerarası iletişim düzeyi: Empati, Kişilerarası ilişkiler, sosyal sorumluluk
Stres yönetimi: strese dayanıklılık, dürtü kontrolü
Uyum-adaptasyon: problem çözme, gerçekliğin
test edilmesi, esneklik
Genel ruh hali-mod: mutluluk, optimist olma
Duygusal zeka tanım ve göstergelerine ilişkin
yaklaşımlardan da anlaşılacağı üzere duygusal
zekanın, yönetimin klasik boyutu olan yönlendirme veya otoriteden farklı olarak, doğrudan
etki yaratma ile ilgili olduğu görülmektedir.
Mantığa, mantık oluşturma yeteneğine veya
sadece teknik analizlere dayanmaktan ziyade,
öğrenme, ilişkilendirme, sentez yaratma, öncelikleri belirleme ve duygusal potansiyeli kullanmakla ilgilidir. Dolayısıyla insanları anlama
ve akıllıca idare etme yeteneğini ifade eden bu
alan, insan psikolojisini hesaba katan yeni
liderlik görüşleri ile yakından kesişmektedir.
Yakın tarihli çalışmalarda transformasyonel
liderlik bir duygu yönetim süreci olarak tanımlanmakta
ve
organizasyonlarda
transformasyonel liderlik davranışına katkı
sağlayan bir dizi duygusal zeka boyutuna işaret
edilmektedirler. Buna göre transformasyonel
liderler ilham verici vizyonu uygun bir duygusal dil ve anlatım seçerek çalışanlarına aktarmaktadırlar. Ayrıca transformasyonel liderler
kendilerini izleyenlerin ihtiyaç ve değerlerine
ilişkin güçlü bir kavrayış ve sezgiye sahip olup,
bu özellikleri ise onlarla daha yüksek kalitede
ilişki ve duyarlılık gelişimine katkı sağlamaktadır (Ashkanasy ve Tse 2000: 10).
Transformasyonel liderler karizmatik liderlik
davranışları ile ‘anlamları yaratma ve yönetme
çabalarında’ büyük ölçüde duygusal zeka becerilerine başvurmaktadırlar.
Duygusal zeka göstergeleri duygular konusunda kişisel farkındalık, duygular ile mantık yürütme, duyguları yönetme ve sosyal koşullara
142
uyarlayabilme becerileri olup; bu beceriler
bireyi yönetsel boyutta ilişki yönetmeye ve
liderlik etmeye ciddi anlamda hazırlamaktadır.
Salovey ve Mayer’in duygusal zeka modelinde
duygusal yetkinlikler içinde tanımlanan kişisel
farkındalığın, liderlik literatüründe pek çok
araştırmaya konu olduğu görülmektedir. Liderlik perspektifinden bakıldığında kişisel
farkındalık karizmatik liderlik sürecinde diğerlerinin algılarını öngörümleme yeteneği olarak
tanımlanabilir (Sosik ve Megerian 1999: 370).
Karizmatik liderlikte ortak vizyonu iletme ve
teşvik çabasının başlangıç noktası diğerlerinin
kaygı ve tutumlarını algılamaktır. Bireyin kişisel farkındalık düzeyi liderlik sürecinde onun
hedeflerini ve ideallerini çalışanlarının ideallerine ve hedeflerine aktarabilmesinde destekleyici olabilir. Kişisel farkındalık boyutu duygusal zekanın diğer boyutlarını da –empati, sosyal
beceriler, kişisel gözlem gibi- etkilemektedir.
Özetle karizmatik liderin etkinliğini sürdürmede farkındalık düzeyinin yüksek olması gereği
açıktır.
Sosyal ve duygusal zeka yetkinliklerinin bir
başka önemli boyutu da liderlik araştırmalarında liderlik davranışı ile ilişkilendirilen
kişisel gözlem-kendini izleme yeteneğidir. Bireyin dışa vurum davranışlarını izleme ve kontrol
yeteneği olarak tanımlanabilen bu boyutun
liderlikle ilişkilendirildiği çok sayıda ölçüm
yapılmıştır. Bunlardan birisi Snyder’in (1974)
çalışmasında ölçümlediği sosyal uyum boyutu,
sosyal sinyallere duyarlılık ve bu sinyallerle
tepki vermede kendi davranışlarını kontrol
yeteneği yönünde bir ilgi/dikkat olarak tanımlanmıştır. Çalışmada ayrıca kişisel gözlem
yeteneği liderliğin ortaya çıkışı, liderlik statüsü
ve etkinliği ile yakın ilişkili bulunmuştur
(Synder 1974: 527). Kişisel gözlem yeteneğinin karizmatik liderlikle pozitif yönde ilişkisini
ortaya koyan bir başka çalışmada ise karizmatik liderlerin kendilerini dışa vurmaya yönelik
davranışlarında son derece dikkatli ve kontrollü
oldukları
belirtilmektedir
(Sosik
ve
Dworakivsky 1998: 505). Bu bulgular yine
duygusal zekanın bir başka boyutuyla karizmatik liderlik arasındaki yakın ilişkiyi desteklemektedir. Karizmatik liderliğin kilit unsurlarından birisi liderin duygusal zeka becerileri
yani kavramsal sinyalleri yakalama yeteneği ve
koşullar ile çalışanların özelliklerine uygun
davranışsal yanıtları sergileme yeteneğidir.
Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150)
Şekil 1. Örgütsel Düzeyde Karizmatik Liderlik- Cinsiyet ve Duygusal Zeka Etkileşimi
Transformasyonel Liderliğin 4
Rolü
(Burns, Bass Ve Avolio)
1. Karizma/etki
2. Entelektüel teşvik
3. Bireysel düşünce
4. İlham verici motivasyon
Sosyo-Duygusal Zeka Göstergeleri
(Bar-on, Snyder, Goleman-MayerSalovey vd.)
Karizmatik Liderlik Davranışları
(House, Bass, Conger ve Kanungo,
Shamir vd.)
CİNSİYET
1. Vizyonu oluşturma ve aktarma
2. Çevreye duyarlılık
3. Reformist
4. Kişisel risk üstlenme
5. İhtiyaçlara duyarlılık
6. Statükoya karşı olma
Kişisel Farkındalık
Kişisel Gözlem
Duygu Yönetimi
Duygu Kontrolü
Sosyal Uyum
Empati
İlişki Yönetimi
Duygusal İfade
Motivasyon
Sosyal Bilinç
Örgütsel Sonuçlar
· İk kararları
o Potansiyel lider adaylarının
tespiti
o Eğitim ve gelişim
o Kariyer geliştirme: terfi,
transfer, rotasyon,
yetkilendirme
· Farklılıkların yönetimi
· Yüksek düzeyde bağlılık
· Yüksek düzeyde performans potansiyeli
·
Duygusal zeka becerileri karizmatik liderliğin
ortaya çıkışı ve sürdürülebilir olmasının bir
teminatı gibi düşünülmelidir. Özellikle sosyal
bilinç kategorisi içinde duygusal ifade/anlatım
yeteneği, hem cinsiyet faktörü hem de karizmatik liderlik açısından -belki de en yüksek düzeyde- belirleyici boyut olmaktadır. Liderin
duyguları aktarma becerisi ne kadar fazlaysa,
duygular o denli güçlü biçimde yayılmaktadır.
Karizmatik liderler başkalarını kendi ritimleriyle eş zamanlı hale getirip hislerini yakalamaya
sevk eden bir dışavurum yeteneğine sahiptirler.
Göz teması kurma, ellerin ve bedensel jestlerin
kullanımı, vokal çeşitlilik ve yüze dayalı ifadeler ise eş zamanlı bu ritmi yakalama ve duygu-
sal anlatımın unsurları olarak kabul edilmektedir. Çalışan ve liderlerin katıldığı pek çok laboratuar ortamlarında bu boyut özellikle liderin
vizyonu iletme ve yayması sürecinde sözü
edilen unsurların ölçümüyle analiz edilmektedir. Elde edilen sonuçlara göre ise liderin
sahip olduğu sözlü ve sözsüz iletişim becerileri, kritik karizmatik liderlik davranışlarını (topluluk önünde konuşma, sunum, vizyonu iletme
ve üyelere benimsetme gibi) önemli ölçüde
kolaylaştırmaktadır. Karizmatik liderler sözsüz
becerilerinin yanı sıra sözlü kodları zamanlama
ve ritmik kadans aracılığıyla kullanarak–
seslerini tam olarak gereken tonda yükseltip
143
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
alçaltarak- izleyicileri peşlerinden sürükleyebilmektedirler (Goleman 2007: 119).
Sosyal bilincin boyutlarından birisi olarak
empati de liderin ahenk yaratma süreci ile
karizmatik tavır sergilemesinde önemlidir.
Empati ötekinin hislerini bilmek, hissettiğini
hissetmek ve buna şefkatle karşılık vermek
olarak tanımlanabilir. Tanımdan da anlaşılacağı
üzere empatik çaba büyük ölçüde duygu paylaşımını gerektirmektedir. Etkili liderler ötekinin
deneyimini paylaşmak için önce kendilerini
onun yerine koymakta, sonra da uygun metotlarla bu duyguları paylaşma çabasına yönelmektedirler. Liderler başkalarının duygularını
ve bakış açılarını kavrayabildiklerinde, söyledikleri ya da yaptıkları şeyleri denetim altında
tutan güçlü bir rehberlik sistemine erişmektedirler (Goleman ve ark. 2002: 61). Dolayısıyla
empati literatürde bilimsel çalışma ve araştırmalara en sıklıkla konu olan duygusal zeka
göstergelerinden birisi olarak, liderlerin etkinliği için oldukça gerekli bir yetkinlik boyutu
olarak tanımlanmaktadır.
Karizmatik liderlik ile duygusal zeka arasındaki ilişkiyi güçlendiren bir başka gösterge ise
motivasyondur. Motivasyonun etkili karizmatik
liderlerin önemli bir özelliği olduğuna işaret
edilmektedir. Bu liderler beklentileri gerçekleştirmek üzere yola çıkmakta, bir başka ifadeyle
motivasyonu kullanarak çalışanlarına yüksek
düzey hedef ve beklentileri iletmektedir. Liderin duygu yönetimi, duygusal kontrol becerileri
de krizleri yönetme çabaları ile kişilerarası
ilişkilerde çatışmaları yönetme ve stres yönetiminde gerekli olan duygusal zeka göstergeleri
arasındadır.
4. CİNSİYET-DUYGUSAL ZEKA VE
KARİZMATİK LİDERLİK İLİŞKİSİ
Günümüz yeni iş ve organizasyonel yaşam
düzeni, formel hiyerarşik yapıların azaldığı, en
üstten en alta herkesin kaynak durumuna geçtiği yoğun ve esnek bir ilişki ağı şeklinde kurgulanmaktadır. Daha sık ve yoğun kurumsal
iletişim, değişim ve farklılıkları yönetme, eğitim, gücün ve enformasyonun paylaşımı günümüzün hizmet ağırlıklı ekonomi yaklaşımları
olarak sıralanmaktadır. Bu dönemin yönetim
çabalarında bayanların doğaları gereği ihtiyaçları fark etme, karşılama, besleyici olma özel-
144
likleri ile kendilerini rahat hissetme, hissettirme
ve dengeli davranma çabaları giderek daha da
kritik ve talep edilir hale gelmektedir. Dolayısıyla bayanlar giderek daha yüksek düzeyde
örgütsel ağlara ve yönetsel pozisyonlara dahil
olmaktadırlar. Kadınların daha yüksek biçimde
ikna, destek, empati gibi feminen değerlerini ve
iletişim stillerini kullanmalarına imkan veren
yeni yönetim yaklaşımları ile liderlikte cinsiyet
faktörünün etkili bir paradigma olup olmadığını tartışma gereği doğmaktadır.
Liderlik konusunda yönetsel stillere ilişkin
cinsiyet faktörü, yani feminen ve maskulin
yönetim stilleri, bu alanla ilgili uzun dönem
geleneksel çalışma alanlarından birisi olmuştur.
Literatürde feminen yönetim stili çalışanlara
verilen kişisel ilgi/dikkat, sezgisel karar verme,
hiyerarşik olmayan tutumlar, iş ve yaşam dengesi, sosyal sorumluluk olarak belirtilirken,
maskulin yönetim stili ise teknik ve talimat
verme şeklinde karşılığını bulmaktadır.
Maskulin (mascunility) ve feminenliğe ilişkin
(feminity) psikolojik özellikler Bem tarafından
1974 yılında “Bem Cinsiyet Rolü Envanteri” ile
ölçülmüştür. Bu cinsiyet skalasının maskulin
tarafında baskın olma, başarma duygusu, kincilik, isyankarlık/asilik gibi kişilik özellikleri
varken, dişilik tarafında saygın olma, ince
anlayış, bağımlılık ve duygusallık gibi kişilik
özellikleri yer almaktadır (Bem 1974). Grant
ise çalışmalarında kadınların organizasyonlara
kattıkları psikolojik özellikleri üzerine yoğunlaşmıştır. Elde ettiği bulgular ise bu alanla ilgili
diğer çalışmaları destekler niteliktedir. Buna
göre; kadınlar iş ortamlarında daha çok işbirlikçi davranışlar sergilemektedir. Bu ise özellikle diyaloga dayalı danışmanlık ve demokratik karar verme sürecinde oldukça önemlidir.
Kadınların iş yaşamında bağımsızlıktan çok
bağımlılık duygu ve ihtiyaçları ön plana çıkmakta, güce ilişkin algıları ise daha az düzeyde baskın olma/kontrol isteği, daha yüksek
düzeyde ise gücü topluluk içinde özgürce kullanmak yönünde oluşmaktadır (Grant 1988:
58). Liderlikte cinsiyet farklılıkları ile ilgili en
kapsamlı ve sistematik analizlerden birisi olarak bilinen Eagly ve Johnson’un (1990) çalışmalarında da farklılığın daha çok otorite kullanımından kaynaklandığı tespit edilmiştir. İlgili
çalışmada cinsiyet farklılığı örgütsel düzeyde
demokratik liderliğin sergilenmesine dayandı-
Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150)
rılmıştır. Araştırma raporuna göre bayanlar
daha katılımcı ve kapsayıcı bir liderlik stili
kullanırken, erkekler ise liderlik ederken daha
çok direkt ve kontrolcü stil kullanma eğilimine
başvurmaktadırlar (Eagly ve Johnson 1990:
237).
Yukarıda sunulan liderlik-cinsiyet ilişkisine
ilişkin araştırmalar daha çok genel liderlik
davranışlarını tartışma noktasında kaldığını
göstermektedir. Karizmatik liderlik çalışmalarında artış gözlense de, teorik ve ampirik çalışmaların çok az bir kısmında, bayan ve erkek
karizmatik liderler arasında duygusal zeka
becerileri açısından farklılıkların ele alınıp
incelendiği görülmektedir. Tablo 1’de sunulan
çalışmalar alanın sınırlılığını ortaya koymaktadır.
Karizmatik liderlikte cinsiyet farklılıkları konusuyla ilgili yorumlar ağırlıklı olarak, bayanların eğitsel ve gelişime yönelik davranışları
sergileme yönünde sosyalleşmeleri nedeniyle,
daha çok karizmatik ve transformasyonel lider
tavrı izledikleri şeklindedir (Bass ve ark. 1996:
20). Açık biçimde bu davranışlar karizmatik
liderliğin kritik bazı unsurları ile kesişmektedir
ki bunlar; üyelerin ihtiyaçlarına duyarlılık
göstermek (aidiyet duygusu, bağlılık, bağımsızlık gibi), bireyselleştirilmiş düşünce anlayışını
uygulamak ve çalışanların başarılarını dikkate
almaktır (bkz. şekil 1). Böylece bayanların
erkeklere oranla daha yüksek biçimde karizmatik liderlik davranışı sergiledikleri konusunda
yeni bazı kuramsal ispatlar söz konusudur.
Sosyalizasyon ve kültürel normlar bireylerin
kendilerine sunulan cinsiyet rolleriyle uyumlu
davranışları öğrenmelerine katkı sağlamaktadır.
Liderlikte
feminen
model
aslında
transformasyonel liderlik davranışlarını tipik
bir şekilde içermektedir ki bunlar; katılımcı
karar verme, iş birliği ve çalışanlarla kaliteli
kişilerarası ilişkiler kurma gibi. Böylece bayan
ve erkeklerin farklı bir takım transformasyonel
liderlik davranışları sergilemeleri beklenmektedir. Uluslararası bir bankada yaklaşık 300
birim müdürü üzerinde yapılan bir araştırmada
bayan yöneticilerin kendilerini erkek rakiplerine kıyasla daha transformasyonel değerlendirirken; üst düzey yöneticilerin de bayan yöneticileri erkek yöneticilere kıyasla daha çok
transformasyonel algıladıkları ortaya çıkmıştır
(Groves 2005: 32). Konuyla ilgili araştırmaların çoğunluğu feminenlik ve transformasyonel
liderlik, özellikle de karizma ve bireysel düşünce arasında güçlü pozitif yönde bir ilişki
olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar bireysel düşünce ve karizmayı feminen stereotipi ile
birleştirilebilen kişilerarası iletişim becerileri
olarak sınıflandırmaktadırlar.
Bass, Avolio ve Atwater’in gelştirdikleri ‘Çok
Yönlü Liderlik Analizi’ nde (ÇYLA) bayan
yöneticilerin erkek yöneticilere oranla daha
yüksek düzeyde transformasyonel/dönüşümcü
olduğuna ilişkin bulgular elde edilmiştir. Global düzeyde örneklemin seçildiği ilgili analizlerde cinsiyet farklılıkları daha çok kişilerarası,
sosyal ve duygusal alanla ilgili ortaya çıkmıştır; katılımcı karar verme, birey ve takım desteğini arttırma, bireyleri hesaba katma gibi (Bass
ve ark. 1996: 12-15).
Çok Yönlü Liderlik Analizi’yle elde edilen
sonuçlara paralel diğer bulgular ise liderlikcinsiyet ilişkisini araştıran Kouzes ve Posner’in
‘Liderlik Uygulamaları Envanteri’ (LUE) ile
elde edilmiştir. Araştırmada bayan yöneticilerin erkek yöneticilere oranla daha yüksek düzeyde rol/model olma davranışını tercih ettikleri ortaya konmuştur (Kouzes ve Posner 1990:
16). İlgili araştırmalarda bayan liderlerin belirli
bir biçimde daha yüksek düzeyde çevreye duyarlılık sergileme eğilimlerine işaret edilmektedir. Karizmatik liderliğin alt boyutlarından
birisi olarak çevreye duyarlılık, sosyal ve kültürel çevreden kaynaklanan engelleri görebilmek ve organizasyonun üyelerinin yeteneklerini tanımlayabilme olarak ifade edilebilir. Tüm
bu sonuçlar ise bayanların deneyimlenmiş ve
pozitif katkı verme olasılığı olan davranışları
daha çok ve tutarlı biçimde sergilediklerini
göstermektedir. Her iki analizde de bayan yöneticiler kişilerarası ve feminen liderlik davranışları kategorisinde daha yüksek düzeyde
değerlendirilmiştir; örneğin LUE envanterinde
diğerlerini eyleme teşvik etme alt kategorisi
gibi. Bu da maskulin rol ile uyumlu bayan
yöneticilerin kendilerini personelini yönetme
süreçlerinde geleneksel feminen davranışları
kullanmaya yönelimli olduklarını doğrulamaktadır (Carless,1998: 889).
Liderlik araştırmalarında özellikle transformasyonel ve karizmatik liderlik yaklaşımlarında
145
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
sosyal ve duygusal zekayı adres gösteren araştırmalar değerli ve yeni bir araştırma alanı
yaratmaktadır (bkz tablo 1). Liderlikte cinsiyetduygusal zeka ilişkisinin ele alındığı çalışmalardan birisi de Petrides ve Furnham’ın (2000)
Salovey ve Mayer’in çalışmalarını temel alarak
yürüttükleri duygusal zeka ölçümleridir. Çalışmada bayanların sosyal becerilerde erkeklere
kıyasla kilit kişilerarası ve duygusal zeka becerilerinde önemli bir fark yarattıkları ortaya
konmuştur (Petrides ve Furnham 2000: 450).
Cinsiyet boyutunu hesaba katan sınırlı çalışmalardan birisi olarak tanımladığımız, Eagly ve
Johnson’un (1990) etkiye dayalı cinsiyet ve
liderlik stili üzerine yaptıkları meta analizleri
de, kişilik özellikleri ve davranışsal eğilimleri
açısından yerleşmiş cinsiyet farklılıklarının,
kadınların erkeklere kıyasla kişilerarası iletişim
becerilerinde daha başarılı olmaları durumunu
açıklamaktadırlar (Eagly ve Johnson 1990:
235).
Tablo 1. Yakın tarihli Literatürde “Cinsiyet-Duygusal Zeka-Liderlik” İlişkisi İle İlgili Bazı Araştırma ve Yaklaşımlar
Duygusal Zeka-Liderlik-Cinsiyet Araştırmaları ve Geliştirilen Ölçekler
· Mandell ve Pherwani (2003) Duygusal Zeka- Cinsiyet ve Transformasyonel Liderlik
· George (2000) Duygusal Zeka ve Liderlik
· Goleman (2000) Duygusal Zeka
· Petrides ve Furnham (2000) Duygusal Zeka- Cinsiyet ve Öz-değerlendirme Ölçümü
· Ashkansay-Tse (2000) Duygusal zeka ve Transformasyonel Liderlik
· Sosik-Dworakisvsky (1998) Karizmatik Liderlik ve Özgüven Araştırması
· Kabakoff (1998) Duygusal Zeka ve Cinsiyet
· Carless (1998) Cinsiyet ve Transformasyonel Liderlik
· Salovey-Myer-Caruso (1997)
MSCEIT
Duygusal Zeka ve Çok Yönlü Duygusal Zeka Ölçümü-
· Bar-On (1997) Bar-On EQ-i Enventeri
· Brody (1997) Cinsiyet ve Duygusal zeka
· Kirkpatrick ve Locke (1996) Karizmatik Liderlik ve İletişim Stilleri
· Bass-Avolio-Atwater (1996) Karizma-Transformasyonel Liderlik ve ‘Çok Yönlü Liderlik
Analizi’
· Conger-Kanungo (1994) Davranışsal Model ve Karizmatik Liderlik Ölçümü
· Agle-Sonnenfeld (1994) Karizmatik Liderlik Yaklaşımı ve Ampirik Test
· House-Shamir ve Arthur (1993) Karizmatik Liderlik - ‘Kişisel-Farkındalık’
· Hackman-Furniss-Hills-Paterson (1992) Cinsiyet Rolü ve Transformasyonel ve Karizmatik Liderlik Davranışları
· Eagly-Johnson (1990) Sosyal Rol- Davranış ve Etkiye dayalı Cinsiyet-Liderlik Stili
· Kouzes-Posner (1990) Liderlik Uygulama Envanteri
· Riggio (1989) Sosyal Beceriler Envanteri
· Friedman-Riggio-Casella(1981-1988)Karizmatik Liderlik- Duyguların Sözsüz aktarımı ve
Kişisel Çekicilik ve Etkiye Dayalı İletişim Testi
· Bem (1974) Maskulin ve Feminen Liderlik ve Cinsiyet Rolü ve Envanteri Groves (2005)
Cinsiyet ve Duygusal Zeka Yetkinlikleri
146
Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150)
İlgili alan araştırmaları spesifik biçimde bayanların, erkeklere oranla daha yüksek düzeyde
sosyal ve duygusal becerileri gösterdiklerini
ortaya koymaktadır. Bireylerin sözsüz kanallar
yoluyla iletişim becerilerinin ölçülmesi sürecinde, duygusal yeterliliklerin bir bölümü olarak kişilerarası beceriler konusunda bayanların
erkeklere kıyasla, sözsüz mesajları kodlama ve
yorumlamada/çözmede daha çok yetenekli
oldukları ortaya konmuştur (Riggio 1986: 650).
Araştırmada bayanlar yüz ifadeleri yoluyla
spontane biçimde duygu içerikli mesajları
gönderme ve diğer bireylerin duygu içerikli
yüz ifadelerine duyarlılığı sürdürme konusunda
yüksek düzeyde yetenekli saptanmışlardır.
Dolayısıyla bayanların erkeklere oranla diğerlerinin sözsüz sinyallerini yakalama, daha çok
gülümseme, mimik kullanma ve duygu içerikli
yüz ifadesi kullanma sıklığı dahil, çok daha
yüksek düzeyde sözsüz ifade yeteneğine sahip
oldukları konusunda sağlam bulgular söz konusudur (Riggio ve Friedman 1986: 423). Bayanlar sözsüz sinyalleri kodlama ve deşifre etme
bakımından görsel ve de özellikle yüz sinyallerine dikkat etme eğilimi göstermektedirler.
Sözü edilen bu becerilerin çoğunluğu ise güçlü
retorik metotları ve sözsüz iletişim araçlarını
kullanarak izleyicilere hayal kurdurma ve önsezilere dayalı mesajları iletme gibi karizmatik
davranış sergilemenin esası olarak kabul edilmektedir (Conger ve Kanungo 1987: 640).
Tüm bu bulgulardan yola çıkılarak bayanların
karizmatik liderlik sürecinde alt yapıyı oluşturan yüksek sözlü ve sözsüz duygusal yetkinlikleriyle kişilik temelli bir avantaja sahip oldukları belirtilebilir.
Kabacoff da bayanların daha yüksek düzeyde
empati ve iletişim yeteneği sergilediklerine
işaret etmektedir. Bayanlar daha yüksek düzeyde diğerlerine karşı hassasiyet, sempatik
olma, dinleme ve astları, çalışma arkadaşları ve
üstleriyle etkili ilişkiler geliştirebilme yeteneği
sergilemektedirler (Kabacof 1988). Bununla
birlikte Goleman farklılığın empati düzeyinden
çok gösteriliş biçiminden kaynaklandığı ifade
etmektedir. Buna göre erkekler gizli bir empati
yeteneğine aynı oranda sahip olmakla birlikte,
‘güçsüzlük’ olarak algılanabileceği için bunu
yansıtmaktan
kaçınmaktadırlar
(Goleman
2000: 401). Kadınlar erkek egemen iş ortamlarında erkeklerle olan ilişkilerinde ortak temas
noktaları yaratmaktadırlar. Benzer biçimde
profesyonel anlamda başarılı sayılan bayan yöneticilerin erkek egemen iş yaşamında erkeklerin kurallarına uygun oynadıkları ve erkek
kültürü içinde tanımlanan bağımsızlık, gerçeklik, kararlı, otoriter, atak ve stratejik değerleri
daha yüksek düzeyde sergiledikleri görülmektedir. Erkekler ise feminen kültürel değerleri
içinde tanımlanan kendini ifade etme, empati
kurma, duygusal destek gibi değerlere gittikçe
yakınlaşmaktadır.
Görüldüğü gibi duygusal zekayı ölçmek amacıyla yürütülen araştırmalarda alt kategori
ölçümlerinde cinsiyet faktörünün etkili olduğu
görülmektedir. Araştırmalar bu etkiyi yansıtan
somut bazı sonuçlar sunmaktadır. Araştırmaların çoğunluğunda bayanlar empati gibi duygusal zekanın belirli alt kategorilerinde daha
yüksek puan alırken; erkeklerde öz güven kategorisindeki puanlar daha yüksek değerleri
bulmaktadır. Bayanlar sözlü hatırlama egzersizlerinde daha yüksek performans elde ederlerken, erkekler sayılarla mesafe ölçümü egzersizlerinde daha yüksek puanlar almaktadırlar.
Sözlü hatırlama becerisi duygusal zekanın alt
kategorilerinden birisi olan bireyin kendisinin
ve diğerlerinin duygularını anlama ve ifade
etme yeteneği ile ilişkilendirilmektedir
(Ciarrochi ve ark. 2000: 543). Böylece elde
edilen bulgular bayanların empati, ilişki yönetimi, sosyal duyarlılık gibi duygusal zeka kategorileri ile duygu içerikli mesajları algılama ve
yorumlama süreçlerinde erkeklerden daha
başarılı olduğu yönünde birleşmektedir.
SONUÇ
Gerek teorik gerekse ampirik araştırmalar liderin sosyal ve duygusal yetkinlikler boyutunda
cinsiyeti ile spesifik karizmatik davranışları
arasında yakın ilişki ve etkileşim ile bu etkileşimden kaynaklanan somut ve güçlü çıktılar
olduğuna dair bazı güçlü kanıtlar sunmaktadır.
Bu bulgular bizi duygusal zeka boyutuyla karizmatik liderlik-cinsiyet ilişkisini tartışmaya
yöneltmektedir.
Literatüre ilişkin çalışmaları değerlendirmek
gerekirse; duygusal zeka-karizmatik liderlik
ilişkisine ilişkin çalışmalara olan ilgi ve yoğunluk artış gösterse de, bu alanda sistematik ve
kapsamlı kuramsal çalışmaların henüz yeterli
düzeyde olmadığı gözlenmektedir. Her iki alan
147
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
ile ilgili çalışmalar daha çok sezgisel, çekici
değerlendirmelere dayanmakta ve oturaklı,
bilimsel teorik yapıdan çok moda yönetsel
görüş ve mitlerden biri olma tehlikesini yaşamaktadır.
Literatür incelemesinde ilgili araştırmalar ağırlıklı olarak liderlik-duygusal zeka ilişkisini
inceleme boyutunda kalmaktadır. Bayan ve
erkek liderler arasında duygusal zeka becerileri
ve karizmatik lider davranışları açısından cinsiyet farklılığına ilişkin teorik-ampirik çalışmalar ise bakir bir alan olarak yeni ve değerli bir
çalışma sahası sunmaktadır.
Çalışmamızda literatür taraması ile bir kısmını
sunmaya çalıştığımız araştırma ve yaklaşımlardan elde edilen bulgulara göre, bayan yöneticiler organizasyonel yapı içinde karizmatik liderlik davranışını kolaylaştıran bir dizi sosyal ve
duygusal becerileri başarılı biçimde sergilemektedirler. Bayan yöneticiler erkek rakiplerine oranla daha yüksek düzeyde sosyal kontrol
sosyal ve duygusal ifadeye başvurmaktadırlar.
Sözlü ve sözsüz iletişim, kişilerarası ve duygusal becerilerden oluşan bu kategoriler karizmatik liderlikle yakın ilişkili olup, bu sürecin alt
yapısını oluşturmaktadır. Bayanların sözlü
ifade ve çeşitli sosyal rollerini düzenlemedeki
becerileri, duyguların sözsüz anlatımı ve yorumu, üyelerinin sözsüz davranışlarına duyarlılık
ve sözsüz mesajları kontrol yeteneği ise onların
karizmatik liderliği sergilemelerinde kolaylaştırıcı olmaktadır.
Liderlikle ilgili yaklaşımların karizmatik ve
transformasyonel liderlik gibi psiko-dinamik
yaklaşımlarla yorumlanma yönünde gelişmesi,
sosyal ve duygusal zeka alanına duyulan gereksinimleri de arttırmaktadır. Dolayısıyla ilgili
alandaki teorik ve ampirik çalışmalar sosyal ve
duygusal becerilerin karizmatik liderliğin kilit
öngörüleri olduğu fikrini desteklediği sürece,
bayan liderler karizmatik liderliğin pozitif
çıktılarını kullanabilirler. Ayrıca erkek rakiplerine oranla sahip oldukları kişilik temelli avantajları (önemseme, şefkat, anaç, kolaylaştırıcı,
düzeni sağlama vb.) terfi ve gelişim süreçlerinde daha yüksek düzeylerde değerlendirme şansı
yakalayabilirler.
Farklılıkların yönetiminin tartışıldığı günümüzde, feminen ve maskulin değerler bir sorun
148
veya cinsiyet ayrımcılığından çok, iş süreçlerine farklı bakış açısı ve yönetsel stillerle
zenginlik katan bir çeşitlilik olarak algılanmalıdır. İnsan kaynakları profesyonellerinin
eleman seçimi terfi ve eğitim çabalarında kullandıklar liderlikte davranışsal modeller aslında
geleneksel biçimde feminen olarak nitelenen
davranış modellerini kapsamaktadır.
Sonuç profesyonel yaşam açısından değerlendirildiğinde, karizmatik liderlik ile duygusal zeka
arasındaki pozitif ilişki pek çok örgütsel katkıyı
beraberinde getirmektedir. Liderlik pozisyonlarına adayları seçen ve yükselten organizasyonlar duygusal zeka ile liderlik arasındaki ilişkiyi
anlamlı bulmaya başlamışlardır. Sonuçlar duygusal zeka testlerinden yüksek puan elde eden
adayların lider olma potansiyellerinin yüksek
olduğunu göstermektedir. Duygusal zeka ölçümlerinin karizmatik liderliğin bir öngörüsü
olma fikri benimsendikçe, organizasyonlar bu
ölçüm ve değerlendirmeleri kendi liderlerini
istihdam etme, terfi etme, eğitim ve gelişim
çabalarında önemli bir araç olarak kullanacaklardır. Literatürsel açıdan ise liderlerin karizmatik lider davranışlarının, yarattıkları etki ve
sonuçların daha kapsamlı, çok boyutlu çalışmalarla derinlemesine araştırılması gerekli gözükmektedir. Dolayısıyla karizmatik liderlikcinsiyet ilişkisinde sosyal ve duygusal becerilerin belirli etki ve rollerinin daha uzun süre
tartışma ve araştırma konusu olacağı açıktır.
KAYNAKLAR
Agle B R ve Sonnenfeld J A (1994) Charismatic Chief Executive Officers: Are They
More Effective?, An Emprical Test of Management Best Papers Proceedings
Ashkansay N M ve Tse B (2000) Transformational Leadership as Management of Emotion:
A conceptual Review, N M Ashkansay ve C E
Hartel (eds), Emotions in the Workplace: Research, Theory and Practice, Westport.
Bar-On R (1997) EQ-I: The Emotional Quotient Inventory Manual: A test of Emotional
Intelligence, Multi-Health Systems, Toronto.
Bass B M (1985) Leadership and Performance
Beyond Expectation, Free Press, New York.
Bass B M ve Avolio B J (1990) Transformational Leadership Development: Manual for the
Karizmatik Liderlikte Duygusal Zeka Boyutuyla Cinsiyet… (137-150)
Multifactor Leadership Questionnaire, Consulting Psychologist Press, Palo Alto, CA.
Bass B, Avolio B ve Atwater L (1996) The
Transformational and Transactional Leadership
of Men and Women, Applied Psychology: An
International Review, 45, 5-34.
Bem, 1974’den aktaran M T Claes, Women,
Men and Management Styles, International
Labour Review, 138 (4) 1999, s.432.
Brody L R (1997) Gender And Emotion: Beyond Stereotypes, Journal of Social Issues, 53
(2), 369-93.
Burns J M (1978) Leadership, Harper-Row,
New York.
Carless S (1998) Gender Differences in Transformational Leadership: An Examination of
Superior, Leader, and Subordinate Perspectives, Sex Roles, 39 (11/12).
Claes M T (1999) Women, Men and Management Styles, International Labour Review, 138
(4).
Ciarrochi J V, Chan A Y C ve Caputi P (2000)
A Critical Evaluation of the Emotional Intelligence Construct, Personality and Individual
Differences, 28.
Conger J A ve Kanungo R N (1987) Toward a
Behavioral Theory of Charismatic Leadership
in Organizational Settings, Academy of Management Review, 12.
Cooper R K ve Sawaf S (2000) Liderlikte
Duygusal Zeka, Zelal Bedriye Ayman (çev),
Sistem Yayıncılık, İstanbul.
Eagly A H ve Johnson B T (1990) Gender and
Leadership Style: A Meta-Analysis, Psychological Bulletin, 108.
Friedman H S, Riggio R E ve Casella D F
(1988) Nonverbal Skills, Personal Charisma
and Initial Attraction, Personality and Social
Psychology Bulletin, 14.
Friedman H S ve Riggio R E (1981) Effect of
Individiual Differences in Nonverbal Expressiveness of Transmission of Emotions, Journal
of Nonverbal Behaviour, 6, 98.
Gardner H (1983) Frames of Mind, Basic
Books, New York.
George J M (2000) Emotions ande Leadership:
The Role of Emotional Inteligence, Human
Relations, 53, 1028.
Goleman D (2000) İş Başında Duygusal Zeka,
Varlık Yayınları, İstanbul.
Goleman D (2007) Sosyal Zeka, Varlık Yayınları, İstanbul.
Goleman D, Boyatzis R ve McKee A (2002)
Yeni Liderler, Filiz Nayır ve Osman Deniztekin (çev), Varlık Yayınları, İstanbul.
Grant J (1988) Women As Managers: What
They Offer To Organizations, In The Organizational Dynamics, 16 (3).
Groves Kevin (2005) Gender Differences in
Social and Emotional Skills and Charismatic
Leadership, Journal of Leadership and Organizational Studies, 11 (3).
Hackman Z, Furniss A H, Hills M J ve Paterson T J (1992) Perceptions of Gender Role
Characteristics and Transformational and
Transactional Leadership Behaviours, Perceptual and Motor Skills, 75, 311-319.
Higgs M ve Aitken P (2003) An Exploration of
the Relationship Between Emotional Intelligence and Leadership Potential, Journal of
Managerial Psychology, 18, 814-823
House R J ve Baetz M L (1979) Leadership:
Some Empirical Generalizations and New
Research Directions, Research in Organizational Behaviour, Greenwich.
House R J, Shamir B ve Arthur M B (1993)
The Motivational Effect of Charismatic Leadership: A Self-Concept Based Theory, Organization Science, 4, 577-594.
Isaacs W (2001) Diyalog ve Birlikte Düşünme
Sanatı, Ahmet Üniver ve Neşenur Domaniç
(çev), Literatür Yayınları, İstanbul.
Kabacoff R (1998) Gender Differences In Organizational Leadership. A Large Sample
Study” Annual American Psychological Association Convention, San Francisco.
Kemp A H, Cooper N J, Hermens G, Gordon
E, Bryant R ve Williams L M (2005) Toward
An Integrated Profile Of Emotional Intelligence: Introducing A Brief Measure, Journal of
Integrative Neuroscience, 4, 41–61.
149
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Kirkpatrick S A ve Locke E A (1996) Direct
and Indirect Effects of Three Core Charismatic
Leadership Components on Performance and
Attitudes, Journal of Applied Psychology, 81
(1).
Kouzes J ve Posner B (1990) Leadership Practices Inventory (LPI): A Self-Assessment and
Analysis, San Diego, CA: Pfeiffer & Co.
Mandell B ve Pherwani S (2003) Relationship
Between Emotional Intelligence and Transformational Leadership Style: A Gender Comparison, Journal of Business and Psychology,
17 (3).
Mayer J D, Salovey P, Caruso D R, ve
Sitarenios G (2003) Measuring emotional intelligence with the MSCEIT V2.0”, Emotion, 3,
97-105.
Mayer J D, Salovey P ve Caruso D R(2002)
Mayer-Salovey-Caruso Emotional Intelligence
Test (MSCEIT) User’s Manual, North Tonawanda NY.: Multi-Health Systems.
Mayer J D, Caruso D R ve Salovey P (2000)
Emotional Intelligence Meets Traditional Standards For An Intelligence, Intelligence, 27 (4).
Mayer J ve Salovey P (1997) What is emotional intelligence?, P. Salovey ve D. Sluyter
(eds.), Emotional Development And Emotional
Intelligence: Educational Implications, Basic
Book, New York.
Petrides K V ve Furnham A (2000) Gender
Differences in Measured and Self-Estimated
Trait Emotional Intelligence, Sex Roles, 42,
449–461.
Riggio R E, Murphy S E ve Pirozzolo F J (eds).
(2002) Multiple Intelligence and Leadership,
Lawrance Earlbaum Assoc., Mahwah, N.J.
Riggio R E (1986) Assesment of Basic Social
Skills, Journal of Personality and Social Psychology, 51.
Riggio R E ve Fiedman H S (1986) Impression
Formation: The Role of Expressive Behaviour,
Journal of Personality and Social Psychology,
50.
Riggio R E (1989) Social Skills Inventory
Manual , Psychological Press.
150
Ryback D (1998) Putting Emotional Intelligence to Work, Butterworth-Heinemann, Boston.
Salovey P ve Mayer J (1990) Emotional Intelligence, Cognition and Personality, 9.
Sosik J ve Megerian L E (1990) Understanding
Leader Emotional Intelligence and Performance: The Role of Self-Other Agreement on
Transformation Leadership Perceptions, Group
and Organization Management, 24(3).
Sosik J (2001) Self-other Agreement On Charismatic Leadership”, Group and Organization
Management, 26.
Sosik J ve Dworakivsky A (1998) Self Concept
Based Aspects of the Charismaatic Leader,
Leadership Quarterly, 9.
Synder (1974) The Self-Monitoring of Expressive Behaviour, Journal of Personality and
Social Psychology, 30. dan aktaran Kevin
Groves, Gender Differences in Social and
Emotional Skills and Charismatic Leadership,
Journal of Leadership and Organizational Studies, 2005, 11 (3).
Özkalp E. ve Kırel Ç (2001) Örgütsel
Davranış, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını,
Eskişehir.
Wagner R K ve Sternberg R J (1986) Practical
Intelligence: Nature and Origins of Competence in the Everyday World, Cambridge Univ.
Press, New York, pp. 51-83.
Waldman S A, Ramirez G G, House R J ve
Puranam P (2001) Does the Leadership Matter?, Academy of Management Journal, 44.
Weber M (1964) The Theory of Social Economic Organization, The Free Press, New
York, NY.
Vries M K D (2007) İşletmelerde Liderlik
Davranışı- Liderliğin Gizemi, Zülfü Dicleli
(çev), Mess Yayınları, İstanbul.
APPROACH OF FACULTY OF COMMUNICATION, PUBLICITY AND PUBLIC
RELATIONS DEPARTMENT STUDENTS TO UNESCO CULTURAL DIVERSITY
UNIVERSAL AGREEMENT
Ayla Okay* - Yeşim Güçdemir**
ABSTRACT
“UNESCO Convention on Cultural Diversity”, a convention (universal declaration) adopted
unanimously by all member countries of the United Nations on November, 2001, and adopted and
supported by the EU, as well, and binding on Turkey, among others, comes to the fore in all efforts
undertaken for Turkey’s future.
With this fact on mind, in this research, we first of all were analyzed the point of view and approach
of faculty communication publicity and public relations department students toward Unesco based on
an assumption that they would become society-shaping individuals in the future. Thereafter, we
discussed their perception of the fact that cultural differences were highlighted within the framework
of “Convention on Cultural Diversity”, as well as their attitude and opinion about such articles of the
convention as social integration, citizenship consciousness and human rights. Apart from that, data
generated as the result of research conducted with aid of survey on students were evaluated
statistically using SPSS software program as applied stage of research.
Keywords: Unesco, culture, communication faculty student, public relations practitioner, cultural
diversity
“UNESCO KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK EVRENSEL SÖZLEŞMESİ”NE İLETİŞİM
FAKÜLTESİ ÖĞRENCILERININ YAKLAŞIMI
ÖZET
Birleşmiş Milletler’e üye tüm ülkelerin Kasım 2001’de oybirliğiyle benimsediği, ve Türkiye açısından
da bağlayıcılığı bulunan, AB tarafından da kabul edilip desteklenen “UNESCO Kültürel Çeşitlilik
Evrensel Sözleşmesi” Türkiye’nin geleceğine yönelik tüm çalışmalarda da karşımıza
çıkmaktadır.Kültür yapımızın güçlü ve zayıf yönleri ortaya konulduğunda siyasal ve idari yönetimlerin
evrensel sözleşmeye duyarlı olması kaçınılmazdır. Öncelikle kültür yapımızın bu bildirge
maddelerinden nasıl etkileneceği ve sorunların giderilmesi yolunda ne tür stratejiler geliştirilmesi
gerektiği irdelenmelidir.
Araştırma bu doğrultudan yola çıkarak; özellikle iletişim fakültesi öğrencilerinin toplumu
şekillendirici bireyler olduğu düşünülerek Unesco’ya bakış açıları analiz edilmeye çalışılacaktır.
Daha sonra “ Kültürel Çeşitlilik Evrensel Sözleşmesi ”çerçevesinde kültürel farklılıkların ön plana
çıkarılmasına nasıl baktıkları, sosyal bütünleşme, vatandaşlık bilinci, insan hakları gibi sözleşme
maddeleri karşısındaki tutum ve düşünceleri irdelenmiştir. Araştırmanın uygulama safhasında ise
öğrencilere uygulanan anket yardımı ile araştırma sonucunda elde edilen veriler SPSS yazılım
programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirilmiştir.
Anahtar sözcükler: Unesco, kültür, iletişim fakültesi öğrencileri, halka ilişkiler uygulamacıları,
kültürel çeşitlilik
1. DEFINITION OF CULTURE
Culture comprises whole material and
immaterial values handed down one generation
to the next. In other words it is a value clew
which can be acquired by learning. There is no
*
certain definition on culture even for today.
According to Wissler, culture is a system or
sum of particular thoughts (Güvenç 1991:36).
According to another definition, culture is all
of the values which provide feeling, thought
and judgment union for each community, this
Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
**
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
meaning of culture comprises “all art values of
one community such as customs, traditions,
thoughts and art values” and shortly means
“knowledge” (Okay 1999: 223).
Consequently, it is possible to consider culture
as “sum of values which determine the life
style and produced by society”.
Cultural change is inevitable for societies.
Globalization
and
development
of
communication technologies has accelerated
heavy working communication processes and
cultural values have become rapidly
transferable from one community to another.
Within this kind of structuring, communities
are losing their cultural values and
characteristics and facing up with the
manipulation and deformation problem of new
cultural values to communities and individuals.
Community culture includes different social
groups,
religions,
dialects,
ethnic
congregations, races and classes. These
different culture groups are being changed and
converted through communication media
within globalized world. As a result local
culture forms gradually disappear and the
world has been heading to single cultured
formation.
2. CULTURAL STRUCTURE OF
TURKEY
Republic of Turkey established by Atatürk is a
nation state in which various identities in terms
of religion, language, race and similar origins
live together. Contemporary Republic of
Turkey accommodates many languages,
religions and races within its structure. Being
of its geography on the historical crossing point
of communities spread three different
continentals is the biggest reason of this.
Attitudes and perceptions of peoples and
groups may differ from the others depending
onto gender, education, region, ethnic and
religious identity in Turkey where many
changes are being experienced in an instant
within the modernization and developing
process. Turkish is the mother language of %90
of population in Turkey. There are
approximately 70 different languages such as
Caucasian and Kurdish dialectics, Arabic,
152
Greek, Latin and Armenia. In terms of ethnic
origin, a community which comprises
substantially from Turkish and in turn KurdishZaza, Arabian, Caucasian, Balkan and nonMoslem
people
(www.milliyet.com.tr/
2007/03/25/guncel/agun.html)
Turkish culture has a considerable richness due
to variety of ethnic structure. This situation
which appears as a result of frequent contract
with other cultures and feeding from many
sources in this distinctive geography has
assisted Turkish culture to has a pluralist
structure. So it is possible to consider our
culture as a resultant of other interacted and
contacted cultures. It accommodates a culture
accumulation of a thousand years which is a
result of many emigrations and carried even to
Balkan and Anatolia from Middle Asia. Rich
cultural accumulation puts cultural identity into
a wider and richer frame.
The main problem of our cultural structure is
insufficiencies of publicity and passing on to
next generations. Nonexistence of sustainable,
supportable and durable policies for this issue
is the main reason of this.
Adoption of forward and encouraging
measures for the areas regarding culture against
undesired structuring which negatively effect
the changing and especially unplanned and
unhealthy urbanization is inevitable in
developing countries like Turkey (http://
plan9.dpt.gov.tr/oik48_kultur/48kultur.pdf).
3. REQUIRED QUALIFICATION OF
PUBLIC RELATIONS PRACTITIONER
WITHIN THE CONTEXT OF CULTURAL
DIVERSITY
Public Relations Specialist engages in a
profession which needs to be conducted
interactively with different corporation
stakeholders and target groups. In this regard,
this person should have a good dialogue with
these groups which may carry different cultural
properties.
According to Grunig and Grunig “culture
shapes public relations, but public relations can
help to change culture” (Grunig and Grunig,
2003: 336).
Approach of Faculty of Communication, Publicity … (151-157)
For example, cultural activities which were
realized with the aim of public relations by
many corporations in Turkey (e.g.; exhibitions,
concerts etc.) have contributed to cultural
diversity of people in recent years.
Public relations practitioner culture is defined
as (Hodges 2006: 85):
· The practitioner lifeworld: -The totality of
practitioners’ thought, concepts, values and
assumptions about their occupation (referred
to collectively as “habitus”) and their
occupational experiences and identities that
guide their behaviour. These will evolve with
contact with other practitioners (occupational
socialisation) and with wider social and
cultural influences.
· A system of occupational practices involving
actions which “make a difference” to the
world in some way.
-Habitus
-Occupational identities
-Experiences
-Social Networks
Practitioner
lifeworld
-Knowledge
-Rules and Norms
-Socialisation
PRO
CULTURE
Occupational
structure
-Socio-cultural
structure
-Political and legal
Structure
-Economic Structure
-Historical influences
Structure of
society
Figure 1. The circuit of cultural intermediation
We also try to direct and inform our students in
our faculty in order to make them agent
between various cultural structures as
explained above.
UNESCO Cultural Diversity Agreement
UNESCO General Conference has adopted
"Protection and Encouraging the Diversity of
Cultural Expressions Agreement" which was
debated by participating of Council President
on behalf of European Commission and
member states on 20 October 2005. This
agreement which contains a compromise of
international community with respect to
directive principles and concepts on cultural
diversity has taken shape on the base of
"UNESCO Cultural Diversity Universal
Agreement" which was unanimously adopted
by all member states of United Nations in
November 2001 accordingly having a binding
property on Turkey and also supported and
accepted by EU. Turkey has been requested
for “Getting Accustomed to the EU policies on
protection of cultural diversity within the frame
of UNESCO (United Nations Educational,
Scientific and Cultural Organization) Cultural
Diversity Agreement”. In this case, “Culture
2000” program and “UNESCO Cultural
Diversity Agreement” are the most significant
document to be taken into consideration with
the aim of planning the cultural policy for
Turkey who has taken EU membership issue in
the forefront of political agenda.
Research
Due to “shaping cultural diversity” and “agent”
impact of Public Relations Practitioner, we
153
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
have conducted a survey to the students of
communication faculty, public relations and
publicity department who were taken into
account as the future public relations
practitioners by us. We included students of
Istanbul University which has one of the
leading communication faculties of Turkey and
Akdeniz University which was newly
established but starting to successfully hold a
place in the sector to our survey with the aim of
determining the differences between the
students.
We conducted our survey on 350 students.
%61.1 of these students was from İstanbul
University Communication Faculty and %38.9
of them was from Akdeniz University
Communication Faculty. Return rates of
surveys were %42 for Istanbul University and
%78,6 for Akdeniz University. Both of the
return rates of two universities were considered
as sufficient for our research.
Demographic Particulars
%45.1 of the students was female and %52,9 of
students was male. As we consider the age
groups of the students, we can determine that
%35,3 of them was in seventeen-twenty age
group, %54,8 of them was twenty one-twenty
four and %10,9 of them was in twenty five and
over age group. As %40’9 of them lives with
their families, %58 was separate from their
family. As monthly incomes of most of the
student families were 501-1000 YTL (%32,9),
the income provided for most of the students
was mainly below 500 YTL (%59,1). As we
take into consideration the education
backgrounds of student families, we see that
guardians are generally graduated from
primary school. (Mother %50,3 / Father
%44,9). Reduction of birth rate of Turkish
society in recent years puts forward the number
of student siblings. %25,7 of students has two
siblings and %23,4 of them has three siblings.
Cultural Particulars
Turkey is separated into seven regions in terms
of geography. In terms of students’ birth places
154
dispersion into these regions, Marmara Region
(%38.6) takes place in the front rank. After that
Blacksea Region (%14.3), Aegean Region
(%12.9), Central Anatolia Region (%8), East
Anatolia Region (%8) and Mediterranean
Region (%7.4) take place respectively.
We asked some questions to the students of
which %71.4 of them has never founded in
abroad with the aim of confirming the cultural
preferences of them. Accordingly, the preferred
cultural activities as follows:
Prefer
Cinema
(domestic)
Cinema (foreign)
Opera-Ballet
Visit museums
and exhibitions
Reading
book
(Turkish writter)
Reading book
(foreign writter)
Theather
85,1
Not
prefer
9,4
No
answer
5,4
87,1
12,9
44,6
6,9
55,4
29,4
6,0
31,7
26
82,9
8,6
9,4
78,9
8,6
12,6
53,1
24,9
22,0
It has been determined that students mostly
prefer to go cinema however beside this they
also have a high rate of reading book habit.
As we search the participation situations of
students to the above mentioned activities by
assorting them according to their university, it
has been understood that students of both
Istanbul University and Akdeniz University
have generally similar tendencies; however,
students of Istanbul University participate more
than the students of Akdeniz University to
opera and ballet activities (I.U.: %18,7; A.U.:
%3,7); and visit museums and exhibitions
(I.U.: %54,7; A.U.: 28,7)It is possible to
associate this to the fact that there are more
opera and ballet watching opportunity and
museum and exhibition facility in Istanbul.
The following table appears as we asked to
students that how often they prefer the
abovementioned cultural activities:
Approach of Faculty of Communication, Publicity … (151-157)
Cinema (domestic)
Cinema (foreign)
Opera-Ballet
Visiting museums and exhibitions
Reading book (Turkish author)
Reading book (foreign author)
Theather
Last
week
47,1
52,3
2,9
10,9
Last
month
30,3
25,7
4,9
23,1
Last six
months
8,9
7,4
7,7
18,3
Last year
Never
3,7
3,4
7,7
19,1
2,3
3,7
45,4
8
No
answer
7,7
7,4
31,1
20,3
40
38
7,1
30,1
26,9
17,1
8,6
13,1
20,3
5,4
6,6
21,1
2,9
2,9
12,6
12
12,3
21,7
According to this, going to cinema (no big
difference between foreign and domestic
movies) and reading book activities are taking
place among the most realized activities for the
last week. The stability continues for the same
activities for the last month. Opera and ballet
are the activities which students never
participate with a rate of %45,4. No answers of
the students the museum and exhibition
visitations with a rate of %20,3 shows that they
are not interested in with these activities.
According to this, the following result has
appeared:
Approach to Unesco Cultural Diversity
Universal Manifesto
They also underline the opinion of “Protection,
secundation and handing on to the next
generations of basic cultural values”. This is an
important indicator of young unification under
the opinion of protection of cultural values.
We interrogated that if students know the
meaning of “UNESCO”. %58 of the students
know correctly the meaning of UNESCO. But
only %26,6 of them expressed that they have
heard about Unesco Cultural Diversity
Universal Manifesto. As a result it has been
determined that study of Unesco is not wellknown by the students of Communication
Faculty.
As we interrogated which facts are included
within the "cultural diversity" concept by the
students, it has been determined that students
include language with the rate of %13,2
religion with the rate of %11,2, ethnic origin
with the rate of %17,2, values with the rate of
%26,7 and written, visual and auditory cultural
materials with the rate of %31,4 within the
cultural diversity. (Students had the chance of
choosing more than one option.)
We asked the opinions of our students with
respect to each articles of Unesco Cultural
Diversity Universal Agreement (UNCDUA).
More than the half of the students defend the
opinion of "Cultural diversity should be
recognized and supported for current and next
generations.". New generation Turkish youth
has clearly put forward that coexistence of all
cultures and fraternal and indulgent approach
of all cultures to each other are necessary for a
peaceful world.
As is seen on the table, as our students show
their positive opinions about all articles, they
disagreed with the article of “Individuals have
right to express themselves in any language
especially in their native language and to
produce and disseminate their works.” with the
rate of %14,3, however it is not possible to
consider this figure as a high rate.
We have determined that there is no
meaningful difference as we searched that if
students have any different approaches
according to their universities. Opinions of
both university students are mainly seem as
same. And also no meaningful difference has
been determined as we crossbreed the birth
places of students and their approaches. In this
regard, we observed that students from all over
Turkey have a positive approach to these
articles and there is no differentiation between
regions.
155
Not strongly
4,6
1,1
3,1
4,35
From cultural diversity to cultural pluralism
Policies for the inclusion and participation of all citizens
are guarantees of social cohesion, the vitality of civil
society and peace.
45,7
37,1
7,4
4,9
1,4
4,11
Cultural diversity as a factor in development
Cultural diversity to achieve a more satisfactory
intellectual, emotional, moral and spiritual existence.
40
42,3
8,3
4,3
0,3
4,05
Human rights as guarantees of cultural diversity
Human rights and fundamental freedoms, in particular the
rights of persons belonging to guaranteed by international
law, nor to limit their scope.
49,7
34
5,7
4,6
1,4
4,12
Cultural rights as an enabling environment for
cultural diversity
Individuals have right to express themselves in any
language especially in their native language and to
produce and disseminate their works.
43,7
28,3
8,9
9,4
4,9
3,82
Towards access for all to cultural diversity
It should be offered an opportunity to express themselves
and disseminate to all cultures and it is necessary that the
possibility for all cultures to have access to the means of
expression and dissemination are the guarantees of
cultural diversity.
45,4
30,3
8,3
6
3,7
3,89
Cultural heritage as the wellspring of creativity
Protection, secundation and handing on to the next
generations of basic cultural values
58,9
27,4
5,7
1,7
0,6
4,25
Cultural policies as catalysts of creativity
Each state must create conditions and policies conducive
to the production and dissemination of diversified cultural
goods and services through cultural industries.
51,4
34,9
5,1
3,4
0,9
4,20
Strengthening capacities for creation and
dissemination worldwide
It is necessary to reinforce developing countries and
countries in transition, to establish cultural industries that
are viable and competitive at national and international
level.
Building partnerships amongst the public sector, the
private sector and civil society
Preservation and promotion of cultural diversity is the key
to sustainable human development. From this perspective,
pre-eminence of public policy,
in partnership with the private sector and civil society,
must be reaffirmed.
43,7
38,3
7,4
4,6
2,6
4,06
43,1
36
10,3
3,7
3,7
4,02
156
Mean
Not agree (2)
26,6
Agree (1)
No idea (3)
62
Agree (5)
Cultural diversity: the common heritage of humanity
Cultural diversity should be recognized and supported for
current and next generations
State your opinions about in the following statements
Strongly
Agree (4)
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Approach of Faculty of Communication, Publicity … (151-157)
CONCLUSION
REFERENCES
It has been determined that our students have
the “positive approach to cultural diversities”
property which should be carried by an public
relations specialist from these researches which
we have conducted over the students of Public
Relations and Publicity Departments of
Communication Faculties of Istanbul and
Akdeniz Universities. It has been observed that
more than the half of our students knows about
the meaning of UNESCO as most of them are
not noticed about Unesco Cultural Diversity
Universal Manifesto. As we interrogate
students about the meanings of cultural
diversity concept, we determined that written,
visual and auditory cultural materials come into
prominence and the fact of religion is preferred
at the lowest rate.
Grunig L A and Grunig J E (2003) Public
relations in the United States: a generation of
maturation, in Krishnamurthy, S. and Vercic,
D. (eds), Global Public Relations Handbook:
Theory, Research, and Practice, Lawrence
Erlbaum Associates, Mahwah, NJ.
The only deficiency of our students who are
very open to cultural pluralism is the fact that
they don’t know very much about UNESCO’s
studies and their contexts. It possible to say
that this situation is taken root from UNESCO
has no public relations representative in
Turkey.
Actually
UNESCO
has
a
“communication specialization committee” in
Turkey but this committee has no public
relations activity for publicity of UNESCO.
Güvenç B (2002) Kültürün abc’si, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul.
Hodges C (2006) PRP Culture A framework
for exploring public relations practitoners as
cultural intermediaries, Journal of Communication Management, 10 (1).
Okay A (2003) Kurum Kimliği,
Yayınları, İstanbul.
MediaCat
Tozlu N (2006) İnsan İlişkileri ve İletişim,
Hegem Yayınları, Ankara.
www.milliyet.com.tr/2007/03/25/guncel/agun.
html
www.milliyet.com.tr/2007/03/26/guncel/agun.
html
www.milliyet.com.tr/2007/03/27/guncel/agun.
html
http://plan9.dpt.gov.tr/oik48_kultur/48kultur.
pdf
157
İLETİŞİM ETİĞİ VE SELÇUK ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ
ÖĞRENCİLERİNİN MESLEKİ ETİK KURALLARINA BAKIŞI*
Makbule Evrim Gülsünler**
ÖZET
Mesleki etik konusu dünyada olduğu gibi artık Türkiye’de de çok tartışılan bir konu haline gelmiştir. Özellikle iletişimde mesleki etik kavramı basın etiği kavramı olarak ilk ABD’de çıkmış ve gelişme göstermiştir. Günümüzde özellikle iletişim alanında bir güvensizlik söz konusudur. İletişim
mesleğini yerine getirenlerin, ne derece etik kurallarına bağlı kalarak mesleklerini sürdürdükleri
çok tartışılmaktadır. İletişim etiği denildiği zaman aklımıza sadece basın etiği değil aynı zamanda
Radyo Televizyon Sinema, Halkla İlişkiler ve Tanıtım da gelmelidir.
Bu çalışmada farklı yetki ve sorumluluk taşıyan iletişimcilerin etik konusunda daha dikkatli olmaları ve etik kurallarına uymaları gerektiği konusunda ne kadar bilinçli hareket edeceklerini incelemek amacıyla sektöre yeni atılacak genç iletişimcilere mesleki etik konusunda bazı sorular yöneltilmiş ve onların verdikleri cevaplar incelenmiştir.
Anahtar sözcükler: İletişim, etik, basın, meslek, sorumluluk
COMMUNICATION ETHIC AND THE STANDPOINT OF SELCUK UNIVERSITY
COMMUNICATION FACULTY STUDENTS TO PROFESSIONAL ETHIC
ABSTRACT
Professional ethic is a subject with is discussed world wide. Professional ethic is growded up in
communication sector first in ABD. Especially in communication area is a mistrust. The persons
who works in communication area are they really working trustfull this is also discussing. Communication ethics doesn’t consist of only about press ethic. When we say communication ethic we
also speak about media ethic and public relations ethics.
In our work we asked some questions to communication students about ethic. We try to get their
opinion about professional ethic in their working area. We also try to know if they think to work in
ethical area.
Keywords: Communication, ethic, press, profession, responsibility
GİRİŞ
Ekonomik hayatın bir parçası olan meslek
yaşamında karşılaşılan ahlaki sorunların çözümü bir mesleğin kendi içerisindeki ilke ve
kuralların tanımlanmasını da beraberinde getirir. Bu tanımlama da meslek ahlakı çerçevesinde yapılır. İşverene, iş ortaklarına ve çalışanlara sorumluluk ve yükümlülüklerini açık bir
şekilde ifade eden kuralların var olması gerekmektedir. Söz konusu kuralların tanımlanmayışı nedeniyle doğru ile yanlış arasında sabit bir
sınır yoksa ve başarı etik olmayan hareketleri
bağışlatıyorsa bir etik disiplini kurulamaz.
Ancak bu ilke ve kurallar sadece çalışanları
*
hedef almamalı, aynı zamanda işin örgütleniş
biçiminin getirdiği koşulları da hedef almalıdır.
Her meslek grubunun toplum yararına yönelik
olarak oluşturacağı ahlaki kuralları ve mesleksel standartları olmalıdır. Toplumsal faaliyet
bir etik disiplin gerektirir ve toplumun çıkarları
açısından her mesleğin kurallar bütünü ve standardı olması gerekir (Tılıç 1998: 341).
Son zamanlarda iletişim mesleği alanındaki
hızlı gelişmeler ve farklı yaklaşımların ortaya
çıkması, iletişim alanında mesleki etiğin önemini bir kat daha artırmıştır.
Medyanın belirli etik standartlara uyması izleyicileri doğru bilgilendirmesi, sahip olduğu
Bu çalışma Kültür Araştırmalar Derneği ve Karaelmas Üniversitesi tarafından 02-04 Temmuz
2009 tarihleri arasında Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde yapılan 5. Kültür Araştırmaları
Sempozyumu: Medya ve Kültür’de bildiri olarak sunulmuş ve tekrar gözden geçirilmiştir.
**
Arş. Gör. Dr. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
gücü çeşitli çıkarlar ve manipülatif amaçlar
doğrultusunda kullanmaması ancak bu alanda
çalışanların belirli meslek etik kuralları benimsemesi ve bunlara uymasıyla mümkündür. Bu
alanda yapılması gereken temel noktalardan bir
tanesi iletişim alanında çalışmayı hedeflemiş
olan iletişim fakültesi öğrencilerini belirli mesleki etik ilkelerinden üniversite yıllarında haberdar etmek ve onların bu ilkeleri benimsemelerini sağlamaktır (Eroğlu ve Atabek 2006: 1).
Etik konusunun giderek daha çok önem kazanmasına karşın etik öğretimine yaklaşımda
farklı görüşler vardır. Bunlar etik derslerinin
gereksiz olduğu ya da etkili olamayacağından,
denemekten zarar gelmeyeceğine ve bu konunun programlarda yer alması gerektiğine kadar
değişmektedir (McDonalt ve Donleavy 1995).
Etik derslerinin amacı, öğrencilerin belli bir
zamanda etik sonuçları olabilecek özel durumlarda nasıl davranacağının ya da vereceği kararların etik ve toplumsal boyutlarının bilincinde olmasını sağlamaktır.
Bu çalışmada önce etik kavramı ele alınacak
sonra mesleki etik konusunda bilgi verilmeye
çalışılacaktır Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri üzerinde iletişim etiği dersini alanlar ve almayanların iletişim etiğine bakışları incelenmiştir.
Etik değerler bir otorite tarafından konulmazlar
aksine insan ilişkilerinin ve insan aklının zaman içinde oluşturduğu deneyimlerden ortaya
çıkarlar. Dolaysıyla bir mesleki ahlak, ancak
söz konusu mesleği yapanların zihinsel ve
davranışsal olarak bu kuralları benimsemesiyle
geçerli olabilir yoksa dışarıdan dayatılmaz
(Girgin 2000: 144)
Etik “ahlaki açıdan kabul edilebilir bireysel,
kurumsal ve toplumsal değerlerin tanımlanması
ve bu değerlerin insan davranışını değerlendirmenin temel kıstası olarak kullanılması”
(Demir 2006: 25) olarak ifade edilebilir
Etik; bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine
konulması; neyin yapılacağı ya da yapılmayacağının; neyin isteneceği neyin istenmeyeceğinin; neye sahip olunacağı ya da olunmayacağının bilinmesidir (Aydın 2002: 18). Aynı meslekten bireylerin veya kuruluşların bir araya
gelmesiyle kurulan mesleki grupların, meslek
ahlak kurallarının uygulanmasında önemli rolü
vardır. Bu kurallar ne kadar sağlam ve teşkilatlı
kurulmuş olurlarsa, meslek ahlakı açısından
vicdanlar üzerindeki otoritesi de o denli fazla
olur, meslek ahlakı da o kadar gelişir ve sayılır
(Avşar 2002: 37). Meslek etiğine ilişkin farklı
kaynaklardan farklı yaklaşımlar söz konusudur.
Örneğin;
1. ETİK KAVRAMI
Yunanca’dan Latince’ye geçen ethos sözcüğünden gelen “etik” kavramı “bir halkın bir
uygarlık sisteminin düşünce biçiminin kültürdeki” yansıması anlamına gelmektedir. (Türkoğlu 2003: 222). Bir başka tanıma göre etik,
“belirli bir dönemde, belli insan topluluklarınca
benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen törel davranış kurallarının
yasalarının ve ilkelerinin toplamı”’dır (Bülbül
2001: 2). Etik; insan ilişkilerinde, toplumsal,
kültürel, siyasi, ekonomik, hukuki, bilimsel
teknolojik vb. tüm alanlarda insanın tutum,
davranış, eylem ve kararlarında belirleyici olan,
hiç kimsenin dışında kalamayacağı ilke ve
değerler bütünüdür. Etik, ahlaki açıdan kabul
edilen bireysel, kurumsal ve toplumsal değerlerin tanımlanması ve bu değerlerin insan davranışlarının değerlendirilmesinde temel ölçü
olarak kullanılması şeklinde tanımlanabilir
(Seib ve Fitzpatrick 1997: 3).
-
Günümüzde meslek etiğine olan ilginin
giderek artmasının nedeni kimi mesleklerde karşılaşılan etik sorunlarını artması ya
da artan sorunların farkına varılmasıdır
(Tepe 2000: 1).
-
Meslek etiği, özellikle doğrudan doğruya
insanla ilgili mesleklerde uyulması gereken davranış kuralları olarak tanımlanabilir.
-
Meslek etiğinin en önemli yanlarından biri,
dünyanın neresinde olursa olsun, aynı meslekte çalışan bireylerin bu davranış kurallarına uygun davranmalarının gerekli olmasıdır (Kuçuradi 2000: 21).
-
Meslek etiğinin temelinde insanlarla ilişkiler yatar.
-
Aynı meslekten bireylerin birbirleri ile
ilişkilerinde belli davranış kalıplarına uymaları meslek etiğinin gereğidir (Aydın
2002: 71).
159
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Etik kodlar, bir mesleğin ve toplumun üyeleri
arasındaki “inandırıcılığın” aracıdır ve ortak
değerlere ve misyona sahip üyeler arasında
aidiyet duygusunu artırır, topluma karşı görevlerinin olduğu bilincini canlı tutar (Bilgin t.yok:
64).
İnsanlar arası ilişkilerde tutum, davranış ve
karar süreçlerini yönlendiren ilke ve değerler.
Töre, gelenek, görenek ve yerleşik alışkanlıklar.
İnsanlığın, tarihi süreçte yaşam pratiğinden
çıkardığı, insana has, evrensel boyutta kabul
gören değerler. Bilime, bilgiye ve teknolojiye
dayalı değerler (Bilgin t.yok: 65).
Neyin ahlaki, neyin doğru olduğuna karar vermede kolaylık sağlamak, üyelerin yanlış davranışlarını önlemek, üyelerin toplumda yaygınlaşan yolsuzluklarından uzak durmalarını sağlamak, meslek yaşamını ilkelere bağlı kalarak
sürdüren üyeleri desteklemek, bu uygulamaların yaratacağı olumlu sonuçların giderek toplumda ahlakın egemen kılınmasına katkı sağlaması mesleki davranış ilkelerinden mesleki
etikten beklenmektedir.
sıdır. Genel ahlak kurallarının ötesinde bu kez
mesleki ahlak ilkeleri, etik kurallar olarak
“mesleki davranış ilkeleri” adıyla yazılıdır ve
bir belge olarak ortadadır.
Etik ve ahlakın genel nitelikleri ise; bu değerler
insanlar arası ilişkilerde, uygulamada ortaya
çıkarlar, bireysel değil toplumsal değerlerdir.
Toplumların kültürü, tarihi, sosyal, siyasal ve
ekonomik özellikleriyle doğrudan bağlantı
içindedirler, değerlendirmelerde bu bağlantılar
göz ardı edilmemelidir. Bu anlamda bir ülkenin
sahip olduğu eğitim düzey ve kalitesi ile sosyoekonomik ve kültürel kalkınmışlığın, kişisel
ahlak ile mesleki etiğin düzeyini belirlediğini
söylemek, çok da yanlış bir yaklaşım olmayacaktır.
Görev etiğini yerine getirenlerin mesleklerinin
onurunu da ayakta tutacakları kuşkusuzdur. Bir
iletişimci görev etiğinin bilinciyle olaylara
yaklaştığı takdirde aynı zamanda meslek ilkeleri doğrultusunda hareket etmiş olmaktadır
(İrvan 2003: 93).
2. İLETİŞİM ETİĞİ
Bir mesleki etkinliğin ya da hizmetin, tüketicilerin gereksinimlerini karşılayabilmesi ve kamuya açıklanan amacıyla bağlı bir işlev görebilmesi için o meslek alanı içinde oluşturulmuş
bir öz denetimden geçmesi gerekir. Bunu meslek kuruluşları yaparlar. Ancak bir meslek
kuruluşunun, tek tek mesleki etkinlikleri, insanların hizmetine sunulmadan önce denetime
tabi tutması kolay değildir. Meslek örgütü,
burada ancak meslek üyesinin yeterliliğini
sınayabilir ve onun toplum önüne çıkarak mesleğini yapabilmesi için yeterli donanıma sahip
olmasına çalışır. Mesleki yeterlilik koşullarını
saptar ve bu yeterliliğe sahip elemanlara mesleki etkinlikte bulunmasına izin verir.
Mesleki yeterliliğin sağlanması ve günün değişen koşullarına ayak uydurabilmesi için sürekli
eğitim ortamını oluşturmaya çalışır. Ama bütün
bunlar, yine de, üyelerin tek tek mesleki ürünlerinin kalitesini güvenceleyemez. Bunu sağlayacak olan meslek etiği ve meslektaşların ahlaki nitelikleridir. Mesleki etik, bir özdenetim
düzeneği gibi çalışır. Ama öteki denetim biçimlerinden farklı olarak içseldir ve manevi bir
nitelik taşır. Meslek etiği, genel ahlaki ilkelerin
söz konusu meslek özelinde yeniden yazılma-
160
Altun, iletişim etiğini ele alırken, olaya meslek
ahlakı penceresinden yaklaşmakta ve meslek
mensuplarının uymak zorunda oldukları pek
çok kuralın yasalar kapsamında belirtilerek,
mesleklerin icrası sırasındaki davranışların
kamu yararı için kontrol altına alınmaya çalışıldığını, bunun yanı sıra bir de yazılmış veya
yazılmamış olsa bile bağlayıcılığı yasalar düzeyinde olmayan kuralların bulunduğunu ve
bunları da meslek ahlak kuralları- meslek ilkeleri olarak tanımlayabileceğimizi belirtmektedir (Altun 1995: 123).
Mesleki örgütlenmeler olan iletişim konseyleri
ve benzeri yapılanmaların medya organlarının
kendilerine büyük kamuoyu baskısı yapmaları
ve şikayetlerde bulunmaları, memnuniyetsizlikleri dikkate alınarak yaşanan sorunların ışığında ortaya koydukları ilkeler (etik kodlar) arasında büyük ölçüde benzeşmeler bulunmaktadır.
Ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel
farklılıklarına rağmen medyaların bu kadar
benzeşik etik kodlar etrafında buluşabilmeleri
medyanın etkilerinin ve sorunlarının benzeşikliği düşüncesini de beraberinde getirmektedir.
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
Özellikle üniversitelerde eğitimde medya ve
etik konusu, derslerde ve akademik faaliyetlerde üzerinde durulan konulardandır. Etik komisyonları, etik kurulları, etik toplantıları, etik
sempozyumları, etik söyleşileri etik çalışmaları
yapılır, etik kararları alınır, etik ilkeleri saptanır
etik kuralları konur (Erdoğan 2006: 4).
ortaya çıkması ile iletişim dünyasının değerlerinin nasıl da değiştiğini göstermektedir. Bu
bildirge Yeni iletişim ortamının artık özellikle
etik kuraların uygulanması bakımından farklılıklar yarattığını aktarmaktadır (İnan ve Pekün
2009: 467).
2.1 Basın Etiği
İletişim etiği, iletişimle ilgili mesleklerde çalışanların meslek etiğini anlatmaktadır. Bu çerçevede, haber ajanslarında, gazetelerde, radyo
ve televizyon kuruluşlarında ya da internet
ortamında habercilik işiyle uğraşanların yanında, söz konusu medyaların haber dışındaki
içeriklerini oluşturanların ve kendileri medya
olmasalar da ürünleri medyada yer alan reklamcıların ve halkla ilişkilercilerin meslek
etiğini de kapsamaktadır (Uzun 2007: 17).
1970’lerde kitle iletişim araçlarının büyümesi
ve çeşitlenmesiyle iletişim etiği konusundaki
araştırmalar da ivme kazanmıştır. Bu çerçevede,
medya sorumluluğu, medya performansı ve
kamusal yarar sorunları, iletişim etiğinin merkezi haline gelmiştir. Enformasyon toplayıcılar
ve haber üreticiler rolleri verilen kitle iletişimciler, içerik izleyiciyi etkileyebileceğinden
dikkat gösterilmesi gereken konumlara yerleştirilmişlerdir (Kiran 2000:149 aktaran Uzun
2007: 17).
İletişim etiği, insanların kendi toplumsal ahlâki
hayatlarıyla, işbirliği - rekabet, kişisel- toplumsal, idealist - yararcı ve/veya evrensel - göreceli
taleple nasıl ilişkiler kurduğu ile ilgilenmektedir. İşte, herkes tarafından anlaşılmak ve birlikte çalışabilmek üzere, yukarıda anılan tüm bu
analizleri ortaya koyan iletişim etiği, bir yandan problemlerin çözümüne ve anlaşmazlıkların giderilmesine şeffaf ve söylemsel bir yaklaşımın önünü açmakta; diğer yandan da bireysel
başarının büyük toplumsal iyiliklerin bir kazanımı olduğunu (en azından, toplumdaki diğerlerinin zararına elde edilmemişse) vurgulamak
suretiyle, ortak anlaşmanın erdeminin, çoğu
zaman bireysel başarının zaaflarından ödün
verilmek suretiyle ortaya çıktığını ortaya koymaktadır.
Levine,
Locke,
Searl
ve
Weinberger’in iletişim ve özellikle iş dünyasında bir öncülük yaparak literatüre kattığı ve
temelde 95 tane teoriden oluşan Cluetrain Manifesto’su
(http://cluetrain.com/book/95theses.html), bize özellikle yeni medyanın
Etik basın alanında çalışan herkesin bilmesi
gereken bir konudur. Temel ahlaki ve politik
prensiplerin tanımlanmasında, çalışanlara veya
hedef kitlelere yönelik amaçların gerçekleştirilmesinde yardımcı olmaktadır (Keeble 2001:
1)
Medya ahlâk kodları veya ilkeleri ise, bu perspektiften hareketle, genel anlamda, yasal düzenlemelerde paralellik göstersin veya göstermesin, meslekte olanların uymak durumunda
bulunduğu davranış kurallarını ifade etmektedir.
Dar anlamda ise, mesleğin kendi kendisine
ürettiği ve uyulması gereken kurallar bütünüdür. Bu kodların kaynağı, meslekî gelenekler,
mahkeme kararları, basın şeref divanları veya
basın konseyleri, vb. meslek örgütleri olduğu
gibi; doğrudan doğruya medya kuruluşlarının
kendiliklerinden üstlendikleri yükümlülükler
olabilir.
Bilinen ilk yazılı basın ahlâk yasası olan İsveç'teki düzenlemelerin ardından birçok ülkede
basının kendi kendini denetlemesini kabul eden
ve meslekî gelişmeyi hedefleyen kurallar ortaya konmuştur.
Bugün hemen hemen bütün ülkelerde, medyanın uyması gereken bazı “etik kodlar" geliştirilmiştir. Bu etik kodların uygulanıp uygulanmadığını veya ihlâl edilip edilmediğini tespit
eden ve gerekli tedbiri almakla görevli olan iki
temel kurum bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bu
etik kuralların pek çoğunu ortaya koyan ve
kabul eden meslekî örgütler, genellikle iletişim
konseyleridir. Bir diğeri ise medya organlarının
kendi içlerinde uygulamaya koydukları “ombudsmanlık” uygulamasıdır (Erciyes 2001: 28).
İlk olarak, meslek etiğine uygun davranması
beklenen medya çalışanının konuyla ilgili yeterli eğitimi almış olmasının gerekliliği yalnızca kendisinin üstlenmesi gereken bir sorumluluk değildir. Medya, dileyen ve fırsatını bulabi-
161
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
len herkesin girebildiği, gerekli olduğu halde
mesleki ehliyet aranmayan bir iş alanı haline
gelmiştir. Mesleki ehliyetin kazandırılacağı
kurumlar olarak yalnızca iletişim eğitimi verilen okullar da kastedilmemektedir. Bu misyonu
üstlenebilecek; mesleğin gerektirdiği asgari
koşulları belirleme, koruma, geliştirme ve
meslek elemanlarına kazandırmayı amaçlayan,
ancak bu uğraşısında kullanabileceği yaptırımlar da bulunan meslek örgütleri anılan boşluğu
doldurmakta önemli rol oynayabileceklerdir.
Tepe’nin (2000: 135-136) Kuçuradi’den aktardığına göre, bir meslek mensubu, mesleğini
mesleğin amacına uygun bir biçimde yapabilmek için doğru bir değerlendirme yapamıyor,
belirli bir durumda ne yapacağına karar veremiyorsa, bu durumda etik ilkeler yararlı olabilmektedir
Haberde doğruluk kuralı genel kabul görmüş
meslek etiği kodlarının ilki ve en önemlisi
kabul edilmektedir (Avşar ve Demir 2005: 55).
Doğru haber vermeyen, haberi ya da görüntüleri manüpüle eden, taraflılaşan bir gazetecinin
aslında kişisel anlamda ahlaki bir zaafiyet içinde davrandığını, ahlaksızlaştığını, eş deyişle
edepsizleştiği söylenebilir. Eğer bu tür bir
ahlaki zaafiyet içinde davranan gazeteci tipi,
mesleğin içinde hızla artıyorsa, sayısal olarak
çoğalıyorsa, bu durumda Mesleğin Adabında
genel bir bozulmadan söz etmek mümkündür
(Vural 2009: 492). Böyle bir durumda bir
gazeteci, uygun bir biçimde çıkarılmış bir genel meslek normunu duruma uygulayarak doğru bilgilenme hakkının korunması olasılığını
yükseltebilir. Bu tür durumlar için meslek
ilkeleri gereklidir; ama bunun da ötesinde, her
meslekte sorumsuz insanlar bulunabileceği için
bu tür etik ilkeler gereklidir.
2.2. Reklam Etiği
Tüketici hareketleri tüketici haklarını korumaya yönelik, dünyanın her yerinde önemli lokal,
ulusal ve uluslar arası çalışmalar yürütmektedir. Bunların hedefi aldatıcı ve yanıltıcı reklamlardan korumak aynı zamanda da firmaların
menzillerini genişletmektir (Spurgeon 2008:
19).
Türkiye’de reklâm özdenetimini 1994’ten beri
faaliyette olan Reklâm Özdenetim Kurulu
(RÖK) yapar. Kurulun önemli amaçlarından
162
biri kurallara aykırı reklâmların kamu denetimine gerek kalmadan reklâmveren – reklâm
ajansı – mecra üçlüsünün özdenetimi ile durdurulması ve/veya düzeltilmesidir. RÖK, Uluslar
Arası Ticaret Odası’nın dünyaca kabul görmüş
reklâm uygulama esaslarını Türkiye’de uygulamaya geçirmiştir (Avşar ve Öngören 2000:
86).
Reklamdaki yanıltıcı ifadeler ürünün içerisinde
zaten varolan ya da varolması gereken herhangi
bir unsurunun vurgulanmaması ya da tüketici
tarafından anlaşılamaz veya yanlış algılamaya
sebep olabilecek bir tarzda sunulmasından
kaynaklanmaktadır. Reklamda aldatıcılık ön
plana çıkan bir diğer kavram, reklamda dürüstlük ilkesi kapsamında tüketiciye gerekli bilgilerin verilmesidir. Bu ilke dahilinde reklamda yer
alan ifade doğru bile olsa, tüketici açısından
önem taşıyan bilgi ve açıklamalar yer almıyorsa reklam etiğine göre art niyetli bir davranış
söz konusudur. Dolayısıyla bu durum da aldatıcı reklam kapsamında yer almaktadır.
Reklam etiğinin en tartışmalı konularından bir
diğerini oluşturan karşılaştırmalı reklamlar,
reklam mesajlarında doğrudan ya da dolaylı bir
biçimde rakip ürünlerin gösterildiği veya adının verildiği reklamlardır. Bilindiği gibi reklam
mesajlarında ikna ediciliği arttırabilmek amacıyla reklam verenin ürünlerinin üstün özellikleri, alternatif ürünlerde olmayan yönlerin
aktarılması yolu tercih edilebilmektedir.
Reklam etiğinde sürekli olarak tartışılan bir
diğer konu ise reklamda kadın ve erkek cinselliğinin kullanılmasıdır. Etik değerler ve etik
kavramını algılayış gerek bireyler gerekse
toplumlar tarafından farklı algılanabilmektedir.
Dolayısıyla farklı toplumlar için reklamda
kullanılan cinsellik unsuruna gösterilecek tepkilerin değişik olması beklenmektedir.
2.3. Halkla İlişkiler Etiği
Örgütlü bir toplumsal etkinlikle ilgili etik kuralların ve normların çokluğu, o etkinlikte
ahlakla, dürüstlükle, doğrulukla, samimiyetle,
sosyal sorumlulukla ve kültürle ilgili ciddi
sorunların olduğunu ortaya koyar. Halkla ilişkiler alanında halkla ilişkiler cemiyetlerinin kurulması ve bu cemiyetlerin "code of ethic"
standartlarıyla gelmeleri de aynı nedenledir.
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
Halkla ilişkiler cemiyetleri, toplantıları, okullardaki bölümler sürekli etik konusunu işlemektedir (Erdoğan 2006: 3).
Halkla ilişkilerin öncülerinden Edward Bernays,
1923 yılında yayınladığı "Kamuoyunun belirginleşmesi ya da kristalleşmesi" adlı kitabında
mesleğin ilkelerini, uygulamalarını ve etik
kurallarını ele almıştır. Bernays'ın deneyimlerinden çıkan ve halkla ilişkilerin etiği niteliğindeki bazı görüşler şöyle özetlenebilir (Aydede
2001: 45):
-
Önceden yazılı izin alınmadan hiç kimsenin yazı ve sözlerini kullanmayınız,
-
İyi niyet asla kendi başına bir amaç olarak
düşünülemez,
-
Halkı anlamak için kişisel ilişki ön koşuldur. Masa başında oturmakla hedef kitleler
anlaşılmaz,
-
Sözcüklerin arkasındaki anlamlarını dikkatle düşünmek çok önemlidir,
-
Halkla ilişkiler çabası dolaysız olarak
harekete geçirilmeden meydana gelmeli ve
yaratılan etkiye göre değerlendirilmelidir
(Bülbül, 2001: 33).
-
Araştırmaları sonucunda çalışacağı kuruluşun yapısının ve faaliyet alanının kendi ilke ve inançları ile bağdaştığından emin
olur.
-
Dürüstlüğüne
çalışmaz.
-
Yapacağı çalışmaların yararına inanarak,
kuruluş amaç ve çıkarlarını tamamen benimseyerek çalışmalarına başlar.
-
Çalıştığı kurumun, kamu yararı ile çatışacak girişimlerde bulunduğunu ya da bulunacağını anladığı anda kurum görevlilerini
uyarır.
-
Aynı alanda çalışan iki kuruluş ile onların
izni olmadan çalışmaz. Kuruluşlar kabul
ettiği takdirde ise tarafsızlığını korur.
-
Kriz anlarında, suçlu kişi kendisi veya
çalıştığı kuruluş ise, sorumluluğu üzerine
alır ve durumun düzeltilmesi için çalışmalara başlar.
inanmadığı
kuruluşlarla
-
Çalışmalarını hiçbir zaman resmi kuruluşlara rüşvet vererek yürütmez.
-
Yanlış ve ya eksiz bilgi vermez; gizli bilgileri yetkililerin izni olmadan açıklamaz.
Etik eğitimin beklenen yararı sağlayıp sağlamadığıyla ilgili birçok araştırma yapılmıştır.
Bu konudaki ilk çalışmalar; etik karar gerektiren durumları değerlendirmede; etik kurstan
geçenlerle geçmeyenler arasında fark olup
olmadığıyla ilgilidir. Sonuçlar bir çalışmadan
diğerine (örneğin Boyd 1981-1982, Cohen ve
Cornwell 1989, Stead ve Miller 1988 aktaran
McDonalt ve Donleavy 1995: 152) farklılık
göstermekle birlikte; yetiştirmenin etik
farkındalık ve muhakeme üzerinde olumlu
etkisi olduğunu göstermektedir.
3. YÖNTEM
3. 1. Araştırmanın Uygulanması ve Örneklem
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesinde okuyan öğrencilerin iletişim etiğine bakışını ölçmek üzere bu çalışma yapılmıştır. Burada amaç
öğrencilerin etiğin ne anlama geldiğini özellikle de iletişim etiğinin ne ifade ettiğine ilişkin
düşüncelerini öğrenmek, öğrencilerin etik konulu derslerden beklentilerini tespit ederek,
mesleklerinde iletişim etiğine ne kadar bağlı
kalındığı konusundaki düşüncelerini görmektir.
Özellikle bölümler ve sınıflar açısından iletişim
etiği konusundaki önem farklılıklarını ortaya
koymak çalışmanın aynı zamanda bir diğer
amacıdır. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Mesleki etik dersinin her bölüm için
kendi bölümleri açısından 4. sınıfta verildiği
gerçeğinden yola çıkarak iletişim etiği dersi
alanların düşünceleri ile almayanlar arasındaki
düşünce ve önem farklılıkları da bu çalışma ile
ortaya konulmuştur.
Araştırmamızın evrenini Selçuk Üniversitesi'nde okuyan öğrenciler oluşturmaktadır. Selçuk
Üniversitesi İletişim Fakültesinde Gazetecilik,
Halkla İlişkiler ve Tanıtım ve Radyo TV ve
Sinema olarak üç bölüm de eğitim verilmektedir. Bu bölümlerin normal öğretimi olduğu gibi
ikinci öğretimleri de vardır. Bu araştırma 20082009 öğretim yılını kapsamaktadır. Bu öğretim
yılının istatistiki bilgilerine baktığımızda toplamda fakültenin 1556 öğrencisi olduğunu
163
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
bunun 532’sinin Gazetecilik, 527’sinin Halkla
İlişkiler ve Tanıtım ve 497’sinin Radyo Tv ve
Sinema öğrencisinden oluştuğunu görmekteyiz.
Bu 1556 öğrencinin 615’i kız, 941’i ise erkek
öğrenciden oluşmaktadır. Normal öğretimde
okuyan toplam öğrenci sayısı 874, ikinci öğretimde okuyan ise 672’dir. Söz konusu evrenden
seçilen 367 kişiye yüz yüze görüşmeye dayalı
anket uygulanmıştır.
3.2. Veri Toplama Araçları
Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin
iletişim etiğine bakış açılarını ölçmek amacıyla
18 sorudan oluşan bir anket formu hazırlanmıştır. Anket formu katılımcılar tarafından anlaşılabilecek şekilde, konuyla ilgili yapılmış araştırmalardan yararlanılarak düzenlenmiştir. Soru
formunda ilk dört soru ile katılımcıların demografik özellikleri belirlenmiş, bir soruyla
etik konulu bir ders alıp almadıkları saptanmış
yine bir soruyla etik kavramının onlarda oluşturduğu izlenim ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Deneklerden Likert tipinde hazırlanan 5 puanlık bir ölçekte ( 1= Kesinlikle katılmıyorum, 5=
Kesinlikle katılıyorum) iletişim etiği ile ilgili
maddelere verdikleri önem saptanmak istenmiştir.
3.3. Verilerin Analizi ve Kullanılan Testler
Alan araştırması 15-30 Nisan 2009 tarihleri
arasında katılımcılarla yüz yüze görüşme yoluyla gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler
SPSS 15.0 istatistik programı kullanılarak
elektronik ortamda işlenmiştir. Verilerin analizinde sırasıyla; anket sorularını cevaplayanların
demografik özellikleri, etik konulu bir ders alıp
almadıklarını belirlemek amacıyla frekans
analizi, etik dersi ile ilgili maddelere verdikleri
önemi ortaya koymak için de aritmetik ortalama ve standart sapmaları alınmıştır. Cinsiyet ve
etik konulu bir ders alma durumu ile etik dersi
ile ilgili maddeler arasındaki ilişkiyi ortaya
koymak için bağımsız örneklem T- testi esas
alınmıştır, yine katılımcıların bağlı bulundukları sınıf ve bölümlere göre etik dersi ile ilgili
maddelere verdikleri önem düzeyindeki farklılaşmayı saptamak amacıyla da tek yönlü
varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. Çoklu karşılaştırmalarda Tukey testi esas alınmıştır.
164
4. BULGULAR
4.1 Katılımcıların Bazı Özellikleri
Katılımcıların bazı özelliklerine ilişkin frekans
analizi sonuçları aşağıda sunulmaktadır:
- Araştırmaya katılanların yüzde 43.3’ü kadın
iken, yüzde 56.7’si erkeklerden oluşmaktadır.
Oranlar cinsiyet bakımından karşılaştırmanın
yapılacağı düzeydedir.
- Katılımcıların bağlı bulundukları bölümlere
göre
dağılımlarına
bakıldığında
yüzde
31.6’sının Gazetecilik bölümü, yüzde 36.8’inin
Halkla İlişkiler ve Tanıtım, yüzde 31.6’sının
ise Radyo Tv Sinema bölümü öğrencisi olduğu
dikkat çekmektedir.
- Öğrencilerin okuduğu sınıflara göre dağılımı
ise şu şekildedir: Katılımcıların yüzde 25.9’u
birinci sınıf, yüzde 22.1’i 2. sınıf, yüzde 25.6’sı
3. sınıf, yüzde 22.4’ü 4. sınıfta eğitim görmektedir. Bu sonuçlar araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin okudukları sınıfa göre dengeli
bir dağılım taşıdıklarını ortaya koymaktadır.
- Öğretim türü açısından araştırma sorusunu
yanıtlayanların yüzde 52.3’ü normal öğretim
öğrencisiyken, yüzde 47.7’si ikinci öğretim
programında yer almaktadır.
- “Etik konulu bir ders aldınız mı” şeklindeki
soruya katılımcıların yüzde 52.3’ü evet, yüzde
45.8’i hayır yanıtı vermiştir. Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin yüzde1.9’u ise bu
soruyu cevapsız bırakmıştır.
- Katılımcılara yöneltilen “Sizce etik ne demektir” şeklindeki bir soruya verilen cevapların oransal dağılımları şu şekildedir: Katılımcıların yüzde 25.9’u bu soruya güzel ahlak yanıtını verirken; yüzde 17.4’ü dürüstlük, 24.8’i
toplum kuralları örf ve adetler, yüzde 22.3’ü iş
ile ilgili uyulması gereken kurallar, yüzde 1.9’u
bilmiyorum ve yüzde 7.1’i hepsi yanıtında
bulunmuştur.
4.2. Katılımcıların Etik Konulu Dersten
Beklentileri
Etik konulu dersten beklentileri konusundaki
soruya katılımcıların yüzde 22.3’ü “Doğruluk,
Dürüstlük ve Güvenilirlik konuları işlenmeli”,
yüzde 27.8’i “Görgü kuralları, toplum içinde
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
uygun, ahlaki davranışlar yer almalı”, yüzde
35.1’ “Meslekte uyulması gereken uluslar arası
ahlak kurallarını içermeli”, yüzde 2.2’si “Ekip
çalışması öğretilmeli”, yüzde 6.5’i “Stratejik
bakış açısı, hukuk kuralları yer almalı” yanıtını
vermiştir. Araştırma sorusunu yanıtlayanların
yüzde 2.7’si bu soruyu bilmediğini ifade ederken, yine yüzde 2.7’si hepsi kategorisini işaretlemiştir (bakınız Tablo 1).
Tablo1. Katılımcıların Etik Konulu Dersten
Beklentileri
Etik konulu dersten beklentiler
N
%
Doğruluk, Dürüstlük ve
82
22,3
102
27,8
129
35,1
Ekip çalışması öğretilmeli
8
2,2
Stratejik bakış açısı, hukuk kuralları
24
6,5
Bilmiyorum
10
2,7
Hepsi
10
2,7
Cevapsız
2
0,5
Toplam
367
100
Güvenilirlik konuları işlenmeli
Görgü kuralları, toplum içinde uygun,
ahlaki davranışlar yer almalı
Meslekte uyulması gereken uluslar
arası ahlak kurallarını içermeli
yer almalı
Araştırmaya katılanların cinsiyeti ile etik konulu dersten beklentileri arasındaki çapraz tablo
sonuçları karşılaştırıldığında (bakınız Tablo 2)
doğruluk dürüstlük ve güvenirlik konuları
işlenmeli maddesini işaretleyenlerin yüzde
50.6’sı erkek iken, yüzde 49.4’ü kadın katılımcıdır. “Görgü kuralları toplum içinde uygun
ahlaki davranışlar yer almalı” cevabını veren
üniversite öğrencilerinin yüzde 56.9’u erkek,
43.1’i kadın öğrencilerdir. Meslekte uyulması
gereken uluslar arası ahlak kurallarını etik
dersleri içermeli maddesine ise erkelerin yüzde
58.6’sı, kadınların ise yüzde 41.4’ü katılmıştır.
Ekip çalışması etik dersinde öğretilmeli maddesine erkeklerin yüzde 75.0’i kadınlarında
yüzde 25.0’i katılmıştır. “Stratejik bakış açısı
hukuk kuralları yer almalı” maddesine erkeklerin yüzde 54.2’si, kadınlarında 45.8’i işaretlemiştir.
Öğrencilerin bağlı bulundukları bölüm ile etik
konulu dersten beklentileri ile ilgili sorular
karşılaştırıldığında Halkla İlişkiler ve Tanıtım
bölümü öğrencilerinin yüzde 39.8’i, Gazetecilik öğrencilerin yüzde 36.1’i ve Radyo Tv ve
Sinema öğrencilerinin yüzde 24.1’i doğruluk
dürüstlük ve güvenirlik konuları işlenmeli
maddesini işaretlemiştir. “Görgü kuralları toplum içinde uygun ahlaki davranışlar yer almalı”
cevabını işaretleyenlerin ise yüzde 35.3’ü Radyo Tv ve Sinema, yüzde 34.3’ü Halkla İlişkiler
ve Tanıtım, yüzde 30.4’ü de Gazetecilik bölümden oluşmaktadır. Meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlak kurallarını etik dersleri
içermeli maddesine verilen cevaplara bölümler
açısından baktığımızda Gazetecilik bölümünden yüzde 34.4’ünün, Halkla İlişkiler ve Tanıtım öğrencilerinin yüzde 32.8’inin, Radyo Tv
ve Sinema öğrencilerinden de yüzde 32.8’inin
bu maddeleri işaretlediklerini görmekteyiz.
Ekip çalışması etik dersleri öğretilmeli maddesine halkla ilişkiler ve Tanıtım öğrencilerinin
yüzde 50’si, Radyo Tv ve sinema öğrencilerinin yüzde 37.5’i Gazetecilik öğrencilerinden de
yüzde 12.5’i katılmıştır. Stratejik bakış açısı,
hukuk kuralları yer almalı maddesini de halkla
ilişkiler ve Tanıtım öğrencilerinden yüzde
41.7’si, Gazetecilik ve Radyo Tv ve Sinema
öğrencilerinden de yüzde 29.2’si işaretlemiştir.
Katılımcıların okuduğu sınıfla etik konulu
dersten beklentileri ile ilgili soruya verdikleri
yanıtlar karşılaştırıldığında; doğruluk dürüstlük
ve güvenirlik konuları işlenmeli seçeneğini en
çok işaretleyenlerin birinci sınıf, Görgü kuralları toplum içinde uygun ahlaki davranışlar yer
almalı maddesini en çok işaretleyenlerin birinci
sınıf; meslekte uyulması gereken uluslar arası
ahlak kurallarını içermeli maddesini dördüncü
sınıf; ekip çalışması öğretilmeli ikinci ve üçüncü sınıf; stratejik bakış açısı, hukuk kuralları
yer almalı maddesine ise dördüncü sınıf öğrencilerinin daha fazla cevap verdikleri ön plana
çıkmaktadır. Söz konusu çapraz tablonun kikare analiz sonuçları da incelenmiş ve bu faklılaşmanın anlamlı olduğu ortaya konmuştur
(X2=45.07; p<.001).
Öğrencilerin öğretim türü ile etik konulu dersten beklentileri tablosu karşılaştırıldığında
doğruluk dürüstlük ve güvenirlik konuları
işlenmeli maddesine normal öğretimden yüzde
63.9’u, ikinci öğretimden yüzde 36.1’i katılmıştır.
165
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Diğer
Bilmiyorum
hukuk kuralları …
Stratejik bakış açısı,
öğretilmeli
Ekip çalışması
gereken …
Meslekte uyulması
toplum içinde …
Görgü kuralları,
ve Güvenilirlik
Doğruluk, Dürüstlük
Tablo 2. Katılımcıların Etik Konulu Dersten Beklentilerinin Demografik Özelliklere Göre Dağılımı
X2= 3.36; sd.=6; p> .05
CİNSİYET
Erkek
50.6
56.9
58.6
75.0
54.2
Kadın
49.4
43.1
41.4
25.0
45.8
60.0
70.0
40.0
30.0
X2=10.31; sd.=12; p>.05
BÖLÜM
Gazetecilik
36.1
30.4
34.4
12.5
29.2
10.0
20.0
Halkla İlişkiler ve Tanıtım
39.8
34.3
32.8
50.0
41.7
40.0
60.0
Radyo Tv Sinema
24.1
35.3
32.8
37.5
29.2
50.0
20.0
2
X =45.07; sd.=18; p<.001
SINIF
1. Sınıf
30.1
37.3
17.2
25.0
16.7
30.0
30.0
2. Sınıf
20.5
24.5
18.0
37.5
29.2
20.0
20.0
3. Sınıf
24.1
30.4
24.2
37.5
20.8
30.0
30.0
4. Sınıf
25.3
7.8
40.6
0.0
33.3
20.0
20.0
X2=13.59; sd.=12; p>.05
ÖĞRETİM TÜRÜ
Normal Öğretim
63.9
51.0
52.3
50.0
29.2
30.0
50.0
İkinci Öğretim
36.1
49.0
46.9
50.0
70.8
70.0
50.0
TOPLAM
22.3
27.8
35.1
2.2
6.5
2.7
2.7
4. 3. Etikle İlgili Değişkenlerin Önem Düzeyi
Araştırmamızda ankete katılan toplam 367
öğrencinin etik dersiyle ilgili maddelere verdikleri önem düzeylerine baktığımızda (bakınız
Tablo 3) öğrencilerin en fazla önemli buldukları maddenin “İletişim etiği içerisinde doğruluk,
dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır”(M= 4.38) olduğunu görmekteyiz. Önem
düzeyi açısından ikinci sırayı “İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini
almalıdır” alırken (M= 4.24), üçüncü sırayı ise
“İletişim Mesleğinde etik kurallarına dikkat
etmek gerekmektedir” almaktadır (M= 4.20).
En az önem verilen ve kendilerine göre en
düşük madde ise “İletişim Sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir”
ifadesidir (M= 2.62) ki, bu da bize iletişim
Fakültesi’nde okuyan öğrencilerin sektörde
çalışanların etik ilkelerine bağlı hareket ettiklerine inanmadıklarını göstermektedir.
166
Maddelerin aritmetik ortalamalarını alarak elde
edilen bu tablodan da anlaşıldığı üzere, Selçuk
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okuyan
öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, iletişim
etiğinin içerisinde doğruluk ve dürüstlük ilkesini barındırarak İletişim Fakültelerinde bu
dersin verilmesi gerektiğine ve bu mesleği
yapanların etik kurallarını dikkate alarak bu
mesleği yapmaları gerektiğine inandıklarını ve
buna önem verdiklerini söylerken, yine aynı
öğrenciler ne yazık ki iletişim sektöründe çalışanların etik ilkelerine bağlı hareket ettiklerine
inanmadıklarını da dile getirmişlerdir.
Cinsiyete göre etik dersiyle ilgili maddelere
verilen önem düzeyindeki farklılaşmayı tespit
etmek amacıyla t-testi uygulanmıştır. Alınan
sonuçlar doğrultusunda bazı maddeler üzerinde
anlamlı bir fark bulunmazken, bayanlar ve
erkekler aynı önemi bazı maddelere yüklerken
bazı maddelerde ise bayanlar ve erkekler arasında anlamlı fark olduğu tespit edilmiştir (bakınız Tablo 4).
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
Tablo3. Katılımcıların Etik Dersi İle İlgili Maddelere Verdikleri Önem Düzeyi
Etikle İlgili Değişkenlerin Önem Düzeyi
M
S.S.
Min
Max
İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır.
4.38
0.92
1
5
İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini almalıdır.
4.24
0,99
1
5
İletişim Mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerekmektedir.
4.20
0.97
1
5
İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de belirleyicidir.
4.18
0,98
1
5
İletişim Eğitiminde etik eğitimi önemlidir.
4.14
1.10
1
5
Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz
3.97
1.04
1
5
Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde öğretilmelidir.
3.96
1.10
1
5
İletişim Sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir.
3.94
1.13
1
5
Dersler Medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza yardımcı olmaktadır.
3.85
1.12
1
5
Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci öğretilmektedir.
3.70
1.17
1
5
İletişim Sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir.
2.62
1.32
1
5
Cinsiyete göre maddelerin dağılımına baktığımızda “İyi bir iletişimci olmak için mesleki
bilgi ve beceri kadar etik de belirleyicidir.”
maddesine verilen önem anlam bakımından
farklılaşmaktadır (t= 2.17; p<0.05). Bu maddeye erkekler (M= 4.08), bayanlara (M= 3.31)
göre da fazla önem vermektedirler. Erkekler
için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de önemli olmaktadır.
“Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi
derslerde öğretilmelidir” maddesine ise bayanlar daha çok önem yüklemektedir (t= 2.40;
p<0.05). Bayanlar (M= 4.12) erkeklere (M=
3.84) oranla “derslerde haber yazma konusunda
doğruluk ve dürüstlük ilkesi işlenmelidir” ifadesine daha fazla önem atfetmişlerdir.
Tablo 4. Katılımcıların Cinsiyete Göre Etik Dersi İle İlgili Maddelere Verdikleri Önem Düzeyi
Cinsiyetin maddelere göre dağılımı
İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir.
Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz
Cinsiyet
N
t
1.23
.218
-1.49
.136
2.17
.030
1.38
.166
2.40
.017
1.25
.212
3.12
.002
1.97
.049
1.51
.132
1.73
.084
0.23
.813
Bayan
158
4.22
Erkek
206
4.07
Bayan
156
3.87
Erkek
205
4.04
İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de
Bayan
158
3.31
belirleyicidir.
Erkek
203
4.08
Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci öğretilmektedir.
Bayan
158
3.80
Erkek
203
3.63
Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde öğretilmelidir.
Bayan
158
4.12
Erkek
203
3.84
Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza yardımcı
Bayan
157
3.94
olmaktadır.
Erkek
203
3.79
İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir.
Bayan
157
2.87
Erkek
203
2.43
İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek
Bayan
157
4.07
önemlidir.
Erkek
204
3.83
İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerekmektedir.
İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini almalıdır.
Sig.
M
Bayan
157
4.29
Erkek
205
4.13
Bayan
158
4.34
Erkek
205
4.16
İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini
Bayan
158
4.38
barındırmalıdır.
Erkek
205
4.37
167
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Bayanlar (M= 2.87 ) “İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir”
maddesini yine erkeklere oranla (M= 2.43)
daha önemli bulmuştur (t= 3.12; p<0.05).
Anlamlı farkın daha çok bayanların tercihlerinde olduğunu görmekteyiz, bayanlar iletişim
etiği konusunda erkeklere oranla maddelere
daha fazla önem yüklemektedir.
“İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir” maddesine
verilen önem de bayanlar ve erkekler arasında
farklılaşmaktadır. Bu maddeyi bayanlar (M=
4.07), erkeklere (M= 3.83) oranla daha önemli
bulmuşlardır (t= 1.97; p<0,05).
Bölümlere göre farklılıkları ortaya koymak için
Tek yönlü Varyans analizi (ANOVA) uygulanmış çoklu karşılaştırmalarda ise Tukey Testi
esas alınmıştır. Bu doğrultuda yapılan analiz
sonucunda bölümler arasında sadece üç madde
de anlamlı bir farkın olduğu tespit edilmiştir
(bakınız Tablo5).
Tablo 5. Katılımcıların Bölümlere Verdikleri Önem Düzeyi
Bölümlere Göre Farklılıklar
İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir.
Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz
Bölümler
N
Mean
Gazetecilik
116
4.26
H.İliş.ve T.
113
4.06
RTV ve Sin.
115
4.09
Gazetecilik
115
3.98
H.İliş.ve T.
132
3.95
RTV ve Sin.
114
3.98
İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve
Gazetecilik
116
4.24
beceri kadar etik de belirleyicidir.
H.İliş. ve T.
130
4.20
RTV ve Sin.
115
4.10
Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk Gazetecilik
116
3.75
bilinci öğretilmektedir.
H.İliş. ve T.
132
3.71
RTV ve Sin.
113
3,.65
Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi Gazetecilik
116
4.02
derslerde öğretilmelidir.
H.İliş. ve T.
130
3.78
4.12
RTV ve Sin.
115
Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle
Gazetecilik
112
3.89
bakmamıza yardımcı olmaktadır.
H.İliş. ve T.
133
3.80
3.88
RTV ve Sin.
115
İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine
Gazetecilik
114
2.52
bağlı hareket etmektedir.
H. İliş. ve T.
131
3.03
RTV ve Sin.
115
2.26
Gazetecilik
114
4.17
İletişim sektöründe, çalışanlar için etik
ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir.
H.İliş.ve T.
132
4.07
RTV ve Sin.
115
3.55
İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat
Gazetecilik
115
4.29
etmek gerekmektedir.
H. İliş.ve T.
132
4.24
RTV ve Sin.
115
4.06
İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci
Gazetecilik
115
4.34
iletişim etiği dersini almalıdır.
H. İliş. ve T.
133
4.21
4.18
RTV ve Sin.
115
İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük
Gazetecilik
115
4.41
ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır.
H. İliş. ve T.
133
4.41
RTV ve Sin.
115
4.32
168
sd
F
Sig.
2
1.15
.317
2
0.03
.971
2
0.58
.556
2
0.18
.828
2
3.10
.046
2
0.24
.786
2
11.72
.000
2
10.39
.000
2
1.70
.184
2
0.91
.400
2
0.40
.668
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi
derslerde öğretilmelidir maddesine verilen
önem ile katılımcıların bağlı bulunduğu bölüm
arasında anlamlı bir ilişki ortaya konmuştur
(F= 3.10; sd= 2; p< .05). Tukey Testi yüzde 5
anlam düzeyinde Radyo Tv ve Sinema bölümü
öğrencileri (M.= 4.12) ile Halkla ilişkiler ve
Tanıtım bölümü öğrencilerinin (M.= 3.78) bu
maddeye verdikleri önem açısından farklı düşündüklerini göstermektedir.
Bölümlere göre “İletişim sektöründe çalışanlar
etik ilkelerine bağlı hareket etmektedir” maddesine verilen önem bakımından anlamlı fark
bulunmaktadır (F= 11.72; sd= 2; p< .001).
Radyo Tv ve Sinema bölümünde okuyan öğrenciler (M= 2.36); Gazetecilik (M= 2.52) ve
Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü (M= 3.03)
öğrencilerine göre bu maddeye daha az önem
atfetmektedirler.
Katılımcıların bağlı bulunduğu bölüme göre ”İletişim sektöründe, çalışanlar için etik
ilkelerine bağlı hareket etmek önemlidir” maddesine verdikleri önem anlamlı bir şekilde
farklılaşmaktadır (F= 10.39; sd= 2; p< .001).
Tukey testi sonuçları ve çoklu karşılaştırma
tablosu incelendiğinde Radyo Tv ve Sinema
bölümü öğrencileri (M= 3.55); Gazetecilik (M=
4.17) ve Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü
(M= 4.07) öğrencilerine nazaran ilgili maddeyi
daha az önemli görmektedir. Bu sonuçlara göre
iletişim sektöründe çalışanların etik ilkelere
bağlı hareket etmesine en çok önem verenlerin
Gazetecilik bölümü öğrencisi olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Ankete katılan üniversite öğrencilerinin eğitim
gördükleri sınıflara göre iletişim etiği ile ilgili
değişkenlere verdiklere önem düzeyindeki
farklılıkları ortaya koymak amacıyla yine Tek
yönlü Varyans analizi (ANOVA) uygulanmış,
çoklu karşılaştırmalarda ise Tukey Testine
başvurulmuştur. Bu doğrultuda katılımcıların
bağlı bulunduğu sınıfa göre aşağıda belirtilen
üç iletişim etiği ile ilgili maddeye verdikleri
önemde farklılık söz konusudur (bakınız Tablo
6).
”Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz”
maddesine verilen önem bakımından sınıflar
arasında anlamlı farklılaşma bulunduğu görülmektedir (F= 2.91; sd= 3; p<.05). Çoklu karşılaştırma tablosu ve Tukey testi sonuçları incelendiğinde bu maddeye 4. sınıf öğrencilerinin
(M= 4.18), 3. sınıf öğrencilerine göre (M= 3.79)
daha fazla önem verdikleri görülmektedir,
“İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine
bağlı hareket etmektedir” maddesine verilen
önem ile katılımcıların bağlı bulunduğu sınıf
arasında anlamlı bir ilişki söz konusudur (F=
6.06; sd= 3; p<.001). Çoklu karşılaştırma tablosuna bakıldığında dördüncü sınıf öğrencileri
(M= 2.23); birinci (M= 2.90) ve ikinci sınıf
(M= 2.92) öğrencilerine göre iletişim etiği
açısından bu maddeye daha az önem atfetmektedirler.
“İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve
güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır” maddesinde de önem yönünden farklılık tespit edilmiştir (F = 2.95; sd=3 p<.05). Çoklu karşılaştırma tablosu ve Tukey testi doğrultusunda 3.
sınıf öğrencilerinin (M= 4.25) bu maddeye
dördüncü sınıf öğrencilerine (M= 4.61) göre
daha az önem verdikleri görülmektedir.
İletişim etiği konusunda sınıfların maddelere
genelde verdikleri önem her sınıf açısından
aynı önem düzeyinde iken yukarıdaki üç madde de toplam farklılık görülmüştür. Özellikle
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde her
bölüm için kendi alanları ile ilgili etik derslerinin dördüncü sınıfta verilmesi, dördüncü sınıf
öğrencilerinin maddeler açısından neden farklı
düşündüklerini ve daha ayrıntılı düşündüklerini
açıklamaktadır. Çünkü Selçuk Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde Halkla İlişkiler ve Tanıtım öğrencileri için “Halkla İlişkiler ve Reklamcılıkta Etik”, Gazetecilik öğrencileri için
“Basında Etik” ve Radyo Tv ve Sinema öğrencileri için de “RTV Yayıncılığında Etik” dersi
zorunlu ders olarak dördüncü sınıfta verilmektedir.
İletişim etiği ile ilgili maddelere verilen önem
düzeyi ile katılımcıların etik konulu dersi alıp
almama durumu arasındaki ilişkiyi ortaya
koymak için bağımsız örneklem t- Testi uygulanmış, iki maddeye verilen önemde anlamlı
farklılık tespit edilmiştir (bakınız Tablo 7).
169
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Tablo 6. Katılımcıların Sınıflara Göre Maddelere Verdikleri Önem Düzeyi
Sınıflara Göre Farklılıklar
İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir.
Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz
İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar etik de
belirleyicidir.
Sınıflar
N
Mean
1.Sınıf
95
3.95
2. Sınıf
79
4.15
3. Sınıf
94
4.09
4. Sınıf
96
4.35
1. Sınıf
94
3.85
2. Sınıf
79
4.06
3. Sınıf
93
3.79
4. Sınıf
95
4.18
1. Sınıf
94
4.25
2. Sınıf
79
4.29
3. Sınıf
93
4.02
4. Sınıf
95
4.17
1. Sınıf
94
3.95
Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci
2. Sınıf
78
3.71
öğretilmektedir.
3. Sınıf
93
3.51
4. Sınıf
96
3.63
1. Sınıf
95
4.20
Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde
2. Sınıf
78
3.87
öğretilmelidir.
3. Sınıf
92
3.82
4. Sınıf
96
3.95
1. Sınıf
95
4.02
Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza
2. Sınıf
76
3.93
yardımcı olmaktadır.
3. Sınıf
93
3.68
4. Sınıf
96
3.80
1. Sınıf
95
2.90
İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hareket
2. Sınıf
78
2.92
etmektedir.
3. Sınıf
92
2.50
4. Sınıf
95
2.23
1. Sınıf
95
3.80
2. Sınıf
78
4.20
İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı hareket
etmek önemlidir.
İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerekmektedir.
İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği dersini
almalıdır.
3. Sınıf
92
3.90
4. Sınıf
96
3.90
1. Sınıf
95
4.09
2. Sınıf
77
4.27
3. Sınıf
94
4.08
4. Sınıf
96
4.37
1. Sınıf
95
4.23
2. Sınıf
78
4.17
3. Sınıf
94
4.18
4. Sınıf
96
4.37
1. Sınıf
95
4.29
İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik
2. Sınıf
78
4.37
ilkelerini barındırmalıdır.
3. Sınıf
94
4.25
4. Sınıf
96
4.61
170
Sd
F
Sig.
3
2.14
.095
3
2.91
.034
3
1.32
.267
3
2.38
.069
3
2.12
.097
3
1.57
.096
3
6.06
.000
3
1.96
119
3
1.98
.116
3
0.79
.499
3
2.95
.032
.
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
“Haber yazmada doğruluk ve dürüstlük ilkesinin derslere öğretilmesi gereklidir” maddesine
verilen önem bakımından etik dersini alanlar
ile bu dersi almayanlar arasında anlamlı farklılık söz konusudur (t= -2.05; sd= 3; p<.05). Etik
dersini almayanlar 4.10 aritmetik ortalama
değeri ile bu dersi alan öğrencilere göre (M=
3.86) haber yazmada doğruluk ve dürüstlük
ilkesinin derslerde öğretilmesini daha gerekli
bulmaktadır.
“İletişim sektöründe çalışanlar etik ilkelerine
bağlı hareket etmektedir” maddesini etik dersi
alma durumu ile karşılaştırdığımızda ise bu
dersi almayanların (M= 2.83), alanlara oranla
(M= 2.44) bu maddeyi anlam bakımından daha
önemli gördükleri sonucuna ulaşmaktayız (t= 2.77; sd= 3; p<.001). Bunun sebebinin de, yine
ders almayanların ders alanlara oranla konuya
daha farklı yaklaşmaklarından ve etik konusu
hakkında daha az bilgiye sahip olmaları nedeniyle daha hayali düşünmelerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Tablo 7. Katılımcıların Etik dersi Alma durumu
Etik Konulu Ders Alma Durumunu
Etik dersi
N
M
t
Sig.
1.38
.167
0.54
.584
-0.40
.689
0.51
.606
-2.05
.040
-1.26
.208
-2.77
.006
0.17
.864
0.89
.369
1.68
.092
1.51
.130
alma durumu
İletişim eğitiminde etik eğitimi önemlidir.
Meslek etiği toplumsal etikten ayrılamaz
Evet
190
4.21
Hayır
166
4.05
Evet
189
4.00
Hayır
164
3.93
İyi bir iletişimci olmak için mesleki bilgi ve beceri kadar Evet
188
4.17
etik de belirleyicidir.
Hayır
165
4.21
Derslerde bize mesleğimizle ilgili sorumluluk bilinci
Evet
188
3.75
öğretilmektedir.
Hayır
165
3.68
Haber yazmada Doğruluk ve Dürüstlük ilkesi derslerde
Evet
189
3.86
öğretilmelidir.
Hayır
164
4.10
Dersler medya organlarına eleştirel bir gözle bakmamıza Evet
187
3.78
yardımcı olmaktadır.
165
3.93
Hayır
İletişim Sektöründe çalışanlar etik ilkelerine bağlı hare-
Evet
188
2.44
ket etmektedir.
Hayır
165
2.83
İletişim sektöründe, çalışanlar için etik ilkelerine bağlı
Evet
189
3.94
hareket etmek önemlidir.
Hayır
164
3.92
İletişim mesleğinde etik kurallarına dikkat etmek gerek-
Evet
188
4.24
mektedir.
Hayır
166
4.15
İletişim Fakültesinde okuyan her öğrenci iletişim etiği
Evet
189
4.33
dersini almalıdır.
Hayır
166
4.15
İletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilir- Evet
189
4.46
lik ilkelerini barındırmalıdır.
166
4.31
SONUÇ
Etik dersinin amacı; etik kavram ve kuramların
neler olduğu, dayanakları, temel kavramları,
bunların iş yaşamıyla ilgi durumlara nasıl uygulanabileceğinin yollarını göstermek; öğrenciye iş yaşamından örnekler getirerek ilgili
kararları almasını ya da sorunu çözmesini sağlayacak olanakları sağlamaktır (Gökdağ 2009:
154).
Eroğlu ve Atabek’in bu konuda yaptıkları araştırma incelendiğinde elde ettikleri bulgular ile
Hayır
Selçuk Üniversitesi’nde yapılan araştırmalarda
elde edilen bulguların örtüştüğünü görmekteyiz. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri
Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü öğrencileri
üzerinde gerçekleştirilen araştırmadan elde
edilen bulgulara göre, fakültede aldıkları eğitim
öğrencilere gazetecilik meslek etiğine ilişkin
belirli değerler kazandırmaktadır. Yine bu
araştırmanın sonuçlarına göre, öğrenciler medya sektöründe çalışan meslektaşlarını meslek
etiği ilkelerine uyma ya da meslek etiği ilkeleri
doğrultusunda davranma bakımından olumsuz
171
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
olarak değerlendirmektedirler (Eroğlu ve Atabek 2006: 10).
sun elde ettiğimiz sonuçlar göstermektedir ki
öğretilmesinde fayda bulunmaktadır.
Araştırmamızda elde ettiğimiz veriler doğrultusunda aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır:
KAYNAKLAR
Öğrencilerin etik konulu bir dersten beklentilerinde, iletişim etiği açısından meslekte uyulması gereken uluslar arası ahlaki kurallarının
öğretilmesinin ilk sırada yer aldığını söyleyebiliriz (M= 35.1). Aynı zamanda genele baktığımızda Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde farklı bölümde okuyan öğrencilerde
iletişim etiğinin ve bu konudaki beklentilerinin
ne olduğu hakkında bilinçli bir bilginin olduğu
mevcut araştırma sonucuyla ortaya çıkmaktadır.
İletişim Etiği dersi alan dördüncü sınıf öğrencilerinin alt sınıf öğrencilerine nazaran bazı
maddelere daha farklı baktıkları görülmüştür.
Bu farklılaşmanın, bölümlerinde eğitim alarak
bilgilerini arttırmanın ve iletişim etiği dersini
almalarının bir sonucu olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır. Dördüncü sınıfta okuyan
katılımcıların özellikle; meslek etiği toplumsal
etikten ayrılamaz, iletişim etiği içerisinde doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerini barındırmalıdır, iletişim sektöründe çalışanlar etik
ilkelerine bağlı hareket etmektedir maddelerine
çoklu karşılaştırma ve Tukey testi analizi sonucunda farklı önem atfettikleri görülmüştür .
Öğrencilerin bu dersi almadan önce sektörde
çalışanların iletişim etiği doğrultusunda hareket
ettiklerini düşünürken, aldıktan sonra yani
iletişim etiğinin içeriğini ve kurallarını öğrendikten sonra daha farklı düşündükleri ve sektördekilerin güvenilirlik ve dürüstlük ilkelerine
daha az bağlı kaldıklarını düşündükleri görülmüştür.
Ankete katılan öğrencilerin çoğu iletişim etiğinin öneminin farkındadır ve İletişim Fakültesinde okuyan her öğrencinin bu dersi alması
gerektiği konusunda hem fikirdir.
İletişim etiğiyle ilgili sorunların azaltılmasında
-iletişim fakülteleri de dahil- sorumluluk alabilecek her kişi, örgüt ve kurumun çaba göstermesi, yapabileceklerini ertelememesi gerekmektedir (Gökdağ 2009: 156). Üniversitelerde
etik konusu öğretilmeli mi yoksa öğretilmemeli
mi konusu ile ilgili tartışmalar devam ede dur-
172
Altun A (1995) Türkiye’de Gazetecilik ve
Gazeteciler, ÇGD Yayını, Ankara.
Avşar Z (2002) Medyada Klasik Etik Kodlar
Bir İllüzyon mu?, Selçuk İletişim Derg, C.2, 312.
Avşar Z ve Öngören G (2003) Radyo ve Televizyon Hukuku, Piramit Yayıncılık, İstanbul.
Avşar Z ve Demir V (2005) Düzenleme ve
Uygulamalarla Medyada Denetim, Piramit
Yayıncılık, Ankara.
Aydede, C (2001) Teorik ve Uygulamalı Halkla İlişkiler Uygulamaları, MediaCat Yayınları,
Ankara.
Aydın İ P(2002) Yönetsel Mesleki ve Örgütsel
Etik, 3.Baskı, Pegam Yayıncılık, Ankara.
Bilgin D, Meslek İlkeleri ve Mesleki Etik,
www.emo.org.tr/ekler/5f83581dbe3440a_ek.pd
f 25.03.2009 indirildi.
Bülbül R (2001) İletişim ve Etik, Nobel Yayınları, Ankara.
Demir V ( 2006) Medya Etiği, Beta Yayınları,
İstanbul.
Erciyes C (2001) Medya Etigi ve Klasik Etik
Kodları, Türkiye ve Siyaset Derg, Mayıs- Haziran.
Erdoğan İ (2006) Medya ve Etik: Eleştirel Bir
Giriş, İletişim Kuram ve Araştırma Derg, 23, 126.
Eroğlu E ve Atabek N (2006) İletişim Fakültesi
Öğrencilerinin “Etik Eğitimi”ne ve “İletişim
Etiği”ne İlişkin Görüşlerinin Değerlendirilmesi,
Küresel İletişim Derg, 2, www.globalmediatr.emu.edu.tr, 06.01. 2009’ da erişildi.
Girgin A (2000) Yazılı Basında Haber ve Habercilik Etik’i, İnkılap Kitapevi, İstanbul.
Gökdağ D (2009) İletişim Fakültelerinin Etik
Sorumluluğu, Medya ve Etik Sempozyumu, 79 Ekim 2009, Elazığ.
http://www.irfanerdogan.com/pr/hitetik.html
11.02.2009’da erişildi.
İletişim Etiği ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi… (158-173)
İnan E ve Pekün B (2009) Siyasal İletişim,
“Sanal Serbest Kürsüler” ve İletişim Etiği,
Medya ve Etik Sempozyumu, 7-9 Ekim 2009,
Elazığ.
İrvan S (2003) Medya Etik ve Hukuk, IPS
İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
Keeble R (2001) Ethics for Journalists,
Routledge Tylor&Francis Group, London.
Kuçuradi İ (2000) Felsefi Etik ve Meslek Etikleri, Harun Tepe (çev), Etik ve Meslek Etikleri,
Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara,17-32.
McDonald G M ve Donleavy G D (1995)
Objections to the Teaching of Busines Ethics,
Journal of Business Ethics 14, 839-853.
Seıb P ve Fitzpartrick K (1997) Journalism
Ethics, Harcout Brace College Publishers, Fort
Worth.
Spurgeon C (2008) Advertising and Media,
Routledge Tylor&Francis Group, Oxon.
Tepe H (2000) Basın Etiği ya da Basının Etik
Sorunları Üzerine, Harun Tepe (ed.), Etik ve
Meslek Etikleri, Türkiye Felsefe Kurumu,
Ankara, 121-136.
Tılıç D (1998) Utanıyorum Ama Gazeteciyim,
İletişim Kitapevi, İstanbul.
Tılıç D (1999) Milliyetçilik ve Yeni Sahiplik
Yapısı Kıskacında Türk Medyası, Birikim
Dergisi, Medya ve Etiği özel sayısı, sayı: 117.
Türkoglu N (2003) Kitle İletisimi ve Kültür,
Naos Yayınları, İstanbul.
Uzun R (2007) İletişim Etiği: Sorunlar ve Sorumluluklar, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Ankara.
Vural A M (2009) Edebi Bozulmuş Adabı
Dağılmış Bir Toplumsal Kurum Olarak Medya… Medya ve Etik Sempozyumu, 7-9 Ekim
2009, Elazığ.
173
TELEVİZYON VE MAGAZİN KÜLTÜRÜ
Rıdvan Şentürk*
ÖZET
Marshall McLuhan, John Fiske, John Hartley, Stuart Hall, John Ellis, Raymond Williams gibi
televizyonu kendine özgü bir medyum olarak araştıran teorisyenler çeşitli ve birbirinden farklı
yaklaşımlarda bulundular. Fakat bütün çeşitliliğine ve farklılığına rağmen bu teorileri televizyonun daha çok araçsal/yapısal, dilsel/metinsel ve çevresel özellikleri üzerine odaklaşan yaklaşımlar
olarak ayrıştırmak mümkün gözükmektedir. Bir bütün olarak bakıldığında bu yaklaşımların hiçbirinin kendi başına televizyonun ne ve nasıl bir şey olduğu sorusunu yeterince açıklamaya yetmediği görülmektedir. Özellikle televizyonun hem içerik hem de biçimsel özellikleri bakımından gerçeklik algısını ve toplumsal davranışları nasıl etkilediği ve dönüştürdüğü sorusu gereğince incelenmemiş bir alan olarak gündem oluşturmaya devam etmektedir. Bu çalışma televizyonun bütününe
hâkim olan magazinsel yapısı ve sunduğu bilgilendirme biçimleri üzerine odaklanmakta ve böylece söz konusu açığın giderilmesine katkı sağlamaktadır.
Anahtar sözcükler: Magazin, eğlence, kültür, iletişim
TELEVISION AND MAGAZINE CULTURE
ABSTRACT
The theorists who make a survey of television as a distinctive medium such as Marshall McLuhan,
John Fiske, John Hartley, Stuart Hall, John Ellis, Raymond Williams showed various and different
approaches. However, in spite of its all diversity and assortment, it looks possible to categorize
these theories as approaches concentrating on particularly instrumental/ structural, linguistic/
textual and environmental characteristic of television. In its entirety, it looks that none of these
approaches are not satisfying to have explanation for the question on what and how television.
Especially the question on how Television affects and transforms reality perception and social
behaviour in terms of content and formal feature continues to have agenda as a matter that has
not been properly examined. This study focuses on magazine pattern with authority on entire
television and the offered informational pattern and thus has contribution in removing the
deficiency.
Keywords: Magazine, entertainment, culture, communication
GİRİŞ
Televizyonu kendine özgü bir medyum olarak
ele alan ve ilk defa bir bütün olarak açıklamayı
amaçlayan Marshall McLuhan’ın 1960’lı yıllardaki çalışmalarından günümüze kadar birçok
araştırmacı televizyonun ne olduğu sorusunu
sormaya devam etmektedir. Bu durum hem bir
yandan televizyonun ne kadar karmaşık bir
yapı ve etki gücüne sahip olduğunu hem de
yaklaşımların televizyonun sadece belirli bir
yönüne yöneldiğini ve bütünü kuşatamadığını
göstermektedir.
Televizyonun bir medyum olarak araçsal/ yapısal özelliklerinin içeriği nasıl belirlediği ve
algıyı nasıl etkilediği (McLuhan 1965: 247)
*
soruları etrafında araştırmalarını yoğunlaştıran
McLuhan, araç ile ilettiği mesaj arasındaki
ilişkiyi sorgulamıştır. Daha sonra gelen Paul
Virilio gibi birçok araştırmacı bu yaklaşımı
benimsedi ve makine insan bağıntısı ve medya
araçlarının insanın gerçeklik algısının sınırlarını nasıl değiştirdiğini ve dönüştürdüğünü sorgulamaya devam ederek yeni yaklaşımlar sergiledi.
McLuhan’ın çalışmalarından sonra, 70’li yıllarda John Fiske ve John Hartley, Stuart Hall’in
öncülük ettiği yaklaşımlar çerçevesinde televizyonun semiyotik yapısının dilsel bir metin
olarak nasıl okunabileceği sorusunu yönelttiler.
Bu çerçevede Fiske ve Hartley çalışmalarında,
televizyon programlarını oluşturan öğeler ola-
Yrd. Doç. Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
rak gördükleri göstergelerin kod çözümlemesini ve kimlik tespitini mümkün kılacak (Fiske
ve Hartley 1978: 16) dilbilimsel ve semiyotik
kavramsallıkların ne olabileceği sorularını
irdelediler.
Fiske ve Hartley’in beslendiği düşünce geleneğine bağlı olan Raymond Williams da,
McLuhan gibi televizyonun teknolojik özellikleri ile oluşturduğuna inandığı kültürel forum
arasındaki ilişkileri irdelemiş, farklı fragmanların ve çeşitli türlerin planlı bir akışı olarak
kavradığı televizyon yayınlarının algı biçimleri
ve kültürel kabulleri nasıl etkilediği ve dönüştürdüğünü sorgulamıştır. Televizyonun gücünün sosyal iletişim, enformasyon ve eğlence
medyumu olarak büyüdüğünü söyleyen
Williams (1974: 11), televizyonun toplumsal
algı ve tecrübeleri etkiyen özelliğine dikkat
çekmiş, fakat yeterince incelemek yerine gönderme yaptığı magazinsel yapısını daha çok
yine planlı bir akışa sahip bir metin olarak
algılamış ve kendine araştırma konusu yapmıştır.
Televizyon hakkında üretilen teorilerin gelişim
çizgisinde mutlaka dikkate alınması gereken
bir isim olarak John Ellis karşımıza çıkmaktadır. Ellis, televizyonun yapısını dilsel bir metin
değil de kendine özgü estetik bir doku olarak
algılamış ve bu dokunun en önemli özelliğini
kendini tekrar eden segmanlara bölünmüşlük
ve kesintilerden oluşan bir süreklilik biçiminde
tanımlamıştır (Ellis 1982: 123). Fakat Ellis, her
ne kadar televizyon ile izleyici arasındaki
parasosyal ilişkilere, mahrem yakınlığın oluşması ve özellikle kadın yüzlerinin fetişleştirilmesine dikkat çekse de, (Ellis 1982: 143) yine
de yakın durduğu Raymond Williams gibi
televizyonun estetik dokusunu semiyotik bir
yapı olarak kavramış ve ampirik etkilerine
bireysel ve toplumsal açıdan yeterince eğilememiştir.
Bütün bu teorik tartışmalar esasen televizyonun
ne olduğu sorusuna cevap bulabilmek amacıyla
yapılmaktadır. Adı geçen teorisyenlerin görüşleri incelendiğinde, her birinin televizyon hakkında sahip olduğu temel kabullerden hareket
ettiği ve sorularını bu yönde oluşturdukları
görülmektedir. Televizyonun ve özellikle içeriğinin ne olduğunu anlamaya yönelik olarak
yapılan tartışmalar genellikle şu temel sorular
etrafında oluşmaktadır:
· İçerik nedir? Nasıl oluşur?
· Medya sahipliği ve kontrolü içeriği nasıl
etkiler?
· İçeriği belirleyen ve arka planda bulunan
medyatik yapı nedir?
· Medyatik içerik gerçekliği hangi düzeyde
yansıtır?
· Medyatik içerik ile gerçeklik arasında hangi
potansiyel ilişkilerden bahsedilebilir?
· İnsanlar içeriği nasıl yorumlarlar?
· İçeriğin insanlar üzerindeki etkisi nedir?
· Medyada temsil edilen içeriğin gerçek içerikten ayrılarak analiz edilmesi ne kadar
doğrudur?
· Medya ile izleyici arasındaki enteraktif
ilişkiler ne hangi düzeyde yönlendirilmiş
veya serbesttir?
· Program türleri ve kodlarının belirlenmesinde bilinç-dışı süreçler mi, yoksa yapımcının içeriğe ve geçerli değerler sistemine
ilişkin psikanalitik motivasyonları mı etkili
olmaktadır?
· İçeriğin belirlenmesinde medya endüstrisi
yapısının, ekonomik, ideolojik ve politik
güçlerin oynadıklar roller nelerdir?
· İzleyiciler medya içeriklerini hangi farklı
biçimlerde yorumlayabilirler ve bu farklar
nasıl belirlenmelidir?
Öte yandan televizyonu daha çok dilsel bir
metin veya doku olarak algılayan düşünürler
ise öncelikli olarak belirledikleri şu sorular
etrafında akıl yürütmektedirler:
· Her medya aracının kendi içindeki hangi
değişkenleri nasıl manipüle edilebilir?
· Her medya aracına özgü dilbilgisel kodların
kökleri nelerdir, nasıl ortaya çıkarılabilir?
· Ortaya çıkarılan dilbilgisel kod çözümlemeleri, günlük hayattaki yüz yüze görüşmelerde kullanılan kodlarla ne derece örtüşmektedir?
· Dilbilgisel manipülasyonların algı, anlayış,
duygusal ve davranışsal tepkiler üzerindeki
etkileri nelerdir?
175
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
· Metini oluşturan estetik öğelerin içerik ve
algısı üzerinde oynayabileceği roller nelerdir?
Bütün bu sorular etrafında oluşan içeriksel ve
dilbilimsel teorilerin yanında, bir başka yaklaşım da hem televizyonun kendisini hem de
sosyal etkisini çevre şartları içinde sorgulayan
teorik analizler tarafından sergilenmektedir.
Çevresel yaklaşım hem televizyon medyumunun kendini diğer araçlardan farklı kılan karakteristiğini hem de kendine özgü özellikleriyle
toplumsal ilişkiler ve genelde toplumsal yapıda
yol açtığı değişikliklerin ne ve nasıl oluşabileceğine dair sorular oluşturmaktadır:
· Televizyonun kullanımı toplumsal ilişkilerin dokusunda ne gibi değişikliklere yol
açmıştır?
· Televizyon, toplumsal, ekonomik, politik
ve kültürel ilişkilerin biçimini, hızını ve niteliğini nasıl ve hangi düzeyde etkilemiştir?
· Televizyon süreç içerisinde diğer kitle iletişim araçlarına hangi düzeyde ve nasıl etkilemektedir?
· Televizyon kendine özgü bilgilendirme
biçimleriyle toplumsal hiyerarşide ne gibi
değişikliklere yol açmaktadır?
· Televizyonun, arkadaşlık ve komşuluk
ilişkileri ve sınırlarının yeniden yapılanmasında oynadığı rol nedir?
· Televizyon, politik tarzı ve politikacı algısını hangi düzeyde ve nasıl etkilemektedir?
· Televizyonun, cinsel kimliklerin ve aralarındaki ilişkilerin belirlenmesinde oynadığı
rol nedir?
· Televizyonun çocuklar üzerindeki etkisi
nedir?
· Televizyonun sosyal davranışlar üzerindeki
etkisi nedir?
· Televizyonun kültürel gelişmeler üzerindeki etkisi nedir?
· Televizyonun, ideolojik söylemler, politik
yapılar ve bireysel ve toplumsal özgürleşme
veya özgürlüğün kısıtlanması süreçleri üzerindeki etkisi nedir?
Televizyonun çevresel özellikleri ve etkilerini
sorgulama, şüphesiz en az araçsal ve dilsel
176
yapısını incelemek kadar önem arz etmektedir.
Bu alanda öne çıkan düşünürler arasında ‘The
Disappearance
of
Childhood
(1982)’,
‘Amusing Ourselves to Death: Public
Discourse in the Age of Show Business (1985)’
ve ‘The End of Education: Redefining the
Value of School (1995)’ gibi eserleriyle adını
duyuran Neil Postman ve ‘No Sence Of Place’
adlı eseriyle Joshua Meyrowitz’dir. Bu iki
araştırmacıdan Neil Postman televizyonun
kendine özgü gücünü eğlendirici magazinsel
özellikleri dolayısıyla oluşturduğunu ve makro
düzeyde toplumsal algıyı ve davranışları etkilediği kabulünden hareket etmektedir. Meyrowitz ise aynı kabulden hareketle, bu etkinin
birey ve toplum davranışlarında gözlemlenebilecek ampirik sonuçların neler olabileceğini
araştırmaktadır. Bu bağlamda eğlence, magazin
ve magazinsellik kavramları öne çıkmaktadır.
1. AMAÇ VE YÖNTEM
Neredeyse her şeyin, nesnelerin, ilişkilerin,
gerçekliğin ve algının estetize edildiği günümüzde varlığın ve oluşun kendisinden çok
tarzının, nitelikten çok biçimselliğin daha
önemli ve daha geçerli hale geldiği görülmektedir. Mağazalarda, galerilerde, şatolarda, fuarlarda, turistik merkezlerde ve şehirlerde, video
oyunlarında, dans lokallerinde, diskolarda,
tiyatrolarda, reklâmlarda, sinema komplekslerinde, filmlerde, bilgisayarda (internet),
cyberspace ve moda dünyasında rahatlıkla
gözlemlediğimiz bu dönüşüm görsel kültürün
yazılı kültüre hâkim olduğunu göstermektedir.
Şüphesiz bu dönüşümde en büyük pay televizyona aittir. Bu çalışma, söz konusu kültürel
dönüşümde televizyonun oynadığı rolün önemli ölçüde gerçekliği, gerçeklik algısını magazinselleştirme ve günlük hayatın tecrübelerini
taklit ederek dönüştürme (re-prezantasyon/
temsil) gücünden kaynaklandığı iddiasını televizyonun ne olduğu sorusu etrafında oluşturulan tartışmaların gündemine taşımayı amaçlamaktadır.
Bu bağlamda çalışma, öncelikle Neil Postman,
Joshua Meyrowitz ve diğer televizyon teorileri
alanında kendini kabul ettirmiş araştırmacıların
televizyonun magazinsel yapısı, toplumsal
gerçeklik algısını etkileme gücü üzerine sergiledikleri yaklaşımları karşılaştırarak incelemek
ve öne çıkan görüş ve tespitler ışığında, tele-
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
vizyonun bütününe hâkim olan magazinsel
yapının birey ve toplumun gerçeklik algısı
üzerindeki etkisinin önemli pratik sonuçlarının
neler olabileceğini ortaya koymak ve tartışmaya sunmayı yöntem olarak benimsemektedir.
2. TARİHSEL SÜREÇ
Magazin sözcüğü, köken itibariyle Arapça’daki
‘depo, silah deposu’ anlamına gelen ‘mahzen’
sözcüğünden üretilerek Avrupa dillerine yerleşmiş bir kavramdır. Arapça ‘depo’ anlamından da anlaşılabileceği gibi, aynı veya farklı
türden malzemelerin bir arada bulunduğu mekân anlamına gelmektedir.
Almanca ve İngilizce’de dergi, Amerikan İngilizce’sinde aynı zamanda lifestyle anlamında da
kullanılan magazin, genellikle birden fazla
konuları içeren ve değişik düzeylerde işleyen
bir yayın formatıdır.
2.1. Magazin Dergileri
Magazin dergileri, Time, Stern ve Spiegel gibi
haber ağırlıklı olanından, erotik, ekonomi,
edebiyat, politika, mimari, otomobil, müzik,
seyahat, gençlik, sanat, ticaret ağırlıklı olan
türlere varıncaya kadar çok çeşitli olabilmektedir. Fakat hepsinin ortak özelliği aralarındaki
mantıksal bağıntıya özen göstermeksizin çeşitli
ve birbirinden farklı konulara yer vermeleri ve
görsel anlatımı önemsemeleridir. Tek bir konuya ağırlık veren magazin dergilerinde bile,
farklı konulara önem verilmese bile, konu
çeşitlendirilmekte, aralarında nedensellik bağı
bulunmayan farklı olaylar ve alt konu başlıkları
etrafında işlenmektedir. Magazin dergilerinin
ortak özelliklerinden biri de, periyodik olarak
çıkmaları, genellikle reklam, abonelik ve satış
fiyatı ile kendilerini finanse etmeleridir.
İlk defa 1731 yılında Londra’da yayınlanan
The Genleman’s Magazine adlı dergi, genel
ilgiye yönelen ilk magazin örneği olarak kabul
edilmektedir. Yine belirli aralıklarla yayını
1739’dan günümüze kadar sürdüren The Scots
Magazine ve 1734 den itibaren yayınlanmaya
başlayan Lloyd’s List tarihin ilk magazin dergileri arasında bulunmaktadır.
Magazin dergilerinin çok çeşitli toplumsal ve
bireysel yaşama alanlarına yönelmesi ve seçilen olay veya içerikleri kendilerine özgü biçimde sunmaları, esasen bireysel ve toplumsal
gerçekliğin yeniden algıya metin ve daha çok
görsel düzeyde estetize edilmiş gerçekleşme
biçimi ve hayat tarzı olarak sunulması anlamına gelmektedir. Tespit edilmiş yaşanmış olayların, bireysel veya toplumsal etkinliklerin
estetize edilerek toplumsal algıya sunulmaları,
konuların esasen seçilmiş ve magazin dergisinin algı ve gerçeklik kriterlerine uygun biçimde
formatlanmaları dolayısıyla gerçekleşmelerin
ve hem bireysel hem de toplumsal tecrübelerin
hep belirli bir biçime ve tarza sahip olduğu
yanılsamasını meydana getirmektedir. Özellikle popüler magazinlerin daha çok ‘lifestyle/
hayat tarzı’ dergisi olarak adlandırılması gerçeğin kendinden çok gerçekleşme tarzını vurgulayan ve ideal gerçekleşme tarzı olarak
estetize eden magazin kültürüne uygun düşmektedir. Günlük gerçekliği estetize ve stilize
ederek toplumsal algıya sunma amacıyla 1883
yılında Amerika’da çıkarılan magazinin Life
adını taşıması ve içeriği bu tespitleri pekiştirmektedir. Genel ilgi alanlarını yönelen bir
eğlence dergisi olan Life konu edindiği gerçeklikleri stilize ederken bolca resim kullanmış,
güldürücü fıkralara, toplumsal olayların ve
tiyatro ve sinema filmi gibi sanat ürünlerini
yorumlayan görüşlere yer vermiştir. 1936 yılına kadar sürekli daha sonra kısa devrelerle
2000’li yıllara kadar çıkmaya devam eden Life
magazini yaklaşık 50 yıl boyunca 10 milyonu
aşkın satış oranlarıyla toplumsal gerçeklik
algısının estetize ve stilize edilmesinde, bir
başka deyişle magazinleşmesinde önemli bir
rol oynamıştır.
Almanya’da 1924 yılında Amerikan dergilerini
taklit ederek yayınlanmaya başlanan das Magazin dergisi gerçeklik algısının magazinselleşmesinin toplumun demokratikleşmesi veya
tek-tipleşmesi konusunda ne gibi etkileri olabileceğine dair ipuçları verebilecek başka bir
örnek teşkil etmektedir. 1941 yılında, savaşın
stratejik hedeflerine uymadığı için yayınına son
verilen das Magazin dergisi, geriye doğru bakıldığında günümüz için, Hitler döneminin
faşist ideolojisinin kültür ve hayat tarzı ile ilgili
bütün konuları nasıl işgal etmeyi başardığına
dair belge niteliği taşımaktadır.
2.2. Televizyon ve Magazin Programları:
Önceleri radyoda yayınlanılan, daha sonra
televizyon tarafından üstlenilen ve geliştirilen
magazin programları, genellikle belirli bir
177
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
konuya ağırlık veren ve aynı konuyu kendi
içerisinde segmanlara bölerek çeşitlendiren
programlardır. Magazin programları, tıpkı
magazin dergilerinde olduğu gibi, müzikten,
sağlığa, haber niteliği taşıyan olaylardan, sosyete dünyasına ve erotiğe kadar birçok alanı
kapsayabilmektedir. Genellikle stüdyoda çekilen ve görüntülerle beslenebilen talk-show
formatında da sunulabilen magazin programlarının en önemli özelliklerinden biri eğlendirici
olması ve kolay, hızlıca tüketilebilir bilgilendirme biçimlerini benimsemesidir. Her ne kadar televizyonda yayınlanan magazin programları belirli bir konuya ağırlık verseler de, eğlendiricik özelliklerini ön plana çıkarmaları,
konuyu çeşitlendirme ve işleme biçimleri itibariyle televizyon yayınlarının bütünün karakteristik özellikleriyle örtüşmektedir. Fakat çeşitli
program türlerini, segmanları ve içerikleri
aralarında mantıksal bir bağıntı olmaksızın
sunması bakımından televizyon magazin dergilerinin yapısı ve tarzıyla daha çok uygunluk arz
etmektedir.
Nitekim magazin ve diziler televizyonda en
fazla kullanılan program formatlarıdır. Televizyon programlarının gelişim sürecine bakıldığında bu formatların diğerleri arasında giderek ağırlık kazandıkları ve televizyonun program dinamiklerini oluşturan karakterini belirledikleri gözlemlenmektedir. Öyle ki televizyon
yayıncılığının gelişim süreci içinde programlar
gittikçe magazinleşirken, magazin programları
da bu gelişmeye paralel olarak formatlarını
diziselleştirdiler.
Dizisel magazin formatının etkisi, daha çok
program içeriklerine dikkat eden televizyon
izleyicisinin bilinç-dışı tarafından algılanmaktadır. Dizisel magazin formatının ucu açık
biçimi köken itibariyle ticari amaçlı Amerikan
kanallarında reklâm filmlerinin çerçevesini
belirleyen tasarımlara uzanmaktadır. Bu tasarım daha sonra 1950’li yıllarda İngiltere’deki
BBC ve Almanya’daki NDR gibi Avrupa’daki
bazı kanallar tarafından ciddi haber programlarının sunum biçimi olarak benimsenmiş ve
yaygınlaşmıştır.
Amerikalı medya tarihçisi Boddy William,
magazin programlarının oluşmasının sebebi
olarak medya şirketlerinin belirli sponsorlar
adına yapılan programlarla kavga etmesini
178
göstermektedir (Boddy 1987: 347). Boddy
William, 1940’lı yıllarda Amerika’da beslenme
ve çamaşır tozu alanında üretim yapan büyük
firmaların ajans ve film şirketleri aracılığı ile
bizzat kendilerinin radyo ve televizyon programları ürettiklerini, fakat bu durumun 50’li
yılların başından itibaren değiştiğini, ABC,
CBS ve NBC televizyon kanallarının reklâm
üretimi üzerindeki kontrolü ele geçirmek ve
reklâm müşterileri için tekel oluşturmaya yönelik stratejiler geliştirdiklerini söylemektedir.
Meyrowitz’in de işaret ettiği gibi geliştirilen bu
stratejiler arasında en dikkat çekici olan, reklâmların bütünüyle planlanmış olan yayın akışına ölçülü biçimde yerleştirilmesi ve özellikle
pembe dizilerin içinde belirli zaman dilimlerinde tekrar edilmesi gerektiği düşüncesiydi.
Bu düşünceyi gerçekleştirmek üzere önce ‘magazin planlaması’ olarak adlandırılan bir program akışı düzenlendi. Bu düzenlemede akışın
merkezine reklâm blokları alındı ve programlar
reklâmlar esas alınarak serpiştirildi (Meyrowitz
1987: 63). Söz konusu ‘magazin planlaması’nı
yapan ve böylece öne çıkan isimlerden biri
olan Pat Weaver, ticari başarıyı hedefleyen
reklâm ağırlıklı televizyon kanallarının program ve reklâmlarının popüler, ucuz, eğlendirici
ve öncelikle kısa süreli olması gerektiğini savundu. 1935’li yıllarda ticari kanalların başarılı
olabilmeleri için arka planda kalarak eğlence
sunması gerektiğini iddia eden David Sarnoff
gibi Pat Weaver de, eğlence programlarının
seyirciyi tatmin edebilmeleri için yüksek bir
öykü ve senaryo değerinin olmasının gerekmediğini ileri sürüyordu (Boddy 1987: 349, 356).
Bu girişimler ve uygulamalar sonucunda televizyon programları eğlendiricilik, kısa sürelilik, ucuzluk ve popülerlik ilkeleri çerçevesinde
magazin formatına uyarlandılar. Ayrıca aynı
yıllarda televizyon programlarının merkeze
alınan reklâm blokları etrafında düzenlenmesi
dolayısıyla, seyirciye sunulan programlar küçük parçacıklara bölündü ve sonuç itibariyle
televizyon yayının kendisi eklektik biçimde
yapılandırılmış oldu.
Nitekim 1970’li yıllara gelindiğinde, Peter
Christian Hall’in eleştirel bir biçimde işaret
ettiği gibi, diğerlerinin yanında magazin programları her ne kadar bütün bir medyum olarak
televizyonun pazarlanması görevini üstlenseler
de, söz konusu eklektik yapı dolayısıyla tele-
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
vizyonun tamamı tek ve büyük bir magazin
programı gibi işlev görmeye başladı. Zira günümüzün televizyonculuk anlayışında her program aralarında doğrudan bir bağlantı olmayan
diğer programlardan oluşan bir bütünlüğün
içinde yer almakta, her program bir sonrakine
daha eğlendirici bir imkân sunulacağı vaadiyle
bağlanmaktadır (Hall 1979: 305).
3. TELEVİZYONUN MAGAZİNSEL
DOKUSU VE BİÇİMLERİ
Televizyonda yayın akışının reklâm odaklı ve
magazinsel bir biçimde düzenlenmesi programlara belirli işlevler yüklemektedir. Yayın akışının magazinsel bir biçimde formatlanması
dolayısıyla yayın akışında bulunan her şey
birbirine bağlanabilmektedir. Bu paket olarak
sunulan ve öğeleri arasında tutarlı bir bağıntı
olmayan magazinsel gösterim biçimi adeta
günlük pratiklerimizi yeniden üreten bir makine gibi işlev görmekte ve ürünlerin sergilendiği
magazin dünyasına, alışveriş merkezlerine ve
süper marketlere uygun düşmektedir. Bu bağlamda magazin dergilerine benzer biçimde
yapılanan magazin programları televizyonun
omurgasını oluşturmaktadır.
Televizyonun dokusunu oluşturan magazin
modeli birçok araştırmacı tarafından ele alınmış ve eleştirilmiştir. Magazin programlarında
sunulan bölümlerin kısa süreli oluşu ve bunun
televizyon yayınlarının bütününe hızla yayılması eleştirilere maruz kalmıştır. Programlarda
sunulan magazin bölümlerinin kısa oluşu ve ele
aldıkları konuları ayrıntıya girmeksizin işlemeleri enformasyonlar arasındaki farkların ortadan kalkmasına ve konuların tekdüzeleşmesine
yol açmaktadır. Magazin programlarında sunulan bir haber veya enformasyon hemen diğerine
yüklenmekte ve böylece haberin veya enformasyonun kendi başına taşıdığı değeri düşürmektedir. Yayının sonunda her şey televizyonun eş değerde bölünmüş ve uçuşup giden
küçük parçacıklarına dönüşmektedir.
Medya eleştirmeni Neil Postman magazin
programları, haber ve reklâmlarda gözlemlenen
bu formatın etkisinin esasen televizyonun bütünü için geçerli olduğunu düşünmektedir. Neil
Postman’a göre televizyon, sürekli olarak kendini tekrar eden ‘ve şimdi’ mantığı ila kurulan
program yapılarından beslenmektedir. Televizyonun temel kabulü tutarlılık değil, süreksizlik
ve bu süreksizlik bağlamsız bağlamlarla ilerle-
yen bir süreklilik arz ettiği için de bir hakikat
değeri ifade etmekten daha çok çelişkisizlik
anlamına gelmektedir. Televizyon birbirinden
bağımsız, ne içerik, ne kontekst, ne de uyandırdığı duygu bakımından, önceki ve sonrakilerle
hiçbir bağlantısı olmayan olaylar üretmektedir.
Bu durumun, izleyicinin televizyona keyfine
göre kendi istediği bir zamanda ilgi göstermesi
veya göstermemesinden kaynaklandığını ileri
süren Postman, televizyon yayınlarının izleyicinin bu tavrına uygun biçimde yapılandırıldığını, öyle ki başlangıcı ve sonu belirlenmiş
olaylar olarak işlev görecek kısa süreli segmanların diğerlerinden bağımsız ve bağlantısız
biçimde kendi başına durabildiklerini ifade
etmektedir (Postman 1985: 124). Bu yapı sadece magazin programlarında değil, haber programlarında da gözlenmektedir: “Televizyonda
bize gösterilen haberler sadece parçalanmış
değil, aynı zamanda bağlamsız, sonuçsuz, değer yüklü olmayan ve dolayısıyla ciddiyetten
yoksundur, yani sırf eğlenceye yarayan haberlerdir” (Postman 1985: 124).
Bu eleştirinin bütün magazin programlarına
uygulanabileceğini kestirebilmek pek zor olmayacaktır. Önemli olan burada, magazin
programlarındaki bu ‘ve şimdi’ mantığı ile
kurulan yapının, televizyona içkin olan arztalep yapısına uygun olarak nasıl mikro düzeyde diğer programlara uygulandığını görebilmektir. Magazin programlarında sunulan segmanlar günümüzde dört dakika veya biraz daha
kısa sürelerden oluşmaktadır. Fakat öte yandan
haber programlarında, reklâmlarda ve kliplerde
sunulan segmanlar çok daha kısa sürmektedir.
Postman konuya ilişkin olarak, televizyonun
izleyicilerden bir programdan veya segmandan
diğerine geçerken ayı düşünceleri veya duyguları muhafaza etmesini pek nadiren talep ettiğini ifade etmektedir (Postman 1985: 124).
Özellikle Amerika’da 50’li yıllardan itibaren
reklâma odaklanmaya başlayan televizyonun
magazinleşmesiyle birlikte içerik ve format
arasındaki çatışma günümüze değin artarak
devam etmiş ve bu durum genel eğilime ters
düşen iddialı programlar yapmayı güçleştirmiştir. Nitekim geçen süre içinde kültürel ve politik konuları işleyen programlar kendi farklarını
ortaya koymakta zorlandılar ve televizyonun
bütününün magazinsel yapısı içinde eğlence
programı olarak algılanma tehlikesiyle yüzleştiler.
179
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Aynı gelişim çizgisi Türk televizyon kanallarında da gözlenmektedir. Özelikle günümüzde
magazin programları küçük parçacıklara bölünmüş ve heterojen yapısıyla yayınların bütününün paradigmasını oluşturmaktadır. Türkiye’de yayın yapan kanalların büyük bir bölümü
bu eğilime uyum sağlamış görünmektedir. Bu
uyumun en önemli göstergelerinden biri de,
eğlence segmanlarıyla enformasyon segmanlarının sürekli artan bir oranda iç içe geçmesidir.
Örneğin ana haber programlarında bile artık
eğlence bölümü oluşturulmakta, canlı müzik
dinletilmekte veya ‘talk-show’ yapılabilmektedir. Bazı kanallarda ise ekonomik ve politik
konularda günün önemli olaylarının aktarıldığı
haber programlarında magazin olaylarına da
yer verilmekte ve bunlar aynı format içinde
kaynaştırılmaktadır. Yine aynı şekilde bilinen
magazin ve ‘talk-show’ programlarının dışında
sunulan bazı tarihi konuların irdelendiği tartışma programlarına magazin dünyasının ünlü
fakat konuyla ilgisi olmayan isimleri de davet
edilmekte, böylece tartışma konusunun gerektirdiği bilimsel ciddiyet ve nitelik yerine
magaziner bir atmosfer oluşturmak suretiyle
izlenme oranının artırılmasına çalışılmaktadır.
Politik klipler tarzında ve magazinsel televizyon estetiğine uygun olarak gerçekleştirilen
eğlenceli enformasyon programları keyfilikleri
ve hızlı akışları dolayısıyla haberlerin anlamını
buharlaştırmakta, kalıcı kılmaktan çok, aynı
akış hızıyla eskitilmektedir. Müzik kliplerine
kaynaklandığı aşikâr olan bu akışın günümüzün televizyon estetiğinde bir tür atraksiyon
montajına yol açtığını düşünen Siegfried
Zielinski, müzik klipleri dolayısıyla şimdiye
kadarki görsel kültürün dekonstrüksiyonunun
yapıldığını ileri sürmektedir. Zielinski bu sözde
dekonstrüksiyon aracılığı ile geçmişin ve şimdinin çok çeşitli olaylarına ait görsel ve işitsel
malzemelerin görüntü yüzeyinde kolajlandığını
ve bireysel hareketliliğin sağlanması amacıyla
kullanıldığını ifade etmektedir (Siegfried 1989:
227-229).
Zielinski, televizyon programlarının tıpkı müzik kliplerinde olduğu gibi sürekli artan bir
oranda fragmanlara bölündüğüne ve geçmişin
sürrealist, dadaist, kübist ve ekspresyonist
resim öğelerinin zamanın aktüel modasına
uygun dekor öğeleriyle aynı gösterim yüzeyinde birbirine karıştırıldığına dikkat çekmektedir.
180
Zielinski’ye göre günümüzde televizyonun klip
estetiğine uygun programlarının görüntü yüzeyinde ayrıca hızlı ve yavaş zaman çekimleri,
akıp giden ve üst üste yüklenen resimler, kısa
sürelere bölünmüş zaman birimleri ve öznellik
kazandırılan fantastik ve masalsı nesneler bir
arada bulunmaktadır (Siegfried 1989: 230).
Televizyonun magazinsel yapısına hakim olan
klip estetiğinin izleyici ile hızla akıp giden
görüntüler arasındaki mesafeyi kaldırdığına
işaret eden Norbert Bolz ise bu durumu göz ile
resimlerin doğrudan çarpışması olarak tasvir
etmektedir. Bolz, reklâmlarla başlayan sonra
magazin programları, haberler, müzik ve politik kliplere yayılarak televizyonun bütününe
hâkim olan bu stilize edilmiş görüntü akışının
eleştiri için gerekli olan mesafeyi kaldırdığını
ve mesafesi olmayan bir estetik oluşturduğunu
vurgulamaktadır (Bolz 1990: 95).
Magazin programlarının kendilerine özgü yapısının politik klipler ve programlar tarafından
benimsenmesi magazin formatının nasıl bir
hızla televizyona hâkim olduğunu göstermektedir. Müzik klipleri ve reklâm spotları tarzında
yapılanan bu programlarda erotik çıplak bedenlerden tanklara, kurşunla parçalanmış bir yüzden çılgın eğlence görüntülerine kadar her şey
bir arada gösterilebilmektedir. Siber-punk
estetiği olarak adlandırılabilecek bu tarz özellikle reklam ve müzik klip estetiği ile yetişen
gençliğin hoşuna gitmektedir. Fakat bu durum
aynı zamanda televizyonun hayatın açık kamusal alanlarından kişiye özel olması gereken
mahrem alanlarına kadar her köşesine nasıl
uzandığını ve etkidiğini de göstermektedir.
4. EĞLENCE MAKİNESİNE DÖNÜŞÜM
SÜRECİNDE ÖZEL KANALLAR
Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de
de televizyon yayın hayatına ülke değerlerine
sahip çıkma ve geliştirme amacıyla kültürel bir
forum olma iddiasıyla başladı. Amerika ve
Avrupa’da 50’li yıllardan itibaren geniş bir
izleyici kitlesine hitap etmeye başlayan televizyon Türkiye’de ise Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) bünyesinde olmak üzere
ancak 1 Mayıs 1964 yılında yayına başlamıştır.
Resmi veya yarı resmi devlet kurumları olarak
yayına başlayan bu kanallar, üstlendikleri gö-
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
rev ve sorumluluklar gereği halkın kültür ve
bilgi düzeyini artırmak amacına uygun düşen
kurumsal kimliklerini oluşturdular ve sahip
oldukları ilkeler doğrultusunda programlar
yayınlamaya çalıştılar. Fakat Avrupa’da
1980’li, Türkiye’de 1990’lı yıllardan sonra
yayın hayatına katılan özel televizyon kanallarının kendilerini kısa süre içinde izleyiciye
kabul ettirmeleriyle birlikte, kültür ve bilgi
düzeyini artırmayı amaçlayan kanallar ayrışmaya, izlenme oranı ve reklâm gelirleri en az
olan kanallar olarak arka planda kalmaya başladılar. Teknolojik gelişmelerin sunduğu imkânlarla birlikte uydular üzerinden yayın yapan
ticari kanalların sayısında, yayın kapsama alanında ve program çeşitliliğinde büyük artış
oldu. Bu dönüşümle birlikte ticari amaçlı televizyon kanalları sürekli olarak daha geniş ve
farklı izleyici kitlelerine ulaşabilmek ve onları
kendilerine bağlayabilmek için sundukları
programların yapısını değiştirdiler. Bu değişim
sonrasında resmi kanallar, izleyici kitlesinin
sayısını ve çeşitliliğini artırabilmek için neredeyse her aracı meşru kabul eden özel ticari
amaçlı kanallarla rekabet etmek zorunda kaldılar. Böylece, ticari amaçlı kanalların izleyici
oranlarını sürekli artırmalarıyla birlikte kültürel
bir forum olma iddiasıyla yayına başlayan
resmi kanalların benimsediği ‘doğru, iyi ve
güzel’in medyumu olma ilkelerinin yerine,
kaliteli ve güzel ürünlerin medyumu olma
anlayışı hâkim olmaya başladı.
İzleyici oranlarını artırmak için girişilen rekabet dolayısıyla televizyon kanalları arasında iki
farklı tavır gelişti: Resmi olan veya kendisini
kültür kanalı olarak adlandıran televizyonlar,
bedeli ne olursa olsun toplumun iyiliğini amaçlayan programlar tasarladıkları iddiasıyla meşruluk kazanmaya çalıştılar. Öte yandan kendilerini reklâmlar yolu ile finanse eden özel ticari
kanallar ise, bedeli ne olursa olsun sürekli daha
geniş bir izleyici kitlesine hitap etmek için her
yolu zorunda kaldılar. Sonuç itibariyle özel
kanallar, sansasyonel programlarla geniş kitlelere ulaşma amacına yönelik yayın politikaları
oluşturmaya başladılar. Ticari kaygılarla oluşturulan bu anlayış gereğince bir yayının program olma niteliği izleyici oranlarının ölçülmesiyle belirlenmeye başlandı. Özel kanalların
büyük bölümünün yayın akışında heyecan
uyandırıcı şiddet, felaket ve erotik içerikli
programlar öncelik kazanmaya başladılar. Daha
sonraki, özelikle 2000’li yıllardan itibaren bu
eğilim, izleyici ve bazı sivil kuruluşların tepkisi
dolayısıyla ‘biri bizi gözetliyor’ gibi daha çok
duygusal ilişkileri konu edinen yarışma, şov
programları ve dizilere yöneldi. Günümüzün en
çok izlenen özel kanallarında heyecan verici
sansasyonel ve eğlendirici programlar ön planda yer almaktadır.
Özel ticari kanalların yayına başlamasıyla
birlikte Türk televizyonunda eğlence programları büyük oranda artmış bulunmaktadır. Oyun
ve yarışma şovları, ucuz diziler, eğlendirici
enformasyon ve magazin programları özellikle
ticari kanalların günlük yayın akışını belirlemektedir. Ünlü sinema ve medya yıldızlarının
katıldığı tartışma programları ve bazı (Mehmet
Ali Erbil’le Elli Sarışın ve Çarkı Felek gibi)
yarışma şovları izleyiciyi sadece eğlendirmekle
kalmamakta, aynı zamanda erotik dikizleme
iştahına da hitap etmektedir.
Özel kanalların izlenme oranlarıyla birlikte
reklâm gelirlerini artırma başarısı göstermelerinden dolayı devlet tarafından desteklenen
TRT’nin kanallarında da bu gelişmeye ayak
uyduracak biçim ve içerik değişikliklerine
gidilmiş, daha çok eğlence programlarına ve
dizilere yer verilmeye başlanmıştır. Bu gelişmeler televizyonun genel olarak eğlence makinesine dönüşmekte olduğuna dair tahmin ve
yargıları pekiştirmektedir.
5. EĞLENCE KÜLTÜRÜ VE
BİLGİLENME BİÇİMLERİ
John Fiske ve Tony Bennett gibi Neil Postman
da 80’li yılların ortalarından itibaren televizyondaki bu magazinleşme sürecini tasvir ettiler
ve eleştirdiler. Bu eleştirmenler televizyonun
sürekli artan bir oranda yüksek kültür olarak
tanımlanan düşünce ve yaşayış biçimlerinin
temsil edildikleri çevrelere pek girmeyen ve
girmek istemeyen kitlelere hitap ettiğini gördüler ve bu tespitten hareketle televizyonun yapısını analiz etmeye çalıştılar.
Daha önce Williams’ın da işaret ettiği gibi,
savaş, felaket ve cinayet gibi ciddi içerikleri
bile eğlenceli bir biçimde sunmaları dolayısıyla
eğlenceye dönüştüren televizyon programları
eğlence makinesine benzemektedir. Bu durum,
program yapımcılarının böyle olmasını istedikleri için değil, daha çok televizyonun yayın
181
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
akışının yapısından dolayı gerçekleşmektedir.
Bu arada eğlenceli enformasyon ve reality-tv
programları ciddi konuları kasıtlı olarak eğlenceye dönüştürseler de, Williams daha önce bu
yapıyı ‘akış/flow’ olarak karakterize etmiş,
farklı türlerin, reklâmların ve fragmanların
birbirine karışması ve karşılıklı etkileşiminden
yeni bir televizyon metni oluştuğunu ifade
etmişti. Yayınların akışını sadece televizyona
özgü bir tecrübe olarak tanımlayan Williams,
bu tecrübeyi iki oyunu, iki gazeteyi, iki veya üç
magazini okumaya, değişiklik olsun diye aynı
günde bir şov, bir konferans ve bir futbol maçı
seyretmeye benzetmişti (Williams 1974: 95).
Fiske ise birbirinden kopuk zaman ve mekân
biçimlerinin saf resim akışı olarak tanımladığı
bu akışın, bilinç-dışının süreçlerine daha yakın
duran ‘televizyon/uzağı seyretme’nin kültürel
tecrübesi aracılığıyla yapılandırıldığını ileri
sürmüştü (Fiske 1987: 93–99).
Bu eleştirmenler arasında Neil Postman sadece
izlenme oranları yüksek olan programların
içeriklerini değil, aynı zamanda, McLuhan ve
Williams’ın programların biçimsel yanını irdeleyen yaklaşımlarına uygun biçimde, programların yapısını konu edinen tezler ileri sürmüştür. Postman kitabı “Televizyon, Öldüren Eğlence” adlı kitabında temel yaklaşım olarak,
televizyonun nasıl enformasyonları tasarımladığı, aktardığı ve televizyon programlarının
yaşama biçimleri üzerinde hangi muhtemel
etkilerinin olabileceği sorularını yöneltmektedir. Bu temel soruları yöneltirken Postman,
televizyon reklâmını bütün programların paradigmasını oluşturan bir yapı olarak ele almaktadır. Postman’ın bu bakış açısı, günümüzde
programların çoğunun ticarileşmesi dolayısıyla
tasdik edilmiş bulunmaktadır.
Ayrıca Postman, program yapısının etkisi üzerine çıkarsamalar yapmakta ve Raymond
Williams gibi, programların formel gücü sayesinde algılarımızı biçimlendirdiğini kabul etmektedir. Nitekim daha önce de işaret edildiği
gibi, televizyon ekranında her şey konunun
gerektirdiği ciddiyetten yoksun kılınmakta ve
bir eğlence olarak sunulmaktadır. İçinde bulunulan şov çağında eğlence, tecrübelerin ve
medyatik temsillerin her türlü gösterim biçiminin pek doğal çerçevesini oluşturmaktadır.
182
Postman bu yaklaşımıyla öncelikle doğrudan
eğlenceyi amaçlamayan, daha çok haberler,
magazin ve belgesel programları gibi izleyiciye
enformasyon sunduğunu iddia eden söylem
biçimleri kastedilmektedir. Enformasyon ve
bilgilendirme, Postman’a göre, elektronik
medya ve kendine özgü sunum biçimleri tarafından transforme edilmekte, geleneksel anlamları değiştirilmektedir.
Televizyonun kendine özgü epistemolojik
yapısı, daha önceki haberleşmede kullanılan
telgraf ve basılı medyadaki fotoğrafın işlevini
öylesine değiştirdi ki, esasen çok büyük önem
ifade eden olaylar bile televizyonda, kendi
içinde parçalara bölünmüş ve metin olarak
çözülmüş belgelere ve tespitlere dönüşmektedir. Öte yandan esasen hiçbir ilgiyi hak etmeyen olaylar çok önemliymiş gibi sunulmaktadır. Günlük gerçekliğin sıradan veya sıra dışı
önemli olayları kitlelere yayılma derecesine
göre medyatik ve sanal olaylara dönüşmektedir. Bu duruma, 80’li ve 90’lı yıllarda istikrarlı
bir biçimde yayınlanması dolayısıyla izleyici
tarafından ilgi duyulan ve büyük bir olaymış
gibi algılanan, fakat daha sonra unutulan tenis
oyunları örnek olarak verilebilir.
Postman kitabında Amerikan televizyonunun
haber programlarını ele almakta ve sunum
biçimleri itibariyle reklâmlarla benzer bir estetiğe sahip olduklarını vurgulamaktadır.
Postman aynı zamanda ‘Electronic Church’
gibi dini programlar ve ‘Sesame Street’ gibi
pedagojik yayınlarına şov ticaretinin ölçülerinin hâkim olduğuna ve bu yayınların esasen
televizyonun eğlence işletmesinin otantik bir
unsuru olduklarına işaret etmektedir.
Postman, televizyonun dünya ile aramızda
sürekli bir bağlantı kurduğunu ve bunu yüzündeki hiçbir şeyden etkilenmeyen tebessümle
gerçekleştirdiğini söyleyerek, (Postman, 1985:
110) okuyucuda adeta dış realiteden bağlantısını koparmış psikotik kişilerin yüzündeki anlamsız tebessümle ilgili çağrışımlar uyandırmak istemektedir:
“Sorun, televizyonun bize eğlendirici konuları sunması değil, bütün konuların eğlence olarak sunulmasıdır ve bu da bambaşka bir sorun oluşturmaktadır.
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
Başka bir şekilde ifade edersek: Eğlence,
televizyondaki her türlü söylemin üstideolojisidir. Neyin gösterildiğinin veya
hangi bakış açısının yansıtıldığının hiçbir
önemi yoktur; her şeyin üstünde tutulan
varsayım, hepsinin bizim eğlenmemiz ve
haz almamız gözetilerek sunulmasıdır”
(Postman 1985: 110).
Postman, çok tartışılan eğlencenin, televizyondaki her türlü söylemin üst-ideolojisi olduğu
tezinin yanında ayrıca medya teorisine başka
bir bakış açısı daha kazandırmıştır: Televizyon
epistemolojisi. Epistemoloji kavramının böyle
televizyona özgü biçimde kullanılması şüphesiz medya ve medya algılayıcıları arasındaki
iletişim açısından yeni tartışmaları da beraberinde getirecektir. Postman televizyona norm
koyucu bir güç atfetmekte, izleyiciyi de doğrudan etki altında kalan pasif algılayıcılar olarak
görmektedir: Zira Postman’a göre “Televizyonun dünyayı bize sahneleme biçimi, dünyanın
gerçekte nasıl göründüğüne dair bir model
oluşturmuştur” (Postman 1985: 116). Televizyonu yeni epistemolojinin kumanda merkezi
olarak gören Postman, kimsenin televizyonsuz
yaşayamayacağı, eğitim sistemi ve dahası halkın kavrayış biçiminin tamamen televizyonun
yönelimleriyle belirlendiği bir dönemde yaşadığımızı düşünmektedir (Postman 1985: 101).
dışındaki iletişimi hangi düzeyde etkileyebilir
ve medyatik gerçeklik konstrüksiyonları ve
yaşama biçimi tasarımları hangi dereceye kadar
algılayıcıların yaşama ve davranış biçimlerine
müdahale edebilirler?
Postman, reklâm kültürünün medyumun bütününe hâkim olduğunu iddia etmektedir.
Postman reklâm spotlarını ‘televizyon epistemolojisi’nin basit bir mecazı olarak ele almaktadır. Reklâm spotlarının en önemli bileşenleri
olarak, dilsel ifadenin zayıflatılması, algılayıcının fantezilerine, rüyalarına, korkularına ve
arzularına hitap eden duygusal etkinlik, hızlı
montaj, dram ve müzikle oluşturulan şov ticareti estetiği ve her şeyden önce izleyiciye sorunların hızlı bir biçimde çözülebileceğini
telkin eden davranış modeli günlük iletişimin
parametresini oluşturmaktadır.
“Amerikalılar mahkeme salonlarında, okul
sıralarında, çalışma odalarında, yönetim kurulu salonlarında, kiliselerde, hatta uçaklarda artık birbirleriyle konuşmamakta, aksine
birbirleriyle eğlenmektedirler. Karşılıklı
olarak alıp verdikleri artık, fikirler değil,
imajlardır. Bundan böyle önermelerle değil,
iyi görüntüler, şöhretler ve reklâmlarla tartışmaktadırlar” (Postman 1985: 116).
Gerçekten de televizyonun diğer diziler, eğlenceli şovlar, spor ve haber gibi programlarıyla
reklâm estetiği arasında benzerlikler bulunmaktadır. Amerika ve Avrupa’da ve tabii Türkiye’de de politikacıların reklâm araçlarıyla
çalıştıkları, reklâm spotları biçiminde sunulan
politik mesajların, bilgilendirici söylemlerin ve
anlatımların yerine ikame edildiği görülmektedir. Fakat yine de, her ne kadar Postman gibi,
televizyon kültürünün toplumsal her alanda
mevcut ve belirleyici olduğunu söylemek
mümkünse de, reklâmların da esasen yüklendiği ve muhatabına aktardığı temsil (representation) anlayışının, televizyondan önce de var
olduğunu görmek gerekmektedir. O’Sullivan’ın
da ifade ettiği gibi temsil, gösterge sistemleri
içinde anlam üreten sosyal bir süreçtir ve her
yerde, konuşma, yazı, basım, video ve filmde
görülebilmektedir: “Örneğin cinselliğin temsil
biçimlerini arıyorsanız, onları farklı medyatik
araçlarla ve çeşitli söylemler içinde organize
edilmiş ve belirli kurallara bağlanmış temsiller
olarak keşfedebilirsiniz. Cinsellik pornografide
olduğu gibi, reklâmda, sinemada, edebiyatta,
konuşmada dillendirilen çeşitli söylemlerde ve
hukuk ve eğitim pratiklerini düzenleyen resmi
ve otoriter söylemlerde de temsil edilmektedir”
(O’Sullivan ve ark. 1983: 199)
Neil Postman’ın bu yaklaşımları medya ve
iletişim teorileri açısından ciddiye alınması
gereken şu temel soruyu gündeme getirmektedir: Televizyon mesajları dolayısıyla medyanın
Fakat televizyon, reklâm ve magazin kültürü
ile birlikte toplumun, daha önce sansürleyerek
kabul ettiği cinsellik konuları da dâhil temsil
edilen neredeyse her şeye karşı yüksek düzeyde
Postman’a göre televizyonun kendine özgü
söyleminin eğlendiricilik vasfı çoktan politika,
din, ekonomi, eğitim ve hukuk gibi önemli
toplumsal alanlarda kendini kabul ettirmiş
bulunmaktadır.
Televizyonla
birlikte,
Postman’a göre ‘görüş değerlendirme çağı’
yerini ‘şov ticareti çağı’na bırakmıştır:
183
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
saydamlaştığını ve bu saydamlaşmanın estetik
eğilimler biçiminde meşruluk kazanarak geliştiğini söyleyebilmemiz mümkün gözükmektedir. Bu saydamlaşmanın sonucunda, ‘şık görünme’, ‘genç ve fit olma’, ‘eğlendirici olma’,
‘sürekli ve hızlı biçimde bir şeyin yenisini
sunma’, ‘zevk ve hazza yönelme’ gibi kabullerin toplumda öncelik kazandığı görülmektedir.
Ürün estetiğinin sürekli olarak çevremizde
hâkim olması dolayısıyla televizyonun günlük
tecrübelerimizi en azından belirli bir ölçüde
yönlendirdiği iddiası da abartı olmaktan uzak
durmaktadır. Bu bağlamda daha önce McLuhan
ve Williams’ın da elektronik araçların sunduğu
yeni niteliğe işaret ettiklerini, toplumsal ilişkilerimize ve algı biçimlerimize müdahale ettiklerini ifade ettiklerini hatırlamak gerekmektedir. Her ikisi de televizyonun yargıların oluşmasında, davranış biçimleri ve anlam oluşturma süreçlerinde oynadığı merkezi rolü vurguladılar. Televizyon programlarının sürekli
olarak reklâm kültürüne ve pürüzsüz güzellik,
mükemmellik, gibi görünme, drama ve hız gibi
normlarına yönelişini ortaya çıkarması ve her
ne kadar kendisi mümkün olacağına inanmasa
da, alternatif yollar aranması gerektiğini vurgulaması bakımından Postman, televizyon teorileri birikimine önemli bir katkı sağlamaktadır.
Fakat yine de reklâm kültürünün televizyonda
hangi dereceye kadar hâkim olduğu veya hangi
programlarda daha fazla hissedildiği sorusunun
ayrıca araştırılması gerekmektedir.
Bilginin televizyon tarafından nasıl araçsallaştırıldığını veya bilginin medya araçları ve özellikle televizyon tarafından nasıl medyatize
edildiğini gereğince değerlendirebilmek için,
‘kim biliyor?’, ‘nasıl biliyoruz?’, ‘ne biliyoruz?’ ve ‘neyin ya da kimin bilgisi (yeniden)
üretilmektedir?’ (Livingstone 1999: 95) gibi
temel soruların yöneltilmesi gerekmektedir.
6. TELEVİZYON KÜLTÜRÜ VE
TECRÜBE SİMÜLASYONU
Neil Postman’ın televizyon ve programlarına
hâkim olan reklâm ve magazin estetiğini besleyen epistemolojik söylemlerine mutlak bir
belirleyicilik rolü yüklemesi, bütün desteklenmesi gereken tespitlerine rağmen farklı televizyon teorilerinin oluşmasına sebep oldu. Bunlar
arasında, Neil Postman’ın televizyon hakkında
184
ileri sürdüğü tezlere temelden ters düşen yaklaşımlarıyla Horace Newcomb öne çıkmaktadır.
Newcomb, Paul Hirsch ile birlikte kaleme
aldığı “Fernsehen als kulturelles Forum” adlı
eserinde televizyonu, Postman’a tamamen zıt
bir yaklaşımla ‘kültürel bir forum’ olarak kabul
etmektedir. Postman’ın televizyonu, her şeyi
eşitleyen eğlence makinesi olarak kavrayışının
aksine Newcomb, televizyonun medyum olarak
toplumsal anlama biçimlerinin çeşitliliğine izin
verdiğini düşünmektedir. Newcom ve Hirsch’e
göre televizyon, sembolik düzenlerin ve gerçekliğin toplumsal konstrüksiyonunun kolektif
sürecinin bir parçasıdır:
“Televizyonun kamu düşüncesinde merkezi bir rol oynadığı inkâr edilemez. Hirsch,
televizyonun asıl toplumsal bir medyum olduğuna ve üstlendiği bu rolden diğer araçları[…] dışladığına dikkat çekmektedir. Bu
medya araçları için yaratıcı bir biçimde çalışan herkes, […] esasen sembol satıcılarından biridir. Onlar, […] özenle somut olaylara, toplumsal yapıların dönüşümüne, bir
başka deyişle organizasyon biçimlerine veya tavır ve değer yargılarındaki değişimlere
tepki gösteren kültürel anlam üreticileridir”
(Newcomb ve Hirsch 1992: 92).
Newcomb, John Fiske ve Hartley tarafından
formüle edilen televizyonun günümüz kültürü
için üstlendiği bardik/poetik işlevi medyumu
asla “tek ve kendi içine kapalı bir dünya görüşünün” temsilcisi konumuna getirmediği, “bilakis hayat anlayışlarının çeşitliliği ile yüzleştirdiğini” (Newcomb ve Hirsch 1992: 93) düşünmektedir. Bu temel farklılığıyla Newcomb,
televizyonu muhafazakâr, yıkıcı ve eşitlikçi
görüşlerin sıraya dizildiği toplumsal bir sahne
olarak tanımlayan Postman’ın oldukça sıkı
dokunmuş program teorisi ve diğer eleştirel ve
ideolojik yaklaşımlara ters düşmektedir.
Newcomb’a göre neredeyse her yayın tipi kültürel soruların biçimlendiği ve yorumlandığı
bir forum olarak işlev görmekte ve “normal
şartlarda televizyonun retoriğini açık tartışma
oluşturmaktadır” (Newcomb ve Hirsch 1992:
96). Bu oldukça pozitif yaklaşımlarıyla
Newcomb ve Hirsch “bizim için televizyonun
dönüşüme nasıl bir katkı sağladığı sorusu, nasıl
hakim değerleri bilinen tarzda desteklediği
sorusundan daha önemlidir” (Newcomb ve
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
Hirsch 1992: 104) diyerek bir araştırma programı önermektedirler.
Üzerinde önemle durulması gereken araştırmacılardan biri olan Joshua Meyrowitz ise bütün
bu değerlendirmeleri dikkate alarak ‘FernsehGesellschaft/ No Sense of Place’ adlı çalışmasının
hareket
noktası
yapmaktadır.
Meyrowitz’in analizleri değerlendirildiğinde
televizyonu, izleyicisine çok çeşitli içeriğe
sahip büyük bir tecrübe biçimleri spektrumu
sunan bir tür kolektif tecrübe simülatörü olarak
kavradığı görülmektedir. Meyrowitz’e göre
televizyon izleyici tarafından önceden paketlenmiş mesajlar olarak pasif bir biçimde değil,
bilakis tecrübe tekliflerinin aktif adaptasyonu
ve dönüşümü olarak algılanmaktadır. Nitekim
bu bağlamda, Raymond Williams tarafından
formüle edilen, televizyon programlarının
algıya ne tür biçimsel etkilerinin olabileceği
sorusu günümüzde araştırma konusu yapılmaktadır. Bu çerçevede, izleyicinin dünyayı nasıl
algıladığı, görme alışkanlıklarının, zaman algısının televizyonun kendine özgü sunumlarıyla
nasıl biçimlendiği ve aktif hale getirildiği soruları yöneltilmekte, hatta metinsel önerme modellerinin bilinç-dışı tarafından nasıl kabullenildiği veya John Fiske’de olduğu gibi, nasıl ve
ne tür erkeksi ve kadınsı anlatım biçimlerinin
güncellendiği yahut oluşturulduğu araştırılmaktadır.
Televizyonun program içeriklerinin, diğer
medya araçlarından çok daha güçlü bir biçimde
tecrübemizin yeni parametresini inşa etmesi ve
toplumsal
bilgiyi
biçimlendirmesi
Meyrowitz’in temel tezini oluşturmaktadır.
Meyrowitz böylece televizyonun bilinç tarihi
açısından dikkate alınması gereken muhtemel
etkilerinin ne olabileceği sorusuna yönelmektedir. Televizyon ve kültürünün dünyanın geri
kalan kısmını hükmü altına aldığı düşüncesinden hareketle yayıncı medyum ile alıcı arasında
hâkimiyet ilişkisi kuran Postman’ın aksine
Meyrowitz, gerçek hayatın ve medya aracılığıyla iletilen gerçekliğin aralarında hiyerarşik
bir ilişki kurmadıkları fikrinden hareket etmektedir. McLuhan’ın tezlerine uygun biçimde
Meyrowitz, hayatın ve medyatik gerçekliğin,
aynı davranışın, bir başka deyişle aynı çevre
şartlarının ve sistemin parçaları olduğunu düşünmektedir.
Bu bağlamda Meyrowitz, televizyonun kültürel
anlamda etkidiğini ve davranış ve anlayış biçimlerine, kolektif tutum ve tavırlara, ölçü ve
değerlere nüfuz ettiğini savunan Newcomb ve
Hirsch’in teorisini takip etmektedir. Bu çerçevede Meyrowitz, mevcut rollerin, grup ve birey
kimliklerinin, davranış modellerinin televizyon
programları dolayısıyla diğer roller, kimlikler
ve davranış modellerinden oluşan bir yığınla
karşılaştıklarını ve bu durumun toplumsal değişimlere yol açtığını düşünmektedir. Elektronik
medya araçları yeni durumlar oluşturmakta ve
eskilerin yerine ikame etmektedir. Meyrowitz’e
göre “geleneksel medya araştırmacılığı, elektronik medyanın yaygınlaştıkları takdirde yeni
toplumsal çevreleri oluşturabileceğini bilmezlikten gelmektedir” (Meyrowitz 1987: 116).
Televizyonun toplumsal davranış biçimlerine
nasıl etkidiğine dair örnek olarak Meyrowitz,
68’li yılların Amerika’daki gençlik hareketleri,
azınlık ve kadın hareketlerini göstermekte ve
bunların 50’li yıllardan itibaren yüksek düzeyde gerçekleşen televizyon programlarının tüketiminden beslendiğini düşünmektedir. Bütün bu
gelişmeler, toplumu bilgilendirme modellerinin
değişmesiyle birlikte toplumsal davranışlarda
da değişiklikler gözlendiğini göstermektedir.
Ayrıca televizyonun, uyuşturucu alışkanlığı,
eşcinsellik gibi daha önce geleneksel ve muhafazakar değerlere aykırı düşen olguları diğer
konularla aynı düzeyde ve stilize edilmiş kimlik olarak sunması dolayısıyla moral paniğe
(Watney 1997: 124-132), değilse bile kargaşaya yol açtığını söylemek mümkün gözükmektedir.
Postman gibi Meyrowitz de bütünü itibariyle
magazinselleşen televizyonun parça bilgiler
sunduğunu ve nadiren sistematik analizler ve
ayrıntılı değerlendirmeler yapabildiğini, birçok
basılı medyada olduğu gibi yapısı ve ifade
imkânları itibariyle sistematik analizlere yatkın
olmadığını vurgulamaktadır. Fakat Meyrowitz
televizyonun genel olarak sahip olduğu sunum
tarzından çok, halkın büyük bir bölümünün
çeşitli konularda aynı bilgi düzeyine ve standardına sahip olmasını önemsemektedir.
Televizyon sunduğu bilgilere ve o bilgiler
aracılığıyla aktarılan tecrübelere ulaşmak için
artık geçmiş zamanlarda olduğu gibi bir takım
ritüellere, ayrıcalıklara veya temel bilgilere
185
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
ihtiyaç duyulmamaktadır. Anlatımını öncelikli
olarak resimlerle kurması dolayısıyla televizyon eğitim ve öğrenimi olmayan insanların
çoğu tarafından kolaylıkla anlaşılmaktadır. Bu
çerçevede çocukların ve gençlerin televizyonda
özel ile toplumsal alanın iç içe yaşandığı bir
dünyaya muhatap olmaları ve görsel olarak
tecrübe etmeleri dolayısıyla otorite sınırları da
ötelenmekte, hiç değilse bile saydamlaşmaktadır. Ayrıca çeşitli yaş gruplarının, toplum kesimlerinin, ırkların, etnik grupların ve her iki
cinsiyetin aynı ve tek bir programı izliyor olması gerçeklik bilinci ve değerlerinin hangi
boyutlarda standardize edildiğini göstermektedir. Farklı algı gruplarının çok çeşitli olması
medyum içinde işlenen konuların çeşitli olmasını gerektirmekte fakat bu televizyonda farklı
anlatım biçimleri olduğu anlamına gelmemektedir. Bilakis televizyon süper-anlatıcı pozisyonuna yükselerek ürettiği çeşitli konularla her
şeyi kendi içine doğru çekmekte, deyim yerindeyse yutmakta ve görselleştirmektedir. Televizyonun eğlendirici magazin anaforu içinde
gerçeklik ve hayal, hayal ile haber olarak bildirilen arasındaki fark, reality-shows programları
sayesinde ortadan kalkmakta ve sınırlar bulanık
hale gelmektedir.
Yapılan araştırmalar, izleyicilerin televizyon
algılarını ilgi ve özel tercihlere göre düzenlemediklerini göstermektedir. Meyrowitz’e göre
“insanlar televizyonda, bir kitap veya bir dergide okumak bile istemeyecekleri ve para ödemeyecekleri şeyleri izlemekte ve kendilerini
sinemadaymış
gibi
hissetmektedirler”
(Meyrowitz 1987: 117)
Televizyon özellikle yaş grupları arasındaki
farklara özgü bir ayrıştırmayı tanımamaktadır:
“On altı yaşında bir genç muhtemelen, çok
kolaylıkla okuyabilecek olsa bile bebeklerin
bakımı veya yaşlıların problemleriyle ilgili
bir kitap satın almak istemezdi. Yine aynı
şekilde yeni evlenmiş genç bir kadın muhtemelen menopoz yıllarına veya ayrılmaya
sebep olan sorunlar hakkında, yaşlı bir nine
de en yeni doğum kontrol hapları hakkında
kitap okumak istemez” (Meyrowitz 1987:
117).
Televizyonda işlenen konular bütün yaş grupları tarafından izlenebilmektedir. Bu televizyon
programlarının bu şekilde takip edilmesi süreci
içinde insan hayatında var olan evreler arasın-
186
daki farklar ortadan kalkmakta, farklı bilinç
düzeyleri adeta homojenleşmektedir: “İnsanlar,
hayatın diğer evrelerinde bulunan insanları
tanıdıkça, orada gösterilen davranışların ifade
ettikleri bakış açılarını kavrayarak, kendi davranış repertuarına dâhil etmekte ve sahiplenmektedirler” (Meyrowitz 1987: 118).
Bu durum sadece hayatın evreleri arasındaki
farkları değil, aynı zamanda meslekler, (örneğin fakir ve az gelirlilerin zengin kesimlerin
problemlerini ele alan programlar ve dizilerle
meşgul edilmesi gibi) toplumsal kesimler,
sınıflar ve roller arasındaki farklı ve benzer
özellikleri de etkilemektedir. Örneğin, çocuklar
televizyon ekranında, öğretmen ve aileleri,
anne-babalık ve genel olarak yetişkinlik rollerini belirli durumlarda ve normalde edinemeyecekleri biçimde tecrübe etmektedirler. Aynı
şekilde cinsel roller arasındaki farklar da televizyondan etkilenmektedir. Zira söz konusu
medyumda erkek ve kadınların yaşam çevrelerine göre kurulmuş bir ayrım bulunmamakta,
farklı cinsel kimliklere özgü davranış biçimleri
aynı anda gözlemlenebilir hale gelmektedir.
Meyrowitz, karşılaşılan tarihsel durumu vurgulamakta ve günümüzde kadın ve erkeklerin,
televizyondaki büyük ve yakın çekimler sayesinde önceki çağlarda nesiller boyu göremeyecekleri kadar fazla bir oranda karşı cinsi çok
yakından görebildiklerine işaret etmektedir.
Televizyonda çok tercih edilen büyük çekimlerin mahremiyeti ortadan kaldıracak bir samimiyet ve teklifsizliği ifade etmeleri, izleyici ile
aradıkları yakınlığın çocuk-anne veya iki sevgili ilişkisinde ancak gözlemlenebilecek bir
yakınlığı düşündürmektedir. Rollerin geleneksel dağılımı televizyonda gösterilen rollerin
çok çeşitliliği dolayısıyla tahrip olmaktadır.
Hangi cinsiyette, hangi yaşta ve hangi soydan
olursa olsun televizyon izleyen kişilerde çok
yönlü ve katmanlı toplumsal bir benlik oluşmaktadır. Televizyon izleyicisinin zamanla
görsel ve sanal da olsa, çok çeşitli toplumsal
alanlara girip tanıklık etmesi dolayısıyla, ev,
coğrafya ve grupla sınırlı, izole edilmiş kimlikler terk edilmekte, sınırları daha saydam roller
ve esnek davranışlar gelişmektedir.
Çeşitli insanların, toplumsal durumların ve
davranış biçimlerinin izlenebilir olması, daha
önce belirli bir çevrede dolaysız biçimde edini-
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
len sınırlı tecrübeleri güçlendirmekte ve çeşitlendirmektedir. McLuhan’ın ‘Küresel Köy’
deyimiyle ifade ettiği gibi, sunulan tecrübelerin
evrensel bir katılımla paylaşılması birçok yerde
aynı anda olabilmeyi ve dolaysız biçimde edinilen tecrübelerden bağımsız çeşitli yaşantıların
paylaşılmasını
mümkün
kılmaktadır.
Meyrowitz bu durumla ilgili olarak şunları
söylemektedir:
“Tipik bir Amerikan talk-şov programı
olan ‘Donahue-Show’da son dönemde diğer
konular yanında şunlar ele alındı: Kadın elbiseleri giymekten hoşlanan erkekler, atom
savaşına karşı çıkan piskopos, mucize çocuklar, alkol bağımlısı gençler, porno film
yıldızları, erkek striptizciler ve deri rahatsızlığı olan hastalar. Bu tür yayınlar dolayısıyla izleyici şu veya bu gruba ait insanlarla
‘karşılaşmak’ta, onlara katılmakta ve ‘tanımak’tadır” (Meyrowitz 1987: 117).
Medyatik iletişimin bu anlatılan biçimde yönlendirilmesi ve gelişmesi, Meyrowitz’in de
kitabında ele aldığı gibi, toplumsal mekân
algısının kaybolması, rollerin veya grup kimliklerinin karışması, cinsiyet, yaş ve mevki
farklarının eşitlenmesi anlamına gelmektedir.
Nasıl McLuhan ve Virilio gibi medya teorisyenleri zaman ve mekân algısı tarzlarının değişimine dikkat çekmeye çalıştılarsa, Meyrowitz
de medyatik araçların, özellikle televizyonun
toplumsal mekân algısına etkisini karşılaşılan
ana sorun olarak işaretlemekte ve irdelemektedir. Nitekim Meyrowitz’in de işaret ettiği gibi
elektronik medya ve televizyon, nasıl davranılması gerektiği bilgisine imkân tanıyan geleneksel ‘mekân’ anlayışını önemli ölçüde erozyona uğratmıştır (Meyrowitz, 1987: 17). Günümüzde insan, daha önce mekân içindeki
yönlenmeyi mümkün kılan davranış kalıplarının bir kısmını unutmaya başlamıştır. Ayrıca
elektronik medya ve televizyon, toplumsal
davranışları belirleyici bir konuma sahip olan
fiziki mekânın zayıflamasına yol açmıyor, aynı
zamanda kendi medyatik mesajlarını ve
kontekslerini oluşturabilmek için mesajları ve
fiziki mekân arasındaki bağları güçlendirmekte, bir başka deyişle mekân sınırlarıyla oynamaktadır. Özetlemek gerekirse elektronik medya ve televizyon, mekânın sınırlarını ihlal ederek anlamını değiştirmekte ve bunun için mekânı kulis olarak kullanmaktadır (Meyrowitz
1987: 98).
Meyrowitz, sadece yaşantı ve tecrübe çeşitliliğinin artmasını değil, aynı zamanda tecrübe
etmenin bizzat kendisinin de yoğun ve kitlesel
biçimde tüketilen televizyonla ilintili olduğunu
düşünmektedir. Meyrowitz ayrıca algının ve
tecrübenin medyatikleşmesi süreci içinde normalde birbirinden ayrışan özel ve kamu alanının arasındaki sınırlarında saydamlaştığına
işaret etmektedir. Kişilerin sunumlarında kullanılan yakın çekimlerin oranının fazlalığı
dolayısıyla televizyon politikacıları, yıldızları
ve kamu hayatının diğer temsilcilerini öylesine
öne çıkartmaktadır ki, sonunda bu kişiler hayatlarında hiç gerçekten karşılaşmadıkları halde izleyici tarafından tanınmakta ve güvenilmektedir.
Televizyonun ünlü kişileri aşırı düzeyde yakınlaştırması dolayısıyla izleyici, yüz yüze kurulan
iletişimlerde olduğu gibi bir tavır takınmakta,
bir politikacının, sunucunun veya sporcunun
sözsüz mesajları bütün çeşitliliği ile, tıpkı günlük enteraktif ilişkilerindeki ampirik gözlemlerinde olduğu gibi bütün ayrıntılarına varıncaya
kadar algılayabilmektedir. Önemli kişiler bu
(sanal) yakınlık dolayısıyla izleyici tarafından
‘takdir edilebilir’, ‘normal’ ve ‘insancıl’ kabul
edilmektedir. İzleyici oturduğu odasında neredeyse her gün televizyon aracılığıyla karşılaştığı ünlülerle gün geçtikçe daha güvenli ve sıcak
bir ilişki kurmakta ve bu kişileri ‘medyadaki
tanıdıklar’ sınıfına dâhil etmektedir. Bu sınıfın
en önde gelen tanıdık yüzleri arasında yıldız
kişiler kadar, sunucu ve moderatörler, müzik
şovları, spor, yarışma programları ve diziler
aracılığıyla medyada yıldız olmuş kişiler bulunmaktadır. Horton ve Wohl bu durumu medyatik kişilerle izleyici arasında gelişen
parasosyal ilişkiler olarak adlandırmakta ve
sonuç itibariyle izleyici ile bu kişiler arasındaki
mesafenin giderek kısaldığına ve ortadan kalktığına işaret etmektedirler (Horton ve Wohl
1956:215). İzleyiciler, televizyonda sıkça karşılaştıkları kişileri tanıdıkları duygusuna kapılmaktadırlar. Devlet başkanlarından, politikacılardan şov ve film yıldızlarına kadar sıralanabilecek medya ünlüleri, izleyicinin gündelik
hayatında karşılaştığı meslektaş ve komşuları
gibi normalleşmekte ve sıradanlaşmaktadırlar.
İzleyicinin medya aracılığıyla tanımaya başladığı medyatik kişiler zamanla günlük hayatta
yerlerini pekiştirmekte ve bu durum toplumsal
187
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
alan, medyatik sahne ve özel arka plan arasındaki farkın görecelileşmesine yol açmaktadır.
Değişik yaşama alanları ve gerçeklikleri arasındaki bu farkların görecelileşmesi ve giderek
ortadan kalkması yönündeki eğilim, ayrıca
programların (felaket haberlerinden, dizilere,
eğlenceye ve cinsel konulara kadar) çeşitli
gerçeklik düzeyleri arasında gezinmesiyle
pekişmektedir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Meyrowitz’in iletişim teorilerine katkısını gün
geçtikçe magazinsel bir yapı, biçim ve mantığa
bürünen televizyonun ampirik etkilerini konu
edinen araştırmaların daha da zenginleşmesi
olarak değerlendirmek mümkün gözükmektedir. Hatta denilebilir ki Meyrowitz, McLuhan,
Neil Potman, John Fiske ve Raymond Williams
gibi, televizyonun gerçeklik ve kimlik algımıza
nasıl etkidiği konusuna kısmen değinen yaklaşımlarından sonra soruyu bütünüyle ele alan ve
en önemli yönleriyle irdeleyen bir teorisyen
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda
Meyrowitz, davranış biçimleri, normlar ve
hayat tasarımlarının televizyonla birlikte nasıl
geliştiğini ve dönüştüğünü irdelemesi dolayısıyla diğer teorisyenler arasında ayrıcalıklı bir
yere sahiptir. Diğer teorisyenler daha çok magazinleşen televizyonun yapısal ve biçimsel
özelliklerini ve bunun toplumsal algıdaki karşılığını belirlemeye çalışırken Meyrowitz, bu
durumun gerçeklik algısının, değer yargılarının
ve kimliklerin oluşması sürecinde meydana
gelen sosyo-kültürel sonuçlarına eğilmektedir.
Meyrowitz’in televizyon analizleri yaklaşık 35
yıllık bir dönemi kapsamakta ve medyumun
uzunca süre kullanılmasının, bireysel kullanımları çok ötesinde yeni ve farklı bir gerçeklik
anlayışının oluşmasına sebep olduğu ve bu
durumun medya araçlarına muhatap olan algılayıcılarda farklı bir bilinç tarihi oluşturduğu
tezinden hareket etmektedir. Söz konusu bilincin nasıl oluştuğu ve biçimlendiği sorusunu
irdelemek için, televizyon programlarının içeriklerinin değil, belki daha çok yapısal özelliklerinin algı ve davranış mantığı üzerindeki
etkilerinin araştırılması gerekmektedir.
Sonuç itibariyle söylemek gerekirse, televizyon
kullanımı algı modellerini, tutumları, bakış
açılarını ve tarzlarını, diğer medya araçlarının
seçimini ve böylece oluşan bireysel anlamlan-
188
dırma biçimlerini etkilemektedir. Medyanın,
özelikle televizyonun eşitlemeci ve homojenleştirici etkisi program yapımcılarının temel
ilkesini oluşturmakta, buna göre her yapımcı,
yüksek izlenme oranlarını hedeflediğinden,
mutlaka itiraz edilme ve tepki gösterilme ihtimali en düşük programlar yapmaya özen göstermektedir. Yapımcılar programlarını bu özenle ülke içinde veya uluslar arası düzeyde izlenme başarısı yakalayabilmek için dizayn
etmektedirler. Öykülerin gelişim çizgilerinin,
kamera yönetiminin, montaj biçimlerinin basit
olmasının arkasında hep bu yüksek izlenme
oranlarına ulaşma, yani mümkün olan çoğu
izleyici tarafından anlaşılır olma gayesi bulunmaktadır. Çoğunlukla iki kişinin diyalog yaptığı basit sahneler, sıradan yakın çekim planları
ve kamera açıları, araya giren bina görüntüleri,
kolayca fark edilebilir kılacak yapım tarzı dizileri her yerde anlaşılabilir kılmaktadır. John
Ellis’in de ifade ettiği gibi, televizyon anlatımları dizilerin ucu açık veya kapalı, tekrarı esas
alan anlatım formlarına göre yapılandırılmakta,
“format tekrar etmekte ve durumlar haftadan
haftaya aktüelleşmektedir” (Ellis 1982: 147).
Knut Hickethier de bu bağlamda televizyonun
endüstriyel üretim mantığının bir gelişim aşaması ve konusunu dizisel bir form içinde sürekli yenileyerek sunan büyük bir anlatım makinesi olduğunu düşünmektedir (Hickethier 1993:
14).
Fakat öte yandan televizyonun sadece anlatım
biçimleri itibariyle reklâm ve magazin programlarına göre yapılandırılmadığını, içerik
olarak ta aynı mantıkla örtüştüğünün vurgulanması gerekmektedir. Nitekim televizyon
uzunca süreden beri bilgilendirme amaçlı segmanlar yayınlamakta ve bu yayınlarında sürekli
olarak belirli bir şemayı uygulamaktadır. Televizyon bilgilendirme amaçlı yayınlarında bu
şemaya uygun olarak hep bir uzmanı bir problem veya sorunu yaşayan kişi ile ilişkilendirmekte, böylece bütün problemlerin bir uzmana
sorulduğu takdirde çözülebileceği fikrini pekiştirmektedir. Yine aynı şekilde reklâmlar da
problemlerin bir uzmana sorulmasıyla çözülebileceği mitosunu sıkça kullanmaktadır.
Televizyonun biçim ve içerik bakımından magazinselleşmesi ve kendine özgü bilgilendirme
biçimleri ve gerçeklik algısına aracılık etmesi
belirli bir akış hızı, dizisellik ve tekrarlanabilir-
Televizyon ve Magazin Kültürü (174-190)
liği öngören belirli bir formatı gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede sadece değişik içerikli
programlar arasında değil, aynı zamanda örneğin haber programlarının değişik konulara
ayrılmış segmanları arasında da eşitlemeci ve
farkları ortadan kaldırıcı bir yayın formatı
benimsenmektedir. Bu yaklaşım haber programlarında ele alınan konulara ayrılan segmanların sürelerin eşitlenmesine, mümkün olan en
kısa sürede konuların işlenmesine ve sonuç
olarak hiçbir konunun gerektirdiği biçimde
derinlemesine ve ayrıntılı bir biçimde değerlendirilememesine yol açmaktadır. Çok ayrıntılı biçimde yapılmış araştırmalar bile ancak
kısaltılmış olarak sunulabilmektedir. Bu eğilim
televizyonda sürekli olarak güç kazanmakta,
segmanlar ve formatlar her geçen gün biraz
daha standardize edilmektedir.
Ulusal veya uluslar arası konuları irdeleyen
haber-magazin programlarının sahip olduğu
anlatım tekniği televizyonun magazinsel yapı
ve formatı içinde nasıl her şeyi standardize
ettiğine dair güzel bir örnek oluşturmaktadır.
Belirli bir konuyu işleyen haber-magazin programlarında ister politik isterse kültürel bir konu
ele alınsın, sürekli olarak aynı anlatım mantığı
benimsenmekte, gelenekselleşmiş çevrimsel bir
önerme yapısı sergilenmektedir. Bu programların anlatım mantığına göre, önce bir örnekle
başlanmakta, daha sonra antitetik bir muhakeme sunulmakta ve son olarak başta gösterilen
örneğe geri dönülerek yargı oluşturulmaktadır.
Programın akış sürecince sürekli zıtlıklara veya
zıt görüşlere yer verilmekte, uzmanla sıradan
insanlar veya politikacı ile halktan birinin görüşleri karşı karşıya getirilmekte, fakat asla
istisna oluşturabilecek veya alışılmışın dışındaki bakış açılarına bu standardizasyon sürecinde
yer verilmemektedir. Bu ise haber programlarının daima zaten hep gösterilmiş olanı algıladıkları ve izleyiciye hep aynı tarzda sundukları
anlamına gelmektedir.
Bu değerlendirmeler ışığında televizyon magazinselleşen bütünlüğü içinde karşımıza bir
tecrübe simülatörü olarak çıkmakta ve:
· Epistemolojik yapısına hâkim olan eğlendiricilik özelliği dolayısıyla niteliksel bilgi
düzeyleri ve moral değerler arasındaki farklılık önemini yitirmektedir.
· Eğlendirme özelliğine uygun olarak bütün
varlık oluşu aynı ontolojik düzeyde stilize
ve estetize etmesi dolayısıyla varlığın kendisinden ziyade varoluş tarzı önem kazanmaktadır.
· Sunduğu tecrübe tekliflerinin adaptasyonu
ve dönüşümünü sağlamaktadır.
· Toplumsal bilgilerimizi ve bilgilenme biçimlerimizi standardize etmektedir.
· Gerçek hayat ile medyatik gerçeklik arasındaki fark ortadan kalkmaktadır.
· Televizyon davranışlarımıza, görüş tarzımıza, kolektif tavırlarımıza, normlara ve değerlere nüfuz etmekte, toplumsal tutum ve
davranışlarımızda değişikliklere yol açmaktadır.
· Televizyon bize aynı zamanda zorunlu
olarak kabul edilen şablonlar değiştiğinde
davranışların da değişebileceğini göstermektedir.
· Televizyonun sayısız konuları aynı bilgilendirme düzeyinde sunması ve bu durumun insanların eleştirel bilinci gelişmemiş
büyük bir kısmını etkilemesi, antidemokratik bir fenomen olarak karşımıza
çıkmaktadır.
· Televizyon, izleyicisinin evine dili kullanmadan, izinsiz girmekte ve yaş farkını gözeten ayrımı tanımamaktadır.
· Televizyonda sadece yaşama dönemleri
arasındaki ayrım ortadan kalkmakta, dönemler homojenleşmektedir.
· Televizyonda eril ve dişil yaşam alanları
arasındaki ayrım bulunmamakta, her cinsiyet karşı cinsin kimliği ve davranış biçimleri ile yüzleşmektedir.
· Televizyonda gösterilen rollerin çeşitliliği
dolayısıyla klasik rol anlayışı geçerliliğini
yitirmekte, çok açılı bir toplumsal ben
oluşmaktadır.
· Televizyonda, birbirinden bağımsız gelişen
olaylar arasında dolaysız bir bağ kurulmakta ve bu küresel anlamda paylaşılmaktadır.
· Özel ve toplumsal alanın birbirine karışması, toplumsal mekân anlayışının kaybı, rol
ve grup kimliklerinin birbirine karışması,
cinsiyet, yaş ve statü farklarının eşitlenmesi
189
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
televizyonun bireysel ve toplumsal gerçeklik algısı üzerindeki en önemli etkileri arasında bulunmaktadır.
· Televizyona hâkim olan magazinsel biçim
ve yapının içinde sadece zevk alma ve tecrübe çeşitliliğinin aşır düzeyde artması değil, tecrübenin ve zevk almanın bizzat kendisi de değişmektedir.
Bütün bu değerlendirmelerden sonra televizyonun magazinsel yapısının bir yandan çok çeşitli
yaşantılar, daha doğrusu sanal tecrübe içerikleri
sunarken, öte yandan algılama biçimleri arasındaki farkları ortadan kaldırdığını söyleyebilmemiz mümkün gözükmektedir. Bu gelişmenin sadece televizyonla sınırlı kalmadığı,
McLuhan’ın tanımlamasıyla, yaşadığımız ‘küresel köy’de diğer iletişim imkânlarına doğru
genişlediği görülmektedir. Kendileri aracılığıyla yeni iletişim ağlarına bağlanabileceğimiz
kişi, mekân ve ortamlar sınırsız gibi görünmesine rağmen, bu bağlantıyı nasıl kuracağımız
standardize edilmiş bulunmaktadır. Milyonlarca kişini dünyaya açılan penceresini
Windows’un bir sürümünün oluşturması bu
duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Diğer teorisyenler arasında Meyrowitz, medya
kullanıcısını ve televizyonun toplumsal etkilerini teorik araştırmalarının merkezine yerleştiren ilk kişi olması bakımından önem arz etmektedir. Televizyon izleme ve izleyicisi üzerine yapılan bu araştırmalar sadece televizyonla
ilgili tartışmaları zenginleştirmekle kalmayıp,
aynı zamanda ampirik toplum araştırmaları gibi
değişik ve birbirinden farklı alanlar arasında
bağlantılar kurulmasına katkı sağlamaktadır.
KAYNAKLAR
Boddy W (1987) Operation Frontal Lobes
Versus The Living Room Toy: The Battle Over
Programme Control in Early Television, in:
Media, Culture and Society, vol. 9, Routledge,
London.
Fiske J (1987) Television Culture, Methuen,
London.
Fiske J ve Hartley J (1978) Reading Television,
Methuen, London.
Hall P C (1979) Zeitkritik als Ressort,
Politische Fernsehmagazine im Kreuzfeuer der
Interessen, in: Helmut Kreuzer, Karl Prümm
(ed.), Fernsehsendungen und ihre Formen,
Reclam Verlag Stuttgart.
Hickethier K (1993) Film- und Fernsehanalyse,
Merzler, Stuttgart
Horton D ve Wohl R R (1956) Mass
Communication and Para-Social Interaction:
Observations on Intimacy at a Distance,
Psychiatry
19:
1956,
(http://www.
participations.org/volume %203/ issue %201/
3_01_hortonwohl.htm, Erişim: 10.03.2009.
Livingstone S (1999) Mediated Knowledge:
Recognition of the Familiar, Discovery of the
New, in: Gripsrud J. (ed.), Television and
Common Knowledge, Routledge, London.
McLuhan M (1965) Understanding Media: The
Extensions of Man, McGraw-Hill Paperback,
New York/London.
Meyrowitz J (1987) Die Fernseh-Gesellschaft,
Beltz Verlag, Weinheim/Basel.
Newcomb H ve Hirsch M P (1992) Fernsehen
als kulturelles Forum. Neue Perspektiven für
die Medienforschung, in: (ed.) Hickethier, K.,
(1992), Fernsehen: Wahrnehmungswelt, Peter
Lang Verlag, Frankfurt a. M./Berlin
O’Sullivan T, Hartley J, Saunders D, ve Fiske J
(1983) Key Concepts in Communication,
Methuen, London/New York.
Postman N (2003) Wir amusieren uns zu Tode,
Fischer Verlag, Frankfurt am Main.
Siegfried Z (1989) Audiovisionen: Kino und
Fernsehen als Zwischenspiele in der
Geschichte, Rowohlt, Hamburg.
Bolz N (1990) Theorie der Neuen Medien,
Raben Verlag, München.
Watney S (1997) Moral Panics, in: O’Sullivan,
T, Jewkes Y (ed.) Media Studies Reader,
Arnold, London.
Ellis J (1982) Visible Fictions: Cinema,
Television, Video, Routledge and Kegan Paul,
London/New York.
Williams R (1974) Televsion: Technology and
Cultural Form, Fontana, London.
190
TELEVİZYON HABERLERİ VE EGEMEN SÖYLEMİN YENİDEN ÜRETİMİ
SÜRECİNDE İDEOLOJİ İNŞA STRATEJİLERİNİN KULLANIMI
Mete Kazaz* - Melek Çoban**
ÖZET
Bireyler, gündelik yaşamın anlamlandırılması sürecinde doğruluğunu sorgulamaksızın sıklıkla
televizyon haberlerine başvurmaktadırlar. Bireylerin bu derece önem verdikleri haberlerin oluşmasında, aslında iktidar sahiplerinden, iş dünyasının önde gelen isimleri, medya patronları ve bu
alanda girişimde bulunması uygun görülen birçok kişi söz sahibidir.
Bu çalışmada televizyon haberlerinin, kullanılan çerçevelerle söz konusu egemen söylemlerin
yeniden üretim sürecine nasıl katkıda bulunduğu sorunsalı üzerinde durulmuştur. İzleyicilerde
oluşturduğu gerçeklik duygusuyla, mevcut durumun sürekliliğini sağlamak için televizyon haberlerinin nasıl çerçevelendiği ve özellikle hangi ideoloji inşa stratejilerini kullandıkları tespit edilmeye
çalışılmıştır.
Anahtar sözcükler: Televizyon haberi, egemen söylem, yeniden üretim
USAGE OF IDEOLOGY BUILDING STRATEGIES IN THE PROCESS OF
REPRODUCING TELEVISION NEWS AND DOMINANT DISCOURSE
ABSTRACT
Individuals have frequently turned to television news without questioning its truth in the process of
reasoning the daily life. In the process of such valuable items, so many people from governmental
bodies, leading business owners to media patrons, and a great number of people promoted to
indulge in the matter have words to say.
This study focuses primarily on the problem of how such sovereign statements contribute to the
process of reproduction. Its tried to be determined how the tv news is framed and especially which
ideological building strategies they use in order to provide the continuity of the existing position
and the feeling of reality which the audience forms.
Keywords: Television news, dominant discourse, reproduction
GİRİŞ
Kitle iletişim araçları, özellikle daha fazla
tercih edilmesi nedeniyle televizyon toplumsal
yapı içinde bireylerin neyi, ne kadar bilmesi
gerektiği konusunda belirleyici bir araçtır.
Bireyleri neyi düşüneceklerinden çok, ne hakkında düşünecekleri konusunda yönlendiren
televizyonda, medyatik gerçeklik kurgusu
içinde yeniden inşa edilen haberlerle olaylar
çoğu zaman nesnel gerçekliğin önüne geçmekte; bireyler de dış dünyadaki gerçeklikleri
medya nasıl sunuyorsa o şekilde algılamakta ve
öğrenmektedir (Karaduman 2007: 45). Bu
durumun başlıca nedeni televizyonun gerçeklikle olan yakın ilişkisidir.
*
Gerçeklik, yalnızca nesnelerden değil, insanlar
ve onların düşünceleri, değerlendirmeleri, yargıları ve duygularından da oluşmaktadır (Mc
Carthy 2002: 22). İletişimin özünde de, insanın
duygu ve duyumları ile algıladığı dış dünyayı
yansıtma isteği yer almaktadır. Dış dünya, bir
başka deyişle gerçeklik olarak tanımlanan
şeyleri birbirine aktarma isteğinden yola çıkan
insan, gerçeğin ne olduğuna ve gerçeklik içerisindeki konumuna sürekli yanıt arama çabasındadır (Özkanal 1998: 134).
İnsanın bu çabası günümüz toplumlarında,
onların gerçek dünyaya ilişkin bilgilerini televizyondan edinme düzeyi ile toplumsal gerçekliği algılamalarındaki düzey arasındaki ilişkinin
sorgulanmasını gündeme getirmiştir.
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Konya Numune Hastanesi Tıbbi Sekreter, S.Ü. Sos. Bil. Ens., Radyo Televizyon ABD Yüksek
Lisans Mezunu
**
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
İnsanın yaşadığı dünyayı tanıması kendi kişisel
deneyimleriyle birlikte, bu deneyimi aktaran
araçlar sayesinde gerçekleşmektedir. Bu araçlar
bireylerin kendilerini ifade etmede kullandığı
dil, yazı, çizgi vb.den oluşmaktadır. Bu araçlar,
bireylere içinde yaşadıkları gerçekliğin bir
sunumunu göstermekte ve sunulan gerçeklik de
sunumda kullanılan aracın özeliklerine göre
değişmektedir. Gerçeklik olgusu, onu aktaran
aracın teknolojisine göre farklı boyutlar kazanmaktadır (Özkanal 1998: 135).
Mc
Luhan’a göre araçların yayın tekniği bireylerin
düşünme, duyma ve hareket şekillerini ortaya
çıkartmakta, özellikle elektronik medya kişilere
gerçeği daha geniş anlamıyla kavrama imkânı
sunmaktadır (aktaran Erdoğan ve Alemdar
1990: 155–156). Televizyon da söz konusu
elektronik medya içinde insanların çevrelerini
anlamlandırırken sıklıkla başvurdukları araçlardan birisidir. Gerçekliğin yansıtılması açısından bakıldığında televizyon, kitle iletişim
araçları içinde, gerçeği aslına en yakın olarak
aktaran araç olarak görülmektedir.
Televizyon doğasıyla, görüntüsüyle ve yolladığı mesajlarla diğer kitle iletişim araçlarından
daha gerçekçi bir görünüme sahiptir. Bu gerçekçilik bir anlamda televizyonun var oluşuna
dayanmaktadır. Çünkü televizyon, şimdiki
zamanı ve şimdiki zamanda olan olayların
belirsizliğini izleyicisine sunan bir ideolojiyi
yansıtmaktadır. Bu görünümüyle televizyona
ve özellikle de sunduğu haber programlarına
gerçek demek olasıdır (Özkanal 1998: 141).
Televizyon haberlerinde yer alan görüntüler,
gerçek yaşamın içinden alınmış kesitler olarak
haberlerde yerini alırken, görsel ve sözel imgeleri izleyici, imgelerin gösterdiğini değil, gönderilen imgelerle kendi kendisinin karşı karşıya
kaldığını sanarak algılamaktadır. Gerçeklikle
izleyicinin içine girdiği bu oyun, haber metinlerini bozmamakta, aksine izleyicinin zihninde
devamlı olarak pekiştirilmesine neden olmaktadır (Tokgöz 2000: 158). Ancak televizyonun
aktardığı gerçeklik, yaşanmakta olan, yani
hakiki gerçeklikten farklıdır. Televizyon, yaşanmakta olanı aktarırken kendisine özgü birtakım işlemlerden geçirir. Bu süreçte aktarılan,
farklı bir boyut kazanarak kitlelere ulaşmaktadır. Gerçekleşmiş bir olayla o olayın haber
olarak aktarılması sırasında habercinin yorumunun girmesi, olayın gerçeklik boyutunu
etkilemektedir (Özdenören 2002: 47).
192
Bu çalışma, kitle iletişimi içinde ve televizyon
özelinde haberin sadece bilgilendiren, eğiten
bir araç mı yoksa toplumda çok şeyi etkileyen
yönlendiren ideolojik bir sistemin bileşeni mi?
sorusuna yanıt aramak temel amacından hareket ederek konuyu teorik ve uygulamalı bir
şekilde irdelemiştir. Bu amaçla; haberin inşa
aşaması olan “Çerçeveleme” kavramı ele alındıktan sonra “İdeoloji Ve Medya” başlığı ile
“İdeoloji İnşa Stratejilerinin İşlevleri Ve İşleyişi” konusuna geçiş yapılmıştır. “Medyada
Egemen Söylemin Yeniden Üretimi” başlığı ile
konunun teorik bölümü tamamlanmaya çalışılırken, Medya-Söylem, İdeoloji, Hegemonya
Ve Yeniden Üretim İlişkisi kavramlarına da
değinilerek çalışmanın uygulama kısmında
Kanal D ve STV haberleri kullanılan ideoloji
inşa stratejileri bakımından incelenmiştir.
1. HABER İNŞASI OLARAK
ÇERÇEVELEME
Televizyon haberinin tamamlanmış bir biçim
içerisinde izleyicinin karşısına gelmesi artık
gerçekte onun ne olduğu ve neyi temsil ettiği
sorularını da beraberinde getirmiştir. Çünkü
televizyon haberleri sadece olayın aktarılması,
olaya ilişkin bilginin verilmesi değil, aynı zamanda bir üretim sürecinin belli aşamalarından
geçerek hazırlanan bir ürün haline gelmiştir
(Orhon 2004: 45).
Zaman zaman haberde ele alınan konunun
genellikle kamuoyunun istendik yönde dikkatini çekebilecek şekilde bazı yönlerinin seçilerek, kimi zaman belirli çağrışımlarla birlikte
sunulduğunu söylemek mümkündür. Bir olayla
ya da sorunla ilgili haberi anlamlı hale getirmek için haberde nelerin yazılacağı ve nelerin
dışarıda bırakılacağını belirlerken, çerçeveleme
kullanılmaktadır (Yüksel ve Gürcan 2005: 98).
Bir olay habere dönüştürülürken, belli özellikleri seçilir ve bu özellikler haber metninde öne
çıkartılarak okuyucular ve dinleyiciler için
daha kalıcı ve anlamlı bir hale getirilmektedir
(Yüksel 2008). Haber çerçevesi, bir olayla ya
da sorunla ilgili haberi anlamlı hale getirmek
için oluşturulan; haberde nelerin olacağını,
nelerin dışarıda bırakılacağını belirleyen genel
bir bağlamdır (Atabek ve Uztuğ 1998: 100).
Bireylerin olayları ve bilgileri belirleme, algılama, teşhis etme ve adlandırmasına olanak
Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206)
sağlayan bir araç biçiminde tasarlanan çerçeveleme, medyanın bir konunun anlaşılması zor
bir seçimle bazı yönlerini seçerek, o konunun
önemli kılınması ve böylece bir olgudaki bazı
nedenlere dikkat çekilmesine imkân sağlar.
Haber çerçeveleri ele alınan sorunun ne olduğunu belirli bir bakış açısından tanımlayarak,
soruna kimin ya da nelerin neden olduğunu
vurgulamakta, ahlaki yargılarda bulunmakta ve
sorunun nasıl çözümlenmesi gerektiğine işaret
etmektedir (Yüksel ve Gürcan 2005: 98).
Haber bültenini hazırlayan bu kişiler, sosyal bir
hareketi verirken pek çok alternatif çerçeveleme stratejileri de seçebilmektedirler. Haber,
sosyal sorunun kapsamını anlatabilir, sorunla
baş edebilmek için ileri sürülen alternatif önerileri eleştirebilir ya da hükümetin sorunun üstesinden gelebilmek için yaptığı çalışmalar üzerine yoğunlaşabilir. Hangi sorunun ülke için
daha önemli olduğu, hükümetin bu sorunları
çözme doğrultusundaki temposunun yeterli
olup olmadığı ve siyasal liderlerin özelliklerini
değerlendirirken başvuracakları ölçütleri veya
standartları biçimlendirebilir (Atabek ve Uztuğ
1998: 100, 103).
Scheufele, haber seçim süreci hakkındaki araştırmalar ve medya içeriği üzerinde yapılan
çalışmalara göre, üç muhtemel etki kaynağının
mesajın çerçevesini inşa ettiğini ileri sürmektedir:
Ø İlk etki kaynağı, haberci merkezli etkilerdir. Haberciler genellikle haberin kaynağından gelen bilgileri anlamlandırarak,
çerçevelerin yapısını inşa ederler. Çerçevelerin yapısı, çeşitli profesyonel normlar,
ideolojiler ve tavırlardan etkilenebilir ve
genellikle habercilerin haber çerçevelemesi yoluyla yansıtılır.
Ø Haber çerçevelemeyi etkileyen ikinci faktör, örgütsel rutinler olarak ifade edilen,
orta düzeyde siyasi yönelimlerin sonucunda çerçevenin seçimidir.
Ø Haber çerçevelemeyi etkileyen son faktör
ise siyasal aktörler, yetkililer, ilgi grupları
ve diğer seçkinler gibi dışsal etki kaynaklarıdır (Scheufele 1999:115).
Bu nedenle çerçeveleme, basit bir kelime seçimi değil, bir haberin nasıl yorumlanması ve
değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin bir çaba
(Yüksel 2008) olması nedeniyle, egemen söylemin yeniden üretilmesi açısından önem taşımaktadır.
2. İDEOLOJİ VE MEDYA
Medyada egemen söylemin üretilmesine geçmeden önce egemen söylemin temelinde yatan
ideoloji kavramı ile ideolojinin işleyişi ve ideolojinin kendini yeniden üretirken kullandığı
araçlar üzerinde kısaca durmak gerekmektedir.
Toplumsal düşüncede en tartışmalı ve sorunlu
kavramlardan biri olan ideoloji konusu en ayrıntılı biçimiyle Marksist düşünce geleneğinde
ele alınmıştır (Mutlu 1998: 161). Marx ideolojik düşünceyi diğer düşüncelerden ayırarak
sadece egemen maddi ilişkilerin devamını
olanaklı kılan düşünceye ideolojik nitelemesini
yapmıştır. İdeolojinin belirtilen tanımlarının
ötesinde özellikle günümüzde gerçekleri olduğu gibi yansıtmamak olarak görüldüğünü ileri
süren Şerif Mardin, ideolojiyi Marx’ın belirttiği
şekilde ele alarak, gerçeği maskeleyen, doğruyu olduğu gibi yansıtmayan bir sistem olarak
çalıştığı şeklinde değerlendirilebileceğine işaret
etmektedir (Mardin 1992: 14–15). Bu doğrultuda ideoloji kavramının gerçeği etkilediğini,
insanlara yansımada, içinden geçtiği ortamların
etkisiyle, bir sapmaya uğratıldığını ve insanlarda yanlış bir imge ve izlenimler yaratabileceği,
başka bir değişle bazı insanların gerçek olarak
bildiklerinin aslında daha derin ve doğru bir
gerçeği maskelediği düşüncesini yaratmaktadır
(Mardin 1992: 24). İdeolojinin gerçeklik hakkında bir yanılsama, bir illüzyon değil, onun
bilinç üzerindeki izi ya da görünümü olduğunu
savunan Marx ideolojiyi, kapitalist düzende
siyasal iktidarı meşrulaştırmaya, bireyi sisteme
entegre etmeye yardımcı fakat genellikle de
yanlış fikirler kümesi olarak ifade etmektedir
(Kazancı 2006: 71).
Althusser’e göre ideoloji, bireyin beynindeki
manevi bir var oluş biçimi olarak tanımlanmalıdır. İdeoloji, toplumsal bütünlüğün çeşitli
düzeyleri arasındaki işleyişin bireysel bilinçler
üzerinde oluşturduğu bir şekillenmedir. Bu
anlamda ideoloji bireylere dışşal ve nesneldir;
özne tarafından üretilmeyen, fakat özneyi üre-
193
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
tendir (Sancar Üşür 1997: 43). Metin Kazancı,
Althusser ideolojisinin en basit anlatımı için
“balığın içinde yaşadığı su” benzetmesini yapmaktadır. “Su balığın ayrılmaz ya da varlık
nedenidir. Su olduğu için balık vardır ama
balık başka yerde olamadığı için suyun içindedir. Balık için su her yerdedir ve her yerdir.
Ama o, içinde yaşadığı suyun farkında değildir.
Onula ilgili her şey aynı zamanda suyla da
ilgilidir. Sanır ki, bütün dünya sudur. Yalnız
suyu bilir ve tanır. Çünkü su kendisi ile birliktedir ve o, suyun içinde var olmuştur. Var oluşu
suya bağlıdır. Suyun dışına çıktığında suyun ne
olduğunu anlayabilir. Ama hiçbir zaman (çıkarılmadığı sürece) suyun dışına çıkamaz. Suda
yaşayabilmesi için yaratılmış, adlandırılmıştır.
Suyun dışında yaşayabilmesi için balıktan
başka, farklı bir şey olması gerekir” (Kazancı
2003: 48- 49).
Fransız düşünür Louis Althusser’e göre ideoloji, toplumsal yaşantıyı farklı biçimde fakat her
zaman ve her aşamada kendiliğinden etkileyen
bir oluşumdur. Daha doğrusu toplumsal pratik
ile ideoloji iç içedir (Kazancı 2006: 72).
Althusser’in ideoloji kavramsallaştırmasında,
her şeyin merkezinde yer alan tezi; ideolojinin
bireyleri özne olarak çağırmasıdır (Dursun
2001: 29). Althusser’in ideoloji üzerine kurduğu tezler bizi, ideolojinin toplumsal bütünlüğü
yeniden üretebilmesi, siyasal ve ekonomik
iktidarın ideolojik bir ikna sürecine dayanarak
var olabilmesi için bir takım aygıtlara ihtiyaç
duyduğu sonucuna götürmektedir. Dinsel,
öğrenimsel, ailesel, hukuksal, siyasal, sendikal,
kültürel ve iletişimsel (haberleşme) gibi bilinen
bu önemli aygıtların ötesinde ideolojinin işlevleri ve işleyişi üzerinde durmak gerekmektedir.
3. İDEOLOJİ İNŞA STRATEJİLERİ’NİN
İŞLEVLERİ VE İŞLEYİŞİ
Hemen hemen her toplumda ideolojinin yerine
getirdiği işlevlerin başında, dizgeyi ve önderlerin eylemlerini meşrulaştırmak için bir araç
olarak kullanılması gelmektedir (Yavaşgel
2004: 170). Egemen olanın meşruluk kazandırılması sürecinde ideoloji bazı düşünürlere göre
belli işleyiş stratejileri izlemektedir.
Fiske ideoloji çözümlemesi adı altında bir
takım terimleri açıklayarak bu sürece katkıda
bulunmuştur. Yer değiştirme, dâhil etme-
194
birleştirme, maskeleme ve anlamlı yokluklar,
metalaştırma bu terimler arasında sayılabilir.
Fiske, ideoloji kuramlarının Freudcu rüya kuramından ödünç aldıkları bir terim olan yer
değiştirmeyle, bir konu ya da endişe, ideolojik
bastırıldığında, bu konuya duyulan ilginin
meşru ve toplumsal açıdan kabul edilebilir bir
konuyla yer değiştirilmesini ifade etmektedir.
Dâhil etme- birleştirme, başat sınıfların, ikincil
sınıflardan gelen direnç öğelerini ideoloji içine
dâhil ederek karşıtlıkların yoksun bırakılmasıdır. Bireylere “Endişelenme sen de dâhil ol”
mesajını vermektedir. Fiske, toplumsal hareketleri toplumsal çıkarlara bağlayarak, ortaya
çıkan sorunları kapitalizmin neden olduğu
gerçeğini gizlenmesini ise maskeleme ve anlamlı yokluk olarak değerlendirmektedir. Yine
bir diğer terim metalaştırmadır. Kapitalizmin
her şeyden öte meta üreten bir sistem olması
nedeniyle üretilen metaların doğal görünmesini
sağlamak, çoğu ideolojik pratiğin kalbinde yer
almaktadır. Bireyler, arzuları gidermek için
üretilen metalar aracılığıyla anlamayı öğrenmekte, sorunları çözmek için üretilen metalar
aracılığıyla düşünmekte ve böylece metalara
ihtiyaç duyar hale getirilmektedir (Fiske 1996:
230–233).
John Thompson, Eagleton’a benzer bir şekilde,
ideolojinin işleyişinde meşrulaştırma, gizleme/
gizemleştirme, birleştirme, parçasallaştırma ve
şeyleştirme olmak üzere beş genel yöntem ve
bu yöntemlerin karşılık geldiği bazı tipik sembolik inşa stratejileri ortaya koymuştur (Orhon
2004: 38, Dursun 2001: 76, Kazancı 2002: 74–
76).
Ø Meşrulaştırma: Rasyonalizasyon, evrenselleştirme ve anlatısallaştırma stratejileri,
meşrulaştırmanın belirli tipik stratejileridir.
Bireylerin, toplumda var olan asimetrik
ilişkileri yani haksız oluşumları, eşit olmayan ilişkileri doğal sayıp, benimsemesidir.
Bu konuda hem sisteme hem bireye hukuk
sistemi ve uluslar arası normlar yön vermektedir. Özellikle hukuk sistemi hem bireylerin rızası üzerine kurulmuş geniş bir
uzlaşmayı hem de uyulmadığında yaptırım
uygulanacak bir kurallar sistemini ifade
eder. Dayanağı “meşruiyettir”. Meşruiyet
mutlaka egemen bir sınıfın varlığını gerektirir. Yönetenin olmadığı ortamda meşruiyet olmaz. Meşruiyet egemenliği başka bir
Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206)
deyişle hegemonyaya bağlıdır. Hegemonya
ise yöneten sınıfların toplumsal uzlaşma
yani rızayı sağlama biçimidir.
Ø Gizleme/Gizemleştirme: Yer değiştirme,
mistikleştirme ve mecaz (düz değişmece,
eğretileme ve bütünden parçaya, parçadan
da bütüne yöneltme) ideolojinin bu tipik
işleyişinin stratejileridir. Sorunun, olayın
özünü saklanarak, daha doğrusu bir yandan
itilerek ilgi, başka alanlara kaydırılmaktadır. Bu kaydırma egemen ideolojik düşünce tarafından hem gerçekleştirilmekte hem
de doğal sayılması için çaba harcamaktadır.
Ø Birleştirme: Standartlaştırma ve birliğin
sembolleştirilmesiyle ideolojinin işlemesidir. Herhangi bir sorun karşısında aralarında hiçbir maddi bağ olmayan, çıkar ilişkisi
olmayan insanları bir kavram altında, bir
şemsiye içinde toplamaktır. “Biz” nitelemesi ön plana çıkar. Ülke, bayrak, milli
birlik gibi kavramlarla ideolojik platforma
ulaşılmaktadır. Bu bağlamda, yapılacak çalışmalar için en uygun yöntemin propaganda olduğu bilinmektedir.
Ø Parçasallaşma: Farklılaşma ve ötekinin
tasfiyesi ile işlemektedir. Birleştirmenin
tam tersi bir yol izler. Büyük ana sistem
subjektif ölçülere dayanılarak parçalara
bölünür. Belirli bir görüş etrafından toplananlar merkezi oluşturur, dışarıda kalanlara yabancı, hain, düşman sıfatları yakıştırılır.
Ø Şeyleştirme: Doğallaştırma, sonsuzlaştırma ve yalınlaştırma/ edilgileştirme ile ideolojinin işlemesidir. Burada geçici tarihi
durumların doğallığı iddia edilir ve sürekli
devam edeceği teması ön plana çıkarılır.
Sözgelimi kadınların erkeklere göre geride
kalmasının tarihsel açıklamaları ve gerekçeleri günümüze taşınır ya da kadının fiziksel eksikliği, eşitsizliğin doğal gerekçesi olarak adlandırılıp topluma bu yönde
inanç aşılanır (Kazancı 2002: 74–76).
Bu kategoriler aynı zamanda Fiske’nin de ileri
sürdüğü ideolojik çözümlemenin de oldukça
genel bir çerçevesini oluşturmaktadır (Dursun
2001: 76).
David J. Sholle de yaptığı analizler sonucunda
televizyon pratiğinin nasıl ideolojik bir işlev
gördüğü konusunda bir takım saptamalarda
bulunmuştur. Sholle’e göre ideoloji televizyonda; Çökelme (sedimentation), Şeyselleşme
(reification), Uyarlama (adaptation), Yatıştırma
(mollification), Meşrulaştırma (legitimation),
Depolitizasyon, Fosilleşme ve Ters yönde
tartışma (Reverse Contestation) (2005: 278–
284) şeklinde işlemektedir. Başat azınlığın
fikirlerini tabi çoğunluğa zorla kabul ettirmesi
olarak görülen ideoloji, yukarda bahsedilen
stratejiler sayesinde fiziksel zor kullanmaya
ihtiyaç duymadan öznelerin ideolojileri kendilerininmiş gibi savunur hale gelmelerine neden
olmaktadır. Bu çalışmada yukarıda açıklanan
John Thompson’un tipik sembolik inşa stratejileri uygulanarak inceleme yapılacaktır.
4. MEDYADA EGEMEN
YENİDEN ÜRETİMİ
SÖYLEMİN
İdeoloji kuramları, her türlü iletişimin ve tüm
anlamların toplumsal-siyasal bir boyutu olduğunu ve bunların toplumsal bağlamları dışında
anlaşılmayacaklarını vurgular. Bu ideolojik
işleyiş daima statükoyu kayırır, çünkü iktidarı
elinde bulunduran sınıflar yalnızca malların
değil aynı zamanda fikirlerin ve anlamların da
üretimini ve dağıtımını kontrol etmektedir
(Fiske 1996: 226).
Althusser’e göre kapitalizm, üretken bir sistem
olarak üretim koşullarını genişletilmiş ölçüde
yeniden üretir. Bunu yaparken de üretici güçleri ve var olan üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi gerekmektedir. Üretici güçlerden kasıt,
maddi üretim araçları ve emek gücüdür.
Üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi; hukukisiyasal ve ideolojik üstyapı yoluyla sağlanmaktadır. Emek gücünün oluşturduğu ve bu emek
gücünü bir arada tutmak, geliştirmek ve değiştirmek için karşılık veren örgütlenmeler, düşünceler, ideolojiler ve ilişkiler olarak tanımlanan üst yapı (Erdoğan ve Alemdar 1990: 175),
üretim ilişkilerinin yeniden üretimini büyük
ölçüde devlet iktidarının devletin baskı ve
ideolojik aygıtlarında uygulanmasıyla gerçekleştirmektedir. Devletin baskı aygıtının rolü,
sömürü ilişkileri olan üretim ilişkilerinin yeniden üretiminin siyasal koşullarını özünde zor
kullanarak sağlamaktan ibarettir. Devletin
195
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
baskı aygıtı aynı zamanda baskı yoluyla devletin ideolojik aygıtlarının işleyişinin de siyasal
koşullarını sağlar. Egemen ideolojinin, yani
devlet iktidarını elinde tutan egemen sınıfın
ideolojisinin rolü de ağırlıklı olarak bu noktada
gerçekleşir ve devletin baskı ve ideolojik aygıtları arasındaki uyum egemen ideolojinin aracılığıyla sağlanır. Kısacası devletin tüm ideolojik
aygıtlarının yöneldiği tek bir hedef vardır o da
üretim ilişkilerinin yeniden üretimi, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden üretimidir
(Althusser 2003: 173–179).
2002: 127). Önceki egemen sınıfın yerini alan
her sınıf, belli amaçlara ulaşmak için, kendi
çıkarlarını toplumun bütün üyelerinin ortak
çıkarları olarak sunarlar (Erdoğan ve Alemdar
1990: 178). Bu süreçte kitle iletişim araçları
önemli bir basamaktır. Bu durum kitle iletişim
aracı dışında haber ve bilgi alma gibi olanak ve
koşulları bulunmayan bireyler için dünyayı o
kitle iletişim aracının gözünden görmek, onun
anladığı gibi anlamak ve hatta onun davranmasını istediği gibi davranmak anlamına gelmektedir (Kaya ve Serarslan 2004: 306).
Erdoğan ve Alemdar ise Althusser’in yeniden
üretim ilişkisini şu şekilde özetler: “Bu yeniden
üretim, iş gücünün ücretlerini, yeteneklerini ve
uygun düşünceleri içerir. Bu iş gücünün kurulu
düzenin kurallarına uymasının sürdürülmesidir.
Örneğin, işçilerin yönetici ideolojiye baş eğmesi, bu ideolojiyi sömürü ve baskı ajanları için
doğru bir şekilde manipüle etme yeteneğinin
yeniden üretilmesidir. İş gücünün üretilmesi
aileyi gerektirir; ustalığın ve tekniklerin üretilmesi öğretim ve eğitim sistemini gerektirir;
yönetici ideolojiye baş eğmenin üretilmesi
kültürel örgütleri, kiliseyi ve kitle iletişim araçlarını, siyasal aygıtları ve devletin genel yönetimini gerektirir. Devlet, bu toplumsal üretimin
tümünün rızasıyla yapılmasını, uzun dönemde
sermayenin ve yönetici sınıf bloğunun hegemonyasını sürdürmesini güvence altına alan
yapıdır” (1990: 211).
Althusser, kitle iletişim araçlarını egemen olanın ideolojisini meşrulaştırmak için kullandığı
devletin ideolojik aygıtlarından biri olduğunu
savunmaktadır. Ona göre kitle iletişim araçları,
devletin ideolojik bir aygıtı olarak ideolojiyi
kullanarak işlemektedir (Althusser 2003; 130).
Kitle iletişim araçları diğer devletin ideolojik
aygıtları gibi aynı hedefe yönelmekte, üretim
ilişkilerinin yeniden üretimi, yani kapitalist
sömürü ilişkilerinin yeniden üretimi amacına
katkı sağlamaktadırlar.
Egemen ideolojinin yeniden üretimi, egemen
sınıfın kendi var oluşunun maddi, siyasal ve
ideolojik koşullarını yeniden üretmek demektir.
Egemen ideolojinin yeniden üretimi, basit bir
tekrar, basit bir yeniden üretim değildir. Daha
önceki dağınık ve çelişkili ideolojik öğelerin,
yeni karşıt eğilimler ve önceki biçimlere karşı
verilen sınıf mücadelesi içinde ve bu mücadele
sayesinde kazanılmış bir birlik bünyesinde
yenilenmesi ve birleştirilmesi için yapılan
sözleşmedir (Althusser 2003: 130). Egemen
sınıfın fikirleri her dönemde egemen fikirlerdir.
Yani toplumdaki maddi gücü yöneten sınıf aynı
zamanda entelektüel gücü de yönetmektedir.
Maddi üretim araçlarını kendi tasarrufu altında
tutan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de denetime sahiptir. Bu nedenle
genel olarak, zihinsel üretim araçlarından mahrum kalanların fikirleri, egemen sınıfın fikirlerinin etkisi altında kalır (Shoemaker ve Reese
196
Chomsky ve Herman’ın güdümlü piyasa olarak
adlandırdıkları bu ortamda hükümet, iş dünyasının önde gelen isimleri, önemli medya kuruluşlarının sahipleriyle üst düzey yöneticileri ve
bu alanda yapıcı girişimlerde bulunmaları uygun görülen kişiler kitle iletişim araçlarında
neyin yer alıp almayacağına karar veren önemli
aktörlerdir (Chomsky ve Herman 1998: 13).
Haberler ortalama insanın önyargılarını çoğaltarak, gerçekliği olduğu gibi görmesini engellemekte ve kurulu düzeni kabullenmeye yöneltmektedir. Bir söylem olan haberlerde, yeniden oluşturulan verili hayat, hedef kitleye
efendi-köle diyalektiği içinde ve yaşanılan
gerçekliliği pekiştirecek şekilde sunulmaktadır
(Mora 2007). Gündelik yaşam karşısında izleyiciye sunulan haberler, bireyleri yaşadığı
dünyaya daha da yabancılaştırırken, maddi
temelleri olmayan bir dünya yanılsamasını da
yeniden üretmektedir (Ergül 2001). Haber
medyası aynı zamanda egemen söylemleri
uylaşıma dönüştürmekte ve bu süreç içinde
hegemonyaya yönelik rızanın oluşumunda aktif
bir rol oynamaktadır (Mora 2007). Televizyonlardaki haber söylemi, toplumdaki kanaat oluşumunu, siyasi ve kültürel iklimi belirlemede
etkin bir rol oynarken, egemen gücü elinde
Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206)
bulunduran aktörler, kendi söylemlerini anlaşılması kolay kalıplara dönüştürerek, alternatif
direniş odakları ve diğer sıra dışı söylemlerin
kendilerini temsil etmelerini kısıtlayabilmektedir (Köse 2001).
3- İdeoloji inşa stratejilerine göre haberde adı
geçenlerin dağılımı Egemen söylemin yeniden
üretilmesindeki rolü nedir?
5. UYGULAMA
Çalışma, televizyon haberlerini temsilen, bağlı
olduğu yayın grubu, hedef kitleleri ve bu kitleleri temsil yeteneği göz önüne alınarak daha
çok genel bir izleyici kitlesine hitap ettiği düşünülen KANAL D ve STV’de (Samanyolu
Televizyonu) yayınlanan ana haber bültenleri
ile sınırlıdır. İnceleme, söz konusu kanalların,
aynı
dönemini
kapsayan
(15.09.2008–
29.09.2008) 15 günlük ana haber bültenleriyle
sınırlandırılmıştır.
5.1. AMAÇ
Bu çalışma ile televizyon haberlerinde egemen
söylemin yeniden üretilmesi sürecinde kullanılan ideoloji inşa stratejileri değerlendirilecektir.
Bu amaçla cevaplandırılması düşünülen sorular
şunlardır:
1- Televizyon kanallarına göre haberlerdeki
ideoloji inşa stratejileri nelerdir ve egemen
söylemin yeniden üretilmesindeki katkısı nedir?
2- Haber konularına göre haberde ideoloji inşa
stratejileri nelerdir?
5.2. SINIRLILIKLAR
15 günlük dönemde, ana haber bültenlerinde
Tablo 1’de görüldüğü gibi KANAL D’de 223
ve STV’de 255 olmak üzere toplam 478 haber
yer almıştır.
Tablo 1. Kanallara Göre Haber Sayısı
STV
Haber Sayısı
KANAL D
TOPLAM
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
255
53,3
223
46,7
478
100
Tablo 2. Kanallara Göre Tekrar Edilen Haberlerin Dağılımı
STV
39
7
KANAL D
27
30
TOPLAM
66
37
Kılıçdaroğlu-Fırat Düellosu
Boykot Çağrısı
Çankaya Belediye Başkanı rüşvet iddiası
Pakistan’da bombalı saldırı
5
1
3
4
12
8
3
2
17
9
6
6
Sahte sağlık raporu
Bandırma’da batan gemi
Türkiye genelindeki yağışlar
CHP yurt dışından yardım
4
3
1
3
1
3
-
4
4
4
3
Şiddetli yağışlar
İzmir’de bebek ölümleri
1
2
2
1
3
3
Ergenekon Soruşturması
Deniz Feneri Davası
Tablo 2’de haber bültenlerinde tekrar edilen
haberlerin kanallara göre dağılımı görülmektedir. Ergenekon Soruşturması (Ümraniye’de
bir gecekonduda 27 el bombası bulunmasıyla
başlayıp zamanla genişleyen, askeriye, emniyet, basın ve sanat camiasından kişilerin yer
aldığı, silahlı terör örgütü kurmak, hükümeti
görev yapamaz hale getirmek, halkı isyana
teşvik etmek gibi çeşitli iddialarla gündeme
gelen soruşturma süreci (www.wikipedia.org)),
Deniz Feneri Davası (Almanya’daki Deniz
Feneri Derneği’nin bağışçıların paralarını amaç
dışı kullanarak yolsuzluk yaptığı iddiası ile
ilgili dava süreci), Başbakan’ın Boykot Çağrısı (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Do-
197
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
ğan Yayın Grubu’na ait gazeteleri vatandaşların almamasına yönelik yaptığı çağrı) ve
Kılıçdaroğlu- Fırat Düellosu (CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu ve AKP (Adalet ve Kalkınma
Partisi) Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın basın karşısında yaptığı tartışma programı), bahsedilen seçim kriterlerinde öne çıkan
ve inceleme sürecine alınan haber konularıdır.
Haber bültenleri içinde tekrar edilme şansı
bulan diğer haberler söz konusu kriterleri sağlamadıkları için araştırma dışında bırakılmışlardır. Araştırmada, her iki televizyon kanalına
ait, 15 günlük ana haber bülteninde yer alan ve
yukarda belirtilen konulardaki haberlerin tam
metinleri incelenmeye alınmıştır. Kayıt yapılan
süreç boyunca bültenlere en çok konu edilen
haberler tespit edilmiştir. Yapılan ön inceleme
sonucu kayıt edilen dönem boyunca en az dokuz ve daha fazla sayıda bültenlere konu edilen
haberler araştırmaya dâhil edilmiştir. Üç’ten
daha az konu edilen haberler ise tabloya alınmamıştır.
5.3. EVREN VE ÖRNEKLEM
Televizyon ana haber bültenlerinde yer alan
haberlerin çerçevelenerek egemen söylemin
yeniden üretimine katkı sağladığı yargısı etrafında şekillenen araştırmanın evreni, Türkiye’de ulusal çapta yayın yapan televizyonların
ana haber bültenleridir. Ancak evrenin geniş
olması ve tümünün analiz edilmesinin güçlüğü
göz önüne alınarak seçilen iki televizyon kanalının (KANAL D ve STV) ana haber bültenleri
araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Bu
kanalların ve televizyon haberlerinin seçilmesinde öncelikli olarak açık yayın yapan, tecimsel kanal özelliği taşıyan, tematik olmayan,
farklı yayın gruplarına ait televizyon kanalları
tespit edilmiştir. Tespit edilen televizyon kanalları içerisinde yapılan kura sonucu STV (Samanyolu Televizyonu) ve KANAL D araştırmanın örneklemi olarak belirlenmiştir. Yine
belirlenen kanalların ana haber bültenlerinin
kayıt edilerek incelenmesi için KANAL D’nin
saat 18.00’da, STV’nin 17.20’deki ana haber
bültenlerinin 15 Eylül–29 Eylül 2008 tarihleri
arasındaki 15 günlük bir tesadüfî dönem seçilmiştir.
5.4. YÖNTEM
Niceliksel yöntemin somut çözümler üzerinde
yararlı bir denetim sağlayabilmesi (Dursun
2001: 203) nedeniyle bu çalışmada içerik çözümlemesi yöntemi tercih edilmiştir. Ayrıca
toplumsal davranışı etkilemeden, kayıtlı iletişim belgelerine dayalı bir araştırma olması ve
gizli içeriğin araştırma konusu edilerek içeriğin
esas anlamının ortaya konulmasının sağlanması
(Tonga 2005) diğer tercih sebepleridir.
5.5 BULGULAR VE YORUM
5.5.1. Kanallara Göre Haber Konuları
Tablo 3. Kanallara Göre Haber Konularının Dağılımı
STV
Ergenekon Soruşturması
Deniz feneri davası
Kılıçdaroğlu-Fırat düellosu
Boykot Çağrısı
TOPLAM
Sayı
39
7
5
1
52
Her iki kanalda da en çok yer bulan haber Ergenekon Soruşturması ile ilgili haberler olmuştur. Bunu sırasıyla Deniz Feneri davası,
Kılıçdaroğlu- Fırat düellosu ve Başbakanın
Boykot Çağrısı takip etmiştir. Haber konularının sıralanması açısından iki kanal paralellik
gösterse de haber sayıları açısından iki kanal
arasında farklılıklardan söz etmek mümkündür.
198
%
57,4
20
29,4
11,1
40,3
KANAL D
Sayı
%
29
42,6
28
80
12
70,6
8
88,9
77
59,7
TOPLAM
Sayı
%
68
100
35
100
17
100
9
100
129
100
Bu fark Ergenekon Soruşturması konulu haberlerde birbirine yakın olsa da, Deniz Feneri
davası, Kılıçdaroğlu- Fırat düellosu, Başbakanın Boykot Çağrısı ile ilgili haberlerde daha
belirgindir.
Ergenekon Soruşturmasına ilişkin haberler, her
iki kanalda da incelemeye alınan haberler için-
Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206)
de en çok konu edilen haberler olduğu görülmektedir. Almanya’daki Deniz Feneri Derneği
yöneticilerinin bağışçılardan topladıkları bağış
paralarını uygunsuz bir şekilde kullandıklarına
ilişkin dava sürecinin konu edildiği haberler
KANAL D ve STV’nin ikinci sırada işledikleri
haber konusunu oluşturmaktadır. KANAL D
dava sürecini Almanya’dan gün gün izleyip
detaylı bir şekilde işlenirken, STV ise bu konu
ile ilgili gelişmeleri yüzeysel bir şekilde aktarmıştır. Bunu haber sayılarından anlamak da
mümkündür. KANAL D Deniz Feneri davası
ile ilgili 28 haber yer alırken, STV’de bu sayı
7’de kalmıştır.
5.5.2. Kanallara Göre Haberde İdeoloji İnşa
Stratejileri
Çalışmanın odak noktasını haberde egemen
söylemin yeniden üretilmesi ve bu süreçte yer
alan ideoloji inşa stratejileri oluşturmaktadır.
Bu doğrultuda incelenen tüm haberlere ilişkin
ideoloji inşa stratejilerinin frekans dağılımı
Tablo 4’te yer almaktadır.
Tablo 4. Haber İdeoloji İnşa Stratejilerinin
Dağılımı
TOPLAM
Sayı
%
86
67,7
25
19,7
16
12,6
8
6,3
6
4,72
Parçasallaşma
Meşrulaştırma
Şeyleştirme
Birleştirme
Gizleme/ Gizemleştirme
Bazı haberlerde birden fazla ideoloji inşa stratejisinin kullanıldığı dikkate alınarak incelendiğinde haberlerin büyük bir çoğunluğunda
parçasallaşma ideoloji inşa stratejisinin öne
çıktığını söylemek mümkündür. Parçasallaşma,
86 haberde (%67,7) kullanılmıştır. İkinci sırada
25 haberle (%19,7) meşrulaştırma gelmektedir.
16 haberle (%12,6) şeyleştirme üçüncü sırada
yer alırken, birleştirme 8 haberle (%6,3) dördüncü, gizleme 6 haberle (%4,72) beşinci sırada kullanılan ideoloji inşa stratejileri olmuştur.
İdeoloji inşa stratejilerinin kanallara göre dağılımı incelendiği zaman karşımıza Tablo 5’deki
durum çıkmaktadır.
Tablo 5. Kanallara Göre İdeoloji İnşa Stratejilerinin Dağılımı
STV
Parçasallaşma
Meşrulaştırma
Şeyleştirme
Birleştirme
Gizleme/ Gizemleştirme
TOPLAM
Sayı
39
7
6
4
56
Araştırmaya dâhil edilen haberlerin bazılarında
birden fazla ideoloji inşa stratejisinin kullanılması nedeniyle STV’deki 51 haberde 56,
KANAL D’deki 76 haberde 85 ideoloji inşa
stratejisinin varlığı saptanmıştır. İdeoloji inşa
stratejilerinin kullanımı açısından her iki kanal
karşılaştırıldığında parçasallaşmanın her iki
kanalda öne çıktığını söylemek mümkündür.
5.5.3. Haber Konularına Göre Haberde
İdeoloji İnşa Stratejileri
Araştırmaya dâhil edilen haber konuları ışığında kanalların hangi ideoloji inşa stratejilerini
kullandıklarını belirlemek amacıyla aşağıdaki
tablolar oluşturulmuştur.
KANAL D
%
45,3
28
37,5
66,7
40
Sayı
47
18
10
8
2
85
%
54,7
72
62,5
100
33,3
60
TOPLAM
Sayı
86
25
16
8
6
141
%
100
100
100
100
100
100
STV’de araştırmaya dâhil edilerek incelemeye
alınan 57 haber konusu ile ideoloji inşa stratejileri arasındaki ilişki Tablo 6’da verilmiştir. 57
haber konusunda 7 kez (%12,3) meşrulaştırma,
4 kez (%7) gizleme, 40 kez (%70,2) parçasallaşma ve 6 kez de (%10,5) şeyleştirme kullanılmıştır. İdeoloji inşa stratejileri içinde birleştirmeye STV’de hiç rastlanmamıştır. Haber
konuları ile karşılaştırıldığında ise Deniz Feneri Davası ile ilgili haberlerde 2 kez meşrulaştırma (%25), 2 kez gizleme (%25), 1 kez parçasallaşma (%12,5), 3 kez şeyleştirme (%37,5)
ideoloji inşa stratejisi kullanılmıştır. Ergenekon
Soruşturması konulu haberlerde 2 kez (%4,9)
meşrulaştırma, 2 kez (%4,9) gizleme, 35 kez
(%85,3) parçasallaşma ve 2 kez de (%4,9)
şeyleştirme kullanılmıştır. STV’de yayınlanan
199
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Boykot Çağrısı ile ilgili 1 haber bulunmaktadır.
Bu 1 haberde hem meşrulaştırma (%50), hem
de parçasallaşma stratejisi (%50) yer almıştır.
Kılıçdaroğlu-Fırat Düellosuna ilişkin 6 haber-
den 2’si (%33,3) meşrulaştırma, 3’ü (%50)
parçasallaşma ve 1 tanesi de (%16,7) şeyleştirme ideoloji inşa stratejileri arasında değerlendirilmiştir.
Tablo 6. STV'de Haber Konularına Göre İdeoloji İnşa Stratejilerinin Dağılımı
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Parçasallaşma
1
12,5
35
85,3
1
50
Meşrulaştırma
Şeyleştirme
Gizleme / Gizemleştirme
Birleştirme
2
3
2
-
25
37,5
25
-
2
2
2
-
4,9
4,9
4,9
-
1
-
50
-
TOPLAM
8
100
41
100
2
100
6
TOPLAM
Boykot Çağrısı
Ergenekon
Soruşturması
Deniz Feneri
Davası
Kılıçdaroğlu &
Fırat Düellosu
Haber Konusu
Sayı
%
Sayı
%
3
50
40
70,2
2
1
-
33
17
-
7
6
4
-
12,3
10,5
7
-
100
57
100
Tablo 7. KANAL D'de Haber Konularına Göre İdeoloji İnşa Stratejilerinin Dağılımı
TOPLAM
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
21
2
4
1
1
29
72,4
6,9
13,8
3,4
3,4
100
13
5
6
5
1
30
43,3
16,7
20
16,7
3,3
100
6
1
1
1
9
67
11
11
11
100
7
10
1
18
38,9
55,6
5,5
100
47
18
11
8
2
86
54,7
20,9
12,8
9,3
2,3
100
KANAL D’de araştırmaya dâhil edilen 77
haber konusunda 86 ideoloji inşa stratejisi
tespit edilmiştir. Bu kanaldaki incelemeye
alınan haber konuları ile ideoloji inşa stratejileri arasındaki bağlantı ise şöyledir: 77 haber
konusunda 18 kez (%20,9) meşrulaştırma, 2
kez (%2,3) gizleme, 8 kez (%9,3) birleştirme,
47 kez (%54,7) parçasallaşma ve 11 kez de
(%12,8) şeyleştirme kullanılmıştır. Haber konuları açısından bakıldığında ise Deniz Feneri
Davası ile ilgili yayınlanan haberlerinde 2 kez
(%6,9) meşrulaştırma, 1 kez gizleme (%3,4), 1
kez birleştirme (%3,4), 21 kez (%72,4) parça-
200
Boykot Çağrısı
Ergenekon
Soruşturması
Deniz Feneri
Davası
Parçasallaşma
Meşrulaştırma
Şeyleştirme
Birleştirme
Gizleme / Gizemleştirme
TOPLAM
Kılıçdaroğlu &
Fırat Düellosu
Haber Konusu
sallaşma, 4 kez de (%13,8) şeyleştirme karşımıza çıkmaktadır. Ergenekon Soruşturması
konulu haberlerde 5 kez (%16,7) meşrulaştırma, 1 kez gizleme (%3,3), 5 kez (%16,7) birleştirme, 13 kez (%43,3) parçasallaşma ve 6
kez (%20) şeyleştirme gözlenmiştir. Boykot
Çağrısı ile ilgili haberlerde 1 kez (%11) meşrulaştırma, 1 kez (%11) birleştirme, 6 kez (%67)
ve 1 kez de (%11) şeyleştirmeye yönelik ideoloji inşa stratejisi belirlenmiştir. KılıçdaroğluFırat Düellosu konulu haberlerde 10 kez
(%55,6) meşrulaştırma, 1 kez (%5,5) birleştirme ve 7 kez de (%38,9) parçasallaşma ideoloji
stratejilerinin varlığı tespit edilmiştir.
Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206)
ortaya konulmasıdır. Böylelikle kanallara göre
ayrı ayrı tespit edilen bu durumla, adı geçen
kişi, kurum ve kuruluşların, başka bir değişle
egemen söylemlerin, yeniden üretim sürecinde
kullandıkları ideoloji inşa stratejileri ile hangi
mesajları vermek istedikleri tespit edilebilecektir. Tablo 8’de STV ve Tablo 9’da KANAL
D’ye ait verileri görmek mümkündür.
5.5.4. Haberde İdeoloji İnşa Stratejilerine
Göre Haberde Adı Geçenler
İncelemeye alınan haber konuları dâhilinde
sıklıkla tekrar edilerek öne çıkan kişi, kurum ya
da kuruluş adları, haber ideoloji inşa stratejileri
ile karşılaştırılmıştır. Bundaki amaç, adı geçen
kişi, kurum ya da kuruluşların daha çok hangi
ideoloji inşa stratejisi ile ilişkilendirildiğinin
Tablo 8. STV'de İdeoloji İnşa Stratejilerine Göre Haberde Adı Geçenlerin Dağılımı
TOPLAM
Şeyleştirme
Parçasallaştırma
Birleştirme
leştirme
Meşrulaştırma
Gizleme/ Gizem-
İdeoloji İnşa Stratejileri
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
12
4,5
10
3,7
-
-
243
90,7
3
1,1
268
100
Tuncay Özkan
-
-
-
-
-
-
72
100
-
-
72
100
Şener Eruygur
5
7,5
14
20,9
-
-
27
40,3
21
31,3
67
100
Adil Serdar
-
-
-
-
-
-
59
100
-
-
59
100
19
33,9
-
-
-
-
29
51,8
8
14,3
56
100
27
49,1
-
-
-
-
22
40
6
10,9
55
100
9
36
2
8
-
-
13
52
1
4
25
100
Zahit Akman
13
59,1
4
18,2
-
-
2
9,1
3
13,6
22
100
Deniz Feneri
3
17,6
2
11,9
-
-
9
52,9
3
17,6
17
100
AKP
3
50
-
-
-
-
3
50
-
-
6
100
TOPLAM
91
14,1
32
4,9
-
-
479
74
45
7
647
100
Ergenekon
Saçan
Kemal
Kılıçdaroğlu
Mehmet Mir
Dengir Fırat
Recep Tayyip
Erdoğan
Derneği
STV’de araştırmaya alınan haber konuları
dâhilinde adı geçenlerin geneline göre ideoloji
inşa stratejilerinin dağılımı şöyledir: 647 adı
geçen kişi, kurum ya da kuruluştan, 91’inde
(%14,1) meşrulaştırma, 32’sinde (%4,9) gizleme, 479’unda (%74) parçasallaştırma ve
45’inde (%7) şeyleştirme tespit edilmiştir.
STV’de incelenen haberde adı geçen kişi, kurum ve kuruluşlar dağılımında, birleştirme
ideoloji stratejisine hiç rastlanmamıştır. Kişi,
kurum ve kuruluş adlarına tek tek bakıldığında
ise karşımıza şu durum çıkmaktadır. 268 kez
geçen Ergenekon adında 12 kez (%4,5) meşrulaştırma, 10 kez (%3,7) gizleme, 243 kez
(%90,7) parçasallaştırma, 3 kez (%1,1) şeyleş-
tirme tespit edilmiştir. Toplamda 25 kez geçtiği
belirlenen Recep Tayyip Erdoğan adında 9 kez
(%36) meşrulaştırma, 2 kez (%8) gizleme, 13
kez (%52) parçasallaştırma ve 1 kez (%4) şeyleştirme kullanılmıştır. Deniz Feneri Derneği’ne ilişkin 17 tekrarda 3 kez (%17,6) meşrulaştırma, 2 kez (%11,9) gizleme, 9 kez (%52,9)
parçasallaştırma, 3 kez (%17,6) şeyleştirme
kullanılmıştır. Toplamda 67 kez geçen Şener
Eruygur adında 5 kez (%7,5) meşrulaştırma, 14
kez (%20,9) gizleme, 27 kez (%40,3) parçasallaştırma ve 21 kez (%31,3) şeyleştirme kullanıldığı tespit edilmiştir. Toplam 56 kez tekrarlanan Kemal Kılıçdaroğlu adında 19 kez
(%33,9) meşrulaştırma, 29 kez (%51,8) parça-
201
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
sallaştırma, 8 kez de (%14,3) şeyleştirme tespit
edilmiştir. 72 kez tekrar edilen Tuncay Özkan
ve 59 kez tekrar edilen Adil Serdar Saçan isimlerinin tamamı (%100) parçasallaştırma ideoloji inşa stratejisi olarak tespit edilmiştir. Toplamda 55 kez tekrarlanan Mehmet Mir Dengir
Fırat adı ise 27 kez (%49,1) meşrulaştırma, 4
kez (%18,2) gizleme, 22 kez (%40) parçasallaştırma, 6 kez de (%10,9) şeyleştirmede kulla-
nılmıştır. Toplamda 22 kez geçtiği belirlenen
Zahit Akman adı, 13 kez (%59,1) meşrulaştırma, 4 kez (%18,2) gizleme, 2 kez (%9,1) parçasallaştırma ve 3 kez de (%13,6) şeyleştirme
ile kullanılmıştır. AKP adı toplamda 6 kez
geçmiş ve bunun 3 tanesi (%50) meşrulaştırmada, 3 tanesi de (%50) parçasallaştırmada
kullanılmıştır.
Tablo 9. KANAL D'de İdeoloji İnşa Stratejilerine Göre Haberde Adı Geçenlerin Dağılımı
TOPLAM
Şeyleştirme
Parçasallaştırma
Birleştirme
leştirme
Meşrulaştırma
Gizleme/ Gizem-
İdeoloji İnşa Stratejileri
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Recep Tayyip Erdoğan
48
20,3
3
1,3
23
10
148
62,7
14
5,9
236
100
Deniz Feneri Derneği
8
5,6
-
-
9
6
119
83,2
7
4,9
143
100
Mehmet Mir Dengir
58
43
-
-
11
8
66
48,9
-
-
135
100
Kemal Kılıçdaroğlu
52
39,1
-
-
16
12
65
48,9
-
-
133
100
Ergenekon
11
10,7
1
1
22
21
49
47,6
20
19,4
103
100
-
-
-
-
3
3
91
96,8
-
-
94
100
AKP
18
20,7
-
-
11
13
52
59,8
6
6,9
87
100
Şener Eruygur
27
32,9
-
-
17
21
1
1,2
37
45,1
82
100
Adil Serdar Saçan
4
5
3
3,8
16
20
48
60
9
11,3
80
100
Tuncay Özkan
5
7,4
-
-
19
28
41
60,3
3
4,4
68
100
231
19,9
7
0,6
147
13
680
58,6
96
8,3
1161
100
Fırat
Zahit Akman
TOPLAM
Tablo 9’da KANAL D’de incelenen adı geçenlerin geneline göre ideoloji inşa stratejilerinin
dağılımları ise şöyledir: 1161 adı geçen kişi,
kurum ya da kuruluştan, 231’inde (%19,9)
meşrulaştırma, 7’sinde (%0,6) gizleme,
147’sinde (%13) birleştirme, 680’inde (%58,6)
parçasallaştırma ve 96’sında (%8,3) şeyleştirme tespit edilmiştir. Kişi, kurum ya da kuruluş
adları tek tek ele alındığında, kullanılan ideoloji inşa stratejilerinin dağılımları şu şekilde
özetlenebilir: Toplamda 103 kez tekrarlanan
Ergenekon adında 11 kez (%10,7) meşrulaştırma, 1 kez (%1) gizleme, 22 kez (%21) birleştirme, 49 kez (%47,6) parçasallaştırma ve 20
kez (%19,4) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 236 kez tekrarlanan Recep Tayyip Erdoğan
adında 48 kez (%20,3) meşrulaştırma, 3 kez
202
(%1,3) gizleme, 23 kez (%10) birleştirme, 148
kez (%62,7) parçasallaştırma ve 14 kez (%5,9)
şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 143 kez
tekrarlanan Deniz Feneri Derneği adında 8 kez
(%5,6) meşrulaştırma, 9 kez (%6) birleştirme,
119 kez (%83,2) parçasallaştırma ve 7 kez
(%4,9) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 82
kez tekrarlanan Şener Eruygur adında 27 kez
(%32,9) meşrulaştırma, 17 kez (%21) birleştirme, 1 kez (%1,2) parçasallaştırma ve 37 kez
(%45,1) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda
133 kez tekrarlanan Kemal Kılıçdaroğlu adında
52 kez (%39,1) meşrulaştırma, 16 kez (%12)
birleştirme ve 65 kez (%48,9) parçasallaştırma
geçmektedir. Toplamda 68 kez tekrarlanan
Tuncay Özkan adında 5 kez (%7,4) meşrulaştırma, 19 kez (%28) birleştirme, 41 kez
(%60,3) parçasallaştırma ve 3 kez (%4,4) şey-
Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206)
leştirme geçmektedir. Toplamda 80 kez tekrarlanan Adil Serdar Saçan adında 4 kez (%5)
meşrulaştırma, 3 kez (%3,8) gizleme, 16 kez
(%20) birleştirme, 48 kez (%60) parçasallaştırma ve 9 kez (%11,3) şeyleştirme geçmektedir. Toplamda 135 kez tekrarlanan Mehmet
Mir Dengir Fırat adında 58 kez (%43) meşrulaştırma, 11 kez (% 8) birleştirme ve 66 kez
(%48,9) parçasallaştırma geçmektedir. Toplamda 87 kez tekrarlanan AKP adında 18 kez
(%20,7) meşrulaştırma, 11 kez (%13) birleştirme, 52 kez (%59,8) parçasallaştırma ve 6 kez
(%6,9) şeyleştirme geçmektedir.
SONUÇ
Her kanal mutlaka etkisi altında olduğu egemen söylem ya da söylemleri, haber yayınlarında farklı şekillerde ideoloji inşa stratejileri
kullanarak yeniden üretilmelerine katkı sağlamaktadır. Ağırlıklı olarak her iki kanal için de
karşıt görüşlerin, diğer egemen söylemlerin
sistem dışında bırakılmasını, farklılık yüklenmesini sağlayan parçasallaşmanın kullanıldığını söylemek mümkündür. Kanalların kendi
egemen söylemlerini güçlendirmek ve desteklemek için meşrulaştırma ve şeyleştirmeye de
sıklıkla başvurdukları görülmektedir. Her iki
kanalın da sık olmamakla birlikte zaman zaman
egemen söylemlerin gizlenmesi/ maskelenmesi
yönünde ideoloji inşa stratejisi kullandıkları
belirtilebilir. Başat ideolojilerin tek bir egemen
söylem altına alınmasını ifade eden birleştirme
ideoloji inşa stratejisi, araştırmada sadece
KANAL D’nin ana haber bülteninde incelemeye alınan haberlerde gözlenmiştir. STV’de bu
ideoloji inşa stratejisine yer verilmemiştir.
Her iki kanalda en çok kullanılan ideoloji inşa
stratejisi parçasallaşmadır. İncelenen haber
konuları genelinde parçasallaşmanın STV’de %
70, KANAL D’de ise % 54,7 oranında ilk sırada yer alan haber ideoloji inşa stratejisi olduğunu söylemek mümkündür. Her iki kanalda da
sıklıkla başvurulan bu ideoloji inşa stratejisi
kanallarda yer alan ve incelenen haber konularına göre farklılık göstermektedir. STV en çok
35 haberle Ergenekon Soruşturması ile ilgili
haberlerde bu ideoloji inşa stratejisini kullanırken, KANAL D’de en çok 21 haberle Deniz
Feneri Davası ile ilgili haberlerde parçasallaşma kullanılmıştır. Daha sonra sırasıyla; meşrulaştırma, şeyleştirme, gizleme ve birleştirme
ideoloji inşa stratejilerinin kullanıldığı tespit
edilmektedir.
Parçasallaşma ile savunulan egemen söylemin,
mevcut durumun yerine geçmesi, diğer baskın
karakterdeki güçlerin söylemlerinin dışarıda
bırakılması veya başkalaştırarak farklı kılınması amaçlanmaktadır. STV’de Ergenekon Soruşturması ile ilgili haberlerin bu strateji doğrultusunda öne çıktığı görülmektedir. Siyaset kimliklerden, sivil toplum örgütleri yöneticilerine,
askeri kanattan, medyatik isimlere kadar çok
yönlü bir soruşturmayı içine alan Ergenekon
Soruşturması, mevcut iktidarın darbe ile yıkılarak, yerine askeri yönetimin geçmesini isteyen
bir örgütün varlığı iddiası üzerine kurulan haber konusudur. Mevcut siyasi iktidara yakınlığı
ile bilinen STV’de Ergenekon Soruşturması ile
ilgili haberlerin, terör örgütü olduğu iddia edilen oluşumu dışlayan çizgide ele alındığını
söylemek mümkündür.
KANAL D’de parçasallaşma ile ilgili Deniz
Feneri Davası konulu haberlerin öne çıktığı
görülmektedir. Habere konu olan ve Almanya’da faaliyet gösteren Deniz Feneri Derneği,
Alman Mahkemelerinde bağışçıların paralarını
uygunsuz şekilde kullandıkları iddiası ile yargılanmaktadır. Türkiye’de aynı adla faaliyet
gösteren ve mevcut iktidara yakın olduğu gözlenen Dernek’in söz konusu yolsuzlukta payı
olduğu da iddialar arasındadır. Genel olarak
haber bültenlerinde mevcut siyasi iktidarın
karşısında yer alan bir tutum sergileyen
KANAL D’nin, söz konusu haberlerde Deniz
Feneri Derneği’ne bağlı olarak mevcut siyasi
iktidarı parçasallaştıran bir yol izlediği gözlenmektedir.
STV’de adı geçen kişi, kurum ya da kuruluş
açısından hangi ideoloji inşa stratejilerinin öne
çıktığına bakıldığında içinde Ergenekon adı
geçen haberlerde % 90,7 oranında parçasallaştırma ideoloji inşa stratejisinin kullanıldığı
görülebilmektedir. Ergenekon soruşturmasına
yönelik haberlerin aktörleri arasında sayılan
Şener Eruygur, Tuncay Özkan ve Adil Serdar
Saçan isimlerinin de aynı doğrultuda parçasallaştırıldığını söylemek mümkündür. Recep
Tayyip Erdoğan adının geçtiği haber konuları
içinde de % 52’lik oranıyla parçasallaştırma
öne çıkmaktadır. Bu durum ise, bu siyasi kimliğe yakınlığı ile bilinen STV’nin, bu isme
203
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
yönelik karşıt görüşleri parçasallaştırmak istediği şeklinde yorumlanabilir. Deniz Feneri
Derneği adında da parçasallaştırma % 52,9’luk
oranıyla diğer ideoloji inşa stratejileri içinden
öne çıkmaktadır. Bunda da Recep Tayyip Erdoğan adında olduğu gibi, tarafında yer aldığı
söylemin karşısındaki söylemleri farklılaştırma
isteği şeklinde yorumlanabilir. AKP Milletvekili Mehmet Mir Dengir Fırat adının geçtiği
haberlerde % 49,1’lik oranıyla meşrulaştırma
ilk sırada yer almaktadır. Belirtildiği üzere
mevcut siyasi iktidara yakınlığı ile bilinen
STV’de bu siyasi iktidar partisine mensup
milletvekili ile ilgili haberlerin meşru bir temele oturtulduğu, bunun içinde izleyicilerin gözünde söz konusu söylemin onaylanmasını
sağlayacak yönde haberlerini çerçevelediği
söylenebilir. Zahit Akman adının geçtiği haberlerde % 59,1’lik oranla meşrulaştırma ideoloji
inşa stratejisinin ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Deniz Feneri Dava sürecinde yapıldığı
iddia edilen yolsuzlukla ilişkilendirilen ve
mevcut siyasi iktidar tarafından göreve getirilen RTÜK Başkanı Zahit Akman hakkındaki
haberlerin de yine STV’de meşruluk kazandırılmasına yönelik düzenlendiği ifade edilebilir.
AKP adının geçtiği haberlerde ise % 50 oranında meşrulaştırma ve % 50 oranında da parçasallaştırma ideolojilerinin kullanıldığı saptanmıştır. Bu duruma ilişkin de, bir yandan
mevcut iktidarın otoritesi kabul edilebilir ve
onaylanabilir şekilde sunulurken, diğer yandan
da mevcut iktidara alternatif olabilecek ve bu
egemen söylemin yerine geçebilecek karşıt
egemen söylemlerin farklılaştırıldığı dile getirilebilir.
KANAL D’de haberde adı geçen kişi, kurum
ve ya kuruluş adlarında öne çıkan ideoloji inşa
stratejilerine bakıldığı zaman Ergenekon’da
öne çıkan ideoloji stratejisinin % 47,6’lık oranla parçasallaştırma olduğu görülmektedir.
KANAL D’de Ergenekon Soruşturmasına
ilişkin haberler, taraflarının net bir şekilde belli
olmadığı, askeriyeden emniyete, medya mensuplarından sanatçılara kadar tanınmış ve mevcut iktidarın karşısında faaliyet gösterdikleri
iddia edilen kişilerin isimlerinin geçtiği bir
yapılanma olarak aktarılmaktadır. Genel anlamda soruşturma kapsamında çok detaylı
bilginin olmaması, devam eden bir operasyonlar dizisi olması nedeniyle ağırlıklı olarak
KANAL D’de bu isim parçasallaşma yönünde
204
işlenmiştir. Ergenekon Soruşturmasına yönelik
haberlerin aktörleri arasında sayılan Tuncay
Özkan ve Adil Serdar Saçan isimlerinin de aynı
doğrultuda parçasallaştırıldığını söylemek
mümkündür. Yine aynı haber konusuyla ilişkilendirilen, Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanarak cezaevine konulan ve sağlık
sorunlarıyla tekrar gündeme gelen Emekli
Orgeneral Jandarma Eski Genel Komutanı
Şener Eruygur’un en çok adının geçtiği ideoloji
inşa stratejisi ise şeyleştirme olmuştur.
KANAL D’nin Şener Eruygur’un adının geçtiği haberlerde şeyleştirme ile standartlaştırma,
mevcut söylemin doğallaştırılarak bir rutin hale
getirilmesi, dolayısıyla yeni yorumların dışta
bırakılarak bir dışlama mantığının oluşturulması amaçlanmıştır. Başka bir değişle KANAL
D’de emekli bir asker olarak ülkenin üst düzey
yönetim kademelerinde yer alan Şener
Eruygur’un adının geçtiği haberler, onun söylemini, yaptığı işi doğallaştırmayı ve izleyicinin konu hakkında resmi bir görüş edinmesini
sağlamaktadır. Recep Tayyip Erdoğan isminin
geçtiği haberlerin % 62,7’lik bir oranıyla ilk
sırasında parçasallaştırma yer almaktadır.
Mevcut siyasi iktidarın karşısında yer alan
KANAL D’de mevcut siyasi iktidarın liderinin
söylemlerinin farklılaştırılarak sistem dışına
itilmesi doğal olarak görülmektedir. Burada da
Recep Tayyip Erdoğan isminin geçtiği haberlerin gözle görülür bir çoğunluğunda, onun söylemini farklılaştıracak ideoloji inşa stratejisi
seçilmiştir. Deniz Feneri Derneği adının geçtiği
haberlerin % 83,2’sinde parçasallaştırma ideoloji inşa stratejisinin öne çıktığı belirlenmiştir.
Yine bu isme paralel olarak aynı haber konusunun aktörlerine dâhil edilen Zahit Akman’ın
isminin de % 96,8’lik oranla parçasallaştırma
ideoloji inşa stratejisi içinde değerlendirildiğini
görmek mümkündür. Deniz Feneri Davası
konulu haberlerde ön plana çıkan Recep
Tayyip Erdoğan, Zahit Akman ve Deniz Feneri
Derneği parçasallaştırılarak düzen dışında
bırakılmak istenen isimler, dolayısıyla düzen
dışında bırakılmak istenen egemen söylemler
olarak değerlendirilebilirler.
Uygulama sonucunda yapılan analizlerde ortaya çıkan çerçevelemeler ile kitle iletişim araçlarının ve özellikle de televizyonun haberi
verirken onu nasıl anlamlandırılacağına ilişkin
sınırları da birlikte aktararak; izleyicinin bilincini, sosyal, kültürel ve politik sonuçları olacak
Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden… (191-206)
şekilde nasıl oluşturduğunu böylece tespit
etmek mümkün olmaktadır.
KAYNAKLAR
Althusser L (2003) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Alp Tümertekin (çev), İthaki
Yayınları, İstanbul.
Atabek N ve Uztuğ F (1998) Haberde Çerçeveleme ve Öne Çıkarma, Anadolu Üniversitesi
İletişim Bilimleri Fakültesi Kurgu Derg, 15
Eskişehir.
Chomsky N ve Herman E S (1998) Medya
Halka Nasıl ‘Evet’ Dedirtir: Kitle İletişim
Araçlarının Ekonomi Politiği, Berfu Akyolda,
Tamara Han, Metin Çetin ve İsmail Kaplan
(çev), Minerva Yayınları, İstanbul.
Dursun Ç (2001) Televizyon Haberlerinde
İdeoloji İmge Kitabevi, Ankara.
Erdoğan İ ve Alemdar K (1990) İletişim ve
Toplum Bilgi Yayınevi, Ankara.
Ergül H (2001) Absürdün Sınırında Haber:
Magazin Söylemi ve Duyargalarımız, http://
www.medyakronik.net/akademi/makaleler/mak
aleler28. htm, 24.12.2007.
Fiske J (1996) İletişim Çalışmalarına Giriş,
Süleyman İrvan (çev), Bilim Sanat Yayınları,
Ankara.
Karaduman S (2007) Medyatik Gerçeklikte
Kimlik Temsilleri: Televizyon Haberlerinin
Aktörleri Üzerine Düşünceler, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Derg, 4 (4),
45–56.
Köse H (2001) Konuşma, İfade Birlikleri ve
İktidar Söylemleri, http://www.istanbul.edu.tr
/4.boyut/ilksayi/hkose-iktidarsoylemi.htm,
26.11.2008.
Mardin Ş (1992) İdeoloji, İletişim Yayınları,
İstanbul.
Mc Carthy, E D (2002) Bilgi Kültürü- Yeni
Bilgi Sosyolojisi, Çivi Yazıları, İstanbul.
Mora N (2007) Haber ve Haber Söylemi,
www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.
php?sid= 26.11.2008.
Mutlu E (1998) İletişim Sözlüğü, Ark Yayınları, Ankara.
Orhon N E (2004) Değişim Değeri Açısından
Televizyon Haberi - Teknolojik Ve İdeolojik
Boyutuyla Metalaşan Televizyon Haberleri,
Anadolu Üniversitesi Yayınları No:1537, Eskişehir.
Özkanal B (1998) Televizyon Haber Programlarında Gerçekliğin Sunumu, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
Özdenören R (2002) Yazı, İmge, Gerçeklik, İz
Yayıncılık, İstanbul.
Sancar Ü S (1997) İdeolojinin Serüveni: Yanlış
Bilinç ve Hegemonyadan Söyleme, İmge
Kitabevi, Ankara.
Scheufele D A (1999) Framing as a Theory of
Media Effects, Journal of Communication,
http://www.asc.upenn.edu/usr/ogandy/ C45405
%20resources/Scheufele%20framing20as%20
effects.pdf, 09.03.2009.
Kaya, A Y ve Serarslan, M (2004) İstanbul
Terör Saldırılarının İngiliz Basınına Yansıması,
Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü,
Orhan Gökçe ve Uğur Demiray (ed), Çizgi
Kitabevi, Konya, 359–379.
Shoemaker P ve Resse S D (2002) İdeolojinin
Medya İçeriği Üzerindeki Etkisi, Medya Kültür
Siyaset, Süleyman İrvan (der), Alp Yayınevi,
Ankara.
Kazancı M (2002) Althusser, İdeoloji ve İletişimin Dayanılmaz Ağırlığı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Derg, 55–87
Sholle D J (2005) Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar/ Bilgiye, Medya İktidar
İdeoloji, Mehmet Küçük (der) Ark Yayınları,
Ankara.
Kazancı M (2003) Althusser ile İdeoloji Üzerine Yapılamamış Bir Söyleşi, Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Derg, 37–53
Tokgöz O (2000) Temel Gazetecilik, İmge
Kitabevi, Ankara.
Kazancı M (2006) Althusser, İdeoloji ve İdeolojiyle İlgili Son Söz, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Derg, 67–93
Tonga Y (2005) İçerik Analizi/ Karşılaştırmalı
Yöntem, http://yunus.hacettepe.edu.tr/~tonta/
courses/spring2005/bby208/bby208-4b-icerikanalizi.ppt, 19.03.2009.
205
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Yüksel E ve Gürcan, H İ (2005) Haber Toplama ve Yazma, Tablet Kitabevi, Konya.
Yüksel Y (2008), Polisin Parlayan İmajı ve
Medya, http://www.isref.org/index.php?pid=
43&page=view&id=798, 09.03.2009
Yavaşgel E (2004) Uluslar Arası Siyasette
İletişim Politikaları Yaratan İdeolojik Tabanlı
Olgu ve Kavramlar, Medyada Yeni Yaklaşımlar, Metin Işık (ed) Eğitim Kitabevi, Konya.
206
YAYIN YAPMA YASAĞI KARARLARININ TÜRK MEDYASINA YANSIMASI
Sevil Yıldız*
ÖZET
Çalışmamızda mahkemeler tarafından yazılı ve görsel basın araçları için verilen yayın yasağı
kararlarının ifade ve basın özgürlüğü açısından hukuki temelleri araştırılmakta ve hangi hallerde
yayın yasağı kararının verilebileceği Anayasa başta olmak üzere ilgili yasaların maddeleri ele
alınarak irdelenmektedir. Konuyla ilgili uygulama çalışması olarak yazılı basının Ergenekon soruşturmasına olan ilgisi içerik çözümlemesi yöntemi kullanılarak araştırılmaktadır. Konunun
güncelliği göz önünde bulundurularak yazılı basının Ergenekon soruşturması ile ilgili yayın yasağına uygun davranıp davranmadıkları araştırılıp genel bir değerlendirme ile çalışmamız sona
ermektedir.
Anahtar sözcükler: İfade özgürlüğü, yayın yasakları, Ergenekon Soruşturması
REFLECTION OF VERDICTS ON BROADCASTING PROHIBITIONS
TO TURKISH MEDIA
ABSTRACT
In our study legal basis of broadcasting prohibitions which are adjudicated by courts to written
and visual media are investigated according to expression and freedom of the press and in which
case the decision to ban publications such as the Constitution can be addressed by the relevant
provisions of law are examined. Written applications to work on the subject of press interest in the
Ergenekon investigation, by using content analysis methods are investigated. By keeping in mind
actuality of the subject, whether the written presses respect broadcasting prohibitions or not about
the Ergenekon Investigation are investigated and ended with an overall evaluation study.
Keywords: Freedom of expression, broadcasting prohibitions, Ergenekon Investigation
I. BASIN YOLUYLA DÜŞÜNCEYİ
AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ
Düşünce özgürlüğü, belirli bir düşüncenin
açıklanması ve bu düşüncenin etrafında toplanmanın sağlanması hakkını kapsamaktadır.
Salt düşünce, kişinin iç dünyası ile ilgili bir
olgudur. Kişinin düşünme yetenek ve imkânının sınırlandırılması ve ortadan kaldırılması
mümkün değildir (Kocasakal 2003: 55). Bu
nedenle düşünce özgürlüğü kişinin görülemeyen, dokunulamayan iç alanına ilişkin olması
neticesinde önemi fazla olmayan bir özgürlük
gibi algılanabilmektedir. Oysa kişi, düşünce
bazında bir iç özgürlüğe sahip olabildiği ölçüde
özgür sayılmaktadır. Düşünce özgürlüğü en asli
ve üstün özgürlüktür. Bütün diğer özgürlükler
ortadan yok olsa bile, düşünce özgürlüğü varlığını devam ettirecektir (Kaboğlu 2000: 56).
Düşünce özgürlüğü asli, temel bir özgürlüktür.
Diğer özgürlüklerin çoğu bu özgürlük sağlan*
Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
madıkça var olamayacaktır. Örneğin basın
özgürlüğü fikir, düşünce ve haberlerin yayılmasına hizmet etmektedir. Burada ikinci derecede olan basın özgürlüğü, hem düşünce özgürlüğünü yaygınlaştırmakta hem de ona dayanmaktadır.
Başkalarına yansıtmadan düşünmenin bir yararı
yoktur. Düşünce başkalarına nakledilmedikçe
anlam taşımayacaktır. Bu nedenle düşünce
özgürlüğünün var olabilmesi için, düşünceyi
açıklama özgürlüğü, yani ifade özgürlüğü var
olmak zorundadır ( Dönmezer 1976: 128).
En geniş anlamda ifade özgürlüğü bir düşünce,
inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçı
yoldan açığa vurulması veya dış dünyada ifade
edilmesinin serbest olması demektir (Özek
1978: 74). Bu açıdan değerlendirildiğinde birçok ifade biçiminin korunması gerekmektedir.
Geniş anlamda ifade özgürlüğü, sözlü ve yazılı
anlatım, sanatsal gösterim, kişisel görünüm ve
görüntü tercihi, gösteri, yürüyüş, toplantı yap-
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
ma ve örgütlenme gibi özgürlükleri kapsar.
Sadece kitap, makale, deneme, roman ve hikâye yazmak ve yayınlamak değil; resim ve heykel gibi sanat icra etmek, oyun sahnelemek,
kıyafet giymek, gösteri yürüyüşü ve toplantıya
katılmak, dernek veya topluluk kurmak kişisel
veya toplu ifade biçimleri dâhilindedir (Özek
1999: 188).
Daha dar anlamda ifade özgürlüğü, birey için
kişisel ve toplumsal yaşamın getirdiği sorunlara yönelik ürettiği yanıtlarda özgür olma ve
bunları açıklayabilme olanağıdır. Yani ifade
özgürlüğü, bireylerin serbestçe düşünme ve
bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve
kanaatlerden dolayı kınanmaması, bu düşüncelerini çeşitli araç ve yöntemler kullanarak serbestçe açıklayabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânına sahip
olmasıdır (Kaboğlu 2000: 214).
Gerek düşüncenin oluşturulması gerekse düşüncenin açıklanması aşamaları yönünden
basın, en önemli araç olarak görülmektedir.
Gerçekten basın hem oluşturucu hem de oluşmuş düşüncenin açıklanması aracı olarak birbirini tamamlayan ve birbirini izleyen bir görev
icra etmektedir. Diğer bir deyişle basın yoluyla
düşüncelerin açıklanması belirli bir kamuoyu
oluşturmakta; bu oluşumun yarattığı düşünceler
ise yine basın yoluyla bir açıklamaya konu
olmaktadır (Cohen- Almagor 2002: 65).
A. ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELER VE
ANAYASAL TEMEL
Düşünceyi açıklama özgürlüğü insan haklarını
düzenleyen bütün belgelerde yer almaktadır.
Bununla birlikte bu özgürlüğün düzenleniş
biçimi ve bu özgürlüğe getirilen sınırlamalar
birbirlerinden çok farklı olmamakla birlikte her
belgeye göre değişmektedir. Bazı belgeler
düşünceyi açıklama özgürlüğünü daha geniş bir
koruma altına almak için, bu özgürlüklerle
ilgili maddeleri ayrıntılı olarak kaleme almışlar
ve sınırlama nedenlerini titizlikle belirlemişlerdir (Örn. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi).
Buna karşılık Afrika İnsan ve Halklar Hakları
Şartı gibi belgelerde ise düşünceyi açıklama
özgürlüğünün yalnızca varlığından söz edilmekte, bu özgürlüğün ne şekilde güvence altına
alındığına değinilmemektedir.
208
Türkiye’nin de taraf olduğu Medeni ve Siyasi
Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini düşünceyi
açıklama özgürlüğü ve sınırlandırılması konuları yönünden inceleyeceğiz.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından
1966 yılında kabul edilen Medeni ve Siyasi
Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme medeni
ve siyasi haklara ilişkin uzun bir liste içermektedir. Söz konusu sözleşmenin 19. maddesi
düşünceyi açıklama özgürlüğünü düzenlemektedir. Bu maddeye göre:
“ 1. Herkesin müdahaleye uğramadan kanaat
edinme hakkı vardır.
2. Herkesin ifade özgürlüğüne hakkı vardır;
Bu hak gerek sözlü, yazılı ya da basılı veya
sanat eseri şeklinde, gerekse seçilen diğer
herhangi bir yoldan, ülke sınırları söz konusu
olmaksızın, her türlü haber ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü içerir.
3. Bu maddenin 2. fıkrasında öngörülen hakların kullanılması bazı ödev ve sorumlulukları da
içerir. Bu nedenle belli kısıtlamalara konu
olabilirler; ancak bunlar kanunun öngördüğü
ve:
a) Başkalarının haklarına ve ününe saygılı
olmak;
b) Ulusal güvenliğin ve kamu düzeninin veya
kamu sağlığı ya da ahlakının korunması için
zorunlu kısıtlamalardır.”
Diğer sözleşme ise 1950 tarihinde kabul edilip
1953 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesidir. Sözleşmenin 10. maddesi düşünceyi açıklama ve yayma hakkını
düzenlemektedir. Bu maddeye göre:
“ 1. Herkes düşüncelerini açıklama ve yayma
özgürlüğüne sahiptir. Bu hak kanaat özgürlüğünü, kamu makamlarının müdahalesi ve ülke
sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir
almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu
madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına
engel değildir.
Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217)
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen
bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin korunması, toprak bütünlüğünün veya
kamu güvenliğinin korunması, asayişsizliğin
veya suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın
veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının
korunması, gizli kalması gereken haberlerin
yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için
kanunla öngörülen bazı formalitelere, şartlara,
sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
Görüldüğü üzere insan haklarını garanti altına
alan uluslar arası belgelerde düşünceyi açıklama özgürlüğü ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Bu özgürlüğün hangi araçlarla kullanılabileceği
ve hukuki korumanın nasıl işleyeceği hususları
açıklığa kavuşturulmuştur. Ayrıca bu belgelerde bu özgürlük bazı sınırlamalara tabi tutulmuştur. Bu sınırlama nedenleri sözleşmeden
sözleşmeye bir takım farklılıklar içermekle
birlikte Türkiye’nin de taraf olduğu Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin öngördüğü ortak sınırlama nedenleri üç başlık altında toplanabilir
(Kaboğlu 2000: 129):
1. Genel ahlakın korunması
2. Başkalarının şöhret ve haklarının korunması
3. Milli güvenliğin, toprak bütünlüğünün ve
kamu düzeninin korunması.
Kitle iletişim araçları ile ilgili özgürlükler söz
konusu olduğu zaman yürürlükteki Anayasanın
25. ve devamı maddelerini incelemek gerekmektedir. Anayasanın 25. maddesine göre “
Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse,
düşünce ve kanaatlerinin açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” Düşünce özgürlüğü başlığını taşıyan bu madde hükmüne göre düşünce
ve kanaatin özgürce şekillenmesi bireylerin
kitle iletişim faaliyetleri yoluyla doğru bilgilenmelerinin sağlanmasına bağlıdır.
Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
düzenleyen 26. maddeye göre “ Herkes düşünce kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama
ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi
makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon, sinema
veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin
sistemine bağlanmasına engel değildir…”
Sözü geçen maddenin devam fıkrasında ise,
özgürlüğün kullanılmasının “ milli güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin
temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması Devlet
sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun
öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak
yerine getirilmesi amaçlarıyla” sınırlanabileceğini düzenlemiştir.
Ayrıca Anayasa koyucu “yayımı engellememenin” altını çizerek 26. maddeye “ haber
düşünce yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler bunların yayımını
engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz”
hükmünü ilave etmektedir.
Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile
ilgili Anayasal hükümler incelendiğinde özellikle kitle iletişim faaliyetleri güvence altına
alındığı gözlemlenmektedir. Ancak bazı sınırlar dâhilinde söz konusu özgürlüğün sınırlanabileceği de Anayasal hükümlerden anlaşılmaktadır.
B. YAYIN YASAKLARI
Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
önündeki en büyük engellerden birisi mahkemeler veya ilgili kurumlarca verilen yayın
yasağı kararlarıdır. Gerek Basın Kanunu’ndan
gerekse Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan alınan
yetkiyle mahkemeler soruşturma ve kovuşturma aşamalarında, nedenleri de açıklanarak,
yazılı ve görsel basın ve medya kuruluşlarında
somut olayla ilgili haber yapılması yasaklanmaktadır. Genel olarak, verilen yayın yasaklarının amacı, yargının amacına uygun işlemesini
sağlamak olup, genelde kamu düzenini korumak olmaktadır (Keskin 2001: 34).
Yayın yasakları ile ilgili Anayasal güvenceler
Anayasanın 28. maddesinde yer almaktadır.
209
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Basının asıl olarak işlevini düzenleyen 28.
maddenin ilk fıkrası basın özgürlüğünü teminat
altına almaktadır. Devam eden düzenlemelerde
ise şu hususlar yer alır. “ Devlet basın ve haber
alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlandırılmasında, Anayasanın 26. ve 27. maddeleri hükümleri uygulanır.
Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya
suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana
teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli
bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya
yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı
amaçla basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararıyla;
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de
kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle
önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili mercii, bu
kararını en geç yirmi dört saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz kalır.
Yargılama görevinin amacına uygun olarak
yerine getirilmesi için kanunda belirtilen sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar
saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım
yasağı konamaz.
…Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
Cumhuriyetin temel ilkelerine, milli güvenliğe
ve genel ahlaka aykırı yayımlardan mahkûm
olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak
kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça
devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla toplatılır.”
28. maddede yer alan düzenlemede basın özgürlüğü vurgusu yapılmaktadır. Ancak fıkralar
halinde basın özgürlüğünün sınırlarından olan
yayın ve dağıtım yasakları, belli koşulların
varlığı halinde konulabileceği anlaşılmaktadır.
Basın özgürlüğünün sınırlandırılması olarak
değerlendirilen yayın yasağı kararı verilebilmesinin anayasal tek nedeni olarak “yargılama
görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi” öngörülmüştür. Yargılama görevinin
amacına uygun olarak yerine getirilmesinden
maksat, adli işlemlerin norma uygun ve adaleti
sağlayıcı bir işlerlik kazanması demektir
(Ongun 2008: 208). Yargının amacı, yargılama
konusu uyuşmazlığın norma uygun bir biçimde
çözümlenmesi olduğuna göre, bu çözümlemeyi
210
zorlaştıracak, saptıracak, olanak dışı bırakacak
eylemler, yargı görevinin amacına uygun işlemesine ve gerçekleştirilmesine zarar veren
eylemlerdir. Yayın yasaklarının konusu da
ancak yargı fonksiyonunun norma uygun işlerliğine karşı fiillerle ilgili olarak konulabilir
(Özek 1978: 117).
C. YAYIN YASAKLARININ AMACI
Kamu düzeninin korunması amacı; belirli sırların savunulması zorunluluğunu da yaratır. Kişisel sırların ihlali kişi hak ve haysiyeti ile ilgilidir. Devlet sırları ise devletin varlığının korunması amacıyla himaye görmektedir. Buna
karşılık adli sırlar yargının amacına uygun
işlemesine yöneliktir (Çetin 2004: 67). Bu
sınırlar içerisinde sırların korunması amacıyla
basın yoluyla düşünce açıklama hürriyeti sınırlandırılırken, kamu düzeninin korunmasına
yönelik bir sınırlama gerçekleştirilmektedir.
Böyle bir durumda düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyetinin sınırlandırılmasının nedeni
yine anayasada yer alan kurallara dayanmaktadır (Özek 1999: 99).
Adli kovuşturma ile ilgili yasaklamalar belirli
oranda adli haberlerin verilişini sınırlamaktadır. Hukuk sistemimizde adli sırrın korunmasına yönelik kurallar iki ana grupta toplanmaktadır.
Birinci grup sınırlama herhangi bir karara gerek olmaksızın normun objektif ve genel bir
kuralıyla yaratılan sınırlamadır. Bu sınırlama
durumunda davanın niteliği ne olursa olsun adli
soruşturma ile ilgili bazı açıklamaların yapılması hakkı kabul edilmemiştir. Bu konuda
Basın Kanunu’nun “ Yargıyı Etkileme” başlıklı
19. maddesi örnek olmaktadır. Basın Kanunu‘nun 19. maddesi“ Hazırlık soruşturmasının
başlamasından takipsizlik kararı verilmesine
veya kamu davasının açılmasına kadar geçen
süre içerisinde, cumhuriyet savcısı, hâkim veya
mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili
diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse iki
milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır
para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel
süreli yayınlarda on milyar liradan, yaygın
süreli yayınlarda yirmi milyar liradan az olamaz.
Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya
Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217)
mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci fıkrada yer alan
cezalar uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
19. maddenin birinci fıkrasında soruşturmanın
başladığı günden takipsizlik kararı verildiği ya
da kamu davasının açıldığı güne kadar cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkemenin soruşturma ile ilgili işlemlerinin ve soruşturma ile
ilgili diğer belgelerin içeriğinin yayımlanması
suç sayılmıştır. Bu işlem ve belgelerin içeriklerinin yayımlanmaması, yalnızca bunların yapıldığından ya da bulunduğundan söz edilmesi
suç olarak kabul edilmeyecektir (Donay 2009:
377).
Maddenin ikinci fıkrasına göre görülmekte
olan bir davada verilen karar kesinleşinceye
kadar, bu dava ile ilgili cumhuriyet savcısı
hâkim ve mahkeme işlemleri hakkında görüş
yayınlayan kişiler de birinci fıkrada yer alan
cezalarla cezalandırılacaklardır. Mütalaa yayımlama yasağı yalnız ceza davaları yönünden
değil, her türlü dava yönünden vardır. Yasa bir
ayırım yapmadan yayım yasağı getirdiğinden
cumhuriyet savcısı, yargıç ve mahkemelerin
işlemlerini övücü veya kötüleyici nitelikteki
her türlü görüşün yayımlanmasının yasak olduğunu kabul etmek gerekir. Bu yasak yargılama
sonunda verilen hükmün kesinleşmesine kadar
sürer ( İçel ve Ünver 2005: 87). Hüküm kesinleştikten sonra her türlü mütalaa yayımlanabilir. Bu yasağa dâhil olmayan yayınlar da madde
gerekçesinde açıklanmıştır. Mütalaa niteliğinde
olmayan, yani söz konusu işlemleri olumlu
veya olumsuz, doğru veya yanlış olarak nitelendirmeyen, yalnızca işlemin yapıldığından
söz eden haber nitelikli yazılar bu yasağa dâhil
değildir. Madde kapsamında yayınlanması
yasaklanan husus belgelerin içeriğidir. Böylece, kovuşturmaya başlanmadan bir sanığın
tutuklanmasına yönelik hâkim kararı aynen
yayınlanmasa da haber olarak bir kişinin tutuklandığı bildirilebilir ( Dönmezer 1976: 121).
19. madde salt basın suçu yaratmıştır. Bu fiiller
ancak basın yoluyla işlenebilir. Söz konusu
belgelerin içeriğini öğrenmek ve sözlü olarak
açıklamak suç sayılmamaktadır. Söz konusu
hüküm yargı görevinin amacına uygun olarak
yerine getirilmesi kuralına uygun düşmektedir
(İçel ve Ünver 2005: 88). Yasağın söz konusu
olabilmesi için olayla ilgili araştırmanın başla-
ması gerekmektedir. Bu açıdan soruşturma
başlamadan önce olayın ve olayla ilgili belgelerin açıklanması imkânı bulunmaktadır. Buna
karşılık soruşturma başladıktan sonra yine
olayla ilgili bilgi verilebilirse de soruşturma
konusunda herhangi bir resmi belgenin yayınlanması yasaktır. Madde, bilirkişi raporlarının,
adli tıp kararlarının, tanık ifadelerinin, keşif
zabıtlarının yayınlanmasını da yasaklamıştır
(Özek 1978: 89).
Adli sırrın korunmasına yönelik ikinci grup
normlar ise sadece yetkili organlar için bir
olanak sağlamaktadır. Bu grup normlar dolaylı
nitelikte sınırlamalar içermektedir. Bu durumda
objektif ve genel bir normla adli kovuşturma
ile ilgili açıklama olanakları sınırlandırılmış ve
yasaklanmış değildir. Sadece yetkili organ
gereğinde, adli kovuşturma ile ilgili yayın
yasağı koyabilmek hakkına sahiptir.
Bu grup normlara verilecek örnek ise, 3984
sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
İşleyişi Hakkındaki Kanun içerisinde yer alan
düzenlemelerdir. Söz konusu kanun radyo ve
televizyon yayınlarının düzenlenmesini ve
denetlenmesini öngörmektedir. Yayın yasaklarının radyo ve televizyonlar için nasıl yol alacağı hususu 3984 sayılı kanunda yer almaktadır. Kanunun 4. maddesinde yer alan yayın
ilkelerine aykırı yayın yapılması durumunda
Yasanın 33. maddesinde yer alan düzenlemeye
göre RTÜK yayın kuruluşlarını uyarır veya
aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması halinde radyo
ve televizyon kuruluşları için para cezası öngörmektedir (Avşar ve Öngören 2003: 91).
II. UYGULAMA ÇALIŞMASI
A. ARAŞTIRMANIN AMACI
Ergenekon soruşturması, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından silahlı bir teşkilata
yönelik başlatılan bir soruşturmadır. Soruşturma 2007 yılının Haziran ayında İstanbul ili,
Ümraniye ilçesinde bir evde silah ve mühimmatın bulunması ile başlamıştır. Daha sonra
2009 yılına gelinceye kadar basın tarafından
dalgalar olarak adlandırılan bir dizi operasyon
ile devam etmiştir. Ergenekon operasyonu
olarak isimlendirilen soruşturmanın kırılma
noktası olarak 2008 yılının Mart ayı gösterilmektedir.
211
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Ergenekon soruşturması devam etmektedir.
441 klasör, 2455 sayfadan ve eklerinden oluşan
asıl iddianame ile Ergenekon davası, 86 şüpheli
ile Temmuz 2008 yılında görülmeye başlanmıştır. Bu arada 2 ek iddianame hazırlanmıştır.
Hâlen devam eden davada, bazı ordu komutanları dahil, çeşitli emekli ve muvazzaf subay,
birçok gazeteci, akademisyen, sivil toplum
örgütü lideri; hükümeti devirecek bir askerî
darbe planlamak ve Ergenekon adında bir silahlı terör örgütü kurmak suçlamasıyla yargılanmaktadır. Ergenekon davasında 2. iddianame 10 Mart 2009 günü İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi'ne gönderilmiştir. 56 şüpheli hakkında iddiaların yer aldığı iddianame, 1909
sayfa olarak hazırlandı. 2. iddianame 25 Mart
2009 günü kabul edilmiştir. Davanın ilk duruşması 20 Temmuz 2009 da yapılmıştır. 77
şüpheli hakkında ise 3. iddianame hazırlanmıştır.
Bu ölçüde büyük bir soruşturmanın basının
ilgisini çekmesi doğaldır. Basın, başlangıcından itibaren soruşturmanın her aşamasını yakından takip edip kamuoyuna sunmaktadır. Bu
arada İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
15 Haziran 2007 tarihli gizlilik kararı ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 21 Haziran
2007 tarihli yayın yapma yasağı kararı aldığı
görülmektedir.
Ümraniye’de bulunan el bombaları hakkında
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
21.06.2007 gün ve 2007/617 teknik takip ve
soruşturma No: 2007/1536 sayılı kararı ile
verdiği yayın yapma yasağı kararının içeriği şu
şekildedir. “ 12.06.2007 tarihinde Ümraniye’de
ele geçirilen bombalarla alakalı yapılan soruşturma çerçevesinde gözaltına alınan şahısların
emekli asker olması ve bazı önemli bilgilerin
soruşturma kapsamında ele geçirilmiş olması
hususları göz önüne alındığında basında çıkan
çeşitli haberlerin kamu düzeni, kamu güveni ve
toprak bütünlüğünün korunması, devlet sırlarının açıklanması veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının
sağlanması amacıyla sınırlanabileceğinden
bahisle, gereği düşünüldü; Söz konusu soruşturma ile alakalı olarak soruşturmanın amacından saptırılmak istenmesi ve kamuoyunda
yanlış anlamalara sebebiyet verilmemesi amacıyla, tüm yazılı ve görsel basın ve medya kuruluşlarında konu ile ilgili olarak Basın kanunu-
212
nun 3. madesi gereğince, yayın yapma yasağına karar verildi. “
Çalışmamız, bu yayın yapma yasağının yazılı
basın ayağında uygulanıp uygulanmadığını
araştırmayı amaçlamaktadır. Kamuoyunun
ilgisinin en üst düzeyde olduğu böyle bir operasyon ile ilgili olarak yazılı basının, basın
özgürlüğünden kaynaklanan haber verme hakkı
sınırları içerisinde davranıp davranmadığının
test edilmesi, bu çalışmanın uygulama kısmının
amacını oluşturmaktadır.
B. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ
Araştırmamızda yöntem olarak içerik çözümlemesi yöntemi benimsenmiştir. İçerik çözümlemesi sosyal gerçeğin yazılı/açık içeriklerinin
özelliklerinden içeriğin yazılı/açık olmayan
içeriğin özellikleri hakkında çıkarımlar yapmak
yoluyla sosyal gerçeği araştıran bir yöntemdir
(Gökçe 2006: 18). İçerik çözümlemesinin
amacı, bir metnin tasviri ve açıklaması değil,
özellikle metin içeriklerinden sosyal gerçeğe
yönelik çıkarımlar yapmaktır (Çebi 2003: 36).
C. ÇALIŞMANIN EVRENİ VE
ÖRNEKLEM
Çalışmanın evreni Türkiye’de yayınlanan beş
gazetenin Ergenekon soruşturması ile ilgili
haberlerini ve yorumlarını temel hareket noktası olarak almaktadır. Söz konusu çalışma, günümüzde medyanın büyük bir güç olduğu varsayılarak ulusal gazeteler temel alınarak yapılmıştır.
Çalışmanın malzemesini 13 Nisan 2009 – 17
Nisan 2009 tarihleri arasında bazı gazetelerde
yayınlanan Ergenekon Soruşturması haberleri
oluşturmaktadır.
Örneklem, günlük yayın yapan ulusal gazeteleri kapsamaktadır. Bu gazeteler baskı sayıları
açısından tercih edilmiştir. Buna göre:
- Milliyet
- Sabah
- Taraf
- Zaman
- Cumhuriyet
Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217)
Gazeteleri çalışmamızda dikkate alınan araçlardır.
D. ÇALIŞMANIN UYGULANMASI
İçerik çözümleme yönteminin temelini sınıflama sistemi oluşturmaktadır. Bu nedenle her
içerik çözümleme yöntemini benimseyen çalışmalar sınıflama sistemleri ile değerlendirilebilir. Bu gerçekten hareketle çalışmamızın
öncelikle ve titizlikle üzerinde durduğu konu,
burada geliştirilen sınıflama sistemi olmaktadır. Mevcut araştırma malzemeleri sınıflandırma sistemini oluştururken dikkate alınmıştır.
Önce bu malzemelerin ortak noktaları bulunmuş ve çalışmamızın varsayımları da göz önüne alınarak sınıflandırma sistemi oluşturulmaya
çalışılmıştır.
Veriler biçimsel ve içeriksel olmak üzere iki
aşamada değerlendirilmektedir. Verilerin biçimsel çözümlemesi, basının olaya atfettikleri
ilgi ve önemi, yani, basının olaya ayırdığı dikkati kapsamaktadır. Verilerin içeriksel çözümlemesi ise, araştırma malzemelerinin kategoriler aracılığıyla ayrıştırılmasını kapsamaktadır.
1. BASININ İLGİSİ
Yaklaşık iki yıla yakın süredir devam eden
soruşturmanın her dalgası basın tarafından
yakından takip edilmiştir. Bu beklentinin gerçekçiliği, basının olaya atfettiği önem ve bu
süreçte hangi faktörlerin etkin rol oynadığı
sorularının yanıtlanmasıyla test edilecektir.
Tarih
Haber
Yorum
Söyleşi
Toplam
Haber
Yorum
Söyleşi
Toplam
Haber
Yorum
Söyleşi
Toplam
Haber
Yorum
Söyleşi
Toplam
Haber
Yorum
Söyleşi
Toplam
Cumhuriyet
Zaman
Taraf
Sabah
Milliyet
TABLO 1. Basının araştırma zaman dilimi içerisinde ilgisi
13.04.2009
1
1
1
1
6
1
7
-
14.04.2009
19
7
26
22
6
28
13
4
17
21
1
22
17
7
2
26
Araştırma zaman dilimi içerisinde adı geçen
beş gazetede, konuyla ilgili toplam 324 haber
çıkmıştır. Bu 324 haberin gazetelere göre
dağılımı basın organlarının olaya farklı ölçütlerde ilgi gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu
da Tablo 2’deki verilerle açıklanabilir.
Araştırmaya dâhil edilen beş gazeteden Cumhuriyet gazetesi ilgi açısından ilk sırada yer
alırken Milliyet gazetesi ikinci, Zaman gazetesi
15.04.2009
14
7
21
10
10
5
5
16
1
17
18
4
22
16.04.2009
10
6
1
17
6
1
1
8
7
3
1
11
8
1
1
10
16
5
21
17.04.2009
10
3
13
8
3
1
12
3
2
5
6
1
7
13
4
17
Toplam
53
23
1
77
47
10
2
59
29
9
1
39
57
5
1
63
64
20
2
86
üçüncü, Sabah gazetesi dördüncü, Taraf gazetesi en son sırada yer almaktadır. Cumhuriyet
gazetesi, Taraf gazetesinin haberler toplamının
iki katından fazla haber yayınlamıştır. Cumhuriyet ile Milliyet gazetelerinin operasyona
yönelik haber toplamları diğer üç gazetenin
toplamına yakındır. Dolayısıyla Cumhuriyet ve
Milliyet’in olaylara daha yoğun ilgi gösterdikleri açıktır.
213
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
TABLO 2. Haberlerin Basına Göre Dağılımı
Gazete
Milliyet
Sabah
Taraf
Zaman
Cumhuriyet
Toplam
Haber sayısı
53 % 63,84
47 % 79,67
29 % 24,35
57 % 90,47
64 % 24,41
250 % 77,16
Yorum sayısı
23 % 29,87
10 % 17,10
9 % 23,07
5 % 8,1
20 % 23,25
67 % 20,67
2. BASININ ERGENEKON
SORUŞTURMASINI ALGILAMA VE
İŞLEYİŞ BİÇİMİ
İçerik çözümlemesi yönteminin esası olan
kategoriler ve kategoriler sistemidir. Sayıca
fazla olan metinler kuramsal açıdan önemli
olan noktalara yönelik sınıflandırılarak betimlenmektedir.
Sınıflama sistemi bir ölçek sunmaktadır. Bu
ölçek araştırma sorusu açısından önemli olan
noktaların sosyal gerçekten seçimini belirlemektedir. Sınıflama sistemi üzerinden sosyal
gerçek yapılandırılmaktadır (Gökçe 2006: 57).
Sınıflama sistemi, sosyal gerçeğin elemanlarını
belli özelliklere göre sınıflandırmakta ve bu
süreçte araştırma sorusu açısından dikkate
alınmayan anlam farklılıkları çözümleme dışı
bırakılmaktadır ( Gökçe 2006: 58).
Çalışmamız kuramsal ön kabullerden değil
araştırma malzemesinin kendisinden hareket
etmektedir. Dolayısıyla verilen çözümlenmesi
araştırma malzemesinden hareketle gerçekleştirilen kategoriler aracılığıyla gerçekleşmektedir.
Farklı kategorilerin oluşturulması ve verilen bu
kategorilere yerleştirilmesi genel kanaate göre
gerçekleşmektedir. Bu bağlamda çözümleme
büyük ölçüde niteliksel bir özellik taşımaktadır.
Ergenekon soruşturması devam ederken İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın aldığı karar doğrultusunda yapılan halk arasında ve basın tarafından 12. dalga olarak adlandırılan bazı kişi
veya kurumların yöneticileri hakkında yürütülen gözaltına alma ve ifadesine başvurma işlemleri, araştırmamızın sınıflandırma konusunu
oluşturmaktadır. Özellikle Savcılığın 13. Nisan
2009 tarihinde başlattığı operasyona ilişkin
214
Söyleşi sayısı
1 % 1,79
2 % 3,23
1 % 2,58
1 % 1,43
2 % 2,34
7 % 2,17
Toplam sayı
77
59
39
63
86
324
haberler belli kategoriler halinde aşağıda sıralanmıştır. Ergenekon soruşturması birçok konunun gündeme gelmesine vesile olmuştur.
Ancak kategorilerin de gösterdiği gibi, bu konular genelde güncel tepkiler olarak gündeme
gelmekte ve böyle de işlenmektedir. Dolayısıyla basının Ergenekon soruşturmasının 12. dalga
operasyonlarını haberleştirmesinde ve sunumunda rutin işleyiş mantığının dışına çıkmadığı, aktüel olay merkezli işlediği söylenebilir.
TABLO 3. Kategoriler ve Yoğunlukları
Kategoriler
Prof. Dr. Türkan Saylan’ın görüş ve
ifadeleri
Rektörlerin gözaltına alınması
ÇYDD ile ilgili haberler
Prof. Dr. Mehmet Haberal ile ilgili
haberler
Sivil toplum örgütlerinin tepkileri
Akademisyenlerin tepkileri
Süleyman Demirel’in tepkileri ve
aktiviteleri
Hükümet üyelerinin tepkileri
Prof. Dr. Erol Manisalı ile ilgili
haberler
Vatandaş tepkileri
Bülent Ecevit ile bağlantılar
CHP’nin tepkileri
Ergenekon soruşturmasının genel
kronolojisi
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
aktiviteleri
Cumhuriyet savcılarının
açıklamaları
YÖK’ün tepkileri
Yoğunluk
Derecesi
101
69
58
52
47
41
32
27
26
22
19
16
14
11
9
9
Konular arasında en yoğun ilgi gören “ Prof.
Dr. Türkan Saylan’ın görüş ve aktiviteleri”
Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217)
kategorisidir. Bu kategori içerisinde Prof. Dr.
Türkan Saylan’ın evinde arama yapılması,
yazılarına ve bilgisayar kayıtlarına incelenmek
üzere el konulması, Prof. Dr. Türkan Saylan’ın
bu olaylara ve genelde Ergenekon soruşturmasına tepki göstermesi, vatandaşın ve yakınlarının kendisine destek olması gibi konuların
yoğun olarak işlendiği görülmektedir.
Ergenekon operasyonun 12. dalgasının asıl
konusunu oluşturan, aralarında eski rektörlerin
de bulunduğu ve halen görev yapan rektörlere
yönelik olması konusunun basın tarafından
ikinci yoğunlukta ele alındığı görülmektedir.
Eski veya görevdeki rektörlerin gözaltına alınma sebepleri basın organlarınca sorgulanmaktadır. Geçmişte ve günümüzde yaptıkları icraatlar göz önüne serilerek gözaltına alınma sebepleri ile bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır.
Bir diğer en fazla yer verilen kategori ise, başkanlığının Prof. Dr. Türkan Saylan’ın yaptığı
eğitim faaliyetleri ile ön plana çıkan “ Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği” ile ilgili haberlerdir. Prof. Dr. Türkan Saylan’ın evinde arama
yapılmasının asıl nedeni olarak gösterilen bu
derneğin faaliyetleri basın tarafından masaya
yatırıldığı, burs alan öğrencilerin durumunun
incelendiği haberler, özellikle bu konudaki
yorumlar bu kategoriyi yoğun hale getirmiştir.
Gözaltına alınan diğer rektörlerin yanı sıra
Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal hakkında yapılan işlemlere ait
kategori yoğunluğu fazla olan bir diğer sınıfı
oluşturmaktadır. Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın
daha önceki dönemlerde eski başbakanlardan
Bülent Ecevit ile olan bağlantıları, Patalya
Otel’de yapılan toplantılar ve daha önce mahkemeye sunulan 1. ek iddianamede isminin yer
alması gibi hususlar ön plana çıkarılmıştır.
İddianamede mevcut bilgiler kamuoyuna hatırlatılmaya çalışılmıştır.
Çalışmamızda bir diğer kategoriyi oluşturan
sivil toplum örgütlerinin Ergenekon soruşturmasına olan tepkileri yoğun ilgi görmüştür.
Sivil
toplum
örgütlerinden
TÜSİAD,
KAGİDER, TBB duyulan endişeyi dile getirmektedirler.
12. dalga operasyonlarında gözaltına alınanların birçoğunun akademisyen olması üniversite-
lerin de dikkatini bu yöne çekmiştir. Bazı üniversitelerin operasyonu, operasyonun yapılış
biçimini kınama mesajları, gözaltına alınan
rektörlere destek mesajları ve aktiviteleri de
gündeme gelmiştir. Ancak bu kurum ve kuruluşların tepkilerinin yeni konuların oluşumuna
zemin hazırlamadığı yalnızca toplumsal sorumluluk ve hassasiyet göstermek açısından önem
arz ettikleri için gündeme taşınmaktadır.
Eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in bu operasyon sırasında Prof. Dr. Mehmet
Haberal’ın yanında yer alması ve onu desteklemesine ait haberler, orta yoğunlukta kategoriyi oluşturmaktadır. Süleyman Demirel’in
konumu nedeniyle basının ilgisini çekmesi
doğaldır. Bu yüzden Süleyman Demirel’in
tepkilerini hangi perspektiflerden konulaştırıldığının ortaya konulması ayrı bir önem arz
etmektedir.
Hükümet üyelerinin tepkileri de basında yoğunluk derecesi açısından orta öneme sahip
konular arasındadır. Hükümet üyelerinden
Hayati Yazıcı (9), Nihat Ergun (7), Mehmet
Ali Şahin (8), Köksal Toptan (3) dikkat dağılımında öne çıkmaktadır. Olayın yargıya intikal
etmesi nedeniyle olay hakkında fazla yorumun
yapılmaması dikkate değer bulunmaktadır.
12. dalga operasyonlarından sonra dikkat çekici
bir konu ise eski başbakanlardan Bülent Ecevit
ile Prof. Dr. Mehmet Haberal arasında bağlantı
kurulmasıdır. Bülent Ecevit’in başbakanlığı
sırasında sağlık problemleri yaşadığı dönemde
Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi
altına alınması olayları çeşitli haberlerle gündeme taşınmıştır. O zamanlarda Bülent Ecevit’in yakın koruma görevlisi, şimdiki DSP
İstanbul Milletvekili Recai Birgün ile yapılan
söyleşi olayı gündeme taşımıştır. Basın da
gerekli ilgiyi göstermiş olduğundan bu konu
ayrı bir kategori de orta yoğunlukta işlenmiştir.
CHP lideri Baykal’ın tepkileri ve aktiviteleri
konusu, ayrıca ele alınmaktadır. Çünkü CHP
ana muhalefet partisidir ve bu konumu nedeniyle basının, CHP’nin tepkilerini ortaya koyması ( 16 haber) önemlidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepkileri de bir
diğer kategoriyi oluşturmaktadır. Türk Silahlı
Kuvvetleri Ergenekon soruşturmasına daima
215
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
temkinli davrandığı, emekli mensuplarının dahi
tutuklandığı bu soruşturma konusunda yargıyı
etkileyecek açıklamalardan kaçınmaktadır.
Buna rağmen inceleme süresi zarfında Türk
Silahlı Kuvvetler mensuplarının soruşturma ile
ilgili tepki ve aktiviteleri en az yoğunlukta olan
kategoriler arasında yer almaktadır.
Ergenekon soruşturmasının genel kronolojisi,
soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet
Savcılarının soruşturmanın seyri ve adil yargılanma hakkı ihlalleri ile ilgili açıklamaları ve
Yüksek Öğretim Kurulu’nun sınırlı tepkisi
yoğunluk açısından basında daha az yer bulan
kategoriler arasındadır.
Özet olarak basın şaşırtıcı, sıra dışı nitelik
taşıyan ve siyasi elitlerin aktivitelerine ve demeçlerine ağırlıklı olarak yer vermektedir.
Ancak bu olaylar yeni olayların oluşumuna
zemin ve vesile hazırlamıyor ise bu tür olaylara
yönelik basının ilgisi ve dikkati sınırlı kalmaktadır. Mahkeme tarafından verilmiş olan yayın
yasağı kararı da bu ilgiyi azaltmakta önemli rol
oynamaktadır.
III. GENEL DEĞERLENDİRME
Bu araştırmada Ergenekon soruşturmasının
basına yansıması analiz edilmeye çalışılmıştır.
Analiz sonucunda ortaya çıkan bulgular şöyle
özetlenebilir.
Basın haber üretimi ve sunumu, rutin bir işleyiş
mantığı içerisinde gerçekleşmektedir. Basın
güncel olay ya da verilere tepki vermektedir.
Konuların ya da boyutların işlenmesi ve gündeme gelmesi açıklamalar üzerinde gerçekleşmektedir. Olaylar arkasından verilen demeçler
basının ilgisini artırmaktadır. Demeçler söz
konusu olmadığı durumlarda, basının olaya
yönelik ilgisi azalmakta, konu gelişim göstermediği için kapanmaktadır.
Ergenekon soruşturma konusu her daim haber
niteliği taşımaktadır. Araştırma zaman dilimi
içerisinde asıl amaçlanan konu basının yayın
yapma yasaklarına uygun davranıp davranmadığını test etmektir. Analizimizden de çıkarıldığı üzere operasyonlar ve soruşturmanın seyri
hakkında adil yargılanma hakkını ortadan kaldıracak veya bağımsız yargıyı etkileyecek
görüşlere veya demeçlere yer verilmediği anla-
216
şılmıştır. Doğal olarak yeni gelişen bir olayın
vukuu bulması sadece bu olayın gelişimini
haber yapmayı gerektirdiği için, yorumlar veya
demeçler yukarıda bahsedilen olumsuz yönde
verilmemektedir.
Türkiye’nin de taraf olduğu uluslar arası belgelerde sınırları çizilmiş durumlarda yayınların
önceden denetlenmesi olanağı bulunmaktadır.
Ancak Anayasamızda asıl olan olaylar hakkında yayın yasağı konamaz. Olaylar hakkında
yayın yasağı koymak yasaktır. Sadece 28.
maddenin 6. fıkrası bu ilkeye tek istisna getirmektedir. Bu istisna ise, “ yargılama görevinin
etkiden uzak tutulması” amacına yöneliktir.
Aksi durumda yazılı görsel ve işitsel yayınlara
yayım yasağı konulursa ortaya basın özgürlüğünü, düşünce ve kanaatlerin basın yoluyla
açıklanması özgürlüğünü, halkın doğru haber
alma özgürlüğünü sansür niteliğinde sınırlayıcı
veya ortadan kaldırıcı bir tedbir kabul edilmiş
olur.
Kaldı ki Basın Kanununda açıkça yayın yasağı
ve uygulanabileceği durumlar açıklanmamıştır.
Bu konuda bir düzenleme yoktur. Sadece 19.
madde “Yargıyı Etkileme” başlığı altındaki
düzenleme, aykırı yayın yapanlara para cezasını öngörmektedir. Bu tür bir haberin yapılması
suç olarak düzenlenip men edilmiştir. Ayrıca
mahkemeler tarafından ayrı bir “yayın yapma
yasağı” kararının verilmesi uygun değildir. Bu
konuda adil yargılamayı teminat altına alan bir
düzenleme zaten mevcuttur. Ayrıca yayın
yapma yasağı kararı verilmesi yersizdir.
Araştırmamızın evreni ve örneklemi dikkate
alınarak, basının Ergenekon Soruşturmasına
ilişkin verilen yayın yasağına uygun yayın
yaptığı tespit edilmiştir. Ancak Ergenekon
soruşturması gibi halkın gündemine oturmuş
bir konu hakkında verilen yayın yasağının
amacına ulaşıp ulaşmadığı da ayrı bir tartışma
konusunu oluşturmaktadır. Genel olarak incelendiğinde Ergenekon Soruşturması ile ilgili
olarak yapılan haberlerde -internette göz önüne
alındığında- yayın yasağının hiçbir anlamının
kalmadığı sonucuna ulaşılabilir. Gizli kalması
gereken soruşturma aşamasında gizli tanıkların
ifadeleri gazetelere haber olmakta, iddianame
teknik süzgeçten geçirilmeden internette yayınlanmakta, devam eden davada tanık ifadelerine
internet üzerinden erişilebilmekte ve toplumun
Yayın Yapma Yasağı Kararlarının Türk Medyasına… (207-217)
her kesiminin Ergenekon soruşturması ile ilgili
yargıyı etkileyecek demeçler vermeleri, yorumlarda bulunmaları özellikle dikkate değerdir.
Bu paralellikte yayın yasağı kararları düşüncenin basın yoluyla açıklanması hürriyetine getirilmiş bir engeldir. Halkın gerçek habere ulaşma hakkı bulunmaktadır. Bu hakkını almak
için basının haber verme hakkının önündeki
engellerin kaldırılması gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Avşar Z ve Öngören G (2003) Radyo ve Televizyon Hukuku, Piramit Yayıncılık, Ankara.
Cohen- Almagor R (2002) İfade, Medya ve
Etik İfade Özgürlüğünün Sınırları, Nihat Şad
(çev.), Phoenix Yayınevi, Ankara.
Çebi M S (2003) İletişim Araştırmalarında
İçerik Çözümlemesi, Alternatif Yayınları, Ankara.
Çetin E (2007) Son Değişiklerle Basın Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara.
Donay S (2009) Ceza Muhakemesi Kanunu
Şerhi, Beta Yayınları, İstanbul.
Dönmezer S (1976) Basın ve Hukuku, Sulhi
Garan Matbaası, İstanbul.
Gökçe O (2006) İçerik Analizi Kuramsal ve
Pratik Bilgiler, Siyasal Kitabevi, Ankara.
İçel K ve Ünver Y (2005) Kitle Haberleşme
Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul.
Kaboğlu İ (2000) Düşünce Özgürlüğü, İnsan
Hakları, YKY, İstanbul.
Keskin İ (2008) Yayın Yasakları, Adalet Derg,
30, Ocak, 30- 55.
Kocasakal Ü (2003) İfade Özgürlüğü ve Ceza
Hukuku, Ceza Hukuku Derneği Yayınları,
No:1.
Ongun C (2008) Yazılı ve Görsel Basın İçin
Verilen Yayın Yasakları ve Koşulları, Terazi
Hukuk Derg, 19, Mart, 205- 215.
Özek Ç (1978) Türk Basın Hukuku, Fakülteler
Matbaası, İstanbul.
Özek Ç (1999) Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına, Alfa Yayınları, İstanbul.
217
SAKARYA SAVAŞI’NDA ANADOLU’DA YENİ GÜN
Hakan Aydın*
ÖZET
Anadolu’da Yeni Gün, ilk olarak 1918 Eylül’ünde, Yunus Nadi tarafından Yeni Gün adıyla İstanbul’da yayınlanmıştır. Mütareke devrinin ağırlığı çökünce Ankara’ya taşınan gazete, Ağustos
1920’den itibaren Ankara’da, Anadolu’da Yeni Gün adıyla tekrar çıkmıştır. Ankara Hükümeti’nin
yarı resmi sözcülüğünü yapan Anadolu’da Yeni Gün, Millî Mücadele basını içinde en kuvvetli ve
nitelikli gazetelerden biridir. Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye nakledilir. Savaşın zaferle sonuçlanmasının ardından yeniden Ankara’ya taşınmış, Cumhuriyet’in ilânından sonra kapanarak yerini,
yine Yunus Nadi tarafından 7 Mayıs 1924’ten itibaren İstanbul’da yayınlanmaya başlayan Cumhuriyet’e bırakmıştır. Niteliksel tarihsel tasarım karakterini taşıyan çalışma, kurtuluş sürecinin
kritik evrelerinden biri olan Sakarya Savaşı’nın, Millî Mücadele’nin önde gelen gazetelerinden
Anadolu’da Yeni Gün’ün yayın hayatını nasıl etkilediğini ve gazetenin bu süreçte izlediği politikayı değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar sözcükler: Anadolu’da Yeni Gün, Millî Mücadele, Sakarya Savaşı, Kayseri
THE DAILY NEWSPAPER ANADOLU’DA YENİ GÜN DURING THE BATTLE OF
SAKARYA
ABSTRACT
The daily newspaper Anadolu’da Yeni Gün was first printed in September of 1918 by Yunus Nadi
in Istanbul by the name Yeni Gün (The New Day). To escape the suppression of the armistice era,
the newspaper moved to Ankara and was printed from August 1920 on under the name Anadolu’da Yeni Gün. Acting as the semiofficial voice of the Ankara government, the newspaper was one
of the most influential and qualified dailies among the Nationalist Press. During the Battle of
Sakarya, the newspaper was moved further east to Kayseri. The battle resulting with the victory of
the National army, it moved back to Ankara, and after the declaration of the Republic it was
closed to make place for the İstanbul daily Cumhuriyet printed again by Yunus Nadi after 7 May
1924. With a character of a qualitative historical reconstruction, the study aims to evaluate how
the Battle of Sakarya as one of the most critical turning points of the Liberation War, affected the
Anadolu’da Yeni Gün as one of the leading dailies of the Nationalist cause, and in general the
newspaper policy of this daily during this process.
Keywords: Anadolu’da Yeni Gün, Turkish War of Independence, The Battle of Sakarya, Kayseri.
GİRİŞ
Kurtuluş Savaşı yılları, Türk basın tarihinin
önemli evrelerinden biridir. Millî Mücadele
sırasında (1919–1923) bütün yurt sathında
yayın yapan toplam 306 civarında gazete ve
dergi bulunmaktadır (Güner ve Kabataş 1990:
313–374). Albayrak, İrade-i Milliye, Hâkimiyet-i Milliye, Anadolu’da Yeni Gün, Babalık,
Öğüt, Açıksöz, Yeni Adana, Sebilürreşad, İstiklâl, Halk Millî Mücadele basınının başlıca
temsilcileridir (1). Bu dönem basınının kontrolünde, kurtuluş hareketini desteklemek üzere
Anadolu’ya geçen entelektüeller önemli rol
*
oynar. Farklı bakış açıları, Anadolu’nun düşmanlardan temizlenmesi gerektiği ortak düşüncesinde buluşur. Gazeteler, önemli bölgeleri
düşman işgaline uğramış bir ülkede, büyük
imkânsızlıklar içinde görevini yapmaya çalışmıştır. Temel baskı malzemelerinin, bu malzemelerle gazete çıkaracak teknik kadronun
örneğin mürettibin bile bulunmadığı ya da
güçlükle temin edilebildiği bir dönemde, basının tam bir hüviyete kavuşamayacağı açıktır.
Her türlü yokluğa rağmen Anadolu illerinde bir
iki sayfa da olsa gazeteler yayınlanmış ve kurtuluş hareketi desteklenmeye, Anadolu halkının
birlik ve beraberliğini sağlama çabaları sürdü-
Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi
Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229)
rülmeye çalışılmıştır. Amaç düşmanın Anadolu’dan çıkarılması, vatan savunması olunca;
kâğıt, matbaa sıkıntısı, işgal güçlerinin baskıları gibi karşılaşılan ciddi zorluklar, kolaylıkla
aşılabilecek engeller olarak değerlendirilmiştir.
Millî Mücadele basınının dönemin tüm zorlukları içinde varlık gösterebilmesinde, Mustafa
Kemal’in desteği önemli rol oynamıştır. Mustafa Kemal önderliğindeki hareket, Anadolu’daki
ilk örgütlenme çabalarından itibaren basınla
ilgilenmeye başlamıştır. Basın tarihimizin “bu
tarafının inşa edildiği ilk fikir atölyesi” olan ve
5 Mart 1335 (1919)’da Süleyman Necati (Güneri) tarafından Erzurum’da çıkarılan Albayrak,
kendisinden sonra iki atölyeye daha kaynaklık
edecektir: İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye (Fındıkoğlu Cumhuriyet, 17 Haziran 1947,
Güneri 1991: 35). İlk olarak, kurtuluş hareketinin sesini, bu bağlamda Sivas Kongresi’nin
kararlarını duyurmak amacıyla 14 Eylül
1919’dan itibaren Sivas’ta, İrade-i Milliye
yayınlanır (Tamer 2004: 33). Ardından Müdafaa-i Hukuk’un “naşir-i efkârı” olmak ve millet
iradesini devlet iradesine dönüştürmek amacıyla (Yust 1995: 81, Kansu 1997: 503) 10 Ocak
1920’de Ankara’da, adını bizzat Mustafa Kemal’in koyduğu Hâkimiyet-i Milliye yayınlanmıştır (İnuğur 1992: 25, Öztoprak 1981: 11).
Bu çalışma, Hâkimiyet-i Milliye ile birlikte
diğer bütün Kemalist basın için yönlendirici
olan (Koloğlu 2006: 115) ve Ankara Hükümeti’nin yarı resmi sözcülüğünü yapan (Topuz
2003: 125) Anadolu’da Yeni Gün’ü konu
edinmektedir. Sakarya Savaşı’nın gazetenin
yayın hayatına etkilerini değerlendirmeye geçmeden önce, konunun tarihsel altyapısına özet
olarak göz atmakta/hatırlamakta yarar vardır.
Yunus Nadi’nin (Abalıoğlu, 1880–1945) Yeni
Gün’ü, ilk olarak İstanbul’da 1918 yılında
yayınlanmaya başlamıştır (Yeni Gün 3 Eylül
1918). 1918, Osmanlı Devleti için kritik bir
yıldır. I. Dünya Savaşı, Yeni Gün’ün yayınlanmasından iki ay sonra Mondros Mütarekesi’nin
imzalanmasıyla sona erecektir. İngilizlerin
İstanbul’u işgali, Mütarekenin zor koşulları
altında, kesintilerle yayınını sürdürmeye çalışan Yeni Gün için (BOA MV., 215/2) yeni
güçlüklerin habercisidir. Osmanlı Meclis-i
Mebusanı’nın gazeteci üyelerinden Yunus
Nadi, İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’ya
geçme olanaklarını araştırırken, gazetesi de
İngilizlerce yayından alıkonmuştur. Gazete,
kısa süreli bu aradan sonra, İstanbul’da 13
Nisan 1920’ye kadar yayınını sürdürecektir
(Kocabaşoğlu 1981: 180). Ankara günleri, Yeni
Gün’ün yayın hayatında ikinci evreyi oluşturur.
Yunus Nadi, İstanbul’dan Ankara’ya geçerken
İnebolu ve Kastamonu güzergâhıyla matbaasını
da gizlice taşımış; gazete, Ağustos 1920’den
itibaren Anadolu’da Yeni Gün adıyla tekrar
yayınlanmaya başlamıştır. Böylelikle Ankara’nın ilk günlük gazetesi de çıkmış olmaktadır
(Coşar (t.y.) 187, Öztoprak 1981: 6, Kabacalı
2000: 155). Millî Mücadele’nin çetin zorlukları, gazetenin yayın yaşamını da etkiler. Bu
nedenle Ankara son durak değildir. Anadolu’da
Yeni Gün, Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye taşınmıştır. Kayseri günleri, gazetenin yayın
hayatında zorunlu fakat kısa süreli açılan bir
parantez olarak değerlendirilebilir. Kayseri’de
31 sayı yayınlanan gazete, Sakarya Savaşı’nın
zaferle sonuçlanmasının ardından yeniden
Ankara’ya dönmüştür.
Anadolu’da Yeni Gün, Millî Mücadele basını
içinde en kuvvetli ve nitelikli gazetelerden biri
olmuştur. Mustafa Kemal’in düşüncelerini
yansıtmış, Misak-ı Millî’yi bütün gücü ile
savunmuştur (Öztoprak 1981: 6). Şükrü Kaya’nın yazdığına göre “Gazi Mustafa Kemal’in
Yeni Gün’ü okumadan yatmadığını ve bazı kere
de makaleleri basılmadan telefonla dinlediğini
bilenler çoktur” (1974: 43). Gazete, Anadolu
halkında Millî Mücadele ruhunun canlanması
için her gün yeni bir manşetle çıkar (Coşar
(t.y.) 180). Millî Mücadele’nin amaç ve hedefleri doğrultusunda kamuoyunun aydınlatılmasında etkili olan gazete, Cumhuriyet’in ilânından sonra kapanarak yerini, yine Yunus Nadi
tarafından 7 Mayıs 1924’ten itibaren İstanbul’da yayınlanmaya başlayan Cumhuriyet’e
bırakmıştır (Çoker 1995: 531).
Anadolu’da Yeni Gün, anılan nitelikleriyle
Millî Mücadele basını içinde kendine önemli
bir konum edinmiştir. Gazete koleksiyonu,
kurtuluş hareketinin örgütlenmesi, yönetimi,
güçlenmesi sürecine ve bu süreçte yaşanan
toplumsal gelişmelere yönelik araştırmalar için
önemli bir kaynak niteliğindedir. Ancak bu
kaynağın tam olarak değerlendirildiğini söylemek güçtür. Bu konuda bilinenler, büyük oranda, Coşar ve Yust’un yazdıklarına dayanır.
Kurtuluş Savaşı’nın önemli tanıklarından biri
olmasına rağmen gazeteyle ilgili yapılmış çalışmaların sayısı sınırlıdır. Var olanlar da gaze-
219
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
tenin Kayseri günlerine ilişkin ayrıntılı bilgileri
içermemektedir (2). Gazete üzerine önemli bir
araştırma, Uygur Kocabaşoğlu tarafından yapılmıştır (3). Kocabaşoğlu, gazetenin koleksiyonunu inceleyerek önemli bilgiler verir. Ancak çalışmada, Kurtuluş Savaşı’na ilişkin haber, yorum ve değerlendirmelerin ayrıntılı
sunumu, konuyu inceleyecek olanların Anadolu’da Yeni Gün’ü ihmal edemeyeceği gerekçesiyle yapılmamıştır. Bu düşünce, gazetenin
yayın hayatının Kurtuluş Savaşı yıllarına denk
gelen döneminin ayrıntılı olarak incelenmesinin önemini arttırmaktadır.
Çalışma, kurtuluş sürecinin kritik evrelerinden
biri olan Sakarya Savaşı’nın Anadolu’da Yeni
Gün’ün yayın hayatını nasıl etkilediğini ve
gazetenin bu süreçte izlediği politikayı değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu tür incelemelerin yapılması, iletişim alanından gelen araştırmacılar tarafından gereken ilgiyi gör(e)meyen
basın tarihimiz konusundaki bilgi eksikliklerinin giderilmesine ve akademik bilgi birikimine
önemli katkı sağlayacaktır. Gazetenin Millî
Mücadele yıllarına ait koleksiyonunun ayrıntılı
olarak ele alınması, kuşkusuz, tüm yönleriyle
döneme ilişkin sağlıklı değerlendirmeler yapmaya olanak veren bilgileri açığa çıkaracaktır.
Bu girişim, doğal olarak daha kapsamlı bir
incelemeyi gerektirmektedir. Çalışma, bu gereksinimi karşılamaya yönelik bir adım olarak
değerlendirilmelidir. Çalışma kapsamında
gazetenin Sakarya Savaşı sürecinde Kayseri’de
yayınlanan 31 sayısı incelenmiştir. Beyazıt
Devlet Kütüphanesi’nden temin edilen sayılarından bazıları, gazetenin çıktığı dönem yazılı
evraka önem gösterilen bir zaman dilimi olmadığından güçlükle okunabilmiştir. Niteliksel
tarihsel tasarım karakterini taşıyan araştırmada,
ilgili incelemelerden yararlanılarak gazeteye
ilişkin özlü bilgiler verildikten sonra, gazetenin
kimlik bilgileri ve teknik özelliklerine değinilmiş ardından kadrosu tanıtılarak içeriği değerlendirilmiştir.
1. KİMLİK BİLGİLERİ VE TEKNİK
ÖZELLİKLERİ
Yeni Gün, ilk olarak 1918 yılında İstanbul’da
yayınlanmaya başlamıştır. Ulaşılabilen 3 Eylül
1918 tarihli 3. sayısına göre İmtiyaz Sahibi ve
Başyazarı Yunus Nadi, Sorumlu Müdürü Ahmet Rasim’dir. İstanbul’da sabahları olmak
220
üzere her gün yayınlanan gazetenin matbaa ve
idarehanesi, Babıâlî civarında Acı Musluk
(Cemal Nadir) Sokağı olarak geçmektedir. 40
para fiyatla satılan gazetenin abonelik ücreti,
yurt içi için seneliği 340, altı aylığı 180, 3
aylığı 95; yurt dışı için seneliği 410, altı aylığı
210, üç aylığı 110 kuruştur. İlân gelirleri ile
yaşamını sürdürmeye çalışan gazete, ilân ücretlerinin gazete idarehanesinde kararlaştırılacağını belirtmiş, ilânların içeriğinden dolayı sorumluluk kabul edilemeyeceği kaydını düşmüştür.
Gazetenin Yeni Gün klişesinin altında yer alan
iletişim bilgileri şöyledir: “Telgraf Adresi:
İstanbul (Yeni) Gün, Telefon: İstanbul 195,
Posta Kutusu: 463.
Yeni Gün, Ağustos 1920’den itibaren Ankara’da çıkmaya başlamış ve adının üzerine küçük puntolarla “Anadolu” ibaresi eklenmiştir.
Mevcut bazı kaynaklarda (Coşar (t.y.) 180,
Güner ve Kabataş 1990: 319, Öztoprak 1981:
6), gazetenin 10 Ağustos 1920’den itibaren
Ankara’da yayına başladığı yazılı olsa da,
ulaşılabilen 10 Ağustos 1920 tarihli sayının,
gazetenin ikinci sayısı olduğu görülmüştür:
“İkinci sene-Numro: 2–382.” Gazetenin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı yine Yunus Nadi’dir
(10 Ağustos 1920). Sorumlu Müdür ise
Osmanzade Hamdi’dir (Coşar (t.y.) 180). Aynı
tarihli sayıda, yönetim işlerinin Hükümet Caddesi’nde özel bir dairede gerçekleştirildiği
belirtilmekte, gazetenin telgraf ve telefon adresi “Ankara Yeni Gün” olarak geçmektedir.
Abone bedeli, yurt içi için üç aylığı 400, altı
aylığı 700, seneliği 1300; yurt dışı için üç aylığı 550, altı aylığı 1000, seneliği 1900 kuruştur.
Yunus Nadi, Cumartesi dışında haftada her gün
yayınladığı gazetesini (10 Ağustos 1920), Karacaoğlan Caddesi’ndeki büyükçe bir ahşap
evden yönetmektedir. Binanın alt katına, elle
işletilen bir de makine bulunarak konulmuştur.
Fakat mürettip yoktur. İstanbul’da gizli şekilde
çalışan (M.M) Grubu’ndan mürettip istenilir.
Fakat kimse Babıâli’yi bırakıp Ankara’ya gelmek istemez. Yalnızca Mürettip Ahmet adında
biri gelmiştir. Bu mürettibin deneyiminden
yararlanılarak yerli çocukların yetişmesi sağlanılmış; yetişenlerin bir kısmı Hâkimiyet-i Milliye’ye bir kısmı da Yeni Gün Matbaası’na
verilmiştir (Şapolyo 1974: 47). Gazete matbaası, 1921 yazında, İstanbul’daki gizli teşkilatın
da yardımıyla, parçalar halinde Ankara’da
bulunan Yeni Gün Matbaası’na ulaştırılan bir
Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229)
baskı makinesiyle birlikte, teknik bakımdan iyi
bir duruma gelir. Yunus Nadi’nin 1918 yılında
yanına alarak yetiştirdiği genç gazeteci Kemal
Salih (Sel, 1900–1975)’de kadroya katılmış ve
yazı işleri sorumluluğunu üstlenmiştir (Coşar
(t.y.) 185). Matbaanın iyileşmesi, gazetenin
1921 yazında çıkan sayılarının baskı kalitesinden de anlaşılmaktadır. Bu arada 25 Temmuz
1337 tarihli sayıda, sorumlu müdür olarak
Kemal Salih, gazetenin basım yeri olarak da
Vilâyet Matbaası adı geçmektedir.
desteklenmesi, bağlamında etkin kullanımı
oluşturmaktadır. Manşet, fotoğraf ve resimler,
çerçeve içine alınan başlıklar bu anlamda etkili
bir biçimde kullanılmıştır. İçeriği oluşturan
yazılı ürünlerden önemlilerinin özeti, birkaç
sözcükle ve kalın puntoyla başlığın altında
verilmektedir. “Dâhili Haberler”, “Harici Haberler”, “Küçük Haberler, “İlânat” gibi çeşitli
başlıklar halinde sınıflandırılarak sunulan haber
ve yorumlardaki çeşni, savaş sürecinin yoğunluğunun azalmasına bağlı olarak artmıştır.
Millî Mücadele’nin çetin zorlukları, kurtuluş
hareketine propaganda desteği sağlayan diğer
gazeteler gibi Anadolu’da Yeni Gün’ün yayın
yaşamını da etkiler. Sakarya Savaşı sırasında
idarehanesini Kayseri’ye taşımıştır. Kayseri’de
yayınlanan ilk sayı 1 Eylül 1337 tarihini taşımaktadır. Kayseri’de yayınlanan sayılarda (1
Eylül 1337–7 Teşrin-i Evvel 1337) yer alan
bilgilere göre gazetenin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı Yunus Nadi, Sorumlu Müdürü Nurullah
Sami’dir. İleride değinileceği üzere Kayseri’de
yayınlandığı dönemde Anadolu’da Yeni Gün’ü
Yazı İşleri Müdürü Kemal Salih yönetmiştir.
Cuma dışında her gün yayınlan gazetenin Kayseri’deki sayıları, Liva Matbaası’nda basılır.
“İdarehanesi: Sivas Kapısı Tac-ı Kızıl Mahallesi, Telgraf Adresi: Kayseri Yeni Gün” olarak
geçer. Abonelik ücretleri, üç aylığı 400, altı
aylığı 700, seneliği 1200 kuruş olarak belirlenmiştir. Okuyuculardan gelen yoğun istek
üzerine, bir süre sonra aylık abonelik uygulaması da başlatılmış ve abonelik ücreti 150
kuruş olarak belirlenmiştir. Abonelerine Ankara nüshası gönderileceğini belirten gazete, bu
bilginin altına, ilk sayılarda, farklılığı vurgulamak için “Yeni Gün’ün Kayseri nüshası” kaydını düşmüştür. Gazetenin satış fiyatı, üç sene
içinde 5 kat artarak 5 kuruşa çıkmıştır. Günü
geçmiş sayılarının fiyatı ise 20 kuruştur. Gazete, ilânların içeriği konusunda sorumluluk kabul etmeyeceğini yinelemesi dışında, her hangi
bir ilân ücreti belirtmemiştir.
Yust, Anadolu’da Yeni Gün’ün, Anadolu gazeteleri arasında her sayısında birkaç klişe yayınlayan tek gazete olduğunu, taşra çevrelerinde
en iyi olarak değerlendirildiğini belirtir (1995:
97–98). Gazetenin Sakarya Savaşı sürecinde en
önemli haber kaynağı, Anadolu Ajansı’ndan ve
muhabirlerinden gelen telgraflardır. Ajans
zaten Anadolu’da yürütülen bağımsızlık savaşına gereken desteğin sağlanması ve gelişmelerin duyurulması için gazetelerin önemine inanan Mustafa Kemal’in, haberleşme çalışmalarının geliştirilmesi düşüncesinin ürünüdür
(Alemdar 2001: 99–102).
Tek yaprak ve iki sayfa olarak yayınlanan
gazetede haber ve yazılar, başlangıçta altı sütun, Sakarya Savaşı sürecinde dört sütun olarak
düzenlenmiştir. Önemli gelişmelere göre sütunlar yeniden yapılandırılmış kimi zaman birleştirilmiştir. Sayfa düzeninin ana temasını, içeriğini oluşturan yazılı ve görsel malzemenin gazetenin amaçları, burada kurtuluş hareketinin
Satış gelirleri dışında gazetenin gelir kaynağı
az da olsa reklâmlar, özel ve resmi ilânlardır.
Gazetenin Kayseri sayılarında yayınlanan resmi ve özel ilânlardan bazılarının başlıkları
şöyledir: “Kiralık Hane”, “Yerli Makaronya”,
“Kayseri Tedavihanesi”, “Halı Ticarethanesi”,
“Diş Tabibi Hacı Mustafa”, “Tekâlif-i Milliye
Komisyonu’ndan”, “Kayseri Ahz-i Asker (askere alma) Şube Riyaseti’nden”, “Yeni Handa
Yeni Bir Muayenehane”, “Geyve Bidayet
Mahkemesi’nden.” Gazetenin en önemli dağıtım aracı ise o dönemde sıkça görüldüğü üzere
müvezzi’lerdir. Bu ihtiyacı karşılamak üzere
gazete, Kayseri günlerinde, birkaç sayı boyunca “Müvezzi’lik Yapmak İsteyenlere” başlığıyla bir duyuru yayınlar: “Gazetemizin şehrimizde daha seri ve muntazam bir surette tevzi’ini
temin etmek üzere yeniden iki müvezzi’e daha
ihtiyaç olduğundan talip olanların matbaamıza
müracaatları” (6 Eylül 1337). Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından tekrar
Ankara’ya taşınan gazetenin Ankara’daki ilk
sayıları, sayfa düzeni açısından büyük ölçüde
Kayseri nüshalarıyla aynıdır. Yalnız sütun
sayısı arttırılmış, ilk sayı hariç, Cumartesi dışında her gün yayınlanacağı belirtilmiştir. Kayseri’de Liva Matbaası’nda basılan gazete, tek-
221
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
rar kendi matbaasında (Yeni Gün Matbaası)
basılmaya başlamıştır (22–23 Teşrin-i Sani
1337).
2. GAZETE ÇALIŞANLARI: İDARİ
KADRO VE YAZI KURULU
Yeni Gün/Anadolu’da Yeni Gün’ün yayımlayıcısı Yunus Nadi’dir (4). Gazetenin yayın hayatının tüm evrelerinde, imtiyaz sahibi olarak
Yunus Nadi’nin adı geçmektedir. Yunus Nadi
aynı zamanda gazetenin başyazarıdır. Gazetenin siyasi duruşunu belirleyen iç ve dış politikaya ilişkin yazılar yazmaktadır. Basın ve
siyaseti birlikte yürütmesi, üst yöneticilerle
yakın ilişkileri, gazetesinin önemini arttırmıştır.
1918 Sonbaharında Yeni Gün’ü yayınladığında,
I. Dünya Savaşı Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle son bulmak üzeredir. Yunus Nadi, Mütarekenin zor koşulları altında İstanbul’da yayınını sürdürmeye çalışan gazetesinde, imzasız
veya müstear isimle yazılar yazmaktadır
(Abalıoğlu 1978: 30). Kendisi, “aleyhinde,
Divan-ı Harb-i Örfî Müddeî-i Umumîliğince
hukuku umumiye namına ikame olunan dava
üzerine” “firar” etmiş; Yeni Gün ise “tehyîc-i
efkârı mucip havadis-i kâzibe” yayınlamak
suçuyla, Yunus Nadi yargılanıp beraat edinceye kadar süresiz olarak kapatılmıştır (5) (BOA,
30/Ca/1337 (Hicrî)/03.03.1919, MV., 215/2).
Zaten Yunus Nadi de 1919 Nisan’ında tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne götürülecektir
(Abalıoğlu 1978: 54). İstanbul’un işgali sırasında (16 Mart 1920) evi İngilizler tarafından
işgal edildiğinden, ailesiyle birlikte Yeni Gün
Matbaası’na “iltica” etmiştir. İngilizler bir süre
sonra matbaayı da basacaklardır (Abalıoğlu
1955: 10–25). Bu koşullarda Ankara’ya geçmenin olanaklarını araştıran Yunus Nadi, kendi
deyimiyle “kâbuslu bir rüyadan sonra” 1920
Nisan’ının ilk günü Ankara’ya ulaşmıştır. Ankara’nın İlk Günleri’nde yazdığına göre Hakkı
Behiç Bey’in teklifi üzerine, Ankara’da ilk iş
olarak “kırık dökük Vilâyet Matbaası’nda,
haftada iki veya üç gün çıkarılan Hâkimiyet-i
Milliye”yi devralmakla işe başlar (1955: 82–
87). Bir taraftan Hâkimiyet-i Milliye’ye “yeni
bir ruh, yeni bir şekil ve kıyafet” vermeye
çalışmakta, diğer taraftan da Halide Edip ile
birlikte yeni kurulan Anadolu Ajansı’nın servislerini yapmaktadır (1955: 101). İstanbul’dan
Ankara’ya geçerken matbaasını da gizlice
taşıyan Yunus Nadi; gazetesini Ankara’da, ilk
222
olarak 9 Ağustos 1920’de, Sakarya Savaşı
nedeniyle zorunlu olarak açılan Kayseri parantezinin ardından ikinci kez 22 Teşrin-i Sani
1337’de yayınlamıştır. Gazetesini 1924 ortalarında Cumhuriyet’i çıkarıncaya kadar yayımlamaya devam eder. Yine Yust’a göre (1995:
90) İzmir’de tarım ürünleri ticareti yaparak
savaş sırasında elde ettiği kazançlara rağmen
sol akıma eğiliminden vazgeçmemiştir. Yunus
Nadi, 1945’te yaşama veda edinceye kadar,
gazeteciliği ve milletvekilliğini birlikte yürütür
(Çoker 1995: 531). Gazete sahipliği, yazarlık,
politikacılık, yabancı dillere hâkimiyet, ticari
eğilim; tüm bu nitelikler yayın yoluyla toplumu
geliştirmeye adanmış önce İttihatçı sonra Kemalist bir kişiliği karakterize eder. Bunlar,
basın tarihimizde önemli bir konum edinmesinin nedenleri olarak da görülebilir.
Kadroda yer alan önemli isimlerden biri de
gazetenin Ankara ve Kayseri’de Yazı İşleri
Müdürlüğünü yürüten Kemal Salih’tir. Kemal
Salih, gazeteciliğe küçük yaşlarda Yunus Nadi’nin yanında başlamıştır. Çalkantılı ve hızlı
gelişen bir sürecin izlerini taşıyan bu ilk deneyim, Yeni Gün’den Cumhuriyet’e uzun süreli
yol arkadaşlığına da kapı aralamıştır. Kemal
Salih, Millî Mücadele’nin dolayısıyla Anadolu’da Yeni Gün’ün dönüm noktalarında, gazeteyi tek başına yayınlamak gibi önemli görevler
üstlenir. Kayseri sayılarında “K. S.” imzasıyla
başyazılar yazar: “Yeni Zafere Doğru” (7 Eylül
1337), “Milletin Azmi” (11 Eylül 1337). Esat,
Ömer Muhittin Bey; Kemal Salih dışında gazetenin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yürüten
isimlerden bazılarıdır (Yust 1995: 91).
Mevcut kaynaklarda yer alan bilgilere göre
gazetenin yazı kadrosunda yer alan bazı isimler
şöyledir: Aka Gündüz, Nüzhet Haşim, Ziya
Gökalp, Enver Behnan, Şükrü Kaya, Kemal
Ragıp (Öztoprak 1981: 6), Ruşen Eşref, Edirne
Milletvekili Mehmet Şeref, Celal Nuri (İleri),
Halide Edip, Ali İhsan Bey (Yust 1995: 91–
92), Muhittin (Birgen) ve Mahmut Esat (Bozkurt) (Kocabaşoğlu 1981: 186). Gazetenin
Kayseri’de yayınlanan nüshalarında Kemal
Salih’in dışında imzası bulunan isimler ve
yazdıkları yazılardan bazıları şöyledir: Nafi
Atuf (Kansu), “Harp ve Mektep” (14 Eylül
1337), “Darüleytam Meselesi” (1 Teşrin-i Evvel 1337); K. A., “Düşmanı Mühimsememezlik
Etmemelidir” (4 Eylül 1337), “Yetimlerimizi
Unutmayalım” (21 Eylül 1337).
Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229)
3. SAKARYA SAVAŞI VE ANADOLU’DA
YENİ GÜN
Anadolu’da Yeni Gün’ün Kayseri’ye taşınması,
Sakarya Savaşı süreciyle yakından ilintilidir.
Batı Cephesi’nde (Eskişehir ve Kütahya Muharebeleri/Temmuz 1921) yenilen Türk ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi (Özalp
1998: 184–193), savaş stratejisi gereğince
Hükümet merkezinin daha doğuya, Kayseri’ye
taşınmasını gündeme getirir. Konu TBMM’nin
23 Temmuz 1337 (1921) tarihli gizli oturumunda tartışmaya açılır. Fevzi Paşa, Heyet-i
Vekile’nin,
müzakereler
sonucunda,
TBMM’nin Anadolu’nun göbeği sayılan Kayseri’ye naklini münasip gördüğünü belirtmiştir
(TBMM Gizli Celse Zabıtları 1985: 102). 30
Temmuz 1337 tarihli gizli oturumda, Mustafa
Kemal Paşa’nın “binaenaleyh usulen bu takriri
reye vaz ediyorum. Evvela aileleri, saniyen
eşya-yi zatiyyeleri, göndermek; fakat Hükümet
ve Meclis mümkün olduğu kadar hâl-i faaliyette bulunmaktır. Lüzûm-ı hakiki ve zaruret hâsıl
olduğu takdirde bunu, Paşa Hazretleri Heyeti
Âliyenize arz edecek, ondan sonra icap ederse
yeni bir karar alınacaktır” sözleri üzerine göç
hazırlıkları başlar (6) (TBMM Gizli Celse Zabıtları 1985: 127).
Kayseri’ye taşınanlar arasında Eşref Edip’in
Sebîlürreşad’ı (24 Eylül 1337 tarihli 490. sayı)
ve Yunus Nadi’nin Anadolu’da Yeni Gün’ü de
vardır. Yunus Nadi Ankara’dan ayrılmaz. Kendisine veda için gelen Yazı İşleri Müdürü Kemal Salih’e, “orada gazeteyi yalnız başına idare
edeceksin” der ve 8–10 sayfadan oluşan bir
talimatname verir. Talimatname, olası durumlarda yapılacakları içermektedir:
Dava-yi millîde umumun takip edeceği hatt-ı
hareket, rehberlik yapılmakla beraber halkın
bu yoldaki faaliyetlerine –küçük olsun büyük
olsun– ale-d-derecât fazla kıymet verilmek ve
mesela ahaliden biri bir şey yapmışsa (aferin
filana) ve kazalardan biri bir şey göstermişse
(gördünüz mü hamiyetli kazayı) gibi diğerlerine mûcib-i imtisal ve teşvik olacak yazılar
yazılmak lazımdır. Bununla beraber eksik cihetlerin tenkidinde de tereddüde mahal görülmemelidir. Hususîle icraat hükümete ait olunca, onda bi-hakkın mütecellid davranılmak
icap eder… Gazetenin hatt-ı hareketi: Misak-ı
Millî hudut ve hukukunun behemehal istihsal
edileceği hakkında çok derin bir kanaat ve
imana sahip olması ve o kanaat ve imanı bütün
kuvveti ile tecelli ettirmesidir… Mustafa Kemal
Paşa’nın Başkumandanlığı vesaire gibi hadisat-ı mühimme, içerilerde layıkıyla bilinmiyor.
Binaenaleyh bunlar eski şeylerdir denilmeyerek, güya hiç bilinmeyen bir muhite hitap ediliyormuş gibi adeta yeniden ve malum heyecanlarıyla mevzubahis edilmelidir (Coşar (t.y.)
186).
Ulaşılabilen sayılara göre, gazetenin Ankara’da
yayını Ağustos ortalarına kadar sürdürdüğü
anlaşılmaktadır (15? Ağustos 1337). Bu tarihten sonra taşınma işlemleri başlar, gazete matbaası elden geldiğince küçük parçalara bölünür
ve harf kasalarıyla birlikte kağnılara dağıtılır.
İki tahta arabada da Yunus Nadi’nin eşi ve 4
çocuğu vardır. 10 gün süren sıkıntılı bir yolculuğun ardından Kayseri’ye ulaşır ulaşmaz hemen mürettiphane kurulur ve gazetenin Kayseri
nüshası hazırlanmaya başlanır (Coşar (t.y.)
186–187). İlk sayı, 1 Eylül 1337 tarihini taşımaktadır. Aynı tarihli sayıda, ilk sütunun baş
tarafında yer alan duyuru, gazetenin Kayseri’ye
nakil gerekçelerini endişeye yol açmamak için
gizlemiştir:
Yeni Gün bugünden itibaren Kayseri’de intişara başlıyor. Ankara’daki Yeni Gün ile buradaki
Yeni Gün aynı yolun yolcusu aynı gayenin
hadimidirler. İkisi birbirinden ayrılmaz küldür.
Maksadımız milletimizin heyecanı ile mütenasip olarak neşriyat sahamızı genişletmek, Anadolulu karilerimizi daha yakından, daha çabuk,
daha kolay kendi mevcudiyeti ile alakadar
etmektir. En başlı emelimiz mukaddes yurdumuzun düşman ayaklarından bir an evvel kurtulmasını temin için elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar kalemimizle çalışmaktır. İnşallah Anadolu’nun kurtulması pek yakındır.
Kendini başlık klişesinin hemen altında “siyasi,
ilmi, edebi Türk gazetesi” olarak tanımlayan
Anadolu’da Yeni Gün’ün siyasal çizgisinde,
Kocabaşoğlu’nun belirttiğine göre (1981: 183)
başlıca dört eğilim görülür: Kurtuluş Savaşı’nın haklılığına ve zafere olan kesin inanç,
Saltanat ve Hilafete karşı bir tutum, Emperyalizme karşı ve Sosyalizme yatkın bir eğilim ve
uluslararası planda mazlum milletlere, ulusal
planda çalışan kesime yakın bir tutum (7).
Gazetenin tutum ve eğilimlerinden ilk ikisinde
223
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
bir değişiklik görülmez ancak son ikisi, bazı
etmenlere bağlı olarak değişiklikler göstermiştir. Bunları cephelerdeki gelişmeler, emperyalist ülkelerin Türkiye’ye karşı tutumları, TürkSovyet ilişkilerindeki iniş-çıkışlar, iç siyasal
gelişmeler ve Mustafa Kemal’in direktifleri
olarak sıralamak mümkündür.
Anadolu’da Yeni Gün, her şeyden önce bir
gazete olarak, olağanüstü dönemlerde haber ve
bilgiye duyulan gereksinimin artması nedeniyle
savaşa ilişkin tüm ayrıntılara sütunlarında geniş
yer vermeye çalışır. Metinler, ağır ve ağdalı
ifadeler içermekle birlikte genelde halkın anladığı dile yakın bir Türkçe ile yazılmıştır. Büyük çoğunlukla ilk sayfa, manşet ve tamamlayıcı unsur olarak görsel malzemelerin dışında
“Vazıyet-i Harbiye ve Harekât-ı Askeriye”
başlığıyla askerî bir uzmanın yorumlarını,
resmi tebliğleri, Anadolu Ajansı ve gazetenin
savaş muhabirinin telgraflarını ve her sayıda
yer almamakla birlikte başyazıları içermektedir. “Son Dakika” (6 Eylül 1337), “harp muhabirimizin öğle telgrafnamesi”, “harp muhabir-i
mahsusamızın sabah telgrafnamesi” (11 Eylül
1337),
“harp muhabirimizin müsta’cel
telgrafnamesi” (13 Eylül 1337) gibi ifadeler,
gazetenin taze haber verme konusundaki titizliğini yansıtmaktadır. Gazetenin geçici olarak
öğleden sonraları yayınlanmasına dönük bir
karar alınması da yeni haber verme istediğinin
bir sonucudur. Konuyla ilgili olarak yayınlanan
duyuruda, önemli bir diğer nokta da Anadolu
Ajansı’nın tüm haberlerinin yalnızca Anadolu’da Yeni Gün’de yayınlanacak olmasıdır:
Bugünden itibaren gazetemiz, muhterem karilerinden gördüğü rağbete karşı haberlerini
daha evvel verebilmek için muvakkaten öğleden
sonraları intişar edecek ve ba’demâ ayrıca
ajans neşredilmeyeceği cihetle: Anadolu Ajansı’nın bütün haberlerini yalnız gazetemiz neşredecektir. Gerek cephede gerekse Ankara’da
ve diğer mahallerde bulunan hususi muhabirlerimize keyfiyet bildirilmiş ve Ankara’da Posta ve Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi nezdinde
teşebbüsatta bulunularak haberlerimizin süratle verilmesi temin edilmiştir. Bu suretle öğleden sonra çıkacak olan gazetemizde karilerimiz
düne ait bütün haberleri ve cephe istihbaratını
okumuş olacaklardır (12 Eylül 1337).
Ancak gazetenin taze haber verme konusundaki çabaları, telgraf hatlarının bozukluğu gibi
224
elde olamayan teknik aksaklıklar nedeniyle
sekteye uğramıştır: “Telgraf hatlarının bozukluğundan dolayı iki haftadan beri gelemeyen
ajansın telgrafnameleri bugünden itibaren
varid olmaya başlamıştır. Hususi cephe telgraflarımızın
ve
diğer
muhabir-i
mahsusalarımızın telgraflarının da hatların
tamiri hasebiyle ba’demâ muntazaman geleceği tabidir” (27 Eylül 1337). Telgrafların alınamadığı ya da sınırlı ölçüde alındığı günlerde,
gazetenin birinci sayfası, (büyük başlıklarla
verilen önemli haberler dışında) büyük oranda
resmi tebliğleri, yabancı gazetecilerin Millî
Mücadele’ye ve Sakarya Savaşı’na ilişkin
müspet haber ve yorumlarını (26 Eylül 1337),
İstanbul basını ve yabancı gazeteler kaynak
gösterilerek Yunanistan’ın siyasal, mali sorunlarına, savaş kayıplarına ve bunun içteki yankılarına ilişkin haber ve yorumları (24–25 Eylül
1337), Sakarya Savaşı’na ilişkin şiirleri ve
Malta’da İngiliz esareti altında bulunan Türklerin kaçış haberlerini (22 Eylül 1337) içermektedir.
Anadolu’da Yeni Gün’ün, savaşa ilişkin haber
ve yorumlarını sunarken özen gösterdiği noktalardan biri de tüm umutlarını savaşın sonucuna
bağlamış olan Türk halkının ümitsizliğe sevk
edilmemesidir. Sakarya Savaşı’nın güncesi
niteliğindeki Kayseri nüshalarında, zaferin
gerçekleşeceğine dair inanç her zaman korunmuştur. Bunun için gazetenin, savaşa dair büyük başlıklarla verdiği önemli haberlere, manşetlerine bakmak bile yeterlidir:
Refet Paşa Hazretlerinin Beyanatı: Düşmanın
Kuvve-i Taarruziyesi Kırılmıştır; Yeni ve Büyük Muharebelere Başlıyoruz, Allah Bizimle
Beraberdir (6 Eylül 1337), Harbin İkinci Safhası Başladı. Avn-i Hakkla Bu Defa da Düşmanı Mağlup Edeceğiz (7 Eylül 1337), Düşmanın Tard Edildiği ve Geriye Doğru Hareketi, Resmi Tebliğle de Teeyyüd Etmektedir (8
Eylül 1337), Sakarya Zaferi: Sağ ve Sol Cenahta Başlayan Mukabil Taarruzlarımız Üzerine Düşman Perişan Bir Surette Kaçmaya Başlamış, Kahramanlarımız Mağlup Düşmanın
Siperlerine Girmiştir (9 Eylül 1337), Taarruzlarımız Muvaffakıyetle Devam Ediyor, Dün
Duatepe, Çekirdeksiz ve Üçpınar’ı İşgal Ettik
(12 Eylül 1337), Büyük Sakarya Meydan Muharebesi Kahraman Ordumuzun Tam Bir Zaferiyle Nihayet Bulmuştur (13 Eylül 1337), Or-
Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229)
dumuz İlerliyor, Sağda Kartaltepe’yi Geçtik,
Solda Beşköprü’ye Yaklaşıyoruz (14 Eylül
1337), Bütün Kuvvetlerimiz Her Noktadan
Sakarya’nın Garbına Geçmişlerdir, Düşmanı
Muzafferen Takip Ediyoruz (15 Eylül 1337),
Evvelki Akşam Gece Yarısından İtibaren Bütün
Vatanda Umumî Seferberlik, Herkes Silah
Başına (17 Eylül 1337), Bütün Cephede Düşmanı Takipte Devam Ediyoruz. Eskişehir’in
Sukutuna İntizar Edebiliriz, Vazıyet Fevkalade
Lehimizdedir (20 Eylül 1337), Düşmana Son
Darbeyi İndireceğiz Hem de Pek Yakında (21
Eylül 1337), Ordumuzun Şedîd Takibatı Devam
Ediyor. Süvarilerimizin Seyitgazi’ye Akınları
(22 Eylül 1337), Seyitgazi Civarında Düşmanı
Tepeleyerek Tard Ettik, Denizli Mıntıkasında
Mühim Muvaffakıyetlerimiz (24 Eylül 1337),
Millet Meclisi, Büyük Reisimiz ve Baş Kumandanımıza Gazilik ve Müşirlik Tevcih Etti (27
Eylül 1337).
Gazete yalnızca manşeti değil, yayın politikası
bağlamında görsel malzemeleri de etkin bir
biçimde kullanmıştır. Bu konuda en önemli
örneği Mustafa Kemal’in resimleri oluşturur.
11 Eylül 1337 tarihli sayıda, Mustafa Kemal’in
asker kıyafetiyle at üstünde bir resmi yayınlanmıştır. Resim altı ifade şöyledir: “Düşmanın
kati mağlubiyeti kabul ettiğini beyan eden
Başkumandanımız ve Muhterem Reisimiz
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri.” 13 Eylül
1337 tarihli sayıda ve manşetin hemen altında
yer alan Mustafa Kemal’e ait üniformalı bir
resim ise “Anadolu’nun Millî Kahramanı ve
Sakarya Muzafferi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu konuda,
manşetin hemen altında, sunulan haberi tamamlayıcı bir unsur olarak tasarlanan, elinde
silahı ve kalkanıyla Türk askerine ait resimler
ve resim altı ifadeler de dikkati çekmektedir.
Elinde silahıyla kaya üstünde oturan bir Türk
askerine ait resim, “kahramanlar ordusunun
kahraman Mehmetçiği; düşman karşısında
dinini, milliyetini, namusunu müdafaa ederken” şeklinde tanımlanmıştır (12 Eylül 1337).
Yunan askerini tekmeleyen bir Türk askerini
resmeden karikatürdeki dini vurgu da önemlidir: “Vur! Gökten bak Allah sana “vur!” diyor”
(20 Eylül 1337).
Gazetenin haber ve yorumları, kurtuluş hareketini ve onun önderlerini açıkça destekleyen bir
çatıya sahip olduğu gibi Hürriyet ve İtilâf ile
ileri gelen yöneticilerini de aynı oranda eleşti-
ren bir çerçeve içine konumlanmıştır. Bu konuda “İtilâfçılar Köpekçe Hizmete Koyuldular”
başlıklı bir haber şöyledir:
İstanbul’dan gelen mevsuk haberlere göre son
günlerde Hürriyet ve İtilâfçılar tekrar bir takım
hâin-âne kararlar ittihaz etmişler ve işe başlamışlardır. Kendi menfaatlerinden başka bir şey
düşünmeyen bu namussuzların başında, Mustafa Sabri, Zeynelabidin, Hoca Vasfi vesaire bir
takım erazil (reziller) bulunmaktadır. Bunlar
külah kapmak için bir taraftan İngilizlere köpekçesine hizmete koyulmuşlar, diğer taraftan
saraya giderek ve Yunanlıların Ankara’ya
gireceklerinden bahsederek, kabinenin kendileri tarafından teşkilini teklif etmişlerdir (17
Eylül 1337).
“Sadrazamlarını Şeyhülislâmlarını…” başlığını
taşıyan başka bir haber ise İtilâfçıların İstanbul’da iktidara geçmek için yaptıklarını ve
planladıkları yapılanmayı konu edinmiştir.
Haberde, İtilâfçıların; Kuvâ-yi Milliye’nin
Yunan ordusu tarafından imha edildiği, Yunan
ordusunun Ankara’ya bugün yarın gireceği
yönünde propagandaya girişmeleri sert bir dille
eleştirilmektedir. Fakat kamuoyu bu tür şayialara itibar etmemiş, zafere olan inancını sarsmamıştır. Zaten İstanbul’da Millî Mücadele’yi
destekleyen basın, zaferleri düzenli olarak takip
etmekte ve günü gününe halkı haberdar etmektedir. Gazeteye göre özellikle Sakarya zaferinden sonra bu gibi “rezaletlerin durdurulacağı ve
önünün alınacağı tabidir” (17 Eylül 1337).
Anadolu’da Yeni Gün’ün içeriğinin en önemli
bölümü, kuşkusuz, başyazılarıdır. Gazetede yer
alan başyazılarda “K. A.” ve “K. S.” imzaları
kullanılmıştır. Savaşın haklılığına ve zafere
olan kesin inanç, dinî ve millî duyguların diri
tutulması yoluyla toplumsal bütünleşme ve
dayanışmanın sağlanmaya çalışılması, Millî
Mücadele amaçları etrafında örgütlenme düşüncesi başyazıların ana temasını oluşturur. 1
Eylül 1337 tarihli sayıda yer alan başyazı, bu
konuda ilk örnektir. Yazar, “K. A.” imzasıyla
yayınladığı makalesinde Kuran’dan ayetlerle
örnekler vererek, Müslümanların ümitsizliğe
düşmemelerini istemektedir:
İki tarafın maddi, manevi kuvvetlerini karşılaştırınca kolayca anlarız ki nihai muzafferiyet
bizimdir. Allah’ın inayetiyle ana vatanda bir
225
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
tek Yunan neferi kalmayacaktır… Az gün sonra
muvaffakıyet, muzafferiyet haberlerinin kulaklarımızı çınlatacağını, yüreklerimizi sevinçlerle
çarptıracağını kuvvetle ümit edelim. Buna göre
de el birliğiyle, bütün azmimizle çalışmamıza,
ordu için fedakârlıklarımızı son haddine vardırmamıza devam edelim. Allah bizimledir.
2 Eylül 1337 tarihli sayıda yer alan başyazıda
ise “başımıza indirilen hakaret sillesinin ne
kadar ağır olduğunu duymaya çalışalım. Türk,
silahla değil dişiyle tırnağıyla Yunan sürülerini
boğar” sözleriyle Palikaryalara boyun eğilmeyeceği vurgulanmakta, Millî Mücadele’de
aydınların görevlerini yerine getirip getiremedikleri sorgulanmaktadır. İzmir’den, Bursa’dan
sonra Afyon’un, Kütahya’nın, Eskişehir’in
“düşman ayağı altında inlemesi”, “istediği
zaman harikalar yaratan, umulmadık kahramanlıklar yapan” Türk ordusundan bu yöndeki
beklentileri arttırmıştır. Fakat ordunun kahramanlılar yaratabilmesi, görevini hakkıyla yapabilmesi ve nihayet zaferini ilan edebilmesi
Türk Milletinin fedakârlıklarına bağlıdır:
Millet fedakârlığında devam ettikçe, her gün
tarihe yeni şan ve şeref sayfaları ilave eden
kahraman ordu da vazifesini ifa edecektir. O
ordu ki tarihin en parlak hamaset misallerine
her gün yeni yeni numuneler vücuda getiriyor.
O ordu ki Muhterem Baş Kumandanı Mustafa
Kemal Paşa’nın etrafında toplanan kumanda
heyetinin emri altında yekvücut ve sarsılamaz
bir kütle halindedir. O ordu ki düşmanları bile
kudret ve mükemmeliyetini itiraf etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ve nihayet bütün bunlardan
sonra o ordu ki kahraman bir milletin bağrından kopmuş kahramanlar ordusudur ve hak
için çarpışıyor. Allah’ın inayetiyle mutlak ve
mutlak zaferi istihsal edecektir. Ve pek yakında
(7 Eylül 1337).
Kemal Salih, bu tespitlerinin ardından milletin
azminin ve onun içinden çıkan Mustafa Kemal
dehasının, “bugünkü yeni Türkiye’yi ve “hakkını er meydanında yalnız kendisinin kuvvetiyle istihsal eden bugünkü orduyu” meydana
getirdiğini belirtir. Türk Milleti, bütün varlığıyla Misak-ı Millî hedeflerine ulaşıncaya kadar
mücadele konusunda kararlılık göstermiş ve
belirlenen amaçlara ulaşmak üzere yürüdüğü
yolun büyük kısmını kat etmiştir. “Küçük,
büyük, kadın, erkek milletin her ferdinin millî
226
gayede nasıl çalıştığını görmek için Anadolu’nun herhangi yerinde şöylece bir günlük yol
kat etmek kâfidir” (11 Eylül 1337).
Anadolu’da Yeni Gün, Sakarya Savaşı’nın
zaferle sonuçlanmasının ardından Ankara’ya
taşınmıştır. Ankara’da yayınlanan ilk sayıda
Yunus Nadi, gazetenin o güne kadar geçirdiği
evrelerin, izlediği tutumun, kurtuluş hareketi ve
onun önderlerinin elde ettikleri başarıların özlü
bir değerlendirmesini sunar. Gazetesini tekrar
Ankara’da yayınlayabilmekten duyduğu sevinci okuyucularıyla paylaşır. “Yeni Gün Karilerine” başlığıyla yayınlanan başyazının ilgili
bölümlerinin aynen aktarılmasında yarar görülmüştür:
Yeni Gün, Anadolu’nun hep Sakarya
melhamesine (kanlı savaş) doğru irkildiği,
ayaklandığı günlerde Anadolu içinde bir seyir
ve seyahat külfetini ihtiyar etmiş, (?) Anadolu
ile hemhal olarak yürümüş ve daima milletin
efkâr ve hissiyatına tercüman olmaktan ibaret
bulunan vazifesini evvelki gün İstanbul’da ve
dün Ankara’da olduğu gibi bugün de vatanın
bizce hepsi aynı kutsiyet ve muhabbetle mergub
ve muteber olan her hangi bir yerinde ifa eylemekten hali kalmamıştır. Nitekim şimdi de bazı
levazımın celp ve ikmaline ait meşgalelerin
meydan verdiği zaruri ve muvakkat bir tehirle,
işte yine tekrar Ankara’da intişara başlıyor.
Hatırlardadır ki Yeni Gün’ün Anadolu’ya intikali pay-i tahtımız olan İstanbul’un agyâr tarafından işgali ve orada millî olan her müessesenin iptali üzerine vuku bulmuş bir hadisedir.
İstanbul’u işgal ile başlayan felaket ise Türk
vatanını parçalayıp yok etmeye matuf bir suikastın mukaddemesi idi. Anadolu’da bütün bir
milletin azim ve himmeti ile yürütülen millî
cidâl (savaş) ise ki Yeni Gün onun bir hadimidir, işte memleketimize ve milletimize havale
edilen o suikast darbesini bertaraf etmeye ve
diğer insanlar gibi Türk’ün dahi hayat ve hürriyetiyle, istiklal ve tamamiyet hakkını tanıtmaya matuf bulunuyor… Biraz her tarafta çıktığımız ve son zamanlarda çıkamadığımız günlerin şu muhtasar hikâye ve izahı vesilesiyle
evvel ve ahir karie ve karilerimizden gördüğümüz teveccüh ve muhabbetin teşekkürlerini
burada alenen beyan etmeyi vazife biliyoruz.
Seyahat ve intikalimiz esnasında dahi her geçtiğimiz ve her bulunduğumuz yer Yeni Gün’ü
hep şevk ve rağbetle karşılamış ve kucaklamıştır. Bu meyanda Kayseri’nin müdrik ve faal
Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229)
muhitine hassaten müteşekkiriz. Yeni Gün,
çıkmadığı son zamanlarda şifahen ve tahriren
yüzlerce: Hani canım Yeni Gün? Sualine maruz
kalmadığımız gün yoktu. Bugün bu suallere
fiilen cevap verebilmiş olmakla mesuduz: Buyurun Yeni Gün’ünüzü!... Filhakika o bizim
değil sizindir, yani karie ve karilerinindir (22
Teşrin-i Sani 1337).
haber ve bilgiye olan gereksinimini karşılama
amacına yönelik bir yayın politikası geliştirmiştir. Yunus Nadi’nin teşekkür yazısına göre
çabaları, gereken karşılığı bulmuştur. Sakarya
Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından
yeniden Ankara’ya taşınan gazetenin dramı,
Millî Mücadele basınının diğer temsilcileri için
de büyük ölçüde geçerlidir.
SONUÇ
SONNOTLAR
Anadolu’da Yeni Gün, daha kapsamlı bir incelemeye konu olabilecek yayın hayatıyla, Millî
Mücadele basını içinde kendine önemli bir
konum edinmiştir. I. Dünya Savaşı sonlarında
İstanbul’da yayınlanan gazete, Mütareke devrinin ağırlığı çökünce Ankara’ya taşınır ve adının üstüne küçük puntolarla “Anadolu’da”
ibaresini ekler. Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye
taşınmak zorunda kalan gazetenin Yazı İşleri
Müdürü Kemal Salih, Yunus Nadi tarafından
kendisine verilen talimatı yerine getirme konusunda titiz davranmıştır. Daha ilk sayıda, gazetenin Kayseri’de yayınlanma gerekçesini, heyecan yaratmamak için, yayın alanını genişletmek ve Anadolulu okuyucuların kendi varlığı
ile ilgilenmelerini sağlamaya çalışmak olarak
açıklaması, bu açıdan dikkate değerdir.
(1) Bu konuda ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz:
Bünyamin Ayhan, Millî Mücadele’de Basın,
Tablet Yayını, Konya, 2007.
Anadolu’da Yeni Gün, bütün bir milletin azim
ve yardımı ile yürütülen millî hareketin hizmetçisi olduğunu her fırsatta vurgulamıştır.
Gazete, olağanüstü durumlarda artan haber
alma ihtiyacını göz önünde bulundurarak, günü
gününe halkı gelişmelerden haberdar etmeye
çalışmış ve kamuoyunun aydınlatılmasında
etkili olmuştur. Kurtuluş sürecinin en kritik
evrelerinde bile zafere olan inancını yitirmez.
Ağdalı ve ağır ifadeler yanında genelde halkın
anladığı dile yakın bir Türkçe ile yazılan haber
ve yorumları, kurtuluş hareketini ve onun önderlerini açıkça destekleyen bir çatıya sahiptir.
Savaş sürecinde, mücadele ruhunu ve azmini
canlı tutmak için her gün, umut aşılayan yeni
bir manşetle çıkar. Millî Mücadele’nin yürütülmesi için gerekli koşulların hazırlanması;
millî hareketin amaçlarına, Mustafa Kemal’in
bu hareket içindeki konumuna, ordunun zafer
ve kahramanlıklarına dönük haber ve yorumların temel amacını oluşturmaktadır. Gazetenin,
Hürriyet ve İtilâf ile ileri gelen yöneticilerine
yönelik tutumu da bu amaç çerçevesinde değerlendirilmelidir. Anadolu’da Yeni Gün, Kayseri’de, fikri tartışmalardan daha çok, halkın
(2) Nurettin Gülmez, Kurtuluş Savaşı’nda
Anadolu’da Yeni Gün, AAM Yayını, Ankara,
1999; Ceren Çıkın, Yeni Gün Gazetesi (1918–
1923), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.
(3) Uygur Kocabaşoğlu, “Millî Mücadele’nin
Sözcülerinden: Anadolu’da Yeni Gün”, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
C: 36/1–4, Ankara, 1981.
(4) Yunus Nadi, Yeni Gün’ü yayınladığı dönemde 18 yıllık bir gazetecidir. Gazetecilik
serüveni, 1900’de Malûmat’la başlar. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra İttihat ve Terakki’ye
girmiş; gazeteciliğe İkdam ve Tasvir-i Efkâr’la
devam etmiştir. Bu arada (1910) Selanik’te
İttihat ve Terakki’nin yayın organı Rumeli’nin
Yazı İşleri Müdürlüğü görevinde bulunur. 1912
seçimlerinde Aydın’dan Milletvekili olur. Tasvir-i Efkâr’ın Yazı İşleri Müdürlüğü ve Başyazarlığını üstlenir. Tasvir-i Efkâr’ın Başyazarıyken gazete yöneticileri ile kişisel, Yust’a göre
ticari nedenlerle arası açılınca müstakil bir
gazete çıkarmayı düşünmüş (Çoker 1995: 530,
Yust 1995: 90, Coşar, (t.y.) 187) ulaşılabilen
ilk sayısından anlaşıldığına göre 1 Eylül
1918’de Yeni Gün’ü yayınlamıştır. Bu arada
Milletvekili sıfatını da taşımaya devam eder.
1914 seçimlerinde yine Aydın Milletvekili
seçilmiş, Mebusan Meclisi’nin son dönemi için
yapılan seçimde, İzmir’den Milletvekili olmuştur (Çoker 1995: 530–531).
(5) Yeni Gün Gazetesi Sahib-i İmtiyazı Yunus
Nadi Efendi aleyhinde Divan-ı Harb-i Örfî
Müddeî-i Umumîliğince hukuku umumiye
namına ikame olunan dava üzerine kendisi firar
ederek kanuna itaat etmemiş olduğu gibi taht-ı
imtiyazında bulunan gazetede tehyîc-i efkârı
227
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
mucip havadis-i kâzibe neşredilmekte olduğundan kendisinin muhakemesi bil-icra berâeti
tahakkuk ettiği halde neşrine müsaide olunmak
üzere mezkûr gazetenin bilâ müddet tatili kararlaştırılmıştır” (BOA, MV., 215/2).
(6) Kayseri’ye taşınma konusunda ayrıntılı
bilgi için bkz: Zübeyir Kars, Millî Mücadele’de
Kayseri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara,
1993.
(7) Yust, Yeni Gün’ü “solcu, İttihatçı Ankara
organı” olarak tanımlamaktadır (1995: 90).
Bununla birlikte gazetenin sol çizgisi, 1921 yılı
başında, Çerkez Ethem’in yenilgisi, 10 Ocak
1921’de Birinci İnönü Zaferi, Mustafa Kemal’in 8 Ocak 1921’de Mecliste komünist
propagandası aleyhindeki nutku, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi gibi olaylarla
eş zamanlı olarak gerilemeye başlamıştır. İtilâf
Hükümetlerinin Londra Konferansı’na Millî
Hükümeti davet etmeleri, Anadolu’da komünizm cereyanlarının durması gerektiği anlamına geldiğinden Anadolu’da Yeni Gün’ün solculuğu da bu dönemde esas olarak sona ermiştir.
Hatta gazete 1921 Kasım’ından itibaren sermayenin örgütlenmesini savunan bir aşamaya
gelmiştir (Kocabaşoğlu 1981: 185–186).
KAYNAKLAR
Abalıoğlu Y N (1955) Ankara’nın İlk Günleri,
Sel Yayını, İstanbul.
Abalıoğlu Y N (1978) Kurtuluş Savaşı Anıları,
Erdini Yayını, İstanbul.
Alemdar K (2001) İletişim ve Tarih, Ümit
Yayıncılık, Ankara.
Anadolu’da Yeni Gün (Ankara/10 Ağustos
1920, 25 Temmuz 1337, 22–23 Teşrin-i Sani
1337, Kayseri/1 Eylül 1337–7 Teşrin-i Evvel
1337).
Ayhan B (2007) Millî Mücadele’de Basın,
Tablet Yayını, Konya.
BOA, 30/Ca /1337 (Hicrî)/03.03.1919, DN:
215, GN: 2, FK: MV.
Coşar Ö S (t.y.) Millî Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, İstanbul.
Çoker F (Hz.) (1995) Türk Parlamento Tarihi
Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919–
1923, C. III, TBMM Vakfı Yayını, Ankara.
228
Güner Z ve Kabataş O (1990) Mücadele Dönemi Beyânnâmeleri ve Basını, AAM Yayını,
Ankara.
Güneri S N (1999) Hatıra Defteri, (Hz. A.
Birinci), Erzurum Kitaplığı, İstanbul.
Fındıkoğlu Z F (1947) Matbuat Tarihimizden
Mühim Bir Yaprak, Cumhuriyet, 17 Haziran
1947.
İnuğur M N (1992) Türk Basın Tarihi, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, İstanbul.
Kabacalı A (2000) Başlangıcından Günümüze
Türkiye’de Matbaa Basın ve Yayın, Literatür
Yayını, İstanbul.
Kansu M M (1997) Erzurum’dan Ölümüne
Kadar Atatürk’le Beraber, TTK Yayını, Ankara.
Kars Z (1993) Millî Mücadele’de Kayseri,
Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara.
Kaya Ş (1974) “Yunus Nadi”, Cumhuriyet
1924–1974, Konur Ertop (der.) içinde.
Cumuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T. A. Ş.,
İstanbul.
Kocabaşoğlu U (1981) Millî Mücadele’nin
Sözcülerinden: Anadolu’da Yeni Gün, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Derg,
36/1–4, 179–203.
Koloğlu O (2006) Osmanlı’dan 21. Yüzyıla
Basın Tarihi, Pozitif Yayını, İstanbul.
Özalp K (1998) Millî Mücadele 1919–1922 I,
TTK Yayını, Ankara.
Öztoprak İ (1981) Kurtuluş Savaşında Türk
Basını, İş Bankası Yayını, Ankara.
Sebîlürreşad (24 Eylül 1337).
Şapolyo E B (1974) “‘Yeni Gün’ü Nasıl Çıkarmıştı ?”, Cumhuriyet 1924–1974, Konur
Ertop (der.) içinde. Cumhuriyet Matbaacılık ve
Gazetecilik T. A. Ş., İstanbul.
Tamer A (2004) İrade-i Milliye Ulusal Mücadelenin İlk Resmi Yayın Organı, Tüstav Yayını, İstanbul.
TBMM Gizli Celse Zabıtları (1985) C: II, 17
Mart 1337 (1921)-25 Şubat 1337 (1922), İş
Bankası Yayını, Ankara.
Sakarya Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün (218-229)
Topuz H (2003) II. Mahmut’tan Holdinglere
Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi Yayını,
İstanbul.
Yeni Gün (3 Eylül 1918).
Yust K (1995) Kemalist Anadolu Basını (Hz.
O. Koloğlu), Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayını, Ankara.
229
GAZETECİLİĞİN DÖNÜŞÜMÜ: YÖNDEŞEN ORTAM VE YÖNDEŞİK GAZETECİLİK
Besim Yıldırım*
ÖZET
Bu makalenin konusunu sayısal iletişim teknolojilerinin ve yöndeşmenin gazetecilik alanında yol
açtığı dönüşümler oluşturmaktadır. Bu nedenle öncelikle yöndeşmenin sektörel etkileri ele alınmış
ve ardından gazetecilik pratikleri ve istihdam yapıları bakımından sonuçları irdelenerek, yeni
medya profesyonellerinin profili çizilmeye çalışılmıştır. Makalede ayrıca sektördeki yöndeşme
politikalarının gazetecilerin çalışma koşulları ve sosyal hakları açısından etkilerine de değinilmiştir.
Anahtar sözcükler: Yöndeşme, yeni gazetecilik, multimedya gazeteciliği, yöndeşik gazeteci
TRANSFORMATION OF JOURNALISM: CONVERGING MEDIUM AND
CONVERGENT JOURNALISM
ABSTRACT
This article attempts to treat the transformations caused by digital communication technologies
and convergence in journalism field. Therefore, sector-specific effects of convergence are examined firstly and then consequences of convergence are explicated in point of journalistic practices
and employment contextures, afterwards the profile of new media professionals is tried to figure
out. Besides, effects of convergence policies in sector are mentioned in terms of working conditions and fringe benefits of journalists.
Keywords: Convergence, new journalism, multimedia journalism, convergence journalism
GİRİŞ
Son yıllarda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki
gelişmelerden en hızlı etkilenen sektörlerden
biri medya olmuş, bu yenilikler sonucunda
iletişim endüstrisi yeni platform ve uygulamalarla yeniden yapılanma içerisine girmiştir.
Medya sektörü açısından özellikle 1980'lerden
itibaren değişen sermaye yapısı, küreselleşme
ve deregülasyon gibi unsurların etkisi ile yeni
bir süreç başlamıştır. Enformasyon ve iletişim
teknolojilerin gelişimiyle birlikte bu süreçte
şirket birleşmeleri ve satın almalar önemli
oranda artmıştır (Adaklı 2006: 34). Büyük
şirketler açısından enformasyon ve iletişim
teknolojileri hem üretimin ve satışın küreselleşmesini kolaylaştıran yeni bir teknolojik
temeli mümkün kılmış ve hem de gelişmekte
olan ve az gelişmiş ülkelerdeki kapitalist yapıların dünya kapitalist ekonomisi ile bütünleşme
sürecini hızlandırmıştır (Başaran 2004: 7).
Yeni iletişim ortam ve teknolojilerinin ivme
kazanmasıyla, birçok farklı alanda sosyal ve
ekonomik köklü değişiklikler olmasının yanın*
Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
da, medya sektöründe, iletişim araçlarının
bilgisayar sistemleri ve telekomünikasyon
teknikleriyle yöndeşmesi, sayısal teknolojinin
iletişim araçlarında sağladığı hız, depolama,
çeşitlilik, veri, görüntü, ses ve metnin bir arada
daha verimli bir şekilde kullanıldığı
multimedya sanayiyle birlikte haber bürolarının
organizasyon yapıları, haberin üretimi, sunumu
ve yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu olanaklara bağlı olarak okuyucu eylemlerinde de
bir takım değişiklikler olmuştur. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde gazetecilik pratikleri de
dönüşmüştür.
Gazeteciliğin dönüşümü toplumsal, kültürel,
teknolojik ve ekonomik gelişmelerle paralel
biçimde gerçekleşmektedir. Bu noktada gazetecilikteki dönüşümü kavrayabilmek için sektördeki eğilimlerden, okuyucudaki değişim,
üretim ve dağıtım pratiklerindeki gelişmelere
kadar bir zincirin halkaları biçiminde birbirini
etkileyen unsurları bütüncül bir biçimde ele
almak gereklidir. Bu makalede yukarıdaki
tespitlerden hareketle, yeni iletişim teknolojilerinin hız kazandırdığı sektördeki ekonomik ve
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
teknolojik yöndeşmenin etkisiyle ortaya çıkan
yeni gelişmeler ve bunların gazetecilik pratiklerinde yol açtığı dönüşümler irdelenerek, konuya ilişkin kuramsal bir çerçeve sunulmak
amaçlanmaktadır. Bu yüzden sayısallaşma ve
yöndeşme, makalenin konusu itibariyle, gazetecilik uygulamalarının dönüşümü çerçevesinde ele alınmıştır. Bu noktada çalışmanın yöntemini alana ilişkin literatür taraması oluşturmaktadır.
A-YÖNDEŞME VE DEĞİŞEN ORTAM
Sayısallaşma ve yöndeşme (1), medyanın geçirdiği dönüşüm sürecinde ortaya çıkan yapılanma biçimlerini anlamak açısından öne çıkan
kavramlardır. Bilgisayar, görsel-işitsel medya,
telekomünikasyon gibi sektörlerin teknolojik
ve ekonomik olarak birleşmesi, yeni ürünler ve
hizmetler meydana getirmesi (Geray 2002: 19)
anlamında kullanılan yöndeşme (convergence)
kavramı, iletişim literatüründe özellikle 90'lı
yıllardan itibaren sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Farklı iletişim platformlarının temel
olarak benzer türde hizmetleri taşıyabilme
özelliği olarak da ifade edilen yöndeşme ile üç
ayrı alan olan yayıncılık (gazete, radyo, televizyon), telekom ve veri işlem sektörleri içi içe
geçmiştir. Bu durumun sonucu olarak önceden
ayrı ve farklı dünyaları olan yayıncılar, kablo
şirketleri, eğlence firmaları, telefon taşıyıcıları,
bilgisayar üreticileri ve internet kullanıcıları bir
araya gelmiştir.
Yöndeşme (2) olgusunu mümkün kılan olgu ise
sayısallaşmadır. Ses, görüntü ve metin sayısal
olarak kodlandıklarında aynı platformda bütünleştirilebilir. Yeni medya da yöndeşme sayesinde ses, görüntü, metin ve diğer öğelerle
işlenmiş verilerin üretimi ve dağıtımını yapabilir. Sayısallaşma ve yöndeşme sonucunda metin, ses, video, grafik, animasyon, fotoğraf,
müzik gibi her tür iletişim öğesinin ortak bir
platformda yayını ulusal ve uluslararası düzlemde olanaklı hale gelmiştir. Bu süreç enformasyonun çok yönlü bir biçimde üretilmesini
ve aynı çok yönlülükle dağıtımını/sunumunu
sağlamaktadır.
Sayısal iletişim teknolojileriyle geleneksel
medya arasında yaşanan yöndeşme iki boyutta
ele alınabilir. İlk olarak geleneksel iletişim
sektörlerinin (Televizyon, radyo, gazete gibi)
internet, cep telefonu, sayısal televizyon gibi
yeni medyalarla işbirliği içine girmesinden
doğan sektörel yöndeşme; ikinci olarak ise
sayısal teknolojilerle birlikte, geleneksel medyanın telekomünikasyon, internet teknolojilerinin bir arada kullanıldığı teknolojik
yöndeşmedir (İLEF Rapor 2007: 8).
Kurumsal/sektörel anlamda yöndeşme (3)
geleneksel olarak ayrı olan endüstrilerin, ekonomik boyutlarını göz önünde bulundurarak,
yeni medyaya bağlı olarak bir araya gelmesi
şeklinde tanımlanabilir. Bu süreç medya endüstrisindeki farklı sektörlerin farklı iletişimsel
etkinlikleri gerçekleştirdikleri bir örgütlenmeden tek ve tümleşik bir pazar yapılanmasına
geçişi de ifade etmektedir. Telekomünikasyon,
enformasyon, yayıncılık ve basılı yayıncılık
şirketleri yöndeşme, küreselleşme ve yoğunlaşma üçgeni içinde, medya endüstrisinin yapısal dönüşüm sürecinin başlıca aktörleri olmuşlardır. Bu çerçevede, sektörel anlamda
yöndeşme kurumsal olarak ayrı olan telekomünikasyon ve yayıncılık endüstrilerinin, çapraz
mülkiyet bağlamında endüstriyel yapılarının
birleşmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Sektörel
yöndeşme bağlamında 2000’li yıllarda gerçekleştirilen yeni şirket oluşumları olan Time
Warner- AOL (4), Disney- Infoseek,
Bertelsman-Barnes and Noble, USA TodayLycos gibi örnekler verilebilir. Günümüzde ise
giderek bilgisayar üreticileri, telefon firmaları,
yayınevleri, yayıncılar ve film şirketleri, medya
kuruluşları her geçen gün hızla tek bir endüstriye yöndeşmektedir. Bu durumda sektörler
arası geçişkenlik arttığından günümüzde hangi
sektörün nerede başladığını anlayabilmek zorlaşmaktadır.
Sektörel anlamda yöndeşme yeni pazar yapılanmalarına neden olmakta ve medya endüstrisindeki oyunculara yeni roller biçmektedir.
Avrupa Komisyonu'nun yöndeşme konusundaki 1997 tarihli raporu Avrupa düzeyinde de
sektörler arası hareketliliğin giderek arttığına,
yöndeşmenin yarattığı fırsatları kovalayan
şirketlerin sektörler arasında bir sinerji yakalamaya çalıştığına dikkat çekmektedir. Bu
nedenle, ekonomik yöndeşmeyle birlikte rekabet ve yoğunlaşma konusunda tartışmalar daha
da artmaktadır (Picard 2004: 8). (5)
231
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Yöndeşme, kurum ve kuruluşların gerek kendi
içlerinde gerekse birleşmeler, satın almalar
yoluyla büyüyen şirketlerin parçaları arasında;
örgütlenme ve işleyiş yapılarında, üretim biçimlerinde farklı modellerin uygulanabilmesine
de olanak sağlamaktadır. Örneğin geleneksel
olarak bilgi-işlem sektöründe faaliyet gösterdiği düşünülen Microsoft, kurduğu ortaklıklar ve
satın almalar aracılığıyla günümüzde büyük
medya kuruluşları kadar içerik üretmektedir
(Törenli 2005: 127).
Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ve
faaliyetlerini World Association of Newspaper
(Dünya Gazeteciler Birliği)'nin yürüttüğü
MUDIA (Multimedia in a Digital Age) 2002'de
Avrupa'daki 100 medya şirketi arasında yaptığı
araştırmada her medya grubunun farklı biçimlerde yöndeştiğini belirterek, medya şirketlerinin strateji ve pratiklerinin tanımını 4 farklı
yöndeşme derecesi örneği üzerinden yapmıştır.
Raporda medya şirketlerinin tümleşme sürecini
“90”-“180”-“270” ve “360” derecelik oranlarla
aşama aşama gerçekleştirdikleri belirtilerek, bu
basamaklı sürecin hem izleyicinin ve hem de
gazetecinin adaptasyonu bakımından bir gereklilik olduğu belirtilmiştir (Aquino ve ark.,
2002: 19-61). Bu aşamalı sürecin medya holdinglerini iş ekonomisinin piyasa yapısını şekillendirdiği yöndeşme çağına hazırladığı söylenebilir (Jenkins 2006).
Medya kuruluşlarındaki yöndeşme kurumsal
yapı, üretim, dağıtım, pazarlama ve insan kaynakları
gibi
birçok
birimini
içerir.
Yöndeşmenin günümüzde çoğu medya kuruluşu için ‘stratejik bir seçim’ haline geldiğini
belirten Dennis (2006: 24–25), medya kuruluşlarının yöndeşmesinde üç stratejik yol olduğunu belirtir. Bunlar: (1) işlevsel birleşme diye
adlandırdığı, üretim altyapısının dijitalleşmesi,
(2) Çapraz-platform pazarlaması şeklinde ifade
ettiği geleneksel medyaların kendi platformları
yerine, eski içeriklerin yeniden tasarlandığı
ortak çapraz platformların kurulması, (3) İzleyici ve kullanıcı talebine dayalı içerik üretimidir.
Öte yandan, Dünya Editörler Birliği'nin yaptığı
araştırmalarda pek çok yazı işleri müdürünün
okuyucunun internet ortamındaki gazeteleri
takip etmelerinde tercihlerini yine alışkın olduğu geleneksel gazetelerin web sürümünden
232
yana kullandıklarını belirtmeleri, geleneksel
medyaların, yeni medyalarla yöndeşme sürecini hızlandıran önemli bir unsurdur (İLEF Rapor
2007: 9).
Medya sektöründeki bu birleşme ve yöndeşme
çabaları genel olarak; farklı medya sektörlerinin birleşmesinden doğacak sinerjiden yararlanma, ürün çeşitliliği ve buna bağlı olarak
rekabette avantajlı konuma geçebilme, dağıtım
kanallarından faydalanma, teknolojik gelişmeleri takip edebilme ve kullanabilme, finansal
olarak genişleme ve maliyet tasarrufu sağlayabilme ve marka altında genişleme avantajını
kullanabilme istekleri doğrultusunda gerçekleşmektedir. Ayrıca bu tür birleşmeleri bir
ölçüde zorunlu kılan diğer unsurlar arasında,
gazete dağıtım hacminin dünya çapındaki düşüşü, okuyucu tembelliği ve daha çok televizyona yönelmeleri, internet haberciliğini kullananların sayısının artması, haber üretim ve
dağıtımındaki tasarrufla simgelenen piyasa
anlayışı gibi seçenekler sıralanabilir (Deuze
2004, Klinenberg 2005, 50-52).
Türkiye'de medya sektörünün yöndeşmesi ise,
henüz batı medyasında görülen düzeye ulaşmamıştır. Buradaki en önemli etken internetin
kullanım oranına bağlı olarak reklam gelirlerinin henüz sektördeki yöndeşme faaliyetlerini
artıracak seviyeye ulaşmış olmamasıdır (6).
Ancak yine de Doğuş Grubuna ait
http://www.ntvmsnbc.com ve Doğan Grubuna
ait http://webtv.hurriyet.com.tr yöndeşmeyi
dikkate alan uygulamalar olarak görülmektedir.
Bunun dışından geleneksel gazetelerin web
sürümlerinde giderek multimedya gazetecilik
yaklaşımını sergilemeye başlıyor olması, Türkiye'deki medya kuruluşlarının önümüzdeki
birkaç yıl içinde yöndeşme konusunda batıdaki
medya kuruluşlarının eğilimlerine ayak uyduracaklarının göstergesi sayılabilir (İLEF Rapor
2007: 17).
Teknolojik yöndeşme ekseninde sayısal medyanın yöndeşmesi iki boyutta ele alınabilir. İlk
boyutta, küresel çapta bilgi paylaşımı ve etkileşim sürecinin merkezinde yer alan internet
bulunmaktadır. İnternet dar bantta metinlerin,
sayıların ve görüntülerin karşılıklı değişimini
içermektedir. Bu aşamada sayısal yöndeşimin
kurulan teknolojileri veri tabanları, web ve
elektronik postadır. İkinci aşama ise zengin
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
medya olarak adlandırılan, geniş bantta
(bandwidth) etkileşimli multimedya teknolojisini içermektedir. Bu aşamada ses ve video
görüntüsü yöndeşme süreci içerisine girmektedir.
Teknolojik yöndeşmeyi ortaya çıkaran teknolojik gelişmelerin temelinde iletişim içeriğinin
üretim, dağıtım ve depolanabilmesini olanaklı
kılan unsur sayısallaşma (digitalization) olgusu
vardır (Mueller 1999: 15). Ve bu durumun
teknolojik düzeyde yarattığı en önemli değişiklik, iletişim endüstrisindeki temel dağıtım modelleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırması ve böylece teknolojik yöndeşmeyle birlikte telekomünikasyon ve yayıncılık şebekelerin
her tür içeriği iletebilir hale gelmesidir (Taş
2004: 45).
Teknolojik yöndeşme sürecinde, basit anlamda,
karasal, uydu ve kablo yayıncılık şebekeleri
üzerinden analog sinyal yerine sayısal sinyal
iletilmektedir. Böylece iletişim altyapısının
dönüşümü gerçekleştirilerek ses, görüntü ve
yazı gibi farklı iletişim içeriklerini aynı araç
üzerinden erişilebilir olmasını mümkünleştirilmektedir. Mikro-işlemciler, telekomünikasyon araçları, optik araçlar ve bilgisayarların
tümü enformasyon sistemlerin yöndeşmesi
sayesinde enformasyon ve iletişim içeriğinin
belirli altyapılar ve araçlar üzerinden akışı ve
erişimi sınırlılığı ortadan kalkmaktadır. Bu
yönüyle yöndeşme olgusu hem yeni medyayı
geleneksel medyadan ayırır hem de, geleneksel
medyayı yeni medya ortamına taşınabilmesine
zemin hazırlar (Deuze 2007: 357).
Haber üretim sistemlerinin sayısallaşması,
geleneksel olarak gazete, radyo ve televizyon
birimlerinin internet ortamında tümleşmesini
için teknolojik zemin hazırlamıştır. Sayısal
sistemler gazetecilerin üretiminin içeriğini
birçok yönden desteklemeleri için, veri dosyalarını (ses, video, metin) aynı ortamda kullanabilmelerini mümkün kılar. Böylece, tanımlanan
yöndeşme süreci şimdi ya da daha sonra medya
kuruluşlarının ses, görüntü, yazının aynı forumda kullanılabileceği ve hızlı bir etkileşimin
gerçekleştirilebileceği farklı haber yapma uygulamalarının yapılabileceği bir sahneye taşınmasına neden olmaktadır.
Sonuç olarak ses, görüntü, metin ve grafik gibi
farklı veri türleri telekomünikasyon ve kitle
iletişimin bütünleştirildiği web sitelerinde gö-
rülebilmekte ve bu da yeni medyanın teknolojik temelini oluşturmaktadır. Televizyon, radyo
ve gazetelerin sayısal ve telekomünikasyon
teknolojileriyle yöndeşmesi, gazetecilik açısından, internet gibi sayısal iletişim ortamları
üzerinde sunulacak yeni hizmet ve ürünlerin
yolunu açmaktadır. Bu süreç aynı zamanda
medya içeriklerinin yöndeşmesine neden olduğu gibi okuyucu/izleyici/dinleyicilerin de tümleşmesi sonucunu doğurmaktadır. Böylece
medya yöndeşmesini tek boyutlu değil de,
medya teknolojilerinin, endüstrilerinin, içeriklerinin, coğrafyanın ve okuyucuların birbirlerini etkileyen bir kombinasyonu olarak bütünlüklü bir süreç çerçevesinde değerlendirmek daha
doğru olacaktır (Singer 2004: 3).
Gazetecilik Alanı Olarak İnternet: Daha
Hızlı Daha Ekonomik
Geleneksel medyaların yöndeştiği, multimedya
haber faaliyetlerinin ve ürünlerinin somutlaştığı
bir alan olarak internet yeni medya uygulamaları açısından oldukça önemlidir. Günümüzde
pek çok türden içeriğin taşınmasında ve dağıtımında önemli olduğu kadar merkezi bir konumda da olan internet, kültürün endüstriyel
üretimi ve tüketimini dönüştürme açısından
geleneksel medya kurumlarının faaliyetlerinin
değişimine zemin hazırlayan bir role sahiptir.
Bu değişimler haber üretiminden, haberin içeriğinin oluşturulması ve dağıtımına kadar bir
dizi gazetecilik pratikleri üzerinde kendini
göstermiştir (7). Ve dahası internet gazetecilik
uygulamalarının yanında geleneksel okuyucu/
izleyici/dinleyici konumunda da değişimin
işaretini vermiş, geleneksel okuyucu/izleyici/
dinleyici yeni medyalarla birlikte "kullanıcıya"
dönüşmüştür.
İletişim teknolojisindeki gelişmelerin toplumsal alanda giderek gündelik hayatın vazgeçilmezleri haline gelmesi ve buna bağlı olarak
yaygınlaşması, yeni neslin internette bir yaşam
formu oluşturması, yazı, ses, fotoğraf, video ve
benzeri görüntü dosyalarının ayrı ayrı ya da
bütünleştirilerek oluşturulan bir mesajın aynı
anda binlerce kişiye ulaştırılmak suretiyle geleneksel medyaya oranla daha kısa ve daha az
maliyetli bir biçimde kitlesel bir etkinin oluşturulmasını mümkün kılması medya şirketlerini
internete yatırım yapma yönünde adımlar atmaya itmiştir. Dünya Gazeteciler Birliği'nin
(WAN) anketine göre, gazete yöneticileri İn-
233
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
ternet ve elektronik yayıncılığını organizasyonları için en önemli stratejik konular olarak
düşünmektedirler (The Future of the Printed
Press…1998).
Gazetecilik sektörünün devlerinin geleceğin
potansiyel pazarı olarak interneti görmeleri ve
bu yönde girişimlerde bulunmaları (Dahlgren
1996: 60), ayrıca sektördeki yöndeşmelerin
yoğunlaşması da göz önüne alındığında, gazetecilerin iş yapma mantığı ve becerilerinin
internet ve yeni iletişim teknolojileri çerçevesinde şekilleneceği anlamına gelmektedir
(Giles 2007).
Öte yandan, medya endüstrisinin internete karşı
takındığı tavır büyük ölçüde gazeteciliğin ifade
ediliş tarzını geliştirme isteğinden ziyade ekonomik gerçekler tarafından belirlenmektedir.
İnternet, giderek daha fazla reklam çeken bir
ortam olması dolayısıyla da medya holdinglerinin yatırımlarını çekmektedir. Gazetecilik
alanında internet, aynı zamanda, geleneksel
medya ile karşılaştırıldığında var olan yatırım
ve kaynaklardan tasarruf yolu olarak görülmektedir. Hem haber kaynaklarına ulaşma ve hem
de haber üretiminden, dağıtımına kadar geçen
süreçte internetin maliyetleri düşürücü bir
işleve sahiptir (The Future of the Printed Press
1998: 7). İnternetin özellikle basım konusunda
oldukça avantajlı bir boyutu vardır. Ancak
elbette ki internetin gazetecilik maliyetleri
açısındaki bu avantajları, onun toplumdaki
kullanma oranının çokluğu ile anlam bulacaktır. Bu faktör gazete endüstrisinin internet ortamına yatırımları konusunda önemli bir yere
sahiptir. Başka bir ifade ile toplumdaki internet
gazetelerine olan talep ile internet gazeteciliğinin gelişimiyle doğru orantılıdır. Böylece internet gazeteciliği uygulamalarını, internet
kullanıcılarının niceliğinin yanında internet
ortamındaki reklam gelirinin miktarıyla değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlar elde edebilmeyi sağlayacaktır.
Şimdi gelinen noktada artık anaakım medya
holdinglerinin internet üzerinde yayın yatırımı
hakkında “bekle ve gör” politikasının bir adım
ötesine geçerek, yavaş yavaş geçiş sağlama
yönünde hareketlendikleri söylenebilir. Ancak
diğer taraftan internete uzun süredir gazetelerin
haber bürolarında bir bilgi toplama aracı olarak
kullanılmıştır. Ve bu anlamda gelecekte birçok
ülkede medya kuruluşlarının, yöndeşmenin
234
etkisiyle, internet gazeteciliğine geçeceği beklenmektedir (Lasica 2002).
İnternetin gazetecilik üzerindeki yansımaları
ilk başlarda "tehdit" ve "fırsat" kavramları
çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak, geçen zaman ve günümüzdeki mevcut durum, internet
gazeteciliğin gelişimiyle birlikte geleneksel
gazete ve gazeteciliğin yok olacağı hakkındaki
görüşlerin geçersizliğini ispat etmiştir. Zaman
içinde değişen ve gelişen internet gazeteciliği
beklendiği gibi geleneksel gazeteciliği ortadan
kaldırmamış, bu iki gazetecilik pratiği eş zamanlı olarak aynı platformda uygulanmıştır (8).
Öyle ki internet gazeteciliğinin geleneksel
medyanın yozlaşmasının önüne geçebileceği ve
toplumun demokratikleşmesi anlamında önemli
bir işlev göreceği iddia edilmiştir (Strategic
developments...1996: 313). Bu bağlamda internetle birlikte haberlerin sunum şekilleri çeşitlendirilebilir, etkileşimci özellikler sayesinde
gazeteci ve okurları birbirine yaklaştırır, gazetecilik toplumun bir parçası haline gelebilir.
Günümüzde gazetecilerin tamamı işlerinin
büyük kısmını bilgisayarlarla yapmaktadır.
Ancak bilgisayarları gazetecilik açısından asıl
önemli kılan nokta onun veriyi sayısallaştırması konusundaki işlevinde yatmaktadır. Bu da
gazetecilik uygulamalarının internet ortamında
somutlaşabilmeleri açısından gerekli olan dijitalleşmeyi sağlamaktadır (Castilhos 2009:
115).
İletişim ve internet teknolojisinin son yıllardaki
gelişimi gazetecilik açısından da değişimin
işaretleri olmuş, haber kaynaklarına ulaşmak ve
bir haberi başka unsur ve kaynaklarla desteklemek açısından gazetecilik için oldukça önemli bir alan sunmuştur (Gezgin 2002, Kara
2002). Örneğin, kitle iletişimin bütün diğer
formlarını (Gazete, dergi, radyo, televizyon,
sinema, fotoğraf ve diğer işitsel ve görsel öğeler) birleştiren internet, gazeteciliğe özgü sunumlar için ses, görüntü ve metnin bir
aradalığı, yardımcı metinler/linkler (hypertext),
hızlı etkileşim gibi yeni olanaklar sağlamaktadır (Dahlgren 1996: 66). Ayrıca internet gazeteciliği ile geleneksel gazetecilik arasındaki
farklar genel olarak, linkler aracılığıyla ek bilgi
kaynaklarına ulaşabilme imkânı, geri besleme
ve etkileşimin çok daha hızlı olabilmesi, haberlerin çokluortam şeklinde sunulabilmesi, çok
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
geniş bir arşivleme olanağı, haberlerin sürekli
ve zamana bağımlı olmayan güncellenebilmesi,
haberlere ayrılan yere ilişkin geleneksel ayrımların ortadan kalkması gibi özelliklerdir
(Newhagen ve Rafaeli 1996, Jankowski ve Van
Selm 2001: 378-379).
Gazetecilik ve gazeteciliğe özgü uygulamaların
değişimine yönelik tartışma internet ve yeni
teknolojiler bağlamında çerçevelendirilebilir.
Bu açıdan yeni iletişim teknolojileri gazeteciliğin yeni yüzü, değişen profesyonel yöntemler,
yeni eğitim ihtiyaçları, gazeteciler ve okurlar
arasındaki ilişki ve modern toplumda gazetecilik mesleğinin rolü üzerine tartışmaların hareket alanını oluşturan merkezi bir konumdadır.
Sayısal iletişim olanaklarının gelişmesiyle
gazetecilikteki değişimleri ve gazeteciliğe özgü
yeni özellikleri özetleyen gelişmeler şu şekilde
sıralanabilir:
Tek Yönlü İletişimden Tartışmaya: Yeni teknolojik gelişmelerin okuyucu konumunda yaptığı
değişimle iletişimde gazetecinin tek taraflı
üstünlüğü görece olarak kırılmış, kullanıcıların
hem diğer kullanıcılarla, hem gazeteciler ve
hem de kaynaklarla doğrudan iletişime geçmeleri mümkün olmuştur. Bu açıdan bakıldığında
kullanıcının haber üretim sürecinde giderek
aktif hale geldiği söylenilebilir.
Amatörlüğün Yükselişi: Okurlar boyutları küçülen ve hatta çeşitli cep telefonlarıyla entegre
edilen kamera, fotoğraf makinesi, ses kayıt
cihazı gibi iletişim teknolojileri sayesinde çevresinde meydana gelen olayları kaydederek
ister kendi 'blog'unda, isterse profesyonel medya örgütlerine bedelli ya da bedelsiz şekilde
verebilir.
Artık Herkes Dağıtımcı: Son gelişmeler herkesin kendi içeriğini kendi olanakları çerçevesinde üretip amatör blogları ve sayfalarında yayınlamasına imkan tanıdığı gibi profesyonel medya kuruluşlarının ürettikleri içeriği e-mail yoluyla çevresinde ki insanlara gönderebilmesinin
yanında Youtube, Facebook, Digg Blog, Flickr,
Twitter, Delicious, Google Bookmark vb gibi
popüler ve yüksek potansiyelli sanal
topluluklar olan Web 2.0 (9) uygulamalarına da
göndererek dağıtım sürecinin bir parçası
olmaktadır.
RSS Teknolojisinin Kullanımı: Really Simple
Syndication (Gerçekten Basit Dağıtım) ya da
Rich Site Summary (Zengin İçerikli Site Özeti)
olan RSS, gazetecilikte son zamanlarda kullanılan en önemli yeniliklerden birisidir. İçeriğin
dağıtımı açısından oldukça önemli bir işlev
gören bu yöntem, yeni eklenen içeriğin kolaylıkla takip edilmesini sağlayan özel bir XML
dosya formatıdır ve bu yolla haberlerin e-posta
karmaşasından ve siteleri dolaşma zahmetinden
kurtarılıp, en kısa yoldan en fazla kişiye ulaştırılabilmesi amaçlanmıştır. Bu format web sitesinde sunulan içeriğin özeti veya sadece başlığını içermektedir. Kullanıcı içeriği görmek
istediğinde haberin linkine tıklayarak haberin
tamamını içeren HTML formatında hazırlanmış
internet sayfasına ulaşabilmektedir.
Haritalandırma: Aktarılan bir olayı hem coğrafi konumuna yönelik hem de olaya ilişkin istatistikî verilerin çeşitli grafik ve şekiller üzerinde haritalandırılmasıdır. Bu yolla içeriğin çok
daha zenginleştirilmesi ve anlaşılmasının da bir
o kadar kolay olması amaçlanmaktadır.
Dağıtımın Küreselleşmesi: İnternet teknolojisi
ile birlikte gazeteler için dağıtımda fiziksel
anlamda bir sınır kalmamıştır. Gazeteler dünyanın herhangi bir yerindeki internet bağlantısının olduğu her yere ulaşabilmiştir (10).
Veritabanları: Gazeteciler açısından haber ve
bilgi toplamada oldukça önemli olan veritabanları özellikle zaman kazanma yönünden önemli bir fırsattır. Diğer türlü dışarıda günlerce
sürecek bir araştırma ile elde edilecek bilgi
internetteki çeşitli veritabanları sayesinde evde
ya da iş yerinde çok daha kısa sürede elde
edilebilir.
Ölçülebilirlik: Bu özellik sayesinde editörler en
çok tıklanan, en çok yorumlanan, en çok e-mail
ya da diğer yöntemlerle dağıtılan haberler tespit edilebilir. Tespit edilen veriler ışığında
eskiye oranla çok daha sağlıklı izleyici eğilimleri çıkarılabilir ve üretimlerini bu yönde yoğunlaştırabilirler.
Multimedya: Sayısal teknoloji sayesinde ses,
görüntü, metin ve diğer iletişim öğelerinin bir
arada kullanılarak, içeriğin etkisi arttırmıştır.
235
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Mobilite/Hareketlilik: İnternet ve diğer sayısal
teknolojilerle gazeteci haber merkezine ya da
herhangi bir fiziksel ortama bağlı kalmaksızın,
habercilik faaliyetlerini yürütebilir. Haber
toplama araçları taşınabilir olacağından muhabirlerin ulaşılabilirliği de artacaktır. Bu da,
muhabirlerin haber merkezine olan bağımlılığını ortadan kaldıracak ve gazetecinin haber
sahasından ya da evden çalışmasına olanak
tanıyacaktır. Mesafe olmaksızın muhabirin elde
ettiği bilgi ve içerik çok kısa bir süre zarfında
haber merkezine ve hatta direk gazetenin internet içeriğine aktarılabilir. Bu durumun en
önemli ve pratik sonucu haberciliğin hızlanmasıdır.
Güncellenebilirlik - “7/24” habercilik: Sayısal
teknolojilerin veriyi her an yeniden yapılandırabilme özelliğinin sunduğu imkânlarla internet
ortamındaki gazete içeriği olayların gelişimine
bağlı olarak her an güncellenebilmesine olanak
sağlamaktadır.
Etkileşim: İnternetin gazeteciliğe sağladığı en
önemli özellik etkileşimdir. Gazetecinin profesyonel rolü açısından da değer taşıyan etkileşim imkânı gazeteciye okur yorumları almak ve
kamuoyu araştırması yapmak gibi yöntemlerle
halkın tepkisini öğrenme olanağı sağlar
(Dahlgren 1996: 68). Geleneksel iletişim araçları geleneğinin dışında bir tanıma sahip olan
ve eş zamanlı iletişim olanağı tanıyan etkileşim
özelliği okuyucu ve izleyici kitlesinin soyutlandığı haber üretme sürecinin kapalılığının
kırılmasında da önemli bir rol oynamaktadır.
Hypertext (Metinlerarasılık/Yardımcı Metin):
Metin içerisinde detay bilgi ya da ardalan bilgi
vermek, konuya ilişkin başka bağlantılar kurabilmek için yerleştirilen linkler aracılığıyla
kullanıcıyı metnin içinden başka açıklayıcı
verilere götürmek amacıyla kullanılan yardımcı
metinlerdir.
Arşivleme: İnternet ortamı çok geniş depolama
kapasitesine sahiptir ve bu da gazetecilik açısından önceki içeriklerin her zaman okur için
ulaşılabilir bir konumda olması anlamına gelmektedir. Böylece birçok online gazete, okurlara arşivlerinde araştırma yapma ve bu yolla da
önceki olayları güncel olaylarla bağlayabilme
konusunda kolaylık sağlamaktadır. Arşivinin
ulaşılabilirliği ve işlevselliği alışılagelmiş gaze-
236
teci anlayışı olan 'Bir kere yaz ve ardından
unut' mantığını değiştirerek, gazetecinin ürettiği içerikle ilgili sorumluluğunu sürekli canlı
tutmasına neden olmaktadır.
Kişiselleştirme: Site içeriğinin konularına göre
kategorilendirilmesi ve izleyicin bu kategoriler
içinde ilgi alanına yönelik seçimde bulunması
beklenir. Ayrıca talebe yönelik içerik üretimi
de kişiselleştirme özelliğine örnek verilebilir.
Ulaşılabilirlik: Okurun habere 24 saat, dilediği
zaman ulaşabilmesi anlamında kullanılan bu
özellik asıl anlamına güncellenebilirlik özelliği
ile kavuşmaktadır. Böyle kullanıcı, diğer geleneksel iletişim araçları dışında, kendi istediği
zaman güncel haberlere ulaşabilir.
B. DÖNÜŞÜMÜN BİLEŞENLERİ
Yeni Organizasyonel Yapılanmalar
Haber üretiminde kullanılan teknoloji, gazetecilik pratikleri ve haber içeriği arasında bağlantıyı kavrayabilmek haber merkezlerinin yapısını anlamakla mümkün olabilir. Haber odalarındaki yapılanma büyük oranda teknik ve sosyal
gelişmelerle ilgili olduğu gibi ne tür içeriklerin
neye göre, nasıl oluştuğu ve ne tür izleyicinin
hedef alındığı gibi faktörlere bağlıdır (Garrison
2000: 89).
Sayısal teknolojiler ve yöndeşme gazetecilikteki haber üretimi anlayışını değiştirmiştir.
Gazeteciler için yeni bir alan açan bu değişiklikler birçok yoldan gazeteciliğin görünümünü
yeniden şekillendirmektedir. Haber merkezlerinin yapıları, gazetecilik uygulamaları ve haberlerin içeriği tümüyle değişim halindedir
(Pavlik 2004: 28). Gazetecilik pratiklerindeki
değişim haber üretiminin yapıldığı yer olan
haber merkezlerinin yapısı ve işleyişiyle ilişkilidir. Haber merkezleri, gazetecilik kültür, rutin
ve normlarının uygulandığı sosyal yapılardır.
Yarım yüzyılı aşkın bir süredir haber sosyolojisi çalışmaları, gazetecilerin iş yapma biçimlerine göre haber bürosunun bir sosyal sistem
şeklinde biçimlenmesinin detaylarını ele almakta ve haber bürolarındaki organizasyonel
yapıyla gazetecilik pratikleri arasında bir bağ
kurmaktadırlar (Tuchman 1978, Schudson
2003).
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
Her medya kuruluşunun çalışma pratiğinde üç
faaliyet yer alır: bilgi toplama, haber üretimi/kurgulama ve dağıtım. Geleneksel medyada
bu faaliyetler ayrı ayrı birimler ve uygulamalar
şeklinde somutlaşmaktadır. Fakat yöndeşme ile
birlikte 2000'li yıllardan bu yana çoklu ortam
haber merkezleri ve farklı medyaların haber
büroları arasında işbirliği ve birleşim kendini
göstermektedir (Deuze 2004: 140). Tümleşik
haber merkezleriyle birlikte içerik üretimi ve
dağıtımı tümleşik bir iş yapma pratiği olarak
ortaya çıkmaktadır. Tümleşik haber merkezleri
yapısı gereği çoklu beceriyi gerektirir. Bu anlamda haber merkezlerindeki tümleşme geleneksel gazeteciliğe ilişkin bazı geleneklere ters
düşmektedir. Ayrıca internetle birlikte ön plana
çıkan içeriklerin sürekli güncellenebilirliği
daha fazla hız ve daha çok çalışma da tümleşik
çalışma sistemi ile geleneksel gazetecilik gelenekleri arasındaki ayrımlar arasındadır (Singer
2005: 179-182). Son olarak, gazete, radyo ve
televizyon uygulamalarının bir araya gelmesi
mesleki kültür uyuşmazlığına ve alışılmışlar
arasında anlaşmazlığa neden olabilir (Huang ve
ark. 2006: 78).
Haber Merkezlerinin Yöndeşmesi
Geleneksel haber bürolarından tümleşik haber
merkezlerine doğru geçiş sosyal yapı, üretim
ve tüketim bağlamında aşama aşama gerçekleşmektedir. 1990’ların sonlarında birçok gazete web gazeteciliğine başladıklarında, genellikle kağıt baskı içeriklerinin yeni medya platformuna uyarlanması için çalışan küçük haber
odaları kurmuşlardır (Deuze 1999, Bockzowski
2004). Daha sonra internet kullanımının yaygınlaşması ve bu alandaki reklam yatırımlarının fazlalaşması, internetin gazetecilik açısından bir fırsat olarak görülmesi gibi etkenler
sonucunda bazı haber kuruluşları geleneksel ve
yeni medya haber odalarını tümleştirmek için
girişimlerde bulunmuşlardır. Avrupa’da, haber
odaları birleşiminin ilk örnekleri genel olarak
İskandinav Ülkeleri, İngiltere ve İspanya’da
görülmüştür (Aquino ve ark. 2002: 27-40).
Amerika'da ise Media General’s Tampa News
Center, The Tribune Group ve Belo
Corporation gibi medya grupları haber odalarını tümleştirme yolunda adımlar atmışlardır
(Huang ve ark. 2004). 2004 yılında Amerika'daki 10 haber kuruluşundan 9'u haber merkezlerinin birleştirilmesi konusunda çaba göster-
mişlerdir (2004: 81). The New York Times
2007 yılının başlarında kağıt baskı ve internet
haber bürolarını birleştirmeye başlamıştır. Aynı
zamanda The Washington Post ve The Los
Angeles Times' da bu akımı takip ederek tümleşme konusundaki kararlı olduklarını göstermişlerdir. Amerika’daki 63 gazetenin editörleriyle yapılan görüşmelerde, ‘Haber bürolarındaki tümleşmeye karşı kesin kararlı olduklarını’ sonucu ortaya çıkmıştır (Bresser 2006:
134).
Dailey vd., (2005: 152-154) tümleşik haber
odalarının, farklı medyalar arasındaki etkileşim
ve iş birliği tarafından şekillendiğini belirterek,
haber odalarının birleşiminin modelini çıkarmışlardır. Model beş aşamada geleneksel medyaların gazetecileri (gazete, televizyon ve radyo) ve internet gazetecilerinin tümleşme sürecinde haber üretim sürecinde birlikte nasıl
çalıştıklarına dair davranış temelli açıklamaları
içermektedir. Buna göre;
Cross Promotion (Çapraz geliştirme): Farklı
medyaların haber merkezleri arasındaki işbirliği ve etkileşimin sonucu olarak bu aşamada
gazeteciler görsellik, metin ve ses unsurlarını
kullanarak zengin içerik üretebilecek çoklu
becerileri kazanma sürecine girerler.
Cloning (Kopyalama): Bu aşamada her medyanın kendi mecrası için ürettiği ürün diğer
medyalarda küçük düzeltmelerle yeniden yayınlanabilir. Buradaki ortaklık haber üretim
sürecinde değil, üretim süreci sonrası paylaşımda kendisini gösterir.
Coopetition (11) (İş Birliği ve Rekabet): Süreklilik dizininin merkezinde yer alan
"coopetition" aşamasında haber üretiminde
hem rekabet hem de işbirliği vardır. Bu safhada
farklı medya gazetecileri çalıştıkları bazı haber
konuları hakkında bilgileri paylaşırlar. Ayrıca
bir gazeteci diğer haber merkezi için gerekli
içeriği üretebilir. Ancak yıllardır süren yarış ve
haber büroları arasındaki kültürel farkların
oluşturduğu güvensizlik işbirliği ve etkileşimin
derecesini sınırlar.
Content Sharing (İçerik Paylaşımı): Her zaman olmasa da yine de düzenli şekilde farklı
medyaların topladığı bilgiler paylaşılır. Bütçe
ve harcamalar haber büroları arasında ortak
237
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
hale gelir. Yine de her medya kendi mecrası
için haber üretebilir
Full Convergence (Tam Yöndeşme): Bu aşamada bütün ortaklar içerik üretimi ve dağıtımında tam bir işbirliği içindedirler. Artık ortakların tek bir amacı vardır güçlerini birleştirmek.
Burada farklı medyaların ortaklığında oluşan
melez gazeteciler haberi ses, video, metin ve
çeşitli görsel öğelerle besleyerek zenginleştirirler (Dailey ve ark. 2005: 153-154).
Yukarıda ifade edildiği gibi haber merkezlerinin tümleşmesi aşamalı olarak gerçekleşen bir
süreçtir. Öncelikle televizyon, radyo, gazete ve
web gibi farklı haber büroları arasındaki işbirliği ve içerik paylaşımıyla başlayan bu süreç,
hem yönetimin ve hem de gazetecilerin tümleşik çalışma sistemine uyum sağlaması açısından önem taşımaktadır. Ayrıca yöneticiler, her
birimin kendi kimliğini kaybedeceği ve tüm
niteliğin kaybolacağı korkusuyla haber odalarının kısa süre içinde tümleştirilmesinin riskli
olacağını düşünmektedirler (Aviles ve Carvajal
2008: 235).
Dünya Editörler Forumu'nun Mart 2008'de 120
ülkeden 700'ü aşkın editör ve yöneticiyle yaptığı görüşmelerde araştırmaya katılanların yüzde 86'sı 5 yıl içinde tümleşik haber merkezlerinin sektörde norm olacağına inandıklarını belirtmişlerdir. Yüzde 83'ü de gelecek 5 yıl içinde
gazetecilerden tüm medya için (Kağıt baskı,
video, ses, web, mobil vs.) içerik üretmelerinin
bekleneceğini belirtmişlerdir. Medya endüstrisindeki genel eğilim ve yapılan bu araştırmanın
sonuçları göz önüne alındığında yakın gelecekte tümleşik haber odalarının yaygınlaşacağı
söylenebilir. Anket değerlendirmelerine göre
editörler "Yenilen, bütünleş ya da yok ol" mantığını benimsemiş, yeni gelişmelere ayak uydurma konusunda oldukça istekli ve güvenli
görünmektedirler
(Newsroom
Barometer
2008).
Son yıllarda reklam yatırımlarının ve gelirlerinin özellikle internet gibi sayısal iletişim ortamlarına kayması bu eğilimlerin yoğunlaşması
ve ivme kazanmasında önemli bir faktördür.
Bu bağlamda gazetelerin sayısal iletişim ortamlarını nasıl kullanacaklarına ilişkin iş modelleri
de yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır (Verweij
2009: 76).
238
Çapraz Medya Modeli
Çapraz medya iki ya da daha fazla medya platformu arasındaki üretim ve dağıtım dayanışmasını içerir. Haber merkezlerinde yöndeşmenin
etkisi olarak ortaya çıkan çapraz-medya modelin geleneksel medyaların haber büroları arasında fiziksel bir bütünleşme olmadan haber
üretimi ve bilgi paylaşımı konusunda işbirliği
vardır. Bu iş birliği, gazeteciler ve bürolar
arasındaki bilgi paylaşımından, farklı birimlerin içerik paylaşımları, bütçe ve teknik araç
paylaşımı gibi birçok şekilde olabilir. Medya
birimleri arasındaki iş birliği rekabetle yakın
bir şekilde ilişki halindedir ve genelde çalışma
sistemi birim odaklıdır. Bu model, bütün olarak
haber kuruluşunun yararı için birimler aracılığıyla bilgi ve kavram paylaşan bir habercilik
kültürü oluşturmak amacı ile ilgilidir (Aviles
ve Carvajal 2008: 238).
Farklı haber odaları arasındaki iş akışı şeklinde
özetlenebilecek bu model, geleneksel medyanın iş örgütlenmesi ile yeni medyanın iş modeli
arasında bir köprü konumundadır. Daha önce
yukarıda da bahsedildiği gibi bu model aslında
tümleşik haber merkezi sistemine geçişi sağlayan bir adaptasyon süreci olarak görülebilir.
Birçok gazete "tümleşik haber merkezi" sisteminin doğru karar olup olmadığını anlamak
için önce, çapraz-medya birleşimini aşama
aşama gerçekleştirmeyi tercih etmektedir. Bu
yüzden de çapraz-medya modeli medya kuruluşları için bir amaç değil araç olarak görülmektedir (Aviles ve Carvajal 2008: 233- 235).
Tümleşik Haber Odaları
Tümleşik model bir bölüm, bir haber odası
kültürünü aşmıştır ve birim-yönlendirmeli
kültür yerine içerik-yönlendirmeli kültürü teşvik eder. Bu modelde muhabirler ayrı birimler
veya programlar halinde değil de, bir bütün
halinde tek bir fiziksel ortamda çalışırlar. Bu
uygulama habercilerin tekli ortama karşı bağlılıklarını kırar ve onları her ortam için haber
yapmaya yönlendirir. 'Herkes her şeyi yapar’
felsefesiyle hareket edilen bu sistemde gazeteciler her haberi bütün birimler için hazırlar ve
onlardan video düzenleme, kayıt, sesli anlatım
ve web yayını konularında nitelikli olmaları
beklenir (Aviles ve Carvajal 2008: 236). Tümleşik haber merkezleri fiziksel tümleşmeyi
gerektirir ve tek bir haber merkezinden hem
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
ortak bir platform için hem de her birim için
içerik üretimi yapılır.
Tümleşik haber büroları, medya şirketleri açısından genel olarak bir dizi stratejinin sonucudur. Bunlar, üretim maliyetlerinin tasarrufu,
haber odalarının organizasyonel ve teknik
tümleşimi, çoklu-beceri iş gücünün kullanımı,
üretimin her noktasında sayısal teknolojinin
kullanılması, hizmetlerinin yeni medya ortamına genişlemesi ve talebe yönelik esnek üretimin gerçekleştirilebilmesi şeklinde sıralanabilir
(Duhe ve ark. 2004, Boczkowski 2004,
Garrison 2000, Singer 2008).
Üretim ve dağıtım açısından, tümleşik haber
merkezleri tasarruflu bir strateji ve fırsat olarak
ifade edilebilir. Genelde yöneticiler tümleşik
haber odalarını gazeteciliğin niteliğini artırabilmenin yanında üretim maliyetlerini düşürmek anlamında düşünürler. Bu yüzden de tümleşik haber merkezleri çoklu altyapılı haber
üretimi ve yüksek kar sağlamak için önemli bir
fırsat olarak görülmüştür (Killebrew 2005). Öte
yandan tümleşik sistem haber profesyonellerinin sırtına ağır bir yük bindiren, zor bir denge
işidir. Muhabirler zaman sorunuyla karşı karşıya kalarak hem üç geleneksel medya (radyo,
televizyon, gazete), hem de sayısal iletişim
ortamı (internet, cep telefonu vs…) için haber
yapmak zorundadırlar.
Tümleşik haber merkezi kavramı gazeteler için
bütün gazete ve yazı işleri birimlerinin bir
araya getirilmesi ve ek olarak internet ve diğer
sayısal ortamlarda ses ve hareketli görüntü
özelliklerini kullanabilmek için, aynı ortamda
ses ve görüntü stüdyolarının kurulması anlamına gelmektedir (Quinn 2002: 123). Tümleşik
haber odalarının teknolojik kurulumu, ürünün
sayısallaştırılmasında yatmaktadır.
Tümleşik haber merkezi sisteminin tam olarak
uygulandığı pek az kuruluşlardan birisi İngiltere'deki The Daily Telegraph gazetesidir. Gazetenin tümleşme stratejisini metin, görüntü ve
sesi farklı uygulamalarla tümleştirerek sayısal
iletişim ortamlarında da yer almaktır (İLEF
Rapor 2007: 9).
Tümleşme gazeteler için hem üretkenlik ve
hem de okuyucular için daha yüksek kalitede
ürün verebilmek açısından faydalı bir yoldur.
Okuyucuların tümleşik haber odalarında üretilen çoklu haberlerle daha fazla tatmin sağladıkları belirtilmiştir (Trend in Newsroom 2008:
65). Ancak tümleşik haber odaları için, yatırım
eksikliği, eğitim eksikliği ve kültürel değişimden kaynaklanan uyumsuzluk gibi konular
önemli birer mesele olarak gazete yönetici ve
editörlerin önünde durmaktadır.
Öte yandan bazı araştırmacılar tümleşik haber
merkezlerini sadece teknolojik akımların etkisi
olarak düşünmenin, konuya, eksik bir bakış
açısı sağlayacağını söylemişlerdir (Garrison ve
Dupagne 2003: 27). Buna göre teknolojik gelişme genelde mesleki ve ekonomik kararlara
bağlıdır ve gazeteciler yeni araçları kendi beklentilerine, yeteneklerine ve çalışmalarına uyması için kullanırlar. Bu yüzden, tümleşik
haber merkezleri teknoloji-güdümlü bir uygulama olarak değil, değişik ortamlarda belli
amaçlarını gerçekleştirmek için teknolojiyi
kullanan bir uygulama olarak görülebilir
Garrison ve Dupagne 2003 :29).
İspanya'daki medya gruplarının yöndeşme
eğilimleri üzerine yapılan bir araştırmada bazı
editörler, muhabirlerin geleneksel medya alanlarında uzmanlaşmalarının gazeteciliğin kalitesi açısından daha faydalı olacağını belirterek
tümleşik sistemde her işi yapan, her birim için
haber yazan ve teknolojiyle haşır neşir olan
gazetecilerin niteliklerinin düşeceği kaygısını
taşıdıklarını belirtmişlerdir (Aviles ve Carvajal
2008).
Diğer taraftan gazeteciler, tümleşik haber odalarının kamu hizmeti anlamında ve kendi profesyonel kariyerlerini yükselteceği konusunda
avantajlı görürlerken farklı haber bürosu kültürlerin uyuşabilirliği sağlayacak ve yeni haber
formatının kompleksliği hakkındaki korkularını
giderecek bir eğitimin eksikliği ve yeni çalışma
temposuna uygun ücret alamama konusunda
endişeleri vardır (Singer 2004: 16).
239
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Tablo 1. Tümleşik model ve çapraz medya modeli karşılaştırması (12)
Birleşme Tanımlayıcıları
Tümleşik Model
Çapraz-Medya Modeli
Fiziksel yapı
Haber odası yönetimi
Tek bir haber odası, direk göz teması
Tek bir haber editörü
Haber akışı
Çoklu-yeteneklilik aşaması
Çoklu-yeteneklilik derecesi
Çoklu-yeteneklilik eğitimi
İçerik-platform ilişkisi
Merkez büro dayanaklı
Zorunluluk
Haber toplama, üretim ve dağıtım
Çok az, yetersiz
İçerik birinci planda, platform ikinci
planda
Melez
İki ya da daha fazla haber odası
Her birimde bir multimedya
editörü
Multimedya editörleri dayanaklı
Seçim
Dağıtım
Hiç
Platform birinci planda, içerik
kadar önemli
Her birimin kendi kültürü
Mesleki kültürler
Profesyonel Kimliğin Dönüşümü
Yeni iletişim teknolojilerinin gazeteciler üzerindeki potansiyel etkileri, pratik becerilerden
gazetecinin profesyonel rolüne kadar uzanır.
İnternet teknolojilerin ortaya çıktığı günden bu
yana gazetecilerin işlev ve konumları hakkında
birçok tartışma yapılmıştır. Kimi zaman gazeteciliğin artık eskisi gibi olmayacağını hatta
zamanla yok olacağı, kimi zamanda gazetecilerin eskisinde daha güçlü bir konumda rollerine
devam edecekleri iddia edilmiştir. Ancak
Carey'in de (1997: 331) vurguladığı gibi gazetecilerin konum ve işlevleri gerçekte ideallerle
değil, pratiklerle şekillenmektedir.
Gazeteciliğin demokrasi içindeki sağlam yeri
ve gerekliliği gazeteciliğin sosyal konumunun
her zaman için kalıcı olmasının garantisidir.
Fakat gazeteciler toplumdaki statüleri korumak
için önceki içerik ve uygulamalara göre daha
fazlasını sunmak zorundadırlar. Bunun en
önemli nedenlerinden biri, internetin sunduğu
geniş bilgi ağıdır. Bu bilgi bolluğu içerisinde
gazeteci konuları anlaşılabilirlik çerçevesinde
sunarak, konumlarını korumanın da ötesinde
güçlendirebilirler. Öyle ki önceleri halkı bilgi
kıtlığından kurtarmak için doğan gazeteciliğin
şimdilerde en önemli var olma sebebi ise halkı
bilgi yığınından kurtarmaktır. Bu yeni misyona
vurgu yapan Schudson'a (1995: 1-2) göre, her
birimizi eşit bilgi alıcısı ve göndericisi yapan
teknolojiye rağmen, gazetecilik endüstrisi olmadan çağdaş dünyayı resmetmek oldukça
zordur.
Bu durum Baudrillard’ın da belirttiği, yurttaşların, hiç bitip tükenmek bilmeyen enformasyon
yağmuru altında, kendilerini sırılsıklam eden
enformasyon sağanağını anlayacak ve toplum-
240
sal bağlamını kurabilecek kadar vakit bulamayacakları tehlikesini doğurmuştur (Keane 1992:
163). Bireylerin, gazeteciler olmadan, popülerleştirilmiş, tarihsel ve toplumsal bağlamlarından koparılmış haber ve bilgilerle bulunduğu
toplumsal yapı içerisinde, olay ve olguları
doğru okuyup, mantıklı tavır ve eylemler gösterebilmeleri oldukça zordur. Kitle iletişim
araçları vasıtasıyla toplumu her an, hızla kuşatan imge ve iletilerin bireylerin olanları anlama
konusunda işlerini zorlaştırdığı düşünüldüğünde gazetecilerin öneminin gelinen çağda daha
da artığını söylemek mümkündür. Bu durum
gazetecilikte parçaları aktarmaktan ziyade,
anlam bütünlüğünü sağlayarak içeriğin derinleşmesi ve haberin birçok açıdan zenginleştirilmesi gibi bir anlayışın gelişmesine neden
olmuştur (Bardoel 1996: 297).
Öte yandan yeni iletişim teknolojileri gazetecilik mesleğine yönelik var olan etiğe yeni değerler ekleyebilir ya da eski ve yeni değerlerin bir
karışımını ortaya koyabilir (Cooper 1998: 82).
Yeni teknolojilerin ve gazetecilik etiği üzerinde
yapılan tartışmalarda üzerinde sıkça durulan
konulardan birisi gizlilik ve özel hayatın sınırlılığıdır. Özellikle kablosuz parmak kameralar ve
diğer gelişmiş görüntü ve ses kaydediciler, ileri
teknolojik özelliklere sahip cep telefonları
sayesinde özel yaşam ihlal edilebilir. Ayrıca
internet üzerinden elde edilen bilginin doğruluğu ve kaynağı teyit edilmeden kullanılabilmesi,
gazetelerin ve yayıncıların kullanıcı profili
çıkarması ve bu bilgileri reklam ve pazarlama
şirketlerine satması veyahut kendisi bu amaçla
kullanması, dijital teknoloji ve gelişmiş yazılım
programları sayesinde sahte kanıtlar oluşturulabilmesi (fotomontaj, bir video filmine başka
sahneler eklenmesi ya da sinmesi, sesin çeşitli
filtrelerden geçirilerek sahte kanıt olarak kulla-
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
nılması vs…), sürekli artan okur yorumları
üzerinden propaganda yapılması ve internet
üzerinden kullanılan materyallerin telif hakları
ihlal edilmesi gibi konularda yeni iletişim teknolojileriyle beraber etik hakkındaki tartışmaların konusu olmuşlardır.
Diğer taraftan bu yeni dönemde gazetecilerin
profesyonel kimliğinin belirlenmesinde önemli
olan başka bir unsur da yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu avantajlarla oluşan okuyucunun yeni konumudur. İnternetin teknik altyapısı
ve kullanılan yazılımlarıyla birlikte kitle iletişim araçlarına özgü tek yönlü haber akışı ve
hiyerarşik yapının bir ölçüde kırıldığı bu dönemde izleyicinin dönüşümünde rol alan en
önemli öğe etkileşimdir (13). Geleneksel medyanın tersine internet ortamının etkileşim özelliği gazetecilerin iletişim sürecindeki konumlarının tekrar gözden geçirilmesini gerektirmiştir.
Lasica (1996) gazetecilerin okuyucularla birebir iletişime girme konusunda isteksiz olduklarını söyler ve bu durumu gazetecilik mesleğinin
tarih boyunca korunan bağımsız profesyonel
kimlikle ilişkisi olduğunu vurgular. Fakat toplumdaki yerlerini korumuş olmalarına rağmen,
yine de gazetecilerin profesyonel iletişimciler
olarak pozisyonlarını yeniden düşünmeleri ve
içerik üretim sürecinde okurların görüşlerine de
yer vermeleri gerekir.
Şüphesiz yöndeşmenin gazetecilikteki etkilerini tanımlayacak en önemli unsurlardan birisi de
okurun durumudur. Yöndeşme sürecinde geleneksel medyada 'okuyucu', 'izleyici', 'dinleyici'
gibi medya araçlarının özelliklerine göre tanımlamalar yapılırken, yeni medyanın ürünleri
takip edenlerde de, sektörde ve iş yapma biçimlerinde olduğu gibi bir tümleşme görülmektedir. Artık yeni medyayı takip edenler hem
okuyucu, hem izleyici, hem dinleyici ve hem
de gücünü yeni medyanın etkileşimci özelliğinden alan bir 'katılımcı' ve hangi içerikle
ilgileneceğine karar verme konusunda eskiye
nazaran görece daha özgür olan bir 'kullanıcı'ya
dönüşmüştür.
Bu yeni dönemde okurların haber okuma alışkanlıkları değişmeye başlamıştır. Gazetecinin
becerilerinde ve haberin üretiminde kendini
gösteren çoklu unsur kullanıcının haberi tüketiminde de kendisini göstermiştir. Bugünün
medya kullanıcılarını tanımlayacak en iyi sıfat
belki de 'çokgörevli'liliktir (multitasking)
(Deuze 2004: 146). Kullanıcı artık farklı medya ürünlerini aynı ortam ve anda tüketmeye
başlamıştır. Yeni medya ortamında kullanıcı,
"bir bilgisayar ekranından önüne gelen yazılı
metni okumakta, istatistikî verileri grafikler
halinde izlemekte, fotoğrafları ya da hareketli
görüntüleri ekranında görebilmekte, ses kayıtlarını dinleyebilmektedir. İzleyici-okur aynı
zamanda metin, grafik, fotoğraf, görüntü ve ses
biçimlerinden birini ya da tümünü içeren haberi
kendi isteğine ve ilgi alanına göre seçebilmekte, ekrana istediği anda çağırabilmekte ya da
istediği kadar tutabilmekte, kısacası ekrandan
akan enformasyonun içeriğini, süresini ve yayın akış ritmini kendisi belirlemektedir."
(Törenli 2005: 162–163).
Sayısal iletişim alanları tarafından sunulan
etkileşim imkânları gazeteciliğin yapısında ve
gazetecilerin niteliklerinde oluşan değişikliklerin altında yatan en önemli faktörlerden birisidir. Yeni medyanın bu yönü en fazla sosyal
boyut içeren özelliğidir. Geleneksel medyadan
farklı olarak yeni medyada gazeteciyle okur
arasındaki ilişki daha hızlı, daha yaygın ve
daha belirgindir (Dimmick 2004: 21). Sonuç
olarak, bu tür etkileşim, okuyucu ve gazeteci
arasındaki ilişkiyi klasik anlamından kopararak
okuyucuyu habere müdahale eden ve hatta
üretim sürecine dâhil eden bir konuma sokmuştur.
Zira okura yeni dönemde atfedilen görev gazeteciliğin gerçek yardımcı üreticisi ya da sadece
dinlemekle kalmayan konuşan bir tartışmacı
olmasıdır. Okurla gazetecilik arasındaki bu
etkin iletişim gazeteciliğin toplumdaki sosyal
konumunu güçlenmesine neden olabilir. Bu
durumda gazetecinin görevi okuyucular arasındaki tartışmayı yönetmek ve mesleki yeteneklerini kullanarak okuyucuya materyal sağlamaktır. Ayrıca okuyucuyla beraber tartışmada
yer alması gerekir. Ancak burada ifade edilmesi gereken bir şey var ki o da gazeteci ile okur
arasında, gazetecinin daha nitelikli iş yapabilmesine neden olabilecek, tartışmaları zenginleştirecek bir iletişimin olması ancak ve ancak
okurun kültürel donanımıyla ilgilidir. Öyle ki,
internet ortamının bilgiyi elde etmede gösterdiği kolaylığa rağmen, çoğu insan bilgi toplamak
için ne kültürel ve ekonomik donanıma, ne
zamana ne de isteğe sahiptir.
241
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Öte yandan internetin etkileşim ve bilgiye,
eskiye oranla daha hızlı ve engelsiz ulaşma
özelliğinin, gazetecilerin geleneksel pozisyonunu zayıflatabileceği görüşünü ifade edenler
de vardır. Buna göre internetle birlikte gazeteciler 'halkın bilmesi gerekenlere karar verenler'
pozisyonundan, olayların yorumcusu ve detayları aktaran konumuna yönelmiştir (Singer
1997: 73). Bu durum, mesleğin sosyal rolünün
yani profesyonel kimliğinin yeniden inşasında
okuyucuya önemli rol yükler.
Okuyucu gazeteciler açısından orada bir yerlerdedir ve etkileşim için okuyucuya sunulan
yol, editöre mektup yazmaktır. Gazeteciler
görünmez ve ulaşılmaz olma eğilimindedir.
Ancak yeni dönemle birlikte haberin üreticisiyle tüketicisi arasında, haber yazarının e-posta
adresinin haberin sonuna eklenmesi yoluyla,
doğrudan bir iletişim köprüsü oluşmuş, "editöre mektup" iletişiminden, gazeteci ve okuyucu
arasında birebir iletişime geçişi sağlanmıştır.
Böylece gazeteci okuyucu tarafından görülebilir ve ulaşılabilir olmuştur (Deuze 2005).
İzleyici ile olan bu yeni ilişki biçimi gazetecinin profesyonel kimliğinin geliştirilmesi yönünde olumlu bir işlev görebilir. Sayısal ortamın etkileşim özelliği sayesinde gazetecinin
ulaşılabilir olması (The Future of... 1998: 44)
okuyucuların/kullanıcıların gazetecinin hata ve
eksiklerini belirtmesini ve hatta gazeteciyle
belli konuları tartışabilmesini sağlayabilir.
Ayrıca internetin sağladığı imkanlar çerçevesinde gazeteci kaynaklarını okuyucuyla paylaşabilir. Bu da sadece ortaya konan haberin
değil, haberin yapım aşamasının da okuyucu
tarafından görülebilmesini sağlar.
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yeni Beceriler ve
İstihdam Yapıları
Gazeteciler, gazeteciliğin bir meslek haline
geldiği dönemden bu yana teknolojinin gelişimi ve sektörün yapılanmasına bağlı olarak
sürekli yeni beceri ve donanıma sahip ola gelmişlerdir. Önce radyo, sonra televizyon ve
şimdi de internet, gazeteciliğin iş tanımlarının
genişlemesinde ve dönüşmesinde önemli parametrelerdir. Yeni teknolojiler yeni beceriler
gerektirir ve bu sadece günümüze özgü bir
durum değildir. Telgraf ya da televizyonun ilk
çıktığı dönemlerde gazeteciliğe etkileri düşünüldüğünde, yeni gelişmelerin gazetecilikte bir
242
takım becerilere olan gereksinimi artırması ve
mesleğin karakterini etkilemesi doğaldır
(Delano 1996: 7). Bu yüzden ilerleyen yıllarda
teknolojik gelişmelerin büyük çapta değişimleri
doğuracak olması da, medya profesyonellerin
iş pratiklerinin bu değişiklikler çerçevesinde
yeniden şekillenmesini zorunlu kılmaktadır
(İLEF Rapor 2007: 25).
Öte yandan yeni iletişim teknolojileri ve internet medya üzerinde yeni iş pazarları meydana
getirmiştir. Şöyle ki, internet ve diğer sayısal
ortamlar medya için içeriklerini sunabilecekleri ve
bu yolla kar elde edebilecekleri yeni
alanlar doğurmuştur. İlerleyen sayısallaşma,
teknolojik ve sektörel anlamda bir yöndeşmeyi
doğurduğu gibi işgücü açısından da bir
yöndeşmenin yaşanmasına zemin hazırlamıştır.
Yeni teknoloji birçok işi daha az insanla yapmaya olanak sağlayarak hem üretim maliyetlerinin düşmesini ve hem de üretimin hızlanması
sağlamaktadır (Blackman 2004: 294, İLEF
Rapor 2007: 11).
Bu bağlamda, yeni medya endüstrisi, hizmet ve
ürün sunmak için telekomünikasyon ve bilgisayar teknolojisinin öğelerini birleştirir. Böylece yeni medya profesyonelleri her tür bilgi,
iletişim ve eğlence ürününü hazırlarken, herhangi bir tanımlanmış endüstriyle sınırlı kalamazlar. Çalışma koşulları, istihdam ve iş yapma biçimleri pazar yapısının taleplerine göre
şekillenmektedir. Dolayısıyla yeni medya sektöründeki gelişmeler, medya endüstrisindeki
istihdama yönelik gelecek vizyonları açısından
oldukça önemlidir (İLEF Rapor 2007: 7). Ultra-çapraz mülkiyet ilişkileri yoğunlaşması,
yöndeşme gibi olgular, alandaki iş ve üretimin
tanımlamaları ve sınıflandırmalarını karmaşıklaştırmaktadır. Yeni medya yeni teknolojilerle
birlikte belirginleşirken aynı zamanda iş dünyasına şekil veren yeni kavramların kaynağı
olmuştur. Bu belirleyicilik iş kimliklerinde
büyük ölçüde çeşitlilik üretmiş ve yeni medya
çalışanları; dijital tasarımcılar, web sayfa tasarımcıları ve eğlence ürünleri üreticileri olarak
sektöre dâhil olmuşlardır (Batt ve ark. 2000: 3).
Yöndeşme Becerileri
Sayısallaşma, yeni iletişim teknolojileri ve
yöndeşme, gazeteciliğin yeniden yapılandırılmasına ve değişen profesyonel uygulamalara
katkı sağlayan önemli faktörlerdir (Singer
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
2003: 141). Yukarıda da ifade edildiği gibi,
özellikle son on yılda sektörel ve teknolojik
yöndeşmenin sonucu olarak dünyada ve Türkiye'de internet gazeteciliğine yönelik geleneksel
medya yatırımları önemli oranda artmış ve
artmaya da devam etmektedir. Bu durum gazetelerdeki üretimin dijitalleştirilmesini doğurmuş, bunun sonucu olarak da haber/içerik üretimi ve dağıtımı sürecinde yeni iş yapma pratikleri ortaya çıkmıştır (Batt ve ark. 2000).
Sayısal iletişim teknolojilerinin zorlamasıyla da
olsa, medyada geleneksel üretim biçimlerinde
yaşanan bu dönüşüm, ortaya yeni iş alanları
çıkarırken, gazeteciliğin niteliklerini de etkilemiş, çekirdek becerilerin yeni teknolojiler çerçevesinde yeniden ele alınması ihtiyacını doğurmuştur.
Gelinen bu noktada sayısallaşma ve yöndeşme
ile ortaya çıkan yeni beceriler, gazetecilerin
çekirdek becerilerinin yerini almamış, sadece
gazeteciler için gerekli olan beceri sayısını
artırmıştır (Harper 1996). Geleneksel gazetecilikte olduğu gibi bir alanda uzmanlaşma
yerine, gazetecilerden günlük pratiklerinde
televizyon, gazete, internet ve radyo gibi farklı
medya ortamları için haber üretebilecek çoklu
becerilere (multi-skilled) sahip olmaları beklenmektedir (Batt ve ark. 2001: 19).
Günümüzde teknik beceriler yöndeşmiş gazetecilerin en önemli yeteneği olarak düşünülmez. Farklı medyalar için içerik üretebilecek
teknik yetenek ve perspektiften başka bu becerileri okuyucu ile diyalog içine girme, içinde
bulunduğu toplumun temel dinamiklerini bilme, olay ve olgular arasında sosyal ve tarihsel
bağlantılar kurabilme, ele aldığı konuyu, gazetecilik mantığı içinde çok boyutlu bir şekilde
işleyerek insanların anlayabileceği düzleme
oturtabilme ve dili etkin kullanabilme becerileriyle bağdaştırması gerekmektedir.
Ayrıca yöndeşik gazeteci için yazma tekniklerine hâkim olmak tek başına yeterli değildir.
Yazma ve özetlemeye ek olarak video ve ses
düzenleme, kurgulama, sayfa ve web tasarımı,
fotoğraf çekme ve düzenleme, grafik ve animasyon yapabilme ve bu işleri internet ortamında gazetecilik mantığı ile sunabilme yeteneklerine sahip olmalıdır. Yine bu süreçte
editörler, farklı platform ve medyalardan gelen
enformasyonu işleme tabi tutmalarından dolayı
çok daha önemli role sahip olmuşlardır (Trends
in Newsroom 2008: 67). Bu yüzden de tıpkı
muhabirler gibi editörler de bütün medya birimlerindeki kavramları çözebilmek için gerekli nitelikleri edinmek zorundadırlar.
Bu gelişmeler ışığında, medya profesyonellerinin yeni becerilerinin belirlenmesi amacıyla,
Avrupa Birliği projeleri kapsamındaki Media
DigiT Projesi’nde (İletişim Sektöründe Dijitalleşme: Avrupa için Zor Sorun) bir dizi çalışma
yapılmıştır. Proje bağlamında medya profesyonellerinin, dijitalleşme süreci çerçevesinde,
ortaya çıkan yeni becerilere adapte olabilmeleri
için çeşitli yerlerde meslek içi eğitim programları düzenlenmesi hedeflenmiş ve yeni beceriler tablo 2’de sunulmuştur ("Digitisations in the
communication sector: A Europen Challenge",
Second Shortlıst Of Competences).
Görüldüğü gibi, sayısal teknoloji ve internet
bağlamında ortaya çıkan yeni beceriler gazeteciliğin mesleki anlamda kendilerini sürekli
olarak geliştirmeleri gereğini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, yeniçağda gazetecilerin
ihtiyaç duyduğu yeni becerileri üç farklı grupta
incelemek mümkündür.
İlk olarak bilgi toplama ile ilgili beceriler
vardır. Bu beceriler, etkili araştırma stratejileri
ve ölçütlerinin nasıl oluşturulacağını, internet
tabanlı arama motorlarının nasıl kullanılacağını
anlamayı kapsar. Aslında internet ilk çıktığı
günden bu yana gazeteciler için bilgi sağlama
ve kaynak konusunda vazgeçilemez bir yardımcı olmuştur. Dolayısıyla bir bilgi kaynağı
olarak interneti gazetecilik açısından düşünmek
yeni bir şey değildir. Ancak yine de gazetecilerin aranılan bilgiye kısa sürede ulaşabilmek
için doğru arama ölçütleri oluşturabilmek,
bulunan enformasyonun doğruluğunu teyit
edebilmek ve ele alınan konuyla olan ilişkisini
kurabilmek, arama sonucunda ortaya çıkan
bilgi yığını içerisinde konuya dair haber niteliği
taşıyacak unsurları seçebilmek ve özetleyebilmek gibi çekirdek becerilere sahip olmaları
gereklidir.
İkinci grupta, internet üzerinden arama motorları aracılığıyla, bilgi elde edebilmenin yanı
sıra değişik materyallerle (kamera, yazı, ses
kayıt cihazı, dijital fotoğraf makinesi vs.) haber
toplayabilme ve internet üzerinden haber sunumunu mümkün kılabilecek donanım ve yazılımları kullanmayı sağlayan beceriler vardır.
243
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Analog sistemden sayısal sisteme geçişte bir
köprü olan bu beceriler sayısal kamera ve fotoğraf makinelerini, internet bağlantılı dizüstü
bilgisayarları, gelişmiş yeteneklere sahip cep
telefonlarını ve internet üzerinden haber sunumu için gerekli görüntü, ses ve metin düzenleyici/kurgulayıcı prosedürleri kullanabilmek
şeklinde sıralanabilir.
Bu gruptaki beceriler gazeteciyi multimedya
üreticisi yapmaktadır. Multimedya genellikle
tümleşik halde bulunan dijital metin, fotoğraf,
grafik, animasyon, ses ve video öğeleriyle
birlikte dinamik kullanıcı arayüzlerinin inşa
edildiği içerik, servis ve ürünler olarak geniş
bir tanıma sahiptir (Thurman ve Lupton 2008,
Deuze 2004). Multimedya gazetecisinden çekirdek becerilerinin yanı sıra bir proje idarecisi,
grafik ve animasyon tasarımcısı, ses ve görüntü/video kurgucusu ve web tasarımcısı gibi
çoğul becerilere sahip olması beklenir (Batt ve
ark. 2000). Çoklu becerilerin gazeteciye normalinden fazla iş sorumluluğu yüklemesinin
yanı sıra, haberi birçok açıdan (ses, video,
metin, grafik, animasyon) beslemesi bakımından gazeteciye daha iyi bir perspektif kazandırdığı söylenebilir.
Genel olarak, video, ses dosyaları ve fotoğrafların daha rahat açılması ve kullanıcının işini
kolaylaştırmak için daha düşük kaliteli hale
getirilmesi gerekmektedir. Bunu yapabilmek
konuya ilişkin bir takım yazılım ve programları
kullanmakla mümkün olmaktadır. Bu yüzden
gazetecinin söz konusu yazılımları kullanabilmek ve olanaklarının farkında olmasına ek
olarak, çekirdek gazetecilik becerileri çerçevesinde, haber üretiminde yine ses, görüntü, animasyon, grafik vs gibi öğeleri oluşturma ve
birleştirebilme becerisini kullanarak haber
kurgusunu bu öğeler desteğinde inşa edebilme
yeteneği de bu grup içerisine dâhil edilebilir.
Üçüncü grup ise, üretilen içeriği sayısal iletişim ortamlarında yayınlamak için, bugün çok
az gazetecinin sahip olduğu, tamamen yeni
becerileri kapsamaktadır. Bu pratik Html, Java
gibi içeriğin internet ortamında sunulmasında
kullanılan web tasarım programlarını kullanabilmeyi gerektirir. Ayrıca web sayfasının haber
akışına göre belli bir periyodik içermeyen,
belirsiz zaman dilimlerinde sürekli güncellenmesi için gerekli olan programların öğrenilmesi
de önem taşımaktadır. Bu gruptaki yeni becerilerin çekirdek becerilerle kesiştiği nokta ise
bütün bu içeriği Web sayfasında kullanıcıların
rahatla izleyebileceği düzlemde, gazete tasarımına uygun bir biçimde yerleştirebilme ve
etkileşimde bulunma metotlarını kullanabilme
becerisidir.
244
Öğeleri
Beceriler
Gerekli Yazılımlar/Araçlar
İyi bir şeklide bilgisayar ve diğer teknolojik araçları kulla-
İnternet, e-posta grupları, haber
nabilen, etkili ve doğru araştırma ölçütleri oluşturabilmek,
grupları, forumlar, veri tabanları,
aranılan bilgiye hızlı biçimde ulaşabilmek, doğru ve rafine
çeşitli arama motorları ve
bilgiyi birçok kaynaktan doğrulayabilmek, bulunan
yazılımları
Metin
bilgileri konu bağlamında özetleyebilmek
Fotoğraf
Haber/bilgi
İçerik üretimine dair
Toplamaya yönelik
Multimedya
Tablo 2: Yöndeşme gazetecisi becerileri
Haberin/içeriğin temel öğesi olan metnin biçimsel yönü,
Word, PowerPoint Excel, gibi
rengi, boyutu, karakter ayarları doğrultusunda gazetecilik
ofis programları.
açısından dikkat çekici hale getirebilme.
Haberin içeri bağlamında fotoğraf üzerinde düzenlemeler
Dijital fotoğraf makineleri,
yapma, renklendirme ve başka filtreler uygulayabilme,
Adobe Photoshop, Ulead
fotoğrafın ebatlarında ve çözünürlüklerinde oynamalar
PhotoImpact X3 ve diğer görün-
yapabilme.
tü ve fotoğraf işleme programları
Ses
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
Ses kayıt ve üretim araçlarını/programları kullanabilmek,
Dijital ses kayıt cihazları, mikro-
ses kayıtları üzerinde tasarım ve düzenlemeler yapabilme.
fonlar, Adobe Auidition ve diğer
İçeriğe uygun ses ya da ses efektleri üretimi yapıp, içerik
ses düzenleme yazılımları
bağlamında monte edebilme, oluşturulan ses dosyasını
yüksek, normal ve düşük kaliteli skalada değerlendirebilme, sesi görüntü, metin ve diğer multimedya öğeleriyle
Video
birlikte kullanabilme.
Analog görüntüleri sayısal görüntüye dönüştüren görüntü
Dijital kamera ve diğer dijital
kayıt ve üretim araçlarını/programlarını kullanabilme,
görüntü kaydediciler, Adobe
video dosyalarını içerik bağlamında kurgulayabilme,
Photoshop, Adobe Premiere
görüntü dosyalarını web hızlı veri akışı sağlayacak şekilde
Combustion, Fire, Flame,
ayarlama, videoyu ses, metin ve diğer multimedya öğele-
Lustre, Final CutPro, Windows
riyle birlikte yeniden düzenleyebilme.
Media, QuickTime, Flash ve
diğer görüntü düzenleme
Görsel Malzemeler
Adobe Photoshop, Maya, 3D
kullanarak durağan ya da hareketli grafik, animasyon, tablo
Studio Max, Adobe Illustrator,
ve diğer görsel malzemeler çizebilme, içeriğe ilişkin,
Zbrush, Macromedia
konunun daha kolay anlaşılmasına ya da konu hakkında
Dreamweaver, Macromedia
detay vermede uygun görsel malzemeyi tespit edebilme ve
Flash.
dair
Yönetsel Beceriler Dağıtım ve sunuma
Grafik, Animasyon ve Diğer
programları
Görsel öğelerin ve simgelerin tasarlanabildiği yazılımları
oluşturabilme, haber öyküsüne yönelik mizansen
canlandırmalar yapabilmek için grafik ve animasyon
programlarını kullanabilme.
Üretilen multimedya içeriğini internet ya da diğer sayısal
HTML, CSS, XML, Java Script,
ortamlara gazeteciliğe uygun bir biçimde tasarlayıp (mi-
Perl, C, Cold Fusion, UNIX gibi
zanpaj), kodlayabilmek için gerekli yazılımları kullana-
web sayfası düzenleme
bilme, içeriği haber akışına göre güncelleyebilme, içerik
tasarlama ve kodlama
üzerinde linkler aracılığıyla (hypertext) detay bilgi vere-
yazılımları
bilme, etkileşim ve arşivleme olanaklarını kullanabilme.
Takım çalışmasına yatkın, iş sırasında karşılaşılan karmaşık problemleri çözebilme, algı düzeyi yüksek, hızlı karar
verebilme, müşteri ilişkilerini yürütebilme, kaynakları
verimli kullanabilme, içeriğin hitap edeceği kesime göre
pazarlama faaliyetleri sürdürebilme.
Diğer beceriler
Kendi dilini her türlü ortamda etkin kullanabilme, yabancı
dil, (özellikle İngilizce), etik bilgisi, sosyal algılama becerisi, katılımcı ve diyaloga/müzakereye dayalı iletişim
yeteneği, kullanıcı güdümlü, estetik perspektife sahip
olabilme, gözlemleme, okuma ve araştırma yapmaya
eğilimli olma, meslek arkadaşlarıyla süreli iletişim içinde
olma ve mesleki örgütlenme bilinci sahip olma.
C. YENİLİKLER
EZİLİŞİ
VE
GAZETECİNİN
Yeni Tanımlamalar ve Karmaşa
Gazetecilik farklı medya ortamları üzerinden
gerçekleştirilse de uzun zaman sürecinde oluşturulmuş, belirli norm ve ilkelere bağlı olarak
tanımlanmış bir pratiktir. Haberin üretim süreci, haberin dili, haberciliğin organizasyon yapı-
sı ve profesyonel gazetecilik normları zaman
içerisinde yapısallaşmıştır (İnal 1996: 21).
Dolayısıyla yeni gelişmeler gazeteciliğin ve
haberin yapısından ziyade, sadece format ve
biçim değişikliğine neden olmuştur. Bu nedenler yöndeşme gazeteciliğini geleneksel gazetecilik pratiğinden tamamen bağımsız ve yeni bir
pratik olarak ele almak doğru olmayacaktır
(Quinn ve Filak 2005: 23).
245
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Yeni medya çalışanının tanımını yaparken
birçok açıdan geleneksel gazeteciliğin dışında
yeni çerçeve çizmek pek mümkün değildir.
Çünkü profesyonel kimlikleri, iş ve sosyal
güvenceleri ve iş modelleri gibi temel konularda geleneksel gazeteci tanımını sarsacak köklü
bir değişiklik olmamıştır. Ancak beceri ve
yetenek konusunda yöndeşme gazetecisi geleneksel gazetecinin çekirdek yeteneklerinin
yanında bir takım ek becerilere ihtiyaç duymaktadır.
Bu çerçevede gazeteciliğin iş yapma biçimlerinde, eskiye ilaveten gelen yeni becerilerle
yeniden tanımlanmasının yanında buna bağlı
olarak gazeteci tanımlamasında da "internet
gazeteciliği", “ağ gazeteciliği”, "online gazetecilik", "siber gazetecilik", "e-gazetecilik", "sanal gazetecilik", "yöndeşme/yöndeşik gazeteciliği" ve "multimedya gazeteciliği" gibi sıfatlar
kullanılmıştır. İnternet, online (çevrimiçi), ağ,
siber ve e- gazetecilik sıfatları, sadece metni,
ya da sadece görüntüyü web ortamına taşımak
anlamına gelebileceğinden gazetecilikteki
dönüşümü tam anlamıyla karşılamayabilir
(Deuze 2003). Örneğin gazeteler ilk olarak
interneti keşfettiklerinde kağıt baskı içeriğini
olduğu gibi web sayfasına multimedya,
hypertext ve etkileşim özelliklerinden yoksun
bir biçimde aktarıyorlardı ve bu da internet
gazeteciliği olarak tanımlanmaktaydı (Nora ve
Fiebich 2002). Dolayısıyla internet gazeteciliği
sayısal çoklu becerileri ifade etmede yetersiz
kalmaktadır.
Multimedya gazeteciliğini tanımlarken ise iki
yol kullanılabilir. İlk olarak söylenen ve yazılan kelimeler, müzik, hareketli ve durağan
görüntüler, grafik animasyonları gibi etkileşim
halinde olan metinsel unsurları içeren medya
formatlarını kullanan internet sitelerinde haber
paketlerinin sunumudur. İkincisi ise, web
sitesi, e-mail, SMS, MMS, radyo, televizyon
teletext, gazete ve dergi gibi farklı medya yoluyla sunulan (her zaman eş zamanlı olmasa
da) karma sunum şeklindedir (Deuze 2004:
140). Ancak multimedya gazeteciliğinin bu
yöndeki tanımı da yöndeşme süreci dönüşümlerini tam anlamıyla karşılama da eksik kalmaktadır. Öyle ki multimedya metodunun
sadece internet tarafından başlatılmadığını,
örneğin, tarihi internetten önceye rastlayan,
İngiltere’deki BBC gibi yayın kuruluşlarındaki
246
gazeteciler her zaman çok yönlü medya kapasitesi için çalışmaya teşvik edildiği bilinmektedir
(Deuze 2004: 143). Bu açıdan, bu çalışmada
sektördeki dönüşümü, yeni iş pratiklerini ve
çoklu beceriyi temsil etmesi açısından, daha
çok "yöndeşme gazeteciliği" kavramı tercih
edilmiştir.
Öte yandan yöndeşme gazeteciliğini tamamen
teknolojik gelişmelerin sınırlılıkları ve potansiyelleri içinde yapılan bir pratik olarak incelemek de doğru değildir. Çünkü daha öncede
ifade edildiği gibi sosyal bir olgu olarak gazetecilik sadece teknoloji ile değil sosyal alandaki
tüm gelişmeleri kapsayan daha geniş bir hareket alanı içinde şekillenmektedir. Bu yüzden de
gazeteci pratikleri sadece teknolojik ve sektörün yapısından kaynaklanan yapılara göre belirlenmez. Aynı zamanda haberin sunulduğu
ortamın özellikleri ve buna bağlı olarak haberin
sunumu, biçimi, sosyal ve kültürel gelişmelere
paralel olarak okurun profili ve değişimi yanında gazetecinin profesyonel kimliği gibi
birbiriyle ilintili ve etkileşim içinde olan bir
takım dinamikler çerçevesinde şekillenmektedir.
Yeni İşler Eski Sorunlar
Yeni medya endüstrisi içerik üretimi ve dağıtımı konusunda sürekli yeni olanaklar sağlarken çalışanların iş güvenliği, ücretleri, sendikal
örgütlenmeleri gibi konularda hiçbir ilerlemenin kaydedilmediği bir ortam olmuştur. Esnek
istihdam yapısıyla birlikte çalışanlar için yeni
olumsuz koşullar yaygınlaşırken, ücretsiz çalışma saatlerinin artması, yeni beceriler açısından eski çalışanların tasfiyesi, iş güvenliği ve
yeni becerilere adaptasyon konusunda kurumsal eğitimin eksikliği gibi konular bu yeni dönemin yükselen sorunları olarak ortaya çıkmaktadır.
Yeni dönemde öncelikli sorun, melez (hybrid)
gazeteciler olarak da adlandırılan (Batt ve ark.
2000) yeni medya profesyonellerinden beklenilen beceri ve yeteneklerin kazanılması konusunun ciddi bir eğitim süreci gerektirmesidir.
Dolayısıyla yeni medya profesyonelleri, sürekli
gelişen teknolojiye ve buna bağlı olarak sektörün dinamik yapısına ayak uydurmak ve yeni iş
alanlarında yeteneklerini geliştirmek için zamanlarının büyük bir kısmını öğrenmeye ve
yeteneklerini geliştirmeye harcarlar.
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
Newyork'ta ki yeni medya profesyonelleri
üzerine yapılan bir çalışmada, yeni medya
çalışanlarının eğitim için ayırdıkları ödenmemiş süre haftada 13.5 saattir (Batt ve ark. 2000:
25). Aynı araştırmada yetenek kazanımı için
eğitimin kurumsal bir politikadan daha çok
gazetecinin kendi kişisel sorumluluğu olduğu
vurgulanmıştır. Ayrıca yeni profesyonellerden
teknik yeteneklerin yanı sıra yeni medyada
başarının anahtarı olarak görülen karmaşık
problemleri çözebilme, müşteri ilişkilerini
yürütebilme, kaynakları verimli kullanabilme
gibi yönetsel becerilerle birlikte satış, pazarlama gibi yeteneklere sahip olmaları istenmektedir (Batt ve ark. 2000: 4)
Batt vd.'nin yaptıkları araştırmaya katılan yeni
medya profesyonellerinin ortalama iş saati
haftada 53 saat olarak ifade edilmiştir. Fakat
yeni medyada doğrudan üretim için harcanan iş
saatinin, bu rakamın sadece yüzde 49'u olduğu
belirlenmiştir. Geri kalan yüzde 51'lik zaman
ise zaman ise yeni iş arayışlarına ve müşteri
ilişkilerine harcanmaktadır. Dolaylı işlere harcanan bu zaman dilimi de ödeme yapılmayan
eğitim zamanına dahildir ve yeni medya çalışanları, zamanlarını güncel projelere harcadıklarından daha çok bir sonraki iş takibi için
harcarlar. Çünkü yeni medyadaki iş politikaları
uzun görev süresi olan işçilerden çok, pazarlanabilir özel yetenek ve projeler çerçevesinde
oluşturulur (Batt ve ark. 2000: 5-6). Bu yüzden
de yeni medya çalışanları geleneksel medya
çalışanları gibi düzenli ve 'sürdürülebilir' iş
rutinine sahip değillerdir.
Yeni dönemde ortaya çıkan bir diğer önemli
sorun ise yeni medya gibi esnek yapılı ve projeye dayalı bir sektörde çalışanlarının iş güvencesi konusudur (Deuze ve Dimoudi 2002: 91).
Batt vd. nin yaptığı çalışmada sürekli olarak
büyüyen endüstride çalışanların sadece üçte
ikisi gelecek iki yıl işlerinde sabit kalacaklarını
düşündüğü belirlenmiştir. Araştırmaya katılanların genelde yeni medya çalışanları içerisinde
yüksek maaşla istihdam edilenler olmasına
rağmen sağlık sigortası, çalışma saatleri, izin
ve gibi sosyal güvence politikaları açısından
ihmal edildikleri görülmüştür. Buna göre tam
gün çalışan profesyonellerin sadece yüzde
77'sinin sağlık sigortası ve yüzde 72'sinin kapsamlı sağlık bakımını işverenlerden; bağımsız
konumda çalışanların ise (freelance) yüzde
25'inden daha azı bu tür yardımları işverenlerden ya da müşterilerden almaktadır ve sadece
yüzde 11'inin kapsamlı sağlık sigortası bulunmaktadır (Batt ve ark. 2000: 6-7).
Görünen o ki yeni medyanın profesyonellere
sağladığı imkânlar geleneksel medyayı aratacak cinsten olacak. Çalışma saatleri, iş kapasitesi ve artan nitelik ihtiyacı dolayısıyla yeni
medya profesyonellerinin sorunları eskiye
oranla katmerleşecektir (MacGregor 2003: 16).
İş bölümü ve kazancındaki adaletsizlik de şimdi olduğundan daha da fazla kendisini gösterecek, "yeni iş bölümü yapısında kimileri basit iş
gücü birimlerinden devasa karlara imza atan
'patronlara' dönüşürken, sektörde istihdam
edilen çoğunluk için durum" (İLEF Rapor
2007: 8) daha da kötüye gidecektir.
Şöyle ki, sektördeki gazeteciler genelde, çoğul
yetenekli olmanın kariyerleri açısından önemli
olacağını düşünseler de maaş ve sosyal güvence konusunda çoğul yetenekli olmanın avantajlarını görmediklerini, hatta eskiye nazaran daha
fazla çalıştıklarını belirtmişlerdir (Aviles ve
Carvajal 2008). Zaten, çoklu beceri konusunda
habercilerin ek eğitim alması için yatırım yapma zorunluluğu karşısında, yöneticiler yeni
medya uzmanı kiralama ya da eski çalışanı
tasfiye edip iletişim teknolojilerine yatkın daha
genç insanları işe alma gibi politikalar izlemişlerdir.
Öte yandan Dünya Editörler Forumu’nun
2006’da dünyanın çeşitli bölgelerindeki toplam
435 yazı işleri sorumlusuna uyguladığı anket
sonucunda gazetecilerin yeni ortam ve onun
gerektirdiği beceriler konusunda meslekiçi
eğitime alınması konusunda bir eğilimin olduğu ortaya çıkmıştır (Trend in Newsroom 2007:
5). Ancak meslek içi eğitim geleneğinin medya
kuruluşlarında yerleşmemiş olması, eğitimin
belli bir yatırım ve zaman gerektirmesi, zaten
sendikal örgütlenme konusunda oldukça zayıf
olan sektörde eskilerin yerine yenilerin alınması gibi daha az para ve zaman kaybı olacak
diğer seçeneğin uygulanması fikri kapitalist
akla daha yatkın gelmektedir. Bu konuda Portekiz'deki dört ulusal yayın organını kapsayan
araştırmada 2000'den 2005 yılına kadar geçen
dönemde meydanının dijital teknoloji anlamında yeniden yapılanma sürecinde yaşları 40'dan
yukarı olan 300'den fazla gazetecinin sözleş-
247
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
melerinin feshedildiğinin belirtilmesi, medya
yöneticilerin gerçek tutumu hakkında fikir
verebilir ("Reorganizations excluded more than
300 journalists in six years").
Sonuç olarak, multimedya gazeteciliğinin gazeteciler arasında bir gerginlik oluşturduğu ve
yaygın geleneksel gazeteci kültürünün doğasıyla uyuşmadığı söylenebilir. Ancak yine de
tümleşik sistemde çalışan birçok gazeteci ve
editör, multimedyanın işlerinin kalitesini artırdığını, kariyer fırsatlarını geliştirdiğini ve gazeteci olarak iyi bir iş yapmayı hissini artırdığını
ifade etmişlerdir (Deuze 2004: 146).
SONUÇ
Sayısallaşma ve bilgisayar teknolojisindeki
gelişmelerle birlikte medya endüstrisinde son
yıllarda gerçekleşen yoğunlaşma ve yöndeşme
eğilimleri, sektörde yeni iş yapma biçimleri ve
istihdam yapılarının oluşmasına neden olmuş,
online gazeteciliği, multimedya gazeteciliği,
internet gazeteciliği ya da ağ gazeteciliği olarak
adlandırılan ve yeni medya üzerinden gerçekleştirilen gazetecilik uygulamaları ortaya çıkmıştır. Haber üretiminden, haberin içeriğinin
oluşturulması ve dağıtımına kadar bir dizi gazetecilik pratikleri üzerinde kendini gösteren
bu süreç, aynı zamanda, haberin ve okuyucu/izleyici/dinleyicilerin de tümleşmesi sonucunu da doğurmuştur.
Özellikle Amerika ve gelişmiş Avrupa ülkelerinde medya sektörü, örgütlenmelerini
yöndeşme süreçleri içerisinde tamamlarken,
Türkiye’de de sayısal iletişim teknolojisinin
toplumsal alanda giderek gündelik hayatın
vazgeçilmezleri haline gelmesi ve yaygınlaşması, yeni neslin internette bir yaşam formu
oluşturması ve tüm bunlarla bağlantılı olarak
internet üzerindeki reklam akışının artması gibi
unsurlar medya şirketlerinin internete yatırım
yapması konusunda adımlar atmasını sağlamıştır. Öte yandan yeni iletişim teknolojilerine
dayalı üretim tarzına geçmenin ilk baştaki
yüksek maliyetli yatırım zorunluluğu dışında,
üretim ve dağıtım konusunda sağlayacağı maliyetin uzun vadede geleneksel medyaya oranla
daha düşük olması ve daha az zaman gerektirmesi de medya şirketlerine tümleşik modele
geçme konusunda motivasyon sağlamaktadır.
Bu da aslında medya endüstrisinin internete
karşı takındığı tavrın gazeteciliğin ifade ediliş
248
tarzını geliştirme isteğinden ziyade, büyük
ölçüde ekonomik gerçekler tarafından belirlendiğini göstermektedir.
Tüm bu süreç içerisinde değişen ve gelişen
internet gazeteciliği beklendiği gibi geleneksel
gazeteciliği ortadan kaldırmamış, bu iki gazetecilik pratiği eş zamanlı olarak aynı platformda uygulanmıştır. Hatta çoğu kere internet
gazeteciliğinin geleneksel medyanın yozlaşmasının önüne geçebileceği ve toplumun demokratikleşmesi anlamında önemli bir işlev göreceği iddia edilmiştir.
Sayısal teknoloji ve internet bağlamında gazetecilik açısından ortaya çıkan yeni beceriler
gazeteciliğin mesleki anlamda kendilerini sürekli olarak geliştirmeleri gereğini zorunlu
kılmaktadır. Bu yeni dönemde gazeteciler artık
çekirdek becerilerin yanı sıra video ve ses
düzenleme, kurgulama, sayfa ve web tasarımı,
fotoğraf çekme ve düzenleme, grafik ve animasyon yapabilme ve bu işleri internet ortamında gazetecilik mantığı ile sunabilme yeteneklerine sahip olmaya zorlanmaktadır. Bu
yüzden de gazetecilerden bütün medya birimlerindeki kavramları çözebilmek için gerekli
nitelikleri edinmek ve multimedya üretimi
yapabilmek için çoğul becerilere donanması
beklenir. Ayrıca yeni teknik yeteneklerin yanı
sıra yeni medyada başarının anahtarı olarak
görülen karmaşık problemleri çözebilme, müşteri ilişkilerini yürütebilme, kaynakları verimli
kullanabilme gibi yönetsel becerilerle birlikte
satış, pazarlama gibi yeteneklere sahip olmaları
da yeni medya profesyonellerinden beklenen
beceriler arasındadır.
Tüm bunlara karşılık yöndeşme medya endüstrisi açısından, genel itibariyle, avantajlı olurken
bu yeni dönemde gazeteciler esnek istihdam
yapısıyla birlikte yeni olumsuz koşullarla karşı
karşıya kalmışlardır. Ücretsiz çalışma saatlerinin artması, yeni beceriler açısından eski çalışanların tasfiyesi, iş güvenliği ve yeni becerilere adaptasyon konusunda kurumsal eğitimin
eksikliği gibi konular, bu yeni dönemin yükselen sorunları olarak kendini göstermiş, gazeteciler açısından “yeni olan” eski sorunların daha
da büyümesi şeklinde gerçekleşmiştir.
SONNOTLAR
(1) Yöndeşme ve sayısallaşma konusunda
detaylı bilgi için bkz. Taş, Oğuzhan (2004).
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
Yöndeşme ve Medya Endüstrisi: İletişim Alanında Yöndeşme Eğilimleri, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
(2) Yöndeşme birçok alan için kullanılan bir
kavramdır. Örneğin sektörel yöndeşme, teknolojik yöndeşme, ekonomik yöndeşme gibi belli
yapılanmalar açıklanırken kullanılabileceği
gibi örneğin 1941'de Lazarsfeld tarafından
yönetimsel ve eleştirel iletişim araştırmalarının,
1980‘lerde de çeşitli araştırmacılar tarafından
liberal ve eleştirel yaklaşımın yöndeşmesi
bağlamında da kullanılmıştır. Ayrıca Beybin
Kejanlıoğlu (1998), kültürel çalışmalar ve
ekonomi-politik yaklaşım arasındaki farklılıkların aşılarak ortak bir kuramsal bakış açısı
geliştirilmesi bağlamında yöndeşme ifadesini
kullanmıştır.
(3) Yapılan çalışmanın konusu ve sınırlılığı
dolayısıyla yöndeşme teknolojik boyutları ön
plana çıkarılarak değerlendirilmiştir. Ancak
yöndeşmenin çoğu zaman ses, görüntü, veri
gibi her tür içeriğin ve bu içeriğin dağıtımı için
gerekli telefon, kablo, yayıncılık ve mobil
şebekelerin teknolojik iç içeliği çerçevesinde
tanımlanmasının telekomünikasyon, yayıncılık
ve bilgisayar endüstrisi arasındaki giderek
artan ölçüde stratejik birleşmeleri ve yoğunlaşma eğilimlerini ve dolayısıyla çok seslilik
tartışmalarını görmezden gelinmesine neden
olacaktır. Bu yüzden yöndeşme olgusunu bütünlüklü bir çerçevede ele almak ekonomi
politik açıdan yapılacak analizlerle mümkün
olacaktır.
(4) İletişim sektörünün büyük aktörleri, internet
aracılığıyla okurlara ulaşma ve bunu yeni ortamda söz sahibi olma avantajını kullanmak
için özellikle 2000'li yıllardan itibaren internet
şirketleriyle yöndeşmeye başlamışlardır. Bu
birleşmelerin bir ölçüde simgesi olarak kabul
edilen ve alandaki diğer birleşmelerinin yolu
açan birleşme dünyanın en büyük internet sağlayıcısı AOL tarafından Time Warner çoklu
ortam grubunun 2000 yılında satın alınmasıdır
(Törenli 2005: 129).
(5) Ekonomik yöndeşme olarak da ele alınan
sektörel yöndeşme, küresel medya şirketleri
arasında yaşanan şirket evlilikleri ve birleşmeleri bağlamında küresel boyutta bir medya
yoğunlaşması manzarası çizmekte ve medya
şirketleri arasında pek çok farklı ticari ilişkiye
izin veren bir gelişme olarak yoğunlaşma açısından problematik hale gelmektedir.
(6) Reklam bakımından henüz dünya ortalamalarının altından bir pay alan Türkiye'deki internet, yerli ve yabancı yatırımlarla birlikte önemli bir mecra olma yolunda ilerliyor. Yahoo,
MSN, Google gibi uluslararası dev internet
şirketlerinin Türkiye'de yatırım yapmaları
(Yeni Ekonomi Devleri Türkiye'yi keşfetti!)
yakın bir zamanda internetin, kar ve hareketlilik anlamında, potansiyel bir pazar olacağını
göstermektedir.
(7) Haberdeki dönüşümden kastedilen şey
biçimsel anlamdaki değişimdir. Çünkü haber
yapılaşmış bir metindir ve yeni gelişmeler
haberin yapısında değil, üretim pratikleri, biçimi ve sunuluşunda değişikliklere neden olmuştur. Bu makalede de haberin biçimsel anlamdaki değişimi, yöndeşmeye bağlı olarak
değişen gazetecilik pratikleriyle ilişkilendirilmiştir.
(8) Yeni medyayı eski medyayla ilişkilendiren
Fidler: “İletişim sistemini bir bütün olarak
incelediğimizde, yeni medyanın bağımsız ve
kendiliğinden ortaya çıkmadığını göreceğiz.
Yeni medya, tedrici olarak, eski medyanın
yavaş yavaş metamorfoz geçirmesi ile ortaya
çıkar ve yeni iletişim medyası ortaya çıktığında, eski biçimler genelde ölmezler; değişmeyi
ve uyum sağlamayı sürdürürler.” diyerek medya dönüşümü için öngörülen birlikte değişim
ve birlikte varoluş, metamorfoz, yayılım, hayatta kalma, fırsat ve ihtiyaç ve gecikmeli benimsenme 6 temel prensip sıralamıştır.
Birlikte değişim ve birlikte varoluş: Geleneksel habercilik interneti kendi faydasına
kullanabilir, aynı şekilde internet haberciliği de
kendi içeriğinin çoğunu basılı ortamlardan
alabilir.
Metamorfoz: Yeni medya eskisinden değişerek doğar.
Yayılım: Eski medyanın özellikleri, yeni medyayla birlikte ve onun içinde yayılır.
Hayatta Kalma: Geleneksel medya, ya uyum
sağlar ya da yok olur.
Fırsat ve ihtiyaç: Yeni teknolojinin yaygın
biçimde benimsenmesi için sosyal bir ihtiyaç
249
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
haline gelmelidir. Bu ihtiyaç da geleneksel
medya için bir fırsat olabilir.
Gecikmeli benimsenme: Yeni medya teknolojilerinin benimsenmesi genelde 20–30 sene (bir
insan neslinin yetişmesi için gereken zaman)
kadar sürebilir (Fidler 1997: 232).
(9) Tam anlamı tartışmaya açık olsa da Web
2.0 genel olarak internet kullanıcılarının ortaklaşa ve paylaşarak oluşturduğu sistemi tanımlar. Tim O'Reilly'e (2005) göre Web 2.0'ın
kısmen tanımı şöyledir: "Web 2.0 bilgisayar
endüstrisinde internetin bir düzlem olarak ilerlemesiyle bir işletme devrimi ve bu düzlemin
kurallarını başarı için anlamaya çalışmaktır. Bu
kurallar arasında başlıcası ise; ağ etkilerini
daha çok insanın kullanabilmesi için programlar kurmaktır.
(10) İnternetin küreselleşme bakımından önemi
büyüktür. Ancak farklı dillerin kullanımı bilginin küreselleşmesi açısından en önemli sorun
olarak durmaktadır. Son zamanlarda Google
gibi önemli bir internet devinin web içeriklerini
birçok dile anında çevirme hizmetini sunması,
çevirilerin niteliğinin kötü olmasına karşın yine
de içeriğin küreselleşmesi konusundaki en
önemli sorunun aşılmasına yönelik önemli bir
çaba olarak kabul edilebilir.
(11) Coopetition, işbirliği ve rekabetin harmanlandığı bir anlama sahiptir. Bu kavram, genellikle bilgisayar endüstrisi, yeni ürünler ve pazarlar, yazılım ve donanım firmaları arasında
geliştirilen stratejik işbirlikleri çerçevesinde
kullanılmıştır.
(12) Tablonun oluşturulmasında Aviles ve
Carvajal’ın (2008) "Integrated and CrossMedia Newsroom Convergence: Two Models
of Multimedia News Production - The Cases of
Novotecnica and La Verdad Multimedia in
Spain." adlı makalelerinden yararlanılmıştır.
(13) Burada öne çıkan etkileşim kavramının
geleneksel medyadaki etkileşimin çok ötesinde
olması gerektiği açıktır. Etkileşim geniş anlamda "Steur‘ın tanımladığı gibi “gerçek zamanda kullanıcının çevrimiçi iletişim ortamında, iletişimin biçim ve içeriğini değiştirme ve
etkilemedeki katılımı” iken, Rafaeli ise “etkileşimin, iletişim ortamının değişken bir niteliği
ve bir iletişim sürecinde herhangi bir üçüncü
250
gönderimin ya da mesajın bir öncekileri etkileme kapasitesi olduğunu” vurgular." (Timisi
2003: 133).
KAYNAKLAR
Adaklı G (2006) Türkiye'de Medya Endüstrisi,
Neo Liberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol
İlişkileri, Ütopya Yayınları, Ankara.
Aquino R, Bierhoff J, Orchard T ve Stone M
(2002) The European Multimedia News Landscape, Mudia Report,: International Institute of
Infonomics, Heerlen.
Aviles J, Alberto G ve Carvajal M (2008) "Integrated and Cross-Media Newsroom Convergence: Two Models of Multimedia News Production - The Cases of Novotecnica and La
Verdad Multimedia in Spain." Convergence:
The International Journal of Research into New
Media Technologies 14 (2), 221–239.
Bardoel J (1996) Beyond Journalism. A Profession Between Information Society and Civil
Society, European Journal of Communication,
11 (3), 283–302.
Başaran F (2004) Enformasyon Toplumu Politikaları ve Gelişmekte Olan Ülkeler, İletişim
Araştırmaları Derg, 2(2), 7–31.
Batt R, Christopherson S, Rightor N ve Van J,
D (2000) NET WORKING: Work patterns and
workforce policies for the new media industry
Ithaca, NY: Cornell University, School of
Industrial and Labor Relations, Center for
Advanced
Human
Resource
Studies.
http://digitalcommons.ilr.cornell.edu/cahrswp/9
7 Erişim Tarihi: 13.10.2008.
Blackman C (2004) Paying The Price: The
Future for Europe’s Media Sector, Foresight
6(5), 292–301.
Boczkowski P J (2004) The Processes of
Adopting Multimedia and Interactivity in
Three Online Newsrooms, The Journal of
Communication 54 (2), 197–213.
Bressers B (2006) Promise and Reality: The
Integration of Print and Online Versions of
Major Metropolitan Newspapers, The International Journal on Media Management 8(3),
134 – 145.
Carey J (1997) The Communications Revolution and the Professional Communicator, In:
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
Munson, Eve Stryker and Warren, Catherine A.
(eds.): James Carey. A Critical Reader, University of Minnesota Press, Minneapolis.
Digitisations in the communication sector: A
Europen Challenge, www.esk.org.cy/ DigITNews1.pdf Erişim Tarihi: 22.11.2008.
Castilhos K, Francisko J (2009) Journalism in
The Age of the Information Society, Technological Convergence, and Editorial Segmentation: Preliminary Observations, Journalism 10
(1), 109–125.
Dimmick J, vd. (2004) Competition Between
the Internet and Traditional News Media: The
Gratification-Opportunities Niche Dimension”,
The Journal of Media Economics, 17 (1), 19–
33.
Cooper T W (1998) New Technology Effects
Inventory: Forty Leading Ethical Issues, Journal of Mass Media Ethics, 3 (2), 71–92.
Duhe S F, Mortimer M M ve San San C (2004)
"Convergence in North American TV Newsrooms: A Nationwide Look", Convergence:
The International Journal of Research into New
Media Technologies 10 (2), s 81–104.
Dahlgren P (1996) Media Logic in Cyberspace:
Repositioning Journalism and Its Publics, The
Public 3(3), 59–72.
Dailey L, Demo L ve Spillman M (2005) The
Convergence Continuum: A Model for Studying Collaboration Between Media Newsrooms,
Atlantic Journal of Communication, 13 (3),
150–168.
Delano A (1996) The Newest New Journalism.
Presented at 10th Colloquium on Communication and Culture, The Future of Journalism.
Piran, September, 11–15.
Dennis E E (2006) Television’s Convergence
Conundrum, Television Quarterly 37 (1), 22–
27.
Deuze M (1999) Journalism and the Web: An
Analysis of skills and standards in an online
environment, Gazette, 61 (5), 373–390.
Deuze M (2003) The Web and its Journalisms:
Considering the Consequences of Different
Types of News Media Online, New Media &
Society 5(2), 203–30.
Deuze M ve Christina D (2002) Online Journalists in the Netherlands: Towards a Profile of
a New Profession, Journalism 3 (1), 85-100.
Deuze M (2004) What is multimedia journalism?", Journalism Studies 5 (2), 139 – 152.
Deuze M (2005) Towards professional participatory storytelling in journalism and advertising, First Monday, 10 (7). http://firstmonday.
org/issues/issue10_7/deuze/index.html Erişim
Tarihi: 21.12.2008.
Deuze M (2007) Convergence culture in the
creative industries, International Journal of
Cultural Studies 10 (2), 243–263.
Fidler R (1997) Mediamorphosis and Understanding New Media, Pine Forge Press, Thousand Oaks, CA.
Garrison B (2000) Diffusion of a New Technology: On-line Research in Newspaper Newsrooms, Convergence: The International Journal
of Research into New Media Technologies
6(1), 84–105.
Garrison B ve Dupagne M (2003) “A Case
Study of Media Convergence at Media General’s Tampa News Center”, Expanding Convergence: Media Use in a Changing Information Environment. Columbia, 1–42.
Geray H (2002) İletişim ve Teknoloji: Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları, Ütopya Yayınevi, Ankara.
Gezgin, S (2002) Geleneksel Basın ve İnternet
Gazeteciliği, Serhan Yedig ve Haşim Akman
(der), İnternet Çağında Gazetecilik, Metis Yayınları, İstanbul, s. 30–37.
Giles B (2007) Plowing New Ground in Journalism
Education,
http://www.nieman.
harvard.edu/reportsitem.aspx?id=100198, Erişim Tarihi: 08.11.2008.
Harper C (1996) Doing It All. American Journalism Review, Vol. 18, December,
http://www.questia.com/googleScholar.qst?doc
Id=5000436221, Erişim tarihi: 15.11.2008.
Huang E, Davison, K vd. (2006) Facing the
Challenges of Convergence: Media Professionals' Concerns of Working Across Media Platforms, Convergence: The International Journal
of Research into New Media Technologies
12(1), 83–98.
251
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Huang E vd. (2004) News Stories Converged
Journalism and Quality: A Case Study of The
Tampa Tribune, Convergence 10 (4), s 73–91.
Mueller M (1999). Digital Convergence and Its
Consequences, Javnost-The Public 6 (3), 11–
28.
İLEF RAPOR (2007) Medya ve İletişim Eğitiminde Uluslararası Üniversitelerin Temel Eğilimleri Raporu İçin İletişim Çalışmaları, Kitle
İletişimi, Gazetecilik ve Medya Çalışmaları
Birimleriyle İlgili Alt Rapor, (Uzun dönemli
(2020) İLEF stratejisini oluşturmak amacıyla
hazırlanan alt rapor), s. 1–10.
Newhagen J E ve Sheizaf R (1996) Why
Communication Researchers Should Study the
Internet: A Dialogue, Journal of ComputerMediated Communication 1 (4). http://jcmc.
indiana.edu/vol1/issue4/rafaeli.html
Erişim
Tarihi 20.08.2007.
İnal A (1996) Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul.
Jankowski N W. ve Martine Van S (2001)
Traditional News Media Online: An Examination of Added Values, Denis McQuail ve
Nicholas W. Jankowski (der.), Television
News Research: Recent European Approaches
and Findings, Quintessence Publishing Co.
Berlin, s. 375–392
Jenkins H (2006) Eight Traits of the New Media Landscape, http://www.henryjenkins.org/
2006/11/eight_traits_of_the_new_media.html.
Erişim Tarihi: 23.11.2008.
Kara H (2002) İnternet Gazetecilik ve Yeni
Olanaklar, Serhan Yedig ve Haşim Akman
(der), İnternet Çağında Gazetecilik, Metis Yayınları, İstanbul, s. 37-43.
Keane J (1992) Medya ve Demokrasi, Haluk
Şahin (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Kejanlıoğlu B D (1998) Türkiye‘de Yayıncılık
Politikası: Ekonomik ve Siyasal Boyutlarıyla
Türkiye‘de Radyo Televizyon Yayıncılığı,
Doktora Tezi, AÜ Sos. Bil. Enst., Ankara.
Killebrew K C (2005) Managing Media Convergence. Ames, IA, Blackwell Publishing.
Klinenberg E (2005) Convergence: New Production in a Digital Age, Annals of the American Political Science Association, 59 (7), 4868.
Lasica J D (1996) Net Gain: Journalism's Challenges in an Interactive Age, American Journalism Review 20 (2). http://www.ajr.org
/article.asp?id=2217, Erişim Tarihi 06.08.
2007.
MacGregor P (2003) Mind the Gap: Problems
of Multimedia Journalism, Convergence: The
International Journal of Research into New
Media Technologies 9 (3), 8–17.
252
Newsroom Barometer: Multimedia, multiskilled and integrated (2008) http://www. editorswblog.org/analysis/2008/05/2_newsroom_b
arometer_multimedia_multiski.php
Erişim
Tarihi: 09.10.2008.
Nora P ve Fiebich C (2002) The Elements of
Digital Storytelling, University of Minnesota
Institute for New Media Studies and New Directions for News project, http://www.inms.
umn.edu/elements/ Erişim Tarihi: 24.06.2008.
O'Reilly T (2005) What Is Web 2.0: Design
Patterns and Business Models for the Next
Generation of Software, http://oreilly.com/
pub/a/oreilly/tim/news/2005/09/30/what-isweb-20.html, Erişim tarihi: 22.10.2008.
Pavlik J V (2004) A Sea-Change in Journalism:
Convergence, Journalists, their Audiences and
Sources, Convergence: The International Journal of Research into New Media Technologies
10(4), 1-29.
Picard R G (2004) Environmental and Market
Changes Driving Strategic Planning in Media
Firms, Strategic Responses to Media Market
Changes, Sweden: Jonkoping International
Business School, s.1–17.
Quinn S (2002) Knowledge Management in the
Digital Newsroom, Oxford, Focal Press.
Quinn S ve Filak V (2005) Convergent Journalism An Introduction. Writing and Producing
Across Media, Focal Press, Boston.
Reorganizations excluded more than 300 journalists in six years, www.esk.org.cy/ DigITNews1.pdf Erişim Tarihi: 12.05.2009.
Schudson M (1995) The Power of News, Harvard University Press, Cambridge.
Schudson M (2003) The Sociology of News,
Norton & Company Inc., New York.
Gazeteciliğin Dönüşümü: Yöndeşen Ortam ve… (230-253)
Singer J B (2004) Strange bedfellows? The
diffusion of convergence in four news organizations, Journalism Studies 5 (1), 3–18.
Singer J B (1997) Still Guarding the Gate?:
The Newspaper Journalist's Role in an On-line
World, Convergence: The International Journal
of Research into New Media Technologies 3
(1), 72–89.
Verweij P (2009) Making Convergence Work
in the Newsroom: A Case Study of Convergence of Print, Radio, Television and Online
Newsrooms at the African Media Matrix in
South Africa During the National Arts Festival,
Convergence: The International Journal of
Research into New Media Technologies 15 (1)
75–87.
Singer J B (2003) Who are these Guys?: The
Online Challenge to the Notion of Journalistic
Professionalism, Journalism 4 (2), 139–163.
Singer J B (2005) The political j-blogger:
'Normalizing' a new media form to fit old
norms and practices, Journalism 6 (2), 173–
198.
Singer J B (2008) Five Ws and an H: Digital
Challenges in Newspaper Newsrooms and
Boardrooms, The International Journal on
Media Management 10 (3), 122 – 129.
Strategic Developments for the European Publishing Industry towards the Year 2000.
Europe’s Multimedia Challenge. (1996) Main
Report. Brussels: European Commission DG
XIII/E.
Taş O (2004) Yöndeşme ve Medya Endüstrisi:
İletişim Alanında Yöndeşme Eğilimleri, Yüksek Lisans Tezi, AÜ Sos. Bil. Enst., Ankara.
The Future of the Printed Press. Challenges in
a Digital World (1998) Maastricht: European
Journalism Centre. http://www.ejc.nl/hp/fpp
/contents.html Erişim Tarihi: 11.02.2008.
Thurman N ve Ben L (2008) "Convergence
Calls: Multimedia Storytelling at British News
Websites, Convergence: The International
Journal of Research into New Media Technologies 14 (4), 439–455.
Timisi N (2003) Yeni İletişim Teknolojileri ve
Demokrasi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
Törenli N (2005) Yeni Medya, Yeni İletişim
Ortamı, Bilim Sanat Yayınları, Ankara.
Trend in Newsroom (2007) World Editors
Forum.
Trend in Newsroom (2008) World Editors
Forum.
Tuchman G (1978) Making news. A study in
the Construction of Reality, The Free Press,
New York.
253
TÜRKİYE’DE YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ BAĞLAMINDA İNTERNET HABERCİLİĞİ:
BİANET ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİYLE İLGİLİ
HABERLERİN ANALİZİ
Tezcan Özkan Kutlu* - Onur Bekiroğlu**
ÖZET
Bu çalışmada, hem alternatif bir gazetecilik pratiği için olanaklar barındırması hem de internet
haberciliğine örnek teşkil etmesi bakımından bianet.org adlı haber sitesi yurttaş gazeteciliği bağlamında incelenmektedir. Çalışma kapsamında bianet.org sitesindeki, yurttaş odaklı gazetecilik
pratikleri İstanbul’daki kentsel dönüşüm projesi ile ilgili haberler üzerinden ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Araştırmada bianet.org’da konuyla ilgili yer alan 34 haber söylem analizi kullanılarak çözümlenmiştir. İncelenen haberlerin, ağırlıklı olarak kentsel dönüşüm projesinden etkilenen
yurttaşların bakış açılarını ve yaşadıkları olumsuzlukları merkeze koyan bir söylem aracılığıyla
kurulduğu bulgulanmıştır. Buna koşut olarak haberlerde durum tanımlamaları, akredite nitelikteki
kaynaklar yerine mahalle sakinleri ve onlara destek olanların açıklamaları üzerinden kurulmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu projenin yurttaşı merkeze koyan bir bakış açısıyla haberleştirildiği,
bianet.org internet sitesinin alternatif ve eleştirel bir haber söylemi kurmaya çalıştığı söylenebilmektedir.
Anahtar sözcükler: Yurttaş gazeteciliği, internet gazeteciliği, alternatif medya.
INTERNET JOURNALISM IN THE CONTEXT OF CIVIC JOURNALISM IN TURKEY:
ANALYSIS OF THE NEWS ON URBAN TRANSFORMATION PROJECT IN THE
EXAMPLE OF BIANET
ABSTRACT
In this study, a news web site; namely, bianet.org is examined in the context of civic journalism
with regard to both its including potentials for an alternative journalism and its serving as a
model for Internet journalism. Within this study, journalism practices focused on citizens on bianet.org are tried to put forward through the news on urban transformation project in Istanbul. In
this research, 34 news on bianet.org related to the subject is analyzed by applying discourse
analysis. It is discovered that the news examined is framed through a discourse which is predominantly focused on the perspectives of the citizens affected by the urban transformation project and
the problems they experienced. Correspondingly, instead of case definitions and accredited resources, the news is constituted through community dwellers and comments of those who support
them. In this context, it can be claimed that the so-called project has been turned into news with
the perspective putting the citizen at the center, bianet.org web site tries to construct an alternative and critical news discourse.
Keywords: Civic journalism, internet journalism, alternative media,
GİRİŞ
Alternatif medya arayışlarında farklı gazetecilik anlayışı ve pratiklerine işaret eden yurttaş
gazeteciliği, medyadaki tekelleşme ve okuyucuların medyaya güven kaybı gibi nedenlerle
ortaya çıkmıştır. Liberal demokrasi anlayışı
çerçevesinde medyaya atfedilen dördüncü güç
olma niteliği, yurttaş gazeteciliği bağlamında
beşinci kuvvet olarak yurttaşı odak noktasına
*
koymakta ve gazetecilik pratiklerini de bu
anlayış üzerine kurmaktadır. Bu bağlamda
yurttaş gazeteciliğinin, yaygın ve yerel ölçeklerde medya ve gazetecilik pratikleri açısından
alternatif bir yön de barındırdığı söylenebilmektedir.
İletişim teknolojileri açısından internet, araç ve
ortam olarak sunduğu imkânlar ile ön plana
çıkmaktadır. İnternet teknolojisi de hem medya
Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi
Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
**
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
profesyonelleri hem de sıradan yurttaşlar için
alternatif bir iletişim ve gazetecilik mecrası
olma anlamında önemli olanaklar ve potansiyeller taşımaktadır. Bu potansiyellerin hayata
geçmesi ise internet ortamındaki iletişimin ve
gazetecilik pratiklerinin icra edilmesi ile koşut
bir nitelik taşımaktadır.
İnternet ortamının ve internet gazeteciliğinin
alternatif bir iletişim mecrası ve gazetecilik
pratiği yönündeki potansiyelleri ile bağlantılı
olarak alternatif medya; toplumsal, siyasal,
iktisadi, kültürel bağlamlarda medyadaki yerleşik ve egemen söylemin yerine seslerini duyuramayan, temsil edilemeyen ya da yanlış temsil
edilen kesimlere, gruplara vb. alan açan bir
ortam ve gazetecilik pratiğini ikame etmeyi
amaçlamaktadır. Bir başka ifadeyle alternatif
medya, egemen medya ile hâkim gazetecilik
norm ve pratiklerine bir parantez açmakta ve
alternatif iletişim ve temsil biçimleri ile gazetecilik pratiklerine işaret etmektedir.
Yurttaş gazeteciliği, internet haberciliği ve
alternatif medyanın söz konusu kesişme noktalarından hareketle; çalışmada Türkiye’de yurttaş gazeteciliği bağlamında internet haberciliği,
bianet.org örneğinde incelenmektedir. Bu bağlamda araştırma kapsamında İstanbul’da belirli
yerleşim mekânlarını içine alan kentsel dönüşüm projesi ile ilgili haberlerin hangi söylem
pratikleri aracılığıyla inşa edildiği incelenmeye
çalışılmaktadır.
1. YURTTAŞ TALEPLERİNİN SÖZCÜSÜ:
YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ VE TEMEL
İLKELERİ
ABD’de medyanın egemenlerin sözcüsü haline
dönüşmesi şeklinde özetlenebilecek durumuna
bir tepki olarak 1990’lı yıllarda ortaya çıkan
yurttaş gazeteciliği, bir kamu kuruluşu olan
Pew Center’in katkılarıyla hayata geçen bir
gazetecilik formu olarak gelişmeye başlamıştır.
Yurttaş gazeteciliğinin özellikle ABD’de ortaya çıkması; medyada tekelleşme, ticarileşme,
apolitikleşme gibi olguların en yoğun olarak
burada yaşanmasına bağlanabilmektedir (Duran 2003: 85-88, Cangöz 2003: 102).
Özellikle yerel medya açısından önemli potansiyeller barındıran yurttaş gazeteciliği, gazetecilik anlayışı ve pratikleri ile ana akım medya-
nın gazeteciliğinden farklılaşmakla birlikte
egemen gazetecilik anlayışını ve medyanın
durumunu kökten dönüşüme uğratacak bir
proje olarak da değerlendirilmemelidir. Buna
koşut olarak yurttaş gazeteciliği, medyanın
mevcut yapısına bir refleks olarak gelişen, iyi
niyetli ve reformcu nitelikleri taşıyan bir gazetecilik türü olarak irdelenebilmektedir (Duran
2003: 89).
Bu bağlamda, literatürde kamusal gazetecilik
(public journalism), yurttaş gazeteciliği (civic
journalism) veya kimi zaman da topluluk bağlantılı
gazetecilik
(community-connected
journalism) olarak geçen bu gazetecilik anlayışının ve biçiminin ortaya çıkışında etkili olan
birtakım faktörlerden söz edilebilmektedir.
Bunlar; “ABD’de demokrasi yönündeki kaygıların artması, medya alanındaki yoğunlaşma ile
bunun gazetecilik pratikleri üzerindeki etkisi,
iletişim teknolojisindeki gelişmeler” şeklinde
sıralanmaktadır (Uzun 2006: 633-642).
Yurttaş gazeteciliği, vatandaşların eğitilebilmeleri için gereksinim duydukları konular ile
güncel olaylar hakkında haberler üretmeyi,
şehir ve yurttaşlık ile ilgili kararlar alınmasını,
buna yönelik olarak diyalog ve faaliyetlerin
sağlanmasını ve demokrasi anlayışı içerisinde
vatandaşların sorumluluklarını harekete geçirerek geliştirmeyi hedeflemektedir (Shaffer
2004).
Pek çok gazeteci, haberleri anlaşmazlık, çatışma, ihtilaf gibi konular üzerinden değerlendirmektedir. Yurttaş gazeteciliği ise bu noktada
haberin tarifini genişletmek için çabalamakta
ve okuyucuları daha fazla ilgili kılmak için
haber yapma çerçevesini yeniden düzenlemektedir. Buna paralel biçimde yurttaş gazeteciliği,
haberde dengenin yeniden tanımlanması için de
çalışmaktadır. Yurttaş gazeteciliği, haber üretim sürecine okuyucuları dâhil etmek için giriş
noktaları vermekte ve ipuçları sağlamaktadır.
Böylelikle yurttaş gazeteciliği, gazeteciler ile
vatandaşlar arasında etkileşimlerin gerçekleşmesi yönünde teşvikte bulunmaktadır (Shaffer
2004).
Lambeth (1998: 118), yurttaş gazeteciliğinin
işleyişine de işaret eden birtakım hedeflerini şu
şekilde irdelemektedir:
255
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
1. Haberlerin üretilmesi sürecinde neyin haber
yapılacağına yönelik seçme özgürlüğünü korurken dahi yurttaşların fikirlerini ve hikâyelerini sistematik bir biçimde dinlemek.
2. Topluluklar ile ilgili önemli meseleler üzerine haber yapılırken bunların alternatif yollardan çerçevelenme biçimlerini araştırmak.
3. Yurttaşları tartışmaya teşvik etmek ve meselelerin kamusal bir anlayışla inşa edilmesi
açısından en yüksek şansa sahip olan haber
çerçevelerini seçmek.
4. Kamunun önemli sorunları üzerine haber
yapılırken olası çözümlerin kamusal bilgisini
ve alternatif davranış tarzlarına hizmet eden
değerleri geliştirecek biçimde inisiyatif almak.
5. Kamuyla nasıl daha iyi ve daha güvenilir bir
biçimde iletişim kurulacağı noktasında süreğen
ve sistematik bir dikkat göstermek.
Yurttaş gazeteciliğine yönelik eleştirilerde, söz
konusu hedeflerin yeni olmadığı belirtilmektedir. Aslında bu hedefler, Hutchins komisyonunun raporunda yer alan bazı bölümler ile paralellik taşımaktadır. Örneğin bu raporda, özgür
bir basının “günün olaylarını anlamlı bir bağlam içerisinde doğru ve kapsamlı biçimde”
açıklaması; “yorum ve eleştirilerin değişimi
için bir forum” işlevi görmesi gerektiği gibi
konular tartışılmaktadır. Ayrıca, basının “toplumun bileşenleri olan grupların temsili bir
resmini” sunması, “toplumun hedef ve değerlerini” anlatması ve “günlük bilgilere tam erişim”
sağlaması gerektiği gibi konular da irdelenmektedir (Lambeth 1998: 118).
Blazier ve Lemert (2000: 72-74) de aynı zamanda yurttaş gazeteciliğinin karakteristikleri
olan ve bu gazetecilik formu içerisinde olması
beklenen bazı eğilimlere işaret etmektedir.
Buna göre; gazetenin kendi personeli tarafından yazılan ve yerel halkı ya da kamuoyunu
ilgilendiren konuları kapsayan haber metinleri,
yurttaş gazeteciliğinin/kamusal gazeteciliğin
yükümlülükleri içerisinde yer almaktadır. Bu
gazetecilik anlayışında haber kaynakları, ağırlıklı olarak yurttaş organizasyonları ya da bağımsız bireylerden oluşmalıdır. Bir başka anlatımla bu durum, daha sık ya da daha belirgin
bir biçimde gerçekleşmelidir. Yurttaş gazeteci-
256
liğinde haber içerisinde olayların nasılı ve
nedeni hakkındaki tematik bilgiler, sorunları
anlamak için bağlamsal bir çerçeve sağlayacak
nitelikte yapılandırılmalıdır. Çünkü bunlar,
vatandaşların söz konusu olay ya da sorun ile
daha geniş bir bağlamda bağlantı kurmasına
yardımcı olmaktadır. Buna koşut olarak, habere
konu olan olay veya sorunun tarihçesi de tarihsel bağlama işaret etmekte ve ekonomik, politik, sosyal ve kültürel arka planlara gönderimde
bulunmaktadır. Yurttaş gazeteciliğin/kamusal
gazeteciliğin bir diğer önemli gerekliliği, haberin kapsamının çözümler hakkında bilgi içermesi ve böylelikle yurttaşlara sorunları kontrol
altına alabilmek için olanak tanımasıdır. Katılımcı ve müzakereci süreçleri kolaylaştırıcı bir
gazetecilik anlayışı olarak yurttaş gazeteciliği,
mobilize edici bilgiyi içermelidir. Yurttaş gazeteciliği bağlamında bir başka önemli nokta ise
seçim kampanyaları haberlerinde, at yarışı
gazeteciliği biçiminde habercilik anlayışı ve
adayın karakterine odaklanmak yerine soruna
ve adaya vurgu yapılmasıdır.
Temel ilkeleri değerlendirildiğinde yurttaş
gazeteciliği; öncelikle haber üretim sürecinde
konuyla ilgili mümkün olduğu kadar çok haber
kaynağına ulaşılmasını ve tüm bu kaynakların
görüşlerine başvurulmasını esas almaktadır. Bu
yapılırken ise rutin resmi bakış açısının aktarılması yerine yurttaşların, okurların ve dolayısıyla toplumun bakış açısının yansıtılmasının
gerekliliği vurgulanmaktadır. İkinci önemli
noktada, devamlılık niteliği taşıyan uzun vadeli
bir habercilik anlayışı çerçevesinde haberin
oluşum süreci ön plana çıkartılmaktadır. Bu
doğrultuda, yurttaşların yapılan haberleri kendi
haberleri olarak hissetmelerini sağlamak amacıyla vatandaşlar haberin oluşum sürecine dahil
edilmekte, haberle ilgili vatandaşlarla sık sık
temasa geçilmekte ve böylelikle vatandaşlar
hem yapılan haberleri kendilerine ait olarak
algılamakta hem de haberin oluşturulması
sürecinde aktif bir rol almaktadırlar. Bir diğer
temel ilke kapsamında ise yapılan haber ile
tayin edilen hedefe ulaşmak için haberin takibi
ve yayınlanmasına sürekli olarak devam edilmektedir. Yurttaş gazeteciliği, bu noktada
kamu çıkarı gerçekleşinceye kadar faaliyetlerini sürdürmekte ve “yurttaş taleplerinin sözcülüğünü” üstlenmektedir (Duran 2003: 89-93).
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
Sonuç olarak, yurttaş gazeteciliğinin temel
nitelikleri şu şekilde sınıflandırılabilmektedir
(Cangöz 2008: 137-143):
· Haber anlatısını 5N+1K’nın ötesine taşımak.
· Akredite haber kaynaklarından bağımsız
hareket edebilmek.
· Haber kaynaklarını nicel olarak genişletmek.
· Halkı habere dahil etmek (demokratik açılım
anlamında).
· Sadece kent (merkez) odaklı değil çevre
kasaba - köy odaklı habercilik.
· Halkın gözü, kulağı ya da sesi olmak yerine,
sesini bizzat duyurmasına olanak sağlamak.
· İnsani değerleri ön planda tutan habercilik
anlayışını benimsemek: Bölgesel, etnik, dinsel,
cinsel vs. ayrımcılığın önüne geçmek.
· Medya ortamlarını halkın sorunlarının tartışılabildiği kamusal alanlara dönüştürmek.
2. ALTERNATİF MEDYA OLARAK
İNTERNET GAZETECİLİĞİ
Literatürde yaygın dışı medyayı adlandırma
konusunda farklı tanımlamalar yer almakta;
bunlar arasında bağımsız medya, alternatif
medya, radikal medya, toplumsal hareket medyası ya da toplum medyası gibi adlandırmalar
ön plana çıkmaktadır (Downing 1984, Bailey
ve ark. 2008: 5, Çelenk 2008: 14). Bu çalışmada ise, özellikle bilinenden farklı/yeni ve başka
bir seçenek/karşıt olma durumunu anlatan
“alternatif medya” kavramsallaştırması kullanılmaktadır.
Anaakım/yaygın medya kurumları ve bağlantıları dışında konumlandırılan alternatif medya
(Couldry ve Curran 2003: 7) arayışlarına ilişkin
olarak yapılan tartışmalarda sıklıkla genel
anlamda yeni iletişim teknolojilerine özelde ise
internete ve internetin sunduğu olanaklara
göndermede bulunulmaktadır (Curran 2003:
227-24, Bennet 2003: 17-35). İnternet önceleri
enformasyonunun hedef kitleye ulaştırabileceği
yeni bir araç olarak düşünülmüşse de, kendine
özgü nitelikleri sayesinde, sadece mevcut kitle
iletişim araçlarından çıkan enformasyonun
yayılmasına olanak veren bir araç olarak kalmamıştır. İnternet aynı zamanda enformasyonun yeniden üretildiği ve yeni biçimlerle sunu-
labildiği bir ortam haline gelmiştir (Karaduman
2003: 139). Bu noktada, yeni iletişim teknolojilerinin demokratik potansiyeline vurgu yapılırken, aynı zamanda geleneksel gazetecilikteki
dönüşüm, yeni ve farklı bir gazetecilik anlayışı
da gündeme gelmektedir (Curran 2003: 234235).
Günümüzde internet ve dijital teknolojilerin
geldiği nokta geleneksel gazetecilikte de kırılmalar yaşanmasına neden olmuş, kendine özgü
dinamikleriyle yepyeni bir gazetecilik anlayışını da doğurmuştur. Online ya da internet gazeteciliği olarak adlandırılan bu yeni gazetecilik
türünü geleneksel gazetecilikten farklılaştıran
nitelikleri ise şunlardır (Karaduman 2003:
143):
· Haberi çok hızlı bir biçimde verebilmesi ve
sürekli güncellenmesi.
· Okurun habere 24 saat istediği zaman ulaşabilmesi.
· Multimedya temelinde ses-grafik-görüntü
dosyalarını kullanabilme.
· Arşivdeki haberlere kolayca tekrar ulaşabilme ve istenilen haberi saklama/depolama.
· Okurla interaktif etkileşim, geri beslemeyorum alabilme.
· Haberle ilgili konularda web sitelerinin linklerinin verilmesiyle, arka plan bilgilerine kolaylıkla ulaşabilme.
· Diğer medyada yer almayan farklı haberleri
bulabilme.
Bugün gelinen noktada, internet gazeteciliği
adı altında iki farklı habercilik uygulamasıyla
karşılaşılmaktadır (Törenli 2005: 208). Yazılı
basının internet ortamındaki “sayısal” sürümleri olan online gazeteler ile sadece internet üzerinden “online” yayınlanan ve haberleri olanaklar elverdiği ölçüde güncel tutulmaya çalışılan,
haber içeriklerinin öyküsel niteliği yanında site
içi ve dışı bağlantılarla internet ortamında gezinti yapma alışkanlığındaki izlerkitlenin haber
içerisinde gezinebilmesine olanak sağlayan
haber sunum biçimlerinin de kullanıldığı online
haber siteleri ya da diğer adıyla haber
portalları. Bunlar içerisinde online gazeteler
daha çok geleneksel versiyonun internet ortamına aktarılması ile sınırlı kaldığı için alternatif medya potansiyeli taşıyanların haber
portalları olduğu söylenebilmektedir.
257
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
3. BİA ( BAĞIMSIZ İLETİŞİM AĞI) VE
“BİANET.ORG”
Türkiye örneğinde bakıldığında; yurttaş gazeteciliğinin hem irdelenmesi hem de uygulama
alanı bulması bakımından önde gelen bir yapılanma olarak Bağımsız İletişim Ağı (BİA)
dikkat çekmektedir. Inter Press Service (IPS)
İletişim Vakfı, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ile Türk Tabipler Birliği’nin 1996
yılında başlayan ortak çalışmaları neticesinde
Bağımsız İletişim Ağı, 1997 yılında faaliyete
geçmiştir. BİA; 12 yerel gazete, 6 yerel televizyon ve 56 yerel radyonun imzaladığı bir
bildirge ile kurulurken, burada ortaya koyduğu
ilke ve amaçları benimseyen yerel medya kuruluşlarını internet teknolojisi vasıtasıyla ortak
haber üretimi ve dağıtımı konusunda iş birliği
içerisine sokmayı amaçlamıştır (Tokgöz 2001:
32).
Böylelikle medyadaki teksesliliğe karşı “sivil
toplumun kendini ifade edebilmesinin aracı
olarak yerel medyanın güçlenmesini” hedef
olarak tayin eden BİA, yerel medyanın ekonomik, siyasal ve yasal zorluklar karşısında kendi
ayakları üzerinde durabilecek bir konuma gelmesini istemektedir (Alankuş 2003: 5-6).
BİA, “yaygın medya karşısında yerel medyanın vazgeçilmezliği” ve “yerel medyanın yaygın medyadan farklı ve genel geçer olana alternatif olması gerektiği” konusunda iki önemli tespit yapmaktadır. Bağımsız İletişim Ağı,
içeriğin zenginleşmesi, haberciliğin daha iyi
noktalara ulaşabilmesi ve yerelliğin yanında
daha geniş kapsamlı bir perspektif oluşturabilmek amacıyla özellikle internet teknolojisinin sunduğu olanaklardan yararlanarak yerel
gazeteler, yerel radyo ve televizyonlar arasında
haber ile program üretimi ve paylaşımı noktasında yatay dayanışma ağlarını hayata geçirmektedir (Alankuş 2003: 12).
Buna yönelik olarak da Bağımsız İletişim
Ağı’nın internetteki sitesinde sunulan haber,
yazı, fotoğraf, karikatür vb. her türlü içerikten
yerel medyanın, artı bir maliyet yükü olmadan
sadece kaynak göstermek suretiyle faydalanabilmesine imkân verilmektedir. Dolayısıyla
hem haber alma hem de bunu yaparken internet teknolojisinin sunduğu olanaklar ile herhangi bir ücret-telif yükümlülüğü altına gir-
258
meme açısından yerel medya için önemli bir
destek oluşturulmaktadır (Atabek 2003: 7374).
Bağımsız İletişim Ağı’nın internet yayıncılığı
ayağını bianet.org isimli internet sitesi oluşturmaktadır. 2000 yılında Avrupa Birliği tarafından desteklenen projenin internet yayıncılığı
ayağını oluşturan bianet.org internet sitesi de
bu tarihte yayına başlamıştır. “bianet”in yanı
sıra; yerel medya eğitim seminerleri, yerel
radyolar için radyo programları, hukuki sorunlar yaşayan gazeteciler için hukuksal destek
birimi, gazetecilik öğrencilerine yönelik eğitim
programları BİA’nın çalışmaları kapsamında
gerçekleştirilen önemli diğer projelerdir. Ayrıca BİA, gerçekleştirilen eğitim programları ve
projeler dolayımıyla elde edilen bilgileri habercilik eğitimi literatürüne sokan kitap dizileri de
yayınlamaktadır.
BİA koordinatörü Ertuğrul Kürkçü (2009: 200207), bianet’i açıklarken, ticari nitelik taşımaması ve hiçbir siyasal iktidar odağıyla bağlantılı olmaması anlamında “bağımsız medya”
kavramlaştırmasını kullanmayı tercih ettiğini
belirtmektedir. BİA eğitim danışmanı Sevda
Alankuş (2009: 10) ise bianet’in hem politik ve
etik olarak sorumlu habercilik anlayışı hem de
buna göre biçimlenen örgütlenmesiyle yaygın
medyanın temsil ettiklerinin ötesine geçmeyi
hedefliyor olmasından dolayı başka türlü haber
okumak isteyenler için “alternatif” bir mecra ve
medya örneği sayabileceğine işaret etmektedir.
Alankuş (2007: 15)’a göre, BİA/bianet bağımsız haber sitesi olmanın ötesine geçip, alternatif
bir gazetecilik okuluna dönüşmüş durumdadır.
4. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Araştırma kapsamında bianet.org örneğinde
yurttaş gazeteciliği bağlamında kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili haberlerin hangi söylem
pratikleri üzerinden inşa edildiğini incelemek
için Teun A. van Dijk’ın söylem analizi modeli
kullanılmıştır.
van Dijk, “haberi bir tür olarak değil, bir söylem olarak” değerlendirmektedir. Dolayısıyla
haber söylemi, var olan egemen söylemlerin bir
ürünü olarak ortaya çıkmaktadır (Tokgöz 2003:
183). Bu bağlamda haber üretim süreci içerisinde toplumsal güç/iktidar ilişkilerinin nasıl
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
kurulduğunun anlaşılabilmesi için haber söyleminin oluşumunu etkileyen şu dört boyutun
dikkate alınması gerekmektedir (İnal 1996: 9596):
kent ve semt merkezli bir niteliğe sahip olması
ve bu yönüyle yurttaşları/mahalle sakinlerini
yakından ilgilendiren ve etkileyen bir konu
olması etkili olmuştur.
1. Haberin söylemi, gazeteciliğin günlük rutin
ve pratikleri içerisinde oluşmaktadır. Buna
göre, haberciliğin zamansal, mekânsal ve
mali sınırlılıkları aşmaya ya da en aza indirgemeye yönelik bir iş olarak örgütlenmesi bu
bağlamda etkili olmaktadır.
Bianet’te haberler seçilirken öncelikle sitenin
arama motorunda “kentsel dönüşüm projesi”
yazılarak yapılan arama sonucunda bakılan
haberler incelenerek, bunlar içerisinde kentsel
dönüşüm projesini odağına alan haberler değerlendirmeye alınmıştır. Araştırmada buradan
elde edilen haberler ile bianet ana sayfasının
sağ alt kısmında yer alan kentsel dönüşüm
projesiyle ilgili sesli fotoröportaj dizisi dâhil
olmak üzere toplam 34 haber söylem analizine
tabi tutulmuştur.
2. Haberin söylemi, gazetecilere atfen çerçevesi
çizilen profesyonalizm ideolojisi içerisinde
oluşmaktadır. Bir başka anlatımla, basının
tecimsel karakteri ve yatay ve dikey tekelleşme gibi olgular ile birlikte gelişen birtakım gazetecilik normları, haber söyleminin
biçimlenmesinde etkili olmaktadır.
5. MAKRO YAPISAL ÖZELLİKLER
5.1. Tematik Çözümleme
3. Haberin söylemi, haber metinlerinin de içinde üretildiği somut tarihsel koşullar ve üretim anı ile belirlenmektedir. Buna göre, toplumsal yapılanmanın belli bir anındaki siyasal, ekonomik güç ve iktidar ilişkileri haber
metinlerinin üretimine de yansımaktadır.
4. Haberin söylemi, medyanın ekonomi politikasına bağımlı olarak yapılanmaktadır. Bu
durum ise bir taraftan çeşitliliği sınırlayarak
benzeşmeye yol açarken diğer taraftan da
daha çok satan konuların seçilmesi sonucunu
doğurmaktadır.
Söylem analizi modeli, makro yapı ve mikro
yapı olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Makro yapı bölümünde tematik ve şematik
unsurlar çözümlenmektedir. Tematik çözümleme kapsamasında üst başlık, başlık, alt başlık
ile spot ve haber girişleri incelenmektedir.
Şematik çözümleme ise durum ve yorum bölümlerinden oluşmaktadır. Durum ve yorum
bölümlerinde ana olayın sunumu, sonuçlar,
ardalan ve bağlam ile haber kaynakları ve habere konu olan olayın taraflarının değerlendirmeleri ele alınmaktadır. Mikro yapı çözümlemesinde ise sentaktik, bölgesel uyum, kelime
seçimleri ve haberin retoriği incelenmektedir
(van Dijk 1988: 15-16).
İstanbul’daki kentsel dönüşüm projesi ile ilgili
haberlerin seçiminde, bu konunun yurttaş gazeteciliğin temel kriterleri içerisinde de yer alan
5.1.1. Başlıklar
Tematik çözümleme kapsamında ilk olarak ele
alınan başlıklar ve haber girişleri aracılığıyla
haberin temasının öğrenilmesi mümkün olmaktadır (Özer 2009: 90). Araştırma kapsamında
bianet’te incelenen haberlerin başlıklarında
dikkati çeken en önemli nokta, habere konu
olan kentsel dönüşüm projesinin başlıklarda
olumsuzlanmasıdır. Başlıklarda kentsel dönüşüm projesinin olumsuz yönleri, bu projeden
etkilenen mahalle/semt sakinlerinin perspektifiyle öne çıkarılmıştır. Mahalle ve semtlerin
sakinlerinin yaşadığı ve yaşayacağı olumsuzluklara dikkat çekilmiştir. Bir başka ifadeyle,
söz konusu proje açısından ele alındığında;
etkileyenlerin değil etkilenenlerin bakış açısının haber başlıklarında hâkim olduğu söylenebilmektedir.
Buna koşut olarak başlıklarda, kentsel dönüşüm projesi bağlamında akredite kaynak niteliğinde kurum ve kişilerin yerine ağırlıklı olarak
halkın/semt ve mahalle sakinlerinin odağa
alındığı görülmektedir. Dolayısıyla incelenen
haberlerin başlıklarında konu kapsamında
egemen/hâkim söylemlerin durum tanımlarının
yerini muhalif söylemlerin durum tanımlarının
aldığı değerlendirmesi yapılabilmektedir. Çünkü başlıklarda kentsel dönüşüm projesi kapsamındaki uygulamalar ve ayrımcılık ile bu projenin getireceği sonuçların olumsuzluklarına
259
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
dikkat çekilmektedir. Ayrıca başlıklarda mahalle ve semt sakinleri ile onlara destek verenlerin, bu projeye yönelik olarak karşı çıkış
niteliğindeki söylem ve eylemlerine de işaret
edilmektedir.
Bu bağlamda, yurttaş gazeteciliği açısından
değerlendirildiğinde; yurttaş odaklılık, akredite
haber kaynaklarından bağımsız hareket edilebilmesi, halkın habere dahil edilmesi ve bizzat
sesini duyurabilmesi gibi birtakım niteliklerin
de incelenen haberlerin başlıklarında yer aldığı
görülmektedir. Örnek olarak verilebilecek
haber başlıkları şu şekildedir:
Kentsel Dönüşüm Tasarısı Geri Çekilsin
(31.03.2005).
Kentsel Dönüşüm: Toplumsal Dışlama, Yok
Sayma (20.08.2005).
Kentsel Dönüşüm Değil, Barınma Hakkı
(29.08.2005).
Evimizi, Tarihimizi, Kültürümüzü Yıkmayın
(15.07.2006).
İktidar
Evlerimizi
(17.03.2007).
Elimizden
Alıyor
Yok Edilmesin Diye 40 Gün 40 Gece Sulukule
(22.03.2007).
Bu İşi Düzeltmezseniz
(23.06.2007).
Size
Oy
Yok
Tarlabaşı’nda Rantsal Kuşatma (13.05.2009).
Sulukule’de Kentsel Dönüşüme Yakalanan
Hayatlar… (17.06.2009).
Gogol Bordello Sulukule için Söylüyor: Uyandır Komşunu! (17.08.2009).
Bu genel tablonun yanında akredite kaynak
olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Mesken ve Gecekondu Müdürlüğü tarafından yapılan açıklama üzerine kurulan bir haber de bulunmaktadır. Söz konusu haberin başlığı ise
“En Büyük Yıkım Okmeydanında Olacak
(15.07.2005)” biçimindedir.
İncelenen haberlerin başlıklarından bazılarında
Roman kimliği üzerinden gerçekleşen bir ayrımcılığa da gönderme yapılmaktadır. Bir başka anlatımla, kimlik ve farklılık ekseninde bir
öteki olma durumu ile ayrımcılığa uğrama
konusu da kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili
haber başlıklarının birkaçında yer almaktadır.
Evi Yıkılacak Roman Kadın Olmak Daha da
Zor (13.09.006).
Türkiyeli Romanlar
(12.03.2007).
Haklarını
Savunuyor
Kentsel Dönüşüm
(21.03.2007).
Projeleri
Ayrımcıdır
Evleri Yıkıldı, Okula Bir Saat Yürüyorlar
(18.10.2007).
Haber başlıklarının bazılarında tırnak içinde
alıntılara başvurulmakta ve kentsel dönüşüm
projesine kapsamındaki mahalle ve semt sakinlerinin bu konudaki tanıklığı ile tercihlerine yer
verilmektedir. Birkaç başlıkta ise birinci çoğul
şahıs söylemi ile kurulan cümleler, başlık olarak kullanılmakla birlikte bunlar tırnak içi alıntı
yöntemi kullanılmadan verilmektedir.
Başıbüyük Halkı Barınma Hakkına Sahip Çıkıyor (21.03.2008).
“Bu Hayat Bizim Hayatımız, Satmıyoruz”
(02.11.2007).
Mahallede Hayat Var: Sulukule Futbol Turnuvası Devam Ediyor (18.06.2008).
“Hür Doğduk, Hür Yaşarız, Kime Ne?”
(16.11.2007).
Manu Chao Konserine “Sulukule Susmayacak”
Yazılı Tişörtle Çıktı (20.08.2008).
“Sulukule’de Yıkım Can Güvenliği Gözetmeden Sürüyor” (28.08.2008).
“Sulukule’de Yıkım Can Güvenliği Gözetmeden
Sürüyor” (28.08.2008).
Evimizi, Tarihimizi, Kültürümüzü Yıkmayın
(15.07.2006).
Kentsel Döşümüm: Zenginlerin Yoksulları
Kontrol Etme Projesi (09.09.2008).
İktidar
Evlerimizi
(17.03.2007).
Kentsel dönüşüm Kıskacında İstanbul Yoksulları (15.05.2009).
Bu İşi Düzeltmezseniz
(23.06.2007).
Belediye Çok Ortaklı Komisyonu Reddetti
(30.06.2007).
Kentsel Sterilizasyon: Önce Dönüştürelim de!
(04.08.2007).
260
Elimizden
Size
Alıyor
Oy
Yok
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
Son olarak başlıkların, habere konu olan kentsel dönüşüm projesiyle ilgili özellikle bu proje
kapsamındaki semt ve mahalle sakinlerini
odağa yerleştiren genel bir perspektif sunduğu
söylenebilmektedir.
5.1.2. Haber Girişleri
Haber anlatısının önemli bir parçasını oluşturan
haber girişleri, hem ana olayı özetleyen hem de
haberin ana fikrini okuyucuya sunan bölümdür
(Özer 2000: 83-84). Buna koşut olarak incelenen haberlerin spot ve haber girişlerinde de
olayı özetleyen genel bir bilgilendirmenin
yapıldığı ve metnin ana fikrinin verildiği görülmektedir. Bir başka ifadeyle, haberin spot ve
girişleri, bunları okuyanların habere konu olan
olaya ilişkin genel bir bilgi edinmesini sağlayacak niteliktedir.
Şehir Plancıları Odası, meclis gündemine gelen Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısının rant odaklı olduğunu belirterek, ilgili
tüm toplumsal kesimleri kapsayacak katılımcı
bir içerik sağlanana kadar tasarının geri çekilmesini istedi. (31.03.2005).
Sulukulenin kentsel dönüşüm planı içinde yıkılması planına karşı kurulan 40 Gün 40 Gece
Sulukule Platformu, ilk etkinliğini 24 Mart
Cumartesi günü gerçekleştirecek. Platformda,
planla Sulukulenin tarihi ve kültürel dokusunun
yok olacağı belirtiliyor. (22.03.2007).
Sulukule’de bugün yine yıkım vardı. Fatih
Belediyesi’nin kentsel dönüşüm projesi kapsamında bu sabah 06.30’dan itibaren Neslişah ve
Hatice Sultan mahallelerindeki bina ve gecekonduların yıkım işlemi akşam saatlerine kadar
sürdü. (28.08.2008).
Haber girişlerinde en dikkat çekici nokta, başlıklarda olduğu gibi burada da ağırlıklı olarak
kentsel dönüşüm projesinden doğrudan etkilenen semt ve mahalle sakinlerinin bakış açısı ve
yaşadıklarının yansıtılmasıdır. Diğer bir ifadeyle, bu haber aktörlerinin karşı karşıya kaldıkları
sorunlar ve yine kendi söylemleri üzerinden
kentsel dönüşüm projesinin eleştirisi, haber
girişlerinde büyük ölçüde yer alan temel nokta
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda
bazı haberlerde, söz konusu projenin rant ve
ayrımcılık yaratma gibi birtakım olumsuz yön-
lerine göndermede de bulunulduğu görülmektedir.
Şehir Plancıları Odası, meclis gündemine gelen Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısının rant odaklı olduğunu belirterek, ilgili
tüm toplumsal kesimleri kapsayacak katılımcı
bir içerik sağlanana kadar tasarının geri çekilmesini istedi. (31.03.2005).
Eğlence mekânlarını kapatarak önce işlerimizi
ellerimizden aldılar. Ödeyemediğimiz faturalar
nedeniyle elektriğimiz, suyumuz kesildi. Şimdi
de evlerimizi, geçmişimizi almak istiyorlar.
Hükümetten beklentimiz yok. Evlerimizi yıktırmayacağız… (15.07.2006).
Kağıthane’de kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde evlerinin yıkılmasını bugün protesto eden
Romanlar Zoraki göçebeliğe hayır diyor. Çeribaşı Atmaca: Çocuklar devletin Romanlara
uyguladığı ayrımcılığı görerek büyüyor. Fransa’daki göçmenler gibi. (13.09.2006).
Romanlar ayrımcılık görüyor, eğitime, adalete,
sağlığa, istihdama erişim ve barınma hakları
yoğun şekilde ihlal ediliyor ve hak aramada
zorluk yaşıyorlar. Ama bir şeyler değişiyor.
Türkiyeli Romanlar örgütleniyor, insan hakları
savunucularını yaratıyor. (12.03.2007).
Kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri ayrımcılığı kışkırtan projelerdir. Bu projeyi belediye
bilinçli olarak basına Sulukule projesi diye
lanse etti. Fatih Belediyesinin bu projedeki
sloganı şudur bana göre parçala, birbirine
düşür ve yut. (31.03.2007).
Kentsel Dönüşüm Projesi nedeniyle yıkılan
evlerinin enkazı üzerine çadır kuran ve bu
çadırlarda yaşayan Ayazmalılar servis ücreti
ödeyecek paraları olmadığı için çocuklarını
yürüyerek okula gönderiyorlar. Mahalleye en
yakın okul ise yürüyerek bir saatlik mesafede
olan Şahintepe Alparslan İlköğretim Okulu.
Ayazmalılar eğer bir çözüm bulunmazsa kış
geldiğinde çocuklarını okula gönderemeyeceklerini söylüyorlar. (18.10.2007).
Sulukule’de yıkımlar sürüyor. Semtte telefon ve
elektrikler kesik, sokaklar moloz yığınlarıyla
kaplı. Platformdan Ozan: “Tedbir almadan,
etrafta çocuklar varken yıktılar ve gittiler. Ne
261
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
haberleşebilmek mümkün, ne ambulansın girebilmesi” diyor. (28.08.2008).
İÜ’de başlayan sempozyumda konuşan Kurtuluş, kentlerin sınıfların birbirine değmeden
yaşadıkları alanlar haline getirilmesinin altında neo-liberal politikaların yattığını söyledi.
“Yoksullar suç işler” miti kentsel dönüşümü
meşrulaştırmak için kullanılıyor. (09.10.2008).
Arkasında hiçbir kamu yararı bulunmayan bir
rant projesi uğruna iyi kötü barındıkları evlerinden, memleketlerinden atılan yoksul Romanlar dört bir tarafa dağıldı. (17.06.2009).
Bazı haberlerin spot ve girişlerinde de projeden
etkilenen mahalle ve semtlerin sakinlerine
yönelik desteklerden ve dayanışma eylemlerinden söz edilmektedir.
Sulukulenin kentsel dönüşüm planı içinde yıkılması planına karşı kurulan 40 Gün 40 Gece
Sulukule Platformu, ilk etkinliğini 24 Mart
Cumartesi günü gerçekleştirecek. Platformda,
planla Sulukule’nin tarihi ve kültürel dokusunun yok olacağı belirtiliyor. (22.03.2007).
Sulukule Platformu, Fatih Belediyesinin kentsel
dönüşüm projesi kapsamında yıkmak istediği
atölyeyi kurtardı. Belediye Başkan Yardımcısı’yla görüşen Platform’dan Foggo “atölyeyi
şimdilik kurtardık ama yıkımlar sürüyor” diyor. (09.01.2009).
Manu Chao, Fransa’nın Bayonne kentindeki
konserine üzerinde “Sulukule Susmayacak”
yazılı tişörtle çıkarak kentsel yenileme projesiyle evleri yıkılan Romanlara destek oldu.
(20.08.2008).
Roman punk grubu Gogol Bordello, kentsel
dönüşüm
kapsamında
evleri
yıkılan
Sulukuleliler için yaptığı şarkıyı konserlerinde
seslendiriyor. (17.08.2009).
Bizler sizden çok şey istemedik. Bu mahallede
bin yıldır yaşayan insanları birbirlerinden,
evlerinden, kültürlerinden, yurtlarından ayırmadan; aynı Balat-Fener projesi gibi bir proje
uygulamanızı istedik. Ama siz bizi hiç dinlemediniz. (17.03.2007).
Sulukule’deki kentsel dönüşüm projesinin durdurulmasını; belediye, orada yaşayan insanlar
ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla bir
komisyon kurulmasını istiyoruz. Ama belediye
kendi dediğini dayatıyor; bizi oyalayarak zaman kazanmaya çalışıyor. (30.06.2007).
Bir dönüşümün kaçınılmaz olduğu ortada ancak çözüm, mahalleleri Romansızlaştırmaktan
değil Romanların yaşam koşullarını bulundukları yerde iyileştirecek projelerden geçiyor.
Bunu da mahalleliler ve uzmanlarla yapmak
gerekiyor. (04.08.2007).
Sulukuleliler, “Madem burayı dönüştürecekler,
zenginlere değil bize yapsınlar, Fener, Balat
projeleri gibi olmalı” diyor. (02.11.2007).
Başıbüyük Güzelleştirme ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Kaya ve avukat Çelik: Kentsel
Dönüşüm projesi halkın kaygılarını dikkate
almıyor, mahallelinin rızası olmadan projenin
yürütülmesi mümkün değil. (21.03.2008).
Netice itibariyle, yurttaş gazeteciliğinin temel
ilkeleri bağlamında düşünüldüğünde, incelenen
haberlerin spot ve girişlerinde ağırlıklı olarak
olaydan bizzat etkilenen tarafların habere dahil
edildiği ve merkeze alındığı yurttaş eksenli bir
bakış açısının yerleşmiş olduğu görülmektedir.
Spotlar ve girişler, habere konu olan olayın
özet bilgisini ve ana fikrini taşıdığı için burada
mahalle/semt sakinlerinin perspektifinin ve söz
konusu projenin getirdiği olumsuzlukların, ilk
etapta karşılaşılan noktalar olduğu ortaya çıkmaktadır.
5.2. Şematik Çözümleme
Son olarak, incelenen haberler içerisinden
bazılarının spot ve girişlerinde ise bu projeden
etkilenen mahalle ve semt sakinlerinin görüşlerinin alınmadığına ve bu bağlamda mahalle/semt sakinlerinin fikirlerinin dikkate alınarak
ortak bir noktanın üretilmesi gerekliliğine (ya
da bunun böyle yapılmayarak tek taraflı bir
durumun varlığına) işaret edilmektedir.
262
Şematik çözümleme kapsamında araştırmada
incelenen haberlere bakıldığında, kentsel dönüşüm projesiyle ilgili tüm toplumsal kesimleri
kapsayacak nitelikte bir haber söylemi oluşturulmaya çalışıldığı gözlenmektedir. Söz konusu
haberlerde kentsel dönüşüm projesinin siyasi,
ekonomik ve toplumsal arka planının ön plana
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
çıkarıldığı ve habere konu olan olayların toplumsal ve tarihsel bağlamı ile haberleştirildiği
söylenebilmektedir.
Neoliberalizmin Türkiye için yeni, ABD’de
çoktan foslamış hava deliği “inşaat balonu”nun ürünü Kentsel Dönüşüm Projesi’yle
zaten yetersiz koşullarda yaşadıkları evlerinden zorla çıkartılıyorlar. Evlerinden ediliyorlar
ve yoksunluk içinde çocukları ölüyor. İkametgahsız kaldıkları için bu bahaneyle çocukları
okula alınmıyor. Kamu hizmetlerinde Roman
oldukları ya da uğradıkları ayrımcılığın sonucu kayıt dışı oldukları için reddediliyorlar.
(12.03.2007).
Roman kültürü üzerine çalışan sosyolog Suat
Kolukırık da toplumsal belleğe işaret ediyor.
“Bu tarihsel dışlanma bilinciyle bağlantılı bir
geri duruş 10 yüzyıldır Romanlar bütün dünyada dışlanıyorlar.” (12.03.2007).
Sulukule’de neler oluyor?
Dünyadaki ilk Roman yerleşimi olmasıyla
uluslararası bir öneme sahip Sulukule’deki
Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri’nde 759
hak sahibi ve hissedarla 303 kiracı olmak üzere aileleriyle birlikte 3 bin 500 Roman ikamet
ediyor. “Kentsel Dönüşüm Projesi” kapsamında 13 Aralık 2006 tarihinde Sulukule için çıkan
“Acele Kamulaştırma Kararı”nın ardından
Sulukuleliler yürütmenin durdurulması talebiyle İstanbul İdare Mahkemesi Başkanlığı’na
dava açtı… Dava sürerken Fatih Belediyesi
yıkımlara başladı… (22.03.2007).
Sulukule Platformu tarihi Sulukule semtinin
“Kentsel Dönüşüm” projesi adı altında yok
edilme girişimine karşı direnen ‘yaşam savunucuları’
tarafından
oluşturulmuştu.
(20.08.2008).
Haberlerin ana çerçevesi ve haber konusu olayların sunuş biçimi açısından da kentsel dönüşüm projesiyle ilgili tarafların sesine yer veren,
mahalle ve semt sakinlerinin projeye karşı
yürüttükleri mücadeleyi dile getiren ve aynı
zamanda sıradan vatandaşın katılımcılığını da
destekleyen bir yaklaşım izlendiği dikkati
çekmektedir.
Sulukule’de bakkallık yapan Asım Hallaç (1):
Kentsel yenileme ve dönüşüm projelerinden
etkilenecek sokakta kalacak yoksul insanlar
adına onlara (yasayı çıkaranlara) bunu düşünmelerini ve buna göre hareket etmelerini
hatırlatırım. Bu yasa çıkartılırken basın-yayın,
sivil toplum kuruluşları, tarihçiler, mimarlar,
mühendisler, vakıflar, Anıtlar Kurulu, hukukçular ve en önemlisi siyasetçiler neden sessiz
kaldınız? (17.03.2007).
Sulukule’nin kentsel dönüşüm projesiyle yıkılması söz konusuyken, Sulukule’de yaşayanlarla
dayanışmak amacıyla “40 gün 40 gece” etkinlikleri başlıyor… Sulukuleliler, sivil toplum
kuruluşları, sanatçılar, müzisyenler, mimarlar,
sosyologlar, şehir plancıları, akademisyenler
ve gönüllülerin çabasıyla 40 gün 40 gece
Sulukule Platformu’nun ilk etkinliği Cumartesi
günü gerçekleştirilecek. (22.03.2007)
Bu projenin hedef aldığı insanlar koyun sürüsü
mü ki çoban istediği yere sürsün… Hayır davamızı sonuna kadar savunacağız, eyleme
devam edeceğiz ve ediyoruz.. (30.06.2007).
“Biz Romanız. Başka yerde bizi istemiyorlar.
Okumamız yazmamız yok. Zorla evlerimizi
ellerimizden almak, yıkmak bizi sürmek istiyorlar.” (02.10.2007).
“Zenginler gelip saraylarda otursun diye bizleri yerimizden edecekler.” (16.10.2007).
“Ben 50 yaşındayım… 30 sene evlere temizliğe
gittim de yaptım o evi. Bir 30 sene daha çalışabilir miyim ben?...” (21.06.2008).
Toplantılar, direniş, dernek, eylem, örgütlenme, devlet, polis… Yaşlı kadınlar da eylemde.
Sadece mahallelerindekinde de değil üstelik.
“Başıbüyük’te Hayatı Biz Kurduk”, “Barınma
Hakkımız Engellenemez” yazılı afişleriyle
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
(SSGSS)
mitingine
de
katılıyorlar.
(21.06.2008).
Buna paralel olarak, internet mecrası olarak
bianet.org her türlü yasak ve sansüre karşı da
bir kamuoyu oluşturmaya yönelik olarak kullanıcılarını Türkiye’den erişimi engellenen internet sitelerine nasıl ulaşacakları konusunda
bilgilendirmektedir. Aynı zamanda blogger.
com ve blogsot.com gibi internet sitelerinin
mahkeme kararıyla Türkiyeli kullanıcıların
263
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
erişimine kapatılmasına ilişkin bianet.org’da
yer alan bir haberde söz konusu mahkeme
kararı yurttaşların iletişim ve örgütlenme özgürlüğüne müdahale olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye’den erişimi engellenen internet sitelerine çeşitli yollarla ulaşmak mümkün. bianet’in
bu konudaki kılavuzunu okumak için tıklayın.
(27.10.2008).
“Mahkemenin bu kararıyla internet kullanıcıları her gün okudukları, yazdıkları, hayatlarına
dair ayrıntıları paylaştıkları, düzenledikleri
eylem ve etkinlikleri duyurdukları internet
günlüklerine artık ulaşamıyor. Buna bir örnek
kentsel dönüşüm projesi nedeniyle yıkımların
gerçekleştiği Sulukule mahalle sakinlerinin
yaşadıklarını
ücretsiz
duyurabildikleri
sulukulegunluğu.blogspot.com’dan Funda Oral
“karar utanç verici” diyor. (27.10.2008).
Ayrıca, incelenen haberlerde kentsel dönüşüm
projesi nedeniyle yaşanan sorunlara ilişkin
olarak bizzat mahalle sakinleri ve çeşitli sivil
toplum kuruluşları tarafından getirilen çözüm
önerilerine de yer verildiği görülmektedir.
Benimsenen habercilik anlayışı, olaydan olumsuz biçimlerde etkilenen tarafları odağa alan ve
bu bağlamda kamusal faydayı ön plana çıkaran
çözüm odaklı bir habercilik pratiğini ortaya
koymaktadır.
Birincisi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin şemsiyesi altında çok aktörlü bir
komisyon oluşturulması ve çok aktörlü komisyonun 2007 sona ermeden önce kentsel yenileme projesini iyileştirip güncelleştirmesi. İkincisi, çok aktörlü komisyon çalışmalarını sürdürürken sürecin durdurulması, yani arsa, ev
satışı ile evlerin yıkımının durdurulması.
(30.06.2007).
Bir dönüşümün kaçınılmaz olduğu ortada ancak çözüm, mahalleleri “Romansızlaştırmak”tan değil Romanların yaşam koşullarını
bulundukları yerde iyileştirecek projelerden
geçiyor. Bu projelerin ortaya çıkması için de,
sadece o mahallenin nasıl bir çekim merkezi
haline geleceğini hesaplayan ekipler değil,
içinde başta o mahallelerde yaşayan Romanların, mimarların, sosyologların, ilgili sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de yer aldığı
dayanışma kurulları oluşturmak gerekiyor.
(04.08.2007).
264
“Madem burayı dönüştürecekler, zenginlere
değil bize yapsınlar. Fener, Balat projeleri gibi
olmalı.” (02.10.2007).
Böylesi bir habercilik anlayışının doğal sonucu
olarak haber kaynakları da akredite kaynaklardan farklılık göstermektedir. İncelenen haberlerin kaynaklarına bakıldığında, projeden etkilenen mahalle ve semt sakinlerinin yanı sıra
özellikle projeye getirdikleri eleştirilerle gündeme gelen çok sayıda sivil toplum kuruluşunun akredite haber kaynaklarına tercih edildiği
belirlenmiştir. Söz konusu sivil toplum kuruluşlarından bazıları ise şunlardır:
Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği
(TMMOB), Şehir Plancıları Odası, Ezilenlerin
Sosyalist Platformu (ESP), Göç-Der., Sulukule
Platformu, Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO), Edirne Roman Kültürünü
Araştırma Geliştirme ve Yardımlaşma Derneği
(EDROM), Başıbüyük Koruma ve Güzelleştirme Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
(UNESCO)…
Toplu Konut İdaresi (TOKİ), İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Fatih ve Küçükçekmece Belediyeleri ile yöneticileri ise haberlerde
yer alan resmi ve akredite haber kaynakları
olarak karşımıza çıkmakla birlikte, bu haberlerde akredite kaynak kişi ya da kurumlara
dayanılarak kurulan durum tanımlarının dışında
alternatif ya da karşıt bir bakış açısı görülmektedir.
Televizyon spikeri Fatih Belediyesi Başkanı
Mustafa Demir’e “Sulukuledeki insanlar sizin
projenize karşı çıkıyorlar, mahallelerinden
ayrılmak istemiyorlar, sizi suçluyorlar. Ne
diyorsunuz...” diye sorunca Fatih Belediyesi
Başkanı bu soruya biraz da sinirlenerek “Bu
Sulukule benim başımı çok ağrıtıyor. Avrupa’dan çok eleştiriliyorum bu konuda. Zaten 14
proje yırttım attım şimdi yenisini hazırlıyorum.
Gerekirse bu projeyi geri çekebilirim” diye
cevap verdi. (31.03.2007).
“Dünya Mirası” listesindeki İstanbul’u denetleyen UNESCO heyeti ise, Sulukule Kentsel
Dönüşüm projesi ve…. gibi konular da dahil
olmak üzere İstanbul’un denetimden olumlu
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
not aldığını duyuran İstanbul Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’ı düzelterek “Yanlış anlaşıldık”
dedi.(16.05.2008).
Neden TOKİ kentlerin geleceğini her türlü
kamusal güç adına ipotek altına almaktadır?
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın açıklamaları gecekonduları hedef gösterir niteliktedir… “Bize göre terörün arkasında gecekondulaşma var…” (22.10.2008).
Netice itibariyle, haberler sonuçları açısından
değerlendirildiğinde haberlerin yapılandırılması sürecinde egemen/hâkim söylemlerin yeniden üretilmediği ve karşıt söylemlerin kurulmasına izin verildiği görülmektedir. Yaygın ya
da egemen medyada genellikle iktidardan/güçlüden yana kurulan haber söylemi söz
konusu haberlerde ezilen/mağdur konumdaki
yurttaş üzerinden üretilmektedir. Kısacası;
bianet, kentsel dönüşüm projesi ile ilgili olayları haberleştirirken toplumsal eşitsizliğin metinler aracılığıyla tekrar üretilmesinin önüne geçen farklı ya da alternatif diyebileceğimiz bir
habercilik anlayışı benimsemiştir.
6. MİKRO YAPISAL ÖZELLİKLER
Söylem analizinin diğer ana bölümü olan mikro
yapısal çözümleme bağlamında sentaktik, bölgesel uyum, kelime seçimleri ve haberin retoriği değerlendirilmektedir. Sentaktik çözümleme
kapsamında genel olarak haberlerde kullanılan
cümle yapılarının aktif/pasif, uzun/kısa ve
basit/karmaşık olup olmadığı incelenmektedir.
Çalışmada, cümlelerin etken ya da edilgen
yapıda olup olmadığı üzerine yoğunlaşılmıştır.
Bianet’te kentsel dönüşüm projesi ile ilgili yer
alan haberlerde cümlelerin aktif/pasif olma
durumlarına bakıldığında; haberlerde etken ve
edilgen cümle yapılarının birlikte kullanıldığı
görülmektedir. Cümlelerin yapısıyla ilgili bu
tablodaki esas nokta ise hem aktif hem de pasif
yapıdaki cümlelerin, kentsel dönüşüm projelerine yaklaşımının eleştirel bir tonda olmasıdır.
İncelenen haberlerin içerisindeki cümleler
edilgen bir yapıda olsa bile hem o cümlede
hem de haberin genelinde kentsel dönüşüm
projesinin, ilgili mahalle ve semt sakinlerine
getirdikleri olumsuzluklar üzerinden işlenen
eleştirel bir ton hâkimdir. Bir başka ifadeyle,
aktif yapıda kurulan cümleler, kişilerin ve
(projenin olumsuz yönlerine dikkat çeken) bazı
kurumların söz konusu projelere yönelik tavrını
ya da yaklaşımını ortaya koyarken, incelenen
haberlerde yer alan pasif yapıdaki cümleler de
bu yönde bir işlev görmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin yürütücüsü konumundaki
kurumların proje kapsamındaki uygulamaları
da ağırlıkla aktif bir cümle yapısıyla verilmekle
birlikte bazı haberlerde söz konusu uygulamalar pasif bir yapıda verilmiş olsa dahi temelde
bu durumun olumsuzluğuna işaret edilmektedir.
Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği
(TMMOB) Şehir Plancıları Odası Yönetim
Kurulu, …belirterek… geri çekilmesini istedi.
(31.03.2005).
Kentsel Dönüşüm Projesi’ni geliştiren müdürlük, … yıkma kararı aldı. (15.07.2005).
Kentsel mekândaki dönüşümlerin önünü açacak yerel ve merkezi politik kararlar, yasa ve
yönetmeliklerde yapılan düzenlemeler ve
“dünyaya açılma” söylemi ile meşrulaştırılmıştır. (20.08.2005).
Mitingin açılış konuşmasını… Mehmet Leylek
yaptı. (29.08.2005).
Yıkımlara karşı mitingde… sloganı atıldı.
(29.08.2005).
Bu projelerle… mahallerinin bir bölümü için
yıkılma kararı alındı. (15.07.2006).
İMO İstanbul Şube Başkanı Gökçe… ifade
ediyor. (17.08.2006).
Kağıthane’de
(13.09.2006).
belediye…
13
evi
yıktı.
Neoliberalizmin Türkiye için yeni, … ürünü
Kentsel Dönüşüm Projesi’yle zaten yetersiz
koşullarda yaşadıkları evlerinden zorla çıkartılıyorlar. (12.03.2007).
Sulukuleliler, … çabasıyla kurulan 40 Gün 40
Gece Sulukule Platformu’nun ilk etkinliği ...
gerçekleştirilecek. (22.03.2007).
… Fatih Belediyesi … yıkımına başladı.
(22.03.2007).
İstanbul/Maltepe’ye bağlı Başıbüyük Mahallesi
sakinleri, … direnmeye devam ediyor.
(21.03.2008).
265
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
TMMOB Mimarlar Odası … bir kez daha soruyor … dikkat çekiyor. (16.08.2008).
Yıkımlara karşı birlik ve dayanışma duygusunun öne çıktığı … (29.08.2005).
Küçükçekmece Belediyesi’nin … yıkmasının
ardından … Ayazmalılar, … kurmuştu. Belediye, … bir daha yıktı. (14.11.2008).
…konuşmalar, Kentsel Dönüşüm Projesi’nin
sermayeye yeni rant alanları açmak adına
emekçi halkın barınma hakkının gaspı anlamına geldiğini vurguladı. (29.08.2005).
Özel Kalem Müdürünün … vaat ettiğini söyleyen Aydın, … diye konuşuyor. (14.11.2008).
Aktivistler … yıkımını engelledi. (09.01.2009).
Atölyeyi yıkamayan ekiplerin … binayı yıktıklarını aktaran Foggo … dedi. (09.01.2009).
İstanbul, uluslararası sermaye tarafından yıkılıyor … (15.05.2009).
İnsanlardan, kültürden ve tarihten para eden
ne kalmışsa, … istifleniyor. (17.06.2009).
Fatih Belediyesi eleştirileri … geçiştirmeye
çalışıyordu. (17.06.2009).
Roman punk grubu Gogol Bordello, … seslendiriyor. (17.08.2009).
Bianet’te kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili
olarak incelenen haberlere kelime seçimleri
açısından bakıldığında; kentsel dönüşüm projesi olarak tanımlanan projelerin haberlerin büyük bir çoğunluğunda “yıkım” kelimesi ve bu
kelimenin fiil halleri ile birlikte kullanıldığı
görülmektedir. Haberler içerisinde kullanılan
bu kelime ile fiil halleri, proje kapsamında
ilgili mahallelerde gerçekleşen olayları/ yıkımları anlatmakla birlikte haberlerin genel bağlamı içerisinde olumsuz bir duruma gönderme
yapan bir tonda kullanılmaktadır. Bir başka
anlatımla, yıkım kelimesi ve onun fiil hallerinin kullanımı üzerinden mahalle sakinlerinin
karşı karşıya kaldıkları olumsuzluklara ve
yaşadıkları sıkıntılara gönderme yapıldığı söylenebilmektedir. Bunun yanı sıra haberlerin bir
bölümünde kentsel dönüşüm projesi, niteliğine
ya da olumsuz sonuçlarına işaret eder nitelikteki “rant”, “barınma hakkı”, “ayrımcılık”, “zengin-yoksul (zengin-yoksul karşıtlığı)” gibi
kelimeler ile birlikte kullanılmaktadır. Yine
“Roman”, “Romanlar”, “Romansızlaştırma”
gibi kelimelerin kullanıldığı bazı haberlerde
kimlik üzerinden gerçekleşen bir ayrımcılığa
dikkat çeken bir söyleme de rastlanmaktadır.
Bu haberlerde, söz konusu projelerin Roman
kimliğine yönelik ayrımcı bir karakter taşıdığına işaret edilmeye çalışılmaktadır.
266
Sulukule’deki evlerin yıkılmasına karşı mücadelelerinde… (15.07.2006).
Romanlar, “Evlerimizi yıkmayın. Zoraki göçebeliğe hayır” dediler. (13.09.2006).
… yıkımla birlikte göçebe olarak yaşayacak ya
da sokağa düşecekler. (13.09.2006).
Kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri ayırımcılığı kışkırtan projelerdir. (31.03.2007).
… Romanların yaşadıkları mahallelere yönelik
benzer projeler dikkat çekiyor. (04.08.2007).
Zaten kağıt üzerinde Roman kimlikleriyle hiçbir zaman var olmamışlardı. (16.11.2007).
… kentsel dönüşüm projesi gündeme gelip de
Başıbüyük dendiğinde barınma hakkı, yıkımlar
gibi konular dışında … (21.06.2008).
… yerinden edilenlerin seçimindeki sıralamada
rant bölgelerinin tanziminin yanı sıra …
(13.05.2009).
Haberlerin retoriği açısından ise hem sayılar ve
istatistikler verilerek haberin inandırıcılığı
sağlanmaya çalışılmakta hem de haberin ikna
edici olması için alıntılara başvurulmaktadır.
Dolayısıyla haberde tarafsızlığı sağlamanın en
genel geçer yolunun alıntılara başvurmaktan
geçtiği söylenebilmektedir (İnal 1994: 157).
Bu bağlamda bianet’te kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili haberlerin retoriksel yapıları değerlendirildiğinde; haberlerde inanılırlığın
kurulması ve ikna ediciliğin sağlanması amacıyla birçok rakam kullanıldığı ve sıkça bu
projeden etkilenen mahalle/semt sakinleri ile
onlara destek olan kişilerden (bilim insanları,
aktivistler, uzmanlar, vb. ) alıntılara başvurulduğu görülmektedir. Ayrıca bazı haberlerde
belediye gibi akredite kaynaklardan alıntılara
yer verilmekle birlikte bunların, haberin genel
akışı içinde söz konusu alıntının eleştirilmesi
ya da çürütülmesi amacıyla kullanıldığı görülmektedir. Bu duruma verilebilecek örnekler şu
şekildedir:
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
… belirten Leylek, “Bu saldırının adı Kentsel
Dönüşüm Projesidir. Bu saldırının merkezinde
... uluslararası sermayeye ve emlak spekülatörlerine yönelik rantsal dönüşüm projesi olduğunu görüyoruz” diye konuştu. (29.08.2005).
Dernek Başkanı Şükrü Pündük, Neslişah ve
Hatice Sultan Mahallesinde yaklaşık üç bin beş
yüz Romanın ikamet ettiğini söylüyor.
(15.07.2006).
… belediye yetkilisi ... “… Roman kültürünü
tanıtacak bir kültür merkezi inşasının” da
olduğunu söyleyerek sözlerini bitiriyor. Artık
orada yaşamayacak olan Romanlar için bir
kültür merkezi fikrini duyan herkes –en çok da
Romanlar- kahkahayı basıyor. (04.08.2007).
Belediye Başkanı’nın “halkı teneke evlerden
kurtarıyoruz” sözleri tamamen gerçek dışıdır.
(17.06.2009)
… söyleyen Pünçük, “Örneğin dört kattan
fazlarına izin vermiyorlar. Ancak aynı alan
kapsamında zenginlerin oturduğu sitelerde 10
katlı apartmanlar var…” (15.07.2006).
Belediye’ye göre … Ne var ki, Belediye meseleyi kiracıların gözünden bakarak anlamaya
hiç çalışmadı. (17.06.2009).
… mahalle sakinlerinden 66 yaşındaki Hallaç,
“Sulukule’de bir tarih yıkılmak isteniyor…”
diyor… (15.07.2006).
SONUÇ
… Romanların
(13.09.2006).
oturduğu
13
evi
yıktı.
… kadınlardan biri “Burada 50 ev varsa hiçbirinde bilgisayar yok…” (13.09.2006).
… Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri’nde
759 hak sahibi ve hissedarla 303 kiracı olmak
üzere, aileleriyle beraber 3 bin 500 Roman
ikamet ediyor. (22.03.2007).
… projeden, 740 hisse sahibi ve yaklaşık 500
kiracı aile etkileniyor. (02.11.2007).
… Emekli Necati Celil, emekli Emrullah Kumral ve altı çocuğu olan işsiz Hüsamettin Özgüven, “Biz Romanız. Başka yerde bizi istemiyorlar. Okumamız yazmamız yok. Zorla evlerimizi
ellerimizden almak, yıkmak bizi sürmek istiyorlar” (02.11.2007).
22 bin kişinin ikamet ettiği mahallede… 4 kişi
yaralanmış, 8 kişiyse göz altına alınmıştı.
(21.03.2008).
Yapıcı’nın verdiği bilgiye göre … (21.08.2008).
Sulukule
Platformu’ndan
Neşe
Ozan,
Kuruçınar Sokak, Muhtar Muhittin Sokak ve
Sarmaşık Sokak’ta yaklaşık 10 binanın yıkıldığını söylüyor. (28.08.2008).
… yıkım ekipleri, 18 ailenin yaşadığı barakaları yıktı. (14.11.2008).
Semtin yüzde 3’üne tekabül eden mülk sahipleri… (13.05.2009).
İçlerinde 75 yaşında, istemeye istemeye 15
sene sürecek bir borç yükünü kabullenenler
oldu. (17.06.2009).
Gazetecilik anlayışı ve pratikleri açısından
kendine özgü birtakım argümanlar ortaya koyması ile görece yeni bir gazetecilik formu olarak değerlendirilebilecek yurttaş gazeteciliği,
özünde habercilik, medya ve demokrasi konularının kesiştiği bir denklemin içerisinde yer
almaktadır. Bu bağlamda, yurttaş gazeteciliğinin demokrasinin işleyişindeki sorunlu noktalara ve özellikle medya ile bağlantılı durumlara
temas eden bir çözüm önerileri seti ya da iyileştirme anlamında bir formülasyonlar dizisi
olduğu söylenebilmektedir. Yurttaş gazeteciliği, bunu yaparken temelde haberleri yurttaş
odaklı inşa etmekte ve böylelikle, egemen
söylemler ve akredite kaynaklardan ziyade
yurttaşların sorunlarından ve beklentilerinden
yana bir denge kurmaktadır.
Alternatif medya açısından önemli potansiyeller ve avantajlar barındıran internet teknolojisi
ve haberciliği ise yurttaş gazeteciliğinin uygulanabilirliği açısından önemli bir mecra olabilmektedir. Bu bağlamda, çalışmada bianet.org
örneğinde İstanbul’daki kentsel dönüşüm projesi ile ilgili haberlerin hangi söylem pratikleri
aracılığıyla inşa edildiği incelenmiştir.
Söylem analizi kapsamında elde edilen bulgular içerisinde öncelikle haber girişleri ve başlıklara bakıldığında; genel olarak kentsel dönüşüm projelerinden etkilenen mekânlarda yaşayan insanların yaşadıkları olumsuzluklara gönderme yapan bir söylemin hâkim olduğu görülmektedir. Bir başka ifadeyle, başlık ve haber
girişlerinde kentsel dönüşüm projesinden etkilenen yaşam alanlarındaki insanların karşı
karşıya kaldıkları sorunlar ile bu projenin yol
açtığı olumsuzluklara dikkat çekildiği söylene-
267
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
bilmektedir. Başlık ve haber girişlerine ağırlıklı
olarak sinen ve okuyucuları ilk etapta bu yönde
bir tablo ile buluşturan bu söylemin, yurttaş
gazeteciliğinin üzerine oturduğu temel ilke
olan yurttaş odaklılık-yurttaş merkezlilik ile
koşut bir nitelik taşıdığı değerlendirmesi yapılabilmektedir.
Bianet’te, kentsel dönüşüm projesi ile ilgili
incelenen haberlerde birincil tanımlayıcıların
oluşturdukları durum tanımlarının dışına çıkıldığı, bizzat sorunun muhatabı olan ve projeden
doğrudan etkilenen mahalle ve semt sakinlerinin söylediklerine dayanan bir haber dili oluşturulduğu bulgulanmıştır.
Söylem analizi çerçevesinde sentaktik, kelime
seçimleri ve haberlerin retoriği değerlendirildiğinde ise incelenen haberlerde genel olarak
kentsel dönüşümü olumsuzlayan söyleme paralel bir söylem ile karşılaşılmaktadır. Bu bağlamda, haberlerde yine bu projeden etkilenen
mahallelerde yaşayan insanların bakış açısını
ve onların yaşadıkları sorunları merkeze alan
eleştirel tonda bir söylemin hâkim olduğu söylenebilmektedir. Haberlerde proje kapsamındaki uygulamaların mahalle sakinlerine getirdiği
olumsuzlukların yanı sıra rant, barınma problemi, ayrımcılık gibi birtakım noktalara da
dikkat çekilmektedir. Bir başka dikkat çeken
nokta ise bazı haberlerde haber söyleminin
Roman kimliği üzerinden gerçekleşen bir ayrımcılık ya da dışlamaya gönderme yapmasıdır.
Bir başka deyişle, kimlik ve farklılık eksenli bir
söylem ile kurulan kimi haberler aracılığıyla
projenin yapısal bir niteliğine de dikkat çekildiği belirtilebilmektedir.
Sonuç olarak, bianet.org örneğinde kentsel
dönüşüm projesi ile ilgili incelenen haberlerdeki durum tanımlarının akredite kaynaklardan
ziyade yurttaşları/mahalle sakinlerini odağa
yerleştiren bir söylem aracılığıyla kurulduğu
söylenebilmektedir. Bu durum, hem yurttaş
gazeteciliğinin temel nitelikleri ile paralel bir
söylem üzerinden haberlerin inşa edildiğini
hem de akredite kaynaklara dayalı bir söylem
yerine alternatif bir söylemin ikame edildiğini
göstermektedir.
SONNOTLAR
(1) Sulukule’de bakkallık yapan Asım Hallaç
bianet için Sulukule Günlükleri yazmaktadır.
268
KAYNAKLAR
Alankuş S (2003) BİA ve BİA Eğitim Çalışmaları Üzerine, Sevda Alankuş (ed), Gazetecilik
ve Habercilik, IPS İletişim Vakfı Yayınları,
İstanbul.
Alankuş S (2007) BİA2 ve Hak Haberciliği
Eğitim Çalışmaları Üzerine, Sevda Alankuş
(ed), İnsan Hakları Haberciliği, IPS İletişim
Vakfı Yayınları, İstanbul.
Alankuş S (2009) Hak Haberciliği için; BİA
Artık Bir Okul, Sevda Alankuş (ed), Gazeteciliğe Başlarken: Okuldan Haber Odasına, IPS
İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
Atabek Ü (2003) İletişim Teknolojileri ve Yerel Medya İçin Olanaklar, Sevda Alankuş (ed),
Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, IPS
İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
Bailey O G, Cammaerts B ve Carpentier, N
(2008) Understanding Alternative Media,
McGraw
Hill/Open
University
Press,
Maidenhead.
Bennet W L (2003) New Media Power: The
Internet and Global Activisim, Nick Couldry
and James Curran (eds), Contesting Media
Power: Alternative Media in a Networked
World, Rowman & Littlefield Publishers Inc.,
Lanham, Maryland.
Blazier T F ve Lemert J B (2000) Public
Journalism and Changes in the Content of the
Seattle Times, Newspaper Research Journal, 21
(3), pp. 69-80.
Cangöz İ (2003) Yurttaş Gazeteciliği ve Yerel
Basın, Gazetecilik ve Habercilik, Sevda
Alankuş (ed), IPS İletişim Vakfı Yayınları,
İstanbul.
Cangöz İ (2008) Yurttaş Gazeteciliği İçin Bir
İmkan Olarak Yerel Medya, 03-05 Kasım 2006
İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya Forumu
Başka Bir İletişim Mümkün Bildiriler, Sevilay
Çelenk (haz), BİA IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
Çelenk S (ed) (2008) Başka Bir İletişim Mümkün, İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya
Forumu Bildirileri, 03-05 Kasım 2006, IPS
İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
Couldry N ve Curran J (2003) The Paradox of
Media Power, Nick Couldry and James Curran
(eds), Contesting Media Power: Alternative
Türkiye’de Yurttaş Gazeteciliği Bağlamında İnternet … (254-269)
Media in a Networked World, Rowman &
Littlefield Publishers Inc., Lanham, Maryland.
Törenli N (2005) Yeni Medya ve İletişim Ortamı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
Curran J (2003) Global Journalism: A Case
Study of the Internet, Nick Couldry and James
Curran (eds), Contesting Media Power:
Alternative Media in a Networked World,
Rowman & Littlefield Publishers Inc., Lanham,
Maryland.
Uzun R (2006) Gazetecilikte Yeni Bir Yönelim: Yurttaş Gazeteciliği, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Derg, 16, 633-656.
van Dijk T A (1988) News as Discourse, Lawrence Erlbaum Associates Publishers, New
Jersey.
Downing J D H (1984) Radical Media, South
End Press, Boston.
Duran R (2003) Yurttaş Gazeteciliği, Gazetecilik ve Habercilik, Sevda Alankuş (ed), Gazetecilik ve Habercilik, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
İnal M A (1994) Haber Metinlerine Eleştirel
Bakış: Temel Sorunlar ve Örnek Çalışmalar,
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllığı,
135-163.
İnal A (1996) Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul.
Karaduman M (2003) İnternet ve Gazetecilik,
Sevda Alankuş (ed), Yeni İletişim Teknolojileri
ve Medya, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
Kürkçü E (2009) Başka Bir Tür İletişim Mümkün: bianet’in hikayesi, Sevda Alankuş (ed),
Gazeteciliğe Başlarken: Okuldan Haber Odasına, IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul.
Lambeth E B (1998) Public Journalism as a
Democratic Practice, Edmund B. Lambeth,
Philip E. Meyer and Esther Thorson (eds),
Assessing Public Journalism, University of
Missouri Press, Columbia.
Özer Ö (2000) Haberde Egemen Söylemin
Yeniden Üretimi Türk Basınında Türkiye’deki
İranlı Muhaliflerle İlgili Haberler, Kültür ve
İletişim, 3(2), 76-97.
Özer Ö (2009) Eleştirel Haber Çözümlemeleri,
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
Shaffer J (2004) The Media and Civic
Engagement,
http://www.pewcenter.org/
doingcj/ speeches/s_grantmakers.html, Erişim:
(07.12.2004).
Tokgöz O (2001) Türkiye’de Yerel Medyanın
Yapısı ve Örgütlenişi, İletişim, 9, 5-39.
Tokgöz O (2003) Temel Gazetecilik, İmge
Kitabevi Yayınları, Ankara.
269
SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ VE SONRASINDA AZERBAYCAN’DA
HABER AJANSLARI
Vefalı Enserov*
ÖZET
Sovyetler Birliği döneminde, birliği oluşturan ülkelerin her alanda merkezi yönetime bağımlılığı
gibi o ülkelerin haber ajansları da Sovyetler Birliği Telgraf Ajansı’nın (SİTA) bir eyalet kolu şeklinde Moskova güdümünde propaganda aracı olarak çalışmış ve Sovyet döneminin sona ermesinin
ardından bağımsızlıklarına kavuşan bu ülkelerde yenileşme süreciyle özel haber ajansları da faaliyete geçmiştir.
Çalışmada, Azerbaycan’da Sovyet dönemi ve sonrasında faaliyet gösteren devlet ve özel haber
ajansları ele alınmaktadır. Yine çalışmada, Azerbaycan’da en eski haber ajansı olan AZERTAC’ın
Sovyet dönemi ve sonrasındaki faaliyeti, ayrıca bağımsızlık döneminde yayınlarına başlayan özel
haber ajanslarının durumu genel hatlarıyla tartışılmaktadır. Bu anlamda çalışmada kurulduğu
günden itibaren AZERTA, AZERİNFORM gibi adlarla 70 senelik Sovyetler Birliği’nde merkezi
yönetimin direktifinde SİTA’nın bir kolu olarak çalışan, günümüzde ise bağımsız Azerbaycan’ın
resmi haber ajansı olarak habercilik hizmetini sürdüren ülkenin en köklü haber ajansı
AZERTAC’ın ve yeni dönemde ortaya çıkan Turan ve APA gibi özel haber ajanslarının kuruluş ve
faaliyetlerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Anahtar sözcükler: AZERTAC Haber Ajansı, Turan Haber Ajansı, APA Haber Ajansı
THE NEWS AGENCIES IN AZERBAIJAN IN THE PERIOD OF SOVIET UNION
AND AFTER
ABSTRACT
As a whole other fields the news agencies of the Soviet Union countries which were the propaganda tool of Moscow based news agency, namely SITA, were under the central authority during
the Soviet Union. New private news agencies have been established after collapsing of the Union
and after getting independency of former union countries.
The news agencies that have experience in both during and post Soviet period, are in the center of
this study. The activities of AZERTAC in Soviet and post Soviet period and the new agencies, established after getting independency are under scrutiny. The research of the structure and activity
of such agencies as AZERTAC, which since establishing date realized its activity as a branch of
SITA under the names AZERTA, AZERINFORM in the 70 year Soviet Union under the rule of
central office, nowadays working as an official news agency of Independent Azerbaijan as a fundamental news agency of the country and also new agencies as Turan, APA are the main point of
the study.
Keywords: AZERTAC News Agence, Turan News Agence, APA News Agence
GİRİŞ
Azerbaycan’da haber ajansı olgusunun tarihi
1919 yılına dayanmaktadır. Toplam iki yıl
bağımsız kalabilmiş Azerbaycan Demokratik
Halk Cumhuriyeti’nin resmi Telgraf Ajansı,
ülkenin ilk ajansı olarak bu anlamda temel
oluşturmaktadır.
27 Nisan 1920’de Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgaline kadar bağımsız faaliyet göste*
ren bu ajans, Sovyetler Birliği döneminde
AZERTA, AZERİNFORM gibi değişik isimlerle faaliyetini sürdürmüştür. İlk yıllar
RTA’nın (Rusya Telgraf Ajansı), 1925’den
sonra ise SİTA’nın (Sovyetler Birliği Telgraf
Ajansı) Azerbaycan kolu olarak AZERTA adı
ile habercilik hizmeti vermiştir. 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar önemli bir gelişim gösteremeyen ajans, özellikle 1950’li yıllardan itibaren çeşitli yenilikler yaşayarak etkinliğini artırmıştır. 1972’den sonra ise AZERİNFORM
Dr., İstanbul Üniversitesi SBE Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı Doktora mezunu
Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277)
adı ile haberlerini yayan ajans, bu adla da Sovyet döneminin çöküşüne kadar varlığını sürdürmüştür. Böylece Sovyetler Birliği döneminde bu tek resmi haber ajansı rakipsiz olarak
ülkede faaliyet göstermiş, devletin enformasyon bürosu gibi hükümetin yasal ve ekonomik
denetimi altında çalışmış ve dolayısıyla merkez
Moskova direktifinde bir propaganda aracı
olarak işlev görmüştür.
Azerbaycan’ın ilk özel haber ajansı ise, ülkenin
yeniden bağımsızlığını kazandığı süreç içerisinde 1990’da oluşan Turan Haber Ajansı’dır.
Bu haber ajansından sonra ülkede ANS-Press,
Assa-İrada, Şark, Trend, Olaylar, Eksklyuziv,
Azerpress, Azadinform ve APA gibi özel haber
ajansları da faaliyete başlamıştır. Bazı kaynaklarda bağımsızlık sonrası ortaya çıkan özel
haber ajanslarının (faaliyetine devam eden ve
açıldıktan sonra kapanan) sayısı 30, bazılarında
ise 50 civarında gösterilmektedir. Günümüzde
Azerbaycan’da faaliyeti gözlemlenen irili ufaklı toplam 11 ulusal haber ajansı varlığını sürdürmektedir. Bunların dışında, Azerbaycan’da
faaliyet gösteren yabancı ülke ajanslarının
başlıca temsilcilikleri ise şunlardır: Anadolu
Ajansı (Türkiye), Doğan Haber Ajansı (Türkiye), Cihan Haber Ajansı (Türkiye), İTARTASS (Rusya), Interfaks (Rusya), RiaNovosti
(Rusya), Associated Press (ABD), Reuters
(İngiltere), AFP (Fransa), İRNA (İran).
Bu çalışma günümüzde bağımsız Azerbaycan
devletinin resmi haber ajansı olarak habercilik
hizmetini sürdüren AZERTAC Haber Ajansı’nın Sovyetler Birliği dönemi ve sonrasındaki
durumunu ve yine bağımsızlık döneminde
ortaya çıkan özel haber ajanslarını kapsamaktadır. Bu anlamda AZERTAC’ın yanısıra özel
haber ajanslarının ilki olan Turan Haber Ajansı
ve 2000’lerde faaliyete başlayan APA Haber
Ajansı’nın durumu da çalışma kapsamında ele
alınmaktadır.
SOVYET DÖNEMİ AZERBAYCAN’DA
RAKİPSİZ DEVLET AJANSI
Azerbaycan’ın En Köklü Haber Ajansı:
Azerbaycan Devlet Telgraf Ajansı’nın
(AZERTAC) Ortaya Çıkışı
Daha önce de vurgulandığı gibi Azerbaycan’da
ilk haber ajansının kurulma tarihi 1918 – 1920
yılları arasında yaşamış Azerbaycan Demokra-
tik Halk Cumhuriyeti dönemine denk gelmektedir. Bu devlet haber ajansının Cumhuriyet
dönemindeki faaliyetleriyle ilgili çok az bilgi
bulunmaktadır.
Azerbaycan, bağımsızlığını (28 Mayıs 1918)
ilan ettikten yaklaşık 9 ay sonra, 3 Mart 1919
yılında ülkede ilk defa bir ajansın kurulması ile
ilgili karar alınmış ve bunu takiben Azerbaycan
Cumhuriyeti’nin Telgraf Ajansı (günümüzdeki
AZERTAC Devlet Haber Ajansı) kurulmuştur
(Mehtiyev 1994: 2). O dönem içerisinde temel
faaliyeti ülkedeki gelişmeleri haber yapmak ve
yeni oluşan devletin iç ve dış siyasetini takip
etmekten ibaret olan Telgraf Ajansı’nın, kurulmasından yaklaşık bir sene sonra günlük
enformasyon bülteni de çıkmaya başlamıştır
(Mehtiyev 1994: 2). Kurulma yılı her ne kadar
1919 olarak gösterilse de, bu haber ajansının
imzasını taşıdığı ilk haberlerin 1920 yılının
başlarından itibaren Cumhuriyetin resmi organı
olan “Azerbaycan” gazetesinde yayınlandığı
bilinmektedir (Mustafa 2006: 13).
Azerbaycan Telgraf Ajansı’nın kuruluşu ve
faaliyete geçişi Türkiye’nin ilk haber ajansı
olan Anadolu Ajansı (AA) ile benzerlik taşısa
da kaderi farklı olmuştur. Şöyle ki, Azerbaycan’ın en köklü haber ajansının temelini oluşturan Azerbaycan Telgraf Ajansı’nın ömrü Azerbaycan’ın 27 Nisan 1920 yılında Rus işgaline
kadar sürmüş ve böylece yaklaşık 3-4 aylık
kısa zaman diliminde faaliyet gösterebilmiştir.
İşgal sonrasından itibaren de merkez Moskova
güdümünde faaliyetini farklı çerçevede sürdürmüş ve bu süreç 1990’larda Azerbaycan’ın
tekrar bağımsızlığını elde etmesine kadar devam etmiştir.
Sovyetler Birliği Döneminde AZERTAC’ın
Faaliyeti
Azerbaycan’ın 1920’deki işgalinden sonra her
alanda olduğu gibi basın ve habercilik alanında
da Sovyet ideolojisi çerçevesinde Moskova
merkezli bir yapılanma süreci başlamıştır.
Kurulmasından itibaren çok kısa süreyle bağımsız çalışan Telgraf Ajansı da bu tarihten
itibaren merkeze bağlı bir kurum halinde devlet
enformasyon bürosu olarak yaklaşık 70 sene
faaliyet göstermiştir.
İşgalin hemen sonrasında yeni kurulan Azerbaycan HKS (Halk Komiserleri Sovyeti), ülke-
271
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
de bir haber ajansının yeniden oluşturulması
konusunda 1921 yılında karar almıştır. Aynı
yılın ikinci yarısında RTA’nın (Rusya Telgraf
Ajansı veya ROSTA – Rusya Devlet Telgraf
Ajansı) Kafkasya Bölgesi Azerbaycan Acentesi, Azerbaycan Telgraf Ajansı’na (AZERTA)
dönüştürülmüştür (“Azerbaycan Telgraf …”
1971: 10). RTA’nın 1925 yılında SİTA’ya
(Sovyetler Birliği Telgraf Ajansı) dönüştürülmesinden (“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 4)
sonra ise AZERTA haber ajansı SİTA’nın bir
kolu olarak faaliyetine devam etmiştir.
SSCB’ye bağlı merkezi enformasyon organı
olarak oluşturulan SİTA, Sovyet basını, televizyon ve radyo yayınları ile yurtiçi ve yurtdışındaki teşkilat ve kurumlar için haber hazırlayıp ilettiği gibi, birliği oluşturan ülkelerin telgraf (enformasyon) ajanslarını da hem SSCB’de,
hem de yurt dışında genel devlet enformasyon
sistemi şeklinde temsil etmiştir (“Azerbaycan
Sovyet…” 1984: 515).
O dönemlerde yaydığı haberlerin çoğunluğunu
SİTA’dan
alınan
haberlerin
kapsadığı
AZERTA, beş bölümden oluşmaktaydı: Sovyetler Birliği ve yabancı haberler bölümü,
sosyal-siyasi ve kültürel haberler bölümü, sanayi-iktisadi haberler bölümü, köy işleri haberleri bölümü ve yerli basın için haberler bölümü.
1938 yılı verilerine göre, ülkedeki gelişmelerden bahseden her ay 100’ün üzerinde haber ve
röportaj AZERTA’dan SİTA’ya aktarılmıştır.
Yabancı ülkelere yönelik hazırlanan haberleri
SİTA aracılığıyla yayan AZERTA, bu haberlerin özellikle Sovyet yaşam tarzından, Komünizm anlayışının yaygınlaşmasından ve onun
gerekliliğine ilişkin söylemlerinden oluşmasına
dikkat ettiğinin belirtilmesi (“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 18-32), bu ajansın Sovyet ideolojisine hizmet anlayışı doğrultusundaki faaliyetini bir kez daha kanıtlamaktadır.
Toplam 20 çalışanı olan AZERTA, 2. Dünya
Savaşı yıllarında da savaş bölgesinden
SİTA’nın gönderdiği haberleri yaymış ve teknik cihazların savaşta bozulması nedeniyle
merkezi Moskova Radyosu’nun sunduğu resmi
SİTA haberlerini dinleyerek bültenlerini oluşturmuştur. Azerbaycan’ın bugün de tanınan
şair ve yazarlarından Resul Rıza, Gılman
Musayev, Abbas Zamanov, Cemşit Emirov
gibi isimler de AZERTA’nın savaş bölgesinde
görevli muhabirleri olarak çalışmış ve gece
272
gündüz demeden merkeze haber yollamışlardır
(“Azerbaycan Telgraf …” 1971: 17).
1950 yılında AZERTA yeni bir gelişme kaydederek tercüme bölümü açmış ve bu gelişme
ülkede tercümanlık işinin merkezini oluşturmuştur. Önemli olayların geliştiği dönemlerde
Rusça’dan Azerbaycan diline çevrilen haberler,
ajansın günlük bültenlerinin 5- 6 gazete sayfası
kadarını kapsamaktaydı. 1970 yılına gelindiğinde ise foto-telgraf aracılığıyla BaküMoskova arasında fotoğraf alışverişinin 15
dakika sürdüğü ve Moskova’dan alınan günlük
haberlerin yaklaşık 19 bin sözcükten oluştuğu
belirtilmektedir (“Azerbaycan Telgraf …”
1971: 30-33).
Şimdiki devlet haber ajansı AZERTAC’ın
Sovyetler Birliği döneminde birkaç kez isim
değiştirdiği bilinmektedir. Hafta sonları çalışmayan ajansın ismi 1972 yılından itibaren
AZERİNFORM olarak değiştirilmiş (Seferli
1992: 2) ve bu adla Sovyet rejiminin çöküşüne
kadar faaliyetlerini sürdürmüştür.
AZERİNFORM’un bütün teknik altyapı ve
donanım işleri de SİTA tarafından oluşturulmuş ve onun denetiminde değiştirilmiştir
(Mehtiyev 1994: 2). Ajansın SİTA’nın bir kolu
olarak çalıştığı yıllarda, haberlerin neredeyse
hepsi Rusça hazırlanmış ve bazen de ana dilde
yazılan haberler önceden Rusçaya çevrilerek
düzeltilmiş, sonradan tekrar ana dile tercüme
edilmiştir (Mehtiyev 1994: 2). Bu nedenle “72
yılda, bu ajansta Azerbaycan dilinde haber
yazan gazeteciler yetişmemiş, yalnız Rusça’dan Azerbaycan diline çeviri yapan uzman
tercümanlar olmuştur” (Seferli 1992: 2).
Dolayısıyla bu haber ajansı yaklaşık 70 yıl
boyunca SİTA’nın bir kolu, bir bölge şubesi
gibi Moskova’nın çıkarlarına hizmet anlayışı
içerisinde ve Sovyet ideolojisi doğrultusunda
Azerbaycan’ın tek haber ajansı olarak faaliyet
göstermiştir. İşleyişi denetlenen ajansın bir
merkeze bağımlı kalması, kendi ülkesi ve milletinin gerçek sesine dönüşmemesinin en bariz
sebebidir. Zaten alanında rakipsiz faaliyet gösteren ajansın, dönemin şartlarını da dikkate
alırsak, demokratik olmayan, kapalı bir sistemde objektif gazetecilik ve habercilik ilkelerine
uyum göstermesi de beklenemezdi.
Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277)
SOVYET SONRASI AZERBAYCAN’DA
HABER AJANSLARI
Bağımsızlık Döneminde Devlet Haber Ajansı
-AZERTAC
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
(SSCB), dağıldıktan sonra bağımsızlık sürecinin başladığı 15 ülkeden biri olan Azerbaycan’ın özgürlüğüne kavuşması kolay olmamıştır. Rus Kızıl Ordusu, 20 Ocak 1990 yılında
Bakü’ye girerek Azerbaycan halkının özgürlük
mücadelesini bastırmak için katliam yapmıştır.
Üstelik o dönemde Ermenilerin haksız toprak
talepleri nedeniyle Karabağ Savaşı da patlak
vermiştir.
Sovyet düzeninden kalma alışkanlık ve sansür
korkusu nedeniyle AZERİNFORM, Azerbaycan’ın bağımsızlığı yolunda yaşanan ciddi
gelişmelerde habercilik işlevini yerine getiremeyerek kendi halkının sesine dönüşememiştir.
Örneğin, 20 Ocak 1990 Bakü Katliamı, 26
Şubat 1992 Hocalı Katliamı (Ermeni ve Rus
askeri birlikleri tarafından Karabağ’ın Hocalı
kentindeki savunmasız Azerbaycan sakinlerine
karşı gerçekleştirilen ve binlerce masum insanın vahşice katledildiği bir insanlık ayıbıdır)
gibi vahşet olaylarını başka haber ajansları
bütün dünyaya duyurmaya çalışsa da ülkenin
başlıca haber ajansı AZERİNFORM suskunluğunu korumuştur (Seferli 1992: 2). Buradan
hareketle bahse konu yıllarda sistemin hem
düşünce hem de teknik olarak Sovyet yapısından kurtulamadığını, eski sansür ve bağımlılık
etkisinin devam ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Buna rağmen 1990’lı yıllardan itibaren
SİTA’dan bağımsız olarak çalışan ajans, artık
AZERTAC adını taşımakta ve bağımsız Azerbaycan’ın resmi ajansı olarak faaliyetini sürdürmektedir. 1993 yılında Türkçe konuşan
ülkelerin haber ajanslarının bir araya gelerek
oluşturduğu TKA’nın (Türkçe Konuşan Ülkelerin Haber Ajansları Birliği) kurucu üyelerinden olan AZERTAC, 1994 yılına gelindiğinde
Azerbaycan dilinin dışında Rusça, İngilizce ve
Türkçe dillerinde gün içinde ortalama 100-150
haber iletmiştir. 1994 yılı verilerine göre 51
ülke ile irtibat kuran AZERTAC’ın yayınladığı
haberler, birçok uluslararası haber ajansı ile
yazılı ve görsel basın tarafından kullanılmıştır
(Mehtiyev 1994: 2).
AZERTAC, 3 Mart 1995 yılında Bakanlar
Kurulu’na bağlı Devlet Telgraf Ajansı, 17
Ocak 2000 yılından itibaren ise Azerbaycan
Devlet Telgraf Ajansı olarak isimlendirilmiştir
(http://www.azertag.com). Söz konusu adla da
günümüzde faaliyetini sürdürmektedir.
20 Mayıs 2000 tarihinden itibaren İngiliz ve
Rusça dillerinde internet hizmetine başlayan
(“AZERTAC” 2000: 1) ve 2003 yılının Ocak
ayından bu yana haftanın her günü kesintisiz
çalışma düzenine geçen AZERTAC, 2006 yılı
verilerine göre 60’ı aşkın yabancı ülkedeki
abonelerine haberlerini ulaştırmış ve ilettiği
günlük haber sayısı da yaklaşık 300 – 350’yi
bulmuştur (Mustafa 2006: 13).
AZERTAC’ın işbirliği yaptığı yabancı haber
ajansları şunlardır: AA (Türkiye), ITAR-TASS
(Rusya), Sinxua (Çin), Rompers (Romanya),
Ukrinform (Ukrayna), BTA (Bulgaristan),
ANSA (İtalya), İRNA (İran), TANYUQ (Sırbistan), BELTA (Beyaz Rusya), Moldpres
(Moldova), ATA (Arnavutluk), MTI (Macaristan), MENA (Mısır), PETRA (Ürdün),
ANTARA (Endonezya). AZERTAC ayrıca
2004 yılında Asya–Pasifik Haber Ajansları
Birliği’ne (OANA) ve 18 Nisan 2008 tarihinde
ise Avrupa Haber Ajansları Birliği’ne (EANA)
üye olmuştur. Bunların yanı sıra AZERTAC,
BDT’nin üyesi olan ülkelerin Ulusal Enformasyon Ajansları Birliği’nin (ANİA), Türkçe
Konuşan Ülkelerin Haber Ajansları Birliği’nin
(TKA), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na Üye Ülkelerin Ulusal Haber Ajansları
Birliğinin
(BSANNA)
kurucularındandır.
AZERTAC 2008 yılından itibaren Asya Haber
Ajansları Konsorsiyumu’nun (AsiaPulse) üyesidir. Ülke genelindeki muhabirlerinin dışında
AZERTAC’ın Türkiye, Rusya, ABD, Fransa,
Almanya, Avusturya, İran, Ukrayna, Gürcistan,
Orta Asya ve Kazakistan’da temsilcilikleri
bulunmaktadır (http://www.azertag.com).
15 Nisan 2003’te İstanbul Çırağan Sarayı’nda
‘Dünya Enformasyon Ajanslarının Dünya Barışının Sağlanmasındaki Rolü’ konu başlığında
gerçekleştirilen toplantıda, iki kardeş ülkenin
resmi haber ajansları AZERTAC ve Anadolu
Ajansı (AA) arasında işbirliği imzalanmıştır.
Bu işbirliği çerçevesinde karşılıklı olarak haberlerin ücretsiz kullanılması ve tecrübelerden
yararlanılması öngörülmüştür (Rzayev 16 Ni-
273
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
san 2003: 4). 16 Nisan 2003’te TKA’nın İstanbul Bildirisi imzalanmıştır. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve KKTC’nin
resmi haber ajanslarının imzaladığı bu bildiride, Türkçe, İngilizce ve Rusça hizmet vermek
üzere ortak internet sitesinin oluşturulması ve
üye ülkelerin sanal ortamda haber alışverişinde
bulunmaları kararlaştırılmıştır (Rzayev 17
Nisan 2003: 3). Bu tür oluşumlardan biri de
2006 yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı’na üye olan ülkelerin haber ajansları
arasında yapılan işbirliği ile kurulan bölgesel
bir kurum statüsündeki Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Teşkilatı’na Üye Ülkelerin Ulusal
Haber Ajansları Birliği’dir (BSANNA). 30
Mayıs 2006’da Ukrayna’nın başkenti Kiev’de
yapılan işbirliği anlaşmasında, üye ülkelerin
resmi haber ajansları, bu bölgede enformasyon
dolaşımını özgür ve eşit bir şekilde daha da
genişletmek, karşılıklı haber alışverişini hızlandırmak gibi hususlarda mutabakata varmışlardır (Hıdırov ve Ağazade 2006: 5). Türkiye’den AA ve Azerbaycan’dan AZERTAC, bu
birliğin kurucularındandır.
AZERTAC Genel Müdürü Aslan Aslanov ile
yapılan röportajda, onun verdiği bilgiye göre,
devletin resmi haberlerine öncelik veren
AZERTAC, günümüzde abonesi olan 80 ülkeye haber hizmeti sağlamaktadır. Rusça, İngilizce, Almanca ve ana dilde haberler aktaran
ajansın yüzde 70’inin haber toplamada görev
aldığı toplam 194 çalışanı bulunmaktadır.
AZERTAC’ın teknik altyapısında ise 80’in
üzerinde bilgisayar, 33 yazıcı, 18 adet ses kayıt
cihazı, 2 adet fotokopi makinesi, 9 adet faks
makinesi ve 9 sunucu bulunmaktadır. Ajans,
günlük ortalama 400 haber yayınlamakta, bu
haberlerin de yaklaşık yüzde 20-25’i yabancı
ülkelerle ilgili olmaktadır. Yerli ve yabancı
medya organları için tek resmi devlet haber
kaynağı olan AZERTAC’ın ayrıca her gün 7- 8
haberi OANA’nın ve BSANNA’nın web sitelerine yerleştirilmekte ve bu haberler 50’den çok
ülkenin resmi internet sitesine konulmaktadır.
Bu bilgilere ek olarak Aslanov, ileride mevcut
dillerin yanı sıra Arapça ve Fransızca olarak da
haber iletmeyi istediklerini ve ajansın yabancı
ülkelerdeki muhabir sayısını arttırmayı düşündüklerini de dile getirmektedir (Röportaj
24.06.2008). Asya–Pasifik Haber Ajansları
Birliği’nin (OANA) web sitesine en çok enformasyon gönderen üç ajanstan biri olan
274
AZERTAC’ın (“Azerbaycan’da Enformasyon…” 2005: 8), Kazakistan ve Özbekistan’la
ilgili Bakü’ye ayda yaklaşık 30-35 haber geçtiği belirtilmektedir (Guluzade 2003: 17).
Yaklaşık 20 yıldır bağımsız olarak faaliyet
gösteren AZERTAC’ın 2006 yılından günümüze kadar yurt dışındaki abone sayısında artış
olduğu (60’dan 80’ne çıkmıştır), ancak günlük
iletilen haber sayısında ise pek bir değişikliğin
yaşanmadığı gözlemlenmektedir.
Azerbaycan’da Faaliyet Gösteren Özel Haber Ajansları
Azerbaycan’ın
en
eski
haber
ajansı
AZERTAC’ın dışında, özel haber ajanslarının
ortaya çıkışı Sovyetler Birliği’nin çöküşünden
sonra başlamıştır. 1991 yılında bağımsızlığına
kavuşan Azerbaycan’da her alanda olduğu gibi
yenileşme, özelleştirme süreci medya genelinde haber ajansları için de geçerli olmaktaydı.
1920 işgalinden tam 71 yıl sonra yeniden özgürlüğünü elde eden bu genç ülkede, her ne
kadar yasal boşluklar kendini gösterse de, diğer
medya organlarında olduğu gibi özel haber
ajansları da yeni dönemde yeni şartlarla birlikte
ortaya çıkmıştır.
Azerbaycan’ın ilk özel haber ajansı, 1990 yılının ortalarında, Sovyet etkisinin sürdüğü ve
enformasyon boşluğunun yaşandığı dönemde
faaliyete başlayan Turan Haber Ajansı’dır.
Turan Haber Ajansı’ndan sonra 1991 yılında
ANS-Press faaliyete başlamıştır. Daha sonra
Assa-İrada (1991), Şark (1994), Trend (1995),
Olaylar (1995), Azerpress (1997), Azadinform
(1998), APA (2004) gibi özel ajanslar ortaya
çıkmışlardır. Rüstemov (2005: 62), 1999 senesinde 31 haber ajansının devlet kayıtlarında
geçmesine rağmen çoğunun günümüzde faaliyet göstermediğini aktarmaktadır. Yukarıda
adı geçen özel haber ajanslarından günümüzde
en etkin olanları Turan, APA (Azeri – Press
News Agency) ve Olaylar Ajansı’dır. Bunu
Eylül 2007 yılında ülke basınının en çok satan
haber ağırlıklı başlıca ulusal gazetelerinden
yedisinin (“Ayna”, “525. Gazete”, “Şark”,
“Azatlık”, “Gün”, Bakü Haber”, “Ekspres”) bir
ay içerisinde 3 farklı sayılarının taranması ile
elde edilen sonuç da kanıtlamaktadır. Şöyle ki,
bu gazetelerin sayfalarında yerli haber ajanslarından alınan haberlerin sayılması ile elde edi-
Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277)
len her alandan içeriğe sahip toplam 453 haberden 307’sinin APA’ya, 64’ünün Olaylar’a,
43’ünün ise Turan’a ait olduğu tespit edilmiştir. Geriye kalan 39 haber ise diğer küçük çaplı
haber ajansları arasında paylaşılmaktadır. Bu
durumda yüzde 68’lik oranla APA ilk sırada
yer alırken, onu yüzde 14’le Olaylar, yüzde
9,5’le Turan haber ajansları takip etmektedir.
En genç haber ajansı olmasına rağmen son
yıllarda APA haber ajansının kısa sürede yükselişte olduğu da gözlemlenmektedir.
Azerbaycan’ın İlk Özel Haber Ajansı:
TURAN Haber Ajansı
Sovyetler Birliği’nin çöküşünü takiben Azerbaycan’ın içine düştüğü buhranlı bir dönemde
ülkenin ilk özel haber ajansı faaliyetine başlamıştır. Azerbaycan’ın ilk özel haber ajansı
olan ve 30 Ağustos 1990 yılında bir grup bağımsız gazeteci tarafından kurulan Turan Haber
Ajansı (İsmailova 2004: 20), 1991 yılının
Nisan ayında Adliye Bakanlığı’nın izniyle
faaliyetlerine başlamıştır (Hüseyinbeyli 2001:
33).
İlk başlarda Azerbaycan’da yaşanan gelişmeleri haberleştirerek telefon aracılığıyla Reuters,
Associated Pres, DPA, AFP gibi büyük uluslararası ajanslara geçen Turan Haber Ajansı, 20
Ocak Bakü katliamından sonra ülkede oluşmuş
enformasyon ablukasını aşarak haber boşluğunu doldurmaya çalışmıştır (İsmailova 2004: 2021). Sonraki yıllarda da alternatif habercilik
anlayışı çerçevesinde bültenler hazırlayan
ajans, her alandan değişik konuları içeren haberler sunarak faaliyetini sürdürmüştür.
2004 yılının verilerine göre, iletilen günlük
haber sayısının 100’e ulaştığı ajansın 16 farklı
haber bülteni çıkmış ve ajans daha çok yurt
dışına haber geçmeye başlamıştır (İsmailova
2004: 21-22). Azerbaycan, Rus ve İngiliz dillerinde hizmet veren Turan Haber Ajansı’nın
2005 yılında yaklaşık 160 abonesinden 25’i
(Reuters ve Dow Jones haber ajansları da dahil) yabancı ülkelerden olmuştur (“Azerbaycan’da Enformasyon…” 2005: 54).
Günümüzde de faaliyetini sürdüren ve bültenlerinde sosyal ve siyasi içerikli haberlerin ağırlık taşıdığı Turan Haber Ajansı, muhalif çizgide yer almasıyla diğer haber ajanslarından ayrı
bir konumda değerlendirilmektedir.
APA Haber Ajansı (Azeri-Press Agency)
Azerbaycan’ın en genç özel haber ajansı APA,
2003 senesinde Adliye Bakanlığı’ndan izin
almasına rağmen, bir yıl sonra aktif olarak
faaliyete geçmiştir (http://www.mediaforum.az).
16 Kasım 2004’te ilk bültenini yayınlayarak
faaliyetine başlayan ajansın, günümüzde yerli
ve yabancı toplam 300 abonesi bulunmaktadır.
Ajans, abone sayısı anlamında Azerbaycan ve
bütün Kafkasya bölgesinde liderliğini korumaktadır. APA’da çalışan toplam 75 kişiden
40’ı haber departmanında görev almaktadır.
Ulusal gazetelerden yaklaşık yüzde 90’ının
abone olduğu APA’nın günümüzde günlük
ilettiği haber sayısı ortalama 200-250 arasında
değişmektedir. Ajansın Türkiye, ABD, Rusya,
Fransa, Gürcistan, Romanya vs. gibi ülkelerde
muhabirleri vardır. Aktardığı haberler arasında
ağırlık siyasi ve günlük haberlerdedir. Dış
haberlerinin içeriğine göre en çok yer tutan
ülkeler sırayla Türkiye, Gürcistan, İngiltere,
Fransa, Rusya, ABD ve İran’dır. Ajansın yabancı ülke ajanslarını kaynak göstererek verdiği haberlerin çokluğuna göre ise sıralamada
birinci Rusya (Regnun, İnterfaks, İTAR-TASS
ve Ria Novosti Haber ajansları), ikinci Türkiye
(AA, İHA, DHA ve CHA), üçüncü ABD (AP),
bunu ise İngiltere (Reuters) ve Ermenistan
(Arminfo, Media Max, Pan Armenia ajansları)
takip etmektedir. İngilizce, Rusça ve ana dilde
hizmet sunan ve başlangıçtan itibaren internet
faaliyetini sürdüren APA, Azerbaycan haber
ajansları içerisinde ilk video yayın hizmetini
başlatmıştır. Ajans, günlük olarak ana haber
bülteni (günlük 3 kez), ekonomi bülteni (günlük 2 kez), spor bülteni (günlük 2 kez), foto
bülteni (günlük 2 kez) ve ayrıca ayda bir kez de
analitik bültenle abonelerine haber hizmeti
sunmaktadır. Ajansın, APA Spor, APA Ekonomi, APA Video, APA Foto isimli bölümleri
internette serbest faaliyet göstermektedir.
Yukarıdaki bilgileri aktaran APA Genel Yayın
Koordinatörü Vügar Mesimoğlu, yayın anlayışlarının ülkede gelişen bütün olayları maksimum derecede haberleştirmek olduğunu, bu
anlamda dinamizm, zamanla yarış, ilk olma
çabası, özveri, bütün tarafların fikrini yansıtma,
kaynağını belirtmeden ve gerçekliğine inanmadan haber yayınlamama ve tarafsızlık unsurlarına dikkat ettiklerini belirtmektedir (Söyleşi
03.10.2007).
275
Selçuk İletişim, 6, 2, 2010
Ajansın yaklaşık 10 kişilik bir ekiple kurulduğunu belirten APA Genel Müdürü Vüsale
Mahirkızı, bir saat içerisinde 20-25 haber ilettiklerini, bazen de bu rakamın 40-50 habere
kadar ulaştığını vurgulamaktadır. Ekonomik
kazancın büyük kısmının şirketlerden ve ülke
dışı abonelerden elde edildiğini açıklayan
Mahirkızı, APA’nın Azerbaycan’da en zengin
haber ajansı olduğunu da iddia etmektedir
(http://www.mediaforum.az/).
Ajans günümüzde Azerbaycan Türkçesi’nin
dışında İngilizce, Rusça, Fransızca, Arapça ve
Farsça da habercilik hizmeti sunmaktadır.
Diğer Küçük Boyutlu Özel Haber Ajansları
Azerbaycan’da Turan ve APA ajanslarının
haricinde küçük çaplı haber ajansları da faaliyet göstermektedir. Bunlara Trend, Olaylar,
AzerPress,
ANS-Press,
Assa-İrada,
Azadinform vs. gibi ajansları örnek gösterebiliriz. Bunlardan Trend Haber Ajansı daha çok
Ruslara yönelik faaliyet göstermesiyle dikkat
çekmektedir.
Olaylar Haber Ajansı ise
Bakü’de yayımlanan Olaylar Gazetesi’nin
resmi haber ajansıdır. ANS –Press ise özel
televizyon kanallarından ANS TV’ye bağlı
faaliyet göstermekte ve ağırlıklı olarak ülkedeki televizyon kanallarının haber ihtiyacını karşılamaktadır. Ayrıca, Trend Haber Ajansı diğerlerinden ekonomi alanına ağırlık vermesiyle, AzerPress ise petrol-kimya sanayisinin
gelişmelerine öncelik vermesiyle ön plana
çıkmaktadır (“Azerbaycan’da Enformasyon…”
2005: 54). Söz konusu haber ajansları, abone
sayısı, teknik olanaklar ve etkinlik gibi unsurlar
bakımından APA ile yarışamasalar da, Azerbaycan habercilik alanında kendilerine yer
edinmeye çalışmaktadırlar.
SONUÇ
Sovyet döneminde merkezi yönetimin direktifi
ve denetimi olmadan, birliği oluşturan bütün
ülkelerde sosyal, siyasi, iktisadi ve diğer alanlarda herhangi bir değişim ve yeniliğin gerçekleşmesi mümkün değildi. Bu anlamda SSCB
ülkelerinde özellikle basın ve yayın alanında
atılan her bir adım en ufak ayrıntısına kadar
izlenmekte, denetlenmekteydi. Sovyet döneminde sansür sisteminin çok katı kurallarla
işlediği bilinen bir gerçektir. Böyle kapalı bir
276
sistemde birliği oluşturan ülkelerden olan
Azerbaycan’da habercilik olgusu da rejimin
gerektirdiği şartlar çerçevesinde gelişme göstermiştir.
Her ne kadar Azerbaycan’da ilk haber ajansının
Azerbaycan Demokratik Halk Cumhuriyeti
döneminde 1919 yılının Mart’ında kurulduğu
kayıtlara geçse de, bu ajansla ilgili yetersiz
bilgi bulunmaktadır. Çok kısa bir süre bağımsız faaliyet gösterebilen Telgraf Ajansı, 1920
Rus işgalinden sonra, önce Rusya Devlet Telgraf Ajansı’na (ROSTA), sonra da Sovyetler
Birliği Telgraf Ajansı’na (SİTA) bağlı olarak
çalışmıştır. 1972 yılına kadar AZERTA adı ile
bu yıldan sonra ise AZERİNFORM adı ile
faaliyet gösteren ajans, Sovyetler Birliği’nin
çöküşüne kadar Moskova’nın direktifinde,
Sovyet ideolojisinin çizdiği çerçeveden hiçbir
zaman çıkamamıştır. Sovyetler Birliği genelinde haber ihtiyacı çoğunlukla SİTA tarafından
sağlanmaktaydı. Dolayısıyla birliği oluşturan
diğer ülkelerde olduğu gibi Azerbaycan’da da,
haber ajansları alanında haberciliğin başlaması
ve gelişmesi SİTA’nın bir eyalet kolu, bir bölge şubesi olarak merkez güdümünde faaliyetini
sürdüren
Azerbaycan
Telgraf
Ajansı
(AZERTAC) adıyla olmuştur. SİTA’dan alınan
haberlerin ağırlıkta olduğu ajansın haber bültenleri genellikle can sıkıcı, bir birinin benzeri
ve daha çok merkez partinin çalışmalarını içeren resmi ve şablon haberlerden oluşmuştur.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra
bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmi
sesine dönüşen ve artık AZERTAC adı ile
faaliyetini sürdüren ajans, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Türkçe Konuşan Ülkelerin Haber
Ajansları Birliği (TKA) gibi oluşumların kurucusu, Asya-Pasifik Haber Ajansları Birliği
(OANA) gibi kuruluşların üyesidir. Aralarında
Anadolu Ajansı’nın da bulunduğu başta Türkçe
konuşan ülkelerin resmi ajansları ve diğer ülke
ve örgütlerin haber ajansları ile işbirliği anlaşması imzalayan bu resmi devlet haber ajansı,
artık bağımsız Azerbaycan’ı temsil etmekte ve
yayınladığı haberler daha çok resmi içerik
taşımaktadır.
Devlet haber ajansı AZERTAC’ın dışında,
açıldıktan sonra kısa sürede büyüyerek bölgede
etkinliğini artıran APA, Turan, ANS-Press,
Trend, Olaylar, vd. haber ajansları da çağdaş
Sovyetler Birliği Dönemi ve Sonrasında Azerbaycan’da… (270-277)
habercilik anlayışı doğrultusunda ülke haber
ihtiyacını karşılayan diğer özel haber ajanslarıdır.
Sovyet dönemi ve sonrasında faaliyet gösteren
tek devlet haber ajansı AZERTAC’ın eski
dönemle yeni dönem arasındaki en belirgin
farkı şundan ibarettir: AZERTAC o zamanlar
SİTA’nın bir organı gibi Sovyet ideolojisi
doğrultusunda faaliyet göstermiş, özellikle
merkez
Moskova’ya
hizmet
etmiştir.
1990’lardan sonra ise bağımsız Azerbaycan
Cumhuriyeti’nin resmi haber ajansı olarak
devletin enformasyon siyasetini yürütse de
faaliyetlerinde Sovyetlerden kalma tekdüzelilik
kendini göstermektedir. Öyle ki eski dönem
alışkanlıklarının tam olarak ortadan kaybolmadığı gözlemlenmektedir. Buna rağmen günümüz habercilik alanında rekabet ortamı oluşturan APA ve Turan gibi özel haber ajansları ise
ülkenin mevcut iletişim ortamında alternatif bir
habercilik anlayışıyla yoluna devam etmektedir.
KAYNAKLAR
APA Ajansının Genel Müdürü Vüsale
Mahirkızı: - Adımızı İlişkilendirmedikleri
Bakan Kalmadı, http://www.mediaforum.az/,
Erişim: 19 Ocak 2007.
Aslanov A (24.06.2008) Röportaj.
Azerbaycan’da Enformasyon Araçlarının Genel
Değerlendirilmesi (2005), İnternyus Azerbaycan Toplumsal Birliği Yayınları, Bakü.
Azerbaycan Sovyet Ansiklopedisi (1984), Cilt
8, Azerbaycan SSC Devlet Yayınları, Bakü.
Azerbaycan
Telgraf
Ajansı
(1971)
(AZERTA’nın 50. Yıldönümüne İthaf Edilmiştir), Komünist Yayınları, Bakü.
“Ayna”, “525. Gazete”, “Şark”, “Azatlık”,
“Gün”, “Bakü Haber”, “Ekspres” Gazetelerinin
Haber Sayımı, (Eylül 2007), Bakü.
Hıdırov N ve Ağazade Z (31 Mayıs 2006)
Kiev’de Karadeniz Ülkeleri Ulusal Haber
Ajanslarının Birliği Kurulmuştur, Azerbaycan
Gazetesi, 118 (4341), 5.
Hüseyinbeyli E (2002) Enformasyon Ajansları
Geçiş Aşamasında (13 Temmuz 2001 Tarihli
Sunum), Azerbaycan Gazeteciliği Geçiş Döneminde: Problemler Perspektifler, II Konferansın Sunumları, RUH Azerbaycan Gazetecilerini Savunma Komitesi Yayınları, Bakü.
İsmailova L (2004) Turan Nasıl Çalışıyor?
(Ajansın Genel Müdürü M. Aliyev’le Röportaj), Azerbaycan Basını Bugün Derg, 3 (12),
20-22.
Mehtiyev A (5 Mart 1994) AZERTAC: Dün,
Bugün, Yarın (AZERTAC’ın eski müdürlerinden Vakıf Rüstemov ile röportaj), Azerbaycan
Gazetesi, 45 (809), 2.
Mesimoğlu V (03.10.2007) Söyleşi.
Mustafa A (13-14 Temmuz 2006) Azerbaycan
Gerçeklerinin Dünya Kamuoyuna Doğru Dürüst İletilmesi AZERTAC’ın Faaliyetini
Download