TIBBÎ COĞRAFYA`ya GİRİŞ

advertisement
TIBBÎ COĞRAFYA'ya
GİRİŞ
Cevat KORKUT
1998
Dağıtım:
TEPEKULE KİTAPLIĞI
871 Sokak No. 1 9 /P -5 0
Kızlarağası Hanı - HİSARÖNÜ
İZMİR • T e l: (0232) 441 39 55
Baskı
- C ilt:
H ürefe M atbaası, İzm ir
Hayat arkadaşım
Sevgili Sabiha A yhan Korkut'a
İÇİNDEKİLER
I - A TM O SFER ........................... ................................................1
Atmosfer Basıncı - Dağ Çarpması - Yükseklere Uyum
Basınç Azlığının Sosyal Etkileri - Yükseklere Has Pataloji
-
II-İK L İM ELEM ANLARI ...................................................11
A - Sıcaklık - Sıcaklık ve İnsan - Sıcak Çarpması - Alınacak
Tedbirler - Şiddetli Soğuklar B - Rüzgar - C - Nem
III-IŞ IK
......................................................................................25
İşığın Biyolojik Etkileri
IV - TO PRA K .............................................................................30
V - M İKRO PLA R ALEM İ .................................................... 33
VI - İKLİM TİPLERİ VE İNSAN .................................... 35
1- Kutup İklimleri - 2- Tropik Kuşak (Sıcak İklim), 3 Akdeniz İklimi 4 - Kara ve Deniz İklimleri 5 - Yapay İklim
VII - BESLEN M E VE BESLEN M E R E JİM L E R İ......... 47
A - Beslenme : 1 - Beslenmede İhtiyaç Duyulan Maddeler,
2 - Bu Maddeleri Nerelerden Alırız: Proteinler,
Karbonhidratlar, Yağlar, Vitaminler B - Beslenme Rejimleri:
1 - İptidai Beslenme Şekilleri, 2 - Yetersiz Beslenme ve Hatalı
Beslenme 3 - Uyarıcı ve Uyuşturucu Maddeler
VIII
- TIP VE CO ĞRA FYA
S3
ÖNSÖZ
İyi bir vatandaş olmanın ilk koşullarından biri,
kişinin memleketini iyi taramasıdır. Bu konudaki bilgile­
ri, gençlere, çevrelerini daha iyi tanımaya başladıkları lise
son sınıfta kazandırmak büyük değer taşır. Lise m ezunu
bir g en ç, ülkesinin tarihi, doğal, beşeri ve ekonomik d u ru ­
m u hakkında sağlam bilgiler sahibi olmalıdır.
Ö ğrenm ede ilk koşul, önüm üze gelen konuya karşı
içimizde bir merakın uyanmasıdır, ilgi duymadığımız,
merakımızı çekmeyen konular hakkında verilen bilgiler,
buz üzerine yazılmış yazılar misali, bizlerde çok silik iz­
ler bırakır. Yok olmaları da an meselesidir. Ancak merak
ederek bağlandığımız, emek vererek kazandığımız bilgiler
kalıcı olurlar.
Kabul edelim ki, İlköğretim ve Ortaöğretimde kul­
lanılmakta olan coğrafya kitaplarında işlenen konular
soğuk, insanla olan bağlantılarına kemen hiç dokunulmadiği için de, az ilgi uyandıran, kalıcılığı kısa süreli
cinsten bilgiler topluluğudur. A y n ca , öğretim metodlarımız
da,
öğrencileri
kişisel
çalışmalara
iten,
araştırıcılık kazandıran özelliklerden uzaktır .
Doğal olarak böyle bir amaç, dikkatli hazırlanmış
müfredat program ları, iyi yetişmiş öğretm enler ve bol
yardımcı kitaplarla gerçekleşebilir.
Örneğin, deprem, coğrafya konularından biridir.
Ülkemiz, en önemli deprem kuşaklarından biri üzerinde
bulunmakta, nüfusumuzun % 80 i kırık hatlar
üzerindeki yerleşme noktalarında yaşamaktadır. Deprem,
herhangi bir anda, herhangi bir şiddette ve bizler herhan­
gi bir yerde iken ortaya çıkabilir. Sınıfta, sinemada, daire­
de, çarşıda, evde veya başka yerlerde. Karşılaştağımız
anda, bulunduğumuz yerde ne yapmamız gerektiğini
önceden çok iyi öğrenmiş olmalıyız. Hatta bunun uygu­
lamalarını, denemelerini yapmış bulunmalıyız. Aksi hal­
de içine düşeceğimiz panik, büyük facialara neden olabi­
lir. Konunun bu kısmına ilgi göstermeden deprem konu­
sunun okunmasının anlamı ve faydası ne olabilir ?
Bunun gibi, coğrafya konularının her birini hayatla,
insanla bağlayabilmek olanaklıdır. Ancak böyle bir
eğitimin anlamı olabilir. Kazanılan bilgiler kalıcı olur.
Öğrencinin de katılacağı çalışma ile bilgi edinme metodu­
na kavuşulabilir.
Eldeki bu küçük çalışına, içinde yaşadığımız coğrafi
elemanlarla insan arasındaki bağlatılara sağlık yönünden
kısaca değinmektedir.
Gözden kaçan hataların, bilgilerin özet olarak verilmiş
olmasının müsamaha ile karşılanacağını, çalışmanın ilgi­
lenenlere bu haliyle de faydalı olacağını ümit ederim.
I - ATMOSFER
Dünyamız, fiziksel ve kimyasal bakımdan birbirin­
den farklı iç içe yerleşmiş kürelerden yapılmıştır. En
dışta, gazlar karışımı olan ve atmosfer adı ile anılan
havaküre vardır. Havaküre, dünyamızı oluşturan
kürelerin en hafifidir. Kalınlığı, ele alınan kıstaslara
göre birbirinden epeyce farklı sonuçlar halinde ortaya
çıkmakta 1.000 ile 100.000 km. arasında değişmektedir.
Havaküre, her yükseklikte ayni özellikleri taşımaz. Bu
da iç içe, birbirinden farklı birkaç küreden oluşmuştur.
En altta, kutuplarda 7-8 km.ye, ekvatorda 17 km.ye ka­
dar çıkan Troposfer katı bulunur. Bütün meteorolojik
olaylar bu katta
oluşur. Troposferin üst sınırında
sıcaklık -55 derece kadardır ve bu kat tropopoz adı ve­
rilen ince bir katla kuşatılmıştır. Bunun üstünde 30
km.ye kadar çıkan Stratosfer katı, onun üstünde de
Kemosfer ve iyonosfer katları bulunmaktadır.
Havakürenin bu katlarının her biri, yeryüzündeki
hayat için ayrı ayrı önemler taşıyorsa da, bunların en
önemlisi devamlı olarak içinde yaşadığımız troposfer
katıdır. Hatta bunun ilk yarısı, diğer bir deyişle 4.000 5.000 m.ye kadar giden kısmıdır. Buradaki atmosfer
basıncı, havayı meydana getiren gazların çeşitleri ve
oranları vücut yapımıza ve organlarımızın yaşam
fonksiyonlarına önemli etkiler yapar.
A tm osfer b asın cı : Her cisim gibi havanın da bir
ağırlığı vardır. Yapılan ölçmelerle
1 litre havanın
1/293
gr.
olduğu
anlaşılmıştır.
Bu
nedenle
yeryüzündeki her nokta 500 km. den öteye kadar gi­
den atmosferin ağırlığı altında bulunmaktadır. Bizler
bu ağırlığı, bu basıncı hissetmiyoruz. Çünki içimizden
de dışarıya doğru ayni miktarda bir basınç vardır. An­
cak bir dağ yamacında yükseklere doğru tırmanırken,
nefes almalarımızda sıklaşma, kalp çarpıntılarımızda
artma gibi değişikliklerle, vücudumuz dışında bir et­
kenin bu sonuçları yaratmış olabileceğini düşünmeye
başlarız.
Bu konuda ilk gözlemler, milattan önce 399 yılında
Çinli Hıouen-Thsang tarafından yapılmıştır. HıouenTshang Orta Asya yaylalarına çıkıldığında, kalbin
hızla arttığını, baş ağrısı ile karşılaşıldığını yazmış fa­
kat bunun nedenleri üzerinde durmamıştır. XI.
yüzyılda Meksika'yı işgal
edenler
5.000
m.
yüksekliğindeki yerlerde garipsedikleri büyük bir yor­
gunluk hissi ile karşılaşmışardır. Güney Amerika’da
Ant dağlarının yüksek yerlerindeki madenleri,
özellikle antimuan madenini işletmeye gidenler, baş
ağrılarım ve hızlı kalp atışlarını bu madenin etkisine
bağlamışlardır.
Bu konuda ilk ilmi çalışmaları yapan, kalp
atışlarındaki ve nefes almadaki hızlanmaların metodik
tasfirini yapan ve bu değişiklikleri yükseklerdeki
basınç azalmasına bağlayan, 1590 yılında Acosta
olmuştur. 1860 yılında Jourdanet’nin Mesika'da yaptığı
deneyler, hava basıncının canlılar üzerinde ne gibi
değişikliklere neden olduğunu açıkça göstermiştir.
Toriçelli yaptığı cıvalı barometresi ile hava
basıncının varlığını somut olarak ispatlamış .ve bu
basıncı ölçme olanağını yaratmıştır. Sonuçta hava
basınçının deniz seviyesinde (O.m.), 0 derece sıcaklıkta
ve 45. paralelde 760 mm.cıva sütununun ağırlığına eşit
olduğunu ortaya çıkarmıştır. Böylece, hava basıncının,
yufkandaki koşullarda 1 cm. alana 1.033 gr. olduğu
anlaşılmıştır. Ortalama olarak bir insanın hava ile te­
mas eden yüzeyinin 15.000-20.000 santimetrekare
2
olduğu saptandığına göre, havanın ü/erimi/deki
ağırlığının 15-20 ton kadar olduğu hesaplanmaktadır.
Yükseklere çıkıldıkça hava basıncının azalması
düzenli ve sabit oranda değildir. Azalma alt tabakalar­
da 11 metrede 1 mm., 5.000 metre yüksekliklerde her
20 metrede lmm., 10.000 metre yüksekliklerde ise 33
metrede 1 mm. kadardır.
Deniz seviyesinde 760 mm. olan basınç, 1.000 met­
rede 674 mm., 2.000 metrede 596 mm., 5.000 metrede
404 mm., 10.000 metrede 198 mm.dir. Bu durumda de­
niz kıyılarında 760 mm. olan normal basınç 1.034 met­
re yükseklikte olan Afyon'da 672 mm., 1.000 metre
yükseklikte olan Ankara'da 674 mm., 1.868- 2.000 met­
re yükseklikte olan Erzurum'da ve Sarıkamış'ta 596
mm. dir. Afyon'da 673 mm.lik, Erzurum'da 597
mm.lik basınç yüksek basınçtır. Bu değerlerden beli­
ren şu ki, Erzurum'da normal basınç deniz
kıyılarındakinden 164 mm. daha azdır.
Atmosfer basıncının değeri, havayı meydana geti­
ren gazların basınçlarının toplam basınçlarına eşittir.
Bilindiği gibi havanın % 78 i azot, % 21 i oksijen, % 1 i
de argon, neon,ksenon,kripton... gibi gazlardan
oluşmaktadır. Bunların toplam ağırlıkları, diğer
deyişle basınçları toplamı olan 760 mm.nin 593.3
mm.si azot, 159.52 mm.si oksijen, 8 mm.si de diğer
gazlara aittir.
500
1.Toplam hava basıncı.
3. Yükseklik (km.)
760
2. Yalnız oksijen basıncı.
4. Basınç miktarı.
Dağ çarpm ası : Yükseklere çıkıldıkça hava basın­
cının a/alması 1.001) metreye kadar pek hissedil­
me/ Fakat bu yüksekliklerden sonra, yorgunluk,
başağrısı gibi değişiklikler gelecekteki sıkıntıların ha­
bercisi olurlar.
Dağ çarpması olayının başlama yüksekliği sabit
değildir Kişilere göre değiştiği gibi, yer yer de tark
gösterir Atmosfer basıncı değişikliklerine karşı hassas
olan kimselerde dağ çarpması semptomları 1.500 met­
re yüksekliklerden itibaren başlayabilir. Bu yükseklik
Preııe'lerde 3.000-3500 m., Pasifik volkanlarında 4.000
metre, Meksika'da ise 4.500-5.000 metre dolay­
larındadır.
Nadir olmakla beraber, bu konuda bir noktayı daha
hatırlamakta fayda vardır. Bazı dağlık alanlarda, bir
kısım geçitlerde dağ çarpması denen bu olay, epeyce
aşağı seviyelerde başlar ve çok şiddetli şekilde kendisi­
ni gösterir. Ant’larda bazı geçitler sorroche'tan ölmüş
at ve katır iskeletleri ile doludur. Bu geçitlere İskeletler
Yüksekliği ( D'alto de los Huesos) adı verilir.
Dağ çarpması olayının başlama yüksekliği, dağ
yamaçlarında tırmanma hızına, dik veya az meyilli bir
yamaçta yükselme durumuna göre de değişir.
•
Dağ çarpması olayının semptomları şiddetli baş
ağrısı ile kendini hissettirmeğe başlar. Daha sonra bu­
lantı, göz kamaşması, kulaklarda şiddetli çınlama, baş
dönmesi, kusma, yiyeceklerden ve içeceklerden tat al­
mama, koku alma duygusunun kaybı, kalp atışlarında
hızlanma (taşıkardi) kesik ve sık nefes alma (hyperne)
yüz ve dudaklarda kan birikmesi ve rengin morar­
ması, ciğerlerde kan birikmesi, yorgunluk, hissizlik,
zekanın azalması, hafıza kaybı, gece uyuyamama,
gündüz ise önüne geçilemez bir uyku ihtiyacı, terleme
yoluyla tuz kaybı, nihayet vücut sıcaklığının azalması,
kalp durması ve ölüm.
Olayın Nedenleri: Yükseklere çıkılırken genel ola­
rak atmosfer basıncı a/.alır.Bu arada havayı meydana
5
getiren azot gazı ile birlikte oksijen gazının basıncı da
azalır. Bu nedenle ciğerlerimize çektiğimiz hava
içindeki oksijen de azalmış olur. Ciğerlerimizdeki
hava keseciklerine gelen kan içindeki kırmızı
küreciklerde bulunan hemoglobinler, yeteri kadar ok­
sijen alıp hücrelere götüremez. Oralardaki metaboliz­
ma sonucunda ortaya çıkan karbon di oksitin ta­
mamını alıp ciğerlere götürüp boşaltamaz.Bu durum­
da kanda biriken karbon di oksit bir taraftan teneffüs
ritmini düzenleyen merkezi etkileyip nefes almayı
hızlandırır. Bu da yeterli sonucu sağlayamazsa zehir­
lenme (intoxication) başlar. P.Bert'in yaptığı deneylere
göre, deniz seviyesinde kanda bulunan oksijen mik­
tarı, 2.000 metrede % 13, 3.000 metrede % 21, 6500 met­
rede % 43 azalır. 8.600 metre yüksekliklte ise , yani ba­
rometrenin 260 mm. ye indiği seviyede bu azalma %
50 ye varır ki bu hayatın son bulma sınırıdır. Eğer dağ
çarpmasının başladığı yüksekliklerde oksijen takviyesi
yapılır, oksijen basıncı yükseltilirse rahatsızlıklar he­
men tamamiyle ortadan kalkar.Bu durumda dağ
çarpması olayının, büyük çapta genel basıncın azal­
masından çok ciğerlerdeki oksijen basıncının azal­
masına bağlı olduğu anlaşılır.
Dağ çarpmasının, oksijen basıncının azalması sonu­
cu olduğuna diğer somut bir örnek de, İngiltere’de de­
niz seviyesindeki pirit madenlerinde saptanmıştır. Huelgoat'a göre, galeriye giren işçilerde, dağ çarpması
olayı belirtilerinin tamamı görülmüştür. Bilginin
yaptığı incelemeye göre, galeride hava içindeki oksije­
nin bir kısmı pirit ile birleşip azalmakta, oranı % 21
den % 9 a kadar düşmektedir. Burada genel basınç 760
mm. olduğu halde oksijen basıncı yandan fazla
azalmıştır.Bu oran 6.000 metre yüksekliklerdeki oksi­
jen basıncına eşit hale gelmiştir
Yüksekliğe uyum : Yukarıda işaret edildiği gibi, dağ
yamaçlarında yükseklere doğru tırmananlar, 1,5003.000 metreden itibaren rahatsızlıklar hissetmeğe
başlarlar. Eğer ilk belirtilerin başladığı anlarda dinlen­
meğe geçerlerse kısa bir süre sonra sıkıntıların önemli
bir kısmından kurtulurlar.Nefes sıklığı ve kalp
çarpıntısı hızı yavaş yavaş kaybolur. Yeteri kadar din­
lenmeden tırmanmaya devam edilirse semptomlar ye­
niden ortaya çıkar. Bu nedenle yüksek zirvelere çıkış
seferleri yapanlar 4.000 metrelerden itibaren bazan bir­
kaç hafta süren uyum molaları verirler. 1913 de Pikes
Peak'e çıkan Amerikan heyeti 4,296 metrede, hava
basıncının 452 - 462 mm olduğu yükseklikte birkaç
hafta uyum molası vermek zorunda kalmıştır. İlk iki
üç günde dağ çarpmasının sıkıntıları kaybolmuş, fakat
kandaki ve ciğerlerdeki karbon di oksit basıncının nor­
male inmesi beklenmiştir. 1936 da Himalaya'lara
tırmanan Fransız heyeti 1.600 metre ile 5.000 metre
arasını 36 günde çıkmış ve baş ağrısı hariç dağ
çarpması olayının diğer semptomlarını hiç hissetme­
miştir. 1995 mart başı ile mayıs sonu arasında Everest
seferi yapan Türk dağcısı Nasuh Mahruki 5.000 metre­
den sonra 500-600 metre yükseklik farkı olan yerlerde
ana ve ara kampları kurmuş, buralarda çevre
koşullarına uyum için birkaç gün ile 10 gün arasında
dinlenme ihtiyacını duymuştur. Bu başarılı seferde,
devamlı olarak baş ağrısından, zaman zaman öksürük
ve iyi uyuyamamaktan, yorgunluktan şikayet edilmiş,
ara sıra oksijen maskeleri kullanılmıştır.Nasuh Mahru­
ki, 8.600 metrede donmaya başlayan ayak parmak­
larını kurtarmak için oksijen maskesini takmış, spon­
sorluğunu yapan Yapı Kredi Bankası tarafından
bastırılan hatıralarında " Vücudum bir anda ısındı ve
artık donmak üzere olan parmaklarım üç dakika
içinde normale döndü. Doğrusu oksijenin bu etkisine
hayran olmamak elde değil. Bu kadar hızlı etki
göstereceğini tahmin etmiyordum." demektedir.
Vücut, yükselişin ilk basamaklarından itibaren aza­
lan basınca, özellikle oksijen basıncının azalmasına
karşı hemen
tedbirler almağa başlar.
Kanda,
hücrelerde ve ciğerlerin alveollerinde biriken karbon
di oksidin atılması , artan oksijen ihtiyacının
sağlanabilmesi için ilk tedbir nefes almanın sıklaşması,
kalp atışlarının artmasıdar. Buna paralel olarak, Viault, daha sonra Müntz’ün ortaya attığı görüşe göre, de­
niz seviyesinde mevcut kırmızı küreciklerin mikdarı
ve kırmızı kiireciklerdeki hemoglobin mikdarı, ihtiyaç
hissedilen oranda oksijen alamaz ve hücerelere
taşıyamaz, buradaki maddelerin yeteri kadar yan­
masını sağlayamaz ve metabolizma sonucu ortaya
çıkan karbon dioksitin tamamını alıp ciğerlere getire­
mez, getirdiklerini havaya verip onlardan kurtulamaz.
Bu durumda, omurilik ve dalak yeni kırmızı
kürecikler yapmağa başlar. Kırmızı küreciklerdeki he­
moglobin mikdarı çoğalır. Böylece kanın oksijen
taşıma gücü artar. Deniz seviyesinde 1 mm.küp kanda
4.5 - 5.4 milyon kırmızı kürecik varken, bu mikdar
1.800 metrede 5.5 -6 milyona, 4.300 metrede 6 - 8.2 mil­
yona çıkar. Bu artış, ilk metrelerden itebaren başlar
1.800 metrede maksimuma ulaşır. Bu yükseklikten son­
ra yavaşlar.Bu arada y u k a r ı d a belirtildiği gibi kırmızı
küreciklerdeki hemoglobin mikdarı da fazlalaşır. De­
niz seviyesinde 100 kabul edilen bu oran 1.800 metrede
110 a. 4.300 metrede 144 e çıkar ve kırmızı küreciklerin
oksijen taşıma gücü (oxyphorique güç) bu yolla da
artmış olur.
Yüksek zirvelere çıkan kimselerde 4.000 metre ve
daha yükseklerde verilen uyum molalarının ilk birkaç
gününde sıkıntı semptomlan ortadan kalkarsa da yeni
koşullara tam uyum için 1 5 - 2 0 günlük zamana ihti­
yaç duyulur.
Sosyal etkiler : Sıcak kuşakta genel olarak orta
yükseklikler, yerleşme için tercih edilen yerlerdir. Fa­
kat buralarda da 3.000 metrenin üzerindeki yerleşme
noktalan dikkat çekecek kadar azdır.Yükseklerde bu­
lunan yerleşme yerlerinin nüfusları da fazla değildir.
Orta paralellerde insanların devamlı yaşadıkları
yükseklikler daha alçalır. Kuzey kutup çevresine yak­
laştıkça okümen alanın yüksekliği deniz seviyesine
yaklaşır
Yükseklerdeki oksijen a/lığı, oralarda yanaşanların
psikolojileri ve beden aktiviteleri ii/erine de etki yap­
maktadır.
Meksikada
deniz
se\ iyesine
yakın
Yüksekliklerde yaşayanlar canlı,hareketli, reaksiyoner
insanlardır. 4.000 metrenin üstündekiler ise durgun,
tembel
kimselerdir.
Meksika'da
3.000
metre
yükseklikteki popocatapetl madenlerinde yerliler
çalıştırılmaktadır.Fakat bunlar günde ancak birkaç
saat, o da sık sık dinlenme molaları vermek suretiyle
çalışabilmektedirler. 28 yasından sonra bu tip
çalışmaya bile dayanamamakta ve doğal olarak kendi­
lerini yaşlı, emekli olarak kabul etmektedirler.
Fazla yüksek olan yerlerde yaşayanlarda zihni faa­
liyetlerin azlığı da dikkat çekici özelliklerden biridir.
Dr. jourdanet tarafından saptanan, bedeni ve zihni
durgunluklaı yanındaki bir diğer özellik de bu
yüksekliklerde yaşayanların kanlarının kırmızı ol­
mayıp koyu mor, hatta siyaha yakın oluşudur, jourda­
net bu özelliği de anoxhemie’ye bağlamaktadır.
Alp'lere çıkan turistlerin, dağcıların, yükseklerdeki
burun kanamalarında da akan kanın renginin, aşağı
seviyelerdekinden farklı olduğu, canlı kırmızı değil,
koyu, siyaha yakın olduğu görülmüştür.
Y ü kseklere has p a ta lo ji : Fazla yükseklere
çıkanlarda veya bu yüksekliklerde yaşayanlarda patalojik özellikler de saptanmıştır. Örneğin buralarda ileri
derecede bronşit, pnömoni ve plörazi, çok görülen
hastalıklardır. Lombard, bunları hava basıncının azal­
masından çok, güneş ışınlarının fazlalığına, bağıl ne­
min azlığına ve günlük sıcaklık farklarının fazlalığına
bağlamaktadır. Buna karşılık yüksek yerlerde verem
hastalığının azlığı dikkat çekici bir diğer olgudur.
Peru'da deniz seviyesine yakın olan yerlerde çok
yaygın olan verem hastalığı, Ant dağlarının yüksek
yerlerinde son derece azdır. Etiyopya yaylalarında ve­
rem, çok az rastlanan hastc-itP u rdandır.A.B.D.nin
yüksek eyaletlerindeki pekçok hasunede de ayni du­
rum saptanmıştır. Peru'da deniz seviyesine yakın yer­
lerde t ın tükürmeğe başlayan bir veremlide, Ant
dağlarının yükseklerine çıkarılırca basıncın azalması
ile orantılı olarak kanamanın azaldığı görülmektedir.
Bu durum yükseklerdeki anemi ile açıklanmaktadır.
Buna karşılık, diyabet hastalığının bu yüksekliklerde
fazlalaştığı saptanmıştır.
Yeri gelmişken, yüksekliğin, insanları ilgilendiren
küçük canlılar (mikroplar) üzerine yaptığı etkilere de
kısaca değinelim. Hastalık nedeni olan mikropların
çoğıı, belirli yüksekliklere kadar yaşayabilirler,
basıncın azalması ile birlikte oksijen azalmas* re hava­
daki ültraviyole ışınlarının çoğalması bunun başlıca
nedeni olarak görülmektedir.Örneğin verem hastalığı,
ekvatordan kutuplara kadar olan bütün paralellerde
görülür. Fakat bu hastalığın genellikle 1.500 metreden
sonraki yüksekliklerde azaldığı pekçok yerde saptanmıştır.Cenevre'de
500
metreye
kadar olan
yüksekliklerde ölümlerin % 12 sini kapsayan verem,
1.600 metrenin üstündeki yüksekliklerde sıfıra iner.
Dr. Jourdanet, Meksiko' da 30.000 hastada 6 veremliye
rastlamıştır.Snnhumma, Meksika körfezi kıyılarında
Verracru/da çok yaygın iken 2.277 metre yükseklikte
olan Meksiko'da hemen hiç yoktur. Bu hastalık 1.100
metreyi aşamaz Veba 600 metre den yüksekliklerde
görülme/. Süt ve et gibi yiyeceklerin fermantasyonuna
nedt*n olan mikroplar, basıncın azalması ile ölürler.
II - İKLİM ELEMANLARI
A - Sıcaklık :
Dünva üzerinde sıcaklığın kaynağı Güneştir. Acunda­
ki diğer gök cisimleri ile dünyanın içindeki sıcaklığın
yüzeydeki sıcaklığa etkisi sıfır dereceye yakındır.
Ancak, dünya üzerinde sıcaklığın kaynağı tek ve
her yer için ayni olmakla, beraber sıcaklıklar yer yer
büyük farklılıklar gösterir. B u n u n çeşitli nedenleri
vardır. Bunların başında dünyanın şeklinin yuvarlak
oluşu gelmektedir. Dünyaya birbirine paralel olarak
gelen güneş ışınları ekvator yakınlarına dik veya dike
yakın bir açıyla gelir. O nedenle buraları dünyanın çok
ısınan yerleridir. Kutup yakınları ise, Güneş ışınlarını
çok küçük açılarla alırlar. Bu nedenle buraları genel
olarak soğuk yerlerdir. Kutuplardan ve Ekvatordan
uzak olan orta paralellerde bulunan yerler güneş
ışınlarını alış açısından orta değerde yerlerdir. Bu
bakımdan oralar sıcaklık bakımından orta değerler
taşırlar. Bu nedenle dünya üzeri matematik olarak, 23°
27' paralelleri ile 66 "33' kuzey ve güney paralelleri (ku­
zey ve güney kutup daireleri) arasında kalan yerler
ılıman kuşaklar, 66° 33’ paralelleri ile kutup noktalan
arasında kalan yerler ise soğuk bölgeler olarak
anılırlar. Bu sonucu, paralellerin sıcaklık üzerine etkisi
şeklinde fomüie edebiliri/.
Ancak dünya üzerinde sıcaklığın dağılışı matemakikse! bir düzen göstermez.Dağılış düzenini karıştıran,
değiştiren başka büyük coğrafi etkenler vardır. Bunlar
«ırasında karaların ve denizlerin dağılışı, okvanuslar-
daki sıcak ve soğuk su akıntıları, devamlı ve devirli
rüzgarlar (Ali/eler, Batı rüzgarları ile kara ve deniz,
dağ ve vadi meltemleri), deniz seviyesinden yükseklik
bu farklılıkları arttıran önemli nedenler arasında bu­
lunmaktadır.
Ayrıca herhangi bir yerdeki sıcaklık, yukarıda
hatırlanan coğrafi nedenler altında bütün yıl boyunca
ayni durumda da değildir. Dünyanın ekseninin ekliptik düzlemine 23“27 eğik olması nedeniyle, dünyanın
Güneş etrafında dönüşü esnasında güneş ışınlarının
geliş açısı her yerde devamlı olarak değişir. Buna bağlı
olarak ısınma durumu da değişir. Mevsimler oluşur.
Mutlak minumum ve mutlak maksimum sıcaklıklar
bazı yerlerde yıl içinde 100° ye varan farklılıklar
gösterir.
Genel olarak, gece - gündüz sıcaklık farklarının
varlığının hatırlanması da iyi olur. Çünki yer
yüzündeki hayat üzerinde bu farklılıkların da etkisi
vardır.
Sıcaklık ve canlılar : Sıcaklığın canlılar üzerinde
ne derece etkili olduğu, yaşadığımız çevreden başka
bir bölgeye gider gitmez hemen fark edilir. Bu
farklılık, tek hücrelilerden büyük memelilere kadar
bütün canlılarda görülür.
Sıcaklığın mikroorganizmalar üzerindeki etkisi
yalnız biyoloji bakımından değil, insan ve diğer me­
melilerin hayatı bakımından da önemlidir. Sıcaklığın
artışı, mikroorganizmaların, mikropların hızla çoğal­
masına olanak hazırlar. Yapılan çalışmalar, mikrop­
ların yaz mevsiminde, kış mevsimine göre 5 - 1 0 misli
hızla çoğaldığını ortaya çıkarmıştır. Durum, salgın
hastalıklann yaz mevsiminde kışa göre neden hızla
yayıldığını, mikrobik hastalıkların, sıcak bölgelerde
diğer bölgelere göre neden daha çok görüldüğünü ve
hızla yayıldığını açıklamaktadır.
Bakterilerin sıcaklığa dayanabilme sınırı vardır.
12
Şarbon hastalığına neden olan bakteriler + 41° de
uyuşur, hareketsizledir. + 44 - +45' de ölür. Bu neden­
le vücut sıcaklıkları memelilerden daha vüsek olan
kuşlarda şarbon hastalığı görülmez. Pasteur tavuklar
üzerinde yaptığı deneylerle onların da şarbon has­
talığına karsı muafiyet sahibi olduğunu göstermiştir.
Basit canlıların yaşamını sonuçlandıran üst sıcaklık
sınırı olduğu gibi alt sınırı da vardır. Örneğin şarbon
mikropları t ıh' den aşağı sıcaklıklarda yaşayamaz.
Bunların yaşama olanağı +16' ile + 44* arasında bulu­
nur.
Sıcaklıklar mikroorganizmalar üzerinde etki yaptığı
gibi, büyük boylu ( kompleks organizmalı ) bitkiler ve
hayvanlar üzerinde de etkili olmaktadır. Bitkilerin, ha­
yati devrelerini normal olarak geliştirip tamamlayabil­
mesi için, belirli ve devamlı artan bir sıcaklığa ihti­
yaçları vardır. Herhangi bir bitkinin çimlenmesi,
büyümesi, çiçek açması ve tohum verip hayati devresi­
ni tamamlayabilmesi için, belirli ve devamlı artan
sıcaklıklara ihtiyacı vardır. Bu artışın hızlı olması,
büyümeyi ve hayati devreyi tamamlamayı çabuklaştıdır. Fakat çimlenme devresinde, çiçek açma devre­
sinde, gereğinden çok sıcaklığın olması bitkinin yan­
masına, kurumasına neden olur.
Düzenli yükselen ve belirli yüksekliklerdeki sıcak­
lıklar, bitkilerin hayat sahalarını, dünya üzerindeki
yaşama alanlarını da belirler.
Sıcaklıkların hayvanlar üzerinde de önemli etkileri
olduğuna yukarıda işaret edilmişti. Hayvanlarm.vücut
yapıları, çeşitli organlarının salgılan, onların yaşa­
dıkları çevre sıcaklığına göre büyük değişiklikler
gösterir. Bu konuda kaba gözlemlerimizle edindiğimiz
bilgileri hatırlamak yeterlidir sanırız. Kedi ve köpek­
lerin kış mevsiminde daha yağlandıklarını, tüylerinin
sıklaştığını ve uzadığını biliriz. Kurt, tilki, ayı gibi hay­
vanların da sıcağa karşı vücutlarında değişiklikler
olduğu bilinir.
13
Sıcak bölgelerde yaşayan hayvanların, akreplerin,
yılanların zehirleri, ılıman bölgelerde yaşayanlara göre
daha etkili, daha öldürücüdür.
Hayvanların da yaşayabilmeleri için sıcaklık
bakımından normal, üst ve alt sınırlar vardır. Soğuk
kanlı hayvanların çoğu, memeli hayvanların normal
sıcaklığı olan 37° ye dayanamazlar ve bu derecede
ölürler. Sıcak kanlı hayvanlar, vücut sıcaklıklarının 4°5* derece fazlalaşmasına dayanamazlar. Sıcaklıkları bu
düzeylere yaklaşınca, nefes almaları sıklaşır, kalp
atışları fazlalaşır, gayrı ihtiyari haraketleri çoğalır ve
hayatları son bulur.
Cl. Bernard'a göre , soğuk kanlı hayvanlar 37° veya
39° de, memeli hayvanlar 43° veya 45* de, kuşlar ise
48° veya 50° de ölürler, Bu dereceler onların
yaşayabilecekleri üst sınırları gösterirler.
Sıcaklık ve insan : İnsan homeotherm bir varlıktır.
Bütün organlarının normal olarak çalışması, sabit olan
iç ısısına bağlıdır. Bu da 37° den biraz fazladır.Bu mik­
tar ırklara göre ancak 1 - 2 diziyem farkeder. Zencile­
rin iç sıcaklığı beyazlardan biraz fazladır. İklimin etki­
si ile bu farklılık ençok 6 - 8 diziyeme kadar çıkabilir.
İnsanin 37° kadar olan bu iç ısısı kendini saran hava
sıcaklığından hemen hemen etkilenmez. Vücut dış
sıcaklığa göre iç sıcaklığını sabit tutacak ayarlama me­
kanizmasına sahiptir. Bunu sinir sisteminin yardımı
ile yapar. Bu ayarlamada meydana gelebilecek aksama
ciddi sağlık problemlerine yol açar.Ayar mekaniz•masının durması kesin ölüm nedeni olur.
İnsan, bu ayar mekanizması ile yüksek sıcaklıklara
dayanabilir. 20° - 25’ arasındaki sıcaklıklar, insanın
kendini rahat hissettiği, fiziki ve zihni faliyetlerini nor­
mal olarak yürütebildiği sıcaklıklardır. Fakat sıcaklığın
30 ‘ yi aştığı, vücut sıcaklığına yaklaştığı 35* veya faz­
lası, fiziki ve zihni faaliyetlerde yavaşlamaya, terleme­
ye neden olur. Fakat vücut daha yüksek sıcaklıklara
da dayanabilir. Nitekim, Kı/ıldeniz'de seyreden gerni14
lerin ateşçileri 7\V ve kadar çıkabilen sıcaklıklarda
çalışabilmektedirler. Şüphesi/ bu yüksek sıcaklıklara
dayanabilmeniii en önemli koşulu havanın kuru ol­
ması, bağıl nemin oralarda çok düşük olmasıdır. Bir
diğer koşulu da vücuttaki terin hı/la uçmasını
sağlayacak, bovlece vücut sıcaklığını düşürecek hava
ceryanının yaratılabümesidir.
Stcak çarpm ası : İnsanlar için normal sıcaklık,
çıplak halde , gölgede,rüzgarsız bir havada, hiç ra­
hatsızlık hissetmeden uzun süre durabileceği sıcak­
lıktır. Bu sıcaklık- pekçok araştırıcı tarafından kabul
edildiği gibi- insanın iç sıcaklığının birkaç derece
altında bulunur. Bu da yaklaşık 32°.5 kadardır.
Sıcaklığın, insanın dayanabileceğinin üstüne çık­
ması ve bu ortamda uzunca süre kalması sıhhi
bakımdan ciddi sonuçlar doğurmaktadır. J. Fayrer
buna güneş çarpması adını vermiştir. Ona göre, güneş
çarpmasının patalojik sonuçları şöyle gözükmektedir:
1- Bitkinlik ve yorgunlukla gelen bayılma .
2- Güneşin beyin, ilik, özellikle teneffüsü sağlayan
sinir sistemi üzerine etkisi ile gelen bir çeşit şok.
3- Vücudun otomatik olarak aldığı tedbirlerin ye­
tersiz kalması sonucu bütün vücut ısısının çok
yükselmiş olması.
Fayrer'in güneş çarpması dediği bu sıcaklık
çarpmasına genel olarak sıcak bölgelerde, Hindistan,
Pakistan, Mısır, Güney Çin, Avustralya, Meksika, Bre­
zilya gibi ekvatora yakın ülkelerde ve Akdeniz
çevresindeki, hatta, Orta Avrupa'daki ülkelerde sıcak­
lığın oralarca normalin cok üstüne çıktığı yaz gün­
lerinde görülür. Memleketimizin özellikle güneyinde
bulunan yerlerinde, gölgede sıcaklığın 40° nin üzerine
çıktığı günlerde öğleden sonraki saatlerde çokça rast­
lanan bir olgudur. Güneş çarpması olayı bazı hallerde
ölüme kadar uzanır. Bu durumda terleme, serinleme­
ye neden olduğu için sıcaklık çarpmasının yarattığı
sıkıntıdan kurtulmak için çok faydalıdır. Hareketsizlik
yerine terlemeyi sağlayan hareketlilik tercih edilmeli­
dir. Yüksek sıcaklıkta, bağlı ve hareketsiz duran
köpeklerin öldüğü, avni sıcaklıkta serbestçe yürüyen,
koşan köpeklerin böyle bir durumla karılaşmadıkları
görülmektedir.
Sıcaklık çarpması ile ölenlerin otopsilerinde kalp
boştur ve büzülmüştür. Damarlarda ve aortlardaki
kan siyahtır. Normalde kanda % 12-15 olan oksijen %
1-3’e düşmüştür. Bu nedenle kan siyahlaşmıştır. Bura­
da mveline'in coogulation'u söz konusudur.
Sıcağın ani olarak normalin üzerine çıkması, veya
ılıman ve soğuk bölge insanlarının sıcak bölgelere
gidişi hallerinde ilk etkiler deride ve ciğerlerde
görülür.Vücut ısısı 1 veya 2 derece artar, terleme fazla­
laşır, nabız normalin üzerine çıkar ( 72 - 84 ) Bu halin
devamı durumunda aksine, nefes alıp verme hızla
azalır, renk sararır, ciğerlerden atılan asit karbonik
miktarı % 12.24 azalır (Rathray). Kanda kırmızı
kürecikler azalır,beyaz kürecikler çoğalır. Böbreklerin
faaliyetleri yavaşlar, asit ürik miktarı serin bölgelere
göre azalmış olur. Bunun yanında sıcaklık, bitkilerin
hızla gelişmesini sağladığı gibi insanlarda, yaraların
çabuk
iyileşmesini,
mikroorganizmaların
hızla
çoğalmasını ve salgm hastalıkların normal üstü bir
süratle yayılmasını sağlar.
Sıcaklığın çoğalması zihni faaliyetleri de azaltır.
Dikkati, düşünmeyi, zihni çalışmaları izlemeyi zor­
laştırır. Yorgunluk ve uyku hissi baskın bir duygu ha­
line gelir. Bu nedenle sıcak ve ılıman bölgelerdeki
okullar çoğunlukla öğleden sonraları, bazan da
günlerce tatil olunur. Ders senesinin başlama ve bitim
tarihleri sıcaklıklara göre ayarlanır. Devlet daireleri sa­
bah erken saatlerden 14'e kadar çalışır. Ticarethaneler
öğleden sonra birkaç saat kapanır, fakat gece geç saatlara kadar açık kalır.Ispanyol’ların siestaları meş­
hurdur.
16
Sıcaklar, insanların mizaçlarına da'otki yapar. Sıcak
tvl^e insanlar; daha hassas, daha aceleci, fazla reaksivonerdirîer. Serin bölge insanları ise soğukkanlı, tem­
kinli, tahammüllü olurlar.
M tm ıcak tedbirler : Yüksek sıcaklığın verdiği ra­
hatsızlık, insan ton, vücudun aldığı tedbirler yanında
baz: ek tedbirler a’rv ğ a da. yöneltir. Bu sıkıntı kopalı
bir verde dııvuluvorsa açık havaya çıkma ihtivacı du­
yulur veya karşılıklı pencereler, kapılar açılarak hava
cervanı sağlanmağa çalışılır. Ayni amaçla yelpaze kul­
lanılır, varsa vantilatör çalıştırılır. Son zamanlarda
yayılmağa baklavan klima aygıtları bu konuda en iyi
tedbirdir.
Bastıran uyku ihtiyacına karşı, sıcaklığın bunaltıcı
etkisinden kurtulmak için uykuya yatmak, uygun bir
tedbir değildir. Bu durumda uvku, dinlendirin ol­
madığı gibi kâbuslarla devam ederek rahatsızlığı daha
da arttırır. Tehlikeli durumlar yaratabilir. Bu nedenle
yaz mevsiminde, sıcaklığın çok fazla olduğu günlerde,
Güneydoğu Anadolu'da, öğleden sonraki saatlarde
uyunmaması için davulla veya hoparlörlerle halk
uyarılırdı.
Terle kaybolan su ihtiyacını karşılamak üzere,
soğuk şerbetler, içecekler faydalı, hatta lüzumludur.
Alkollü içkilerden medet ummak uygun bir düşünce
değildir. Alkol, az da olsa bu sıkıntılı anlarda , zaten
azalmış olan toleransı daha da azaltır. Hiç arzulanma­
yan olayların doğmasına neden olur.En iyi tedbir ola­
rak bol şekerli-türk kahvesi veya espresso tavsiye edi­
lir.Kahve uykuya, yorgunluğa karşı uyarıcı bir rol oy­
nar. Bu nedenle sıcak bölgelerde, sıcak günlerde kahve
çok kullanılır. Ayrıca terleme ile vücudun kaybettiği
tuzu telafi etmek için halk, tuzlu serin ayran içmeyi
adet haline getirmiştir.
^
17
Şiddetli soğu klar : Sıcak, soğuk şiddetli soğuk gibi
terimler göreceli ifadelerdir. Değerleri kişilere göre
değişir. Ba/ı kimselere göre soğuk olarak ifade edilen
hava sıcaklığı, diğer bazılarına göre serin hatta sıcak
olabilir E>kimo'lar için, ılıman bölge sıcaklıkları davamlamayacak kadar yüksek, ekvator bölgesi insanları
için ise çok düşük görülebilir. Sonbaharda havaların
serinlemeye başlaması ile memleketimizden güneye,
sıcak bölgelere doğru göç eden kuş sürülerine karşılık,
Nordenskiold, yaptığı kutup seferinde
-10' de
yalayan hayret edilecek derecede çok,kıış sürülerine
rastlamıştır. Suyu 0* civarında olan denizlerin balık
kaynadığım görmüştür.
O halde, şiddetli soğuk terimini müştereken kabul
edilecek bîr anlama nasıl kavuşturabilirz? Bazı bilgin­
ler bu konuda -10 ' nin altındaki sıcaklıklara şiddetli
soğuk denmesini ileri sürmüşlerdir. Ancak, -104 ve
altındaki sıcaklıkların insanlar üzerindeki yatığı etki­
ler, birçok kimsede bu derecenin üzerinde de
görülmektedir. Bu nedenle kesin bir sınır çizme yerine
daha pratik bir tarifin kabulü daha anlamlı olabilir.
"Herhangi bir kimse için baş ağrısının, el ve ayak par­
maklarında donmanın, hissizleşmenin
başladığı
sıcaklı*, şiddetli soğuğun üst sınırını meydana getir­
mektedir'' denebilir.
Sıcaklığın çok fazla düşmesinin bitkiler, sıcak ve
soğukkanlı hayvanlar üzerinde önemli etkileri
görülür. Yukarıda belirtildiği gibi, soğukkanlı hayvan­
lar ortadan çekilir. Hayati aktivitelerini kaybeder, kış
uykusuna yatarlar. Sokaklarda gezen hayvanların
vücut yapılarındaki değişmeler hemen farkedilir. Bit­
kilerin aldığı tedbirler de derhal göze batacak
büyüklüktedir
Sıcaklıkların düşmesi, şiddetli soğuklar terimi ile
ifade e d !;r Kale gelmesi, insanlar ü/erinde de fizyolo­
jik ve pvkotojik değişimlere neden olur Bu konuda ilk
dıkkart çeken, tandaki kırmı/ı küreciklerin azal-
md'-ıJır. NornA.il olarak 1 santimetre küp kanda 4.5 - 5
ınilvon olan kırmı/ı kiirecik miktarı 1 milyona kad.ır
iner. Hu hal ejö/lerin retina tabakasında lıemorraji vt*
neden olı.ır. A\ rica hücrelerin beslenmesi, oksijen ihti­
yacının sağlanması, oralardaki vanma ve artan kalori
ihtiyacının giderilmesi konularına aksaklık getirir.
Şiddetli soğuklar, vücut çevresindeki (el, ayak, bu­
run, kulaklar) kılcal damarların büzülmesine neden
olur Buralarda kan akışı durur, kırmızı kürelerin
muntazam olan kenarları kırtıklı (crenele) bir hale ge­
lir ve kırmı/ı küreler fonksiyonlarını kaybeder. Kan
akışı bütün vücutta ağırlaşır. Eğer zamanında ve bilgi­
li müdahale edilirse uçlardaki bu pıhtılaşmanın önüne
geçilir ve şekilleri bozulmuş haldeki kırmızı kiirecikler
normal şekillerine döner ve kana karışır. Aksi halde
geciken müdahalede pıhtılar kana karışarak tıkanr
malara (infarctus) ve ölümlere neden olur. Müdaha­
lede gecikmenin bir diğer sonucu da donan organların
kangren olmasıdır Bu durumda cerrahi müdahale zo­
runluluğu doğar. Bacağın, kulağın kesilip atılması ge­
rekir. Şiddetli şoğuklar karşısındaki tedbirsizliklerin
sonucu olarak pnömoni (akciğerlerin su toplaması)
nezle ve bronşit de çok sık rastlanan hastalıklardır.
Nezle ve bronşit, ekvatordan kutuplara doğru çoğalır.
Pnömoni ise, yüksek yerlerdeki soğuk algınlıklarında
fazlalaşır (Hirch). El parmaklarının donması olayı da
(panaris) çok görülen hastalıklardan bir diğeridir.
Şiddetli soğuklar insanlarda psikolojik değişiklikler
de yaratır. Başlangıçta bir baş ağrısı duyulur. Hemen
arkasından dayanılması güç bir yorgunluk, uyuşukluk
düşüncede tembellik ve uyku ihtiyacı gelir. İnsanın
kendisini, "biraz dinleneyim, biraz uyuklayayım”
düşüncesine kaptırması, geriye dönülemez bir yolcu­
luğun başlangıcı olur. Bazan donarak ölen kimselerin
soyunmuş olduğu görülmüştür. Bu hal, düşünebilme
gücünün azaldığı anlarda bastıran uyku ihtiyacı
içinde, normal uvuma evvelindeki alışkanlığın otoma­
tik olarak yerine getirilmesinin sonucudur.
Şiddetli ve devamlı soğukların egemen olduğu yer­
lerde yaşayan insanların vücut yapılarında da değişik­
liklerin meydana geldiği görülmüştür. Örneğin, Eski­
mo'ların, Ateşadası yerlilerinin deri altlarında terleme
be/leri çok azdır veya hiç yoktur. Deri altlarında bir
yağ tabakasının varlığı, genital organlarının, ılıman ve
sıcak
bölgelerdeki
insanlardan
farklı
oluşu,
vücutlarındaki dikkat çekici özelliklerdendir. Ayrıca
sindirim sistemlerindeki farklılık da hemen göze
çarpar. Karaciğerleri büyük ve yağlıdır. Çene kemikle­
ri çok kuvvetlidir. Karınları büyüktür. Aldıkları nefes­
te, havanın olanca soğukluğu ile ciğerlere uluşmaması
için burun yapıları biraz değişiktir.
Şiddetli soğuklar, şüphesiz beslenme ve giyinme
rejimlerinde de değişikliklere neden olur.
B- Rüzgârlar : Beraberce yaşadığımız coğrafi ele­
manlardan biri de rüzgârlardır. Zaman zaman da olsa
etkilerini gösterdikleri sürelerde sağlığımız üzerinde,
daha çok psikolojik olmak üzere önemli etkiler yapar­
lar. Ancak rüzgârlar, bu etkileri sıcaklık ve nemlilik
karakterleri ile yaparlar. Mısır'da hamsin, Cezayir'de
sirokko, Fransa'nın güneybatısında otan, Alp'lerin ku­
zeyinde fon, sıcak ve kuru rüzgarlardır. Genelde bu
rüzgarlar estiğinde sıcaklık, bulundukları bölgenin
normal sıcaklıklarının çok üstüne çıkar. Samyeli ve
sırokko gibi, çöllerden gelenler fırın ağzından
çıkıyormuş gibi deriyi yakar, vücut sıcaklığını
yükseltir. Çok kuru olduğu için nemi bir sünger hızı
ile emer, gözlerin nemini alır, göz kapaklarının inip
çıkması zorlaşır. İyi korunmazsa gözler kanlanır,
ızdırap verici bir hal alır. Nefes alma zorlaşır, sıklaşır.
Genel bir rahatsızlık bütün benliği sarar.
Dağlardan inen rüzgârların en iyi incelenmiş olanı
Alp’lerin kuzeyinde görülen fön adlı rüzgârdır. Fön,
buralarda daha çok ilkbahar ve sonbaharda eser. Sıcak
ve kuru bir rüzgardır. Çöl rüzgârları kadar sıcak olma­
sa da estiği /amanlarda sıcaklığın, birkaç saat içinde
20
li) - 15 yükselmesine neden olur. Bu ani sıcaklık artışı
ilkbaharda
karların
erimesine,
sonbaharda
ise
ürünlerin çabuk olgunlaşmasına neden olur. İnsanlar
ü/erindeki etkisi olumlu değildir. Estiği günlerdeki
alçak basınç, yüksek sıcaklık ve havanın kuraklığı, be­
raberce, sağlık üzerinde psikolojik bakımdan olumsu/,
etkiler yapar. Hassas olanlar, fönün geleceğini saatler­
ce ev velden hissetmeğe başlarlar. İlk belirtiler sıkıntı,
derin bir endişe, hatta kötü olayların meydana gele­
ceği korkusudur. Daha sonra iç sıkıntısı bütün benliği
kaplar. Şüphecilik artar. Bütün organlara bir ağırlık
çöker. Şiddetli bir baş ağrısı duyulur. Nevralji, romatizmal ağrılar artar. Yenen yemeklerden lezzet
alınmaz. Uykular dinlendirici değildir, kâbusla geçer
haldedir.
Memleketimizde de, sağlık üzerine etki yapan
rüzgârlar vardır, Lodos bunlardan biridir. Güney­
batıdan eser. Ilık ve nemlidir. Gelişi hassas bünyeli
kimseler tarafından saatler öncesinden hissedilir.
Böylelerinde hemen romatizma ağrıları başlar. Bunlar
lodosun habercileridir. Rüzgârın tam hakim olduğu
zamanlarda, iç sıkıntısı, baş ağrısı, sinirlilik, romatiz­
ma ağrılarında azma, çok kimsede görülen fizyolojik
ve patalojik görüntülerdir.
Genel olarak yaz mevsiminde Marmara bölgesinde
ve Ege kıyılarımızda görülen poyraz ortalığı serinleti­
ci, havanın nemini azaltıcı, bol oksijen getirici gibi
özellikleri ile ferahlık verici, sağlığı takviye edici etki­
ler yapar.
Güneydoğu bölgemizde, yaz mevsiminde görülen
güney rüzgârları, samyeli özelliklerini , Karadeniz
kıyılarımızda dağlardan inen akyel de, fön karakterini
taşıyan rüzgârlardır.
21
C - Nem : Atmosfer ortamında iklim elemanlarının
gücüne ot ki Yapan on büyük olken nemdir. 1 lavad.ıkı
nem, vervu/imdeki canlılar için, sıcaklık bakımından
koruvucıı bir örtii rolü oynar. Cündü/.lori Güneşten
gelen ışınların bir kısmını tutarak, yüzeyin çok ra/la
ısınmasını , gece de fazla soğumasını önler.
Mutlak kuru hava düşünülemez. Ancak havadaki
nem de sabit değildir. Yer yer, zaman /aman değişir
ve vüksekiere çıkıldıkça genel olarak a/alır.
Havadaki nem üç terimle ifade edilir. Bunlardan
biri mutlak nemdir. Mutlak nem, herhangi bir anda bir
metre küp havada bulunan su buharının gram olarak
ifadesidir. 3,5,15 gr. şeklinde söylenir. Havanın
görünmez halde taşıyabileceği su buharı miktarı belir­
lidir. Bu en yüksek miktara maksimum nem denir.
Hava ısındıkça, taşıyabileceği su buharı miktarı da ar­
tar. Örneğin 0° de maksimum nem 4.S gr.,10° de 9,3
gr., 20* 17.3 gr.dır. Havanın soğuması halinde de, mak­
simum miktardan fazla gelen nem yoğuşur, küçük
damlacıklar haline gelir. Sonuçta sis, pus,bulutlar ve
yağmur meydana gelir. Bu soğuma, vüzeye yakın yer­
lerde olursa çiğ düşmesi dediğimiz olayı meydana ge­
tirir.
Havadaki nemin üçüncü ifade şekli bağıl nemdir.
Bağıl nem, havanın, neme doyma derecesine nekadar
uzak olduğunu ‘/r olarak gösterir (% 30, i7c 50 ). Mut­
lak nemin bağıl neme bölünmesi yolu ile bulunur.
Dağların 2.0»)0 metreden yüksek yerlerinde, genel
olarak orman sınırının üstündeki yerlerde sıcaklığın
düşük oin-as: nedeni ile havadaki mutlak nem azdır.
Ya-^ış da fazla değildir. Buna karşın buraların sık
cavıriarla orîüiıl oluşu iigi çekicidir. Bu zengin bitki
örtücünün n e d e m , ö / e ilik le yo/ .tvlonndo bürolardı*
her goee saboho karsı düsen yoğun çiğdir.
x. uksek yerlerde havada mutlak nemin o/ oluşu bu­
ralarda havanın kompozisyonunu do değiştirir. Hava­
daki
oksijen
miktarı
artar.
Bu
nedenle bu
yüksekliklerde tedavi merkezleri kurulur. Davos bu
konuda şöhreti yaygın bir verdir.
Bu yüksekliklerde, gündü/, güneşde paltosu/ ra­
hatlık] a gezilebilir.Fakat ayni saatlerde gölgelik yerler,
bina içerleri çok soğuk oiur. Oralarda ivice giyinmek
veya soba yakmak zorunluluğu hissedilir.
Yukarıda belirtildiği gibi, insanda vücut sıcaklığı
37“.2 civarındadır. Sıcaklığın bu derecede kalmasını si­
nir sistemi ayarlar. Artan iç sıcaklığının düşürülmesi
iki yolla olur. Derinin soğuk hava ile teması ve terle­
me. Derinin soğuk hava ile teması yolu ile vücut ısı
kaybedip sıcaklığını normale indirebiliyorsa terlemeye
ihtiyaç kalmaz. Fakat hava sıcak ise, vücut içinde
yükselen sıcaklığı belirtilen düzeye indirebilmek için,
sinir sistemi, deri altında bulunan ter bezlerini uyanr
ve vücut ter denilen sıvıyı yüzeye çıkanr. Ancak terle­
me miktarı ve hızı ile dış sıcaklığın yüksekliğinin
doğrudan bağlılığ; varsa da, terleme, sadece dışarıdaki
sıcaklığa bağlı değildir. Etrafımızı çeviren hava
içindeki bağıl nemin oranına da bağlıdır. Sıcak ha­
vanın bağıl nemi yüksekse, yüzeye çıkan ter buhorlaşamaz ve deri üzerinde kalır. Buharlaşma olmayınca
da vücudun serinlemesi gerçekleşemez. Ferahlama ol­
maz. Vücut sıcaklığı yükselir ve s:kmtı başlar.
Havadaki bağıl nemin yalnız Vr 100 den sonra, ter­
lemeyi ve terin buharlaşmasını önlediği ve sonuçta bu­
nalıma neden olduğu düşünülmemelidir. Böyle bir
sonuç sıcaklıkla birlikte , bağıl nemin havada değişik
oranlarda bulunduğu hallerde de ortaya çıkar.
Brüksel'de yapılan ilmi bir araştırma sonucu dikkat
çekicidir. Orada
de havanın bunaltıcı olması,
M
sıkıntı vermesi için ba&ıl nemin % 45 olması yeterlıdır.
Ayni hisler 25’ de % 65 den, 21 * de V< 75 den itibaren
duyulmaca başlanmaktadır.
Soğuk ve nemli hava, terin buharlanmasını önler.
Fakat so£uk ve kuru havaya göre vücut ısısının daha
hızlı deşmesini sağlar.Sıcak ve kuru hava ise buhar­
laşmayı hızlandırdığı için yüksek atehten (hyperthermie) ölümleri önler.
IH-IŞIK
Işığın biyolojik etkileri : Dünya üzerinde hayatın te­
meli Güneş'ten gelen ısınlardır. İsınlar bir demettir,
içinde sıcaklık veren ışınlar, aydınlık veren ısınlar ve
ultraviyole ışınlar vardır. Bu bölümde, aydınlık veren
ısınlarla hayat arasındaki bağlılıklar üzerinde kısaca
durulacaktır.
Bilindiği gibi, Güneş ışığının etkisi ile bitkilerde
klorofil teşekkül eder yeşil renk oiu.şur. Klorofil, hava­
daki asit karboniği emer, onu karbon ve oksijen olmak
üzere ikiye böler. Karbonu, kendi dokuları içinde depo
eder, oksijeni ise havaya geri verir. Bu olayın hacmi
Boussingault tarafından deneyler ile hesaplanmıştır.
Güneş ışığı karşısında 1 cm2 yeşil yaprak 1 saatte 7.17
cm5 asit karbonik ayrıştırır. Cölgede bu miktar 3.1 cm3
kadardır.
Hayvanlar ise , oksijen alır onu dokuîannda yakar
ve havaya, bitkilerin aksine asit karbonik verir. Gece,
bitkiler de hayvanlar gibi oksijen alır ve asit karbonik
verir.Fakat bitkilerde gece ve gündüz bu işlemlerin
oram aynı değildir. Yani gündüz, bitkilerin verdiği ok­
sijen, gece aldıklarından çok fazladır. Boussingaultun
deneyimlerine göre gece ve gündüz sürelerinin eşit
olduğu ekinoks zamanlarında gündüz 12 saatte İm2
yeşil yaprak 6,336 cm3 asit karbonik aynştınr. Ayni
miktardaki yeşil yaprak 12 saatlik gece süresinde 3%
cm 1 asit karbonik işler.
25
Aydınlık ışınları, çiçeklerin kapanıp açılmasına,
yaprakların eğHip dikleşmesine, dalların durumlarına
etki eder. Deyim yerinde ise bitkilerin uyumasına ve
uyanıp dirilmesine neden olur.
Dağlarda, orman sınırının üstündeki yüksek­
liklerde daha fazla olan ışığa bağlı olarak, çiçeklerin ve
buralarda yaşayan kuşların renkleri, aşağı seviyelerdekilere göre daha parlaktır.
W. Edwards, kurbağa yumurtalarının bir kısmını
karanlığa, diğer bir kısmını ışıklı bir yere bırakmış, ka­
ranlıkta bıraktığı yumurtaların gelişmediğini görmüş­
tür. Ayni şekilde kurbağa yavrularından bir kısmını
karanlık, bir kısmını da ışıklı bir yere bırakmış, karan­
lıktaki yavruların normal gelişmelerini yapamadık­
larını görmüştür.
Pekçok yerde yapılan gözlemler, ışığı az olan veya
karanlık olan ortamlarda yaşayan bazı hayvanların, ya
gözlerinin normalden büyük veya kör olduklarını,
buna karşılık dokunma organlarının (duyarga) geliş­
tiğini ortaya çıkarmıştır.
Gölgede yaşayan hayvanların daha az nefes alıp
verdikleri, yani daha az oksijen tüketip daha az asit
karbonik çıkardıkları, daha az besine ihtiyaç hissettik­
leri, bunun yanında daha az hareket ettikleri deneyler­
le, gözlemlerle saptanmıştır.
Gölgede ve ışıkta - diğer bütün elemanlar aynı kal­
mak koşulu ile - aç bırakılmış hayvanlardan, ışıktakilerin diğerlerine göre daha çabuk ve daha çok zayıf­
ladıkları da deneylerle saptanmıştır.
Kümes hayvanları besleyenler, gölgede, az ışıklı
verlerde, hayvanların daha çabuk büyüdüklerini,
vdgiand'klannı, kilo aldıklarını gözlemektedirler.
26
isıgjn, invmlar ü/erindeki etkileri de çok önemli ve
belirgindir. Ö/el! i ki.e bey a/ denli insanlar, bol güneş
ış'ğı karşısında uzun süre kaldıklarında derileri kızarır
ve üzerinde su toplamış kabarcıklar oluşur. Işığın bu
etkisi i-e, üst derinin
(epiderme) taban hücreleri
arasında veya onun altındaki dermada (derinin altta
bulunan ikinci katı ) melanosit denilen özel hücrelerde
deriye renk veren melanin pigmenti üretilir. Bunlar
yavaş yavaş yukarı çıkarak epidermanm tabanındaki
silindirik hücrelerin etrafında yoğunlaşırlar ve üst de­
rinin rengini esmerleştirirler. Yaz mevsiminde, plajlar­
da, yaylalara ve dağlara çıkanlarda ulaşılan bu esmer­
lik geçicidir. Çünki deri, üst deri ve alt deri olmak
üzere iki katmandan oluşur. Üst derinin alt sınırında,
üretici katman bulunur. Derinin üstündeki hücreler
burada üretilir ve yukarı doğru itilir. Yeni hücreler bu
yolculuğu 27 günde tamamlar ve bu arada ömrü de ta­
mamlanmış olur. Buradan şu sonuç çıkar ki, fazla ışık
karşısında deriye esmerliğini veren pigmentler de bir
süre sonra kaybolur. Epidermanm alt sınırında veya
derinin ikinci katmanı olan dermada, yaşanılan
bölgedeki normal ışığa uygun miktarda pigment kalır.
Deri de, buna bağlı derecede bir esmerliğe ulaşır.
Beyaz derili insanların yaz mevsiminde veya
dağlara çıkıldığında, ışığın fazlalığından meydana ge­
len esmerleşmesi ne kadar uzun sürerse sürsün, ne ka­
dar ileri derecelere varırsa varsın, ne zenci olma
olasılığı ne de bu esmerliğin kalıtımla çocuklarına
geçme olasılığı vardır.
Zenciler üzerinde yapılan incelemelerde, melanin
pigmentlerinin üst deride çok yoğun olduğu ve alttaki
kaslarda da bol miktarda bulunduğu, hatta beynin gri
bölümüne kadar uzandığı gerçeği ortava çıkmıştır. Bu
konu ile ilgili araştırmalar yapan bilim adamlar:, siyah
27
denlilerdeki bu pigment Kolluğunun bir iç etki. bu benn ç ah şm a M sonucu ort.ıva yıkmakta oldugıı fikrini
kabullenmek ted ırlot
Nitekim \u .x'ill.m1.in beri orta paralelorde yaşa­
makta olan m\ .ıh derililer beva/laşmadıkl.ırı gibi. gene
yüzyıllardan bori, siyah derililerin yaladıkları C.iiney
Atrıka va yerleşmiş olan Holandalıların deri renkleri
değişmemiştir
Punva u/ermde. ışığın şiddetine bağlı olarak insan­
lar da, K'lge bölge müşterek özellikler taşır hale gel­
mişlerdir Örneğin kuzeybatı Avrupa’da havanın ta/la
nemli. çoğunlukla bulutlu olması nedeniyle, gun ışığı
şiddetli değildir. Bu nedenle bu bölgede yaşayan in­
sanların i İngilızler. Holandalı, Belçika’h, Danimar­
kalI, N’orveç ve İsveCliler ) derileri K*yazdır. Çıinki
derilen altındaki pigmentler hem seyrek, hem de de­
rindedir. Göz renkleri mavi veya açık yaşildir. Biraz
daha ku/eyde yaşayan Eskimo’ların, Lapon’ların deri­
len bira/ esmerdir. Buralarda da gün ışığı kırıktır. Fa­
kat gündüzlerin uzunluğu, kardan yansıyan ışınlarla
birleşen güneş ışığı, onlarda pigmentlerin biraz fazla
olmasına neden olmuş ve derileri Anglosakson'­
lardan daha esmer hale gelmiştir. Eskimo'ların deri
renklerini, onların Asya'dan gelmiş olmaları ile açık­
layan bilginler vardır.Orta paralellerde vaşavan insan­
lar genellikle esmer, tropikal bölgede yaşayan insanlar
ise. çeşitli tonlarda siyah derilidirler.
kı«ze\ kutup dairesine yakın yerlerde vaz mevsi­
mindeki uzun gündüzler ve kış mevsimindeki u/un
geceler de oralarda vaşavan insanlann kan yapısında
değişiklikler meydana getirmektedir. Buralarda yaz
me\-iminde gündüzler 20-24 saat sürer, kış mevsi­
minde ı*e geceler bu uzunluktadır. İsachs’ene göre.
Norveçlilerde kış mevsiminde kandaki kırmızı küre2S
cıkler azalır, vaz mevsiminde ise çoğalır. Ya/la kış
arasındaki ( şubat - temmuz ) bu fark % 26 va kadar
çıkar.
Deri rengi, ultraviyole ışınlarının insan sağlığına
vaptığı faydayı da etkiler. Bilindiği gibi bu ışınlar deri­
den içeri girerek D vitamininin oluşmasını sağlar. Fa­
kat sivah derililerdeki pigment ekranı, ultra vivolenin
içeri girmesini ve D vitamini oluşmasını önler. Netekim, A.BD.nde yaşayan zencilerde D vitamini eksik­
liği , bunun sonucu olan raşitizm hastalığının dikkat
çekecek kadar fa/la olduğu saptanmıştır.
Işığın insanlar üzerinde psikolojik etkileri de
vardır. Genel olarak ışık azlığı, insanlarda, sinirlilik ve
yorgunluk yaratır.Kutuplara veya yakınlarına gezi ya­
pan insanlar yaz mevsiminde gündüzleri ışık
yüzünden uyumakta güçlük çekerler. Aksine kış mev­
siminde ise uzun gecelerden sıkıntı içine düşerler.
IV- TOPRAK
Canlılar, yaşayabilmek için havanın oksijenine ve
karbon dioksitine muhtaç oldukları gibi toprağa da
muhtaçtırlar. Vücutlarındaki kimyasal maddelerin
çoğunu topraktan alırlar. Bitkiler bu maddelerle, in­
sanlar ve havvanlar arasında aracı durumundadırlar.
İnsanlarla hayvanların kemiklerindeki kalsiyum, bitki­
ler yolu ile yerdeki fosfat dö şo dan gelir. Kandaki de­
mir, gene yereyde bulunur. Potas, pancar, patates ve
üzümler yolu ile , magnezyum, aleminyum, çinko ve
diğer mineraller, meyveler ve sebzeler yolu ile insanla­
ra geçer,vücutlarında değişik oranlarda yeralır.
Vücutlarının sağlamlığını, bir diğer deyimle yaşaml­
arının devamlılığı sağlar.
Yeryüzüne yağmur halinde düşen su, yüzeyde
akarken ve toprağa sızıp yol alırken bazı maddeleri
eritir. Onlardan faydalanan bitkiler özellikler kazanır.
Suyun bileşimindeki maddeler insanlar ve hayvanlar
için de önem taşır. İçilen sularda iyot yokluğunun
veya yeterce/liginin guatr hastalığına neden olduğu,
kalsiyum karbonatın kemik teşekkülü için gerekliliği,
özellikle büyüme çağında olanlara belirli miktarlarda
bu maddeyi içeren suların verilmesinin önemi bilin­
mektedir.
Toprağ n bileşimindeki bazı maddelerin çokluğu
veya azlığı, o bölgelerde belirli bitkilerin yetişmesini
sağlar Oralarda yaşayan hayvanlar da onlara bağlı
olarak özellikler kazanır. İnsanlar için de ayni
düşünce, bir dereceye kadar geçerlidir. Özellikle
ulaştırma araçlarının az olduğu devirlerde toprağın,
30
toprağa bağlı olaıak ortaya çıkan çevrenin canlılara
vurduğu damga d A a da belirgin idi.
Yereyde k a lk e r azlığ ı : Yağışı çok fazla olan
bölgelerde, yağmur suları kalker,fosfat, sülfat., sod­
yum klorür ve diğer bazı maddeleri eritip götürür,
toprak bu maddeler bakımından fakir hale gelir.
Sonuçta, sularda ^u maddeler son derece azalır. Guivana, bu özelliği taşıyan yerlerden biridir. Dr. Maurel,
burada
yaptığı
incelemelerde,
insanlarda
diş
çürümelerinin fa/la olduğunu, kırıkların gayet ağır
iyileştiğini saptamıştır. Kalsiyum ihtiyacı buralarda
okadar fazladır ki, bazı insanlar iç güdüleri ile duvar­
lardaki kireçleri yerler ( Geophagie ). Aynı hâl İzmir'in
Gülbahçe köyünde de görülmektedir. Kaynaktan
alınan içme suyunun sertliği sıfır dereceye yakındır.
Sudaki kireç eksikliğinden köylülerin dişleri erken
dökülmektedir.
Ayni şekilde, uzun süren çok kurak devrelerde, su­
lardaki kalsiyum karbonat azlığı bitki ve hayvanlar
üzerinde etkiler yapar, özel hastalıkların ortaya
çıkmasına neden olur. Bitkiler az kireç içerir, bunlarla
beslenen hayvanlar da, yeterli kalsiyum alamamış ol­
maktan kemik erimesi ( cachexie ossifrage ) denen has­
talık ortaya çıkar. Sığırlarda koyun ve keçilerde, do­
muzlarda kemik dokularında, içerileri yumuşak bir
yağ ile dolu oyuklar meydana gelir. Zamanla oyuklar
arasındaki duvarlar incelir, hayvanlar devamlı olarak
zayıflar ve sağlamlıkları azalır. En küçük bir darbede
kemikleri kırılır.
Hamile kadınlarda kalsiyum ihtiyacı, diğer zaman­
lara göre çoğalır. Bu madde yeteri kadar alınamazsa
eksiklik kendi kemiklerinden sağlanır ve doğumdan
sonra, basen kemiklerinin zayıfladığı görülür (osteom alacie).
Yereyde k a lk e r fa z la lığ ı : Kalker a/lığı gibi, yereyde
kalker fa/.lalığı da bitki, hayvan ve insanlar ü/erinde
etkiler yapar. Onlara özellik kazandırır., veya onların
birtakım hastalıklarına neden olur.
Baudin, kalkerli bölgeler ile karaciğer ve böbrek
taşları arasında yakın bir ilgi olduğuna işaret etmiştir.
Kalkerli bölgelerdeki insanlarda arterler kireçlenir
(atherom). Onlar yumuşak ve elastiki olması gerekir­
ken, zamanla sert ve kırılma özelliği taşıyan bir hal
alırlar. Beyin de kireçlenir. Böylece çok kireç içeren su­
lan içmekten, yapısında çok kireç bulunan sebzeleri
yemekten sağlığa aykın bir durum ortaya çıkar.
Fransa’da Avevron ilinin şist, mikaşist ve gnais
kaplı yansında daha çok çavdar yetiştirilir. Buralarda
yaşayanlar zayıf, kısa boylu ve sert tabiatlı insanlardır.
Hatta hayvanlan da kısa boyludur. İlin diğer yarı­
sında, taşınmış, kalkerce de zengin topraklar üzerinde
diğer tahıl çeşitlin yetişir ve buralarda yaşayan insan­
lar uzun boylu, iri kemikli sağlam yapılı kimselerdir
Hayvanlan da diğer bölgedekilerden farklıdır.
Vücudun ihtiyacı olan minerallerin topraktaki ek­
sikliği, Orta Afrika'da, Senegal'de, İran’da, Java’da,
Hindistan’da, Peru'da bazı bölgelerde, ekmek ununa
kaolen veya yağlı kil kanştırarak yeme alışkanlığını
ortaya çıkarmıştır. Kil karbonat dö manyezi bakımın­
dan zengindir.
Dünya üzerinde ilk medeniyetlerin Mezopotam­
ya’da, Mısır'da ve Çin’de gelişmiş olmasının, diğer
koşullan gözardı etmesek bile, toprakla bağlantılı
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak yirminci
yüzyılın son yansında hemen her tarafta kültür
düzeyinin yükselmiş olması, tanm tekniğindeki
gelişmeler, ulaşımın ve tıbbın çok gelişmiş olması insanlan, toprak yapısına bu derece bağlı olmaktan kur­
tarmış, geophagie olayının alanını çok daraltmıştır.
V-M İKROPLAR ALEMİ
Bütün canlılar, bu arada doğal olarak insanlar, mik­
roplar alemi içinde yaşamaktadırlar. Bunların gözle
görülebilmesi olanaksızdır. Çünki büyüklükleri mili­
metrenin milyonda 3-4 ü kadardır. Varlıkları ilk defa
Prof. Dr. Pasteur (1833-1895) tarafından ortaya
çıkarılmıştır, çeşitleri ve özellikleri o kadar çoktur ki
bunların hepsini bir tasnif içine almakta zorluk çekilir.
Genel olarak bakteriler, mantarlar, protozoerler,
virüsler şeklinde bir sınıflandırma kabaca yapılmış da
olsa olumlu karşılanmaktadır. Bu grupların her biri
içinde ikinci dereceden birçok mikrop türü bulunmak­
tadır.
Mikroplar, toprakta, suda, havada bol miktarda bu­
lunurlar ve çok yaygındırlar. Bunların miktarları
hakkında bir fikir edinebilmek için bir iki örnek vere­
lim : 1 gr. kuru tarla toprağında yüz milyon kadar
mikrop vardır. Dışarıda satılan sütlerin 1 cm3 ünde
1.000 -10.000, bazan milyonlarca mikrop bulunur.
Mikroplann önemli bir kısmı hastalık yapmaz, bazı
besin maddelerinin oluşmasına (mayalanmasına)
yardım eder. Ekmek, hamurun fermente edilmesi ile
maya haline gelmesinden sonra taze hamura katılarak
mayalanır, bir süre bekletilir ve fırına ondan sonra
atılır. Yoğurt, peynir, sütün bazı bakteriler tarafından
fermantasyonu sonucu oluşur. Turşu ve sirke de mik­
ropların yardımı ile oluşan yiyeceklerimizdendir.
Mikropların bir kısmı, besin, bitki, hayvan ve insan­
lar arasında hizmet görürler. Ölmüş bitkileri veya hay­
vanları çürütüp onları organik madde olmaktan
33
çıkarır, yapılarındaki basit elemanlara dönüştürür, bit­
kilerin yararlanmasına uygun hale getirir. I layvanlar
bu bitkileri yiyerek kendileri için gerekli elamanları
almış olurlar. İnsanlar da bitki ve hayvanlan yiyerek
vücutları için gerekli maddelere kavuşmuş olurlar.
Bazı mikroplar havanın COz ini alır, ba/.ıları ise ha­
vanın azotunu alarak basit azotlu maddeler yaparlar.
Pasteurun açtığı yoldan yürüyen birçok ilim
adamı, hastalıkların çoğunun nedeninin mikroplar
olduğunu buldu. Bunlara karşı aşılar, serumlar ve
ilaçlar yapıldı. Hastalıkların salgın hale gelmesi
önlendi, tedavi olanaklarına kavuşuldu.
Mikroplar çok küçük oldukları için uzun süre hava­
da boşlukta durabilirler. Ufak bir nedenle bir taraftan
başka bir tarafa gidebilirler. Yayılma hızı havanın
basmcına, sıcaklığına, nemliliğine ve rüzgar hızına
bağlıdır Dr.Trillat ve Sauton, mikropların yayılma­
sında, havanın içindeki gazların ve yabancı maddele­
rin bolluğunun difteri, verem ve veba basilleri için el­
verişli bir ortam yarattığını saptamışlardır. Bu durum­
da şehirlerin kirli havası, mikropları beslenmesi, uzun
yaşaması ve geniş alanlara yayılması için uygun ortam
meydana getirmektedir. Birçok ülkede, infektan has­
talıkların çoğalması ile mevsimler, bu arada havanın
basıncı, sıcaklığı, nemlilik dereceleri arasında bağlılık
olduğu gözlenir. Grip ve teneffüs yolu hastalıklarının
kış mevsiminde çoğaldığı, memleketimizde de her yıl
görülmektedir.
Tıpta mikroplarla uğraşma,mikrobiyoloji isimli
yeni bir alan haline geldi. Hatta mikrobiyoloji alanında
da bakteriyoloji, mikoloji, protozooloji, parazitoloji, vi­
roloji gibi uzmanlık alanları doğdu. Buralarda, mik­
roplarının kültürlerinin yapımı, patojen ve antijen
özelliklerinin saptanması, tedavi metodunda ve kul­
lanılacak ıU<\n siciminde fam doğruluk sağlanmasına
•
olmaktadır
VI - İKLİM TİPLERİ VE İNSAN
Yukarıda, canlıların, özellikle insanların, devamlı
olarak içinde yaşadıkları meteorolojik elemanlara
değindik. Bunların insanlar ürerindeki etkilerinden
kısaca bahsetmeğe çalıştık. Fakat meteorolojik eleman­
lar, herhangi bir yerde hiçbir zaman yalnız başına bu­
lunmazlar. Bunların bir gün, bir hafta, hatta bir ay gibi
kısa bir süre içinde yarattıkları meteorolojik duruma
hava denir. Bu gün hava nasıl ? Bu ay oralarda havalar
nasıl gitti ? diye sorulur. Kısa süreli devreler için iklim
terimi kullanılmaz. Hatta havanm hali, o süre içindeki
meteorolojik elemanların en etkili olanının söylenmesi
ile ifade edilir ve bununla yetinilir. Bu gün hava sıcak,
bu hafta yağışlı geçti gibi. Hatta bazan, bunların bir­
kaçının durumunu anlatan terimler kullanılır. Örneğin
lodos başladı gibi. Bununla havanın ılık, nemli, yağış
ihtimalli olduğu anlatılmak istenir.
Meteorolojik elemanlardan herhangi bir veya bir­
kaçının kısa süreli egemenlikleri canlılar üzerinde
geçici etkiler yapar. Canlılara özellik kazandıran, bun­
ların uzun süreli özellikleridir. Örneğin, bir bölgede
devamh yüksek sıcaklıklar veya şiddetli soğuklar
mevcutsa, canlıların vücut yapılan, hatta psikolojik
özellikleri ona göre şekillenir. Cüneş ış;nlan çok fazla
veya hafifse, insanlar ayrı özellikler taşıyan vücüt
yapılarına sahip olurlar. Hatta bir bölgede sık sık w
yaygın olarak görülen hastalıklar bile uzun süreli me­
teorolojik olaylar!» bağlantılıdır.
Bilindiği gibi, herhangi bir yerde meteorolojik olay­
ların u/un sürelerde görülen ortalama haline iklim de­
nir. Doğu Anadolu'nun veya Akdeniz’in iklimi denin­
ce oralarda ortalama olarak
bütün sene içinde
sıcaklıkların, nem ve yağışların durumu söz konusu
oluyor demektir.
Yeryüzünün pek az bir kısmının tanındığı zaman­
larda dünya, dönenceler ve kutup daireleri dikkate
alınırık sıcak, ılıman ve soğuk olmak üzere üç iklim
kuşağına ayrılmıştı. Keşif çalışmaları başlayıp pekçok
ver hakkında yeni bilgiler çoğaldıkça, matematik iklim
tasnifinin yetersez kaldığı ortaya çıktı. Bundan sonra
bu konu ile ilgilenen bilginler, sıcaklıkları, nem ve
vağışlan hep birlikte dikkate alan yeni iklim tasnifleri
yaptılar. Zaman zaman da, kendi yaptıkları tasnifleri
geliştirip değiştirdiler. Bu arada iklim tasniflerinde bit­
ki (flora) ve hayvan (fauna) topluluklarını da dikkate
aldılar. Hatta bazı iklim tiplerine oralara egemen olan
bitki topluluklarının ismini verdiler. Savan iklimi,
tundra iklimi gibi.
Zaman içinde, iklim tiplerinin, bitki ve hayvan top­
lulukları üzerinde etki yaptığı gibi insanlar üzerinde
de etki yaptığı görüldü. Değişik iklim bölgelerinde,
vücut yapıları, psikolojik özellikleri farklı insan toplu­
luklarının varlığı görüldü.
Burada kısıca, bazı iklim tiplerinin insan topluluk­
ları üzerine - konumuza uygun şekilde - ne gibi etkiler
yaptığını gözden geçirelim.
Kutup iklimi bölgesi : Kuzey kutup dairesi ya­
kınlan ve bu daire içinde kalan yerler, doğal, beşeri ve
ekonomik yönden 'dünyanın diğer bölgelerine göre
farklı özellikler taşır. Bu farklılıkları yaratan, dünyanın
şekli ve ekseninin ekliptik düzlemine 23* 27' eğik ol­
masıdır Bu nedenlerle güneş ışınları buralara eğik ge-
Jir. Isıtması ve aydınlatması azdır. Kışlar çok soğuk,
va/lar serindir Gece ve gündii/ler diğer paralelerdeki
çibi 24 saat içinde birbiri ardından gelmezler. Kış m ev­
siminde geceler kutup dairesinde 24 saatten - kutup
noktasına yaklaştıkça - daha uzun, günlerce aylarca
svirer Kuzey kutup noktasında 6 ayı bulur. Yaz m evsi­
minde de gündüzler aynı şekilde uzundur. Güneşin
hiç batmadığı süre kutup noktasına vaklaşıldakça
uzar aylarca sürer. Geceler çok karanlık değildir. Bura­
daki gecelere beyaz geceler adı verilir. Kış mevsimin­
de her taraf karla örtülüdür. Yaz aylarında ortalama
sıcaklık 10’ nin üstüne çıkmaz.
Güney kutbuna doğru, insanların yaşadığı alanlar
55 güney paralelinde son bulur. Kuzeyde ise kutup
dairesi içinde yaşayan insanlar vardır.
Yukarıda kısaca belirtilen iklim özellikleri, buralar­
da yaşayan ve buralara çeşitli nedenlerle gelen insan­
lar üzerinde özel etkiler yapar. Örneğin Eskimo'ların
kolları bacakları kısa, elleri, ayakları küçük, kafaları
büyüktür. Uzun süren kış mevsiminde buralardakilerde yorgunluk, şevksizlik, çalışma isteksizliği, dikkat­
sizlik, umursamazlık, fikri çalışma tembelliği, unut­
kanlık, tahammülsüzlük, huzursuzluk, sinirlilik, kav­
gaya yatkınlık, belirgin psikolojik hallerdir. Fizyolojik
olarak, deri renginde solma , cansız bakışlar, çabuk yo­
rulma, iştahsızlık ve peklik, nabız atışlarında zayıfama ve sayılarında azalma egemen özelliklerdir.
Bu depresif, karanlık devrenin bitişi Eskimo'lar ta­
rafından bir bayram sevinci içinde, dini ayinlerle kut­
lanır, Onlar için aydınlık yaz günlerinin hasreti, kış
mevsiminin sonuna doğru büyük psikolojik bir baskı
haline girer.
Avrupa'nın kuzeyinde sübarktik bölgede yaşayan
insanlar, kış mevsiminin özelliklerine okadar alışm ış­
lar, öyle bir hayat tarzı kurmuşlardır ki, yukarıda
saydığımız özelliklerin çoğu bunlarda görülmez. On­
lar bu iklim koşulları içinde adeta doğanın normal bir
parçası durumundadırlar.
Buralarda birkaç hafta süren ilkbahardan sonra, se­
rin de olsa uzun süren gündüzleri olan yaz mavsimine
geçilir. Bu devrede insanlara değişik psikolojik ve fiz­
yolojik özellikler egemen olur. Sübarktik bölgede bu
mevsimde kısa süreli beyaz geceler vardır. Yaz ay­
larında uyku ihtiyacı azalır. Çalışma, iş yapma isteği,
inanılamıyacak derecelere çıkar. İçleri bir şevk ve fe­
rahlık kaplamıştır. Kalp çarpıntıları artmış, kuvvetlen­
miştir. Deri rengi değişmiş, bakışlar canlanmıştır. Ne­
fes alma, bütün ciğerleri dolduracak kadar derindir.
İştah, tatmin olunamıyacak derecelerde artmıştır.
Bu özellikler, Güneşin en yükseğe çıktığı anda (Yaz
solistisi) maksimum hale ulaşır. Sonbahar gelince bir
durulma devresine girilir.
Başka bir bölgeden oralara gidenlerin, uzun
gündüzlerde ve uzun gecelerde, uyumayı öğrenmeleri
gerekir. Bu konuda düzen seğlanması, alışkanlık kazanılabilmesi sağlık için büyük önem taşır. Çalışma ve
dinlenme saatlerinin iyi ayarlanması gerekir. Gündüz
devresinde çok çalışmayı frenleyebilmek, geceler dev­
resinde de uyuşukluğu önleyebilmek önemlidir.
Güneyden buralara gelenler için beslenme rejimi de
önem taşır. Uzun süren kış mevsiminde taze sebze ve
meyve bulabilmek, vitamin eksikliğini giderebilmek
özel tedbirlere bağlıdır. Eskimo'lar uzun kış mevsimin­
de, yazın avladıkları hayvanların etlerini, yağlarını,
yeşillik olarak, ren geyiklerinin midelerinde sindiril­
memiş olan yosunları yerler. Kış mevsiminde av,
şiddetli soğukta yapılır. Pek verimli de değildir. Bazan
normalden u/ıın süren kış mevsimi sonuna doğru
38
açlık ve yamyamlık başlar. Güçlü olanlan giiçsü/ olan­
ları yer. Avcılık yapacak çocuğu olmayan yaşlılar
ölüme terkedilir. Buralarda, faydası/ kişilerin ağız­
larına yer yoktur. Dişleri kalmamış veya kimsesiz
yaşlılar açığa götürülüp bırakılır, vahşi hayvanların
yemesine terk edilir. Bu bir adettir ve tarafların gönül
rızası ile yapılır.
Son yüzyılda, A.B.D., Kanada, Danimarka ve Nor­
veç devletlerinin ilgileri ile Eskimo'ların durumu
büyük çapta değişmiştir. Yaşamı kolaylaştıran medeni
araçlar kullanılmağa başlanmış, avlanma araçları ve
metodları gelişmiştir.
Tropik ku şak (stcak iklim ) : Genel olarak dönence­
ler arası, sıcak kuşak adı ile anılır, buralara güneş
ışınları senenin her mevsiminde dik veya dike yakın
gelir. Bu nedenle sıcaklık daima cok yüksektir. Buhar­
laşma da fazla olduğu için hava ağırdır. Bunaltıcı ve
sıkıcı bir etki yapar.Gündüzleri, sıcaklık yanında ışık
da çok fazladır. Geceler ise koyu karanlıktır. Günlük
sıcaklık farkı oldukça fazladır. Güneş batar batmaz
hava serinlemeğe başlar. Buralarda gece ve gündüz
uzunlukları senenin hemen her ayında birbirine eşittir.
Güneşin doğuşu ve batışı hızlıdır. Alaca karanlık kısa
sürer. Bu hal, orta paralellerden gelenler üzerinde
şaşırtıcı bir etki yapar. Geceye ve gündüze geçiş, sanki
elektirik düğmesinin çevrilmesi ile oluyormuş hissini
uyandırır. Tropik kuşakta sıcaklığa dayanan mevsim­
ler yoktur. Her ay sıcaklıklar yüksektir.Hiçbir ayın or­
talama sıcaklığı 20° nin altına düşmez. Sene, yağışlı, az
yağışlı veya kurak mevsimlere ayrılır. Bağıl nemin
yanında, havada, elektirik yükü de fazladır. Yağışlı
mevsimde hemen her gün öğleden sonraları gök gü­
rültüsü ve şimşeklerle birlikte sağnak yağışları olur.
Sıcaktan ve nemli havadan rahatsı/ olma buralara
39
gelen yabancıların ilk duygularıdır. Sıcaklık uyku geti­
rir, çalışma isteğini götürür. Uykular dinlendirici olma
özelliğini kaybeder. Sık sık kabuslarla kesilir. Aşırı ter­
leme ve havanın nemli oluşu,nedeniyle ter uçmadığı
için vücutlar devamlı ıslaktır. Bu durum sıkıntıyı daha
da arttırır. İştah azalır. Can sıkıntısı, sinirlilik, ta­
hammülsüzlük yaygın belirtilerdir. Çok kimseye nevrastenik bir durum egemen olur. Bunun yanında kara­
ciğer hastalığı, diyare ve sıtma sık rastlanan has­
talıklardandır.
Ilıman bölgenin kuzey yansından buralara gelen­
ler, bu iklim koşullarından çok etkilenirler. Çevreye
uyumları seneler alır. Akdeniz kıyılarından gelenlerin
etkilenmeleri daha az ve uyumları daha kısa zamanda
olur. Devamlı olarak buralarda yaşayanlar bu
koşullardan az etkilenirler.
Şüphesiz bu bölgelerdeki yüksek yerler yabancılar
için sağlığa daha elverişlidir. Uyumu daha kolay olan
yerlerdir.
Akdeniz iklimi : Ilıman iklimin güney yarısında,
Avrupa'da, Alp sıradağları sisteminin güneyinde, ge­
nel olarak Akdeniz kıyılarında . Akdeniz iklimi ege­
mendir. Yeni Dünya'nın hemen hemen ayni paraleilere rastlayan Büyük Okyanus kıyılarının bazı
bölümlerinde de Akdeniz iklimi görülür.
Akdeniz iklim bölgesinde yazlar sıcak geçer. Yazv
sıcaklıkları haziran başından itibaren kendini gösterir
ve ağustos sonlarına kadar devam eder. Sıcaklıkların
30-35* arasında bulunduğu bu mevsim, ayni zamanda
kuraktır. Bütün kıyılarda, deniz ve kara meltemleri
görülür. Deniz meltemi, yüksek sıcaklıkların etkisini
azaltır. Kara meltemi kuru ve serindir. Gecelerin rahat
geçmesini, dinlendirici bir uykuyu olası kılar. Gün­
düzleri y a/ sıcaklığının, ö/ellikle öğleden sonraki saat­
lerde fazla oluşu, günlük yaşantıya etki eder Devlet
daireleri öğleye kadar çalışır Ba/ı yerlerde ticaretha­
neler, öğleden sonra birkaç saat kapanır. Hayat, ikindi­
den sonra yeniden başlayıp gecenin geç saatlerine ka­
dar devam eder.
Sonbahar, bu iklimin en güzel mevsimidir ve uzun
sürer, kasım ayı ortalarına kadar gider.
Kış ılıktır. Sıcaklıklar nadiren 0 ııin altına iner.Bu
mevsim yağış mevsimidir 10-15 gün aralıklarla gök
gürültüsü ve şimşeklerle karışık sağnak yağışları olur.
İlkbahar kısadır, kıştan 1-1.5 ay içinde yaza geçilir.
Akdeniz ikliminin bir diğer özelliği de yaz mevsi­
minde çoğunlukla yıldız ve poyraz rüzgârlarının es­
mesidir. Marmara bölgesinde coğrafyacıların ete/iyen
ismini verdiği bu rüzgarlar serin ve kurudur. Bol oksi­
jen içerir. Bu nedenle ferahlık verir. Özellikle kalp has­
taları için rahatlık sağlayan bir değer taşır.
Avrupa’nın, Alp'lerin kuzeyinde yaşayan insanları
için, mavi sema, bol ışıklı bir ortam-, yüksek sıcaklık,
bol oksijenli bir hava, bütün sene hayallerde yaşar. Bu
nedenle Akdeniz kıyıları her sene Orta ve Kuzey Av­
rupa'dan milyonlarca insanın akımna oğrar. Gelenle­
rin bir kısmında, ültraviyole ışınları da çok olan bu or­
tamda bir süre kalanların, tüberkiloz, romatizma,
böbrek rahatsızlıkları ve kansızlık gibi şikayetlerinin
azaldığı inancı vardır.
Sıcak, kurak, rüzgarlı bir yaz, ılık ve yağışlı bir kış,
yaşam için elverişli koşullardır. Bu koşullar hemen her
mevsim, fizik canlılık, entellektüel verimlilik sağlar.
Daima yaşama sevinci içinde bulunulur. İnhsanların
güzel sanatlara, ilgisini arttırır. İnsanların daha çok
doğa koşullarına bağlı olarak yaşadığı yüzyıllarda Ak­
deniz kıyılarının medeniyet siteleri ile dolu oluşu bu
coğrafi ortamın bir sonucudur.
Kara iklimi : Sıcaklık, nt-nülik ve yağışlar
bakımından özellikler taşır. Genel olarak havada nem
oranının az oluşu nedeniyle günlük ve yıllık sıcaklık
farkları fazladır. Gündüzleri fazla yükselen sıcaklıklar,
Güneşin batışıyla hızla düşer. Geceler çok serin geçer.
Mutlak sıcaklıklar arasındaki farklar bazı bölgelerde
100* ye kadar çıkar. 50* - 60* lik farklar hemen her ta­
rafta görülür. Yaz mevsimleri sıcaktır. Bazı yerlerde
vağış mevsimidir. Ani bulutlanmalar, gök gürültüsü
ve şimşeklerle gelen yağışlar, sağnak halinde fakat
kısa sürelidir. Böyle bir devrenin ardından güneş
çıkar,, sıcaklık hemen yükselir. Kış uzun sürer ve bu
mevsimde sıcaklıklar çok düşer. Yağış azdır ve
çoğunlukla kar şeklindedir. Uzun süre de yerden kalk­
maz.
Kara ikliminde kış mevsimi,yüksek basıncın hakim
olduğu mevsimdir. Bulutlu günler azdır. Hava sakin­
dir. Rügârsızdır. Ancak bazan, birkaç haftada bir, bazan uzun kış mevsiminde birkaç defa bölgeye giren ve
belirli bir yöne doğru ilerleyen alçak basınç, bol kar
yağışına, şiddetli rüzgarlara ve tipiye neden olur. Bazan birkaç gün süren bu devre mevsimin tehlikeli
günleridir.
İlbahar kısadır. Başlangıçta kışı hatırlatan günlerle
birlikte ortava çıkar. Bu günlerden itibaren doğanın
hızla canlandığı görülür. Sonbahar, ilkbahara göre
daha uzundur. Sıcaklık, nem ve yağışlar bakımından
yaşanmağa en elverişli mevsimdir.
Her nekadar, yeni gelenler için ilkbahar başlangıcı ve
sonbahar sonlan etkileyici ise de ve bu devrede uyku­
suzluk ve sinirlilik belirtileri görülürse de bu psikolo­
jik devre kısa sürer. Uykular gayet dinlendirici bir hal
O r K i? olarak kara iklimi, fi/iki ve entellektüel
yönden
çok elverişlidir. Canlılık., haraketHJik. cvtr.-jJa^da vaşavanlann müşterek özellikleridir.
Dettiz iklimi : IVniz iklimi, meteorolojik koşullar
bakımından k.ır.ı ikliminin hemen hemen tam
karşttıd’r. Burada nem (»mn! en etkileyici faktördür.
Di£er iklim elemanlarına, genel olarak iklimin genel
karakterlerine nem, ö/ellik kazandırır. Peniz iklimle­
rinde hava içinde bağıl nem ve mutlak nem fazladır.
Bu nedenle gündüzleri fazla ısınma , geceleri de fazla
soğuma olmaz. Günlük sıcaklık farkları azdtr. çok yer­
de 5 -10' vi geçmez. Yıllık sıcaklık farkları da azdır. Se­
nenin en sıcak ayı ile en soğuk avı arasındaki farklar,
kara iklimlerine göre çok azdır. Mutlak sıcaklık fark­
ları da azdır. Ancak havadaki nemin fazlalığı, sıcak­
lıkların insan üzerindeki etkisini arttırır. Gündüzleri
ve sıcak mevsimde termometre yüksek değerleri
göstermese de bir bunaltı hissedilir. Hele vücudun iç
sıcaklığını ayarlamak İçin salgıladığı terin çabuk bu­
harlaşmaması, bunaltıyı daha da arttırır. Genel bir
sıkıntı, huzursuzluk, yorgunluk, iştahsızlık, baş «ağrısı
ortaya çıkar. Sıcaklığın düşük olduğu zamanlarda ise
normalin üstünde üşüme görülür. Soğuk adeta kemik­
lere işler.
Deniz ikliminin egemen olduğu yerlerde hava
içindeki nemin fazlalığı güneş ışınlarını zeyıfiatır. Par­
lak güneşli hava buralarda nadiren görülür. Bulutlu,
yağışlı günler fazladır ve senenin her mevsimine
yaygındır. Güneş, bazan haftalarca görünmez. Bu hal
buralara yeni gelenler için ayn bir sıkıntı ve bunalım
nedeni olur.
Yaz mevsiminde sıcaklığın fazla olmaması, güneş
ışınlarının azlığı, havadaki nem oranının daima fazla
oluşu romatizma gibi hastalıkların çoğalmasına neden
olur.
43
Y apay iklint ( ınikroklinta ) : Bütün canlılar, etraf­
larında oluşan iklim değişikliklerine karşı tedbir alma
ihtiyacını duyar, özellikle iklim elemanlarının uç
değerleri ile karşılaşınca kendilerini ö/enle koruma ih­
tiyacını duyarlar. Bitkilerin yaprak dökmeleri, hayvan­
ların tüylerini uzatıp sıklaştırmaları, bazılarının kış uy­
kusuna yatmaları gibi.
İnsanlar, onbinlerce yıldan beri diğer canlılar gibi,
doğal iklimin rahatsız edici etkilerine karşı kendilerini
koruma, diğer bir ifade ile kendilerine rahat edebile­
cekleri özel bir iklim yaratma yoluna gitmişlerdir. İlk
zamanlar hayvan postlarına sarılarak, kendi vücutları
ile etraflarındaki iklim (hava) arasına bir koruyucu en­
gel koymuşlar, yaşamlarını rahatça devam ettirebile­
cekleri özel bir iklim yaratmışlardır. Medeniyet ilerle­
dikçe dokumalar yapmış, bunlarla, vücutları ile
dışardaki iklim arasında yapay bir iklim yaratmış­
lardır. Kış, yaz ve diğer mevsimlerde iç ve dış giyimle­
rin değişmesi, hatta giyeceklerin renklerinin değişmesi
hep ayni amacı gerçekleştirmek içindir.
İnsanlar istirahat ve uyku zamanlarında da, doğal
iklimin rahatsız edici etkilerinden uzak, kendileri için
rahat edebilecekleri iklim koşullarını taşıyan yerleri
arar, veya bunu yaratmağa çalışırlar. İlk zamanlarda
mağara koğukları bu ihtiyacı karşılamış, fakat medeni­
yet yolunda ilerledikçe igloo, çadır, kulübe, taştan
veya ahşap evler yaparak onların içinde yarattıkları
yapay iklim koşullan içinde yaşamayı sağlamışlardır.
Bu yapay iklimin elverişli olabilmesi için yapı tekniği
geliştirmiştir.Soğuk mevsimde bunların içinde çeşitli
ısıtıcılarla, dışarıdan farklı yapay iklimi kendi arzu­
larına göre ayarlama yoluna gitmişlerdir. Sıcak mev­
sim için gene özel tedbirler geliştirmişlerdir. Uğraşma
konularına göre fabrikaların içerlerinde koku, sıcaklık,
nem bakımından özel bir iklim vardır. Ba/ı matbaalar44
da iyi baskı yapılabilmesi, kağıtların iyi işlenebilmesi
için sıcaklık ve nem ö/el olarak ayarlanır. İçeride ter­
mometre ve higrometre bulunur Soğuk hava depolan,
içendeki besi maddelerinin bo/ıılmaması için devamlı
olarak avni düşük sıcaklığın yaratıldığı yerlerdir.
Birçok işyeri ve bürolar, verimli çalışma ve rahat
yaşamak için ayni tip ayarlamaları yaparlar. Buraların
hepsi
dışarıdaki
iklimden
ayrı
meteorolojik
ö/elliklerin yaratıldığı yapay iklimin, yalnız oralara
has mikroklimanın bulunduğu yerlerdir. Kahvehane­
lerde de sigara dumanı, içerideki iyon durumunu
değiştirir. Sigara kokusu dışarıdan farklı bir mikroklımanın varlığını hemen hissettirir. Fençerelerdeki vit­
ray camlar, bütün ultraviyole ışınların içeri girmesini
önler ve içeride özel iklim koşullan oluşur.
Büyük şehirler, kırlara göre, kendilerine has yapay
bir iklim içinde bulunurlar. Şehrin topoğrafyası, yol­
larının darlığı, binalarının sıklığı, park ve meydan­
larının adedi, büyüklüğü, fabrikalarının, trafik
araçlarının çokluğu, kış mevsiminde kullanılan yakıt­
ların cinsi, şehir içinde, hatta, birkaç yüz metre
yüksekliklere kadar olan yerlerde özel iklim koşul­
larının doğmasına neden olur. İstanbul, Ankara,
Eskişehir, Erzurum gibi şehirlerimizin, kış mevsimin­
de havalarındaki karbon dioksit, karbon monooksit,
asit formik, formaldeit, ‘ klor, sülfür ve amonyak
bileşikleri sık sık sağlığa zararlı düzeylere çıkar.O za­
manlarda nefes aldıkça boğazda yanma hissi duyulur,
bir diğer deyişle zehirlenme ortamı içine girilir. Solu­
num yolları hastalıkları artar. Özel tedbirlere
başvurmak ihtiyacı duyulur.
Büyük şehirlerde, özellikle kış mevsiminde,
rüzgârsız zamanlarda, Güneş’ten gelen ışınlar yere
ulaşıncaya kadar epeyce azalır. Londra'da kış mevsi­
minde aydınlık veren ışınların % 50 ve kadar azaldığı
45
günler çoktur. Bu arada kısa dalga ışınlar da çok kayıp
vererek yere ulaşırlar. Bu nedenle bu tip şehirlerde
yaşayanlar, çoğunlukla psikolojik bakımdan sabırsız,
alıngan, parlamaya hazır halde bulunurlar. Fakat açık
havada yaşayanlara göre daha az enerjiktirler.
Yukarıda belirtildiği gibi insanlar, devamlı olarak,
giysileri içinde, ev, büro ve fabrikalarda, yaşadıkları
şehirlerde, yapay bir iklim, yapay bir mikroklima
içinde bulunmaktadırlar, buralarda yarattıkları mik­
roklima nın sağlığa elverişli hale getirilememiş dolması
hali, hemen daima çeşitli hastalıklara neden olur.
VII - BESLENME VE BESLENME
REJİMLERİ
A - B eslenm e:
Canlılar, yaşamlarını devam ettirebilmek için bes­
lenme
ihtiyacı
içindedirler.
Bunu,
çoğunlukla
çevrelerinden buldukları veya yetiştirdikleri sebze,
meyve ile çeşitli hayvanlan yoğaltarak yaparlar.
Ulaşımın gelişmemiş olduğu yüzyıllarda beslenme,
yerel olanaklara bağlı idi ve sadelik arzediyordu..
Geniş alanlarda tek veya birkaç ürün, sofraların haki­
mi durumunda oluyordu. Bazı bölgelerde pirinç,
bazılarında tahılların diğer çeşitleri veya patates, mısır
gibi bitkisel besinler, bazı yerlerde ise balık kocabaş
veya küçükbaş hayvan etleri, senenin büyük bir
kısmında besinlerin esasını meydana getiriyordu.
Şüphesiz bu sade beslenmenin sağlığa, çeşitli zararları
oluyordu Çünki insan vücudunun hem bitkisel hem
de hayvansal besinlere dengeli olarak ihtiyacı vardır.
Her ne kadar XX. yüzyılda ulaşımın cok gelişmiş
olması beslenmedeki bu tek düzeliği ortadan büyük
çapta kaldırmışsa da, yeryüzünde beslenme bakı­
mından birbirinden farklı bölgeler, buna bağlı olarak
sağlık bakımından avantajlı bölgelerle, problemli
bölgeler halen de varlığını devam ettirmektedir.
Vücut yapısında neler var ve ihtiyaç duyulan
m addeler : Vücut yapımızda 40 dan fazla m adde bulu­
nur. Bunların başında da miktar olarak karbon, hidro­
47
jen, oksijen ve azot yeralır. Bu dört maddenin çeşitli
>ekil ve oranlarda birleşimi ile vücudun katı ve sıvı
varlıkları oluşur. Bu dört çeşit madde vücudumuzun
% sim meydana getirir.Bunların yanında çeşitli mi­
neraller, metaller ve metaloitler vardır. Miktarları ve
oranları değişiktir. Fakat oynadıkları roller ve sağlıklı
vaşam için önemleri, miktarlarına ve oranlarına bağlı
değildir.
Mineral maddelerin beşte dördü kemiklerde top­
lanmış durumdadır. Kalsiyum bunların başında gelir.
Vücudda ayrıca fosfor, kiikürt, sodyum, potasyum,
klor, mağne/yum flor ve demir vardır Daha az miktar­
larda olmakla beraber vücut için önem taşıyan iyot, si­
lisyum, alemmyUm, bakır, manganez, çinko ..da bulu­
nur.
Bu arada organizma içinde yeralan önemli madde­
lerden birinin do su olduğunu hatırlamak gerekir.
Orta vaşlı bir insanda vücudun % 60 ından fazlasını su
mevdana getirir. Suyun kan, beyin ve böbreklerdeki
oranı ‘ c S3 e kadar çıkar. Suyun oranının kaslarda % 510 oranına düşmesi onların gücünü azaltır. Su kanda,
besi maddelerinin hücrelere götürülmesi ve oralardaki
artık maddelerin dışarı atılma organlarına (akciğerler,
böbrekler...) taşınması işinde en büyük rolü oynar.
Ayrıca, vücudun sıcaklık ayannın da önde gelen ele­
manıdır.
Yukarıda kalsiyumun büyük kısmının kemiklerde
toplanmış olduğuna işaret etmiştik. Geri kalan kısmı
organ suyuklarında ve yumuşak nesiçlerde bulunur.
Kanda bulunan kalsiyum, pıhtılaşmada yardımcı roT
oynar. Sinir nesiçlerinde de kalsiyum bulunur. Bura­
lardaki eksikliği halinde uyarılar gereken yerlere yete­
rince ıletilemez.
48
fo sfo ru n '; 7.: . kem iklerd e kaNivumia birleşm iş
hald ed ir Ç eri kalan. ka rix*nhid ra t;a r, proteinler w
y ağ lar içir.e a a ^ irn ıştır. Bu elem ent. m etabolizm a
olayında ön em i; uort-vler vapar.
VucuciumuAİı ^ ^ gr. arasında demir \ardır. Bu­
nun yans.nJan /a/lası kanda kırmızı kürecıklerin
içindeki
hemoglobinde
toplanman:.
Teneffüs
olayında, ciğerlerin içindeki oksijeni aî:p nü relere
götürmede, oralardaki kimyasal olay artığı olan kar­
bon dioksidi ciğerlere getirip bu maddenin dışarı
atılmasında en büyük roiü oynar.Demirin geri kalanı
kaslarda ve karaciğer, böbrek, dalak ve kemik iliğinde
depo edilmiş durumdadır. Buralaraa depo edilmiş de­
mir, yeni kırmı/ı küreciklerin yapımında kullanılır.
Vücuttaki demir eksikliği anemi denilen hasra lığı mey­
dana getirir.
Bakır, hemoglobin teşekkülünde rol oynar.
İyot, tiroit bezinin salgısı olan troksinin bileşiminde
bulunur. Yeteri kadar_ alınmazsa , tiroit bezinin
büyümesine ve guatr denilen hastalığa neden olur.
Bu m addeleri nerelerden alırız ? : İnsanlar,
vücutlarının yapısında bulunan enerji ve sıcaklık için
gerekli bu maddeleri, bitkileri yiyerek doğrudan, hay­
vanların etlerini yiyerek dolaylı yoldan gene bitkiler­
den anr'lar Bitkiler, kökleri vasıtasıyla topraktan
aldıkları suyun içinde eriyik halde bulunan bu madde­
leri fotosentez olayı ile organik maddeler haline getirir
ve muhtelit yerlerinde biriktirirler. Bu organik madde­
ler içinde, in^an vücudunda bulunan maddelerin he­
men hepsi vardır. Hayvanlar bitkileri yiyince, vücut­
larındaki sistemler içinde, proteinleri, a’ibominleri,
giüsirieri, yağlan ve süderi meydana getirirler. Bun­
49
ların bir kısmını kendileri için gerekli enerji, bir
kısmını da vücutlarının sıcaklığı için yoğaltırlar, artan
kısmını vücutlarında depo ederler. İnsanlar bunların
etlerini yiyince gene dolaylı olarak bitkiler tarafından
yaratılmış organik maddeleri ve bunların içinde bulu­
nan yukarıda saydığımız basit maddeleri almış olur­
lar.
İnsan vücuduna giren bitkisel ve hayvansal organik
maddeler, proteinler, karbonhidratlar ve yağlar adlı
gruplarda toplanabilirler. Bunlar çoğunlukla birbirle­
rinden ayrı fakat birbirlerini tamamlayan fonksiyon­
ların yaratıcıları olurlar.
Proteinler : Vücudu meydana getiren bütün
nesiçlerde bulunan en önemli maddelerdir. Zaten bu
nedenle Yunanca birinci anlamına gelen proteios
sözcüğünden üretilmiş bir isim almışlardır. Proteinler,
hücrelerin en büyük kısmını meydana getirirler.
İçlerinde nitrojen elementi sabit oranda bulunur.
Ayrıca değişik oranlarda oksijen, hidrojen ve kükürt
de içerirler. Proteinler bu maddelerin farklı oranlarda­
ki birleşimleri ile ortaya çıkmış 25 kadar aminoasit
topluluklarıdır. Proteinler vücuda girdikten sonra sin­
dirim aygıtında enzimlerle aminoasitlere ayrılarak
özümlenirler.
Günlük protein ihtiyacı yaşlara göre değişir. Genel
olarak büyüme çağında olanlarda, kadınların hamile­
lik ve çocuklarını emzirme devrelerinde çoğalır.
Gençlik ve orta yaşlılıkta kilo başına günde 1 - 15
gr.dır. Kişilerin protein ihtiyacı, Birleşmiş Milletler
Sağlık Komitesi tarafından saptanmış olan aşağıdaki
cedvelde daha ayrıntılı olarak görülmektedir.
YAŞ
1 -3
Beden ağırlığının
beher kilosu başına.
Protein / gr. olarak
3.5
3 -5
3
5 -1 2
2.5
12-15
2.5
15-17
2
1 7 -2 1
1.5
21'den yukarı
1
Hamile kadın (0-5 aylık)
1
Hamile kadın (4-9 aylık)
1.5
Emzikli kadın
2
Proteinler insanlara hayvansal ve bitkisel olmak
üzere iki yoldan gelirler.Hayvansal proteinler, et, yumurta^ü^peynir, bitkisel proteinler ise sebzeler ve
tahıllardan alınırlar. Eskimo’lar gibi kutup çevresinde
yaşayan insanlar, hayvani proteinlerle ihtiyaçlarını
karşılarlar ve bunların ortalama her gün aldıkları pro­
tein miktarı 350 grama kadar çıkar. Orta paralellerde
ve ekvator çevresinde yaşayan insanlar ise protein ihti­
yacının önemli bir kısmını sebze ve tahıl çeşitlerinin
bazılarından alırlar. Bunların günlük protein yoğaltımı
60 grama kadar düşer.
Bitkisel proteinler, vücut için gerekli amino asitle­
rin bir kısmını içermezler veya az içerirler.Bu nedenle
yalnız bitkisel beslenme (vejetaryen rejim) eksik bir
beslenme olur. Proteinler (azotlu organik madde)
vücudun gelişmesini, yıpranan hücrelerin onarımmı
sağlarlar. Bu nedenle, büyüme çağında olanlara, hami­
le kadınlara özellikle hayvani proteinler gereklidir.
Zihni çalışma yapanlar da hayvani proteinlere fazlası
ile muhtaçtırlar. Bu nedenle "Et yemeksizin büyük zih­
ni faaliyet, dolayısı ile ileri medeniyet olanaksızdır.''
diye meşhur hale gelmiş bir söz vardır. Et yiyenler
hastalıklara karşı daha dirençli, bedeni çalışmalarda
daha verimlidirler.
Karbonhidratlar (glucidler) : Vücuda enerji veren
maddelerdir ve daha çok tahıllardan, sebze ve meyve­
lerden, az miktarda da hayvani besinlerden gelirler.
Şeker, nişasta ve selüloz olmak üzere üç grupta toplanırlar.Sindirimleri kolaydır. Tahıllar, meyveler ve
çeşitli sebzeler dünyanın pekçok yerinde bol miktarda
yetiştiğinden, insanlar karbonhidrat eksikliğini hisset­
mezler. Orta paralellerde yaşayanların normal bir bes­
lenme rejiminde karbonhidratların oranı % 60 - 80 ,
proteinlerin oranı % 10-15 veya biraz daha fazla,
yağların oranı ise % 20-30 kadardır.
Karbonhidratlar hücrelerde, kan yolu ile gelen oksi­
jenle birleşerek yanar, enerji ve ısı meydene getirirLer.Şüphesiz bunlara olan ihtiyaç mevsimlere, çalışma
şekline ve yaşlara göre değişir. Az alınması halinde bu
eksikliği yağlar ve proteinler tamamlar ve zayıflama
meydana gelir. Fazla alınması halinde ise yağa dönü­
şerek vücudun belirli yerlerinde depo edilir veya gli­
kojen halinde karaciğerde kalırlar.
Yağlar (lipid) : Yağlar, enerji verme bakımından
karbonhidratlardan iki kat fazla değer taşırlar. 1 gr.
şeker 4.7 kalori verirken 1 gr. yağ 9 kalori verir.
Yağlar kısmen et ve karbonhidratlardan, fakat daha
çok doğrudan yağ olarak alınırlar.
Yağlar, bitkisel ve hayvansal olarak iki grup halin­
de bulunurlar. Bitkisel yağlar, çoğunlukla sıvı halde­
dirler Bu durum, bolca içerdikleri oleik asidin sonucu­
dur Bitkisel yağların ba/ısı yarıkatı haldedir. Bunlara
örnek olarak kakao yağı gösterilebilir.
Hayvani yağlar stearik asit içerdikleri için yarıkatı
durumdadırlar. Fakat bunlar içinde balıkyağı sıvı hal­
dedir
Bitkisel yağların elde edildiği kaynaklar arasında
keten, kenevir, susam, haşhaş, araşit, soya, pamuk to­
humu, zeytin, palmiye, cevi/, hurma, sayılabilir. Bun­
lar çokça yetiştiği bölgelerde halkın önde gelen yağ
kaynaklarını meydana getirirler.
Hayvani yağlar ise koyun ve sığırlardan (iç
yağı,tereyağ ve sadeyağ),domuz, fok ve balinalardan
elde edilir.
Yağlar vücudumuzda çeşitli fermentlerin etkisi ile
gliserin ve yağ asidine dönerek bağırsaklar içinde emi­
lirler.Lenf yollarından hücrelere gider oralarda yana­
rak enerji haline gelirler. Yağlar ayrıca A, D, E, K vita­
minlerinin emilmesinde de rol oynarlar.
Vücudun günlük yağ ihtiyacı normal olarak 60 - 80
gr’. arasında değişir.Az yağ alınması enerji azalmasına
neden olduğu gibi, bağırsaklarda karbonhidratların
fermante olmasına (ekşimesine ) neden olur, sonuçta
da bir takım cilt hastalıkları ortaya çıkar.
Çoğunlukla
yoğalttığımız besin maddelerinin
içerdiği protein, karbonhidrat, yağ ve su oranlarını ve
bunların beher 100 gramının verdiği kalori miktarını
gösteren listeyi M. Ali Kağıtçının Besin klavuzu adlı
kitabından aşağıya ekliyoruz.
^«■Nİtlt cu ia m addelerinin terkiplerini w her birinin
kalori m iktarım ^üsiereit cetvel.
Gıdı. rr..ıüiı-îer:
ET'-.KR (K E V .lK S İZ f :
D^’. u fU ty u iF u i
Hct.ı. eti < r:a yach»
D;.r.a eti iv»«k yaûh j
Kt-i.. eti
Kovur. eti <y a : sız)
K<-yı.n er:
vairî:»
K 1-yun et: <ı >'k y ;.lh )
K^ru c ::
Sı-.ıre*.: ıvr.cs.-)
S ıc ır c t;
y t i ’-ıl
Sı-ju eti <cckyii'.:»
Et suyu
P?\>:tır.
*«
e(
Y-g
cr
u
Su
r;
i 00 pri.iT;ir.i.n
verebileceği
kalori
ilil
04
—
—
o.f*
7v
se)ı
—
7î..fc
71.2
e;;-;.7
7.V.4
76.7
72.1
53.9
f 7.?
ÇS.-İ
71.—
47.:
*?
2S9
W!
!5rf
42>
!\ 8
17.3
15.7
39.9
3.2
17.6
0,6
—
0.4
1
û.l
3,3
—
Û..İ
2.5
8.6
4.3
4.2
17.6
3,7
39.9
Î0.1
79.9
81.—
75.6
75,5
65.6
7l.fi
4.7
72
•i i
117
ıra
l.-r,
220
l:-ü)
*4.1*57
KÜM ES HAYVANLARI ■
(Kemiksiz olarak)
Hmdı
23.7
Kaz
i 5.9
Orcek ( jö^us en)
22..Î
ö r Jek (bu: et;)
’.9.7
Tavuk ryaüsjz)
20.4
Tavuk fyaSIı»
m
0.5
0.2
0.5
0.4
0.6
0.4
3.5
45.6
•> >
66.3
37.9
73.3
72, i
7*1.2
70.1
ı
49ı)
!2'!
4::
AV ETLER İ :
Geyik
Karaca
Keklik
S;:U;n
Tavşan
Yaban do:r.u/.u
Yaban orde^:
0.6
0.4
0.5
0.5
0.5
0.4
0.3
3.9
1.9
1.4
:9
1.1
2.4
73.9
31
72.4
74.:>.
74.2
74.5
72.5
!2*
105
1!*
i ::
107
!•::
124
SA KA TA T:
Akciğer
B e,-in
Bvbfck
Dalak
Dıi
Karaciğer
Kemik ılı j ;
Yürek
îw.2
K;ırh.,n
hıdr&t
1W* gram ındaki
19.*»
20.7
3V*.7
İS.9
İT,-*
:?*.!
2 îJi
!S.f)
20.n
0.9
15.2
is ,i
20.7
20.3
24.3
22 3
23
21.6
.‘2.7
03
4
0.4
(i.f,
0.4
f-.4
0.:-;
-
(■■s
C\h
Ilı f.
4.3
2.9
r*
2fc.-:
54
1.4
93
14?»
i 79
*27
:•&<>
Î4*{
K a rb o n
hid rat
G ıd a m a d d e le ri
BA LIK LA R :
Çin eko p
İstav rit
İzm ar it
Su
°c
20.6
1.7
H).3
Kefal
12.1
Lüfer
P a la m u t (yadsız)
Palamut (yaqh)
S a rd al v a
U s k um r u
13 5
\3.2
15.1
_
_
—
_
_
—
25 7
1.2
13.7
—
KON SERVE B A L IK L A R :
3 9 .3 6
Çiroz
1 5 .3 6
D u m a n lı K e f a l
2
2 .2 6
La k e rd a
U s k um r u s a l a m u ra s ı
H a v va r
%
9 .6
12 2
4 .7
3 4
14.6
2 4
6 3
11
7.1
6 9 .5
6 2 ,3 2
7 2 .0 5
7 3 .3 0
6 1 .5 0
7 3 .1 0
66.71
63
7 2 .ı
1.47
1 26
2 6 .0 5
26.2!)
59.İİ3
3 6 .7 6
43 .7 2
t:)-iV2
12 36
■; 5
verebileceği
k a '.,r:
!6 1
161.4
i .J
î 'C .l
7*ı. ı
’ -’■> i
il .
7
: »»t
t
*r
DENİZ H AYV ANLA RI
Is\.k<.z
is: inoyt
M;u\ <
T*;1.. K
VfMLÎC-C
ı3
o:
o.'
ı-i.î;
(ı.i
Jı-..tın
SÜTLER
Ana sütü
in e k sütü
K e çi sütü
Koyun sü ’ l
M orda m . : ü
SÜT M AM ULATI
Ayran
Kcı vm ak d »
(2)
>■
(3 ı
K e f i r (2 p ü n l u k )
K ’. mız
T eksif edilm iş süt
(şekersiz)
T e k s i f e d i l m iş süt
(s e k e r l i )
Toz süt (süt tozu)
Y oğu rt
j
3,4
3.6
6.31
r
•i 7
3.5
3
o-
3.1
2.8
8
10.3
25.2
5
ı,.;:
4.8
4.7
4.73
4 52
•> o
y, 7
3C
39
6.83
87.5
87.1
81.31
81.97
7.1:7
65
67
70
106
116
37
124
213
340
60
00
5.4
07
10
20
34
3.1
2
10.9
9.3
70
164
23.2
**5.3
34
358
504
90.5
37
4
3.5
3
’l *
53.5
37
4.0
10.4
26.8
5.5
£1.9
73
64
8 8 .9
89.8
5!
K arbon
tVavir»
ludrat
"...
P EY N İR L ER :
Beyaz peynirler :
Çavır peyniri
Dil peyniri
Edirne pevniri
Edirne pevniri (vaesız)
tîm ir peyniri
Karacabey peyniri
K ııklareli peyniri
K H ihanım peyniri
Lor peyniri
K asar pey nirleri:
Balkan kaşarı
Bursa kaşarı
17.58
22 32
13İ83
18.77
16,93
22.69
15.14
13.87
945
Çerkeş peyniri
İzmir kaşan
Karadeniz kaşan
Kars kaşan
Kars gravyeri
Kırklareii kaşarı
Krem gravyer
YU M U RTA LA R:
Hindi yumurtası
Kaz yumurtası
Tavuk yumurtası
Ördek yumurtası
TEREYA ĞLA R:
Aiemdağ tereyağı
Bursa tereyağı
İstanbul tereyağı
Polonez tereyağı
Yalova tereyağı
100 S '* » ™ - "
*>
Yat;
9c
kalorı
11.76
2.11
1.92
0.70
J.13
3.31
18 63
21,34
27.32
0.71
20.37
32.17
29.59
19.95
16.08
59.51
53.60
55.18
61,70
56.91
33.66
51.51
63.85
67,75
253
290
310
131
267
400
440
24:
209
25.42
34.38
3.98
0.41
28.39
30.19
36.39
30.37
384
423
34.98
26.04
33,43
27,22
31,52
25,42
24,2ü
1.25
8,93
0,54
11,81
53,51
33,14
29,97
28,84
32,60
28,39
25.93
12,16
26.41
30,64
26.64
32,59
36,39
40.50
553
451
418
428
428
412
358
11.2
14.4
10,5
14,5
75,2
71.5
76
72
154
135
140
İ34
—
89.44
86.48
88.17
86,51
86.02
12.40
12.20
10,70
12.20
12.48
303
804
820
804
800
2.05
0.06
—
13.4
13,8
13.4
13.3
1.1*2
U4<S
1.08&
1 183
1.407
—
3,98
4,52
~
—
—
—
—
—
—
—
SADEYAĞLAR:
Antep yağ»
0.303
—
Behisni yağı
Diyarbakır yağı
Erzincan yağı
Erzurum yağı
Ha!ep yağı
Karı yağı
Mardin yağı
Trabzon yağı
88.20
0.048
—
0.300
—
2.170
2520
0,221
1^0
0.07<>
1,420
—
—
99,10
96,13
95,12
93,30
98,94
92,47
98,97
9431
0.74
0.81
3.30
2.50
3.80
0,81
5,70
0,92
3.66
Oleo-margarın
0.8
—
92.40
6,8
56
—
—
—
—
913
921
894
884
887
920
860
920
878
835
Su v«fcb!Week.
Gıda maddeleri
NEBATİ YAĞLAR :
Zeytinyağı
Susam, pamuk, yerfıstığı
ve diğennebati yağlar
Vejetalin
Protein
%
—
o.rj;j1
HUBUBAT VE MAMU­
LATI :
Arpa (kabuksuz)
i 1.3
Arpa ekmedi
fU
Arpa unu
Bisküı (buğday unu ile)
Buğday (kabuksuz)
Buuday ekmeği (beyaz)
Buyday ekmeği (kepekli)
Buğday unu
Buğday ve ^avda: ekmedi
Çavaar (kabuksuz)
Çavdar biskuısı
Çavdar ekme;iî
Çavdar unu
Darı
Francala
Karabuğday unu
Makarna, şehriye (sade)
Makarna (yumurtalı)
Mısır
Mısır ekmeği
Mısır unu
Nişasta
Patates unu
Pirinç
Pirinç unu
Sago
Tapyoka
Yulaf (kabuksuz)
Yulaf bisküısı <kek »
Yulaf ek meğ:
Yulaf unu
9.9
10
8ı
o.l
11.6
7.5
10,9
11.1
5.5»
10
10.5
6.8
6.4
11.6
14.2
10.1
5.8
9.6
1.1
0.9
7.9
7.4
2.2
0.7
13.2
8.6
7.6
14.4
Karbon
hidrat
%
_
Yağ
%
Su
%
100 gramının
verebileceği
kalori
99.40
0.40
926
-
99,70
99.80
0,3ü
O.OÇ
927
923
74.5
39 A
71.3
2.7
1.1
2.4
6.:>
49.3
lî.ö
379
198
:*■>*>
75.5
75
51.1'
51
72.3
51.f;
75
68.1
47
73.8
68.2
57.8
77.5
75.2
68.7
68.8
45.7
71.7
84.1
8U.7
77.8
79
81.5
844
63.2
66.7
40.7
66 5
2,6
1
0.3
0.9
1.6
0.3
9.5
12.8
39.3
37.3
12,6
38.5
12.8
7.9
46.6
13
11.8
33.7
13,2
10,8
13.5
12.7
43,8
13
13.9
17.8
12,6
12.3
15.9
14.5
12.8
10
47.4
9.8
374
358
246
251
359
246
358
341
220
354
364
-27u
346
361
362
367
227
362
352
335
356
361
343
351
383
406
212
395
_
1
2.1
0.5
1.1
4.3
0.5
1.2
0.6
2.4
4.7
1.7
3.1
0.2
0.1
0.5
0.7
—
0,2
7.5
10.4
1.5
6.8
rolein
Gıda rn u JJt-lerı
TAZE SE BZ EL ER
B ak la (taze)
Bamya
B rü ksel lâhanası
D om ates
Enginar
Fasu lya (yeşil)
Havuç
Hindiba
H ıyar
Ispanak
K ab ak
K ara turp
K arnabah ar
K ereyiz
K ereviz yaprağı
K ırm ızı turp
Kuşkonm az
Lahana
Marul
Maydanoz
Pancar
Pancar sapı
P atates
P atlıcan
Pırasa
Sarım sak (diş)
Semizotu
Soğan
Şalgam
T ere
Y erelm ası
Y eşil bezelye
Y eşil biber
rr
5.4
1.3
1.3
66.7
.7
55
11
3.2
2.5
1
2.8
0.6
1.5
1.1
1.9
2
x1
0,9
0,9
1,5
1,5
22
1.5
1.5
1,1
1,1
3.7
3.7
1.3
1.3
2.5
2.5
1.5
1.3
1.3
2.8
2.8
6.7
1.9
1
1.3
1.9
19
4.5
4.5
1.2
K arbon
ıhidtai
©f
10
7.4
7.4
17.7
66
33.5,5
5
7.4
7
7.5
eser
1.5
6.5
8.4
4
Y,0
7,5
6,6
6,6
77
2.4
2.4
44
33
6,7
6,7
8.7
8.7
' 2,8
20.5
4.8
4.8
6,5
6,5
23
1.1
8
6.3
0.5
16.4
10,5
10,5
5,7
5,7
„
Yağ
rr fc ”
0.3
09.29
00 .4
4
__
_
—
—
—
0 .2
—
—
—
—
—
—
—
—
_
_
—
—
_
—
—
—
—
—
0,3
0,3
0,7
0,7
0.1
0.1
—
—
—
—
—
—
0.3
0.3
0,1
0.3
—
0.1
—
0.2
—
—
0.2
0.2
Su
rf
84
on
90
75
75
34
84
Q,
93
84.5
89
88
85.5
_
93
90
86.7
90
80
80
88.6
88.6
80
80
93,7
93,7
80
80
95
95
85,1
85,1
88
88
91,9
91,9
61
92.3
92.3
87.6
87.6
63
93
87
89
93
79
77,7
92İ8
^ *Jr,iniının
Xl‘T* ,>ıln>B;
kalori
64
**
01
^
16
40
41
30
49
2.5
13
32
43
35
34
35
19
20
1#
50
42
26
90
27
■»*
139
15
35
34
23
77
60
öj
9-..8
Proteır.
Karbon
hidrat
Y*ğ
G ıd a m ad d eleri
KURU SE BZ EL ER •
B ak la
Bam ya
B e z ely e
B ezelya unu
F a su ly a
F asu ly a unu
M ercim ek
M ercim ek unu
N'ohut
So y a fasu lvası unu
7 -vı-rîy»
tın *. Siv ah
‘ \ eşil
M EYVALAR:
Ahududu
Ananas
A rm ut
Ayva
Bektaşi üzümü
İS-»i1ürik* :.
CJck
I
I->u:
24.90
15.30
23.15
25.7
25.31
23.2
25.94
25.7
13.62
41.5
1.5
;.f)
L ::i:
r r c . k u:-:u:r.ln c :r
K:.rj>u2
K avun
K av ısı
Kıy'ilcık
K ız iru.-n.esi
K iraz
K uş üzümü
A-U»UR
M andalına
■i
2.2
7.70
1.89
1.8
1.68
2.1
1.93
1.9
5.25
20.2
13.5
19
1.5
•\5
0.4
!>.6
0.3
14.4
13.9
13.6
14.2
10.1
0.6
0.68
0.27
1.1
1.3
o.(»
O.uG
!.W
0.9
1
0.65
ü.95
-.00
0.1
0.3
1.27
0.7
0.2
0.68
0.4
ne:i
E! mü
51.13
62.9
52.63
57.2
43.33
58.9
52.84
56.3
53.62
26.2
4
:.e
1.3
0.4
0.8
:.:J.
3.4
0.3
0.3
0.9
0.4
0.5
0.3
1.6
O.ı
0.8
21.3
11*
13.3
1C.3
ı .0
!7.5
T
6.4
11.1
11.3
10.1
16
12.7
o.-»
fi,5
Î.1
1.8
—
0.4
14
15
11.2
11.2
11
10.9
12.3
11
11.2
10.9
£0.5
76
332
335.;
328
357
318
356
341
356
352
466
144
139
33.5
83.6
32.8
81.9
83.5
67
62
59
62
47
«4.9
4İ
45
i 07
58
50
7li
4ü
v,:>a
7i
84
03.9
«0.4
83.8
78.9
91
91.9
81.2
M
89-81.7
*
7.
jj
44
79
1.*-
Oİ
"
£
m
>00
P o rta k a l
S a rı e n k
Ş e fta li
T o p a ta n kav u n u
T rab zo n h u rm ası
Ü nnap
Üzüm (b e y az)
Üzüm (k a ra )
0.8
0.9
0.8
0.6
0.7
1.2
0.4
1
12.6
16
14.2
5.9
12
vo
7.6
13.7
K A T I K A B U K L U Y E M İŞ L E R :
2.2
73.31
A rm u t kurusu
66.1
E lm a kurusu
1.6
7°
19
E n k kurusu
7S.4
2.1
H urm a kurusu
74.2
3.3
İn c ir kurusu
62.5
3.4
K a y ıs ı kurusu
76.1
1.6
Ü zü m kurusu
1.35
(>.8
0.81
U.2
0.03
0.3
o
0.7
0.8
0.80
84.3
80.7
82.7
93.5
81.5
64
84.2
79
*1
*4
65
51
m
41
6'i
1.3
0.4
1.2
20.9
25
25
15
20
25
20
261
29’.
260
347
317
27?,
345
21
319
—
0,3
79.5
-
K A T I K A B U K L U Y E M İŞ :
26,9
A m e rik a n fıs tığ ı
22.3
A n tep fıstığ ı
17.5
B a d em (taze )
21.4
B a d em (k u ru )
23.6
13.8
10.6
13.2
44.2
54
41
53.2
5.3
4.2
27.7
6.3
60ü
650
492
637
13.3
16,7
14.2
17.4
3.6
2.3
10,7
13
8.6
7.2
53.2
41.5
43.2
58.5
48,2
62.6
39,1
*1.5
23.5
7.2
26.6
7.1
3
52.5
549
Bal
C eviz (ta ze)
Ceviz (k u ru )
F m ö ık (taze)
F ın d ık (k u ru )
H indistan cevizi
K e sta n e
66ü
542
682
579
195.5
Vitaminler (canlı faktörler) : Sağlıklı bir beslenme,
sağlıklı bir yaşam için yalnız proteinler, glusitler. lipit­
ler ve su yeterli değildir. Bunlar nekadar çok alınırsa
alınsın,
vücut
tarafından
emilemezlerse fayda
sağlayamazlar. Besinlerin emilmesi ve hücrelerde kim­
yevi olayların gerçekleşmesi için yardımcı elemanlara
gereksinim vardır.
XX. yüzyılın başlarına kadar bazı hastalıkların ne­
deni bilinemiyordu. Çok yaygın olan skorbüt, beriberi
ve uyuz bunlar arasında bulunuyordu. Bilim adamı
funk beriberi hastalığının nedeni ve ilacı üzerinde
çalışarak 1911 de sonuca ulaştı, hastalığın tedavisi için
gerekli maddeyi buldu ve adına vitamin ismini verdi.
Sağlık alanında çok önemli bir çığır açtı. Bu yönde
çalışan ilim adamları, daha sonraki yıllarda çok sayıda
vitamin buldular ve insanlık birçok hastalığın nedeni­
ni öğrendi ve tedavi olanağına kavuştu.
Harflerle isimlendirilen vitaminler iki grupta top­
lanmaktadırlar. Birinci grupta suda eriyen vitaminler
(C, C2, B2 gibi), ikinci grupta ise yağda eriyen vita­
minler ( A, D, E, K gibi.) bulunur.
Vitaminler genellikle yeşil sebze ve meyvelerde bu­
lunur. Balık etlerinde ve morina yağında bulunan vita­
minler de bu hayvanların yediği planktonlardan
alınmış, vücutlarının çeşitli yerlerinde depo edilmiştir.
Vitamin ihtiyacını gidermek için sebze ve meyveleri
yeşil olarak yemek gerekir. Uzun süre yıkamada ve
yüksek ateşte pişirmede kalmış, bayatlamış, yara almış
sebze ve meyvelerde vitaminlerin çoğu kaybolur.
Yıkama ve pişirmede, suda eriyen C vitamini ve B gru­
bu vitaminler erir gider. Süt uzun süre kaynatılırsa A
vitaminini kaybeder. Vitaminler dayanıksız eleman­
lardır.
Burada,ba/ı* vitaminlerin veya vitamin gruplarının
nerelerde bulunduklarına ve hangi önemli hasta­
lıkların tedavilerinde kullanıldığına kısaca değinelim
A vitamini : Yetersizliğinde gece körlüğü ve deri
kuruması olur. Çocuklarda büyüme durur. Yorgun­
luk, halsizlik artar. A vitamini, yanıklara, iyileşmeyen
yaralara iyi gelir. A' çeşidi antiraşitiktir. A vitamini te­
reyağı, peynir ve yumurtada bol miktarda vardır.
Meyve ve sebzelerin çoğunda bulunur. Memleketimiz­
de A vitamini eksikliği ve buna bağlı hastalıklar pek
görülmez. A vitamini eksikliği kadar fazlalığı da za­
rarlıdır Doktor tavsiyesi olmadan kullanılmamalıdır.
B vitamini : Bu vitaminin B1 den B12 ye kadar
çeşidi vardır. Hepsinin benzer tarafları olmakla bera­
ber, ayrı ayrı içerdikleri özellikler de önemlidir. B1 vi­
tamini, vücutta şeker, yağ ve karbonhidratların meta­
bolizmasında rol oynar Eksikliği halinde beriberi has­
talığı, zayıflama, iştahsızlık, kalp atışlarında düzen­
sizlik (ekstrasistol) görülür. B1 vitamini buğdayda,
mayalı besinlerde, soya fasulyesinde, fasulye ve
ayçiçeği çekirdeklerinde, kuru meyvelerde çok bulu­
nur. B3 vitamini kişileri uyuz hastalığından korur. Ek­
mekte, taze sebzelerde, pirinç ve patateste vardır.
C vitamini : Kan hücrelerini çoğaltır. Alyuvarları
olgunlaştırır. Hücrelerin beslenmesine vardım eder.
Vücudun mikroplara karşı gücünü arttırır. C vitami­
nin eksikliği skorbüt hastalığının nedenidir. Eskiden,
uzun deniz yolculuğuna çıkan , taze sebze ve meyve
yiyemeyen gemicilerde bu hastalık çokça görülürdü. C
vitamini limon, portakal, greyfurt, çilek gibi meyveler­
de, pekçok sebzede bulunur. Kurutulmuş sebze ve
meyvelerde yoktur. Memleketimiz meyve sebze bakı­
mından çok zengin olduğu için, C vitamini eksikliği ve
onun yarattığı hastalıklara nadiren rastlanır.
I) v itam ini: Besinleri*- aldığımız kalsiyum ve fosfo­
run bağırmaklarda emilmesini ve onların kemikler ve
dikler ü/erinde toplanmasını sağlar Eksikliği özellikle
yanlılarda osteomalasi demlen kemik gevrekliği
(vumu^aması) hastalığını s aratır. Bu kemiklerin çabuk
kırılmasına neden olur. D vitamini eksikliğinin ya­
rattığı en önemli hastalık raşitizm adlı kemik has­
talığıdır.
D vıtamimi, balıkların et ve yağlarında yumurta
şansı, süt ve tereyağda buiunur D3 vitamini güne*,
ışınlarının deriye çarpması ile oluşur Onun için bol
güneşli ülkelerde raşitizm hemen hiç görülmez. Eski­
mo'lar, uzun kış gecelerinde Güneş görmezler. Fakat
onlar, kalsiyum ve fosfor bakımından /engin balık ve
balıkyağı yediklerinden oralarda da raşitizme rastlan­
maz.
K v it a m in i: kanamalarda pıhtılaşmayı sağlayan vi­
tamindir Bağırsak florasında sentez yolu ile yapılır
Bu vitamin hemen bütün sebzelerde vardır.
F vitam ini : Erkeğin cinsel yetersizliğinde, kadının
sık sık çocuk düşürmesini önlemede, bazı kas has­
talıklarının tedavisinde kullanılır. Buğday tanesinde
boldur. Fıstık yağında, soya fasulyesinde, maydanoz­
da, zeytinyağında ve tereyağında bulunur. Pırasa, ek­
mek ve yumurtada boldur.
B - Beslenme rejimleri:
Bütün canlılar beslenmek için ihtiyaç duydukları
maddeleri yakın çevrelerinden sağlarlar. Yakın
çevreye bağlılık, ilk insanlar için mutlak bir zorunlu­
luktu Yapabildikleri en basit aletlerle avcılık peşinde
idiit-r veya toplayıcılıkla yiyeceklerini sağlayabili­
yorlardı. Ateşi bulduktan sonra, av eti, günlük
menülerinde ön sıraya çıkmağa başladı. Medeniyet ba­
samaklarını yavaş yavaş çıkarak bitkisel ve hayvansal
63
besinleri depo etmeyi öğrendiler.Bazı hayvanlan ehli­
leştirmeyi başararak onlardan çeşitli şekillerde fayda­
lanma yoluna girdiler. En basit yollarla tarım yapmağa
başlayarak bazı bitkisel ürünleri sağlamaya başladılar.
Hayvancılık ve tarıma geçiş insanların kazandığı
önemli bir düzeydir. Böylece beslenmelerini tesa­
düflere bırakmaktan kurtuldular. Zaman zaman uzun
süren açlık tehlikesinden kurtuldular. Daha sonra bu
alandaki gelişmelerle insanlar, besin ihtiyaçlarını
düzene koydular, çeşitlendirdiler.
Toplayıcılık, balık avı ve karadaki hayvanların av­
lanmasına dayanan beslenme rejimi ile hayatlarını de­
vam ettiren insan toplulukları, tamamiyle ortadan
kalkmış değildir. Afrika ve Amazon ormanları içinde,
Okyanusya adalarında, Avustralya çöllerinde ve
Güney Amerika’nın güney ucunda, medeni dünya ile
teması olmayan gruplar vardır. Bunlann bütün
günleri, kannlanra doyurmak için arayış içinde geçer.
Güney Amerika’da Paraguay ve Uruguay arasındaki
ormanlarda yaşayan az sayıdaki yerliler de (Guayakis)
basit bir hayat sürer, toplayıcılık ve avacılıkla beşlenir­
ler. Ormandaki bütün hayvanları ve kuşlan yerler. Bal
peşinde koşarlar. Seylan adasındaki Vedda'larm da
beslenme şekli hemen hemen aynidir.
Zamanla, tanm ve hayvancılıktaki gelişmeler, artan
üretim, bir taraftan beslenmedeki olumsuz etkileri or­
tadan kaldmrken, diğer taraftan yeryüzünde belirli
üniniere dayalı bölgeler yarattı.' Bazı bölgelerde
buğday, çavdar, mısır, pirinç, geniş alanlar kaplayan
bölgelerde önde gelen tanm ve besi konusu haline gel­
di. Bazı bölgelerde hayvan yetiştiriciliği baş uğraş ko­
nusu olarak ortaya çıktı. Beslenme rejimleri de bitkiler­
den çok etlere dayalı hale geldi.
XV. yüzyıl sonlarından itibaren başlayan keşiflerle
Amerika bul undu.. Afrika'nın güneyi dolaşılarak ,
Güney ve Doğu Asya'ya ulaşıldı, ve yeni ürünlerle
tanışıldı. Bunlann yetiştirilme alanları genişletildi.
64
Örneğin, tütün, patates Amerikadan, pirinç Doğu
Asya'dan, lahana çavdar Sibiryadan, soğan, armut
Mısır’dan, darı Hindistan’dan, limon Asya'dan, yulaf
Kuzey Afrika'dan, maydanoz Sardunya'dan,ıspanak
Arabistan’dan, ayva Girit'ten alınmış ve dünyanın
pekçok yerine taşınıp oralarda yetiştirilmeğe başlan­
mıştır. Böylece besin maddeleri birçok yerde
çeşitlenmiştir. Fakat
beslenmede bir veya birkaç
ürüne bağlı olma durumu tamamiyle ortadan kalkamamıştır. Zaman zaman iklim anormalliklerine bağlı
olarak üretim azlığı, kıtlıklar ve buna bağlı olarak
salgın hastalıklar, büyük çaplı ölümler ve göçler bazı
bölgelerde devam edip gitmiştir. XX. yüzyılda, teknik
alandaki gelişmeler, sağlık alanındaki buluşlar,
kıtlıkların ve salgın hastalıkların eski önemini
azaltmıştır. Fakat bu iki afet henüz dünyanın her ta­
rafından kaldırılamamıştır.
Yeryüzünde beslenm e rejim leri
Yeryüzünde ekvatordan kutuplara, çok yağışlı
kıyılardan kıt'aların içindeki çöllere, deniz seviyesin­
den 4000 metre yüksekliklere kadar yayılmış insanlar
arasında beslenme rejimleri yer yer büyük farklılıklar
gösterir.Beslenme rejimleri başta, yaşanılan yerin
içerdiği olanaklara bağlı idi. Daha sonraları insanların
medeniyet düzeylerine göre gelişmiş şekillenmiştir.
Dini inançlar, bazı bölgelerde yüz milyonlarca in­
sanın yiyecek maddelerinin seçimine etki eder, beslen­
me rejimine yasaklar kısıtlamalar getirir. İslamiyette,
domuz eti, sürüngen hayvanlan ve bazı kuşları ye­
mek, alkollü içkiler içmek yasaktır. Hindu'larda inek
eti yemek yasak edilmiştir. Yenmesi dinen uygun
görülen hayvanların kesimi de özel usullere bağlıdır.
Bunlara uyulmadan kesilen hayvanların yenmesi gene
yasaktır. Başka hayvanlar tarafından öldürülmüş hay­
vanların eti de yenilmemektedir. Bütün bu yasaklar,
usuller, ortaya çıkarıldığı zamanlardaki doğal ve sos65
sinde, senenin belirli gün veya avlarında, günlük ye­
mek rejimlerine düzenlemeler getirilmiştir. Is'.ımivelte
Ram^/an avında tutulan Oruç, yemek saatlarinin ayar­
lanması, Musevilikte Hamursuz, Hıristiyanlıktaki
Büviık Pehriz, (Çareme) bunların önde gelenleridir.
Poğrudun doğruya doğa koşul ve olanaklarına
bağlı olarak ortaya çıkmış beslenme rejimleri de yer
yer büvük farklılıklar gösterir. Medeniyet düzeyi, ayni
olanakları bulunduran birbirinden uzak yerlerde,
yöresel özelliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur,
fen çok yenen besin maddeleri, besinlerin yenmeye
nazırlanma şekilleri, besinleri çeşitlendiren ikinci dere­
cedeki yiyecekler, veryüzündeki beslenme rejimlerini
çok çeşitlendirmiştir. Ancak, ana hatları ile ele almak
yolu ile birbirinden farklı bölgeler saptamak da ola­
naklıdır.
I- İptidai beslenme şekilleri ve yerleri: Bu beslenme
rejimlerine, doğal koşulları elverişsiz, uygarlık
düzeyleri geri insanlar topluluklarının bulunduğu yer­
lerde rastlanır. Avrupa, Asya ve kuzey Amerika'nın
kuzey kısımları, Avustralya ortasındaki çöller ve ekva­
tora! bölge ormanları, iptidai beslenmenin görüldüğü
alanlardır.
Kanada'nm kuzeyinde vaşavan Eskimo'lar, kara ve
balık avcılığı ile geçinirler. Balık, fok, beyaz ayı, kutup
tilkisi gibi hayvanların etleri ve yağlan , bunların en
önemii besinleridir. Bitkisel besinler, yok denecek ka­
dar azdır.
Avustralya ortalarındaki çöllerde , medeni dünya
iie hiç teması olmamış, yan çıplak yaşayan yerlilerin
günlük uğraş; , yivevecek arayıp bulmaktan "ibarettir.
Yedikleri besinler çok çeşitlidir. Bütün sürünücülerin
yumurtaları, bi>cekler, tırtıllar, yılanlar, kaplum­
bağalar, fareler, kuşlar, kangurular bu arada sayıla­
bilir. Bulabildikleri bitkilerin çiçeklerini, köklerini,
66
vapraklann; verlor. Beslenmeleri d iı/ t'n s İA İir. Bulduk­
larında o b u rlu k dereccs;nde verler, tak,it /«mwn Al­
man da a çh k devreleri geçirirler. Yivoeek saklama,
depo etme düzevino henüz ulaşmamışlardır.
Ama/on ormanlarında, Afrika'nın ekvator orman­
larında ve Okyanusya'nın ekvator ormanlarının
yaygın olduğu adalarda yalayan küçiik grupların bes­
lenme rejimi de ellerindeki ok, yav, zıpkın gibi basit
araçlarla avcılığa ve zengin balık çeşitleri ile top­
layıcılığa dayanır. Bunlarda da yiyecekleri depo etme
alışkanlığı yoktur. Peşinlerinin miktarı, çeşidi ve kali­
tesi, günlük şanslarına bağlıdır.
o- Bir eleıntın in egevtat olduğu beslenme rejimleri:
Dünyada mutlak olarak, yalnız hayvansal veya yalnız
bitkisel beslenme rejimleri bulunan yerler yoktur. He­
men bütün topluluklarda va hayvansal besinler eg o
mendir (carnivore) ya bitkisel beslenme egemendir
(Vejetarisme) veya karışık besinlere dayanan rejimler
(ovnivor) egemen olarak görülürler.
Hayvansal besinlerin egemen olduğu rejimler
de,hayvan yetiştirenler ve balık avlayanlar olmak
üzere iki grupta toplanabilirler.
Hayvan besleyenler, kutup çevresinde yaşayan­
lardan Kanada’nm kuzeyindeki Eskimo'lar ile Finlanda’nın kuzeyindeki Lapon'lar ren geyiklerini ehlileştirmişlerdir. Bu hayvanların etinden sütünden fay­
dalanırlar. Asya'nın kuzeyindeki taygalarda vaşavan
Çukçe'ler, Ostiyaklar, Kamçadal’lar, ren geyiği, sığır
ve at beslerler, bunlardan yiyecek olarak faydalanırlar.
Evcil olmayan hayvanların etlerine ek yaparak, uzun
kış mevsimindeki beslenmelerini teminat altma almış,
küçük çapta da olsa besinlerini çeşitlendirmiş oiuriar.
Hayvan besleyenlerin çoğunluğunu , orta paralel­
lerdeki steplerde görmek olanaklıdır. Cobi çöllerinden
Kuzey Afrika'da Atlas Okyanusu na kadar uzanan
stepler, sürüler halinde özeîiikie kikükbaş hayvan
6
?
yetiştirilen yerlerdir. Buralarda yaşayanların çoğu
göçebedir. Devamlı olarak otlaklar arasında hareket
halinde bulunurlar. Bunların besinlerinin çoğunu et
teşkil eder. Fakat bunlar daha çok yaşlanmış hayvan­
larını keserler. Diğerlerinin sütünden yünlerinden fay­
dalanırlar. Süt, yoğurt ve ayran önde gelen yiyecekleri
arasındadır (glactofaji ). Hayvanlarını, bitkisel protein
ve glüsitler almak için yakınlarındaki tarımla uğraşan
kimselerle değiştirirler. Göçebeler, küçükbaş hayvan­
lar yanında ulaşım ve taşın için büyük çapta başka
hayvanlar da yetiştiriler. Sürüler halinde at ve deve bu
arada hatırlanmalıdır. Tibet'te yak evcilleştirilmiştir.
Bunların çok yağlı sütlerinden ve taşın için güçle­
rinden faydalanılır. Büyük Sahranın güneyinde ise
sığır yetiştirimi ön planda gelir.
Yalnız balık avcılığı ile uğraşan ve besinleri bunlar­
dan ibaret olan gruplar, dünyanın çok özellik taşıyan
yerlerinde görülürler. Grönland ve Hudson körfezi
kıyılarında yaşayan Eskimo'lar, kısa süren yaz ay­
larında çabalarının en büyüğünü balık avına sarfederler. Bunları Güneş'te kurutur, ateşte tütsüler veya don­
durur, kış ayları için depo ederler. Afrika ortasında
Nijer ve Çat çevresindeki bazı siyah kabileler, tuttuk­
ları balıklarla beslenirler. Bir kısmını kurutarak veya
tütsüleyerek çevre kabilelere satarlar. Belüci.stan
kıyılarında yalnız balıkla beslenen (ihtiyofaji) kabileler
vardır. Buralarda yalnız insanlar değil, bazı hayvanlar
da balık yiyerek yaşarlar.
Balık, ılıman ve sıcak bölgelerin bazı yerlerinde de,
bitkisel ağırlıklı besinlerin yanında, hemen hemen oniar kadar önemli yer tutar ( Japonya, Tonkin ).
b - B itkisel beslenmenin egemen olduğu rejim ler :
Bugün, insan topluluklarının beslenmesinde, bitkiler,
hayvansa! besinlerden daha
çok
yertutar.Bazı
bölgelerde bitkisel besinlerin oranı % 90 m üstiine
çıkar. Hayvansal besinlerin ise ba/ı yerlerde % 1 e ka­
dar indiği goruiıır. Ancak bitkisel beslenme rejimleri
68
iklim, toprak ve sosyal gelem e bakımından dünyanın,
birbirinden çok değdik özellikler taşıyan yerlerinde
görüldüğünden, buralardaki beklenmenin önde gelen
bitkileri de birbirinden farklıdır. Öneğin Çin in kuze­
yinde buğday ve darı ençok yoğaltılan bitkilerdir.
Bunlara çeşitli sebzeler, özellikle soya eklenir. Buralar­
da hayvani besinlerin oranı % 1 e kadar iner.
Afrika’da Büyük Sahranın güneyinde, Senegal'den
Sudan'ın güneyine kadar uzanan yerlerde tahıl
çeşitleri besinlerin esasını teşkil eder. Bunlara, yağlı
besin olarak araşit, manyoka katılır. Protein noksanlığı
çok belirgindir. Buralarda sebze ve meyveler de, vivecekler arasında önemli bir yertutar.
Asya’nın güneyide ve güneydoğsundaki adalarda,
beslenme bitkilere dayanır. Patates, sagu, tapika ençok
voğaltılanlardır. Bunlara çok çeşitli sebze ve meyve de
katılır.
c - Karışık beslenme rejim leri: Bu tip beslenme re­
jimleri dünya üzerinde daha yaygındır. Doğal olarak ,
bu rejimlerde de, yer yer temel besin maddeleri ile
ikinci derecede bulunan çeşitler, değişir. Fakat genel
karakter aynıdır. Çoğunlukla bitkisel beslenme
ağırlıklı durumdadır. Örneğin, dünyanın en kalabalık
bölgeleri olan Güney Çin'de Çin-Hindi yarımada­
sında pirinç ve çay , baş besin maddeleridir. Meyve ve
sebzeler, bitkisel besinleri çeşitlendirirler. Bu arada do­
muz eti, kuş etleri ve kümes hayvanlan tüketimi de
çoktur. Yağlar bitkiseldir.
Asya’nın doğu kıyılarında ve buralardaki adalarda
temel besin gene pirinç ve çeşitli sebzeler olmakla be­
raber, yemek listelerinde, balık ve diğer deniz ürünleri
önemli oranda yeralır. Bu kıyılar, dünyanın balık
bakımından en zengin yerleridir. Japonya'da bu tip
beslenmenin en ileri şekli görülür. Balık eti, kara hay­
vanlarının eti kadar enerji verici olması yanında,
ha/mının kolay ('İması ve birçok çeşitlerinin yağ ve vi­
tamin bakımından zenginliği, beslenmede tercih edil­
me nedenlerini tenkil eder.
Tonkin deltasında Annam'da ve Kamboçya'da d«ı
Kılık, mönülerde büviik çapta yer nlır. Buralarda d<ı
pirinç baş besindir. Çeşitli sebzeler ve meyveler de
buna eklenir. Bitkisel yağlar arasında palm yağı, araşit
yağı, susam, risin ve sova yağlan bulunur. Hayvansal
besinler de önemli oranda tüketilir. Domu/ eti, kümes
hayvanları, kuş etleri bu arada hatırlanmalıdır.
Asya'nın güneyinde Hindistan, yüz ölçümü ve
nüfus miktar; bakımından büyük bir ülkedir. Burada,
doğal ortamlann çeşitliliği, büyük din gruplarının
variığı, beslenme rejimlerinde de çeşitlilik yaratmıştır.
Hindistan’da genel olarak bitkisel beslenme rejiminin
eğmen olduğu görülür. Nüfusun üçte birinin baş besi­
ni pirinçtir. Geri kalanı daha çok sorgo, dan, nohut ve
• diğer sebzeleri tüketir. Buğday zengin sınıfın, arpa fa­
kirlerin yiyeceğidir. Bitkisel yağlar arasında susam
yağı, pamuk yağı, araşit yağı ençok kullanılanlardır.
Domuz eti bütün dinlerce yasak
edilmiştir.
Müslümanlar koyun, keçi ve sığır eti yerler. Pençap’ta
süt tüketimi çok gelişmiştir. Kişi başına yıllık 227 ki­
logramı bulur. Fakat Madras ve Bombay yakınlarında
7.6 - 6 kilograma kadar düşer.
Orta ve Güney Amerika’da karışık beslenme rejim­
leri egemendir. Geniş alan kaplayan Amazon ormanlan içnde yaşayan yerliler, manyoka ve mısır eker, or­
manda yetişen ağaçlann meyvelerini toplar, nehir ve
göllerde balık avlar ve ormandaki hayvanlan avlaya­
rak etlerini yerler.
Ant ların kuzeydoğusunda kalan yerlerde, Peru,
Bolivya ve Kolombiya’da patates, mısır, çeşitli sebze
ve meyvelerle, lama, alpaka ve kümes heyvanlannın
etleri besin maddelerinin temelini teşkil eder.
Avrupa da da kanşık beslenme rejimi egemendir.
Ozeîükle XX. yüzyılın ikinci varışında ulaşım
araçlarındaki gelişme, ha vat dü/cvinin vükselmesi,
besi maddelerini çok a^iüendirmiştir. Fakat gene de
<Â:ney, Doğu ve rVı*ı Avrupa'da, ikiime bağlı olarak
70
*
beslenme rejiminin temelini teşkil eden yiyecek mad­
deleri değişmektedir.
Güneyde, Akdeniz iklim bölgesinde buğday, pi­
rinç, mısır, çeşitli meyve \e sebzeler önde gelen yiye­
ceklerdir. Zeytin yağı, kovun, keçi, sığır ve domuz eti,
kıyılarda balık, protein ve vağ sağlayan yiyecek mad­
deleridir.
Orta ve Doğu Avrupa'da kara iklimi egemendir.
Buralarda daha çok buğday ve çavdar yetiştirilir. Pata­
tes ve ba/ı sebze çeşitleri besinlerin temelini teşkil
eder. Koyun, sığır ve özellikle domuz etleri çok yenir.
Süt, tereyağı ve yoğurt gibi besinler de yer yer önde
gelen yiyecekler arasında bulunur. Turnsol yağı bu
bölgeye ha> olan bitkisel yağdır.
Batı Avrupa'da okyanus iklimi bulunur. Hayvancılık
gelişmiştir. Kıyılar balık bakımından zengindir. Bu ne­
denle Fransa ve İngiltere kıyılarında balık önde gelen
yiyecek maddesidir. Ayrıca buralarda koyun ve sığır
eti de çok yenir. Yumurta ve kümes hayvanları günlük
menülerde yeralır. Almanya'da domuz eti tüketimi, et
tüketiminin 2/3 ünü geçer. İngiltere'de deniz ulaşımı
çok gelişmiş olduğu için u/.ak yerlerde yetişen bazı
ürünler burada temel besin maddeleri arasına gir­
miştir. Çay bunlann başında gelir. Şeker de çok
tüketilen besinlerdendir.
Kuzey ve Güney Amerika, beslenme rejimi bakı­
mından ayrı özellikler gösterir. Kuzey Amerika'da bes­
lenmede Anglo-sak>on etkisi görülür. Sabah kah­
valtısında şekerli besinler, yağlı besinler (süt. tereyağı,
peynir) albominli besinler (yumurta, er) bol miktarda
bulunur Öğle ve akşam yemeklerinde et, sebze ve
meyveler, hemen hemen eşit ağırlıktadır. Mısıı, daha
çok buğday unu çeşitli şekillerde kullanılır.
Güney Amerika'da, özellikle Arjantin de hayvan­
cılık eskiden beri çok gelişmiştir. Buna bağlı olarak et
ba^ besin maddesidir. Ayrıca burada tonik w kesif ve­
rici bir madde olan ituko de çok kullanılmaktadır
71
Yetersiz beslenme ve hatalı beslenme :
A - Yetersiz beslenme : İnsan, canlılığını devam etti­
rebilmek, gerekli hareketliliği ve çalışma gücünü
sağlayabilmek için beslenme ihtiyacını duyar. Yeteri
kadar beslenemeyen insan zayıflar, güesüzleşir ve dış
etkenlere karşı dirençsiz hale gelir. Çabuk hastalanır,
Yetersiz beslenme uzun sürerse, sağlıklı yaşanamadığı
gibi ömür de kısalır.
İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi için, her gün belirli
bir miktar kaloriye ihtiyaç hisseder. Günlük kalori ihti­
yacı, kişiden kişiye değişir. Bu değişikliğe yaş, cinsi­
yet, bedensel ve zihinsel çalışma tarzı, vücut ağırlığı
gibi etkenler neden olur.Genel olarak sıcak bölgelerde
kalori ihtiyacı, serin ve soğuk bölgelere göre daha
azdır. Gençler yaşlılardan, erkekler kadınlardan, bede­
nen çalışanlar, oturarak, az hareket ederek yaşayan­
lardan, fazla kilolu olanlar zayıf olanlardan daha çok
kaloriye ihtiyaç duyarlar.
Birlenmiş Milletler Gıda ve Tanm Birliği (FAO) nin
yaptığı çalışmalara göre, yıllık ortalama sıcaklığı 10’
olan yerlerde, yaşlan 20 - 30 arasında, 55 kilo ağır­
lığında, sağlıklı, faal hayatı olan deneklerden erkek
olanın giinde 3.200 kaloriye, kadının ise 2.300 kaloriye
ihtiyacı olduğu saptanmıştır. Yıllık ortalama sıcaklığın
5 ‘ değişmesi, günlük ihtiyacın 50 kalori artmasına
veya eksilmesine neden olur. Vücut ağırlığındaki 5
kg.lık bir fark ise ihtiyaç miktannı 100 kalori değiştirir.
Günde 8 saat çalışan bir insanın bu süre içinde 2.400
kalori sarfettiği, hiçbir iş yapmayan, 8 saati oturarak
geçiren bir kimsenin ise 768 kaloriye ihtiyaç duyduğu
saptanmıştır.
Dünyanın pekçok bölgesinde yapılan çalışmalar bu
miktarlann epeyce altındaki kalori miktarları ile
yaşandığını ortaya kovmuştur. FAO düşük kalori
bölgelerini Uzak-doğu, Yakın-dogu, Afrika ve Güney
72
Amerika (Arjantin, Uruguay ve Paraguay hariç)
ülkeleri olarak saptamıştır. Buralarda üretim azdır.
Ayrıca yıllık beslenmede istikrar da yoktur Mevsim­
ler, beslenme bakımından birbirinden farklılıklar
gösterir. Özellikle hasat öncesi aylarda günlük kalori­
nin düşmesi, besinlerde çeşitliliğin azalması, daha çok
kuru besinlere dayanan bir beslenme rejiminin ege­
men hale gelmesi sık rastlanan olaylardır. Hasat son­
rası aylar ise günlük kalorinin arttığı, besinlerin
çeşitlendiği aylardır. Zaman zaman yıl içinde görülen
normal dışı sıcaklıklar, kuraklıklar, su baskınları, tay­
funlar gibi doğal, isyanlar, harpler gibi sosyal ve siya­
sal olaylar, yöresel hatta bölgesel kıtlıklara açlıklara
neden olurlar. Musonlar Asya'sında geciken veya ye­
tersiz yaz yağışları, ılıman bölgenin kara iklimi
görülen yerlerinde şiddetle geçen ve uzun süren
kjşlar, geciken ilkbahar donları ekimlerin aksamasına,
üretim azalmasına, sonuçta kıtlıklara, yetersiz beslen­
meye neden olurlar. Giinev ve Doğu Asya’da, Avras­
ya'nın orta ve doğu tarafında yaşayanlar sık sık bu ne­
denlere dayanan kıtlık hatta açlıklarla karşılaşırlar. Af­
rika'nın ekvator bölgesinde '(Fransız Batı Afrikası )
mayıs, haziran ve temmuz ayları temel besin olan
darının bittiği, yeni ürünlerin beklendiği kıtlık ay­
larıdır. Antillerde ve Uzak-doğuda tayfunlar tarıma
büyük zarar verir. Görüldüğü bölgelerde kıtlık ve ye­
tersiz beslenmenin baş nedeni olurlar. Bazı ülkelerde
tek ürün tarımının yaygın olarak yapıldığı görülür.
Bazı yıllar arka arkaya bu ürüne arız olan hastalıklar
uzun süren kıtlık ve açlık devrelerine, hastalıkların,
ölümlerin artmasına, bölgeden kaçışlara, göçlere ne­
den olur. XX. yüzyıldan evvelki devrelerde, ulaşımın,
milletlerarası haberleşme ve yardımlaşma olanak­
larının çok etkisiz olduğu yıllarda, kıtlıklar, açlıklar,
salgın hastalıklar, insan topluluklarında büyük kayıp­
lara neden oluyordu. Bu arada birkaç tanesini hatrlatarak geçelim.
71
Fransa'da 17. ve 18. yüzyıllarda ardarda gelen
kıtlıklarda açlık o kadar ileri gitmişti ki, toprak yeme
(geofaji), hatta ölen insanları yeme, aile bireylerini
yeme çok rastlanan olaylar arasına girmişti. 1707,1806
ve 1846 da Silezya’da görülen açlıklar burayı perişan
etmiştir. İrlanda’da 1797 den 1803 e, 1816 dan 1817 so­
nuna kadar, baş üıün olan patatese arız olan hastalık
nedeniyle ortaya çıkan korkunç kıtlıklar 700.000 den
fazla ölüme ve 6 milyon insanın göçüne neden olmuş
ve nüfus onda bire düşmüştür. 1768 de Hindistan'da
kuraklık ve çekirge afetinden meydana gelen kıtlık,
açlık ve salgın hastalıklar, yalnız Madras’ta 3.5 milyon
insanın ölümüne neden olmuştur. 1S78 de Kuzey
Çin’de, Türkiye genişliğinde bir alanda görülen kor­
kunç kuraklık, 70 milyon insafı etkilemiş, açlıktan
ölenler gömülemeyerek öldükleri yerlerde kalmıştır.
1940 yılında Türkiye'de kıtlık yaşanmış, kişi başına
günlük ekmek karne ile 250 gr. olarak dağıtılmıştır.
Trakya’da Alman ordularının Yunanistan’ı işgali nede­
niyle nüfusun önemli bir kısmı Anadolu’ya geçmiş bu
nedenle ekim, üretim azalmış, beslenme yetersiz­
liğinden hastalıklar, ölümler artmış ayrıca tifiis ^algını
ile büyük telefat verilmiştir. XX. yüzyıin: son
yıllarında Orta Afrika'da Kongo ve Ruanda da açbk
butun dehşeti ile devam etmektedir. Fakat dünya ge­
nelinde, açlık, kıtlık ve salgm hastalıklar eski
yüzyıllardaki önemini kaybetmiştir. Bir taraftan yerel
gelişmeler, diğer taraftan Birleşmiş Milletler organi­
zasyonunun etkili yardımbr» hemen her tarafta nüfus
artışlarına neden olmaktadır. Türkiye olumlu geliş­
melerin güzel bir örneğini vermektedir. 1925 - 1930
yıllan arasında Türkiye'nin nüfusu 13 milyon kadardı.
Kasaba ve şehirlerde yaşayan halkın yediği ekmeğin
unu Romanya'dan, Kanada'dan ithal ediliyordu. Aynı
Türkiye bugün, 60 milyon insanını kendi topraklannda yetiştirdiği ürünlerle besleyebiliyor. Çünki
Türkiye de gelişen tanm tekniği, bir taraftan tarlaların
nadasa bırakılmasını önlemiş, diğer taraftan, sulama
ve gübreleme ile tarımı entansif hale getirmiş birçok
yerde ayni tarladan yılda iki ürün alınmasını sağlamış,
hatta Gediz ovalarında yılda üç ürün alma çalışma­
larına başlanmıştır. Sulama olanaklarına kavuşmuş
eski kurak Harran ovaları büyük ümitlerle devreye
girmiştir Her yönden gelişen sağlık teşkilatı, salgın
hastalıkları
ortadan
kaldırmış, ölüm oranlarını
azaltmıştır. Bu hali ile Türkiye, Malthus nazariyesinin
çürümesine neden olan güzel bir örnek haline gel­
miştir.
B - Hatalı beslenm e : Beslenme, sağlam bir vücut,
yeterli fizik ve zihinsel çalışma için gerekli besinlerin
alınması olarak ifade edilir. Fakat, genel olarak fena
beslenmenin varlığını ve derecesini gösteren tek bir
ölçü yoktur. Ana ihtiyaç maddelerinin herhangi biri­
nin yetersizliği, fena beslenme nedeni olabilir. Vücut
yeteri kadar alınamayan bir besi maddesinin doğ­
rudan zararını gördüğü gibi, bu madde eksikliğinin,
diğer besi maddelerinden yeteri kadar faydalanmayı
önlediği de bir gerçektir.
Ancak bu konuda çoğunlukla kaliteli ve hatalı bes­
lenmeyi ortaya çıkarmak üzere iki besi grubu üzerinde
durulmaktadır. Bunlardan biri hayvani protein mik­
tarı, diğeri bitkisel protein miktarıdır. Özellikle hay­
vansal protein miktarında azalma, bitkisel protein
miktarında aşırı fazlalaşma olursa, beslenmede açlık
duygusu giderilse de, kalitesiz beslenme, bir diğer
deyişle fena beslenme, hatalı beslenme ortaya çıkar.
Bunun için proteinlerin, glusitlerin, vitaminlerin ve
madensel maddelerin belirli oranlarda yiyeceklerimiz
arasında bulunması gerekir. Bunlardan bazılarının
noksanlığı gelişmemizde, çalışmamızda, hastalıklara
karşı dayanıklığımızda arızalar meydana getirir.
Kısaca hatırlayalım: Protein eksikliği, sağlıklı bir
bünye yaratmak için ihtiyaç duyulan vitaminlerin ve
minerallerin vücutta tutulmasını ve kullanılma denge­
sini bozar. Bu da çeşitli olumsuz sonuçlar yaratır. Pro­
teinler hayvansal besinlerde (et, süt, yumurta) ve
nişastalı tahıl ve sebzelerde bulunur. Bu iki menşeli
proteinlerin bile etkileri birbirinden farklıdır. Hayvan­
sal proteinleri fazlaca yiyenler, hastalıklara karşı daha
dirençlidirler. Az hasta olurlar. Uzun süre verimli
çalışmaya, yeterli enerjiye sahiptirler. Hayvansal pro­
tein içeren besinler pahalı olduğu için daha çok, gelir­
leri fazla olan milletler ve tabakalar tarafından fazlaca
kullanılırlar. Bu nedenle bu topluluklarda hastalıklar,
normal olarak daha azdır. Yiyeceklerinin çoğunluğu
bitkisel olan topluluklarda ise aksine hastalıklar daha
fazla, fiziki ve zihni verim daha az, ömür daha kısadır.
Kuzey kutup çevresinde yaşayanlar, coğrafi koşul­
lar nedeniyle fazla hayvani protein almak zorun­
dadırlar. Bunlar protein ihtiyaçlarını sebzelerle gider­
meye kalkınca kısa zamanda zayıflar, güçsüzleşir ve
ölüme mahkum olurlar. İşçiler üzerinde denemeler
yapılmıştır. Yiyecekleri arasında et, süt, yumurta fazla­
laştırılınca hastalanmaların, bu nedenle iş günü kayıp­
larının, iş kazalarının azaldığı, kalitesi yüksek verimin
çoğaldığı saptanmıştır.
Beslenmede vitaminlerin ve madensel maddelerin ek­
sikliklerinin de çeşitli hastalıklara neden olduğuna
daha önce değinilmişti.
C - Uyartct ve uyuşturucu maddeler : Keyif verici
maddeler besin bakımından büyük önem taşımazlar,
fiyna karşın, kullanılım alanlarının çok geniş
olduğunu vc tarihin pek eski devirlerinden beri
yapımlarının öğrenilmiş bulunduğunu rahatlıkla
söyleyebiliri/.
Keyif verici maddeler, doğada hazır bulunmazlar.
Çırvrede çokça bulunan bazı maddelerin değiştirimi ile
vjiuşiuru; urlar. Bir bakıma yapay besinlerdir. Fakat
76
yapılmaları kolaydır. Zamanımızdan 5000 yıl kadar
evvel, başlangıçta tesadüfen, bazı yiyeceklerin ekşi­
mesi, fermante olması ile bu maddeleri bulmuşlar,
sonraları, bazı basit tekniklerle yapımına başlamışlar­
dır.
Keyif verici maddeler cok çeşitlidir. En yaygın olan­
ları sıvı haldedir. Bira, şarap, rakı, viski, votka gibi.
İçerlerinde herhangi bir miktarda alkol vardır ve bu­
nun oranı, yapıldıkları maddeye göre değişmektedir.
Ayrıca, renkleri, kokulan ve etkileri birbirilerinden
farklıdır.
Keyif verici maddelerin bazıları ise yakılıp dumanı
teneffüs edilerek kullanılır. Tütün gibi bazıları ağızda
çiğnenir, bazıları ise yenir veya damara şırınga edilir.
Sıvı olarak ve içilerek kullanılan keyif verici mad­
deler yemeklerden evvel az miktarda iştah açıcı olarak
(aperitif), yemekle birlikte ise besi maddesi olarak
alınır (şarap) ve nihayet yalnız keyiflenmek, başı hoş
etmek (serhoşluk) için içilir. Alkol, hücrelerde bulunan
maddelerin yanma olayını çoğaltır. Vücudun sıcak­
lığını yükseltir. Bu nedenle soğuk bölgelerde, soğuk
havalarda ölçülü miktarda alındığı takdirde fayda da
sağlar.
Ancak keyif verici maddelerin hepsi, vücutta
alışkanlık yaratma, alışkanlığı bağımlılık haline getir­
me özelliğine sahiptir. Alkolün fazlalığı, sindirim
aygıtına, özellikle mideye ve-jsinir sistemine zararlı et­
kiler yapar. Kişiyi, fizyolojik bakımından güçsüz kılar.
İradesini azaltır. ZihnLçalışmasmı ağırlaştmr. Çevre­
sinde bulunan, içinde yaşadığı ortamı, olaylan doğru
değerlendiremez hale getirir. Kişi kendisi için fay­
dasız, etrafı için zararlı, toplüfrt için bir yük olur. Alkol
tüketiminin çoğalması, toplümlann maddi gücünün
azalmasına, manevi değerlerinin çürümesine yolaçar.
Tarihte bu nedenle ortadan kalkan devletler vardır.
Alkol ve uyuşturucu madde tüketimi hor devletin
ürerinde önemle durduğu sağlık olaylarından biri ha
lip.e gelmiştir. Hatta bu konuda milletlerarası çalış­
ırsalar. organizasyonlar, gün geçtikçe çoğalmaktadır.
Revü verici ve uyuşturucu maddelerin coğrafi
dağılışı ilgi çekici bir görünüm ar/etmektedir. Sıvı haldaki içkilerin herhangi bir oranda alkol içerdiğine yu­
karıda işaret edilmişti. Alkol şekerli bir sıvının ferman­
tasyonu sonucu oluşmaktadır.Bütün nişastalı besinler,
divastaz etkisi ile kolaylıkla glikoza dönüşmektedir.
Bu nedenle tatlı sıvı veren ve nişasta içeren bütün be­
sililerden alkollü içki yapmak olanağı vardır. Meyve­
ler ile nişasta içeren yiyeceklerin yetiştiği her yerde al­
kollü içki üretebilmek olanaklıdır. Bu da kutba yakın
verler dışında, dünyanın her yerinin bu iş için elverişli
olduğunu anlatır. Ancak insanlar, bulundukları yerler­
de ençek hangi ürün yetişiyorsa ve kolaylıkla içki
yapılması olanaklı ise alkollü içki için o maddeyi esas
almışlardır. Bu nedenle yer yer yapılan ve kullanılan
içki çeşidi de değişmektedir.
Avrupa'nın batısında daha çok şarap ve bira yapılır
ve tüketilir. Fransa'nın batısında elma şarabı, diğer ta­
raflarında üzüm şarabı üretimde ve kullanımda önde
gelir. Orta Avrupa'da (Almanya, Avusturya, Çekoslo­
vakya) biracılık ilerlemiştir. Buralarda arpaya şerbetçiotu katılarak aroma tize edilir ve iyi kalitede bira
yapılır. Bira içinde alkoı oran; azdır ( % 3 - 9 ). Avru­
pa’nın güneyinde, Akdeniz kıyılarında bağcılık çok
gelişmiştir. Buna bağlı olarak Ispanya, Fransa, İtalya
ve Yunanistan’da şarap yapımı gelişmiştir. Türkiye,
din; kısıtlamalar nedeni ile bu konuda ön sıralarda
değilse de, dünyanın en kaliteli şaraplarının yapıldığı
bir ülkedir. Şarap, içerdiği alkol miktarı, asit derecesi,
mineral maddeleri, kokusu ve tadı nedenleri ile her
yerde ayn ozeiiikier taşır. Hatta herhangi bir yerde her
sene yapılan şarap bile ayni kalitede değildir. Ayrıca
eskidikçe kı> mei kazanan bir ilkidir, içerdiği
maddeler nedemvle, uygı.n miktarda dimdiği takdirde
ivi bir b<\sir. nvıodesid.ı Türkiye ve \ unam stand a
rakı, Balkanlarda t‘nk takısı v tusika ) ve kiraz rakısı
(kirş), Doğu Avrupa da alkol oranı yüksek votka,
İngiltere'de ve A.B.D .nde gene alkol oranı yüksek vis­
ki, Çin'de ve Japom a'da alkol oranı düşük pirinç
rakısı ( saki ), ençok yoğaltılan içkilerdir.
şarap
Sıcak bölgelerde şekerkamışından (rom), hurma ve
diğer taılı meyvelerden alkollü içkiler yapılır. Fakat
buralarda, alkollü içkilerin, kişilerin sağlığı ve sosyal
yapı ü/erindeki tahribatı, ılıman bölgedekilerden daha
fazladır.
Oı ta Asya' yaşayan Türkîer at sütünü fermante etti­
rerek kımız ismi verilen bir içki elde ederler.
Her gün kullanılan, besleyici özellikleri de olan
uyarıcılar arasında çay, kahve, kakao gibi maddeler
bulunur. Çay üretimi Musonlar Asyasında topjanmıştır. Fakat tüketim alanı çok geniştir. Kahve, Habe­
şistan'dan Liberya'ya kadar uzanan şeritte ve Brezil­
ya'da üretilmektedir. Bunun da tüketim alanı yay­
gındır.
Kokanın u yan a bitkiler arasında özel bir yeri
vardır. An:'la:da, Peru’da, Bolivya'da ve Brezilya'nın
bazı eyaletlerinde yerliler tarafından yapraklan çiğne­
nerek kullanılır. Aynca yapraklan kurutulup, ufalanıp
toz haline getirildikten sonra buruna çekilmek suretiy­
le de kullanılır, içerisinde ttîn, kafein, kokain, ekzonin
ve hiorin bulunan yapraklarından günde 4 gr.
çiğnenmesi, kişinin fizik ve moral gücünü arttırır,
ç.Vouk yorulmasın: ve beş gün kadar bir süre açlık his­
setmesini ö r Ur. Fakat fazla alınması halinde serhoşluk
yaratır. Alkol gibi bağımlılık meydana getirir. Sonuçta
zayıflama, den renginin kurşuniye dönmesi, tedavisi
olanaksız bir uykusuzluk, kanda oksijensizlik (ano\e-
mie) ve haraketsizlik şeklinde görülen kokaizm ortaya
çıkar. Böylece feci akibete yaklaşılmış olunur. Eroin
gibi, sağlık bakımından zararlı sonuçlar yaratan ko­
kanın ticareti ve kullanımı yasak edilmiştir.
Mate : Güney Amerika'nın pekçok yerinde bulunan,
yerlilerin la yerba ( ilex paraguayensis ) adını verdikle­
ri ağacın yapraklarından çıkarılan su, koka gibi
uyuşturucu bir etki sahibidir. Güney Amerika'daki
ülkelerde kahve, çay ve alkol yerine kullanılır. Koka
gibi tein, kafein ve teobromin içerir. Organizmayı
uyanadır. Fakat fazla kullanılması mide rahatsızlığı
(gastralji ) ve diş çürüklerine neden olur. Zayıflama,
•bitkinlik ve uykusuzluk, matenin yarattığı diğer belir­
gin sonuçlar arasındadır.
Haşhaş (Opium ): Türkiye, İran, Afganistin, Pakis­
tan, Hindistan, Bengaldeş ve Çin’de yetiştirilir. To­
humlan, fazla yağ içerdiği için yemek yapımında kul­
lanılır. Kozaları henüz yaş iken çizilerek çıkan sıvı ( af­
yon sakızı) toplanır. Bunun içinde uyuşturucu morfin,
heroin, narkotin, kodein, papavrin gibi alkoloidler
vardır. Bunlann toplam oranı % 17 ye kadar çıkar. Af­
yon sakızı, hap şeklinde veya sigara içinde içilerek
alınır. Başlangıçta uyarıcı, zihin açıcı bir etki yapar,
Ortalığı hoş görmeğe başlatan bir serhoşluk yaratır.
Fakat afyon, hızlı bağımlılık yaratan bir uyuştu­
rucudur. Kullanılmağa başlandıktan kısa bir süre son­
ra iştah kesilmesi, zihni durgunluk, bakışlarda an­
lamsızlık, hareketlerde ağırlık devresi gelil ve kişi hem
fizik, hem mantal bir çöküntü içine girer. Bağımlı kişi,
kendisi ve toplum için hemen hemen kaybedilmiş hale
gelir Tedavisi çok zordur. Bu nedenle özellikle XX.
yüzyılda afyonla mücadele milletlerarası önemli bir
mücadele konusu haline gelmiştir. Birçok ülkede,
özellikle memleketimizde, haşhaş ekimi devletin sıkı
kontrolü altındadır. Afyon sakızı .hmını devlet yapar.
M<»rfin tıpta kııll» nıllır Bunun sa-ımını vievlet yapar
80
Ancak memleketimi/, dışında bu konu üzerinde yete
rince titizlikle durulmadığından, gizil ticaret konu su­
dur. Ençok alıcısı Avrupa ülkeleridir. Afganistan, İran
ve Pakistan, önde gelen gizli ihraç yerleridir.
Kahvenin (coffea Arabiea) ilk yeri Habeşistan'ın
güneyidir. Buradan Afrika'nın batısına, Asya’nın g ü ­
neyine ve Brezilya'ya yayılmıştır. İçindeki kafein m ad­
desi nedeni ile uyarıcı bir etki yapar. Tüketim i
dünyanın tamamına yayılmıştır.
Kakaonun (theobroma cacao) ilk yetişim yeri M ek­
sika ve Orta Amerika'dır. Buradan G ine körfezi kıyı­
larına ve Güney Asya adalarına yayılm ıştır. Kuvvetli
bir besleyicidir. Sıvı halinde kullanıldığı gibi süt ve
şeker katılarak çukulata adı ile de kullanılır.
Tütünün (Nicotaia tabacum), ilk yetiştirilm e yeri
Gümjy Amerika'dır. Bu kıtanın keşfinden sonra eski
kıtalar topluluğuna geçm iş ve geniş alana yayılm ıştır.
Yaprakları nikotin adı verilen alkoloid bir madde
içerir. Sigara, pipo, puro şeklinde içilerek kullanıldığı
gibi, çiğnenerek de kullanılır. Bağım lılık yapar. Keyif
vermesi yanında, vücuda giren zehirli nikotin, pekçok
hastalığa (30 kadar) ned tn olur. Bu arada gırtlak kan
seri, akciğer kanseri, mide ülseri, dam ar sertliği, çeşitli
kalp rahatsızlıkları en evvel hatırlanm ası gereken has­
talıklardır. Hamile kadınlar için çok zararlıdır. Pekçok
ülkede kullanımını sınırlayıcı tedbirler alınmıştır. Bir­
leşmiş M illetler Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından
açıkhr.dığma göre, sigaradan yılda 63 milyon insan ha­
yatını kaybetm ektedir.
Esrar, hint k en ev iri ( cannabis sariva 1. ) ismi veri­
len bir bitkiden elde edilir. Dişi bitkinin m ercim ek
büyüklüğündeki tohum larının içinde reçine bulunur.
Bu m adde esrardır. Esrar içeren tohum lar toplandık­
tan sonra, b i:k aç gün kurutulur ve esrar tozu elde ed i­
lir
Hint keneviri, hemen her iklimde yetişir. Hindis­
tan, Pakistan, İran, Lübnan, Suriye, Lalin Amerika bu
keyif verici zehirin en çok yetiştirildiği yerlerdir. Fakat
kullarım alanı çok geniştir.
Esrar tütün içine karıştırılarak sigara şeklinde,
tömbekiye karıştırılarak nargile ile ve pipolarla nefes
yolu ile alınır. Ayrıca, bal, baharat ve arap sakızına
katılmak suretiyle yapılan tabletler çiğnenerek de
alınır. Keyif verici maddelerin önde gelen öldürücü ze­
hirlerinden olan esrar, kısa zamanda alışkanlık yaratır.
Kurtulunması da çok zordur veya olanaksızdır. İlk
alındığında, kökü, dolaşım bozukluğuna dayanan bir
baş dönmesi olur. Göz bebekleri büyür. Aydınlığa
karşı duyarlılık artar. Kalp atışları çoğalır. Uyuşukluk
fazlalaşır. Hayal gücü çoğalır. Zaman ve mesafe
ölçüsü kalmaz. Mide bulantısı, kusma, zehirlenmenin
ilk belirtileridir. Kişi dengesizdir. Miskin veya saldır­
gandır. Erken bunama, melankoli, çıldırma, kısa süre­
de ölüm, esrarkeşlerin kendilerini sürükledikleri"doğal
akıbetlerdir.
Esrar kullanımı, kişilerin bedensel ve ruhsal sağlı­
sını bozduğu için, hemen her memlekette yasak­
lanmıştır. Bir taraftan emniyet kuvvetlerince çok
önemle izlendiği gibi, diğer taraftan esrarkeşlerin teda­
visi için hastahaneler de yapılmıştır. Bu konuda millet­
lerarası mücadele teşkilatı da kurulmuştur.
Çavdar mahmuzu (LSD 25), çavdar bitkisinin çi­
çekleri üzerinde üreyen bir asalak mantardır. Buğday
tanesi büyüklüğündedir. 11 çeşit alkoloidi vardır. Bun­
lardan ergonovin çok şiddetli bir zehirdir Beyaz bir
tozdur. Alındığında, çok az miktarda da olsa, kısa za­
manda beyine etki yapar ve vücudun fizik ve psikolo­
jik dengesini bozar. Keyif venci zehirlerin en tehlikelilenndendir.
H2
VIII - TIP VE COĞRAFYA
Tıbbın konusu hastalıklardır. Kişilerin hastalıklar­
dan korunması, hastalıkların teşhis ve tedavi şekille­
ridir. Bu konuda, II. Dünya Harbinden sonra geçen
yarım yüzyılda büyük ilerlem eler oldu. Hem teşhiş
hemde tedavi metodları m ükem m elleşti. Tıpta pekçok
uzmanlık alanları doğdu. Hatta her u/.manlık alanında
ikinci, üçüncü derece uzm anlık alanları m eydana gel­
di. İcat edilen kom plike ve çok hassas aletlerle, hem
teşhis, hem tedavi m etodlarında eski devirlere göre
hemen hemen hatasız çalışılan devrelere gelindi. Her
uzmanlık alanı, diğer uzm anlık alanları ile birlikte
çalışarak hata payını azaltm a olanağına kavuştu. Bazı
bölüm ler hem en her bölüm ün, uzak kalınam ayacak
yardımcısı durum una girdi. Röntgen ile biyokimya bu
arada örnek olarak hatırlanabilir.
Özel m uayenehanelerde veya hastanelerde doktor­
la hasta karşı karşıyadır, veya konu, hasta-doktorlaboratuar üçgeni içinde kalır. Halbuki bazı bölgelerde
veya bazı m evsim lerde hastalıklar salgın haline gelir.
O durum larda hastalıklarla geniş alanda uğraşmak
durum u ortaya çıkar. Bu zam anlarda coğrafyadan fay­
dalanm ak zorululuğu doğar. Salgın hastalığın cinsi
saptandıktan sonra, bunun önlenebilm esi, hastalığın
yayıldığı alanın görülebilm esi için, vakaları uygun
ölçekli bir haritaya işlem ek gerekir. Böyle bir harita
üzerinde salgının hem alanını, hem de yoğun olduğu
yerleri görebilm ek olanaklıdır. Bundan faydalanarak,
salgınla m ücadele program ı gerçeğe uygun olarak
83
Ölçek: 1 / 50.000.000
1. 1935 yıllarına doğru Avrupa’da her 100.000 nüfusta
veremden ölenlerin miktarı
1.
140 dan fazla, 2.120-139 arası, 3.100-119 arası,
4. 80 - 99 arası, 5. 60-79 arası, 6. 60 dan az.
(Max Sorre'dan).
84
Ölçek : 1 / 10.000.000
2. 1936 yılında Fransa'da, departmanlarda her 100.GOÖ
nıifusta veremden ölenlerin miktarı.
1. 170 ve daha fazla, 2. 130-169,
3. 105-129,
4.95-104, 5.70-94, 6. 40 dan az. (Max Sorre'dan).
85
saptanabilir. Çalışma esnasında, salgının ilk görül­
düğü yerlerin saptanması halinde, salgının başlama
nedenlerini yakalamak ve gelecek için isabetli tedbir
kararlan almak mümkündür.
Hastalıklann haritaya işlenmesi, yalnız salgın has­
talıklarla uğraşmak için gerekli değildir. Bir bölgede
veya bir ülkede mevcut bütün hastalık çeşitlerinin
dağılışını göımek için de gereklidir. Bu haritalar üze­
rinde ortaya çıkan duruma göre, hangi sağlık kurumlannm daha çok nerelerde bulunması gerektiğine, han­
gi bölgeye hangi sağlık elemanlarının ve ne miktarlar­
da gerektiğine ilişkin doğru kararlar verilebilir.
Hastalıklarla coğrafi elemanlar arasındaki bağlantılan araştırma çalışmalannın tarihi çok eskidir. Bunun
milattan evvelki senelere kadar gittiği söylenebilir. Fa­
kat son iki yüzyıla gelinceye kadar böyle bir çalışma
sadece, ilgililerin bulundukları yerde, hastalığı ve
özelliklerini saptama, olayı mevcut bilgilere göre ka­
bul edilebilir bir açıklamaya kavuşturma şeklinde
yürütülüyordu. Hastalığın coğrafi ve bu dağılışın ne­
denleri üzerinde durulmuyordu. XX.yüzyılın başlanndan itibaren hastalıklann coğrafi dağılışını gösteren
haritalar yapılmış, bunların, fiziki ve beşeri haritalarla
karşılaştınlarak analizleri yapılmağa başlanmış, zama­
na göre önemli bir rehber elde edilmiştir.
1996 yılında, VIl.Milletlerarası Tıbbi Coğrafya Semyozyumu'nda A. Haviland'ın çalışmaları ve sonuçlan
üzerinde, Kanada, Ontario Yok Üniversitesi öğretim
üyelerinden Frank A.Barret’in verdiği tebliğe göre, ilk
defa İngiltere'de, Londra Hastanesinde, doktor Alfred
Haviland tarafından yapılan, ölüme neden olan hastahklann oran ve miktar olarak haritalara dökülmesi
ve bu haritalann analizi metodu, daha sonraları Fran­
sa, İtalya ve diğer Avrupa devletlerinde de uygulan­
mağa başlanmıştır.
86
AH aviland, İngiltere ve Walles bölgelerini kapla­
yan alanda il, ilçe ve köyleri birim olarak almış, bura­
larda kalp, kanser ve veremden ölümleri haritaya
dökerek incelemeler yapmış, bu dağılış şeklini yaratan
coğrafi
neden’eri onaya
çıkarmağa
çalışmıştır
Sonuçta, o /.amana göre hiç akla gelmeyen, ilgi çekici
nedenlerle karşılaşılmıştır.
A.Haviland'a göre, kıyılarda, deniz rüzgârlarını
bolca alan yerlerde KALP hasta'ığmdan ölenler az, ak­
sine bu rüzgârları almayan, dağların arkasında, kuytu­
da kalan yerlerde ise dikkat çekecek kadar çoktur.
A.Haviland’ın incelemelerinden çıkan bir diğer
önemli sonuç da şudur: Şehirlerde deniz rüzgârlarını
alan sokak ve caddelerde oturanlar arasında kalp has­
talığından ölenlerin oranı az, bu rüzgârlara kapalı olan
yerlerde ise fazladır.
Haviland. KANSER'den ölümlerin coğrafi dağılı­
şını gösteren haritalar üzerinde yaptığı incelemelerde,
zamanının aynı konuda çalışan ilim adamları ta­
rafından da doğrulanan önemli sonuçlara ulaşmıştır:
Kanserden ölenler, sık s i k su baskınlarına uğrayan,
akarsu kıyılarındaki alüvyonlarla örtülü düzlüklerde
yaşayanlar arasında çok, buna karşılık, yüksek
dağlarda ve kalker, tebeşir gibi suları geçiren kuru
alanlarda yaşayanlar arasında ise azdır.
Haviland Sn üçüncü inceleme konusu, VEREM'den
ölenlerin coğrafi dağın*: vc bu dağıhş şeklinin neden­
leri idi. Yaptığı haritaların analizinden şu sonuçlara
ulaşılmıştır: Soğuk rüzgârları almayan, direnajı iyi, ve­
rimli arazilerde yaşayanîar arasında veremden ölenler
az, fazla nemli toprakların bulunduğu yerlerde, iyi ha­
valandırılmayan fabrikaların ve havası kirli maden
ocaklarının bulunduğu yerlerde ise fazladır.
Şüphesiz Haviland, bu gözlemleri, kısa süreli veri­
lere dayandırmış ve acele hükümlere varmıştır. Kalp,
kanser ve verem hastalıklarının nedenleri çok çeşit­
lidir. Bunları sadece coğrafi bazı nedenlere dayan­
dırmak doğru değildir. Fakat Haviland, hastalıkların
dağılış şekillerini haritalar üzerine naklederek, onların
coğrafi elemanlarla bağlılıklarını araştırm a yolu ile
tıpta kıymetli bir metod yaratmıştır.
Herhangi bir hastalığın harita üzerinde dağılış
şeklini tesbitten sonra bıı haritanın diğer coğrafi ele­
manlar için yapılmış olan haritalarla karşılaştırılması,
bu dağılış şeklinin nedenlerinin ortaya çıkarılabilm esi
için faydalı hatta zorunludur. Örneğin sıcaklıkların
dağılışını gösteren izoterm haritaları, yağış ve bulutlu­
luk dağılışını gösteren izoyet ve izonef haritaları,
yeryüzü şekillerini gösteren topografya haritaları,
halkın gelir düzeyini gösteren ekonom ik haritalar,
eğitim düzeyini gösteren sosyal haritalar bu arada
hatırlanabilir. Sırası gelmişken, izoterm haritaları ile
hastalıkların coğrafi dağılışı arasındaki bağlantıyı
gösteren bir iki örnek verelim:
Sıtma hastalığı, vıl içinde, aylık ortalama sıcaklığın
16' yi geçmediği yerlerde görülmemektedir. Fler ayın
urtafoma sıcaklığının 16* nin üzerinde olduğu yerler­
de, senenin her ayında görülür. Bazı yerlerde ise yalp z, :viık ortalama sıcaklığın 16° yi geçtiği aylarda
gerinmektedir. Böylece ortaya çıkan kesin sonuç
şjdur ki aylık ortalama 16° lik izoterm çizgileri, sıtma
hıstaiığınm sınırlarını göstermektedir. Şüphesiz bu
Sın ırlar içinde her tarafta sıtma hastalığı görülmez.
Hastalığı yayan anofel isimli sivrisineğin yaşamasını,
üremesini olanaklı kılan diğer koşulların da araştırıl­
ması, bulunması gereklidir. Bunun için de o çevrenin
daha büyük ölçekli, yağış, hidrolojik ve bitki örtüsü
haritalarına ihtiyaç duyulur. Anofel, yaşadığı yerler­
den 200 m. den daha u/aklara gidemez. Bu nedenle bu
son tip haritalarda hastalığın çıkış yerleri daha net ola­
rak saptanabilir.
Mide ve bağırsak infeksiyonu hastalıklarının, y ıllık
ortalama sıcaklıkları gösteren izoterm herilaJarında,
ekvatorun kuzey ve güneyinde 23 lik izoterm çizgileri
ile sınırlanmış olduğu görülür. Buraları, Asya, Afrika
ve Güney Amerika'da, ekvatoral ve sübek vatı »rai
bölgelerdir.Ilıman bölgenin sıcak kuşağa yakın olan
bölümünde, yalnız yaz aylarında ve bu ortalam a
sıcaklığa ulaşabilen yerlerde görülür.
Her ülkede devletin sağlık program ve planlarının
yapılmasında da haritalardan faydalanılmak zorunlu­
luğu vardır. Bu konuda evvela, çeşitli hastalıkların
ülkeye dağılış haritaları yapılır. Bunların yanında,
sağlık tesislerinin, sağlık elemanlarının ve tesislerdeki
donanımın haritaları tamamlanır. Çalışma programı,
bunların hep birlikte incelenmesinden sonra karar­
laştırılır. Eğer bu yol izlenmezse, bazı bölgelerde uz­
man eleman noksanlığı, bazı yerlerde ise aksine
yığılmalar kaçınılmaz olur. Herhangi bir sağlık kuru­
luşuna alınan çok kıymetli bir cihaz, uzman yok­
luğundan ambalajından çıkarılamaz veya bir sağlık
kurumuna gönderilen uzman eleman, lüzumlu ve ye­
terli donanım bulunmadığı için verimli çalışamaz.
Sonuçta, para ve eleman israfı ve halkın beklediği hiz­
metin verilememesi gibi durumlar ortaya çıkar..
29 Temmuz - 2 Ağustos 1996 tarihleri arasında
İngiltere’de Porstmouth üniversitesinde yapılan VII.
Milletlerarası Tıbbi Coğrafya sempozyumu, Kıraliyet
Coğrafya Cemiyeti Sağlık Araştırma Grubu, Kanada
Coğrafya Cemiyeti Sağlık ve Sağlık Hizmetleri
Araştırma Grubu ile Amerikan Coğrafyacılar Cemiyeti
Tıbbi Coğrafya Özel Grubu tarafından düzenlenmiştir.
Değişik ülkelerden tebliğ vermek üzere gelenlerin
önemli bölümünü, coğrafyacılar teşkil etmiştir.: Meksi­
ka'da Tıp Alanında Neler Oluyor? adlı tebliği, Meksi­
ka'da bulunan Eğitim Yüksek Koleji Coğrafya ve Jeolo­
ji Departmanından Margaret H. Harnson vermiş,
çalışmasına Meksika' da iller baz alınarak, her 10.000
nüfusa düşen doktor miktarını gösteren bir harita ekle­
miştir. Kanada Hamil ton Mc. Master Üniversitesi
Çevre Sağhk Programı ve Coğrafya Departmanından
Adel Tannantuonor ve John Eyles, Çevremiz ve
Sağlığımız adlı bir tebliğ sunmuşlardır. Lancaster
Üniversitesi Coğrafya Departmanından Antoni Gatreli
ve Diane Langley, Lancaster ve Güneydoğu Cumbria'da Doğuşta Kalp hastalıkları olasılığı, adlı bir
araştırma sunmuşlardır...
Böylece, hastalıklarla, hastalıkların görüldüğü çev­
rede bulunan coğrafi elemanlar arasındaki bağlar ve
çeşitli haritalardan faydalanma ihtiyacı coğrafya ile tıp
arasında bir yakınlaşma, bazı alanlarda iç içe girme gibi
bir durum yaratmış, coğrafyada TIBBÎ COĞRAFYA
adlı, tıbba yardımcı bir bölüm ortaya çıkarmıştır.
KAYNAKÇA
B O R D IE R , A. (Dr.), La geographie MedicaJc, Paris: 1884.
M A X Sorre ,Les Fondement de La Geography H u m a in e Paris, Librairie Arm an Co iin 1947
W ÎL L Y H ellpch (Dr.), Geopsyche , - Paris 1944
R U D O L F Geiger , The Clim ate NTear The G ro un d, L o n d r
1957
E R İN Ç S im , Klimatoloji ve Metodları, İstanbul 1984
BRAUN
Hugo (D r.)_Ö ktem ,Z.(ör)M ikrobiyoIoji
SaJgmlar Bilgisi, İstanbul 1945
ve
D E R M A N , E.(D r), Sağlığım ız , Karm ca Matbaası İ/m ir
198,0
Dev.Met. Um. Md.îüğü , Uçuş Meteoroloji MetodJan,
Ankara 1940
K A Ğ IT Ç I M .Ali, Besin kılavuzu , İstanbul 1949
K IZ IL Y A L IN A.A rif, Uyuşturucu Zehirler ve Problemle­
ri İstanbul 1983
S O Z E R Sabri, U yuşturucu Maddeler ve Problemleri,
İstanbul
O SM A N Mazhar, Tababeti Ruhiye, İstanbul
K O Ç T U R K Osman, Besin ve Beslenme, İstanbul 1967
Ö Z Y A Z IC I Alpaslan, A lkollü İçkiler, Sigara ve Diğerleri,
Ankara 1993
M A H R U K İ Nasuh, Everes’te İlk Türk, İstanbul 1995
Vllth International Symposium in Medical G eography
(29 th July - 2nd August 1996).
Ü S K Ü F Şeref, Ege'de İlginç Olaylar, İzmir, 1992.
91
Download