Hasan ZEYBEK - Ulusal Tez Merkezi

advertisement
T.C.
OKAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANA BİLİMDALI
İŞLETME DOKTORA PROGRAMI
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DOLARİZASYON
VE FİNANSMAN MALİYETİ ÜZERİNE ETKİLERİ:
TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI
BİR ANALİZ
DoktoraTezi
Tez Çalışmasını Hazırlayan:
Hasan ZEYBEK
Danışman
Prof.Dr. Halit Targan ÜNAL
T.C. Okan Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Genco FAS
T.C. İstanbul Bilgi Üniversitesi
İSTANBUL, 2015
T.C.
OKAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANA BİLİMDALI
İŞLETME DOKTORA PROGRAMI
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DOLARİZASYON
VE FİNANSMAN MALİYETİ ÜZERİNE ETKİLERİ:
TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI
BİR ANALİZ
(Doktora Tezi)
Tez ÇalışmasınıHazırlayan:
Hasan ZEYBEK
Öğrenci No:132017002
Danışman
Jüri Üyeleri
:
Prof.Dr. Halit Targan ÜNAL
T.C. Okan Üniversitesi
:
Yrd. Doç. Dr. Genco FAS
T.C. İstanbul Bilgi Üniversitesi
:
Prof. Dr. Erdinç TELATAR
T.C. Okan Üniversitesi
Prof. Dr. Ünal H. ÖZDEN
T.C. İstanbul Ticaret Üniversitesi
Doç.Dr. Kadir TUNA
T.C. İstanbul Üniversitesi
İSTANBUL,2015
ii
YEMİN METNİ
Doktora
tez
çalışması
olarak
sunduğum
“GELİŞMEKTE
OLAN
ÜLKELERDE DOLARİZASYON VE FİNANSMAN MALİYETİ ÜZERİNE
ETKİLERİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR
ANALİZ” başlıklı bu çalışmanın, bilimsel ahlak ve geleneklere uygun şekilde
tarafımdan yazıldığını, yararlandığım eserin tamamının kaynaklarda gösterildiğini ve
çalışmamın içinde kullanıldıkları her yerde bunlara atıf yapıldığını belirtir ve bunu
onurumla doğrularım.
Hasan ZEYBEK
25/11/2015
iii
ÖNSÖZ
Çalışmalarım sırasında fikir veren, yol gösteren ve projenin ana hatlarının oluşmasını
sağlayan kıymetli danışman hocam Prof. Dr. Targan ÜNAL’a ve Yrd. Doç. Dr.
Genco FAS’a minnettarım.
Çalışmamın
başından
beri
manevi
desteğini
esirgemeyen
aileme
sonsuz
teşekkürlerimi sunarım.
Kasım2015
Hasan ZEYBEK
iv
Adı Soyadı :Hasan ZEYBEK
Danışmanı : Prof. Dr. Targan ÜNAL/ Yrd. Doç. Dr. Genco FAS
Türü ve Tarihi :Doktora, 2015
JEL Kodları : G23, P44
Anahtar Kelimeler :Dolorizasyon, Finansman Maliyeti, Bankacılık, Minimum
Varyans Portföyü
ÖZET
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DOLARİZASYON VE FİNANSMAN
MALİYETİ ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE
KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ
Dolarizasyon en basit tanımıyla günümüzün finansal hayatında kendisini
kanıtlamış yabancı para birimleri üzerinden işlem yapma eğilimleri olarak
tanımlanabilir. Bu eğilimler, ekonomiler üzerinde olumlu ve olumsuz çeşitli etkiler
yaratmakta olup bu sonuçlar öncelikle ekonomik hayatın en önemli kurumları olan
bankalar üzerinde etkili olmaktadır.
Aynı zamanda dolarizasyon, finansal maliyetlere ve mevcut ekonomik
göseregelere olumsuz olabilecek etkileri sebebiyle ekonomik literarde çok fazla
araştırılan
bir
husus
olarak
karşımıza
çıkmaktadır.
Günümüzde
literatür
incelemelerinde genellikle dolarizasyonun mevcut düzeyinin ortaya konması ve seyri
ile ortaya çıkabilecek eksiklikler incelenmektedir. Ancak, elde dolarizasyon
düzeylerinin aslında bir finansal krizi göstermesi ya da mevcutta gerçekleşen
dolarizasyon düzeyinin bir kusur ya da sıkıntı doğurup doğurmayacağı çerçevesinde
v
bir görüş bulunmamaktadır. Tez çalışmasının çıkış noktası da akademik yazındaki bu
eksikliği gidermektir.
Bu çalışmada bankaların Türkiye ekonomisi vasıtasıyla yükümlülük
dolarizasyondan hangi düzeyde etkilendikleri incelenmiştir. İnceleme kapsamında
bankaların finansal işlemlerinde yükümlülük dolarizasyonun belli derecelerde
olmasının, finansal performansı etkilemesi beklenti dahilindedir. Elde edilen
araştırma sonuçlarına göre, literatüre yönelik önemli bulgular elde edilmiştir.
Buna göre çalışmanın amacı, dolarizasyonun mevcut olup olmadığını ortaya
koymak değil, mevcut olan dolarizasyona ilişkin düzeyin risk oluşturacak bir
düzeyde olup olmadığının hesaplanması ve ulaşılan tespitler neticesinde bir finansal
kriz olma ihtimalinin incelenmesidir.
Çalışmada, olması gereken dolarizasyon düzeyini ifade etmesi amacıyla
minimum varyans portföyü (MVP) değeri hesaplanmıştır. Ulaşılan sonuçlara göre,
MVP, mevcutta sahip olunan dolarizasyon rakamları ile karşılaştırılmış ve
dolarizasyon düzeyinin, olması gereken optimum dolarizasyon düzeyinden daha
yüksek bir seviyede olduğu bulgularına ulaşılmıştır. Diğer bir ifade ile, Türkiye’nin
enflasyon optimal portföy bileşimini veren dolar oranının çok ötesinde bir
dolarizasyon sürecinde olduğu görülmektedir.
Ayrıca çalışma kapsamında gerçekleştirilen Granger Nedensellik Testi
sonuçları; MVP'nin, yükümlülük dolarizasyonunun nedeni olduğunu da ortaya
koymuştur. Dolayısıyla, ölçülen MVP’nin optimal değerlerin belirlenmesinde güçlü
bir araç olduğu sonucuna varılmıştır. Elde edilen bu sonuçlar mevcut literatürü
destekler niteliktedir.
Analiz bölümünün ikinci kısmında ise elde edilen bulgular neticesinde
finansal kriz olasılığı test edilmiş ve yükümlülük dolarizasyonun finansal kriz
olasılıklarına katkısı gerçekleştirilen analizler neticesinde incelenmiştir. Elde edilen
sonuçlar kapsamında bulgular yükümlülük dolarizasyonunun döviz kuru rejimlerinde
vi
değişme göstermediğini göstermekte olup, ortaya konan dolarizasyon düzeyinin,
finansal kriz olasılığını desteklenmediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durum olası bir
finansal kriz beklentisinde yükümlülük dolarizasyonun etkisinin sınırlı olacağı
öngörüsününde bulunmamızı desteklemektedir.
vii
Name and Surname : Hasan ZEYBEK
Supervisor : Prof. Targan ÜNAL/ Ass. Prof. Genco FAS
Degree and Date :PhD, 2015
JEL Classification: G23, P44
Key Words : Dollarization, Financing Cost, Banking, Minimum Variance Portfolio.
ABSTRACT
DOLLARIZATION AND ITS EFFECTS ON THE COST OF FINANCING ON
DEVELOPING COUNTRIES: A COMPARATIVE ANALYSIS ON THE
TURKISH ECONOMY
Unsettled economic environment in today has turned out itself to trade
foreign currencies trend is increasing. These tendencies known as dollarization which
creat variety of positiveand negative effects on the economy. Therefore, banks that
one of the foremost economic actors’ must be taken into account.
In this study by the help of surveys it is adressed that how banks are affected
by dollarization. The dollarization at certain levels in financial transactions of the
banks is estimated to affect the financial performance. Indeed, at the end of the
research important evidences are obtained related to this subject.
The rewithal dollarization is a widely discussed issue in academic literature
and politics due to its negative impacts on the financial equilibrium and entire
economic performance. Present studies frequently emphasized the problems that
could a rise in the economy with the determination of the existence and development
of dollarization. However, no consensus has been achieved on current dollarization
viii
levels pointing to pre-crisis danger or that the existing situation will not create a
drawback. This gap in the literature forms the starting point of this study.
This situation that would distress the financial system should have an
indicator, in otherwords, a mechanism that gives the optimal level so that economic
units can take the necessary measures after that point is passed. On the contrary,
restricting measuresbefore the optimum point causes the units’ abilities to price the
risk, which candamage risk-income relationship.
From here, the main purpose of the study is not toestablish the existence of
dollarization, but to disclose whether or not the existing dollarization level might
create risks and whether or not available findings increasethe possibility of a
financial crisis.
In this research, Minimum Variance Portfolio (MVP) has been calculated as
the dollarization value representing the optimum level. MVP has been compared
with realized dollarization values, with the conclusion that the current level of
dollarization is high. But, contribution of financial dollarization over the probability
of financial crises is not supported with empirical results.
In the second part of the analysis tested the possibility of obtained as a result
of the financial crisis and contributed to the financial crisis, financial dollarization
possibilities were examined in the analysis carried out as a result. The results
obtained within the framework of loan dollarization of deposits findings suggest that
alterations in is different from the dollarization of the exchange rate regime set out in
dollarization level has revealed that the possibility of supporting the financial crisis.
This situation limited the impact of the financial dollarization would be a possible
financial crisis reinforces our presence in the thematic expectations.
ix
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
YEMİN METNİ ........................................................................................................ iii
ÖNSÖZ .......................................................................................................................iv
ÖZET ........................................................................................................................... v
ABSTRACT ............................................................................................................. viii
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................... x
TABLOLAR LİSTESİ ........................................................................................... xiii
ŞEKİLLER LİSTESİ ..............................................................................................xiv
KISALTMALAR ...................................................................................................... xv
BÖLÜM 1 .................................................................................................................... 1
GİRİŞ VE AMAÇ ....................................................................................................... 1
BÖLÜM 2 .................................................................................................................... 7
DOLARİZASYON VE DOLARİZASYONUN EKONOMİYE ETKİLERİ ........ 7
2.1. Dolarizasyonun Tanımı................................................................................. 7
2.1.1.
Dolarizasyonun Tanımı..................................................................... 7
2.1.2.
Dolarizasyon ve Euroizasyon ......................................................... 10
2.1.3.
Kısmi Dolarizasyon ve Tam Dolarizasyon ..................................... 12
2.1.4.
Para İkamesi, Varlık İkamesi ve Finansal Dolarizasyon ................ 14
2.1.5.
Yükümlülük Dolarizasyonu ve Nedenleri ...................................... 17
2.1.5.1. Piyasa Başarısızlıkları Görüşü ...................................................... 17
2.1.5.2. Kurumsal Görüş............................................................................ 22
2.1.6.
Reel Dolarizasyon ........................................................................... 26
2.1.7.
Simetrik ve Asimetrik Dolarizasyon............................................... 26
2.2. Dolarizasyonun Nedenleri .......................................................................... 27
2.2.1.
Geleneksel Yaklaşımlar .................................................................. 27
2.2.2.
Ulusal Para Cinsinden Dış Borçlanamama ..................................... 29
2.2.3.
Minimum Varyans Portföyü ........................................................... 30
2.2.4.
Yeni Yaklaşımlar ............................................................................ 38
2.3. Dolarizasyonun Ekonomiye Etkileri ........................................................... 42
2.3.1.
Dolarizasyonun Ekonomiye Olumlu Etkileri ................................. 43
2.3.2.
Dolarizasyonun Ekonomiye Olumsuz Etkileri ............................... 45
2.3.3.
Para Politikalarının Kontrolde Tutulamaması ................................ 46
2.3.4.
Geri Ödenmeme Riski Oluşturması ................................................ 47
2.3.5.
Sektörel Kur Uyumsuzlukları ......................................................... 48
2.3.6.
Finansal Kriz Olasılığında Artış ..................................................... 56
BÖLÜM 3 .................................................................................................................. 65
DOLARİZASYONUN FİNANSMAN MALİYETİ VE BANKALAR
ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ ...................................................................................... 65
x
3.1. Bankacılık Sektörü, Finansman Maliyetleri ve Rekabet Unsurları ............ 65
3.1.1.
Bankaların Varlık Nedenleri ........................................................... 65
3.1.1.1. Finansal Aracılık .......................................................................... 65
3.1.1.2. Likidite ......................................................................................... 66
3.1.1.3. Kredi Talep Edenleri Değerlendirmek ve İzlemek ....................... 67
3.1.1.4. Asimetrik Bilgi Problemini Çözmek ............................................ 67
3.1.1.5. Para Politikalarının Etkinliğini Arttırmak .................................... 68
3.1.1.6. Ekonomik İstikrarı Etkilemek ...................................................... 69
3.1.1.7. Ölçek ve Kapsam Ekonomileri ..................................................... 70
3.1.1.8. Ödeme Sistemlerinin Etkinliğini Arttırmak ................................. 70
3.1.1.9. Dış Ticareti Fonlamak ve İhracatı Teşvik Etmek ......................... 71
3.1.2.
Bankaların Türleri ........................................................................... 71
3.1.2.1. Kapsamlarına Göre Banka Türleri ................................................ 71
3.1.2.2. Faaliyet Alanlarına Göre Banka Türleri ....................................... 74
3.1.3.
Bankaların Temel İşlevleri.............................................................. 76
3.1.4.
Bankacılık Sektöründe Rekabet Unsurları ...................................... 79
3.1.5.
Bankaların Finansman Maliyeleri ................................................... 82
3.2. Dolarizasyonun Bankacılık SektörüneYönelik Etkileri .............................. 83
3.3. Dolarizasyonun Bankacılık Sektörü Finansman Maliyetleri Üzerindeki
Etkileri86
3.4. Yüklenilen Finansman Maliyeti ve Kur Risklerinin Bankacılık Sektrörüne
Etkileri89
3.4.1.
Bankacılık Sektöründe Açık Pozisyonlar ....................................... 89
3.4.2.
Dış Borçlanma Kavramı ve Dış Borçlanma Düzeyi ....................... 91
BÖLÜM 4 .................................................................................................................. 95
DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE DOLARİZASYONUN GELİŞİMİ VE
ÖLÇÜM YÖNTEMLERİ ........................................................................................ 95
4.1. Dünya’da Dolarizasyon .............................................................................. 95
4.1.1.
Raket Etkisi ya da Dolarizasyon Histerisi ...................................... 99
4.2. Türkiye’de Dolarizasyon, Ölçüm Yöntemlerive Gelişimi ........................ 100
4.2.1.
Dolarizasyon’unÖlçüm Yöntemleri .............................................. 100
4.2.2.
Türkiye’de Dolarizasyon’un Tarihsel Gelişimi ............................ 104
4.2.3.
Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi107
BÖLÜM 5 ................................................................................................................ 109
TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ... 109
5.1. Dolarizasyon Düzeyi Tespitinde Minimum Varyans Portföyü (Mvp) ..... 109
5.2. Veri Seti .................................................................................................... 113
5.3. Araştırma Modeli Ve Değişkenler ............................................................ 114
5.4. Nedensellik Analizi İle Mvp Ve Dolarizasyonilişkisinin Tespiti ............. 115
5.4.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti ........................................................... 117
5.4.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması ................................... 119
5.4.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi ............................................ 120
xi
5.4.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları ......................................... 121
5.5. Nedensellik Analizi İle Yükümlülük Dolarizasyonu, Kredi Faizi, Gösterge
Faiz Ve Döviz Kuru İlişkisinin Tespiti ................................................................. 123
5.5.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti ........................................................... 123
5.5.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması ................................... 125
5.5.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi ............................................ 126
5.5.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları ......................................... 126
5.6. İkinci Aşama: Finansal Kriz Olasılığının Test Edilmesi .......................... 128
5.6.1. Metodoloji ................................................................................................. 129
5.6.2. Veri Seti .................................................................................................... 130
5.6.3. Logit Analizi ............................................................................................. 133
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .........................................................................138
KAYNAKLAR ........................................................................................................ 149
ÖZGEÇMİŞ (CURRICULUM VITAE) ............................................................... 159
xii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo No.
Sayfa No.
Tablo 1.1: Literatürde Dolarizasyon Tanımları ......................................................... 10
Tablo 1.2: Enflasyon ve MVP Arasındaki İlişki........................................................ 37
Tablo 1.3: Kur Uyumsuzlukları Açısından Dolarizasyon Çeşitleri ........................... 51
Tablo 1.4: Seçilmiş Ülkelerin Dolarizasyon İndeksleri ve Çeşitleri ......................... 52
Tablo 1.5: Tarihsel Süreçte Tüm Dünyayı Etkileyen Krizler .................................... 58
Tablo 3.6: Dolarizasyon Endeksleri......................................................................... 102
Tablo 3.7: Dolarizasyon Ölçüm Yöntemleri............................................................ 103
Tablo 4.8: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi
Sonuçları .................................................................................................................. 118
Tablo 4.9: MVP ve Yükümlülük Dolarizasyonu İçin Eşbütünleşme Testi ............. 120
Tablo 4.10: MVP ve KVYP / TAİçin Eşbütünleşme Testi...................................... 120
Tablo 4.11: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi .......................................... 121
Tablo 4.12: Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP Arasındaki Nedensellik İlişkisi 122
Tablo 4.13: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi
Sonuçları .................................................................................................................. 124
Tablo 4.14: Yükümlülük Dolarizasyonu ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi .. 125
Tablo 4.15: Döviz Kuru ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi ........................... 125
Tablo 4.16: Döviz Kuru ve Gsöterge Faiz İçin Eşbütünleşme Testi ....................... 125
Tablo 4.17: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi .......................................... 126
Tablo 4.18: Yükümlülük Dolarizasyonu,Kredi Faizi, Gösterge Faiz ve Döviz Kuru
Arasındaki Nedensellik İlişkisi ................................................................................ 127
Tablo 4.19: Logit Analizi Sonuçları ........................................................................ 133
Tablo 4.20: Standartlaştırılmış Marjinal Etkiler ...................................................... 135
xiii
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil No.
Sayfa No.
Şekil 1.1: Döviz Kuru Rejimleri ................................................................................ 13
Şekil 1.2: Portföy Varyansının Optimal Düzeyi ........................................................ 33
Şekil 1.3: Fon Piyasasında MVP ............................................................................... 34
Şekil 1.4: Enflasyon Artışının Etkisi ......................................................................... 35
Şekil 1.5: Ekonomik Birimlerin Yabancı Para Bilanço Kalemleri ............................ 49
Şekil 1.6: Bilanço Kırılganlıklarının Analizi ............................................................. 55
Şekil 1.7: Kriz Modelleri ........................................................................................... 64
Şekil 2.8: Finansman Maliyetini Etkileyen Değişkenler ........................................... 83
Şekil 2.9: Bankacılık Sektörü Yabancı Kesim Bazında Net Genel Pozisyonu (milyon
$) ................................................................................................................................ 90
Şekil 2.10: Bankacılık Sektörü Net Genel Pozisyonu(Milyon $) .............................. 93
Şekil 3.11: Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi (%) 107
Şekil 5.12: Türkiye’nin Olması Gereken ve Gerçekleşen Yükümlülük Dolarizasyonu
Düzeyleri .................................................................................................................. 112
xiv
KISALTMALAR
AB: Avrupa Birliği
BP: Banka Karlılığı
CRR: Ülke Bankaların Kredi Riski Oranı
CAR: Ülke Bankalarının Sermaye Yeterliliği Rasyosu
EVDS: Elektronik Veri Dağıtım Sistemi
GDF: Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi
GOÜ: Gelişmekte Olan Ülke
GSYİH: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla
IFS: International Financial Statistic
IMF: Uluslararası Para Fonu
MVP: Minimum Varyans Portföyü
PP: Philips-Perron Birim Kök Testi
TCMB: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TR: Türkiye
VECM: Vektör Hata Düzeltme Modeli
YP: Yabancı Para
xv
BÖLÜM 1
GİRİŞ VE AMAÇ
Ekonomik ve finansal dünyada para pek çok işlevi üstlenmektedir. Gerek
değiş-tokuş aracı olma ve gerekse de değer biriktirme açılarından paranın,
ekonomiler üzerinde büyük bir etkisi bulunmaktadır. Farklı ekonomilerin farklı
derecede güce sahip olmaları ve ekonomilerde görülebilen kırılganlıklar ise yerli
para birimi yerine küresel olarak kabul görmüş yabancı para cinslerinin daha çok
tercih edilmelerini sağlayabilmektedir. Söz konusu tercih, dolarizasyon olarak
bilinmektedir (Zeybek, 2014).
Dolarizasyon, paranın bir veya birkaç işlevinin yerli paradan yabancı paraya
geçmesidir. Yerli paranın işlevlerinin yabancı paraya geçme derecesi ve nedenleri,
ekonomiler arasında farklılık göstermektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde
iktisadi birimler, makro istikrarsızlıkların bir sonucu olarak, finansal varlıklarının
değer
yitirmesi
korkusu
ile
daha
istikrarlı
para
biriminden
varlıklara
yönelebilmektedirler. Ekonomik birimler bu şekilde çeşitlendirme yaparak riski
azaltma
çabası
içerisine
girmektedirler.
Ancak
dolarizasyon,
döviz
kuru
dalgalanmalarının ekonomiye intibakını artırdığı için ekonomik dengelerin tümünü
etkileyen bir risk unsuru olarak da varlığını korumaktadır.
Geçtiğimiz yirmi yıl içinde küreselleşmenin doğurduğu en önemli
sonuçlardan biri, gelişmekte olan ekonomilerde yabancı para birimlerinin yerel
ölçekte daha fazla kullanılması olmuştur. Bu durum özellikle BRIC ülkeleri ve
Türkiye için öne çıkan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkelerde döviz
her dönem daha çok tercih edilmeye başlamış olup ülkelerin yerli paralarının giderek
önüne geçmiştir. (Ize ve Levy-Yeyati, 2003).
1
Günümüzde ABD doları gelişmekte olan çeşitli pazarlarda temel belirleyici
döviz olduğundan, bu algı geçmişten günümüze üretilen akademik çalışmalarda
“mali dolarizasyon” şeklinde yer almıştır.
Dolarizasyon terimi çok çeşitli olguları ifade etmek üzere kullanılmıştır.
Sonuç olarak resmi (kanun gereği) dolarizasyon, dövize (tipik olarak sınırlayıcı)
meşru biçimde hassas statü verilen durumu ifade ederken; gayrıresmi (veya kabul
edilen) dolarizasyon, yasal olarak hassas olmadığı durumda yerel para biriminin
yanında döviz kullanımını ifade etmek üzere yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Bu nedenle dolarizasyon kavramı; akademik yazında başlıca iki alt başlık
altında yer almaktadır. Bunlardan ilki tam dolarizasyondur. Tam dolarizasyon, bir
ülkenin ulusal parasını tamamen terk edip, yabancı bir para birimini resmi para
birimi olarak kullanmasıdır. Euro bölgesini, bir para birliği olması nedeni ile, farklı
bir örnek olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca Panama ve Ekvador gibi birkaç küçük
ülkeyi de tam dolarizasyon için örnek olarak verebiliriz.
Dolarizasyon kavramına ilişkin ikinci alt başlık ise, Türkiye ekonomisini
yakından ilgilendiren kısmi dolarizasyondur. Kısmi dolarizasyon; bir ülkede
ekonomik birimlerin, yüksek enflasyon ortamında ulusal paranın değer kaybından
korunmak amacıyla, ulusal para cinsinden finansal varlıklar yerine yabancı para
cinsinden finansal varlıkları seçmeye başlaması durumu olarak ifade edilmektedir
(Serdengeçti, 2005).
Bütün bu gelişmelere karşılık günümüzde ekonomilerin bağımsız bir para
politikasına sahip olma olanaklarını ve döviz kuru politikalarının etkinliğini
sınırlaması nedeniyle, para ikamesi ve beraberinde dolarizasyonun para politikası
açısından önemli sonuçlar yarattığı bilinmektedir (Araç, Telatar ve Telatar, 2013).
Bankacılık açısından bakıldığında, dolarizasyonun bankaların kur riski
üstlenmeleri, açık pozisyon taşımaları ve yabancı para cinsinden kredilerin tahsilatı
gibi sorunlar bağlamında, olumsuz bir husus olduğu akla gelmektedir. Bunun bir
2
uzantısı olarak dolarizasyonun bankaların mevcut durumlarında sarsıntı yaratması ve
finansal performanslarını olumsuz etkilemesi beklenti dahilindedir. Ancak bu
beklentiyi, uygulamalı bir şekilde irdeleyen oldukça az sayıda çalışmanın yapıldığı
görülmektedir (Zeybek, 2014).
Konuyla ilgili gerçekleştirilen çalışmalarda ekonomide dolarizasyonun
varlığının tespiti ve gelişimi ile oluşturabileceği sıkıntılar üzerinde sıklıkla
durulmuştur. Dolarizasyon konusu, ekonomiye yüklediği maliyetler nedeniyle
nedenleri ve olası sonuçları açısından pek çok araştırmacının dikkatini çeken konular
arasında gelmektedir. Ancak, mevcut dolarizasyon düzeylerinin kriz öncesi tehlikeyi
işaret etmesi ya da var olan durumunbir sakınca yaratmayacağı üzerinde herhangi bir
fikir birliği sağlanabilmiş değildir.
Çalışmanın çıkış noktasını da literatürdeki bu eksiklik oluşturmaktadır.
Finansal sistemi darboğaza sokacak bu durumun bir göstergesi başka bir deyişle;
olması gereken optimal dolarizasyon düzeyini (MVP) gösteren bir mekanizma
olduğundan hareketle olması gereken dolarizasyon düzeyi geçildikten sonra
ekonomik birimler gerekli tedbirleri alabilsinler şeklinde ifade edebiliriz. Bunun
aksine olması gereken dolarizasyon düzeyini gösteren optimum noktadan önceki
tedbirler, birimlerin finansman maliyeti yeteneklerini kaybettirebilmekte, bu
durumda risk-getiri ilişkisi bozulabilmektedir. Bu duruma örnek olarak; 2001 yılında
yaşadığımız finansal krizi verebiliriz. 2001 yılında yaşanan kriz öncesi olması
gereken optimal dolarizasyon düzeyini gösteren bir mekanizma olmuş olsaydı; belki
ilgili ekonomik birimler gerekli tedbirleri daha erken alabilirlerdi ve yaşanan krizin
etkileri daha hafif atlatılabilirdi.
Buradan hareketle, çalışmanın temel amacı dolarizasyonun varlığını tespit
etmek değil, varolan dolarizasyon düzeyinin finansman maliyeti açısından risk
yaratacak derecede olup olmadığının ortaya konması ve elde edilen bulguların
finansal kriz olasılığını artırıp artırmadığının araştırılmasıdır.
3
Dolarizasyon konusu literatürde oldukça geniş bir yer tutmaktadır. Bu konuda
gerçekleştirilen ilk çalışmalar bu olgunun varlığını ve kalıcılığını test etmeye yönelik
iken son çalışmalar daha çok dolarizasyonun ekonomiye getirdiği riskler ve
makroekonomik politikalara etkilerini ortaya koymaya yöneliktir. Bunun yanı sıra,
dolarizasyonun, ekonomide finansal derinleşmeyi artırmaya katkıda bulunan olumlu
bir gelişme olduğunu ortaya koyan çalışmalar da mevcuttur. Bu konuda Krueger’in
23 Mart 2004 tarihinde Uluslararası Para Fonu tarafından yayınlanan “Meant Well,
Tried Little, Failed Much: Policy Reforms in Emerging Market Countries” adlı
yazısını ve A. Berg ve E. Borensztein’in Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Finance
ve Development dergisinin Mart 2000 tarihli sayısında yayınlanan “The
Dollarızation Debate” adlı makalesini örnek olarak verebiliriz.
Dolarizasyonun hangi düzeyde etkili olacağı aynı zamanda dolarizasyonun
ekonomi içindeki ağırlığına bağlıdır. Makroekonomik politikalar dolarizasyonun
varlığını azaltmaya yönelik olabileceği gibi teşvik edici de olabilmektedir. Politika
yapıcılar açısından hangi yönde uygulama oluşturulacağına karar verilmesi için
öncelikle o ekonominin kendi dinamikleri içinde belirlenen bir optimal dolarizasyon
oranı olmalıdır.
Bu çalışmayı literatüre yaptığı katkı açısından incelersek, varolan
dolarizasyon düzeyinin olması gereken dolarizasyon düzeyi arasındaki farktan
hareketle finansman maliyeti açısından Türkiye ekonomisi için risk yaratacak
derecede olup olmadığının ortaya konması ve elde edilen bulguların ilerleyen
dönemlere yönelik bir finansal kriz olasılığını artırıp artırmadığının “Minimum
Varyans Portföyü” ve“Granger Nedensellik” analizi çerçevesinde araştırmaktır.
Dolayısıyla, çalışmanın öncelikle belirlenmiş iki amacı bulunmaktadır. İlki,
iktisat literatüründeki optimalite kavramından hareketle, Türkiye için optimal
dolarizasyon düzeyinin bulunması olup bu konuda yayınlanan akademik yazına
Türkiye ekonomisi persfektifinden katkıda bulunmaktır.
4
İkinci amaç da, elde edilen sonucagöre ekonominin dolarizasyon düzeyi
olması gereken dolarizasyon düzeyinden farklı ise, finansal maliyete dayalı risk
unsurunun beklenen finansal kriz olasılığına etki edecek düzeyde olup olmadığını
araştırmaktır.
Böylelikle literatüre yapılan katkı, Türkiye için olması gereken teorik değerin
bulunması, bu değerin bir ölçüt olarak kullanılmasının anlamlılığının ortaya konması
ve gerçekleşen dolarizasyon düzeyinin finansman maliyeti açısından risk oluşturacak
düzeyde yüksek tespit edilmesi nedeniyle finansal kriz olasılığı ile dolarizasyonun
varlığının ilişkilendirilmeye çalışılması şeklinde gerçekleşecektir.
Ayrıca çalışmanın finansal maliyet açısından incelenmesi kapsamında
bankacılık sektörüne ilişkin finansman maliyeti ve kur riskini belirleyebilmek
amacıyla, çalışmanın ikinci bölümünde yüklenilen finansman maliyeti ve kur
risklerinin bankacılık sektörüne etkileri, bankacılık sektöründe açık pozisyon ve dış
borçlanma durumlarına yönelik değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Bu amaçla, çalışmanın 1. Bölüm’ünde tez çalışmanısının amaç ve literatür
açısından önemi açıklanmıştır. 2. Bölüm’ünde ise dolarizasyonun tanımları ve ortaya
çıkış nedenleri, ekonomiye etkileri olumlu ve olumsuz bakış açıları açısından
verilmiştir. 3. Bölüm’de Bölüm 2’de sunulan teorik bilgiler ışığında Türkiye
ekonomisinin bankacılık sektörüne ilişkin finansman maliyeti ve dolarizasyonun bu
ülkelerdeki durumu görgül olarak analiz edilmiştir. Çalışmanın 4. Bölüm’ünde
Dünya’da ve Türkiye’de dolarizasyonun gelişimi ve ölçüm yöntemleri üzerinde
durulmuş olup 5. Bölümde ise araştırma modeli ve analizi ortaya konmuştur.
Çalışmanın 5. Bölüm’ünde, gerçekleştirilen analiz kapsamında, Türkiye
ekonomisinin makroekonomik koşulları çerçevesinde portföylerin para birimi
bileşimini etkileyecek iki değişken olarak yerli paranın ve reel döviz kurunun
varyansı kullanılarak en düşük Varyanslı Optimal Dolarizasyon Bileşimini veren
“Minimum Varyans Portföyü” hesaplanmıştır. Minimum varyans portföyü ile
5
portföyde olması gereken yabancı para düzeyi bulunarak mevcut durum ile
karşılaştırılması yapılmış ve yaratacağı sıkıntının boyutu ortaya konmaya
çalışılmıştır. Minimum varyans portföyünün doğru bir ölçüm aracı olduğundan emin
olabilmek için ise nedensellik analizi yapılarak verilerin teoriyi destekleme gücü test
edilmiştir.
Son aşama olarak Bölüm 5.6’te ise analiz kapsamında gerçekleştirilen
değerlendirmeler ışığında gerçekleşebilecek bir finansal kriz olasılığına etki eden
faktörler analiz edilmiştir.
6
BÖLÜM 2
DOLARİZASYON VE DOLARİZASYONUN
EKONOMİYE ETKİLERİ
2.1.Dolarizasyonun Tanımı
Dolarizasyon, en geniş tanımıyla, ulusal para biriminin yerine ve/veya ulusal
para biriminin dışında daha güvenilir ve durağan başka bir para biriminin ülke
içerisinde kullanılıyor olması şeklide ifade edebiliriz.
2.1.1. Dolarizasyonun Tanımı
Dolarizasyon, paranın üç işlevine (ödeme aracı, hesap birimi ve değer
saklama aracı) ve bilanço yapısına etkilerine dayandırılarak tanımlanmaktadır
(Zeybek, 2014). Paranın üç işlevine dayandırılarak tanımlanan çeşitli dolarizasyon
tanımlarını şu şekilde özetleyebiliriz;
Döviz kurlarındaki büyük çaplı değişimler, ekonomik ve finansal krizler
dolayısıyla ödemeler dengesindeki sorunlar gibi hususlarla birlikte düşünülen
dolarizasyon (Neanidis ve Savva, 2013); bir ülkedeki ekonomik aktörlerin giderek
büyük bir ağırlık kazanacak şekilde yabancı bir para cinsinden varlık tutmaları ve
borçlanmaları (Basso v.d., 2007) şeklinde tanımlanabildiği gibi, ülkedeki ticari ve
finansal işlemlerde yabancı bir para cinsinin tercih edilmesi şeklinde de
düşünülebilmektedir (Levy-Yeyati ve Sturzenegger, 2005). Küreselleşmenin bir
sonucu ve bir gereği olarak dikkate alınan dolarizasyon, başta bankalar olmak üzere
(Levine, 1997; Athanasoglou v.d., 2008) bir ülkenin ekonomik ve finansal
altyapısında yer alan aktörler üzerinde ciddi etkiler yaratabilmektedir (Chang ve
Velasco, 2001).
7
Dolarizasyon en basit anlamıyla herhangi bir yabancı paranın başka bir ülke
tarafından kullanılmasıdır (Yılmaz, 2005). Dolarizasyon yüksek enflasyon ve ani
devalüasyon dönemleri sonrasında piyasa oyuncularının yabancı para mevduatlara ve
kredilere yönelmesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır (Honohan ve Shi, 2001). Kısacası,
dolarizasyon bir ülkenin başka bir ülkenin parasını ödeme aracı ve hesap birimi
olarak kullanmasıdır (Gale ve Vives, 2001). Guidotti ve Rodriques (1992),
dolarizasyonun paranın üç fonksiyonu ile para ve para sistemine girişinin ve yerli
para ile nasıl yer değiştirdiğinin farkedilmesinin imkansız olduğunu söyler. Aynı
çalışmada dolarizasyon yerli paranın daha “üstün” bir para ile yer değiştirmesi olarak
tanımlanmaktadır.
Dolarizasyon tanımı yapılırken para ikamesi ve varlık ikamesi kavramlarının
açıklanması yerinde olacaktır. Para ikamesi dolarizasyon kavramı yerine de
kullanılmakta ve ulusal para yerine yabancı paranın ödeme ve hesap birimi olarak
kullanılması anlamına gelmektedir. Varlık ikamesi ise yabancı paranın değer
saklama aracı olarak kullanılmasıdır (Serdengeçti, 2005).
IMF (2005) de paranın üç farklı işlevini dolarizasyon tanımında
kullanmaktadır. Para ikamesi yani ödemelerde dolarizasyon vatandaşların yabancı
parayı ödemelerinde nakit, vadesiz mevduat ya da merkez bankası rezervi olarak
kullandığı durum olarak tanımlanırken, finansal dolarizasyon (ya da varlık ikamesi)
vatandaşların varlıklarını ve yükümlülüklerini yabancı para cinsinden tutmaları
durumu (yurt içinde ya da dışında) olarak tanımlanmaktadır.
IMF (2005), aynı çalışmasında reel dolarizasyon, resmi dolarizasyon ve kısmi
dolarizasyon tanımlamaları da yapmaktadır. Reel dolarizasyon, fiyatların ve
maaşların resmi ya da resmi olmayacak şekilde yabancı paraya endekslenmesi
durumudur. Resmi dolarizasyon yabancı paranın kanuni para olduğu durum olarak
açıklanırken, kısmi dolarizasyon yerli paranın kanuni para olduğu ancak işlemlerin
her iki para cinsinden de gerçekleştirilebilmesi olarak tanımlanmaktadır.
8
Dolarizasyon tanımı olmamakla birlikte, resmi dolarizasyondan daha
yumuşak bir rejim olarak nitelendirilebilecek para kuruluna değinmekte yarar vardır.
Para kurulu, ulusal paranın sadece yabancı para girişi karşılığı basıldığı sistemi ifade
etmektedir. Meksika’nın 1994 yılında yaşadığı Peso krizinin ardından 1996-1997
yılları arasında bu yöntemi uyguladığı bilinmektedir. (Edwards ve Savastano, 1999).
Bir diğer dolarizasyon tanımı, reel döviz kuru ve enflasyondaki sürekli
dalgalanmalara karşı korunma yöntemi olarak, bireylerin birikimlerini rezerv para
olarak kabul gören paralara kaydırmaları olarak yapılmaktadır (Ercan, 2005).
Özatay (2006), dolarizasyonu Türkiye’de 1970’lerin ortalarından bu yana
(bazı dönemler hariç) başarısız iktisat politikaları nedeniyle ulusal paranın daha az
tutulması, tasarrufların yabancı para cinsinden yapılması, gelirlerin yabancı paraya
endekslenmesi ve fiyatların yabancı para cinsinden verilmesi olarak tanımlamaktadır.
Ekonomik birimlerin yabancı para nakit ve varlık tutmaları şeklinde
tanımlanmakta olan varlık dolarizasyonu, ekonomik birimlerin finansal varlıkları
yerli paranın değer kaybetme riskine karşı koruma ve portföy çesitlendirme
güdüşüyle artmaktadır. Yükümlülük dolarizasyonu ise, firmalar, hanehalkı ve
hükümetlerin gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından yabancı para cinsinden
borçlanmaları nedeniyle ortaya çıkmaktadır (Akıncı ve diğerleri, 2005).
Finansal
dolarizasyon
kavramı
hem
varlık
hem
de
yükümlülük
dolarizasyonlarını tek bir başlık altında toplamaktadır. Doların en yaygın kullanılan
yabancı para olması nedeniyle bu olguya finansal dolarizasyon denmiştir (LevyYeyati, 2003). Finansal dolarizasyon, enflasyondaki belirsizliklere bir tepki olarak
ortaya çıkmaktadır (Rennhack ve Nozaki, 2006).
Aşağıdaki tabloda dolarizasyon tanımları özet olarak gösterilmektedir. Ancak,
literatürde yapılan bir çok tanım farklı isimler almakla birlikte birbirlerinin yerine
kullanılabilmekte ve bazı tanımlar diğer tanımları kapsamaktadır.
9
Tablo 1.1: Literatürde Dolarizasyon Tanımları
Adı
Tanımı
Dolarizasyon (Gale ve Vives,
Bir ülkenin başka bir ülke parasını ödeme aracı ve
2001)
hesap birimi olarak kullanması durumudur.
Resmi Dolarizasyon (IMF,
Yabancı paranın kanuni para olarak kullanıldığı
2005)
durumdur.
Kısmi Dolarizasyon (IMF,
2005)
Ulusal
paranın
işlemlerin
her
kanuni
iki
para
para
olduğu
cinsinden
ancak
de
gerçekleştirilebilmesi durumudur.
Reel Dolarizasyon (IMF,
2005)
Fiyatların ve maaşların resmi ya da resmi
olmayacak şekilde yabancı paraya endekslenmesi
durumudur.
Varlık Dolarizasyonu
Ekonomik birimlerin yabancı para nakit ve varlık
(Akıncı ve diğerleri, 2005)
tutmaları durumudur.
Yükümlülük Dolarizasyonu
(Akıncı ve diğerleri, 2005)
Firmaların, hanehalkının ve hükümetlerin gerek
yurtiçinden gerekse yurtdışından yabancı para
cinsinden borçlanmaları durumudur.
Finansal Dolarizasyon
Hem varlık hem de yükümlülük dolarizasyonunun
(Levy-Yeyati, 2003)
geçerli olduğu durumdur.
2.1.2. Dolarizasyon ve Euroizasyon
Genel olarak Amerikan doları para biriminden esinlenerek kullanılan
Dolarizasyon kavramı, aslında günümüzde Euro bölgesinin oluşmasıyla ortaya çıkan
Euroizasyon kavramı üzerinden de benzer şekilde tartışılmaktadır.
Kabul göreceği üzere, dolarizasyon kavramını tanımlarken tüm dünyada
kullanılan yabancı para biriminin büyük çoğunlukla Amerika Birleşik Devletiler
Dolar (USD) para birimi olması nedeniyle dolarizasyon şeklinde tanımlamaktayız.
Fakat kullanılan para biriminin Rus Rublesi yada İngiliz Sterlini veya günümüzde
10
Euro bölgesinin oluşmasıyla ortaya çıkan Euro para birimi olması halinde kastedilen
durum yine dolarizasyon durumudur. Amerikan doları (USD) kastedilmektedir.
Fakat tedavülde kullanılan yabancı paranın hangisi olduğunun ifade edilmesi gereken
durumlar Euroizasyon gibi bir ifade de tabiki kullanılabilmektedir (Özcan ve Us,
2006).
Bergsten 1996 yılında gerçekleştirdiği çalışmasında ise, bir ülkenin kullanılan
para biriminin, tüm dünya ekonomisinde rezerv şeklinde kullanılan bir para birimi
olması durumunda ilgili ülkenin de politik olarak önemli ve hatta lider olabilecek bir
konumda olması gerektiğini belirtmiştir. Rezerv para, aslında ortak paradır ve ortak
kullanılan para olarak tercih edilmenin en büyük sebebi ise, günümüz finans
dünyasında yer alan yabancı fonlar ve sermayeler için ortak bir güven duygusu
oluşturmasıdır ve bu durum da aslında politik bir liderliğin getirdiği bir durum olarak
karşımıza çıkmaktadır. Olayın daha da derinlerine inmek gerekirse, bu durumun
sebeplerinden birisi, bu durumun ekonomide para basma geliri olarak tarif ettiğimiz
senyoraj gelirine olanak sağlaması ve politik olarak lider konumda olan ülkelerin
para birimlerinin başka ülkelerce rezerv para olarak kabul edilerek kullanması
durumudur. Başka bir sebep ise, dünyadaki hiçbir ülkenin diğer ülkeler üzerinde bir
liderlik durumunda olmayıp ekonomideki bütün riskleri takip etme gibi bir imkanı
olmamasıdır. Geçmişi incelediğimizde, Birinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere, İkinci
Dünya Savaşı sonrasında ise Amerika Birleşik Devletleri’nin kullandıkları para
birimlerinin tüm dünyada üstün konumda kullanıdığını gözlemlemekteyiz. Fakat bu
iki dönem arasında siyasi anlamda baskın olan bir ülkenin olmayışı ise o yıllarda
kullanılan rezerv para biriminin de değişmesine yol açmıştır. İkinci Dünya Savaşı
sonras barış tesis edildikten sonraki dönemde özellikle siyasi anlamda lider konumda
olan Almanya ve Fransa’nın rezerv para birimine sahip ülke konumuna yükseldiğini
gözlemlemekteyiz.
11
2.1.3. Kısmi Dolarizasyon ve Tam Dolarizasyon
Paranın literatürde üç farklı fonksiyonu tanımlanmaktadır. Sırasıyla ifade
etmek gerekirse; a) hesaplama aracı olma, b) takas aracı olma c) biriktirme aracı
olması olarak tanımlayabiliriz.
Bu fonksiyonların mevcut kullanılan ulusal para yerine yabancı bir para
birimi tarafından sağlanması ile birlikte ekonomide iki yada daha fazla para birimi
eşzamanlı olarak kullanılacaktır. Kullanılan yabancı para biriminin beraberinde
ulusal para biriminin de hali hazırda kullanılmaya devam etmesini “kısmi
dolarizasyon” şeklinde tanımlayabiliriz. Fakat ulusal para para biriminin
kullanımdan kaldırıp yeni ve yabancı bir para biriminin kullanımına başlanırsa bu
duruma da tam dolarizasyon (resmi dolarizasyon) adı verilmektedir.
Yüksek enflasyon durumlarında öncelikle ulusal paranın satın alma amacıyla
kullanımı azalmakta onun yerine takas ve tasarruf amaçlı tercih edilmesi kabul
görmektedir. Ancak, yerli para talebi tamamen ortadan kalkmadığından kısmi
dolarizasyon olgusu oluşmaktadır. Literatürde “kısmi dolarizasyon”un resmi
olmayan
dolarizasyon
(de
facto
dolarizasyon)
şeklinde
tanımlandığı
da
görülmektedir. Nicola, Honohan ve Ize (2003) çalışmalarında, resmi olmayan
dolarizasyonun, ulusal para birimiyle birlikte yabancı para birimi, genellikle doların,
paranın ödeme birimi, tasarruf ve hesap birimi olma fonksiyonlarını yerine getirmesi
olduğunu tanımlamışlardır.
Resmi olarak kurumların paranın geleneksel tüm fonksiyonlarını bir başka
yabancı para birimine taşıması ise resmi dolarizasyon şeklinde tanımlanmaktadır.
Resmi dolarizasyon, aşağıdaki yer alan şekilde de görülebileceği üzere kur
rejimlerinin bir çeşidi olarak tanımlanmaktadır. Tam dolarizasyon, bir ülkenin yerel
parasını tamamen kullanımdan kaldırarak yabancı bir para birimini ulusal para birimi
şeklinde tercih edilmesidir (Feige ve Dean, 2002).
12
Kısmi dolarizasyon, ekonomik birimlerin yerel paraya olan güven kaybına ya
da enflasyon ve devalüasyon süreçlerine göre oluşan bir tepkidir. Fakat kayıt dışı
ekonominin büyümesi ile bir miktarda olsa yabancı paranın bu işlemlerde tercih
edilmesinin kısmi dolarizasyonda etkisi vardır (Feige, 2002).
Örnek vermek gerekirse, Panama ve Ekvator’da resmi dolarizasyon, Türkiye,
Arjantin, Meksika, Peru, Bulgaristan gibi ekonomilerde ise kısmi dolarizasyon
görülmektedir.
Şekil 1.1: Döviz Kuru Rejimleri
Kaynak: Yörükoğlu, M., 2006, “Economic Convergence And Exchange Rate Reğimes”, International
Conference On Dollarızation: Consequences And Policy Options, İstanbul.
Yüksek enflasyon tarihi ve ulusal paraya güven eksikliği nedeniyle kısmi
dolarizasyon
1980
ve
1990’larda
hızlı
bir
gelişme
göstermiştir.
Ancak
dolarizasyonun önemi bilinmesine karşın, boyutlarını gerçekçi şekilde ortaya
koymak mümkün olamamaktadır (Honig, 2006; Feige vd, 2000).
13
1 Ocak 2002’de Euro para biriminin duyurulması, Avrupa Birliği’nin mevcut
sınırları dışında da faklı tepkiler ortaya çıkarmıştı. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin
planlı ekonomiden Pazar ekonomilerine geçişinde yeni kur rejimlerine geçiş çok
önemli bir yer tutmaktadır. Ülkeler, Avrupa Para Birliği’ne (EMU) girerek resmi
euroizasyon sürecini başlatmış olmaktadırlar. Resmi Euroizasyon, Avrupa Para
Birliği’ne girildiğinde, iki taraflı ya da Avrupa Para Birliği’ne üyeliği kontrol eden
Brüksel ve Frankfurt’taki otoritelerin açık onayı olmadan tek taraflı olabilmektedir.
Bu seçimi belirleyen önemli etken, bu ülkelerin kısmi dolarizasyon-euroizasyon
dereceleridir. Euroizasyon destekçileri kuvveli bir yabancı para birimi uygulamasının
enflasyonist tepkileri, döviz ve ödemeler dengesi krizlerini azaltacağını, faiz
oranlarının seviyesini ve dalgalanmasını engelleyeceğini ve nihayetinde ekonomik
büyümeyi arttıracağını ifade etmektedir. Resmi Euroizasyoni desteklemeyenler ise
senyoraj dolayısıyla elde edilen gelirin ve bağımsız para politikasının ortadan
kalkacağını öne sürmektedir (Feige ve Dean, 2002).
2.1.4. Para İkamesi, Varlık İkamesi ve Finansal Dolarizasyon
Kısmi dolarizasyon kapsamında vatandaş ve kurumların kendi iradeleriyle
kullanılan yabancı para birimini değişim işlemlerinde kullanmasıyla para ikamesi,
satın alma aracı olarak kullanmasıyla varlık ikamesi kavramları ortaya çıkmaktadır
(Feige ve Dean, 2002). Para ikamesi, takas aracı olarak yerli piyasada yerli para ile
birlikte yabancı paranın yoğun olarak tercih edilmesidir (Cuddigton, 1983).
Para ikamesi konusu ciddi bir problemle karşı karşıyadır. Bu problem,
genelde bir ekonomide dolaşan yabancı para miktarına ilişkin verinin bulunamaması,
dolayısıyla da para ikamesinin öneminin gözlemlenememesidir (Calvo ve Vegh,
1992).
Karşılaştırmalı makaleler, yaklaşık yüzde 50 civarında ABD dolarının
Amerika Birleşik Devletleri dışında bulunduğunu ifade edilmektedir. ABD dışında
dolaşımda bulunan dolar miktarının tam bilinmesi olanak dışı olsa da bu yönde
14
tartışmalar devam etmektedir. ABD Dolarının durağan olması güvenilir bir satın
alma aracı olmasını sağlamıştır. Pek çok ülkede rahatça bulunabilmekte, değişim
aracı olarak genel kabul görmüş ve de yabancı kullanıcıları banka iflaslarına,
enflasyona ve devalüasyonlara karşı koruma görevini üstlenmektedir. Feige (1997),
yüzde 35-40 kadar Amerikan Doları’nın dolaşımda olduğunu öne sürerken Porter ve
Judson’ın (1996) tahminleri yüzde 60-70 dolayında gerçekleşmiştir. Merkez Bankası
ve Ekonomik Araştırmalar Ofisi’nin resmi hesaplamalarına göre ise 2000 yılı
itibariyle dolaşımda bulunan 520 milyar doların yüzde 52’si yurt dışı dolaşımdadır.
Son 20 yıldır, ABD Gümrük Ofisi ABD Dolarının uluslararası dolaşımına ilişkin
sistematik bilgi toplamakla görevlendirilmiştir. The Currency and Foreign
Transactions Reporting Act ("Bank Secrecy Act"), 10.000$’ı geçen para veya diğer
parasal varlıkları ihraç/ithal eden kişi veya kurumların rapor doldurmasını zorunlu
tutmuştur (CMIR, Report of International Transportation of Currency or Monetary
Instruments). Gizli bilgiler içeren milyonlarca CMIR raporu toplulaştırılmakta, farklı
kaynaklardan gelen ABD Dolarına ilişkin toplam akışlar ve çıkışlar olmak üzere
zaman serileri oluşturulmaktadır. Bu raporlardan her bir destinasyona akan net
dolarlar ile toplam ne kadar doların dolaşımda ve nerede olduğu hakkında bilgimiz
olmaktadır. Kişibaşı nakit dolar miktarını ölçmede diğer bir kaynak da, merkez
bankası ve hazine görevlilerince yürütülen informel görüşme ve anketlerdir. Bazı
ülkelerde çok farklı sonuç verseler de her iki kaynak da kişi başı nakit dolar
sahipliğinin en fazla olduğu ülkeleri Rusya, Letonya, Türkiye ve Bulgaristan olarak
vermektedir (Feige ve Dean, 2002).
Mart 2015 itibariyle Türkiye’de dolaşımda bulunan para miktarı 81,9 milyar
TL olup bu miktar yine 2014 yılı itibariyle GSYİH’nın %4.5’idüzeyine denk
gelmektedir (TCMB, 2015). Diğer bir ifade ile 2014 yılı yılsonu itibariyle
GSYIH’mızın %4’5'i kadar banknot ve madeni para Türkiye ekonomisi içerisinde
dolaşımda bulunmaktadır. Bu oran bize aynı zamanda paranın dolaşımdaki hızını
vermekte olup ekonominin temel teroilerinden biri olan Fisher denklemi (1911) ile
açıklanmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalarda dolaşımdaki para miktarının
15
GSYIH’ya oranının %8 düzeyini aşmaması beklenir ve bu rakam genel olarak para
arzının ekonomi kurumları tarafından hangi düzeyde denetim altında tutulduğunu
gösteren bir değişkendir. Bu kapsamda Türkiye ekonomisi için dolaşımdaki para
miktarının GSYIH içerisindeki payı şeklinde hesaplanan %4,5 rakamı bize
dolaşımdaki para miktarı açısından mevcut düzeyin kontrol altında tutulduğunu
göstermektedir.
Özellikle Latin Amerika ülkeleri için yapılan araştırmalarda para ikamesi
yerine dolarizasyon kavramının kullanıldığı görülmektedir. Ancak dolarizasyon,
yabancı para biriminin hesap birimi ve satın alma aracı olma işlevlerini içerirken,
değişim aracı olma işlevini kapsamamaktadır. Yüksek enflasyonlu ülkelerde yabancı
para birimi, öncelikle satın alma ya da saklama işlevlerini yerine getirmekte ardından
değişim aracı olarak kullanılmaya başlanmaktadır. Bu farktan dolayı para ikamesi,
dolarizasyon sürecinin son aşaması olmaktadır. Ancak dolaşımdaki yabancı para
miktarının tam bilinememesi dolayısıyla dolarizasyon oranları para ikamesinin
göstergesi olarak kabullenilmektedir (Calvo ve Vegh, 1992).
Ize ve Yeyati (2003), para ikamesinin, farklı para birimlerinden faiz getirili
varlıklar tutmanın beklenen reel getirilerle ilişkili olmasının aksine beklenen nominal
getirilerle ilişkili olduğunu vurgulamışlar, bunun sonucunda da literatürün ağırlıklı
olarak para talebi dinamikleri, özellikle de dolarizasyon ve enflasyon ilişkisi ve
histeresis 1 kaynağı olarak değişim amaçlı işlemlerde para birimi değiştirmenin
maliyeti üzerinde durduğunu belirtmişlerdir.
McKinnon (1982), para ikamesini, doğrudan ve dolaylı olarak ikiye
ayırmıştır. Doğrudan para ikamesinde iki veya daha fazla para birimi ödeme aracı
olarak işlem görmektedir. Dolaylı para ikamesi ise yatırımcılar tarafından, iki veya
daha fazla para birimi cinsinden finansal varlık tutulmasıdır.
Literatürde dolarizasyon olgusunun varlığını koruma adına direnç göstermesi, yabancı para kullanma
alışkanlığının geriye döndürülememesi olarak tanımlanmaktadır.
1
16
2.1.5. Yükümlülük Dolarizasyonu ve Nedenleri
Finansal dolarizasyon; mevduat, kredi yada diğer finansal sözleşmelerin
yabancı para kullanılarak gerçekleştirilmesidir. Arteta(2002) da çalışmasında
finansal dolarizasyonu yerleşiklerin varlık ve yükümlülüklerinin bir kısmını yabancı
para cinsinden enstrüman olarak tutması şeklinde tanımlamaktadır. Bu anlamda
finansal
dolarizasyon
ekonomik
birimlerin
bilançolarının
iki
tarafını
da
kapsamaktadır. Dolayısıya finansal dolarizasyon varlık ve yükümlülük dolarizasyonu
olarak iki kısımda incelenir. Son yıllarda yapılan çalışmalar özellikle yükümlülük
dolarizasyonun finansal kırılganlığı arttırdığını göstermiştir. 1994-95 Tekilla krizi,
1997’de Asya’da başlayan ve yayılan krizlerde bu kırılganlıkların önemli rolü
bulunmaktadır (Galindo-Liederman 2005).
Diğer bir ifade ile yükümlülük dolarizasyonu, özel sektör ve kamunun
yabancı para cinsinden borçlanmasıdır. Gelişmekte olan ülke piyasalarını kırılgan
hale getiren ve makroekonomik değişkenlerin yönetimini zorlaştıran bir kavram
olarak ortaya çıkmıştır (Reinhart vd., 2003).
Yükümlülük dolarizasyonun nedenlerine, piyasa başarısızlıkları ve kurumsal
görüş çerçevesinde iki farklı şekilde açıklama getirilebilir. Aşağıda sırasıyla bu iki
görüş açıklanmıştır.
2.1.5.1.Piyasa Başarısızlıkları Görüşü
Firmaların yatırım kararlarını finansal faktörlerden dışlayan görüş Modigliani
ve Miller (1958) yaklaşımına dayanır. Buna göre sermaye piyasasında tam rekabet
koşulları
geçerli
olduğunda
firmaların
finansal
yapısı
piyasa
değerlerini
etkilememektedir. Ancak sermaye piyasasinda aksak rekabet koşulları geçerli
olduğunda, firmaların finansal yapısının piyasa değerlerini etkilediği bir süreç ile
karşılamaktadır. Bu süreçte firmaların finansal yapısı üzerinde belirleyici olan
faktörlerden bir tanesi net servet düzeyidir.
17
Geleneksel yaklaşımda para ve maliye politikaları sermaye maliyetini
etkileyerek yatırım kararları üzerinde belirleyici olmaktadır. Uygulanan politikaların
net servet üzerindeki etkileri dikkate alınmamaktadır. Ancak uygulamada
politikaların net servet üzerindeki etkilerinin dikkate alındığı çalışmalarda, yatırımlar
üzerindeki etkinin arttığı ortaya konulmuştur (Hubbart, 1998; Bernanke 1999;
Gertler ve Gilchrist, 1994).
Geleneksel yaklaşımda para politikaları sermaye kullanım maliyetini
değiştirerek yatırımları etkilemektedir. Reel faiz oranları üzerinde uygulanan
politikaların sonucu olarak bir etki meydana geldiğinde, sermayenin kullanım
maliyeti değişmektedir. Asimetrik enformasyonun olmadığı piyasa koşullarında
sermaye kullanım maliyetindeki değişiklikler fon talebi yoluyla yatırımları
etkilemektedir. Asimetrik enformasyon problemi olduğunda ise yatırımlar üzerinde
oluşacak etki borçluların durumuna göre farklılaşmaktadır. Çünkü finansman
koşullarında meydana gelen değişikliklere borçlular farklı reaksiyon göstermektedir.
Bu süreçte yatırımlar üzerinde oluşacak etki standart para kanalının yanısıra bilanço
kanalı ve banka kredi kanalına bağlı olarak da değişmektedir (Hubbard, 1998).
Banka kredi kanalında banka bilançolarınınvarlık cephesinde meydana gelen
değişiklikler firmaların yatırım kararlarını etkilemektedir. Bilanço kanalında ise
ödünç fon talep eden firmaların bilanço yapıları, finansman maliyetlerini etkileyen
temel unsurdur. Firmaların finansman koşullarında meydana gelen değişikliklere
gösterdikleri reaksiyon, büyük ölçüde net servet düzeylerine bağlı olarak değişir.
Yatırım kararlarında net servet düzeyinin önemi literatürde geniş bir
tartışmaalanına sahiptir. Yükselen faiz oranlarınınyatırımlar üzerindeki etkisi bilanço
kanalıyaklaşımında, firmaların net servet düzeyi üzerindeki etkileriyle açıklanır.
Buna göre reel faiz oranlarındaki yükselme bir yandan ödünç fon talep eden
firmaların borç servis maliyetlerini arttırırken diğer yandan gelecekte gerçekleşmesi
beklenen gelir akımlarının bugünkü değerini azaltmaktadır. Bu süreçte hem net
servet azalmakta hem de dış finansman maliyetleri yükselmektedir (Hubbard, 1998).
18
Söz konusu koşullarda yatırımlar üzerinde etki oluşturan temel mekanizma,
dış finansman primi ile borçlunun net serveti arasındaki ilişkiye dayanır. Net servet
düzeyi yatırımların finansmanınısağlayacak büyüklükte olmadığında, borçlulara
uygulanan dış finansman primi artar. Diğer bir ifadeyle kredi maliyetlerindeki artış
borçlanma kısıtıaltında bulunan firmalara daha fazla yansıtılır. Bu süreçte söz konusu
firmaların borçlanma olanaklarınınazalmasına bağlı olarak yatırım, harcama ve
üretimlerinde değişiklikler meydana gelir (Bernanke, 1999). Yatırımlar üzerine etki
oluşturan bu temel mekanizma olarak tanımlanmaktadır (Bernanke ve Gertler, 1989;
Gertler, 1992; Bernanke 1999).
Finansal hızlandıran mekanizması borçlunun bilanço koşullarını kredi
koşullarına bağlayan bir yaklaşımdır.
Finansal hızlandıran kavramı etkileri finansal piyasa eksiklikleri tarafından
yaygınlaştırılan şokları temsil etmek üzere kullanılır. Yatırımlarda meydana gelen
değişiklikler kredi piyasalarındaki asimetrik enformasyon çerçevesinde açıklanır.
Buna göre asimetrik enformasyon dış kaynaklardan finansman ile iç kaynaklardan
finansman maliyeti arasında farka neden olur. Finansal hızlandıranmekanizmasını
harekete geçiren temel faktör, borçlular ile kreditörler arasındaki asimetrik
enformasyondur.
Piyasaların mükemmel işlediği ve bilginin tam olduğu şartlarda fon temini
konusunda borçlular herhangi bir kısıt ile karşılaşmamakta ve fonlar etkin
kullanıcılara aktarılmaktadır. Bu koşullar altında firma içi fonlarla firma dışı fonlar
arasında maliyet açısından önemli bir fark ortaya çıkmamaktadır. Ancak finansal
sistemi etkileyerek ters seçim ve ahlaki risk sorununu arttıran şoklar söz konusu
olduğunda, fon arzında daralmalar ve finansman maliyetlerinde yükselmeler
meydana gelmektedir. Bu olumsuz süreçten kötü projelere sahip yatırımcıların
yanısıra, verimli projelere sahip yatırımcılar da etkilenmektedir. Finansal
piyasalardaki asimetrik bilgi problemini artırarak finansal krizlere neden olan dört
temel faktör bulunmaktadır. Bunlar;
19
1. Finansal sektör bilançolarında bozulma,
2. Faiz oranlarında yükselme,
3. Belirsizlik artışı,
4. Finans dışı sektör bilançolarında bozulma. (Hahm ve Mishkin, 2000).
Finans dışı sektör bilançolarının durumu finansal sistemdeki asimetrik
enformasyon probleminin şiddetini etkileyen kritik bir faktördür. Borçluların
bilançolarındaki bozulma finansal piyasalardaki ahlaki risk ve ters seçim
problemlerini
derinleştirmektedir.
Asimetrik
enformasyona
dayalı
teorik
yaklaşımlarda finansal krizler, kaynakların verimli yatırım alanlarına yönelmesini
engelleyen ters seçim ve ahlaki risk faktörlerinin bir sonucudur.
Finansal piyasalardaki asimetrik enformasyon probleminin çözümünde
teminat büyüklüğü ve kalitesi önemli bir yere sahiptir. Kreditörler açısından borcun
geri dönmeme riskini azaltan teminatlar, ödünç fon arzınıarttırmaktadır. Ters seçim
veya ahlaki riskin olumsuz etkilerinin azaltılmasinda net servet büyüklüğü de benzer
bir etkiye sahiptir. Firmaların net servet büyüklüğüarttıkça borçların geri ödenmeme
riski azalmaktadır. Yüksek net servet düzeyi borçluların ahlaki riskin etkisiyle
kaynakları verimsiz yatırım alanlarına yönlendirmelerini engellemektedir. Ancak
hisse senedi fiyat düşüşleri, nakit akımlarını olumsuz etkileyen faiz oranıartışları ve
enflasyon beklentilerindeki artışların yansıtılabildiğikısa vadeli sözleşmeyapıları gibi
net servet düzeyini azaltan faktörler, asimetrik enformasyon problemini arttırarak fon
arzının daralmasina neden olmaktadır.
Bu faktörlerin dışında net serveti etkileyerek finansal kriz oluşumunu
hızlandırandiğer bir faktör, ulusal paranin değeri ile ilgili belirsizliklerdir. Ulusal
paranin gelecekteki değeri ile ilgili belirsizlikler yeni gelişen ülkelerde firmaları,
bankaları ve hükümetleri yabancı para cinsinden borçlanma aracı ihraç etmeye
yönlendirmektedir. Ancak bu süreçte ulusal paranin değer kaybina uğramasi,
20
varlıkların ulusal para cinsinden olduğukoşullarda söz konusu iktisadi birimlerin borç
yükünü arttırmaktadır (Mishkin 1996: 19-22).
Net servet azalması, asimetrik enformasyon problemini arttırarak ekonomik
aktiviteyi daraltan bir faktördür. Sermaye piyasasi eksikliklerine dayanan modellerde
net servet düzeyine göre belirlenen dış finansman maliyeti, iç finansman maliyetine
göre daha yüksektir.
Finansal hızlandıran yaklaşımı ile birlikte finansman büyüklüğünün ve
yapısının (iç-dış) yatırım kararları üzerindeki etkileri ortaya konulmuştur. Buna göre
ödünç alıcıların net servet büyüklüğü, yatırımların finansman maliyetini belirleyen
bir unsurdur. Dolayısıyla firmaların net servet büyüklüğünü olumlu etkileyen
faktörler dış finansman maliyetini düşürüpyatırımlarıarttırırken, olumsuz etkileyen
faktörler ise yatırımları azaltmaktadır.
Borçluların (firmaların) net serveti ile yatırımlar arasındaki ters yönlü
ilişkinin makroekonomik düzeyde iki önemli etkisi bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi borçluların net servetinin çevrime paralel bir gelişme göstermesidir.
Borçluların ödeme güçlerinin konjonktürün yükselme döneminde artmasına, daralma
döneminde azalmasına bağlı olarak dış finansman maliyetlerinde değişimler
meydana gelmektedir.
Makroekonomik düzeyde etki yaratan ikinci faktör ise ödünç alıcıların net
servetini etkileyen sokların reel dalgalanmaların kaynağınıoluşturmasıdır. Bu duruma
“Fisher’in borç-deflasyon” ilişkisi örnek gösterilebilir. Buna göre fiyatlar genel
seviyesinde beklenmedik düşüşlerin borçluların net servetinde neden olduğu azalma,
borçluların dış finansman maliyetini arttırdığından yatırımlar azalmaktadır.
Yatırımlarda meydana gelen azalmanın hem toplam talep hem de toplam arz üzerine
olumsuz etkileri vardir (Bernake ve Gertler, 1989).
Buna göre net servet değişimleri yatırımlar üzerinde bir hızlandıran etkisi
yaratmaktadır. Dolayısıyla bilanço yapılarının güçlü olduğu konjonktürün yükselme
21
dönemlerinde yatırım artışları ekonomide ilave genişletici etkiler yaratırken, bilanço
yapılarının zayıf olduğu daralma dönemlerinde yatırımazalışlarına bağlı olarak
ekonomide ilave daraltıcı etkiler meydana gelmektedir.
2.1.5.2.Kurumsal Görüş
Finansal
kullanıldığı
dolarizasyonun
çalışmalarda
açıklanmasında
dolarizasyon,
portföy
enflasyon
ve
tercih
modelininin
kur
volatilitesine
dayandırılmıştır (Ize ve Levy-Yeyati 1998, 2003). Buna göre sınırlandırılmamış faiz
paritesinin geçerli olduğu varsayımı altında, risk karşıtı yatırımcılar portföy
kazançlarının
varyansını
minimize
etmeye
yönelirler.
Örneğin,
enflasyon
volatilitesindeki artış ulusal para cinsinden aktiflerin reel geri dönüşlerini
etkilediğinde, finansal sistemin dolarizasyonu artmaktadır. Bu teorik yaklaşımın en
önemli etkisi enflasyon oranındaki değişimlerin iktisadi birimlerin portföy
kararlarında rol oynamaması, iktisadi birimlerin yabancı para taleplerini etkileyen
temel değişkenin enflasyon oranının volatilitesi olmasıdır.
Enflasyon volatilitesindeki artış expost reel faiz oranlarının öngörülebilirliğini
zorlaştırdığından, yükümlülük dolarizasyonunun önemli belirleyicilerindendir.
Dolayısıyla enflasyon volatilitesinin düşürülmesi ulusal para cinsinden borçlanma
piyasasının gelişimine katkı sağlayacak önemli bir faktördür (Eichengreen 2003a).
Benzer bir şekilde reel döviz kuru volatilitesini azaltan kur düzenlemeleri de
dolarizasyonu arttırır. Ize ve Levy-Yeyati (1998, 2003)’nin portföy modeli, finansal
dolarizasyonu makro ekonomi politikalarıyla ilişkilendiren bir yaklaşımdır. Bu
çerçevede uygulanan para ve kur politikaları dolarizasyonu etkileyen faktörler olarak
ortaya çıkmaktadır. Iktisadi birimleri bu süreçte yönlendiren temel unsur, para ve kur
politikaları ile ilgili bekleyişlerdir. Özellikle kur istikrarının ekonominin temel amacı
olarak kabul edildiği ülkelerde, ulusal para cinsinden borçlanma maliyetleri
yükseldiğinden, yabancı para cinsinden borçlanma artmaktadır.
22
Özel sektör yükümlülüklerinin parasal bileşimi belirlenirken para politikaları
veri alınmaktadır. Kredibilitesi yüksek para politikaları reel sektörü ulusal para
cinsinden borçlanmaya yönlendirirken, bilançoların gelecekteki reel değeri ile ilgili
belirsizlik oluşturan kredibilitesi düşük para politikaları ise firmalarıyabancı para
cinsinden borçlanmaya yönlendirmektedir. Ize ve Levy-Yeyati (1998) ile Ize ve
Parrado (2002)’nun çalışmalarında, para politikalarının portföyün parasal bileşimini
etkilediği tespit edilmiştir. Buna göre kredibilitesi düşük ve çevrime paralel
politikalar yabancı para cinsinden aktiflere olan talebi arttırmaktadır. Ize
veParrado’ya (2002) göre para politikalarının neden olduğu portföy etkisi
yükümlülük dolarizasyonunu arttırmaktadır. Benzer bir şekilde Jeanne (2003)’in
çalışmasında da, para politikalarındaki kredibilite eksikliğinin özel kesim borcunun
parasal bileşiminde belirleyici bir rol oynadığı belirtilmektedir. Buna göre yeni
gelişen ülke firmalarının uzun vadeli borçlanma aracı ihraç ederek fon taleplerini
karşılama olanakları sınırlıdır. Bunun temel nedeni, para politikalarındaki kredibilite
eksikliğidir. Para politikalarının öngörülür olmaması firmaları, ulusal para cinsinden
borcun gelecekteki reel değeri ile ilgili belirsizliğe yönelttiğinden yükümlülüklerin
dolarize olmasına neden olmaktadır. Kredibilite eksikliğinin temel göstergesi merkez
bankasının uyguladığı zaman tutarsız politikalara bağlanmaktadır.
Kurumsal görüşte kur çıpası yükümlülük dolarizasyonunu hızlandıran bir
değişken olarak kabul edilmektedir (De la Torre, 2003). Benzer bir yaklaşımın
vurgulandığı çalışmalarda kur istikrarının sağlandığı ülkelerde para birimi
uyumsuzluğunun arttığı vurgulanmaktadır (Burnside, 2001; Ize ve Levy-Yeyati
2003; Broda ve Levy-Yeyati 2003; Schneider ve Tornell 2000).
Buna göre kur istikrarının sağlanması başka bir deyişle döviz kuru ile ilgili
belirsizliklerin azalması, ahlaki risk etkisine neden olarak özel sektörde korunmamış
yabancı para cinsinden borç artışlarına neden olmaktadır.
Ayrıca kur istikrarının sağlanması sürecinde faiz oranlarının politika aracı
olarak kullanımı, faiz oranlarının volatilitesini arttırdığından yatırımcılar yabancı
23
para cinsinden borçlanmaya yönelmektedir (Eichengreen, 2005). Diğer taraftan
1990’li yıllarda yaşanan yeni gelişen ülke krizlerinin oluşumunda, firmaların
borçlanma yapısını etkileyen temel faktör olarak görülen sabit kur sisteminin
etkilerinin incelendiği çalışmalarda, kur çıpasının kredibilitesi öne çıkarılmaktadır
(Jeanne, 2003). Buna göre kur çıpasının kredibilitesi tam olduğunda firma ulusal para
cinsinden getirilerini belirlilik altında elde eder ve herhangi bir kur riski ile
karsılaşmaz. Firma bu süreçte ulusal para cinsinden borçlanabilir ve taahhütlerini
yerine getirebilir. Ancak devalüasyon olasiliginin artması ile birlikte ulusal paraya
uygulanan nominal faizlerin yükselmesi, firmanin taahhütlerini yerine getirmesini
zorlaştırir. Bu süreçte firma, devalüasyon durumunda taahhütlerini yerine getirmeyi
zorlaştıran yabancı para cinsinden borçlanma ile sabit kur sisteminin sürdürülmesi
durumunda taahhütlerini yerine getirmeyi zorlaştıran ulusal para cinsinden
borçlanma arasında tercih yapmak durumunda kalır.
Söz konusu koşullarda firmayı yabancı para insinden borçlanmaya
yönlendiren temel faktör, kur sisteminin kredibilite kaybıdır.
Krizlerin ahlaki risk çerçevesinde açıklandığı çalışmalarda krizlerin temel
sebebi, sabit kur sisteminin sağladığı kur garantileri nedeniyle oluşan kısa vadeli
borç stokunun artmasıdır (Frankel ve Rose, 1997; Rodrik ve Velasco 1999). Ahlaki
riskin kaynağı borçların geri ödenmeme riskine karşı garanti oluşturan hükümet
müdahaleleridir.
Borçlular
devalüasyon
olduğunda
hükümet
tarafından
korunacaklarını öngördüklerinde yabancı para cinsinden borçlanarak karşı karşıya
kalacakları riskin tamamini içselleştirmezler. Benzer bir durum kreditörlere
(bankalar) tanınan garantiler anlamında da geçerlidir. Kreditörlerin yabancı para
cinsinden açtıkları kredilere sağlanan garantiler arttıkça, kredi verme işleminde
uğradıkları zararlar telafi edilir. Söz konusu garantiler krediler geri ödenmedigi
durumda dahi kreditörlerin zarar görmesini engeller. Bu çerçevede dolarizasyon
eğilimi güçlenir (De Nicolo 2003). Dolarizasyon eğilimini güçlendiren diğer bir
faktör, bankaların yabancı para cinsinden borçlanmalarıdır.
24
Sabit kur rejiminin geçerli olduğu şartlarda yabancı para cinsinden
borçlanmalara uygulanan faiz oranları, ulusal para cinsinden borçlanmalara
uygulanan faiz oranlarına göre daha düşüktür. Bu süreçte bankalar kur riskine karşı
yeterli
koruma
önlemi
almaksızın,
yabancı
para
cinsinden
borçlanmaya
yönelmektedir. Başka bir ifadeyle sağlanan garantiler bankaların kur riski
yüklenimleri yoluyla kırılganlıklarını arttırmaktadır. Hükümetlerin bu garantiyi
sağlamalarının nedeni, firmalara düşük faiz oranlarından işletme sermayesi temin
etmektir. Hükümetin bu kaynaktan sağladığı gelir devalüasyon nedeniyle
oluşabilecek bankacılık krizlerinin maliyetini aştığı sürece bu politika uygulamasına
devam edilmektedir (Mizen ve Pentecost, 1996).
Literatürde vurgulanan tüm bu yaklaşımlardan hareket edildiğinde, sabit kur
rejimlerinin ekonomilerde finansal kırılganlığı arttırdığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu,
kur riskine karşı korundukları görüşüyle hareket eden iktisadi birimlerin davranışı ile
açıklanabilen bir durumdur.
Bunun dışında iktisadi birimleri, ekonomilerde yabancı para cinsinden
borçlanmaya yönlendiren diğer bir faktör, mali açığın büyüklüğü ile ilgilidir.
Otoritelerin enflasyonist politikalar uygulayarak ulusal para cinsinden
borçların
reel
değerini
düşürme
girişimleri,
iktisadi
birimler
tarafından
öngörüldüğünde para otoritelerinin enflasyonu düşürme taahhütleri piyasalar
tarafından gerçekçi bulunmayacaktır. Para otoritelerinin enflasyonu düşürme
taahhütlerine duyulan güvensizlik bir yandan enflasyonist bekleyişleri arttırırken,
diğer yandan ulusal faiz oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Söz konusu
koşullar altında para otoriteleri ulusal para cinsinden borçlanma aracı ihraç etme
konusunda çekimser davranırlar. Bu durumda gerçekleşen kamu borç dolarizasyonu,
iktisadi birimlerin uygulanan politikalara duyulan güven eksikliğinin bir sonucudur
(Levy-Yeyati, 2006).
25
Buna göre kurumlar finansal dolarizasyonu enflasyon üzerindeki tesirleri
vasıtasıyla etkilemektedir. Benzer bir görüş Rajan (2004) tarafından da ortaya
atılmıştır. Zayif kurumsal yapıya sahip ülkelerde otoritelerin enflasyonist politikalar
uygulamaları, dolarizasyonu arttırmaktadır. Enflasyon oranı yükseldiğinde ulusal
para cinsinden yatırım araçlarına daha yüksek risk primi talep edilmektedir. Bu
süreçte borçlanma maliyetlerini minimize etme amacında olan iktisadi birimler ise
yüksek risk primi nedeniyle ulusal para cinsinden borçlama aracı ihracından
uzaklaşırlar. Diğer bir ifadeyle, enflasyon riski yatırım araçlarının dolarizasyonu ile
sonuçlanır.
2.1.6. Reel Dolarizasyon
Reel dolarizasyon ise, resmi ya da de facto olarak ücret ve fiyatların yabancı
paraya endekslenmesidir (Nicolo vd, 2005). Luca ve Petrova (2003) da reel
dolarizasyonu, nihai mal ihraç eden ve/veya nihai mal üretiminde ithal aramalları
kullanan firmaların getiri ve üretim maliyetlerinin yabancı para cinsinden
gerçekleşmesi olarak tanımlamıştır.
Ize ve Parrado (2002) ise, ödemeler, finansal ve reel dolarizasyon şeklinde
üçlü bir ayrım yapmıştır. Ödemeler dolarizasyonunun literatürde para ikamesi olarak
tanındığını; finansal dolarizasyonun ise, yabancı para cinsinden mevduat, kredi ve
diğer finansal sözleşmelerin varlığı durumu yanı varlık ikamesi olduğunu
belirtmişlerdir. Ayrıntılı olarak ele aldıkları ise reel dolarizasyondur. Reel
dolarizasyon ücret ve fiyatların yabancı paraya endekslenmesidir.
2.1.7. Simetrik ve Asimetrik Dolarizasyon
Ekonomik anlamda büyük olan ülkelerde dolarizasyon olgusu simetrik olarak
görülmektedir. Diğer bir ifade ile vatandaşlar hem ulusal hem de yabancı para
cinsinden varlıklarını saklamaktadır. Fakat ekonomik anlamda gelişmekte olan
ülkelerde ise dolarizasyon süreçleri asimetrik olarak yaşanmaktadır. Yani yerliler,
ulusal ve yabancı parayı kullanırken, yabancılar ise ulusal parayı kullanmaktadır. Bu
26
ülkelerde kullanılan para birimi genellikle Amerikan doları olup paranın üç farklı
fonksiyonu da gözlemlenmektedir. Öncelikle yabancı para birimi, satın alma aracı
olarak kullanılır, zaman geçtikçe fiyatlar üzerinde özellikle dayanıklı mallar ve
gayrimenkuller yabancı para birimine göre değerlenir ve yabancı para birimi bir alım
satım aracı şeklinde kullanım görür. (Yinusa, 2008)
2.2.Dolarizasyonun Nedenleri
Dolarizasyon olgusuna yol açan nedenler içerisinde enflasyon karşısında
değer yitirme korkusu, faiz ya da vergi oranları farkına bağlı olarak beklenen
getirilerin değişmesi ve portföyde çeşitlendirme yapılarak riskin azaltılması gibi
nedenler ilk akla gelenlerdir. Ancak literatürde bu nedenler farklı paradigmalara
ayrılarak incelenmiş, yazarlar tarafından farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Bu
yaklaşımlar da, dolarizasyonun hangi evrede olduğuyla ilgili olarak geliştirilmiştir.
1980’lerde para ikamesinin nedenleri üzerinde durulurken günümüz literatüründe
finansal dolarizasyon kavramı üzerinde durulduğu görülmektedir.
2.2.1. Geleneksel Yaklaşımlar
Geleneksel yaklaşımlar açısından incelediğimizde ilk olarak Thomas (1985),
para ikamesi modeli kullanarak dolarizasyon düzeyinin portföydeki varlıkların
görece getirilerine ve risklerine bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Akçay’a (1997)
göre ise, para ikamesi modelleri iki farklı yaklaşımla başlamıştır. Bunlardan ilki,
Miles (1978), Joines (1985) ve Thomas (1985) tarafından geliştirilen iki aşamalı
portföy seçim sürecidir. İlk aşamada kişiler para ve diğer varlıklar arasında
servetlerini bölüştürüp ikinci aşamada servetin parasal kısmını paranın türevleri
arasında paylaştırmaktadırlar. İkinci yaklaşım ise Cuddington (1983) tarafından
geliştirilmiştir. Bu yaklaşımın farkı, kişilerin servetlerini para ve diğer varlıklara
arasında eşanlı paylaştırmalarıdır.
Yeyati (2006), konuyla ilgili ilk çalışmalarda dolarizasyonun, para ikamesi
olarak yorumlandığını, para ikamesine ilişkin standart modelde, yerli ve yabancı
27
paraya ilişkin nominal dengelerin, her bir para biriminin nominal faiz oranının bir
fonksiyonu olduğunu belirtmiştir. Enflasyonun, nominal kurda karşılığını bulduğunu
ve beklenen enflasyonun para ikamesini artırdığını Yeyati (2006) çalışmasında şu
şekilde ifade edilmiştir:
𝑐𝑐 = 𝑓𝑓(𝑖𝑖, 𝑖𝑖 ∗ )
(1)
f′1 < 0 𝑣𝑣𝑣𝑣 f′2 > 0
(2)
c: Yerli ve yabancı para büyüklüklerin birbirine oranı
i: Yerli para faiz oranı
i*: Dolar faiz oranı olmak üzere
Faiz oranı paritesi varsayımı altında, E(Δe): beklenen develüasyon oranı iken
i∗ + E(Δe)
(2)
c = f(i∗ , E(Δe))
(3)
olmaktadır.
Ancak bu görüş, 1990 sonrası dolarize ekonomilerde enflasyonun belirgin
şekilde düşmesine karşın dolarizasyonun direnç göstermesiyle eleştiri almaya
başlamıştır. Fiyat istikrarı sağlansa bile, geçmiş enflasyon, yüksek enflasyon
beklentilerini sürdürecek, bir nevi hafızada tutacaktır (Savastano, 1996).
Böylelikle,
dolarizasyon
günümüz
enflasyonundan
ziyade
geçmiş
enflasyonun bir sonucu olmaktadır. Morales (2003) de benzer şekilde, Bolivya için
dolarizasyonun nedenini, geçmiş hiperenflasyon yaşanan döneme ait verilerin o
zamana ait enflasyon verilerine göre daha iyi açıkladığı sonucuna ulaşmıştır.
Yeni çalışmalar daha çok finansal dolarizasyon sonucu döviz kuru
dalgalanmalarına olan duyarlılığa bağlı ortaya çıkan finansal kırılganlık, para ve kur
28
politikaları üzerindeki hükümet gücünün azalması konuları üzerinde durmaktadır
(Ize ve Yeyati, 2003).
2.2.2. Ulusal Para Cinsinden Dış Borçlanamama
Literatürde bir ülkenin kendi ulusal parası cinsinden dış borçlanma
yapamaması durumu “İlk Günah” olarak adlandırılmaktadır. Zengin ülkelerden, fakir
ülkelere daha fazla sermaye akımı olmamasının ve fakir ülkenin sermaye hesaplarını,
tüketimi düzenlemek için kullanmada zorlanmasının nedeni dışarıda kendi para
birimlerinden borçlanamaması ile açıklanmaktadır.
Geniş kapsamlı “İlkGünah”
kavramı yerli para cinsinden dış borçlanmanın yapılamaması yanında, yurt içinde
uzun vadeli borçlanmada da zorlanılmasıdır. Ancak son çalışmalarda dar kapsamlı
olarak yurtdışı borçlanmanın imkansızlığı üzerinde durulduğu görülmektedir. Bu
kavram açıklanırken yerleşiklerin yurt içindeki dolarizasyon eğilimleri yerine yurt
dışı borçlanmalarında kullandıkları para birimi üzerinde durulmaktadır. Şili,
Macaristan, Hindıştan ve Tayland’da yurt içi borçlanma tahvillerini dövize
endekslemeden hükümetin uzun süreli borçlanabilmesine karşılık yurt dışı kendi
paraları cinsinden borçlanmada bir aşama kaydedemedikleri görülmektedir
(Eichengreen vd. 2003).
Yurt içi (yerel) dolarizasyonun nedenleri, dış yükümlülük dolarizasyonunun
nedenlerinden farklı olmalıdır. Örneğin, süregelen yüksek enflasyonun varlığı yerel
dolarizasyona neden olacakken, dış borçlarla ilişkilendirilmemektedir (Reinhart vd,
2003; Honig, 2009).
Yerel dolarizasyonun geri döndürülebilirliği söz konusu iken gelişmekte olan
ülkelerin dış yükümlülüklerinde “İlk Günah” varlığı nedeniyle dolarizasyon devam
etmek zorunda kalmaktadır (Eichengreen vd., 2002, Honig, 2009). Diğer bir ifade ile,
ulusal paraları uluslararası rezerv para olarak kabul edilmeyen ülkeler, uluslararası
ticaret ve yatırımlarında yabancı para kullanmak zorunda kalmaktadır (D’Arista,
2004).
29
2.2.3. Minimum Varyans Portföyü
Ize ve Yeyati (1998), makroekonomik belirsizliklere bağlı olarak kur
seçiminin yapıldığı bir portföy modeli geliştirmişlerdir. Bu modelde belirlenen
portföy içindeki dolar miktarı, portföyde “olması gereken” dolar miktarını
vermektedir.
Dolayısıyla
modelin
belirlediği
minimum
varyans
portföyü,
ekonomideki dinamiklere bağlı olarak şekillenmekte ve dolarizasyon için doğal bir
kıstas oluşturmaktadır.
Minimum varyans portföyü şu şekilde belirlenmektedir (Ize ve Yeyati, 1998):
Yerli mevduat sahiplerinin portföyleri üç unsurdan oluşmaktadır:
1. Yerli para cinsinden yurt içinde tutulan mevduat (domestically held home
currency deposits (HCD))
2. Yabancı para cinsinden yurt içinde tutulan mevduat (domestically held
foreign currency deposits (FCD))
3. Yurtdışında sahip olunan yabancı para cinsinden mevduat (cross-border
foreign currency deposits (CBD)).
Sayılan mevduatların reel getirileri de sırasıyla; rHD, rFD ve rCD’dir.
Kur riski dolayısıyla, dolar mevduat ya da krediler, yerli para mevduat ya da
kredilerin tam ikamesi değildirler. Ülke riski nedeniyle yurt içinde tutulan mevduatda
yurt dışında tutulanların tam ikamesi değildir.
μπ, μs ve μc sırasıyla enflasyon, reel döviz kuru ve ülke riskine bağlı
sıfırortalamalı hata terimi, varyans kovaryans matrisi Sij ve E beklenen değer
operatörüiken:
𝑟𝑟𝐷𝐷𝐻𝐻 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 ) + 𝜇𝜇𝜋𝜋 + 𝜇𝜇𝑐𝑐
𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 ) + 𝜇𝜇𝑠𝑠 + 𝜇𝜇𝑐𝑐
(4)
(5)
30
𝑟𝑟𝐷𝐷𝐶𝐶 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 ) + 𝜇𝜇𝑠𝑠
(6)
𝑆𝑆𝑠𝑠𝑠𝑠 = 𝑆𝑆𝜋𝜋𝜋𝜋𝜋𝜋 = 0
(7)
𝑈𝑈𝐷𝐷 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷 ) − 𝑐𝑐𝐷𝐷 𝑉𝑉𝑉𝑉𝑉𝑉(𝑟𝑟𝐷𝐷 )/2
(8)
Mevduat sahiplerinin tercihleri:
Dolayısıyla, dolar mevduat oranı olarak kendini gösteren kur seçimi, sadece
iç faiz oranları diferansiyellerinin varyansı olarak ölçülen kur riskine bağlı olarak
şekillenmektedir.
Nominal faizlerin sözleşme süresince sabit kaldığı varsayıldığında, reel
getirilerdeki belirsizlik, fiyat ve kur düzeyinin volatilitesinden kaynaklanmaktadır.
𝑅𝑅𝐷𝐷𝐻𝐻 ve𝑅𝑅𝐷𝐷𝐹𝐹 yerli ve yabancı para cinsinden nominal mevduat oranları, π
enflasyon oranı, e ve s nominal ve reel kurdaki değişim oranı olmak üzere minimum
varyans portföyünün getirdiği dolar düzeyi enflasyon ve reel kurun volatilitelerinin
bir fonksiyonu olarak tanımlanabilmektedir.
λ∗ =
𝑉𝑉(𝜋𝜋)+Cov(π,s)
(9)
𝑉𝑉(𝜋𝜋)+𝑉𝑉(𝑠𝑠)+2Cov(π,s)
𝜆𝜆∗ ,portföyde bulunması gereken Minumum Varyans Portföyü’nün işaret ettiği
dolar düzeyini vermektedir. Eşitlikten görüldüğü gibi, portföyde bulunması gereken
dolar miktarı enflasyon ve reel kurun varyans ve kovaryansları ile ilişkilidir. Bir
başka deyişle, kişilerin dolar tercihi, enflasyon ve reel kurun düzey değerlerinden
değil dalgalanmalarından etkilenmektedir.
Ize ve Yeyati (1998), MVP’nin gösterdiği dolarizasyon düzeyinin gerçekleşen
dolarizasyonu belirlediğini ortaya koymuştur. Mevduat ve kredilerin dolarizasyonu
ödünç verilebilir fonlar piyasasında karşılıklı ilişki içersindedir. Bu ilişki MVP
çevresinde dengeye ulaşmaktadır. MVP, olması gereken dolarizasyonunun
31
enflasyonun varyansı ile pozitif fakat kurdaki aşınmanın varyansı ile negatif ilişki
içersinde olduğunu göstererek makroekonomik politikalar ile bağlantı kurmaktadır.
Temel çıkış noktası, kişilerin portföy oluştururken yerli para ve kur
dalgalanmalarına bakmaları, enflasyon ve kur riskini minimize edecek belirli
ağırlıkları seçmeleridir.
Görece dalgalanmaların önemine bağlı olarak, bu yaklaşım, başarılı istikrar
programlarının varlığına rağmen yüksek ve kalıcı finansal dolarizasyonun varlığını
açıklama şansı vermektedir. Bu programlar döviz kuru şoklarını yok edici politika
önerileri içermedikleri takdirde MVP değişmeyecektir (Ize ve Yeyati, 1998).
Dolarize ekonomilerde sıklıkla görülen bir başka durum da döviz kuru riski
ile geri ödenmeme riskinin arasındaki yüksek korelasyondur. Bu nedenle, reel döviz
kuru dalgalanmaları, geri ödenmeme riskinin varlığına bağlı olarak yerli para
cinsinden portföylerin görece dalgalanmalarını da etkilemektedir. Böylelikle, her iki
yaklaşıma da dayanan bir argüman geliştirilebilir. Özellikle portföy tercihleri, dolar
cinsinden varlıkların hedge amaçlı kullanılmasındaki görece çekiciliği modellemeye
çerçeve sağlamaktadır. Diğer yandan, reel kur şoklarına bağlı geri ödenmeme
senaryosunun ve kurları dikkate almayan düzenlemelerin varlığı bu “görece
çekiciliklerin” etkilerini arttırmakta ve MVP’nin dolar kompozisyonuna yeni
anlamlar yüklemektedir (Ize ve Yeyati, 1998).
Bu tartışmaların odağında birbiriyle çelişen iki temel nokta bulunmaktadır:
Enflasyon hedeflemesi ve kurun dalgalanma korkusu. Birincisinin etkin şekilde
uygulanması finansal dolarizasyonu azaltabilir. Dalgalanma korkusu ise, dolar
varlıkları daha çekici hale getirerek ters yönde etkide bulunabilir.
Pek çok çalışmada dolarizasyonun nedenlerini açıklayıcı farklı teoriler
geliştirilmiş olsa da ana faktörün yerli paradaki beklenilen değer kaybının olduğu
açıktır. Yüksek düzeyde döviz açık pozisyonu pek çok ülkenin finansal
istikrarsızlığına neden olarak gösterilmektedir. Makroekonomik kırılganlıklar, varlık
32
ve
yükümlülükler
arasındaki
vade
uyumsuzlukları,
sermaye
yapısı
uyumsuzlukları(borç ve özsermaye) ve kredi riski ortaya çıkartan zayıf varlık kalitesi
içinde kendinigösterebilir. Bu etkenlerin yaratacağı sıkıntılara karşı önlem almak
kuşkusuz politikayapıcıların temel amaçlarındandır. Alınacak önlemlerin etkinliği
için ise, dolarizasyonu ortaya çıkartan temel faktörlerin bilinmesi gerekmektedir.
İze ve Yeyati (2003) Arjantin, Bolivya, Peru, Meksika ve Uruguay’ı
inceledikleri çalışmalarında MVP ile belirlenen dolar oranının gerçekleşen
dolarizasyonu iyi derecede tahmin ettiğini ortaya koymuşlardır. Buna göre, serbest
dalgalanan kur rejimi ile birlikte uygulanan enflasyon hedeflemesinin fiyatların
volatilitesine oranla reel kur dalgalanmasını arttırarak finansal dolarizasyonun
azalmasına yol açacağını belirtmişlerdir.
Şekil 1.2: Portföy Varyansının Optimal Düzeyi
Kaynak: Inter-American Development Bank, 2004, ‘Unlocking Credit: The Quest For Deep And
Stable Bank Lending
Şekil 1.2’de görüldüğü gibi, dolarizasyonu kısıtlamanın finansal gelişmeye
etkisinin optimal portföyde yalnızca yerli para varlıklara hareket etmenin getirdiği
daha fazla varyans ile açıklanmaya çalışılmıştır. Buradaki kayıp, enflasyonun
varyansı ile MVP’nin işaret ettiği varyans arasındaki farktır. Finansal gelişme
33
üzerinde dolarizasyon kısıtlamasının etkisi, mevduat sahiplerinin optimum
portföyden sadece yerli para cinsi varlıklara ne kadar kayacağına, başka deyişle daha
yüksek varyansa sahip olacaklarına bağlıdır.
Eğer dolar borç oranı sıfır ise, portföy getirisinin varyansı enflasyon
varyansına eşit olur. Dolar borç oranı arttıkça belli bir düzeye kadar portföy varyansı
düşer ki o düzey MVP’dir. Eğer dolarizasyon kısıtlanırsa bu durumda portföyden
dolar oranının azaldığı derecede portföyün varyansı artacaktır. Dolayısıyla fiyat
belirsizliklerinin olduğu durumda dolarizasyon, borç alanlar ve verenler arasında
optimal risk dağılımını sağlamaktadır. Dolarizasyonoranının fazla olması durumunda
da risk artar, şekilden de görüldüğü üzere varyans kaybı artar. Böylelikle hükümet
garantilerinin, kamunun çeşitli riskleri üstlenmesinin riskin optimal dağılımını
bozmaktadır. Aynı şekilde, borç verenlerin portföy tercihlerine limit koyarak
dolarizasyonu kısıtlamak da kredilerin reel getirilerinin varyansını arttırarak finansal
sektörün gelişimine ket vurmaktadır. Eğer ki dolar kredilerin getirisinin yerli para
kredi getirilerine göre artacağı bekleniyorsa kredi verenlerin portföyünde daha fazla
dolar bulunur. Borç alanlar ise tam aksi yönde, dolar görece pahalanacağından
portföylerindeki payını azaltırlar.
Şekil 1.3: Fon Piyasasında MVP
Kaynak: Inter-American Development Bank, 2004, ‘Unlocking Credit: The Quest For Deep And
Stable Bank Lending
34
Eğer faiz oranı farkının (spread) sıfır olması beklentisi var ise, borcun optimal
oranı sadece enflasyon ve reel döviz kurunun görece varyanslarına göre belirlenir.
Bu da Şekil 1.3’teki MVP düzeyidir. Borç alan ve veren aynı tercihlere, dolayısıyla
aynı MVP’ye sahip olur ve denge MVP’sinde fon arz ve talebinde dengesizlik olmaz
böylelikle pazar temizlenir. Bundan dolayı MVP, olması gereken dolarizasyon
düzeyi için ölçüt oluşturmakta ve makroekonomik denge ile bağlantı kurmaktadır.
Olması gereken dolarizasyon, enflasyonun varyansı ile pozitif fakat kurun varyansı
ile negatif ilişki içerisindedir.
Şekil 1.4: Enflasyon Artışının Etkisi
Kaynak: Inter-American Development Bank, 2004, ‘Unlocking Credit: The Quest For Deep And
Stable Bank Lending
Şekil 1.4’te görüldüğü gibi herşey sabitken enflasyonun varyansındaki artış
eğrileri sağa kaydırır, denge MVP düzeyi de değişir. Yerli para krediler riskli hale
geleceğinden tercihler güvenli dolar kredilerden yana kullanılır. Fiyatlardaki
belirsizliğe karşı bir güvence vermesinden dolayı, parasal istikrarsızlık içindeki
ülkelerde dolarizasyonu kısıtlayıcı müdahaleler mevduatların ülke dışına çıkmasına
ve finansal aracıların azalmasına neden olabilir. Kur uyumsuzluğundan kaynaklanan
potansiyel tehlikeler ile küçük yerel yatırımcıların sistemde yaratacağı maliyet
yüklerinin dengesi dedolarizasyon tartışmalarındaki temel noktadır.
35
Riskten kaçınmanın olmadığı durumda yatırımcılar ve borç alanlar için
sadece beklenen getiriler önemlidir. Yatırımcı riskten kaçınmıyor ise getirisini en
düşük risk ile en yüksek düzeye çıkaran portföyü tercih edecektir. Portföy tercihi
MVP’nin belirlediği dolar cinsinden varlıkların oranı kadar olacaktır. Bu düzey de
λ∗ ’ dır.
Denge durumu λ*’dan farklı bir noktada oluşmuş, diğer bir deyişle
gerçekleşen
dolarizasyon
MVP’den
farklılaşmış
ise
kredi
ve
mevduat
dolarizasyonları faiz değişikliklerine farklı cevaplar vereceklerdir. Şöyle ki, yerli
paranın lehine faizlerde bir değişim olursa yerli para mevduatlar yabancı para
mevduatlara göre, dolar krediler de yerli para kredilere göre daha cazip hale
gelmektedir. Dolayısıyla mevduat dolarizasyonu MVP’nin altına düşerken kredi
dolarizasyonu MVP’nin üzerine çıkmaktadır. Faiz farkları haricinde MVP’den
sapmalar başka nedenlerden de kaynaklanmaktadır. Hükümetler makroekonomik
politika değişiklikleri yaparak, portföy dağılımlarının altında yatan belirsizlik ve
dalgalanmaları değiştirebilmektedir (Yeyati ve Ize, 2003).
Dışsal bir şok sonucu kurda büyük bir devalüasyon olduğunda bu durum
genelde çıktı düzeyinde de büyük bir düşüşle beraber gerçekleşmektedir. Reel
gelirlerin düştüğü bir ortamda, yüksek getiri oranına sahipse dolar, mevduat sahipleri
için güvenli bir liman olacaktır (Nicolo vd., 2003). Böylelikle MVP’nin çok ötesinde
bir dolarizasyon gerçekleşebilmektedir.
λ∗ , enflasyon volatilitesi ile yükselip reel döviz kurunun volatilitesi ile
düşmesinden dolayı enflasyon hedeflemesi ve dalgalı kur politikası düşük
dolarizasyon düzeyini getirmektedir. Ancak enflasyonu düşürürken uygulanan kur
politikası daha hızlı bir stabiliteyi getirmekteyse dolarizasyon sürecinin tersine
çevrilmesi başarısız olur. Parasal kontrolün kaybedilmesiyle döviz krizinin birlikte
oluşması gibi, parasal kontrolün hükümetçe tekrar düzeltilmesiyle birlikte reel döviz
kurunda da bir denge durumu söz konusu olmaktadır. Dahası, otoriteler para
politikalarının düzenlenebilmesi için kurun denge bozucu etkilerinden arınabilmek
36
amacıyla kur hedeflemesine gidebilmektedirler. Latin Amerika ülkeleri, istikrar
dönemleri sonrası enflasyon volatilitesindeki düşüşün yararlarının reel kurdaki düşüş
sonucu silinmesinin iyi birer örnekleridir. Tablo 1.2’de enflasyondaki düşüşe rağmen
dolarizasyonun düşmediği ülkeler sunulmuştur.
Tablo 1.2: Enflasyon ve MVP Arasındaki İlişki
Kaynak: Ize,A., Yeyati,E.L., 2003, ‘Financial Dollarızation’, Journal of International Economics.
Tablo 1.2’den görüleceği gibi enflasyon düşmesine rağmen finansal
dolarizasyon MVP’ ye bağlı olarak yüksek seyretmeye devam etmektedir. Bu da para
ikamesi görüşünün sunduğu enflasyon nominal değerinin dolarizasyon üzerindeki
etkisi görüşünü çürütmektedir.
Morales (2003), Bolivya’daki MVP ölçümlerinde, enflasyon olmayan son 10
yıla göre hiperenflasyona ilişkin eski verilere ait dönemlerin analize dahil
edilmesiyle, mevcut dolarizasyon düzeylerinin daha iyi tahmin edildiğini ortaya
koymuştur.
Rennhack ve Nozaki (2006) dedolarizasyonun , enflasyon belirsizliğine karşı
geliştirilen rasyonel bir tepki olduğunu belirtmiştir. Sermaye akımları, vergi
politikaları ve kamu borçlanması da gerçekleşen dolarizasyon ile MVP’nin farklı
olmasına yol açmaktadır. Sermaye akımları ve kamu borçlanmasının dolarizasyon
üzerindeki etkisi dolarizasyonun çeşidine göre farklılaşmaktadır. Para politikasına
37
bağımlı ya da bağımsız olarak sermaye akımları, dolar bolluğu yaratarak kredi
dolarizasyonunu artırırken yerli para cinsinden faizlerin artmasıyla mevduat
dolarizasyonunu düşürür. Dolayısıyla mevduat dolarizasyonundaki azalış her zaman
risk algısındaki farklılaşmadan kaynaklanmayabilir. Kamunun borçlanmasını
dolarizasyonu düşürme amaçlı yerli paraya kaydırması, banka bilançolarının simetrik
yapısı nedeniyle başarısız olacaktır.
Yerli para faiz oranlarının dolara görece artması, mevduat dolarizasyonunu
düşürürken, kredi dolarizasyonunu artırır. Yerli para varlıklar üzerindeki verginin
düşürülmesi banka bilançosunun her iki yanındaki dolar varlıkları düşürücü etki
yapar ancak yurt dışı faiz oranları daha cazip hale gelerek sermaye çıkışları başlar ve
finansal aracılık azalır. Aynı etkiler dolar mevduat ve kredilerin yasaklanmasıyla da
ortaya çıkabilir. Meksika(1982), Peru (1985) ve Bolivya (1982)‘de dolar varlıkların
yerli paraya zorunlu dönüşümü aynı sonuçları vermiştir. Aksine, yerli para
üzerindeki verginin veya faiz oranlarındaki tavanın kaldırılması, her iki
dolarizasyonu düşürürken finansal aracılığı da artırıcı etki yapmaktadır (Morales,
2003).
2.2.4. Yeni Yaklaşımlar
İze ve Yeyati (2005), finansal dolarizasyon literatürünü üç paradigmaya
ayırmaktadır:
Portföy seçim yaklaşımı, kredi riski ve finansal çevre. Portföy seçim
yaklaşımına göre, finansal dolarizasyon, kişilerin portföy getirilerinin varyansını
minimize ettikleri portföy tercihlerinin bir sonucudur. Bu yaklaşımda, yerli para
cinsinden varlıkların getirileri yerel enflasyona bağlı olarak, dolar varlıkların
getirileri ise reel döviz kuru riskine bağlı olarak belirsizdir.
Kredi riski yaklaşımında dolarizasyon, risk nötr iktisadi birimlerin ahlaki
çöküntü ve asimetrik bilgi ile artan geri ödememe riski karşısında takındıkları tutum
sonucu ortaya çıkmaktadır.
38
Üçüncü yaklaşımda ise finansal dolarizasyon, yerli pazar ve yasal
eksikliklerin sonucunda oluşmaktadır. Yatırımcı ve hanehalkı sektörleri portföy
seçim yaklaşımına göre mevduatlarını değerlendirirken, risk nötr firmalar
borçlanmalarını ikinci yaklaşıma göre şekillendirmektedirler. Dolayısıyla bu
yaklaşım, mevduat ve kredi dolarizasyonun nedenlerini farklı açıklamaktadır.
Yatırımcı ve firmaların farklı tutumları da bankaların sadece iki grup arasında aracı
olduğunu, son çıktı üzerinde etkisi olmadığını ve faizlerin iki grup arasındaki
etkileşimin sonucu olduğunu ortaya koymaktadır (Ize, 2005).
Broda ve Yeyati (2003), finansal dolarizasyonun nedenlerini anlamak için iki
yaklaşım geliştirmiştir. İlk yaklaşım düzenleyici otoritenin altını çizmektedir Eğer,
mevduat garantisi altında, yüksek mevduat garanti oranı var ve dolar mevduata karşı
herhangi bir farklı uygulama yok ise, bankacılık sistemi döviz kuru riskini fiyatlama
kararlarını içselleştiremeyecektir ve yanlış fiyatlama yapacaktır. Döviz kuru riski ile
bankaların ödeme gücü arasındaki korelasyonun yüksek olduğu bir ekonomik
çevrede, ki bu durum yükümlülükleri dolarize olmuş ekonomilerde belirgindir,
bankalar yerli para mevduat karşısında yüksek maliyet taşıyan dolar mevduatın
maliyetini
yüklenmede
yerli
paranın
değer
kaybı
durumunda
zorlukla
karşılaşacaklardır. Risk nötr mudiler, yerli para-dolar faiz farkı talep ettikçe fonları
dolar cinsinden dağıtmak bankalar açısından daha karlı olacaktır bu da mevduat
dolarizasyonunu destekleyecektir. Bu durum, kurlar arası ayrımı imkansızlaştıran
mevduat sigortası garantisi arttıkça daha da güçlenecektir. Mevduat sigortası,
kapsama alınan dolar mevduatın oranı yükseldikçe yatırımcıların talep ettiği yerli
para-dolar faiz farkını genişletecek ancak bankalar hala kötü senaryoda dolar
fonlamanın yüksek maliyetini içselleştiremiyor olacaklardır. Aslında, mevduat
garanti fonunca sağlanan açık garanti, hükümetin sistematik riskten korunmak için
sağladığı örtülü garantidir. Bu argüman açıkça hükümetin, finansal krizlerden
korunmak için borç yapılandırma ve sermaye güçlendirme programları aracılığıyla
mutlaka ekonomiye müdahale edeceği düşüncesine dayanmaktadır.
39
Ayrıca, bilançonun diğer yanında örtülü veya açık mevduat sigortasının
varlığı, finansal aracıların yerli para cinsinden projelerde tüm kur riskini kreditörlere
aktarmalarından kaçınmayı teşvik etmektedir. Bu durum, banka ve firmaların
bilançolarındaki kur uyumsuzluklarını arttırmakta ve döviz kuru riski ile ödenmeme
riski arasındaki korelasyonu yükseltmektedir.
Sonuç olarak, bankalar dolar fonlamanın maliyetlerini yüklenmede isteksiz
davranacaklarından mudiler açısından dolar varlıklar daha cazip hale gelecektir.
Dolarizasyonun
nedenlerini
inceleyen
ikinci
yaklaşım
portföy
yaklaşımıdır.Bu yaklaşıma göre, finansal dolarizasyonun anahtar elementi enflasyon
ile paranın reel değer kaybındaki görece dalgalanmadır. Ize ve Yeyati’nin (1998)
varlık ikame modeli kullanarak geliştirdikleri minimum varyansı sağlayan portföy,
mevduat ve kredi dolarizasyonunun derecesini tahmin etmektedir. Bu portföy,
enflasyon ve paranın reel değer kaybındaki dalgalanmalarının bir fonksiyonudur.
Böylelikle MVP, finansal dolarizasyonun
derecesini ölçmede ve politika
kararlarından etkilenen makro ekonomik değişkenlerle ilişkilendirmede doğal kıstas
olmaktadır.
Barajas ve Morales (2003), dolarizasyonun nedenleri üç grup altında
toplamışlardır. Bunlar; finansal gelişmişlik, makro ve bankacılıkla ilişkili
açıklamalardır.
Finansal gelişmişlik açıklamalarında, finansal piyasaların düşük derecede
gelişmişliği ve eksik rekabet yapısı borçlananların daha fazla yabancı para kredi
talebine neden olmaktadır. Ekonomik birimlerin dolar borçlanma eğiliminin, yerli
finansal piyasaların gelişmemişliği sonucu oluştuğu ileri sürülmüştür.
Cabellero
ve
Krishnamurthy
(2000)
de
yerli
finansal
piyasaların
gelişmemişliği durumunda ekonomik birimlerin dolar kredilere yöneldiklerini
göstermiştir. Bir firmanın yerli para cinsinden borçlanması bir ‘put-option’ satın
alması ile aynı karakterdedir. Kötü durum senaryosu gerçekleştiğinde yanı büyük bir
40
devalüasyon olduğunda, yerli para cinsinden aynı miktar borç ödenir. Firmanın
ödediği opsiyon primi, yerli para ile yabancı para cinsinden borçlanma arasındaki
faiz oranı farkıdır. Yerli finansal kısıtlar sonucu primin düşük değerlenmesi, neden
dolar cinsinden borçlanıldığını açıklamaktadır. Bu şekilde borçlanmanın boyutu
finansal gelişmişliğin derecesi ile ilişkilidir.
Makro ilişkili açıklamalar, ahlaki çöküntüden kaynaklanan pazar ya da
borçlananların kararlarını etkileyen kredibilite eksikliklerine dayanmaktadır.
Burnside vd. (1999), döviz kurunun sabitlenmesinin, dolar borçlananlara açık sigorta
sunarak ahlaki çöküntü oluşturduğunu göstermişlerdir. Hükümetlerin yerli şirketlerin
finansal sıkıntıdan kurtulmalarını sağlamaya yönelik işlemleri ile örtülü sigorta
oluşmaktadır. Hükümet garantisinin varlığı, devalüasyona karşı kur riskini hedge
etme gerekliliğini elimine etmekte ve bankaları kur açık pozisyonlarını büyütme
konusunda cesaretlendirmektedir. Daha fazla kazanabilmek için açık pozisyonları
büyürken, kredilerin kalitesinde bir düşüş yaşanmaktadır. Jeanne (2002), yerli
paranın kredibilitesinin olmayışının yerli firmaları yabancı para cinsinden
borçlanmaya ittiğini, bunun da borcu geri ödeyememe durumunda büyük kayıplara
yol açtığını göstermiştir.
Bankacılıkla ilişkili açıklamalar, bankaların optimizasyon çerçevesini
kullanarak varlık ve yükümlülüklerin dolar cinsinden tutulduğunu açıklamaya
çalışmaktadırlar. Bu açıklamaların temeli, Ize ve Yeyati’nin (1998) kur seçiminin
banka bilançolarının her iki tarafınca belirlendiği finansal varlıklar değerleme modeli
(capital assets pricing model, CAPM) üzerine inşa edilmiş varlık ikame modelidir.
Bu modele göre, tam rekabetin ve aracılık maliyetlerinin olmadığı durumda
kar maksimizasyonu için bankalar, mevduat ve kredi dolarizasyon derecesini
belirleyen MVP düzeyini gerçekleştirmelidir. Minimum varyans portföyünce
belirlenen dolarizasyon düzeyi, enflasyon ve reel döviz kuru değişimlerinin görece
volatilitelerine bağlıdır. Döviz kuru varyansındaki artış, dolar varlıkların hedging
yararlarını azalttığı için dolarizasyonu düşürücü etki yapmaktadır. Kredi ve mevduat
41
dolarizasyonundaki farklılıklar, sermaye girişlerinden, vergilendirme ve mevzuattan
kaynaklanmaktadır.
Barajas ve Morales(2003), Morales (2003), Yeyati (2006), Ize ve Yeyati
(2005), Nicolo vd. (2003), Cowan (2006), Bacha vd. (2007), Honig (2009) MVP’yi
ölçüm aracı olarak kullanan çalışmalardan bazılarıdır.
Catao ve Terrones (2000)’e göre dolar krediler, devalüasyon riski
yükseldikçe, yabancı para faiz oranları düştükçe ve karşılıklı ticaret imkanları
arttıkça, bankalar için daha çekici hale gelmektedir. Yönünü ve büyüklüğünü tam
tahmin etmek güç olsa da dolarizasyonu belirleyen unsurların dolarizasyonun
başlangıç düzeyi, kredi pazar yapısı, geri dönen kredilerin oranı ve aracılık
maliyetleri olduğu belirtilmiştir. Eğer tüm riskler uygun şekilde faiz oranları içinde
fiyatlandırılırsa dolar cinsinden ‘fazla’ borçlanma, hedge edilmiş olsun olmasın,
endişeye yer bırakmamaktadır. Catao ve Terrones (2000) için gelişmiş piyasalarda
dahi kur dalgalanmasının, zamanlamasının ve büyüklüğünün tahmin edilmesinin
zorluğuna rağmen kur belirsizliği tek başına dolarizasyon aleyhinde veya tarafında
tavır göstermeye yeterli değildir.
2.3.Dolarizasyonun Ekonomiye Etkileri
Dolarizasyon, ortaya çıktığı ülkenin makroekonomik koşullarına göre farklı
etkilere yol açmaktadır. Dolarizasyon, gelişmekte olan ekonomilerde enflasyon
nedeniyle yerli paranın sürekli değer yitirerek portföy düzenlemelerinin yabancı para
birimi lehine değişmesi ile, gelişmiş ülkelerde ise entegrasyona bağlı olarak mevcut
araçların şekillenmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerin gelişmiş finans
piyasaları düzenlemeleriyle birbirinin alternatifi pekçok finansal varlık oluşturmuştur
ki bunlar da paranın ikamesidir, para tanımı flulaşmıştır.
Gresham yasasına göre kötü para iyi parayı dolaşımdan kovarken günümüzde
tersi geçerli olmaktadır. Yüksek enflasyona maruz kalmış ülke parası yerine daha
istikrarlı bir para biriminin kullanılması uluslararası finansal ilişkilerde rasyonel bir
42
davranış olarak görülmeye başlanmıştır. Başlangıçta düşük güvene sahip ülke parası,
rezerv para olarak adlandırılan paralara yönelik talebin artmasına yol açmaktadır.
Yerli para üzerinden yüksek kazançların elde edilmesine olanak sağlayan bir
ortam yaratılması, yurt içi ve dışına çıkışları özendirerek rezerv para birikimlerini
artırır. Bu durum ise Gresham Yasası olarak adlandırılan oluşumun tersine dönmesi
ve yeni ekonomik sistemin oluşumuna ortam yaratması demektir (Mourmouas ve
Russel, 2000).
2.3.1. Dolarizasyonun Ekonomiye Olumlu Etkileri
Yaşanan krizler sonrası dolarizasyonun zararları üzerinde durulduğundan
yararları genelde göz ardı edilmiştir ancak pek çok dolarizasyon taraftarı da
bulunmaktadır. Dolarizasyonun ekonomiye taşıdığı riskler kadar faydaları da
literatürde
tartışılmakta
olduğundan
bir
karşıtlık
veya
taraftarlıktan
söz
edilebilmektedir. Karşı olanlar finansal kırılganlığın getirdiği sonuçlar, kur
uyumsuzluğunun ters bilanço etkisi nedeniyle krizlere yol açması ve senyoraj
gelirlerinin kaybı üzerinde dururken taraf olanlar finansal derinleşmeyi sağlaması ve
dolarizasyon sürecinin globalizasyonun doğal bir sonucu olduğu üzerine vurgu
yapmaktadırlar. Özellikle tam dolarizasyona geçiş ya da para kurulu uygulamasını
savunanlar konuyla ilgili pek çok neden ortaya koymaktadırlar.
Tam dolarizasyon, döviz ve ödemeler bilançosu krizlerinden kaçınmayı
mümkün hale getirebilmektedir. Ulusal para olmadığında hızlı bir değer kaybı
olasılığı olmadığı gibi, devalüasyon korkusunun motive ettiği ani sermaye kaçışları
da bertaraf edilmektedir. Dolarizasyon ayrıca, düşük işlem maliyetleri ile
desteklenen, Amerika Birleşik Devletleri ve global ekonomi ile daha yakın
entegrasyon ve dolar cinsinden fiyat istikrarının sağlanması gibi faydalar da
sağlamaktadır. Üstelik enflasyonist finansman olasılığı kesinlikle göz ardı edilirse
dolarizasyon, kurumları güçlendirebilmekte ve yatırımları arttırabilmektedir (Berg ve
Borensztein, 2000).
43
Chang’a göre (2000), dolarizasyonun temel iki yararı, ülkenin yabancı para
kredi maliyetlerini azaltması ve hükümet politikalarının güvenirliğini artırmasıdır.
Ancak bu yararların getirdiği maliyetlerine değip değmeyeceğinin cevabı net
değildir.
Arteta’ya (2003) göre ise, dolar mevduat ve kredilerin varlığı, geçmişte
yüksek istikrarsızlık ortamında bulunmuş finansal aracılara yardımcı olmakta ve
demonatize 2 olmalarını engellemektedir. Makroekonomik istikrarsızlık yaşayan
ülkelerde dolar hesaplara izin verilmez ise mevduat sahipleri, tasarruflarını yerli
bankacılık sisteminde tutmaya yanaşmayacaklardır. Bu durumda bankaların kredi
arzı da düşecektir. Bu bağlamda, finansal dolarizasyon ile finansal sıkıntı
zamanlarında mevduat ve kredi arzına müdahaleler azaltılabilmektedir. İkinci olarak
finansal dolarizasyon, krizlerin toplam çıktı üzerindeki etkisini azaltabilmektedir.
Mevduatın çoğunlukla yerli para cinsinden olması durumunda kurların yukarı
hareket etmesi, yatırımcıları ciddi etkileyecektir. Tersine, mevduatın dolar cinsinden
olması durumunda ve bankacılık krizlerini önleyici etkenlerin varlığında hanehalkı
geliri ve dolayısıyla tüketimi üzerinde krizin daha az bir etkisi olacaktır. Benzer
şekilde kredi dolarizasyonu, kur riskinin istikrar kazandırıcı şekilde dağıtılmasını
sağlamaktadır. Dolar krediler, kur riskinin bankalardan firmalara aktarılmasına,
böylelikle firmaların risk yönetim becerilerinin ve hedging faaliyetlerinin
gelişmesine neden olmaktadır. Ancak bankalar, çoğunlukla gelirleri dolar cinsinden
olan kredi değerliği yüksek firmalara dolar kredi vermeye yoğunlaşırlarsa da geri
ödenmeme riski var olmaya devam edecektir. Finansal dolarizasyon, uluslararası
sermaye piyasalarına entegrasyon ve daha fazla finansal enstrüman olanağı sunarak
aracılık faaliyetlerinde etkinliği arttıracaktır. Uluslararası sermaye piyasalarına daha
fazla entegrasyon, aynı zamanda bankaların finansal sıkıntı durumlarında,
aksaklıkları
hafifletebilmede
hayati
değeri
geliştirmektedir (Arteta, 2003).
Paranın dolaşımdan ayrılması, çekilmesi
2
44
olan
yönetim
becerilerini
de
Mendoza (2001), Meksika verilerinin analizinden elde edilen sonuçlarda,
politika belirsizliğinin giderilmesinin gelir üzerinde olumlu etkisi bulunmuş ve bu
sonuçlar üzerinde, yükümlülük dolarizasyonun anahtar rol üstlendiği belirtilmiştir.
Analiz sonuçlarına göre dolarizasyonun gelişmekte olan ekonomilere
sağladığı iki büyük fayda bulunmaktadır. İlki, dolarizasyonun, ülke içinde uygulanan
istikrar politikalarının kredibilite eksikliğinden kaynaklanan fiyat ve gelir
bozukluklarını engellemesi, diğeri ise bilgi ve kurumsal fraksiyonlara ayrılmayı
azaltarak finansal piyasaların etkinliğine katkı sağlamasıdır.
2.3.2. Dolarizasyonun Ekonomiye Olumsuz Etkileri
Dolarizasyon, genelde ülkedeki ekonomik birimlerin yüksek enflasyon
ortamında ulusal paranın değer kaybından korunmak amacıyla, ulusal para yerine
yabancı para cinsi mali varlıkları tercih etmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır.
Dolarizasyonun makroekonomik belirsizlikten ya da finansal entegrasyondan
kaynaklandığı düşünülmekte ancak oluşturduğu sıkıntılar nedeniyle de ekonomideki
kırılganlıkların kaynağı olmaktadır. Hükümetin, bankacılık sisteminin, diğer finansal
kurumların ve bankacılık dışı özel kesimin bilanço uyumsuzlukları, dolarizasyonun
getirdiği ekonomik sıkıntıların temelini oluşturmaktadır.
Dolarizasyonun boyutunun tam olarak ölçülememesi de finansal sisteme
yönelik öngörüleri zorlaştırmaktadır. Ülkelerin ne derece dolarize olduklarının
bulunmasının önündeki en büyük engel dolaşımdaki yabancı para miktarının
bilinmemesidir.
Varlık
ve
para
ikameleri,
geçmiş
enflasyon
düzeyi
ve
devalüasyonlardan etkilenmektedir. Kısmi dolarizasyon arttığında, efektif para arzı
yerli para arzından daha geniş olmakta ve para otoritelerince daha zor kontrol
edilebilir olmaktadır. Dolarizasyon, sadece yerli para politikasını daha az etkin
yapmamakta aynı zamanda aktif kur müdahalelerini daha tehlikeli hale getirmekte ve
mali sonuçlar da doğurmaktadır. Yabancı para değişimler, vergiden kaçınmanın
maliyetlerini azaltıp kayıt dışı ekonomiyi geliştirmektedir (Feige ve Dean, 2002).
45
Dolarizasyon sürecinin ekonomiye olumsuz etkileri, para politikalarının
kontrolünün zorlaşması, verilen dolar kredilerin geri ödenmeme riskinin oluşması,
sektörel kur uyumsuzluklarının varlığının tüm ekonomiye bulaşabilme ihtimali ve
finansal kırılganlığın artarak finansal krizlere uygun bir ortamın oluşması olarak
tanımlanabilmektedir.
2.3.3. Para Politikalarının Kontrolde Tutulamaması
Bir ülkenin bağımsız para politikasının temel faktörü ulusal parasıdır. Ancak
para otoritelerinin açık ekonomilerde kişileri tek bir para birimi kullanmaya
zorlamaya güçleri yetmemektedir. Geleneksel olarak dolarizasyonun temel nedeni,
ulusal paranın devalüasyonu ve buna bağlı enflasyondur. Ulusal para değer yitirdikçe
kişiler bir ikamesini aramaya başlarlar. Bu ikame değerli eşyalar, metaller de olabilir
ancak en yaygını diğer ülkelerin durağan para birimleridir. Bir başka deyişle, ulusal
paranın satın alma gücü yabancı paraya görece düştükçe finansal işlemlerde yabancı
paranın payı artma eğilimi göstermektedir.
Makroekonomik açıdan bakıldığında dolarizasyonun varlığı, hedeflerin
uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Yabancı bir para birimi, ekonomik sisteme dışsal
bir değişken olarak girdiği için politika düzenleyicilerin doğrudan yetki alanı dışında
kalmaktadır.
Para otoriteleri, ulusal para güçlü bir şekilde varlığını koruduğu müddetçe
reel sektöre yönelik uygulamalar yapabilme olanağını elinde bulundurmaktadır.
Dolarizasyon yerli parayı yabancı parayla değiştirerek para otoritesinin
elinden aldığı bu gücü yabancı bir otoriteye devretmektedir. Yabancı otorite de aldığı
kararlarda o ülkenin ve yerleşiklerinin refah açısından faydasını gözetmeme lüksüne
sahip olabilmektedir (Mendoza, 2001).
46
2.3.4. Geri Ödenmeme Riski Oluşturması
1989 yılında Türkiye’de döviz işlemleri ve sermaye hareketleri serbest
bırakılmıştır. Döviz ve dövize endeksli kredilerin hukuki düzeni ‘Türk Parası
Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar’ın 17. maddesince düzenlenmiştir. Bu
maddeye göre, döviz kredisi kullanma yetkisi, kazancı döviz cinsinden olan firmalar
ile sınırlandırılmış, kazancı döviz cinsinden olmayanlara ise dövize endeksli kredi
kullanma imkanı oluşturulmuştur. 16 Haziran 2009 tarihinde yapılan değişiklik ile
döviz geliri olmayan firma ve kişilere de dolar kredisi kullanma hakkı tanınmıştır.
Dolar kredilere özel önem verilmesinin nedeni dolar kredilerin örtülü olarak farklı
riskler taşımasıdır.
Döviz
kurundaki
bir
sıçrama
doğrudan
kredilerin
reel
değerini
etkilemektedir.Özel kesimin aldığı kredileri geri ödeyememe durumu bankacılık
sistemine deyansımakta, bankaların aktif pasiflerinin uyumsuzluğu kendilerini
krizesürüklemektedir. Literatürde döviz kurları ve bankacılık krizlerinin bir
aradayaşanması, çifte krizler olarak adlandırılmaktadır. Bankalara uygulanan
sıkıdüzenleyici kontrollerin, özellikle açık kur pozisyonları ile ilgili olarak,
raporedilmeyen türev işlemleri nedeniyle etkin olamadığı gözlemlenmektedir. Yurt
içidolar yükümlülükleri yüksek olan bankalar yabancı para pozisyonlarını dolar kredi
vererek ya da yurtdışında dolar varlık edinerek dengelemektedirler. Karlılıklarını ve
risk düzeylerini koruyabilmek yurt içi kredi vermeyi, kredi riski yaratmamak adına
bankalar belli bir noktada son vermelidir.
Sistematik risk, mudilerin bankaların bir döviz krizi çıkması durumunda
yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini düşünmeleri nedeniyle, yerli bankacılık
sistemindeki dolar mevduatların risk primlerini yükseltecektir. Bu durum yerli
bankalarda mevduat şeklinde tutulan ‘yerli dolarlar’ için geçerlidir. Döviz
kurununaşırı yükselmesi karşısında varlık fiyatlandırma ayarlamaları mümkün
değilse
ve
likit
dolar
yükümlülükler
dışarıdaki
likit
dolar
varlıklarla
desteklenmemişse sürdürülebilir konvertibilite imkansızlaşır. Bunun yanı sıra likit
47
dolar rezervleri de tükenmiş olursamerkez bankasının likidite desteği gerekebilir.
Dalgalı döviz kuru rejimlerinde merkez bankaları, yerli para cinsinden likit desteği
bankalardan dolar mevduatın bozdurulması sırasında sağlayabilir. Ancak sabit bir
kurdan çevrim yok ise bu desteğin döviz kuru üzerindeki etkisi durumu
şiddetlendirici olabilmektedir.
Dolayısıyla, kredilerin geri ödenmeme riskine karşılık Türkiye’deki yasal
düzenlemeler gereği bankaların yurt içi teşkilatları 2009 Haziran’a kadar ancak döviz
kazandırıcı faaliyetleri bulunan şirketlere döviz kredışı kullandırabilmiştir.
2.3.5. Sektörel Kur Uyumsuzlukları
Reinhart vd. (2003), yükümlülük dolarizasyonunun, özel sektör ve kamunun
yabancı para cinsinden borçlanarak gelişmekte olan ülke piyasalarını kırılgan hale
getirdiğini belirtmiş ve ekonomideki tüm birimlerin bilançolarında mevcut olabilen
yabancı para kalemleri aşağıdaki şekilde ortaya koymuşlardır. Dolarizasyonun para
politikasına ve döviz kurları üzerine etkilerini araştırmışlar ve beklenilenin aksine
yüksek dolarizasyonun parasal kontrol ve dezenflasyon için bir engel oluşturmadığını
bulmuşlardır. Yine de belli bir düzeydeki dolarizasyonun döviz kuru intibakını
artırarak “dalgalanma korkusu” yaratmasının ise daha büyük bir problem olduğunu
belirtmişlerdir.
48
Şekil 1.5: Ekonomik Birimlerin Yabancı Para Bilanço Kalemleri
Kaynak: Reinhart, C.M., Rogoff,K.S., Savastano, M.A., 2003, Addicted To Dollars, NBER Working
Paper Series.
49
Şekil 1.5’in içinde sol kutuda yer alan firma ve hanehalkının sahip olduğu
yabancı para varlıklar, geleneksel kısmi dolarizasyon literatürünün konusunu
oluşturmaktadır. Aksine, yeni literatür, sağ kutunun içeriği ile özellikle de hane
halkı,firma ve kamunun dış yabancı para yükümlülükleriyle ilgilenmektedir. Farklı
ekonomik aktörlerin yabancı para yükümlülüklere ilişkin sektörel verileri ve bunlar
arası bilanço bağlantıları pek çok ülke için mevcut değildir. Az sayıda sayısal
çalışma ise dış yabancı para yükümlülüklerin sayısal tahminleri yerine döviz kurunun
fiyatlara intibakı gibi, indirekt ölçütler ile yapılmıştır.
Reinhart vd. (2003) çalışmalarında, dolarize ekonomileri dört gruba
ayırmaktadırlar. Öncelikle kriter olarak her bir ülke için bileşik endeks
oluşturmuşlardır. Yabancı para banka mevduatının geniş para arzına oranı, dış
borçların gayri safi milli hasılaya oranı ve yabancı para cinsinden ya da yabancı
paraya endeksli iç kamu borcunun tüm kamu borcuna oranlarının normalleştirilmiş
toplamını kullanarak oluşturulmuş bir indekstir.
Ayrıca dolarizasyonun türlerine görede bir ayrıma gidilmesi için, yerel
dolarizasyon düzeyi ve özel sektörün dış borçlanma miktarı olarak iki kriter
kullanılmıştır. Yerel dolarizasyon için yabancı para mevduatın geniş para arzına
oranı ve yabancı para cinsinden ya da yabancı paraya endeksli iç kamu borcunun tüm
kamu borcuna oranına bakılmış ve ülkeler her iki oranı da %10’un altında olanlar ve
en az biri %10’u geçenler olarak ikiye ayrılmışlardır. Aynı şekilde, toplam dış borç
içerisinde özel sektörün borç oranı%10’un altında olanlar ve %10’u geçenler olarak
ikiye ayrılmışlardır. Bu iki kritere göre oluşturulmuş dolarizasyon çeşitleri aşağıdaki
tabloda verilmiştir.
50
Tablo 1.3: Kur Uyumsuzlukları Açısından Dolarizasyon Çeşitleri
Kaynak: Reinhart, C.M., Rogoff,K.S., Savastano, M.A., 2003, Addicted To Dollars, NBER Working
Paper Series
Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere, yerel ve dış yükümlülük
dolarizasyonun birlikte varlığı Çeşit I’i, ağırlıklı olarak yerel dolarizasyonun
bulunması Çeşit II’yi,dolarizasyonun ağırlıklı olarak dışsal yapıda olması Çeşit III’ü
ve yerel dolarizasyonun düşük olması yanında dış borçların da ağırlıklı olarak
kamuya ait olduğu dolarizasyon çeşiti de Çeşit IV’ü oluşturmaktadır. Bu kapsamda
Tablo 1.3’te seçilmiş ülkelerin dolarizasyon indeksleri ve çeşitleri görülmektedir.
51
Tablo 1.4: Seçilmiş Ülkelerin Dolarizasyon İndeksleri ve Çeşitleri
Kaynak: Reinhart, C.M., Rogoff,K.S., Savastano, M.A., 2003, Addicted To Dollars, NBER Working
Paper Series 10015
* Çok küçük miktarlarda dolarizasyon gerçekleştiğinden sunulmasına gerek duyulmamıştır.
52
Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere, oluşturulan dolarizasyon
indeksleri her bir oran için 0 ile 10 arasında bir puan verilerek hazırlanmış ve her bir
ülkenin 0 ile 30 arasında bir derecede kısmi dolarizasyon büyüklüğünü
göstermektedir (Reinhart vd., 2003).
Bilanço analizi, yükümlülük ve varlıkların yapısına bağlı uyumsuzlukların
sektörel düzeyde ele alınıp olası kırılganlıkların analizini amaçlamaktadır.
Uyumsuzluklar çeşitli şekillerde olabilir (Billmeier ve Mathisen, 2006):
• Varlık ve yükümlülüklerin para birimlerine bağlı olarak kur riskine
açıkolmaları
• Varlık ve yükümlülüklerin vade uyumsuzluğu
• Sermaye yapısı uyumsuzlukları(borç-sermaye uyumsuzlukları)
• Zayıf varlık kalitesi (kredi riski)
Yakın tarihin pek çok finansal krizi, ekonominin çeşitli sektörlerindeki
bilanço uyumsuzluklarından kaynaklanmaktadır. Bunlar; hükümetin, bankacılık
sisteminin, diğer finansal kuruluşların veya bankacılık dışı özel sektörün
bilançolarıdır. Kriz zamanlarında bu uyumsuzluklar faiz ve döndürülebilme
riskleriile etkilenir ve likidite ya da borçları çevirebilme problemlerine yol
açabilirler.
Bilanço analizinde önemli bir nokta da, sektörel bilançolarda yükümlülüklerin
sektöriçi varlıklarla uyuşmaması ve sektörler arası bilanço bağlantıları aracılığıyla bu
kırılganlıkların diğer sektörlere de yayılmasıdır (Billmeier ve Mathisen, 2006).
Dolarize finansal sistemler hem borç ödeyebilme hem de likidite krizleriyle
karşı karşıyadırlar. Borç ödeyebilme açısından, temel risk büyük devalüasyonlarda
kur uyumsuzluğunun varlığıdır. Kur uyumsuzluğu, bankaların bilançolarını doğrudan
veya dolar kredi portföylerinin kalitesini bozarak dolaylı olarak etkileyebilmektedir.
53
Dolarizasyon, döviz kurunun intibakını arttırarak “dalgalanma korkusu”na
neden olmaktadır (Reinhart vd., 2003). Döviz kurunun intibak hızının, nakit
akımlarının çeşidine göre farklılaşmasından hareketle sektörler arası durum da
incelenmiştir. Çünkü, döviz kazancı olmayanların yabancı para cinsinden
borçlanmalarının kurdaki dalgalanmanın etkisiyle ters bilanço etkisine yol açarak bir
kırılganlık kaynağı oluşturdukları da ortaya konmuştur.
Benzer şekilde, yerli para ile kısa dönemli borçlanırken yatırımcı, döviz kuru
riskini reel faiz oranları kaynaklı geri ödeyememe riski ile değiştirmektedir. Bu
bağlamda; doların çifte görev üstlendiği söylenebilmektedir. Şöyle ki; mevcut
durumda reel faiz oranları reel döviz kurlarından daha volatil ise riskten kaçınan
yatırımcılar portföy tercihlerini dolardan yana kaydıracaklardır. Böyle bir eğilim
olduğunda, bir yandan reel faizlerdeki belirsizlikle mücadele gücü olan borç veren ve
alanlar diğer yandan, borçlunun kapasitesinin beklenmedik reel faiz artışlarından
yalıtıldığı, böylelikle borç verenin reel faiz kaynaklı ödenmeme riskinden korunduğu
bir durum var olacaktır. Benzer nedenlerle, mevcut çevre koşulları tersine
döndüğünde diğer bir deyişle, reel kurların varyansı, reel faizlerin varyansından
yüksek olursa, portföy tercihleri yerli para cinsinden sözleşmelere yönelecektir.
Ekonomide
kur
uyumsuzluklarından
kaynaklanan
kırılganlıklar
,kırılganlıkların getirdiği riskler ve bu risklerin oluşturduğu problemler ile ortaya
çıkan bu problemleri azaltmaya yönelik üç strateji Şekil 1.6’da sunulmuştur
(Billmeierve Mathisen, 2006).
54
Şekil 1.6: Bilanço Kırılganlıklarının Analizi
Kaynak: Billmeier, A., Mathisen1, J., 2006, ‘Analyzing Balance-Sheet Vulnerabilities in a Dollarızed
Economy: The Case of Georgia, Working Paper No:06/173, International Monetary Fund.
Varlıkları artırmak herhangi bir şok için tampon oluşturmaktır. Tampon
olarak, likit varlıklar ve rezervler, sermaye ve pozitif yabancı para nakit akımı
sağlanabilir.
Hedging, bir ekonominin ya da sektörün ters şoklara karşı duyarlığını
azaltmaya yarayan mekanizmadır. Hedge olanakları, prensip olarak simetrik sonuçlar
getirerek kayıplar kadar kazançları da karşılamaktadırlar.
Sigortalar: belirli olaylara bağlı olan ve zamana bağlı bir maliyetle gelen
varlıklardır. Sigorta mekanizması kompleks maliyet-yarar uygulamalarını barındırıp
tampon oluşturma ve hedging olanakların mükemmel olmayan tamamlayıcılarıdır.
55
Üç stratejiden bir ya da birkaçını sağlayabilen ülkeler kendilerini korumaya
alıp
vade
ve
kur
uyumsuzluklarının
getirdiği
olumsuz
etkilerden
kaçınabilmektedirler.
Adrian vd. (2006) ise, gelişmekte olan ülkelerde hedging pazarlarının
gelişmemiş olmasından dolayı açık pozisyonu olanların kurdaki dalgalanmalar
karşısında savunmasız kalacaklarına vurgu yapmıştır.
2.3.6. Finansal Kriz Olasılığında Artış
Kriz tanımı, birçok alanda kullanılmakla birlikte, herhangi bir alanda
kullanılırsa kullanılsın ele alınan bir değişkenin ortalama değerinin üzerinde ve kabul
edilebilir sınırların ötesinde bir değişim göstermesi durumudur. Dünyanın pek çok
ekonomisinde farklı finansal krizler meydana gelmiştir. 1929 büyük buhranı, 1994
Meksika krizi, 1997 Asya krizi, 1998 Rusya krizi ve 2008 Amerika Mortgage
piyasasında ortaya çıkan krizler tüm dünya ülkelerini etkilemiştir. Literatürde
ekonomik veya finansal kriz olarak adlandırılan sürecin bulaşma 3 etkisiyle diğer
ülkelere de yayılması son zamanlarda üzerinde en fazla tartışılan konulardan biri
haline gelmiştir.
Uluslararası Para Fonu’nun 1998 yılında yayınladığı raporunda finans krizini
döviz krizi ve bankacılık krizi olarak farklı başlıklar altında toplamıştır. Buna göre,
döviz krizi, paraya yapılan bir spekülatif atağın devalüasyona veya merkez
bankasının parayı savunmak için büyük rezervler harcadığında ya da faiz oranlarını
büyük miktarda yükselttiğinde gerçekleşmekte, bankacılık krizi ise, banka paniğinde
ya da paniğin olma ihtimalinde bankaların yükümlülüklerini çevirememesi sonucu
devletin müdahaleye mecbur kalmasında oluşmaktadır (IMF, 1998) .
Ülkeler arası bağları ve ilişkileri kapsayarak bir ülkedeki döviz krizinin diğer bir ülkenin
ekonomisini etkilemesidir. (Eichengreen vd., 1996)
3
56
Aktan’a (2003) göre ekonomik kriz, ekonomide aniden ve beklenmedik bir
şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise
firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmasıdır.
Rosier’e (1994) göre kriz, ulusal ekonomide dışsal nedenlerle patlak veren ve
etkileri içsel nedenlerle yayılan bir taşkınlıktır. Rosier bu çalışmasında krizlere
kuramsal ve tarihsel bir yaklaşım sunmuştur. Neo-klasik analizin temeli olan genel
ekonomik denge ile ilgili Walrasçı kuram, tüm iktisadi birimlerin eksiksiz bilgiye
sahip olduklarını, tam rekabet koşullarında ücretler de dahil olmak üzere tüm
fiyatların esnekliğini öngörür. Öyle ki, arz ile talep arasındaki uyum her pazarda
(malpazarı ve işgücü pazarı) fiyat oynamalarıyla sağlanır. Borsalarda olduğu gibi, arz
ile talebin tam olarak kesişmesi el yordamı süreci ile sağlanır. Ama dengenin
oluşması için gerekli olan böyle bir arz/talep uyumu süreci, bilgileri toplayabilecek
ve elyordamı sürecini yönlendirebilecek bir tellalın varlığını öngörmektedir. Böylece
çelişkili şekilde serbest pazar ekonomisinin modeli olan genel denge modeli, merkezi
ve eşanlı hareket eden bir pazarı temsil etmektedir. Bu ise kapitalist sistem değildir.
Dolayısıyla neoklasiklerin kabul ettiği etkin işleyen sistemde krizler tesadüfi
konjonktürel dalgalanmalardır.
Avusturyalı iktisatçı Von Hayek ve ekolü, Keynesci politikaların piyasa faiz
oranını düşürerek “kredi enflasyonu” yaratmalarını çağımızın krizinin bir nedeni
olarak
görüp
eleştirirler:
alışkanlıklarını
“Tasarruf
değiştirmeksizin
kolay
krediolanakları sağlayarak, talebi destekleyerek, yatırım maliyetini düşürerek, bu
nedenlesermayenin getirisini yapay olarak artırarak enflasyona neden oldular”.
Parasalcılar,
Keynes
okulunun
etkisi
altındaki
para
politikalarını
eleştirmektedirler. Serbest pazar ekonomisinin doğal eğiliminin denge olduğunu,
dolayısıyla krizin olanaksız olduğunu öne sürerek tek tutarlı para politikasının
paranın istikrar bozucu ve karışıklık yaratıcı hale gelmesini engelleyici politikalar
olduğunu kabul ederler (Rosier, 1994).
57
Tablo 1.5: Tarihsel Süreçte Tüm Dünyayı Etkileyen Krizler
Kılavuz Ülke
Krizin Nitelikleri
1825
İngiltere
Borsa Krizi
1836
İngiltere
Mali Kriz
1847
İngiltere
Döviz Krizi
1857
ABD
Borsa Krizi
1866
İngiltere
Bankacılık Krizi
1873
Almanya-Avusturya
Borsa Krizi
1882
Fransa
Borsa Krizi
1890
İngiltere
Mali Kriz
1929
ABD
Mali Kriz
1994
Meksika
Mali Kriz
1997
Güneydoğu Asya
Mali Kriz
1998
Rusya ve Brezilya
Mali Kriz
2008
ABD
Mali Kriz
Krizin Tarihi
Kaynak: Rosier, B.,1994, İktisadi Kriz Kuramları, İletişim Yayınları.
Krizlerin dünya ekonomik tarihinde önemli bir yere sahip olduğu
görülmektedir.
Feldstein
ve
Martin’e
göre
(2002)
finans
krizi
riskini
düşürmenintemel yolları şunlardır:
•
Dolar cinsinden büyük borçlardan özellikle de özel sektör borcundan
kaçınmak
•
Paranın dalgalanmasını sağlayarak aşırı değerlenmesinin önüne geçmek
58
•
Döviz rezervlerini önemli ölçülerde tutmak
•
Kısa vadeli döviz yükümlülüklerini düşük tutmak
•
Sağlam bir bankacılık sistemi sürdürmek
Görüldüğü gibi kur politikalarının önemine değinen, temelinde kurdaki
istikrar yatan krizi önleyici maddeler kur politikasının ülke ekonomisi içindeki yerini
göstermektedir.
Finansal krizler, döviz ya da diğer adıyla para krizleri, bankacılık krizleri ve
ikiz krizler olarak ayrılmaktadır.
Para krizi olarak tanımlandığı da görülen döviz krizleri, teorik ve görgül
çalışmaların pek çoğuna araştırma konusu olmuş tartışılmaya devam edilen
konulardan biridir.
Krugman’ın (1997) söylediği gibi; hala çözülememiş pek çok nokta vardır ve
her bir yeni kriz ile yeni yap bozlar ortaya çıkmaktadır. Döviz krizlerini açıklamaya
yönelik modeller geliştirilmiştir. Bu modeller birinci, ikinci ve üçüncü nesil olarak
gruplanmaktadır. Krizlerin çıkma ve üretilenmodellerin zamanlarına bakıldığında
literatürde oluşan modellerin ihtiyaçlardan çıktığı görülmektedir.
Birinci nesil modeller aynı zamanda kanonik modeller olarak da anılmaktadır.
Sürdürülmesi mümkün olmayan mali politikaların sabit döviz kuru sisteminin
çökmesine neden olduklarına vurgu yapan modellerdir. Birinci nesil modeller,
Krugman (1979) ve Flood ve Garber (1984) ile başlamakta ve bu modellerin
dayanağını Henderson ve Salant’ın (1978) altın piyasasında spekülatif saldırıları
konu aldıkları çalışma oluşturmaktadır.
1970 ve 1980’lerdeki krizleri açıklamak için birinci nesil modeller
geliştirilmiştir. 90’lara kadar krizleri açıklamada başarılı olmuşlardır. 1970 ve
59
1980’lerdeki modellerde kriz, uygulanan sabit döviz kuru rejiminin çöküşüyle
başlamaktadır. Spekülatif saldırı 4 ve rezervlerin önemi öne çıkmaktadır.
Spekülatörler, merkez bankasının sabit kuru sürdüremeyeceğini gördükleri
zamankazançlarını artırıcı spekülatif saldırıya geçerler ve rezervleri erimiş olan
merkezbankası kuru sabitlemekte zorlanır. Rezervi çok olanlar için bile kuru sabit
tutmakzor iken genişleyici politika uygulayan, bütçe açıkları olan ekonomilerde
durum iyicezorlaşır ve kurun devalüasyonu ile krize girilmiş olunur.
İlk kriz modellerinde kriz, sabit kur uygulayan ülkelerde ülke parasına karşı
spekülatif saldırı olmasıyla ortaya çıkan yüksek dereceli devalüasyon ile başlasa da
yeni gelişmelere bakıldığında serbest dalgalanan ülke parasının büyük ölçüde
devalüasyona uğramasıyla da makroekonomik dengelerin bozulması sonucu başlayan
krizlere döviz krizi adı verildiği görülmektedir. Yeni krizlerde, sabit kur rejimini
sürdürebilmek için gerekli olan merkez bankasının döviz rezervlerinin erimesisonucu
sabit kurun sürdürülemeyip dalgalanmaya bırakılmasının yerini, paranın fazla
dalgalanmasını önleyici politikaların uygulanamaması almaktadır ki bu da dolaylı
olarak rezervler ile ilişkilidir.
Birinci nesil kriz modellerinde finansal krizlerin ekonomi politikalarındaki
temel dengesizlikler ve döviz kurunu sabit tutma arasındaki tutarsızlıktan
kaynaklandığı savunulmaktadır. Sabit kur rejiminde hükümetin bütçe açıklarının
finansmanı üzerindeki kontrolü ortadan kalkmaktadır. Hükümet para arzını özel
sektörün elinde tutmak istediği miktarın üzerine çıkarttığında, ülkedeki özel
yatırımcılar yabancı paraya yönelerek döviz kuru üzerindeki etki ile merkez bankası
rezervlerinin ciddi oranda azalmasına neden olmaktadırlar (Krugman, 1979).
Birinci nesil modeller (kanonikal) Krugman (1979) ile başlarlar. Varsayımsal
durum sabit döviz kurunun uygulandığı durumdur. Krizler, sabit kuru sürdürmeye
Spekülatörlerin fiyata yönelik hareketleri ve yetersiz resmi rezervler sonucu, altın fiyatlarının devlet
tarafından kontrol edilmesini olanaksız kılan spekülatif hareketlerdir (Salant Ve Henderson,1978).
4
60
olanak tanımayan politikaların ürünüdür. Uluslararası rezervleri yeteri kadar olmayan
ülkede sabit kuru sürdürebilecek imkan kalmaz ve ulusal para dalgalanmaya bırakılır.
Paranın dalgalanmasıyla yeni bir denge kuru oluşur ve ileriye dönük beklentilerini
sabit kura göre ayarlayanların riskleri artar. Krugman’ın kriz modelinden uluslar
arası rezervlerin, döviz kuru ve ödemeler dengesi gibi temel ekonomik parametreler
üzerine kurulu olduğu, spekülatif saldırıları önleyecek kadar rezerv yok ise sabit kuru
sürdürmenin olanaksızlığı, kurun dalgalanması sonrası yeniden sabitlenmesi
planlanıyor ise uluslararası rezervlerin sürdürebileceği bir düzeyde karar kılınmalı ya
da uluslararası rezervler mümkün olabildiğince artırılmalıdır.
1990’ların başında Avrupa Para Sistemi kriz ortaya çıkınca ilk nesil kriz
modellerinin krizlere ilişkin pek çok noktayı kaçırdığı ve yetersiz oldukları ortaya
çıkmış ve Obstfeld (1994) ile ikinci nesil modeller başlamaktadır. Birinci nesil
modellerden farklı olarak rezerv düzeyinin spekülatif ataklar üzerindeki etkisinin az
olduğu, kendi kendini besleyen spekülatif ataklar üzerine kuruludur. Burnsidevd.’ne
göre (2007), ilk nesil modellerde sabit kur uygulamak için hükümet dışsal
belirlenmiş bir kurala bağlı kalmakta iken, ikinci nesil modellerde hükümet açık
belirlenmiş bir amaç fonksiyonunu maksimize etmekte ve bu maksimizasyon
problemi hükümete ne zaman sabit kur uygulaması gerektiğini sunmaktadır. İkinci
nesil modellerde, hükümetin sabit kuru sürdürmek ya da vazgeçmek gibi iki seçeneği
vardır. Karar alıcılar ise beklentilerinin şekillendirmesiyle hareket ederler. Hükümet
söz verdiği kredibiliteyi korumak ve makro politikaları daha rahat uygulayabilmek
adına sabit kur sistemini korumayı tercih eder. Ancak kuru korumak zor olduğundan
zamanla karar alıcıların bekleyişleri sabit kurun sürdürülemeyeceği yönünde değişir.
Yeni
kararlarını
bu
algıya
göre
ayarlayarak
alanlar
zaten
kurun
sürdürülmesini imkansız hale getirmiş olmaktadırlar.
Bleaney vd. (2008), döviz krizleriyle ilgili ikinci nesil modele ait
çalışmalarında bankacılık sisteminden kaçışların döviz krizine yol açacağını
(veyatam tersi) belirtmişlerdir. Bir sabit kur rejiminde, bankanın varlıklarının
61
durumu ,ve/veya kur rejimiyle ilgili bilgiler ikiz krizlere yol açabilmektedir. İkiz
krizlerin oluşup oluşmaması, diğer mevduat sahiplerinin kararlarına ilişkin
beklentilere göre ortaya çıkmaktadır. Diğer mudilerin de paralarını çekecekleri
beklentileri hakım ise banka borçlarını ödeyememe riskine girmeden parasını
çekmek isteyenler banka paniklerini başlatacaklardır. Sabit kur rejimi altında, kura
dair olumlu beklentiye sahip olanlar yerli para cinsinden varlıklara, görece kötümser
beklentiye sahip olanlar da dolar varlıklara yöneleceklerdir. Döviz piyasasında kötü
bir sinyal oluşursa, dolar mevduat sahipleri develüasyona karşı etkin bir şekilde
sigortalandıklarını düşünerek bankadan paralarını çekmeyi düşünmeyeceklerdir.
Ancak yerli para mevduat sahipleri, paralarını bankada tutmaktan daha çok
beklenen getiriyi paralarını dolara çevirdiklerinde elde edecekler ise mevduatlarını
çekmek için halen bir nedenleri olacaktır. Bu durumda bankalar, yerli para mevduatı
dolar mevduata çevirmeyi teklif etseler de kurun ne kabul edileceği bir sorundur. Her
durumda mevduat sahipleri ilk başta dolar mevduat alanlardan daha az
kazanacaklardır. Yerli para mevduat sahipleri tercihlerini, bankadan paralarını alıp
piyasada dolara çevirmek ya da bankanın kendilerine sunduğu o anki kurdan dolar
mevduata çevirmek arasından yapacaklardır.
Üçüncü Nesil Modeller, devalüasyonlara bağlı bilanço etkilerini dikkate alan,
finansal sektöre ilişkin sıkıntıları döviz krizleriyle ilişkilendiren modellerdir.
Gelişmekte olan ülkelerdeki bankalar ve firmalar, bilançolarında kur
uyumsuzlukları yaşamaktadırlar. Çünkü, yabancı para cinsinden borçlanıp yerli para
cinsinden borç vermektedirler. Bankalar ve firmalar, ithal edilmeyen sektörel
üreticilerin geliri devalüasyonlar ile düşeceğinden kredi riski ile karşı karşıyadırlar.
Ayrıca, bankalar ve firmalar, uzun dönem projelerini kısa dönem borçlanma ile
finanse
etme
eğiliminde
olduklarından
durumdadırlar(Burnside vd., 2007).
62
likidite
şoklarına
da
açık
Krizlerin bulaşma etkisi üçüncü nesil modeller ile önem kazanmıştır.
Bulaşma, farklı ülkelerdeki finansal değişkenlerin yüksek korelasyon derecesinde
birlikte hareket etmeleri durumudur. Krizlerin pek çok ülkeyi etkilemesinin temel
nedeni bulaşma etkisidir. Krizlerin bir arada toplanmasının nedenleri üç başlık
altında da incelenebilmektedir. Krizler ortak bir nedenden kaynaklanıyor olabilirler.
Muson etkisi de denilen gelişmiş ülke ekonomilerindeki kaymaların gelişmekte olan
ülkelerdeki krizleri tetiklemesidir. 1980’lerde ABD faiz oranlarının artması Latin
Amerika’da borç krizinde etkendir.
Dışarıdaki gelişmeler krizlere katkıda bulunurken, bir ülkeyi krize karşı
kırılgan yapan tüketim için aşırı borçlanma, kırılgan bir finans sektörü, esnek
olmayan döviz kuru sistemi gibi yurtiçi ekonomik koşullar ve politikalardır. Krizlerin
zaman içerisinde neden bir araya toplandığını açıklayan ikinci neden; bir ülkede olan
kriz, ticaret veya sermaye piyasası bağlarıyla veya kredi veren kuruluşların
portföylerinin birbirlerine bağlı olmasıyla (örneğinlikidite sıkışıklığı sonucu finansal
aracıların diğer piyasalardaki likitleri aktif hale getirmesi) bir başka ekonomideki
temel göstergeleri etkilemesidir. Karşılıklı bağımlılıktan kaynaklanan bu tür
dışsallıkların Asya krizinin yayılmasında büyük etkisi olmuştur. Üçüncü neden; kredi
veren kuruluşların, diğer ülkelerin temel göstergeleri değişmemiş olsa da veya bu
kuruluşların
portföy
risklerini
düşürmek
için
temel
göstergeleri
yeniden
yorumlamasıdır. Bu etki, bulaşma diye anılmaktadır.(IMF, 1998).
Tarih, döviz krizlerinin bulaşma etkisine sahip olduğunu, sadece komşu
ülkeleri değil, coğrafi açıdan çok uzak olsalar dahi krizlerin hızla yayılabildiğini
göstermiştir. Bu durumun ilk akla gelen nedeni, ülkelerin temel zayıflıklarının aynı
olduğu ya da aynı şok dalgası ile vurulmaları olabilir. Bulaşma üzerine bir başka
varsayım ise bir ülkenin kriz yaşayarak parasını devalüe etmesinin ortak ve rakip
ülkeleri de aynı şekilde etkileyeceğidir (Yılmazkuday, 2008).
Bankacılık krizleri, sistemin zayıf yönleri ile makroekonomik değişkenlerdeki
dengesizliklerin birleşmesi sonucu oluşmaktadır. Aktif-pasif vade uyumsuzluğu, kur
63
uyumsuzluğu, aktif kalitesindeki kötüleşme, operasyonel verimsizlik ile faiz oranları,
döviz kuru gibi önemli değişkenlerdeki istikrarsızlık bankaları sıkıntıya düşürenetken
faktörlerdir. Kişilerin beklentilerini değiştirerek mevduatlarını çekmek istemeleri de
bankacılık krizini başlatan unsur olabilmektedir. Kamu bankalarının kaynaklarının
kamu yararına kullandırılması da sistemin krize sürüklenmesine yol açabilmektedir.
Bankacılık krizleri ile döviz krizlerinin peş peşe gerçekleşmeleri sistemin bir
ayağındaki bozukluğun diğer ayaklara da çok hızlı sıçradığının bir göstergesidir.
Döviz ve bankacılık krizlerinin birbiriyle bağlantılı olmanın ötesinde beraber ortaya
çıktıklarını açıklayan kriz tanımı ikiz krizlerdir. Kaminsky veReinhart’ın (1999),
krizler arası bağlantıyı açıkladıkları şekil aşağıda sunulmuştur:
Şekil 1.7: Kriz Modelleri
Kaynak: Kaminsky, G. L., Reinhart, M. (1999); “The Twin Crises : The Causes of Banking and
Balance-of-Payment Problems”, The American Economic Review 89, 3, p.473.
64
BÖLÜM 3
DOLARİZASYONUN FİNANSMAN MALİYETİ
VE BANKALAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
3.1.Bankacılık Sektörü, Finansman Maliyetleri ve Rekabet Unsurları
3.1.1. Bankaların Varlık Nedenleri
Para politikasına ilişkin temel yaklaşımlarda bankalar pasif bir küme olarak
görülürler. Oysa ticari bankaların çevrelerine optimal tepkiler veren bağımsız
oluşumlar olarak modellenmeleri gerekir. Endüstriyel iktisatta banka, belirli bir
pazarda müşterilerine hizmet sağlayan ve bu hizmetleri üretmek için de belirli bir
maliyete katlanan bir firma olarak tanımlanır. Bu süreçte banka, fiyatı ve fiyat dışı
araçları kullanarak ve sektördeki varlığını hissettirecek belirli bir getiri elde ederek
sektördeki diğer bankalarla rekabet etmek zorundadır (Deb, Murthy, 2008)
Bankalar birer ticari işletme olarak kar amacıyla faaliyetlerini sürdürürken,
ekonomik sistemin bir parçası olarak üstlendikleri pek çok işlev bulunmaktadır. Bu
işlevleri Finansal Aracılık Yapmak, Likidite Yaratmak, Kredi Talep Edenleri
Değerlendirmek ve İzlemek, Asimetrik Bilgi Problemlerini Çözmek, Para
Politikalarının Etkinliğini Arttırmak, Ekonomik İstikrarı Etkilemek, Ölçek ve
Kapsam Ekonomilerinden Faydalanmak, Ödeme Sistemlerinin Etkinliğini Arttırmak
ve Dış Ticareti Fonlamak ve İhracatı Teşvik Etmek şeklinde sıralamak mümkündür.
3.1.1.1.Finansal Aracılık
Finansal kurumlar finansal sözleşmeleri ve menkul kıymetleri aynı zamanda
alma ve satma faaliyetinde uzmanlaşmış ekonomik aracılar olarak tanımlanabilir.
Bankalar, finansal varlıkların perakendecileri olarak finansal kurumların bir alt
kümesi olabilir: borç alanların ihraç ettiği menkul kıymetleri satın alırlar ve onları
65
borç verenlere satarlar. Bankaların çeşitli ve karmaşık işlemleri açısından bir
bankanın işlemsel tanımlaması şu şekilde olabilir:
Bankalar, cari işlemleri halktan aldığı mevduatlarla kredi sağlamak olan
kurumlardır. Bu bağlamda “Bankacılık” şu şekilde tanımlanabilir: “Bankacılık, borç
vermek ya da yatırım yapmak amacıyla halktan, talep üzerine veya başka yolla geri
ödenebilir, üzerinde çek, senet, emir ya da başka şeyler düzenlenebilir mevduat kabul
etmek anlamındadır” (Deb, Murthy, 2008).
Bossone (2000) bankalar için “finansal aracılardır; bundan ne daha fazlası ne
de daha azı” ifadesini kullanmakla birlikte, bugün bile bankaların hükümetler, halk
ve ekonomistler tarafından özel bir statüde değerlendirmesinin nedenlerini, arz ettiği
kredileri izleme konusunda ölçek ekonomilerinden faydalanarak yarattığı sosyal
faydaya; kısa vadeli ve nominal değerden paraya çevrilebilir mevduat hesapları
sayesinde likidite sağlama kapasitesine; para, kredi ve ödeme sistemlerini
birleştirmesine bağlamaktadır (Bossone, 2000).
3.1.1.2.Likidite
Bankalar sundukları vadesiz mevduat hizmetiyle kişilere ve firmalara ne
zaman isterlerse harcama yapma imkânı sağlarlar. Ayrıca sağladıkları kredi
imkânlarıyla, likiditenin ekonominin geneline yayılmasına katkı sağlarlar (Kalaycı,
2010:9).
Kamunun
bankaların
mevduata
ilişkin
yükümlülüklerini
yerine
getirebileceğine olan güveni, bankanın varlıklarının kalitesine ve genel finansal
durumuna bağlıdır. Diğer kurumların gerçekleştiremediği durumlarda bile bankaların
kredi ve likidite arz etme kabiliyeti vardır çünkü bankaların mevduat yaratma
fonksiyonu, diğer kurumlar içinhemen ulaşılabilir olmayan, kredi ve likidite
esnekliği sağlar (Corrigan, 1982).
66
3.1.1.3.Kredi Talep Edenleri Değerlendirmek ve İzlemek
Bankalar ağırlıklı olarak tasarruf sahiplerinden mevduat kabul ederler ve
topladıkları fonları şahıs ve firmalara kredi olarak kullandırırlar. Bu bağlamda
bankalar,
kredi
talep
eden
şahıs
veya
firmaların
kredi
verilebilirliğini
değerlendirirler. Bankaların, kredi talep edenin risk düzeyini ölçebilecek personel ve
enstrümanları vardır. Bu nedenle iyi borçlu ile kötü borçluyu birbirinden düşük bir
maliyetle ayırabilirler. Bankaların bilgi derleme ve işleme kapasiteleri sayesinde
ekonomide verimli projeler seçilir ve kredilendirilir. Tasarruf sahiplerinin ve
yatırımcıların arada bankalar olmaksızın karşılaşabilmeleri ve tasarrufların
ekonomide verimli yatırımlara dönüşebilmesi adeta imkânsızdır. Bu anlamda
bankalar, tasarruf sahiplerinin tasarruflarını kabul eder ve bunları en verimli
kullanabilecek yatırımcılara aktarırlar. Değerli bulunan projeler finanse edilir ve
açılan krediler geri ödeninceye kadar bu projeler izlenir (Kalaycı, 2010).
Varlıklar tarafında geleneksel bakış açısına göre bankalar girişimciler
tarafından ortaya konan projelerin karlılığını ve nispi kapasitesini değerlendirmek
konusunda uzmanlaşmışlardır ve bu projeler hakkındaki bilgi üretimlerine dayalı
olarak girişimcilere kredi sağlarlar.
Yükümlülükler tarafında geleneksel bakışa göre bankalar, toplayıp üretim
işletmelerine sağladıkları uzun vadeli kredilere yatırdıkları, küçük tutarlı, kısa vadeli
talep edilebilirmevduatları dolayısıyla özeldirler. Varlıklar ile yükümlülükler
arasındaki bu vadeuyumsuzluğu, varlıklarının güçlü bilgi içeriği ile birlikte bankalara
mevduat sahiplerinelikidite sağlamakta ilave bir rol yükler (Carletti, Hartmann, 2001;
Vives, 2001).
3.1.1.4.Asimetrik Bilgi Problemini Çözmek
Finanse edilmek üzere bankalara başvurulan projelerin kalitelerine ilişkin
bilgiye ulaşmak bazen maliyetli bazen de imkânsızdır. Bilgiyle ilgili bu problem,
finansal piyasalarda Asimetrik Bilgi olarak ifade edilir. Başka bir ifadeyle, herhangi
67
bir proje veya mal hakkında taraflardan birinin (proje sahibi, mal sahibi gibi) sahip
olduğu bilgiye, diğer tarafın (bankanın) sahip olmaması veya eksik bilgiye sahip
olmasının, finansal piyasalarda doğru kararlar alınabilmesini engelleyebilmesi, kredi
piyasalarında asimetrik bilgi problemiolarak bilinir (Kalaycı, 2010).
Finansal piyasalardaki bu tür bir bilgi noksanlığı iki tür problem yaratır
(Vadareri,Dursun, 2010):
Ahlaki Zafiyet (Moral Hazard): Kredi alan tarafın, kredi verenin bakış
açısına göre ahlaki olmayan bir biçimde davranarak, daha yüksek getirisi olan ve
buna karşılık riski, kredi verenin kabul edebileceğinden daha yüksek olan projelere
girişerek zarar etme olasılığını ifade eder. Bu tür projeler başarılı olursa, yararı
borçluya olmasına karşılık, başarısız olursa riskin büyük kısmı kredi verene aittir.
Ters Seçim (Adverse Selection): Kredi almak konusunda en istekli olan
müşterilerin potansiyel “kötü” borçlu olduğu asimetrik bilgi sorunudur. Büyük risk
almak
isteyen
müşteriler,
kredilerin
geri
ödenmesi
konusunda
istekli
olmayacaklarından, yüksek faiz oranlarından kredi almakta bir sakınca görmezler.
Bankalar finansal piyasalarda (kredi piyasalarında) yer alan ters seçim ve ahlaki
zafiyet sorunlarını büyük ölçüde çözebilirler (Kalaycı, 2010).
3.1.1.5.Para Politikalarının Etkinliğini Arttırmak
Bankalar ile Merkez Bankası arasında, kısmen Merkez Bankasının son ödünç
verme mercii (lender of last resort) olma fonksiyonundan kaynaklanan, doğrudan bir
ilişki vardır.
Merkez Bankalarının işlem ve politikaları, finans piyasalarının durumunu,
para ve kredi yaratımını ve genel ekonomik koşulları yönetir (Corrigan, 1982). Bir
ekonomide para politikasının etkinliği o ekonomide gelişmiş bir bankacılık
sisteminin olmasına bağlıdır. Merkez Bankalarının para politikası araçları (açık
68
piyasa işlemleri, reeskont politikası,zorunlu karşılıklar) ancak gelişmiş bir bankacılık
sisteminin varlığı halınde ekonomi üzerinde etkili olabilir (Kalaycı, 2010).
3.1.1.6.Ekonomik İstikrarı Etkilemek
Bankacılığın önemli özelliklerinden biri de, bir bankanın başarısızlığının
diğer bankalara da yayılmasıyla doğacak bulaşma etkisidir (Gomes, 2004).
Bankaların ve bankacılık sisteminin sahip olduğu özel statüyü Carletti ve Hartmann
(2001), bankaların temel olarak istikrarsızlık karşısında diğer sektörlere göre daha
savunmasız olarak görülmelerine, ayrıca banka mevduatlarında tutulan fonların
önemli bir bölümünün küçük yatırımcılara ait olmasına bağlamaktadırlar. Banka
bilançolarının bu özel görünümüne vurgu yapan Vives (2001) de, banka sermayesi
içinde borcun ağırlıklı olmasının ve küçük yatırımcılar arasındaki geniş dağılımının
banka faaliyetlerinin izlenebilirliğini zorlaştırırken, bankaların da iflas (ya da borç
ödeyememe) riskini arttırdığını belirtmektedir. Bu durum,bankaların çok fazla risk
alma eğilimini arttıran ahlaki tehlike problemini ifade eder.
Dahası, bankaların iflasının yol açacağı sosyal maliyet de daha geniş olur. Bu
sosyal maliyet, finansal ve ekonomik sıkıntı maliyetlerini içerir. Finansal sıkıntı
maliyeti bankaların alacaklılarına ve pay sahiplerine dayanır ve böylece bankaların
kararlarında içselleşir. Bilgi sermayesinin kaybı, borçlularla ilişkilerin iyileştirilmesi
gibi kayıplar ise banka tarafından kısmen içselleştirilen maliyetlerdir. Ödeme
sistemlerinin bozulması ve bulaşma etkisi gibi maliyetler ise dışsal maliyetlerdir
(Vives, 2001).
Gerçekten de vadesinde borçlarını ödeyebilecek durumda olan bir banka
tamamen spekülatif bir panikle karşılaşabilir ve mevduat sahiplerinin fonlarını
çekmeye başlamasıyla banka varlıklarını hızla ve yüksek bir maliyetle paraya
çevirmek zorunda kalabilir. Bunun yanında, bir firmanın başarısızlığından
kaynaklanan bulaşma etkisi nedeniyle, hem finansal sektör hem de reel sektör için
güçlü negatif dışsallık yaratan sistematik risk tehlikesi ortaya çıkar. Bankacılık
69
sektörünün kırılganlığını telafi etmek için uygulanan mevduat sigortası ve son ödünç
verme mercii, ahlaki tehlike (moral hazard) problemini doğurabilir(Vives, 2001).
3.1.1.7.Ölçek ve Kapsam Ekonomileri
Bankalar, örgütsel sabit maliyetlere bağlı olarak ölçek ekonomilerinden,
mevduat
ve
kredi
faaliyetlerinin
ortak
provizyonu
yoluyla
da
kapsam
ekonomilerinden faydalanabildikleri için özeldirler (Gomes, 2004). Benston ve
Smith (1976; alıntılayanKalaycı, 2010) uzmanlaşmaya bağlı olarak finansal
aracıların ölçek ekonomilerine ulaştıkları ve bu nedenle işlem maliyetlerini
düşürebildiklerini vurgulamaktadır. Bankalar müşterileri hakkında da detaylı finansal
bilgileri çok daha düşük maliyetle elde edebilirler. Ayrıca,bankalar araştırmayla ilgili
işlem maliyetlerini de azaltabilirler.
3.1.1.8.Ödeme Sistemlerinin Etkinliğini Arttırmak
Ödeme sistemleri, ekonomik birimler arasında mal ve hizmetlerin değişimini
kolaylaştıran araçları, kurumsal ve örgütsel çatıyı, işletim süreçlerini ve haberleşme
ağını kapsamaktadır. Ödeme sistemlerinin önemi, özellikle mali sektörde
üstlendikleri
rollerden
kaynaklanmaktadır.
Ödeme
sistemlerinin
amaçları,
bankalararası fon aktarımlarında etkinlik sağlanması; ödeme risklerinin en aza
indirilmesi; fon yönetiminde kolaylık sağlanması ve bankacılık sistemine yeni
hizmetler sunma fırsatı verilmesi olarak sıralanmaktadır (TCMB, 2010).
Teknolojik gelişmelere paralel olarak bankacılıkta ortaya çıkan gelişmeler,
ödeme sistemlerinde de önemli değişikliklere yol açmıştır. Bankacılık sektörünün
konusunu teşkileden ve ekonomik hayatın içinde giderek büyük hacimlere ulaşan
“para”, işlevini yeni bir şekle dönüştürerek elektronik ortamda kaydi para aktarımı
olarak sürdürmeye başlamıştır.
Büyüyen mali sektörde artan rekabet, işlem hacmine paralel olarak daha çok
personele gereksinim duyulması, maliyetlerin sürekli yükselmesi, bilgi ve belgenin
70
sürekli kullanıma hazır halde tutulması gerekliliği, müşterilere sunulan bankacılık
hizmetlerinin etkinliğinin artırılması ve çeşitlendirilmesine yönelik arayışlar, çağın
teknolojik olanaklarının bankacılık sektöründe yaygın ve etkin bir şekilde
kullanılması gereğini ortaya çıkarmıştır(TCMB, 2010).
3.1.1.9.Dış Ticareti Fonlamak ve İhracatı Teşvik Etmek
Bankacılık sistemi içerisinde geliştirilen belge karşılığı ödeme, peşin ödeme,
alıcı firma pre-finansmanı, banka teminatı, akreditif, forfaiting gibi uygulamalar, dış
ticareti finanse ederek firmaların ithalat-ihracat işletmlerinin daha hızlı, kolay ve
güvenilir şekilde yürütülmesini sağlamakta ve ihracatı teşvik etmektedir (Altan,
2001).
3.1.2. Bankaların Türleri
Bankaları kapsamlarına ve faaliyet alanlarına göre iki grupta ele almak
mümkündür.
3.1.2.1.Kapsamlarına Göre Banka Türleri
Kapsamlarına göre bankaları, özel bankacılık, perakende bankacılık, toptancı
bankacılık, evrensel bankacılık, uluslararası bankacılık, holding bankacılığı ve kıyı
bankacılığı olarak sınıflandırabiliriz.
3.1.2.1.1. Özel Bankacılık
Özel bankacılık (Private Banking) olarak adlandırılan hizmet türü,
müşterilerin varlıklarının kişilerin belirlediği risk ve beklentilerine göre özel olarak
yönetilmesini ifade eder. Bu uygulamada banka tarafından müşterinin profili
belirlenmek suretiyle, onun ihtiyaç ve yatırım tercihlerine göre kişiye özel alternatif
ürünler sunulmaktadır. Bankalar özel bankacılık hizmetini bu iş için özel olarak
hazırlanmış şubeler aracılığıyla verirler. Özel bankacılık her türlü standart
bankacılık, kiralık kasa ve gişe hizmetleri; repo işlemleri, sabit getirili menkul
71
kıymetler ve yurt içi hisse senetleri alım-satımı gibi yatırım hizmetleri; birikimlerin
yabancı para ve menkul kıymetlerde değerlendirilmesi; türev ürünlerde yatırım;
kişiye özel tasarlanmış kredi kartları, özel fonlar, kişiye özel hazırlanmış mevduat
ürünleri ve opsiyon stratejileri gibi ürün ve hizmetleri kapsamaktadır. Türkiye’de
özel bankacılıkta genelde 250 bin TL üstü varlığa sahip müşteri kitlesi
hedeflenmektedir (Tüketici Finansmanı, 2014).
3.1.2.1.2. Perakende Bankacılık
Bireyler ve KOBİ’ler ile gerçekleştirilen, mevduat kabulü ve kredi sağlama
faaliyetlerini kapsar. Bu işlemlerin her biri küçük tutarlı olup, toplamda geniş
hacimlidir (Mathews, Thompson, 2005). Tüketicilere yönelik perakende bankacılık
ürünleri cari Bankaların Varlık Nedenleri, Türleri ve Temel İşlemleri işlemler hesabı
(current accounts), yatırım amaçlı mevduat hesabı (deposit accounts), tüketici
kredileri (consumer term loans), kredi kartları, mortgage kredileri, yatırım fonları
vb.’dir. KOBİ’lere yönelik perakende bankacılık ürünleri ise, cari hesap, vadeli kredi
(term loans) ve kredi limitlerinden (credit lines) oluşmaktadır. Bu ürünlere ilave
olarak perakendeci bankalar küçük işletmelere yönelik leasing vb ürünler de
sunmaktadırlar. Bu hizmetlerin karşılığında banka, faiz ve ücret geliri sağlamaktadır
(Ceylan, 2003).
3.1.2.1.3. Toptancı Bankacılık
Perakende bankaların aksine, toptancı bankacılık kapsamında az sayıda fakat
yüksek hacimli işlemler gerçekleştirilir (Mathews, Thompson, 2005:56). Kurumsal
Bankacılık hizmetlerini içerir. Finansal olmayan işletmeler, finansal nitelikli
işletmeler (sigorta kuruluşları) ve hükümetin bazı kurumlarının faaliyetlerini
kapsamda yer alır. Bu kategoriye göre ayrıca, banka dışı finansal kurum olarak kabul
edilen leasing, forfaiting ve factoring kuruluşları da girmektedir (Ceylan, 2003).
Toptancı bankacılık, bankalar ya da diğer finansal kurumlar arasındaki çift
yönlü aktiviteleri ifade eder. Kıta Avrupasının bankacılık ağırlıklı finansal
72
sisteminde, evrensel banka grupları arasındaki likidite aktarımı toptancı bankacılığın
en önemli bileşenidir ve bu gruplar tüm finansal hizmet faaliyetlerinin büyük bir
bölümünü kontrol eder (Cabral vd, 2002).
3.1.2.1.4. Evrensel Bankacılık
Evrensel bankalar, tarihsel gelişimleri, örgüt yapıları ve stratejik yönelimleri
itibariyle finansal sektör içerisinde çok ürün üreten firmalar olarak ortaya çıkmıştır.
Kendi ana ülkelerinde evrensel bankalar hemen hemen tüm müşteri kitlelerini hedef
almakta ve onlara her alanda uygun finansal hizmetler sunmaya çalışmaktadırlar.
Kendi ülke piyasalarının dışında ise çoğu faaliyetlerini uluslararası bankacılık,
toptancı bankacılık ve menkul kıymet faaliyetleri alanlarında toplayarak, genellikle
daha sınırlı bir rekabet profili çizerler. Yabancı piyasalarda nadiren perakende
bankacılık faaliyetlerinde bulundukları da olur (Walter, 2003).
Evrensel bankacılık, İşletme finansmanını, sermaye piyasası ve yabancı para
araçlarını ve hizmetlerini kapsayan çok geniş faaliyet alanlarını içine alır. Birçok
evrensel banka, faaliyetlerini faiz gelirlerinden ziyade hizmetler karşılığında aldıkları
komisyonlardan karşılamaktadır (Ceylan, 2003).
3.1.2.1.5. Uluslararası Bankacılık
Uluslararası bankalar, yabancı müşterilerine mahsup hesabı (payment
accounts) ve kredi fırsatları gibi finansal hizmetler sunan kuruluşlardır. Sözkonusu
yabancı müşteriler bireyler ya da şirketler olabilmekte, böylece her uluslararası
banka iş yaptığı kişiler ile kendi çalışma prensiplerini oluşturabilmektedir.
Uluslararası bankalarla çalışan işletmeler kendileri için oldukça maliyetli olabilecek
uluslararası işlemleri kolaylaştırma amacı taşırlar.
Ayrıca uluslararası bankalar ile çalışan firmalar, kendi faaliyetlerini
uluslararası ölçeğe taşımak konusunda da bu bankalardan destek alabilmektedirler.
Bireylerin uluslararası bankalarla çalışmaları ise birkaç nedene bağlı olmaktadır:
73
Bunlardan biri, gelirlerin uluslararası bankalarda gizlenmesi suretiyle vergiden
kaçınmaktır.
Diğer
sebepler
ise,
uluslararası
bankaların
ulusal
faiz
dalgalanmalarından daha az etkileneceği ve daha güvenli olacağı düşüncesi,
uluslararası bankalar tarafından mevduata verilen daha yüksek faizler olarak
sıralanabilir.
3.1.2.1.6. Holding Bankacılığı
Holding bankacılığı, bir bankanın doğrudan veya dolaylı olarak bir ya da
daha fazlabankaya sahip olması, kontrol etmesi veya bir bankanın sermayesinin
çoğunluğunun birholdingin kontrolünde olması şeklindeki yapıyı ifade eder (Takan,
2001).
3.1.2.1.7. Kıyı Bankacılığı
Off-shore bankacılık olarak bilinir. Denetim ve vergilendirmenin en az
düzeydeolduğu yerlerde konvertibl paralar üzerinden işlem yaparak, çok uluslu
şirketlere veuluslararası girişimlere hizmet veren bankalardır (TBB, 2012). Eurokredi sendikasyonları, yabancı tahvil ihraçları, faiz ve para swapları, fon yönetimi,
leasing,factoring, forfaiting, altın ve döviz işlemleri başlıca faaliyet alanlarıdır
(Akbulak vd, 2004).
3.1.2.2.Faaliyet Alanlarına Göre Banka Türleri
Faaliyet alanlarına göre bankalar, merkez bankaları, ticaret bankaları,
yatırımbankaları, kalkınma bankaları ve katılım bankaları olarak sınıflandırılabilir.
74
3.1.2.2.1. Merkez Bankaları
Emisyon yetkisine sahip olarak para arzını kontrol eden bankalardır. Bu
nedenlemerkez bankaları para piyasasını düzenlemek, fiyat istikrarını sağlamak,
bankacılıksistemini kontrol etmek, ülkenin altın ve döviz rezervlerini yönetmek gibi
önemlifonksiyonlar üstlenirler (Akbulak vd, 2004).
3.1.2.2.2. Ticaret Bankaları
Bankacılık sektöründe en çok karşılaşılan banka türü olup, temelde klasik
bankacılıkfaaliyetleri olan mevduat toplama ve kredi verme faaliyetiyle uğraşırlar.
Başlıca fonkaynakları mevduat, kullanılan krediler ve özkaynaklardır (Akbulak vd,
2004).
3.1.2.2.3. Yatırım Bankaları
Devletlerin ve firmaların uzun vadeli fon ihtiyaçlarını karşılamaları için
onların hissesenetleri ve tahviller gibi menkul kıymetler ihraç etmelerine aracılık
eden kurumlardır.
Mevduat toplama yetkisine sahip olmayan yatırım bankaları, tahvil ihraç
etmek vekredi almak suretiyle elde ettikleri kaynakları kendi nam ve hesaplarına
menkul kıymetalmak ya da firmalara orta ve uzun vadeli yatırım ve proje kredışı
sağlamak şeklindekullanırlar. Yatırım bankaları, yatırım yaptıkları menkul kıymetleri
daha sonra halkasatmaları nedeniyle literatürde menkul kıymet taciri olarak da
adlandırılırlar (Akbulak vd, 2004).
3.1.2.2.4. Kalkınma Bankaları
Gelişmekte olan ülkelerde yatırım sermayesi eksikliğini gidermek ve
kalkınmadaöncelikli bölgelere finansman sağlamak amacıyla kurulmaktadırlar.
Hükümetler veyauluslararası kurumlar tarafından sağlanan fonlar ve tahvil ihracı
75
yoluyla kaynak teminederler. Mevduat toplama yetkisine sahip değildirler (Akbulak
vd, 2004).
3.1.2.2.5. Katılım Bankaları
Konvansiyonel bankacılık anlayışının dışına çıkarak, faizden uzak kalmak
isteyenkişilerin finansman ihtiyaçlarını karşılamaları, tasarruflarını değerlendirmeleri
ve modernbankacılık hizmetlerinden yararlanmaları amacıyla faizle çalışan klasik
bankalara alternatifolarak kurulan kuruluşlardır. “Özel Cari Hesap” ve “Katılma
Hesapları” adı altında iki yöntemle fon toplayabilen özel finans kurumları,
topladıkları bu fonları üretim desteği,bireysel finansman desteği, kar-zarar ortaklığı
yatırımı,
finansal
kiralama
ve
mal
karşılığıvesaikin
alım-satımı
şeklinde
kullandırmaktadırlar (Coşkun, 2005).
3.1.3. Bankaların Temel İşlevleri
Genel anlamıyla bankalar, bir dizi karakteristikler (likidite, risk ve geri
dönüşün özel bir bileşimi) ile yükümlülüklerini satıp, farklı karakteristiklerdeki
varlıkları satın alarak kazanç elde etmeye çalışırlar. Bu süreç sıklıkla varlık
transformasyonuna işaret eder. Bir birey komşusuna rehin karşılığı borç
vermektense, parasını bankadaki bir tasarruf mevduatı hesabına yatırır ve bankaya da
komşusuna vereceği krediyi sağlar. Böylece banka tasarruf edilen mevduatı kaydi
paraya dönüştürmüş olur (Mishkin, 1998).
Bankacılık işlemlerini aslında üç ana gruba ayırmak mümkündür: Mevduat
toplama, kredi dağıtımı ve belirli bankacılık hizmetlerinin görülmesi. Bankalarda
varlık transformasyon süreci kısa vadeli borç alıp, uzun vadeli borçlanması şeklinde
gerçekleşir. Varlık transformasyon ve bir dizi hizmet (çek ödemeleri, kayıt tutma,
kredi değerleme ve benzerleri) süreci, bir şirketin herhangi bir üretim sürecine
benzer. Eğer banka istenen hizmetleri düşük maliyetlerle üretir ve varlıklar üzerinden
ciddi bir girdi sağlarsa, kar sağlamış olur; tersi durumda ise kayıptadır (Mishkin,
1998).
76
Bir örnekle özetlemek gerekirse; bir bankadaki hesap üzerine yazılan çek,
başka bir bankaya verildiğinde, mevduatı alan banka çek tutarına eşit miktarda rezerv
kazanmış olur ve üzerinde çek yazılan banka rezervlerinin de aynı tutarda düştüğü
görülür. Bu nedenle bir banka ilave mevduatlar aldıkça rezerv kazanmış, mevduat
kaybettikçe de rezerv kaybetmiş olur (Mishkin, 1998).
Tüm diğer özel işletmeler gibi bankaların da amacı, uzun dönemli
karlılıklarını maksimum düzeye çıkarmaktır. Banka karları her şeyden önce
kredilerden sağlanan faiz geliri ve yatırımlardan elde edilir. Uzun dönemli karları
maksimize etmek mantıklı bir amaçtır, çünkü beklenen yıllık karların büyüklüğü ve
zamanlaması kadar, cari yıl karlarını da dikkate alır. Menkul kıymetleri açıkça ihraç
edilmiş olan bankalar için bu amaç firmanın menkul kıymet fiyatlarına yansıtılabilir.
Bir firmanın menkul kıymetlerinin fiyatı, pazarın o firmanın beklenen kazançları ve
muhtemel riskleri hakkında bir yargıya varmasına yol açar.
Bu durumun uzantısı olarak, pazar fiyatı, menkul kıymet sahipleri lehine
yönetimin ne kadar iyi bir performans gösterdiğinin devamlı bir göstergesi olur.
Hissedarların tatmin olmadıkları herhangi bir zamanda menkul kıymetler satılabilir
ve bu da hisse başına piyasa fiyatı üzerinde aşağı yönlü bir baskı doğurur (Kidwell,
Peterson, 1990).
Türkiye’de,
araştırmamızın
konusunu
oluşturan
ticaret
bankalarının
yapabilecekleri işlemler 5411 sayılı bankacılık kanununda aşağıdaki gibi
sıralanmıştır 5:
i. Mevduat Kabulü,
ii. Nakdi, gayri nakdi her cins ve surette kredi verme işlemleri,
iii. Nakdi ve kaydi ödeme ve fon transferi işlemleri, muhabir bankacılık veya
çek hesaplarının kullanılması dâhil her türlü ödeme ve tahsilât işlemleri,
5411 Sayılı Bankacılık Kanunu, md. 4.
5
77
iv. Çek ve diğer kambiyo senetlerinin iştirası işlemleri,
v. Saklama hizmetleri,
vi. Kredi kartları, banka kartları ve seyahat çekleri gibi ödeme vasıtalarının
ihracı ve bunlarla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi işlemleri,
vii. Efektif dâhil kambiyo işlemleri; para piyasası araçlarının alım ve satımı;
kıymetli maden ve taşların alımı, satımı veya bunların emanete alınması
işlemleri,
viii. Ekonomik ve finansal göstergelere, sermaye piyasası araçlarına, mala,
kıymetli madenlere ve dövize dayalı; vadeli işlem sözleşmelerinin, opsiyon
sözleşmelerinin, birden fazla türev aracı içeren basit veya karmaşık
yapıdaki finansal araçların alımı, satımı ve aracılık işlemleri,
ix. Sermaye piyasası araçlarının alım ve satımı ile geri alım veya tekrar satım
taahhüdü işlemleri,
x. Sermaye piyasası araçlarının ihraç veya halka arz yoluyla satışına aracılık
işlemleri,
xi. Daha önce ihraç edilmiş olan sermaye piyasası araçlarının aracılık
maksadıyla alım satımının yürütülmesi işlemleri,
xii. Başkaları lehine teminat, garanti ve sair yükümlülüklerin üstlenilmesi
işlemleri gibi garanti işleri,
xiii. Yatırım danışmanlığı işlemleri,
xiv. Portföy işletmeciliği ve yönetimi,
78
xv. Hazine müsteşarlığı ve/ veya Merkez Bankası ve kuruluş birlikleri
nezdindeoluşturulan bir sözleşme kapsamında üstlenilen yükümlülükler
çerçevesinde alımsatım işlemlerine ilişkin piyasa yapıcılığı,
xvi. Faktoring ve forfaiting işlemleri,
xvii. Bankalararası piyasada para alım satımı işlemlerine aracılık,
xviii. Finansal kiralama işlemleri,
xix. Sigorta acenteliği ve bireysel emeklilik aracılık hizmetleri.
3.1.4. Bankacılık Sektöründe Rekabet Unsurları
Tüm dünyada bankacılık sektörü sürekli bir değişim ortamı içerisinde
bulunmaktadır. Bu ortamda bankalar risklerini çeşitlendirmek için hem yeni iş
türlerine yönelmekte; hem de kendi ülkeleri dışındaki ülkelerde faaliyet göstermekte
ve sınır ötesi birleşmeler yoluyla dışa açılmaktadırlar. Aynı zamanda banka dışı
finansal kurumlar, bankaların kendi sahası olagelmiş piyasa segmentlerine
girmektedirler. Bu gelişmeler, yeni bilgi teknolojileri, aracıların devre dışı
bırakılması (dışıntermediation), serbestleşme ve Euro’nun yürürlüğe girmesiyle
tetiklenerek, bankacılığın görünümünü değiştirmiş (Canoy ve diğerleri:2001) ve
kaçınılmaz bir rekabet ortamı yaratmıştır. Bu ortamda politika yapıcılar rekabet
sürecini,
fayda
ve
maliyetleri
arasında
denge
sağlayacak
düzenlemelerle
yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki bankacılık sektörlerinde etkinliği ve
istikrarı aynı anda temin ederken ekonomik büyümeyi ve refahı da destekleyecek
rekabet düzeyinin ne olması gerektiği, cevap bulunamamış sorular arasındadır.
Genellikle tekelin tersi olarak ifade edilmesine rağmen, McNulty’nin (1968)
tanımında rekabet, fiyat ve marjinal maliyeti eşitleyerek kaynakların kullanımında
dağılımsal etkinliği temin eden güç olarak ifade bulmuştur. İktisatçılar genellikle
tüketim
toplumlarına
en
iyi
hizmetin
rekabetçi
piyasalarda
verildiğine
hükmetmektedirler (rekabetçi piyasalar teorisi). Rekabetçi piyasalar teorisinin en
79
önemli sonuçlarından biri, piyasa yapısı ile iktisadi kaynakların etkin dağılımı
arasındaki ilişki ile ilgilidir. Çünkü rekabetçi piyasalarda firmalar mal ve hizmetleri
tüketici talepleri doğrultusunda üretmek isterler. Yani firmaların üretim düzeyleri,
üretilen çıktının maliyetinin tüketicilerin ödemeye hazır oldukları fiyat karşısında
dengelenmesi ile belirlenir. Mal ve hizmetlerin üretilmesinde firmalar kaynakları,
mümkün olan en düşük maliyetle maksimum çıktıyı sağlayacak şekilde birleştirmeye
çalışırlar. Kaynakların optimal kullanımı firmaların kendi uzun vadeli karlarını
maksimize etmek istemelerinden dolayı ortaya çıkar (Kidwell, Peterson, 1990).
Finansal sistemin etkin ve etkili işlemesini temin etmeye yönelik politik
yaklaşımlar, rekabete dayalılık ve piyasa güçlerinin çalışması konularına önem
vermektedir (Bröker, 1992). Diğer sektörlerde olduğu gibi finansal sektörde de
rekabetin derecesi finansal hizmet üretiminin etkinliği, finansal ürünlerin niteliği ve
sektörel yeniliğin derecesi açısından önemlidir (Claessens, Leaven, 2004). Halka
hizmet sağlanması noktasında sektör yapısının performansı etkilediği şeklinde ifade
edilen rekabetçi model, çok sayıda rakibin olduğu piyasaların diğer yapısal özellikler
sergileyen piyasalara tercih edildiğini ortaya koymaktadır (Kidwell, Peterson, 1990).
Finansal hizmetler için serbest piyasaların oluşturulması ve işletilmesi ile finansal
sektörde rekabeti kısıtlayan tüm engellerin ortadan kaldırılması yönündeki politik
yaklaşımların arkasında yatan anlayış da budur (Bröker; 1992).
Ne var ki, rekabetçi piyasalar teorisinin geçerliliği bir takım oldukça katı
varsayımlara dayanmaktadır. Eğer bunlar karşılanmazsa, kaynakların tüketicilere en
iyi hizmeti sağlayacak şekilde dağıldığı sonucuna varmak mümkün olmaz. Bu
varsayımlardan özellikle üç tanesi bankacılık ile ilgilidir (Kidwell, Peterson,
1990:232):
1- Giriş Kısıtlamalarının Olmaması: Rekabetçi piyasalar teorisi, piyasalara
girişin kısıtsız olduğunu öne sürmektedir. Eğer piyasalar kısıtlanmışsa, kötü bir
şekilde yönetilen veya piyasada tekel pozisyonuna sahip bankalar yüksek fiyat veya
düşük kalitede hizmetler sunabilirler, çünkü halkın başka bir alternatifi yoktur.
80
Girişlerin serbest olduğu durumlarda, diğer bankalar da bu piyasalarda hizmet
sunabilir.
2- Çıkış Kolaylığı: Rekabetçi piyasalar teorisi, gerek birleşme gerekse
başarısızlık yoluyla etkin olmayan ve istenmeyen firmaların pazardan çıkışının
mümkün olması gerektiğini varsayar. Çıkış serbestliği olmadan sektörün yapısı yeni
koşulları karşılayacak şekilde değişemez. Fakat bankacılık sektöründe banka
başarısızlıkları batan bankanın yanında geniş kapsamlı etkilere sahip olabilir ve bu
durum bankalar arasında rekabetin mutlaka denetim altında tutulmak istenmesine
neden olur.
3- Doğal Tekellerin Olmaması: Rekabetçi piyasalar teorisi doğal tekellere
neden olan ölçek ekonomilerinin var olmadığını varsayar. Doğal tekeller sektörün
maliyet eğrisi firma büyüdükçe birim maliyetlerin daima azaldığı bir şekil aldığında
meydana gelir. Eğer bu durum bankacılık için geçerli olsa idi, en etkin banka
büyüklüğü, olabilecek en yüksek düzey olurdu ve rekabetçi piyasa her bir pazarda
yalnızca bir bankanın ayakta kalmasına yol açardı.
Diğer sektörlerden farklı olarak bankacılık sektörüne özgü olan durum,
rekabet ve istikrar arasındaki ilişkidir (Claessens, Leaven, 2004).
Rekabet ve bankaların istikrarı arasındaki ilişkinin anlaşılması bankacılık
düzenlemelerinin tasarımı için fevkalade önemlidir ve finansal krizlerin riskini
hafifletmede eninde sonunda yardımcı olacaktır (Wagner; 2007).
Rekabet ve istikrar arasındaki negatif ilişki, politika yapıcıların bankalara
yönelik temel yaklaşımını belirlemektedir. Her ne kadar finansal olmayan sektörlerde
olduğu gibi piyasa rekabeti etkin bir bankacılık sektörünün önkoşulu olarak görülse
de, bazı teorik ve ampirik çalışmalar, tekel kazançlarının bankalara daha küçük ve
şeffaf borçlularla ilişkileri geliştirme eğilimi kazandıracağını öne sürerek, rekabetin
kısıtlanması gerektiğini savunmaktadırlar. Aşırı rekabetin kırılganlığı arttıracağı
81
şeklinde genel bir kanı bulunmakla birlikte, rekabet ve istikrar ilişkisi teorik ve
ampirik olarak bir sonuca bağlanmış değildir (Beck, 2008).
Ampirik olduğu kadar teorik olarak da gösterilen bir başka etki de, finansal
sektörde rekabetin derecesinin firmaların ve hane halklarının finansal hizmetlere ve
dış finansmana girişini, ardından da tüm ekonomik gelişmeyi etkilemesidir
(Claessens ve Leaven, 2004).
Piyasa gücünün yol açması beklenen yüksek marjların sosyal refah için iyi
olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Bir taraftan dar marjlar, düşük aracılık
maliyetleri ve düzenleyici “vergiler” (rezerv ve sermaye gereklilikleri) ile nispeten
rekabetçi bankacılık sistemine işaret edebilir. Diğer taraftan nispeten geniş marjlar,
karlılığa ve banka sermayesine eklenmek suretiyle bankaları makro ve diğer şoklara
karşı koruyarak, bankacılık sistemine bir miktar istikrar getirebilir (Saunders ve
Schumacher, 2000).
Bankacılık sektöründe rekabet koşullarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi
politika yapıcıların ilgisini çekmektedir. Maliyet, gelirler ve bankaların giriş
davranışlarını da kapsayan pek çok kamusal düzenleme nedeniyle bankacılıkta
rekabetin değerlendirilmesi oldukça zordur (Anderson; 1966).
Ne var ki, rekabetin fayda ve maliyetleri arasında denge kurma zorluğu
(tradeoff) olduğu da aynı derecede doğrudur. Rekabet finansal aracılığın maliyetini
düşürüp ekonomik etkinliğin gelişmesine katkıda bulunurken, olumsuz gelişmelerle
baş etme kabiliyetini zayıflatarak bankaların piyasa gücünü ve karlılığını da
düşürebilmektedir (Mamatzakis vd: 2005).
3.1.5. Bankaların Finansman Maliyeleri
Bankacılık açısından finansman maliyetleri yaşamlarının temel kaynağını
oluşturmaktadır.Aşağıdaki grafikte bir banka örneği üzerinden temel finansman
82
maliyeti kalemleri sıralanmış olup kalemler arasındaki ilişki çalışmanın uygulama
bölümünde detaylı bir şekilde anlatılmıştır.
Finansman
Maliyeti
Gelir
Faiz Geliri
Kredi Faizleri
Komisyon
Geliri
Temerrüt Riski
Gider
Evalüasyon
Geliri
Faiz Gideri
Mevduat
Maliyeti
Mevduat
Vadesi
Kredi
Ödememe
Maliyeti
Faiz Dışı
Giderler
Evalüasyon
Gideri
Karşılık
Giderleri
(Provizyonlar)
Personel
Gideri Artışları
Şekil 2.8: Finansman Maliyetini Etkileyen Değişkenler
Yukarıdaki şekilden görüldüğü üzere, finansman maliyetini etkileyen
kalemler gelir ve gider olmak üzere iki kısımda incelenmektedir. Gelir kalemleri
fazia gelirleri ve komisyon gelirleri olarak sıralanırken, gider kalemleri ise faiz
giderleri ve faiz dışı giderler olarak iki grupta toplanmıştır.
3.2.Dolarizasyonun Bankacılık SektörüneYönelik Etkileri
Bankalar, para ticareti yapan işletmeler olduklarından ötürü dolarizasyondan
çift yönlü olarak etkilenmektedir. Buna göre bankaların kur riski üstlenmeleri,
yabancı para cinsinden mevduat ile kredi arasındaki dengelerine dayanmaktadır
(Kutan v.d., 2012 aktaran Zeybek 2014).
83
Literatürde bu dengedeki bozulmalara“kur uyumsuzluğu” adı verilmekte ve
yerleşiklerin yabancı para cinsinden olan mevduatları ile bankaların yerleşik özel
sektöre verdikleri yabancı para cinsinden kredilerin dengesizliği olarak bilinmektedir
(Arteta, 2005).
Kur uyumsuzluğu hakkında varılan genel bir sonuç, dolarizasyonun banka
karlılığını olumsuz etkilediği (Kutan v.d., 2012) ve bankacılık sektörü kökenli
finansal krizlere yol açabileceği (Goldstein ve Turner, 2004) şeklindedir.
Mevduatların yabancı para ağırlıklı olması durumunda devalüasyon ile
ekonomik belirsizlikler, döviz kuru rejimine de bağlı olarak,döviz kurlarında aşırı
volatiliteye sebebiyet vermekte ve böylece hem bankaların geleceğe yönelik olarak
uygun pozisyon almaları ve hem de bilanço hedeflerine varmaları zorlaşmaktadır
(Kutan v.d., 2012).
Kur uyumsuzluğuna uzun süre boyunca maruz kalan bankaların piyasa
değerlerinde ciddi düşüşler beklenmelidir (Mishkin, 1997).
Diğer taraftan az sayıdaki çalışma, dolarizasyonun banka faizleri ve buna
bağlı olarak banka karlılıkları üzerinde karışık sonuçlara yol açtığını ortaya
koymaktadır (Honohan ve Shi, 2002).
Bu karışıklığın çeşitli faktörlere bağlı olduğu savunulurken; bankaların farklı
segmentlere
yönelmeleri,
aracılık
maliyetleri
ve
banka
hisse
senetlerinin
performanslarının önde gelen faktörler oldukları ifade edilmektedir (Catao ve
Terrones, 2000 aktaran Zeybek 2014).
Dolarizasyon, para talebinde belirsizlikler yarattığından (Domaç ve Oskooee,
2002) ötürü para politikasının hazırlanması ve uygulanması daha zorlu bir hale
gelmekte (Yıldırım, 2003) ve böylece bankalar, kur uyumsuzluğu ile başa çıkmada
resmi otoriteden yeterli destek göremedikleri gibi, belirsizliklerle daha ziyade tek
84
başlarına mücadele etmek zorunluluğu altına girmektedirler (Domaç ve Oskooee,
2002).
Kur uyumsuzluğunu ele alan çalışmalardaki ilginç olan bir husus ise
bankalardaki yabancı para cinsinden mevduatların, dolayısıyla bankaların yabancı
para cinsinden yükümlülüklerin daha sıkça ele alınmasıdır (Savastano, 1996) ve bu
çalışmaların bir kısmında, ekonomiye yönelikolan güvenin yabancı paraya rağbette
etkili olduğu savunulmaktadır (Calvo, 1999).
Nispeten az sayıdaki çalışma ise diğer tarafı, bankaların verdikleri yabancı
para cinsinden kredileri ele almaktadır.
Ağırlıklı olarak kredileri içeren çalışmalarda, kredilere yönelik talepte
belirsizliklerin yaşanması durumunda, bankacılık sektörü açısından dolarizasyonun
katlanarak artış eğilimi gösterdiği (Machicado, 2008) ve merkez bankası
politikalarının bir uzantısı olarak bankaların yaşayabilecekleri riskleri minimize
etmek adına, yabancı para cinsinden kredi vermeyi tercih edebildikleri (Antinolfi ve
Keister, 2006) şeklindeki sonuçlara varılmıştır. Bununla birlikte kredilerin geri
ödenmemesi durumunda, ekonominin çarklarının aniden durabileceği ancak bu
süreçte dolarizasyonun dolaylı olarak etkili olduğu, ortaya çıkan bir başka sonuçtur
(Aysun ve Honig, 2010).
Daha geniş bir zaman perspektifinden bakıldığında ise yabancı para cinsinden
olan kredilerin geri ödenmesindeki sorunların, bankaların iflas risklerini oldukça
arttıracağı beklenmektedir (De Nicolo v.d., 2005).
Yabancı para cinsinden kredilerin geri ödenmeme sorunuyla baş edebilmek
için genel bir yaklaşımın, resmi açıdan tam dolarizasyona geçmek olduğu
savunulmaktadır (Hausmann v.d., 1999).
Bankalar açısından uygun bir çözüm ise yabancı para cinsinden kredi vermek
yerine yabancı para cinsinden türev araçları kullanmak olacaktır, ancak böyle bir
85
durumda bankalar bu araçların doğurabileceği risklere karşı açık hale gelmektedir
(Chang ve Velasco, 2001).
3.3.Dolarizasyonun Bankacılık Sektörü Finansman Maliyetleri Üzerindeki
Etkileri
Bankacılık sektör maliyetleri açısından bakıldığında, dolarizasyonun pek çok
etkiye yol açabildiği ortaya çıkmaktadır. Tam dolarizasyonun olması durumunda
ülkenin merkez bankasının para basması ve buna bağlı olarak bankalara kredi
vermesi mümkün olmamaktadır. Bankaların tüm yükümlülükleri yabancı para
cinsinden olmakta (Chang ve Velasco, 2000) ve ülkenin kredibilitesi ile bankaların
yükümlülük miktarına bağlı olacak şekilde, bankaların yeni kredi bulma ve taşıma
maliyetleri yükselebilmektedir (Calvo, 2001).
İlginç bir şekilde, yükselen bu maliyetler bankacılık sistemini zorlaşa dahi,
ülkedeki tüketiciler ve işletmelerin bankacılık sistemine yönelik olan güvenleri,
bankaların maliyetlerini düşürücü sonuçlar yaratabilmektedir. Buradaki güven
aslında bankacılık sisteminden ziyade, sistemin kullandığı yabancı para cinsine
yönelik olan güven olmaktadır (Chang ve Velasco, 2000).
Tam dolarizasyon, merkez bankasına bir avantaj sağlayabilmektedir. Ülkenin
merkez bankasının kendi imajının veya yerli para biriminin imajının zedelenmesi
durumunda, imajı güçlendirmek için uygun para politikasının güdülmesi gerekecektir
ve bu politika, özellikle volatil bir ekonomide bankaların kredi bulmaları ve müşteri
kredilerinin takibi gibi hususlarda maliyetleri yükseltecektir (Gale ve Vives, 2002).
Maliyeti düşürücü bir çözüm, tam dolarizasyona geçmektir (Minda, 2005).
Ayrıca avantaj, sadece merkez bankasının imajı için değildir; tam
dolarizasyona geçen ülkelerde örneğin Ekvator’da, ülke riski çok ciddi oranda
düşmekte ve bu durumda da bankaların kredi maliyetleri azalırken, karlılıkları
artmaktadır (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006).
86
Diğer bir ifadeyle, bir ekonominin küresel entegrasyonu açısından tam
dolarizasyon faydalı olabilmektedir. Bankaların, yabancı bankalar ve müşterilerle
olan işlemlerinde yerli-yabancı döviz kuru farklılığı bulunmayacağından ötürü,
bankaların işlem yapma maliyetleri düşecektir (Minda, 2005).
Diğer taraftan küresel entegrasyon bağlamındaki tam dolarizasyon, birtakım
olumsuz etkiler de yaratabilmektedir. Uluslararası alanda ülke veya ekonomiye
yönelik olan güvenin sarsılması durumunda, bankalar kaynak bulmada sıkıntı
çekeceklerdir. Bu durumda yerli para basmayan merkez bankası da bu güvensizlikten
olumsuz etkilenecek ve yabancı para cinsinden borçlanma senetleri ve geri alım gibi
yöntemlerle ulusal bankalara destek vermeye çalışacaktır. Şu halde güvensizliğin
doğuracağı likidite sıkıntısı, merkez bankası tarafından üstlenilecek ve ulusal
bankalara yansıtılarak, bu bankaların kaynak sağlama maliyetlerini yukarı çekecektir
(Beckerman ve Solimano, 2002).
Yine de tam dolarizasyona geçen bazı ülkelerdeki bankaların, risk yönetimi
açısından yabancı para cinsindeki varlıklarını daha likit tutma eğilimi sergiledikleri
ve böylece hem olası kaynak sıkıntılarından kendilerini korudukları ve hem de olası
fırsatları değerlendirdikleri; bu sayede maliyetkar arasında bir denge yakalamaya
çalıştıkları ortaya çıkmıştır (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006).
Bankaların likidite risklerine karşılık olarak zorunlu rezerv tutmaları
gerekmektedir. Zorunlu rezervler, bankalar için maliyet doğurucu unsurlardır zira
kullanılmayan veya piyasa getirisinin altında getiriye sahip olan kaynakları ifade
etmektedir (Gulde v.d., 2004).
Bu kaynakların yabancı para cinsinden tutulmaları durumunda, ekonomik
otoritenin yabancı paraya yönelik güveninden ötürü, rezerv tutma alt limitleri
azaltılabilir; böylece bankalar rezerv tutma maliyetlerini azaltacakları gibi, daha fazla
kaynağı piyasaya sürebileceklerdir (Moreno-Villalaz, 1999).
87
Daha da önemli olan bir husus ise zorunlu rezervler dâhilindeki kaynakların
sigortalarının, bankalar açısından ek bir maliyet doğurabilmesidir ve resmi açıdan
tam veya kısmi dolarizasyonun olduğu bir ülkede, yabancı para cinsinden tutulacak
rezervlerin riski düşük algılanacağından ötürü, bu rezervlerin sigorta maliyetleri,
dolayısıyla bankaların maliyetleri düşecektir (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006).
Rezervlerle ve dolarizasyonla bağlantılı bir diğer husus, enflasyon
olmaktadır. Literatürdeki bulgulara göre özellikle tam dolarizasyona geçen bazı
ülkelerde enflasyonda ani ve kalıcı düşüşler gözlenmiştir. Bu durumda banka aracılık
maliyetlerinin düştüğü ve banka karlılıklarının olumlu etkilendiği ortaya çıkarken,
zorunlu rezervlerdeki azalışların da karlılığa ayrıca katkı sağladığı ifade edilmektedir
(Towers ve Borzutzky, 2004).
Diğer taraftan enflasyon ve büyüme gibi makro iktisadi hususlarda stabilite
yakalamak için öncelikle kurumsallaşmanın sağlanması, ardından da finansal
serbestleştirici adımların atılması önerilmektedir (Guiso v.d., 2004).
Bunların bir sonucu; yabancı sermayenin ülkeye hızlıca girmesi iken, tam bu
noktada dolarizasyona geçilmesi sayesinde bu sermaye girişinin daha da hızlanması
ve sadece yabancı paraya yönelik güvenin değil, aynı zamanda yabancı para
bolluğunun, bankaların kaynak sağlama maliyetlerini düşürmede etkili olduğu
düşüncesi bulunmaktadır (Jacome, 2004).
Finansal serbestleşme sayesinde bankacılık sektörü hızlı bir biçimde
büyümekte iken, kısmi dolarizasyonun oluşması durumunda büyüme sağlıklı
olmayabilmekte ve kur riskini üstlenmedeki sorunlar, bankaların döviz kurlarına
bağlı işlem maliyetlerini arttırabilmektedir (Saprin, 2001).
İşlem maliyetlerindeki ve daha genel bir çerçevede aracılık maliyetlerindeki
artışlar, bankacılığı daha rekabetçi bir hale getirmektedir. Buna göre daha düşük
maliyet artışlarıyla yüzleşen bankalar, rakiplerini geride bırakabilmektedir.
Literatürde bunun bir sonucu olarak bankalar arası satın alma ve birleşmelerin
88
hızlandığı ve konsolidasyon sonrasında ayakta kalan daha büyük hale gelmiş
bankaların, işlem maliyetlerini düşürebilmek açısından daha rahat adım attıkları
savunulmaktadır (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006).
Daha genel bir anlayışla bakıldığında, dolarizasyonun olması durumunda
sadece finansman maliyeti artışları değil, gelir azalması potansiyeli de ayrıca ortaya
çıkmaktadır. Bu bağlamda dolarizasyonun görüldüğü bir ekonomide bankaların kar
marjları genel olarak azalma eğilimi gösterirken, bu eğilim tüketiciler ve işletmeler
lehine çalışmaktadır (Swiston, 2011).
Eğilimin yaşanması durumunda ise daha çok müşteri bağlayan bankaların
daha avantajlı hale gelecekleri söylenebilir.
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, literatürde dolarizasyonun
bankalar üzerindeki etkilerini irdeleyen oldukça az sayıda çalışmanın yapıldığı ortaya
çıkmaktadır. Bunun da ötesinde dolarizasyonun makro-iktisadi etkilerinin konu
edildiği; ancak dolarizasyon-banka finansal performansı ilişkisinin çok nadir dikkate
alındığı ifade edilmektedir (Kutan v.d., 2012).
Bu çalışma vasıtasıyla tam da bu noktada bilimsel bir katkı yapma saiki
bulunmaktadır. Çalışmanın amacı 2001-2014 ölçeğinde Türkiye ekonomisinde
dolarizasyona etki edebilecek parametrelerin hem kendi içinde birbirlerini etkileme
durumlarını hem de tek tek ve topluca dolarizasyon üzerinde etki dereceleri bulup
ortaya çıkarmaktır. Bunlarla birlikte dolarizasyonun finansman maliyetine etkisini
ölçmektir.
3.4.Yüklenilen Finansman Maliyeti ve Kur Risklerinin Bankacılık Sektrörüne
Etkileri
3.4.1. Bankacılık Sektöründe Açık Pozisyonlar
Bir iktisadi birimin döviz borçlanıp karşılığında TL varlık biriktirmesine
dövizdeaçık pozisyon olarak nitelendirilir. Döviz fiyatlarının artması durumunda TL
89
cinsindenvarlıkların
fiyatları
değişmediğinde
borçlar
artacak
varlıklar
değişmeyecektir. Dolayısı ilebir zarar sözkonusu olacaktır. Bu nedenle dövizde açık
pozisyon tutan iktisadi birimler kur riski taşırlar (Kumcu, 2005).
Sektörün
tümüne
ait
toplulaştırılmış
bilgileri
incelemek,
sektörün
altgruplarına ilişkin fazla veya açık pozisyonların gözden kaçırılmasına dolayısıyla
daalt sektörlere ait bir kırılganlık varsa tespit edilememesine neden olacağı
için,bankacılık sektörünün net genel pozisyonunu alt gruplar bazında inceleyen
aşağıdaki grafiklerde ayrıca sunulmaktadır.
Şekil 2.9: Bankacılık Sektörü Yabancı Kesim Bazında Net Genel Pozisyonu (milyon $)
90
Yukarıdaki şekli incelediğimizde, bilanço dışı yabancı para pozisyonu 91
Milyar TL fazla verdiğini, bilanço içi yabancı para pozisyonunun ise 95 Milyar TL
açık pozisyonunda olup yabancı para net pozisyonunun 3,4 Milyar TL açık
pozisyona sahip bulunmakta olduğunu gözlemlemekteyiz (BDDK, 2014).
Bankacılık sektöründe, bilanço içi açık pozisyon, bilanço dışı pozisyon
ilekapatıldığından, genel eğilime paralel olarak kambiyo kârı yazılan dönemlerde,
türevişlemlerden zarar edildiği, bunun tersinin de genel olarak doğru olduğu
gözlenmektedir.
Bankacılık
sektörünü
oluşturan
Kamu
bankaları,
Kalkınma
ve
YatırımBankaları, özel ve yabancı bankalar arasında net açık pozisyonu bulunduran
bankatürü olmadığı bilinmektedir. Tamamı, bilanço içi açıklarını bilanço dışı
fazlalarlakapatmaktadır. Net açık pozisyonları kapalı da olsa farklı davranış
kalıplarına sahipoldukları görülmektedir.
Kalkınma ve yatırım bankalarının diğerlerinden farklıolarak dönem dönem
bilanço içi fazla verdiği ancak bu fazlalıkları bilanço dışıaçıklar ile sıfır net
değerinde tuttukları görülmektedir (BDDK, 2014).
3.4.2. Dış Borçlanma Kavramı ve Dış Borçlanma Düzeyi
Bir devletin ya da devlet kuruluşunun dış kaynaklardan mali ya da reel
gelirsağlamasına dış borç denir. Dış borçlanma, ülke içindeki kişi ve kuruluşların,
ülkedışındaki kişi ve kuruluşlardan kredi sağlaması olarak da tanımlanabilir
(Evgin,2000).
Yabancı para olarak alınan dış borçların vade sonunda anapara ve
faizödemeleri de yine yabancı paralar ile gerçekleştirilir. Borç veren devlet borç
olarakverdiği parayı kendi hazinesinden verebileceği gibi kendi ülkesinde bulunan
özelsermaye çevrelerinden de temin ederek borç verebilir (Erginay, 2003).
91
Bankacılık
sisteminin
dış
borçlarının
durumu
aşağıdaki
grafiklerde
gösterilmektedir. Kısa ve uzun vadede reel sektör kadar hızlı olmasa da dış
borçlarınartma eğilimi dikkati çekmektedir. Dikkati çeken bir husus da 2009
yılındaki kriz sonrası dönemi sonrasında belirgin bir şekilde dışborçlanmaya
gitmeleridir.
Bir ülkenin kamusal ihtiyaçlarının kendi iç kaynaklarından karşılanması
esastır. Ancak ülkelerin iç kaynaklarının kamusal ihtiyaçlarını karşılaması her zaman
mümkün olmamaktadır. Bunun çeşitli sebepleri söz konusu olmakla birlikte,
ülkelerin ekonomik kalkınmalarının birbirinden farklı olması temel neden olarak
söylenebilir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki sermaye, teknoloji ve nitelikli
insan gücü yetersizlikleri, bu ülkeleri dış kaynak aramaya zorlamaktadır (Evgin,
2000).
Dış borç veya dış yardımların koşulları, krediyi alan ve krediyi veren ülke
tarafından kararlaştırılır. Ancak borç veren ülke, nakit sıkıntısı çeken ülkeye göre
borçların ve yardımların koşullarını belirlemede daha güçlü konumdadır. Dış borçlar
veya dış yardımlar, bazen kredi veren ülkeye para ya da mal olarak borçlanma
şeklinde
olabileceği
gibi
bazen
de
teknik
yardımlar
şeklinde
gerçekleştirilebilmektedir (Erginay, 2003).
GOÜ, önemli ölçüde yabancı kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Dış kaynak
ihtiyaçlarının temel sebepleri; yurtiçi tasarruflarının yeterli düzeyde olmaması, döviz
gelirlerinin yetersizliği ve ekonomik kalkınmalarını sürdürebilmeleri için gerekli
yatırımların finansmanını sağlamak şeklinde sıralanabilir. Ancak dışarıdan içeriye bu
kaynak transferinin karşılığında kaynağı elde eden ülkenin kaynağı veren ülkeye
ödediği bir karşılık veya bir bedel vardır. Bu karşılık henüz transfer işlemi
gerçekleşmeden taraflar arasında yapılacak ve alınacak olan kaynağa ödenecek olan
faiz oranını, geri ödeme zamanını yanı vadesini ve diğer koşullarını içeren bir
anlaşma ile belirlenir.
92
Yukarıda aktarılan hususlar çerçevesinde Bankacılık sektörünün dış
borçlanma düzeylerini incelemek gerekirse, bilanço içi ve bilanço dışı yabancı para
pozisyonları incelenmelidir.
Aşağıdaki şekilde bankacılık sektörünün tümüne ait bilanço içive bilanço dışı
yabancı para pozisyonu ile net genel pozisyonu gösterilmiştir.
Şekil 2.10: Bankacılık Sektörü Net Genel Pozisyonu(Milyon $)
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği verilerinden derlenerek hazırlanmıştır.
Mart 2015 dönemi itibariyle bankalara borçlar kalemi 38 Milyar TL Türk
Parası, 281 Milyar TL ise Yabanacı Para olmak üzere 319 milyar TL‘dir. Yukarıdaki
grafikte de görüldüğü üzere, bankacılık sektörünün 2009 yılından itibaren daha fazla
borçlanmaya gitmiş oldukları görülmektedir.
Özel sektör yurtiçi kaynaklarının yetersiz olması durumunda dışarıdan
kaynak sağlayarak istediği büyüme düzeyine ulaşabilmek için dış borçlanmayı tercih
eder. Genel olarak dış borçlar program ve proje finansmanı amacıyla kullanılır. İç
borçlar milli para, dış borçlar ise genellikle yabancı para cinsinden ödenir. Bu durum
iç borç ve dış borç arasındaki önemli farklılıklardan bir tanesidir. Bu sebeple dış
93
borçlar milli ekonominin dış ödeme gücünü ve dış ödeme dengesindeki ilişkilerini
etkilemekte, iç borçlar için ise böyle bir etki ya az ya da hiç olmamaktadır (İnce,
2001).
Özel sektörün sermaye ihtiyacını sağlamada hangi finansman kaynağının ne
ölçüde tercih edileceği ülkenin piyasa koşullarına, ülkedeki kurumsal ve yasal
düzenlemelere bağlı olarak değişir. Sürekli iç borçlanmanın tercih edilmesi hem
ekonominin büyüme performansını düşürür hem de gelir dağılımını bozar bunun
yanında dış borçlanma döviz krizini gündeme getirmektedir (Keskin vd. 2007).
94
BÖLÜM 4
DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE
DOLARİZASYONUN GELİŞİMİ VE ÖLÇÜM
YÖNTEMLERİ
4.1.Dünya’da Dolarizasyon
1980’lerin sonunda Polonya’daki en yaygın sorulardan bir tanesi “Amerika
ile Polonya arasındaki benzerlik nedir? sorusuydu. Cevabı ise “Amerika’da her şeyi
dolar ile satın alabilirsiniz ancak Zloti ile hiçbir şey alamazsın, Polonya’da ise bunun
tamamen aynısıdır.
Doların Polonya içerisinde kullanılması tek örnek değildir. Birçok gelişmekte
olan ülkede ev, araba ve diğer dayanıklı mallar Amerikan doları ile satın
alınmaktadır. Özellikle 1980’lerin başında borç krizi yaşayan Latin Amerika ülkeleri
ile 1989’da Doğu Avrupa ülkelerinde Sosyalizm’in çöküşü ile birlikte dolarizasyon
yaşanmıştır. Yüksek ve istikrarsız enflasyon oranlarından dolayı yüksek fiyatlı
ürünler yerel para birimi yerine dolar kullanılarak ödenmektedir.
Dolarizasyon hesap birimi olarak, değer biriktirme aracı ve alış-verişlerde
ulusal para yerine dolar kullanılmasıdır. Makroekonomik olarak istikrarsız olan
ülkelerde dolarizasyon görülmektedir. Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve
Bank) eski Başkanı Alan Greenspan Amerikan Kongresi’ne yaptığı açıklamada
Amerikan dolarının % 50’sının Amerikan sınırları dışında bulunduğunu belirtmiştir.
Doların ülke dışına çıkmasındaki en önemli nedenlerden bir tanesi Amerika
Birleşik Devletleri’nde çalışan yabancı işçilerin kendi ülkelerine gönderdikleri
paradır. Amerika’da çalışan göçmenlerin geldikleri gelişmekte olan ülkelerin yüksek
oranda dolarize olduğu görülmektedir. Örneğin, Polonya kökenli Amerikalılar uzun
95
yıllar Polonya’daki akrabalarına dolar göndermişlerdir. Bu olgu, Doğu Avrupa
ülkelerinden en çok neden Polonya’nın dolarizasyon yaşadığını göstermektedir.
Ayrıca, kanundışı yollarla yapılan ticaret doların yurtdışına akmasında önemli
nedenlerden biridir. Büyük miktarda Amerikan dolarının Bolivya, Kolombiya ve
Peru’da bulunmasının sebebi uyuşturucu ticaretinden kaynaklanmaktadır.
Yeterli
verinin
olmamasından
dolayı
gelişmekte
olan
ülkelerdeki
dolarizasyon derecesini ölçmek güçleşmektedir. Dolar birçok ülkede dolaşımda
bulunmasına rağmen kesin miktarı tam olarak bilinmemektedir. Ayrıca, Amerika’da
yerleşik olanlardan ne kadarının ABD dışında dolar tuttuğu bilinmemektedir.
Bir ülkede enflasyonun yüksek olması istikrarlı bir yabancı para elde
bulundurmayı artırmaktadır. Vergiler ve diğer bazı parasal işlemlerde ulusal para
kullanılsa da enflasyon yükseldikçe yabancı döviz paranın üç fonksiyonunu (Değer
biriktirme, Hesap birimi, İşlemlerde aracılık etme) yerine getirmekte daha başarılı
olmaktadır.
Bir ülkede enflasyon arttıkça o ülkenin vatandaşları ulusal paranın hızlı değer
kaybetmesinden kaçınmak amacıyla yabancı parayı değer biriktirme aracı olarak
kullanmaktadırlar. Dolarizasyon sürecinin ilk gözlenebilir aşaması değer biriktirme
aracı olarak kullanılmasıdır.
Sürekli artan ve istikrarsız bir enflasyonun olduğu bir ülkede dolarizasyonun
bir sonraki aşaması doları hesap birimi olarak kullanmaktır. Mal ve hizmetlerin fiyatı
dolar cinsinden belirlenirken sözleşmeler dolar cinsinden yazılmaya başlanır. Doları
veya herhangi bir yabancı para birimini kullananlar fiyatların daha az sıklıkla
değişeceğinden emin olmaktadır.
Örneğin, Bolivya’da yaşayan bir kişi 35.000 Amerikan dolarından evini satışa
çıkarsın. Fiyat aylarca aynı kalabilir. 35.000 doların gerçek değeri veya satın alma
gücü Amerika Birleşik Devletleri’nin düşük enflasyonuna bağlıdır. Ancak,
96
1980’lerin ortasında Bolivya’da hiperenflasyon yaşanırken bir kişi evi için peso
cinsinden bir fiyat belirlerse istediği fiyatı sürdürmek için günlük fiyat değiştirmesi
gerekmektedir. 1984 Ekim ayında 35.000 dolar 69.720.000 pesoya eşdeğerdir. Bir ay
içerisinde 35.000 doların değeri 311.640.000 pesoya yükselmiştir. Bu nedenle,
dolarizasyon uzun süreli olarak fiyatların sabit kalmasını sağlayarak hesap birimi
olma işlevini sağlamaktadır.
Dolar işlemlere aracılık etmeden hesap birimi olma ve değer biriktirme aracı
olarak da kullanılabilir. Ilımlı dolarizasyonda, yerel para bütün işlemlerde
kullanılabilir. Eğer bir otomobil dolar cinsinden fiyatlanmış ise bir kişi dolar karşılığı
olan yerel parayı ödeyerek bu arabayı satın alabilir. Ancak, tam dolarizasyonda
fiyatlamanın yanında dolar ödemelerde kullanılmaktadır. 1991’in ortasında Peru’da
en yüksek banknotun değeri 7 Amerikan dolarına eşitti. Bu nedenle dolar düşük
fiyatlı ürünlerin satın alınmasında da kullanılmaya başlanmıştır. Dolar elbise ve
araçgereç gibi göreceli olarak fiyatı yüksek olmayan ürünlerin satın alınmasına da
aracılık etmeye başlamıştır.
Yüksek dolarizasyonda Merkez Bankaları genel olarak ülke içerisindeki
işlemlerde doların kullanılmasını kısıtlar. Örneğin, 1982 Ağustos ayında Meksika
bankalarındaki dolar mevduatlarının dondurulmasını ve bunların pezoya çevrilmesini
istedi. 1982 Kasım ayında Bolivya dolara bağlı sözleşme yapılmasını yasadışı ilan
etti. Hükümet politikaları dolar üzerinden işlem yapılmasını maliyetli hale getirerek
yerel paraya talep oldukça arttı. Ancak, Dolar piyasada dolaşımına yasadışı olarak
devam etti.
Doların kısıtlanması ve yasaklanmasına ek olarak hükümetler, dolarizasyon
tehlikesine karşı yerel para üzerindeki faiz oranlarını yükselttiler. Fakat hükümet esas
sorun olan yüksek oranlı enflasyonu hedeflemediğinden dolayı faiz oranları zamanla
yukarı doğru artacaktı. Bu durum muhtemelen hiperenflasyonun önünü açacaktır.
97
Hükümetler dolarizasyon sürecini geciktirdikçe senyoraj iyi bir gelir meydana
getirmektedir. Pesodan dolara doğru olan talep değişmeleri yerel paranın vergi
altyapısını
zayıflatmaktadır.
Dolarizasyon
hükümetlerin
senyoraj
gelirini
azaltmaktadır.
Bolivya örneğinde olduğu gibi istikrarlı yerel bir para birimi yaratılarak
oluşturulan makroekonomik reform dolarizasyonu azaltma konusunda başarısız
olmuştur. 1985 Ağustos ayında, Bolivya mali açıklarını azaltmak için yeni bir para
politikası ve yeni para birimi “Boliviano” ile yeni bir istikrar programı açıklamıştır.
Enflasyon oranı 1985 yılında % 11,750’den 1986 yılında % 276’ya düşmüştür.
İzleyen yıllarda sırasıyla % 21, % 12 ve % 9’a düşmüştür31. Enflasyon oranı
düşmesine rağmen dolarizasyonoranı artmıştır. Resmi olmayan borç piyasasında
dolar üzerinden yapılan borçlanmaların toplam borçlara oranı 1985 yılında % 47’den
1987 yılında % 84’e yükselmiştir. Banka mevduatlarında, yabancı para cinsinden
mevduatların M2’ye oranı 1985 yılında %13 iken 1993 yılında % 69’a yükselmiştir.
Neden görünüşte başarılı bir istikrar programı Bolivya ekonomisinin
dolarizasyonunu azaltamamıştır?
Ülkede, enflasyon oranının artması ile dolarizasyon arasında, dedolarizasyon
enflasyonun düşmesi arasında asimetrik bir ilişki vardır. Bir ihtimal, halk istikrar
programını yeterince inandırıcı bulmamıştır. Enflasyon oranı düşmesine ve kur
oranları sabitlenmesine rağmen halk hükümetin yeni makroekonomik programı
sürdürmeyeceğine inanıyorsa yerel para birimini dolara tercih etmeyecektir.
Dedolarizasyon sürecindeki diğer bir eksiklik bir para biriminden diğerine
geçişteki işlem maliyeti olabilir. Halk yabancı döviz kuruyla işlem yapmaya
alıştıktan sonra enflasyon oranları düşse bile tekrar yerel paraya dönüş ile oluşacak
maliyetleri ödemek istememektedir.
Sonuç
olarak,
Bolivya
örneğinde,
yasadışı
uyuşturucu
trafiğinden
kaynaklanan dolar gelirleri ülkenin dedolarizasyon sürecini sekteye uğratmıştır.
98
Yasadışı yapılan bu ticaret dolar ile finanse edildiğinden ülkeye sürekli dolar girişi
olmaktadır. Bu durum Bolivya, Kolombiya ve Peru gibi Latin Amerika ülkelerinde
neden dedolarizasyonun yapılamadığını açıklamaktadır.
4.1.1. Raket Etkisi ya da Dolarizasyon Histerisi
Gelişmekte olan ekonomilerde, geçmişte yaşanmış olan fiyat ve kur
belirsizlikleri, ilerleyen dönemlerde mevcut dolarizasyon seviyesine etkilerini
sürdürmektedir. Örneğin, geçmiş dönemlerde gerçekleşmiş olan yüksek devalüasyon,
beraberinde ilerleyen dönemlerde kredi dolarizasyonunun artış göstermesine neden
olabilmektedir (Luca ve Petrova, 2003).
Ayrıca, doğru yönetilemeyen bir kur rejimininin ardından ortaya çıkan
dolarizasyon beklenen enflasyon bağlı olarak şekillendiği kabul edilmektedir. Buna
göre, eğer kur rejimi başarısız bir şekilde yönetildiyse, dolarizasyonoranı yüksek
çıkabilmektedir. Ayrıca mevcut ekonomiye ait uygulanan para politikasına güven
duyulmuyorsa;kurlara ilişkin “dalgalanma korkusu” söz konusu ise ilgili kur rejimi
kapsamında sürdürülen para politikası, enflasyonu kontrol altına alabilmesine
rağmen yine de ekonomi içerisindeki bireylere güven verme de başarısız
olabilmektedir. Sonuç olarak doğru yönetilemeyen bir rejimin ardından yüksek
seviyelerde seyredebilecek “beklenen enflasyon oranı”, “dolarizasyon histerisi”ne
diğer bir ifade ile dolarizasyonun yüksek seviyelerde takılı kalmasına neden
olabilmektedir (Ize ve Powell, 2005).
“Dolarizasyon Histerisi” ya da diğer bir ifade ile “Raket Etkisi” denilen bu
olgu ekonomi içerisindeki bireylerin mevcut pozisyonların maliyetlerinden ya da
iktisadi faaliyetlere ilişkin diğer kaynaklı olabilmektedir (Honohan ve Shi, 2001).
Geçmişte
yaşanan
tecrübelerden
görebildiğimiz,
yüksek
enflasyon
tecrübesine sahip Arjantin, Bolivya, Peru gibi bir takım ülkelerin enflasyon
oranlarını düşürüp göreceli olarak daha istikrarlı bir makroekonomik yapıya
kavuşmalarına rağmen, bu ülkelerdeki kısmi dolarizasyondurumu hala devam
99
edebilmektedir. Bu durum akademik literatürde yukarıda özetlediğimiz haliyle
“Raket Etkisi” şeklinde açıklanabilmektedir.
4.2.
Türkiye’de Dolarizasyon, Ölçüm Yöntemlerive Gelişimi
4.2.1. Dolarizasyon’unÖlçüm Yöntemleri
Türkiye’de
dolarizasyonun
tarihsel
gelişimini
incelemeden
önce
dolarizasyonun ölçüm yönteminin ortaya konulması faydalı olacaktır.
Dolarizasyon ölçümü yapılan çalışmanın içeriğiyle ve ne yapılmak
istendiğiyle son derece alakalıdır. Ancak, genel olarak, yabancı para cinsinden
hesapların toplam mevduatlar ya da geniş tanımlı para arzı (M2Y) içindeki payı, bir
ülkedeki dolarizasyon derecesinin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Tanımı
gereği, bir ülkedeki varlık dolarizasyon derecesinin en iyi göstergesinin, hanehalkı ve
firmaların (banka dışı kesim), yabancı para portföyünün toplam portföy içindeki payı
olduğu belirtilmektedir (Akıncı ve diğerleri, 2005).
Kredi dolarizasyonu, özel kesime ait yabancı para cinsinden kredilerin özel
kesim toplam kredilerine oranı ile ölçülmektedir. Buna alternatif olarak özel kesim
yabancı para cinsinden kredilerin banka toplam varlıklarına oranı da kredi
dolarizasyonun ölçümünde kullanılmaktadır (Arteta, 2003).
Yeyati (2006) mevduat dolarizasyonunu dolarizasyon göstergesi olarak
kullanmaktadır. Bunun nedeni, yasal düzenlemelerin bir gereği olarak, kredilerin
genellikle
mevduatlarla
eşleştirilecek
olmasıdır.
Mevduat
dolarizasyonu,
yerleşiklerin yurtiçi bankalarda tuttuğu yabancı para mevduatların toplam mevduatlar
içindeki oranını temsil eder ve bir diğer dolarizasyon ölçümüdür. Kullanılabilecek
alternatif rasyo ise yabancı para cinsinden mevduatların, toplam varlıklar içindeki
oranı ve yabancı para mevduatların toplam krediler içindeki oranıdır (Luca ve
Petrova, 2003).
100
Dolarizasyonun
ölçülmesinde
kullanılan
oranlar,
offshore
hesapları
içermemesi nedeniyle eksik olarak görülmekte ve eleştirilmektedir. Ayrıca, döviz
bazlı işlemlere getirilen kısıtlamalar nedeniyle bazı ülkelerde (Brezilya, Kolombiya
ve Venezüella) yabancı para mevduatların tamamı offshore şubelere aittir (IADB,
2005).Dolarizasyon ayrıca yabancı para cinsinden mevduatların M2Y’ye bölünmesi,
yabancı para cinsinden kamu borçlarının toplam kamu borcu içindeki oranı ve
toplam dış borç içinde özel kesimin payına bakılarak da değerlendirilebilmektedir
(IMF, 2005).
Finansal dolarizasyonun, fiyat istikrarına ilişkin etkileri büyük olasılıkla likit
pozisyonların
kompozisyonu
para
birimi
arasındaki
kompozisyonu
ilişkiden
ve
doğmaktadır.
yerleşiklerin
Diğer
tasarruflarının
yandan,
finansal
dolarizasyonun bankacılık krizlerine etkisi ölçülürken, finansal kuruluşların
bilançolarındaki dolarizasyon oranlarının incelenmesi yerinde olacaktır. Bankalar,
ulusal para cinsinden geliri olan müşterilerine yabancı para cinsinden kredi
kullandırarak açık pozisyonlarını kapatmakta, ancak artan kredi riski nedeniyle reel
devalüasyonun bilanço etkisini sınırlı ölçüde kısıtlamaktadırlar. Bu nedenle,
literatürde “net pozisyon” yerine, mevduat dolarizasyonu rasyosu ve banka yabancı
yükümlülükleri ile ölçülen “kısa vadeli brüt para pozisyonu”na odaklanmanın doğru
olacağı belirtilmiştir (Yeyati, 2006).
Bir ülkedeki dolarizasyonun ölçülmesi için net ve genel geçer bir tanım
olmamakla birlikte, Reinhart ve diğerleri (2003) tarafından tanımlanan “bileşik
dolarizasyon endeksi”, finansal dolarizasyonun boyutu hakkında bilgi vermesi
açısından önemli bir gösterge niteliğindedir. Bu endeks Türkiye üzerine yapılan
Akıncı ve diğerleri (2005) çalışmasında kullanılmıştır.
Tanımlanan bileşik dolarizasyon endeksının hesaplanmasında, yabancı para
mevduatların M2Y’ye oranı, toplam dış borç stokunun Gayri Safi Milli Hasıla
(GSMH)’ya oranı ve Hazine’nin yabancı para cinsinden ve/veya yabancı paraya
endeksli iç borçlarının toplam iç borç stoku içindeki payı gibi çeşitli rasyolar
101
kullanılmaktadır. Endeks, söz konusu oranların 10 değerine normalleştirilmesinden
sonra toplanması suretiyle oluşturulmaktadır.
Reinhart’a göre dolarizasyon derecesi 0-3 aralığında düşük, 4-8 aralığında
normal, 9-13 aralığında yüksek ve 14-30 aralığında çok yüksek olarak
değerlendirilmektedir. Yılmaz (2005) tarafından yapılan çalışmada, Türkiye için
ortalama birleşik endeks değeri 1989-2004 yılları arası dönem için ortalama 10
(yüksek) olarak hesaplanmıştır. Bileşik dolarizasyon endeksının hesaplanma yöntemi
Tablo 3.6’da gösterilmektedir.
Tablo 3.6: Dolarizasyon Endeksleri
Rasyo Değerleri
Endeks Değerleri
xi = 0
0
0 < xi≤ 0.1
1
0.1 <xi≤ 0.2
2
0.2 <xi≤ 0.3
3
0.3 < xi≤ 0.4
4
0.4 <xi≤ 0.5
5
0.5 <xi≤ 0.6
6
0.6 <xi≤ 0.7
7
0.7 <xi≤ 0.8
8
0.8 <xi≤ 0.9
9
xi> 0.9
10
Kaynak: Reinhart ve diğerleri (2003)
102
Akıncı ve diğerleri (2005), Reinhart ve diğerlerinin (2003) çalışmasından
yola çıkarak, Türkiye’de süregelen dolarizasyon sürecine ilişkin birer gösterge olarak
varlık, yükümlülük ve bileşik dolarizasyon endeksleri oluşturmuşlardır. Tüm
endeksler 2002 yılından bu yana uygulanmakta olan istikrar programının
dolarizasyon eğilimini tersine çevirmedeki başarısını doğrulamaktadır.
Dolarizasyon derecelerinin doğru şekilde karşılaştırılması, kredi ve mevduat
türleri bazındaki farklılıkların gözönünde bulundurulmasını gerektirir. Örneğin
sadece vadeli mevduatlarda dolarizasyon gözlenebileceği gibi, bir ülkedeki yabancı
para cinsinden vadesiz mevduatlar başka bir dolarize ekonomiden daha az ya da fazla
olabilmektedir. Örneğin Arjantin’de yabancı para cinsinden vadeli mevduat hesapları
yüksek orandayken, Peru’da yabancı para cinsinden vadesiz mevduat hesapları
yüksek paya sahiptir. Dolayısıyla, yabancı para Arjantin’de değer saklama aracı
olarak kullanılırken, Peru’da aynı zamanda ödeme aracı olarak da kullanılmaktadır
(IADB, 2005).Aşağıdaki tabloda finansal dolarizasyonun ölçümünde kullanılan
yöntemler özetlenmektedir.
Tablo 3.7: Dolarizasyon Ölçüm Yöntemleri
Yükümlülük
Mevduat
Dolarizasyonu Dolarizasyonu
Öçüm
Yöntemi
Yabancı Para
Krediler /
Toplam
Krediler
Yabancı Para
Mevduatlar /
Toplam
Mevduatlar
Kamu YP
Cinsi Borç /
Toplam İç
Borç
Yabancı Para
Mevduatlar /
M2Y
Özel Kesim
Toplam YP İç
Borç Stoku /
GSYİH
Kaynak
Akıncı ve
diğerleri
(2005)
Yeyati (2006)
Kredi
Dolarizasyonu
Varlık
Dolarizasyonu
Özel Kesim
Yabancı Para
Krediler / Özel
Kesim Toplam
Krediler
Hane Halkı ve
Firmalar
Yabancı Para
Portföyü /
Toplam
Portföy
Özel Kesim
Yabancı Para
Krediler /
Banka Toplam
Varlıklar
Arteta (2003)
103
Akıncı ve
diğerleri
(2005)
Birleşik
Dolarizasyon
Endeksi
Bileşik Endeks
aşağıdaki rasyolar
kullanılarak
oluşturulmaktadır.
Yabancı Para
Mevduatlar /
M2Y
Toplam Dış Borç
Stoku / GSMH
Yabancı Para
veya Yabancı
Paraya Endeksli
Hazine Borçları /
Toplam İç Borç
Stoku
Reinhart ve
diğerleri (2003)
Türkiye’deki dolarizasyonu incelerken daha önceki bölümlerde incelediğimiz
dolarizasyon ölçme tekniklerinden döviz tevdiat miktarının toplam mevduata oranı
(DTH / Toplam Mevduat) ile döviz tevdiat miktarının M2Y Para tabanına oranını
(DTH / M2Y) aldık. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın Elektronik Veri
Dağıtım Sistemi (EVDS) verileri kullanılarak 1986 yılı ile 2014 yılına kadar olan
dolarizasyon süreci incelenmiştir. Merkez Bankası verileri çerçevesinde veriler
düzenlenmiş ve incelenmiştir.
Bu çerçevede yıllara göre dolarizasyon oranlarına baktığımızda her iki
yöntem sonucu elde edilen oranlar birbirine yakın çıkmıştır. Elde ettiğimiz veriler
çerçevesinde yıllara göre Türkiye’de dolarizasyon süreci aşağıda anlatılmıştır.
4.2.2. Türkiye’de Dolarizasyon’un Tarihsel Gelişimi
Türkiye’de 1980 öncesi dönemde, ekonomik birimler tarafından yabancı para
bulundurmak ve kullanmak yasak olduğu için para ikamesi, ciddi ve önemli bir olgu
ya da sorun olarak mevcut değildi (Balaylar ve Duygulu, 2004).
Türkiye’de enflasyon oranları 1970’li yıllardan sonra oldukça artmış,
1980’lerden sonraki finansal liberalleşmenin etkisiyle dolarizasyon hız kazanmıştır.
Döviz kurunun liberalleşmesi yolundaki ilk adım Aralık 1983’te atılmıştır. Bu
tarihte, yerleşiklerin, ticari bankalarda yabancı para cinsinden mevduat açmalarına
izin verilmiştir. 1970’lerde karaborsada alınıp satılan ve miktarı hızlı bir şekilde
artan yabancı para kullanımı kayıt altına alınarak ekonomiye kazandırılacaktı.
Türkiye’de gayri resmi dolarizasyon süreci de bu tarihten itibaren hız
kazanmıştır. 1988 yılında Döviz Tevdiat Hesaplarının toplam mevduat içerisindeki
payı %23,74’e ulaşmıştır. Bu durum dolarizasyon literatürüne de uygun olarak,
bireylerin
yerli paranın değer kaybetmesinden kaçınarak,
yabancı paraya
geçmeleridir. Böylece, gelirlerinde ve varlıklarında oluşabilecek değer kaybından
104
kaçınmış olacaklardır. 1989 yılına kadar, nominal döviz kurundaki hızlı değer kaybı
ve yüksek enflasyon nedeniyle döviz tevdiat hesaplarında hızlı bir yükseliş olmuştur.
Döviz Tevdiat hesaplarının toplam mevduata oranı 1986 yılında % 11,88 iken
1988 yılında % 23,74’e ulaşmıştır. Ancak oran 1989 yılında % 21,84’e gerilemiştir.
1989 yılında Türk Lirasının konvertibilitesinin sağlanması ve hükümetin dış sermaye
çekebilmek için faizleri yüksek seviyede tutması, TL’nin değer kazanmasıyla birlikte
Döviz Tevdiat Hesaplarında bir miktar azalma meydana gelmiştir.
Döviz cinsi mevduatların reel getirilerinin Türk Lirası cinsinden varlıkların
getirilerinden daha az olmasına rağmen ekonomik istikrarsızlığın devam etmesi,
döviz kuru riskleri ve siyasi belirsizlikler Türk Lirası’na olan güvensizliğin devam
etmesine yol açmış ve Körfez Savaşı’yla birlikte 1991 yılında Döviz hesaplarında
tekrar artış meydana gelmiştir. 1990 yılında % 28,31 olan Döviz mevduatlarının
toplam mevduata oranı 1993 sonlarında % 46,35 seviyelerine ulaşmıştır.
1994 yılında uluslararası kredi değerlendirme kuruluşlarının Türkiye’nin
notunu düşürmesiyle yabancı paraya talep tekrar hızlı bir şekilde artmıştır. Bunun
sonucunda yaşanan panik krize dönüşerek TL reel olarak değer kaybetmiş, enflasyon
üç haneli rakamlara çıkmış ve döviz tevdiat hesapları oldukça artmıştır. Döviz
tevdiat hesaplarının toplam mevduata oranı % 50’nin üzerine çıkmıştır. 1994 yılı
Nisan ayına kadar çok değer kaybeden TL, bu tarihten itibaren değer kazanmaya
başlamıştır ve döviz mevduatlarında bir miktar azalma olmuştur. Ancak, 1995
yılında alınan erken seçim kararı sonucunda oluşan siyasi belirsizlikle birlikte gayri
resmi dolarizasyon artmıştır.
1996 yılıyla 2000 yılı sonlarına kadar TL’de reel değerlenme olmuş TL
varlıklarının getirileri yabancı varlıkların getirilerinden daha fazla olmuştur. Ancak,
önceki yıllarda yaşanılan ekonomik krizler ve TL’nin bu krizlerde değer kaybetmesi
nedeniyle TL’ye ve finansal siteme olan güven kaybı ile siyasi belirsizlik nedeniyle
döviz mevduatlarında azalma çok fazla olmamıştır. 1998 yılındaki Asya ve Rusya
105
krizleri ile 1999 Marmara depremi olumsuz beklentileri artırarak dolarizasyondaki
azalmaları engellemiştir.
1990’lı
yıllarda
ekonomik
istikrarsızlığın
artması,
döviz
kurunun
sürdürülemez yöntemlerle öngörülmeye çalışılması TL cinsinden yatırım araçlarının
riskini artırmış ve kaçınılmaz olarak finansal sistemde dolarizasyon artış
göstermiştir. 1990 yılında % 21,71 olan yabancı mevduat oranı 2000 yılına
gelindiğinde % 49,18’e yükselmiştir. 2000 yılında, TL’ye olan güvensizlik devam
ederken döviz kuru çıpasına dayalı istikrar programının başlamasıyla birlikte gayri
resmi dolarizasyonda kısmi azalma yaşanmış ancak 2000 Kasım ve 2001 Şubat
krizleriyle birlikte TL yüksek değer kaybetmiş ve döviz tevdiat hesaplarının toplam
mevduatlara oranı % 60’lara yaklaşmıştır.
Bankacılık sistemi içerisinde yabancı para cinsinden kredilerin toplam
krediler içerisindeki payı ve dövize endeksli borçlanma senetlerinin toplam iç borç
stokuna oranı da dolarizasyon göstergeleri arasında yer almaktadır. 1996 yılında
yabancı para cinsinden kredilerin toplam kredilere oranı % 40 seviyelerindedir. 2000
yılında uygulanan programla birlikte % 35 seviyelerine inmiş ancak kriz sonrasında
% 50’ye ulaşmıştır.
Makroekonomik
yapıda
oluşan
bozulmalar
ekonomik
birimlerin
davranışlarının değişmesine neden olmuştur. Ekonomik aktörler yabancı para
cinsinden daha fazla işlem yapmaya başlamışlardır. Dolayısıyla bu süreçte sırasıyla
para ve varlık ikamesi ile yükümlülük dolarizasyonu artmıştır. 2006 yılı Haziran
ayında banka harici kesimin net döviz pozisyon açığı 43 milyar dolara yükselmiştir.
Başka bir ifadeyle, döviz kuru riski bankalardan reel sektöre geçmiştir. Bu
nedenle, döviz kuru hareketlerinin finansal ve reel sektöre yansımaları ve ekonomik
krizlerin yıkıcı etkileri artmaktadır.
106
4.2.3. Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi
Türkiye’de finansal liberalleşme ile birlikte yaşanan ekonomik istikrarsızlık
ve krizler dolarizasyonun artmasına katkı sağlamış ve sorunun çözümü güçleşmiştir.
Göstergelerden
anlaşılacağı
gibi
Türkiye
yüksek
oranda
gayri
resmi
dolarizasyonunolduğu ülkelerden bir tanesidir.
2003 yılından itibaren düşüş trendine giren dolarizasyon 2009 yılında %
33’egerilemiştir.
Döviz Tevdiat Hesaplarının Toplam
Mevduat İçerisindeki Payı (%)
42.0%
36.1%
39.2%
40.3%
37.1%
34.8%
29.1%
30.12.2005
05.05.2006
01.09.2006
29.12.2006
27.04.2007
24.08.2007
19.12.2007
18.04.2008
15.08.2008
12.12.2008
10.04.2009
07.08.2009
04.12.2009
02.04.2010
30.07.2010
03.12.2010
01.04.2011
29.07.2011
25.11.2011
23.03.2012
20.07.2012
16.11.2012
15.03.2013
12.07.2013
15.11.2013
14.03.2014
11.07.2014
07.11.2014
06.03.2015
45.0%
43.0%
41.0%
39.0%
37.0%
35.0%
33.0%
31.0%
29.0%
27.0%
DTH / Toplam Mevduat
Şekil 3.11: Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi (%)
Fakat ardından gelen dönemde dolarizasyonhızla artış göstermiş ve
2001yılından beri uygulanmakta olan güçlü ekonomiye geçiş programı, Avrupa
Birliği(AB) süreci ve küresel likidite koşullarının gelişmekte olan ülkeler lehine
gelişmesisonucunda Türk Lirası’na olan güvenin artması, yüksek uluslararası
rezervler, tekhaneli rakamlara gerileyen enflasyon oranları ve oynaklığın azalması
107
durumu son 5 yıl içerisinde terse dönmüştür. 2015 yılı itibariyle dolarizasyon oranı
%42 düzeyine yükselmiştir.
Tüm bu göstergelerden anlaşılacağı üzere Türkiye yüksek oranlı gayri
resmidolarizasyonlu ülkelerdendir ve Türkiye ekonomisi üzerinde olumsuz
etkileriolmaktadır. Bu etkiler şöyle özetlenebilir:
•
Belli bir bütçe açığı altında, enflasyon vergisini azaltır, daha yüksek ve daha
yüksek enflasyona yol açar.
•
Etkileyebileceği ya da müdahale edebileceği para arzı miktarının azalması ve
para talebinin istikrarsızlaşmasıyla para politikalarının etkin bir şekilde
uygulanamamasına neden olur.
•
Döviz kuru rejimleri tercihlerini etkiler.
•
Finansal sistemde para uyumsuzluklarına neden olur ve ekonominin
kırılganlığı artar.
•
İstikrar politikalarının etkin bir şekilde uygulanmasını engeller.
•
Yatırım kararlarını olumsuz etkiler.
Ülkemizde dolarizasyonla mücadele sürecinde 2001 yılından beri önemli
mesafe alınmış olsa da, ekonomik birimlerin geçmiş yıllardaki makro ekonomik
istikrarsızlığa ilişkin kötü hatıraları nedeniyle dolarizasyon histerisi azalmakla
beraber halen devam etmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’de finansal serbestleşmeyle birlikte yaşanan ekonomik
istikrarsızlık ve krizler dolarizasyonun derinleşmesine katkıda bulunmuş ve sorunun
çözümünü de zorlaştırmıştır.
108
BÖLÜM 5
TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE
KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ
5.1.Dolarizasyon Düzeyi Tespitinde Minimum Varyans Portföyü (Mvp)
Ekonominin temel dinamiklerince belirlenen MVP tarafından gösterilen dolar
düzeyi, portföyde tutulması gereken optimum dolar düzeyidir. Teorinin belirttiği gibi
MVP, dolarizasyonun temel belirleyicisi ise nedensellik analizi sonuçlarında
yükümlülük dolarizasyonu ve “Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık
Sektörü Toplam Aktifler oranınının” nedeni olarak görülmelidir. Böylece,
dolarizasyon düzeyine ilişkin kanaatin sağlam bir temele dayanıp dayanmadığı
ortaya konmuş olacaktır.
Bu bölümde öncelikle minimum varyans portföyünün belirlediği dolar düzeyi
bulunarak gerçekleşen dolarizasyon düzeyleri ile kıyaslanmış, buna bağlı olarak da
ülke içindeki dolarizasyonun risk boyutu tartışılmıştır. Ölçüm kıstası olarak
belirlenen MVP’nin teoride olduğu gibi verilerle de dolarizasyonun nedeni
olduğunun belirlenmesi, ölçüm kıstasının gücünü ortaya koyacağı için Granger
Nedensellik
Analizi
uygulanmıştır.
Uygulanmış
olan
Granger
Nedensellik
Analizinden beklenen, değişkenler arası ilişkilerin teoride belirtildiği yönde
çıkmasıdır.
Türkiye’de olması gereken düzey, Yeyati (2006) yöntemi uygulanarak
hesaplanmıştır. Logaritmik farkı alınan TCMB dolar alış kurundan logaritmik farkı
alınan tüketici fiyat endeksi çıkarılarak reel döviz kuruna ilişkin seri bulunmuş ve
formülde bu seriler yerine konarak MVP düzeyi 2000:01 - 2015:03 dönemi için
hesaplanmıştır.
109
MVP =
(𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣(∆𝑝𝑝) − 𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐(∆𝑝𝑝, ∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟))
(𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣(∆𝑝𝑝) + 𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣(∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟) − 2𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐(∆𝑝𝑝, ∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟))
∆𝑝𝑝 = 𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝐸𝐸 ′ 𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛 𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓 𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎ş 𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠
∆𝑒𝑒𝑒𝑒 = 𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇 𝐴𝐴𝐴𝐴𝐴𝐴 𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷 𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎ş 𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘 𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙 𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓 𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎ş 𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠
∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟 = ∆𝑒𝑒𝑒𝑒 − ∆𝑝𝑝
“Minimum Varyans Portföyü (MVP)”, devalüasyon halınde belli oranda yerli
paradakikaybı giderecek belli oranda yabancı para tutulmasını sağlayacak
birkombinasyon
olarak
tanımlanmaktadır.
MVP,
mudiyi
devalüasyon
kaynaklıenflasyon zararlarından korumaktadır (Ize ve Powell, 2005).
Gerçekleşen dolarizasyon göstergeleri olarak yükümlülük dolarizasyonu ve
TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler
oranıkullanılmıştır. Mevduat dolarizasyonu, yerleşiklerin yabancı para mevduatının
toplam mevduata oranıdır.
1990’li yılların sonlarına kadar dolarizasyon yerlesiklerin portföylerinin bir
kismini yabancı para ve yabancı para cinsinden aktiflerden oluşturmaları esasina
dayanmaktaydi. Ancak 1990 sonrasi dönemde kamu ve özel sektörün yabancı para
cinsinden yükümlülüklerini baz alan “yükümlülük dolarizasyonu” literatürde
tartişilmaya başlanmistir.
Özellikle gelişmekte olan piyasalarda yakın geçmişte sıkça yaşanan
bankacılık krizleri, iktisat yazınına varlık dolarizasyonunun yanı sıra “yükümlülük
dolarizasyonu” kavramını da eklemiştir. Yükümlülük dolarizasyonu; ülkedeki
bankacılık ve kamu kesimi dahil olmak üzere tüm ekonomik birimlerin, yabancı para
cinsinden büyük miktarda yükümlülüklerinin bulunmasıdır (Serdengeçti, 2005).
Rennhack ve Nozaki (2006), dolar mevduatların toplam mevduatlar
içerisindeki oranını dolarizasyon göstergesi olarak bağımlı değişken şeklinde
regresyona dahil etmiş ve analizlerde bulunmuşlardır. Yazarlar, bu oranın mükemmel
olmasa da dolarizasyonun en iyi göstergesi olarak yaygın kullanımına dikkat
110
çekmişlerdir. Regresyondaki bağımsız değişkenler ise, MVP, enflasyon, bütçe açığı,
kurumsal ve politik yönetime ilişkin indeksler ve dolarizasyonun varlığına ilişkin
yasal kısıtlamalardır.
Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım
bankalarının yurt içi kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi
hacmi içindeki oranıdır. Dolarizasyon ölçümlerinde kullanılan değişkenlerden
hareketle, elde tutulan nakit dolar miktarların bilinememesinden ötürü konuya varlık
ikamesi perspektifinden yaklaşılmış olmaktadır.
Ancak Yinusa’nın (2008) belirttiği gibi, bankacılık sisteminde tutulan dolar
varlıklar üzerinde herhangi bir kısıtlama olmadığı durumda dolar mevduat ile elde
tutulan dolar nakit ve yurtdışı dolar varlıklar arasında doğrusal bir ilişki olacak ve
dolar mevduattaki değişim tüm dolarizasyon üzerinde bir gösterge olacaktır.
Çalışma kapsamında verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez
Bankası’nın web sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS)
yararlanılmıştır. Gerçekleşen ve olması gereken dolarizasyona ilişkin sonuçlar
ağağıdaki grafikte gösterilmiştir.
111
15.0%
31.03.2000
30.06.2000
30.09.2000
31.12.2000
31.03.2001
30.06.2001
30.09.2001
31.12.2001
31.03.2002
30.06.2002
30.09.2002
31.12.2002
31.03.2003
30.06.2003
30.09.2003
31.12.2003
31.03.2004
30.06.2004
30.09.2004
31.12.2004
31.03.2005
30.06.2005
30.09.2005
31.12.2005
31.03.2006
30.06.2006
30.09.2006
31.12.2006
31.03.2007
30.06.2007
30.09.2007
31.12.2007
31.03.2008
30.06.2008
30.09.2008
31.12.2008
31.03.2009
30.06.2009
30.09.2009
31.12.2009
31.03.2010
30.06.2010
30.09.2010
31.12.2010
31.03.2011
30.06.2011
30.09.2011
31.12.2011
31.03.2012
30.06.2012
30.09.2012
31.12.2012
31.03.2013
30.06.2013
30.09.2013
31.12.2013
31.03.2014
30.06.2014
30.09.2014
31.12.2014
31.03.2015
30.06.2015
Türkiye'nin Olması Gereken ve Gerçekleşen Yükümlülük Dolarizasyonu
65.0%
64.4%
55.0%
50.4%
45.0%
44.9%
38.4%
38.9%
35.0%
30.9%
26.8%
25.0%
21.3%
33.0%
Dolarizasyon
112
39.1%
41.3%
35.6%
34.4%
21.0%
34.6%
31.4%
30.8%
24.8%
16.7%
MVP
Şekil 5.12: Türkiye’nin Olması Gereken ve Gerçekleşen Yükümlülük Dolarizasyonu Düzeyleri
20.1%
29.0%
27.0%
24.4%
21.3%
17.9%
Türkiye’nin enflasyon ve reel döviz kurunun dalgalanmalarının işaret ettiği,
optimal portföy bileşimini veren dolar oranının çok ötesinde bir dolarizasyon
sürecinde olduğu görülmektedir. Bu durumda “dalgalanma korkusu”nun varlığını
ortaya koymak ve bunu önleyici çabalar olası krizleri önleme açısından önemlidir.
Türkiye için yükümlülük dolarizasyonu düzeyi %64,4 seviyesi ile en yüksek
seviyesini 2001 yılında görmüş olup devam eden süreçte dolarizasyon düzeyinin
%30 ile %45 arası bantta seyrettiğini görmekteyiz. Grafiklerden de görüleceği üzere,
Haziran2015 döneminde %43,1 düzeyinde olan dolarizasyon derecesi, o dönemin
değişkenlerinin dalgalanmalarının belirttiği MVP düzeyinin üzerindedir.
5.2.
Veri Seti
Verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın web
sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) ve Uluslararası Para
Fonu’nun International Financial Statistic (IFS) serilerinden yararlanılmıştır. Seriler
2000Q1 - 2015Q1 arasını kapsamaktadır.
Kullanılan açıklayıcı değişkenler, kısmi dolarizasyona, makroekonomik
duruma ve finansal sisteme ilişkin değişkenler olmak üzere üç grup altında
incelenebilmektedir. Kısmi dolarizasyona ilişkin; literatürün tamamına yakın
kısmında kullanılarak temel gösterge halıne gelmiş olan mevduat dolarizasyonu ve
kur riskine bağlı olarak ortaya çıkan geri ödenmeme riskinin bir göstergesi olarak da
yükümlülük dolarizasyonu 6 kullanılmıştır.
Makroekonomik duruma ilişkin değişkenler; Enflasyon, Gayri Safi Yurt İçi
Hasıla (GSYİH) Büyümesi 7 ve Faiz OranıDeğişimi’dir. Finansal sisteme ilişkin
değişkenler ise; risk almanın boyutu olarak yurt içi özel sektöre verilen kredilerin
GSYİH’ya oranı 8, kredi patlaması var ise bu durumun ölçütü olarak yurt içi
Kurdaki dalgalanmaya bağlı olarak ortaya çıkabilecek bir geri ödenmeme riski araştırıldığı için kime
verildiğine bakılmaksızın dolar kredilerin tamamı alınmıştır.
7
Mevsimsellik tespit edildiği için öncelikle Tramo/Seats yöntemi kullanılarak mevsimsellikten
arındırılan seri kullanılmıştır.
8
Bankaların temel işlevi fon aktarımı olduğu için topladıkları mevduatın ne kadarını ekonomiye,
özellikle de reel sektöre aktardıkları önemlidir. Mevduat bankalarının kredi/mevduat oranı
TCMB verilerine göre 2008 yılında 68.1 iken 2014 yılında bu rakam 79.8’e ulaşmıştır.
6
113
kredilerin büyüme oranı, ani sermaye çıkışları olup bankadan çıkışlar başlarsa
oluşacak riskin boyutu olarak M2 para arzının TCMB yabancı para rezervlerine oranı
ve bankacılık sisteminin likiditesinin ölçütü olarak da nakit ve banka rezervleri
toplamının banka varlıklarına oranı alınmıştır.
Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım
bankalarının kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi
içindeki oranıdır.
TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam
Aktifler oranı ise, yerleşiklerin yabancı para mevduatının bankacılık sektörü kayıtlı
toplam aktiflereine oranıdır.
Gösterge Tahvil Faizi, IFS’in sunduğu, Türkiye interbank para piyasasında
gerçekleşen 24 aylık Gösterge Tahvil Faizi alınmıştır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
büyümesi, üçer aylık GSYİH artışlarıdır.
Araştırma Modeli Ve Değişkenler
5.3.
Bağımlı Değişken
•
Banka Karlılığı (Bank Profitability)
Bağımsız Değişken
•
Makro Ekonomik Değişkenler (Üçer aylık GSYİH artışları, Gösterge Tahvil
Faizi (24 Ay)),
•
Ülke Bankaların Kredi Riski Oranı (%) 9,
•
Ülke Bankalarının Sermaye Yeterliliği Rasyosu (%),
•
Ülke
Ekonomilerinin
Dolarizasyon
Göstergesi
–
((M2-M1-Yerel
Mevduat)/GDP) Dolarizasyon Düzeyi
Araştırma Modeli:
𝐵𝐵𝐵𝐵 = f �GDP , i , BSCO , CGA ,
KVYP
, CAR , M2�
TA
CRR rakamına Bankaların alacaklarını devretlemeleri ve bilanço düzenlemeleri dikkate alınarak %20
düzeyinde bir fark eklenmiştir.
9
114
BP:Banka Karlılığı (Bank Profitability)
GDP: Ülke Ekonomisinin bir önceki yıla göre büyüme yüzdesi (%)
i: Gösterge Tahvil Faizi
BSCO: Ülke Bankaların (TR) Kredi Yükümlüğü – (Yükümlülük Dolarizasyonu)
KVYP/TA: TCMB Kısa Vadeli Yabancı Yabancı Para Pozisyonu / Toplam Aktifler
(%)
CGA: Ülke Bankaların (TR) Kredi Büyüme Hızı (%)
CAR:Ülke Bankalarının (TR) Sermaye Yeterliliği Rasyosu (%)
M2:Ülke Ekonomilerinin (TR) Dolarizasyon Göstergesi – ((M2-M1-Yerel
Mevduat)/GDP) 10
Araştırma Modeli için 2000-2015 arası dönem tercih edilmiş olup bu döneme
ait veriler kullanılmıştır.
5.4.
Nedensellik Analizi İle Mvp Ve Dolarizasyon İlişkisinin Tespiti
Çalışmada yükümlülükler dolarizasyonu ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para
Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranına MVP’nin oynadığı
belirleyici rolün nedensellik ilişkisiyle ortaya konması amacıyla Granger Nedensellik
testi uygulanmıştır. Bu uygulamayla amaçlanan, ölçüm kriteri olarak kullanılan
MVP’nin verilerle de gücünün ortaya konmasıdır. Nedensellik, korelasyondan farklı
bir olgudur. Korelasyon, iki değişken arasındaki ilişkiyi vermekte ancak ilişkinin
yönüne dair bir bilgi sunmamaktadır. X ve Y korelasyona sahip iki değişken ise, Y,
X’i
açıklayabilmek
için
kullanılabilirken
X
de
aynı
zamanda
Y’yi
açıklayabilmektedir (Granger vd, 2001).
Nedensellik testi, bir değişkenin geçmiş değerlerinin diğer değişkenin
denklemine dahil olup olmadığının araştırılmasıdır (Enders, 1995).
10
Dolaşımdaki para miktarınınekonomik büyüklüğü /GSYİH oranı %8 düzeyinde kabul edilmektedir.
Dolaşımdaki yerli para miktarı bu düzeyin altına gerilemesi halinde aradaki fark YP ile telafi
edilmektedir.
115
Neden ve etki farklıdır. Neden, etkiden önce gelmektedir. Neden, deneyin
girdışı; etki de deneyin çıktısıdır. Etkiyi ve dolayısıyla nedenselliği en iyi açıklayan
durum geleceğin asla bugüne neden olamamasıdır (Charemza ve Deadman, 1997).
Ekonometride en geniş kabul görerek kullanılan operasyonel tanım, WienerGranger ya da Granger tanımıdır ve şu şekilde formüle edilebilir: Diğer herşey sabit
iken şu anki Y, X’in tüm geçmiş değer verileri dahil edilerek daha iyi tahmin ediliyor
ise X, Y’nin granger nedenidir. Anlık nedensellik ise, diğer herşey sabit iken şu anki
Y, X’in şu anki ve tüm geçmiş değer verileri dahil edilerek daha iyi tahmin ediliyor
ise X, Y’nin granger anlık nedenidir.
Granger nedensellik ve Granger anlık nedensellik kavramları arasındaki ilişki
daha formel bir şekilde de tanımlanabilmektedir (Charemza ve Deadman, 1997).
Değişkenler arasındaki ilişkinin yönünü, nedenselliğin yönü belirlemekte
olup üç farklı durum bulunmaktadır. Bunlar;
A. Tek yönlü nedensellik (X → Y): Y=f(x) biçimdeki tek denklemli bir modelde
Y bağımlı değişken, X ise bağımsız değişkendir. Burada X’ten Y’ye doğru
bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Bağımsız değişken, neden konumunda
olup bağımlı değişken üzerinde bir sonuç etkisi yaratmaktadır.
B. Çift yönlü nedensellik (X ↔Y): Değişkenler arasında karşılıklı bir etki
olabilir Y=f(x) ve X=f(y)
C. İlişki bulunmaması: İki değişkenin birbirini etkilememesi, birbirinden
bağımsız olmasıdır.
Gujaratti’ye (2001) göre, gelecek geçmişi kestiremeyeceğine göre, eğer X
değişkeni, Y değişkeninin (Granger) nedeni ise X’teki değişmeler Y’deki
değişmelerden önce gelmelidir. Dolayısıyla, Y’nin kendi geçmiş değerleri de dahil
başka değişkenlere göre regresyonuna X’in geçmiş ya da gecikmeli değişkenleri de
eklendiğinde Y’nin kestirimi anlamlı biçimde iyileşiyorsa, o zaman X, Y’nin granger
nedenidir denilebilir. Aynı tanım, Y, X’in granger nedeniyse de yapılabilir.
116
5.4.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti
MVP -Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP -TCMB Kısa Vadeli Yabancı
Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı için yapılacak
nedensellik analizinde ilk adım serilerin durağanlığının araştırılmasıdır.
Granger ve Newbold (1986) yaklaşımına göre durağanlık şu şekilde ifade
edilebilmektedir.
yt = yt -1 + ε t
Ardışık bağlanımlı yukarıda yer alan eşitliğe test amaçlı ρ=1 katsayısı
eklendiğinde:
yt = ρ * yt -1 + ε t
ε t eğer Beyaz Gürültü (White Noise) 11 sergileyen bir hata terimi ise, bu
eşitlik ρ=1 iken rassal yürüyüş sergileyecektir. Rassal yürüyüşe sahip bir değişken de
durağan olmayacaktır. Eğer, ‫׀‬ρ‫< ׀‬1 olursa yt , durağan ve I(0) olacaktır. En yaygın
kullanılan genişletilmiş Dickey-Fuller testinin özünde bu arayış yatmaktadır.
Nedensellik testlerinin yapılabilmesi için öncelikle bu değişkenlere ait
serilerin durağan olması gerekmektedir. Bu nedenle değişkenlere ait serilerin
durağan olup olmadıkları araştırılacaktır. Bir serinin birim kök içermesi o serinin
durağan olmadığını göstermektedir.
Regresyondaki tüm değişkenler durağan ise sonuçlar anlamlı çıkacaktır.
Ancak, durağan olmayan serilerde durağanlık sağlanıncaya kadar farkları alınıp fark
serileri analiz edilirse sonuçlar anlamlı yorumlanabilecektir (Enders,1995).
Durağanlık zaman serisinin birim kökü olup olmadığına bakılarak anlaşılır.
Dickey Fuller ya da Genişletilmiş Dickey Fuller sınamaları bu amaçla kullanılır. Bir
Sıfır ortalamalı, sabit varyanslı, seriler arası kovaryansı sıfır olan hata terimidir.
11
117
seriyi durağan yapmak için d kez farkı alınır. Zaman serisi I(d) ise d kez farkı
alınınca I(0) olur. I(0) seri, birim kökü olmayan seridir (Gujarati, 2001).
Regresyon sonuçlarının sahte sonuçlar vermesi zaman serilerinde olası
durumlardan biridir. Bunu engellemek için analize tabi tutulan serilerin birim kök
içerip içermediklerinin araştırılması gereklidir. Serinin birim kök içermesi durağan
olmadığı anlamına gelmektedir.
En yaygın kullanılan Genişletilmiş Dickey-Fuller (GDF) Testinde boş
hipotez, serinin birim köke sahip olmasıdır. Serinin birim kökten kurtulması
amacıyla farkı alınarak durağan serinin analize katılması sağlanmalıdır. Bu amaçla
Tablo 4.8’de her bir değişken serisinin birim köke sahip olmayan düzeyinin
bulunması amacıyla yapılan GDF test sonuçları sunulmuştur.
Tablo 4.8: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi Sonuçları
Değişkenlerin GDF Birim Kök Testine Göre P Değerleri
Düzey
1. Fark
I (d)
Sadece Keşisim Katsayısı ile
MVP
0,0822**
0,0000*
I (1)
YD
0,9249
0,0000*
I (1)
KVYP / TA
0,7092
0,0000*
I (1)
Keşisim Katsayısı ve Trend ile
MVP
0,2412
0,0000*
I (1)
YD
0,4295
0,0000*
I (1)
KVYP / TA
0,6073
0,0000*
I (1)
*%1 ve **%10 düzeyinde anlamlıdır.
Değişkenlerin düzey değerleri için boş hipotezin reddedilmesi mümkün
olamamakta, dolayısıyla birim köke sahip serilerin birinci farkları alındıktan sonra
birim kök araştırmasına devam edilmektedir. MVP serisi için sadece kesişim
katsayısı alınarak yapılan analizlerde, %10 düzeyinde anlamlılık çıksa bile, düzeyin
118
düşük bulunması, kabul gören düzeyin en fazla %5 olması ve sadece bir seçenek için
geçerliliği sebebiyle serinin düzey değeri durağan kabul edilmemiştir.
Modelde kullanılan serilerin birinci farklarında durağan hale gelmelerinden
ötürü I(1) olarak birim kök sayısı belirlenmektedir. Durağan olmayan değişkenlerin
oluşturacağı analizlerde sahte regresyon problemi ortaya çıkacağı için zaman serileri
çalışmalarında ilk kontrol edilen serilerin birim kök içermesi durumudur.
5.4.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması
Nedenselliği ölçmek için uygun yöntem, eşbütünleşmenin varlığına göre
belirlenmektedir. Eşbütünleşme, seriler arasında mevcut ise uzun dönemli
nedensellik hata düzeltme modeli kullanılarak ortaya konmalıdır (Rodriguez ve
Rowe, 2007).
Eşbütünleşme ilişkisi Granger nedenselliğin var olup olmadığını göstermesine
rağmen, değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin yönünü gösteremez. Granger
nedenselliğin yönü, standart Granger Nedensellik Analizi ile tespit edilebilir (Engle
ve Granger, 1987).
Engle ve Granger’a (1987) göre, iki değişkenin eşbütünleşmesi şu şekilde
tanımlanabilmektedir:
yt , xt ~ CI (d, b)
yt ve xt olarak iki seri d, b dereceden eşbütünleşik serilerdir, ve d > b > 0 , eğer:
•
Her bir serinin durağanlık düzeyi d ise
•
İki değişkenin doğrusal bileşimi, örneğin α1 * xt + α2 * yt , d-b dereceden
entegre iseler [α1 , α2 ] vektörü eşbütünleşme vektörüdür.
Amaç, MVP - Yükümlülük dolarizasyonu ve MVP - TCMB Kısa Vadeli
Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı arasındaki
119
ilişkileri araştırmak olduğundan iki ayrı eşbütünleşme testi uygulanmıştır.
Eşbütünleşme için analizi için Trace Value testi ve Max-Eigen Value testi
yapılmıştır.
Tablo 4.9: MVP ve Yükümlülük Dolarizasyonu İçin Eşbütünleşme Testi
Trace Value
Max-Eigen
Value
N
H0
H1
P Değeri
151
r=0
r >=1
0,0349
151
r=0
r >=1
0,0301
Tablo 4.10: MVP ve KVYP / TAİçin Eşbütünleşme Testi
Trace Value
Max-Eigen
Value
N
H0
H1
P Değeri
151
r=0
r >=1
0,0679
151
r=0
r >=1
0,0711
Değerlendirme
Eşbütünleşme
Var
Eşbütünleşme
Var
Değerlendirme
Eşbütünleşme
Var
Eşbütünleşme
Var
Değişkenler arasında Eşbütünleşme ilişkisinin bulunması dolayısıyla, VAR
analizi kapsamındaki standart Granger Nedensellik Analizi’nin uygulanmasına karar
verilmiştir.
5.4.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi
Analiz öncesi son bir adım olarak gecikme uzunluğunun belirlenmesi
gerekmektedir. Granger Nedensellik Testinde, gecikme uzunluğunun farklı
uygulanması test sonuçlarının değişmesine neden olmaktadır. Bu amaçla, uygun
gecikme uzunluğunun belirlenmesi için yapılan test sonuçları aşağıdaki tabloda
verilmiştir.
120
Tablo 4.11: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi
*Kriterin belirlediği en uygun gecikme uzunluğunu vermektedir.
LR: LR test istatistiği
SC: Schwarz information criterion
FPE: Final prediction error
AIC: Akaike information criterion
HQ: Hannan-Quinn information criterion
Yukarıda yer alan analiz sonuçlarına göre ele alınması gereken gecikme
uzunluğunun iki (2) olması gerekmektedir.
Yukarıdaki tablodan da görüldüğü üzere, LR Test istatistiği hariç diğer tüm
kriterlerin gecikme uzunluğunu 2 vermesi, aylık veri kullanıldığı için değişkenlerin
birbirini anında değil 2 aylık bir gecikme ile etkilediği sonucu çıkarılmaktadır.
5.4.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Serilerin uygun hale getirilmelerinin ardından etkinin yönünü bulabilme
amacıyla Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır.
Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP ile MVP - TCMB Kısa Vadeli Yabancı
Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı arasındaki nedensellik
ilişkileri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
121
Tablo 4.12: Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP Arasındaki Nedensellik İlişkisi
P Değeri
Model Hipotez
1
2
H0: MVP, yükümlülük dolarizasyonun Granger nedenidir.
0,0194*(+)
H1: Yükümlülük dolarizasyonu, MVP’nin Granger nedeni
0,8678 (-)
değildir.
H0: MVP, TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu /
3
Bankacılık
Sektörü
Toplam
Aktifler
oranınınGranger 0,0175*(+)
nedenidir.
H1: TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık
4
Sektörü Toplam Aktifler oranı, MVP’ninGranger nedeni
0,5968 (-)
değildir.
Gözlem
151
*%5 düzeyinde anlamlılığı ifade etmektedir.
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere, aylık verilere uygulanan Granger
Nedensellik
Testi
sonuçları,
literatürü
de
doğrulayarak
MVP'nin
yükümlülükdolarizasyonunun nedeni olduğunu ortaya koymuştur.
Tabloda da görüldüğü üzere, boş hipotezlerin reddedildiği durumlar (P
değeri: 0.0194<0.05 ve 0.0175<0.05) yükümlülükdolarizasyonunun ve TCMB Kısa
Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının temel
belirleyicisinin
MVP
olduğunu
ortaya
koyarak
ilişkinin
yönünü
doğru
yansıtmaktadır.
Beklendiği
gibi,
nedensellik
ilişkileri
tek
yönlü
bulunmuştur.
Yükümlülükdolarizasyonunun ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu /
Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının, MVP’nin Granger Nedeni olmadığını
122
belirten hipotezler reddedilmeyerek geçerliliğini korumaktadır (0.8678 > 0.05 ve
0.5968 > 0.05).
Sonuçlara göre MVP’nin, literatüre paralel şekilde yükümlülükdolarizasyonu
ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam
Aktifler oranı için iyi bir ölçüt çıkması ve MVP’nin de gerçekleşen düzeylerin
oldukça altında hesaplanması, beraberinde mevcut Dolarizasyon düzeyinin bir risk
unsuru oluşturduğu çıkarsamasını doğurmaktadır. Böylelikle, MVP’nin dolarizasyon
sürecinde güçlü bir gösterge olduğu verilerle de ortaya konmuş olmaktadır.
Bu çerçevede, araştırmanın devamında, mevcut dolarizasyon göstergelerinin
(yükümlülükdolarizasyonu), finansal kriz olasılığına etkide bulunmakta mıdır
sorusuna yanıt aranmıştır.
5.5.
Nedensellik Analizi İle Yükümlülük Dolarizasyonu, Kredi Faizi,
Gösterge Faiz Ve Döviz Kuru İlişkisinin Tespiti
Analiz kapsamında bir diğer ortaya konmak istenen bölüm olan finansman
maliyetlerinin Türkiye ekonomisi üzerine etkisi incelenmiştir.
Bu kapsamda kredi faizi ve gösterge faizin ortaya konmasında döviz kurunun
etkisinin nedensellik ilişkisi yine Granger Nedensellik testi aracılığı ile ortaya
konmuştur. Bu uygulamayla amaçlanan, ölçüm kriteri olarak kullanılan döviz
kurunun etkisinin verilerle ortaya konmasıdır.
5.5.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti
Yükümlülük Dolarizasyonu (YD) - Kredi Faizi (KF), Döviz Kuru (DK) - Kredi
Faizi (KF) ve Döviz Kuru (DK) – Gösterge Faiz (GF) için yapılacak nedensellik
analizinde ilk adım serilerin durağanlığının araştırılmasıdır.
Aşağıda Genişletilmiş Dickey-Fuller (GDF) testinde ait sonuçlar yer almaktadır.
123
Tablo 4.13: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi Sonuçları
Değişkenlerin GDF Birim Kök Testine Göre P Değerleri
Düzey
1. Fark
I (d)
Sadece Keşisim Katsayısı ile
YD
0,0648**
0,0000*
I (1)
DK
0,0824**
0,0000*
I (1)
KF
0,4268
0,0000*
I (1)
GF
0,6284
0,0000*
I (1)
Keşisim Katsayısı ve Trend ile
YD
0,2436
0,0000*
I (1)
DK
0,2844
0,0000*
I (1)
KF
0,3588
0,0000*
I (1)
GF
0,4264
0,0000*
I (1)
*%1 ve **%10 düzeyinde anlamlıdır.
Değişkenlerin düzey değerleri için boş hipotezin reddedilmesi mümkün
olmaması sebebiyle, birim köke sahip serilerin birinci farkları alındıktan sonra birim
kök araştırmasına devam edilmiştir. Yükümlülük Dolarizasyonu serisi için sadece
kesişim katsayısı alınarak yapılan analizlerde, yükümlülük dolarizasyonu ve döviz
kuru için %10 düzeyinde anlamlılık çıksa bile, düzeyin düşük bulunması, kabul
gören düzeyin en fazla %5 olması ve sadece bir seçenek için geçerliliği sebebiyle
serinin düzey değeri durağan kabul edilmemiştir.
Bu nedenle modelde kullanılan serilerin birinci farklarında durağan hale
gelmelerinden ötürü I(1) olarak birim kök sayısı belirlenmektedir. Durağan olmayan
değişkenlerin oluşturacağı analizlerde sahte regresyon problemi ortaya çıkacağı için
zaman serileri çalışmalarında ilk kontrol edilen serilerin birim kök içermesi
durumudur.
Analiz sonucunda görüldüğü gibi; kullanılan veri setinde yükümlülük
dolarizasyonu, döviz kuru, kredi faizi ve gösterge faiz verileri birinci farklarında
124
durağan hala gelmektedir. Birim kök analizi yapılarak durağan olup olmadığına karar
verdiğimiz değişkenleri nedensellik analizine sokmadan önce değişkenler arasında
eşbütünleşme analizini gerçekleştirildikten sonra nedensellik analizine geçilecektir.
5.5.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması
Eşbütünleşme ilişkisi Granger nedenselliğin var olup olmadığını göstermesine
rağmen, değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin yönünü gösteremez. Granger
nedenselliğin yönü, standart Granger Nedensellik Analizi ile tespit edilebilir (Engle
ve Granger, 1987).
Aşağıdaki tabloda yükümlülük dolarizasyonu ve kredi faizi, döviz kuru ve
kredi faizi ile döviz kuru ve gösterge faiz arasındaki ilişkileri araştırmak amacıyla iki
ayrı eşbütünleşme testi uygulanmıştır. Eşbütünleşme için analizi için Trace Value
testi ve Max-Eigen Value testi yapılmıştır.
Tablo 4.14: Yükümlülük Dolarizasyonu ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi
Trace Value
Max-Eigen
Value
N
151
151
H0
H1
P Değeri
r=0
r >=1
0,0612
r=0
r >=1
0,0729
Tablo 4.15: Döviz Kuru ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi
Trace Value
Max-Eigen
Value
N
H0
H1
P Değeri
151
r=0
r >=1
0,0363
151
r=0
r >=1
0,0386
Tablo 4.16: Döviz Kuru ve Gsöterge Faiz İçin Eşbütünleşme Testi
Trace Value
Max-Eigen
Value
N
H0
H1
P Değeri
151
r=0
r >=1
0,0725
151
r=0
r >=1
0,0714
125
Değerlendirme
Eşbütünleşme
Var
Eşbütünleşme
Var
Değerlendirme
Eşbütünleşme
Var
Eşbütünleşme
Var
Değerlendirme
Eşbütünleşme
Var
Eşbütünleşme
Var
Değişkenler arasında Eşbütünleşme ilişkisinin bulunması dolayısıyla, VAR
analizi kapsamındaki standart Granger Nedensellik Analizi’nin uygulanmasına karar
verilmiştir.
5.5.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi
Analiz öncesi son bir adım olarak gecikme uzunluğunun belirlenmesi
gerekmektedir. Granger Nedensellik Testinde, gecikme uzunluğunun farklı
uygulanması test sonuçlarının değişmesine neden olmaktadır. Bu amaçla, uygun
gecikme uzunluğunun belirlenmesi için yapılan test sonuçları aşağıdaki tabloda
verilmiştir.
Tablo 4.17: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi
*Kriterin belirlediği en uygun gecikme uzunluğunu vermektedir.
LR: LR test istatistiği
SC: Schwarz information criterion
FPE: Final prediction error
AIC: Akaike information criterion
HQ: Hannan-Quinn information criterion
Yukarıda yer alan analiz sonuçlarına göre ele alınması gereken gecikme
uzunluğunun bir (1) olması gerekmektedir.
Yukarıdaki tablodan da görüldüğü üzere, LR Test istatistiği hariç diğer tüm
kriterlerin gecikme uzunluğunu 1 vermesi, aylık veri kullanıldığı için değişkenlerin
birbirini anında değil 1 aylık bir gecikme ile etkilediği sonucu çıkarılmaktadır.
5.5.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Serilerin uygun hale getirilmelerinin ardından etkinin yönünü bulabilme
amacıyla Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır. Döviz kuru ve kredi faizi ile
126
döviz kuru ve gösterge faiz arasındaki nedensellik ilişkisi aşağıdaki tabloda
verilmiştir.
Tablo 4.18: Yükümlülük Dolarizasyonu,Kredi Faizi, Gösterge Faiz ve Döviz Kuru Arasındaki
Nedensellik İlişkisi
P Değeri
Model Hipotez
1
2
H0: Yükümlülük dolarizasyonu, kredi faizinin Granger 0,0282*(+)
nedenidir.
H1: Kredi faizi, yükümlülük dolarizasyonunun Granger 0,0438*(+)
nedenidir.
3
H0: Döviz kuru, kredi faizinin Granger nedenidir.
0,0254*(-)
4
H1: Kredi faizi, döviz kurunun Granger nedenidir.
0,0466*(-)
5
H0: Döviz kuru, gösterge faizin Granger nedenidir.
0,0314*(-)
6
H1: Gösterge faiz, döviz kurunun Granger nedenidir.
0,0472*(-)
Gözlem
151
*%5 düzeyinde anlamlılığı ifade etmektedir.
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere, aylık verilere uygulanan Granger
Nedensellik
Testi
sonuçları,
literatürü
de
doğrulayarak
hem
yükümlülük
dolarizasyonunun ve döviz kurunun, finansman maliyetlerini oluşturan kredi ve
gösterge faizlerinin nedeni olduğunu hem de kredi ve gösterge faizlerinin,
yükümlülük dolarizasyonunun ve döviz kurunun nedeni olduğunu ortaya koymuştur.
Tabloda da görüldüğü üzere, boş hipotezlerin reddedildiği durumlar (P
değerleri: 0.0282<0.05, 0.0438<0.05, 0.0254<0.05, 0.0466<0.05, 0.0314<0.05 ve
0.0472<0.05)
kredi
ve
gösterge
faizin
temel
belirleyicisinin
yükümlülük
dolarizasyonu ve döviz kuru olduğunu ve döviz kurunun ve yükümlülük
dolarizasyonunun temel belirleyicisinin ise kredi ve gösterge faizler olduğunu ortaya
127
koyarak ilişkilerin yönünü doğru yansıtmaktadır. Beklendiği gibi, nedensellik
ilişkileri çift yönlü bulunmuştur.
Sonuçlara göre döviz kurunun ve yükümlülük dolarizasyonunun literatüre
paralel şekilde finansman maliyetlerini oluşturan kredi ve gösterge faiz için iyi bir
ölçüt çıkması durumun mevcut dolarizasyon düzeyi açısından bir risk unsuru
oluşturduğu çıkarsamasını karşımıza çıkarmaktadır.
Bu durumda, araştırmanın devamında, bir önceki analizde tespit edilen yükümlülük
dolarizasyonunu beraberinde finansman maliyetlerini oluşturan mevduat ve gösterge
faiz göstergelerinin de, finansal kriz olasılığına etkide bulunmakta mıdır sorusuna
yanıt aranmalıdır.
Dolayısıyla finansman maliyetlerini etkisiyle kredi alırken ve mevduat
saklama tercihlerinde kişilerin yerli para ve yabancı paranın göreli dalgalanmasının
farkında oldukları söylenebilir. Böylelikle, gerek MVP’nin gerekse de döviz kurunun
dolarizasyon sürecinde güçlü bir gösterge olduğu verilerle de ortaya konmuş
olmaktadır.
5.6.İkinci Aşama: Finansal Kriz Olasılığının Test Edilmesi
Analizin ikinci bölümündeki temel amaç; ilk bölümde incelediğimiz iki
dolarizasyon ölçütünün olası bir finansal kriz olasılığına etkisini araştırmaktır.
Bilindiği üzere, akademik literatürde finansal krizler oldukça yer tutan
konuların başında gelmektedir. Bankacılık krizi, döviz krizi gibi ayrı başlıklar ile
anılsa da sistemin bir ayağında meydana gelen çöküş diğer ayakları da etkilediği için
kriz konusu aslında sistemin bütünü ile ilgili bir araştırmadır.
Dolayısıyla çalışmanın bu bölümünde literatürde kabul görmüş finansal kriz
değişkenlerine dolarizasyon göstergeleri de ilave edilerek beklenildiği gibi
dolarizasyonun risk unsuru olup olmadığı araştırılmıştır.
128
5.6.1. Metodoloji
Finansal kriz olasılığı ile ilgili araştırmalarda temel alınan yöntem, DemirgüçKunt ve Detragiache (1997) yöntemidir. Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1997),
çalışmalarında çok değişkenli logit modelini kullanarak 1980-1994 yılları arasında
29 ülke için analizlerde bulunmuşlardır. Bu ülkeler içinde Türkiye’de bulunmakta ve
1991 ile 1994 yılları içinde bankacılık krizi yaşanan dönemler olarak sayılmaktadır.
Çalışmada, zayıf makroekonomik durumun göstergesi olarak düşük gayri safi yurt içi
hasıla büyümesi, yüksek enflasyon, ani sermaye çıkışlarına duyarlı ve likit olmayan
bankacılık sektörü, krediler içinde özel sektör kredilerinin yüksekliği, kredi büyüme
hızı, açık mevduat sigortası ve zayıf kurumsal yapının varlığı kriz dönemlerini
açıklayıcı faktörler olarak bulunmuş, mali bütçe açığı ve kurdaki değer kaybı
bağımsız birer etki değişkeni olarak ortaya konamamıştır.
Bağımlı değişkenin 1 veya 0 şeklinde bir kukla değişken olarak tanımlandığı
modellere niteliksel bağımlı değişken modelleri adı verilmektedir. Tahmin sonuçları
bir şeyin gerçekleşme ya da olma olasılığını göstermektedir. Gereksinim duyulan
nokta, olasılıkların sıfır ya da bir değerini almasına izin vermeyen ve 0-1 aralığına
sıkıştırılmasını sağlayan bir fonksiyonun varlığıdır. Bu amaç için birikimli normal
dağılım fonksiyonunun kullanımı ile probit, lojistik fonksiyonun kullanılması ile
logit modeli oluşmaktadır. Logit daha popüler olmakla birlikte, iki model birbine çok
benzer olup hangisinin kullanılacağı araştırmacının tercihindedir (Kennedy, 2006).
Probit modelle kıyaslandığında logit modelin bağımlı değişkenin her iki çıktı
arasında eşit dağılmadığı durumlarda daha iyi sonuç verdiği görülmektedir (Manesse
vd., 2003, Feridun, 2007).
Logit fonksiyon, bir durumun gerçekleşme olasılığını ölçmektedir (Y=1).
Gerçekleşme olasılıklarının S şeklindeki olasılık dağılım fonksiyonu ile 0 ve 1
arasında kalmasını sağlayan logit model aşağıdaki eşitlikteki gibidir.
Pr (y=1/xi)=1-(ex'β /(1-ex'β))
129
5.6.2. Veri Seti
Çalışmada bağımlı değişken kukla değişken olup bağımlı değişkenin 1 veya 0
şeklinde bir kukla değişken olarak tanımlandığı modellere niteliksel bağımlı
değişken modelleri adı verilmektedir.
Modelin tahmin sonuçları bir şeyin gerçekleşme ya da olma olasılığını
göstermektedir. Gereksinim duyulan nokta, olasılıkların sıfır ya da bir değerini
almasına izin vermeyen ve 0-1 aralığına sıkıştırılmasını sağlayan bir fonksiyonun
varlığıdır. Bu amaç için birikimli normal dağılım fonksiyonunun kullanımı ile probit,
lojistik fonksiyonun kullanılması ile logit modeli oluşmaktadır. Logit daha popüler
olmakla birlikte, iki model birbine çok benzer olup hangisinin kullanılacağı
araştırmacının tercihindedir (Kennedy, 2006).
Verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın web
sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) ve Uluslararası Para
Fonu’nun International Financial Statistic (IFS) serilerinden yararlanılmıştır. Seriler
2000Q1-2015Q1 arasını kapsamaktadır.
Kullanılan açıklayıcı değişkenler, kısmi dolarizasyona, makroekonomik
duruma ve finansal sisteme ilişkin değişkenler olmak üzere üç grup altında
incelenebilmektedir.
Kısmi dolarizasyona ilişkin değişkenler; literatürün tamamına yakın
kısmında kullanılarak temel gösterge halıne gelmiş olan bankacılık sektörünün kredi
yükümlülüğünü temsil etmesi kapsamında “Yükümlülük Dolarizasyonu” ve kur
riskine bağlı olarak ortaya çıkan kısa vadeli yabancı paranın toplam aktifler içinde
durumunu yansıtan “TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu” / “Bankacılık
Sektörü Toplam Aktifler” oranı kullanılmıştır.
Makroekonomik duruma ilişkin değişkenler; enflasyon, Gayri Safi Yurt
İçi Hasıla (GSYİH) büyümesi ve faiz oranı değişimidir.
130
Finansal sisteme ilişkin değişkenler ise; risk almanın boyutu olarak yurt içi
özel sektöre verilen kredilerin GSYİH’ya oranı 12, kredi patlaması var ise bu durumun
ölçütü olarak yurt içi kredilerin büyüme oranı, ani sermaye çıkışları olup bankadan
çıkışlar başlarsa oluşacak riskin boyutu olarak M2 para arzının TCMB yabancı para
rezervlerine oranı ve bankacılık sisteminin likiditesinin ölçütü olarak da nakit ve
banka rezervleri toplamının banka varlıklarına oranı alınmıştır.
Kredi dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım bankalarının
kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi içindeki
oranıdır.
Mevduat dolarizasyonu, yerleşiklerin yabancı para mevduatının toplam
mevduata oranıdır.
Enflasyon, tüketici fiyat endeksi değişimidir.
Faiz değişimi, IFS’in sunduğu, Türkiye interbank para piyasası faiz
oranındaki değişim alınmıştır.
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyümesi, üçer aylık GSYİH artışlarıdır.
Bağımsız değişkenlerin ardından kriz bağımlı değişkeni için hangi
dönemlerin kriz dönemi olarak kabul edileceğine yönelik bir eşik değer
kullanılmalıdır. Kullanılan eşik olarak, ABD Dolarının kur değişiminin %20’yi aştığı
dönemler seçilmiştir. Kur değişimi, TCMB dolar alış kurundaki değişimdir.
Eşik olarak kurların oynaklığının seçilmiş olmasının nedeni uluslararası
ödemeler sisteminde kurların düzeyinin ve oynaklığının tartışıla gelen bir konu
olmasıdır.
12
Bankaların temel işlevi fon aktarımı olduğu için topladıkları mevduatın ne kadarını ekonomiye,
özellikle de reel sektöre aktardıkları önemlidir. Mevduat bankalarının kredi/mevduat oranı TCMB
verilerine göre 2002 yılında 25.4 iken 2008 Kasım ayında bu rakam 68.1’e ulaşmıştır.
131
Williamson (1986), sanayileşmiş ülkelerin paralarının denge döviz kurlarını
tahmin etmelerini ve bu düzeyin altında ve üstünde %10’luk bir oynamaya izin
verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kurlar bu aralığın dışına çıkma eğilimine
girdiğinde ise devlet müdahalesi ile yine bu sınırların içine çekilmeliydi 13. Bu
kapsamda %10 düzeyinde bir değişim normal kabul edilmektedir.
2000 Kasım Krizi ve 2008 sonunda eşik değerler geçildiği için bu dönemler
kriz dönemi alınıp veri setinde 1 olarak kodlanmıştır.
Ayrıca Krznar (2004) ve Feridun (2007) döviz krizleri ile makroekonomik ve
finansal değişkenleri ilişkilendirdikleri yayınlarında kullandıkları yöntemi takip
ederek sadece kriz dönemi değil krizden önceki yıl içerisinde verilerin bozulmaya
başladığı varsayımıyla, kriz öncesi bir yıl olacak şekilde dört çeyrek dönemde de
Y=1 olarak kodlanmıştır.
13
Bu uygulamaya ‘hedef değişme alanı’ (target zone) denmektedir. 1987’de G7 ülkeleri Louvre’da
dolar-yen ve dolar-mark kurları için ‘hedef değişme alanı’ belirlenmesi üzerinde anlaşma
sağlamışlardı .ancak bu ülkelerin merkez bankalarının yoğun müdahalelerine karşın, kurlar geniş
marjlar içinde dalgalanmasını sürdürmüştür (Seyidolu, 1998)
132
5.6.3. Logit Analizi
Belirlenen yöntem olarak uygulanan logit analizi sonuçları Tablo 4.19’da
sunulmuştur.
Tablo 4.19: Logit Analizi Sonuçları
Model 1
Model 2
Model 3
Model 4
Yükümlülük Dolarizasyonu
-1.368
-78.464**
TCMB KVYP / TA
0.926
42.581**
Enflasyon
0.246**
0.848***
Faiz Değişimi
2.051**
1.207
GSYİH Büyüme Hızı
-16.806**
-2.813
Kredilerin Büyüme Hızı
6.306
25.665
Yurtiçi Krediler / GSYİH
10.230***
-15.379
M2 / TCMB Revervi
6.317***
5.010*
Banka Rezervleri / Banka Varlıkları
-148.469***
-644.85***
McFadden R2
3%
19%
55%
76%
* %10 ,** %5 ve ***%1 düzeyinde anlamlılığı vermektedir.
Logit analizi ile elde edilen katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi
bağımlı değişkenin üzerindeki yüzde etki olarak yorumlanmaması gerekmektedir.
Katsayılar, kriz olma olasılığına etki olarak yorumlanacağı için beklenen katsayı
işareti, başka bir deyişle ilgili değişkenin kriz çıkma olasılığına katkısına etkisinin
pozitif veya negatif yönde olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı dikkat
edilmesi gereken unsurlardır.
Sadece dolarizasyon verilerinin kriz olasılığına etkisi ölçüldüğünde her iki
değişkenin de anlamlı olmadığı görülmektedir. Bu durum, Honig (2006) sonuçlarıyla
uyumludur. Tek başına ele alınan makro değişkenlerin ise tamamı kriz olasılığı
üzerinde anlamlıdır.
133
Anlamlılık açısından incelediğimizde modeller arasında model 4 tüm
değişkenlerin bir bütün olarak kriz olasılığına etki etmeleri durumundan hareketle
açıklama gücü yüzde 76 olarak hesaplanmış ve en anlamlı model olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Model 4’ü incelediğimizde, yükümlülük dolarizasyonu değişkeni yüzde 5
düzeyinde anlamlı hale dönüşürken, makro değişkenlerden sadece enflasyon ve
finansal değişkenlerden banka rezervlerinin banka varlıklarına oranı ile M2 para
arzının merkez bankası rezervlerine oranı değişkenleri model için anlamlı sonuçlar
vermektedir.
Katsayılar, kriz gerçekleşme ihtimalındeki değişimi ölçmektedir. Logit
modelde, katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi yorumlanmaması
gerekmektedir. Katsayılar, krizin gerçekleşme olasılığına etki olarak oluşmaktadır.
İlgili değişkenin kriz oluşma olasılığına katkısına etkisinin pozitif veya negatif yönde
olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı dikkat edilmesi gereken unsurlardır.
Doğrusal bir regresyon modelinde bir açıklayıcı değişkenin eğim katsayısı, o
değişkenin değerindeki bir birim değişmeye karşılık bağımlı değişkenin ortalama
değerinde yaratılacak etkiyi ölçmektedir.
Ancak, doğrusal olasılık modeli, logit ve probit gibi modeller, bir olayın
gerçekleşme
olasılığı
ile
ilgilendiklerinden
eğim
katsayıları
aynı
şekilde
yorumlanamamaktadır. Bu amaçla, katsayılar standartlaştırılarak marjinal etkilere
dönüştürülmüştür.
Williams
(2008)
yöntemi
kullanılarak
marjinal
etkiler
hesaplanmıştır.
Xk İçin Marjinal Etki = P(Y=1|X) * P(Y=0|X) * bk14
14
Modele uygulanan logit analizi sonucu o değişken için bulunan katsayı değerini ifade etmektedir.
134
Tablo 4.20: Standartlaştırılmış Marjinal Etkiler
Model 1
Model 2
Model 3
Model 4
Yükümlülük Dolarizasyonu
-0.194
-11.362**
TCMB KVYP / TA
0.118
6.236**
Enflasyon
15.975**
55.021***
Faiz Değişimi
-0.005**
-0.003
GSYİH Büyüme Hızı
-0.155**
-0.026
Kredilerin Büyüme Hızı
0.064989
0.264
Yurtiçi Krediler / GSYİH
4.554287***
-6.846
M2 / TCMB Revervi
77.87473***
20.330*
Banka Rezervleri / Banka Varlıkları
-056942***
-2.472***
Tüm değişkenlerin bir bütün olarak ele alındığı model için baktığımızda
anlamlı değişkenlerden; Yükümlülük Dolarizasyonu’nun olası bir “Finansal Kriz”
çıkma olasılığını %11 (-11,362**) düzeyinde düşürücü (ters) etki yapar sonuç
vermesi dikkat çekicidir. Aynı zamanda TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu
/ Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının olası bir Finansal Kriz çıkma
olasılığına etkisi de %6 (6,236) düzeyinde pozitif etki yapar şeklinde çıkmıştır.
Literatür kısmında bankaların kur riskini düşürmek amacıyla gelen döviz
mevduatları döviz cinsinden krediye döndürmelerinin kur riskini geri ödenmeme
riskiyle yer değiştirteceğine değinmiştik. Çıkan sonuç açısından bu durumu
değerlendirdiğimizde, bu etkinin küçük kaldığı, bunun yerine bankacılık sektörünün
kredi yükümlülüğün etkisinin bankalar açısından, bilançolarının aktif ve pasiflerinin
döviz kurundaki değişimlere uyumunu sağlamalarının daha önemli hale geldiği
görüşünü desteklediği söylenebilir.
135
Analizde dikkat çeken en önemli bir değişken de enflasyon olarak karşımıza
çıkmaktadır. Tablodan da görülebileceği üzere, Enflasyon’un %55 (55,021***) gibi
önemli bir derecede, olası bir “Finansal Kriz”e katkısı olduğu görülmektedir.
Bankaların rezervlerini artırarak kendilerini korumaya almaları değişkenini
(Banka Revervleri/Banka Varlıkları) incelediğimizde ise olası bir “Finansal Kriz”
olasılığını düşürücü etki yapmakta olduğunu fakat bu düşürücü etkinin %2 (2,472***) gibi düşük bir düzeyde kaldığını görmekteyiz.
Bir diğer anlamlı değişken olan M2 para arzının TCMB rezervlerine oranı
(M2/TCMB Rezervi) değişkenininin olası bir “Finansal Kriz” durumunu %20
(20,330*) gibi artırıcı etkiye sahip olduğunu gözlemlemekteyiz. Merkez bankası
rezervlerinin mevcut para arzı içindeki oranının küçülmesi, merkez bankasının
müdahale gücünün görece azalmasıyla bir finansal kriz olasılığına pozitif katkıda
bulunmaktadır.
Mevcut litatürü incelediğimizde de para politikasının üzerindeki etkisi ve kur
sistemleriyle ilişkisi için görgül çalışmaların sonuçları değişiklik gösterebilmekle
birlikte çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara paralel olarak dolarizasyonun finansal
kriz olasığına yönelik olumsuz etkilerinin sınırlı olduğu yönündedir.
Reinhart ve diğerlerine (2003) göre, dolarizasyonun, genel beklenen kanının
aksine, para politikası üzerinde olumsuz etkisi bulunamamıştır. Ancak, döviz
kurunun ekonomiye nüfuzunu arttırarak dalgalanma korkusunu tetiklemesi daha
büyük bir problem yaratmaktadır.
Arteta (2002) ise çalışmasında, döviz kuru rejiminin kredi dolarizasyonuna
etkisini gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ekonomilerinde araştırmıştır. Bulgular kredi
dolarizasyonunun mevduat dolarizasyonundan farklı olarak döviz kuru rejimlerinde
değişme göstermediğini ortaya koymaktadır.
136
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, mevcut literatürde yer alan
ekonometrik analizler bankacılık sistemindeki yüksek dolarizasyon ile döviz ve
bankacılık krizleri arasındaki ilişkiyi destekleyecek pek az kanıt bulabilmekte, aksine
dolarizasyonunun olumlu etkisinden bile söz edilmektedir. Böylelikle; teorik olarak
düşünülen riskler görgül olarak tam kanıtlanamamış olmaktadır. Yurt içi finansal
sistemdeki dolarizasyon ölçümleri ülkeler arasındaki original ölçümlerine göre daha
fazla farklılık göstermektedir.
Arteta
(2003),
görgül
çalışmasıyla,
bankacılık
sistemindeki
yüksek
dolarizasyonunun gelişmekte olan ülkelerdeki bankacılık veya döviz krizlerinin
çıkma olasılığını artırıcı etki yaptığına ve bu ülkelerdeki kriz maliyetlerinin daha
yüksek olduğuna dair bir kanıt bulamamıştır. Ancak de Nicolo vd. (2003)
çalışmasında, dolarize
finansal
sistemlerin
ulaşmışlardır.
137
yüksek
risk
taşıdığı
sonucuna
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Dolarizasyon, paranın üç işlevine (ödeme aracı, hesap birimi ve değer
saklama aracı) ve bilanço yapısına etkilerine dayandırılarak tanımlanmaktadır. Bu
çerçevede, finansal dolarizasyon, bir ülkenin başka bir ülkenin parasını ödeme aracı,
değer saklama aracı ve hesap birimi olarak kullanmasıdır. Buna bağlı olarak, yabancı
para cinsinden mevduatların ve kredilerin kullanılması nedeniyle de hem varlık hem
de yükümlülük dolarizasyonu tek bir başlık altında toplanmaktadır. ABD Doları’nın
en yaygın kullanılan yabancı para olması nedeniyle bu olguya finansal dolarizasyon
denmiştir.
Literatürde dolarizasyonun ölçümü, genel olarak, yabancı para cinsinden
mevduatların, toplam mevduatlar ya da geniş para arzı içindeki payı olarak
ölçülmektedir. Ancak, finansal dolarizasyonun varlık ve yükümlülük tarafına
geldiğimizde, yükümlülük dolarizasyonu tanımı ve bunların ölçülmesi öne
çıkmaktadır. Finansal dolarizasyonun varlık tarafını ifade eden bankacılık sektörü
kredi yükümlülüğü (yükümlülük dolarizasyonu), bankacılık sektörünün yabancı para
cinsinden kredilerinin, toplam kredilere oranı ile ölçülmektedir.
Dolarizasyonun yükümlülük tarafını ifade eden TCMB Kısa Vadeli Yabancı
Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının, bankacılık
sektörünün yabancı para mevduatlarının, toplam mevduatlara veya toplam
yükümlülüklere oranı ile ölçülmektedir.
Dolarizasyonun temel nedeni, tanımından da anlaşılacağı üzere ulusal
paraya güvensizliktir. Literatürde, finansal dolarizasyonun nedenleri arasında;
yüksek enflasyon ve fiyat oynaklığı, etik bozulma ve mevduat sigortası, dolarizasyon
histerisi, temel günah, risk yönetimi ve portföy çeşitliliği, kur rejimi, finansal
138
gelişmişlik düzeyi, makroekonomi ve para politikasına olan güvensizlik ve ekonomik
açıklık düzeyi sayılmaktadır.
Dolarizasyon ile ilişkisini incelemeyi amaçladığımız finansal istikrarın
analizi, açık bir finansal istikrar tanımı ve bu konuda bir uzlaşı olmaması nedeniyle
oldukça karmaşıktır. Dolayısıyla farklı çalışmalar için farklı finansal istikrar
tanımları karşımıza çıkabilmektedir. Finansal istikrar analizi bir çok risk faktörüne
dayanmakta, bu nedenle bütün risk faktörlerini başarılı şekilde kapsayan tek bir
modelin varlığı mümkün olmamaktadır.
Finansal istikrar, ekonomik süreçlerin güçlendirilmesi, risklerin yönetimi ve
şoklara karşı dayanıklılık olarak tanımlanabilir. Kısaca, finansal istikrar, finansal
sistemin düzgün bir şekilde işlemesidir.
IMF, yayımladığı finansal sağlamlık göstergeleri ve makro göstergeler
yardımıyla finansal istikrarı analiz etmektedir. Buna göre finansal istikrarın
unsurları; mevduat kabul eden finansal kuruluşlar, diğer finansal kuruluşlar, reel
sektör, hanehalkı, piyasa likiditesi, emlak piyasası ve makroekonomik göstergelerden
oluşmaktadır.
Finansal
istikrar
ile
finansal
dolarizasyon
arasındaki
ilişkiyi
incelediğimizde, geçmişte yapılan çalışmalarda, finansal olarak istikrarsız bir
ekonomik
yapıda,
dolarizasyonun
arttığı
belirtilmektedir.
Diğer
yandan,
dolarizasyonun tek başına finansal istikrarsızlığa neden olmadığı da literatür
incelemesi sonucu anlaşılmaktadır. Ancak, dolarizasyon ortamında bankaların açık
pozisyon taşıması doğrudan kur riskine neden olmaktadır.
Ayrıca, yabancı para cinsinden kredi verilen şirketlerin ve hanehalkının açık
pozisyona sahip olması durumunda bankalar, dolaylı kur riskine veya kredi riskine
maruz kalmaktadır. Söz konusu risklerin gerçekleşmesi durumunda büyük bir firma
139
veya bankanın batması, sistemik risk olarak da finansal sistemi tehdit edebilmektedir.
Ayrıca, finansal dolarizasyon, para talebinin tahminini zorlaştırması nedeniyle, para
politikasının
etkinliğini
azaltarak
dolaylı
yoldan
finansal
istikrarı
da
etkileyebilmektedir.
Literatür, dolarizasyonun bu tip piyasalara getirdikleri risklerin yanında bazı
yararlarının da bulunduğunu tartışmaktadır. Finansal dolarizasyonun, yüksek
enflasyon ortamında finansal derinlik sağladığı ve kriz sonrası ekonomik daralmayı
sınırlandırdığı belirtilmektedir.
Dolarizasyonun nedenleri ve sonuçları göz önünde bulundurulduğunda,
literatürde makro ekonomik çözümler üzerinde de durulmaktadır. İlk olarak para
politikasına olan güveni artıracak kurumların oluşturulması ve güçlendirilmesi
yoluyla fiyat belirsizliğinin azaltılması gerekmektedir. Ayrıca, para otoritesi fiyat
belirsizliklerine karşı koruma sağlayacak ulusal para cinsinden farklı ürünlerin
gelişmesi için uygun politikalar icra etmelidir. Böylece, piyasa oyuncuları hem açık
pozisyondan kaçınmış olacak, hem de fiyat belirsizliklerine karşı korunmasız
kalmayacaklardır. Üçüncü olarak, mevduata sınırsız güvence sağlayan politikaların
ve kur seviyesini garanti eden kur rejimlerinin terk edilmesi dolarizasyonu
azaltacaktır.
Ayrıca, siyasi istikrar, borç verenlerin haklarının korunması ve muhasebe
sisteminin kalitesinin artırılması gibi etkenler de dolarizasyonun derecesini
azaltmaktadır.
Bu çalışma, dolarizasyonun mevcut düzeyinin ekonomiye sağladığı fayda
veya getirdiği maliyetleri doğrudan tartışmak yerine, öncelikle optimal düzeyin ne
olabileceğini sorgulaması ve elde edilen sonuçları finansal kriz çıkma olasılığı ile
ilişkilendirmeyi amaçlaması nedeniyle özgün bir çalışmadır.
Dolarizasyon ile finansal maliyeti arasındaki ilişkinin varlığı üzerine birçok
araştırma yapılmıştır. Saprin’in 2001 yılındaki, Quispe-Agnoli ve Whisler’in 2006
140
yılındaki çalışmalarında ikili arasındaki anlamlı ilişki görülmüştür. Elde edilen
sonuçlar bakımınında dolarizasyon ile finansman maliyeti arasında da anlamlı bir
ilişki olduğunu söyleyebiliriz.
Dolarizasyon kavramı farklı alt gruplara ayrılsa da, temelde, ekonomide
ulusal para birimi yerine veya ulusal para birimi yanında başka bir yabancı para
biriminin de varlığını tanımlamaktadır. Yabancı para biriminin hangi ülkeye ait
olduğuna bakılmaksızın, en güvenilir ve yaygın geçerliliği olması nedeniyle ABD
Doları’nın baskın durumuna bağlı olarak dolarizasyon tanımlaması yapılmaktadır.
Paranın geleneksel işlevleri açısından düşünüldüğünde, ödeme aracı olarak
dolaşımda olan nakit dolar miktarlarının bilinmesinin zorluğu veya imkansızlığı
sonucu, dolarizasyonu ölçüm aracı olarak kullanılan değişkenler aslında varlık
ikamesinin birer göstergesi olmaktadır. Bu çalışmada kullanılan yükümlülük
dolarizasyonu, ekonomik birimlerin değer saklama amacı ile dolar varlıkları tercih
etmeleriyle ortaya çıkmış birer ekonomik sonuçtur.
Ekonominin iç dinamiklerine bağlı olarak olması gereken optimal düzeyde
dolarizasyonu açıklayan minimum varyans portföyü yaklaşımına göre; yatırımcıları
dolar kullanmaya iten unsur, döviz kuru ve enflasyonun düzey değerleri değil, görece
dalgalanmalarıdır. Yatırımcılar, yerli paranın oynaklığını gösteren enflasyon, reel
kura göre daha az volatil ise enflasyon yüksek olsa bile güvenli liman olarak yine de
yerli parayı tercih edecektir. Tersine, reel kur, enflasyona göre daha az volatiliteye
sahip ise dolar cinsinden sözleşmeler tercih edilecektir. Böylelikle ekonominin
önemli
iki
makroekonomik
değişkenine
göre
belirlenmiş
doğal
bir
dolarizasyonoranının varlığından söz edilebilmektedir.
Bu çalışmada öncelikle minimum varyans portföyünün belirlediği dolar
düzeyi bulunarak gerçekleşen dolarizasyon düzeyleri ile kıyaslanmış, buna bağlı
olarak da ülke içindeki yükümlülük dolarizasyonun risk boyutu tartışılmıştır. Ölçüm
kıstası olarak belirlenen MVP’nin teoride olduğu gibi verilerle de yükümlülük
dolarizasyonun nedeni olduğunun belirlenmesi, ölçüm kıstasının gücünü ortaya
141
koyacağı için Granger Nedensellik Analizi uygulanmıştır. Uygulanmış olan Granger
Nedensellik Analizinden beklenen, değişkenler arası ilişkilerin teoride belirtildiği
yönde çıkmasıdır.
Türkiye için olması gereken MVP düzeyinin hesaplanması çalışmanın çıkış
noktasını oluşturmaktadır. Türkiye’de olması gereken düzey, Yeyati (2006) yöntemi
uygulanarak hesaplanmıştır. Logaritmik farkı alınan TCMB dolar alış kurundan
logaritmik farkı alınan tüketici fiyat endeksi çıkarılarak reel döviz kuruna ilişkin seri
bulunmuş ve formülde bu seriler yerine konarak MVP düzeyi 2006:01 - 2015:03
dönemi için hesaplanmıştır.
Gerçekleşen dolarizasyon göstergeleri olarak yükümlülük dolarizasyonu
kullanılmıştır. Mevduat dolarizasyonu, yerleşiklerin yabancı para mevduatının
toplam mevduata oranıdır.
Rennhack ve Nozaki (2006), dolar mevduatların toplam mevduatlar
içerisindeki oranını dolarizasyon göstergesi olarak bağımlı değişken şeklinde
regresyona dahil etmiş ve analizlerde bulunmuşlardır. Yazarlar, bu oranın mükemmel
olmasa da dolarizasyonun en iyi göstergesi olarak yaygın kullanımına dikkat
çekmişlerdir.
Regresyondaki bağımsız değişkenler, kısmi dolarizasyona, makroekonomik
duruma ve finansal sisteme ilişkin değişkenler olmak üzere üç grup altında
incelenebilmektedir. Kısmi dolarizasyona ilişkin; literatürün tamamına yakın
kısmında kullanılarak temel gösterge halıne gelmiş olan mevduat dolarizasyonu ve
kur riskine bağlı olarak ortaya çıkan geri ödenmeme riskinin bir göstergesi olarak da
yükümlülük dolarizasyonu 15 kullanılmıştır.
15
Kurdaki dalgalanmaya bağlı olarak ortaya çıkabilecek bir geri ödenmeme riski araştırıldığı için
kime verildiğine bakılmaksızın dolar kredilerin tamamı alınmıştır.
142
Makroekonomik duruma ilişkin değişkenler; enflasyon, Gayri Safi Yurt İçi
Hasıla (GSYİH) büyümesi 16 ve faiz oranı değişimidir. Finansal sisteme ilişkin
değişkenler ise; risk almanın boyutu olarak yurt içi özel sektöre verilen kredilerin
GSYİH’ya oranı 17, kredi patlaması var ise bu durumun ölçütü olarak yurt içi
kredilerin büyüme oranı, ani sermaye çıkışları olup bankadan çıkışlar başlarsa
oluşacak riskin boyutu olarak M2 para arzının TCMB yabancı para rezervlerine oranı
ve bankacılık sisteminin likiditesinin ölçütü olarak da nakit ve banka rezervleri
toplamının banka varlıklarına oranı alınmıştır.
Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım
bankalarının kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi
içindeki oranıdır.
TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam
Aktifler oranı ise, yerleşiklerin yabancı para mevduatının bankacılık sektörü kayıtlı
toplam aktiflerine oranıdır.
Gösterge Tahvil Faizi, IFS’in sunduğu, Türkiye interbank para piyasasında
gerçekleşen 24 aylık Gösterge Tahvil Faizi alınmıştır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
büyümesi, üçer aylık GSYİH artışlarıdır.
Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım
bankalarının yurt içi kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi
hacmi içindeki oranıdır.
Ancak Yinusa’nın (2008) belirttiği gibi, bankacılık sisteminde tutulan dolar
varlıklar üzerinde herhangi bir kısıtlama olmadığı durumda dolar mevduat ile elde
tutulan dolar nakit ve yurtdışı dolar varlıklar arasında doğrusal bir ilişki olacak ve
dolar mevduattaki değişim tüm dolarizasyon üzerinde bir gösterge olacaktır.
16
17
Mevsimsellik tespit edildiği için öncelikle Tramo/Seats yöntemi kullanılarak mevsimsellikten
arındırılan seri kullanılmıştır.
Bankaların temel işlevi fon aktarımı olduğu için topladıkları mevduatın ne kadarını ekonomiye,
özellikle de reel sektöre aktardıkları önemlidir. Mevduat bankalarının kredi/mevduat oranı
TCMB verilerine göre 2008 yılında 68.1 iken 2014 yılında bu rakam 79.8’e ulaşmıştır.
143
Yapılan incelemede Türkiye’nin enflasyon
ve reel döviz kurunun
dalgalanmalarının işaret ettiği, optimal portföy bileşimini veren dolar oranının çok
ötesinde bir dolarizasyon sürecinde olduğu görülmektedir. Bu durumda ‘dalgalanma
korkusu’nun varlığını ortaya koymak ve bunu önleyici çabalar olası krizleri önleme
açısından önemlidir.
Verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın web
sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) ve Uluslararası Para
Fonu’nun International Financial Statistic (IFS) serilerinden yararlanılmıştır. Seriler
2000Q1 - 2015Q1 arasını kapsamaktadır.
Bu kapsamda, 2000:01 - 2015:03 dönemi için aylık verilerle elde edilen
sonuçlara bakıldığında gerçekleşen dolarizasyon düzeylerinin olması gerekenin
oldukça üzerinde olduğu, ancak enflasyondaki artışa bağlı olarak 2015 yılında
durumun tam tersine döndüğü görülmektedir.
Serilerin uygun hale getirilmelerinin ardından etkinin yönünü bulabilme
amacıyla Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır.
Ancak bir ölçüm kriteri olarak kullanılan MVP bu amaca ne kadar uygun bir
kriterdir, teoride belirtildiği gibi dolarizasyonun temel belirleyicisi ise nedensellik
testlerinde de aynı yönde etkileri sunmalıdır sorusundan hareketle Dolarizasyon ve
MVP arasındaki nedensellik ilişkisine göre, uygulanan Granger Nedensellik Testi
sonuçları, teoriyi destekler nitelikte çıkmıştır.
Aylık verilere uygulanan Granger Nedensellik Testi sonuçları, teoriyi
doğrulayarak MVP'nin yükümlülük dolarizasyonunun ve Kısa Vadeli Yabancı Para
Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının nedeni olduğunu ortaya
koymuştur. Dolayısıyla, ölçülen MVP’nin optimal değerlerin belirlenmesinde güçlü
bir araç olduğu sonucuna varılmıştır.
144
Sonuçlara göre MVP’nin, teoriyle uyumlu şekilde dolarizasyon için iyi bir
ölçüt çıkması ve MVP’nin de gerçekleşen düzeylerin oldukça altında hesaplanması,
beraberinde mevcut dolarizasyon düzeylerinin bir risk unsuru oluşturduğu
çıkarsamasını getirmektedir. Öyleyse, mevcut dolarizasyon göstergeleri, finansal kriz
olasılığına etkide bulunmakta mıdır sorusuna yanıt aranmalıdır.
Dolayısıyla kredi alırken ve mevduat saklama tercihlerinde kişilerin yerli para
ve yabancı paranın göreli dalgalanmasının farkında oldukları söylenebilir.
Böylelikle, MVP’nin dolarizasyon sürecinde güçlü bir gösterge olduğu verilerle de
ortaya konmuş olmaktadır.
Çalışmanın son bölümünde, dolarizasyon karşıtlarının üzeride en çok
durduğu dolarizasyonun finansal kriz olasılığına katkı yaptığı argümanı tartışmaya
açılmıştır. Finansal krizler literatürde geniş bir yer tutsa da dolarizasyon verilerinin
ölçüme dahil edilmesi nedeniyle bu çalışma Türkiye için literatürdeki bir boşluğu
doldurmayı amaçlamıştır.
Son bölümdeki temel amaç, iki dolarizasyon ölçütünün kriz olasılığına
etkisini araştırmaktır. Literatürde finansal krizler oldukça yer tutan konuların başında
gelmektedir. Bankacılık krizi, döviz krizi gibi ayrı başlıklar ile anılsa da sistemin bir
ayağında meydana gelen çöküş diğer ayakları da etkilediği için kriz konusu aslında
sistemin bütünü ile ilgili bir araştırmadır.
Dolayısıyla çalışmanın bu bölümünde literatürde kabul görmüş finansal kriz
değişkenlerine dolarizasyon göstergeleri de ilave edilerek beklenildiği gibi
dolarizasyonun risk unsuru olup olmadığı araştırılmıştır.
Logit analizi ile elde edilen katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi
bağımlı değişkenin üzerindeki yüzde etki olarak yorumlanmaması gerekmektedir.
Katsayılar, kriz olma olasılığına etki olarak yorumlanacağı için beklenen katsayı
işareti, başka bir deyişle ilgili değişkenin kriz çıkma olasılığına katkısına
145
etkisininpozitif veya negatif yönde olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı
dikkat edilmesi gereken unsurlardır.
Sadece dolarizasyon verilerinin kriz olasılığına etkisi ölçüldüğünde her iki
değişkenin de anlamlı olmadığı görülmektedir. Bu durum, Honig (2006) sonuçlarıyla
uyumludur. Tek başına ele alınan makro değişkenlerin ise tamamı kriz olasılığı
üzerinde anlamlıdır. Doğrusal regresyon modelinde kullanılan R2 logit modelde bir
anlam ifade etmediğinden bu model için geliştirilmiş olan McFadden R2 kullanılarak
modelin açıklama gücünün yaklaşık yüzde 20’ye yükseldiği görülmektedir.
Sadece finansal değişken verilerinin analize tabi tutulması sonucu elde edilen
bulgularda ise kredilerin büyüme hızı haricindeki üç değişkenin de yüzde bir gibi
yüksek bir anlamlılık derecesinde dahi anlamlı değişkenler olarak belirdikleri
görülmektedir. Modelin açıklama gücü ise yüzde 55’e çıkmaktadır.
Tüm değişkenlerin bir bütün olarak kriz olasılığına etki etmeleri durumunda
modelin açıklama gücü yüzde 72 olmaktadır. Yükümlülük dolarizasyonu değişkeni
yüzde 5 düzeyinde anlamlı hale dönüşürken, makro değişkenlerden sadece enflasyon
ve finansal değişkenlerden banka rezervlerinin banka varlıklarına oranı ile M2 para
arzının merkez bankası rezervlerine oranı değişkenleri model için anlamlı sonuçlar
vermektedir.
Katsayılar, kriz gerçekleşme ihtimalındeki değişimi ölçmektedir. Logit
modelde, katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi yorumlanmaması
gerekmektedir. Katsayılar, krizin gerçekleşme olasılığına etki olarak oluşmaktadır.
İlgili değişkenin kriz oluşma olasılığına katkısına etkisinin pozitif veya negatif yönde
olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı dikkat edilmesi gereken unsurlardır.
Doğrusal bir regresyon modelinde bir açıklayıcı değişkenin eğim katsayısı, o
değişkenin değerindeki bir birim değişmeye karşılık bağımlı değişkenin ortalama
değerinde yaratılacak etkiyi ölçmektedir.
146
Ancak, doğrusal olasılık modeli, logit ve probit gibi modeller, bir olayın
gerçekleşme
olasılığı
ile
ilgilendiklerinden
eğim
katsayıları
aynı
şekilde
yorumlanamamaktadır. Bu amaçla, katsayılar standartlaştırılarak marjinal etkilere
dönüştürülmüştür.
Williams
(2008)
yöntemi
kullanılarak
marjinal
etkiler
hesaplanmıştır.
Tüm değişkenlerin bir bütün olarak ele alındığı model için bakıldığında
anlamlı değişkenlerden yükümlülük dolarizasyonunun kriz çıkma olasılığını yüzde
11 düzeyinde düşürücü etki yapar sonuç vermesi dikkat çekicidir. Bankaların kur
riskini düşürmek amacıyla gelen dolar mevduatları dolar krediye döndürmelerinin
kur riskini geri ödenmeme riskiyle yer değiştirteceğine değinilmişti. Bu etkinin
küçük kaldığı, bankaların bilançolarının aktif ve pasiflerinde kur uyumunu
sağlamalarının öne geçtiği söylenebilir. Bir diğer dikkat çekici değişken de
enflasyondur.
Yüzde 55 gibi önemli bir derecede krize katkısı olduğu görülmektedir.
Beklenildiği gibi bankaların rezervlerini artırarak kendilerini korumaya almaları kriz
olasılığını düşürücü etki yapmaktadır ancak bu etki yüzde 2 gibi düşük bir düzeyde
kalmıştır. Bir diğer anlamlı değişken olan M2 para arzının TCMB rezervlerine oranı
yüzde 19 gibi kriz olasılığını artırıcı etkiye sahiptir. Merkez bankası rezervlerinin
mevcut para arzı içindeki oranının küçülmesi, merkez bankasının müdahale gücünün
görece azalmasıyla kriz olasılığına pozitif katkıda bulunmaktadır.
Dolarizasyonun para politikasının üzerindeki etkisi ve kur sistemleriyle
ilişkisi için görgül çalışmaların sonuçları kesin değildir. Reinhart ve diğerlerine
(2003) göre, dolarizasyonun, genel beklenen kanının aksine, para politikası üzerinde
olumsuz etkisi bulunamamıştır. Ancak, döviz kurunun ekonomiye nüfuzunu
arttırarak dalgalanma korkusunu tetiklemesi daha büyük bir problem yaratmaktadır.
Arteta (2002) ise çalışmasında, döviz kuru rejiminin yükümlülük dolarizasyonuna
etkisini gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ekonomilerinde araştırmıştır. Bulgular
147
yükümlülük dolarizasyonunun mevduat dolarizasyonundan farklı olarak döviz kuru
rejimlerinde değişme göstermediğini ortaya koymaktadır.
Elde edilen sonuçlarda, sadece dolarizasyon verilerinin kriz olasılığına etkisi
ölçüldüğünde her iki değişkenin de anlamlı olmadığı ve modelin açıklama gücünün
de % 1.5 gibi çok düşük düzeyde seyrettiği görülmektedir. Tek başına ele alınan
makro değişkenlerin ise tamamının (enflasyon, faiz değişimi ve GSYİH büyüme
hızı) kriz olasılığı üzerinde anlamlı olması dikkat çekicidir.
Tüm değişkenlerin bir bütün olarak kriz olasılığına etki etmeleri durumunda
modelin açıklama gücü yüzde 72 olmaktadır. Yükümlülük dolarizasyonu değişkeni
yüzde 5 düzeyinde anlamlı hale dönüşürken, makro değişkenlerden enflasyon ve
finansal değişkenlerden banka rezervlerinin banka varlıklarına oranı ile M2 para
arzının merkez bankası rezervlerine oranı değişkenleri model için anlamlı sonuçlar
vermektedir. Elde edilen sonuçlar, Honig (2006) ve Arteta (2003) bulgularıyla
uyumludur, finansal dolarizasyonun finansal kriz olasılıklarına katkısı mevcut
sonuçlar ile desteklenmemektedir.
148
KAYNAKLAR
Adanur Aklan N. ve Nargeleçekenler M. (2010), “Yükümlülük Dolarizasyonu ve
Bilanço Etkisi: Türkiye Üzerine Bir Analiz”, I.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi
No:43. (Ekim 2010).
Alesina, A. ve Barro, R. (2001). Dollarızation, American Economic Review, 91(2).
Antinolfi, G. ve Keister, T. (2006). Discount Window Policy, Banking Crises and
İndeterminacy of Equilibrium, Macroeconomic Dynamics, 10.
Araç, A., Telatar, F. ve TelatarE. (2013). Türkiye Ekonomisinde Para İkamesi Enflasyon İlişkisinin Zamana Bağlı Değişen Yapısı Pamukkale Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14.
Arellano, C. ve Heathcote, J. (2010). Dollarızation and Financial Integration, Journal
of Economic Theory, 145(3).
Arteta, C.O. (2005). Exchange Rate Reğimes and Financial Dollarızation: Does
Flexibility Reduce Bank Currency Mismatches?, Topics in Macroeconomics, 5(1),
Makale No. 10.
Athanasoglou, P.P., Brissimis, S.N. ve Delis, M.D. (2008). Bank-Specific, İndustrySpecific and Macroeconomic Determinants of Bank Profitability, Journal of
International Financial Markets, Institutions and Money, 18.
Aysun, U. ve Honig, A. (2011). Bankruptcy Costs, Liability Dollarızation, and
Vulnerability to Sudden Stops”, Journal of Development Economics, 95.
Basso, H.S., Calvo-Gonzalez, O. ve Jurgilas, M. (2007). Financial Dollarızation:
TheRrole of Banks and Interest Rates”, ECB Working Paper 748.
149
Beckerman, P. ve Solimano, A. (2002). Crisis and Dollarızation in Ecuador:
Stability, Growth and Social Equity”, Washington, D.C.: World Bank.
Brown, M. ve Haas, R.D. (2010). Foreign Currency Lending in Emerging Europe:
Bank-Level Evidence, Working Papers No. 122, European Bank for Reconstruction
and Development.
Burger, J. ve Warnock, F. (2006). Local Currency Bond Markets, NBER Working
Paper No. 12552.
Caballero, R. ve Krishnamuthy, A. (2003). “Excessive Dollar Debt: Underinsurance
and Domestic Financial Underdevelopment, Journal of Finance, 58(2), 867–893.
Cabral, R. (2010). “Why Dollarızation Didn’t Succeed: Comparing Credibility and
The İmpact of Real Shocks on Small Open Economies”, North American Journal of
Economics and Finance, 21.
Calvo, G.A. ve Vegh, C.A. (1992). Currency Substitution in Developing Countries –
An Introduction, IMF Working Paper No. 40.
Calvo,
G.
A.
(1999).
On
Dollarızation,
http://www.econ.yale.edu/alumni/reunion99/calvo1.htm, Erişim Tarihi: 13.05.2015.
Calvo, G.A. (2001). “Capital Markets and Theexchange Rate with Special Reference
to The Dollarızation Debate in Latin America”, Journal of Money,Credit, and
Banking, 33(2).
Calvo, G. A.(2002). On Dollarızation, Economics of Transition, 10(2).
Calvo, G.A. ve Reinhart, C.M. (2002). Fear of Floating, The Quarterly Journal of
Economics, 117(2).
150
Canto, V. (1985). Monetary Policy, Dollarızation and Parallel Market Exchange
Rates: The Case of the Dominican Republic, Journal of International Money and
Finance, 4.
Castillo, S. (2006). Dollarızation and Macroeconomic Stability in Latin America,
Oshkosh Scholar, 1.
Catao, L. ve Terrones, M. (2000). Determinants of Dollarızation – The Banking Side,
IMF Working Paper 146.
Cespedes, L.F., Chang, R. ve Velasco, A. (2000). Balance Sheets and Exchange Rate
Policy, NBER Working Paper Series, vol. 7840.
Chang, R. ve Velasco, A. (2000). Financialfragility and The Exchange Rate Reğime,
Journal of Economic Theory, 92(1).
Chang, R. ve Velasco, A. (2001). Monetary Policy in A Dollarızed Economy Where
Balance Sheets Matter”, Journal of Development Economics, 66.
Çetin, A. (2004). Enflasyon, Döviz Kuru Belirsizliği ve Dolarizasyon Arasındaki
Nedensellik İlişkisi: Türkiye Örneği. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, 118.
De Nicolo, G., Honohan, P. ve Ize, A. (2005). Dollarızation of The Banking System:
Causes and Consequences, Journal of Banking and Finance, 29.
Domaç, I. ve Oskooee, B.M. (2002). On The Link Between Dollarızation and
Inflation: Evidence from Turkey, TCMB tartışma tebliği.
Edwards, S.A. ve Magenzo, I. (2001). Dollarızation, Inflation and Growth, NBER
Working Paper No. 8671.
Eichengreen, B. ve Hausmann, R. (1999). Exchange Rates and Financial Fragility,
NBER Working Paper No. 7418.
151
Eichengreen, B., Hausmann, R. ve Panizza, U. (2002). Original Sin: The Pain, the
Mystery and the Road to Redemption, Döviz ve Vade Uyumu Konferansı, tebliğ,
Inter-American Development Bank, Washington, D.C.
Engineer, M. (2000). Currency Transactions Costs and Competing Fiat Currencies,
Journal of International Economics, 52(1).
Feige, E. (1997). Revised Estimates of the Size of the U.S. Underground Economy:
Implications of U.S. Currency Held Abroad, Lippert O. ve Walker M. (ed.), The
Underground Economy, Fraser Institute, Vancouver, Kanada, 255.
Feige, E. (2002). The Dynamics of Currency Substitution, Asset Substitution and De
facto Dollarızation and Euroization in Transition Countries, 8. Dubrovnik
Gelişmekte Olan Ülkelerde Para Politikası ve Döviz İkamesi Konferansı tebliği, 36.
Feige, E., Faulend, M., Sonje, V. ve Sosic, V. (2000). Currency Substitution,
Unofficial Dollarızation and Estimates of Foreign Currency Held Abroad: The Case
of Croatia, 6. Dubrovnik Ekonomik Konferansı tebliğ.
Fischer, S. (2001). Distinguished lecture on economics in government: exchange rate
reğimes: Is the bipolar view correct?, Journal of Economic Perspective, 15(2).
Frankel, J. ve Rose, A. (2002). An Estimate of the Effect of Common Currencies
Unions on Trade and Income, Quarterly Journal of Economics, 117.
Gale, D.veVives, X. (2002). Dollarızation,Bailouts, and The Stability of The
Banking System, Quarterly Journal of Economics, 117(2).
Galındo, A. ve Leiderman, L. (2005). Living with Dollarızation and the Route to
Dedollarization, Inter-American Development Bank, Research Department Working
Paper No. 526.
152
Goldstein, M. (1999). Safeguarding Prosperity in a Global Financial System: The
Future International Financial Architecture Report of an Independent Task Force,
Washington, DC: Institute for International Economics for the Council on Foreign
Relations, 48.
Goldstein, M. ve Turner, P. (2004). Controlling Currency Mismatches in Emerging
Markets, Peterson Institute, Washington, DC, 146.
Granger, C.W.J. (1980). Long Memory Relationships and the Aggregation of
Dynamic Models, Journal of Econometrics, 14(2).
Guidotti, P.E. ve Rodríguez, C.A. (1992). Dollarızation in Latin America: Gresham’s
Law in Reverse?, IMF Staff Papers, 39(3).
Guiso, L., Sapienza, P. ve Zingales, L. (2004). The Role of Social Capital in
Financial Development, American Economic Review, 94(3).
Guiso, L., Sapienza, P. ve Zingales, L. (2008). Trusting the Stock Market, The
Journal of Finance, 63(6).
Gulde, A.,Hoelscher, D., Ize, A., Marston, D. ve De Nicolo, G. (2004). Financial
Stability in Dollarızed Economies, International Monetary FundOccasional Paper
No. 230.
Hausmann, R., Gavin, M., Pages-Serra, C. ve Estein, E. (1999). Financial Turmoil
and the Choice of Exchange Rate Reğime, Inter-American Development Bank,
Mimeo.
Honig, A. (2009). Dollarızation, Exchange Rate Reğimes and Government Quality,
Journal of International Money and Finance, 28(2).
Honohan, P. ve Shi, A. (2002). Deposit Dollarızation andtThe Financial Sector in
Emerging Economies, World Bank Policy Research Working Paper No. 2748.
153
Ize, A. ve Levy-Yeyati, E. (2003). Financial Dollarızation, Journal of International
Economics, 59.
Jacome, L. (2004). The Late 1990s Financial Crisis İnecuador: Institutional
Weaknesses, Fiscal Rigidities, and Financial Dollarızation at Work, International
MonetaryFund Working Paper WP/04/12.
Jeanne, O. (2003). Why Do Emerging Economies Borrow in Foreign Currency,
CEPR Discussion Papers No. 4030.
Klein, M.W. (2005). Dollarızation and Trade, Journal of International Money and
Finance, 24, 935-943.
Kutan, A.M., Özsöz, E. ve Rengifo, E.W. (2012). Cross-sectional Determinants of
Bank Performance Under Deposit Dollarızation in Emerging Markets, Emerging
Markets Review, 13(4).
Levine, R. (1997). “Financial development and economic growth”, Journal of
Economic Literature, 35.
Levy-Yeyati, E. ve Sturzenegger, F. (2005). Classifying Exchange Rate Reğimes:
Deeds and Words, European Economic Review, 49(6).
Levy-Yeyati, E. (2006). Financial Dollarızation: Evaluating the Consequences,
Economic Policy, 21(45).
Lin, S. ve Ye, H. (2010). Dollarızation Does Promote Trade, Journal of International
Money and Finance, 29(6).
Machicado, C.G. (2008). “Liquidity Shocks and The Dollarızation of a Banking
System”, Journal of Macroeconomics, 30(1).
154
McKinnon, R. ve Pill, H. (1999). Exchange Rate Reğimes for Emerging Markets,
International Overborrowing and Moral Hazard, Oxford Review of Economic Policy,
15.
Metin-Özcan, K. ve Us, V. (2007). Dedollarization in Turkey after Decades of
Dollarızation: A Myth or Reality, Physica A, 385(1).
Minda, A. (2005). Official dollarization: A last resort solution to financial stability in
Latin America?, Groupment de Recherches Economiques et Sociales Working Paper
No. 2.
Mishkin,
F.
(1997).
Understanding
Financial
Crises:
A
Developing
CountryPerspective, NBER Working Paper Series No. 5600.
Moreno-Villalaz, J.L. (1999). Lessons From Themonetary Experience of Panama: A
Dollar Economy With Financial Integration”, Cato Journal18(30).
Mudd, S. ve Valev, N. (2009). Once Bitten, Twice Shy: Expereinces of a Banking
Crisis and Expectations of Future Crises, William Davidson Institute Working Paper
No. 969.
Neanidış, K.C. ve Savva, C.S. (2009). Financial Dollarızation: Short-Run
Determinants in Transition Economies, Journal of Banking and Finance, 33, 18601873.
Neanidış, K.C. (2010). Financial Dollarızation and European Union Membership,
International Finance, 13(2).
Neanidış, K.C. ve Savva, C.S. (2013). Institutions and Financial Dollarızation:
Indirect Effects Based on a Policy Experiment, CGBCR Discussion Paper Series No.
186.
155
Neumann, M.J.M. ve Von Hagen, J. (2002). Does Inflation Targeting Matter?,
Federal Bank of St. Louis Review.
Oomes, N. (2003). Network Externalities and Dollarızation Hysteresis: The Case of
Russia, IMF Working Paper No. 96.
Oomes, N. ve Ohnsorge, F. (2005). Money Demand and Inflation in Dollarızed
Economies: The Case of Russia, IMF Working Paper No. 05/144.
Osili, U.O. ve Paulson, A.L. (2008). Bank Crises and Investor Confidence, FRB of
Chicago Working Paper No. 2008-17.
Özen,
T.
(2012).
Finansman
Maliyetinin
Tümü
Gider
Yazılamayacak,
http://www.muhasebetr.com/yazarlarımiz/turgay/027/, Erişim Tarihi:12.03.2015.
Persson, T. (2001). Currency Unions and Trade: How Large is the Treatment Effect?
Economic Policy: A European Forum, 33.
Poloz, S.S. (1986). Currency Substitution and the Precautionary Demand for Money,
Journal of International Money and Finance, 5(1).
Quispe-Agnoli, M. ve Whisler, E. (2006). Official Dollarızationand the Banking
Systemin Ecuador and El Salvador, Economic Review.
Ramirez-Rojas, C.L. (1985). Currency Substitution in Argentina, Mexico and
Uruguay, IMF Staff Papers, 32.
Reinhart, C. ve Rogoff, K. (2004). The Modern History of Exchange Rate
Arrangements: A Reinterpretation?, Quarterly Journal of Economics, 119(1).
Rengifo, E.W., Court, E.J. ve Ozsoz, E. (2010). Deposit Dollarızation and Its Impact
On Financial Deepening in the Developing World, Fordham University Department
of Economics Discussion Paper No. 2010-08.
156
Rennhack, R. ve Nozaki, M. (2006). Financial Dollarızation in Latin America, IMF
Working Paper No. 06/7.
Sargent, T. (2001). “Comment on Fiscal Consequences for Mexico of Adopting the
Dollar”, Journal of Money, Credit, Banking, 33.
Savastano, M. (1996). Dollarızation in Latin America: Recent Evidence and Some
Policy Issues, IMF Working Paper No. 96/4.
Serdengeçti, S. (2005). Dolarizasyon / Ters Dolarizasyon, TCMB Konuşması, 3
Ekim 2005.
Shi, K. ve Xu, J. (2010). Twin Dollarızation and Exchange Rate Policy, Journal of
International Economics, 81(1).
Stix, H. (2013). Why Do People Save in Cash? Distrust, Memories of Banking
Crises, Weak Institutions and Dollarızation, Journal of Banking & Finance, 37(11),
4087-4106.
Structural Adjustment Participatory Review International Network (SAPRIN). 2001.
The Liberalization of the Financial System in El Salvador: Executive Summary,
http://www.saprin.org/elsalvador/research/els_sum_financial_sys.pdf, Erişim tarihi:
11.06.2015.
Swiston, A. (2011). Official Dollarızation as a Monetary Reğime:Its Effects on El
Salvador, International Monetary Fund, Working Paper WP/11/129.
Tobin, J. (1980). The Short-Run Macroeconomics of Floating Exchange Rates: An
Exposition, Tobin J. ve Braga de Macedo J. (ed.), Flexible Exchange Rates and the
Balance of Payments, NorthHolland.
Towers, M. ve Borzutzky, S. (2004). The Socio Economic Implications of
Dollarızation in El Salvador, Latin American Politics and Society, 46(3).
157
Uribe, M. (1997). Hysteresis in a Simple Model of Currency Substitution, Journal of
Monetary Economics, 40.
Vieira, F.A.C., Holland, M. ve Resende, M.F. (2012). Financial Dollarızation and
Systemic Risks: New Empirical Evidence, Journal of International Money and
Finance, 31.
Winkelried, D. ve Castillo, P. (2010). Dollarızation Persistence and Individual
Heterogeneity, Journal of International Money and Finance, 29(8).
Yıldırım, J. (2003). Currency Substitution and the Demand for Money in Five
European Countries, Journal of Applied Economics.
Zeybek, H. (2014). Dolarizasyon ve Finansman Maliyeti, İşletme ve İktisat
Çalışmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 2.
158
ÖZGEÇMİŞ (CURRICULUM VITAE)
•
•
•
•
Doğum Tarihi 07.07.1966
Adres
ŞUBESİ
•
HALK BANKASI KARTAL
Kartal İSTANBUL
Uyruk
Türk
Medeni DurumEvli-2 Çocuklu
Halk BankasıMüfettiş/Bölge Müdürü/Şube
Müdürü
1992 - Devam Ediyor
Pendik, Bayrampaşa, Maslak Ticari, Karaköy,
Kadıköy Şube Müdürlüğü, İzmir Bölge Müdür
Yardımcısı ve Adana Bölge Müdürü ile Edirne
Şube Müdürü görevlerinde bulunulmuştur.
•
Yüksek Lisans Okan Üniversitesi Bankacılık
• LisansAnkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi - Kamu
Yönetimi
• Yabancı Dil
Fransızca - Orta
Ankara Fransız Kültür Merkezi
İngilizce - İyi
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi
TOEFL Score: 96
•
•
•
•
Risk Yönetimi Ve Basel IIHalkbank
Genel PazarlamaBankers Challenge
Aktif Pasif/Risk YönetimiHalkbank
Kurum İçi Çok Sayıda EğitimHalkbank
TABA-Türk Amerikan İş Adamları Derneği Finans
ve Yatırım Komitesi Üyesi
İSMMMO Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Belgesi
FENERBAHÇE SK Kongre Üyesi
DENETDE - Devlet Denetim Elemanları Derneği
•
•
Altın Yatırımı, Bankacılığı ve Kredileri Siyahinci Yayınevi
Dolarizasyon ve Finansman Maliyeti Makalesi İşletme ve İktisat Çalışmaları Dergisi
159
Download