haftaya bakış - Erdoğan Toprak

advertisement
HAFTAYA BAKIŞ
15 MAYIS 2014
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ
HAFTAYA BAKIŞ – 15 MAYIS 2014
TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ
ANA BAŞLIKLAR
UKRAYNA’NIN BÖLÜNMESİ YÖNÜNDE EN SOMUT ADIM 11 MAYIS’TA
AB’NİN VE RUSYA’NIN KARŞI ÇIKMASINA RAĞMEN DOĞU İLLERİNDE
YAPILAN HALKOYLAMASI İLE ATILDI. OYLAMA SONUCUNDA
AYRILIKÇILAR RUSYA’YA İLHAK ÇAĞRISINDA BULUNDU.
UKRAYNA’DAKİ İÇ SAVAŞTA, DIŞ GÜÇLERİN DE VARLIĞI ARTIK DAHA
CİDDİ BİÇİMDE DİLE GETİRİLİYOR. ABD’NİN IRAK’TA YAPTIĞINA BENZER
ŞEKİLDE, UKRAYNA’DA DA PARALI ÖZEL BİRLİKLERİ ÇATIŞMAYA
SOKTUĞU, ŞU ANA KADAR ABD’Lİ BAZI AJAN VE ASKERLERİN
ÇATIŞMALARDA ÖLÜ ELE GEÇİRİLDİĞİ BELİRTİLİYOR.
UKRAYNA İLE EŞ ZAMANLI OLARAK, MOLDOVA’NIN DA KARIŞMASI,
TRANSDİNYESTER BÖLGESİNİN RUSYA’YA BAĞLANMA GİRİŞİMİ,
UKRAYNA HATTININ KAPANMASI DURUMUNDA, RUSYA’NIN BATIYA
PETROL VE DOĞAL GAZ İHRACINI BU BÖLGE ÜZERİNDEN YAPMASINA
OLANAK SAĞLAYACAK VE YENİ BİR YOL AÇACAK.
ABD’NİN BASKISIYLA AB, RUSYA’YA YÖNELİK YAPTIRIMLARI GENİŞLETME
YOLUNA GİDERKEN, ALMANYA EKONOMİK VE SİYASİ OLARAK KENDİSİNİ
OLUMSUZ ETKİLEYECEK SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE ÖNCÜ OLMAK İSTİYOR.
ALMANYA DIŞİŞLERİ BAKANI BU AMAÇLA KİŞİSEL İNİSİYATİF ALARAK
DEVREYE GİRMİŞ BULUNUYOR.
TÜRKİYE YANI BAŞINDAKİ BU SORUNLARI UZAKTAN SEYREDERKEN,
ATILAN ADIMLAR VE YAPILAN AÇIKLAMALAR AKSİNE ABD VE AB İLE
TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ DE ZEDELİYOR. FREEDOM HOUSE RAPORU VE MİT
YASASIYLA ORTAYA ÇIKAN ATMOSFER ABD YÖNETİMİNİN SERT TEPKİ VE
ELEŞTİRİLERİNE NEDEN OLDU.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
1
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN (AİHM), KIBRIS BARIŞ
HAREKATIYLA İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ 90 MİLYON EUROLUK TAZMİNAT
KARARI, KIBRIS’TA YENİ BAŞLAYAN BARIŞ MÜZAKERELERİ SÜRECİNİ
SEKTEYE UĞRATACAK NİTELİKTEDİR. BENZER TALEPLERLE AÇILMIŞ ÜÇ
DAVANIN DAHA AYNI ŞEKİLDE SONUÇLANMASI ÇÖZÜMÜ İYİCE
ZORLAŞTIRACAKTIR.
AKP YÖNETİMİ YARGIDA VE YARGI KURUMLARINDA ATTIĞI ADIMLARI
YETERLİ BULMAMIŞ OLACAK Kİ, YARGIYI TÜMÜYLE DENETİMİNE ALMAK
İÇİN YENİ ADIMLAR ATMAYA HAZIRLANIYOR. YARGI REFORMU ADIYLA
GÜNDEME GETİRİLECEĞİ AÇIKLANAN YARGITAY YASASI DEĞİŞİKLİĞİNİ
DE BU KAPSAMDA GÖRMEK GEREKİR.
ARTIK ÜLKEMİZDE OLANLAR KARŞISINDA TOPLUMSAL, ULUSAL VE
SİYASAL DUYARSIZLIK, ÜLKENİN GÖTÜRÜLMEK İSTENDİĞİ SÜREÇLE İLGİLİ
KAYGISIZLIK ÖYLE BİR NOKTAYA GELDİ Kİ, SORGULAMAYAN,
İLGİLENMEYEN BİR ÜLKE DURUMUNA DOĞRU GİDİYORUZ.
BAŞBAKAN’IN YENİ TÜRKİYE’SİNDE BİR BAŞKA ADIMIN “CADI AVI”
OLACAĞI BAŞBAKANIN, AFYONKARAHİSAR KONUŞMASIYLA TESCİL
EDİLMİŞTİR.
YARGI KURUMLARININ ETKİSİZLEŞTİRİLMESİ YÖNÜNDE ATILAN
ADIMLARIN GERÇEK AMACININ BAŞLATILACAK BU CADI AVI’NDAN ÖNCE
ENGELLERİN BERTARAF EDİLMESİ İÇİN OLDUĞU ANLAŞILMAKTADIR.
BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANINI “EDEPSİZLİKLE” İTHAM EDEN, DAHA
SONRA DA BUNLAR “DEVLET PROTOKOLÜ NEDİR BİLMİYOR” DİYEN
BAŞBAKAN, KENDİSİ ÇOK EDEPLİ Mİ DAVRANDI?
 KENDİSİ PROTOKOLE UYDU MU? ASIL SORULMASI GEREKEN SORU
BUDUR.
ÖNCEKİ GÜN SOMA’DA ÖZELLEŞTİRİLEN BİR MADEN OCAĞINDA YER
ALTINDA MEYDANA GELEN TRAFO PATLAMASINDA, 245 İŞÇİMİZ
YAŞAMINI YİTİRDİ.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
2
HÜKÜMET “ŞEHİT MADENCİ” SAVUNMASI YAPIYOR. İŞ SAĞLIĞI, İŞ
GÜVENLİĞİ SİSTEMİNİ DE ÖZELLEŞTİRENLER, PARAYLA RAPOR
SATTIRANLAR BU VEBALİN ALTINDAN KALKAMAZ. GEÇEN YIL GÜNDE
ORTALAMA 4 İŞÇİ OLMAK ÜZERE 1235 İŞÇİ YAŞAMINI YİTİRDİ.
 BUNUN ADI “İŞ KAZASI” DEĞİLDİR!
SÜREKLİ OLARAK NEREDEN GELDİĞİNİ SORDUĞUMUZ ANCAK NE
HÜKÜMETİN NE DE İLGİLİ KURUMLARIN YANIT VERMEDİKLERİ KAYNAĞI
BELİRSİZ DÖVİZ GİRİŞLERİ ARTARAK DEVAM EDİYOR!
TÜRKİYE CARİ AÇIĞININ YÜZDE 15’İNİ TEK BAŞINA KAPATMAKLA
ÖVÜNEN RIZA SARRAF’IN AÇIKLAMALARINDAN SONRA BU DÖVİZ
GİRİŞLERİ EKONOMİ AÇISINDAN DAHA ANLAMLI VE SORGULANMASI
GEREKEN BİR DURUMU YANSITIYOR.
ABD İLE AB ARASINDA YÜRÜTÜLEN TRANSATLANTİK SERBEST TİCARET
BÖLGESİ ANLAŞMASININ (STA) ARDINDAN AB-JAPONYA STA’SININ DA
2015’TE TAMAMLANACAĞI AÇIKLANDI. TÜRKİYE EKONOMİSİ AÇISINDAN
CİDDİ BİR KAYIP VE DARBENİN HAYATA GEÇİRİLMESİ SÖZ KONUSUDUR.
UKRAYNA’DAKİ GELİŞMELER VE RUSYA’NIN KRİZ NEDENİYLE G-8’DEN
DIŞLANMASI BRICS ÜLKELERİNİN KONUMUNU DAHA ÖNEMLİ BİR
NOKTAYA GETİRDİ. BRICS YENİDEN YAPILANMA VE ABD-AB’YE KARŞI
ALTERNATİF EKONOMİK GÜÇ OLMA ARAYIŞINDA.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
3
HAFTAYA BAKIŞ – 15 MAYIS 2014
TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ
DETAYLAR
UKRAYNA’NIN BÖLÜNMESİ YÖNÜNDE EN SOMUT ADIM 11 MAYIS’TA
AB’NİN VE RUSYA’NIN KARŞI ÇIKMASINA RAĞMEN DOĞU İLLERİNDE
YAPILAN HALKOYLAMASI İLE ATILDI. OYLAMA SONUCUNDA
AYRILIKÇILAR RUSYA’YA İLHAK ÇAĞRISINDA BULUNDU.
 Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçılar, Donetsk ve
Lugansk bölgelerinde 11 Mayıs pazar günü düzenlenen ve
uluslararası alanda tartışmalı referandumun ardından, Rusya
Federasyonu’na katılmak istediklerini açıkladı.
Aylardır Ukrayna’daki batı yanlısı gösterilerin giderek ülkenin
bölünmesiyle sonuçlanacağı yönünde değerlendirmeleri sıkça dile
getirdim.
Pazar günü yapılan referandum her ne kadar AB, ABD, BM tarafından
tanınmasa ve Rusya Devlet Başkanı Putin halkın kararına saygılı olduklarını
ancak oylamanın ertelenmesini istese de ayrılıkçılar hiç kimseyi dinlemedi
ve Ukrayna ordusuna rağmen halkoylaması yapıldı.
Donetsk ve Lugansk bölgelerinde, Rusya yanlısı ayrılıkçıların düzenlediği
bu referandumun ardından gerginlik daha da artarak devam ediyor.
Referandumlardan sonra ayrılıkçılar Demokratik Halk Cumhuriyeti ilan
ettiklerini ve Rusya’nın ilhak çağrılarını kabul etmesini beklediklerini
açıkladılar. Ayrılıkçıların liderleri, Denis Puşilin ve Roman Liagin, bölgenin
Rusya Federasyonu'na katılmasını düşünmesi için Moskova'ya çağrıda
bulunurken bunun ‘muhtemelen uygun bir adım olacağını' söylüyorlar.
Referandum'a katılımın yüzde 75 oranında olduğu ve oyların yüzde
89'unun bağımsızlık yönünde çıktığı açıklandı.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
4
Rusya Devlet Başkanlığı tartışmalı referandumun sonuçlarının halkın
iradesinin tezahürü olduğu ve saygıyla karşılandığını duyurdu.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Donetsk ve Lugansk bölgelerinde
yapılan referandumun sonuçlarının Kiev yönetimi ile diyalog halinde, güç
ve şiddete başvurulmadan uygulanması gerektiğini söylüyor ve “Ümit
ediyorum ki referandumun sonuçlarının uygulanması sivil şekilde
gerçekleşir ve Donetsk ve Lugansk yetkilileri Kiev yönetimi ile diyaloğa
girer. AGİT bu konuda destek olursa alkışlarız" diyor.
Pazartesi günü iki bölgede de "Ukrayna'dan bağımsızlık" kararı tüm
dünyaya ilan edildi. İki bölge için de "halk cumhuriyeti" sıfatı kullanıldı ve
iki bölgenin de Kiev'den koptukları deklare edildi.
İki ayrılıkçı yönetim de, bu kararı ilan ettikten hemen sonra Rusya'dan
bağımsızlıklarını tanıma talebinde bulundular.
Ukrayna’yı yeni ve daha "içinden çıkılmaz" bir hale getirmesinden
korkulan referandumların gerçekleşmesiyle sorun giderek daha geri
dönülmez bir noktaya doğru hızla ilerliyor.
Ayrılıkçılar Ukrayna’daki ayrılma yönünde yapılan bu referandumun
ardından ikinci aşamanın ise “Rusya’ya katılma referandumu” olacağını
belirtiyorlar ve şimdiden bunun hazırlıklarına başlamış durumdalar.
Ukrayna'da 25 Mayıs'ta yapılacağı açıklanan devlet başkanlığı seçiminin
öncesinde bu yaşananlar seçimlerin yapılıp yapılamayacağını nispeten
belirsiz hale getirirken, Doğu Ukrayna’da seçimlerin boykot edilmesi ve
sandığa gidilmemesi eğilimi de ön plana çıkıyor.
Mevcut Kiev yönetimi, seçimi biran evvel yapmak için çabalarken, hem
Rusya, hem de Rusya yanlısı Doğu Ukrayna'daki kesim, seçimlerin
sonbahara ertelenmesi, öncesinde anayasada değişiklik yapılarak
Ukrayna’nın federal bir yapıya geçmesinde ısrar ediyor.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
5
Ukrayna'nın doğusundaki iki bölgede Rusya yanlılarının yaptığı "özerklik"
referandumu, Kiev Hükümeti ve Batılı ülkelerce yasa dışı olarak
nitelendiriliyor.
Bir diğer ayrılıkçı bölge olan ve isyancıların elinde bulunan Sloviyansk
kentinde de çatışmalar giderek şiddetleniyor. Sürekli ölüm haberleri
geliyor. Şehir Ukrayna ordusu tarafından kuşatılmış durumda.
 Ukrayna Hükümeti ise şehirde "terörle mücadele" operasyonu
yürütüldüğünü savunuyor.
Referandumda, oy verenlere, oy pusulasında sadece "Donetsk Halk
Cumhuriyeti'nin/Lugansk Halk Cumhuriyeti'nin özerkliğini destekliyor
musunuz?" diye soruldu.
Yukarıda da belirttiğim gibi oylamaya katılanların yüzde 90’a yakını
Ukrayna’dan ayrılık yönünde “EVET” oyu verdiler.
Şimdi Kiev yönetimi ve batılı ülkeler, ne kadar tanımadıklarını söyleseler
de bu bölgelerde yaşayan halkın ortaya çıkan bir iradesi ve tercihi var; O
da Ukrayna’dan ayrılmak, Rusya ile birleşmek.
 Bu sürecin hayata geçmesi, demek, ülkede iç savaşın daha da
büyümesi, demek. Rusya ve diğer uluslararası güçlerin devreye
girmesi, demek!
 Hatta giderek savaşın bölgesel hale gelmesi, Doğu Avrupa,
Karadeniz, Kafkaslara kadar yayılması, demek!
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
6
UKRAYNA’DAKİ İÇ SAVAŞTA, DIŞ GÜÇLERİN DE VARLIĞI ARTIK DAHA
CİDDİ BİÇİMDE DİLE GETİRİLİYOR. ABD’NİN IRAK’TA YAPTIĞINA BENZER
ŞEKİLDE, UKRAYNA’DA DA PARALI ÖZEL BİRLİKLERİ ÇATIŞMAYA
SOKTUĞU, ŞU ANA KADAR ABD’Lİ BAZI AJAN VE ASKERLERİN
ÇATIŞMALARDA ÖLÜ ELE GEÇİRİLDİĞİ BELİRTİLİYOR.
Özellikle Avrupa ve Almanya medyasında yer alan haberler, Alman
İstihbarat servisine dayandırılan bazı bilgiler, ABD’nin Ukrayna’da özel
paralı askerler eliyle doğrudan çatışmaların içinde olduğunu gösteriyor.
ABD'de dünyanın en büyük özel güvenlik şirketi olarak bilinen Academi'nin
paralı profesyonel askerlerini Ukrayna'nın doğusundaki operasyonlara
gönderdiği haberleri Alman medyasında yer aldı. Bild am Sonntag
Gazetesi’ndeki iddialara göre, kim tarafından görevlendirildiği bilinmeyen
Academi'nin gönderdiği ağır silahlı askerler, ülkenin doğusundaki
çatışmalarda, Ukrayna yanlısı milis güçlerine destek veriyor ve bu güçlere
liderlik yapıyor, eğitim veriyor.
Dünyanın en büyük özel güvenlik şirketi Academi'nin elemanları, para
karşılığında, dünyada meydana gelen çatışmalara katılan eski askerler. Irak
ve Afganistan’daki askeri operasyonlara da katıldılar. Şirketin adı o
dönemde Blackwater’di. Irak yetkilileri, paralı askerlerin 17 sivili kurşuna
dizmesinin ardından, Amerikan mahkemesinde şirkete dava açmıştı.
O dönemde açılan davalar, Blackwater şirketinin suçlu bulunmasıyla
sonuçlandı. Şirkette bu dava ardından ismini değiştirdi ve Academi oldu.
Academi şirketinin paralı askerleri, şu anda Ukrayna’nın güneydoğu
bölgesinde Rusya yanlısı ayrılıkçılara karşı operasyon yürütüyorlar.
Ukrayna’daki Academi operasyonunun arkasında kimin bulunduğu soruları
tartışılıyor ancak, CIA Başkanının 15 gün önce Kiev’i ziyaret ettiği ve bu
konudaki iddialar karşısında ziyaretini açıklamak zorunda kalmasının
sonrasında, bu operasyonun arkasında ABD Dışişleri Bakanlığı veya CIA’nın
olduğu kanaati güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
7
Rusya Dışişleri Bakanlığı, Nisan ayında Ukrayna’nın Güneydoğusunda
yürütülen operasyona, yaklaşık 150 Amerikan Asker’inin katıldığını
açıklamıştı. O zaman söz konusu olan şirkette Blackwater temelinde
kurulmuş olan ve sonra ayrı bir kurum statüsüne kavuşturulan
Greystone’du.
Ayrılıkçıların ele geçirdiği, Academi, Greystone mensubu ABD’li paralı
askerler bir anlamda ABD’yi de Ukrayna’daki çatışmaların tarafı haline
getiriyor. Şayet bu kişiler, ABD yönetiminin bilgisi dışında bu çatışmalara
katılıyorsa, bu da ayrıca bir uluslararası diplomatik ve hukuki sorunlar
yaratacak gelişmedir.
Paralı ABD askerleri, ABD hükümetini bilgisi dahilinde bu çatışmalarda yer
alıyorsa o zaman durumun boyutları çok daha farklı yerlere uzanacaktır.
Şimdi ayrılıkçılar Ukrayna’nın doğusunda ABD’li paralı askerlerin peşine
düştüler. Bunların yakalanması ya da esir alması halinde, Rusya’nın eline
çok önemli bir uluslararası koz geçmiş olacak. O zaman Amerika’nın
çatışmanın tarafı olduğu resmen kanıtlanacak.
AB’nin Ukrayna’nın güneydoğusunda Amerikan paralı askerlerinin
bulunmasından haberdar olduğu bilgileri de yukarıda değindiğim gibi
Alman medyasında yer aldı.
Almanya Federal İstihbarat Servisi’nin 29 Nisan’da Almanya hükümetini ve
Başbakan Angela Merkel’i bu konuda bilgilendirdiği, belirtiliyor.
Ayrılıkçılar, halen çatışmaların devam ettiği Slavyansk kentinde bir askeri
helikopteri düşürdüler ve helikopterden 13 Amerikalının cesedi çıktı. Bu
kişilerin CIA ajanı ve bahsettiğim ABD paralı askerleri olduğu açıklandı.
Ancak ABD hükümeti Ukrayna’dan bu 13 CIA ajanı ve paralı askerin
cesedini almayı reddetti.
Böylece diplomatik anlamda, savaşla irtibatlandırılmayı engellemeye
çalıştı.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
8
Bu arada, Academi’nin paralı askerleri istihdam eden bir Amerikan şirketi
olmasına karşın, sadece Amerikalıları değil, yüksek ücretlerle dünyanın
çeşitli ülkelerinden ordudan ayrılmış eski askerleri, gönüllüleri de istihdam
ediyor. Dolayısıyla Ukrayna’da çatışmalara katılan Academi mensupları
arasında, Ukraynalılar da dahil, dünyanın çeşitli ülkelerinden, eğitimli
Academi mensupları ve ağır silahlı elemanlarının da bulunduğu
kaydediliyor.
Bu durum ise Ukrayna’daki savaşı daha da “kirli” hale getiriyor. Geçen
değerlendirmelerimde, Suriye ve Ukrayna’da peş peşe çıkan iç savaş
koşullarının gerçekte bu ülkelerdeki enerji projeleri, boru hatlarıyla ilintili
olduğunu aktardım.
Rusya’nın batıya giden enerji hatlarının büyük ölçüde Ukrayna üzerinden
geçiyor olması bu çatışmaların perde arkasındaki en büyük etken.
UKRAYNA İLE EŞ ZAMANLI OLARAK, MOLDOVA’NIN DA KARIŞMASI,
TRANSDİNYESTER BÖLGESİNİN RUSYA’YA BAĞLANMA GİRİŞİMİ,
UKRAYNA HATTININ KAPANMASI DURUMUNDA, RUSYA’NIN BATIYA
PETROL VE DOĞAL GAZ İHRACINI BU BÖLGE ÜZERİNDEN YAPMASINA
OLANAK SAĞLAYACAK VE YENİ BİR YOL AÇACAK.
 Rusya Başbakan Yardımcısının uçağına Moldova’nın geçiş izni
vermemesi ve krizin tırmanması da bu yüzden.
Moldova’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden ve Rusya'yla birleşmek
isteyen Transdinyester’e destek için 9 Mayıs Zafer Bayramı kutlamalarında
Rusya’yı temsilen yer almak üzere bu ülkeye giden Rusya Başbakan
Yardımcısı ve Transdinyester Özel Temsilcisi Dimitri Rogozin’in uçağına
Moskova’ya dönüşte, önce Romanya, ardından da Moldova ve Ukrayna
hava sahalarını kapattı. Rogozin’in uçağının geçişine izin vermedi. Bu
gelişme gerilimin tırmanmasına Rusya-Moldova gerginliğinin büyümesine
neden oldu.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
9
Rusya Başbakan Yardımcısı Rogozin, Transdinyester’in başkent
Tiraspol’dan, Moskova’ya özel uçakla gitmek isterken, Romanya hava
sahasını kapatınca iki ülke arasında gerginlik yaşandı. Başbakan Yardımcısı
Rogozin de resmi hesabından çok sert bir twitter mesajı attı ve “ABD’nin
isteği üzerine Romanya, uçağımın hava sahasına girmesine izin vermedi.
Ukrayna da vermedi. Bir dahaki sefere, Tupolev Tu-160 jeti ile uçacağım”
diye yazdı.
Tupolev Tu-160, Rusya'nın sesten hızlı uçan, dünyanın en büyük ve en
gelişmiş savaş uçağı.
Dmitri Rogozin, 8 Mayıs’ta Transdinyester’e uçarken de, Ukrayna’nın hava
sahasını kapatması üzerine, Ukrayna’nın etrafından dolaşmak zorunda
kalmış ve “İyi ki Ukrayna Rusya değil. Yoksa etrafında 20 saat uçmamız
gerekirdi” diye mesaj yollamıştı.
Romanya Dışişleri Bakanlığı ise Rogozin’in bu mesajını protesto ederek,
“Romanya, Avrupa Birliği’nin uyguladığı yaptırımlara saygı duymaktadır.
Rogozin’in geçişine izin verilmedi. Tweetlerinin kabul edilebilir olduğunu
düşünmüyoruz ve resmi açıklama bekliyoruz” açıklamasını yaptı.
Moldova hükümeti, havaalanında eşyalarını aradıkları Rusya Başbakan
Yardımcısı Dmitri Rogozin’in üzerinden, Transdinyester bölgesinden
Moskova’ya hitaben yazılmış ve bağımsızlıklarının tanınması talebini
içeren dilekçeler çıktığını açıkladı.
Moldova Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, gelen bir ihbar
sebebiyle özel uçağı havaalanına indirilerek aranan Rogozin’in üzerinde
bulunan kutularca dilekçeye el konulduğu ve belgelerin inceleneceği
duyuruldu.
Rogozin ise yayınladığı mesajda Moldovalı yetkililerin belgelerin sadece
küçük bir kısmına el koyduklarını ve dilekçelerin çoğunluğunu Moskova’ya
teslim ettiğini belirtti.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
10
Transdinyester’in Rusya ile birleşme talebini içeren ve Transdinyester halkı
tarafından kaleme alınmış onbinlerce dilekçenin Rusya hükümetine
salimen ulaştırıldığını ifade etti.
Rusya Başbakan Yardımcısı uçağının durdurulmasını, ABD ve AB destekli
Moldova’nın Rusya’ya yönelik bir provokasyonu” olarak nitelendirdi ve bu
olayın Rusya-Moldova ilişkileri açısından “ciddi sonuçları” olacağını öne
sürdü.
Bilindiği gibi, 1992’deki iç savaş sonrasında Moldova’dan ayrılan ve
bağımsızlığını ilan eden 555 bin nüfuslu Transdinyester bölgesi, halkı Rusça
konuşan bir bölge.
Transinyester’in bağımsızlığı Rusya tarafından desteklenirken uluslararası
toplum tarafından resmen tanınmıyor. Birleşmiş Milletler ise Moldova ile
Transdinyester arasında Federal bir devlet oluşturulması önerisinde
buluyor. Bu öneriye de Moldova hükümeti yanaşmıyor.
Transdinyester ve Ukrayna’ya bağlı Odessa’nın Rusya’ya bağlanması
durumunda, Rus enerji kaynaklarının Ukrayna’dan geçmeksizin Avrupa’ya
aktarılması olanaklı hale gelecek.
 Bu nedenle Ukrayna’nın ardından Moldova ile Rusya arasındaki
gerginliğin “eş zamanlı olarak tırmandırılmasına” özellikle dikkatinizi
çekmek isterim.
Burada da yine, enerji yollarının kontrol ve denetimi, kanımca, sorununun
tırmandırılmasının, perde arkasındaki gerçek neden…
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
11
ABD’NİN BASKISIYLA AB, RUSYA’YA YÖNELİK YAPTIRIMLARI GENİŞLETME
YOLUNA GİDERKEN, ALMANYA EKONOMİK VE SİYASİ OLARAK KENDİSİNİ
OLUMSUZ ETKİLEYECEK SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE ÖNCÜ OLMAK İSTİYOR.
ALMANYA DIŞİŞLERİ BAKANI BU AMAÇLA KİŞİSEL İNİSİYATİF ALARAK
DEVREYE GİRMİŞ BULUNUYOR.
Avrupa Birliği ülkeleri Ukrayna'da süren krizdeki rolü gerekçesiyle, Rusya
üzerinde uygulanan yaptırımları dün yeniden genişletti. Yaptırım listesine
iki Kırım şirketi ve 13 kişi daha eklendi.
Yaptırım listesine yeni eklenen isimler arasında, Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin'in yardımcılarından Rusya Devlet Başkanlığı 1. Başkan
Yardımcısı Vyacheslav Volodin de var.
AB’nin aldığı yeni yaptırım kararları, seyahat yasağını ve banka
hesaplarının dondurulmasını içeriyor.
AB bakanları ayrıca Rusya ekonomisi üzerinde etkili olabilecek daha geniş
bir yaptırım paketini de tartışıyor, ancak Ukrayna'da 25 Mayıs'ta yapılacak
cumhurbaşkanlığı seçiminden önce yaptırımların daha da sertleştirilmesi
yönünde şu aşamada bir adım daha atılmaması kararı alındı.
AB 25 Mayıs’taki devlet başkanlığı seçimlerinin sonucuna kadar
bahsettiğim yaptırımların uygulanmasını kararlaştırdı.
AB'nin yeni yaptırım kararını protesto eden Rusya ise AB’nin bu kararla
"bir ortak olarak güvenilirliğini sarstığını ve Ukrayna'daki kriz konusunda
objektif olduğu iddialarına şüphe düşürdüğünü" açıkladı.
Yaptırım kapsamına alınan 13 yeni isim arasında bulunan Rus milletvekili
Vladimir Pligin de, AB'yi "Rusya'nın ulusal çıkarlarını koruyan kişileri
cezalandırmakla" suçladı.
Ukrayna'nın doğusundaki Sloviansk'ta kendisini belediye başkanı ilan eden
Vyacheslav Ponomaryov ve Donetsk bölgesindeki ayrılıkçı liderlerden
Roman Lyagin de listeye eklenen 13 kişi arasında.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
12
Avrupa Birliği bakanları, toplantıda, pazar günü Ukrayna'nın doğusundaki
Donetsk ve Lugansk bölgelerinde yapılan "özerklik" referandumunun
sonuçlarını tanımayacaklarını ilan ettiler.
Ukrayna krizinden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen Almanya’da
Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, taraflar arasında arabuluculuk
girişiminde bulunmak üzere dün Kiev'i ve Doğu Ukrayna'yı ziyaret etmek
üzere Ukrayna’ya gitti.
Enerji açısından Rusya’ya en bağımlı AB ülkelerinin başında gelen Almanya
ekonomik açıdan da Rusya ve Ukrayna ile en büyük çaplı ticaret hacmine
sahip ülke konumunda. Ukrayna krizinde Merkel hükümetinin uyguladığı
politika ve diplomatik yaklaşım, ülke içinde de gerek halk arasında,
gerekse parlamentoda sert eleştirilere neden oluyor.
Almanya'da ana muhalefetteki Sol Parti'nin Federal Meclis Grup Başkanı
Gregor Gysi, Ukrayna krizinde Alman hükümetinin tutumunu
parlamentoda çok sert biçimde eleştirdi ve Merkel’i ABD güdümünde
politika izlemekle, Almanya’nın ulusal çıkarlarını gözetmemekle ve bölge
barışını tehlikeye atmakla itham etti.
Gysi, Sol Parti dışındaki Alman siyasi partilerini konuya tek taraflı
yaklaşmakla suçladı. Gysi, Rusya'nın krizdeki sorumluluğunun farkında
olduklarını, ancak AB ve NATO'nun sorumluluğunun da görmezden
gelinemeyeceğini söylüyor.
Almanya'da 1969 – 1974 yılları arasında başbakanlık yapan Sosyal
Demokrat Willy Brandt tarafından gündeme getirilen "Doğu politikası-Ost
Politik"i hatırlatan Gysi, AB ve Almanya'yı, Rusya'ya karşı izledikleri tavrı
gözden geçirmeye çağırırken, "Batı, hâlâ Rusya'nın Avrupa'nın bir parçası
olduğunu kavrayamadı" diye eleştirilerde bulunuyor.
Ana Muhalefet lideri Gysi, hükümetinin izlediği politikaya tepki olarak da
Moskova'ya gitti. Gysi, krizin çözümüne katkı sağlamak istediğini söyledi.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
13
Rusya'da parlamentonun alt kanadı Duma'nın Başkanı Sergey Narışkin ile
görüşeceğini açıklayan Gysi, bir anlamda ülkesinin de onayladığı yaptırım
listesini de “tanımadığını” ilan etmiş oldu. Duma Başkanı Narışkin, ABD ve
AB'nin yaptırım listesindeki isimler arasında bulunuyor.
Tabloya baktığımız zaman AB’nin özellikle de Almanya’nın Ukrayna
konusunda, iç politika açısından pek rahat konumda olmadığını görüyoruz.
Alman hükümetinin Ukrayna politikası ve Rusya ile ilişkilerin mesafeli
konuma gelmesi, iş dünyası tarafından da tepkiyle karşılanıyor.
Ukrayna ve Rusya’da milyarlarca euroluk yatırımı bulunan Alman
sanayicileri ve işadamları, hükümeti bu konuda daha temkinli ve dikkatli
adımlar atmaya çağırıyor.
Almanya'nın ihracatının mart ayında gerilemesi bu konudaki tepkileri daha
da büyüttü endişeleri de arttırdı.
İhracattaki bu düşüş, Ukrayna krizi nedeniyle Alman ekonomi dünyasında
tartışmaları derinleştirdi. Alman Federal İstatistik Kurumu'nun verilerine
göre, ihracat bir önceki aya oranla yüzde 1,8 oranında geriledi. Bu Alman
ekonomisi açısından oldukça ciddi bir oran!
Alman Toptancılar ve Dış Ticaret Birliği Başkanı Anton Börner, kriz
nedeniyle, Rusya ve Ukrayna ile ticari ilişkilerin sendelediğini ifade ediyor.
Kısaca AB ve Almanya uygulamak durumunda kaldıkları Ukrayna
politikasından pek de mutlu değil. Giderek ekonomik ve siyasi faturanın
büyüyeceği kaygısı yaygınlaşıyor.
Diğer yandan NATO içindeki tartışmalarda da Ukrayna krizinin büyümesi
durumunda NATO’nun ne yapacağı tartışılıyor. NATO’nun böyle bir
gelişmeye hazır olmadığı ifade ediliyor. Transdinyester ve Odessa, Lugansk
gibi kentlerin Rusya ile birleşmesi durumunda, NATO ve AB sınırlarının
Rusya tarafından çevrelenmiş olacağı, Baltık bölgesindeki NATO üyesi
ülkelere yönelik bir Rus müdahalesi durumunda NATO’nun bu üyelerin
yardımına gitmekte yetersi kalacağı vurgulanıyor.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
14
Estonya ya da diğer Baltık ülkelerinin Kırım modeli uygulanarak Rusya’ya
ilhakıyla benzer durumda kalınması halinde NATO’nun hazırlıksız
yakalanacağı ifade ediliyor.
Diğer yandan Moldova ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine alınması
durumunda gerilimin ve NATO’nün yükümlülüklerinin artacağı belirtilirken
çözüm olarak gündeme getirilen “NATO’nun bu yeni üye ülkelerde hazır
birlikler konuşlandırılması” seçeneği ise “soğuk savaşı daha da
tırmandıracağı” gerekçesiyle fazla taraftar bulamıyor.
TÜRKİYE YANI BAŞINDAKİ BU SORUNLARI UZAKTAN SEYREDERKEN,
ATILAN ADIMLAR VE YAPILAN AÇIKLAMALAR AKSİNE ABD VE AB İLE
TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ DE ZEDELİYOR. FREEDOM HOUSE RAPORU VE MİT
YASASIYLA ORTAYA ÇIKAN ATMOSFER ABD YÖNETİMİNİN SERT TEPKİ VE
ELEŞTİRİLERİNE NEDEN OLDU.
Geçen hafta açıklanan Freedom House (Özgürlük Evi) Basın Özgürlüğü
raporu hükümeti pek mutlu etmedi. Aksine rapordaki 142 ülkeden tek
tepki gösteren Türkiye oldu. ABD yönetimine bile Edward Sowden ve NSA
dinleme belgelerinin sızdırılması olayı, telefon dinlemelerinin medyada
yeralması karşısında sert eleştiriler yönetilirken, bizim hükümetimiz
Dışişleri Bakanı ve Başbakan aracılığıyla raporu “uluslararası algı
operasyonu” olarak niteleme kolaycılığıyla, kendini aklamaya çalışıyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, 'Freedom House raporuyla,
Türkiye'ye dönük bir algı operasyonu yapılıyor. Buna hepimizin ortak tepki
göstermesi gerekir' sözlerine, ABD hükümetinden gelen yanıtlar bunun
göstergesi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, "İnsanların Türkiye'ye
yönelik algısı, bakışı Youtube'a yapılan engellemenin durdurulması,
Twitter'ın bloke edilmemesi ile değişir. Asıl bu engellemeler, başka
yerlerdeki insanların, Türkiye'de basın özgürlüğü sandığımız kadar da iyi
değilmiş' diye düşünmelerine yol açıyor" açıklamasını yaptı.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
15
Marie Harf, "Washington'da Türkiye'ye yönelik bir algı operasyonu var mı"
sorusunu da "Kesinlikle hayır. Kesinlikle hayır, nokta! Türkiye'de basın
özgürlüğü konusundaki kaygılarımızı, Türk yetkililere de ilettik. Sosyal
medya sitelerinin açılması konusunda bunu yapmayı da sürdüreceğiz" diye
konuşuyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki de, MİT yasasının basına
getireceği kısıtlamalarla ilgili olarak ABD yönetiminin tepkisini dile
getirirken, "Türk hükümetini basın özgürlüğünün koşullarını sağlamasını ve
kamuoyunun kısıtlama olmaksızın bilgiye ulaşımına izin vermesini ısrarla
teşvik etmeye devam ediyoruz. Bağımsız ve kısıtlamaya maruz kalmayan
medya, açık ve demokratik toplumlar için temel unsurdur. Dolayısıyla, bu
saydıklarıma engel teşkil edecek her türlü gayret bizim için endişedir.”
mesajı veriyor.
Şimdi hükümetin yaptıkları ortada, getirdiği yasaklar, kısıtlamalar ortada.
Gelen eleştiriler ve uyarılar ortada.
Diğer yandan da hükümetin savunması ve bunlar “algı operasyonu”
diyerek suçluluk telaşıyla geçiştirmeye çalışma tavrı ortada.
 Başbakan hâlâ, dünyanın en özgür medyasının Türkiye’de olduğunu
savunarak, gerçek dışı beyanlarda bulunuyor, kendisini ve toplumu
kandırdığını sanıyor. Gazetecilere açtığı davaları savunuyor.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
16
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN (AİHM), KIBRIS BARIŞ
HAREKATIYLA İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ 90 MİLYON EUROLUK TAZMİNAT
KARARI, KIBRIS’TA YENİ BAŞLAYAN BARIŞ MÜZAKERELERİ SÜRECİNİ
SEKTEYE UĞRATACAK NİTELİKTEDİR. BENZER TALEPLERLE AÇILMIŞ ÜÇ
DAVANIN DAHA AYNI ŞEKİLDE SONUÇLANMASI ÇÖZÜMÜ İYİCE
ZORLAŞTIRACAKTIR.
AİHM’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili olarak Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi’nin 1994 yılında açtığı davaya yönelik olarak 20 yıl sonra verdiği
90 milyon euro tutarında tazminat ödenmesini içeren kararı, BM
gözetiminde barış ve çözüm müzakerelerinin başladığı sürece darbe
vuracaktır.
Bence AİHM,
Kıbrıs'ta taraflar arasında müzakerelerin gidişatını
etkileyebilecek bir karara imza atmıştır.
Karara göre, 30 milyon Euro'luk tazminat 1974 Kıbrıs Harekatı'nda
kaybolanların ailelerine ödenecek.
Rum Yönetimi, Türkiye'nin 1974'te Kuzey Kıbrıs'a gerçekleştirdiği askeri
harekat sonrası kaybolan Kıbrıslı Rumlar, yerlerinden edilmiş kişilerin
ikametgah, mülkiyet ve seçim yapabilme hakları, Kuzey Kıbrıs'taki
Rumların yaşam koşulları ve Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan Kıbrıslı Türkler ve
Çingenelerin durumlarını gerekçe göstererek, 22 Kasım 1994 tarihinde
Strasbourg Mahkemesi'ne başvurmuştu.
Rum Yönetimi dava başvurusunda, 1974 harekatıyla Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin birçok maddesinin sürekli olarak ihlal edildiği savunuyordu.
Rum Yönetimi tarafından AİHM'ye sunulan belgelerde 1974 sonrası 1491
Rumun hala kayıp olduğu, 211 bin Rumun da yerlerinden edildiği
belirtiliyordu.
Dava sürecine bakacak olursak, Rum Yönetimi’nin 1994’teki bu başvurusu,
1996 yılında Mahkeme tarafından kabul edilebilir bulunarak yargılama
süreci başlatıldı ve 2001 yılında da karara bağlandı.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
17
Verdiği kararda, Rumların tezlerinin çoğunun haklı bulan AİHM, 10 Mayıs
2001 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11 değişik maddesinin
14 noktada ihlal edildiğine hükmetmişti.
Karara gerekçe olarak, adanın kuzeyinin Türkiye'nin denetiminde olması
gösterilmişti. AİHM, 2001’de verdiği bu ara kararda, yargılamanın maddi
ve manevi tazminata ilişkin bölümünü ise ileri bir tarihe ertelediğini
duyurmuştu.
Rum Yönetimi, kararın tazminata ilişkin bölümü hakkında 2011 yılında
AİHM'ye yeni bir başvuruda daha bulundu.
Rumlar, daha önce de, 1974, 1975 ve 1977 yıllarında, Ankara'ya karşı 3
devletlerarası dava daha açmış, ancak bu davalar rapor ve ara karar
alınarak, tazminata hükmedilmeden sonuçlandı.
Türkiye, AİHM’nin Kıbrıslı Rumlar tarafından bireysel olarak yapılan
mülkiyet hakkı başvurularıyla ilgili olarak 1996 yılında açıkladığı “Loizidu”
pilot kararını da yıllar boyu uygulamadı. Avrupa’yla siyasi ilişkilerinin
bozulması riski ve tam üyelik adaylığı sürecinin kabulüyle birlikte, 2003
yılında Kıbrıslı Rum Titina Loizidu’ya, 1 milyon 100 bin dolarlık ödeme
yapmak zorunda kaldı!
Bu karar sonrası, Türkiye’ye karşı AİHM gündemindeki Rum mülkiyet
başvuruları için, KKTC bölgesinde bir Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK)
oluşturuldu. Komisyon AİHM tarafından, 2010 yılında “etkin iç hukuk yolu”
olarak tescil edildi.
TMK’ya, bugüne kadar 5 bin 868 Kıbrıslı Rum başvuruda bulundu. Bu
başvurulardan 510’u dostane çözüm, 12’si ise duruşma yoluyla
sonuçlandı. Komisyon şu ana kadar başvuranlara, mallarının bedeli olarak
155 milyon 294 bin 881 İngiliz sterlini ödeme yaptı.
1974 harekâtı için 1994 yılında verilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
11 maddesinin, 14 noktada ihlâl edildiği kararının uygulanma sürecinin
denetimine, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından başlandı.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
18
Konseyin denetimleri sonucunda, adanın kuzeyindeki Karpaz bölgesinde
kalan Rumların, eğitim ve din özgürlükleriyle ilgili bölüm, KKTC
yönetimince atılan adımlar sayesinde, “yerine getirilmiş” sayıldı.
Rumlar, AİHM’nin, Rumların mülkiyet talepleri için adanın kuzeyinde
kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu “etkin iç hukuk yolu” olarak
tanımasına karşı, 2001 yılında açıklanan devletlerarası dava kararının
tazminata ilişkin bölümü hakkında yeni taleplerde bulunarak yanıt
verdiler.
Rum tarafı, 1456 kişi olduklarını belirttiği, kayıp şahısların her biri için
asgari 12 bin euro, Karpaz bölgesinde kalan her Rum için de kişi başına en
az 50 bin İngiliz sterlini talebinde bulundu. Türkiye ise tazminata ilişkin
savunmasında, AİHM’nin devletlerarası davada “adil giderim” hükmünde
bulunamayacağı, yani AİHM’nin “devletten devlete tazminata
hükmedemeyeceği” tezini gündeme getirdi.
Ancak Mahkeme, 55 yıllık tarihinde bir ilki, Türkiye’ye karşı Rum
Yönetimi’nin açtığı bu davada gerçekleştirdi ve devletlerarası davalarda
da, bir devleti bir başka devlete tazminat ödemekle cezalandırabileceğine
hükmetti.
Türkiye için verilen bu mahkûmiyet ve tazminat kararıyla, Türkiye, Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi’ne, kayıp şahıslar için 30 milyon euro, Karpaz
bölgesinde kalan Rumlar için ise 60 milyon euro olmak üzere, toplam 90
milyon euro ödemekle cezalandırıldı.
Karara gerekçe olarak, kayıp şahısların ailelerinin, kaybolan yakınlarından
yıllarca haber alamamış olması, Karpaz bölgesindeki Rumların ise “yıllarca
sıkıntı ve endişe içinde yaşamış olmaları” gösterildi.
AİHM, buna karşılık, Rum Yönetiminin, adanın kuzeyinde Rumlara ait
taşınmazların satış ve işletilmesinin yasaklanması amacıyla Strasbourg
Mahkemesi tarafından özel bir deklarasyon yayımlanması talebini geri
çevirdi.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
19
Mahkeme, bu konuda yetkinin, AİHM kararlarının uygulanışının
denetleyicisi konumundaki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne ait
olduğunu belirtti.
AİHM, bununla birlikte, 2010 yılında açıkladığı ve adanın kuzeyindeki
Taşınmaz Mal Komisyonu’nu etkin iç hukuk yolu olarak tanıyan
“Demopulos ve diğerleri” kararının, Türkiye’nin 2001 yılında açıklanan
devletlerarası dava kararındaki hükümlere uyma yükümlülüğünü ortadan
kaldırmadığının da altını çizdi. Buradan da ortaya çıkan sonuç, devletten
devlete tazminat kararının yanı sıra, Kıbrıslı Rumlar tarafından Türkiye
aleyhine açılan binlerce bireysel tazminat davası için de kapının açık
olduğudur.
Karar mahkemenin 17 yargıçlı büyük dairesi tarafından 2’ye karşı 15 oyla
alındığı için BÜYÜK DAİRE KARARLARINA KARŞI itiraz ve temyiz olanağı
bulunmuyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, kararın Uluslararası hukuk bağlamında
ne bağlayıcı olduğunu ne de Türkiye için bir anlam ifade etmediğini
söylüyor. Davanın 10 yıl sonra tekrar gündeme getirildiğini, hukuki
sakıncalarının yanında, zamanlamasının da yanlış olduğunu savunuyor.
Tam da Kıbrıs’ta kapsamlı barış müzakereleri ivme kazanmışken,
müzakerelerin psikolojik algısı açısından doğru olmadığını ifade ediyor.
Dışişleri Bakanı ayrıca, kayıplarla ilgili bir karar alınırsa, buna Kuzey
Kıbrıs'taki Türk kayıpların da dahil edilmesi gerektiğini, bu nedenle de
AİHM'nin verdiği kararın iyi niyetli bir karar olduğuna inanmadıklarını
belirtiyor.
Sonuçta ne olursa olsun AİHM’yi tanıyan, kendi yurttaşlarına da AİHM
yolunu açan Türkiye açısından kanımca eninde sonunda bu tazminatın
ödenmesi gündeme gelecektir.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
20
Her ne kadar Dışişleri Bakanı Davutoğlu kararı tanımadıklarını, tazminatı
ödemeyeceklerini açıklasa da AİHM kararlarının uygulanmasını
denetlemekle görevli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin alacağı karar
bu aşamada daha da önem kazanmaktadır ve Türkiye açısından mahkum
edicidir.
AİHM kararları, tüm Avrupa Konseyi üyesi ülkeler için olduğu gibi Türkiye
açısından da doğrudan bağlayıcıdır. AİHM’nin ilk kez kendini yetkili
görerek verdiği devletlerarası dava kararı mahkeme önünde bekleyen
benzer devletlerarası davalar için de örnek olacaktır.
Bilindiği kadarıyla, halen Mahkeme gündeminde, Gürcistan tarafından
Rusya’ya karşı 2007, 2008 ve 2009 yıllarında açılmış üç devletlerarası dava
bulunuyor. Ukrayna da geçtiğimiz aylarda Rusya’ya karşı devletlerarası
dava başvurusunda bulundu.
Bu durumda AİHM’nin ilk kez Kıbrıs Rum Kesimi’nin Türkiye’ye karşı açtığı
devletlerarası davayı kabul etmesi ve tazminat kararı vermesiyle bu yönde
de bir içtihat oluşmuş bulunmaktadır.
AKP YÖNETİMİ YARGIDA VE YARGI KURUMLARINDA ATTIĞI ADIMLARI
YETERLİ BULMAMIŞ OLACAK Kİ, YARGIYI TÜMÜYLE DENETİMİNE ALMAK
İÇİN YENİ ADIMLAR ATMAYA HAZIRLANIYOR. YARGI REFORMU ADIYLA
GÜNDEME GETİRİLECEĞİ AÇIKLANAN YARGITAY YASASI DEĞİŞİKLİĞİNİ
DE BU KAPSAMDA GÖRMEK GEREKİR.
Başbakan dünkü grup toplantısında yeni bir yargı reformunu TBMM
gündemine getireceklerini açıkladı.
Hemen ardından Adalet Bakanlığı da Yargıtay Kanunu'nda değişiklik
yapılacağını duyurdu. Bu HSYK’dan sonra Yargıtay’ı da ele geçirme planının
önemli ve yeni bir aşamasıdır.
Hazırlanan değişikliklere göre; Yargıtay'da 38 daire bulunacak ve dairelerin
hukuk ve ceza dairesi olma niteliği ve bunların sayısı Yargıtay Büyük Genel
Kurulu tarafından belirlenecek.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
21
 Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun üye sayısı 8 den 12 ye
çıkarılıyor.
 Genel Sekreter seçilebilmek için ise Yargıtay’da 5 yıllık kıdem şartı
getiriliyor.
 Yargıtay’da genel sekreter yardımcısı seçilebilmek için birinci sınıf
yargıç olmak şartı aranacak.
Düzenlemelerle,
Yargıtay Birinci Başkanı seçilebilmek için gereken 4 yıllık süre 10 yıla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı seçilebilmek için gereken 4 yıllık süre 5
yıla, Yargıtay Başkanvekili ve Cumhuriyet Başsavcıvekili seçilebilmek için
gereken 3 yıllık süre 5 yıla, çıkarılıyor.
Mevcut uygulamada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Büyük
Genel Kurulu'nun belirlediği 5 aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından
seçiliyordu. Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nda aday belirlemesi yapılırken,
her üye 5 aday için ayrı ayrı oy kullanabiliyordu.
 Getirilmesi planlanan düzenlemeyle, bu belirleme sırasında tüm
Yargıtay üyelerinin ancak bir adaya oy vermeleri sağlanacak ve
çoğulcu bir aday listesi Cumhurbaşkanı önüne gidecek.
Yapılacak bir başka değişiklikle, kanunda sayılan nitelikli bazı davalar ile
değeri 250 bin TL’nin üzerinde bulunan davalarda, ticaret mahkemelerinin
heyet halinde karar vermesi öngörülüyor. 250 bin TL’nin altında kalan
veya nitelik olarak daha basit olan davalarda ise heyet üyesi olan tek
hâkim tarafından karar verilebilecek.
Kanun tasarısında ayrıca, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri personeli
haricinde bulunan bakanlık merkez ve taşra teşkilatı personelinin adaylık,
meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerini yaptırmak üzere Adalet Bakanlığı
Eğitim Dairesi Başkanlığı’na bağlı personel eğitim merkezleri kurulması ve
bunların sayısının ihtiyaca göre belirlenmesi öngörülüyor.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
22
Getirilen değişikliklere baktığımızda bunun tümüyle Yargıtay’ı ele geçirme
ve Yüksek mahkemeye “hükmetme” amaçlı olduğunu görüyoruz.
Hükümetin sürekli yinelediği “Paralel Yapıyı” tasfiye bahanesinin ardına
sığınılarak hazırlanan bu değişiklik tasarısı, “Yargıtay’ı AKP’lileştirme”
operasyonudur. 2010’daki Anayasa değişiklikleriyle, Yargıtayın daire
sayısını, yargıç atamalarını, birinci başkan ve genel sekreter seçimini
düzenleyen, kıdem sürelerini aşağı çeken kendileridir.
O zaman da HSYK tarafından Yargıtay’a yapılan atamalar sonrasında,
başkanlık seçimlerinde blok olarak hareket eden bir grubun varlığı ortaya
çıkmış, hükümet aksine “Alevi yargıçların Yargıtay’daki hakimiyeti”
iddiasını gündeme getirerek bu oylamalardan memnun kalmıştı.
Şimdi ikinci büyük tasfiyeye hazırlanılmaktadır. Başta Rüşvet ve Yolsuzluk
operasyonu davaları olmak üzere, alt kademe mahkemeleri, savcıları,
yargıçları ayarlayan Başbakan ve AKP iktidarı, her türlü olasılığa karşı, fire
vermemek için nihai karar mahkemesi olan, temyiz aşaması olan Yargıtay’ı
da “ne olur ne olmaz” düşüncesiyle dizayn etmektedir!
MİT yasasında, Başbakana bağlı MİT Müsteşarı’na soruşturma açılması
yetkisini Cumhurbaşkanına veren AKP, şimdi de zaten Cumhurbaşkanının
uhdesinde olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı’nı seçme yetkisini 5 adayla
sınırlamaktan vazgeçerek, “çoklu aday” yöntemine geçmek istemekte, bu
yolla da siyasi partilere kapatma davası açmak da dahil pek çok yetkisi
bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı bizzat kendi istediği doğrultuda
belirleme adımını atmaktadır.
17 Aralık operasyonu ve 25 Aralık soruşturmasından sonra HSYK Yasası,
Danıştay Yasası, İnternet Yasası, MİT Yasası, TİB Yasası ile peş peşe gelen
ve şimdi de İnternet Medyası Yasası, Yargıtay Yasası ile devam eden bu
adımların tek anlamı, tek hedefi vardır: Başbakanı ve AKP’li Bakanları,
gelecekte Yüce Divan’da yargılanmaktan kurtarmak, yargıyı, medyayı ve
diğer kurumları tahakküm altına alıp, dikensiz gül bahçesine çevirmektir!
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
23
ARTIK ÜLKEMİZDE OLANLAR KARŞISINDA TOPLUMSAL, ULUSAL VE
SİYASAL DUYARSIZLIK, ÜLKENİN GÖTÜRÜLMEK İSTENDİĞİ SÜREÇLE İLGİLİ
KAYGISIZLIK ÖYLE BİR NOKTAYA GELDİ Kİ, SORGULAMAYAN,
İLGİLENMEYEN BİR ÜLKE DURUMUNA DOĞRU GİDİYORUZ.
 Öcalan’ın çağrısıyla Diyarbakır’da toplanan “Demokratik İslam
Kongresi” ve açıklanan 15 maddelik sonuç bildirisinin içeriği, talepler
ve hedefler, bu açıdan dikkatle değerlendirilmelidir.
Geçtiğimiz hafta sonu ülkemizde ilk kez bir toplantı gerçekleştirildi.
İmralı’daki Abdullah Öcalan’ın, Çözüm Süreci ile ilgili yol haritasında dile
getirdiği aşamalardan birisi olan “Demokratik İslam Kongresi”
düzenlenmesi çağrısı, böylece filen hayata geçirilmiş oldu. Öncelikle adına
baktığımızda Demokratiklik ve İslamiyetin uyumlulaştırılmak istendiği
anlaşılan Kongre’nin sonuç bildirinde yer alan 15 maddelik talepler ve
hedeflerin içeriği ise bize farklı mesajlar veriyor.
Cumhuriyeti kuranların dinle devleti ayırma, Laik Cumhuriyet, Müslüman
bir ülkede de demokrasinin yaşayabileceği yönündeki amaç ve hedeflerini
bugüne kadar eleştiren, yıkmaya çalışan, küçümseyenlerin şimdi “Yeni
Türkiye” kavramı ardından “Demokratik İslam” kavramını siyaset
gündemine taşımaları bir hedefe yöneliktir.
Öcalan’ın Demokratik İslam Kongresi çağrısı İmralı mektuplarını MİT’in
denetim ve gözetiminde taşıyanlar tarafından açıklanmıştır. Bu çerçevede
bu kongre aynı zamanda MİT’in ve AKP hükümetinin de desteklediği, olur
ve onay verdiği bir kongredir.
Yeni Türkiye kavramıyla, siyaseti Sünni-Hanefi İslam temelinde
şekillendirme yönünde atılan adımları, yasallaştırma aşamasına geçildiğini
daha önceki haftalarda yaptığım değerlendirmelerimde paylaşmıştım.
Şimdi ise Kürt kökenli yurttaşlarımız arasında, bir İslamlaştırma, etnik
kimlikler yerine, Mezhepsel benzeşmelerin ön plana çıkartılarak,
ümmetleştirme sürecinin başlatılmak istendiği kanısındayım.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
24
Cumartesi-Pazar günleri Diyarbakır’da gerçekleştirilen ve iki gün boyunca
yurtiçi ve yurtdışından 300’ü aşkın, İslam alimi, akademisyen ve uzmanın
bir araya geldiği Kongre sonunda, 15 maddelik sonuç bildirisi yayınlandı.
Bildiri de barış sürecinden, Abdullah Öcalan'ın hapsine, dini eğitimden
kadına yönelik şiddete dair bir dizi çağrıda bulunuldu.
Kürtlerin, yaşadığı topraklarda tarih boyunca din ve ümmet adına üzerine
düşen her türlü sorumluluğu ve fedakarlığı yerine getiren halklardan biri
olduğu belirtilen sonuç bildiri sinde, İslam toplumundan daha fazla
sorumluluk alması isteniyor.
Bildiri de "Kürtlerin karşı karşıya kaldığı otoriter laikçi, ulus devletçi,
mezhepçi ve ırkçı saldırılar karşısında Ümmet’in de sorumluluk ve
fedakarlık göstermesi gerekmektedir” deniliyor.
Kongre katılımcılarının, İslami çevreleri de “sorumluluklarının farkına
vararak, barış ve çözüm sürecine daha aktif katılmaya davet” ettiği
bildiride, “Başta Türkiye ve Suriye olmak üzere İran ve Irak’ta da Kürt
sorununun haklar ve adalet temelinde çözümü Müslümanların
sorumluğundadır. Tüm toplumsal kesimlerin, cemaatlerin yanı sıra İslam
İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği gibi kurumların da sürece daha aktif katılması
gerekmektedir” ifadeleri yer alıyor.
Kadınlarla ilgili maddelerin de yer aldığı 15 maddelik bildiri de
"Demokratik İslam Kongresi, eril zihniyetler ve iktidarlar tarafından, kadına
yönelik şiddet, taciz, tecavüz, cinayet, çocuk evlilikleri ve her türlü egemen
yaklaşımı reddetmektedir” deniliyor.
Abdullah Öcalan’ın kongre açılışı için gönderdiği üç sayfalık mesajın
“önemli bulunduğu” belirtilen bildiri de, “Barış sürecine daha etkin katılımı
için Öcalan’ın özgürlüğünü dualarımızla destekliyor ve istiyoruz” denildi.
 Kongre'de Medine Sözleşmesi’ne de vurgu yapıldı.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
25
Medine Sözleşmesi'nin Medine’de yaşayan tüm grupların hak ve
hürriyetini garanti altına aldığı belirtilirken “sorunların çözümünde
diyalog, müzakere, istişare ve anayasal düzenlemeler çerçevesinde
Medine Sözleşmesi model olmalı” önerisinde bulunuldu. Bildiri de ayrıca
barışın kalıcı hale gelmesi için “ivedilikle yasal düzenlemelerin, Medine
Sözleşmesi’nin müzakere yöntemleri de dikkate alınarak hayata
geçirilmesi” gerektiğinin altı çizildi.
Sonuç bildirisinde, Diyanet’in din ve inançlar üzerindeki tekelinin kabul
edilmediği de vurgulanarak, Dini eğitim ve öğretimin, başta medreseler
olmak üzere, sivil topluma bırakılması ve bunun önündeki tüm engellerin
kaldırılması isteniyor.
Çalışmalarını yoğunlaştırarak devam ettirme kararı alan kongre,
çalışmaların daha sistematik ve sürekli hale getirilmesi için bir heyet de
görevlendirerek Demokratik İslam Kongresi’nin kalıcı bir şekilde
“kurumsallaştırılması” kararını aldı.
Hatırlarsanız, 2013 Newroz’unda, Diyarbakır’da Öcalan’ın İmralı’dan
gönderdiği belirtilen bir mesaj okunmuştu. Öcalan mesajında diyordu ki;
“Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak
yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır”
Yani bu topraklarda birlikte yaşamı demokratik toplum, anayasal eşitlik,
bölgesel farklılıkların ortadan kaldırılması çabaları, etnik farklılıkların
eşitsizlik nedeni olmaması gibi amaçlardan ziyade, “İslam Bayrağı altındaki
ortak yaşam” temelinde ön plana çıkarttı. Yine hatırlarsanız bu mektubun
okunmasından sonra yapılan yorum ve analizlerde, mektuptaki uslubun
Öcalan’ın bugüne kadarki üslup ve tarzıyla, söylemiyle bağdaşmadığı,
“birileri tarafından kaleme alındığı” tezleri gündeme gelmişti. Gerçekten
de Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü için birdenbire İslam’a yönelmesi,
İslam Bayrağı altında kardeşlikten söz etmeye başlaması, Demokratik
İslam Kongresi’nin toplanmasını istemesinin anlamı ve birden ortaya çıkan
bu çizgi değişikliğinin nedeni ne olabilir.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
26
Kanımca bu metin Öcalan adına yazıldı. AKP’nin dinsel içerikli siyaseti, Kürt
sorununun çözümü için de bir model olarak ortaya konuluyor. Öcalan’ın
daha önce demokratik çözüm, anayasal özgürlüklerin güvencesinden söz
ederken, şimdi “Medine Sözleşmesini” öne çıkartması, anayasanın da
önünde ve üzerinde bir yere koyması dikkat çekici.
 PKK’nın Kongre’ye destek vermemesi,
 BDP’nin İslamcı milletvekili Altan Tan’ın kongreye çağrılmaması,
sorulması gereken sorular!
Bu çerçevede Diyarbakır’daki Demokratik İslam Kongresi bir İmralı-AKP
organizasyon ve Başbakan Erdoğan-Öcalan ittifakı olarak görünmektedir.
BDP-HDP yerel seçimlerde bekledikleri oyu alamadıkları düşüncesiyle
sanırım, şimdi cemaatlere, dinsel politikalara, İslamcı yaklaşımlara da
açılarak oy artırmaya yönelmektedir.
Sonuç bildirisinde dini eğitimin serbestleştirilmesi, medreselere izin
verilmesi talebi dikkat çekicidir.
Kadın haklarının İslamiyette değil, Cumhuriyet ve demokrasiyle gelişip
çağdaşlaştığı ortada iken, kadınlara yönelik bildiride yer alan ifadelerde ve
çağrılarda din eksenli olarak kadın sorunlarına çözümün önerilmesi
yaklaşımın ne olduğunun da göstergesidir.
Bu açıdan Diyarbakır’daki bu kongrenin yapılanışı, davetlileri, konuşmaları,
sunulan bildiriler ve sonuç bildirisindeki 15 maddelik talepler yakından
incelenmeli, analiz edilmeli, yakın dönemde Çözüm Süreci’ne yönelik
olarak gündeme geleceğini düşündüğüm siyasi ve dini eksenli süreçlerin
varacağı aşamalar bugünden öngörülmelidir.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
27
Sonuç bildirisindeki şu üç maddeye ise özellikle dikkatinizi çekmek
isterim. Buradaki taleplerle, ifade edilmek istenen çerçeve ile ÖcalanErdoğan ittifakının gerçekliği ne derecede örtüşmektedir?
1. İslam’ın temel öğretisi ve siyaset tecrübesi farklı etnik gruplara,
inançlara, dinlere ve kültürlere eşit yaklaşma üzerine kuruludur. Bu
kapsamda, Türkiye’de başta Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler
olmak üzere, tüm grupların hassasiyetleri gözetilerek; temel hak ve
hürriyetleri Anayasal düzeyde de garanti altına alınmalıdır.
2. Kur’an’da idareci vasıfları övülürken, hem de bir kadın yönetici
üzerinden adil olma ve istişare önerilmektedir. Dolayısı ile kadının,
topluma eşit katılımı tüm toplumsal sorunların çözümü için vaz
geçilmezdir. Kongremiz, bu bilinç ve anlayışla, kadınların tüm alan ve
konumlarda özgün, özerk ve eşit temsiliyetini kabul etmekte ve
tanımaktadır.”
3. Kongremiz, iktidar ve devleti önceleyen Diyanet anlayışı yerine,
toplumu önceleyen sivil ve çoğulcu İslam anlayışını
önemsemektedir. Diyanet’in din ve inançlar üzerindeki tekelini kabul
etmemektedir.
Oldukça anlamlı olarak değerlendirdiğim 15 maddelik bildiri içinde
kanımca en önemli görülmesi gereken yukarıdaki üç madde, Başbakanın
ve AKP zihniyetinin kesinlikle kabul edebileceği yaklaşımlar değildir. Ancak
anlaşıldığı kadarıyla, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve ardından
yapılacak Genel Seçimler öncesinde, AKP Kürt oyları için yeni bir “dinsel
stratejik oyun” planlamaktadır. BDP-HDP’nin yukarıda kısaca özetlediğim
yeni siyaseti ve yerel seçimlerdeki Öcalan tavsiyeli, AKP-BDP-HDP gizli
ittifakı, kongrede görüldüğü gibi şimdi İslam temelinde genişletilmektedir.
BDP-HDP’nin sol söylemi de bu kongre sonrasında iflas etmiş,
kandırmacadan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. Kandil-KCK-PKK’nın Kongre
sürecinde ve sonrasında sessiz kalması da dikkat çekicidir.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
28
BAŞBAKAN’IN YENİ TÜRKİYE’SİNDE BİR BAŞKA ADIMIN “CADI AVI”
OLACAĞI BAŞBAKANIN, AFYONKARAHİSAR KONUŞMASIYLA TESCİL
EDİLMİŞTİR. YARGI KURUMLARININ ETKİSİZLEŞTİRİLMESİ YÖNÜNDE
ATILAN ADIMLARIN GERÇEK AMACININ BAŞLATILACAK BU CADI
AVI’NDAN ÖNCE ENGELLERİN BERTARAF EDİLMESİ İÇİN OLDUĞU
ANLAŞILMAKTADIR.
Başbakan 17 Aralık’tan bu yana keskin bir üslup değişikliğine yöneldi.
Açıklamaları, sözleri, ifadeleri, ithamları değişti. Paralel Yapı, Haşhaşiler,
Ajanlar, Darbeciler vb. terimleri sıkça kullanır oldu. Kavramlarla siyaseti
öne çıkartarak devlet içinde gerçekleştirilen bir AKP yapılanması,
gözlerden kaçırılmaya, üzeri örtülmeye çalışılıyor.
İnlerine girmekten söz eden Başbakan, Afyonkarahisar’daki
açıklamalarında ise bu kez bir “Cadı Avı” başlatılacağını ilan etti.
Geçmişte Hitler döneminde sosyalistlere, komünistlere ve Yahudilere
yönelik başlatılan Cadı Avı’nın Almanya’yı ve dünyayı nereye getirdiği
malumdur.
ABD’de soğuk savaş döneminde Senatör McCharty’nin solculara yönelik
başlattığı Cadı Avı ile özgürlükler ülkesi Amerika bir karanlık döneme
girmiştir. Ülkenin önce gelen bilim adamları, sanatçıları, yazar-çizerleri,
sendikacıları, işadamları, siyasetçileri, gazetecileri bu dönemin kurbanları
konumuna gelmiştir.
İsimsiz ihbarlarla, asılsız isnatlarla milyonlarca inansın yaşamı karartılmış,
“vatan haini solcularla, komünistlerle, Sovyet ajanlarıyla” mücadele adı
altında, baskı ve devlet terörü estirilmiştir.
Şimdi anlaşılan Başbakan McCharty olmaya soyunmuştur. AKP
medyasında her gün atılan manşetlerle insanlar suçlanmakta, yargıdaki
operasyonlarla adalet güvencesi ortadan kaldırılmakta, polis devleti
yapılanmasıyla topluma korku salınmaktadır.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
29
Yeni Türkiye’de yavaş yavaş varılmak istenen amaç ve hedefler ortaya
çıkmaktadır. Başbakan “Düşman yaratıp, o düşmanla savaşmak”
bahanesiyle, antidemokratik emellerine ulaşmaya çalışmaktadır.
McCharty döneminin en belirgin karakteristik özelliği, “belge, bilgi, somut
bulgular” olmaksızın “Tehlike” gibi geniş bir kavram üzerine inşa edilen
korku siyaseti ile insanların gözaltına alınıp tutuklanması, yargılanmasıdır.
Erdoğan ile McCarthy arasında bu yönden müthiş benzerlikler
bulunmaktadır. Başbakanın Gezi olayları sırasında ortaya attığı “Camide
içki içtiler, başörtülü kadını taciz ettiler” benzeri iddiaları bugüne kadar
kanıtlanamadı.
Benzer şekilde, 17 Aralık operasyonundan bu yana ortaya attığı paralel
yapılanma ile ilgili somut belge bulgu sunamadı. Montaj-dublaj dediği
kasetlerle ilgili bu iddiasını kanıtlayacak adımları atmadığı gibi sürekli
bunları yinelemekle yetindi.
AKP ve kendisine yönelik “darbe” olarak nitelendirdiği yolsuzluk-rüşvet
soruşturmasıyla ilgili bu iddiasını kanıtlayacak somut bulguları ortaya
koyamadı. Dolayısıyla Başbakan ile McCharty arasındaki bu benzerlikler
gittikçe çoğaldı.
McCarthy de sürekli olarak "vatan hainliğinden" ve "casusluktan"
“devletin içine sızmış tehlikelerden” söz ederdi.
Düşman McCarthy’ye göre, alkolikler arasına, eşcinseller arasına, işçiler ve
sinemacılar arasına, dışişleri bakanlığı ve yüksek yargıya, mahkemelere
sızmıştır. Ta ki tehlikenin ve düşmanın “ABD ordusu içine de sızdığını”
iddia edip soruşturma başlatmaya kalkınca komisyon başkanlığı
görevinden alındı. Bir daha da seçilemedi. Sonrasında hayatlarını kararttığı
insanlar tarafından açılan davalarda, yapılan soruşturmalarda ise önce
sürdüklerinin tümünün “asılsız, gerçek dışı, uydurma ve düzmece” olduğu
ortaya çıktı.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
30
Medyayı, gazetecileri suçlama tehditleriyle, medyayı sindirerek, asılsız
açıklamalarını manşetlere taşıttı. O dönemde yapılan kamuoyu
yoklamalarında, asılsız suçlamalarına hiçbir kanıt gösterememesine karşın,
halkın yüzde 50'sinin ona inandığı ortaya çıktı.
McCarthy'nin yarattığı korku atmosferiyle iktidara gelen ve uzun süre
iktidarda kalan Cumhuriyetçiler, iktidarları boyunca, devletin tüm
olanakları ellerinin altında olmasına karşın, tek bir casus, ajan bile bulup
mahkûm ettiremedi. Tıpkı 17 Aralık’tan bu yana Başbakanın yaptığı,
yapmak istediği gibi. Planlanan Cadı Avı da bu şekilde olacaktır. Bugün
McCharty karanlık bir adam ve onun dönemi ABD’nin “karanlık ve korku
dolu dönemi” olarak anılıyorsa, McCharty’yi kimse hatırlamıyorsa,
Başbakanın da akıbeti aynısı olacaktır!
BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANINI “EDEPSİZLİKLE” İTHAM EDEN, DAHA
SONRA DA BUNLAR “DEVLET PROTOKOLÜ NEDİR BİLMİYOR” DİYEN
BAŞBAKAN KENDİSİ ÇOK EDEPLİ Mİ DAVRANDI? KENDİSİ PROTOKOLE
UYDU MU? ASIL SORULMASI GEREKEN SORU BUDUR.
Danıştay’ın 146. Kuruluş Yıldönümünde ülkemizde utanç duyulacak bir
olaya tanık olduk. Başbakan tüm devlet erkânının bulunduğu salonda
Türkiye’nin en büyük yargı ve sivil toplum örgütlerinden birisi olan Türkiye
Barolar Birliği Başkanı (TBB) Prof. Metin Feyzioğlu’nu “edepsizlikle,
terbiyesizlikle, yalan söylemekle” itham etti.
Canlı yayınlanan törende kameraların önünde, milyonlarca yurttaşın
gözünde kendisini yönetmekten, hislerine hakim olmaktan ne kadar uzak
olduğunu, demokratik tahammülün, eleştirel tahammülün ne kadar
uzağında bulunduğunu gösterdi.
Feyzioğlu’nu edepsizlikle suçlamakla kalmadı, sonrasında yaptığı
açıklamalarda da Feyzioğlu’nu “devlet protokolünü bilmemekle” suçladı.
Bu olay neresinden tutsanız elinizde kalacak, hiçbir savunması, mazereti
olmayacak bir olaydır.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
31
Başbakanın sarfettiği sözler devlet adamlığıyla, Başbakanlık unvanı ve
makamıyla, edeple bağdaşacak sözler değildir.
 Protokole gelince Cumhurbaşkanı devlet protokolünün en üst
kişisidir. Cumhurbaşkanının olduğu bir yerde Cumhurbaşkanı o
mekanı terk etmeden, orası terk edilmez.
Başbakan, önce Cumhurbaşkanını kolundan çekerek gitmeye iknaya
çalışarak, sonra da Cumhurbaşkanı diğer protokol ile vedalaşırken onu
beklemeyip salondan çıkarak, yani salonu Cumhurbaşkanından önce terk
ederek kendisi protokolü bilmediğini göstermiştir.
Cumhurbaşkanı daha önce verdiği bir mülakatta Erdoğan ile ilişkileri
konusunda, Başbakanın sıkça sinirlendiğini, bu gibi durumlarda, onu
sakinleştirmeye çalıştığını, uyardığını, hatta masa altından ayağına
bastığını ifade etmişti (Bkz. 3 Temmuz 2006 Hürriyet Gazetesi)
Yani huylu huyundan vazgeçmiyor. Cumhurbaşkanı Danıştay töreninde de
Başbakanı kolundan çekerek sakinleştirmeye çalıştı ancak başarılı olamadı.
40 yıllık arkadaş bile olsalar, bir Başbakan-Cumhurbaşkanı ilişkisine
sığmayacak, yakışmayacak tavırlar sergiledi. Cumhurbaşkanı da bu tavra
uyarak kendi konumu ve itibarının sorgulanmasına neden oldu.
Ülkenin en üst iki yöneticisinin bir Yüksek Yargı Kurumu töreninde
sergiledikleri bu tavır, tüm dünyanın gözünde ülkemizi bir kez daha
sıkıntıya soktu.
Anayasa Mahkemesi’nde yaşananlardan sonra, Danıştay’da daha da ileri
noktaya varan bu tutum, Başbakanın demokrasi, eleştiri, farklı fikirlerin
ifadesi, yargıya saygı, savunma hakkına saygı konusundaki gerçek
zihniyetini ve anlayışını açığa çıkartması açısından ibret vericidir.
Başbakanın dile getirdiği, iddia ettiği sanal veya somut tehditlerin ötesinde
bizzat Başbakanın kendi varlığı ve başında bulunduğu iktidar ülkemiz,
insanlarımız, geleceğimiz açısından tehdittir.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
32
ÖNCEKİ GÜN SOMA’DA ÖZELLEŞTİRİLEN BİR MADEN OCAĞINDA YER
ALTINDA MEYDANA GELEN TRAFO PATLAMASINDA, 245 İŞÇİMİZ
YAŞAMINI YİTİRDİ. HÜKÜMET “ŞEHİT MADENCİ” SAVUNMASI YAPIYOR.
İŞ SAĞLIĞI, İŞ GÜVENLİĞİ SİSTEMİNİ DE ÖZELLEŞTİRENLER, PARAYLA
RAPOR SATTIRANLAR BU VEBALİN ALTINDAN KALKAMAZ.
 Geçen yıl günde ortalama 4 işçi olmak üzere 1235 işçi yaşamını
yitirdi. Bunun adı iş kazası değildir.
AKP iktidarı döneminde Türkiye iş kazalarında ölümlerde ve
sakatlanmalarda da Avrupa ve dünya rekortmeni oldu. İş kazalarında,
Avrupa’da birinci, Dünyada ise üçüncü sıradayız. Uluslararası Çalışma
Örgütü’nün (ILO) raporuna göre iş güvenliğinde dünyada 80. sıradayız. Pek
çok Afrika ülkesinin de gerisindeyiz.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO)
raporuna göre, dünyada her yıl 250 milyon iş kazası oluyor; her gün 5000
kişi iş kazalarında yaşamını yitiriyor. Rapora göre, ölümlü iş kazaları
açısından Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sıradayız! Bu raporlardaki
istatistiklere göre; Türkiye’de her iş saatinde 32 iş kazası gerçekleşiyor. Her
80 dakikada bir işçi sürekli iş göremez duruma geliyor. Her 2 saat 40
dakikada bir de bir işçi iş kazası sonucu ölüyor.
Çalışma Bakanlığı İş Müfettişleri İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın Raporu’na
göre en fazla ölümlü iş kazalarının yaşandığı sektör inşaat, ikinci sektör ise
kömür madenleri. Hükümet hemen şehit edebiyatına sarılıyor. Şehit
madencilerin ailelerine baş sağlığı diliyor. İş kazalarını, iş cinayetleri
“şehitlik” kisvesi ardında yüceltilmeye, sorgulanması, soruşturulması,
hesap sorulması engellenmeye çalışılıyor.
Şirketin namı lekelenmesin diye “özel bir şirkete ait maden ocağı” ifadesi
kullanılıyor. Oysa bu şirket 7-8 yıl önce bu kömür ocağını özelleştirmeden
ucuza kapatan Soma Holding. Maden faciasının meydana geldiği ocak ise
bu holdinge bağlı pek çok kömür madeni ocağından birisi olan Soma
Kömür İşletmeleri A.Ş.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
33
TKİ’nin kömür sahalarının rödovans (sahanın iletilmesi) yöntemiyle ve
“kömür paylaşımı” esasına göre özelleştirilmesi sonrasında saha Soma
Holding’e devredildi.
TKİ’ye ait sahaların özelleştirilmesi, kömür paylaşımı yöntemiyle
işletmelerin, madenlerin devri sayesinde AKP yıllardır “bedava kömür
dağıtımı” yaparak oy topluyor.
TKİ’den devralınan sahaları işletenler, taahhüt ettikleri kömür paylaşımını
tutturabilmek ve aynı zamanda da kâr elde etmek için, TKİ döneminde 20
işçinin yaptığı işi 4-5 işçiye yaptırarak, emek yoğun bu iş kolunda
kazançlarını katlıyorlar.
Başbakan, “bu işin fıtratında var” diyerek Soma Faciası’nı
önemsizleştirmeye, “bunlar olağan şeyler” diyerek katliamı küçümsemeye
çalışıyor. Yine soru soran gazetecileri azarlayarak, gerçeklerin
sorgulanmasını önlemeye çabalıyor.
En yakını 1963 tarihli olan, 1863’te İngiltere’den, yüz yıl önce 1914’te
Japonya’daki maden kazalarından akıl tutulması yaratacak örnekler
vererek yüzlerce madencinin ölümünü “doğallaştırmaya” çalışıyor.
Daha 20 gün önce Manisa ve bölge milletvekili arkadaşlarımızın Soma
Madenleri, kömür ocaklarında iş kazalarının çokluğu, ölümlü kazaların
sıklığının araştırılması amacıyla verdikleri Meclis Araştırma Önergesi
TBMM Genel Kurulu’nda AKP’lilerin oylarıyla reddedildi.
İnsan hayatını bu kadar önemsiz ve değersiz gören bir siyasal iktidar
görülmedi.
Daha önce Zonguldak Karadon’da 30 işçi yaşamını yitirdiğinde dönemin
Çalışma Bakanı “Çok güzel bir şekilde öldüler” demişti.
Başbakan da “Otopsileri çok güzel yapılıyor, teşhis edilenler yakınlarına
verilip, cenazesi köyüne gönderiliyor” diyor.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
34
Bu konuda sendikalara da büyük görev düşüyor. İşverenlerle sadece ücret
pazarlığı yapan sendikacılık anlayışıyla iş cinayetleri önlenemez. Madende
örgütlü Türk-İş’e bağlı sendika, işçilere sahip çıkacağına işvereni
savunuyor. Sendika Başkanı “İşveren bu madene çok yatırım yaptı, diğer
madenlere göre en iyi durumdaki ocaklardan birisiydi” diyor. En iyisi buysa
Soma Holding’in diğer maden ocaklarındaki durumu düşünün.
Yasalara göre iş kazalarında ölen işçiler “taşeron işçisiyse” asıl işveren bu
ölümlerden de sorumlu değil.
AKP iktidarının sendikasızlaştırma, örgütsüzleştirme, taşeronlaştırma
politikalarıyla ölümlü iş kazalarında geldiğimiz nokta belirttiğim gibi
Avrupa birinciliği ve dünya üçüncülüğü.
Bakın bundan 35 sene evvel 12 Eylül ihtilalinin ilk iş olarak sendikaları
kapattığı, toplu sözleşmeleri askıya aldığı, sendikacıları hapse attığı
dönemde ülkenin nüfusu 50 milyon iken sendikalı işçi sayısı 2,5 milyondu.
Bugün gelinen noktada ise TÜİK’e göre nüfusumuz 76 milyon, sendikalı işçi
sayısı sadece 600 bin.
Özelleştirmelerle satılan kamu kuruluşlarını alanların ilk yaptıkları iş
çalışanları işten atma tehdidiyle sendikadan istifa ettirmek olduğu için
bugün bu tablo ortaya çıkıyor. Almanya’da sendikalılaşma oranı yüzde 63,
Finlandiya’da yüzde 70, İtalya ve Yunanistan’da yüzde 40. Ülkemizde ise
yüzde 8!
Bu tablonun bir diğer gerçek boyutu taşeronlaştırmadır. AKP iktidara
geldiğinde, 2002’de taşeron işçisi sayısı 387 bindi. Şimdi 2 milyon 123 bin!
SGK ve Çalışma Bakanlığı istatistiklerine göre 2013’te, 106’sı kadın olmak
üzere, 1235 işçi iş kazalarında öldü. Yani günde 4 işçi hayatını kaybediyor.
Bunların çoğu, sendikasız ve taşeron işçiler.
Yine bu ölen 1235 işçiden 56’sı 18 yaşın altında çocuk işçiler.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
35
2014’ün dört aylık döneminde ise iş kazalarında yaşamını yitirenlerin sayısı
276’dır.
 Hükümet için bu yüz karası bir tablodur. Hesap verilmesi gereken bir
tablodur. Çalışma Bakanının, “Ölü sayısı önemli değil” diyen Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın hemen istifasını gerektiren bir
tablodur.
Kömür paylaşımı esaslı TKİ özelleştirmeleriyle, özel sektöre devredilen bu
ocaklarda, çok düşük ücretlerle çalıştırılan işçilerin sırtından elde edilen
ilave üretim, “bedava kömür” dağıtımı yoluyla AKP iktidarının oy toplama
aracı haline getirildi.
Asıl vahimi, çıkartılan İşçi Sağlığı İş Güvenliği yasası değişikliğiyle, bu
bakımdan yapılan işyeri denetimleri de özelleştirildi. Yasa ile işyeri hekimi,
mühendis, teknik eleman ve diğer sağlık personeline verilecek eğitim
hizmetleri, dışarıdan satın alma yoluyla, ticari danışmanlık hizmetlerine
dönüştürüldü.
Bu denetimleri yapmak üzere, binlerce kişiye merkezi bir sınavla lisans
verildi. İşçilerin sağlığı, iş emniyeti, işyerlerinin denetimi bu kişilere
emanet edildi. Para karşılığı işyerine bile gitmeden verilen raporlardan söz
ediliyor.
Gelinen noktada ortaya böylesine korkunç ve en geri Afrika ülkelerini bile
geride bırakan bir iş cinayetleri tablosu çıkıyor. Bunlar tabi SGK’lı olan
işçilerle ilgili veriler. Kayıt dışı istihdam edilen, kaçak çalıştırılan, sigortasız
işçilerin ölümlü iş kazaları ve can kayıpları bu rakamlara dahil değil. Kaydı
olmadığı için bilinmiyor. Asıl iş kazalarında sakatlanan, uzvunu kaybeden,
çalışamaz-iş göremez duruma düşenlerin sayısının ne olduğu ise belirsiz.
Böyle bir çalışma yaşamı tablosunu kabul etmek mümkün olmadığı gibi,
sorumluların hesap vermesini talep etmek de ana muhalefet olarak
sorumluluğumuzdur.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
36
SÜREKLİ OLARAK NEREDEN GELDİĞİNİ SORDUĞUMUZ ANCAK NE
HÜKÜMETİN NE DE İLGİLİ KURUMLARIN YANIT VERMEDİKLERİ KAYNAĞI
BELİRSİZ DÖVİZ GİRİŞLERİ ARTARAK DEVAM EDİYOR. TÜRKİYE CARİ
AÇIĞININ YÜZDE 15’İNİ TEK BAŞINA KAPATMAKLA ÖVÜNEN RIZA
SARRAF’IN AÇIKLAMALARINDAN SONRA BU DÖVİZ GİRİŞLERİ EKONOMİ
AÇISINDAN DAHA ANLAMLI VE SORGULANMASI GEREKEN BİR DURUMU
YANSITIYOR.
Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre, Cari İşlemler Açığı Mart ayında
3 milyar 194 milyon dolar açıklandı. Buna karşılık kaynağı belirsiz döviz
girişleri ise yeniden yükselişe geçti. 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk
soruşturması başladıktan sonra Aralık ayında kaynağı belirsiz döviz girişleri
hız kesmiş, neredeyse sıfırlanma noktasına gelmişti.
 Son aylarda ve özellikle de Rıza Sarraf tahliye olduktan sonra
ödemeler dengesi bilançosunun bu kaleminde yine hızlı yükselişler
gözlenmeye başlandı.
Merkez Bankası verilerine göre, yılın ilk üç aylık dönemde cari işlemler
açığı 11 milyar 460 milyon dolara yükseldi. Aynı dönem itibarıyla "net hata
noksan kalemi" olarak açıklanan kaynağı belirlenemeyen döviz girişlerinin
toplamı da 6 milyar 625 milyon dolar düzeyine çıktı.
Yani bu döviz girişi olmasaydı, cari işlemler açığı 18 milyar dolar olacaktı.
Bu durumda Rıza Sarraf’ın yeniden cari açığı finanse etmeye başladığı
anlaşılıyor!
İran yetkililerinin açıkladığı, Katar’ın Suriye için Türkiye’ye 5 milyar dolar
nakit ödeme yaptığına ilişkin bilgiler medyada yer almasına karşılık ne
dışişlerinden ne ekonomi yönetiminden bu konuda bir yalanlama ya da
açıklama gelmedi.
 Katar 5 milyar dolar hükümete “Suriye diyeti” ödüyorsa ve bunun
için Türkiye, radikal teröristlere destek verip göz yumuyorsa, halkın
bu gerçekleri bilmesi gerekir.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
37
Nijerya’da 200’den fazla lise öğrencisi genç kızı kaçıran El Kaide bağlantılı
Boko Haram örgütünün silahlanmasında hangi ülkelerin payının olduğu
uluslararası medyada tartışılırken yine Türkiye’nin ismi gündeme
getirilmektedir.
Bu acımasız, insanlık dışı, din adına, İslam adına savaştıklarını söyleyen bu
canilerle Türkiye’nin, AKP hükümetinin nasıl bir bağı olabilir, kabul
edilemez.
Güya İslam Devleti kurmak adına eğitim kurumlarını yakıp yıkan, genç
kızları kaçırıp, köleleştiren, zorla dini nikah kıyıp örgüt militanlarıyla
evlendiren bu örgüte paranın TÜRKİYE ÜZERİNDEN KATAR TARAFINDAN
GÖNDERİLDİĞİ yazılıp söylenmektedir.
Ayrıca 17 Aralık soruşturması sonrasında gündeme gelen ses kayıtlarından
birisi THY Genel Müdürünün Özel Kalem Müdürü ile Başbakanın
Başdanışmanı arasında geçen ve yalanlanmayan bir konuşmaya aittir.
Bu konuşma kaydında, Başbakan Başdanışmanı Mustafa Varank, THY Özel
Kalem Müdürü Mehmet Karakaş telefonda konuşmaktadır.
THY’den Müdür Karakaş, Başbakan Başdanışmanı Varank’a “THY
uçaklarında onlarca malzeme taşıyorum, Nijerya’ya gidiyor şu anda.
Müslümanları mı öldürecek Hıristiyanları mı öldürecek vebal altındayım”
demektedir.
THY Genel Müdürlüğü her ne kadar Nijerya’ya silah taşınmadığını açıklasa
da doğaldır ki “Evet taşıyoruz, Boko Haram’a silahları biz götürüyoruz”
diyecek hali yoktur. Ancak başa dönecek olursak, ödemeler dengesi
bilançosundaki kaynağı belirsiz dövizdeki artış, bu şaibeli paraların
nereden geldiğinin belirsizliği ve hükümetin suskunluğu dikkat çekicidir.
İran’ın Katar’dan Türkiye’ye gönderilen 5 milyar dolarla ilgili olarak da
hükümetin sessiz kalması düşündürücüdür.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
38
THY Özel Kalem Müdürü’nün “Nijeryaya malzeme götürüyoruz,
Müslümanları mı öldürecek, Hristiyanları mı, vebal altındayım” demesine
de bir yalanlama yapılmamıştır.
Hükümetin ekonomiyi ayakta tutmak, döviz açığını kapatmak için bu ve
benzeri kara paralara, şaibeli ve kaynağı belirsiz paralara kapıları açması
karşılığında kendisinden istenilenler nedir? Neyin karşılığında ne
yapılmaktadır. Bu konuda hükümetin üzerine daha fazla gidilmeli, olanlar
açığa çıkartılmalıdır.
 Avrupa’nın en büyük havayolu olmakla filosunu büyütmekle
övünülen THY’nin 200 milyon TL’yi aşan rekor zarar açıklaması, “gizli
görev” olarak kendisine verilen dünyanın öbür ucuna, Afrika’ya,
Nijerya’ya bu bedava malzeme taşımalarının faturası mıdır?
ABD İLE AB ARASINDA YÜRÜTÜLEN TRANSATLANTİK SERBEST TİCARET
BÖLGESİ ANLAŞMASININ (STA) ARDINDAN AB-JAPONYA STA’SININ DA
2015’TE TAMAMLANACAĞI AÇIKLANDI. TÜRKİYE EKONOMİSİ AÇISINDAN
CİDDİ BİR KAYIP VE DARBENİN HAYATA GEÇİRİLMESİ SÖZ KONUSUDUR.
Avrupa Birliği ile Japonya arasındaki müzakerelerde 2015'e kadar bir
serbest ticaret anlaşması (STA) imzalama hedefinde mutabakata varıldığı
açıklandı.
Geçen hafta Japonya Başbakanı Şinzo Abe, Avrupa Birliği Komisyonu
Başkanı José Manuel Barroso ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Herman
Van Rompuy ile Brüksel'de bir araya geldi.
Japonya Başbakanı Abe, Güneydoğu Asya-Trans Pasifik serbest ticaret
bölgesi oluşturulması konusunda, AB ile olabildiğince hızlı bir biçimde
uzlaşmaya varmak istediklerini söyledi.
Abe, 2013 yılında başlayan müzakerelerin 2015'te tamamlanmasının
Japonya tarafından istekle desteklenen bir hedef olduğunu ifade etti.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
39
AB Komisyonu Başkanı Barroso da “müzakerelerin hızlandırılmasını”
isterken, Japonya ile “çok iddialı” bir STA imzalayacaklarını açıkladı.
Barroso, imzalanacak anlaşmanın ticaretin önündeki gümrüklerin yanı sıra
diğer engelleri de kaldırması gerektiğini dile getirdi.
 Avrupa Birliği, anlaşma sonucunda Japonya'ya yapılacak ihracatın
üçte bir oranında artmasını hedefliyor.
Bunun Avrupa Birliği'ne yüzde 0,6 ila 0,8'lik bir ek ekonomik büyüme
getirmesi bekleniyor.
 Japonya ise AB ile ticarette Güney Kore ve Çin’in önüne geçmek
istiyor.
Daha önce ABD ile yürütülen Transatlantik STA’sı ile ilgili olarak ayrıntılı bir
şekilde dile getirdiğim gibi, Gümrük Birliği anlaşması nedeniyle AB’nin
imzaladığı her STA Türkiye ekonomisi için yeni bir darbe işlevi
görmektedir.
Dünyanın en gelişmiş 7 ekonomisinden birisi olan Japonya ile AB arasında
önümüzdeki yıl imzalanacak bir STA’nın da bu darbeleri daha da
ağırlaştıracağından kuşkunuz olmasın.
Hükümet ise bu konuda hâlâ AB ile yeni pazarlık ve koşulları müzakere
etmek yerine olanlara seyirci kalmayı sürdürmektedir.
Ne Ekonomi Bakanlığı’nın ne Dışişleri’nin ne de AB Bakanı’nın bu konuda
bir fikirlerinin ve stratejilerinin olmadığı anlaşılmaktadır.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
40
UKRAYNA’DAKİ GELİŞMELER VE RUSYA’NIN KRİZ NEDENİYLE G-8’DEN
DIŞLANMASI BRICS ÜLKELERİNİN KONUMUNU DAHA ÖNEMLİ BİR
NOKTAYA GETİRDİ. BRICS YENİDEN YAPILANMA VE ABD-AB’YE KARŞI
ALTERNATİF EKONOMİK GÜÇ OLMA ARAYIŞINDA.
Ukrayna krizi ve buna bağlı olarak ortaya konulan yaptırımlar çerçevesinde
Rusya’nın G-8 ülkeleri arasından dışlanması, toplantılardan çıkartılması
BRICS ülkelerinin konumunu daha önemli kılıyor.
Bu konuda uluslararası alandaki ekonomik gelişmeler yakından mercek
altına alınırsa BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney
Afrika Cumhuriyeti) yeni bir yapılanma ve ekonomik güç seçeneği olmaya
hazırlandıklarını görüyoruz.
Dolayısıyla kalkınmakta olan bu beş ülkenin oluşturduğu BRICS'te de
dengeler Ukrayna krizi yüzünden değişeceğe benziyor. Rusya, Ukrayna
politikası nedeniyle uluslararası arenada izole olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalırken, BRICS'te liderlik koltuğuna bu yazdan itibaren Brezilya
oturmaya hazırlanıyor.
Kalkınmakta olan ve ekonomileri hızla büyüyen BRICS ülkelerinin ortak
hedefi, Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel düzendeki ekonomik
egemenliğini yıkmak. Mevcut küresel ekonomik sistemin gelişmektekalkınmakta olan ülkelerin zararına işlediği görüşü BRICS ülkelerinde
egemen. Çin’in hedeflenenden çok önce ABD’nin elinden en büyük
ekonomi unvanını alacağına dönük veriler somutlaşıyor.
Ayrıca Ukrayna krizi nedeniyle ABD ve AB tarafından bazı siyasi ve
ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalan Rusya’nın durumu da BRICS
ülkelerinin “küresel ekonomik düzenin değişmesi gerektiği” yaklaşımlarını
güçlendiriyor.
İbero Amerikan Enstitüsü'nün araştırmalarına göre, Rusya ile ilgili yaşanan
son gelişmeler, BRICS ülkelerinin yapılanmasında değişime yol
açabileceğini gösteriyor.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
41
Rusya G8'den kalıcı olarak uzaklaştırılırsa, doğal olarak geçmişe oranla
gücünü daha fazla ortaya koyacak başka öncü ülkelerle işbirliğine ihtiyaç
duyulacak. BRICS ülkeleri Ukrayna'da olup bitenlere Avrupa Birliği'nden
daha az müdahil oldular. Bu da Rusya açısından olumlu ve
değerlendirilmeye açık bir gelişme.
BRICS ülkeleri, 1945'ten sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin lehine oluşan
küresel ekonomi güç dengesini, kalıcı olarak değiştirmek ve ABD'nin
uluslararası arenadaki pozisyonunu etkisizleştirmede kararlı olduklarını
dile getiriyorlar.
Ukrayna gelişmelerinden sonra BRICS dünyanın geleceğinde söz sahibi
olmak için mücadele etme kararını daha da güçlü bir şekilde gündemine
aldı.
Özellikle Çin ve Rusya, ABD'nin pozisyonunu kalıcı olarak zayıflatmayı
amaçlıyorlar. Buna karşın Avrupa, gelecekte daha az önemsenen, değeri
düşen ve dünyada etkisi olmayan bir bölge olarak değerlendiriliyor.
Rusya’nın karşı karşıya kaldığı yaptırımlardan sonra şu anki tabloda, BRICS
ülkeleri içinde Brezilya'nın yıldızı parlıyor. Diğer dört ülke ile sürekli gelişen
bir işbirliği içinde.
15 - 16 Temmuz tarihlerinde Brezilya’nın Fortaleza kentinde BRICS zirvesi
düzenlenecek. Bu zirvenin en önemli gündem maddesi ise 100 milyar
dolar sermayeyle bir kalkınma bankasının kurulması.
 Bu gelişmeler ABD'de hiç de hoş karşılanmıyor, ekonomik ve siyasi
açıdan rahatsızlık yaratıyor.
Brezilya’ya büyük ekonomik katkı sağlayacak olan, Dünya Bankası ve
Dünya Yatırım Fonu'nun yeniden düzenlenmesiyle ilgili 2010 yılında alınan
kararlar, Amerikan Kongresi'nden geçmedi.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
42
Son olarak eski CIA çalışanı Edward Snowden'ın telefon dinlemeleriyle ilgili
ifşa ettiği bilgiler de eklenince Brezilya ile ABD arasında ipler kopma
noktasına geldi.
Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rusef’in de ABD tarafından dinlendiği, ayrıca
Brezilyalı Bakanların, ekonomik-siyasi-askeri kurumların üst düzey
yöneticilerinin de dinlendiği ortaya çıktı.
Brezilya’nın Çin'le yapılan ticaret sürekli artıyor. BRICS ülkelerinin
arasındaki anlaşma uyarınca ikili ticaretler ulusal paralarla yapılıyor.
Brezilya'nın Rusya ve Çin ile birlikte Afrika'ya yönelmesi Ukrayna krizi
nedeniyle daha da hızlandı.
Bu durum, ABD’nin YENİ AFRİKA STRATEJİSİ açısından rahatsızlık
yaratıyor.
Rusya'nın Ukrayna kriziyle giderek izole olması da diğer BRICS ülkelerinin
Asya ve Afrika’ya yönelik adımlarının hızlanmasına neden oldu.
SONUÇ OLARAK;
 Temmuz ayındaki zirve hem BRICS’in hem de Küresel ekonominin
yeniden şekillenmesine, dengelerin, güçlerin, safların yeniden
düzenlenmesine neden olacak.
 Türkiye açısından bu yeni süreçlere hazırlığın çok önemli olduğunu,
ABD-AB ve AB-Japonya STA’ları gündemdeyken dev bir ekonomik
seçenek olarak BRICS’İN TÜRKİYE AÇISINDAN YENİ FIRSATLAR
SUNACAĞINI düşünüyorum.
ERDOĞAN TOPRAK
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU
15 MAYIS 2014
43
Download