TIBBÎ COĞRAFYA'ya GİRİŞ Cevat KORKUT 1998 Dağıtım: TEPEKULE KİTAPLIĞI 871 Sokak No. 1 9 /P -5 0 Kızlarağası Hanı - HİSARÖNÜ İZMİR • T e l: (0232) 441 39 55 Baskı - C ilt: H ürefe M atbaası, İzm ir Hayat arkadaşım Sevgili Sabiha A yhan Korkut'a İÇİNDEKİLER I - A TM O SFER ........................... ................................................1 Atmosfer Basıncı - Dağ Çarpması - Yükseklere Uyum Basınç Azlığının Sosyal Etkileri - Yükseklere Has Pataloji - II-İK L İM ELEM ANLARI ...................................................11 A - Sıcaklık - Sıcaklık ve İnsan - Sıcak Çarpması - Alınacak Tedbirler - Şiddetli Soğuklar B - Rüzgar - C - Nem III-IŞ IK ......................................................................................25 İşığın Biyolojik Etkileri IV - TO PRA K .............................................................................30 V - M İKRO PLA R ALEM İ .................................................... 33 VI - İKLİM TİPLERİ VE İNSAN .................................... 35 1- Kutup İklimleri - 2- Tropik Kuşak (Sıcak İklim), 3 Akdeniz İklimi 4 - Kara ve Deniz İklimleri 5 - Yapay İklim VII - BESLEN M E VE BESLEN M E R E JİM L E R İ......... 47 A - Beslenme : 1 - Beslenmede İhtiyaç Duyulan Maddeler, 2 - Bu Maddeleri Nerelerden Alırız: Proteinler, Karbonhidratlar, Yağlar, Vitaminler B - Beslenme Rejimleri: 1 - İptidai Beslenme Şekilleri, 2 - Yetersiz Beslenme ve Hatalı Beslenme 3 - Uyarıcı ve Uyuşturucu Maddeler VIII - TIP VE CO ĞRA FYA S3 ÖNSÖZ İyi bir vatandaş olmanın ilk koşullarından biri, kişinin memleketini iyi taramasıdır. Bu konudaki bilgile­ ri, gençlere, çevrelerini daha iyi tanımaya başladıkları lise son sınıfta kazandırmak büyük değer taşır. Lise m ezunu bir g en ç, ülkesinin tarihi, doğal, beşeri ve ekonomik d u ru ­ m u hakkında sağlam bilgiler sahibi olmalıdır. Ö ğrenm ede ilk koşul, önüm üze gelen konuya karşı içimizde bir merakın uyanmasıdır, ilgi duymadığımız, merakımızı çekmeyen konular hakkında verilen bilgiler, buz üzerine yazılmış yazılar misali, bizlerde çok silik iz­ ler bırakır. Yok olmaları da an meselesidir. Ancak merak ederek bağlandığımız, emek vererek kazandığımız bilgiler kalıcı olurlar. Kabul edelim ki, İlköğretim ve Ortaöğretimde kul­ lanılmakta olan coğrafya kitaplarında işlenen konular soğuk, insanla olan bağlantılarına kemen hiç dokunulmadiği için de, az ilgi uyandıran, kalıcılığı kısa süreli cinsten bilgiler topluluğudur. A y n ca , öğretim metodlarımız da, öğrencileri kişisel çalışmalara iten, araştırıcılık kazandıran özelliklerden uzaktır . Doğal olarak böyle bir amaç, dikkatli hazırlanmış müfredat program ları, iyi yetişmiş öğretm enler ve bol yardımcı kitaplarla gerçekleşebilir. Örneğin, deprem, coğrafya konularından biridir. Ülkemiz, en önemli deprem kuşaklarından biri üzerinde bulunmakta, nüfusumuzun % 80 i kırık hatlar üzerindeki yerleşme noktalarında yaşamaktadır. Deprem, herhangi bir anda, herhangi bir şiddette ve bizler herhan­ gi bir yerde iken ortaya çıkabilir. Sınıfta, sinemada, daire­ de, çarşıda, evde veya başka yerlerde. Karşılaştağımız anda, bulunduğumuz yerde ne yapmamız gerektiğini önceden çok iyi öğrenmiş olmalıyız. Hatta bunun uygu­ lamalarını, denemelerini yapmış bulunmalıyız. Aksi hal­ de içine düşeceğimiz panik, büyük facialara neden olabi­ lir. Konunun bu kısmına ilgi göstermeden deprem konu­ sunun okunmasının anlamı ve faydası ne olabilir ? Bunun gibi, coğrafya konularının her birini hayatla, insanla bağlayabilmek olanaklıdır. Ancak böyle bir eğitimin anlamı olabilir. Kazanılan bilgiler kalıcı olur. Öğrencinin de katılacağı çalışma ile bilgi edinme metodu­ na kavuşulabilir. Eldeki bu küçük çalışına, içinde yaşadığımız coğrafi elemanlarla insan arasındaki bağlatılara sağlık yönünden kısaca değinmektedir. Gözden kaçan hataların, bilgilerin özet olarak verilmiş olmasının müsamaha ile karşılanacağını, çalışmanın ilgi­ lenenlere bu haliyle de faydalı olacağını ümit ederim. I - ATMOSFER Dünyamız, fiziksel ve kimyasal bakımdan birbirin­ den farklı iç içe yerleşmiş kürelerden yapılmıştır. En dışta, gazlar karışımı olan ve atmosfer adı ile anılan havaküre vardır. Havaküre, dünyamızı oluşturan kürelerin en hafifidir. Kalınlığı, ele alınan kıstaslara göre birbirinden epeyce farklı sonuçlar halinde ortaya çıkmakta 1.000 ile 100.000 km. arasında değişmektedir. Havaküre, her yükseklikte ayni özellikleri taşımaz. Bu da iç içe, birbirinden farklı birkaç küreden oluşmuştur. En altta, kutuplarda 7-8 km.ye, ekvatorda 17 km.ye ka­ dar çıkan Troposfer katı bulunur. Bütün meteorolojik olaylar bu katta oluşur. Troposferin üst sınırında sıcaklık -55 derece kadardır ve bu kat tropopoz adı ve­ rilen ince bir katla kuşatılmıştır. Bunun üstünde 30 km.ye kadar çıkan Stratosfer katı, onun üstünde de Kemosfer ve iyonosfer katları bulunmaktadır. Havakürenin bu katlarının her biri, yeryüzündeki hayat için ayrı ayrı önemler taşıyorsa da, bunların en önemlisi devamlı olarak içinde yaşadığımız troposfer katıdır. Hatta bunun ilk yarısı, diğer bir deyişle 4.000 5.000 m.ye kadar giden kısmıdır. Buradaki atmosfer basıncı, havayı meydana getiren gazların çeşitleri ve oranları vücut yapımıza ve organlarımızın yaşam fonksiyonlarına önemli etkiler yapar. A tm osfer b asın cı : Her cisim gibi havanın da bir ağırlığı vardır. Yapılan ölçmelerle 1 litre havanın 1/293 gr. olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle yeryüzündeki her nokta 500 km. den öteye kadar gi­ den atmosferin ağırlığı altında bulunmaktadır. Bizler bu ağırlığı, bu basıncı hissetmiyoruz. Çünki içimizden de dışarıya doğru ayni miktarda bir basınç vardır. An­ cak bir dağ yamacında yükseklere doğru tırmanırken, nefes almalarımızda sıklaşma, kalp çarpıntılarımızda artma gibi değişikliklerle, vücudumuz dışında bir et­ kenin bu sonuçları yaratmış olabileceğini düşünmeye başlarız. Bu konuda ilk gözlemler, milattan önce 399 yılında Çinli Hıouen-Thsang tarafından yapılmıştır. HıouenTshang Orta Asya yaylalarına çıkıldığında, kalbin hızla arttığını, baş ağrısı ile karşılaşıldığını yazmış fa­ kat bunun nedenleri üzerinde durmamıştır. XI. yüzyılda Meksika'yı işgal edenler 5.000 m. yüksekliğindeki yerlerde garipsedikleri büyük bir yor­ gunluk hissi ile karşılaşmışardır. Güney Amerika’da Ant dağlarının yüksek yerlerindeki madenleri, özellikle antimuan madenini işletmeye gidenler, baş ağrılarım ve hızlı kalp atışlarını bu madenin etkisine bağlamışlardır. Bu konuda ilk ilmi çalışmaları yapan, kalp atışlarındaki ve nefes almadaki hızlanmaların metodik tasfirini yapan ve bu değişiklikleri yükseklerdeki basınç azalmasına bağlayan, 1590 yılında Acosta olmuştur. 1860 yılında Jourdanet’nin Mesika'da yaptığı deneyler, hava basıncının canlılar üzerinde ne gibi değişikliklere neden olduğunu açıkça göstermiştir. Toriçelli yaptığı cıvalı barometresi ile hava basıncının varlığını somut olarak ispatlamış .ve bu basıncı ölçme olanağını yaratmıştır. Sonuçta hava basınçının deniz seviyesinde (O.m.), 0 derece sıcaklıkta ve 45. paralelde 760 mm.cıva sütununun ağırlığına eşit olduğunu ortaya çıkarmıştır. Böylece, hava basıncının, yufkandaki koşullarda 1 cm. alana 1.033 gr. olduğu anlaşılmıştır. Ortalama olarak bir insanın hava ile te­ mas eden yüzeyinin 15.000-20.000 santimetrekare 2 olduğu saptandığına göre, havanın ü/erimi/deki ağırlığının 15-20 ton kadar olduğu hesaplanmaktadır. Yükseklere çıkıldıkça hava basıncının azalması düzenli ve sabit oranda değildir. Azalma alt tabakalar­ da 11 metrede 1 mm., 5.000 metre yüksekliklerde her 20 metrede lmm., 10.000 metre yüksekliklerde ise 33 metrede 1 mm. kadardır. Deniz seviyesinde 760 mm. olan basınç, 1.000 met­ rede 674 mm., 2.000 metrede 596 mm., 5.000 metrede 404 mm., 10.000 metrede 198 mm.dir. Bu durumda de­ niz kıyılarında 760 mm. olan normal basınç 1.034 met­ re yükseklikte olan Afyon'da 672 mm., 1.000 metre yükseklikte olan Ankara'da 674 mm., 1.868- 2.000 met­ re yükseklikte olan Erzurum'da ve Sarıkamış'ta 596 mm. dir. Afyon'da 673 mm.lik, Erzurum'da 597 mm.lik basınç yüksek basınçtır. Bu değerlerden beli­ ren şu ki, Erzurum'da normal basınç deniz kıyılarındakinden 164 mm. daha azdır. Atmosfer basıncının değeri, havayı meydana geti­ ren gazların basınçlarının toplam basınçlarına eşittir. Bilindiği gibi havanın % 78 i azot, % 21 i oksijen, % 1 i de argon, neon,ksenon,kripton... gibi gazlardan oluşmaktadır. Bunların toplam ağırlıkları, diğer deyişle basınçları toplamı olan 760 mm.nin 593.3 mm.si azot, 159.52 mm.si oksijen, 8 mm.si de diğer gazlara aittir. 500 1.Toplam hava basıncı. 3. Yükseklik (km.) 760 2. Yalnız oksijen basıncı. 4. Basınç miktarı. Dağ çarpm ası : Yükseklere çıkıldıkça hava basın­ cının a/alması 1.001) metreye kadar pek hissedil­ me/ Fakat bu yüksekliklerden sonra, yorgunluk, başağrısı gibi değişiklikler gelecekteki sıkıntıların ha­ bercisi olurlar. Dağ çarpması olayının başlama yüksekliği sabit değildir Kişilere göre değiştiği gibi, yer yer de tark gösterir Atmosfer basıncı değişikliklerine karşı hassas olan kimselerde dağ çarpması semptomları 1.500 met­ re yüksekliklerden itibaren başlayabilir. Bu yükseklik Preııe'lerde 3.000-3500 m., Pasifik volkanlarında 4.000 metre, Meksika'da ise 4.500-5.000 metre dolay­ larındadır. Nadir olmakla beraber, bu konuda bir noktayı daha hatırlamakta fayda vardır. Bazı dağlık alanlarda, bir kısım geçitlerde dağ çarpması denen bu olay, epeyce aşağı seviyelerde başlar ve çok şiddetli şekilde kendisi­ ni gösterir. Ant’larda bazı geçitler sorroche'tan ölmüş at ve katır iskeletleri ile doludur. Bu geçitlere İskeletler Yüksekliği ( D'alto de los Huesos) adı verilir. Dağ çarpması olayının başlama yüksekliği, dağ yamaçlarında tırmanma hızına, dik veya az meyilli bir yamaçta yükselme durumuna göre de değişir. • Dağ çarpması olayının semptomları şiddetli baş ağrısı ile kendini hissettirmeğe başlar. Daha sonra bu­ lantı, göz kamaşması, kulaklarda şiddetli çınlama, baş dönmesi, kusma, yiyeceklerden ve içeceklerden tat al­ mama, koku alma duygusunun kaybı, kalp atışlarında hızlanma (taşıkardi) kesik ve sık nefes alma (hyperne) yüz ve dudaklarda kan birikmesi ve rengin morar­ ması, ciğerlerde kan birikmesi, yorgunluk, hissizlik, zekanın azalması, hafıza kaybı, gece uyuyamama, gündüz ise önüne geçilemez bir uyku ihtiyacı, terleme yoluyla tuz kaybı, nihayet vücut sıcaklığının azalması, kalp durması ve ölüm. Olayın Nedenleri: Yükseklere çıkılırken genel ola­ rak atmosfer basıncı a/.alır.Bu arada havayı meydana 5 getiren azot gazı ile birlikte oksijen gazının basıncı da azalır. Bu nedenle ciğerlerimize çektiğimiz hava içindeki oksijen de azalmış olur. Ciğerlerimizdeki hava keseciklerine gelen kan içindeki kırmızı küreciklerde bulunan hemoglobinler, yeteri kadar ok­ sijen alıp hücrelere götüremez. Oralardaki metaboliz­ ma sonucunda ortaya çıkan karbon di oksitin ta­ mamını alıp ciğerlere götürüp boşaltamaz.Bu durum­ da kanda biriken karbon di oksit bir taraftan teneffüs ritmini düzenleyen merkezi etkileyip nefes almayı hızlandırır. Bu da yeterli sonucu sağlayamazsa zehir­ lenme (intoxication) başlar. P.Bert'in yaptığı deneylere göre, deniz seviyesinde kanda bulunan oksijen mik­ tarı, 2.000 metrede % 13, 3.000 metrede % 21, 6500 met­ rede % 43 azalır. 8.600 metre yüksekliklte ise , yani ba­ rometrenin 260 mm. ye indiği seviyede bu azalma % 50 ye varır ki bu hayatın son bulma sınırıdır. Eğer dağ çarpmasının başladığı yüksekliklerde oksijen takviyesi yapılır, oksijen basıncı yükseltilirse rahatsızlıklar he­ men tamamiyle ortadan kalkar.Bu durumda dağ çarpması olayının, büyük çapta genel basıncın azal­ masından çok ciğerlerdeki oksijen basıncının azal­ masına bağlı olduğu anlaşılır. Dağ çarpmasının, oksijen basıncının azalması sonu­ cu olduğuna diğer somut bir örnek de, İngiltere’de de­ niz seviyesindeki pirit madenlerinde saptanmıştır. Huelgoat'a göre, galeriye giren işçilerde, dağ çarpması olayı belirtilerinin tamamı görülmüştür. Bilginin yaptığı incelemeye göre, galeride hava içindeki oksije­ nin bir kısmı pirit ile birleşip azalmakta, oranı % 21 den % 9 a kadar düşmektedir. Burada genel basınç 760 mm. olduğu halde oksijen basıncı yandan fazla azalmıştır.Bu oran 6.000 metre yüksekliklerdeki oksi­ jen basıncına eşit hale gelmiştir Yüksekliğe uyum : Yukarıda işaret edildiği gibi, dağ yamaçlarında yükseklere doğru tırmananlar, 1,5003.000 metreden itibaren rahatsızlıklar hissetmeğe başlarlar. Eğer ilk belirtilerin başladığı anlarda dinlen­ meğe geçerlerse kısa bir süre sonra sıkıntıların önemli bir kısmından kurtulurlar.Nefes sıklığı ve kalp çarpıntısı hızı yavaş yavaş kaybolur. Yeteri kadar din­ lenmeden tırmanmaya devam edilirse semptomlar ye­ niden ortaya çıkar. Bu nedenle yüksek zirvelere çıkış seferleri yapanlar 4.000 metrelerden itibaren bazan bir­ kaç hafta süren uyum molaları verirler. 1913 de Pikes Peak'e çıkan Amerikan heyeti 4,296 metrede, hava basıncının 452 - 462 mm olduğu yükseklikte birkaç hafta uyum molası vermek zorunda kalmıştır. İlk iki üç günde dağ çarpmasının sıkıntıları kaybolmuş, fakat kandaki ve ciğerlerdeki karbon di oksit basıncının nor­ male inmesi beklenmiştir. 1936 da Himalaya'lara tırmanan Fransız heyeti 1.600 metre ile 5.000 metre arasını 36 günde çıkmış ve baş ağrısı hariç dağ çarpması olayının diğer semptomlarını hiç hissetme­ miştir. 1995 mart başı ile mayıs sonu arasında Everest seferi yapan Türk dağcısı Nasuh Mahruki 5.000 metre­ den sonra 500-600 metre yükseklik farkı olan yerlerde ana ve ara kampları kurmuş, buralarda çevre koşullarına uyum için birkaç gün ile 10 gün arasında dinlenme ihtiyacını duymuştur. Bu başarılı seferde, devamlı olarak baş ağrısından, zaman zaman öksürük ve iyi uyuyamamaktan, yorgunluktan şikayet edilmiş, ara sıra oksijen maskeleri kullanılmıştır.Nasuh Mahru­ ki, 8.600 metrede donmaya başlayan ayak parmak­ larını kurtarmak için oksijen maskesini takmış, spon­ sorluğunu yapan Yapı Kredi Bankası tarafından bastırılan hatıralarında " Vücudum bir anda ısındı ve artık donmak üzere olan parmaklarım üç dakika içinde normale döndü. Doğrusu oksijenin bu etkisine hayran olmamak elde değil. Bu kadar hızlı etki göstereceğini tahmin etmiyordum." demektedir. Vücut, yükselişin ilk basamaklarından itibaren aza­ lan basınca, özellikle oksijen basıncının azalmasına karşı hemen tedbirler almağa başlar. Kanda, hücrelerde ve ciğerlerin alveollerinde biriken karbon di oksidin atılması , artan oksijen ihtiyacının sağlanabilmesi için ilk tedbir nefes almanın sıklaşması, kalp atışlarının artmasıdar. Buna paralel olarak, Viault, daha sonra Müntz’ün ortaya attığı görüşe göre, de­ niz seviyesinde mevcut kırmızı küreciklerin mikdarı ve kırmızı kiireciklerdeki hemoglobin mikdarı, ihtiyaç hissedilen oranda oksijen alamaz ve hücerelere taşıyamaz, buradaki maddelerin yeteri kadar yan­ masını sağlayamaz ve metabolizma sonucu ortaya çıkan karbon dioksitin tamamını alıp ciğerlere getire­ mez, getirdiklerini havaya verip onlardan kurtulamaz. Bu durumda, omurilik ve dalak yeni kırmızı kürecikler yapmağa başlar. Kırmızı küreciklerdeki he­ moglobin mikdarı çoğalır. Böylece kanın oksijen taşıma gücü artar. Deniz seviyesinde 1 mm.küp kanda 4.5 - 5.4 milyon kırmızı kürecik varken, bu mikdar 1.800 metrede 5.5 -6 milyona, 4.300 metrede 6 - 8.2 mil­ yona çıkar. Bu artış, ilk metrelerden itebaren başlar 1.800 metrede maksimuma ulaşır. Bu yükseklikten son­ ra yavaşlar.Bu arada y u k a r ı d a belirtildiği gibi kırmızı küreciklerdeki hemoglobin mikdarı da fazlalaşır. De­ niz seviyesinde 100 kabul edilen bu oran 1.800 metrede 110 a. 4.300 metrede 144 e çıkar ve kırmızı küreciklerin oksijen taşıma gücü (oxyphorique güç) bu yolla da artmış olur. Yüksek zirvelere çıkan kimselerde 4.000 metre ve daha yükseklerde verilen uyum molalarının ilk birkaç gününde sıkıntı semptomlan ortadan kalkarsa da yeni koşullara tam uyum için 1 5 - 2 0 günlük zamana ihti­ yaç duyulur. Sosyal etkiler : Sıcak kuşakta genel olarak orta yükseklikler, yerleşme için tercih edilen yerlerdir. Fa­ kat buralarda da 3.000 metrenin üzerindeki yerleşme noktalan dikkat çekecek kadar azdır.Yükseklerde bu­ lunan yerleşme yerlerinin nüfusları da fazla değildir. Orta paralellerde insanların devamlı yaşadıkları yükseklikler daha alçalır. Kuzey kutup çevresine yak­ laştıkça okümen alanın yüksekliği deniz seviyesine yaklaşır Yükseklerdeki oksijen a/lığı, oralarda yanaşanların psikolojileri ve beden aktiviteleri ii/erine de etki yap­ maktadır. Meksikada deniz se\ iyesine yakın Yüksekliklerde yaşayanlar canlı,hareketli, reaksiyoner insanlardır. 4.000 metrenin üstündekiler ise durgun, tembel kimselerdir. Meksika'da 3.000 metre yükseklikteki popocatapetl madenlerinde yerliler çalıştırılmaktadır.Fakat bunlar günde ancak birkaç saat, o da sık sık dinlenme molaları vermek suretiyle çalışabilmektedirler. 28 yasından sonra bu tip çalışmaya bile dayanamamakta ve doğal olarak kendi­ lerini yaşlı, emekli olarak kabul etmektedirler. Fazla yüksek olan yerlerde yaşayanlarda zihni faa­ liyetlerin azlığı da dikkat çekici özelliklerden biridir. Dr. jourdanet tarafından saptanan, bedeni ve zihni durgunluklaı yanındaki bir diğer özellik de bu yüksekliklerde yaşayanların kanlarının kırmızı ol­ mayıp koyu mor, hatta siyaha yakın oluşudur, jourda­ net bu özelliği de anoxhemie’ye bağlamaktadır. Alp'lere çıkan turistlerin, dağcıların, yükseklerdeki burun kanamalarında da akan kanın renginin, aşağı seviyelerdekinden farklı olduğu, canlı kırmızı değil, koyu, siyaha yakın olduğu görülmüştür. Y ü kseklere has p a ta lo ji : Fazla yükseklere çıkanlarda veya bu yüksekliklerde yaşayanlarda patalojik özellikler de saptanmıştır. Örneğin buralarda ileri derecede bronşit, pnömoni ve plörazi, çok görülen hastalıklardır. Lombard, bunları hava basıncının azal­ masından çok, güneş ışınlarının fazlalığına, bağıl ne­ min azlığına ve günlük sıcaklık farklarının fazlalığına bağlamaktadır. Buna karşılık yüksek yerlerde verem hastalığının azlığı dikkat çekici bir diğer olgudur. Peru'da deniz seviyesine yakın olan yerlerde çok yaygın olan verem hastalığı, Ant dağlarının yüksek yerlerinde son derece azdır. Etiyopya yaylalarında ve­ rem, çok az rastlanan hastc-itP u rdandır.A.B.D.nin yüksek eyaletlerindeki pekçok hasunede de ayni du­ rum saptanmıştır. Peru'da deniz seviyesine yakın yer­ lerde t ın tükürmeğe başlayan bir veremlide, Ant dağlarının yükseklerine çıkarılırca basıncın azalması ile orantılı olarak kanamanın azaldığı görülmektedir. Bu durum yükseklerdeki anemi ile açıklanmaktadır. Buna karşılık, diyabet hastalığının bu yüksekliklerde fazlalaştığı saptanmıştır. Yeri gelmişken, yüksekliğin, insanları ilgilendiren küçük canlılar (mikroplar) üzerine yaptığı etkilere de kısaca değinelim. Hastalık nedeni olan mikropların çoğıı, belirli yüksekliklere kadar yaşayabilirler, basıncın azalması ile birlikte oksijen azalmas* re hava­ daki ültraviyole ışınlarının çoğalması bunun başlıca nedeni olarak görülmektedir.Örneğin verem hastalığı, ekvatordan kutuplara kadar olan bütün paralellerde görülür. Fakat bu hastalığın genellikle 1.500 metreden sonraki yüksekliklerde azaldığı pekçok yerde saptanmıştır.Cenevre'de 500 metreye kadar olan yüksekliklerde ölümlerin % 12 sini kapsayan verem, 1.600 metrenin üstündeki yüksekliklerde sıfıra iner. Dr. Jourdanet, Meksiko' da 30.000 hastada 6 veremliye rastlamıştır.Snnhumma, Meksika körfezi kıyılarında Verracru/da çok yaygın iken 2.277 metre yükseklikte olan Meksiko'da hemen hiç yoktur. Bu hastalık 1.100 metreyi aşamaz Veba 600 metre den yüksekliklerde görülme/. Süt ve et gibi yiyeceklerin fermantasyonuna nedt*n olan mikroplar, basıncın azalması ile ölürler. II - İKLİM ELEMANLARI A - Sıcaklık : Dünva üzerinde sıcaklığın kaynağı Güneştir. Acunda­ ki diğer gök cisimleri ile dünyanın içindeki sıcaklığın yüzeydeki sıcaklığa etkisi sıfır dereceye yakındır. Ancak, dünya üzerinde sıcaklığın kaynağı tek ve her yer için ayni olmakla, beraber sıcaklıklar yer yer büyük farklılıklar gösterir. B u n u n çeşitli nedenleri vardır. Bunların başında dünyanın şeklinin yuvarlak oluşu gelmektedir. Dünyaya birbirine paralel olarak gelen güneş ışınları ekvator yakınlarına dik veya dike yakın bir açıyla gelir. O nedenle buraları dünyanın çok ısınan yerleridir. Kutup yakınları ise, Güneş ışınlarını çok küçük açılarla alırlar. Bu nedenle buraları genel olarak soğuk yerlerdir. Kutuplardan ve Ekvatordan uzak olan orta paralellerde bulunan yerler güneş ışınlarını alış açısından orta değerde yerlerdir. Bu bakımdan oralar sıcaklık bakımından orta değerler taşırlar. Bu nedenle dünya üzeri matematik olarak, 23° 27' paralelleri ile 66 "33' kuzey ve güney paralelleri (ku­ zey ve güney kutup daireleri) arasında kalan yerler ılıman kuşaklar, 66° 33’ paralelleri ile kutup noktalan arasında kalan yerler ise soğuk bölgeler olarak anılırlar. Bu sonucu, paralellerin sıcaklık üzerine etkisi şeklinde fomüie edebiliri/. Ancak dünya üzerinde sıcaklığın dağılışı matemakikse! bir düzen göstermez.Dağılış düzenini karıştıran, değiştiren başka büyük coğrafi etkenler vardır. Bunlar «ırasında karaların ve denizlerin dağılışı, okvanuslar- daki sıcak ve soğuk su akıntıları, devamlı ve devirli rüzgarlar (Ali/eler, Batı rüzgarları ile kara ve deniz, dağ ve vadi meltemleri), deniz seviyesinden yükseklik bu farklılıkları arttıran önemli nedenler arasında bu­ lunmaktadır. Ayrıca herhangi bir yerdeki sıcaklık, yukarıda hatırlanan coğrafi nedenler altında bütün yıl boyunca ayni durumda da değildir. Dünyanın ekseninin ekliptik düzlemine 23“27 eğik olması nedeniyle, dünyanın Güneş etrafında dönüşü esnasında güneş ışınlarının geliş açısı her yerde devamlı olarak değişir. Buna bağlı olarak ısınma durumu da değişir. Mevsimler oluşur. Mutlak minumum ve mutlak maksimum sıcaklıklar bazı yerlerde yıl içinde 100° ye varan farklılıklar gösterir. Genel olarak, gece - gündüz sıcaklık farklarının varlığının hatırlanması da iyi olur. Çünki yer yüzündeki hayat üzerinde bu farklılıkların da etkisi vardır. Sıcaklık ve canlılar : Sıcaklığın canlılar üzerinde ne derece etkili olduğu, yaşadığımız çevreden başka bir bölgeye gider gitmez hemen fark edilir. Bu farklılık, tek hücrelilerden büyük memelilere kadar bütün canlılarda görülür. Sıcaklığın mikroorganizmalar üzerindeki etkisi yalnız biyoloji bakımından değil, insan ve diğer me­ melilerin hayatı bakımından da önemlidir. Sıcaklığın artışı, mikroorganizmaların, mikropların hızla çoğal­ masına olanak hazırlar. Yapılan çalışmalar, mikrop­ ların yaz mevsiminde, kış mevsimine göre 5 - 1 0 misli hızla çoğaldığını ortaya çıkarmıştır. Durum, salgın hastalıklann yaz mevsiminde kışa göre neden hızla yayıldığını, mikrobik hastalıkların, sıcak bölgelerde diğer bölgelere göre neden daha çok görüldüğünü ve hızla yayıldığını açıklamaktadır. Bakterilerin sıcaklığa dayanabilme sınırı vardır. 12 Şarbon hastalığına neden olan bakteriler + 41° de uyuşur, hareketsizledir. + 44 - +45' de ölür. Bu neden­ le vücut sıcaklıkları memelilerden daha vüsek olan kuşlarda şarbon hastalığı görülmez. Pasteur tavuklar üzerinde yaptığı deneylerle onların da şarbon has­ talığına karsı muafiyet sahibi olduğunu göstermiştir. Basit canlıların yaşamını sonuçlandıran üst sıcaklık sınırı olduğu gibi alt sınırı da vardır. Örneğin şarbon mikropları t ıh' den aşağı sıcaklıklarda yaşayamaz. Bunların yaşama olanağı +16' ile + 44* arasında bulu­ nur. Sıcaklıklar mikroorganizmalar üzerinde etki yaptığı gibi, büyük boylu ( kompleks organizmalı ) bitkiler ve hayvanlar üzerinde de etkili olmaktadır. Bitkilerin, ha­ yati devrelerini normal olarak geliştirip tamamlayabil­ mesi için, belirli ve devamlı artan bir sıcaklığa ihti­ yaçları vardır. Herhangi bir bitkinin çimlenmesi, büyümesi, çiçek açması ve tohum verip hayati devresi­ ni tamamlayabilmesi için, belirli ve devamlı artan sıcaklıklara ihtiyacı vardır. Bu artışın hızlı olması, büyümeyi ve hayati devreyi tamamlamayı çabuklaştıdır. Fakat çimlenme devresinde, çiçek açma devre­ sinde, gereğinden çok sıcaklığın olması bitkinin yan­ masına, kurumasına neden olur. Düzenli yükselen ve belirli yüksekliklerdeki sıcak­ lıklar, bitkilerin hayat sahalarını, dünya üzerindeki yaşama alanlarını da belirler. Sıcaklıkların hayvanlar üzerinde de önemli etkileri olduğuna yukarıda işaret edilmişti. Hayvanlarm.vücut yapıları, çeşitli organlarının salgılan, onların yaşa­ dıkları çevre sıcaklığına göre büyük değişiklikler gösterir. Bu konuda kaba gözlemlerimizle edindiğimiz bilgileri hatırlamak yeterlidir sanırız. Kedi ve köpek­ lerin kış mevsiminde daha yağlandıklarını, tüylerinin sıklaştığını ve uzadığını biliriz. Kurt, tilki, ayı gibi hay­ vanların da sıcağa karşı vücutlarında değişiklikler olduğu bilinir. 13 Sıcak bölgelerde yaşayan hayvanların, akreplerin, yılanların zehirleri, ılıman bölgelerde yaşayanlara göre daha etkili, daha öldürücüdür. Hayvanların da yaşayabilmeleri için sıcaklık bakımından normal, üst ve alt sınırlar vardır. Soğuk kanlı hayvanların çoğu, memeli hayvanların normal sıcaklığı olan 37° ye dayanamazlar ve bu derecede ölürler. Sıcak kanlı hayvanlar, vücut sıcaklıklarının 4°5* derece fazlalaşmasına dayanamazlar. Sıcaklıkları bu düzeylere yaklaşınca, nefes almaları sıklaşır, kalp atışları fazlalaşır, gayrı ihtiyari haraketleri çoğalır ve hayatları son bulur. Cl. Bernard'a göre , soğuk kanlı hayvanlar 37° veya 39° de, memeli hayvanlar 43° veya 45* de, kuşlar ise 48° veya 50° de ölürler, Bu dereceler onların yaşayabilecekleri üst sınırları gösterirler. Sıcaklık ve insan : İnsan homeotherm bir varlıktır. Bütün organlarının normal olarak çalışması, sabit olan iç ısısına bağlıdır. Bu da 37° den biraz fazladır.Bu mik­ tar ırklara göre ancak 1 - 2 diziyem farkeder. Zencile­ rin iç sıcaklığı beyazlardan biraz fazladır. İklimin etki­ si ile bu farklılık ençok 6 - 8 diziyeme kadar çıkabilir. İnsanin 37° kadar olan bu iç ısısı kendini saran hava sıcaklığından hemen hemen etkilenmez. Vücut dış sıcaklığa göre iç sıcaklığını sabit tutacak ayarlama me­ kanizmasına sahiptir. Bunu sinir sisteminin yardımı ile yapar. Bu ayarlamada meydana gelebilecek aksama ciddi sağlık problemlerine yol açar.Ayar mekaniz•masının durması kesin ölüm nedeni olur. İnsan, bu ayar mekanizması ile yüksek sıcaklıklara dayanabilir. 20° - 25’ arasındaki sıcaklıklar, insanın kendini rahat hissettiği, fiziki ve zihni faliyetlerini nor­ mal olarak yürütebildiği sıcaklıklardır. Fakat sıcaklığın 30 ‘ yi aştığı, vücut sıcaklığına yaklaştığı 35* veya faz­ lası, fiziki ve zihni faaliyetlerde yavaşlamaya, terleme­ ye neden olur. Fakat vücut daha yüksek sıcaklıklara da dayanabilir. Nitekim, Kı/ıldeniz'de seyreden gerni14 lerin ateşçileri 7\V ve kadar çıkabilen sıcaklıklarda çalışabilmektedirler. Şüphesi/ bu yüksek sıcaklıklara dayanabilmeniii en önemli koşulu havanın kuru ol­ ması, bağıl nemin oralarda çok düşük olmasıdır. Bir diğer koşulu da vücuttaki terin hı/la uçmasını sağlayacak, bovlece vücut sıcaklığını düşürecek hava ceryanının yaratılabümesidir. Stcak çarpm ası : İnsanlar için normal sıcaklık, çıplak halde , gölgede,rüzgarsız bir havada, hiç ra­ hatsızlık hissetmeden uzun süre durabileceği sıcak­ lıktır. Bu sıcaklık- pekçok araştırıcı tarafından kabul edildiği gibi- insanın iç sıcaklığının birkaç derece altında bulunur. Bu da yaklaşık 32°.5 kadardır. Sıcaklığın, insanın dayanabileceğinin üstüne çık­ ması ve bu ortamda uzunca süre kalması sıhhi bakımdan ciddi sonuçlar doğurmaktadır. J. Fayrer buna güneş çarpması adını vermiştir. Ona göre, güneş çarpmasının patalojik sonuçları şöyle gözükmektedir: 1- Bitkinlik ve yorgunlukla gelen bayılma . 2- Güneşin beyin, ilik, özellikle teneffüsü sağlayan sinir sistemi üzerine etkisi ile gelen bir çeşit şok. 3- Vücudun otomatik olarak aldığı tedbirlerin ye­ tersiz kalması sonucu bütün vücut ısısının çok yükselmiş olması. Fayrer'in güneş çarpması dediği bu sıcaklık çarpmasına genel olarak sıcak bölgelerde, Hindistan, Pakistan, Mısır, Güney Çin, Avustralya, Meksika, Bre­ zilya gibi ekvatora yakın ülkelerde ve Akdeniz çevresindeki, hatta, Orta Avrupa'daki ülkelerde sıcak­ lığın oralarca normalin cok üstüne çıktığı yaz gün­ lerinde görülür. Memleketimizin özellikle güneyinde bulunan yerlerinde, gölgede sıcaklığın 40° nin üzerine çıktığı günlerde öğleden sonraki saatlerde çokça rast­ lanan bir olgudur. Güneş çarpması olayı bazı hallerde ölüme kadar uzanır. Bu durumda terleme, serinleme­ ye neden olduğu için sıcaklık çarpmasının yarattığı sıkıntıdan kurtulmak için çok faydalıdır. Hareketsizlik yerine terlemeyi sağlayan hareketlilik tercih edilmeli­ dir. Yüksek sıcaklıkta, bağlı ve hareketsiz duran köpeklerin öldüğü, avni sıcaklıkta serbestçe yürüyen, koşan köpeklerin böyle bir durumla karılaşmadıkları görülmektedir. Sıcaklık çarpması ile ölenlerin otopsilerinde kalp boştur ve büzülmüştür. Damarlarda ve aortlardaki kan siyahtır. Normalde kanda % 12-15 olan oksijen % 1-3’e düşmüştür. Bu nedenle kan siyahlaşmıştır. Bura­ da mveline'in coogulation'u söz konusudur. Sıcağın ani olarak normalin üzerine çıkması, veya ılıman ve soğuk bölge insanlarının sıcak bölgelere gidişi hallerinde ilk etkiler deride ve ciğerlerde görülür.Vücut ısısı 1 veya 2 derece artar, terleme fazla­ laşır, nabız normalin üzerine çıkar ( 72 - 84 ) Bu halin devamı durumunda aksine, nefes alıp verme hızla azalır, renk sararır, ciğerlerden atılan asit karbonik miktarı % 12.24 azalır (Rathray). Kanda kırmızı kürecikler azalır,beyaz kürecikler çoğalır. Böbreklerin faaliyetleri yavaşlar, asit ürik miktarı serin bölgelere göre azalmış olur. Bunun yanında sıcaklık, bitkilerin hızla gelişmesini sağladığı gibi insanlarda, yaraların çabuk iyileşmesini, mikroorganizmaların hızla çoğalmasını ve salgm hastalıkların normal üstü bir süratle yayılmasını sağlar. Sıcaklığın çoğalması zihni faaliyetleri de azaltır. Dikkati, düşünmeyi, zihni çalışmaları izlemeyi zor­ laştırır. Yorgunluk ve uyku hissi baskın bir duygu ha­ line gelir. Bu nedenle sıcak ve ılıman bölgelerdeki okullar çoğunlukla öğleden sonraları, bazan da günlerce tatil olunur. Ders senesinin başlama ve bitim tarihleri sıcaklıklara göre ayarlanır. Devlet daireleri sa­ bah erken saatlerden 14'e kadar çalışır. Ticarethaneler öğleden sonra birkaç saat kapanır, fakat gece geç saatlara kadar açık kalır.Ispanyol’ların siestaları meş­ hurdur. 16 Sıcaklar, insanların mizaçlarına da'otki yapar. Sıcak tvl^e insanlar; daha hassas, daha aceleci, fazla reaksivonerdirîer. Serin bölge insanları ise soğukkanlı, tem­ kinli, tahammüllü olurlar. M tm ıcak tedbirler : Yüksek sıcaklığın verdiği ra­ hatsızlık, insan ton, vücudun aldığı tedbirler yanında baz: ek tedbirler a’rv ğ a da. yöneltir. Bu sıkıntı kopalı bir verde dııvuluvorsa açık havaya çıkma ihtivacı du­ yulur veya karşılıklı pencereler, kapılar açılarak hava cervanı sağlanmağa çalışılır. Ayni amaçla yelpaze kul­ lanılır, varsa vantilatör çalıştırılır. Son zamanlarda yayılmağa baklavan klima aygıtları bu konuda en iyi tedbirdir. Bastıran uyku ihtiyacına karşı, sıcaklığın bunaltıcı etkisinden kurtulmak için uykuya yatmak, uygun bir tedbir değildir. Bu durumda uvku, dinlendirin ol­ madığı gibi kâbuslarla devam ederek rahatsızlığı daha da arttırır. Tehlikeli durumlar yaratabilir. Bu nedenle yaz mevsiminde, sıcaklığın çok fazla olduğu günlerde, Güneydoğu Anadolu'da, öğleden sonraki saatlarde uyunmaması için davulla veya hoparlörlerle halk uyarılırdı. Terle kaybolan su ihtiyacını karşılamak üzere, soğuk şerbetler, içecekler faydalı, hatta lüzumludur. Alkollü içkilerden medet ummak uygun bir düşünce değildir. Alkol, az da olsa bu sıkıntılı anlarda , zaten azalmış olan toleransı daha da azaltır. Hiç arzulanma­ yan olayların doğmasına neden olur.En iyi tedbir ola­ rak bol şekerli-türk kahvesi veya espresso tavsiye edi­ lir.Kahve uykuya, yorgunluğa karşı uyarıcı bir rol oy­ nar. Bu nedenle sıcak bölgelerde, sıcak günlerde kahve çok kullanılır. Ayrıca terleme ile vücudun kaybettiği tuzu telafi etmek için halk, tuzlu serin ayran içmeyi adet haline getirmiştir. ^ 17 Şiddetli soğu klar : Sıcak, soğuk şiddetli soğuk gibi terimler göreceli ifadelerdir. Değerleri kişilere göre değişir. Ba/ı kimselere göre soğuk olarak ifade edilen hava sıcaklığı, diğer bazılarına göre serin hatta sıcak olabilir E>kimo'lar için, ılıman bölge sıcaklıkları davamlamayacak kadar yüksek, ekvator bölgesi insanları için ise çok düşük görülebilir. Sonbaharda havaların serinlemeye başlaması ile memleketimizden güneye, sıcak bölgelere doğru göç eden kuş sürülerine karşılık, Nordenskiold, yaptığı kutup seferinde -10' de yalayan hayret edilecek derecede çok,kıış sürülerine rastlamıştır. Suyu 0* civarında olan denizlerin balık kaynadığım görmüştür. O halde, şiddetli soğuk terimini müştereken kabul edilecek bîr anlama nasıl kavuşturabilirz? Bazı bilgin­ ler bu konuda -10 ' nin altındaki sıcaklıklara şiddetli soğuk denmesini ileri sürmüşlerdir. Ancak, -104 ve altındaki sıcaklıkların insanlar üzerindeki yatığı etki­ ler, birçok kimsede bu derecenin üzerinde de görülmektedir. Bu nedenle kesin bir sınır çizme yerine daha pratik bir tarifin kabulü daha anlamlı olabilir. "Herhangi bir kimse için baş ağrısının, el ve ayak par­ maklarında donmanın, hissizleşmenin başladığı sıcaklı*, şiddetli soğuğun üst sınırını meydana getir­ mektedir'' denebilir. Sıcaklığın çok fazla düşmesinin bitkiler, sıcak ve soğukkanlı hayvanlar üzerinde önemli etkileri görülür. Yukarıda belirtildiği gibi, soğukkanlı hayvan­ lar ortadan çekilir. Hayati aktivitelerini kaybeder, kış uykusuna yatarlar. Sokaklarda gezen hayvanların vücut yapılarındaki değişmeler hemen farkedilir. Bit­ kilerin aldığı tedbirler de derhal göze batacak büyüklüktedir Sıcaklıkların düşmesi, şiddetli soğuklar terimi ile ifade e d !;r Kale gelmesi, insanlar ü/erinde de fizyolo­ jik ve pvkotojik değişimlere neden olur Bu konuda ilk dıkkart çeken, tandaki kırmı/ı küreciklerin azal- md'-ıJır. NornA.il olarak 1 santimetre küp kanda 4.5 - 5 ınilvon olan kırmı/ı kiirecik miktarı 1 milyona kad.ır iner. Hu hal ejö/lerin retina tabakasında lıemorraji vt* neden olı.ır. A\ rica hücrelerin beslenmesi, oksijen ihti­ yacının sağlanması, oralardaki vanma ve artan kalori ihtiyacının giderilmesi konularına aksaklık getirir. Şiddetli soğuklar, vücut çevresindeki (el, ayak, bu­ run, kulaklar) kılcal damarların büzülmesine neden olur Buralarda kan akışı durur, kırmızı kürelerin muntazam olan kenarları kırtıklı (crenele) bir hale ge­ lir ve kırmı/ı küreler fonksiyonlarını kaybeder. Kan akışı bütün vücutta ağırlaşır. Eğer zamanında ve bilgi­ li müdahale edilirse uçlardaki bu pıhtılaşmanın önüne geçilir ve şekilleri bozulmuş haldeki kırmızı kiirecikler normal şekillerine döner ve kana karışır. Aksi halde geciken müdahalede pıhtılar kana karışarak tıkanr malara (infarctus) ve ölümlere neden olur. Müdaha­ lede gecikmenin bir diğer sonucu da donan organların kangren olmasıdır Bu durumda cerrahi müdahale zo­ runluluğu doğar. Bacağın, kulağın kesilip atılması ge­ rekir. Şiddetli şoğuklar karşısındaki tedbirsizliklerin sonucu olarak pnömoni (akciğerlerin su toplaması) nezle ve bronşit de çok sık rastlanan hastalıklardır. Nezle ve bronşit, ekvatordan kutuplara doğru çoğalır. Pnömoni ise, yüksek yerlerdeki soğuk algınlıklarında fazlalaşır (Hirch). El parmaklarının donması olayı da (panaris) çok görülen hastalıklardan bir diğeridir. Şiddetli soğuklar insanlarda psikolojik değişiklikler de yaratır. Başlangıçta bir baş ağrısı duyulur. Hemen arkasından dayanılması güç bir yorgunluk, uyuşukluk düşüncede tembellik ve uyku ihtiyacı gelir. İnsanın kendisini, "biraz dinleneyim, biraz uyuklayayım” düşüncesine kaptırması, geriye dönülemez bir yolcu­ luğun başlangıcı olur. Bazan donarak ölen kimselerin soyunmuş olduğu görülmüştür. Bu hal, düşünebilme gücünün azaldığı anlarda bastıran uyku ihtiyacı içinde, normal uvuma evvelindeki alışkanlığın otoma­ tik olarak yerine getirilmesinin sonucudur. Şiddetli ve devamlı soğukların egemen olduğu yer­ lerde yaşayan insanların vücut yapılarında da değişik­ liklerin meydana geldiği görülmüştür. Örneğin, Eski­ mo'ların, Ateşadası yerlilerinin deri altlarında terleme be/leri çok azdır veya hiç yoktur. Deri altlarında bir yağ tabakasının varlığı, genital organlarının, ılıman ve sıcak bölgelerdeki insanlardan farklı oluşu, vücutlarındaki dikkat çekici özelliklerdendir. Ayrıca sindirim sistemlerindeki farklılık da hemen göze çarpar. Karaciğerleri büyük ve yağlıdır. Çene kemikle­ ri çok kuvvetlidir. Karınları büyüktür. Aldıkları nefes­ te, havanın olanca soğukluğu ile ciğerlere uluşmaması için burun yapıları biraz değişiktir. Şiddetli soğuklar, şüphesiz beslenme ve giyinme rejimlerinde de değişikliklere neden olur. B- Rüzgârlar : Beraberce yaşadığımız coğrafi ele­ manlardan biri de rüzgârlardır. Zaman zaman da olsa etkilerini gösterdikleri sürelerde sağlığımız üzerinde, daha çok psikolojik olmak üzere önemli etkiler yapar­ lar. Ancak rüzgârlar, bu etkileri sıcaklık ve nemlilik karakterleri ile yaparlar. Mısır'da hamsin, Cezayir'de sirokko, Fransa'nın güneybatısında otan, Alp'lerin ku­ zeyinde fon, sıcak ve kuru rüzgarlardır. Genelde bu rüzgarlar estiğinde sıcaklık, bulundukları bölgenin normal sıcaklıklarının çok üstüne çıkar. Samyeli ve sırokko gibi, çöllerden gelenler fırın ağzından çıkıyormuş gibi deriyi yakar, vücut sıcaklığını yükseltir. Çok kuru olduğu için nemi bir sünger hızı ile emer, gözlerin nemini alır, göz kapaklarının inip çıkması zorlaşır. İyi korunmazsa gözler kanlanır, ızdırap verici bir hal alır. Nefes alma zorlaşır, sıklaşır. Genel bir rahatsızlık bütün benliği sarar. Dağlardan inen rüzgârların en iyi incelenmiş olanı Alp’lerin kuzeyinde görülen fön adlı rüzgârdır. Fön, buralarda daha çok ilkbahar ve sonbaharda eser. Sıcak ve kuru bir rüzgardır. Çöl rüzgârları kadar sıcak olma­ sa da estiği /amanlarda sıcaklığın, birkaç saat içinde 20 li) - 15 yükselmesine neden olur. Bu ani sıcaklık artışı ilkbaharda karların erimesine, sonbaharda ise ürünlerin çabuk olgunlaşmasına neden olur. İnsanlar ü/erindeki etkisi olumlu değildir. Estiği günlerdeki alçak basınç, yüksek sıcaklık ve havanın kuraklığı, be­ raberce, sağlık üzerinde psikolojik bakımdan olumsu/, etkiler yapar. Hassas olanlar, fönün geleceğini saatler­ ce ev velden hissetmeğe başlarlar. İlk belirtiler sıkıntı, derin bir endişe, hatta kötü olayların meydana gele­ ceği korkusudur. Daha sonra iç sıkıntısı bütün benliği kaplar. Şüphecilik artar. Bütün organlara bir ağırlık çöker. Şiddetli bir baş ağrısı duyulur. Nevralji, romatizmal ağrılar artar. Yenen yemeklerden lezzet alınmaz. Uykular dinlendirici değildir, kâbusla geçer haldedir. Memleketimizde de, sağlık üzerine etki yapan rüzgârlar vardır, Lodos bunlardan biridir. Güney­ batıdan eser. Ilık ve nemlidir. Gelişi hassas bünyeli kimseler tarafından saatler öncesinden hissedilir. Böylelerinde hemen romatizma ağrıları başlar. Bunlar lodosun habercileridir. Rüzgârın tam hakim olduğu zamanlarda, iç sıkıntısı, baş ağrısı, sinirlilik, romatiz­ ma ağrılarında azma, çok kimsede görülen fizyolojik ve patalojik görüntülerdir. Genel olarak yaz mevsiminde Marmara bölgesinde ve Ege kıyılarımızda görülen poyraz ortalığı serinleti­ ci, havanın nemini azaltıcı, bol oksijen getirici gibi özellikleri ile ferahlık verici, sağlığı takviye edici etki­ ler yapar. Güneydoğu bölgemizde, yaz mevsiminde görülen güney rüzgârları, samyeli özelliklerini , Karadeniz kıyılarımızda dağlardan inen akyel de, fön karakterini taşıyan rüzgârlardır. 21 C - Nem : Atmosfer ortamında iklim elemanlarının gücüne ot ki Yapan on büyük olken nemdir. 1 lavad.ıkı nem, vervu/imdeki canlılar için, sıcaklık bakımından koruvucıı bir örtii rolü oynar. Cündü/.lori Güneşten gelen ışınların bir kısmını tutarak, yüzeyin çok ra/la ısınmasını , gece de fazla soğumasını önler. Mutlak kuru hava düşünülemez. Ancak havadaki nem de sabit değildir. Yer yer, zaman /aman değişir ve vüksekiere çıkıldıkça genel olarak a/alır. Havadaki nem üç terimle ifade edilir. Bunlardan biri mutlak nemdir. Mutlak nem, herhangi bir anda bir metre küp havada bulunan su buharının gram olarak ifadesidir. 3,5,15 gr. şeklinde söylenir. Havanın görünmez halde taşıyabileceği su buharı miktarı belir­ lidir. Bu en yüksek miktara maksimum nem denir. Hava ısındıkça, taşıyabileceği su buharı miktarı da ar­ tar. Örneğin 0° de maksimum nem 4.S gr.,10° de 9,3 gr., 20* 17.3 gr.dır. Havanın soğuması halinde de, mak­ simum miktardan fazla gelen nem yoğuşur, küçük damlacıklar haline gelir. Sonuçta sis, pus,bulutlar ve yağmur meydana gelir. Bu soğuma, vüzeye yakın yer­ lerde olursa çiğ düşmesi dediğimiz olayı meydana ge­ tirir. Havadaki nemin üçüncü ifade şekli bağıl nemdir. Bağıl nem, havanın, neme doyma derecesine nekadar uzak olduğunu ‘/r olarak gösterir (% 30, i7c 50 ). Mut­ lak nemin bağıl neme bölünmesi yolu ile bulunur. Dağların 2.0»)0 metreden yüksek yerlerinde, genel olarak orman sınırının üstündeki yerlerde sıcaklığın düşük oin-as: nedeni ile havadaki mutlak nem azdır. Ya-^ış da fazla değildir. Buna karşın buraların sık cavıriarla orîüiıl oluşu iigi çekicidir. Bu zengin bitki örtücünün n e d e m , ö / e ilik le yo/ .tvlonndo bürolardı* her goee saboho karsı düsen yoğun çiğdir. x. uksek yerlerde havada mutlak nemin o/ oluşu bu­ ralarda havanın kompozisyonunu do değiştirir. Hava­ daki oksijen miktarı artar. Bu nedenle bu yüksekliklerde tedavi merkezleri kurulur. Davos bu konuda şöhreti yaygın bir verdir. Bu yüksekliklerde, gündü/, güneşde paltosu/ ra­ hatlık] a gezilebilir.Fakat ayni saatlerde gölgelik yerler, bina içerleri çok soğuk oiur. Oralarda ivice giyinmek veya soba yakmak zorunluluğu hissedilir. Yukarıda belirtildiği gibi, insanda vücut sıcaklığı 37“.2 civarındadır. Sıcaklığın bu derecede kalmasını si­ nir sistemi ayarlar. Artan iç sıcaklığının düşürülmesi iki yolla olur. Derinin soğuk hava ile teması ve terle­ me. Derinin soğuk hava ile teması yolu ile vücut ısı kaybedip sıcaklığını normale indirebiliyorsa terlemeye ihtiyaç kalmaz. Fakat hava sıcak ise, vücut içinde yükselen sıcaklığı belirtilen düzeye indirebilmek için, sinir sistemi, deri altında bulunan ter bezlerini uyanr ve vücut ter denilen sıvıyı yüzeye çıkanr. Ancak terle­ me miktarı ve hızı ile dış sıcaklığın yüksekliğinin doğrudan bağlılığ; varsa da, terleme, sadece dışarıdaki sıcaklığa bağlı değildir. Etrafımızı çeviren hava içindeki bağıl nemin oranına da bağlıdır. Sıcak ha­ vanın bağıl nemi yüksekse, yüzeye çıkan ter buhorlaşamaz ve deri üzerinde kalır. Buharlaşma olmayınca da vücudun serinlemesi gerçekleşemez. Ferahlama ol­ maz. Vücut sıcaklığı yükselir ve s:kmtı başlar. Havadaki bağıl nemin yalnız Vr 100 den sonra, ter­ lemeyi ve terin buharlaşmasını önlediği ve sonuçta bu­ nalıma neden olduğu düşünülmemelidir. Böyle bir sonuç sıcaklıkla birlikte , bağıl nemin havada değişik oranlarda bulunduğu hallerde de ortaya çıkar. Brüksel'de yapılan ilmi bir araştırma sonucu dikkat çekicidir. Orada de havanın bunaltıcı olması, M sıkıntı vermesi için ba&ıl nemin % 45 olması yeterlıdır. Ayni hisler 25’ de % 65 den, 21 * de V< 75 den itibaren duyulmaca başlanmaktadır. Soğuk ve nemli hava, terin buharlanmasını önler. Fakat so£uk ve kuru havaya göre vücut ısısının daha hızlı deşmesini sağlar.Sıcak ve kuru hava ise buhar­ laşmayı hızlandırdığı için yüksek atehten (hyperthermie) ölümleri önler. IH-IŞIK Işığın biyolojik etkileri : Dünya üzerinde hayatın te­ meli Güneş'ten gelen ısınlardır. İsınlar bir demettir, içinde sıcaklık veren ışınlar, aydınlık veren ısınlar ve ultraviyole ışınlar vardır. Bu bölümde, aydınlık veren ısınlarla hayat arasındaki bağlılıklar üzerinde kısaca durulacaktır. Bilindiği gibi, Güneş ışığının etkisi ile bitkilerde klorofil teşekkül eder yeşil renk oiu.şur. Klorofil, hava­ daki asit karboniği emer, onu karbon ve oksijen olmak üzere ikiye böler. Karbonu, kendi dokuları içinde depo eder, oksijeni ise havaya geri verir. Bu olayın hacmi Boussingault tarafından deneyler ile hesaplanmıştır. Güneş ışığı karşısında 1 cm2 yeşil yaprak 1 saatte 7.17 cm5 asit karbonik ayrıştırır. Cölgede bu miktar 3.1 cm3 kadardır. Hayvanlar ise , oksijen alır onu dokuîannda yakar ve havaya, bitkilerin aksine asit karbonik verir. Gece, bitkiler de hayvanlar gibi oksijen alır ve asit karbonik verir.Fakat bitkilerde gece ve gündüz bu işlemlerin oram aynı değildir. Yani gündüz, bitkilerin verdiği ok­ sijen, gece aldıklarından çok fazladır. Boussingaultun deneyimlerine göre gece ve gündüz sürelerinin eşit olduğu ekinoks zamanlarında gündüz 12 saatte İm2 yeşil yaprak 6,336 cm3 asit karbonik aynştınr. Ayni miktardaki yeşil yaprak 12 saatlik gece süresinde 3% cm 1 asit karbonik işler. 25 Aydınlık ışınları, çiçeklerin kapanıp açılmasına, yaprakların eğHip dikleşmesine, dalların durumlarına etki eder. Deyim yerinde ise bitkilerin uyumasına ve uyanıp dirilmesine neden olur. Dağlarda, orman sınırının üstündeki yüksek­ liklerde daha fazla olan ışığa bağlı olarak, çiçeklerin ve buralarda yaşayan kuşların renkleri, aşağı seviyelerdekilere göre daha parlaktır. W. Edwards, kurbağa yumurtalarının bir kısmını karanlığa, diğer bir kısmını ışıklı bir yere bırakmış, ka­ ranlıkta bıraktığı yumurtaların gelişmediğini görmüş­ tür. Ayni şekilde kurbağa yavrularından bir kısmını karanlık, bir kısmını da ışıklı bir yere bırakmış, karan­ lıktaki yavruların normal gelişmelerini yapamadık­ larını görmüştür. Pekçok yerde yapılan gözlemler, ışığı az olan veya karanlık olan ortamlarda yaşayan bazı hayvanların, ya gözlerinin normalden büyük veya kör olduklarını, buna karşılık dokunma organlarının (duyarga) geliş­ tiğini ortaya çıkarmıştır. Gölgede yaşayan hayvanların daha az nefes alıp verdikleri, yani daha az oksijen tüketip daha az asit karbonik çıkardıkları, daha az besine ihtiyaç hissettik­ leri, bunun yanında daha az hareket ettikleri deneyler­ le, gözlemlerle saptanmıştır. Gölgede ve ışıkta - diğer bütün elemanlar aynı kal­ mak koşulu ile - aç bırakılmış hayvanlardan, ışıktakilerin diğerlerine göre daha çabuk ve daha çok zayıf­ ladıkları da deneylerle saptanmıştır. Kümes hayvanları besleyenler, gölgede, az ışıklı verlerde, hayvanların daha çabuk büyüdüklerini, vdgiand'klannı, kilo aldıklarını gözlemektedirler. 26 isıgjn, invmlar ü/erindeki etkileri de çok önemli ve belirgindir. Ö/el! i ki.e bey a/ denli insanlar, bol güneş ış'ğı karşısında uzun süre kaldıklarında derileri kızarır ve üzerinde su toplamış kabarcıklar oluşur. Işığın bu etkisi i-e, üst derinin (epiderme) taban hücreleri arasında veya onun altındaki dermada (derinin altta bulunan ikinci katı ) melanosit denilen özel hücrelerde deriye renk veren melanin pigmenti üretilir. Bunlar yavaş yavaş yukarı çıkarak epidermanm tabanındaki silindirik hücrelerin etrafında yoğunlaşırlar ve üst de­ rinin rengini esmerleştirirler. Yaz mevsiminde, plajlar­ da, yaylalara ve dağlara çıkanlarda ulaşılan bu esmer­ lik geçicidir. Çünki deri, üst deri ve alt deri olmak üzere iki katmandan oluşur. Üst derinin alt sınırında, üretici katman bulunur. Derinin üstündeki hücreler burada üretilir ve yukarı doğru itilir. Yeni hücreler bu yolculuğu 27 günde tamamlar ve bu arada ömrü de ta­ mamlanmış olur. Buradan şu sonuç çıkar ki, fazla ışık karşısında deriye esmerliğini veren pigmentler de bir süre sonra kaybolur. Epidermanm alt sınırında veya derinin ikinci katmanı olan dermada, yaşanılan bölgedeki normal ışığa uygun miktarda pigment kalır. Deri de, buna bağlı derecede bir esmerliğe ulaşır. Beyaz derili insanların yaz mevsiminde veya dağlara çıkıldığında, ışığın fazlalığından meydana ge­ len esmerleşmesi ne kadar uzun sürerse sürsün, ne ka­ dar ileri derecelere varırsa varsın, ne zenci olma olasılığı ne de bu esmerliğin kalıtımla çocuklarına geçme olasılığı vardır. Zenciler üzerinde yapılan incelemelerde, melanin pigmentlerinin üst deride çok yoğun olduğu ve alttaki kaslarda da bol miktarda bulunduğu, hatta beynin gri bölümüne kadar uzandığı gerçeği ortava çıkmıştır. Bu konu ile ilgili araştırmalar yapan bilim adamlar:, siyah 27 denlilerdeki bu pigment Kolluğunun bir iç etki. bu benn ç ah şm a M sonucu ort.ıva yıkmakta oldugıı fikrini kabullenmek ted ırlot Nitekim \u .x'ill.m1.in beri orta paralelorde yaşa­ makta olan m\ .ıh derililer beva/laşmadıkl.ırı gibi. gene yüzyıllardan bori, siyah derililerin yaladıkları C.iiney Atrıka va yerleşmiş olan Holandalıların deri renkleri değişmemiştir Punva u/ermde. ışığın şiddetine bağlı olarak insan­ lar da, K'lge bölge müşterek özellikler taşır hale gel­ mişlerdir Örneğin kuzeybatı Avrupa’da havanın ta/la nemli. çoğunlukla bulutlu olması nedeniyle, gun ışığı şiddetli değildir. Bu nedenle bu bölgede yaşayan in­ sanların i İngilızler. Holandalı, Belçika’h, Danimar­ kalI, N’orveç ve İsveCliler ) derileri K*yazdır. Çıinki derilen altındaki pigmentler hem seyrek, hem de de­ rindedir. Göz renkleri mavi veya açık yaşildir. Biraz daha ku/eyde yaşayan Eskimo’ların, Lapon’ların deri­ len bira/ esmerdir. Buralarda da gün ışığı kırıktır. Fa­ kat gündüzlerin uzunluğu, kardan yansıyan ışınlarla birleşen güneş ışığı, onlarda pigmentlerin biraz fazla olmasına neden olmuş ve derileri Anglosakson'­ lardan daha esmer hale gelmiştir. Eskimo'ların deri renklerini, onların Asya'dan gelmiş olmaları ile açık­ layan bilginler vardır.Orta paralellerde vaşavan insan­ lar genellikle esmer, tropikal bölgede yaşayan insanlar ise. çeşitli tonlarda siyah derilidirler. kı«ze\ kutup dairesine yakın yerlerde vaz mevsi­ mindeki uzun gündüzler ve kış mevsimindeki u/un geceler de oralarda vaşavan insanlann kan yapısında değişiklikler meydana getirmektedir. Buralarda yaz me\-iminde gündüzler 20-24 saat sürer, kış mevsi­ minde ı*e geceler bu uzunluktadır. İsachs’ene göre. Norveçlilerde kış mevsiminde kandaki kırmızı küre2S cıkler azalır, vaz mevsiminde ise çoğalır. Ya/la kış arasındaki ( şubat - temmuz ) bu fark % 26 va kadar çıkar. Deri rengi, ultraviyole ışınlarının insan sağlığına vaptığı faydayı da etkiler. Bilindiği gibi bu ışınlar deri­ den içeri girerek D vitamininin oluşmasını sağlar. Fa­ kat sivah derililerdeki pigment ekranı, ultra vivolenin içeri girmesini ve D vitamini oluşmasını önler. Netekim, A.BD.nde yaşayan zencilerde D vitamini eksik­ liği , bunun sonucu olan raşitizm hastalığının dikkat çekecek kadar fa/la olduğu saptanmıştır. Işığın insanlar üzerinde psikolojik etkileri de vardır. Genel olarak ışık azlığı, insanlarda, sinirlilik ve yorgunluk yaratır.Kutuplara veya yakınlarına gezi ya­ pan insanlar yaz mevsiminde gündüzleri ışık yüzünden uyumakta güçlük çekerler. Aksine kış mev­ siminde ise uzun gecelerden sıkıntı içine düşerler. IV- TOPRAK Canlılar, yaşayabilmek için havanın oksijenine ve karbon dioksitine muhtaç oldukları gibi toprağa da muhtaçtırlar. Vücutlarındaki kimyasal maddelerin çoğunu topraktan alırlar. Bitkiler bu maddelerle, in­ sanlar ve havvanlar arasında aracı durumundadırlar. İnsanlarla hayvanların kemiklerindeki kalsiyum, bitki­ ler yolu ile yerdeki fosfat dö şo dan gelir. Kandaki de­ mir, gene yereyde bulunur. Potas, pancar, patates ve üzümler yolu ile , magnezyum, aleminyum, çinko ve diğer mineraller, meyveler ve sebzeler yolu ile insanla­ ra geçer,vücutlarında değişik oranlarda yeralır. Vücutlarının sağlamlığını, bir diğer deyimle yaşaml­ arının devamlılığı sağlar. Yeryüzüne yağmur halinde düşen su, yüzeyde akarken ve toprağa sızıp yol alırken bazı maddeleri eritir. Onlardan faydalanan bitkiler özellikler kazanır. Suyun bileşimindeki maddeler insanlar ve hayvanlar için de önem taşır. İçilen sularda iyot yokluğunun veya yeterce/liginin guatr hastalığına neden olduğu, kalsiyum karbonatın kemik teşekkülü için gerekliliği, özellikle büyüme çağında olanlara belirli miktarlarda bu maddeyi içeren suların verilmesinin önemi bilin­ mektedir. Toprağ n bileşimindeki bazı maddelerin çokluğu veya azlığı, o bölgelerde belirli bitkilerin yetişmesini sağlar Oralarda yaşayan hayvanlar da onlara bağlı olarak özellikler kazanır. İnsanlar için de ayni düşünce, bir dereceye kadar geçerlidir. Özellikle ulaştırma araçlarının az olduğu devirlerde toprağın, 30 toprağa bağlı olaıak ortaya çıkan çevrenin canlılara vurduğu damga d A a da belirgin idi. Yereyde k a lk e r azlığ ı : Yağışı çok fazla olan bölgelerde, yağmur suları kalker,fosfat, sülfat., sod­ yum klorür ve diğer bazı maddeleri eritip götürür, toprak bu maddeler bakımından fakir hale gelir. Sonuçta, sularda ^u maddeler son derece azalır. Guivana, bu özelliği taşıyan yerlerden biridir. Dr. Maurel, burada yaptığı incelemelerde, insanlarda diş çürümelerinin fa/la olduğunu, kırıkların gayet ağır iyileştiğini saptamıştır. Kalsiyum ihtiyacı buralarda okadar fazladır ki, bazı insanlar iç güdüleri ile duvar­ lardaki kireçleri yerler ( Geophagie ). Aynı hâl İzmir'in Gülbahçe köyünde de görülmektedir. Kaynaktan alınan içme suyunun sertliği sıfır dereceye yakındır. Sudaki kireç eksikliğinden köylülerin dişleri erken dökülmektedir. Ayni şekilde, uzun süren çok kurak devrelerde, su­ lardaki kalsiyum karbonat azlığı bitki ve hayvanlar üzerinde etkiler yapar, özel hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur. Bitkiler az kireç içerir, bunlarla beslenen hayvanlar da, yeterli kalsiyum alamamış ol­ maktan kemik erimesi ( cachexie ossifrage ) denen has­ talık ortaya çıkar. Sığırlarda koyun ve keçilerde, do­ muzlarda kemik dokularında, içerileri yumuşak bir yağ ile dolu oyuklar meydana gelir. Zamanla oyuklar arasındaki duvarlar incelir, hayvanlar devamlı olarak zayıflar ve sağlamlıkları azalır. En küçük bir darbede kemikleri kırılır. Hamile kadınlarda kalsiyum ihtiyacı, diğer zaman­ lara göre çoğalır. Bu madde yeteri kadar alınamazsa eksiklik kendi kemiklerinden sağlanır ve doğumdan sonra, basen kemiklerinin zayıfladığı görülür (osteom alacie). Yereyde k a lk e r fa z la lığ ı : Kalker a/lığı gibi, yereyde kalker fa/.lalığı da bitki, hayvan ve insanlar ü/erinde etkiler yapar. Onlara özellik kazandırır., veya onların birtakım hastalıklarına neden olur. Baudin, kalkerli bölgeler ile karaciğer ve böbrek taşları arasında yakın bir ilgi olduğuna işaret etmiştir. Kalkerli bölgelerdeki insanlarda arterler kireçlenir (atherom). Onlar yumuşak ve elastiki olması gerekir­ ken, zamanla sert ve kırılma özelliği taşıyan bir hal alırlar. Beyin de kireçlenir. Böylece çok kireç içeren su­ lan içmekten, yapısında çok kireç bulunan sebzeleri yemekten sağlığa aykın bir durum ortaya çıkar. Fransa’da Avevron ilinin şist, mikaşist ve gnais kaplı yansında daha çok çavdar yetiştirilir. Buralarda yaşayanlar zayıf, kısa boylu ve sert tabiatlı insanlardır. Hatta hayvanlan da kısa boyludur. İlin diğer yarı­ sında, taşınmış, kalkerce de zengin topraklar üzerinde diğer tahıl çeşitlin yetişir ve buralarda yaşayan insan­ lar uzun boylu, iri kemikli sağlam yapılı kimselerdir Hayvanlan da diğer bölgedekilerden farklıdır. Vücudun ihtiyacı olan minerallerin topraktaki ek­ sikliği, Orta Afrika'da, Senegal'de, İran’da, Java’da, Hindistan’da, Peru'da bazı bölgelerde, ekmek ununa kaolen veya yağlı kil kanştırarak yeme alışkanlığını ortaya çıkarmıştır. Kil karbonat dö manyezi bakımın­ dan zengindir. Dünya üzerinde ilk medeniyetlerin Mezopotam­ ya’da, Mısır'da ve Çin’de gelişmiş olmasının, diğer koşullan gözardı etmesek bile, toprakla bağlantılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak yirminci yüzyılın son yansında hemen her tarafta kültür düzeyinin yükselmiş olması, tanm tekniğindeki gelişmeler, ulaşımın ve tıbbın çok gelişmiş olması insanlan, toprak yapısına bu derece bağlı olmaktan kur­ tarmış, geophagie olayının alanını çok daraltmıştır. V-M İKROPLAR ALEMİ Bütün canlılar, bu arada doğal olarak insanlar, mik­ roplar alemi içinde yaşamaktadırlar. Bunların gözle görülebilmesi olanaksızdır. Çünki büyüklükleri mili­ metrenin milyonda 3-4 ü kadardır. Varlıkları ilk defa Prof. Dr. Pasteur (1833-1895) tarafından ortaya çıkarılmıştır, çeşitleri ve özellikleri o kadar çoktur ki bunların hepsini bir tasnif içine almakta zorluk çekilir. Genel olarak bakteriler, mantarlar, protozoerler, virüsler şeklinde bir sınıflandırma kabaca yapılmış da olsa olumlu karşılanmaktadır. Bu grupların her biri içinde ikinci dereceden birçok mikrop türü bulunmak­ tadır. Mikroplar, toprakta, suda, havada bol miktarda bu­ lunurlar ve çok yaygındırlar. Bunların miktarları hakkında bir fikir edinebilmek için bir iki örnek vere­ lim : 1 gr. kuru tarla toprağında yüz milyon kadar mikrop vardır. Dışarıda satılan sütlerin 1 cm3 ünde 1.000 -10.000, bazan milyonlarca mikrop bulunur. Mikroplann önemli bir kısmı hastalık yapmaz, bazı besin maddelerinin oluşmasına (mayalanmasına) yardım eder. Ekmek, hamurun fermente edilmesi ile maya haline gelmesinden sonra taze hamura katılarak mayalanır, bir süre bekletilir ve fırına ondan sonra atılır. Yoğurt, peynir, sütün bazı bakteriler tarafından fermantasyonu sonucu oluşur. Turşu ve sirke de mik­ ropların yardımı ile oluşan yiyeceklerimizdendir. Mikropların bir kısmı, besin, bitki, hayvan ve insan­ lar arasında hizmet görürler. Ölmüş bitkileri veya hay­ vanları çürütüp onları organik madde olmaktan 33 çıkarır, yapılarındaki basit elemanlara dönüştürür, bit­ kilerin yararlanmasına uygun hale getirir. I layvanlar bu bitkileri yiyerek kendileri için gerekli elamanları almış olurlar. İnsanlar da bitki ve hayvanlan yiyerek vücutları için gerekli maddelere kavuşmuş olurlar. Bazı mikroplar havanın COz ini alır, ba/.ıları ise ha­ vanın azotunu alarak basit azotlu maddeler yaparlar. Pasteurun açtığı yoldan yürüyen birçok ilim adamı, hastalıkların çoğunun nedeninin mikroplar olduğunu buldu. Bunlara karşı aşılar, serumlar ve ilaçlar yapıldı. Hastalıkların salgın hale gelmesi önlendi, tedavi olanaklarına kavuşuldu. Mikroplar çok küçük oldukları için uzun süre hava­ da boşlukta durabilirler. Ufak bir nedenle bir taraftan başka bir tarafa gidebilirler. Yayılma hızı havanın basmcına, sıcaklığına, nemliliğine ve rüzgar hızına bağlıdır Dr.Trillat ve Sauton, mikropların yayılma­ sında, havanın içindeki gazların ve yabancı maddele­ rin bolluğunun difteri, verem ve veba basilleri için el­ verişli bir ortam yarattığını saptamışlardır. Bu durum­ da şehirlerin kirli havası, mikropları beslenmesi, uzun yaşaması ve geniş alanlara yayılması için uygun ortam meydana getirmektedir. Birçok ülkede, infektan has­ talıkların çoğalması ile mevsimler, bu arada havanın basıncı, sıcaklığı, nemlilik dereceleri arasında bağlılık olduğu gözlenir. Grip ve teneffüs yolu hastalıklarının kış mevsiminde çoğaldığı, memleketimizde de her yıl görülmektedir. Tıpta mikroplarla uğraşma,mikrobiyoloji isimli yeni bir alan haline geldi. Hatta mikrobiyoloji alanında da bakteriyoloji, mikoloji, protozooloji, parazitoloji, vi­ roloji gibi uzmanlık alanları doğdu. Buralarda, mik­ roplarının kültürlerinin yapımı, patojen ve antijen özelliklerinin saptanması, tedavi metodunda ve kul­ lanılacak ıU<\n siciminde fam doğruluk sağlanmasına • olmaktadır VI - İKLİM TİPLERİ VE İNSAN Yukarıda, canlıların, özellikle insanların, devamlı olarak içinde yaşadıkları meteorolojik elemanlara değindik. Bunların insanlar ürerindeki etkilerinden kısaca bahsetmeğe çalıştık. Fakat meteorolojik eleman­ lar, herhangi bir yerde hiçbir zaman yalnız başına bu­ lunmazlar. Bunların bir gün, bir hafta, hatta bir ay gibi kısa bir süre içinde yarattıkları meteorolojik duruma hava denir. Bu gün hava nasıl ? Bu ay oralarda havalar nasıl gitti ? diye sorulur. Kısa süreli devreler için iklim terimi kullanılmaz. Hatta havanm hali, o süre içindeki meteorolojik elemanların en etkili olanının söylenmesi ile ifade edilir ve bununla yetinilir. Bu gün hava sıcak, bu hafta yağışlı geçti gibi. Hatta bazan, bunların bir­ kaçının durumunu anlatan terimler kullanılır. Örneğin lodos başladı gibi. Bununla havanın ılık, nemli, yağış ihtimalli olduğu anlatılmak istenir. Meteorolojik elemanlardan herhangi bir veya bir­ kaçının kısa süreli egemenlikleri canlılar üzerinde geçici etkiler yapar. Canlılara özellik kazandıran, bun­ ların uzun süreli özellikleridir. Örneğin, bir bölgede devamh yüksek sıcaklıklar veya şiddetli soğuklar mevcutsa, canlıların vücut yapılan, hatta psikolojik özellikleri ona göre şekillenir. Cüneş ış;nlan çok fazla veya hafifse, insanlar ayrı özellikler taşıyan vücüt yapılarına sahip olurlar. Hatta bir bölgede sık sık w yaygın olarak görülen hastalıklar bile uzun süreli me­ teorolojik olaylar!» bağlantılıdır. Bilindiği gibi, herhangi bir yerde meteorolojik olay­ ların u/un sürelerde görülen ortalama haline iklim de­ nir. Doğu Anadolu'nun veya Akdeniz’in iklimi denin­ ce oralarda ortalama olarak bütün sene içinde sıcaklıkların, nem ve yağışların durumu söz konusu oluyor demektir. Yeryüzünün pek az bir kısmının tanındığı zaman­ larda dünya, dönenceler ve kutup daireleri dikkate alınırık sıcak, ılıman ve soğuk olmak üzere üç iklim kuşağına ayrılmıştı. Keşif çalışmaları başlayıp pekçok ver hakkında yeni bilgiler çoğaldıkça, matematik iklim tasnifinin yetersez kaldığı ortaya çıktı. Bundan sonra bu konu ile ilgilenen bilginler, sıcaklıkları, nem ve vağışlan hep birlikte dikkate alan yeni iklim tasnifleri yaptılar. Zaman zaman da, kendi yaptıkları tasnifleri geliştirip değiştirdiler. Bu arada iklim tasniflerinde bit­ ki (flora) ve hayvan (fauna) topluluklarını da dikkate aldılar. Hatta bazı iklim tiplerine oralara egemen olan bitki topluluklarının ismini verdiler. Savan iklimi, tundra iklimi gibi. Zaman içinde, iklim tiplerinin, bitki ve hayvan top­ lulukları üzerinde etki yaptığı gibi insanlar üzerinde de etki yaptığı görüldü. Değişik iklim bölgelerinde, vücut yapıları, psikolojik özellikleri farklı insan toplu­ luklarının varlığı görüldü. Burada kısıca, bazı iklim tiplerinin insan topluluk­ ları üzerine - konumuza uygun şekilde - ne gibi etkiler yaptığını gözden geçirelim. Kutup iklimi bölgesi : Kuzey kutup dairesi ya­ kınlan ve bu daire içinde kalan yerler, doğal, beşeri ve ekonomik yönden 'dünyanın diğer bölgelerine göre farklı özellikler taşır. Bu farklılıkları yaratan, dünyanın şekli ve ekseninin ekliptik düzlemine 23* 27' eğik ol­ masıdır Bu nedenlerle güneş ışınları buralara eğik ge- Jir. Isıtması ve aydınlatması azdır. Kışlar çok soğuk, va/lar serindir Gece ve gündii/ler diğer paralelerdeki çibi 24 saat içinde birbiri ardından gelmezler. Kış m ev­ siminde geceler kutup dairesinde 24 saatten - kutup noktasına yaklaştıkça - daha uzun, günlerce aylarca svirer Kuzey kutup noktasında 6 ayı bulur. Yaz m evsi­ minde de gündüzler aynı şekilde uzundur. Güneşin hiç batmadığı süre kutup noktasına vaklaşıldakça uzar aylarca sürer. Geceler çok karanlık değildir. Bura­ daki gecelere beyaz geceler adı verilir. Kış mevsimin­ de her taraf karla örtülüdür. Yaz aylarında ortalama sıcaklık 10’ nin üstüne çıkmaz. Güney kutbuna doğru, insanların yaşadığı alanlar 55 güney paralelinde son bulur. Kuzeyde ise kutup dairesi içinde yaşayan insanlar vardır. Yukarıda kısaca belirtilen iklim özellikleri, buralar­ da yaşayan ve buralara çeşitli nedenlerle gelen insan­ lar üzerinde özel etkiler yapar. Örneğin Eskimo'ların kolları bacakları kısa, elleri, ayakları küçük, kafaları büyüktür. Uzun süren kış mevsiminde buralardakilerde yorgunluk, şevksizlik, çalışma isteksizliği, dikkat­ sizlik, umursamazlık, fikri çalışma tembelliği, unut­ kanlık, tahammülsüzlük, huzursuzluk, sinirlilik, kav­ gaya yatkınlık, belirgin psikolojik hallerdir. Fizyolojik olarak, deri renginde solma , cansız bakışlar, çabuk yo­ rulma, iştahsızlık ve peklik, nabız atışlarında zayıfama ve sayılarında azalma egemen özelliklerdir. Bu depresif, karanlık devrenin bitişi Eskimo'lar ta­ rafından bir bayram sevinci içinde, dini ayinlerle kut­ lanır, Onlar için aydınlık yaz günlerinin hasreti, kış mevsiminin sonuna doğru büyük psikolojik bir baskı haline girer. Avrupa'nın kuzeyinde sübarktik bölgede yaşayan insanlar, kış mevsiminin özelliklerine okadar alışm ış­ lar, öyle bir hayat tarzı kurmuşlardır ki, yukarıda saydığımız özelliklerin çoğu bunlarda görülmez. On­ lar bu iklim koşulları içinde adeta doğanın normal bir parçası durumundadırlar. Buralarda birkaç hafta süren ilkbahardan sonra, se­ rin de olsa uzun süren gündüzleri olan yaz mavsimine geçilir. Bu devrede insanlara değişik psikolojik ve fiz­ yolojik özellikler egemen olur. Sübarktik bölgede bu mevsimde kısa süreli beyaz geceler vardır. Yaz ay­ larında uyku ihtiyacı azalır. Çalışma, iş yapma isteği, inanılamıyacak derecelere çıkar. İçleri bir şevk ve fe­ rahlık kaplamıştır. Kalp çarpıntıları artmış, kuvvetlen­ miştir. Deri rengi değişmiş, bakışlar canlanmıştır. Ne­ fes alma, bütün ciğerleri dolduracak kadar derindir. İştah, tatmin olunamıyacak derecelerde artmıştır. Bu özellikler, Güneşin en yükseğe çıktığı anda (Yaz solistisi) maksimum hale ulaşır. Sonbahar gelince bir durulma devresine girilir. Başka bir bölgeden oralara gidenlerin, uzun gündüzlerde ve uzun gecelerde, uyumayı öğrenmeleri gerekir. Bu konuda düzen seğlanması, alışkanlık kazanılabilmesi sağlık için büyük önem taşır. Çalışma ve dinlenme saatlerinin iyi ayarlanması gerekir. Gündüz devresinde çok çalışmayı frenleyebilmek, geceler dev­ resinde de uyuşukluğu önleyebilmek önemlidir. Güneyden buralara gelenler için beslenme rejimi de önem taşır. Uzun süren kış mevsiminde taze sebze ve meyve bulabilmek, vitamin eksikliğini giderebilmek özel tedbirlere bağlıdır. Eskimo'lar uzun kış mevsimin­ de, yazın avladıkları hayvanların etlerini, yağlarını, yeşillik olarak, ren geyiklerinin midelerinde sindiril­ memiş olan yosunları yerler. Kış mevsiminde av, şiddetli soğukta yapılır. Pek verimli de değildir. Bazan normalden u/ıın süren kış mevsimi sonuna doğru 38 açlık ve yamyamlık başlar. Güçlü olanlan giiçsü/ olan­ ları yer. Avcılık yapacak çocuğu olmayan yaşlılar ölüme terkedilir. Buralarda, faydası/ kişilerin ağız­ larına yer yoktur. Dişleri kalmamış veya kimsesiz yaşlılar açığa götürülüp bırakılır, vahşi hayvanların yemesine terk edilir. Bu bir adettir ve tarafların gönül rızası ile yapılır. Son yüzyılda, A.B.D., Kanada, Danimarka ve Nor­ veç devletlerinin ilgileri ile Eskimo'ların durumu büyük çapta değişmiştir. Yaşamı kolaylaştıran medeni araçlar kullanılmağa başlanmış, avlanma araçları ve metodları gelişmiştir. Tropik ku şak (stcak iklim ) : Genel olarak dönence­ ler arası, sıcak kuşak adı ile anılır, buralara güneş ışınları senenin her mevsiminde dik veya dike yakın gelir. Bu nedenle sıcaklık daima cok yüksektir. Buhar­ laşma da fazla olduğu için hava ağırdır. Bunaltıcı ve sıkıcı bir etki yapar.Gündüzleri, sıcaklık yanında ışık da çok fazladır. Geceler ise koyu karanlıktır. Günlük sıcaklık farkı oldukça fazladır. Güneş batar batmaz hava serinlemeğe başlar. Buralarda gece ve gündüz uzunlukları senenin hemen her ayında birbirine eşittir. Güneşin doğuşu ve batışı hızlıdır. Alaca karanlık kısa sürer. Bu hal, orta paralellerden gelenler üzerinde şaşırtıcı bir etki yapar. Geceye ve gündüze geçiş, sanki elektirik düğmesinin çevrilmesi ile oluyormuş hissini uyandırır. Tropik kuşakta sıcaklığa dayanan mevsim­ ler yoktur. Her ay sıcaklıklar yüksektir.Hiçbir ayın or­ talama sıcaklığı 20° nin altına düşmez. Sene, yağışlı, az yağışlı veya kurak mevsimlere ayrılır. Bağıl nemin yanında, havada, elektirik yükü de fazladır. Yağışlı mevsimde hemen her gün öğleden sonraları gök gü­ rültüsü ve şimşeklerle birlikte sağnak yağışları olur. Sıcaktan ve nemli havadan rahatsı/ olma buralara 39 gelen yabancıların ilk duygularıdır. Sıcaklık uyku geti­ rir, çalışma isteğini götürür. Uykular dinlendirici olma özelliğini kaybeder. Sık sık kabuslarla kesilir. Aşırı ter­ leme ve havanın nemli oluşu,nedeniyle ter uçmadığı için vücutlar devamlı ıslaktır. Bu durum sıkıntıyı daha da arttırır. İştah azalır. Can sıkıntısı, sinirlilik, ta­ hammülsüzlük yaygın belirtilerdir. Çok kimseye nevrastenik bir durum egemen olur. Bunun yanında kara­ ciğer hastalığı, diyare ve sıtma sık rastlanan has­ talıklardandır. Ilıman bölgenin kuzey yansından buralara gelen­ ler, bu iklim koşullarından çok etkilenirler. Çevreye uyumları seneler alır. Akdeniz kıyılarından gelenlerin etkilenmeleri daha az ve uyumları daha kısa zamanda olur. Devamlı olarak buralarda yaşayanlar bu koşullardan az etkilenirler. Şüphesiz bu bölgelerdeki yüksek yerler yabancılar için sağlığa daha elverişlidir. Uyumu daha kolay olan yerlerdir. Akdeniz iklimi : Ilıman iklimin güney yarısında, Avrupa'da, Alp sıradağları sisteminin güneyinde, ge­ nel olarak Akdeniz kıyılarında . Akdeniz iklimi ege­ mendir. Yeni Dünya'nın hemen hemen ayni paraleilere rastlayan Büyük Okyanus kıyılarının bazı bölümlerinde de Akdeniz iklimi görülür. Akdeniz iklim bölgesinde yazlar sıcak geçer. Yazv sıcaklıkları haziran başından itibaren kendini gösterir ve ağustos sonlarına kadar devam eder. Sıcaklıkların 30-35* arasında bulunduğu bu mevsim, ayni zamanda kuraktır. Bütün kıyılarda, deniz ve kara meltemleri görülür. Deniz meltemi, yüksek sıcaklıkların etkisini azaltır. Kara meltemi kuru ve serindir. Gecelerin rahat geçmesini, dinlendirici bir uykuyu olası kılar. Gün­ düzleri y a/ sıcaklığının, ö/ellikle öğleden sonraki saat­ lerde fazla oluşu, günlük yaşantıya etki eder Devlet daireleri öğleye kadar çalışır Ba/ı yerlerde ticaretha­ neler, öğleden sonra birkaç saat kapanır. Hayat, ikindi­ den sonra yeniden başlayıp gecenin geç saatlerine ka­ dar devam eder. Sonbahar, bu iklimin en güzel mevsimidir ve uzun sürer, kasım ayı ortalarına kadar gider. Kış ılıktır. Sıcaklıklar nadiren 0 ııin altına iner.Bu mevsim yağış mevsimidir 10-15 gün aralıklarla gök gürültüsü ve şimşeklerle karışık sağnak yağışları olur. İlkbahar kısadır, kıştan 1-1.5 ay içinde yaza geçilir. Akdeniz ikliminin bir diğer özelliği de yaz mevsi­ minde çoğunlukla yıldız ve poyraz rüzgârlarının es­ mesidir. Marmara bölgesinde coğrafyacıların ete/iyen ismini verdiği bu rüzgarlar serin ve kurudur. Bol oksi­ jen içerir. Bu nedenle ferahlık verir. Özellikle kalp has­ taları için rahatlık sağlayan bir değer taşır. Avrupa’nın, Alp'lerin kuzeyinde yaşayan insanları için, mavi sema, bol ışıklı bir ortam-, yüksek sıcaklık, bol oksijenli bir hava, bütün sene hayallerde yaşar. Bu nedenle Akdeniz kıyıları her sene Orta ve Kuzey Av­ rupa'dan milyonlarca insanın akımna oğrar. Gelenle­ rin bir kısmında, ültraviyole ışınları da çok olan bu or­ tamda bir süre kalanların, tüberkiloz, romatizma, böbrek rahatsızlıkları ve kansızlık gibi şikayetlerinin azaldığı inancı vardır. Sıcak, kurak, rüzgarlı bir yaz, ılık ve yağışlı bir kış, yaşam için elverişli koşullardır. Bu koşullar hemen her mevsim, fizik canlılık, entellektüel verimlilik sağlar. Daima yaşama sevinci içinde bulunulur. İnhsanların güzel sanatlara, ilgisini arttırır. İnsanların daha çok doğa koşullarına bağlı olarak yaşadığı yüzyıllarda Ak­ deniz kıyılarının medeniyet siteleri ile dolu oluşu bu coğrafi ortamın bir sonucudur. Kara iklimi : Sıcaklık, nt-nülik ve yağışlar bakımından özellikler taşır. Genel olarak havada nem oranının az oluşu nedeniyle günlük ve yıllık sıcaklık farkları fazladır. Gündüzleri fazla yükselen sıcaklıklar, Güneşin batışıyla hızla düşer. Geceler çok serin geçer. Mutlak sıcaklıklar arasındaki farklar bazı bölgelerde 100* ye kadar çıkar. 50* - 60* lik farklar hemen her ta­ rafta görülür. Yaz mevsimleri sıcaktır. Bazı yerlerde vağış mevsimidir. Ani bulutlanmalar, gök gürültüsü ve şimşeklerle gelen yağışlar, sağnak halinde fakat kısa sürelidir. Böyle bir devrenin ardından güneş çıkar,, sıcaklık hemen yükselir. Kış uzun sürer ve bu mevsimde sıcaklıklar çok düşer. Yağış azdır ve çoğunlukla kar şeklindedir. Uzun süre de yerden kalk­ maz. Kara ikliminde kış mevsimi,yüksek basıncın hakim olduğu mevsimdir. Bulutlu günler azdır. Hava sakin­ dir. Rügârsızdır. Ancak bazan, birkaç haftada bir, bazan uzun kış mevsiminde birkaç defa bölgeye giren ve belirli bir yöne doğru ilerleyen alçak basınç, bol kar yağışına, şiddetli rüzgarlara ve tipiye neden olur. Bazan birkaç gün süren bu devre mevsimin tehlikeli günleridir. İlbahar kısadır. Başlangıçta kışı hatırlatan günlerle birlikte ortava çıkar. Bu günlerden itibaren doğanın hızla canlandığı görülür. Sonbahar, ilkbahara göre daha uzundur. Sıcaklık, nem ve yağışlar bakımından yaşanmağa en elverişli mevsimdir. Her nekadar, yeni gelenler için ilkbahar başlangıcı ve sonbahar sonlan etkileyici ise de ve bu devrede uyku­ suzluk ve sinirlilik belirtileri görülürse de bu psikolo­ jik devre kısa sürer. Uykular gayet dinlendirici bir hal O r K i? olarak kara iklimi, fi/iki ve entellektüel yönden çok elverişlidir. Canlılık., haraketHJik. cvtr.-jJa^da vaşavanlann müşterek özellikleridir. Dettiz iklimi : IVniz iklimi, meteorolojik koşullar bakımından k.ır.ı ikliminin hemen hemen tam karşttıd’r. Burada nem (»mn! en etkileyici faktördür. Di£er iklim elemanlarına, genel olarak iklimin genel karakterlerine nem, ö/ellik kazandırır. Peniz iklimle­ rinde hava içinde bağıl nem ve mutlak nem fazladır. Bu nedenle gündüzleri fazla ısınma , geceleri de fazla soğuma olmaz. Günlük sıcaklık farkları azdtr. çok yer­ de 5 -10' vi geçmez. Yıllık sıcaklık farkları da azdır. Se­ nenin en sıcak ayı ile en soğuk avı arasındaki farklar, kara iklimlerine göre çok azdır. Mutlak sıcaklık fark­ ları da azdır. Ancak havadaki nemin fazlalığı, sıcak­ lıkların insan üzerindeki etkisini arttırır. Gündüzleri ve sıcak mevsimde termometre yüksek değerleri göstermese de bir bunaltı hissedilir. Hele vücudun iç sıcaklığını ayarlamak İçin salgıladığı terin çabuk bu­ harlaşmaması, bunaltıyı daha da arttırır. Genel bir sıkıntı, huzursuzluk, yorgunluk, iştahsızlık, baş «ağrısı ortaya çıkar. Sıcaklığın düşük olduğu zamanlarda ise normalin üstünde üşüme görülür. Soğuk adeta kemik­ lere işler. Deniz ikliminin egemen olduğu yerlerde hava içindeki nemin fazlalığı güneş ışınlarını zeyıfiatır. Par­ lak güneşli hava buralarda nadiren görülür. Bulutlu, yağışlı günler fazladır ve senenin her mevsimine yaygındır. Güneş, bazan haftalarca görünmez. Bu hal buralara yeni gelenler için ayn bir sıkıntı ve bunalım nedeni olur. Yaz mevsiminde sıcaklığın fazla olmaması, güneş ışınlarının azlığı, havadaki nem oranının daima fazla oluşu romatizma gibi hastalıkların çoğalmasına neden olur. 43 Y apay iklint ( ınikroklinta ) : Bütün canlılar, etraf­ larında oluşan iklim değişikliklerine karşı tedbir alma ihtiyacını duyar, özellikle iklim elemanlarının uç değerleri ile karşılaşınca kendilerini ö/enle koruma ih­ tiyacını duyarlar. Bitkilerin yaprak dökmeleri, hayvan­ ların tüylerini uzatıp sıklaştırmaları, bazılarının kış uy­ kusuna yatmaları gibi. İnsanlar, onbinlerce yıldan beri diğer canlılar gibi, doğal iklimin rahatsız edici etkilerine karşı kendilerini koruma, diğer bir ifade ile kendilerine rahat edebile­ cekleri özel bir iklim yaratma yoluna gitmişlerdir. İlk zamanlar hayvan postlarına sarılarak, kendi vücutları ile etraflarındaki iklim (hava) arasına bir koruyucu en­ gel koymuşlar, yaşamlarını rahatça devam ettirebile­ cekleri özel bir iklim yaratmışlardır. Medeniyet ilerle­ dikçe dokumalar yapmış, bunlarla, vücutları ile dışardaki iklim arasında yapay bir iklim yaratmış­ lardır. Kış, yaz ve diğer mevsimlerde iç ve dış giyimle­ rin değişmesi, hatta giyeceklerin renklerinin değişmesi hep ayni amacı gerçekleştirmek içindir. İnsanlar istirahat ve uyku zamanlarında da, doğal iklimin rahatsız edici etkilerinden uzak, kendileri için rahat edebilecekleri iklim koşullarını taşıyan yerleri arar, veya bunu yaratmağa çalışırlar. İlk zamanlarda mağara koğukları bu ihtiyacı karşılamış, fakat medeni­ yet yolunda ilerledikçe igloo, çadır, kulübe, taştan veya ahşap evler yaparak onların içinde yarattıkları yapay iklim koşullan içinde yaşamayı sağlamışlardır. Bu yapay iklimin elverişli olabilmesi için yapı tekniği geliştirmiştir.Soğuk mevsimde bunların içinde çeşitli ısıtıcılarla, dışarıdan farklı yapay iklimi kendi arzu­ larına göre ayarlama yoluna gitmişlerdir. Sıcak mev­ sim için gene özel tedbirler geliştirmişlerdir. Uğraşma konularına göre fabrikaların içerlerinde koku, sıcaklık, nem bakımından özel bir iklim vardır. Ba/ı matbaalar44 da iyi baskı yapılabilmesi, kağıtların iyi işlenebilmesi için sıcaklık ve nem ö/el olarak ayarlanır. İçeride ter­ mometre ve higrometre bulunur Soğuk hava depolan, içendeki besi maddelerinin bo/ıılmaması için devamlı olarak avni düşük sıcaklığın yaratıldığı yerlerdir. Birçok işyeri ve bürolar, verimli çalışma ve rahat yaşamak için ayni tip ayarlamaları yaparlar. Buraların hepsi dışarıdaki iklimden ayrı meteorolojik ö/elliklerin yaratıldığı yapay iklimin, yalnız oralara has mikroklimanın bulunduğu yerlerdir. Kahvehane­ lerde de sigara dumanı, içerideki iyon durumunu değiştirir. Sigara kokusu dışarıdan farklı bir mikroklımanın varlığını hemen hissettirir. Fençerelerdeki vit­ ray camlar, bütün ultraviyole ışınların içeri girmesini önler ve içeride özel iklim koşullan oluşur. Büyük şehirler, kırlara göre, kendilerine has yapay bir iklim içinde bulunurlar. Şehrin topoğrafyası, yol­ larının darlığı, binalarının sıklığı, park ve meydan­ larının adedi, büyüklüğü, fabrikalarının, trafik araçlarının çokluğu, kış mevsiminde kullanılan yakıt­ ların cinsi, şehir içinde, hatta, birkaç yüz metre yüksekliklere kadar olan yerlerde özel iklim koşul­ larının doğmasına neden olur. İstanbul, Ankara, Eskişehir, Erzurum gibi şehirlerimizin, kış mevsimin­ de havalarındaki karbon dioksit, karbon monooksit, asit formik, formaldeit, ‘ klor, sülfür ve amonyak bileşikleri sık sık sağlığa zararlı düzeylere çıkar.O za­ manlarda nefes aldıkça boğazda yanma hissi duyulur, bir diğer deyişle zehirlenme ortamı içine girilir. Solu­ num yolları hastalıkları artar. Özel tedbirlere başvurmak ihtiyacı duyulur. Büyük şehirlerde, özellikle kış mevsiminde, rüzgârsız zamanlarda, Güneş’ten gelen ışınlar yere ulaşıncaya kadar epeyce azalır. Londra'da kış mevsi­ minde aydınlık veren ışınların % 50 ve kadar azaldığı 45 günler çoktur. Bu arada kısa dalga ışınlar da çok kayıp vererek yere ulaşırlar. Bu nedenle bu tip şehirlerde yaşayanlar, çoğunlukla psikolojik bakımdan sabırsız, alıngan, parlamaya hazır halde bulunurlar. Fakat açık havada yaşayanlara göre daha az enerjiktirler. Yukarıda belirtildiği gibi insanlar, devamlı olarak, giysileri içinde, ev, büro ve fabrikalarda, yaşadıkları şehirlerde, yapay bir iklim, yapay bir mikroklima içinde bulunmaktadırlar, buralarda yarattıkları mik­ roklima nın sağlığa elverişli hale getirilememiş dolması hali, hemen daima çeşitli hastalıklara neden olur. VII - BESLENME VE BESLENME REJİMLERİ A - B eslenm e: Canlılar, yaşamlarını devam ettirebilmek için bes­ lenme ihtiyacı içindedirler. Bunu, çoğunlukla çevrelerinden buldukları veya yetiştirdikleri sebze, meyve ile çeşitli hayvanlan yoğaltarak yaparlar. Ulaşımın gelişmemiş olduğu yüzyıllarda beslenme, yerel olanaklara bağlı idi ve sadelik arzediyordu.. Geniş alanlarda tek veya birkaç ürün, sofraların haki­ mi durumunda oluyordu. Bazı bölgelerde pirinç, bazılarında tahılların diğer çeşitleri veya patates, mısır gibi bitkisel besinler, bazı yerlerde ise balık kocabaş veya küçükbaş hayvan etleri, senenin büyük bir kısmında besinlerin esasını meydana getiriyordu. Şüphesiz bu sade beslenmenin sağlığa, çeşitli zararları oluyordu Çünki insan vücudunun hem bitkisel hem de hayvansal besinlere dengeli olarak ihtiyacı vardır. Her ne kadar XX. yüzyılda ulaşımın cok gelişmiş olması beslenmedeki bu tek düzeliği ortadan büyük çapta kaldırmışsa da, yeryüzünde beslenme bakı­ mından birbirinden farklı bölgeler, buna bağlı olarak sağlık bakımından avantajlı bölgelerle, problemli bölgeler halen de varlığını devam ettirmektedir. Vücut yapısında neler var ve ihtiyaç duyulan m addeler : Vücut yapımızda 40 dan fazla m adde bulu­ nur. Bunların başında da miktar olarak karbon, hidro­ 47 jen, oksijen ve azot yeralır. Bu dört maddenin çeşitli >ekil ve oranlarda birleşimi ile vücudun katı ve sıvı varlıkları oluşur. Bu dört çeşit madde vücudumuzun % sim meydana getirir.Bunların yanında çeşitli mi­ neraller, metaller ve metaloitler vardır. Miktarları ve oranları değişiktir. Fakat oynadıkları roller ve sağlıklı vaşam için önemleri, miktarlarına ve oranlarına bağlı değildir. Mineral maddelerin beşte dördü kemiklerde top­ lanmış durumdadır. Kalsiyum bunların başında gelir. Vücudda ayrıca fosfor, kiikürt, sodyum, potasyum, klor, mağne/yum flor ve demir vardır Daha az miktar­ larda olmakla beraber vücut için önem taşıyan iyot, si­ lisyum, alemmyUm, bakır, manganez, çinko ..da bulu­ nur. Bu arada organizma içinde yeralan önemli madde­ lerden birinin do su olduğunu hatırlamak gerekir. Orta vaşlı bir insanda vücudun % 60 ından fazlasını su mevdana getirir. Suyun kan, beyin ve böbreklerdeki oranı ‘ c S3 e kadar çıkar. Suyun oranının kaslarda % 510 oranına düşmesi onların gücünü azaltır. Su kanda, besi maddelerinin hücrelere götürülmesi ve oralardaki artık maddelerin dışarı atılma organlarına (akciğerler, böbrekler...) taşınması işinde en büyük rolü oynar. Ayrıca, vücudun sıcaklık ayannın da önde gelen ele­ manıdır. Yukarıda kalsiyumun büyük kısmının kemiklerde toplanmış olduğuna işaret etmiştik. Geri kalan kısmı organ suyuklarında ve yumuşak nesiçlerde bulunur. Kanda bulunan kalsiyum, pıhtılaşmada yardımcı roT oynar. Sinir nesiçlerinde de kalsiyum bulunur. Bura­ lardaki eksikliği halinde uyarılar gereken yerlere yete­ rince ıletilemez. 48 fo sfo ru n '; 7.: . kem iklerd e kaNivumia birleşm iş hald ed ir Ç eri kalan. ka rix*nhid ra t;a r, proteinler w y ağ lar içir.e a a ^ irn ıştır. Bu elem ent. m etabolizm a olayında ön em i; uort-vler vapar. VucuciumuAİı ^ ^ gr. arasında demir \ardır. Bu­ nun yans.nJan /a/lası kanda kırmızı kürecıklerin içindeki hemoglobinde toplanman:. Teneffüs olayında, ciğerlerin içindeki oksijeni aî:p nü relere götürmede, oralardaki kimyasal olay artığı olan kar­ bon dioksidi ciğerlere getirip bu maddenin dışarı atılmasında en büyük roiü oynar.Demirin geri kalanı kaslarda ve karaciğer, böbrek, dalak ve kemik iliğinde depo edilmiş durumdadır. Buralaraa depo edilmiş de­ mir, yeni kırmı/ı küreciklerin yapımında kullanılır. Vücuttaki demir eksikliği anemi denilen hasra lığı mey­ dana getirir. Bakır, hemoglobin teşekkülünde rol oynar. İyot, tiroit bezinin salgısı olan troksinin bileşiminde bulunur. Yeteri kadar_ alınmazsa , tiroit bezinin büyümesine ve guatr denilen hastalığa neden olur. Bu m addeleri nerelerden alırız ? : İnsanlar, vücutlarının yapısında bulunan enerji ve sıcaklık için gerekli bu maddeleri, bitkileri yiyerek doğrudan, hay­ vanların etlerini yiyerek dolaylı yoldan gene bitkiler­ den anr'lar Bitkiler, kökleri vasıtasıyla topraktan aldıkları suyun içinde eriyik halde bulunan bu madde­ leri fotosentez olayı ile organik maddeler haline getirir ve muhtelit yerlerinde biriktirirler. Bu organik madde­ ler içinde, in^an vücudunda bulunan maddelerin he­ men hepsi vardır. Hayvanlar bitkileri yiyince, vücut­ larındaki sistemler içinde, proteinleri, a’ibominleri, giüsirieri, yağlan ve süderi meydana getirirler. Bun­ 49 ların bir kısmını kendileri için gerekli enerji, bir kısmını da vücutlarının sıcaklığı için yoğaltırlar, artan kısmını vücutlarında depo ederler. İnsanlar bunların etlerini yiyince gene dolaylı olarak bitkiler tarafından yaratılmış organik maddeleri ve bunların içinde bulu­ nan yukarıda saydığımız basit maddeleri almış olur­ lar. İnsan vücuduna giren bitkisel ve hayvansal organik maddeler, proteinler, karbonhidratlar ve yağlar adlı gruplarda toplanabilirler. Bunlar çoğunlukla birbirle­ rinden ayrı fakat birbirlerini tamamlayan fonksiyon­ ların yaratıcıları olurlar. Proteinler : Vücudu meydana getiren bütün nesiçlerde bulunan en önemli maddelerdir. Zaten bu nedenle Yunanca birinci anlamına gelen proteios sözcüğünden üretilmiş bir isim almışlardır. Proteinler, hücrelerin en büyük kısmını meydana getirirler. İçlerinde nitrojen elementi sabit oranda bulunur. Ayrıca değişik oranlarda oksijen, hidrojen ve kükürt de içerirler. Proteinler bu maddelerin farklı oranlarda­ ki birleşimleri ile ortaya çıkmış 25 kadar aminoasit topluluklarıdır. Proteinler vücuda girdikten sonra sin­ dirim aygıtında enzimlerle aminoasitlere ayrılarak özümlenirler. Günlük protein ihtiyacı yaşlara göre değişir. Genel olarak büyüme çağında olanlarda, kadınların hamile­ lik ve çocuklarını emzirme devrelerinde çoğalır. Gençlik ve orta yaşlılıkta kilo başına günde 1 - 15 gr.dır. Kişilerin protein ihtiyacı, Birleşmiş Milletler Sağlık Komitesi tarafından saptanmış olan aşağıdaki cedvelde daha ayrıntılı olarak görülmektedir. YAŞ 1 -3 Beden ağırlığının beher kilosu başına. Protein / gr. olarak 3.5 3 -5 3 5 -1 2 2.5 12-15 2.5 15-17 2 1 7 -2 1 1.5 21'den yukarı 1 Hamile kadın (0-5 aylık) 1 Hamile kadın (4-9 aylık) 1.5 Emzikli kadın 2 Proteinler insanlara hayvansal ve bitkisel olmak üzere iki yoldan gelirler.Hayvansal proteinler, et, yumurta^ü^peynir, bitkisel proteinler ise sebzeler ve tahıllardan alınırlar. Eskimo’lar gibi kutup çevresinde yaşayan insanlar, hayvani proteinlerle ihtiyaçlarını karşılarlar ve bunların ortalama her gün aldıkları pro­ tein miktarı 350 grama kadar çıkar. Orta paralellerde ve ekvator çevresinde yaşayan insanlar ise protein ihti­ yacının önemli bir kısmını sebze ve tahıl çeşitlerinin bazılarından alırlar. Bunların günlük protein yoğaltımı 60 grama kadar düşer. Bitkisel proteinler, vücut için gerekli amino asitle­ rin bir kısmını içermezler veya az içerirler.Bu nedenle yalnız bitkisel beslenme (vejetaryen rejim) eksik bir beslenme olur. Proteinler (azotlu organik madde) vücudun gelişmesini, yıpranan hücrelerin onarımmı sağlarlar. Bu nedenle, büyüme çağında olanlara, hami­ le kadınlara özellikle hayvani proteinler gereklidir. Zihni çalışma yapanlar da hayvani proteinlere fazlası ile muhtaçtırlar. Bu nedenle "Et yemeksizin büyük zih­ ni faaliyet, dolayısı ile ileri medeniyet olanaksızdır.'' diye meşhur hale gelmiş bir söz vardır. Et yiyenler hastalıklara karşı daha dirençli, bedeni çalışmalarda daha verimlidirler. Karbonhidratlar (glucidler) : Vücuda enerji veren maddelerdir ve daha çok tahıllardan, sebze ve meyve­ lerden, az miktarda da hayvani besinlerden gelirler. Şeker, nişasta ve selüloz olmak üzere üç grupta toplanırlar.Sindirimleri kolaydır. Tahıllar, meyveler ve çeşitli sebzeler dünyanın pekçok yerinde bol miktarda yetiştiğinden, insanlar karbonhidrat eksikliğini hisset­ mezler. Orta paralellerde yaşayanların normal bir bes­ lenme rejiminde karbonhidratların oranı % 60 - 80 , proteinlerin oranı % 10-15 veya biraz daha fazla, yağların oranı ise % 20-30 kadardır. Karbonhidratlar hücrelerde, kan yolu ile gelen oksi­ jenle birleşerek yanar, enerji ve ısı meydene getirirLer.Şüphesiz bunlara olan ihtiyaç mevsimlere, çalışma şekline ve yaşlara göre değişir. Az alınması halinde bu eksikliği yağlar ve proteinler tamamlar ve zayıflama meydana gelir. Fazla alınması halinde ise yağa dönü­ şerek vücudun belirli yerlerinde depo edilir veya gli­ kojen halinde karaciğerde kalırlar. Yağlar (lipid) : Yağlar, enerji verme bakımından karbonhidratlardan iki kat fazla değer taşırlar. 1 gr. şeker 4.7 kalori verirken 1 gr. yağ 9 kalori verir. Yağlar kısmen et ve karbonhidratlardan, fakat daha çok doğrudan yağ olarak alınırlar. Yağlar, bitkisel ve hayvansal olarak iki grup halin­ de bulunurlar. Bitkisel yağlar, çoğunlukla sıvı halde­ dirler Bu durum, bolca içerdikleri oleik asidin sonucu­ dur Bitkisel yağların ba/ısı yarıkatı haldedir. Bunlara örnek olarak kakao yağı gösterilebilir. Hayvani yağlar stearik asit içerdikleri için yarıkatı durumdadırlar. Fakat bunlar içinde balıkyağı sıvı hal­ dedir Bitkisel yağların elde edildiği kaynaklar arasında keten, kenevir, susam, haşhaş, araşit, soya, pamuk to­ humu, zeytin, palmiye, cevi/, hurma, sayılabilir. Bun­ lar çokça yetiştiği bölgelerde halkın önde gelen yağ kaynaklarını meydana getirirler. Hayvani yağlar ise koyun ve sığırlardan (iç yağı,tereyağ ve sadeyağ),domuz, fok ve balinalardan elde edilir. Yağlar vücudumuzda çeşitli fermentlerin etkisi ile gliserin ve yağ asidine dönerek bağırsaklar içinde emi­ lirler.Lenf yollarından hücrelere gider oralarda yana­ rak enerji haline gelirler. Yağlar ayrıca A, D, E, K vita­ minlerinin emilmesinde de rol oynarlar. Vücudun günlük yağ ihtiyacı normal olarak 60 - 80 gr’. arasında değişir.Az yağ alınması enerji azalmasına neden olduğu gibi, bağırsaklarda karbonhidratların fermante olmasına (ekşimesine ) neden olur, sonuçta da bir takım cilt hastalıkları ortaya çıkar. Çoğunlukla yoğalttığımız besin maddelerinin içerdiği protein, karbonhidrat, yağ ve su oranlarını ve bunların beher 100 gramının verdiği kalori miktarını gösteren listeyi M. Ali Kağıtçının Besin klavuzu adlı kitabından aşağıya ekliyoruz. ^«■Nİtlt cu ia m addelerinin terkiplerini w her birinin kalori m iktarım ^üsiereit cetvel. Gıdı. rr..ıüiı-îer: ET'-.KR (K E V .lK S İZ f : D^’. u fU ty u iF u i Hct.ı. eti < r:a yach» D;.r.a eti iv»«k yaûh j Kt-i.. eti Kovur. eti <y a : sız) K<-yı.n er: vairî:» K 1-yun et: <ı >'k y ;.lh ) K^ru c :: Sı-.ıre*.: ıvr.cs.-) S ıc ır c t; y t i ’-ıl Sı-ju eti <cckyii'.:» Et suyu P?\>:tır. *« e( Y-g cr u Su r; i 00 pri.iT;ir.i.n verebileceği kalori ilil 04 — — o.f* 7v se)ı — 7î..fc 71.2 e;;-;.7 7.V.4 76.7 72.1 53.9 f 7.? ÇS.-İ 71.— 47.: *? 2S9 W! !5rf 42> !\ 8 17.3 15.7 39.9 3.2 17.6 0,6 — 0.4 1 û.l 3,3 — Û..İ 2.5 8.6 4.3 4.2 17.6 3,7 39.9 Î0.1 79.9 81.— 75.6 75,5 65.6 7l.fi 4.7 72 •i i 117 ıra l.-r, 220 l:-ü) *4.1*57 KÜM ES HAYVANLARI ■ (Kemiksiz olarak) Hmdı 23.7 Kaz i 5.9 Orcek ( jö^us en) 22..Î ö r Jek (bu: et;) ’.9.7 Tavuk ryaüsjz) 20.4 Tavuk fyaSIı» m 0.5 0.2 0.5 0.4 0.6 0.4 3.5 45.6 •> > 66.3 37.9 73.3 72, i 7*1.2 70.1 ı 49ı) !2'! 4:: AV ETLER İ : Geyik Karaca Keklik S;:U;n Tavşan Yaban do:r.u/.u Yaban orde^: 0.6 0.4 0.5 0.5 0.5 0.4 0.3 3.9 1.9 1.4 :9 1.1 2.4 73.9 31 72.4 74.:>. 74.2 74.5 72.5 !2* 105 1!* i :: 107 !•:: 124 SA KA TA T: Akciğer B e,-in Bvbfck Dalak Dıi Karaciğer Kemik ılı j ; Yürek îw.2 K;ırh.,n hıdr&t 1W* gram ındaki 19.*» 20.7 3V*.7 İS.9 İT,-* :?*.! 2 îJi !S.f) 20.n 0.9 15.2 is ,i 20.7 20.3 24.3 22 3 23 21.6 .‘2.7 03 4 0.4 (i.f, 0.4 f-.4 0.:-; - (■■s C\h Ilı f. 4.3 2.9 r* 2fc.-: 54 1.4 93 14?» i 79 *27 :•&<> Î4*{ K a rb o n hid rat G ıd a m a d d e le ri BA LIK LA R : Çin eko p İstav rit İzm ar it Su °c 20.6 1.7 H).3 Kefal 12.1 Lüfer P a la m u t (yadsız) Palamut (yaqh) S a rd al v a U s k um r u 13 5 \3.2 15.1 _ _ — _ _ — 25 7 1.2 13.7 — KON SERVE B A L IK L A R : 3 9 .3 6 Çiroz 1 5 .3 6 D u m a n lı K e f a l 2 2 .2 6 La k e rd a U s k um r u s a l a m u ra s ı H a v va r % 9 .6 12 2 4 .7 3 4 14.6 2 4 6 3 11 7.1 6 9 .5 6 2 ,3 2 7 2 .0 5 7 3 .3 0 6 1 .5 0 7 3 .1 0 66.71 63 7 2 .ı 1.47 1 26 2 6 .0 5 26.2!) 59.İİ3 3 6 .7 6 43 .7 2 t:)-iV2 12 36 ■; 5 verebileceği k a '.,r: !6 1 161.4 i .J î 'C .l 7*ı. ı ’ -’■> i il . 7 : »»t t *r DENİZ H AYV ANLA RI Is\.k<.z is: inoyt M;u\ < T*;1.. K VfMLÎC-C ı3 o: o.' ı-i.î; (ı.i Jı-..tın SÜTLER Ana sütü in e k sütü K e çi sütü Koyun sü ’ l M orda m . : ü SÜT M AM ULATI Ayran Kcı vm ak d » (2) >■ (3 ı K e f i r (2 p ü n l u k ) K ’. mız T eksif edilm iş süt (şekersiz) T e k s i f e d i l m iş süt (s e k e r l i ) Toz süt (süt tozu) Y oğu rt j 3,4 3.6 6.31 r •i 7 3.5 3 o- 3.1 2.8 8 10.3 25.2 5 ı,.;: 4.8 4.7 4.73 4 52 •> o y, 7 3C 39 6.83 87.5 87.1 81.31 81.97 7.1:7 65 67 70 106 116 37 124 213 340 60 00 5.4 07 10 20 34 3.1 2 10.9 9.3 70 164 23.2 **5.3 34 358 504 90.5 37 4 3.5 3 ’l * 53.5 37 4.0 10.4 26.8 5.5 £1.9 73 64 8 8 .9 89.8 5! K arbon tVavir» ludrat "... P EY N İR L ER : Beyaz peynirler : Çavır peyniri Dil peyniri Edirne pevniri Edirne pevniri (vaesız) tîm ir peyniri Karacabey peyniri K ııklareli peyniri K H ihanım peyniri Lor peyniri K asar pey nirleri: Balkan kaşarı Bursa kaşarı 17.58 22 32 13İ83 18.77 16,93 22.69 15.14 13.87 945 Çerkeş peyniri İzmir kaşan Karadeniz kaşan Kars kaşan Kars gravyeri Kırklareii kaşarı Krem gravyer YU M U RTA LA R: Hindi yumurtası Kaz yumurtası Tavuk yumurtası Ördek yumurtası TEREYA ĞLA R: Aiemdağ tereyağı Bursa tereyağı İstanbul tereyağı Polonez tereyağı Yalova tereyağı 100 S '* » ™ - " *> Yat; 9c kalorı 11.76 2.11 1.92 0.70 J.13 3.31 18 63 21,34 27.32 0.71 20.37 32.17 29.59 19.95 16.08 59.51 53.60 55.18 61,70 56.91 33.66 51.51 63.85 67,75 253 290 310 131 267 400 440 24: 209 25.42 34.38 3.98 0.41 28.39 30.19 36.39 30.37 384 423 34.98 26.04 33,43 27,22 31,52 25,42 24,2ü 1.25 8,93 0,54 11,81 53,51 33,14 29,97 28,84 32,60 28,39 25.93 12,16 26.41 30,64 26.64 32,59 36,39 40.50 553 451 418 428 428 412 358 11.2 14.4 10,5 14,5 75,2 71.5 76 72 154 135 140 İ34 — 89.44 86.48 88.17 86,51 86.02 12.40 12.20 10,70 12.20 12.48 303 804 820 804 800 2.05 0.06 — 13.4 13,8 13.4 13.3 1.1*2 U4<S 1.08& 1 183 1.407 — 3,98 4,52 ~ — — — — — — — SADEYAĞLAR: Antep yağ» 0.303 — Behisni yağı Diyarbakır yağı Erzincan yağı Erzurum yağı Ha!ep yağı Karı yağı Mardin yağı Trabzon yağı 88.20 0.048 — 0.300 — 2.170 2520 0,221 1^0 0.07<> 1,420 — — 99,10 96,13 95,12 93,30 98,94 92,47 98,97 9431 0.74 0.81 3.30 2.50 3.80 0,81 5,70 0,92 3.66 Oleo-margarın 0.8 — 92.40 6,8 56 — — — — 913 921 894 884 887 920 860 920 878 835 Su v«fcb!Week. Gıda maddeleri NEBATİ YAĞLAR : Zeytinyağı Susam, pamuk, yerfıstığı ve diğennebati yağlar Vejetalin Protein % — o.rj;j1 HUBUBAT VE MAMU­ LATI : Arpa (kabuksuz) i 1.3 Arpa ekmedi fU Arpa unu Bisküı (buğday unu ile) Buğday (kabuksuz) Buuday ekmeği (beyaz) Buyday ekmeği (kepekli) Buğday unu Buğday ve ^avda: ekmedi Çavaar (kabuksuz) Çavdar biskuısı Çavdar ekme;iî Çavdar unu Darı Francala Karabuğday unu Makarna, şehriye (sade) Makarna (yumurtalı) Mısır Mısır ekmeği Mısır unu Nişasta Patates unu Pirinç Pirinç unu Sago Tapyoka Yulaf (kabuksuz) Yulaf bisküısı <kek » Yulaf ek meğ: Yulaf unu 9.9 10 8ı o.l 11.6 7.5 10,9 11.1 5.5» 10 10.5 6.8 6.4 11.6 14.2 10.1 5.8 9.6 1.1 0.9 7.9 7.4 2.2 0.7 13.2 8.6 7.6 14.4 Karbon hidrat % _ Yağ % Su % 100 gramının verebileceği kalori 99.40 0.40 926 - 99,70 99.80 0,3ü O.OÇ 927 923 74.5 39 A 71.3 2.7 1.1 2.4 6.:> 49.3 lî.ö 379 198 :*■>*> 75.5 75 51.1' 51 72.3 51.f; 75 68.1 47 73.8 68.2 57.8 77.5 75.2 68.7 68.8 45.7 71.7 84.1 8U.7 77.8 79 81.5 844 63.2 66.7 40.7 66 5 2,6 1 0.3 0.9 1.6 0.3 9.5 12.8 39.3 37.3 12,6 38.5 12.8 7.9 46.6 13 11.8 33.7 13,2 10,8 13.5 12.7 43,8 13 13.9 17.8 12,6 12.3 15.9 14.5 12.8 10 47.4 9.8 374 358 246 251 359 246 358 341 220 354 364 -27u 346 361 362 367 227 362 352 335 356 361 343 351 383 406 212 395 _ 1 2.1 0.5 1.1 4.3 0.5 1.2 0.6 2.4 4.7 1.7 3.1 0.2 0.1 0.5 0.7 — 0,2 7.5 10.4 1.5 6.8 rolein Gıda rn u JJt-lerı TAZE SE BZ EL ER B ak la (taze) Bamya B rü ksel lâhanası D om ates Enginar Fasu lya (yeşil) Havuç Hindiba H ıyar Ispanak K ab ak K ara turp K arnabah ar K ereyiz K ereviz yaprağı K ırm ızı turp Kuşkonm az Lahana Marul Maydanoz Pancar Pancar sapı P atates P atlıcan Pırasa Sarım sak (diş) Semizotu Soğan Şalgam T ere Y erelm ası Y eşil bezelye Y eşil biber rr 5.4 1.3 1.3 66.7 .7 55 11 3.2 2.5 1 2.8 0.6 1.5 1.1 1.9 2 x1 0,9 0,9 1,5 1,5 22 1.5 1.5 1,1 1,1 3.7 3.7 1.3 1.3 2.5 2.5 1.5 1.3 1.3 2.8 2.8 6.7 1.9 1 1.3 1.9 19 4.5 4.5 1.2 K arbon ıhidtai ©f 10 7.4 7.4 17.7 66 33.5,5 5 7.4 7 7.5 eser 1.5 6.5 8.4 4 Y,0 7,5 6,6 6,6 77 2.4 2.4 44 33 6,7 6,7 8.7 8.7 ' 2,8 20.5 4.8 4.8 6,5 6,5 23 1.1 8 6.3 0.5 16.4 10,5 10,5 5,7 5,7 „ Yağ rr fc ” 0.3 09.29 00 .4 4 __ _ — — — 0 .2 — — — — — — — — _ _ — — _ — — — — — 0,3 0,3 0,7 0,7 0.1 0.1 — — — — — — 0.3 0.3 0,1 0.3 — 0.1 — 0.2 — — 0.2 0.2 Su rf 84 on 90 75 75 34 84 Q, 93 84.5 89 88 85.5 _ 93 90 86.7 90 80 80 88.6 88.6 80 80 93,7 93,7 80 80 95 95 85,1 85,1 88 88 91,9 91,9 61 92.3 92.3 87.6 87.6 63 93 87 89 93 79 77,7 92İ8 ^ *Jr,iniının Xl‘T* ,>ıln>B; kalori 64 ** 01 ^ 16 40 41 30 49 2.5 13 32 43 35 34 35 19 20 1# 50 42 26 90 27 ■»* 139 15 35 34 23 77 60 öj 9-..8 Proteır. Karbon hidrat Y*ğ G ıd a m ad d eleri KURU SE BZ EL ER • B ak la Bam ya B e z ely e B ezelya unu F a su ly a F asu ly a unu M ercim ek M ercim ek unu N'ohut So y a fasu lvası unu 7 -vı-rîy» tın *. Siv ah ‘ \ eşil M EYVALAR: Ahududu Ananas A rm ut Ayva Bektaşi üzümü İS-»i1ürik* :. CJck I I->u: 24.90 15.30 23.15 25.7 25.31 23.2 25.94 25.7 13.62 41.5 1.5 ;.f) L ::i: r r c . k u:-:u:r.ln c :r K:.rj>u2 K avun K av ısı Kıy'ilcık K ız iru.-n.esi K iraz K uş üzümü A-U»UR M andalına ■i 2.2 7.70 1.89 1.8 1.68 2.1 1.93 1.9 5.25 20.2 13.5 19 1.5 •\5 0.4 !>.6 0.3 14.4 13.9 13.6 14.2 10.1 0.6 0.68 0.27 1.1 1.3 o.(» O.uG !.W 0.9 1 0.65 ü.95 -.00 0.1 0.3 1.27 0.7 0.2 0.68 0.4 ne:i E! mü 51.13 62.9 52.63 57.2 43.33 58.9 52.84 56.3 53.62 26.2 4 :.e 1.3 0.4 0.8 :.:J. 3.4 0.3 0.3 0.9 0.4 0.5 0.3 1.6 O.ı 0.8 21.3 11* 13.3 1C.3 ı .0 !7.5 T 6.4 11.1 11.3 10.1 16 12.7 o.-» fi,5 Î.1 1.8 — 0.4 14 15 11.2 11.2 11 10.9 12.3 11 11.2 10.9 £0.5 76 332 335.; 328 357 318 356 341 356 352 466 144 139 33.5 83.6 32.8 81.9 83.5 67 62 59 62 47 «4.9 4İ 45 i 07 58 50 7li 4ü v,:>a 7i 84 03.9 «0.4 83.8 78.9 91 91.9 81.2 M 89-81.7 * 7. jj 44 79 1.*- Oİ " £ m >00 P o rta k a l S a rı e n k Ş e fta li T o p a ta n kav u n u T rab zo n h u rm ası Ü nnap Üzüm (b e y az) Üzüm (k a ra ) 0.8 0.9 0.8 0.6 0.7 1.2 0.4 1 12.6 16 14.2 5.9 12 vo 7.6 13.7 K A T I K A B U K L U Y E M İŞ L E R : 2.2 73.31 A rm u t kurusu 66.1 E lm a kurusu 1.6 7° 19 E n k kurusu 7S.4 2.1 H urm a kurusu 74.2 3.3 İn c ir kurusu 62.5 3.4 K a y ıs ı kurusu 76.1 1.6 Ü zü m kurusu 1.35 (>.8 0.81 U.2 0.03 0.3 o 0.7 0.8 0.80 84.3 80.7 82.7 93.5 81.5 64 84.2 79 *1 *4 65 51 m 41 6'i 1.3 0.4 1.2 20.9 25 25 15 20 25 20 261 29’. 260 347 317 27?, 345 21 319 — 0,3 79.5 - K A T I K A B U K L U Y E M İŞ : 26,9 A m e rik a n fıs tığ ı 22.3 A n tep fıstığ ı 17.5 B a d em (taze ) 21.4 B a d em (k u ru ) 23.6 13.8 10.6 13.2 44.2 54 41 53.2 5.3 4.2 27.7 6.3 60ü 650 492 637 13.3 16,7 14.2 17.4 3.6 2.3 10,7 13 8.6 7.2 53.2 41.5 43.2 58.5 48,2 62.6 39,1 *1.5 23.5 7.2 26.6 7.1 3 52.5 549 Bal C eviz (ta ze) Ceviz (k u ru ) F m ö ık (taze) F ın d ık (k u ru ) H indistan cevizi K e sta n e 66ü 542 682 579 195.5 Vitaminler (canlı faktörler) : Sağlıklı bir beslenme, sağlıklı bir yaşam için yalnız proteinler, glusitler. lipit­ ler ve su yeterli değildir. Bunlar nekadar çok alınırsa alınsın, vücut tarafından emilemezlerse fayda sağlayamazlar. Besinlerin emilmesi ve hücrelerde kim­ yevi olayların gerçekleşmesi için yardımcı elemanlara gereksinim vardır. XX. yüzyılın başlarına kadar bazı hastalıkların ne­ deni bilinemiyordu. Çok yaygın olan skorbüt, beriberi ve uyuz bunlar arasında bulunuyordu. Bilim adamı funk beriberi hastalığının nedeni ve ilacı üzerinde çalışarak 1911 de sonuca ulaştı, hastalığın tedavisi için gerekli maddeyi buldu ve adına vitamin ismini verdi. Sağlık alanında çok önemli bir çığır açtı. Bu yönde çalışan ilim adamları, daha sonraki yıllarda çok sayıda vitamin buldular ve insanlık birçok hastalığın nedeni­ ni öğrendi ve tedavi olanağına kavuştu. Harflerle isimlendirilen vitaminler iki grupta top­ lanmaktadırlar. Birinci grupta suda eriyen vitaminler (C, C2, B2 gibi), ikinci grupta ise yağda eriyen vita­ minler ( A, D, E, K gibi.) bulunur. Vitaminler genellikle yeşil sebze ve meyvelerde bu­ lunur. Balık etlerinde ve morina yağında bulunan vita­ minler de bu hayvanların yediği planktonlardan alınmış, vücutlarının çeşitli yerlerinde depo edilmiştir. Vitamin ihtiyacını gidermek için sebze ve meyveleri yeşil olarak yemek gerekir. Uzun süre yıkamada ve yüksek ateşte pişirmede kalmış, bayatlamış, yara almış sebze ve meyvelerde vitaminlerin çoğu kaybolur. Yıkama ve pişirmede, suda eriyen C vitamini ve B gru­ bu vitaminler erir gider. Süt uzun süre kaynatılırsa A vitaminini kaybeder. Vitaminler dayanıksız eleman­ lardır. Burada,ba/ı* vitaminlerin veya vitamin gruplarının nerelerde bulunduklarına ve hangi önemli hasta­ lıkların tedavilerinde kullanıldığına kısaca değinelim A vitamini : Yetersizliğinde gece körlüğü ve deri kuruması olur. Çocuklarda büyüme durur. Yorgun­ luk, halsizlik artar. A vitamini, yanıklara, iyileşmeyen yaralara iyi gelir. A' çeşidi antiraşitiktir. A vitamini te­ reyağı, peynir ve yumurtada bol miktarda vardır. Meyve ve sebzelerin çoğunda bulunur. Memleketimiz­ de A vitamini eksikliği ve buna bağlı hastalıklar pek görülmez. A vitamini eksikliği kadar fazlalığı da za­ rarlıdır Doktor tavsiyesi olmadan kullanılmamalıdır. B vitamini : Bu vitaminin B1 den B12 ye kadar çeşidi vardır. Hepsinin benzer tarafları olmakla bera­ ber, ayrı ayrı içerdikleri özellikler de önemlidir. B1 vi­ tamini, vücutta şeker, yağ ve karbonhidratların meta­ bolizmasında rol oynar Eksikliği halinde beriberi has­ talığı, zayıflama, iştahsızlık, kalp atışlarında düzen­ sizlik (ekstrasistol) görülür. B1 vitamini buğdayda, mayalı besinlerde, soya fasulyesinde, fasulye ve ayçiçeği çekirdeklerinde, kuru meyvelerde çok bulu­ nur. B3 vitamini kişileri uyuz hastalığından korur. Ek­ mekte, taze sebzelerde, pirinç ve patateste vardır. C vitamini : Kan hücrelerini çoğaltır. Alyuvarları olgunlaştırır. Hücrelerin beslenmesine vardım eder. Vücudun mikroplara karşı gücünü arttırır. C vitami­ nin eksikliği skorbüt hastalığının nedenidir. Eskiden, uzun deniz yolculuğuna çıkan , taze sebze ve meyve yiyemeyen gemicilerde bu hastalık çokça görülürdü. C vitamini limon, portakal, greyfurt, çilek gibi meyveler­ de, pekçok sebzede bulunur. Kurutulmuş sebze ve meyvelerde yoktur. Memleketimiz meyve sebze bakı­ mından çok zengin olduğu için, C vitamini eksikliği ve onun yarattığı hastalıklara nadiren rastlanır. I) v itam ini: Besinleri*- aldığımız kalsiyum ve fosfo­ run bağırmaklarda emilmesini ve onların kemikler ve dikler ü/erinde toplanmasını sağlar Eksikliği özellikle yanlılarda osteomalasi demlen kemik gevrekliği (vumu^aması) hastalığını s aratır. Bu kemiklerin çabuk kırılmasına neden olur. D vitamini eksikliğinin ya­ rattığı en önemli hastalık raşitizm adlı kemik has­ talığıdır. D vıtamimi, balıkların et ve yağlarında yumurta şansı, süt ve tereyağda buiunur D3 vitamini güne*, ışınlarının deriye çarpması ile oluşur Onun için bol güneşli ülkelerde raşitizm hemen hiç görülmez. Eski­ mo'lar, uzun kış gecelerinde Güneş görmezler. Fakat onlar, kalsiyum ve fosfor bakımından /engin balık ve balıkyağı yediklerinden oralarda da raşitizme rastlan­ maz. K v it a m in i: kanamalarda pıhtılaşmayı sağlayan vi­ tamindir Bağırsak florasında sentez yolu ile yapılır Bu vitamin hemen bütün sebzelerde vardır. F vitam ini : Erkeğin cinsel yetersizliğinde, kadının sık sık çocuk düşürmesini önlemede, bazı kas has­ talıklarının tedavisinde kullanılır. Buğday tanesinde boldur. Fıstık yağında, soya fasulyesinde, maydanoz­ da, zeytinyağında ve tereyağında bulunur. Pırasa, ek­ mek ve yumurtada boldur. B - Beslenme rejimleri: Bütün canlılar beslenmek için ihtiyaç duydukları maddeleri yakın çevrelerinden sağlarlar. Yakın çevreye bağlılık, ilk insanlar için mutlak bir zorunlu­ luktu Yapabildikleri en basit aletlerle avcılık peşinde idiit-r veya toplayıcılıkla yiyeceklerini sağlayabili­ yorlardı. Ateşi bulduktan sonra, av eti, günlük menülerinde ön sıraya çıkmağa başladı. Medeniyet ba­ samaklarını yavaş yavaş çıkarak bitkisel ve hayvansal 63 besinleri depo etmeyi öğrendiler.Bazı hayvanlan ehli­ leştirmeyi başararak onlardan çeşitli şekillerde fayda­ lanma yoluna girdiler. En basit yollarla tarım yapmağa başlayarak bazı bitkisel ürünleri sağlamaya başladılar. Hayvancılık ve tarıma geçiş insanların kazandığı önemli bir düzeydir. Böylece beslenmelerini tesa­ düflere bırakmaktan kurtuldular. Zaman zaman uzun süren açlık tehlikesinden kurtuldular. Daha sonra bu alandaki gelişmelerle insanlar, besin ihtiyaçlarını düzene koydular, çeşitlendirdiler. Toplayıcılık, balık avı ve karadaki hayvanların av­ lanmasına dayanan beslenme rejimi ile hayatlarını de­ vam ettiren insan toplulukları, tamamiyle ortadan kalkmış değildir. Afrika ve Amazon ormanları içinde, Okyanusya adalarında, Avustralya çöllerinde ve Güney Amerika’nın güney ucunda, medeni dünya ile teması olmayan gruplar vardır. Bunlann bütün günleri, kannlanra doyurmak için arayış içinde geçer. Güney Amerika’da Paraguay ve Uruguay arasındaki ormanlarda yaşayan az sayıdaki yerliler de (Guayakis) basit bir hayat sürer, toplayıcılık ve avacılıkla beşlenir­ ler. Ormandaki bütün hayvanları ve kuşlan yerler. Bal peşinde koşarlar. Seylan adasındaki Vedda'larm da beslenme şekli hemen hemen aynidir. Zamanla, tanm ve hayvancılıktaki gelişmeler, artan üretim, bir taraftan beslenmedeki olumsuz etkileri or­ tadan kaldmrken, diğer taraftan yeryüzünde belirli üniniere dayalı bölgeler yarattı.' Bazı bölgelerde buğday, çavdar, mısır, pirinç, geniş alanlar kaplayan bölgelerde önde gelen tanm ve besi konusu haline gel­ di. Bazı bölgelerde hayvan yetiştiriciliği baş uğraş ko­ nusu olarak ortaya çıktı. Beslenme rejimleri de bitkiler­ den çok etlere dayalı hale geldi. XV. yüzyıl sonlarından itibaren başlayan keşiflerle Amerika bul undu.. Afrika'nın güneyi dolaşılarak , Güney ve Doğu Asya'ya ulaşıldı, ve yeni ürünlerle tanışıldı. Bunlann yetiştirilme alanları genişletildi. 64 Örneğin, tütün, patates Amerikadan, pirinç Doğu Asya'dan, lahana çavdar Sibiryadan, soğan, armut Mısır’dan, darı Hindistan’dan, limon Asya'dan, yulaf Kuzey Afrika'dan, maydanoz Sardunya'dan,ıspanak Arabistan’dan, ayva Girit'ten alınmış ve dünyanın pekçok yerine taşınıp oralarda yetiştirilmeğe başlan­ mıştır. Böylece besin maddeleri birçok yerde çeşitlenmiştir. Fakat beslenmede bir veya birkaç ürüne bağlı olma durumu tamamiyle ortadan kalkamamıştır. Zaman zaman iklim anormalliklerine bağlı olarak üretim azlığı, kıtlıklar ve buna bağlı olarak salgın hastalıklar, büyük çaplı ölümler ve göçler bazı bölgelerde devam edip gitmiştir. XX. yüzyılda, teknik alandaki gelişmeler, sağlık alanındaki buluşlar, kıtlıkların ve salgın hastalıkların eski önemini azaltmıştır. Fakat bu iki afet henüz dünyanın her ta­ rafından kaldırılamamıştır. Yeryüzünde beslenm e rejim leri Yeryüzünde ekvatordan kutuplara, çok yağışlı kıyılardan kıt'aların içindeki çöllere, deniz seviyesin­ den 4000 metre yüksekliklere kadar yayılmış insanlar arasında beslenme rejimleri yer yer büyük farklılıklar gösterir.Beslenme rejimleri başta, yaşanılan yerin içerdiği olanaklara bağlı idi. Daha sonraları insanların medeniyet düzeylerine göre gelişmiş şekillenmiştir. Dini inançlar, bazı bölgelerde yüz milyonlarca in­ sanın yiyecek maddelerinin seçimine etki eder, beslen­ me rejimine yasaklar kısıtlamalar getirir. İslamiyette, domuz eti, sürüngen hayvanlan ve bazı kuşları ye­ mek, alkollü içkiler içmek yasaktır. Hindu'larda inek eti yemek yasak edilmiştir. Yenmesi dinen uygun görülen hayvanların kesimi de özel usullere bağlıdır. Bunlara uyulmadan kesilen hayvanların yenmesi gene yasaktır. Başka hayvanlar tarafından öldürülmüş hay­ vanların eti de yenilmemektedir. Bütün bu yasaklar, usuller, ortaya çıkarıldığı zamanlardaki doğal ve sos65 sinde, senenin belirli gün veya avlarında, günlük ye­ mek rejimlerine düzenlemeler getirilmiştir. Is'.ımivelte Ram^/an avında tutulan Oruç, yemek saatlarinin ayar­ lanması, Musevilikte Hamursuz, Hıristiyanlıktaki Büviık Pehriz, (Çareme) bunların önde gelenleridir. Poğrudun doğruya doğa koşul ve olanaklarına bağlı olarak ortaya çıkmış beslenme rejimleri de yer yer büvük farklılıklar gösterir. Medeniyet düzeyi, ayni olanakları bulunduran birbirinden uzak yerlerde, yöresel özelliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur, fen çok yenen besin maddeleri, besinlerin yenmeye nazırlanma şekilleri, besinleri çeşitlendiren ikinci dere­ cedeki yiyecekler, veryüzündeki beslenme rejimlerini çok çeşitlendirmiştir. Ancak, ana hatları ile ele almak yolu ile birbirinden farklı bölgeler saptamak da ola­ naklıdır. I- İptidai beslenme şekilleri ve yerleri: Bu beslenme rejimlerine, doğal koşulları elverişsiz, uygarlık düzeyleri geri insanlar topluluklarının bulunduğu yer­ lerde rastlanır. Avrupa, Asya ve kuzey Amerika'nın kuzey kısımları, Avustralya ortasındaki çöller ve ekva­ tora! bölge ormanları, iptidai beslenmenin görüldüğü alanlardır. Kanada'nm kuzeyinde vaşavan Eskimo'lar, kara ve balık avcılığı ile geçinirler. Balık, fok, beyaz ayı, kutup tilkisi gibi hayvanların etleri ve yağlan , bunların en önemii besinleridir. Bitkisel besinler, yok denecek ka­ dar azdır. Avustralya ortalarındaki çöllerde , medeni dünya iie hiç teması olmamış, yan çıplak yaşayan yerlilerin günlük uğraş; , yivevecek arayıp bulmaktan "ibarettir. Yedikleri besinler çok çeşitlidir. Bütün sürünücülerin yumurtaları, bi>cekler, tırtıllar, yılanlar, kaplum­ bağalar, fareler, kuşlar, kangurular bu arada sayıla­ bilir. Bulabildikleri bitkilerin çiçeklerini, köklerini, 66 vapraklann; verlor. Beslenmeleri d iı/ t'n s İA İir. Bulduk­ larında o b u rlu k dereccs;nde verler, tak,it /«mwn Al­ man da a çh k devreleri geçirirler. Yivoeek saklama, depo etme düzevino henüz ulaşmamışlardır. Ama/on ormanlarında, Afrika'nın ekvator orman­ larında ve Okyanusya'nın ekvator ormanlarının yaygın olduğu adalarda yalayan küçiik grupların bes­ lenme rejimi de ellerindeki ok, yav, zıpkın gibi basit araçlarla avcılığa ve zengin balık çeşitleri ile top­ layıcılığa dayanır. Bunlarda da yiyecekleri depo etme alışkanlığı yoktur. Peşinlerinin miktarı, çeşidi ve kali­ tesi, günlük şanslarına bağlıdır. o- Bir eleıntın in egevtat olduğu beslenme rejimleri: Dünyada mutlak olarak, yalnız hayvansal veya yalnız bitkisel beslenme rejimleri bulunan yerler yoktur. He­ men bütün topluluklarda va hayvansal besinler eg o mendir (carnivore) ya bitkisel beslenme egemendir (Vejetarisme) veya karışık besinlere dayanan rejimler (ovnivor) egemen olarak görülürler. Hayvansal besinlerin egemen olduğu rejimler de,hayvan yetiştirenler ve balık avlayanlar olmak üzere iki grupta toplanabilirler. Hayvan besleyenler, kutup çevresinde yaşayan­ lardan Kanada’nm kuzeyindeki Eskimo'lar ile Finlanda’nın kuzeyindeki Lapon'lar ren geyiklerini ehlileştirmişlerdir. Bu hayvanların etinden sütünden fay­ dalanırlar. Asya'nın kuzeyindeki taygalarda vaşavan Çukçe'ler, Ostiyaklar, Kamçadal’lar, ren geyiği, sığır ve at beslerler, bunlardan yiyecek olarak faydalanırlar. Evcil olmayan hayvanların etlerine ek yaparak, uzun kış mevsimindeki beslenmelerini teminat altma almış, küçük çapta da olsa besinlerini çeşitlendirmiş oiuriar. Hayvan besleyenlerin çoğunluğunu , orta paralel­ lerdeki steplerde görmek olanaklıdır. Cobi çöllerinden Kuzey Afrika'da Atlas Okyanusu na kadar uzanan stepler, sürüler halinde özeîiikie kikükbaş hayvan 6 ? yetiştirilen yerlerdir. Buralarda yaşayanların çoğu göçebedir. Devamlı olarak otlaklar arasında hareket halinde bulunurlar. Bunların besinlerinin çoğunu et teşkil eder. Fakat bunlar daha çok yaşlanmış hayvan­ larını keserler. Diğerlerinin sütünden yünlerinden fay­ dalanırlar. Süt, yoğurt ve ayran önde gelen yiyecekleri arasındadır (glactofaji ). Hayvanlarını, bitkisel protein ve glüsitler almak için yakınlarındaki tarımla uğraşan kimselerle değiştirirler. Göçebeler, küçükbaş hayvan­ lar yanında ulaşım ve taşın için büyük çapta başka hayvanlar da yetiştiriler. Sürüler halinde at ve deve bu arada hatırlanmalıdır. Tibet'te yak evcilleştirilmiştir. Bunların çok yağlı sütlerinden ve taşın için güçle­ rinden faydalanılır. Büyük Sahranın güneyinde ise sığır yetiştirimi ön planda gelir. Yalnız balık avcılığı ile uğraşan ve besinleri bunlar­ dan ibaret olan gruplar, dünyanın çok özellik taşıyan yerlerinde görülürler. Grönland ve Hudson körfezi kıyılarında yaşayan Eskimo'lar, kısa süren yaz ay­ larında çabalarının en büyüğünü balık avına sarfederler. Bunları Güneş'te kurutur, ateşte tütsüler veya don­ durur, kış ayları için depo ederler. Afrika ortasında Nijer ve Çat çevresindeki bazı siyah kabileler, tuttuk­ ları balıklarla beslenirler. Bir kısmını kurutarak veya tütsüleyerek çevre kabilelere satarlar. Belüci.stan kıyılarında yalnız balıkla beslenen (ihtiyofaji) kabileler vardır. Buralarda yalnız insanlar değil, bazı hayvanlar da balık yiyerek yaşarlar. Balık, ılıman ve sıcak bölgelerin bazı yerlerinde de, bitkisel ağırlıklı besinlerin yanında, hemen hemen oniar kadar önemli yer tutar ( Japonya, Tonkin ). b - B itkisel beslenmenin egemen olduğu rejim ler : Bugün, insan topluluklarının beslenmesinde, bitkiler, hayvansa! besinlerden daha çok yertutar.Bazı bölgelerde bitkisel besinlerin oranı % 90 m üstiine çıkar. Hayvansal besinlerin ise ba/ı yerlerde % 1 e ka­ dar indiği goruiıır. Ancak bitkisel beslenme rejimleri 68 iklim, toprak ve sosyal gelem e bakımından dünyanın, birbirinden çok değdik özellikler taşıyan yerlerinde görüldüğünden, buralardaki beklenmenin önde gelen bitkileri de birbirinden farklıdır. Öneğin Çin in kuze­ yinde buğday ve darı ençok yoğaltılan bitkilerdir. Bunlara çeşitli sebzeler, özellikle soya eklenir. Buralar­ da hayvani besinlerin oranı % 1 e kadar iner. Afrika’da Büyük Sahranın güneyinde, Senegal'den Sudan'ın güneyine kadar uzanan yerlerde tahıl çeşitleri besinlerin esasını teşkil eder. Bunlara, yağlı besin olarak araşit, manyoka katılır. Protein noksanlığı çok belirgindir. Buralarda sebze ve meyveler de, vivecekler arasında önemli bir yertutar. Asya’nın güneyide ve güneydoğsundaki adalarda, beslenme bitkilere dayanır. Patates, sagu, tapika ençok voğaltılanlardır. Bunlara çok çeşitli sebze ve meyve de katılır. c - Karışık beslenme rejim leri: Bu tip beslenme re­ jimleri dünya üzerinde daha yaygındır. Doğal olarak , bu rejimlerde de, yer yer temel besin maddeleri ile ikinci derecede bulunan çeşitler, değişir. Fakat genel karakter aynıdır. Çoğunlukla bitkisel beslenme ağırlıklı durumdadır. Örneğin, dünyanın en kalabalık bölgeleri olan Güney Çin'de Çin-Hindi yarımada­ sında pirinç ve çay , baş besin maddeleridir. Meyve ve sebzeler, bitkisel besinleri çeşitlendirirler. Bu arada do­ muz eti, kuş etleri ve kümes hayvanlan tüketimi de çoktur. Yağlar bitkiseldir. Asya’nın doğu kıyılarında ve buralardaki adalarda temel besin gene pirinç ve çeşitli sebzeler olmakla be­ raber, yemek listelerinde, balık ve diğer deniz ürünleri önemli oranda yeralır. Bu kıyılar, dünyanın balık bakımından en zengin yerleridir. Japonya'da bu tip beslenmenin en ileri şekli görülür. Balık eti, kara hay­ vanlarının eti kadar enerji verici olması yanında, ha/mının kolay ('İması ve birçok çeşitlerinin yağ ve vi­ tamin bakımından zenginliği, beslenmede tercih edil­ me nedenlerini tenkil eder. Tonkin deltasında Annam'da ve Kamboçya'da d«ı Kılık, mönülerde büviik çapta yer nlır. Buralarda d<ı pirinç baş besindir. Çeşitli sebzeler ve meyveler de buna eklenir. Bitkisel yağlar arasında palm yağı, araşit yağı, susam, risin ve sova yağlan bulunur. Hayvansal besinler de önemli oranda tüketilir. Domu/ eti, kümes hayvanları, kuş etleri bu arada hatırlanmalıdır. Asya'nın güneyinde Hindistan, yüz ölçümü ve nüfus miktar; bakımından büyük bir ülkedir. Burada, doğal ortamlann çeşitliliği, büyük din gruplarının variığı, beslenme rejimlerinde de çeşitlilik yaratmıştır. Hindistan’da genel olarak bitkisel beslenme rejiminin eğmen olduğu görülür. Nüfusun üçte birinin baş besi­ ni pirinçtir. Geri kalanı daha çok sorgo, dan, nohut ve • diğer sebzeleri tüketir. Buğday zengin sınıfın, arpa fa­ kirlerin yiyeceğidir. Bitkisel yağlar arasında susam yağı, pamuk yağı, araşit yağı ençok kullanılanlardır. Domuz eti bütün dinlerce yasak edilmiştir. Müslümanlar koyun, keçi ve sığır eti yerler. Pençap’ta süt tüketimi çok gelişmiştir. Kişi başına yıllık 227 ki­ logramı bulur. Fakat Madras ve Bombay yakınlarında 7.6 - 6 kilograma kadar düşer. Orta ve Güney Amerika’da karışık beslenme rejim­ leri egemendir. Geniş alan kaplayan Amazon ormanlan içnde yaşayan yerliler, manyoka ve mısır eker, or­ manda yetişen ağaçlann meyvelerini toplar, nehir ve göllerde balık avlar ve ormandaki hayvanlan avlaya­ rak etlerini yerler. Ant ların kuzeydoğusunda kalan yerlerde, Peru, Bolivya ve Kolombiya’da patates, mısır, çeşitli sebze ve meyvelerle, lama, alpaka ve kümes heyvanlannın etleri besin maddelerinin temelini teşkil eder. Avrupa da da kanşık beslenme rejimi egemendir. Ozeîükle XX. yüzyılın ikinci varışında ulaşım araçlarındaki gelişme, ha vat dü/cvinin vükselmesi, besi maddelerini çok a^iüendirmiştir. Fakat gene de <Â:ney, Doğu ve rVı*ı Avrupa'da, ikiime bağlı olarak 70 * beslenme rejiminin temelini teşkil eden yiyecek mad­ deleri değişmektedir. Güneyde, Akdeniz iklim bölgesinde buğday, pi­ rinç, mısır, çeşitli meyve \e sebzeler önde gelen yiye­ ceklerdir. Zeytin yağı, kovun, keçi, sığır ve domuz eti, kıyılarda balık, protein ve vağ sağlayan yiyecek mad­ deleridir. Orta ve Doğu Avrupa'da kara iklimi egemendir. Buralarda daha çok buğday ve çavdar yetiştirilir. Pata­ tes ve ba/ı sebze çeşitleri besinlerin temelini teşkil eder. Koyun, sığır ve özellikle domuz etleri çok yenir. Süt, tereyağı ve yoğurt gibi besinler de yer yer önde gelen yiyecekler arasında bulunur. Turnsol yağı bu bölgeye ha> olan bitkisel yağdır. Batı Avrupa'da okyanus iklimi bulunur. Hayvancılık gelişmiştir. Kıyılar balık bakımından zengindir. Bu ne­ denle Fransa ve İngiltere kıyılarında balık önde gelen yiyecek maddesidir. Ayrıca buralarda koyun ve sığır eti de çok yenir. Yumurta ve kümes hayvanları günlük menülerde yeralır. Almanya'da domuz eti tüketimi, et tüketiminin 2/3 ünü geçer. İngiltere'de deniz ulaşımı çok gelişmiş olduğu için u/.ak yerlerde yetişen bazı ürünler burada temel besin maddeleri arasına gir­ miştir. Çay bunlann başında gelir. Şeker de çok tüketilen besinlerdendir. Kuzey ve Güney Amerika, beslenme rejimi bakı­ mından ayrı özellikler gösterir. Kuzey Amerika'da bes­ lenmede Anglo-sak>on etkisi görülür. Sabah kah­ valtısında şekerli besinler, yağlı besinler (süt. tereyağı, peynir) albominli besinler (yumurta, er) bol miktarda bulunur Öğle ve akşam yemeklerinde et, sebze ve meyveler, hemen hemen eşit ağırlıktadır. Mısıı, daha çok buğday unu çeşitli şekillerde kullanılır. Güney Amerika'da, özellikle Arjantin de hayvan­ cılık eskiden beri çok gelişmiştir. Buna bağlı olarak et ba^ besin maddesidir. Ayrıca burada tonik w kesif ve­ rici bir madde olan ituko de çok kullanılmaktadır 71 Yetersiz beslenme ve hatalı beslenme : A - Yetersiz beslenme : İnsan, canlılığını devam etti­ rebilmek, gerekli hareketliliği ve çalışma gücünü sağlayabilmek için beslenme ihtiyacını duyar. Yeteri kadar beslenemeyen insan zayıflar, güesüzleşir ve dış etkenlere karşı dirençsiz hale gelir. Çabuk hastalanır, Yetersiz beslenme uzun sürerse, sağlıklı yaşanamadığı gibi ömür de kısalır. İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi için, her gün belirli bir miktar kaloriye ihtiyaç hisseder. Günlük kalori ihti­ yacı, kişiden kişiye değişir. Bu değişikliğe yaş, cinsi­ yet, bedensel ve zihinsel çalışma tarzı, vücut ağırlığı gibi etkenler neden olur.Genel olarak sıcak bölgelerde kalori ihtiyacı, serin ve soğuk bölgelere göre daha azdır. Gençler yaşlılardan, erkekler kadınlardan, bede­ nen çalışanlar, oturarak, az hareket ederek yaşayan­ lardan, fazla kilolu olanlar zayıf olanlardan daha çok kaloriye ihtiyaç duyarlar. Birlenmiş Milletler Gıda ve Tanm Birliği (FAO) nin yaptığı çalışmalara göre, yıllık ortalama sıcaklığı 10’ olan yerlerde, yaşlan 20 - 30 arasında, 55 kilo ağır­ lığında, sağlıklı, faal hayatı olan deneklerden erkek olanın giinde 3.200 kaloriye, kadının ise 2.300 kaloriye ihtiyacı olduğu saptanmıştır. Yıllık ortalama sıcaklığın 5 ‘ değişmesi, günlük ihtiyacın 50 kalori artmasına veya eksilmesine neden olur. Vücut ağırlığındaki 5 kg.lık bir fark ise ihtiyaç miktannı 100 kalori değiştirir. Günde 8 saat çalışan bir insanın bu süre içinde 2.400 kalori sarfettiği, hiçbir iş yapmayan, 8 saati oturarak geçiren bir kimsenin ise 768 kaloriye ihtiyaç duyduğu saptanmıştır. Dünyanın pekçok bölgesinde yapılan çalışmalar bu miktarlann epeyce altındaki kalori miktarları ile yaşandığını ortaya kovmuştur. FAO düşük kalori bölgelerini Uzak-doğu, Yakın-dogu, Afrika ve Güney 72 Amerika (Arjantin, Uruguay ve Paraguay hariç) ülkeleri olarak saptamıştır. Buralarda üretim azdır. Ayrıca yıllık beslenmede istikrar da yoktur Mevsim­ ler, beslenme bakımından birbirinden farklılıklar gösterir. Özellikle hasat öncesi aylarda günlük kalori­ nin düşmesi, besinlerde çeşitliliğin azalması, daha çok kuru besinlere dayanan bir beslenme rejiminin ege­ men hale gelmesi sık rastlanan olaylardır. Hasat son­ rası aylar ise günlük kalorinin arttığı, besinlerin çeşitlendiği aylardır. Zaman zaman yıl içinde görülen normal dışı sıcaklıklar, kuraklıklar, su baskınları, tay­ funlar gibi doğal, isyanlar, harpler gibi sosyal ve siya­ sal olaylar, yöresel hatta bölgesel kıtlıklara açlıklara neden olurlar. Musonlar Asya'sında geciken veya ye­ tersiz yaz yağışları, ılıman bölgenin kara iklimi görülen yerlerinde şiddetle geçen ve uzun süren kjşlar, geciken ilkbahar donları ekimlerin aksamasına, üretim azalmasına, sonuçta kıtlıklara, yetersiz beslen­ meye neden olurlar. Giinev ve Doğu Asya’da, Avras­ ya'nın orta ve doğu tarafında yaşayanlar sık sık bu ne­ denlere dayanan kıtlık hatta açlıklarla karşılaşırlar. Af­ rika'nın ekvator bölgesinde '(Fransız Batı Afrikası ) mayıs, haziran ve temmuz ayları temel besin olan darının bittiği, yeni ürünlerin beklendiği kıtlık ay­ larıdır. Antillerde ve Uzak-doğuda tayfunlar tarıma büyük zarar verir. Görüldüğü bölgelerde kıtlık ve ye­ tersiz beslenmenin baş nedeni olurlar. Bazı ülkelerde tek ürün tarımının yaygın olarak yapıldığı görülür. Bazı yıllar arka arkaya bu ürüne arız olan hastalıklar uzun süren kıtlık ve açlık devrelerine, hastalıkların, ölümlerin artmasına, bölgeden kaçışlara, göçlere ne­ den olur. XX. yüzyıldan evvelki devrelerde, ulaşımın, milletlerarası haberleşme ve yardımlaşma olanak­ larının çok etkisiz olduğu yıllarda, kıtlıklar, açlıklar, salgın hastalıklar, insan topluluklarında büyük kayıp­ lara neden oluyordu. Bu arada birkaç tanesini hatrlatarak geçelim. 71 Fransa'da 17. ve 18. yüzyıllarda ardarda gelen kıtlıklarda açlık o kadar ileri gitmişti ki, toprak yeme (geofaji), hatta ölen insanları yeme, aile bireylerini yeme çok rastlanan olaylar arasına girmişti. 1707,1806 ve 1846 da Silezya’da görülen açlıklar burayı perişan etmiştir. İrlanda’da 1797 den 1803 e, 1816 dan 1817 so­ nuna kadar, baş üıün olan patatese arız olan hastalık nedeniyle ortaya çıkan korkunç kıtlıklar 700.000 den fazla ölüme ve 6 milyon insanın göçüne neden olmuş ve nüfus onda bire düşmüştür. 1768 de Hindistan'da kuraklık ve çekirge afetinden meydana gelen kıtlık, açlık ve salgın hastalıklar, yalnız Madras’ta 3.5 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. 1S78 de Kuzey Çin’de, Türkiye genişliğinde bir alanda görülen kor­ kunç kuraklık, 70 milyon insafı etkilemiş, açlıktan ölenler gömülemeyerek öldükleri yerlerde kalmıştır. 1940 yılında Türkiye'de kıtlık yaşanmış, kişi başına günlük ekmek karne ile 250 gr. olarak dağıtılmıştır. Trakya’da Alman ordularının Yunanistan’ı işgali nede­ niyle nüfusun önemli bir kısmı Anadolu’ya geçmiş bu nedenle ekim, üretim azalmış, beslenme yetersiz­ liğinden hastalıklar, ölümler artmış ayrıca tifiis ^algını ile büyük telefat verilmiştir. XX. yüzyıin: son yıllarında Orta Afrika'da Kongo ve Ruanda da açbk butun dehşeti ile devam etmektedir. Fakat dünya ge­ nelinde, açlık, kıtlık ve salgm hastalıklar eski yüzyıllardaki önemini kaybetmiştir. Bir taraftan yerel gelişmeler, diğer taraftan Birleşmiş Milletler organi­ zasyonunun etkili yardımbr» hemen her tarafta nüfus artışlarına neden olmaktadır. Türkiye olumlu geliş­ melerin güzel bir örneğini vermektedir. 1925 - 1930 yıllan arasında Türkiye'nin nüfusu 13 milyon kadardı. Kasaba ve şehirlerde yaşayan halkın yediği ekmeğin unu Romanya'dan, Kanada'dan ithal ediliyordu. Aynı Türkiye bugün, 60 milyon insanını kendi topraklannda yetiştirdiği ürünlerle besleyebiliyor. Çünki Türkiye de gelişen tanm tekniği, bir taraftan tarlaların nadasa bırakılmasını önlemiş, diğer taraftan, sulama ve gübreleme ile tarımı entansif hale getirmiş birçok yerde ayni tarladan yılda iki ürün alınmasını sağlamış, hatta Gediz ovalarında yılda üç ürün alma çalışma­ larına başlanmıştır. Sulama olanaklarına kavuşmuş eski kurak Harran ovaları büyük ümitlerle devreye girmiştir Her yönden gelişen sağlık teşkilatı, salgın hastalıkları ortadan kaldırmış, ölüm oranlarını azaltmıştır. Bu hali ile Türkiye, Malthus nazariyesinin çürümesine neden olan güzel bir örnek haline gel­ miştir. B - Hatalı beslenm e : Beslenme, sağlam bir vücut, yeterli fizik ve zihinsel çalışma için gerekli besinlerin alınması olarak ifade edilir. Fakat, genel olarak fena beslenmenin varlığını ve derecesini gösteren tek bir ölçü yoktur. Ana ihtiyaç maddelerinin herhangi biri­ nin yetersizliği, fena beslenme nedeni olabilir. Vücut yeteri kadar alınamayan bir besi maddesinin doğ­ rudan zararını gördüğü gibi, bu madde eksikliğinin, diğer besi maddelerinden yeteri kadar faydalanmayı önlediği de bir gerçektir. Ancak bu konuda çoğunlukla kaliteli ve hatalı bes­ lenmeyi ortaya çıkarmak üzere iki besi grubu üzerinde durulmaktadır. Bunlardan biri hayvani protein mik­ tarı, diğeri bitkisel protein miktarıdır. Özellikle hay­ vansal protein miktarında azalma, bitkisel protein miktarında aşırı fazlalaşma olursa, beslenmede açlık duygusu giderilse de, kalitesiz beslenme, bir diğer deyişle fena beslenme, hatalı beslenme ortaya çıkar. Bunun için proteinlerin, glusitlerin, vitaminlerin ve madensel maddelerin belirli oranlarda yiyeceklerimiz arasında bulunması gerekir. Bunlardan bazılarının noksanlığı gelişmemizde, çalışmamızda, hastalıklara karşı dayanıklığımızda arızalar meydana getirir. Kısaca hatırlayalım: Protein eksikliği, sağlıklı bir bünye yaratmak için ihtiyaç duyulan vitaminlerin ve minerallerin vücutta tutulmasını ve kullanılma denge­ sini bozar. Bu da çeşitli olumsuz sonuçlar yaratır. Pro­ teinler hayvansal besinlerde (et, süt, yumurta) ve nişastalı tahıl ve sebzelerde bulunur. Bu iki menşeli proteinlerin bile etkileri birbirinden farklıdır. Hayvan­ sal proteinleri fazlaca yiyenler, hastalıklara karşı daha dirençlidirler. Az hasta olurlar. Uzun süre verimli çalışmaya, yeterli enerjiye sahiptirler. Hayvansal pro­ tein içeren besinler pahalı olduğu için daha çok, gelir­ leri fazla olan milletler ve tabakalar tarafından fazlaca kullanılırlar. Bu nedenle bu topluluklarda hastalıklar, normal olarak daha azdır. Yiyeceklerinin çoğunluğu bitkisel olan topluluklarda ise aksine hastalıklar daha fazla, fiziki ve zihni verim daha az, ömür daha kısadır. Kuzey kutup çevresinde yaşayanlar, coğrafi koşul­ lar nedeniyle fazla hayvani protein almak zorun­ dadırlar. Bunlar protein ihtiyaçlarını sebzelerle gider­ meye kalkınca kısa zamanda zayıflar, güçsüzleşir ve ölüme mahkum olurlar. İşçiler üzerinde denemeler yapılmıştır. Yiyecekleri arasında et, süt, yumurta fazla­ laştırılınca hastalanmaların, bu nedenle iş günü kayıp­ larının, iş kazalarının azaldığı, kalitesi yüksek verimin çoğaldığı saptanmıştır. Beslenmede vitaminlerin ve madensel maddelerin ek­ sikliklerinin de çeşitli hastalıklara neden olduğuna daha önce değinilmişti. C - Uyartct ve uyuşturucu maddeler : Keyif verici maddeler besin bakımından büyük önem taşımazlar, fiyna karşın, kullanılım alanlarının çok geniş olduğunu vc tarihin pek eski devirlerinden beri yapımlarının öğrenilmiş bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliri/. Keyif verici maddeler, doğada hazır bulunmazlar. Çırvrede çokça bulunan bazı maddelerin değiştirimi ile vjiuşiuru; urlar. Bir bakıma yapay besinlerdir. Fakat 76 yapılmaları kolaydır. Zamanımızdan 5000 yıl kadar evvel, başlangıçta tesadüfen, bazı yiyeceklerin ekşi­ mesi, fermante olması ile bu maddeleri bulmuşlar, sonraları, bazı basit tekniklerle yapımına başlamışlar­ dır. Keyif verici maddeler cok çeşitlidir. En yaygın olan­ ları sıvı haldedir. Bira, şarap, rakı, viski, votka gibi. İçerlerinde herhangi bir miktarda alkol vardır ve bu­ nun oranı, yapıldıkları maddeye göre değişmektedir. Ayrıca, renkleri, kokulan ve etkileri birbirilerinden farklıdır. Keyif verici maddelerin bazıları ise yakılıp dumanı teneffüs edilerek kullanılır. Tütün gibi bazıları ağızda çiğnenir, bazıları ise yenir veya damara şırınga edilir. Sıvı olarak ve içilerek kullanılan keyif verici mad­ deler yemeklerden evvel az miktarda iştah açıcı olarak (aperitif), yemekle birlikte ise besi maddesi olarak alınır (şarap) ve nihayet yalnız keyiflenmek, başı hoş etmek (serhoşluk) için içilir. Alkol, hücrelerde bulunan maddelerin yanma olayını çoğaltır. Vücudun sıcak­ lığını yükseltir. Bu nedenle soğuk bölgelerde, soğuk havalarda ölçülü miktarda alındığı takdirde fayda da sağlar. Ancak keyif verici maddelerin hepsi, vücutta alışkanlık yaratma, alışkanlığı bağımlılık haline getir­ me özelliğine sahiptir. Alkolün fazlalığı, sindirim aygıtına, özellikle mideye ve-jsinir sistemine zararlı et­ kiler yapar. Kişiyi, fizyolojik bakımından güçsüz kılar. İradesini azaltır. ZihnLçalışmasmı ağırlaştmr. Çevre­ sinde bulunan, içinde yaşadığı ortamı, olaylan doğru değerlendiremez hale getirir. Kişi kendisi için fay­ dasız, etrafı için zararlı, toplüfrt için bir yük olur. Alkol tüketiminin çoğalması, toplümlann maddi gücünün azalmasına, manevi değerlerinin çürümesine yolaçar. Tarihte bu nedenle ortadan kalkan devletler vardır. Alkol ve uyuşturucu madde tüketimi hor devletin ürerinde önemle durduğu sağlık olaylarından biri ha lip.e gelmiştir. Hatta bu konuda milletlerarası çalış­ ırsalar. organizasyonlar, gün geçtikçe çoğalmaktadır. Revü verici ve uyuşturucu maddelerin coğrafi dağılışı ilgi çekici bir görünüm ar/etmektedir. Sıvı haldaki içkilerin herhangi bir oranda alkol içerdiğine yu­ karıda işaret edilmişti. Alkol şekerli bir sıvının ferman­ tasyonu sonucu oluşmaktadır.Bütün nişastalı besinler, divastaz etkisi ile kolaylıkla glikoza dönüşmektedir. Bu nedenle tatlı sıvı veren ve nişasta içeren bütün be­ sililerden alkollü içki yapmak olanağı vardır. Meyve­ ler ile nişasta içeren yiyeceklerin yetiştiği her yerde al­ kollü içki üretebilmek olanaklıdır. Bu da kutba yakın verler dışında, dünyanın her yerinin bu iş için elverişli olduğunu anlatır. Ancak insanlar, bulundukları yerler­ de ençek hangi ürün yetişiyorsa ve kolaylıkla içki yapılması olanaklı ise alkollü içki için o maddeyi esas almışlardır. Bu nedenle yer yer yapılan ve kullanılan içki çeşidi de değişmektedir. Avrupa'nın batısında daha çok şarap ve bira yapılır ve tüketilir. Fransa'nın batısında elma şarabı, diğer ta­ raflarında üzüm şarabı üretimde ve kullanımda önde gelir. Orta Avrupa'da (Almanya, Avusturya, Çekoslo­ vakya) biracılık ilerlemiştir. Buralarda arpaya şerbetçiotu katılarak aroma tize edilir ve iyi kalitede bira yapılır. Bira içinde alkoı oran; azdır ( % 3 - 9 ). Avru­ pa’nın güneyinde, Akdeniz kıyılarında bağcılık çok gelişmiştir. Buna bağlı olarak Ispanya, Fransa, İtalya ve Yunanistan’da şarap yapımı gelişmiştir. Türkiye, din; kısıtlamalar nedeni ile bu konuda ön sıralarda değilse de, dünyanın en kaliteli şaraplarının yapıldığı bir ülkedir. Şarap, içerdiği alkol miktarı, asit derecesi, mineral maddeleri, kokusu ve tadı nedenleri ile her yerde ayn ozeiiikier taşır. Hatta herhangi bir yerde her sene yapılan şarap bile ayni kalitede değildir. Ayrıca eskidikçe kı> mei kazanan bir ilkidir, içerdiği maddeler nedemvle, uygı.n miktarda dimdiği takdirde ivi bir b<\sir. nvıodesid.ı Türkiye ve \ unam stand a rakı, Balkanlarda t‘nk takısı v tusika ) ve kiraz rakısı (kirş), Doğu Avrupa da alkol oranı yüksek votka, İngiltere'de ve A.B.D .nde gene alkol oranı yüksek vis­ ki, Çin'de ve Japom a'da alkol oranı düşük pirinç rakısı ( saki ), ençok yoğaltılan içkilerdir. şarap Sıcak bölgelerde şekerkamışından (rom), hurma ve diğer taılı meyvelerden alkollü içkiler yapılır. Fakat buralarda, alkollü içkilerin, kişilerin sağlığı ve sosyal yapı ü/erindeki tahribatı, ılıman bölgedekilerden daha fazladır. Oı ta Asya' yaşayan Türkîer at sütünü fermante etti­ rerek kımız ismi verilen bir içki elde ederler. Her gün kullanılan, besleyici özellikleri de olan uyarıcılar arasında çay, kahve, kakao gibi maddeler bulunur. Çay üretimi Musonlar Asyasında topjanmıştır. Fakat tüketim alanı çok geniştir. Kahve, Habe­ şistan'dan Liberya'ya kadar uzanan şeritte ve Brezil­ ya'da üretilmektedir. Bunun da tüketim alanı yay­ gındır. Kokanın u yan a bitkiler arasında özel bir yeri vardır. An:'la:da, Peru’da, Bolivya'da ve Brezilya'nın bazı eyaletlerinde yerliler tarafından yapraklan çiğne­ nerek kullanılır. Aynca yapraklan kurutulup, ufalanıp toz haline getirildikten sonra buruna çekilmek suretiy­ le de kullanılır, içerisinde ttîn, kafein, kokain, ekzonin ve hiorin bulunan yapraklarından günde 4 gr. çiğnenmesi, kişinin fizik ve moral gücünü arttırır, ç.Vouk yorulmasın: ve beş gün kadar bir süre açlık his­ setmesini ö r Ur. Fakat fazla alınması halinde serhoşluk yaratır. Alkol gibi bağımlılık meydana getirir. Sonuçta zayıflama, den renginin kurşuniye dönmesi, tedavisi olanaksız bir uykusuzluk, kanda oksijensizlik (ano\e- mie) ve haraketsizlik şeklinde görülen kokaizm ortaya çıkar. Böylece feci akibete yaklaşılmış olunur. Eroin gibi, sağlık bakımından zararlı sonuçlar yaratan ko­ kanın ticareti ve kullanımı yasak edilmiştir. Mate : Güney Amerika'nın pekçok yerinde bulunan, yerlilerin la yerba ( ilex paraguayensis ) adını verdikle­ ri ağacın yapraklarından çıkarılan su, koka gibi uyuşturucu bir etki sahibidir. Güney Amerika'daki ülkelerde kahve, çay ve alkol yerine kullanılır. Koka gibi tein, kafein ve teobromin içerir. Organizmayı uyanadır. Fakat fazla kullanılması mide rahatsızlığı (gastralji ) ve diş çürüklerine neden olur. Zayıflama, •bitkinlik ve uykusuzluk, matenin yarattığı diğer belir­ gin sonuçlar arasındadır. Haşhaş (Opium ): Türkiye, İran, Afganistin, Pakis­ tan, Hindistan, Bengaldeş ve Çin’de yetiştirilir. To­ humlan, fazla yağ içerdiği için yemek yapımında kul­ lanılır. Kozaları henüz yaş iken çizilerek çıkan sıvı ( af­ yon sakızı) toplanır. Bunun içinde uyuşturucu morfin, heroin, narkotin, kodein, papavrin gibi alkoloidler vardır. Bunlann toplam oranı % 17 ye kadar çıkar. Af­ yon sakızı, hap şeklinde veya sigara içinde içilerek alınır. Başlangıçta uyarıcı, zihin açıcı bir etki yapar, Ortalığı hoş görmeğe başlatan bir serhoşluk yaratır. Fakat afyon, hızlı bağımlılık yaratan bir uyuştu­ rucudur. Kullanılmağa başlandıktan kısa bir süre son­ ra iştah kesilmesi, zihni durgunluk, bakışlarda an­ lamsızlık, hareketlerde ağırlık devresi gelil ve kişi hem fizik, hem mantal bir çöküntü içine girer. Bağımlı kişi, kendisi ve toplum için hemen hemen kaybedilmiş hale gelir Tedavisi çok zordur. Bu nedenle özellikle XX. yüzyılda afyonla mücadele milletlerarası önemli bir mücadele konusu haline gelmiştir. Birçok ülkede, özellikle memleketimizde, haşhaş ekimi devletin sıkı kontrolü altındadır. Afyon sakızı .hmını devlet yapar. M<»rfin tıpta kııll» nıllır Bunun sa-ımını vievlet yapar 80 Ancak memleketimi/, dışında bu konu üzerinde yete rince titizlikle durulmadığından, gizil ticaret konu su­ dur. Ençok alıcısı Avrupa ülkeleridir. Afganistan, İran ve Pakistan, önde gelen gizli ihraç yerleridir. Kahvenin (coffea Arabiea) ilk yeri Habeşistan'ın güneyidir. Buradan Afrika'nın batısına, Asya’nın g ü ­ neyine ve Brezilya'ya yayılmıştır. İçindeki kafein m ad­ desi nedeni ile uyarıcı bir etki yapar. Tüketim i dünyanın tamamına yayılmıştır. Kakaonun (theobroma cacao) ilk yetişim yeri M ek­ sika ve Orta Amerika'dır. Buradan G ine körfezi kıyı­ larına ve Güney Asya adalarına yayılm ıştır. Kuvvetli bir besleyicidir. Sıvı halinde kullanıldığı gibi süt ve şeker katılarak çukulata adı ile de kullanılır. Tütünün (Nicotaia tabacum), ilk yetiştirilm e yeri Gümjy Amerika'dır. Bu kıtanın keşfinden sonra eski kıtalar topluluğuna geçm iş ve geniş alana yayılm ıştır. Yaprakları nikotin adı verilen alkoloid bir madde içerir. Sigara, pipo, puro şeklinde içilerek kullanıldığı gibi, çiğnenerek de kullanılır. Bağım lılık yapar. Keyif vermesi yanında, vücuda giren zehirli nikotin, pekçok hastalığa (30 kadar) ned tn olur. Bu arada gırtlak kan seri, akciğer kanseri, mide ülseri, dam ar sertliği, çeşitli kalp rahatsızlıkları en evvel hatırlanm ası gereken has­ talıklardır. Hamile kadınlar için çok zararlıdır. Pekçok ülkede kullanımını sınırlayıcı tedbirler alınmıştır. Bir­ leşmiş M illetler Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından açıkhr.dığma göre, sigaradan yılda 63 milyon insan ha­ yatını kaybetm ektedir. Esrar, hint k en ev iri ( cannabis sariva 1. ) ismi veri­ len bir bitkiden elde edilir. Dişi bitkinin m ercim ek büyüklüğündeki tohum larının içinde reçine bulunur. Bu m adde esrardır. Esrar içeren tohum lar toplandık­ tan sonra, b i:k aç gün kurutulur ve esrar tozu elde ed i­ lir Hint keneviri, hemen her iklimde yetişir. Hindis­ tan, Pakistan, İran, Lübnan, Suriye, Lalin Amerika bu keyif verici zehirin en çok yetiştirildiği yerlerdir. Fakat kullarım alanı çok geniştir. Esrar tütün içine karıştırılarak sigara şeklinde, tömbekiye karıştırılarak nargile ile ve pipolarla nefes yolu ile alınır. Ayrıca, bal, baharat ve arap sakızına katılmak suretiyle yapılan tabletler çiğnenerek de alınır. Keyif verici maddelerin önde gelen öldürücü ze­ hirlerinden olan esrar, kısa zamanda alışkanlık yaratır. Kurtulunması da çok zordur veya olanaksızdır. İlk alındığında, kökü, dolaşım bozukluğuna dayanan bir baş dönmesi olur. Göz bebekleri büyür. Aydınlığa karşı duyarlılık artar. Kalp atışları çoğalır. Uyuşukluk fazlalaşır. Hayal gücü çoğalır. Zaman ve mesafe ölçüsü kalmaz. Mide bulantısı, kusma, zehirlenmenin ilk belirtileridir. Kişi dengesizdir. Miskin veya saldır­ gandır. Erken bunama, melankoli, çıldırma, kısa süre­ de ölüm, esrarkeşlerin kendilerini sürükledikleri"doğal akıbetlerdir. Esrar kullanımı, kişilerin bedensel ve ruhsal sağlı­ sını bozduğu için, hemen her memlekette yasak­ lanmıştır. Bir taraftan emniyet kuvvetlerince çok önemle izlendiği gibi, diğer taraftan esrarkeşlerin teda­ visi için hastahaneler de yapılmıştır. Bu konuda millet­ lerarası mücadele teşkilatı da kurulmuştur. Çavdar mahmuzu (LSD 25), çavdar bitkisinin çi­ çekleri üzerinde üreyen bir asalak mantardır. Buğday tanesi büyüklüğündedir. 11 çeşit alkoloidi vardır. Bun­ lardan ergonovin çok şiddetli bir zehirdir Beyaz bir tozdur. Alındığında, çok az miktarda da olsa, kısa za­ manda beyine etki yapar ve vücudun fizik ve psikolo­ jik dengesini bozar. Keyif venci zehirlerin en tehlikelilenndendir. H2 VIII - TIP VE COĞRAFYA Tıbbın konusu hastalıklardır. Kişilerin hastalıklar­ dan korunması, hastalıkların teşhis ve tedavi şekille­ ridir. Bu konuda, II. Dünya Harbinden sonra geçen yarım yüzyılda büyük ilerlem eler oldu. Hem teşhiş hemde tedavi metodları m ükem m elleşti. Tıpta pekçok uzmanlık alanları doğdu. Hatta her u/.manlık alanında ikinci, üçüncü derece uzm anlık alanları m eydana gel­ di. İcat edilen kom plike ve çok hassas aletlerle, hem teşhis, hem tedavi m etodlarında eski devirlere göre hemen hemen hatasız çalışılan devrelere gelindi. Her uzmanlık alanı, diğer uzm anlık alanları ile birlikte çalışarak hata payını azaltm a olanağına kavuştu. Bazı bölüm ler hem en her bölüm ün, uzak kalınam ayacak yardımcısı durum una girdi. Röntgen ile biyokimya bu arada örnek olarak hatırlanabilir. Özel m uayenehanelerde veya hastanelerde doktor­ la hasta karşı karşıyadır, veya konu, hasta-doktorlaboratuar üçgeni içinde kalır. Halbuki bazı bölgelerde veya bazı m evsim lerde hastalıklar salgın haline gelir. O durum larda hastalıklarla geniş alanda uğraşmak durum u ortaya çıkar. Bu zam anlarda coğrafyadan fay­ dalanm ak zorululuğu doğar. Salgın hastalığın cinsi saptandıktan sonra, bunun önlenebilm esi, hastalığın yayıldığı alanın görülebilm esi için, vakaları uygun ölçekli bir haritaya işlem ek gerekir. Böyle bir harita üzerinde salgının hem alanını, hem de yoğun olduğu yerleri görebilm ek olanaklıdır. Bundan faydalanarak, salgınla m ücadele program ı gerçeğe uygun olarak 83 Ölçek: 1 / 50.000.000 1. 1935 yıllarına doğru Avrupa’da her 100.000 nüfusta veremden ölenlerin miktarı 1. 140 dan fazla, 2.120-139 arası, 3.100-119 arası, 4. 80 - 99 arası, 5. 60-79 arası, 6. 60 dan az. (Max Sorre'dan). 84 Ölçek : 1 / 10.000.000 2. 1936 yılında Fransa'da, departmanlarda her 100.GOÖ nıifusta veremden ölenlerin miktarı. 1. 170 ve daha fazla, 2. 130-169, 3. 105-129, 4.95-104, 5.70-94, 6. 40 dan az. (Max Sorre'dan). 85 saptanabilir. Çalışma esnasında, salgının ilk görül­ düğü yerlerin saptanması halinde, salgının başlama nedenlerini yakalamak ve gelecek için isabetli tedbir kararlan almak mümkündür. Hastalıklann haritaya işlenmesi, yalnız salgın has­ talıklarla uğraşmak için gerekli değildir. Bir bölgede veya bir ülkede mevcut bütün hastalık çeşitlerinin dağılışını göımek için de gereklidir. Bu haritalar üze­ rinde ortaya çıkan duruma göre, hangi sağlık kurumlannm daha çok nerelerde bulunması gerektiğine, han­ gi bölgeye hangi sağlık elemanlarının ve ne miktarlar­ da gerektiğine ilişkin doğru kararlar verilebilir. Hastalıklarla coğrafi elemanlar arasındaki bağlantılan araştırma çalışmalannın tarihi çok eskidir. Bunun milattan evvelki senelere kadar gittiği söylenebilir. Fa­ kat son iki yüzyıla gelinceye kadar böyle bir çalışma sadece, ilgililerin bulundukları yerde, hastalığı ve özelliklerini saptama, olayı mevcut bilgilere göre ka­ bul edilebilir bir açıklamaya kavuşturma şeklinde yürütülüyordu. Hastalığın coğrafi ve bu dağılışın ne­ denleri üzerinde durulmuyordu. XX.yüzyılın başlanndan itibaren hastalıklann coğrafi dağılışını gösteren haritalar yapılmış, bunların, fiziki ve beşeri haritalarla karşılaştınlarak analizleri yapılmağa başlanmış, zama­ na göre önemli bir rehber elde edilmiştir. 1996 yılında, VIl.Milletlerarası Tıbbi Coğrafya Semyozyumu'nda A. Haviland'ın çalışmaları ve sonuçlan üzerinde, Kanada, Ontario Yok Üniversitesi öğretim üyelerinden Frank A.Barret’in verdiği tebliğe göre, ilk defa İngiltere'de, Londra Hastanesinde, doktor Alfred Haviland tarafından yapılan, ölüme neden olan hastahklann oran ve miktar olarak haritalara dökülmesi ve bu haritalann analizi metodu, daha sonraları Fran­ sa, İtalya ve diğer Avrupa devletlerinde de uygulan­ mağa başlanmıştır. 86 AH aviland, İngiltere ve Walles bölgelerini kapla­ yan alanda il, ilçe ve köyleri birim olarak almış, bura­ larda kalp, kanser ve veremden ölümleri haritaya dökerek incelemeler yapmış, bu dağılış şeklini yaratan coğrafi neden’eri onaya çıkarmağa çalışmıştır Sonuçta, o /.amana göre hiç akla gelmeyen, ilgi çekici nedenlerle karşılaşılmıştır. A.Haviland'a göre, kıyılarda, deniz rüzgârlarını bolca alan yerlerde KALP hasta'ığmdan ölenler az, ak­ sine bu rüzgârları almayan, dağların arkasında, kuytu­ da kalan yerlerde ise dikkat çekecek kadar çoktur. A.Haviland’ın incelemelerinden çıkan bir diğer önemli sonuç da şudur: Şehirlerde deniz rüzgârlarını alan sokak ve caddelerde oturanlar arasında kalp has­ talığından ölenlerin oranı az, bu rüzgârlara kapalı olan yerlerde ise fazladır. Haviland. KANSER'den ölümlerin coğrafi dağılı­ şını gösteren haritalar üzerinde yaptığı incelemelerde, zamanının aynı konuda çalışan ilim adamları ta­ rafından da doğrulanan önemli sonuçlara ulaşmıştır: Kanserden ölenler, sık s i k su baskınlarına uğrayan, akarsu kıyılarındaki alüvyonlarla örtülü düzlüklerde yaşayanlar arasında çok, buna karşılık, yüksek dağlarda ve kalker, tebeşir gibi suları geçiren kuru alanlarda yaşayanlar arasında ise azdır. Haviland Sn üçüncü inceleme konusu, VEREM'den ölenlerin coğrafi dağın*: vc bu dağıhş şeklinin neden­ leri idi. Yaptığı haritaların analizinden şu sonuçlara ulaşılmıştır: Soğuk rüzgârları almayan, direnajı iyi, ve­ rimli arazilerde yaşayanîar arasında veremden ölenler az, fazla nemli toprakların bulunduğu yerlerde, iyi ha­ valandırılmayan fabrikaların ve havası kirli maden ocaklarının bulunduğu yerlerde ise fazladır. Şüphesiz Haviland, bu gözlemleri, kısa süreli veri­ lere dayandırmış ve acele hükümlere varmıştır. Kalp, kanser ve verem hastalıklarının nedenleri çok çeşit­ lidir. Bunları sadece coğrafi bazı nedenlere dayan­ dırmak doğru değildir. Fakat Haviland, hastalıkların dağılış şekillerini haritalar üzerine naklederek, onların coğrafi elemanlarla bağlılıklarını araştırm a yolu ile tıpta kıymetli bir metod yaratmıştır. Herhangi bir hastalığın harita üzerinde dağılış şeklini tesbitten sonra bıı haritanın diğer coğrafi ele­ manlar için yapılmış olan haritalarla karşılaştırılması, bu dağılış şeklinin nedenlerinin ortaya çıkarılabilm esi için faydalı hatta zorunludur. Örneğin sıcaklıkların dağılışını gösteren izoterm haritaları, yağış ve bulutlu­ luk dağılışını gösteren izoyet ve izonef haritaları, yeryüzü şekillerini gösteren topografya haritaları, halkın gelir düzeyini gösteren ekonom ik haritalar, eğitim düzeyini gösteren sosyal haritalar bu arada hatırlanabilir. Sırası gelmişken, izoterm haritaları ile hastalıkların coğrafi dağılışı arasındaki bağlantıyı gösteren bir iki örnek verelim: Sıtma hastalığı, vıl içinde, aylık ortalama sıcaklığın 16' yi geçmediği yerlerde görülmemektedir. Fler ayın urtafoma sıcaklığının 16* nin üzerinde olduğu yerler­ de, senenin her ayında görülür. Bazı yerlerde ise yalp z, :viık ortalama sıcaklığın 16° yi geçtiği aylarda gerinmektedir. Böylece ortaya çıkan kesin sonuç şjdur ki aylık ortalama 16° lik izoterm çizgileri, sıtma hıstaiığınm sınırlarını göstermektedir. Şüphesiz bu Sın ırlar içinde her tarafta sıtma hastalığı görülmez. Hastalığı yayan anofel isimli sivrisineğin yaşamasını, üremesini olanaklı kılan diğer koşulların da araştırıl­ ması, bulunması gereklidir. Bunun için de o çevrenin daha büyük ölçekli, yağış, hidrolojik ve bitki örtüsü haritalarına ihtiyaç duyulur. Anofel, yaşadığı yerler­ den 200 m. den daha u/aklara gidemez. Bu nedenle bu son tip haritalarda hastalığın çıkış yerleri daha net ola­ rak saptanabilir. Mide ve bağırsak infeksiyonu hastalıklarının, y ıllık ortalama sıcaklıkları gösteren izoterm herilaJarında, ekvatorun kuzey ve güneyinde 23 lik izoterm çizgileri ile sınırlanmış olduğu görülür. Buraları, Asya, Afrika ve Güney Amerika'da, ekvatoral ve sübek vatı »rai bölgelerdir.Ilıman bölgenin sıcak kuşağa yakın olan bölümünde, yalnız yaz aylarında ve bu ortalam a sıcaklığa ulaşabilen yerlerde görülür. Her ülkede devletin sağlık program ve planlarının yapılmasında da haritalardan faydalanılmak zorunlu­ luğu vardır. Bu konuda evvela, çeşitli hastalıkların ülkeye dağılış haritaları yapılır. Bunların yanında, sağlık tesislerinin, sağlık elemanlarının ve tesislerdeki donanımın haritaları tamamlanır. Çalışma programı, bunların hep birlikte incelenmesinden sonra karar­ laştırılır. Eğer bu yol izlenmezse, bazı bölgelerde uz­ man eleman noksanlığı, bazı yerlerde ise aksine yığılmalar kaçınılmaz olur. Herhangi bir sağlık kuru­ luşuna alınan çok kıymetli bir cihaz, uzman yok­ luğundan ambalajından çıkarılamaz veya bir sağlık kurumuna gönderilen uzman eleman, lüzumlu ve ye­ terli donanım bulunmadığı için verimli çalışamaz. Sonuçta, para ve eleman israfı ve halkın beklediği hiz­ metin verilememesi gibi durumlar ortaya çıkar.. 29 Temmuz - 2 Ağustos 1996 tarihleri arasında İngiltere’de Porstmouth üniversitesinde yapılan VII. Milletlerarası Tıbbi Coğrafya sempozyumu, Kıraliyet Coğrafya Cemiyeti Sağlık Araştırma Grubu, Kanada Coğrafya Cemiyeti Sağlık ve Sağlık Hizmetleri Araştırma Grubu ile Amerikan Coğrafyacılar Cemiyeti Tıbbi Coğrafya Özel Grubu tarafından düzenlenmiştir. Değişik ülkelerden tebliğ vermek üzere gelenlerin önemli bölümünü, coğrafyacılar teşkil etmiştir.: Meksi­ ka'da Tıp Alanında Neler Oluyor? adlı tebliği, Meksi­ ka'da bulunan Eğitim Yüksek Koleji Coğrafya ve Jeolo­ ji Departmanından Margaret H. Harnson vermiş, çalışmasına Meksika' da iller baz alınarak, her 10.000 nüfusa düşen doktor miktarını gösteren bir harita ekle­ miştir. Kanada Hamil ton Mc. Master Üniversitesi Çevre Sağhk Programı ve Coğrafya Departmanından Adel Tannantuonor ve John Eyles, Çevremiz ve Sağlığımız adlı bir tebliğ sunmuşlardır. Lancaster Üniversitesi Coğrafya Departmanından Antoni Gatreli ve Diane Langley, Lancaster ve Güneydoğu Cumbria'da Doğuşta Kalp hastalıkları olasılığı, adlı bir araştırma sunmuşlardır... Böylece, hastalıklarla, hastalıkların görüldüğü çev­ rede bulunan coğrafi elemanlar arasındaki bağlar ve çeşitli haritalardan faydalanma ihtiyacı coğrafya ile tıp arasında bir yakınlaşma, bazı alanlarda iç içe girme gibi bir durum yaratmış, coğrafyada TIBBÎ COĞRAFYA adlı, tıbba yardımcı bir bölüm ortaya çıkarmıştır. KAYNAKÇA B O R D IE R , A. (Dr.), La geographie MedicaJc, Paris: 1884. M A X Sorre ,Les Fondement de La Geography H u m a in e Paris, Librairie Arm an Co iin 1947 W ÎL L Y H ellpch (Dr.), Geopsyche , - Paris 1944 R U D O L F Geiger , The Clim ate NTear The G ro un d, L o n d r 1957 E R İN Ç S im , Klimatoloji ve Metodları, İstanbul 1984 BRAUN Hugo (D r.)_Ö ktem ,Z.(ör)M ikrobiyoIoji SaJgmlar Bilgisi, İstanbul 1945 ve D E R M A N , E.(D r), Sağlığım ız , Karm ca Matbaası İ/m ir 198,0 Dev.Met. Um. Md.îüğü , Uçuş Meteoroloji MetodJan, Ankara 1940 K A Ğ IT Ç I M .Ali, Besin kılavuzu , İstanbul 1949 K IZ IL Y A L IN A.A rif, Uyuşturucu Zehirler ve Problemle­ ri İstanbul 1983 S O Z E R Sabri, U yuşturucu Maddeler ve Problemleri, İstanbul O SM A N Mazhar, Tababeti Ruhiye, İstanbul K O Ç T U R K Osman, Besin ve Beslenme, İstanbul 1967 Ö Z Y A Z IC I Alpaslan, A lkollü İçkiler, Sigara ve Diğerleri, Ankara 1993 M A H R U K İ Nasuh, Everes’te İlk Türk, İstanbul 1995 Vllth International Symposium in Medical G eography (29 th July - 2nd August 1996). Ü S K Ü F Şeref, Ege'de İlginç Olaylar, İzmir, 1992. 91