RASKOLNİKOV’UN HİKÂYESİ St. Petersburg’da sancılı bir adam 19.yüzyıl’da Rusya İmparatorluğu… Avrupa kökenli sosyalist idealler… Soğuk geçen bir kış… Neva Nehri… Dostoyevski’nin yazdığı “Prestupleniye i Nakazaniye” yani hepimizin bildiği adıyla Rus Edebiyatı’nın ünlü başyapıtlarından Suç ve Ceza’daki Raskolnikov’un hikâyesinden bahsedeceğim sizlere. St. Petersburg’un kasvetli sokaklarında yaşayan bu adamın yaşantısı, eser yaklaşık 200 yıl önce yazılmasına rağmen aslında günümüz insanının sancılı ruh halini ve toplumun titreyen iç dünyasını yansıtıyor. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin 1864 yılında yayımladığı “Yeraltından Notlar” isimli kitabı, yine benzer bir tarzda olmasına rağmen Suç ve Ceza’nın temelini oluşturuyor. Yeraltından Notlar’da yazar yine Raskolnikov’un yaşadığı buhranları yaşayan başka “yeraltı adamının” durumunu ve ruh halini okuyucuya anlatıyor. Dostoyevski bir bakıma kendisi yaşantısının yansıması olarak gördüğü bu yeraltı adamını, dönüştürerek 1866 yılında Rodion Romanoviç Raskolnikov olarak karşımıza çıkartıyor. Raskolnikov, pek seveni olmayan hatta kötü bir insan sayılabilecek tefeci Alyona İvanovna’yı “toplumsal düzeni protesto etmek için” öldürmekle kendine ve İvanovna’nın çektirdiği diğer insanlara iyilik yapacağını düşünüyor. Aynı zamanda iyiliksever tüm insanların aslında birer kan dökücü olduğuyla kendini avutuyor. Avutuyor çünkü vicdanı çoğu kez cinayeti işlememesini söylüyor ona. Peki, Raskolnikov’un cinayeti işlemeden önce benimsediği “İyiliksever, kurucu ve yasa koyucu insanların çoğunun büyük birer kan dökücü olması” düşüncesi ne kadar doğrudur? Raskolnikov bu düşünceye sığınmış durumdadır. Tarihe geri dönüp baktığımızda bu tarz insanların gerçekten büyük savaşlar ve akıtılan kanlar sonrasında toplum içerisindeki liderlik pozisyonunu kazandığını görüyoruz. Kitapta da buna dair örnekler var. Çeşitli siyasi ve dini kişiliklerden bahsedilmiş. Bahsedilen örneklerde akıtılan kanın tek sorumlusu bir kişi olmuyor; bütün bu örnekler siyasi, dini, sosyolojik kişiliklerle ve ideolojilerle ilgili. Bir olay diğer olayın devamını getiriyor ve sadece özenle yan yana dizilmiş domino taşlarına yumuşak bir dokunuşu yapan kişilik iyiliksever, kurucu ve yasa koyucu konumuna geliyor. Fakat İvanovna cinayetinin tek sorumlusu Raskolnikov olacağından İvanovna’nın başına saplanan baltanın sonuçları domino taşlarına yapılan ufak dokunuştan çok daha ağır oluyor ve domino taşları İvanovna cinayetinin altında eziliyor. Çoğu zaman baltayı eline alıp İvanovna’yı öldüremeyeceğini düşünen Raskolnikov, bir yandan da benimsediği ilkesiyle, tanımını aklında ve vicdanında tam oturtamadığı protestosunu gerçekleştirip gerçekleştirmemekte uzun bir süre kararsız kalıyor. Bu, onun bireysel sınavı haline geliyor. Gelgitler sonucunda “toplumsal düzeni protesto etmek için” cinayeti çok amatörce, hatta çok ani olarak işliyor. Raskolnikov’un hikâyesi işte tam burada; İvanovna’nın kafasından kanlar aktığı an başlıyor. Cinayetten sonra akıl ve iradesini yitirmeyeceğini düşünen Raskolnikov; artık daha kaygılı, daha sapkın düşünceleri olan, sürekli nöbetler geçiren ve kendisini çevresinden iyice soyutlayan bir adam haline geliyor. Cinayetten sonra suç tanımı üzerine daha yoğunlaşıyor ve suç hakkında daha çok düşünmeye başlıyor. Zaman geçtikçe işlediği cinayetin aslında gerçek bir suç olduğu düşüncesi aklına takılıyor. Ne kadar kötü biri olursa olsun herhangi bir insanı öldürme eyleminin bir suç olduğunu düşünmeye başlıyor. Cinayeti işlediğine ara sıra pişman olmuştur belki içten içe; ama içerisinde bulunduğu duygu durum bozukluğu geliştikçe okuyucuyu kendine bağlıyor. Cinayeti işlemeden önce tutunduğu ilkesi “Suç, toplumsal düzenin bozukluklarına karşı bir protestodur.” anlamını kaybettikçe, Raskolnikov da kendi iç dünyasında sonu ve hatta rotası olmayan bir yolculukta kayboluyor. İşlediği “suçu” çevresine ve kendisine itiraf edemezken intiharı düşünmeye başlıyor. Kendi hayatına kendi iradesiyle son vermeyi düşünürken cinayeti işlemesine engel olamayan vicdanı onu suçunu itiraf ettirecek ve Sibirya’ya sürgüne gönderecek unsur oluyor. Kitabın sonsözünde Sibirya’dan ve Raskolnikov’un ikinci dereceden bir kürek mahkûmu olarak yaşadığı hayattan ve önceki hayatındaki insanlardan kısaca bahsedilirken Raskolnikov’un ruhsal tahlili yeterince yapılmıyor. Bu yüzden çoğu okuyucuyu hayal kırıklığına uğratırken bir yandan da St. Petersburg sokaklarını ve Raskolnikov’un pansiyondaki odasını, pansiyon çalışanı Natasya’nın ara sıra Raskolnikov’a getirdiği sıcak çorbanın kokusunu özletmeye başlatır bu sonsöz. Muhteşem kelimelerle süslenen kusursuz sosyolojik ve psikolojik analizlerle dolu bu eser, insanoğlu kitap okumaya devam ettiği sürece yüce konumundan çok daha yükseklere çıkacaktır ve Raskolnikov’un hikâyesi yüzyıllar boyunca insanların konuştuğu, tartıştığı bir hikâye olacaktır. Ebru Akgün 21301491 Turk101- Section 22 Instructor:Ali Turan Görgü