genç yaşta miyokard enfarktüsü geçiren hastalarda klasik ve

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
KARTAL KOŞUYOLU YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ
Klinik Şefi : Doç.Dr.Mehmet ÖZKAN
GENÇ YAŞTA MİYOKARD ENFARKTÜSÜ
GEÇİREN HASTALARDA KLASİK VE
PSİKOSOSYAL RİSK FAKTÖRLERİNİN
KARŞILAŞTIRMALI OLARAK
İNCELENMESİ
KARDİYOLOJİ UZMANLIK TEZİ
DR.CİHAN ŞENGÜL
İstanbul 2006
KISALTMALAR.............................................................................................................................. 2
ÖZET.......................................................................................................................................... 3
I. GENEL BİLGİLER....................................................................................................................... 6
1. ATEROSKLEROZ VE KORONER KALP HASTALIĞI........................................................... 6
2. ARTER DUVARININ ANATOMİSİ VE BİLEŞENLERİ.......................................................... 7
3. HİSTOPATOLOJİ.......................................................................................................................... 9
4. ATEROSKLEROZUN PATOGENEZİ...................................................................................... 11
5. ATEROSKLEROTİK KALP HASTALIĞININ EPİDEMİYOLOJİSİ VE RİSK
FAKTÖRLERİ...................................................................................................................................14
6. SABİT (MODİFİYE EDİLEMEYEN) FAKTÖRLER................................................................ 15
7. MAJÖR MODİFİYE EDİLEBİLİR RİSK FAKTÖRLERİ......................................................... 16
8. PSİKOSOSYAL FAKTÖRLER VE KORONER ARTER HASTALIĞI.................................. 22
9. AKUT MİYOKARD ENFARKTÜSÜ........................................................................................ 30
10. GENÇ ERİŞKİNLERDE KORONER ARTER HASTALIĞI................................................. 32
11. YAŞLILARDA KORONER ARTER HASTALIĞI................................................................. 35
II. AMAÇ, MATERYAL ve METOT.................................................................................................. 38
1. AMAÇ........................................................................................................................................... 38
2. MATERYAL METOT.................................................................................................................. 38
3. VERİ ANALİZİ............................................................................................................................ 41
III. BULGULAR........................................................................................................................... 42
IV. TARTIŞMA............................................................................................................................ 53
KAYNAKLAR............................................................................................................................... 57
2
KISALTMALAR
NO
Nitrik Oksit
LDL
Düşük Dansiteli Lipoprotein
PDGF
Trombosit Kaynaklı Büyüme Faktörü
VCAM
Vasküler Hücre Adezyon Molekülü
M-CSF
Monosit Koloni Uyarcı Faktör
ScR
Okside Kolesterol Temizleyici Reseptör
b-FGF
Temel Fibroblast Büyüme Faktörü
KKH
Koroner Kalp Hastalığı
KAH
Koroner Arter Hastalığı
HDL
Yüksek Dansiteli Lipoprotein
VLDL
Çok Düşük Dansiteli Lipoprotein
IDL
Orta Dansiteli Lipoprotein
Lp(a)
Lipoprotein-a
Apo-B
Apoprotein-B
USG
Ultrasonografi
EF
Ejeksiyon Fraksiyonu
EKG
Elektrokardiyografi
CK
Kreatin kinaz
CK-MB
Kreatin kinaz-miyokardiyal band
BKİ
Beden Kitle İndeksi
CRP
C-reaktif protein
DASS
Depresyon Anksiyete Stres Skalası
DM
Diyabetis Mellitus
MI
Miyokard Enfarktüsü
3
ÖZET
Çalışmamızda hastanemize akut miyokard enfarktüsü ile başvuran 40 yaş ve altı genç
hastalarda klasik ateroskleroz risk faktörlerinin yanı sıra enfarktüs öncesi dönemde akut stres
oluşturucu etkenlerin ve subakut dönemde hastaların stres, depresyon ve anksiyete
düzeylerinin enfarktüs oluşumundaki potansiyel önemlerini 40 yaş üstü yaşlı hastalarda
karşılaştırmalı olarak ortaya koymak amaçlanmaktadır. Genç hastalarda akut stres faktörünün
ve stres düzeyinin öneminin araştırılması öncelikli hedefimizdir.
Çalışma 100 genç ve 100 yaşlı olmak üzere 200 akut miyokard enfarktüslü hasta üzerinde
yapılmıştır. Hastalara enfarktüs sonrası erken dönemde yüz yüze görüşme şeklinde DASS 21
skalası uygulanmış ayrıca göğüs ağrısı öncesi 2 saatlik dönem içerisinde duygusal, fiziksel bir
stres oluşturucuya maruz kalıp kalınmadığı sorularak tetikleyici etken tarifi istenmiştir. Klasik
risk faktörlerinin sorgusu yapılarak tüm hastaların koroner anjigramlarına başvurulmuştur.
Çalışmamıza katılan hastaların yaşları 23 ile 75 arasında değişmekte olup ortalama yaş 45 +/12’dir.
Genç grubun %92’si erkek iken sigara kullanma oranı %95, hipertansiyon görülme oranı
%24, diyabet görülme oranı %8, dislipidemi görülme oranı %19, aile öyküsü pozitifliği oranı
%56’dır.Yaşlı grubun %93’ü erkek iken sigara kullanma oranı %85, hipertansiyon görülme
oranı %37, diyabet görülme oranı %20, dislipidemi görülme oranı %45 ve aile öyküsü
pozitifliği oranı %36’dır.
Genç grupta akut stres faktörü görülme oranı %52 iken bu oran yaşlı grupta %20’dir.
Genç grupta stres puanı ortalaması 25.8 depresyon puanı ortalaması 13.7 ve anksiyete puanı
ortalaması 13.5 iken bu ortalamalar yaşlı grupta sırasıyla 15.0, 9.1, 8.3 olarak bulundu.
4
Genç grupta sigara kullanımı, aile öyküsü pozitifliği yaşlı gruba göre anlamlı düzeyde
yüksek(p<0.05); akut stres faktörü varlığı, stres-depresyon-anksiyete puanları yaşlı gruba göre
ileri anlamlı düzeyde yüksek bulunurken(p<0.01) yaşlı grupta hipertansiyon, diyabet ve
dislipidemi varlığı anlamlı düzeyde yüksek oranda bulundu(p<0.05).
Genç olgularda normal koroner arterleri ve tek damar hastalığı olan hastalar çoğunlukta
bulunurken yaşlı olgularda çoklu damar hastalığı oranları anlamlı yüksek bulundu(p<0.01).
NSTEMI yaşlı grupta anlamlı düzeyde yüksek oranda bulunurken anterior MI genç grupta
anlamlı düzeyde yüksek oranda bulundu(p<0.05).
Genç grupta akut stres faktörü varlığı ile damar lezyonlarının dağılım arasında fark
izlenmezken(p>0.05) stres puanları ile damar lezyonlarının dağılımı arasında ileri düzeyde
anlamlı farklılık saptandı(p<0.01). Normal koroner arterleri olan hastaların stres puanları tek
veya çoklu damar hastalığı olan hasta grubuna göre anlamlı düzeyde düşük bulundu(p<0.01).
Çok damar hastalığı olan olguların depresyon puanları tek damar hastalığı olan veya normal
koroner arterlere sahip olan hastalara göre anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur(p<0.01).
Yaşlı grupta ise damar lezyon dağılımı ile stres puanları arasında anlamlı fark izlenmezken
çoklu damar hastalığı olan olguların depresyon puanları tek damar hastalığı olan olgularına
göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu(p<0.01).
Anksiyete puanları anlamında genç ve yaşlı grupta damar lezyonları açısından anlamlı
farklılık izlenmemiştir.
Genç grup üzerinde yaşlı grubun lojistik regresyon analizi yapıldığında genç grupta akut stres
faktörünün varlığının (3.1 kat), aile öyküsünün (2.8 kat), stres puanının (1,15 kat) ve
anksiyete puanının (1,1 kat) risk arttırıcı etkisi saptandı.
5
Sonuç olarak çalışmamız genç yaşta miyokard enfarktüsü geçiren hastalarda sigara
kullanımının, aile öyküsü varlığının, akut stres oluşturucu faktörlerin ve genel anlamda
psikososyal etmenlerin önemine vurgu yapmaktadır.
6
I. GENEL BİLGİLER
1. ATEROSKLEROZ VE KORONER KALP HASTALIĞI
Ateroskleroz batı dünyasında en sık görülen ölüm nedenidir ve ciddi morbiditeye neden olur.
Dünya Sağlık Örgütü aterosklerozun yakın gelecekte tüm dünyada da mortalitenin birinci
nedeni olacağını bildirmiştir[1].
Ateroskleroz büyük ve orta boy arterlerin iç tabakasının fokal bir hastalığıdır. Bu hastalık
süreci primer olarak arter duvarının intima tabakasına sınırlıdır. Bu tabaka lipitler ve
enflamatuar hücreler tarafından inflitre olur ve değişik derecelerde fibrozis gelişir[2]. Bu
gözlem aterosklerozun kısmen damar tamiri ile ilgili yanıtların aktivasyonuna bağlı olduğu
düşüncesine neden olmuştur. Travmaya vasküler yanıt ve ateroskleroz arasındaki
benzerliklerin ışığında, Ross ve Glomset 1976 ‘da, ateroskleroz patogenezi için ‘’hasara
yanıt’’ hipotezini öne sürmüşlerdir[3]. Lipoprotein kaynaklı ve özellikle oksidatif olarak
modifiye olmuş lipitlerin intimada birikmesinin arteri hasara uğrattığına ve düz kas hücresine
bağımlı
tamir
sürecini
başlattığına
inanılmaktadır[4].Bu
durum
diğer
iyileşme
reaksiyonlarında görülen skar dokusuna benzeyen intimal plakların oluşmasına yol açar.
İyileşme reaksiyonları sürekli travma ile engellendiği zaman skar dokusu çoğunlukla
hipertrofiye uğrar. Bu durum aterosklerotik plakların gerilemek yerine neden büyümeye
devam ettiklerini açıklayabilir.
Aterosklerotik süreç belirgin olarak intimada lokalize olmasına rağmen arter duvarının diğer
tabakaları da hastalıktan etkilenir. Plakların arkasındaki medya tabakasında çoğunlukla düz
kas hücresi kaybı ile birlikte atrofi görülür. Mediyal atrofinin sonucu olarak arter dilate olur.
Ancak son evreye kadar media tabakasında remodeling olur ve plakla uyum sağlamak için
damar genişler. Böylece lümenin boyutları korunmuş olur. Sonuç olarak arter, ciddi
ateroskleroz gelişmiş olmasına rağmen anjiografik değerlendirmelerde oldukça normal
görünebilir.
7
Ateroskleroz arterleri düzenli bir şekilde tutmaz ve fokal bir hastalıktır. Hastalığın fokal olma
özelliği hiperlipidemi, hipertansiyon, sigara ve diyabet gibi çoğu risk faktörünün sistemik
olması ve arter sistemin tüm bölümlerini benzer şekilde etkileyebilme olasılığı ile ters
düşmektedir. Bu durum sistemik risk faktörlerinin yerel faktörlerle uyum içerisinde etki
etmesi gerektiğini göstermektedir. Bu yerel faktörlerden biri kan akımı tarafından oluşturulan
shear strestir. Plaklar daha çok düşük shear stresi bulunan dallanma bölgelerine yakın yerlerde
yerleşmektedirler. Bunun nedeni kandaki partiküllerle endotelin etkileşim süresinin bu
bölgelerde daha fazla olmasıdır[5].
Son zamanlarda dikkatler mikroorganizmaların aterosklerozdaki rolü üzerinde toplanmıştır.
Bazı epidemiyolojik çalışmalar Clamydia Pneumoniae infeksiyonu ve kardiyovasküler
hastalık arasında bir ilişkiyi ortaya koymuştur. Operasyon esnasında alınan vasküler
örneklerin incelenmesi tüm aterosklerotik plakların %50-75 ‘inde Clamydia pneumoniae
varlığını göstermektedir. Bu mikroorganizmanın lokal etkisinin plak gelişimine katkıda
bulunabilmesi ve hastalığın fokal özelliğinin bir açıklamasını oluşturması olasıdır[6].
2. ARTER DUVARININ ANATOMİSİ VE BİLEŞENLERİ
Arter duvarı 3 tabakadan oluşur. Arter duvarı ile dolaşan kan arasında bariyer oluşturan tunika
intima; kalın kas tabakası olan tunike media; bağ dokusu karakterinde olup çevre dokulara
uzanan tunika adventisya bu 3 tabakayı oluşturur. Tunika media arter duvarının en geniş
tabakasıdır ve vasküler düz kas hücrelerinden oluşmuştur. Bu hücreler arter hücre kitlesinin
büyük bir kısmını ve media tabakasının eksraselüler matriks bileşenlerini oluşturur. Bu
hücreler çok miktarda elastik lif oluştururlar ve bu lifler kas hücre tabakası içerisinde lameller
oluşturur. En dıştaki elastik lamel kalın bir elastil membran olan lamina elastika eksternayı
oluşturur ve bu membran media-adventisya arasındaki sınırı belirler. Benzer şekilde en içteki
elastik lamel olan lamina elastika interna media-intima arasındaki sınırı oluşturur. Adventisya
çevredeki bağ dokusu stroması içine devam eden bir bağ dokusudur. İç kısmı fibrözdür ve ön
planda kollejen ve elastinden oluşur. Media tabakasında uzaklaştıkça gevşek bağ dokusu
halini alır. Adventisya liflere ek olarak fibroblastlar, mast hücreleri, adipositler ve sempatik
sinir uçlarını içerir. Ayrıca media tabakasının 1/3 dış kısmına penetre olan kan ve lenf
8
damarlarını da taşır. Normal arterde medianın iç kısmı ve tüm intima avaskülerdir. Ancak
ateroskleroz gibi patolojik durumlarda anjiojenik faktörler intimaya kadar yayılan
neovaskülerizasyonu uyarırlar. İntima endotel denen sürekli tek hücre tabakası, bunun bazal
membranı ve az miktarda pirimitif hücrelerle birlikte olan bir bağ dokusu tabakasında oluşur.
Endotel hücresi bariyer oluşturmak ve kan-arter permeabilitesini kontrol etmek üzere
özelleşmiş ince uzun bir epitel hücresidir. Endotelyumun üç önemli fonksiyonu vardır. Bunlar
kan-doku permiabilitesini sağlamak, damar tonusunu kontrol etmek, hemostaz ve
enflamasyona göre damar yüzeyinin özelliklerini düzenlemektir. Transendotelyal permeabilite
hassas bir şekilde kontrol edilir. Moleküllerin büyüklüğü ve fizikokimyasal özelliklerine
bağlıdır. Oksijen gibi küçük ve elektriksel yük taşımayan gaz molekülleri bir konsantrasyon
gradiyenti boyunca kolayca difüze olurken glükoz gibi diğer birçok küçük moleküllerin
endotelyumdan serbest difüzyonu az miktarda sınırlanmıştır. Arter ve venlerde oksijen ve
besin desteği büyük ölçüde transendotelyal difüzyon yoluyla gerçekleşir. Bunun tersine
makromoleküller büyüklüklerine bağımlı olarak endotelyum içerisine sınırlı bir düzeyde
penetre olurlar. Küçük proteinler endotelyal yarıklardan geçebilirken büyük proteinler ve
partiküller endositik veziküller yoluyla subendotelyal aralığa ulaşabilirler. Damar tonusu
arterin düz kas hücrelerinin kontraksiyon derecesi ile belirlenir. Ancak endotelyum bu
kontraktiliteyi parakrin vazoaktif mediyatörler salğılayarak kontrol eder. Bu aracılarda en
tanınmış olanı da nitrik oksittir(NO). Endotel hücresi içerisinde kalsiyum düzeyi arttığı zaman
asetilkolin, bradikinin ve bazı diğer dolaşan mediatörlerin etkisiyle üretimi artar. Nitrik oksit
düz kas hücresi içerisindeki enzimatik bir kaskatı aktive ederek düz kasın gevşemesine ve
damar tonusunun azalmasına neden olur. Diğer vazoaktif endotelyal faktörler bu etkinin
tersine çalışır. Bunlar yine endotelden salınan endotelin-1 ve endotelde anjiotensin-II’ye
dönüştürülen anjiotensin-I’dir.
Endotelyum hemostaza ve enflamasyona bağlı olarak fonksiyonlar gösterir. Endotelyum
yüzeyi trombosit adhezyonu, pıhtılaşma ve fibrinolizisi regüle eden faktörler içerir. Bu
faktörler; pıhtılaşma faktörü 8 kompleksinin bir elemanı olan von Willebrand faktörü, Pselektin, E-selektin, trombosit aktive edici faktör, trombomodülin, heparan sülfat, doku
plazminojen aktivatörü(t-PA), urokinaz-PA, plazminojen aktivatör inhibitörüdür(PAI-1).
9
3. HİSTOPATOLOJİ
Uzun yıllar boyunca patologlar tarafından yapılmış olan morfolojik incelemeler ışığında üç
tip aterosklerotik plak tarif edilmiştir. Bunlar yağlı çizgilenmeler, fibröz plaklar ve komplike
plaklardır.
Yağlı çizgilenmeler çok sayıda lipid damlacıkları ile dolu makrofajların intimada birikmesiyle
oluşurlar(köpük hücreleri). Lipid damlacıkları spesifik bir temizleyici reseptör ailesi
tarafından alınan okside olmuş veya toplanmış LDL’den kaynaklanan kolesterol esterlerinden
oluşur. Makroskopik incelemede kan akımı yönünü takip eden sarı çizgiler şeklinde görülür.
Yağlı çizgilenmeler kan akımını etkilemezler.
Fibröz plaklarda lipidler hem makrofaj köpük hücrelerinde hem de ekstraselüler matriks
içerisinde bulunurler. İntima düz kas hücreleri ve ekstraselüler matriks proteinlerinin
birikmesine bağlı olarak kalınlaşmıştır. Lipidler ve makrofajlar T lenfosit, bazen B lenfosit ve
mast hücreleriyle beraber çekirdek kısmında bulunurken düz kas hücreleri ve matriks
subendotelyal bölgede bulunarak diğer hücreleri saran fibröz bir şapka oluştururlar. Fibröz
plakların damar lümenini önemli derecede daraltacak kadar büyüseler bile sağlam kaldıkları
sürece major klinik olaylara neden olmadıklarına inanılır. İnce fibröz şapkası, lipid ve
enflamatuar hücrelerden zengin çekirdeği olan plakların yırtılma riski yüksektir. Bu riskin
plağın büyüklüğüne bağlı olmadığı düşünülmektedir.
Komplike lezyonlar lipid, enflamatuar hücreler ve fibröz dokuya ek olarak hematom, kanama
veya trombotik depozitler de içeren plaklardır. Koroner ateroskleroza bağlı morbidite ve
mortalite esas olarak bu lezyonlara bağlıdır. Daha yaşlı kişilerde bu lezyonlar kalsiyum
depozitleri de içerir.
Amerikan Kalp Birliği Damar Lezyonları Komitesi lezyonun ilerleme sürecini 8 değişik
safhaya ayıran yeni bir sınıflandırma ortaya koymuştur[7].
10
Tip 1 lezyon en erken lezyondur ve minör lipid birikimleri ve seyrek makrofaj köpük
hücreleri ile karakterizedir. Doğumdan hemen sonra bebeklerin %45’inde Tip 1 lezyon vardır.
Bu lezyon çocukluğun ilk yıllarında azalır ama 10 yaş civarında tekrar artmaya başlar.
Tip 2 lezyonlarda makrofaj köpük hücreleri daha fazla sayıdadır ve klasik olarak yağlı
çizgilenmeler şeklinde organize olmuştur. Tip 2 lezyonlarda az miktarda T-lenfosit hücreleri,
mast hücreleri ve lipitle dolu düz kas hücreleri de vardır.
Tip 3 lezyon klasik patoloji tarafından aterosklerotik plak veya aterom olara tanımlayan ilk
safhayı yansıtır. Tip 2 lezyona göre en önemli ayırt edici özelliği küçük ekstraselüler lipid
depozitlerinin varlığıdır. Tip 3 lezyonun varlığının gelecekteki klinik hastalığın göstergesi
olduğuna inanılmaktadır.
Tip 4 lezyonlar ekstraselüler lipid miktarı artmış ve hücreden yoksun bir kolesterol havuzu
oluşmuştur. Lezyon genellikle yarım ay şeklindedir ve damar duvarının kalınlığını arttırır. Bu
safhada orijinal lümen hacmini korumak için arterde yeniden yapılanma oluşur. Damarın dış
kontürü oval şeklini alır ve bu nedenle anjiografik görüntülenmeleri çok zordur. Yeni
yapılmış anjiogramda normal görünen bir koroner arterin bir bölümünde tıkanıklık veya
önemli derecede stenoz geliştiği zaman yırtılmış Tip 4 lezyonlarda trombus oluşumu en
muhtemel açıklamadır.
Tip 5 lezyonlar lipid çekirdeği kaplayan fibröz dokuda artış ile karakterizedir. Kollajen çoğu
zaman bu lezyonun önde gelen özelliği olup plak hacminin çoğundan sorumludur. Kapillerin
plak içerisine ilerlemesi de Tip 5 lezyonda görülen bir özelliktir. Tip 5 lezyonlar çoğunlukla
büyüktür ve bu nedenle arterde remodeling ile kompensasyon gerçekleşmez. Sonuçta lümen
daralır. Düz kontürlü olan bu daralma genellikle anjiografi ile saptanabilir. Tip 5 lezyonlar
Tip 4 lezyonlara göre daha fazla fibröz doku içermelerine rağmen yırtılmaların çoğu bu
lezyonda görülür. Bunun nedeni olarak tipik olarak plakla normal intima arasındaki sınır
bölgesinde ince bir fibröz doku tabakasının bulunması ve lezyonun lümeni daraltıp laminar
kan akımlarına daha fazla maruz kalması düşünülmektedir.
11
Tip 6 lezyonlar trombotik depozitler ve kanama içeren plaklardır. Bu lezyonun gelişmesinin
temel nedeni plak yırtılmasıdır. Ayrıca subendotelyal dokuda fissürler, erozyonlar ve
ülserasyonlar da sık olarak gözlenir. Akut miyokardial enfarktüs ve kararsız anjina pektoris
gibi klinik olaylar çoğunlukla Tip 6 lezyona bağlıdır. Yırtılmış bir plağın üzerinde oluşan
trombusün çoğu fibrinolitik sistem tarafından elimine edilir. Ancak materyalin bir kısmı
plağın içine girebilir. Bu süreç anjiografi ile birlikte görülebilen hızlı plak ilerleyişi
vakalarının çoğundan sorumludur. Trombotik materyal yavaş yavaş düz kas hücreleri
tarafından kolonize olur ve bu hücreler trombotik materyali fibröz doku haline dönüştürürler.
Bu iyileşme sürecinin sonucu olarak lezyon Tip 5 morfolojisine geri döner.
Tip 7 ve Tip 8 lezyonlar lipid içermeyen veya az miktarda lipid içeren, ön planda kalsiyum
depositleri(Tip 7 lezyon) ve kollejenden (Tip 8 lezyon) oluşan ilerlemiş lezyonlardır. Plak
kalsifikasyonunun kinlik önemi belirgin değildir fakat lezyonları daha az elastik ve gerilim
kuvvetlerine daha duyarlı hale getirdikleri düşünülmektedir. Tip 8 lezyonlar Tip 5 ve Tip 6
lezyonlara göre daha stabildir. Tip 5 ve 6 lezyonlar Tip 8 lezyona dönüştürülebilirse klinik
açıdan büyük kazanç sağlanabilir.
4. ATEROSKLEROZUN PATOGENEZİ
Alman patolog Rudolf Virchow 1856’da aterosklerozun, plazma komponentlerinin arter
duvarında enflamatuar bir yanıt ortaya çıkardığı zaman geliştiğini öne sürmüştü. Moleküler
tıbbın gelişmesi ile ateroskleroz patogenezi için daha spesifik hipotezler belitmek olası hale
gelmiştir. Ross ve arkadaşları 1974’de arteryal zararın trombositlerden veya diğer hücrelerden
lokal PDGF salınımına neden olduğunu öne sürmüştür[8]. Bu durum düz kas popülasyonunda
proliferatif bir yanıtı başlatabilir ve ateroskleroza yol açabilirdi. Brown ve Goldstein ‘nın
LDL reseptörlerini ve kolesterol metabolizmasını keşfetmesi ‘’kolesterol hipotezi’’nin etkin
farmakolojik ve genetik araçlarla test edilmesine olanak sağlamıştır. Deneysel modellerde ve
insanlarda serum kolesterolü (özellikle LDL kolesterol) ve aterosklerozun derecesi arasında
doğrudan bir ilgileşim olduğu açık bir şekilde gösterilmiştir.
12
Günümüzde kabul gören ateroskleroz indüksiyon hipotezi şöyledir. Hiperkolesterolemi gibi
proaterojenik uyarılara maruz kalan deney hayvanlarında ilk saptanan değişiklikler
subendotelyal intimada kan kaynaklı lipidlerin ve endotelyum yüzeyinde lökosit adezyon
moleküllerinin görülmesidir. Plazama LDL düzeyleri yükseldiği zaman çok miktarda LDL
endotelde geçerek intimaya girer. Transendotelyal permeabilitenin arttığı arteryal ağacın
dallanma bölgelerinde bu süreç hızlanır. LDL’nin intimadan eliminasyonu bu bölgedeki
mikradamarların eksikliğine bağlı olarak sınırlıdır. Matriks proteoglikanlarının LDL’ye
afinitesi dolayısıyla LDL matrikse bağlanır ve LDL havuzu oluşur. LDL intimada
agregasyon, oksidasyon ve degradasyon içeren bir seri modifikasyona uğrar. Kanda LDL’yi
oksidasyondan koruyan antioksidanların intimada aynı süreci neden önleyemediği
bilinmemektedir. LDL’nin oksidasyonu lizofosfatidilkolin gibi modifiye lipidlerin salınımına
yol açar. Bu lipid türlerinin bazıları endotel hücrelerini aktive eden sinyal molekülleri olarak
rol aynar. Bu durum vasküler hücre adhezyon molekülü olan VCAM-1’in ekspresyonuna yol
açar. VCAM-1 monosit ve T lenfositler için bir reseptördür. VLA-4 adında karşı reseptör
taşıyan bu hücrelerin VCAM-1’e bağlanması monosit ve T lenfositlerin lipid birikim ve
modifikasyon bölgelerinde endotel yüzeyine yapışmasına neden olur. Makrofaj, endotel
hücreleri ve düz kas hücreleri tarafından üretilen kemokinler lipid birikimi ve oksidasyonu ile
ilişkilidir. Ayrıca okside kolesterol agregatları kopleman aktivasyonu yoluyla kemotaktik
sinyallerin oluşmasına neden olur. Her iki uyarı mononükleer hücrelerin endotel tabakasının
interselüler yarıklarından subendotelyal intimaya göçünü başlatır. Bunun dışında hücre hasarı
esnasında ortaya çıkan ısı şok proteinlerinin de endotelyumu aktive ederek monosit ve T
lenfositlerin girişini başlattığı gösterilmiştir. İntimada monositler makrofajlara dönüşür. Bu
süreç aktive olmuş damar hücreleri tarafından üretilen M-CSF (monosit koloni uyarıcı faktör)
tarafından başlatılır. Makrofaj aterosklerotik lezyonun oluşmasında çok önemli bir rol oynar.
Okside lipoproteinleri içine alma kapasitesinden dolayı kolesterolü biriktirir ve lipid dolu
köpük hücresine dönüşür. Köpük hücresi aterosklerozun ilk örnek hücresidir. Makrofajlar
okside LDL’yi temizleyici reseptörler (ScR) vasıtasıyla alırlar. Okside LDL’nin makrofajlar
tarfından alınımı bunun parçalarının antijen spesifik T hücrelerine sunulmasına yol açar. Bu
durum proenflamatuar sitokinlerin üretimine yol açan bir immün reaksiyonu başlatır. Bu
sitokinler interferon-gama, tümör nekroz edici faktör-alfa ve interlökin-1’dir.Bunlar
endotelyum hücreleri üzerinde etki ederek adhezyon moleküllerinin ekspresyonunu ve
13
prokoagulan aktiviteyi uyarır. Makrofajlar üzerine etki ederek proteazları, endositozu, nitrik
oksidi(NO) ve sitokinleri aktive eder. Son olarak düz kas hücreleri üzerine etki ederek NO
üretimini uyarır ve büyümeyi, kollojen-aktin ekspresyonunu baskılar. İnsanda T hücrelerinin
plaktan izole edilmesi ve klonlanması bunların önemli bir bölümünün okside LDL’yi
tanıdığını göstermiştir. LDL oksidasyonla otoantijene dönüşen bie endojen partikül olarak
kabul edilir. Ateroskleroz için okside LDL’ye ek olarak ek olarak diğer bazı aday antijenler
öne sürülmüştür. Bunlar ısı şok protein60, Chlamydia pneumoniae, Sitomegalovirüs(CMV)
ve Herpes simpleks tip 1’dir.
Yağlı çizgilenme esas olarak sağlam endotelde köpük hücrelerinin az sayıda T hücresi ve
ekstraselüler kolesterolle birlikte birlikte birikmesidir. Klinik önemi yoktur. Ancak bazı yağlı
çizgilenmeler gerçek aterosklerotik, fibrin ve yağ içeren plaklara dönüşür. Bu durum tipik
olarak hemodinamik zorlanma bölgelerinde olur. Düz kas hücreleri subendotelyal aralığa göç
ederek bölünürler ve ekstraselüler matriksi sentezlerler. Sonuç olarak lezyonun lipid dolu
çekirdeğini endotelyal yüzeyden ayıran fibröz bir şapka oluşur. Bu şapka çevresine kendi
matriksinin kalın tabakaları bulunan uzun düz kas hücrelerinden oluşur. Fibröz şapka
oluşumunu başlatan uyarılar muhtemelen düz kas aktivasyonunu uyararak etki ederler. Arter
duvarındaki lokal faktörlerin düz kas hücresini aktive etmesi olasıdır. Büyüme faktörlerinden
temel fibroblast büyüme faktörü (bFGF) ve PDGF bu uyarıyı yapabildikleri gösterilen
ikisidir.
Ayrıca PDGF düz kas hücreleri için kemotaktik bir faktör olarak rol oynar. Aynı zamanda
shear streste kan akımına bağlı olarak değişiklik görüldüğünde endotel hücrelerinde PDGF
üretiminin arttığı görülmüştür[9].Hematopoetik hücreler ve özellikle trombosit ve makrofajlar
da PDGF üretebilirler. Bu nedenle yağlı çizgilenmeden fibröz plağa dönüşüm ile ilgili akla
yakın bir senaryo, hemodinamik stresin ve enflamatuar aktivasyonun trombositler ve
makrofajlardan PDGF salınımına neden olmasıdır. Bu durum düz kas hücrelerinin göç
etmesini, bölünmesini ve fibröz şapkayı oluşturmasını uyarır. Lipid çekirdek fiziksel olarak
endotelyal yüzeyden ayrılmış ve plak stabilize olmuştur. Bunun bedeli ise lümenin
daralmasıdır.
14
Lümen hacminin ilerleyici bir şekilde azalması efor anjinası ve klodikasyon gibi klinik
olaylara yol açabilir ama çok büyük plakların bile asemptomatik olabilmesi ilginç bir
durumdur. Akut klinik komplikasyonların gelişmesi genellikle ek bir patogenetik olayın
gerçekleşmesini gerektirir (plak üzerinde trombus oluşumu).Suçlu lezyonlar olarak da
adlandırılan üzerinde mural trombusün bulunduğu lezyonlarda hemen her zaman yüzey hasarı
bulgusu vardır. Lezyonların yaklaşık %80’ninde endotelden geçerek plağa giden küçük
fissürler vardır. Buna karşılık %20’sinde endotelyal deskuamasyon bölgeleri bulunur.
Plakların neden yırtıldığının en önemli ipucu aktive makrofaj, T lenfosit ve mast hücrelerinin
yırtılma bölgesi civarında bol miktarda bulunduğunun gözlemlenmesidir[10]. Bu durum
yırtılmayı başlatan olayın enflamatuar bir mekanizma olduğuna işaret eder. Bu karasız anjina
gibi akut koroner sendromlu hastalarda dolaşımda sitokinlerin ve aktive T lenfositlerin
saptanması ile desteklenmiştir[11]. Eldeki bulgular ışığında plak aktivasyon teorisine göre
koroner plaklarda enflamatuar aktivasyon lipidler, sitokinler, antijen veya mikroorganizmalar
tarafında indüklenebilir. Aktive makrofajlar plak şapkasının kollajen liflerini sindiren matriks
metalloproteinazlarını salgılar. Aktive T hücreleri şapkadaki düz kas hücreleri yoluyla
proliferasyonu ve kollajen sekresyonunu baskılayan sitokinleri üretir. Aktive mast hücreleri
şapka yapılarını da degrade edebilen şimaz gibi proteazları salgılar. Tüm bu faktörler fibröz
şapkayı zayıflatır ve sonuçta plağın yüzeyinde fissürler oluşur. Subendotelyal adhezif ve
prokoagülan yapıların ortaya çıkması ve enflamasyonun etkisiyle doku faktörünün
ekspresyonunun indüklenmesi ile bu fissürler trombus oluşan bölgeler haline gelir.
Trombüsler lümeni tıkayabilir ve sonuçta miyokard enfarktüsü gelişir.
5. ATEROSKLEROTİK KALP HASTALIĞININ
EPİDEMİYOLOJİSİ VE RİSK FAKTÖRLERİ
Ateroskleroz dünya genelinde insanlarda en önde gelen ölüm nedenidir[12]. Geleneksel
olarak gelişmiş ülkelerin bir problemi olarak kabul edilmesine rağmen ülkemizde de
erişkinlerde en önde gelen morbidite ve mortalite sebebidir[13]. Ülkemizde koroner kalp
hastalığının prevalansı hakkındaki bilgiler TEKHARF çalışmasının 1990 kesit taramasında,
insidansı da 1998 yılına kadar geçen izlemde araştırılmıştır. 1990 yılındaki taramada sağlanan
veriler ülkemizde 1.050.000 koroner kalp hastasının bulunduğunu ortaya çıkarmıştır[14].
15
Yine aynı çalışmadan elde edilen verilere göre yıllık insidans erkeklerde yüzbinde 840,
kadınlarda 620 olarak bulunmuştur. TEKHARF verilerine göre ülke genelinde tüm nedenlere
bağlı ölümlerin %42’si KKH’na bağlıdır. KKH yıllık mortalitesi erişkin erkeklerde yüzbinde
510, kadınlarda 530 bulunmuştur[15]. Bu, yılda (85 bini erkek) 135-140 bin kişinin koroner
nedenle kaybedildiği anlamına gelmektedir.
6. SABİT (MODİFİYE EDİLEMEYEN) FAKTÖRLER
Bu faktörler yaş, cinsiyet, aile öyküsü, etnik grup ve vasküler hastalık öyküsüdür.
Akut miyokard enfarktüsü, felç ve periferik arter hastalığının insidansları güçlü bir şekilde
yaşa bağımlıdır. Erkeklerde yaşın 45 ve üzeri, kadınlarda ise 55 ve üzeri veya erken menapoz
olması koroner kalp hastalığı için risk oluşturmaktadır.
Her iki cinste majör kardiyovasküler risk faktörlerinin aynı olmasına karşı KAH erkeklerde
kadınlarda 10–15 yıl daha erken başlamaktadır. Amerika’da 60 yaşına dek 17 kadından
sadece birinin; erkeklerin ise 5’inden birinin başına koroner vasküler olay gelmektedir.60
yaşından sonra gerek erkek gerekse kadınlarda ölümün önde gelen nedeni KAH olmakta ve
erkeklerin sayısı kadar kadın da hastalıktan ölmektedir[16].
Diyabet kadınlarda kadın olmanın kazandırdığı koruma faktörünü yok edecek düzeyde güçlü
bir risk faktörüdür. Cinsiyetin KAH riski üzerindeki çarpıcı etkisi kolesterole bağımlıdır.
Total kolesterol 150mg/dl’nin üzerinde değilse ne erkeklerde ne de kadınlarda KAH
gelişmemektedir. Düzey ne kadar yüksekse olay riski daha yüksektir ve cinsiyetten bağımsız
olarak olay daha erken ortaya çıkmaktadır[17].
Prematür menapoz (45 yaş öncesi) veya ooferektominin KAH riskinde artışa yol açtığı
bilinmektedir. Ancak overlerin korunduğu basit histerektomilerden sonra da riskin artması
menstürasyon kaybına bağlanmıştır[18].
Ailede erken başlangıçlı KAH öyküsünün bir sonraki nesilde yüksek riskle ilişkili olduğu iyi
bilinmektedir. Bu riskin yaşamın erken döneminde paylaşılan ortamı veya ortak genleri ne
16
derecede yansıttığı bilinmemektedir. En sık görülen kalıtsal dislipoproteinemilerden biri bile
pozitif aile öyküsünün etkisini açıklayamayacak kadar nadir görülür.
KAH’a bağlı mortalitede belirgin ve farklı coğrafi varyasyonlar ilk bakışta önemli ırksal
farklılıklar olduğınu işaret eder. Ancak değişik risk modellerine sahip bir toplumdan diğer bir
topluma göç edenlerde insidansda hızla belirginleşen büyük değişiklikler, yaşam tarzı ve
davranışlardaki farklılıkların coğrafi heterojenitenin önemli bir bölümünü açıklayabileceğini
göstermektedir[19].
Bir arteryel alanda vasküler hastalık olması diğer alanlarda hastalık gelişmesi açısından
önemli bir risk faktörüdür. Serebrovasküler olayları takiben aspirin tedavisi ile ilgili
analizlerde KAH’a bağlı olarak felce bağlı olandan daha çok sayıda hasta öldüğü
gözlenmiştir[20].
Benzer şekilde intermitan klodikasyon felç için bir risk faktörüdür[21].
7. MAJÖR MODİFİYE EDİLEBİLİR RİSK FAKTÖRLERİ
LİPOPROTEİNLER: Yüksek serum total ve LDL kolesterol ile düşük serum HDL
kolesterol KAH için bağımsız majör risk faktörleridir. Total ve LDL kolesterol düzeyi ne
kadar yüksekse aterosklerotik olay görülme riski o kadar yüksektir. Ortalama kolesterol
düzeylerinin göreceli olarak yüksek olduğu toplumlarda düşük HDL kolesterol KAH’ı
öngören güçlü bir parametredir. Ancak ortalama serum total (ve LDL) kolesterol düzeylerinin
düşük olduğu toplumlarda bir öngördürücü olmayabilir[22]. Bu bağlamda düşük HDL
kolesterol diğer majör risk faktörlerine (sigara, hipertansiyon, diyabet) benzer. Yani
aterosklerozu yüksek LDL düzeyleri söz konusu olduğunda uyarır. Lipoproteinlerin
ateroskleroza yol açma kapasitelerinin kimsen büyüklüklerine bağlı olması arter duvarında
geçemeyecek kadar büyük olan VLDL ve şilomikronların aterojenik olmamasını açıklar.
Trigliseritlerin ateroskleroz ile bağlantısı tartışma konusu olmuştur. Trigliseritten zengin
lipoproteinlerin hepsi aterojenik değildir. Küçük VLDL ve IDL’lere bağlı daha az şiddetli
hipertrigliserideminin
aksine
şilomikronlara
ve
büyük
VLDL
formlarına
bağlı
17
hipertrigliseridemi aterojenik değildir. Obezite ve kilo fazlalığı, fizik aktivite azlığı, aşırı alkol
alımı, aşırı karbonhidratlı beslenme, diyabet, kronik böbrek yetersizliği, nefrotik sendrom gibi
hastalıklar, kortikosteroidler, östrojenler, retinoidler, yüksek doz beta-bloker gibi ilaçlar ve
ailevi kombine hiperlipidemi, ailevi hipertrigliseridemi, ailevi disbetalipoproteinemi gibi
genetik bozukluklar trigliserit yüksekliğine neden olurlar[27]. Yüksek plazma lipoprotein(a)
konsantrasyonları iskemik kalp hastalığı riski yüksek olan bireyleri tanımlar. Lp(a)’nın kesin
kontrol mekanizması bilinmemesine rağmen plasminojene yapısal olarak benzerliği yüzünden
onun trombolitik aktivitesini inhibe ettiği veya LDL kolesterolün plağa gelmesini etkilediği
düşünülmektedir. Plak içeriği açısından son ani koroner ölüm çalışmaları erkeklerde ve
menapoz sonrası kadınlarda yüksek total kolesterol ve düşük HDL kolesterolün; ve özellikle
yüksek total/HDL kolesterol oranının hassas, yırtılmaya yatkın, tromboz eklenme riski yüksek
plak oluşma riskini arttırdığı belirtilmektedir[23]. HDL-k düşüklüğü ülkemiz için çok önemli
bir risk faktörüdür. HDL-k düşüklüğünün (çoğu insülin direnciyle ilgili) trigliserit yüksekliği,
şişmanlık, fizik aktivite azlığı, tip 2 diyabet, sigara kullanımı, aşırı karbonhidrat alımı ve bazı
ilaçlar gibi sebepleri vardır(27).
SİGARA: Hem yüksek riskli hem de düşük riskli toplumlarda aterosklerozla ilişkili klinik
olaylarda majör ve değiştirilebilen tek risk faktörüdür. Birleşik Devletler’de KAH’na bağlı
ölümlerin %30’u sigaraya bağlanmaktadır. Çok yönlü analizle yapılan istatistiksel
değerlendirmede sigara diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak KAH riskini arttırır. Ancak
bu, sigara KAH’nın bağımsız bir nedeni demek değildir. Sigara içme patogenetik olarak
kolesterole bağlı bir risk faktörüdür ve diğer risk faktörleriyle sinerjistik yönde etki ederek
KAH riskini arttırır. Sigara içen sağlıklı genç erişkinlerde endotel bağımlı vazodilatasyonda
doza bağlı ve geriye dönebilen bir bozulma saptanmıştır[24]. Sigara koroner arter spazmına
da katkıda bulunur[25]. Sigara stabil anjina için değil ama miyokard enfarktüsü için güçlü bir
prediktördür. Bu sigaranın ateroskleroza yol açmadığı ama belli bir ateroskleroz düzeyine
ulaşan kişilerde trombotik olay riskini arttırdığı anlamına gelebilir. Mevcut bilgiler sigaranın
doku
faktör
ekspresyonunu
arttırarak
plağın
trombojenitesini
arttırabileceğini
düşündürmektedir. Miyokard enfarktüsü oluşumunda hiperkolesterolemi ile sigara arasında
güçlü bir sinejistik etkileşim bulunmaktadır. İlki koroner aterosklerozu diğeri ise miyokard
enfarktüsünü
tetiklemektedir.
Sigaranın
miyokard
enfarktüsünü
tetiklediği
spesifik
18
mekanizmalar bilinmemekle birlikte büyük ihtimalle lokal (plak trombojenitesi) veya sigaraya
bağlı sistemik faktörlerin meydana getirdiği koroner plaktaki tromboza bağlıdır[26]. Sigaranın
aterojen değil de trombojen olduğuna dair bazı kanıtlar şunlardır:
1-Sigara trombüsün aracılık ettiği olaylarda (MI gibi) güçlü bir risk faktörü olmasına karşın
aterosklerozun yalnız semptomlarının neden olduğu durumlarda (anjina pektoris gibi) güçlü
bir risk faktörü değildir.
2-Anjiografik olarak sigara yavaş plak progresyonundan ziyade koronerlerde hızlı tıkanmayla
ilişkilidir.
3-Miyokard enfarktüsünde tromboliz sonrası sigara içenlerde içmeyenlere göre damarda daha
az residü duvar hastalığı kalmaktadır.
4-Sigara sistemik hipertrombotik durumlarla ilişkilidir.(sistemik trombin üretimi, aktive
plateletler, yüksek fibrinojen düzeyi)
5-Patoanatomik olarak sigara ile koroner tromboz arasında güçlü bir ilişki varken altta yatan
ateroskleroz ile ilişki zayıftır.
6-Sigaranın bırakılmasıyla enfarktüs riskinin hızla ve ciddi ölçüde azalmasıdır.
HİPERTANSİYON: Erişkinde sistolik kan basıncının 140 mmHg ve üzeri olması, diyastolik
basıncın 90 mmHg ve üzeri olması hipertansiyon olarak kabul edilir. Yüksek normal kan
basıncı 130-139/85-89 mmHg olarak kabul edilir. Sistolik kan basıncının 140 mmHg ve üzeri
olması fakat diyastolik kan basıncının 90 mmHg ‘nın altında olması izole sistolik
hipertansiyon varlığını ifade eder. Hipertansiyon bütün aterosklerotik kardiyovasküler
olayların %35’inden sorumludur. Koroner kalp hastalığı hipertansiflerde normotansiflere göre
2-3 kat daha fazladır[28]. Hipertansiyon kadın ve erkeklerde akut miyokard enfarktüs riskini
2-3 misli arttırmaktadır. Diyastolik kan basıncında 15 mmHg veya sistolik kan basıncında 25
mmHg’lık yükselme yenileyen enfarktüs riskini sırasıyla %40 ve %37 arttırmaktadır[29]. Bu
19
durum diğer risk faktörlerinden bağımsızdır. Hipertansiyonu olan ve akut miyokard
enfarktüsü geçirenlerde angina pektoris, sessiz iskemi, atriyal fibrilasyon, ventrikül
taşikardisi, ventrikül fibrilasyonu, kardiyojenik şok normotansiflere göre daha fazladır.
Koroner arter hastalığı olan veya koroner damar operasyonu yapılan hipertansiflerde 5 yıllık
mortalite normotansiflere göre daha fazladır[30]. Hipertansiyonda koroner kalp hastalığı
oluşturan mekanizmalar arasında sistolik ve diyastolik kan basıncının yüksekliği yanında
endotel disfonksiyonu, anjiotensin II aktivitesinin artışı, lipoprotein(a) yüksekliği vardır.
Yüksek-normal kan basıncı olanlarda da risk yükselmiştir[31]. Hipertansiyonda koroner kalp
hastalığı riskini arttığını gösteren etkenler nabız basıncında artış(63 mmH ve üzeri olması),
mikroalbuminüri(günde 30-300 mg), hiperürisemi, sol ventrikül hipertrofisi, dislipidemi,
diyabet, obezitenin varlığı ve C-reaktif protein yüksekliğidir[32].
DİYABET: Toplumumuzda prevalansı kaygı verici biçimde artma eğiliminde olan bir risk
faktörüdür. Diyabetik olgularda ateroskleroz daha sık ve erken yaşta görülmektedir. Diyabet
özellikle kadınlarda yaş ve menapozdan bağımız olarak koroner arter hastalığı riskini
arttırmaktadır. KAH sıklığı diyabetik erkeklerde 2, kadınlarda 4 kat fazladır. Miyokard
enfarktüsü geçirmiş diyabetik olgularda hastane içi mortalitenin diyabeti olmayanlara göre
%50 daha fazla ve 2 yıllık mortalitenin 2 kat sık olduğu saptanmıştır[33].
Diyabetik olgulardaki kardiovasküler mortalite ve morbidite artışında KAH’ın yaygınlığı,
koagulasyon ve fibrinoliz bozuklukları, trombosit fonksiyon bozuklukları rol oynamaktadır.
Ayrıca hiperglisemi glikozilasyon son ürünlerinin damar duvarında birikimini arttırarak
doğrudan toksik etki göstermekte ve endotel disfonksiyonuna yol açmaktadır.
Amerikan Diyabet Derneği’nin kriterlerine göre açlık kan şekerinin >126 mg/dl olması
diyabet, 110-126 mg/dl bozulmuş açlık glukozu olarak tanımlanmaktadır[34]. Bozulmuş açlık
glukozu olan hastaların çoğunda oral glukoz tolerans testi 2. saat değeri <200 mg/dl ‘dir ve bu
durum artmış koroner arter hastalığı riski ile yakın ilişkilidir. Diyabetik olgularda vasküler
komplikasyonların gelişiminde hipertansiyon önemli bir risk faktörüdür ve diyabeti
olmayanlara göre hipertansiyon 2 kat daha sıktır. Hem makrovasküler hem de mikrovasküler
komplikasyonları azaltmada kan basıncının kontrolünün önemi açık olarak gösterilmiştir[35].
Bu olgularda hipertansiyon erken ve sıkı bir şekilde tedavi edilmeli, hedef kan basıncı
<130/80 mmHg olmalıdır. İyi kontrol altında olmayan diyabette tipik olarak trigliserit
20
yüksekliği ve HDL düşüklüğü bulunur. Trigliserit yüksekliği LDL kolesterol metabolizmasını
etkileyerek aterojenik olan daha küçük ve yoğun LDL partiküllerinin oluşmasına yol açar.
Diyabetik dislipidemide insülin direnci rol oynar.
OBEZİTE: Morbidite ve mortalite artışı ile ilişkili olan obezite artık bir hastalık olarak kabul
edilmektedir. Obezitenin ilk aşamalarında metabolik ve nöroendokrin değişiklikler söz
konusudur. Tedavi edilmediğinde asemptomatik metabolik değişiklikler hipertansiyon,
dislipidemi ve diyabet gibi klinik tablolarla karşımıza çıkmaktadır. Obezite ölçütü olarak
kullanılan beden kitle indeksi (BKİ) ölçütüyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan
sınıflamada 18.8-24.9 normal, 25-29.9 kilo fazlalığı, >30 obezite, >40 ileri derecede obezite
olarak tanımlanmaktadır[36]. BKİ’deki bir birimlik artış koroner kalp hastalığının
mortalitesinde %4-5 artışa neden olmaktadır. Obezite genel mortalitede de artışa yol
açmaktadır. Tip 2 diyabeti olan olguların %67’sinde BKİ’nin kilo fazlalığı, yarısında ise
obezite sınırlarında olduğu saptanmıştır. Eşlik eden metabolik anormallikler obezitenin
derecesi ve süresi ile artmaktadır. Obez bireylerde CRP ve lipoprotein(a) düzeylerinin de
yüksek olduğu gösterilmiştir[37].Karın içi yağ kitlesinin artması ile karakterize abdominal
obezite kardiyovasküler riski özellikle arttıran bir alt grubu oluşturmaktadır. Obez kişilerde
tip 2 diyabet gelişme riski 2 kat fazla iken bu risk abdominal obezitesi olanlarda 10 kat
fazladır. Bel çevresinin kadınlarda >88 cm, erkeklerde >102 cm olması durumunda abdominal
obezite tanısı konur. Abdominal obezite sıklıkla metabolik sendromun bir unsuru olup insülin
direnci, bozulmuş açlık glukozu, hipertansiyon, trigliserit yüksekliği ve HDL kolesterol
düşüklüğü ile birliktedir. Obezite toplumumuzda sıklığı giderek artan bir risk faktörüdür.
Gerek çocukluk gerekse erişkin yaşlarda fazla kilo alımının önlenmesi önemli bir hedef
olmalıdır.
FİZİKSEL İNAKTİVİTE: Fiziksel aktivite azlığı (sedanter yaşam tarzı) koroner kalp
hastalığı için önemli, bağımsız bir risk faktörüdür[38]. Egzersiz eksikliğinde harcanan kalori
azlığından dolayı şişmanlık gelişmekte, bunun yanı sıra insülin direnci, kan lipid
bozuklukları, hipertansiyon gibi risk faktörleri ortaya çıkmakta ve kardiyovasküler
fonksiyonel kapasite azalmaktadır. Düzenli fiziksel aktivite ile kilo azalmakta, LDL-K ve
trigliserit düzeyleri düşmekte, HDL-K düzeyleri yükselmekte, insüline duyarlılık artmakta,
21
kan basıncı düşmekte, endotele bağlı vazodilatasyon ve fibrinolitik aktivite artmaktadır. Bu
olumlu etkiler koroner kalp hastalığı riskini azaltmaktadır.
DİĞER RİSK FAKTÖRLERİ: Koroner arter hastalığı ailesinde erken KAH öyküsü
olanlarda endotel fonksiyonlarının bozulmasıyla başlamaktadır. Endotel disfonksiyonu
öncelikle erken ateroskleroz gelişen tip 2 DM’lu hastalar ve birinci derece yakın akrabaları ile
KAH aile öyküsü olan bireylerde daha sık görülmüştür. Endotel disfonksiyonunun en önemli
iki
bulgusu
damarlarda
otonom
fonksiyon
bozukluğu
ve
sinir
uyarı
iletiminin
değişmesidir[39]. Endotel disfonksiyonuna neden olan en önemli 2 faktör okside LDL ve
sigaradır.
Lipoprotein(a) sıklıkla ailevi hiperlipidemide, trigliserit yüksekliği ve HDL düşüklüğü ile
birlikte veya kombine hiperlipidemide bulunmaktadır. Lp(a) yüksekliğini tanımlamak için
özellikle erken KAH aile öyküsü olan bireylerin standart laboratuar incelemelerine Lp(a) ve
apo B ölçümü ilave edilmelidir. Erken KAH gelişenlerin lipid taramalarının %25’inde Lp(a)
yüksekliğine rastlanmaktadır. Lp(a) LDL’nin değişik bağlarla modifiye olmuş bir formudur.
Lp(a) plasminojen bağlayan molekül ve hücrelerle yarışarak fibrinolizisi değiştirir. Lp(a)
reseptörleri ile makrofajlara bağlanarak köpük hücre oluşumuna ve aterosklerotik plakta
kolesterol depolanmasına yol açar. PROCAM çalışmasında 35-65 yaşları arasında 788 erkek
koroner olay sıklığı açısında 10 yıl izlendiğinde Lp(a) seviyesi 20 mg/dl olanlarda koroner
olay daha düşük olanlara göre 2.7 kat daha sık görülmüştür. En fazla risk artışı LDL seviyesi
158 mg/dl, HDL seviyesi <35 mg/dl ve hipertansiyonu olan erkeklerde görülmüştür[40].
Homosistein sisteinin metionine dönüşümü sırasında oluşan intermediyer bir amino
asittir.Kandaki normal homosistein seviyesi 5-15 mmol/L’dir. Hafif 15-30, orta 30-100 ve
ağır >100 mmol/L olarak tanımlanmaktadır. Toplumun %5-7’sinde görülen homosisteinemia
hafif yükseklik olan formdur. Orta derecede homosisteinemia’nın ateroskleroz için bağımsız
risk faktörü olduğu ileri sürülmektedir[41]. Homosisteinemia, inflamatuvar etkiyle ve
tromboz riskini arttırarak KAH riskini arttırmaktadır. Kanda homosistein düzeyinin
yükselmesi genetik enzim defektleri, böbrek yetersizliği, karaciğer hastalığı, vitamin eksikliği
(özellikle B12) ile oluşabilmektedir.
22
KAH risk faktörlerinden en önemlilerinden biri olan kolesterol hastaların hepsinde yüksek
bulunmamaktadır. Framingham’da %50 hastada, Veterans çalışmasında 8500 hastanın
%60’ında,
Euroaspire
çalışmasında
%56
hastada
kolesterol
düzeyleri
normal
bulunmuştur[42]. Bu nedenle inflamasyon göstergeleri özellikle C-reaktif proteinin koroner
arter hastalığının oluşması, akut ve kronik KAH sonuçlarını belirleme yönünde diğer risk
faktörlerinden bağımsız önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Kanda CRP artışının
LDL’nin makrofajlara girişini arttırarak köpük hücresi oluşumunu arttırdığı, inflamatuvar ve
prokoagülan etkisiyle plakların stabilizasyonunu bozduğu düşünülmektedir.
8. PSİKOSOSYAL FAKTÖRLER VE KORONER ARTER
HASTALIĞI
Türk Kardiyoloji Derneği Koroner Kalp Hastalığı Korunma ve Tedavi Klavuzu 2002 ‘de
psikososyal etkenler başlığı altında “ruhi depresyon, kaygı durumu, düşmanlık duygusu ve
sosyal yalnızlık gibi psikososyal etkenler sigara içme gibi riskli davranışlara eşlik etmesi
yanında sempatik sinir sitemini aktive etmeyi de içeren doğrudan fizyopatolojik
mekanizmalar yoluyla koroner kalp hastalığı riskini arttırırlar” denmektedir.
Psikososyal faktörler koroner arter hastalığına sebep olabilir veya var olan hastalarda
sağkalımı etkileyebilirler mi sorusuna verilebilecek cevap şöyledir: Koroner arter hastalığının
gelişimi ve ilerlemesinde psikososyal faktörlerin önemi uzun zamandır tartışılmakla birlikte
geniş bir literatür bilgisi psikososyal faktörlerin koroner arter hastalığı patogenezine çok
önemli katkılar yaptığını ortaya koymaktadır[43].
Aşağıda başlıklar halinde psikososyal faktörler anlatılacaktır.
1-DEPRESYON VE İLİŞKİLİ SENDROMLAR: Depresyon önemli fonksiyonel bozukluk
ve somatik şikayetlerin eşlik ettiği 2 hafta veya daha uzun süre devam eden ağır derecede
deprese duygudurumu ve/veya anhedoni (yaşamdan zevk alamama) ile karakterize psikolojik
bir hastalıktır. Koroner arter hastalığı olan kişilere major depresyon veya depresif
23
semptomların prevelansı 3 kat fazladır. Sağlıklı veya koroner arter hastalığı bulunan
popülasyonlarda KAH ve depresyon arasındaki ilişkiyi değerlendiren geçmiş epidemiyolojik
çalışmalarda major depresyon epizodları varlığı ile kardiyak olay insidansı arasında güçlü,
prospektif bir ilişki olduğu gözlenmiştir[44,45]. Major depresyon yokluğunda yalnızca
depresif semptomların bulunmasının da artmış kardiyak risk ile ilişkili olduğu
gözlenmiştir[46]. Depresyonun bir alt grubu olan ümitsizlik özellikle dikkat çekicidir.
Ümitsizlik içerisindeki erkeklerde zaman içinde daha ciddi karotis aterosklerozu geliştiği
gösterilmiştir[47].
Depresyonlu bireylerde sigara, alkol gibi sağlıksız alışkanlılar ve düşük hasta kompliyansı sık
olarak görülür. Bu indirekt etkiler dışında depresyonun direkt patofizyolojik etkileri 3 yolla
olur. Hiperkortizolemi, trombosit fonksiyonlarında yapısal bozulmalar, bozulmuş vagal tonusazalmış kalp hız değişkenliği bu üç farklı mekanizmalardır. Hiperkortizolemi ve artmış
trombosit reaktivitesi depresyonun proaterojenik etkileri için teorik temel oluştururlar.
2-ANKSİYETE: 3 tane geniş ölçekli ve toplum bazlı çalışmada anksiyete bozuklukları ile
kardiyak ölümler arasındaki ilişki araştırılmıştır[48, 49, 50]. Bu sonuçlara göre fobi ve ani
kardiyak ölümler arasında güçlü bir ilişki vardır. Aynı ilişkinin miyokard enfarktüsü ile
gösterilememiş
olması
alta
yatan
mekanizmanın
ventriküler
aritmi
olabileceğini
düşündürmektedir. Bu hipoteze destek olarak anksiyete bozukluğu olan kişilerde kalp hızı
değişkenliğinde azalma gösterilmiştir[51].
3-KİŞİLİK VE KARAKTER ÖZELLİKLERİ: A tipi kişilik bozukluğu sabırsız, yarışmacı,
düşmanca davranışlar için potansiyeli bulunan kişileri tarif etmek için kullanılan bir terimdir.
Framingham Çalışmasınının erken bulguları[52] ve Western Collaborative Group’s
çalımasının 8 yıllık takiplerinin ışığında[53] Ulusal Sağlık Enstitüsü A tipi kişilik
bozukluğunu koroner kalp hastalığı için bağımsız bir risk faktörü olarak kabul etmişti. Fakat
negatif bulguların yayınlanmasıyla A tipi kişilik bozukluğunun daha spesifik bir komponeneti
olan düşmanlık duygusunun etyolojik önemi olabileceği ortaya atılmıştır.
Düşmanlık duygusu yüksek seviyede olan KAH hastalarının anjioplasti sonrası daha yüksek
restenoz oranlarına sahip oldukları gösterilmiştir[54]. Ayrıca bu hastalarda seri karotis
24
USG’sinde daha hızlı ateroskleroz progresyonu[55]ve stres testi sırasında daha fazla iskemi
olduğu[56] gösterilmiştir.
Düşmanlık duygusunun sigara, sağlıksız diyet, obezite, alkolizm gibi alışkanlıklarıyla
beraberliği sıktır. Ayrıca bu tip insanlar psikolojik uyaranlara karşı normale göre daha yüksek
nabız ve kan basıncı cevabı verirler. Gün içinde ambulatuar kan basınç seviyeleri yüksektir.
Dolaşımda katekolamin ve kortizol düzeyleri yükselmiştir. Bu mekanizmalar yoluyla
aterogenezi indüklemeleri mümkün görülmektedir.
4-SOSYAL İZOLASYON VE SOSYAL DESTEK EKSİKLİĞİ: Aile ilişkilerinin varlığı,
arkadaş sayısı, çeşitli grup veya organizasyon üyelikleri bir kişinin sosyal ağını ifade eder.
Orth-Gomer K ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmaya göre zayıf sosyal ağa sahip kişilerde
koroner arter hastalığı insidansı 2-3 kat fazla fazla bulunmuştur[57]. Berkman ve arkadaşları
düşük seviyede duygusal destek alan post-MI hastaların kardiyak olaylara yaklaşık 3 kat fazla
maruz kaldıklarını göstermişlerdir[58].
Sosyal faktörlerin aterogenez patogenezindeki rolleri çeşitli hayvan deneylerinde de
araştırılmıştır. Ratcliffe ve Cronin memeli ve kuşlarla yaptıkları bir çalışmada kalabalık ve
sosyal karmaşaya maruz bıraktıkları hayvanlarda diğerlerine göre aterosklerotik lezyonlarda
10 kat artış rapor etmişlerdir[59]. Ratcliffe ve arkadaşları sosyal desteği, domuzları değişik
gruplar halinde tutarak(yalnız, çift veya grup ) incelemişlerdir. Postmortem çalışma
sonuçlarına göre koroner ateroskleroz yalnız dişilerde en fazla iken yalnız erkeklerde orta
düzeyde, grup halindeki hayvanlarda ise en az düzeyde saptanmıştır[60]. Diğer bir otopsi
çalışmasında 39 sinomolgus dişi maymunu 2 gruba ayrılmıştır. 15 tanesi her biri ayrı
kafeslerde tutulurken diğer 24 tanesi grup olarak tek bir kafeste tutulmuştur. Her iki grup
arasında plazma lipid düzeyleri açısından anlamlı bir fark olmadığı halde yalnız tutulan
maymunlarda grup maymunlarına göre aterosklerozun boyutu 4 kat fazla bulunmuştur[61].
Yukarıdaki bulgular ışığında grup ve izolasyonla alakalı sosyal faktörlerin aterosklerozu
başlatabileceği söylenebilir.
25
Kişinin sosyoekonomik durumunun düşük seviyede olması diğer psikososyal risk faktörleri ve
sağlıksız yaşam alışkanlıkları ile sık birliktelik gösterir. Bu faktörlerin bir araya gelmesiyle
kardiyak olay riskinde artma beklenebilir.
Sosyal faktörler sağlıksız yaşam alışkanlıkları (sigara, alkol vb.) ve direkt mekanizmalar
(hiperkortizolemi) ile etki edebilmektedirler. İnsan çalışmalarında sosyal destek seviyesi ve
istirahat kalp hızı arasında ters ilişki gösterilmiştir[62]. Sosyal faktörler aterogenezi otonomik
sinir sistemi aktivasyonu yoluyla başlatıyor olabilir.
5-KRONİK VE SUBAKUT YAŞAM STRESİ: Koroner kalp hastalığı ile bağlantılı olarak
en sık çalışılmış olan kronik stres kaynağı iş stresidir. İş stresinin birçok yönü araştırılmış
olmasına karşın “iş gerilimi” unsuru özellikle dikkat çekicidir.
Karasek ve arkadaşları tarafından tanımlanan iş gerilim modelinde tarif edilen, yüksek
beklentilere rağmen karar verme esnekliği zayıf olan bir iş yapısıdır[63].
Bu yapıya sahip işlerde çalışanlarda koroner arter hastalığı riskinin arttığı birçok çalışmada
gösterilmiş olmasına rağmen [64, 65, 66] sadece 2 çalışmada [67, 68] negatif bulgular ortaya
konmuştur.
Sonraki çalışmalar diğer bir iş modeli olan “beklenti-ödül”e odaklanmıştır. Beklentilerin çok
ödüllerin az olduğu bu iş modeli ile yapılan çalışmalar hem gelecek kardiyak olayları tahmin
etme hem de karotis aterosklerozunun progresyonuyla korele olma açısından anlamlı
bulunmuşlardır[68, 69, 70].
Yukarıdaki bulgular ışığında denilebilir ki, iş stresi ile aterosklerozun gelişimi arasında güçlü
bir nedensel ilişki söz konusudur.
Subakut yaşam stresi, birkaç ay boyunca stres dolu hayat deneyimlerinin toplamı olarak tarif
edilmektedir. Holmes ve Rahe[71] tarafından geliştirilen geçmiş yaşam değişimleri
skorlaması (recent life change score)’nın kullanıldığı bir çalışmada, testin yapılmasını takiben
26
geçen 6 aylık periyodta miyokard enfarktüsü ve ani kardiyak ölüm vakalarının çoğunda test
skorunun anlamlı olarak yüksek çıktığı saptanmıştır[72].
Diğer psikososyal faktörler gibi kronik stresin de kan basıncı ve nörohümoral aktivite artışı
gibi dorudan patofizyolojik yolaklarla etkin olduğu düşünülmektedir.
Subakut stres ile ilgili durumlarda da nörohümoral aktivite artışı çeşitli çalışmalarda
gösterilmiştir[73,74].
Psikososyal faktörlerin her birisi ayrı antiteler olarak yukarıda anlatılmasına rağmen genelde
bu stres kaynakları bir arada olma karakterindedir. Bu kümelenme riski daha da
arttırmaktadır. Ayrıca birlikte bulundukları klasik major risk faktörlerinin etkilerini de
arttırmaktadırlar. Örneğin sigara içen depresyonlu hastalar sigara içmeyen depresyonlu
hastalara göre artmış kardiyak riskle karşı karşıyadırlar[46]. İş gerilimi yaşayan kişilerde
yaşamayanlara göre daha fazla oranda depresyon görülmektedir[75].
Sinomolgus
maymunları
(Macaca
fascicularis)
psikososyal
faktörlerin
ateroskleroz
patogenezindeki rollerini test etmek için uygun yaratıklardır. Bu hayvanlarda da insanlar gibi
aterojenik diyetle beslendiklerinde koroner ateroskleroz gelişir. Bu maymunlar toplumsal
organizasyon oluşturma ve sosyal alışkanlıklarını gösterme bakımından insanlara benzerlik
gösteririler. Ayrıca benzer yüz ifadeleri ve vücut dilleri vardır. Bu davranışsal benzerliklerden
dolayı kızgınlık, öfke ve düşmanlık duygularını araştırmada uygun modellerdir.
Kaplan ve arkadaşları tarafından yayınlanan bir çalışmada[76] 30 erkek maymun 5 üyeli
sosyal gruplara ve 2 ayrı sosyal ortama konulup aterojenik diyetle beslenmişlerdir. Stabil
sosyal ortamdaki maymunların yeri değiştirilmezken stabil olmayan sosyal ortamdaki
dominant erkeklerin yeri periyodik aralıklarla değiştirilmiştir.22 aylık periyod boyunca
dominant erkekler dominanslarını ve ilişkilerini yeniden sağlamak zorunda kalmışlardır.
Çalışma sonunda bu hayvanların koroner arterlerinin incelenmesi sonucu aterosklerozun en
fazla stabil olmayan ortamda yaşayan dominant erkeklerde oluştuğu gözlenmiştir. İlginç
olarak bu sonuçlar serum lipid konsantrasyonlarından ve kan basıncından bağımsız olarak
gerçekleşmiştir.
27
Bir başka çalışmada[77] stabil olmayan ortamda yaşayan ve aterojenik diyetle beslenen
maymunların yarısına beta-bloker verilirken diğer yarısına ilaç verilmemiştir. 26 hafta
sonunda beta-bloker kullanılan grupta ateroskleroz düzeyinin anlamlı olarak az olduğu
gözlenmiştir. Bu bulgu kronik psikososyal stresin aterojenik etkisinin sempatik aktivasyona
bağlı olduğunu göstermektedir.
Endojen östrojen miktarının azalmasına neden olan overyan anormallikler veya yetersizlik
premenopozal kadınlarda aterogenezi hızlandırabilir. Yapılan çalışmalarda dominant dişi
maymunlarla karşılaştırıldığında subdominant dişilerin östradiöl konsantrasyonları belirgin
derecede düşük bulunmuştur. Bu subdominant, overyan yetersizliği olan dişilerde koroner
reaktivite anormallikleri ve aterosklerozun, dominant maymunlarla karşılaştırıldığında
anlamlı olarak fazla olduğu görülmüştür[78, 79, 80].
6-AKUT YAŞAM STRESİ: Kardiyak olaylarda artış ile ilişkili akut stres kaynaklarından
birisi yakın kişilerin vefatlarıdır. 95647 kişinin 4-5 sene takip edildiği bir çalışmada en yüksek
rölatif mortalite hızı ölümlerden hemen sonra görülmüştür. 1 ay sonra mortalite hızı normal
popülasyon seviyesine gerilemiştir[81]. Depremler ve terör olaylarından sonra da kardiyak
olay hızında artışlar olduğu gözlenmiştir[82, 83].
Ani kızgınlık ve öfkenin miyokard enfarktüsünde akut bir tetikleyici olup olmadığını araştıran
bir çalışmada[84] 1623 post-MI hastasına retrospektif bir anket uygulanmıştır. Çalışma
sonucunda, öfke nöbeti sonrasında enfarktüs rölatif riskinin 2 kattan fazla artmış olduğu
gözlenmiştir.
Akut psikolojik stresin miyokardiyal iskemi indükleyebilme kapasitesi laboratuarlarda değişik
stres modelleri (mental, aritmetik ve sözel) ile araştırılmıştır. Değişik tekniklerle yapılan
analizler sonucunda egzersiz ile indüklenebilir iskemisi olan hastaların yaklaşık yarısında
mental stres ile de iskeminin indüklendiği gösterilmiştir[85]. İskeminin mekanizmasının
mental stres ile indüklenen koroner vazokonstriksiyon olduğu ve ayrıca mental stres
esnasında koroner mikrosirkülasyonun dilate olamadığı da gösterilmiştir[86, 87].
28
PIMI çalışmasında koroner arter hastalarında, mental stres süresince sistemik vasküler
direncin arttığı, egzersiz testi sırasında ise azaldığı gösterilmiştir[88]. Aynı çalışmada bu
artışın mental stres ile indüklenen miyokard iskemisinin en önemli hemodinamik özelliği
olduğu rapor edilmiştir.
40 sağlıklı erkek ve kadında yapılan bir çalışmada[89] sistemik vasküler dirençteki artışın
doğrudan periferal endotel disfonksiyonunun bir sonucu olduğı gösterilmiştir. Yine hayvan
modelli bir çalışmada[90] akut stresin endotel disfonksiyonundan hasar ve nekroza kadar
varabilen değişik seviyelerde koroner endotelyal anormalliklere neden olduğu gösterilmiştir.
Emosyonel
stresin
insanlarda
koagulasyon
anormalliklerine
neden
olabileceği
bilinmektedir.42 hipertansif hastanın Hanshin-Awaji depremi öncesi alınmış olan kan
örnekleri depremden 7 ila 14 gün sonra alınan örneklerle karşılaştırıldığında ikinci örneklerde
hematokrit-fibrinojen gibi kan vizkozite belirteçlerinin ve hemostatik faktörlerinin arttığı
görülmüştür. Bu parametreler ancak 4-6 ay sonra normal düzeylerine inmiştir[91]. Bu
bulgular tek bir stres olayından sonra koagulasyon anormalliklerinin haftalarca sürebileceği
tezini ortaya koymaktadır.
Son zamanlarda sempatik sinir sistemi aşırı hassasiyeti veya kardiyovasküler reaktivite olarak
adlandırılan bir antite tariflenmiştir. Bu antitede kişiler bir stres oluşturucu ile
karşılaştıklarında abartılı kalp hızı ve arteryal basınç artışı yanıtı vermektedirler. Yakın
zamanda bu antite, seri karotis USG’nin kullanıldığı 4 ayrı çalışmada[92, 93, 94, 95]
potansiyel aterojenik etkileri açısından değerlendirilmiştir. Her bir çalışmada normal
bireylerle karşılaştırıldığında karotid aterosklerozonun progresyonunun bu kişilerde daha hızlı
olduğu görülmüştür.
1999’da British Medical Journal ‘da yayınlanan, olası psikososyal hipotezleri konu alan
prospektif kohort çalışmalarının sistematik olarak gözden geçirildiği makalede şu sonuçlar
ortaya çıkmıştır[96]. Sağlıklı populasyonda yapılan prospektif cohort çalışmalarından
sonuçlarına göre A tipi kişilik/düşmanlık duygusu 14 çalışmanın 6’sında,depresyon ve
anksiyete 11 çalışmanın tamamında,psikososyal iş karakteristikleri 10 çalışmanın 6’sında
29
,sosyal destek 8 çalışmanın 5’inde koroner kalp hastalıkları için etyolojik ve prognostik
faktörler olduğu ortaya konmuştur..Koroner arter hastalığı bulunan populasyonda yapılan
prospektif kohort çalışmalarının sonuçlarına göre ise A tipi kişilik/düşmanlık duygusunun 5
çalışmanın hiçbirinde prognostik önemi gösterilemezken depresyon ve anksiyetenin 6
çalışmanın 6’sında,psikososyal iş karakteristiklerinin 2 çalışmanın birinde ve sosyal
desteğin10 çalışmanın 9’unda prognostik rolü olduğu gösterilmiştir.
Psikososyal risk faktörlerini major koroner arter hastalığı risk faktörü olarak tanımlamak şu
an için tartışmalı bir konudur. Buna rağmen çok sayıda çalışma depresyon, sosyal desteğin az
olması ve düşük sosyoekonomik durumun potansiyel risk faktörleri olduğunu ortaya
koymuştur[97]. Dahası çok sayıda yayınlanmış araştırma psikosoyal risk faktörlerinin karotis
USG ile ölçülen subklinik ateroskleroz gelişimi ve ilerleyişi ile ilgisini ortaya koymuştur.
Risk oranlarının değerlendirilmesinde değişik ölçüm ve metotların kullanılması psikososyal
faktörleri inceleyen çalışmaların meta-analizlerinin yapılmasını sınırlı kılmıştır. Kısa süre
önce yayınlanan bir meta-analizin sonucunda depresif semptomların Framingham
çalışmasındaki klasik koroner arter hastalığı risk faktörleriyle karşılaştırılabilir rölatif bir riske
sahip olduğu ortaya konmuştur[98,99]. Bu bulgu yakın zamanda yayınlanan İNTERHEART
vaka-kontrol çalışmasıyla desteklenmiştir. Psikolojik durumun ortaya konmasındaki
limitasyona rağmen miyokard enfarktüsü için bulunan odds oranları ve popülasyona
atfedilebilir risk diğer major risk faktörleri ile karşılaştırılabilir düzeyde ve anlamlı
bulunmuştur[100].
30
9. AKUT MİYOKARD ENFARKTÜSÜ
ABD’de her sene yaklaşık 800 bin kişi akut miyokard enfarktüsü geçirmektedir ve bunların
213 bini ölmektedir. Ölümlerin yaklaşık yarısı hastalığın ilk 1 saatinde hastaneye gelmeden
olmaktadır.
Bu erken ölümlerin çoğunluğu, hastane öncesi dönemde veya hastanede koroner yoğun bakım
ünitesinde uygulanabilecek defibrilasyon ile önlenmesi mümkün olan ventriküler aritmiler
sonucu oluşmaktadır.
Miyokard enfarktüsünün en önemli sebebi epikardiyal koroner arterlerin aterosklerotik
hastalığıdır. Her ne kadar koroner iskeminin semptomlarına hemodinamik bozulma yaratacak
düzeyde ciddi darlıklar sebep olsa da miyokard enfarktüslerinin çoğunluğu hemodinamik
olarak önemli olmayan (<%60 darlık) lezyonların parçalanması sonucu oluşmaktadır. Arteryal
intimanın yapısal bütünlüğünün bozulması lökositlerden salgılanan maddeler sonucunda
matriks proteinlerinin proteolitik degredasyonuna yol açar. Kan ile trombojenik intimanın
teması sonunda tıkayıcı trombus oluşur. Yerel vazospazm da tıkanmaya katkıda bulunur.
Miyokardiyal enfarktüs etkilenmiş arter bölgesini içine alan bölgesel bir süreçtir. Azalmış
kontraktilite kan akımının kesilmesini takiben birkaç saniye içerisinde olur. Olay genelde
endokard ile başlayıp epikarda doğru devam eder. Eğer hücre ölümünden önce kan akımı
sağlanabilirse uzamış kontraktilite (stunning) görülebilir.
Koroner oklüzyondan önce oluşan iskemik epizotler miyokard hücrelerinin hayatta
kalabilirliğini olumlu yönde etkiler. Bu fenomene iskemik ön koşullanma denir.
Oklüzyon en az 15 ila 20 dakika sürdüğünde geri dönüşümsüz kardiyak hasar gelişir.
Oklüzyon 4 ila 6 saat sürdüğünde kardiyak hasar maksimum düzeye ulaşır. Bu sebepten
dolayı miyokardın kurtarılması ilk 4 ila 6 saatte kan akımının tekrar sağlanmasına bağlıdır.
Yine de en fazla yarar ilk 1 ila 2 saatte kan akımının sağlanmasıyla elde edilir.
31
Tromboliz ile kan akımının sağlanması azalmış mortalite ile ilişkilidir. Burada alınacak fayda,
normale yakın kan akımının sağlanması (açık arter hipotezi) ile doğrudan ilişkili iken
semptomların başlamasıyla kan akımının sağlanmasına kadar geçen süre ile ters ilişkilidir.
Nekroze olma tehlikesi taşıyan doku büyüklüğü (enfarkt büyüklüğü) kollateral dolaşıma
bağlıdır. Enfarkt boyutu ne kadar fazla ise ejeksiyon fraksiyonu ve uzun dönem prognoz o
kadar düşüktür.
Q dalgalı enfarktüs (genelde ST segment elevasyonu ile kendini gösterir) ve non Q dalgalı
enfarktüs (genelde ST segment depresyonu ile kendini gösterir) klinikleri farklı iki ayrı
antitedir. Q dalgalı enfarktüs trombolitik ile tedavi edildiğinde elde edilecek fayda büyükken
tedavi edilmezse hastane içi mortalitesi yüksektir. Non Q dalgalı enfarktüste ise trombolitik
tedavi kliniği kötüleştirebilirken hastane içi mortalite daha düşüktür.
Aspirin ve beta-blokerlerin sırasıyla trombus oluşumu ve ventriküler aritmiler üzerindeki
olumlu etkileri sayesinde bu ilaçlar AMİ geçiren hastalarda sekonder korumada etkili hale
gelmişledir. Aspirin ayrıca orta yaşlı erkeklerde primer korumda da orta derecede etkilidir.
Lipid düşürücü tedavi ve sigaranın bırakılması miyokard enfarktüsünün hem primer hem de
sekonder korunmasında etkilidir.
Miyokard enfarktüsünün patogenezinin daha iyi anlaşılması ve tedavisindeki gelişmeler
mortalite anlamında daha iyi sonuçlar alınmasına yol açmıştır. Modern koroner yoğun bakım
üniteleri öncesi mortalite %30 düzeyinde iken hemodinamik monitörizasyon, defibrilasyon ve
beta-bloker kullanımı ile beraber mortalite %15’lere kadar düşmüştür. Son yıllarda koroner
girişimler, aspirin ve ACE inhibörleri kullanımı, trombolitik tedavi gibi modalitelerle ST
elevasyonlu Mİ’de mortalite %6-7’ye düşmüştür.
70 yaş ve üstü hastalarda ise mortalite oranı hala %20’lerin üzerindedir.
32
10. GENÇ ERİŞKİNLERDE KORONER ARTER HASTALIĞI
Miyokard enfarktüsü ve semptomatik koroner arter hastalığının genç erişkinlerdeki insidansı
oldukça düşüktür. Çoğu çalışma[101] tüm koroner arter hastalığı vakalarının yaklaşık
%3’ünün 40 yaş altındaki kişilerde görüldüğünü ortaya koymaktadır. Genç ve asemptomatik
hastaların
genellikle
koroner
arter
hastalığını
ortaya
koyacak
medikal
tetkikleri
yaptırmamaları nedeniyle hastalığın gerçek prevelansı ortaya konamamaktadır. Gerçekten de
intravasküler ultrasound bazlı bir çalışmada hastalığın prevelansı >%50 olarak saptanmış ve
her altı gençten birinde koroner lezyonun olduğu ortaya konmuştur[102].5127 kişinin
incelendiği Framingham Kalp Çalışması’nda 10 yıllık takip boyunca miyokard enfarktüsü
insidansı 30-34 yaş arası erkeklerde binde 12.9, 35-44 yaş arası kadınlarda ise binde 5.2
olarak bulunmuştur. Buna karşılık 55-64 yaş arası erkek ve kadınlardaki insidans 8 ila 9 kat
fazladır[103].
Şu anda ortaya konmuştur ki bu hastaların çoğu erkektir ve bunlar çok sayıda koroner arter
hastalığı risk faktörüne sahiptirler.
Genç erişkinlerdeki koroner arter hastalığı ile ilişkili en önemli risk faktörü sigara içimidir.
Framingham Kalp Çalışması’na katılan hasta grubundan 35 ila 44 yaş arası sigara içen
kişilerin koroner arter hastalığı için rölatif riskinin aynı yaş grubunda içmeyenlere göre
yaklaşık 3 kat fazla olduğu gösterilmiştir[104]. Sigaraya devamlı maruz kalma ve bunun
sonucunda oluşan sık katekolamin deşarjları endotel disfonksiyonuna ve vasküler intimal
hasara yol açmaktadır.
Kokain tek başına konsantre bazlı olarak veya sigarayla beraber alındığında spazma, plak
rüptürüne veya tromboz oluşumuna yol açabilmektedir. Altta yatan koroner arter hastalığı
olmaksızın çok sayıda akut etanol intoksikasyonlarında akut miyokardiyal enfarktüs
görülebilmektedir. Bu vakalardaki gerçek mekanizma bilinmemesine rağmen koroner
vazomotor tonun bozulmasına sekonder gelişen vazospazmın enfaktüse neden olduğu
düşünülmektedir[105].
33
Diyabet ve hiperlipidemi de genç KAH’lı hastalarda sıklıkla görülen risk faktörleridir. Yaş ve
cinsiyet açısında eşleştirilmiş kontrolleriyle karşılaştırıldığında ilk enfarktüsü ile başvuran
gençlerde trigliserit ve lipoprotein(a) düzeylerinde ciddi yükseklik, HDL düzeylerinde ise
ciddi düşüklük saptanmıştır. Ayrıca bu kişilerin birinci dereceden akrabalarında da
lipoprotein(a) düzeylerinde yükseklik görülmüştür[106]. İnsülin bağımlı diyabetin KAH için
yüksek bir risk oluşturmasına rağmen tüm KAH hastalarının yalnızca %15-20 sinde diyabet
bulunmaktadır.
Değişik dansiteli lipoproteinlerin aterojenik alt fraksiyonları, hiperhomosisteinemi, artmış
fibrinojen ve anormal kan viskozitesi daha az araştırılmış risk faktörleridir. Bir
çalışmada[107], artmış Lp(a) ve homosistein düzeylerinin genç erkeklerde KAH gelişimi için
bağımsız risk faktörleri olduğu gösterilmesine rağmen bu iki faktörün genç kadınlarda
sinerjistik etkileşerek riski arttırdığı düşünülmektedir.
KAH bulunan genç kadınlar östrojenin koruyucu etkisi göz önüne alındığında ilginç bir grubu
oluşturmakla beraber hangi faktörlerin etki ettiği tam olarak anlaşılamamıştır. Diyabetin
kadınlarda erkeklere göre çok daha fazla etkili olduğunu söyleyen anektodal vakalar vardır.
Sigara içen bir kadın erkeklere eşit bir düzeyde fakat sigara içmeyen bir kadına göre 5 kat
daha fazla bir düzeyde riske sahiptir[108]. Oral kontraseptiflerle kombine halde sigara
kullanımı kadiyak mortalite riskini 13 kat arttırmaktadır[109]. Trunkal obezite ve artmış
vücut-kitle indeksinin özellikle KAH’lı genç kadınlarda potansiyel bağımsız risk faktörleri
olduğu yakın zamanda ortaya konmuştur[110].
Spazma, spontan koroner diseksiyona veya travmaya bağlı da trombus oluşumu vakaları
görülmektedir. Ayrıca kollejen doku hastalıkları, konnektif doku hastalıkları ve hiperkoagüle
durum yaratıcı hastalığı olan kişiler de erken iskemik olaylar açısından ciddi risk ile karşı
karşıyadırlar.
Aile öyküsü bu tip hastalarda sıklıkla karşılaşılan bir risk faktörüdür ve genellikle genetik
olarak etki eden risk faktörlerinin kombinasyonu olarak değerlendirilmektedir. Bu
kombinasyonda diyabet, lipid hastalıları, trombotik bozukluklar ve sigara içimine ailesel
34
yatkınlık bulunmaktadır. Bu bağlamda bir çalışmada KAH’lı hastaların erkek çocuklarında
HDL3 kolesterol ve apolipoproteinA2 düzeylerinin kontollere göre daha düşük olduğu
gösterilmiştir[111].
Hipertansiyon ve egzersiz eksikliği genel anlamda KAH için kabul edilmiş risk faktörleri
olmalarına rağmen bunların genç popülasyondaki etkinlikleri sınırlıdır. Bu sınırlı etkinliğin
sebeplerinin ortaya konması genç hastalardaki koroner arter hastalığının patogenezinin
açıklanmasına yardımcı olacaktır.
Duygusal stres, öfke, ani veya aşırı egzersizin rolleri ise neredeyse tamamen belirsizdir.
CARDİA çalışmasının alt grup analizlerinde öfke skorlamasında ortaya çıkan yüksek
derecelerin koroner arter kalsifikasyonu ile ilişkili olduğu bulunmuştur[112]. Literatürdeki
sınırlı sayıdaki küçük çaplı çalışmalarda ise genç yaşta enfarktüs geçiren hastalarda
psikososyal faktörlerin önemi ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Akut miyokard enfarktüsü ile
başvuran 21 genç erkek hastada standart risk faktörleri ile psikososyal faktörler çalışılmış ve
tüm hastaların ailesel, çevresel veya iş kaynaklı problemler nedeniyle uzun süreli strese
mağruz kaldıkları psikolojik ölçütlerce belirlenmiştir[113]. 23-40 yaşları arasında olan ve
akut enfarktüs tanısı alan 102 erkek hastada the Jenkins Activity Survey questionnaire ile
yapılan kişilik araştırması sonucunda hastaların çoğunluğunun tip A kişilik bozukluğu
gösterdiği ve total kolesterol, trigliserit, ürik asit seviyelerinin tip A kişilik bozukluğu
grubunda diğer kişilik gruplarına göre daha düşük seviyede olduğu saptanmıştır[114]. 109
akut koroner sendromlu orta yaşlı Japon erkeği ve 80 kişilik kontrol grubuyla yapılan bir
çalışmada tip A kişilik bozukluğu ve yüksek iş beklentilerinin iskemik kalp hastalığının
psikolojik risk faktörleri olduğu sonucuna varılmıştır[115]. Bir başka çalışmada ise 25 ila 40
yaş arası 142 akut miyokard enfarktüsü hastasının %75’inin enfarktüs öncesinde tip A
kişiliğinden kaynaklanan duygusal strese maruz kaldığı gösterilmiştir[116]. 15-45 yaş arası
193 akut enfarktüs hastası ve 193 kontrolle yapılan diğer bir çalışmada ise düşük gelir düzeyi,
akraba evliliği sonucu doğma ve düşük eğitim düzeyinin gençlerin akut miyokard enfarktüsü
geçirmesinde bağımsız risk faktörleri olduğu sonucuna varılmıştır[117]. Yine bu bağlamda
koroner risk faktörlerini ortaya koymak amacıyla yapılan ve 27 ile 39 yaş arası 45 hastanın
35
incelendiği bir araştırmada stresin %40’lık oranla sigara ve hiperlipidemiden sonra üçüncü
sırada yer aldığı görülmüştür[118].
Aynı şekilde inflamasyonun rolü de tam anlaşılamamıştır.
Birçok çalışmada gençlerde KAH tanısı sonrası prognozun çok iyi olduğu gösterilmiştir.
MI sonrası koroner anjiografi yapılan genç hastalarda yaşlılara göre daha sınırlı hastalık, daha
yüksek ejeksiyon fraksiyonları gösterilmiştir. Gençler daha çok akut enfarktüs ile
başvurmakta, daha az komorbibitelere sahip olmaktadırlar. Olay sonrası daha az kalp
yetersizliği ve anjina görülmektedir[119].
Genç enfarktüsler genelde iki alt grupta değerlendirilmektedir. Bunlarda ilki, tek damarda tek
stenozun görüldüğü, enfarktüsün akut plak rüptürüne bağlı olduğu, uzun dönem prognozun
çok iyi olduğu gruptur. Genç enfarktüslü hastaların büyük bir kısmı bu grupta yer almaktadır.
Sistolik fonksiyonların nispeten korunmuş olması iyi prognozun en önemli sebebidir. İkincisi
ise yaygın ve genelde üç damar hastalığının bulunduğu, aterosklerozun ilerleyişinin önlemlere
rağmen yavaşlatılamadığı, uzun dönem prognozun kötü olduğu gruptur. Neyse ki genç
hastaların yalnızca küçük bir kısmı bu grupta yer almaktadır.
Birçok küçük çaplı araştırmada yaşlılarla karşılaştırıldığında gençlerin genelde tek damar
hastalığı olduğu, aktif sigara içimi oranının daha yüksek olduğu, normal koroner anjiogram
veya %70’in altında stenoz gibi koroner anjiografi sonuçlarının daha sık olduğu, hastane içi
ve erken dönem prognozun mükemmel olduğu gibi sonuçlara varılmıştır[120,121]. Bu
bulguların genel kabul görmesine rağmen, genç erişkinlerdeki koroner hastalık uzun dönem
prognoz açısından kötü sonuçlar verebilir. Önceden enfarktüs geçirilmesi, aktif sigara içimi
ve düşük EF gibi faktörler gençlerde uzun dönemde mortalitenin yükselmesine yol açmakta
ve bu mortalite oranları %30’lara ulaşabilmektedir[122].
11. YAŞLILARDA KORONER ARTER HASTALIĞI
Yaşla beraber klinik aterosklerotik kalp hastalığının yıllık insidansı ve prevelansı artmaktadır.
Muhtemelen risk faktörlerine uzun süre maruz kalmanın bir sonucu olarak koroner
36
tıkanıklığın difüz dağılımı ve ciddiyeti de artmaktadır. Aynı zamanda erkeklerin kadınlardan
daha erken yaşlarda KAH geliştirmeleri şaşırtıcı bir cinsiyet farkını da ortaya koymaktadır.
65-74 yaş arasında erkeklerin %37 sinde KAH bulunurken aynı dönemde kadınların %22
sinde hastalık görünmektedir.75-84 yaş arsında bu oran erkekler için %44 kadınlar için ise
%28 iken 85-94 yaş arasında erkekler için oran %48 kadınlar için ise %43 oranında
olmaktadır[123].
Aynı zamanda yaşla beraber KAH mortalitesi de artmaktadır. KAH sonucu ölen hastaların
neredeyse %85’i 65 yaş ve üstü olmaktadır. Genel olarak yaşlı erkeklerde mortalite kadınlara
göre 2 kat fazladır.
Hipertansiyon, diyabet ve sol ventrikül hipertrofisi gibi birçok risk faktörünün etkisi yaşla
beraber
daha belirgin olmaktadır.
Risk faktörlerinin modifikasyonu
ve özellikle
hipertansiyonun kontrol altında tutulması diğer yaş gruplarında olduğu gibi yaşlılarda da
mortalite ve morbidite açısından önem taşımaktadır.
Gençlerle karşılaştırıldığında yaşlılarda KAH’ı daha fazla damar tutulumu ve daha düşük
ejeksiyon fraksiyonu ile beraberdir[124]. Genellikle anjina pektoris ilk semptom olmasına
rağmen yaşlılarda azalmış fiziksel aktivite dolayısıyla akut koroner sendromlar sık başlangıç
prezentasyonunu oluştururlar[124]. Aktivite sırasında artan halsizlik ve nefes darlığı anjinanı
en sık belirteçleridir. Ani pulmoner ödem, sessiz iskemi, senkop, felç ve konfüzyon gençlerle
karşılaştırıldığında yaşlı miyokard enfarktüslerinin belirgin özellikleridir. Q dalgasız
enfarktüs de yaşlılarda daha sık görülür.
Yaşlılarda miyokard enfarktüsü gençlere kıyasla daha fazla mortaliteye neden olur. 19751995 yılları arasında yapılan popülasyon bazlı bir çalışmanın sonuçlarına göre 55-64 yaş arası
hastaların enfarktüs sonucu ölme riski 55 yaş ve altı hastalara göre 2.2 kat fazla bulunmuştur.
Bu mortalite riski 65-74 yaş, 75-84 yaş ve 85 ve üstü yaşlar için sırasıyla 4.2, 7.8 ve 10.2 kat
olarak ortaya konulmuştur[125]. Yaş tek başına mortaliteyi arttıracak değişiklikler yol
açabilir. Diyastolik disfonksiyonun artması, baroreseptör ve beta adrenerjik reseptör cevap
verilebilirliğindeki değişiklikler, renal ve pulmoner fonksiyonlardaki yaşa bağlı azalmalar
37
komplikasyonları arttırabilir sebeplerdir. Konjestif kalp yetersizliği, atriyal aritmiler,
kardiyojenik şok ve kardiyak rüptür gibi komplikasyonlar da yaşlılarda daha sık
görülmektedir.
38
II. AMAÇ, MATERYAL ve METOT
1. AMAÇ
Çalışmamızda, hastanemize akut miyokard enfarktüsü tanısı ile başvuran 40 yaş ve altı genç
hastalarda klasik aterosklerozis risk faktörlerinin yanı sıra enfarktüs öncesi akut dönemde
stres oluşturucu etkenlerin ve subakut dönemde hastaların stres, depresyon, anksiyete
düzeylerinin enfarktüs oluşumundaki potansiyel önemlerini 40 yaş üstü yaşlı hastalarla
karşılaştırmalı olarak ortaya koymak amaçlanmaktadır. Genç kişilerde akut stres faktörlerinin
ve stres düzeyinin öneminin araştırılması öncelikli hedefimizdir.
2. MATERYAL METOT
HASTA GRUBU: Çalışmamızda Ocak 2004 ile Aralık 2005 tarihleri arasında hastanemize
başvuran ve ilk defa akut miyokard enfarktüsü tanısını hastanemizde alan hastalar
araştırılmıştır. 40 yaş ve altı 100 genç hasta ile 40 yaş üstü 100 yaşlı hasta olmak üzere 2
grupta toplam 200 hasta çalışmaya dahil edilmiştir.
Çalışma hastalarla yüz yüze görüşme şeklinde yapılmış olup telefon, mektup veya elektronik
posta şeklindeki diğer iletişim yolları kullanılmamıştır. Klinik durumu stabilleşen hastalar
mülakata alınmıştır.
TANI: Akut miyokard enfarktüsü tanısı Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre tipik göğüs
ağrısı, tipik EKG değişikliği ve kardiyak enzimlerde(CK, CK-MB) tipik yükseliş gibi 3
kriterden en az 2’sinin hastada bulunmasıyla konulmuştur.
KLASİK RİSK FAKTÖRLERİ: Hastalarda yaş, sigara kullanımı, hipertansiyon, diyabet
hastalığı, dislipidemi, aile öyküsü, obezite gibi klasik koroner arter hastalığı risk faktörlerin
varlığı not edilmiştir.
39
Her türlü sigara veya benzeri ürün (pipo, nargile, puro vs.) kullanımı miktarı ne olursa olsun
eğer düzenli ise hastanın sigara öyküsü pozitif kabul edilmiştir.
Anti-hipertansif bir ajan kullanılsın veya kullanılmasın eğer hasta kalp krizi öncesi yaşamının
herhangi bir safhasında hipertansiyonu olduğunu bildiriyorsa bu hipertansiyon öyküsü
açısında pozitif kabul edilmiştir.
Anti-diyabetik bir ajan (insulin veya oral anti-diyabetik tablet) kullanılması diyabet öyküsü
açısından pozitif kabul edilmiştir. Ayrıca tüm hastaların açlık serum glükoz değerleri
ölçülmüş olup eğer glükoz değeri 126 mg/dl ve üzerinde ise bu kişilerin diyabet öyküsü
pozitif kabul edilmişlerdir. Diyabet tanısı için kullandığımız eşik değer Amerikan Diyabet
Derneği’nin kriterlerine göre belirlenmiştir[126].
Tüm hastalara kolesterol yüksekliği bulunup bulunmadığı sorulmuştur. Evet cevabı verip bu
nedenle herhangi bir ajan kullan hastaların dislipidemi öyküsü pozitif kabul edilmiştir. Ayrıca
tüm hastalara 12 saatlik açlık sonrası biyokimyasal analiz yapılmıştır. Bu analiz sonucu total
kolesterol düzeyi 200 mg/dl ve üzeri olan, LDL düzeyi 130 mg/dl ve üzeri olan veya HDL
düzeyi 40 mg/dl altında olması durumunda dislipidemi öyküsü pozitif kabul edilmiştir.
Dislipidemi tanısı için kullandığımız eşik değerler Türk Kardiyoloji Derneği Koroner Kalp
Hastalığı Korunma ve Tedavi Klavuzu 2002 ‘ye göre belirlenmiştir.
Çalışmaya
katılan
her
hastanın
boyu
ve
kilosu
ölçülüp
beden
kitle
indeksi
ağırlık(kilo)/boy(metre)’un karesi ölçütüyle hesaplanmıştır. Beden kitle indeksi 30 ve üzeri
olan hastaların obezite öyküsü pozitif kabul edilmiştir. Obezite tanısı için kullanılan eşik
değer Dünya Sağlık Örgütü tarafında yapılan sınıflandırmaya göre yapılmıştır[127].
Çalışmaya katılan tüm hastalara birinci derecede akrabalarında erkeklerde 55 kadınlarda 65
yaşından önce koroner arter hastalığı bulunup bulunmadığı sorulmuş ve bu kritere göre aile
öyküsü pozitifliği ortaya konmuştur.
40
AKUT STRES FAKTÖRÜ: Çalışmaya katılan tüm hastalara miyokard enfarktüsü öncesi 2
saatlik süreç boyunca aşırı efor gerektiren bir sportif aktivitede bulunup bulunmadığı(futbol,
basketbol, koşu vs.), ani ve şiddetli bir duygusal stres yaşayıp yaşamadığı(öfke nöbeti,
tartışma, kavga, ani haber vs.) sorulmuştur. Ayrıca hastaya enfarktüs öncesi son 1 aylık
periyod boyunca ani bir yaşam değişikliğine(sevilen bir kişinin kaybı, boşanma, deprem ve
benzeri doğal afetlere maruz kalma, işten çıkarılma, terörist saldırılara maruz kalma vs.)
uğrayıp uğramadığı ayrıntılı bir şekilde sorulmuştur. Yukarıda belirtilen parametrelerin
herhangi birine olumlu yanıt (evet) vermesi durumunda hastanın akut stres faktörü öyküsü
pozitif kabul edilmiştir.
SUBAKUT STRES, DEPRESYON, ANKSİYETE DÜZEYİ: Tüm hastalara kalp krizi
öncesindeki psikolojik durumlarını ortaya koymak amacıyla DASS 21 skalası uygulanmıştır.
DASS 21(depresyon-anksiyete-stres skalası) belirtilen negatif duygusal durumları düzeyini
ölçmede kullanılan bir skaladır.
Lovibond S.H. ve Lovibond P.F.[128] tarafından geliştirilen ve Avusturalya Psikoloji Derneği
tarafından önerilen bu skala 3 başlık altında depresyon, anksiyete ve stresi inceleyen toplam
21 tümceden oluşmaktadır.
Depresyon skalası kişisel duygularda olumsuzluk, bir işe başlamada isteksizlik ve yavaşlık,
moral bozukluğu ve keder, insani değersizlik, zevk almama ve isteksizlik, gelecek hakkında
olumsuz hissetmek, hayatın anlamsızlığı gibi duyguları değerlendirmektedir.
Anksiyete skalası otonomik cevapları, iskelet kası cevaplarını, durumsal endişeleri
değerlendirirken stres skalası gevşemekte zorlanma, öfke nöbetleri, kolay öfkelenme ve
kızgınlık, sabırsızlık ve tölerans eksikliği gibi durumları incelemektedir.
Kişiler son bir hafta içerisine nasıl hissettilerse her tümcenin karşısında bulunan 4 ayrı puan
türünü yani 0, 1, 2 ve3’ü hislerinin ciddiyet ve sıklığına göre işaretlemeleri istenmektedir.
Eğer verilen tümce kişiye hiç uymadıysa 0’ı, bir dereceye kadar uyduysa 1’i, önemli bir
41
derecede uyduysa 2’yi, birebir uyduysa 3’ü işaretlemesi istenmektedir. Daha sonra her bir
skala için puanlar toplanmakta ve depresyon, stres ve anksiyete puanları bulunmaktadır.
DASS skalasının psikometrik özellikleri ve diğer testlerle uygunluğu çeşitli araştırmalarla
ortaya konulmuştur[129]. Ayrıca skala birçok kardiyovasküler çalışmada[130,131] duygu
durumu ortaya koymada kullanılarak kardiyoliji alanında da kullanılabileceği gösterilmiştir.
Tüm hastalara miyokard enfarktüsü öncesinde eforla ilişkili veya ilişkisiz tipik göğüs ağrıları
olup olmadığı sorularak enfarktüs öncesi anjina öyküleri ortaya konulmuştur.
Tüm hastaların hastaneye başvuruş anındaki ve takiplerindeki elektrokardiyografileri
incelenerek geçirmiş oldukları enfarktüsün tipi ortaya konulmuştur.
Çalışmaya dahil edilen tüm hastalar acil veya elektif şartlarda koroner anjiografileri yapılan
vakalardan oluşturulmuştur. Koroner anjiografi sonuçlarının ışığında hastalar; damar
lezyonlarına göre normal koroner arterler, tek damar hastalığı olan arterler, iki damar hastalığı
olan arterler ve üç damar hastalığı olan arterler olmak üzere temelde 4 ayrı sınıfta
tanımlanmıştır. Enfarktüs ile alakalı koroner arter dışındaki koroner arterlerde saptanan kritik
olmayan darlıklar (%50’nin altında damar çapında daralmaya neden olan lezyonlar)
incelemede dikkate alınmamıştır. Enfarktüs ile alakalı koroner arterdeki tüm lezyonlar
incelemede dikkate alınmıştır.
3. VERİ ANALİZİ
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken istatistiksel analizler için SPSS (Statistical
Package for Social Sciences Windows 10.0) programı kullanılmıştır. Çalışma verileri
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotlarının (ortalama, standart sapma) yanı sıra
gruplar arası karşılaştırmalarda Kruskal Wallis testi ve Mann Whitney U testi
kullanılmıştır. Niteliksel verilerin araştırılmasında ise Ki-Kare testi ve Fisher’s Exact Ki-Kare
testi kullanılmıştır. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p< 0.05 düzeyinde
değerlendirilmiştir.
42
III. BULGULAR
Çalışma Ocak 2004 ile Aralık 2005 tarihleri arasında Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Servisinde 100 olgu genç ve 100 olgu yaşlı olmak üzere
toplam 200 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların yaşları 23 ile 75 arasında değişmekte olup
ortalama yaş 44.43±11.82’dir. Olguların 15’i (% 7.5) kadın; 185’i (% 92.5) erkektir.
Olguların demografik özelliklere göre dağılımı tablo 1’de görülmektedir.
Tablo 1: Demografik özelliklerin gruplara göre değerlendirmesi
Genç Grup
Ort
SD
Yaş (yıl)
Yaşlı Grup
Ort
SD
34,97
4,40
53,89
8,99
n
8
92
%
8,0
92,0
n
7
93
%
7,0
93,0
Sigara kullanımı
95
95,0
85
85,0
Hipertansiyon varlığı
24
24,0
37
37,0
Diyabet varlığı
8
8,0
20
20,0
Dislipidemi varlığı
19
19,0
45
45,0
Aile öyküsü
56
56,0
36
36,0
Obezite
3
3,0
5
5,0
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Z: Mann Whitney U test
* p<0,05 anlamlı
Test değ, p
Z: 12,231
p:0,001**
χ2: 0,072;
p:0,788
χ2: 5,556;
p:0,018*
χ2: 3,986;
p:0,046
χ2: 5,980;
p:0,014*
χ2: 15,533;
p:0,001**
χ2: 8,052;
p:0,005**
F.χ2:0,521;
p:0,721
χ2: Ki kare test
F.χ2: Fisher’s Exact test
** p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Grupların yaş ortalamaları ileri düzeyde anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.01). Sınıflamayı
yaşlara göre yaptığımızdan dolayı bu beklenen bir sonuçtur.
43
55
52,5
50
47,5
45
42,5
40
37,5
35
32,5
30
27,5
25
22,5
20
17,5
15
12,5
Şekil 1: Grupların ortalama yaş dağılımları
10
7,5
• Cinsiyet
dağılımları gruplara göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).
5
2,5
• Genç
grupta sigara kullanma oranı yaşlı olgulara göre anlamlı düzeyde yüksek
0
Genç
Grup
bulunmuştur
(p<0.05).
•
Yaşlı
Grup
Yaşlı grupta hipertansiyon görülme oranı genç olgulara
göre
anlamlı düzeyde yüksek
bulunmuştur (p<0.05).
•
Yaşlı grupta diyabet görülme oranı genç olgulara göre anlamlı düzeyde yüksek
bulunmuştur (p<0.05).
•
Yaşlı grupta dislipidemi varlığı da anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.05).
•
Genç grubunun aile öyküsü varlığı yaşlı gruba göre ileri derecede anlamlı düzeyde
yüksek oranda görülmektedir (p<0.01).
•
Obezite varlığı gruplara göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).
44
95
90
85
80
75
70
65
60
55
50
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
57,5
55
52,5
50
47,5
45
42,5
40
Şekil 2: Sigara kullanımı ve hipertansiyon görülme oranlarının
gruplara göre dağılımı
Satır 7
Satır 8
Genç Grup
Yaşlı Grup
35
30
25
20
15
10
5
0
Şekil 3: Diyabet varlığı, dislipidemi varlığı ve aile öyküsünün
gruplara göre dağılımı
Satır 9
Satır 10
Satır 11
Genç Grup
Yaşlı Grup
45
Tablo 2: Akut stres, stres puanı, depresyon puanı ve anksiyete puanlarının gruplara göre
değerlendirmesi
Genç Grup
n
%
Yaşlı Grup
n
%
52
52,0
20
20,0
Ort
SD
Ort
SD
Stres puanı
25,80
11,59
15,04
10,59
Depresyon puanı
13,70
8,73
9,06
8,04
Anksiyete puanı
13,54
10,10
8,28
7,06
Akut stres varlığı
χ2: Ki kare test
•
Test değ, p
χ2: 22,222;
p:0,001**
Z: 6,312;
p:0,001**
Z:4,024;
p:0,001**
Z: 3,796;
p:0,001**
** p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Akut stres varlığı genç grupta yaşlı gruba göre ileri derecede anlamlı düzeyde yüksek
oranda görülmektedir (p<0.01).
•
Stres puanı genç grupta ileri düzeyde anlamlı yüksek bulunmuştur (p<0,01);
depresyon puanı ve anksiyete puanları da genç grupta ileri düzeyde anlamlı
bulunmuştur (p<0.01).
52,5
50
47,5
45
42,5
40
37,5
35
32,5
30
27,5
25
22,5
20
17,5
15
12,5
10
7,5
5
2,5
0
Akut Stres Varlığı
Şekil 4: Akut stres varlığına göre grupların dağılımı
46
Genç Grup
Yaşlı Grup
26
24
22
20
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Şekil 5: Stres puanı, depresyon puanı ve anksiyete puanlarının
gruplara göre dağılımı
Stres puanı
Depresyon puanı
Tablo 3: Damar lezyonu, MI tipi ve MI öncesi anjina parametrelerinin
gruplara
Anksiyete
puanı göre
değerlendirmesi
Normal
1 damar
2 damar
3 damar
İnferior
NSTEMI
Anterior
MI tipi
Yüksek
lateral
Posterior
MI öncesi anjina
varlığı
Damar
lezyonu
χ2: Ki kare test
*p<0,05 anlamlı
•
Genç Grup
n
%
16
16,0
69
69,0
8
8,0
7
7,0
36
36,0
12
12,0
48
48,0
Yaşlı Grup
Test değ, p
n
%
Genç2 Grup
Yaşlı
2,0 Grup
9
9,0
χ2: 117,54;
10
10,0
p:0,001**
79
79,0
29
29,0
28
28,0
36
36,0
χ2: 13,01;
p:0,011*
3
3,0
4
4,0
-
-
4
4,0
11
11,0
38
38,0
χ2: 19,705;
p:0,001**
** p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Damar lezyonu dağılımına göre gruplar arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde
anlamlı farklılık vardır (p<0.01). Genç olgularda damar lezyonu normal ve damar
47
lezyonu 1 olanlar çoğunluktayken; yaşlı olgularda 2 damar ve 3 damar lezyonu
oranları anlamlı yüksektir.
Damar Lezyonu
100,00%
95,00%
90,00%
85,00%
80,00%
75,00%
70,00%
65,00%
60,00%
55,00%
50,00%
45,00%
40,00%
Şekil 6: Damar lezyonlarının gruplara göre dağılımı
35,00%
•30,00%
MI tiplerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır (p<0.05).
25,00%
NSTEMI
20,00%
olguları yaşlı grupta anlamlı düzeyde yüksek oranda; ANT MI olguları ise
15,00%
genç grupta anlamlı düzeyde yüksek orandadır. INF MI, YÜKSEK
10,00%
MI Tipi
5,00%
POSTERİOR MI gruplara göre anlamlı farklılık göstermemiştir.
LATERAL MI ve
0,00%
Genç Grup
100,00%
95,00%
90,00%
85,00%
80,00%
75,00%
70,00%
65,00%
60,00%
55,00%
50,00%
45,00%
40,00%
35,00%
30,00%
25,00%
20,00%
15,00%
10,00%
5,00%
0,00%
•
Yaşlı Grup
Şekil 7: MI tipine göre grupların dağılımı
Genç Grup
MI öncesi anjina
varlığı yaşlı grupta anlamlı düzeyde yüksek oranda görülmektedir
Yaşlı Grup
(p<0,01).
İnf
Nonq
Ant
Hl
post
48
MI Öncesi Anjina Varlığı
40
37,5
35
32,5
30
27,5
25
22,5
20
17,5
15
12,5
10
Şekil 8: MI öncesi anjina durumuna göre grupların dağılımı
7,5
5
Tablo 4:2,5
Gruplarda ayrı ayrı damar lezyonu ile akut stres varlığı değerlendirmesi
0
Damar Lezyonu
Genç Grup
Grup
Genç
Grup
Yaşlı
Grup
Akut
Stres
Tek damar
Çoklu
Yaşlıdamar
Grup
Test değ, p
n
%
n
%
n
%
Var
8
50,0
37
53,6
7
46,7
χ2: 0,269;
Yok
8
50,0
32
46,2
8
53,3
p:0,874
Var
2
100
-
-
18
20,2
χ2: 10,253;
Yok
-
-
9
100
71
79,8
p:0,006**
χ2: Ki kare test
•
Normal
** p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Genç grubunda; akut stres varlığına göre damar lezyonları dağılımları arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0.05).
•
Yaşlı grubunda ise; akut stres varlığına göre damar lezyonları arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık görülmektedir (p<0.01). Normal damar lezyonu olan iki
olgunun ikisinde de akut stres varlığı görülmektedir; çoklu damar lezyonu görülen
49
hastalarında %20,2’sinde akut stres varlığı mevcuttur. Tekli damar lezyonu görülen
dokuz olguda ise akut stres yoktur.
Damar Lezyonuna Göre Akut Stres Varlığı
100
95
90
85
80
75
70
65
60
55
50
45
40
35
30
25
20
15
10
5
Şekil 9:
0
Gruplara göre damar lezyonu ile akut stres varlığı değerlendirmesi
Genç Grup
Yaşlı Grup
Normal
Tek Damar
Çoklu Damar
50
Tablo 5: Gruplarda damar lezyon durumuna göre stres puanı, depresyon puanı ve
anksiyete puanlarının değerlendirmesi
Damar Lezyonu
Grup
Genç
Grup
Yaşlı
Grup
Normal
Tek damar
Ort
SD
Çoklu
damar
Ort
SD
Ort
SD
Stres Puanı
16,12
8,14
27,10 11,17 30,13 11,69
Depresyon puanı
13,00
4,73
15,53
9,22
6,00
4,65
Anksiyete puanı
7,00
6,11
16,17
9,55
8,40
11,31
Stres Puanı
12,00
0,00
14,44
8,53
15,16 10,93
Depresyon puanı
10,0
0,00
4,88
9,64
9,46
7,89
Anksiyete puanı
3,00
1,41
6,22
2,72
8,61
7,36
Test değ, p
KW:16,16;
p: 0,001**
KW:16,10;
p: 0,001**
KW:20,83;
p: 0,001**
Z:0,012;
p:0,990
Z:2,248
p:0,015*
Z: 0,218
p:0,828
(Yaşlı grupta normal olan olgu sayısı 2 kişi olduğunda değerlendirme dışı bırakılmıştır; yaşlı grupta
tek damar ve çoklu damar karşılaştırmaları yapılmıştır)
KW: Kruskal Wallis test
Z: Mann Whitney U test
*p<0,05 anlamlı
**p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Genç grupta; damar tiplerine göre stres puanı dağılımları arasında ileri düzeyde anlamlı
farklılık vardır (p<0.01). Normal olguların stres puanları 1 damar ve çoklu damar olgularının
stres puanlarından anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p<0.01). 1 damar ve çoklu damar
olgularının stres puanları arasında ise anlamlı farklılık yoktur (p>0.05).
Damar tiplerine göre depresyon puanı dağılımları arasında ileri düzeyde anlamlı farklılık
vardır (p<0.01). Çok damar olgularının depresyon puanları normal olgulara ve 1 damar
olgularına göre anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p<0.01). Normal ve 1 damar olgularının
depresyon puanları arasında ise anlamlı farklılık yoktur (p>0.05).
Damar tiplerine göre anksiyete puanı dağılımları arasında ileri düzeyde anlamlı farklılık
vardır (p<0.01). Tek damar olgularının anksiyete puanları normal olgulara ve çok damar
olgularına göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.01). Normal ve çok damar
olgularının anksiyete puanları arasında ise anlamlı farklılık yoktur (p>0.05).
51
Genç Grup
32,5
30
27,5
25
22,5
20
17,5
15
12,5
10
7,5
5
2,5
Şekil 10: Genç grupta stres, depresyon ve anksiyete puanlarının
damar tiplerine göre dağılımı
0
Yaşlı grupta;
damar tiplerine göre stres puanı dağılımları istatistiksel olarak anlamlı farklılık
Stres Puanı
Depresyon
puanı
göstermemektedir (p>0.05). Çok damar
olgularının
depresyon puanları 1 damar olgularına
Anksiyete puanı
göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Damar tiplerine göre anksiyete puanları
da istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
Normal
Tek damar
Çoklu damar
Yaşlı Grup
16
15
14
13
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
Şekil 11: Yaşlı grupta stres, depresyon ve anksiyete puanlarının
damar tiplerine göre dağılımı
1
0
Stres Puanı
Depresyon puanı
Anksiyete puanı
52
Tablo 6: Genç grup üzerine yaşlı grubun Lojistik regresyon değerlendirmesi
Step
a
4
AILE(1)
AKUT(1)
STRES
DEP
ANKS
Constant
B
1,057
1,154
,136
-,059
,093
-2,792
S.E.
,389
,438
,026
,031
,031
,482
Sig.
,007
,008
,000
,056
,002
,000
Exp(B)
2,878
3,170
1,146
,943
1,097
,061
95,0% C.I.for
EXP(B)
Lower
Upper
1,341
6,174
1,345
7,473
1,088
1,207
,888
1,002
1,033
1,166
a. Variable(s) entered on step 1: SIGARA, HT, DM, DL, AILE, AKUT, STRES,
DEP, ANKS.
Genç grupta kalp krizi geçirilmesinde yaşlı gruba göre sigara kullanımı (paket/yıl),
hipertansiyon, diyabet, dislipidemi, aile öyküsü, akut stres varlığı, stres puanı, depresyon
puanı ve anksiyete parametrelerinin etkilerini Backward stepwise lojistik regresyon analizi ile
değerlendirdiğimizde; modelin ileri düzeyde anlamlı (p<0.001) bulunduğu ve Negelkerke R
square değerinin 0.532 olarak saptandığı, modelin açıklayıcılık katsayısının (% 77,0) iyi
düzeyde olduğu görüldü. Modele aile öyküsünün, akut stres varlığının, stres puanının,
depresyon puanının ve anksiyete puanının etkileri istatistiksel olarak önemli bulunmuştur
(p<0.05). Akut stres varlığının genç olgularda yaşlılara göre 3,170 kat, aile öyküsü varlığının
2,878 kat; stres puanının 1,146 kat ve anksiyete puanının 1,097 kat arttırıcı etkisi olduğu
görülmüştür.
53
IV. TARTIŞMA
Kanitz ve arkadaşları tarafından yapılan ve 209 tane 40 yaş altı genç kalp enfarktüslü hastanın
incelendiği bir çalışmada[133] ortalama yaş 34,8 olup hastaların %81’i erkektir. En önemli
risk faktörü %81 ile sigara içimi iken bunu %40 ile aile öyküsü, %26 ile hipertansiyon ve
%20 ile hiperlipidemi takip etmektedir. Yapılan koroner incelemeler sonucunda %62 hastada
tek damar hastalığı, %14 hastada normal koroner arterler ve %24 hastada ise çoklu damar
hastalığı saptanmıştır. Bizim çalışmamızda ise ortalama genç hasta yaşı 34,9 iken vakaların
%92’si erkektir. Yüzdesel anlamda risk faktörleri sıralaması şöyle bulunmuştur; sigara(%95),
aile öyküsü(%56), hipertansiyon(%24), dislipidemi(%19). Hastaların %69’u tek damar
hastalığına, %16’sı normal koroner arterlere %15’i ise çoklu damar hastalığına sahip
bulunmuştur.
Genç erişkinlerde koroner arter hastalığı ile ilişkili en önemli risk faktörü sigara içimidir.
Yaptığımız çalışmada da genç miyokard enfarktüslü hastalarda sigara kullanımı %95’lik
oranla diğer konvansiyonel risk faktörlerinin arasında yüzdesel anlamda birinci sırada
gelmektedir.
Maity ve arkadaşları[118] tarafından yapılan ve psikolojik stresin miyokard enfarktüsü
geçiren gençlerde koroner risk faktörü olarak öneminin ortaya konulmaya çalışıldığı bir
araştırmada, stresin %40’lık oranla sigara ve hiperlipidemiden sonra yüzdesel anlamda
üçüncü sırada geldiği ortaya konulmuştur. Bizim çalışmamızda ise stres gençlerde %64’lük
oranla sigaradan sonra ikinci sırada gelmektedir. Stresi %56’lık oranla aile öyküsü pozitifliği
izlemektedir.
Pignalberi ve arkadaşları[132] tarafında yapılan ve 130 akut miyokard enfaktüslü veya
kararsız anjinalı kardiyak hasta ile 102 travma hastasının karşılaştırıldığı bir çalışma sonunda
kardiyak hastaların travma hastalarına göre daha yoğun sosyal izolasyonlara maruz kaldıkları,
daha acı yaşam tecrübeleri olduğu, geçmişe yönelik kendilerini daha fazla suçladıkları
54
görülmüştür. Bu sonuçlar da bizlere bu hasta grubunun yaşamlarının stres ve depresyonla
daha iç içe olduğu izlenimini vermektedir. Bizim çalışmamızda hastalarımızın kalp enfarktüsü
öncesi döneme ait psikososyal durumlarını ortaya koymak amacıyla uyguladığımız DASS
skalası sonucunda genç enfarktüslü hastaların %85’inin herhangi bir düzeyde strese maruz
kaldığı, %64’ünün anksiyetesi olduğu, %64’ünün de anlamlı olmak şartıyla bir düzeyde
depresif semptomlar gösterdiği bulunmuştur. Bu oranlar yaşlı grupta sırasıyla %30, %48 ve
%44 olarak ortaya çıkmıştır.
Genç grup üzerine yaşlı grubun lojistik regresyon değerlendirmesi, akut stres varlığının 3,17
kat, aile öyküsünün 2,88 kat, stres düzeyinin ise 1,14 kat arttırıcı etkisini ortaya çıkarmıştır.
Bu bulgular da stresi genç kalp krizlerindeki etkin rolünü desteklemektedir.
Zimmerman ve arkadaşlarının yaptığı gibi birçok çalışmada [120,121] yaşlılarla
karşılaştırıldığında genç miyokard enfarktüslü hastalarda aktif sigara içimi oranın fazla
olduğu, yapılan koroner anjiografi sonuçlarına göre normal koroner arterler, tek damarda
kritik olmayan darlıklar ve tek damar hastalığı gibi sonuçların daha fazla görüldüğü
bildirilmiştir. Yaptığımız çalışmada da benzer sonuçlar alınmıştır. Sigara kullanımı gençlerde
%95 iken yaşlılarda %85 oranında görülmektedir. Genç olgularda damar lezyonu olmayan
veya tek damar hastalığı bulunanların oranı %85 iken bu oran yaşlı grupta yanlızca %10
olarak saptanmıştır.
Mittleman ve arkadaşları tarafında 1995’te yayınlanan bir makalede[84] öfke nöbeti sonrası
miyokard enfarktüsü geçirme rölatif riski 2 kat artmış bulunmuştur. Yine akut psikolojik ve
mental stresin miyokard iskemisini indükleyebildiği çeşitli deneysel çalışmalarda[85]
izlenmiştir. Duygusal stresin insanlarda koagulasyon anormalliklerine yol açabileceği
bilinmektedir[91]. Bizim çalışmamızda akut stres varlığı genç grupta yaşlı gruba göre ileri
derecede anlamlı düzeyde fazla görülmüştür. Yüzdesel anlamda %52 gibi yüksek bir oranda
gençlerde izlenmesi, akut stres oluşturucu faktörlerin genç kalp krizlerindeki potansiyel
etkilerini ortaya koyma açısından önemli görünmektedir.
Akut miyokard enfarktüsü geçiren 849 hastanın incelendiği MILIS çalışmasının sonucunda
hastaların %48’lik oranının enfarktüs öncesinde bir ya da daha fazla sayıda tetikleyici
55
mekanizmalar tarifledikleri izlenmiştir[134]. Aynı çalışmada gençlerde yaşlılara göre daha
fazla oranda tetikleyici mekanizma görülmüştür. Bizim yaptığımız çalışmada genç grubun
%52’si enfarktüs öncesinde akut stres oluşturan tetikleyici bir mekanizma tariflerken bu oran
yaşlı grupta %20 oranında kalmıştır.
Çalışmamızda genç grupta damar lezyonu açısından bakıldığında normal koroner arterleri
olan hastaların stres düzeyinin damar hastalığı olan hastalara göre anlamlı düzeyde düşük
olduğu görülmüştür. Bu sonuç bize strese maruziyet arttıkça aterosklerozun yaygınlaştığını ve
daha fazla koroner arterin bu süreçten etkilendiğini düşündürmektedir. Bu anlamda
çalışmamız stresin ateroskleroz sürecine katkıda bulunabileceği tezini desteklemektedir. Daha
önce de belirtildiği gibi duygusal stres insanlarda koagulasyon bozukluklarına sebep
olabilmektedir. Bu bağlamda belki de stresin olmadığı durumlarda intrensek fibrinolitik
mekanizmalar trombus yükü fazla lezyonlara etki edince ortaya kritik olmayan darlıklar veya
normal koroner arterler çıkabilirken psikososyal strese maruz kalınan durumlarda fibrinolitik
aktiviteler sekteye uğramakta ve sonuçta yaygın, tıkayıcı lezyonlar görülmektedir. Bu açıdan
bakıldığında çalışma sonuçlarımız bu hipoteze destek vermektedir.
Çalışmamızın sonuçlarına göre genç grupta depresyon düzeyindeki yükseklik tek damar
hastalığı ve normal koroner arterler ile anlamlı bir ilişki göstermektedir. Bu sonuç bize
depresyonun duyarlı kişilerde enfarktüs öncesi tetikleyici bir mekanizma gibi etkin
olabileceğini düşündürmektedir. Fakat yine çalışmamızda görüldüğü gibi akut stres varlığı ile
damar lezyonları arasında ilişki kurulamaması bu konuda geniş çaplı araştırma ihtiyacını
ortaya koymaktadır. Aksine yaşlı grupta depresyon düzeyinin yüksekliğinin çoklu damar
hastalığı ile ilişkili bulunması depresyonun ateroskleroz patogenezindeki etkilerini destekler
görünümdedir.
Çalışmamızda bazı kısıtlamalar bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla şöyledir:
•
Yaşlı grubun seçiminde bias sözkonusu olabilir çünkü bu hastalar stres düzeyleri
düşük olduğu için zaten genç yaşta enfarktüs geçirmemişledir ve aralarında stres
düzeyi farklılığı normaldir. Fakat unutulmamalıdır ki kalp krizlerinin yazlınca %3’ü
56
40 yaş ve altında görülmektedir ve yaşlı grubun daha genç yaşta kriz geçirmesi stres
olsun olmasın düşük bir olasılıktır.
•
DASS skalası hastalara enfarktüs sonrası erken dönemde uygulanmıştır. Miyokard
enfarktüsü gibi ciddi bir hastalık geçirmeleri, hayatları ve gelecekleri ile ilgili
endişeleri olması ve yapılan tedavilerin verdiği olumsuz duygulanımlar nedeniyle
hastalar ankete cevap verirken tam objektif olamamış ve hatırlama biası göstermiş
olabilirler. Bu nedenle stres, depresyon ve anksiyete düzeyleri olduğundan fazla
ölçülmüş olabilir.
•
Daha objektif ölçüm metotları ve daha geniş serilerle yapılacak çalışmalara ihtiyaç
vardır.
57
KAYNAKLAR
1-Murray CJ , Lopez AD. Global mortality, disability, and the contribution of risk factors:
Global Burden of Disease Study.Lancet 1997 ;349:1436-42
2-Ross R.Atherosclerosis-an inflammatory disease . N Engl J Med 1999;340:115-26
3-Ross R,Glomset ,JA.The pathogenesis of atherosclerosis.N Engl J Med 1976;295:420-5
4-Steinberg
D,Parthasarathy
S,
Carew
TE,
Khoo
JC,
Witztum
JL.Beyond
cholesterol.Modification of low-density lipoprotein that increase its atherogenicity.N Engl J
Med 1989 ;320:915-20
5-Schwenke DC,Carew TE.Initiation of atherosclerotic lesions in cholesterol-fed rabbits.
Arteriosclerosis 1989;9:908-18
6-Saikku P.Chlamydia pneumoniae and atherosclerosis –an update. Scand J İnfect Dis Suppl
1997;104:53-6
7-Stary HC,Chandler A,Dinsmore R,et al.A definition of advanced types of atherosclerotic
lesions and histological classification of atherosclerosis .A report from the Committee on
Vascular Lesions of the Council on Arteriosclerosis ,American Heart Association .Circulation
1995 ;92:1355-13
8-Ross R,Glomset JA,Kariya B,Harker LA.A platelet dependent serum factor that stimulates
the proliferation of arterial smooth muscle cells in vitro. Proc Natl Acad Sci USA
1974;71:1207-11
9-Gimbrone MA,Nagel,Topper,JN.Biomechanical activation:an emerging paradigm in
endothelial adhesion biology.J Clin Inves 1997 ;100:s61-5
58
10-Kovanen PT,Kaartinen M,PaavonenT.Infiltrates of activated mast cells at the site of
coronary atheromatous erosion or rupture in myocardial infarction.
Circulation 1995 ;92:1084-8
11-Maseri A.Inflamation ,atherosclerosis and ischemic events –exploring the hidden side of
the moon.N Engl J Med 1997 ;336:1014-6
12-World
Health
Organization
.The
world
health
report
1999:Making
a
difference.Geneva:WHO,1999.
13-Koroner kalp hastalığından korunma ve tedaviye ilişkin ulusal klavuz.1999 Türk
Kardiyoloji Derneği
14-Aterotromboz Epidemiyolojisi ve Kardiyovasküler Devamlılık Kavramı.Türk Kardiyoloji
Seminerleri 2004 Nisan Cilt 4 Sayı 2 183-184.
15-Onat A.Erişkinlerimizde kalp hastalıkları prevalansı , yeni koroner olaylar ve kalpten ölüm
sıklığı.Onat A,TEKHARF,Ohan matbaacılık,İstanbul,TR,2000;16-23
16-Grundy SM,Balady GL,Criqui MH,et al.Primary prevention of coronary heart
diesease:Guidance from Framingham—A statement for healthcare professionals from the
AHA Task Force on Risk Reduction,American Heart Association .Circulation 1998;97:18761887
17-Roberts WC.Preventing and arresting coronary atherosclerosis.Am Heart J 1995;130:580600
18-Ornstein DL,Zacharski LR.Coronary artey disease in men and women.N Engl J Med
1999;341:1933-1934
59
19-Steinhouse NS,McCall MG.Differential mortality from cardiovascular disease in migrants
from England and Wales,Scotland and Italy,and native-born Australians.J Chron Dis
1970;23:423-31
20-Antiplatelet Trialist’s Collaboration.Collaborative overwiev of randomised trial of
antiplatelet therapy-1:Prevention of death,myocardial infarction and stroke by prolonged
antiplatelet therapy in various categories of patients.BMJ 1994;308:81-106
21-Jamrozik K,Broadhurst RJ,Anderson CS,Stewart-Wynne EG.The role of lifestyle factors
in the aetiology stroke:A population-based case-control study in Perth ,Western
Australia.Stroke 1994;25:51-9
22-Grundy SM ,Wilhelmsen L,Rose G,et al.Coronary heart disease in high-risk
populations:Lessons from Finland. Eur Heart J 1990;11:462-471
23-Burke AP,Farb A,Malcom GT,et al.Effect of risk factors on the mechanism of acute
thrombosis and sudden coronary death in women. Circulation 1998;97:2110-2116
24-Celermajer DS,Sorensen KE,Geogakopoulos D,et al.Cigarette smoking is associated with
dose-related and potentially reversible impairment of endothelium-dependent dilation in
healthy young adults.Circulation 1993;88:2149-2155
25-Yoshimura M,Yasue H,Nakayama M,et al.Genetic risk factors for coronary artey
spasm:Significance of endothelial nitric oxide synthase gene T786-C and Glu298-Asp
variants (abstr) Circulation 1999;100(suppl I):I-819
26-Bottcher M,Falk E.Pathology of the coronary arteries in smokers and nonsmokers
J Cardiovasc Risk 1999;6:299-302
27-Türk Kardiyoloji Derneği Koroner Kalp Hastalığı Korunma ve Tedavi Klavuzu
2002 www.tkd.org.tr/ulusal klavuzlar
60
28-Kannel WP:Blood pressure as a cardiovascular risk factor:prevention and treatment .
JAMA 1996;275:1571-76
29-Wong ND,Cupples LA,Ostfeld AM,Levy D, Kannel WB:Risk factors for long-term
coronary prognosis after initial myocardial infarction:Framingham Study .Am J Epidemiol
1989;130:469-80
30-Herlitz J,Brandrup-Wognsen G,Karlson BW,Sjoland H,Karlsson T,Caidahl K,Hartford
M,Haglid M:Mortality,risk indicators,mode and place of death and symptoms of angina
pectoris in the five years after coronary artery bypass grafting in patients with an without a
history of hypertension. Blood Pres,1999;8:200-6
31-Vasan RS, Larson MG ,Leip EG ,Evans JC,o’Donnell CJ, Kannel WB ,Levy D :Impact of
high-normal blood pressure on the risk of cardiovascular disease. N Engl J Med
2001;345:1291-7
32-Türk Kardiyoloji Derneği Koroner Kalp Hastalığı Korunma ve Tedavi Klavuzu 2002
33-Kannel WB : Lipids,diabetes and coronary heart disease :insight from the Framingham
Study . Am Heart J 1985;110:1100-7
34-The Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus.Report of
the Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus .Diabetes
Care 1999;22(suppl I):S5-19
35-UK Prospective Study Group. Tight blood pressure control and risk of macrovascular and
microvascular complication in type 2 diabetes.UKPDS 38. Br Med J 1998;317:703-13
36-National Institutes of Health.Clinical guidelines on the identification ,evaluation nad the
treatment
of
overweight
and
obesity
in
adults:the
evidence
report.Obes
Res
1998;6(supp2):s51-209
61
37-Rao SV,Donahue M,Pi-Sunyer X,Fuster V:Obesity as arisk factor in coronary artery
disease.Am Heart J 2001;142:1102-7
38-Lee IM,Hsieh CC,Paffenbarger RS Jr:Exercise intensity and longevity in man :the Harvard
Alumni Health Study . JAMA 1995;273:1179-84
39-Makimattila S,Mantysaari M,Groop PH,et al. Hyperreactivity to nitrovasodilators in
forearm vasculature is related to autonomic dysfunction in insulin-dependent diabetes
mellitus. Circulation 1997;95:618.
40-Von Eckardstein A,Schulte H,Cullen P,Assmann G .Lipoprotein(a) further increases the
risk of coronary events in men with high global cardiovascular risk. J Am Coll Cardiol
2001;37:434
41-Thambyrajah J,Townend JN.Homocysteine and atherothrombosis-mechanisms for injury.
Eur Heart J 200;21:967
42-EUROASPİRE Study Group .A European Society of Cardiology survey of secondary
prevention of coronary heart disease: principal results . Eur Heart J 1997;18:1569-82
43-Rozanski A, Blumenthal JA,Kaplan J.Impact of psychological factors on the pathogenesis
of cardiovascular disease and implication for therapy.Circulation 1999;99:2192-217
44-Pratt LA,Ford DE,Crum RM,Armenian HK,Gallo JJ,Eaton WW.Deprssion,psychotropic
medication,and risk of myocardial infarction:prospective data from the Baltimore ECA
follow-up.Circulation 1996;94:3123-312
45-Barefoot JC,Helms MJ,Mark DB.Depression and long-term mortality risk in patients with
coronary artery disease.Am J Cardiol 1996;78:613-617
62
46-Anda R,Williamson D,Jones D,Macera C,Eaker E,Glasman A,Marks J.Depressed
affect,hopelessness and the risk of ischemic heart disease ina cohort of U.S.
adults.Epidemiology 1993;4:285-294
47-Everson SA,Kaplan GA,Goldberg DE,Salonen R,Salonen JT.Hopelessness and 4 year
progression of carotid atherosclerosis:the Kuopio ischemic heart disease risk factor study
.Arterioscler Thromb Vasc Biol 1997;17:1490-1495
48-Haines AP,Imeson JD,Meade TW.Phobic anxiety and ischemic heart disease .BMJ
1987;295:297-299
49-Kawachi I,Colditz GA,Ascherio A,Rimm EB,Giovannucci E,Stampfer MJ,Willert
WC.Prospective study of phobic anxiety and risk of coronary heart disease in men.Circulation
1994;89:1992-1997
50-Kawachi I,Sparrow D,Vokonas PS,Weiss ST.Symptoms of anxiety and risk of coronary
heart disease:the Normative Aging Study.Circulation 1994;90:2225-2229
51-Kawachi I,Sparrow D,Vokonas PS,Weiss ST.Decreased heart rate variability in men with
phobic anxiety(data from the Normative Aging Study ) Am J Cardiol 1995;75:882-885
52-Haynes SG,Feinleib M,Kannel WB.The relationship of psychosocial factors to coronary
heart disease in the Framingham study:3.Eight year incidence of coronary heart disease.Am J
Epidemiol 1980;111:37-58
53-Rosenman RH,Brand RJ,Sholtz RI,Friedman M.Multivariate prediction of coronary heart
disease during 8.5 year follow-up in Western Collaborative Group Study .Am J Cardiol
1976;37:903-909
54-Goodman M,Quigley J,Moran G,Meilman H,Sherman M.Hostility predicts restenosis after
percutaneous transluminal coronary angioplasty.Mayo Clin Proc. 1996;71:729-734
63
55-Julkunen J,Salonen R,Kaplan GA,Chesney MA,Salonen JT.Hostility and the progression
of carotid atherosclerosis.Psychosom Med.1994;56:519-525
56-Helmers KF,Krantz DS,Howell RH,Klein J,Bairey N,Rozanski A.Hostility and myocardial
ischemia in coronary artery disease patients:evaluation by gender and ischemic
index.Psychosom Med 1993;55:29-36
57-Orth-Gomer K,Johnson JV.Social network interaction and mortality:a six year follow-up
study of a random sample of the Swedish population.J Chronic Dis.1987;40:949-957
58-Berkman LF,Leo-Summers L,Horwitz RI.Emotional support and survival after myocardial
infarction:a
prospective
,population-based
study
of
the
elderly.Ann
Intern
Med.1992;117:1003-1009
59-Ratcliffe HL,Cronin NT.Changing frequency of atherosclerosis in mamals and birds at the
Philadelphia Zoological Garden.Circulation 1958;18:41-52
60-Ratcliffe
HL,Lughibuhl
H,Schnarr
WR,Chacko
K.Coronary
atherosclerosis
in
swine:evidence of a relation to behavior. J Comp Physiol Psych.1969;68:385-392
61-Shively CA ,Clarkson TB, Kaplan JR,Social deprivation and coronary artery
atherosclerosis in female cynomolgus monkeys.Atherosclerosis 1989;77:69-76
62-Unden AL,Orth-Gomer K,Elofsson S.Cardiovascular effects of social support in the work
place:twenty-four hour ECG monitoring of men and women.Psychosom Med. 1991;53:53-60
63-Karasek RA,Baker D,Marxer F,Ahlbom A,Theorell T.Job decision latitude,job
demands,and cardiovascular disease:a prospective study of Swedish men. Am J Public Health
1981;71:694-705
64-Schnall PL,Landsbegis PA,Baker D.Job strain and cardiovascular disease.Ann Rev Public
Hlth 1994;15:381-411
64
65-Karasek RA,Theorell T,Schwartz JE,Schnall PL,Pieper CF,Michela JL.Job characteristics
in relation to the prevalence of myocardial infarction in the US Health Examination Survey
(HES) and The Health and Nutrition Examination Survey (HANES). Am J Public Health
.1988;78:910-918
66-Theorell T,Tsutsumi A,Hallqist J,Reuterwall C,Hogstedt C,Fredlund P,Emlund N,Johnson
JV,and the SHEEP Study Group.Decision latitude,job strain and myocardial infarction.a study
of working men in Stockholm.Am J Public Health.1998;88:382-388
67-Hlatky MA,Lam LC,Lee KL,Clap-Channing NE,Williams RB,Pryor DB,Califf RM,Mark
DB.Job strain and the prevalence and outcome of coronary artery disease.Circulation
1995;92:327-333
68-Bosma H,Peter R,Siegrist J,Marmot M.Two alternative job stres models and the risk of
coronary heart disease.Am J Public Health.1998;88:68-74
69-Siegrist J,Peter R,Junge A,Cremer P,Seidel D.Low status,high effort at work and ischemic
heart disease:prospective evidence from blue-collar men.Soc Sci Med.1990;31:1127-1134
70-Lynch J,Krause N,Kaplan GA,Salonen A,Salonen JT.Work place demands,economic
reward,and progression of carotid atherosclerosis.Circulation 1997;96:302-307
71-Holmes T,Rahe R.The social readjustment rating scale.J Psychosom Res.1967;11:213-218
72-Rahe RH,Romo M,Bennett L,Siltanen P.Recent life changes,myocardial infarction,and
abrupt coronary death.Arch Intern Med.1974;133:221-228
73-Freeman LJ, Nixon PGF, Sallabank P, Reaveley D. Psychological stress and silent
myocardial ischemia. Am Heart J. 1987;114:477–482
65
74-Cobb S. Physiologic changes in men whose jobs were abolished. J Psychosom Res.
1974;18:245–258
75-Mausner-Dorsch
H,Eaton
WW.Psychosocial
work
environment
and
depression:epidemiolgic assessment of the demand-control model.Am J Public Health
2000;90:1765-70
76-Kaplan JR,Manuck SB,Clarkson TB,Lusso FM,Taub DM.Social status,environment,and
atherosclerosis in cynomolgus monkeys.Arteriosclerosis 1982;2:359-368
77- Kaplan JR, Manuck SB, Adams MR, Weingand KW, Clarkson TB. Inhibition of coronary
atherosclerosis by propranolol in behaviorally predisposed monkeys fed an atherogenic diet.
Circulation. 1987;76:1365–1372.
78-Adams MR, Kaplan JR, Koritnik DR. Psychosocial influences on ovarian endocrine and
ovulatory function in Macaca fascicularis. Physiol Behav. 1985;35:935–940
79-Williams JK, Shively CA, Clarkson TB. Determinants of coronary artery reactivity in
premenopausal female cynomolgus monkeys with diet-induced atherosclerosis. Circulation.
1994;90:983–987
80-Kaplan JR, Adams MR, Clarkson TB, Koritnik DR. Psychosocial influences on female
"protection" among cynomolgus macaques. Atherosclerosis. 1984;53:283–295
81-Kaprio J, Koskenvuo M, Rita H. Mortality after bereavement: a prospective study of
95,647 persons. Am J Public Health. 1987;77:283–287
82- Leor J, Poole WK, Kloner RA. Sudden cardiac death triggered by an earthquake. N Engl
J
Med.
1996;334:413–419
83-Meisel SR, Kutz I, Dayan KI, Pauzner H, Chetboun I, Arbel Y, David D. Effects of Iraqi
missile war on incidence of acute myocardial infarction and sudden death in Israeli civilians.
Lancet. 1991;338:660–661
66
84-Mittleman MA, Maclure M, Sherwood JB, Mulry RP, Tofler GH, Jacobs SC, Friedman R,
Benson H, Muller JE, for the Determinants Of Myocardial Infarction Onset Study
Investigators. Triggering of acute myocardial infarction onset by episodes of anger.
Circulation. 1995;92:1720–1725
85- Rozanski A, Bairey CN, Krantz DS, Friedman J, Resser KJ, Morell M, Hilton-Chalfen S,
Hestrin L, Bietendorf J, Berman DS. Mental stress and the induction of silent myocardial
ischemia in patients with coronary artery disease. N Engl J Med. 1988;318:1005–1012
86-Yeung AC, Vekshtein VI, Krantz DS, Vita JA, Ryan TJ, Ganz P, Selwyn AP. The effect
of atherosclerosis on the vasomotor response of the coronary arteries to mental stress. N Engl
J Med. 1991;325:1551–1556
87- Dakak N, Quyyumi AA, Eisenhofer G, Goldstein DS, Cannon RO III. Sympathetically
mediated effects of mental stress on the cardiac microcirculation of patients with coronary
artery disease. Am J Cardiol. 1995;76:125–130
88-Goldberg AD, Becker LC, Bonsall R, Cohen JD, Ketterer MW, Kaufman PG, Krantz DS,
Light KC, McMahon RP, Noreuil T, Pepine CJ, Raczynski J, Stone PH, Strother D, Taylor H,
Sheps DS. Ischemic, hemodynamic, and neurohormonal responses to mental and exercise
stress: experience from the psychophysiological investigations of myocardial ischemia study
(PIMI). Circulation. 1996;94:2402–2409
89-Sherwood A, Johnson K, Blumenthal JA, Hinderliter AL. Endothelial function and
hemodynamic responses during mental stress. Psychosom Med.
90- Fuchs LC, Landas SK, Johnson AK. Behavioral stress alters coronary vascular reactivity
in borderline hypertensive rats. J Hypertens. 1997;15:301–307
67
91-Levine SP, Towell BL, Suarez AM, Knieriem LK, Harris MM, George JN. Platelet
activation and secretion associated with emotional stress. Circulation. 1985;71:1129–1134
92-Kamrack TW, Everson SA, Kaplan GA, Manuck SB, Jennings JR, Salonen R, Salonen JT.
Exaggerated blood pressure responses during mental stress are associated with enhanced
carotid atherosclerosis in middle-aged Finnish men. Circulation. 1997;96:3842–3848
93-Barnett PA, Spence JD, Manuck SB, Jennings JR. Psychological stress and the progression
of
carotid
artery
disease.
J
Hypertens.
1997;15:49–55
94-Lynch W, Everson SA, Kaplan GA, Salonen R, Salonen JT. Does low socioeconomic
status potentiate the effects of heightened cardiovascular responses to stress on the
progression
of
carotid
atherosclerosis?
Am
J
Public
Health.
1998;88:389–394
95-Matthews KA, Owens JF, Kuller LH, Sutton-Tyrrell K, Lassila HC, Wolfson SK. Stressinduced pulse pressure change predicts women's carotid atherosclerosis. Stroke.
1998;29:1525–1530
96-Hemingway H,Marmot M.Psychosocial factors in the aetiology and prognosis of coronary
heart disease:systematic review of prospective cohort studies BMJ 1999;318:1460-1467
97-Rozanski
A,James
A
Blumenthal,Karina
W.Davidson,Partice
G.Saab,Laura
Kubzansky.The epidemiology,pathophysiology and management of psychosocial risk factors
in cardiac pratice. J Am Coll Cardiol 2005;45:637-51
98-Rugulies R.Depression as apredictor for coronary heart disease.a rewiev and metaanalysis. Am J Prev Med 2002;23:51-61
99-Wilson PW,D’Agostino RB,Levy D,Belanger AM,Silbershatz H,Kannel WB.Prediction of
coronary heart disease using risk factor categories .Circulation 1998;97:1837-47
100-Yusuf S,Hawkin S,Ounpuu S,et al.Effect of potentially modifiable risk factors associated
with myocardial infarction in 52 countries(the İNTERHEART study):case-controlstudy.
Lancet 2004;364:937-52
68
101-Jalowiel DA,Hill JA.Myocardial infarction in the young and in women.Cardiovasc Clin
1989;20:197-206
102-Tuzcu ME,Kapadia SR,Tutar E,et al.High prevalence coronary atherosclerosis in
asymptomatic teenagers and young adults:evidence from intravascular ultrasound.Circulation
2001;103:2705-10
103-Kannel
WB,Abbott RD.Incidence and prognosis of unrecognized myocardial
infarction.An update on the Framingham study. N Engl J Med 1984;311:1144
104-Kannel W,McGee D,Castelli W.Latest perspectives on cigarette smoking and
cardiovascular disease:the Framingham Study .J Card Rehabil 1984;4:267-77
105-Williams MJ,Restieaux NJ,Low CJ.Myocardial infarction in young patients with normal
coronary arteries.Heart 1998;79:191-4
106-Isser HS,Puri VK,Narain VS,Saran RK,Dwivedi SK,Singh S.Lipoprotein(a) and lipid
levels in young patients with myocardial infarction and their first-degree relatives.Indian
Heart J 2001;53:463-6
107-Foody JM,Milberg JA,Robinson K,Pearce GL,Jacobsen DW,Sprecher DL.Homocysteine
and lipoprotein (a) interact to increase CAD risk in young men and women.Arteriosclerosis
Thromb Vasc Biol 2000;20:493-9
108-Willett WC,Green A,Stampfer MJ,et al.Relative and absolute risks of coronary heart
disease among women who smoke cigarette. N Engl J Med 1987;317:1303-9
109-Hennekens C,Evans D,Peto R.Oral contraceptive use,cigarette smoking and myocardial
infarction.Br J Fam Plann 1989;5:66-7
69
110-Mahoney LT,Burns TL,Stanford W,et al.Usefulness of the Framingham risk score and
body mass index to predict early coronary artery calcium in young adults (Muscatine study).
Am J Cardiol 2001;88:509-15
111-Uiterwaal CS,Witteman JC, van Stiphout WA,et al.Lipoproteins and apolipoproteins in
the young and familial risk of coronary atherosclerosis.Atherosclerosis 1996;122:235-44
112-Iribarren C,Sidney S,Bild DE,et al.Association of hostility with coronary artery
calcification in young adults:the CARDIA study.Coronary Artery Risk Development in
Young Adults. JAMA 2000;283:2546-51
113-Bloch A,Girad M,Bersier AL,Beurret L,Marc F,Maeder JP,Coulet B,Ecklin G.Risk
factors and psycho-social factors in myocardial infarct of the young man.Schweiz Med
Wochenschr 1979 Dec 22;109(49):1963-6
114-Babiarz M,Elikowski W,Przybyl L.Type of behavior pattern and risk factors in young
men after myocardial infarction.Pol Tyg Lek 1993 Jan 18-25;48(3-4):71-3
115-Kayaba K,Yazawa Y,Natsuma T,Yaginuma T,Hasaka T,Hosoda S,Tamada T.The
relevance of psychosocial factor in acute ischemic heart disease.a case-control study of a
Japanese population.Jpn Circ J 1990 Apr;54(4):464-71
116-Badui E,Rangel A,Valdespino A,Graef A,Plaza A,Chavez E,Ramos MA,Lepe L,Cruz
H,Enciso R.Acute myocardial infarct in young adults.A report of 142 cases.Arch Inst Cardiol
Mex 1993 Nov-Dec;63(6):529-37
117-Ismail J,Jafar TH,Jafary FH,Faruqui AM,Chaturvedi N.Risk factors for non-fatal
myocardial infarction in South Asian adults. Heart 2004 Mar;90(3):259-63
118-Maity AK,Das MK,Chatterjee SS,Dutta S,Guha S.Prognostic significance of risk factors
in acute myocardial infarction in young.Indian Heart J 1989 Sep-Oct;41(5):288-91
70
119-Klein LW,Agarwal JB,Herlich MB,Leary TM,Helfant RH.Prognosis of symptomatic
coronary artery disease in young adults aged 40 years or less. Am J Cardiol 1987;60:1269-72
120-Zimmerman FH,Cameron A,Fisher LD,Ng G.Myocardial infarction in young
adults:angiographic characterization ,risk factors,and prognosis(Coronary Artery Surgery
Study Registry).J Am Coll Cardiol. 1995 Sep;26(3):654-61
121-Fournier
JA,Sanchez
A,Quero
J,Fernandez-Cortacero
JA,Gonzales-Barrero
A.Myocardial infarction in men aged 40 years or less:a prospective clinical-angiographic
study.Clin Cardiol.1996 Aug;19(8):631-6
122-Cole JH,Miller III JI,Sperling LS,Weintraub WS.Long-term follow-up of coronary artery
disease presenting in young adults.J Am Coll Cardiol 2003;41:521-8
123-Kannel WB,Vokonas PS :Demographics of the prevalence,incidence,and managment of
coronary heart disease in the elderly and in women.Ann Epidemiol 2:5-14,1992.
124-Reynen K,Bachmann K: Coronary arteriography in elderly patients:Risk,therapeutic
consequences and long-term folow-up.Coron Artery Dis 8:657-666,1997.
125-Goldberg RJ,McCormick D,Gurwitz JH,et al:Age-related trends in short and long-term
survival after acute myocardial infarction :A 20-year population-based perspective (19751995). Am J Cardiol 82:1311-1317,1998.
126-The Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus.Report
of the Expert Committee on the Diognosis and Classification of Diabetes Mellitus.Diabetes
Care 1999;22(suppl I):S5-19
127-National Institutes of Health.Clinical guidelines on the identification,evaluation,and
treatment of overweight and obesity in adults :the evidence report.Obes Res 1998;6(suppl
2):s51-209
71
128-Lovibond,S.H. Lovibond,P.F. (1995).Manual for the Depression Anxiety Stres
Scales.(sekond edition) Sydney:Psychology Foundation.
129-Brown, T.A.,Korotitsch, W.,Chorpita, B.F. and Barlow,D.H.(1997). Psychometric
properties of the Depression Anxiety Stres Scales (DASS) in clinical samples .Behaviour
Research and Theraphy ,35,79-89.
130-Andrew MJ,Baker RA,Kneebone AC, et al.Mood state as a predictor of
neuropsychological deficits follwing cardiac surgery. J Psychosom Res Jun 2000 48 (6):537546
131-Baker RA,Andrew MJ,Schrader G,et al.Preoperative depression and mortality in
coronary artery bypass surgery:Preliminary findings Aust Nz J Surg Mar 2001 71(3):139-142
132-Pignalberi C,Patti G,Chimenti C et al.Role of different determinants of psychological
distress in acute coronary syndromes. J Am Coll Cardiol 1998;32:613.
133-Kanitz MG,Giovannucci SJ,Jones JS,Mott M.Myocardial infarction in young adults :risk
factors and clinical features.J Emerg Med.1996 Mar-Apr;14(2):139-145.
134-Tofler GH,Stone PH,Maclure M,et al.Analysis of possible triggers of acute myocardial
infarction(the MILIS study).Am J Cardiol 1990;66:22.
72
Download