tükürük bezi tümörleri - Diş Hekimliği Fakültesi

advertisement
TC.
Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı
TÜKÜRÜK BEZİ TÜMÖRLERİ
BİTİRME TEZİ
Stj.Dişhekimi:Dilek ÖZGÜN
Danışman Öğretim Üyesi:Doç.Dr.Cem BİLGEN
İZMİR-2009
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
GİRİŞ ………….…………………………………………………………...…...1
Tükürük bezlerinin anatomisi……………………………………………...….1
Tükürük bezlerinin fizyolojisi............................................................................6
Benign tükürük bezi tümörleri…………………………………………...…...7


Monomorphic adenom...........................................................................8
a-
Basal cell adenoma............................................................8
b-
Oxyphil adenoma………………………………………...9
c-
Cystadenoma………………………………………….....9
d-
Sebaceous lymphadenoma ve sebaceous adenoma……..10
e-
Adenolymphoma (papillar cystadeno-lymphoma)……...10
Pleomorphic adenoma………………………………………………...12
Malign tükürük bezi tümörleri……………………………………………….13
a-
Adenokistik karsinom……………………………….....13
b-
Acinic cell adenoma…………………………………….15
c-
Mukoepidermoid karsinom……………………………..16
d-
Adenosquamos karsinom……………………………….19
e-
Nadir adenokarsinom formları.........................................20
f-
Epidermoid karsinom…………………………………...20
g-
Stromal tükrük bezi tümörleri…………………………..21
SONUÇ…………………………………………………………………..……22
KAYNAKLAR……………………………………………………………….23
ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………….24
ÖNSÖZ
‘Tükürük bezi tümörleri ‘ konulu tez çalışmamın gerçekleşmesine olanak sağlayan ve
hazırlanmasında bana yardımcı olan değerli hocam, Doc. Dr. Cem BİLGEN ‘ e, beni daima
destekleyen ve yanımda olan aileme ve arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Saygılarımla,
İZMİR-2009
Stj.Dişhekimi: Dilek ÖZGÜN
GİRİŞ
İnsanlarda tükürük bezleri klinik olarak küçük ve büyük tükürük bezleri ve
fonksiyonlarına göre seröz, muköz ve mixt tükrük bezleri olarak adlandırılırlar. Büyük
tükrük bezleri parotis, submandibular ve sublingual glandlardır. Küçük olanlar ise
dudak, yanak, damak, tonsilla, molar veya retromolar ve üç grup dil tükrük
bezleridir.(1)
Anatomi
A-Parotis tükrük bezi: Parotis, Latince kulak manasındadır. Hakikaten bu bez
mandibula ramusu arka kısmındaki parotis lojunu doldurur. Bu bakımdan
bezin
kendisiden evvel mühim olan bu lojunun gözden geçirilmesidir. Muayenede ramus arka
kenarına kroşe tarzında tatbik edilen işaret parmağı bu lojun dış kısmını tamamiyle
hisseder. Kulak memesini yukarı doğru kaldırarak mandibula kondili ile stilot çıkıntı
arasına konan parmak lojun üst sınırını hisseder. Buna mukabil lojun alt sınırı bu kadar
kesin olarak gösterilemez . Teorik olarak çene alt kenarını geriye doğru uzatan taslak
hat alt sınırı teşkil eder. Fakat bazen bu sınır çene goniumundan iki parmak daha
aşağıya inmiş olabilir. Parotis loju derinde farenkse kadar uzanır. Bu şekilde kabaca
tarif edilen lojun muhtelif yüzleri vardır:
Dış Yüz: Kulak altındaki cilde tekabül eder.
Ön Yüz: Ramusun arka
kenarından kondile kadar uzanır. Kemik dışarıdan
maseter, içeriden iç pterigoit kslar tarafından sarılmıştır. Sfeno mandibular ligaman
bezi bu son kastan ayırmaktadır.
1
Arka Yüz:Öne ve içe doğru eğik olup ön yüzden daha uzundur ve bu yüzs
atıhtan başlayarak sternokleidomastoid kasından, digastrik arka karnı, stiloit apofiz ve
buradan şua tarzında dağılan ve rolan demeti ismini alan bir takım kas ve ligamanlarla
sarılmıştır. İç kısım lojun dibini teşkil eder.
Parotis loju doğrudan doğruya dış kulak yolu, çene eklemi, ramusun bütün arka
kenarı, mastoid çıkıntının bütün ön kenarı, sternokleidomastoid kas, apofiz stiloid
demet (stiloid kaslar ve ligamanlar) in dış kısmı, farenks ve maxillo farenjiyen mesafe
ile ilişkidedir. Bu şekilde kemikten, eklemden, deri altı yağ nescinden, lenf bezlerinden
ve kaslardan gelen iltihaplar bu loja intikal edebileceği gibi buranın iltihaplarıda oralara
yürüyebilir.
Loj bütün etrafında ince bir sellüler tabaka ile sarılmış olup bu tabaka bazı
yerlerinde aponevrotik bir vasıf almıştır ki hepsine birden parotid aponevrozu ismi
verilir. Bu aponevroz birçok yerlerde bez kapsülünden kolayca ayrılabilir. Halbuki
geride sternokleidomastoidiyen kas hızasında ve çene ekleminin arka yüzünde beze
yapışık bir haldedir.
Diğer taraftan parotis loju muhtelif açıklıklarla yüzün diğer lojları ile iştirak
halindedir. Kondil boynu ile sfeno mandibuler ligaman arasındaki açıklık loju,
pterigomaxiller lojla birleştirirki buradan arter ve ven maxiller intern ile
orikülotemporal sinir geçer. Yine aşağı ve içeride maksiler mesafe ile ilişkidedir.
Parotis; esas tükürük bezidir. Parotis lojunu doldurmuş sert hafifçe lobule ve
pembe renktedir. İntrauterin hayatın sekizinci haftasına doğru bir ağız epitelyumu
burjonmanından köken alır. Böylece bez ve kanalı teşekkül eder. Bez taslağı başlangıçta
düzdür ve fasial sinirinin dış planında kalmıştır. Sonra sinirin üstünden geçerek içe
2
doğru ilerler ve sinirin servikal ve temporal dalları arasında bir girinti bırakır. Böylece
düz ve derin iki lobdan teşekkül eden bez fasialin alt tarafında birbiriyle birleşir.
Bez embriyoner olarak epitelyal kökenli ise de mezenşimi de ihitva eder. Bu
mezenşim bezin stromasını teşkil eder.
Bezin büyüklüğü değişiktir. Genel olarak 25-30 gram ağırlığındadır. Şekli
geometrik olarak tarif edilemezse de loju doldurduğundan onun şeklindedir denilebilir.
Fakat bundan fazla olarak bir takım prolonjumanlar gösterir. Bunlardan birtanesi hemen
hemen sabittir ki kanal ekskretor boyunca giden üçgen şeklindeki masseteriyen
uzantıdır. Bazı hallerde bu uzantı esas bezden de büyük olabilir. Bez bazende biventer
ile stiloid apofiz arasında bir prolonjuman gösterir. Fakat asıl önemlisi onda sekiz
vakada mevcut olan farenjiyen prolonjumandır ki bu farenksin lateral duvarı ile temas
halindedir.
Stenon kanalı bezin ifraz yolu olup 4 cm kadar uzunluktadır. Duvarı kalın
beyazımtırak renkte ve 3 mm çapındadır. Ağza açıldığı kısmında bir sfinkter olmasına
rağmen kolayca kataterize edilebilir. Stenon kanalı bezden üst ve alt iki kanal halinde
doğar, 6-14 kollateral kol alarak ilerler, bezin ön kenarının üçte bir üst kısmı üçte iki alt
kısmının birleştiği yerden bezi terk eder. Kulak memesiyle , burun kenarı alt kısmına
çekilen taslak hat istikametinde öne doğru ilerler. Bu esnada masseter kasın üzerinde
zygomadan 15 mm kadar aşağıda seyrederek bu kasın ön kenarına gelince onu dolanır.
Bu esnada bu kasın hemen arkasında bulunan bichat yağ topunun da ön kenarını dolanır
ve buccinator kası ve mukozayı delerek flüt ağzı şeklinde br uçlanma ile ağıza açılır ki
bu hiza dudak commisurasından 3,5 cm kadar geride ve üst premolarlar hizasındadır.
3
B-Submandibular tükrük bezi: hyoid üstü bölgeyi kapsar. Alt çene korpusu
orta kısmı iç yüzü ile (fossa submaxillare ) biventer kasın iki karnı arasındadır. Bu
bezde parotis gibi osteofibröz bir lojda otururki buna çene altı loju denir. Boyunun sathi
aponevrozu hyoid kemiğini atladıktan sonra hyoid üstü mesafede biri kalın ön diğeri
ince arka olmak üzere iki yaprağa ayrılır. Ön yaprak yukarı doğru gelerek mandibula
alt kenarına yapışır. Arka yaprak ayrıldığı yerde 90 derecelik bir açıyla içe doğru
giderek
hyogloss ve myleohyoid kaslarının alt yüzlerini örterek
alt çene linea
myelohyoideasına yapışır. Bu şekilde oluşan üçgenin dış yüzünü mandibula korpusu iç
yüzü teşkil eder. Bu çene altı lojunu submandibular tükrük bezi doldurur.
Submandibular tükrük bezi istirahat halinde sarımtırak gri, faaliyette
kırmızımtırak gri bir renktedir. Kabuklu bir badem büyüklüğünde olup 7-8 gram
ağırlığındadır. Gayrı muntazam büyük aksı arkadan öne dıştan içe doğru uzanan bir
prizmatik üçgen şeklindedir. Üç yüzü vardır:
Dış yüz: Hafif konvekstir. Arkada intern pterigoid kas ile önde alt çene korpusu
iç yüzüyle ilişkidedir. Bu yüzün alt kısmına doğru çene alt kenarından yukarı doğru
giden arkadan öne arter ve ven maxiller çaprazlar. Yine bu hizada çene altı lenf bezleri
vardır.
İç yüz: Oldukça muntazam ve düzdür. Aşağıda biventer kasın orta tendonu ile ön
kısımda mhyloid kasla arkada biventerin arka karnı ile ortda hyogloss kasla ilişkidedir.
Bu kasla bez arasında lingual ven ve hypogloss sinir vardır. Bu iç yüzde bez iki
prolonjuman gösterir. Arka prolonjuman çok defa bezle beraber arkaya doğru giderek
bezin arka kutbunu yapar. Ön uzantı ise daha önemli olup çok defa bezden ayrı üçgen
şeklinde bir teşekkül halindedir. Bazen bu çok büyüyerek asıl bezden daha büyük bir
hal alabilir.
4
Alt yüz: Bütün boyunca ciltle ilişkidedir ve hemen çene alt kenarı hizasına
tekabül eder.
Submandibular tükürük bezi kanalları toplanarak wharton kanalını yaparlarki bu
kanal sayesinde ifraz olunan tükrük toplanarak ağza nakledilir. Uzunluğu 4-5 cm olan
kanalın çapı 2-3 mm kadardır. Bezin iç yüzünün orta kısmından başlayarak arkadan
öne,aşağıdan yukarı ve dıştan içe bir istikamette ilerleyerek ağız tabanı mukozası altına
çıkar burada orta hatta doğru mukoza altında 3-4 mm seyrettikten sonra frenilumun
yanındaki ufak tüberkülümden ağız içine açılır ki çıplak gözle bu tüberkülümü görmek
mümkündür.
C-Sublingual tükrük bezi: Bunlar en ön planda bulunan tükrük bezleri olup
ağız tabanında dil frenilumu ile çene symphizi iki tarafında otururlar. Ağırlıkları 3gr
kadardır. Yassı bir zeytin kadar olup büyük aksı çene korpusu istikametindedir. Bu
bezin parotis ve çene altı bezleri gibi özel bir loju yoktur. Etrafını çok gevşek bir hücre
nesci sarmış vaziyettedir. İki yüzü vardır:
Dış yüz: Konveks olup mandibula korpusu iç yüzündeki sublingual çukurluğa
tekabül eder.
İç yüz: Lingual inferior ve geniogloss kasları ile ilişkide olup bezle bu kas
arasında çene altı tükrük bezinin wharton kanalı vardır.
Alt kenar: Oldukça incelmiş haldedir. Myleohyoid
ve geniogloss kasların
ayrıntısına tekabül eder.
Üst kenar: Oldukça yassı olup ağız tabanı mukozası altındadır. Dışarıdan
bakılınca frenilumun iki tarafında bu bezlere ait kabarıklık göze çarpar.
5
Arka uç: Submandibular bezin ön uzantısı ile ilişkidedir. Çok defa burasıda
onun bir devamı gibi görülür.
Ön uç: Apofiz jenilerle ve buraya yapışan dört kas tendonu ile ilişkidedir. Bu
tendonların üzerinde sağ
ve sol dil altı tükrük
bezlerinin ön uçları birbirleri ile
genellikle orta hatta temas ederler.
Bu bezin ifraz ettiği tükrük bartholin kanalı ile ağza akıtılır. Bu kanallar muhtelif
ve şahsa göre değişik olabilir. Bu yüzden kanalları bulan otorlere göre muhtelif isimli
kanallar klasik anatomi kitaplarında zikredilmektedir.
Tükrük bezlerinin fizyolojisi
Tükrük bezlerinin tükrük ifrazı sinir sisteminin etkisi altındadır. Her bez
sempatik ve parasempatik iki sinir tarafından idare edilir. Parotis için refleks arkının
santrifüj yolu 9. çift sinirdir. Zira bezin motor dalları glossofarengial sinirden gelir.
İnsanlarda tükrük bezleri ortalama 1-1,5 litre tükürük salgılarlar. Tükrük bezi
digestiv enzimleri içerir ve antibakteriyel etkiye sahiptir. Tükürük salgısının en fazla
olduğu yıllar 6-14 yaşları arasıdır. Bu yaşlandıkça azalır. Çiğneme hareketi salivasyonu
birkaç kat arttırır. Dinlenme esnasında erkelerde salivasyon kadınlara göre daha
fazladır. Aynı zamanda diş ağrısı , aft ve anestezi salivasyonu arttıran faktörlerdir.
Tükürük salgısının artmasına sialorrhea denir. Sialorrhea ağız boşluğunun akut
yangılarında, mental bozukluklarda, mide sekresyonunun artmasında, pankreasın kistik
fibrozisinde, merkuri zehirlenmesinde, acrodyma da , pemfigusta, gebelikte, kuduzda,
epilepside, diş bozukluklarında ve periyodik sialorrheada görülür.
6
Tükrük salgısının azalmasına xerestomia denir. Nedenleri tükürük kanallarının
şekillenmemesi gibi konjenital veya sarkoidozis, epidemik parotitis (kabakulak) ,
sjögren sendromu, otoimmunizasyon sendromları, Mikulick hastalığı, felty sendromu ve
lupus eritematozus gibi hastalıklardır. Bunlar dışında sebebi bilinmeyen xeretomialar da
vardır.
Tükürük bezlerinin büyümesi sialorrhea xerestomia veya normal tükürük
reaksiyonuna neden olabilir. Tek glanduler bir büyüme lokal yangı , kist veya tümörü
ifade eder. İki taraflı glanduler büyüme ya kabakulak veya sarkoid gibi yangısal bir
reaksiyonu yada diffüz neoplastik bir infiltrasyonu (lökemia, lymphoma) gösterir.
Bazende malnutrisyon alkolik siroz ve hormonal bozukluklardanda ileri gelebilir.
Tükrük bezi tümörleri denince parotis, submandibular ve sublingual gibi 3 esas
tükrük bezinin tümörleri anlaşılır. Başlıca tükrük bezi tümörlerinin en çok oturduğu yer
parotistir. Yapılan bir istatistiğe göre bu tümörler parotiste %87,3 , submandibular
bezde % 12,2 ; sublingual bezde ise % 1 olarak bulunmaktadır. Tümörleri
sınıflandıracak olursak bu şekilde sınıflandırabiliriz: (1, 2)
SİALADENOMA
1-
Monomorphic adenoma
a-
Basal cell adenoma
b-
Oxyphil adenoma
c-
Cystadenoma
d-
Sebaceous lymphadenoma ve sebaceous adenoma
e-
Adenolymphoma (papillar cystadeno-lymphoma)
7
2-
Pleomorphic adenoma (mixed tümör)
3-
Sialocarcinoma
a-
Adenokistik karsinom
b-
Acinic cell adenoma
c-
Mukoepidermoid karsinom
d-
Adenosquamos karsinom
e-
Nadir adenokarsinom formları
f-
Epidermoid karsinom
g-
Stromal tükrük bezi tümörleri
1-
Monomorphic adenoma
Genellikle monomorfik hücrelerden oluşan pür sialadenom bütün tükürük
bezleri tümörlerinin %8-10 ‘unu teşkil eder. Özellikle parotis bezinde meydana gelirler.
Plemorfik adenomdan, düzenli ve aynı hücre yapısını göstermesi, bazal membranın
olması ve belirgin lobüler yapısının bulunması ile ayırt edilir. Bu tümör 5 değişik form
gösterir.
a-
Basal cell adenoma
Birçok yazar pleomorfik adenomanın bir varyantı olarak kabul eder. Ancak bu
lezyon pleomorfik adenom için çok karekteristik olan miyoepitellerden yoksundur.
Tümör tamamen epitel hücrelerinden yapılmıştır.
Bu tümör tükürük bezlerinin bütün tümörlerinin sadece %2’sini teşkil eder.
Tümöre 60 yaşından yukarı kimselerde rastlanır. Basal cell adenoma çoğunlukla
parotis bezinde görülür. Küçük tükürük bezlerinde de birkaç olguya rastlanmıştır.
8
Tümör iyi kapsüllenmiştir. Histolojik yapısı basal epitel hücrelerine benzeyen,
solid, tübüler veya trabeküler monomorfik hücre kümelerinden oluşur. Bu epitelyum
hücrelerinin koyu siyah oval çekirdekleri ve açık stoplazmaları vardır.
b-
Oxyphil adenoma
Oxyphil adenoma (oncocytoma) bening , yavaş büyüyen ve az görülen bir
tümördür. Tümör hücrelerinin asidofilik stoplazmaları, pyknocte veya oncocyt’ ler gibi
küçük marginal çekirdekleri vardır. Parotis bezi tümörlerinin ancak % 1 ‘ini oluşturur.
Kadınlarda tümöre erkeklerden daha fazla rastlanır. Tümör genellikle 60-70 yaşlar
arasında görülür.
Makroskobik olarak tümör sert, iyi sınırlanmış ve serbestçe hareket eder. İyice
kapsüllenmiş olan tümörün kesit yüzü katı , gri kırmızı renkte ve ince fibröz bağ doku
iplikleriyle loblara ayrılmıştır.
Histopatolojik görünümü : Oxyphil adenoma poligonal, solid veya tübüler epitel
bantlarından ve az damarı olan stromadan oluşur. Hücrelerin çekirdekleri koyu renkte,
küçük ve periferdedir. Hücrenin sitoplazmasında PAS- negatif granüller vardır. Birçok
araştırıcılar tümörün eosinophilia gösteren striat ductus epitellerinden kökenlendiğini
abul
ederler.
Oncocyte
topluluklarına
papillar
kistadenomlar
ve
pleomorfik
adenomlarda da rastlanır.
c-
Cyst adenoma
Epitelyum hücreleri genellikle columnar olan kistik basophilic adenomalara cyst
adenomlar denir. Eğer parmak şeklinde üreyen epiteller kist içerisine uzanırlarsa buna
9
papillar cystadenoma denir. Bu tümörün bağ dokusunda çok miktarda lenfotik doku
olmadığından cyst adenolymphoma grubuna girmez.
d-Sebaseouslymphadenoma ve sebaseous adenoma
Sebaseous lymphadenomalar az görülen ve çoğunlukla orta ve ileri yaşlardaki
kimselerde rastlanılan tümörlerdir. Her iki cinste aynı oranda bulunur. Birkaç cm
çapında olan bu tümörler katı ve iyi kapsüllenmiştir. Kesit yüzleri sarımsı gri renkte ve
çok sayıda küçük kistleri içerir.
Histopatolojik görünümü : Sebaceous lymphadenoma çok kere reaktif folikülleri
taşıyan lenfoid stroma içerisindeki sebaceous glandlar ve ductuslardan oluşur. Sebum
ductusları doldurur ve genişletir. Bazı lezyonlarda duvarları çok katlı epitelle örtülü
kistlerin içerisi yağ ile dolu olabilir.
Bazı araştırıcılar parotis bezinde lenfoid stromayı içermeyen sebaceous
adenomalar saptamışlardır.
d-
Adenolymphoma
Adenolymphoma (warthin tümörü) katı, kistik veya papillamatöz olur.
Monomorfik adenomların büyük bir grubunu oluşturur.
Tümörün 3 karakteri vardır.
1-
Epitelial yapı daima retiküler ve lenfatik doku ile sarılmıştır.
2-
Yalnız bu tümör bilateral meydana gelir. Aynı zamanda multifokal
olarak da görülmüştür.
10
3-
Tükürük bezleri tümörleri çoğunlukla kadınlarda meydana gelmesine
karşılık bu tümör daha fazla erkeklerde görülür.
İnsanlarda tümöre 2,5-92 yaşları arasında rastlanmıştır.
Klinik bulgular : Tümör yavaş büyür. Çok kere bilateraldir ve parotis bezinin
superfisial veya marginal bölgelerinde bulunur. Sporadik olarak tümöre diğer tükürük
bezlerinde de rastlanmıştır. Tümörün tekrar meydana gelmesi operasyon esnasında iyi
ekstirpe edilmemesinden ileri gelir.
Histopatolojik görünümü : Adenolymphoma epiteliyal ve lenfatik kısımlardan
oluşur. Epitel hücreleri iki sıra halinde dizilmişlerdir. İç sıra asidofilik sitoplazmalı ve
piknotik çekirdekli uzun kolumnar hücrelerden, dış sıra bazal membrana yaslanmış
kübik veya poligonal hücrelerden oluşmuştur. İç hücre tabakası enzimatik aktiviteyle
karakteristiktir ve apokrin sekresyon siklusu gösterir.
Tümörün inaktif tipinde yoğun sitoplazma ve koyu boyanan
nükleuslar,
aratipinde oncocyt yapıları ve aktif sekresyon tipinde perinukleer büyük nükleuslar
görülür. Türlü büyüklükteki kistlerin iç boşlukları asidofil bir kitle ile doludur. Yüzeyi
düzgün, papillar veya düzensiz olabilir.
Silindirik sıradaki bir grup hücre oncocytler , sebaceous bezler, kadeh hücreleri
veya yassı epitel hücreleri ile yer değiştirebilir.
Lymphatic kısım epitelial epitellerle birlikte seyreder ve basal membran bu iki
kısmı birbirinden ayırır. Lenfatik
kısım içerisinde çok sayıda germinal sentrumlar
vardır.(1,3)
11
2- Pleomorfik adenom
Primer lezyona benzeyen metastazlar yapan veya pleomorfik adenoma
benzeyen fakat histolojik olarak malign sahalar gösteren histolojik olarak benign tükrük
bezi tümörleri oluşur. Böyle lezyonlar nadirdir, fakat malign pleomorfik adenomlar
olarak sınıflandırılmamalıdırlar.
Bu tümörlerin önceden bening olup sonradan transformasyon ile mi malign hale
geldikleri yoksa başlangıçtan beri mi malign oldukları kesin değildir. Foote ve Frazell
bu lezyonların başlangıçta benign olduklarını savunmaktadırlar. Çünkü malign form
olan hastalar benign olanlardan daha yaşlıdırlar. Bu süre malign transformasyon için
gereken zamanı sağlar. Bundan başka malign lezyonlu hastaların öykülerinde birkaç
yıldır var olan bir kitle ve bu kitlenin son zamanlarda hızla büyümesi söz konusudur.
Bununla beraber, Gerughty ve arkadaşları tarafından yayınlanan sende benign ve
malign lezyonlu hastalarda bir yaş farkı yoktur. Bu vakalarda uzun süredir varolup
sonradan hızla büyüyen bir kitle öyküsü de yoktur. Böylece bu veriler tümörlerin
başlangıcından beri malign olduğunu akla getirir.
Klinik özellikler: Çoğu zaman malign ve benign pleomorfik adenomlar arasında
aşikar bir klinik fark yoktur. Foote ve Frazell malign tümörlerin benign olanlardan
genellikle daha büyük olduklarını bildirmişleridir.
Fakat her iki formun da farklı
boyutlar gösterebilmesi sebebi ile klinik tanıda gerçek bir önemi yoktur. Sıklıkla alttaki
yapılar gibi üstteki deri ve mukozaya fiksasyon, malign tükürük bezi lezyonlarında
olduğu gibi söz konusudur ve çeşitli derecede yüzey ülserasyonu mevcuttur. Malign
formda benign pleomorfik adenomdan daha belirgin bir ağrı vardır.
12
Histolojik özellikler: Bazı malign pleomorfik adenomlarda malign komponent
benign elementin üzerinde büyümüş olarak görülür ki böylece benign sahaların
gösterilmesi zorlaşır. Diğer vakalarda lezyonun kaynağı benign olarak görülür ve
malign fokus sadece ciddi aramalardan sonra görülebilir, bu sebeple benign olduğu
halde tükürük bezi tümörleri araştırılırken dikkatli olunmalı ve patolojist tümörden
alınan birçok parçadan birçok kesiti çok büyük dikkatle incelemelidir.
Malign mikst tümörün tanımlanması için gerekli spesifik kriterler tamamen
geliştirilmemiştir. Malignite için bir gösterge olan nükleer değşiklikler kan damarlarını
lenfatiklere veya sinirlere invazyon, fokal nekroz ve belirgin periferal infiltrasyon ve
normal dokunun destrüksiyonu gibi kriterleri içerebilir.
Transformasyon
malign
hücre
paterni
epidermoid
karsinom
veya
adenokarsinomaya doğru gibi görülür ve bazı tümörler her iki tipteki hücreyi de
gösterir. Spindle hücre ve dev hücre transformasyonu da olur.
Tedavi ve prognoz: Malign pleomorfik adenomun tedavisi esas cerrahidir.
Bununla beraber, lokal nükse eğilim gösteren lezyonlar bazen cerrahi ile radyasyon
kombinasyonları ile tedavi edilmişlerdir. Bu malign neoplazmlar yüksek nüks oranı
göstermektedirler, aynı şekilde rejionel lenf nodu tutulumu insidansı da yüksektir.
Akciğer, kemik, iç organ ve beyinde uzak metastazlar sıklıkla gelişir.( 1, 4)
Sialocarcinoma
a- Adenoid Kistik Karsinoma
Adenoid kistik karsinoma adeno karsinomun malign
glandüler
tümörlerin
sınıflandırılmasında ayrılması gereken bir formdur. İntraoral aksesuar tükürük bezleri
13
gibi lacrimal bezler ve para nazal sinüsler, farenks, trakea ve bronşlar, deri ve meme
bezlerinde histolojik olarak benzer lezyonlar oluşur.
Klinik özellikler: En çok tutulan bezler parotis submaksiller ve damak- dildeki
aksesuar bezleridir. Hayatın 5. ila 6. dekadlarında en sık ortaya çıkar, fakat 3. dekadta
da nadir değildir. Birçok hastada malign tükürük bezi tümörüne ait klinik belirtiler
vardır. Erken lokal ağrı, fasial sinir paralizisi derin yapılara fiksasyon ve lokal invazyon.
Bazı lezyonlar, özelliklede intraoral olanlar yüzey ülserasyonu gösterebilirler. Bazı
vakalar klinik olarak pleomorfik adenoma benzer.
Histolojik özellikler: Adenoid kistik karsinom, bazal hücreleri hatırlatan, küçük,
yoğun boyanan, üniform hücrelerden oluşur. Bunlar genellikle santral kısmı mukoid
materyal
içeren,
anastomoz
yapan
kordon
veya
ductus
benzeri
şekillerde
düzenlenmişlerdir. Balpeteği veya İsviçre peyniri görüntüsü oluştururlar. Karakteristik
olarak, stromal bağ dokusu hyalinize olmuştur ve tümör hücrelerini çevreleyerek,
tümöre ‘’silindiroma’’ denilmesine neden olan yapısal silindir paterni oluştururlar.
Bazen hücrelerin solid formda büyümesi olabilir ve çok az tipik kistik galnduler patern
oluşabilir. Diğer durumlarda neoplastik hücreler ince anastamoz yapan kordonlar
halinde
yoğun
stromaya
dağılmışlardır.
Çok
nadir
olarak
tümörün
pseudoameloblastoma formu oluşabilir. Tümör hücrelerinin perinöral lenfatikler ve
perinöral katmanlarda dağılımı bu neoplazma için genel bir özelliktir. Lezyonun malign
tabiatına rağmen mitotik figürler oldukça nadirdir. Değişik vakalarda histolojik patern
oldukça
fazla
varyasyon
gösterebilir.
Bu
lezyonun
benign
adenoma
ile
karıştırılmamasına özel bir dikkat gösterilmelidir. Çünkü her iki hastalığın da prognozu
oldukça farklıdır.
14
Tedavi ve prognoz: Adenoid kistik karsinomun tedavisi esasen cerrahi olsa da,
cerrahi ile x ışını tedavisi başarı ile birleştirilebilir. Tek başına radyasyon önerilmez.
Genelde, bu tümör geç metastaz yapan yavaş büyüyen bir tümördür. Servikal lenf nodu
tutulumu vakaların % 30’ unda görülmekle beraber akciğer , kemik ve beyine uzak
metastazlar hastaların çoğunda görülür. Bu hastaların tedavi oranı seriden seriye
değişiklik gösterse de hayal kırıklığı yaratacak kadar düşüktür.
b- Acinic cell adenoma
Çoğu tükürük bezi tümörü ductus epitelinden köken alır. Fakat nadir görülen
lezyonlar acinar hücreden köken alabilir. Bu gruptaki tümörlerden biri acinic hücre
tümörü olarak isimlendirilir. Tükürük bezleri normalde iki tip hücreden oluşur; seröz ve
müköz hücreler. Acinic hücre karsinomunda orijin hücre açıkça ayırd edilemez. Ayrıca
benign ve malign acinar hücre tümörlerinin ayırımı kesin olarak yapılamaz. Abrahams
ve yardımcılarının major tükürük bezlerinin acinic hücre tümörleri hakkında yaptığı
geniş bir çalışmada çoğu araştırmacının bu tip tümörlerin en azından düşük derecede
malign potansiyele sahip olduğuna inandıklarını göstermiştir.
Klinik özellikler: Acinic hücre adeno karsinomu pleomorfik adenoma büyük
ölçüde benzer , enkapsüle ve lobuler olmaya eğilimlidir. Bu tümörün esasen parotiste
ortaya
çıktığı bildirilse de nadir de olsa diğer major tükürük bezleri ve aksesuar
intraoral bezlerde de görülebilir, ağırlıklı olarak orta veya biraz daha ilerlemiş yaşlarda
görülebilir, fakat 20 yaşın altında da rastlanabilir. Abrams ve arkadaşlarının bildirdiği
77 vakanın yaklaşık % 35 ‘i 3. dekad içerisindeki kişilerdi. Godwin , Foote ve Frazell
tarafından bildirilen 27 vakalık çalışmada tümörün çıkarılmasından sonra % 50 ‘i
civarında nüks görülmüştür. Nadiren metastaz hatta uzak pulmoner metastaz görülür ve
15
hasta bu sebeple ölür. Diğer hastalar ise tümörün çıkarılmasından sonrasında yaşamaya
devam eder ve yıllarca iyi kalırlar.
Histolojik özellikler: Acinic hücre karsinomu , sıklıkla ince bir kapsülle
çevrilidir ve glandüler bir patern ya da gelişigüzel düzenli normal acinar hücrelere
benzeyen hücrelerden oluşur. Bu hücrelerin sitoplazmaları normal hücrelerin zimojen
granüllerine benzeyen granüller ve intrasellüler ve vakuoller içerir. Duktus benzeri
yapılar yoktur ve müsikarmin boyası ile lezyonlar boyanmaz. Bu tümörün histolojik
görüntüsü özeldir. Tanımlanmış diğer tükürük bezi tümörlerine benzemez.
Morfolojik olarak aynı, ancak oluşturan hücrelerin sitoplazmalarının agranüler
olduğu bir ‘’clear cell’’ varyantı vardır. Bununla beraber, elektron mikroskobu
araştırmaları ile Echevoria bunların farklı neoplazmlar olduğunu göstermiştir. Acinic
hücre adenokarsinomu seroz acinar hücrelerden köken alırken , ‘’clear cell’’ tümör
strealı ductus hücrelerinden kaynaklanır. Sitoplazmaları şeffaf görüntüsü formalin
fiksasyonundan sonra ribozomların kenarlara yapışması ile açıklanmıştır.
Tedavi ve prognoz: Tedavi çoğu vakada cerrahidir. Godwin ve arkadaşları
lezyonun bir kısım sağlam bezi içerecek şekilde eksizyonunu önermişlerdir. Rejionel
lenf nodu metastazı yaygın olmadığından radikal boyun disseksiyonu endike değildir.
Nüks oldukça sıktır. Bununla beraber Abrams ve arkadaşları bildirdikleri serilerde
Godwin ve arkadaşlarının serilerine göre nüks veya metastaz oranı oldukça düşüktür.
c- Mukoepidermoid Karsinom
İlk kez 1945’ te Stewart, Foote ve Becker tarafından tanımlanmış alışılmadık bir
tükürük bezi tümörüdür. İsminden anlaşılacağı gibi tümör hem mükoz hem de
epidermoid tip hücrelerden değişen oranlarda oluşur.
16
Klinik özellikler: Major tükürük bezlerini tutan mukoepidermoid karsinomların
çoğınluğu parotis bezinde meydana gelir. Bununla beraber diğer bezler ve özelliklede
intra oral aksesuar bezler de tutulabilir. Stewart ve arkadaşları mukoepidermoid tümörü
klinik tabiat ve histolojik özelliklerine göre iki tür olarak sınıflamaya çalışmışlardır:
Benign ve malign form. Sonradan böyle bir sınıflandırma yapılamayacağı ve
tüm gruben çeşitli derecelerde malignite göstermesi ile malign neoplazmlar olması
gerektiği bir çok araştırıcı tarafından öne sürülmektedir.
Bhaskar ve Bernierhem majör hem de aksesuar tükürük bezi tutulumu olan 144
vakalık bir çalışma yayınlamışlar ve ellerindeki verilere göre benign form bulunması
gerektiğinin altını çizmişlerdir. Bir form diğerine hafifçe karışmış olduğundan bu
neoplazmın benign ve malign olarak kesin ayırımı yapılamaz.
Bu tümör daha çok 3-6.ncı dekadlarındaki kişilerde görülse de nadiren
çocuklarda da görülebilmektedir. Bhaskar ve Bernier’ in serilerinde vakaların %34’ü 21
ve 30 yaşları arasındadır. Cinsiyet arasında ise önemli bir fark yoktur.
Düşük derecede malignite gösteren tümör genellikle yavaş büyüyen, ağrısız bir
kitle olup, pleomorfik adenomu taklit eder. Bununla beraber pleomorfik adenomun
aksine , düşük derece mukoepidermoid karsinom nadiren 5 cm çapı aşar. Tamamen en
kapsüle değildir ve sıklıkla kaygan mukoid materyal ile dolu kistler içerir. Cerrahi
eksizyondan sonra nüks nadir değildir. Bu tipteki intraoral tümörler damak, bukkal
mukoza, dil ve retromolar sahada sıktır. Kistik sahalar oluşturmaya eğilimli
olduğundan, özellikle retromolar sahadakiler müköz retansiyon fenomeni mukoseli
klinik olarak taklit edebilirler.
17
Yüksek derecede malignite gösteren tümörler ise hızlı büyür ve erken bir
semptom olarak ağrı yaparlar. Parotis tümörlerinde fasial sinir paralizisi sıktır.
Mukoepidermoid karsinom enkapsüle değildir fakat çevre dokuya infiltre olmaya
eğilimlidir. Vakaların büyük kısmında rejionel lenf nodlarına metastaz yapar. Akciğer,
kemik , beyin ve subkutanöz dokulara uzak metastazlarda yaygındır.
Histolojik özellikler: Mukoepidermoid karsinom mukus salgılayan hücreler
epidermoid tip hücreler ve intermediate hücrelerden oluşan pleomorfik bir tümördür.
Düşük dereceli tümörlerde her 3 tipte hücre bulunsada mukus salgılayan hücreler
ağırlıktadır. İntermediate hücreler nadiren dominant hücrelerdir, bununla beraber bunlar
ya müköz ya da epidermoid hücrelere transformasyona uğramış olarak görülürler. Bu
tümör tümöre komşu duktal proliferasyon yaygın olduğunda duktal epitelden kökenli
gibi görülür.
Esasen, bu tümörler epidermoid hücre katman veya nestleri ve müköz hücrelerin
benzer nestlerini gösterir. Bunlar genelde glanduler paternde düzenlenmişlerdir ve
bazen de
mikrokist formasyonu gösterirler. Bu kistler patlayarak bağ dokusunda
göllenen ve enflamatuar bir reaksiyon uyandıran mukusu serbest bırakırlar. Bulunan
müköz hücreleri göstermek için genelde özel boyalar gerekir. Yüksek dereceli
tümörlerde müköz hücre elemanı dominant değildir.
Tedavi ve prognoz: Bazı vakalar x ışını radyasyonuna cevap verse de tedavi
esasen cerrahidir. Bununla beraber erken metastaz yapabileceği düşünülen yüksek
dereceli tümörler için radyasyon saklanmalıdır.
18
d- Adenosquamos karsinom
Oral kavite, nazal kavite ve larinksi tutan bir tümör olan adenosquamos
karsinom varlığı birkaç yıldan beri bilinen fakat son zamanlarda bir bütün olarak
tanımlanmış bir lezyondur. Karakteristik bir histopatolojisi olan bir lezyondur ve derinin
adenosquamos karsinomu, uterusun adenoakantoması ve mukoepidermoid karsinoma
kısmen benzerlik gösterir.
Klinik özellikleri : Geruhty tarafından bildirilen 10 serilik tümörler dil, ağız
tabanı, burun ve larinkste meydana gelmiştir. Bununla beraber , damakta meydana
gelmiş vakalar da bildirilmiştir. Tümör genelde yaşlı, 40 yaşın üzerindeki bireylerde
meydana gelse de cinsiyet veya yaş elde edilen öyküde sıklıkla etkilenen bölgede tümör
gelişiminden birkaç gün ile ay önce sivilceler, soğuk yarası veya blisterler olduğu
görülmüştür. Hemen hemen tüm vakalarda lezyon küçük, ülsere bir saha veya endure
submukozal nodül olarak görülür. Çoğu lezyonun çapı 1 cm den küçüktür.
Histolojik özellikler: Bu tümörün histopatolojisi karışıktır. Gerughty ve
arkadaşları adenosquamoz karsinomu morfolojik olarak 4 temel komponente
ayırmışlardır ; ductal carsinomainsitv, adenokarsinoma, squamos cell karsinoma, mix
karsinoma. Temelde tümör
yüzey squamos hücre karsinomundan oluşur. Bazı
vakalarda adenokarsinom bazaloid tiptedir.Adenoid kistik karsinoma benzer ama diğer
vakalarda mukoepidermoid karsinoma benzer. Miks karsinom sahaları tümör hücresi
çıkıntıları ile belirlenirler ki bunlar glanduler ve squamos karakteristiklerinin bir
kombinasyonunu gösterirler.
Tedavi ve prognoz: Bu tümör son derece agresif olarak görülür ve malign olarak
düşünülmelidir. Geruthy ve arkadaşları tarafından bildirilen vakaların
19
% 80 ‘inde
rejyonel lenf nodları veya uzak yerlere metastaz vardır. Hiçbir hasta tam olarak
iyileşememiştir. Radyasyonun etkisinin az olduğu ve bu sebeple radikal cerrahinin
seçilmesi gerektiği bildirilmiştir.
e- Nadir Adenokarsinom Formları
Bu nonspesifik kategoriye alınan lezyonlar histolojik olarak heterojenöz bir
gruptur. Anaplastik karsinomlardan orta derecede differansiye lezyonlara kadar
değişebilirler.
Paterndeki mikroskobik varyasyona rağmen bu tümörler lokal infiltratif
büyüme, rekürrens eğilimi ve metastaz frekansı gibi malign neoplazmlara özgü alışılmış
özellikleri gösterir. Bu lezyon genellikle hızla büyür ve agresiftir.
Bu tümörlerin tedavisi cerrahi eksizyonla olur. Yüksek bir rekürrens beklenir.
Hastaların yaşama oranı yüksektir.
f- Epidermoid Karsinom
Tükürük
bezlerinde ortaya çıkan bu tip malignite, tümör infiltratif özellik
gösterdiğinden , erken metastaz yaptığından ve derhal nüks ettiğinden oldukça kötü bir
prognoza sahiptir. Nadir bir lezyondur. Major tükürük bezlerinden özellikle parotis ve
submaksiller bezlerde daha sık görülse de aksesuar bezlerde de görülebilir.
Tükürük bezinin epidrmoid karsinomunun neden kaynaklandığı tam olarak
belirlenememiştir. Duktuslar kolayca metaplaziye uğrayabildiğinden en olası olarak
duktal orijinlidir. Standish
deney hayvanlarının tükürük bezlerinin duktuslarında
karsinojenik hidrokarbon implantasyonu ile birkaç günde squamos metaplazi ve daha
sonra epidermoid karsinom geliştirmiştir.
20
Ağız ve orofarenksin x ışını radyasyonuna maruz bırakılmasını takiben tükürük
bezi duktusu ve ainüsünün squamos metaplazisi oluştuğu Friedmann ve Hall tarafından
bildirilmiştir. Bununla beraber araştırıcılar bunun prekanseröz bir fenomen olmadığını
düşünmektedirler. Aksesuar tükürük bezi duktuslarının squamos metaplazisi kronik
sialoadenit veya duktus blokajı fenomeninin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu klinik
olarak küçük nodüler bir kitle şeklinde genelde damakta olsa da başka yerlerde de
görülür ve histolojik olarak yanlış teşhis ile epidermoid karsinom olarak
değerlendirilebilir.
Tedavi ve prognoz: Bu tip tümörlerde cerrahi ile birlikte radyoterapinin daha
fazla yarar sağlayacağı düşünülmektedir. Rejyonel lenf nodu metastazı sık olduğundan
sıklıkla radikal boyun disseksiyonu ile lenfatiklerin çıkarılması gerekir ve bu primer
lezyonun kontrolüne olanak tanır.
g- Stromal Tükürük Bezi Tümörleri:
Bu konudan önceki kısımda tükürük bezinin glanduler veya duktal epitelyal
elemanlarını ilgilendiren tümörler ile ilgilidir. Böyle tümörler tükürük bezlerinde
meydana gelen çoğu neoplazmı gizler. Bunula beraber parankimden ziyade stromal
dokudan kaynaklı bir grup tümör oluşabilir. Benign stromal tükürük bezi tümörleri
hemangiom veya hemangioendotelioma çeşitli formlarda sinir tümörleri ve lipomadır.
Bu gruptaki malign lezyonlar ise lenfomalar, melanoma ve fibrosarkom ile
beraber birçok yerde metastaz ile oluşan metastatik tümörlerdir.(5,6)
21
SONUÇ
1-
Kanser tedavisinin başlangıcında tüm kanser hastalarını bir oral
muayeneye tabi olması gerekir.
2-
Kronik kserostomi için mevcut en iyi tedavi floridler , oral hijyene dikkat
edilmesi ve sialogoglardır.
3-
Pediatrik populasyonda dental ve gelişimsel anomaliler ve sekonder
maligniteler de dahil olmak üzere radyoterapinin uzun süreli sonuçlarının göz önünde
bulundurulması önemlidir.
4-
Kanser tedavisinin oral komplikasyonlarına ilişkin bilgilerin yayılması ve
uygun koruyucu önlemlerin alınması, sağlık hizmeti verenlerce bunlara uyulması
sağlayacak stratejiler geliştirilmesi gereklidir.
5-
Tıp, dişhekimliği ve hemşirelik okullarında kanser tedavisinin oral
komplikasyonlarına ilişkin müfredat programları geliştirilmelidir ve uygulanmalıdır.
6-
Hasta bakımında direkt aile bağlantısı maksimum tedavi uyumu için
önerilir.
22
KAYNAKLAR
1- Baran S. ,Oral Patoloji , Gazi üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Basımevi,
Ankara , 1982
2- Borçbakan C., Ağız ve Çene Hastalıkları , Balkanoğlu Matbaacılık , Ankara ,
1966
3- E.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi Oral Diagnoz Ders Notları 2008
4- E.Ü Diş Hekimliği Patoloji Ders Notları 2007
5- Aslaner Stj. Dt. Özgür Oral Premalign Tümörler, Bitirme Tezi , E.Ü. Diş
Hekimliği Fakültesi, 2003
6- Lumerman H. ’’Essentials of Oral Pathology’’ , Philedelphia , 1975
23
ÖZGEÇMİŞ
1984, ANTAKYA doğumluyum. İlk öğrenimimi, Sinanlı Köyü İlköğretim
Okulunda tamamladım. Orta öğrenimimi Yeşilpınar İlköğretim Okulunda
tamamladıktan sonra, lise öğrenimimi , 2002 yılında, Antakya Süper Lisesinde bitirdim.
2003 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini kazandım.
24
ÖZGEÇMİŞ
1984, ANTAKYA doğumluyum. İlk öğrenimimi, Sinanlı Köyü İlköğretim
Okulunda tamamladım. Orta öğrenimimi Yeşilpınar İlköğretim Okulunda
tamamladıktan sonra, lise öğrenimimi , 2002 yılında, Antakya Süper Lisesinde bitirdim.
2003 yılında girdiğim ÖSS sınavında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini
kazandım.
Download