Türkiye`de Ulusal Ekonominin İnşası: 1923

advertisement
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 83
IV. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE ULUSAL EKONOMİNİN İNŞASI:
1923–1945 DÖNEMİ
Âdem ÜZÜMCÜ
GİRİŞ
Türkiye’de ulusal ekonominin inşa edilmeye çalışıldığı 1923–1945 döneminde ortaya çıkan ekonomik gelişmeler, farklı açılardan değerlendirilebilir. Bu çalışmada, bu dönem analiz edilirken dönemi betimleyen genel ekonomik gelişmeler, ekonominin nicel büyüklüğünde (GSMH ve sektörlerde)
görülen gelişmeler, dış ticaret ve borçlanma konuları ile maliye ve para politikalarına değinilecektir.
Bu dönemdeki ekonomik gelişmelere bakıldığında, Türkiye’nin içinde
bulunduğu koşullar ve dış konjonktür gibi faktörlerin etkisiyle dönemin tümünde ekonomi politika ve uygulamalarının süreklilik göstermediği dikkati
çekmektedir. Bu yüzden 1923–1945 dönemindeki gelişmeleri, konuyla ilgili
literatürde olduğu gibi, alt dönemler biçiminde ele almaya çalışacağız. Bu
bağlamda, 1923–1945 dönemi; 1923–1929 liberal ekonomi politikaları,
1930–1938 devletçi sanayileşme politikaları ve 1939–1945 savaş yılları alt
dönemleri olarak incelenecektir. Bununla birlikte, bu alt dönemlerdeki ekonomik gelişmeleri daha iyi değerlendirebilmek amacıyla Osmanlı Devletinin
son dönemindeki ekonomik gelişmeler üzerinde kısaca durulacaktır.
1. OSMANLI DEVLETİNDEN KALAN EKONOMİK MİRAS
Bilindiği gibi, askeri alanda gerileme sürecine giren Osmanlı Devletinin
18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da gerçekleşen sanayi devrimine ayak uyduramaması, İngiltere ile 1838’de imzalanan Balta Limanı Serbest Ticaret Anlaşması başta olmak üzere sanayileşen Avrupa ülkeleri ile imzalanan serbest
ticaret antlaşmalarının ülkeyi açık pazar haline getirmesi ve bu ülkelere karşı
verilen dış ticaret açıklarına, bütçe açıklarının eklenmesi sonucu ülke ekonomisindeki gelir-gider dengesizliği giderek büyümüştür. Bu ortamda, 1853
Kırım Savaşı askeri harcamalarının finansmanı amacıyla dış borçlanmaya
Doç. Dr., Kafkas Üniversitesi, İktisat Bölümü, e-posta: [email protected]
84 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
gidilmiş, 1854’den itibaren alınmaya başlanan dış borçlar faizleriyle birlikte
çığ gibi büyümüştür. Osmanlı Devleti 1881’de borçlarını ödeyemez hale
gelince dış borçları yeniden yapılandıran ve bu borçlara karşı bazı kamu
gelirlerine el konulmasını düzenleyen “Muharrem Kararnamesi” ile Duyun-u
167
Umumiye İdaresi (DUİ) kurulmuştur .
168
Osmanlı Devleti’nde tarım sektörü, ülkenin üretimi, milli geliri
ve dış
ticaretinde önemli yere sahiptir. Tarım sektörü ihracatın %80’ni oluşturmakta
ve nüfusun %80’ni barındırmaktadır. Bununla birlikte, Osmanlı Devletinde
tarıma dayalı ekonomide kişi başına gelir artışı yeterli olmadığı gibi, sanayi169
nin gelişimi de yetersiz kalmıştır . Osmanlı Devletinin son yüzyılında,
170
1820–1913 döneminde kişi başına geliri yıllık yaklaşık %0,6 artmıştır . Bu
yetersiz gelişme, Tanzimat sonrası yapılan reformlar ve tarıma dayalı ekonomiyi dış ticarete açan yapılanma sayesinde gerçekleşmiştir. Nitekim hükümet ve DUİ’nin desteklediği sınaî bitkiler (pamuk, fındık ve tütün gibi) üretim ve veriminde artış, ekonomisi tarıma dayalı ülkede tarımda düalist yapıyı
oluşturmuş ve uluslararası kapitalist sisteme eklemlenmenin bir sonucu olmuştur.
Tarım ürünleri ihracı ve sınaî ürünlerin ithalatı konusunda kapitalist ülkelerin çabaları, başta Ege Bölgesi olmak üzere sınai bitkilerin üretildiği yerleşim yerlerinde demiryolu ulaşımının gelişmesine yol açmıştır. Bu çerçevede, önceleri dış borçlar biçiminde gelen yabancı sermaye daha sonra demiryolu yapımına yönelmiş, demiryolu yatırımları yabancı sermayenin cazip
bulduğu alan olmuştur. Yabancı sermaye demiryolunun yanısıra, finansbankacılık ve ticaret alanlarında da yoğunlaşmıştır. Yabancı sermaye yatırımlarında Fransa, demiryolu yatırımlarında Almanya, finans ve bankacılık
171
alanında İngiltere önemli ülkeler olmuştur .
Osmanlı Devletinde bankacılık alanında yabancı sermayenin ağırlığı
belirgindir. Milli sermayeli ilk banka Mithat Paşa’nın 1863’de kurduğu Tarım
Kredi Kooperatiflerinden dönüşen Ziraat Bankası olmuştur. Fransız-İngiliz
ortaklığı ile 1863’de kurulan Osmanlı Bankası,1875’de verilen imtiyazla merkez bankası gibi emisyon yetkisini kullanmıştır. Osmanlı Bankası, DUİ yanısıra, bu idarenin tütün üretimini kontrol eden ‘Tütün Reji’sinin kurulmasında
da yer almıştır. İkinci Meşrutiyet sonrası İngiliz ve Fransız bankalarının Osmanlı Devletindeki ağırlığı azalırken Alman ve İtalyan bankalarının faaliyetleri artmış ve ülkede milli sermaye ile kurulan bankalar da ortaya çıkmıştır.
İstanbul’da 11 ve Anadolu’da 13 milli banka olmak üzere toplam 24 banka
167
168
169
170
171
Gülten Kazgan, Tanzimat’tan 21.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul: 2004, ss.26-31.
Osmanlı Devletinin 1914’te ülke milli geliri cari fiyatlarla 241 milyon lira olmuş, milli gelirin %54’ü tarım, %12’si sanayi ve
%34’ü ulaştırma, bankacılık ve ticaretten elde edilmiş, 1890–1914 döneminde milli gelir yılda ortalama %2, kişi başına
gelir yılda yaklaşık %1 artmıştır. Geniş bilgi için bkz: Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 1970, s. 302.
Erdoğan Alkin, Turkey’s International Economic Relations, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Yayını, No: 492,
Güryay Matbaası, İstanbul: 1983, s. 2.
Şevket Pamuk, “Dünyada ve Türkiye’de İktisadi Büyüme (1820–2005)”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, DTM Yayını, Yıl: 1, Sayı: 2, 2007, ss. 3–26.
Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi, 9.Baskı, Ezgi Kitabevi, Bursa: 2007: ss. 5-9 ve 20-22.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 85
kurulmuş, bunlardan 1917’de faaliyete geçen Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası
milli sermaye ile kurulan ilk banka olmuştur. Bu banka daha sonra Türkiye İş
172
Bankası ile 1924’de birleşmiştir .
Osmanlı Devletinde genellikle ithalat ihracattan daha fazla desteklenmiş, ihracattan alınan vergiler ithalat vergilerini aşmıştır. İthalattan alınan
%5’lik vergi, 1862’de %8’e (ihracattan alınan vergi aynı yıl %12’den %8’e
173
düşürülmüş), 1915’te %30’a yükseltilmiştir . Dış ticaret açıkları 1855 sonrası yükselirken ihracatın ithalatı karşılama oranı %55’e gerilemiştir. Dış
ticaret hadleri, genel olarak Osmanlı aleyhine gelişmiştir. Bu dönemde dış
ticarette İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan’ın payları azalırken Almanya ve İtalya’nın payı artmıştır. 1878–1913 döneminde dışa açıklık oranı
(dış ticaretin GSMH’daki payı) %25’in üzerinde olmuştur.
İttihat ve Terakki döneminde sanayileşmeyi sağlamak amacıyla 1913’te
Teşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkat çıkarılmış, 15 yıl geçerli olacak bu kanunun uygulaması savaş nedeniyle istenen ölçüde gerçekleşmemiştir. Kanuna
göre, bir kuruluşun Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamına girmesi durumunda;
fabrika kurulması için 5 dönüme kadar bedava arazi verilmesi, kurulan fabrikaların arazi ve tesisatının emlak ve temettü vergisi, belediye resim ve harçlarından muaf sayılması, fabrika tesis ve tevsii için gerekli malzemenin ülkede üretilmesine kadar geçen sürede ithalatı durumunda ve hammadde ithalatında gümrük resminden muaf tutulması, fabrikalarda üretilen ürünlerin
ihracatından gümrük resminin alınmaması ve hükümet alımlarında mümkün
olduğunca yerli mamulleri tercih etmesi gibi teşvik ve muafiyetler sağlanmış174
tır . Teşvik-i Sanayi Kanunu, o zamana kadar ihmal edilen sanayi açısından önemli bir açılım olmuş, ancak hem teşvikler için finansman kolaylığı
içeren kredi politikasının olmaması, hem de kurulacak sanayilerin dış rekabete karşı korunamaması önemli eksikler olmuştur. Ayrıca, teşviklerden daha çok gayri-müslim azınlıklar yararlanmıştır.
Teşvik verilecek sanayi kuruluşlarının tespiti için 1913 ve 1915 yıllarında yapılan anketler ile İstanbul ve Batı Anadolu’da bulunan kuruluşlar belirlenmiştir. Anketlere göre belirlenen mevcut 282 sanayi tesisinin 22 tanesi
büyük ölçeklidir. Bu tesisler Devlete aittir ve Ordu-Sarayın ihtiyaçlarını üretmektedirler. Özel kesime ait kuruluşlar genelde küçük ölçeklidir ve tüketim
malları üretiminde yoğunlaşmıştır. Tesisler daha çok İstanbul (148 tesis %55
pay) ve İzmir’de (62 tesis %22 pay) yoğunlaşmıştır. Ayrıca gıda ve tekstil
alanındaki sanayi tesisleri, toplam işyerlerinin yaklaşık %55’ini oluşturmakta
ve özel sektör üretiminin yaklaşık %82’sini üretmektedir. Tesislerde yabancı
sermayenin payı çok düşüktür. Özel sektör tesislerinde enerji kullanımı (çevirici güç) yetersiz ve teknolojisi oldukça geridir. Ayrıca 1915 sayımına göre
gerçek kişilere ait sınai tesislerin yaklaşık %20’si Türk-İslam unsurlarının
172
173
174
Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914–1997), İmaj Yayınevi, Ankara: 1997: ss. 17-18.
Tarık Celal Güven, “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Dış Ticaretimizin Geçmişi ve Bugünü”, Dış Ticaret Dergisi, Özel
Sayı, Yıl: 3, Ekim 1998, ss. 26–40.
Tokgöz, a.g.e., s. 7.
86 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
175
mülkiyetinde, geri kalan kuruluşlar, gayri müslim ve azınlıkların elindedir .
Öte yandan sanayici diyebileceğimiz azınlık/gayri müslimlerin zenginleştikçe
Osmanlı Devleti ile bağları zayıflamış, Batı kapitalizminin Anadoludaki temsilcileri olmuşlar ve elde ettikleri sermaye birikimini ülkenin sanayileşmesi
yerine kısa vadeli büyük kazanç sağlayan ticaret alanında kullanmışlardır.
Osmanlı Devleti, bu ortamda I.Dünya Savaşına girmiş, savaş koşulları
altında kapitülasyonları tek taraflı kaldırmış ve DUİ’ni tasfiye etmiştir. I. Dünya Savaşının ardından Kurtuluş Savaşına girilmiştir. Bu savaşlarda sadece
fiziki kaynaklar tükenmemiş, yetişkin insan gücü de önemli ölçüde azalmıştır.
Osmanlı Devletinden tarıma dayalı bir üretim, yüksek miktarda dış borcu
olan bir ekonomi miras alınmıştır. Ayrıca, ülkede kökü eskiye uzanan etnik
esasa dayalı sosyal işbölümü çerçevesinde Türkler çiftçi, memur ve asker
olmuş; sanayi, ticaret ve hizmet faaliyeti azınlıkların elinde olmuştur. Bu nedenle, cumhuriyetin ilk yılları, devlet desteğiyle bir milli burjuvazi-girişimci
176
sınıfı yaratma çabasını içeren bir dönem olmuştur .
2. LİBERAL POLİTİKA DENEMESİ (1923–1929)
2.1. Ekonomi Politikası Arayışları
Osmanlı Devletinden devralınan olumsuzluklara rağmen Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmış ve Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başlamıştır.
Lozan Barış görüşmelerinin anlaşmazlık nedeniyle askıya alındığı ortamda,
İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un girişimi ve Atatürk’ün desteğiyle 17
Şubat 1923’de İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. Kazım Karabekir Paşa'nın başkanlığını yaptığı kongreye tüm illerden tüccar, sanayici, esnaf, çiftçi ve işçi gibi değişik meslek gruplarından 1135 temsilci katılmıştır.
177
Kongrede dört başlık altındaki amaçların gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir ;
a) Kurulacak devletin izleyeceği iktisat politikalarına ve iktisadi sisteme
ışık tutmak,
b) İstanbul ve İzmir’deki sermaye çevrelerinin Ankara ile yakınlaşmasını sağlamak,
c) Milli mücadeleyi yöneten askeri ve siyasi kadroların toplumdaki tüm
kesimlerin ekonomik alanda tam desteğine sahip olduğunun Lozan
Barış görüşmesi taraflarına ve dünyaya göstermek,
d) Batılı ülkelere, liberal düzenden komünist düzene geçilmeyeceği güvencesini vermek.
Kongrede belirlenen hedefler büyük önem taşıyordu. Örneğin, amaçlanan ilk hedef, kurulacak devletin ekonomik sistemine yön vermekti. Çünkü o
175
176
177
Şahin, a.g.e., ss. 17-19.
N. O. Altay,“Türkiye’de İktisadi Dönüşümlerin Sosyo Ekonomik Sonuçları Üzerine Bir Deneme”, Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, 2000, ss. 49–68.
Tokgöz, a.g.e., s. 32.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 87
dönemde Türkiye’de iktisadi sistemle ilgili farklı üç görüş bulunuyordu. Bu
görüşler; Maliye Nazırı Cavit Bey tarafından savunulan “Liberal Düşünce”,
İaşe Nazırı Kemal Bey ve yardımcısı Memduh Şevket Esendal tarafından
savunulan müslüman esnaf ve tüccarı geleneksel kurumlar içinde örgütlemeyi amaçlayan “Meslekçi Görüş” ile Ziya Gökalp ve taraftarlarınca savunulan “Milli İktisat” görüşleridir. Bu görüşlerin ortak yönü, milli burjuvazi yarat178
mak, sanayileşme ve kalkınmayı sağlamaktır . İkinci ve üçüncü amaçla,
dünyaya ekonomik alanda ülke olarak birlik olduğumuz mesajı verilmekte,
son amaçla da, Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyet Rusya yakınlaşması çerçevesinde alınan yardımlar ile aynı yıllarda kurulan sosyalist partilerin (Halk
İştirakiyun, Yeşil Ordu v.b) iç siyasette etkinliğinin artmasının batılı devletler179
de oluşturduğu tereddütler silinmek istenmiştir .
4 Mart 1923’e kadar süren kongrede alınan kararlar iki başlık altında
180
toplanabilir : a) İktisadi misakla ilgili kararlar, b) Kongreye katılan grupların
teklifleri doğrultusunda alınmış kararlar.
İktisadi misakla (bağımsızlıkla) ilgili kararlar ise kendi içerisinde üç başlık altında belirtilebilir;
a) Yerli üretimin teşviki ve lüks ithalattan kaçınılması,
b) Girişim ve çalışma özgürlüğünün esas olması, ancak, tekelciliğe izin
verilmemesi,
c) Kalkınmamıza katkı ve kanunlara uymak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilmesi.
Bu kararlar analiz edildiğinde, ilk karar mümkün olduğunca ithalatın
azaltılması ve ithalatın yerli üretimle ikame edilmek istendiğini göstermektedir. Bununla birlikte, ikinci ve üçüncü karar, liberal bir düşünce ile iktisadi
sistemin şekillendirilmek istendiğinin ipuçlarını vermektedir. İkinci karar, ayrıca, tüccar ve sanayici grubunun isteklerini yansıtmakta, bu çerçevede ülkede
tekelciliğe (özellikle tütün rejisi gibi tekellere) izin verilmemesi isteğini göstermektedir. Üçüncü kararla da kapitalist ülkelerle bağın koparılmak istenmediği mesajı dünyaya verilmektedir. Bu bağlamda, İzmir İktisat Kongresi
kararları, 1923–1929 döneminde takip edilecek kalkınma politikasının temel
ilkelerini belirlemiştir . Ülke kalkınmasının sanayileşmeden geçtiği kabul
edilmiş ve kongre sonrası eğilim, sanayileşmenin özel kesim eliyle sağlanması olmuştur. Devlet ilke olarak, özel girişim aracılığı ile serbest piyasa
koşullarında sanayileşme politikası ve milli burjuvazinin ekonominin kontrolünü ele almasını sağlayacak ılımlı bir koruma politikası izlemiştir. Devletin
özel girişimi desteklemesi ve özel girişimin gücünün yetmediği veya karlı
bulmadığı alanlarda bu açığı kapatması düşünülmüştür.
178
179
180
Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Yayın No: 68, İktisat Dizisi: 5, İstanbul: 1986, s.152.
Cengiz Sunay, “Tek Partili Yılların Ekonomi Politiği”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 91, Güz 2007, s. 109.
Şahin, a.g.e., s. 34.
88 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
1923–1929 döneminde bu kararlar çerçevesinde ekonomik gelişmeler
ve bir kısım yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir; aşar vergisi ve Tütün
Rejisi 1925’de kaldırılmıştır. Tütünde devlet tekeli oluşturulmuştur. 19271929’da kamu arazilerinin bir kısmı topraksız köylüye dağıtılmış, ekilen arazi
genişlemiş ve tarımsal üretim artmıştır. Demiryolları millileştirilmiş, deniz
ticaret ve taşımacılığındaki kabotaj hakkı ülke sakinlerine tanınarak, yabancı
sermayenin bu alana girişi yasaklanmıştır. Tüccar ve sanayiciye kredi sağlamak amacıyla yarı resmi özel sermayeli Türkiye İş Bankası, 1924’de kurulmuştur. Hükümet özellikle tüketim mallarında dışa bağımlı olmamak amacıyla özel sektörün tekstil ve şeker alanında üretim yapmasını özendirmek
istemiş, 1925’de şeker fabrikaların kurulmasını sağlayacak kanunu çıkarmış,
bu kanunla yerli şeker üretimi teşvik edilirken dış rekabete karşı şeker ithalatı
zorlaştırılmıştır. Türkiye İş Bankası ile 1925’de kurulan Sanayi ve Maadin
Bankası kredileri sayesinde ilk özel sektör şeker fabrikaları 1926’da Alpullu
(Kırklareli-Babaeski) ve Uşak’da üretime başlamıştır. Ekonomide tarım sektörünün ağırlığına karşın kalkınmanın sanayileşmeden geçtiği bilindiği için
sanayinin desteklenmesi amacıyla 1924’de ihracata yönelik sanayilerin kullandığı ithal hammaddelerin gümrük vergisinden muaf olması sağlanmıştır.
Ayrıca, 1928’de süresi dolacak Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamı genişletilerek 1927’de tekrar yürürlüğe konmuştur. Devlet İstatistik Umum Müdürlüğü
(DİE), 1926’da kurulmuş, bu kuruluş aracılığı ile nüfus, tarım ve sanayi sa181
yımları 1927’de yapılmıştır .
Teşvik-i Sanayi Kanunu ile getirilen yeni teşviklere rağmen, bu dönemde özellikle İstanbul’da ticaret yapan ve milli burjuvazi olarak nitelendirebilecek çevreler, yabancı sermayenin İstanbul’da komisyonculuğunu yaparak
zenginleşmiş gayri-müslim azınlıkların nüfus mübadelesi anlaşması çerçevesinde boşalttıkları yerlere gözlerini dikmişler, kısa vadeli ve risksiz yüksek
kazançları büyük sanayi yatırımlarına tercih etmişlerdir. Bu çevrelere, Türkiye İş Bankası aracılığı ile bazı bürokrat ve siyasetçiler de katılmıştır ki, bu tür
182
zenginleşme tercihinde bulunan bütün çevreler, bazı yazarlarca “aferistler”
olarak nitelendirilmektedir.
2.2. Ekonomide Nicel Gelişmeler
1923–1929 liberal ekonomi politikaları uygulamasının nicel gelişmelerini
değerlendirmek istediğimizde Türkiye’nin bu dönem Gayri Safi Milli Hâsıla
(GSMH) gelişmelerine, sektörlerin GSMH içindeki paylarına ve kişi başına
GSMH değerlerine bakılabilir.
181
182
Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, 6.b., Remzi Kitabevi Yayını, İstanbul: 1994, ss.35-38.
Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınları, Ankara, 1982.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 89
Tablo 4.1: 1923–1929 Dönemi GSMH, Sektörel Hâsıla ve KBD GSMH
(1948 Yılı Fiyatları, Milyon TL)
Sektörler
Yıl
GSMH
Tarım
Değer
Pay (%)
Kişibaşı
Sanayi
Değer
Pay (%)
Hizmetler
Değer
GSMH
Pay (%)
TL
$
1923
2929
1264
43,1
309
10,6
1356
46,3
233
45
1924
3364
1607
47,8
287
8,5
1470
43,7
262
56
1925
3793
1697
44,7
338
8,9
1758
46,4
290
70
1926
4484
2237
49,9
388
8,7
1859
41,5
335
74
1927
3910
1546
39,5
464
11,9
1900
48,6
287
65
1928
4341
1842
42,4
461
10,6
2038
46,9
311
59
1929
5278
2627
49,8
479
9,1
2173
41,2
370
74
45,3
-
9,7
44,9
-
-
1923–1929
-
-
-
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693, 730 ve 733.
Bu amaçla hazırlanan Tablo 4.1’e bakıldığında; 1923–1929 döneminde
ülke GSMH’nın (1948 fiyatları ile) dönem başında 2,9 milyar lira iken 5,2
milyar liraya ulaştığı görülmektedir. Sektörel paylara bakıldığında; iklim koşullarına bağlı büyük dalgalanmalar görülen tarım sektörünün ortalama %45’i
aşan payla ilk sırayı aldığı, görece daha az dalgalanan hizmetler sektörünün
ortalama %45’e yaklaşan payla ikinci olduğu, sanayinin payının ortalama
%10 olduğu görülmektedir. Kişi başına GSMH sabit fiyatlarla dönem başında
233 TL iken dönem sonu 370 TL’ye ulaşmış, kişi başına gelir dolar cinsinden
cari fiyatla 45 dolardan 74 dolara çıkmıştır.
1924–1929 döneminde ekonomik büyüme açısından sağlanan gelişmelere yer verilen Tablo 4.2’de görüldüğü gibi, bu dönemde ortalama olarak
183
GSMH %11, kişi başına GSMH %8,7 oranında artmıştır . Tarımsal hâsılanın sadece 1927’de küçüldüğü bu dönemde, tarım ortalama %16’ya yaklaşan büyüme performansı ile bu dönem ekonomik büyümenin lokomotifi olmuştur. Tarımdaki yüksek performansa karşın, diğer iki sektör ortalama %8
civarında büyümüş, hizmetler üretimi dönem boyunca artmış, buna karşılık
sınaî hâsıla dönem içinde iki kez küçülmüştür. Nüfus ve istihdam içinde
%80’i bulan paya sahip tarım sektöründe görülen olumlu gelişmenin ardında,
bu dönemde iklim koşullarının iyi gitmesi, topraksız çiftçiye toprak dağıtılma183
Bu dönem büyüme hızının yüksekliği başlangıç yılı seçimi ile de ilgilidir. Ekonominin önemli ölçüde küçüldüğü yıl veya bir
dönem sonrası (örneğin 1923) başlangıç seçilirse, bu durumda hesaplanan büyüme oldukça yüksek çıkabilir. Eğer Osmanlı Dönemindeki 1912 seçilirse, 1912–1922 döneminde ekonomide ortaya çıkan %40’ı bulan kayıp hesaplamaya
dâhil olacağı için gerek kişi başına gelir gerekse GSMH büyüme oranları daha düşük hesaplanacaktır. Bu bağlamda
Türkiye’de kişi başına gelir, 1913’deki düzeyine ancak 1929’da ulaşabilmiştir.
90 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
sı ve bir kısım mera alanının tarlaya çevrilmesi sonucu ekilen arazinin artması ve Ziraat Bankası aracılığı ile dağıtılan tarımsal kredilerin 17 milyon
184
TL’den 35,7 milyon TL’ye çıkmasının etkisinin olduğu söylenebilir.
Tablo 4.2: 1924–1929 Dönemi Büyüme Oranları (%)
Yıl
GSMH
1924
14,9
1925
Sektörler
Kişi Başına
GSMH (TL)
Tarım
Sanayi
Hizmetler
12,5
27,2
-7,1
8,4
12,9
10,5
5,6
17,9
19,7
1926
18,2
15,8
31,8
14,8
5,7
1927
-12,8
-14,6
-30,9
19,4
2,2
1928
11,0
8,7
19,2
-0,6
7,3
1929
21,6
19,2
42,6
3,8
6,6
1924–1929
11.0
8,7
15,9
8,0
8,3
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012,
ss. 693 ve 730.
Bu dönemde genel olarak sanayiye öncelik veren bir kalkınma düşüncesi olduğu için tarıma imkânlar ölçüsünde destek verilmiştir. Ancak, sanayide beklenen gelişme ortaya çıkmamıştır. Bunun nedenleri arasında, alt yapı,
fiziki sermaye, teknoloji, teknik eleman ve girişimci yetersizliği yanında sınaî
yatırım alanındaki risklere karşılık iç ve dış ticaretin karlı olması sayılabilir.
Sanayi envanterini tespit için 1927’de yapılan sayımda 65 bin civarında
sınaî nitelikte işyeri olduğu görülmüştür. Sayım sonuçları 1915 sayımından
185
çok farklıdır. Bunun nedeni sayım yöntemi ve kapsamın farklı olmasıdır .
Kapsamı geniş tutulan bu sayımda, belirlenen işyerlerinde 256855 kişinin
çalıştığı ve işyerlerinden sadece 155 tanesinde 10 kişiden fazla işçinin çalıştığı görülmüştür. Bu veriler işyerlerinin genel olarak küçük ölçekli olduğunu
göstermektedir. Sanayide en büyük paya sahip, imalat sanayi çalışanlarının
yaklaşık dörtte biri İstanbul ve İzmir’de bulunmaktadır. Sınaî işletmelerin
%43,6’ı gıda ve tütün, %23,8’i dokuma, %22,6’ı maden, metal, makine ve
toprak ve %10’u ağaç sanayinde faaliyet göstermektedir. Bu dönemde işletmelerin daha çok tüketim malları üretiminde yoğunlaştıkları, ancak iç talebi
karşılayacak düzeyde üretim yapamadıkları görülmektedir. Hazır iç talebi
olan tüketim mallarının içeride üretimi karlı olsa bile, yerli tüketimin bazı
ürünlerde ancak %15’i (şeker) bazılarında ise %60’ı (dokuma ve giyim) içeride üretilmekte, kalan kısım ithal edilmektedir.
184
185
Şahin, a.g.e., ss. 42-43.
Kepenek ve Yentürk, a.g.e., s. 38.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 91
Öte yandan bu dönemde, devlet sınaî yatırımda bulunarak özel kesime
destek olmak istemiş, ancak gerek kaynak yetersizliği gerekse demiryollarının millileştirilmesi için yapılan harcamalar bu isteği engellemiştir. Demiryolu
yapımı ve işletiminin devlet eliyle yapılmayacağı konusunda ileri sürülen aksi
düşüncelere rağmen 1924’te çıkarılan millileştirme yasası ile yaklaşık 1900
km tutan demiryolu millileştirilmiş, cumhuriyetin ilk on yılında 2200 km yeni
186
hat işletmeye açılmıştır
Demiryolu yapımı iç piyasaların genişlemesi ve
böylece yerli sermaye birikiminin sağlanması açısından da etkili olmuştur.
2.3. Dış Ticaret Gelişmeleri ve Borçlanma
Dış ticaret gelişmeleri açısından 1923–1929 dönemine bakılırsa, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı Devletinden kalan düşük gümrük tarifelerinin
Lozan Antlaşması hükümlerine göre artırılamaması ve İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar çerçevesinde liberal bir politika izlenmiş, gümrük tarifeleri 1929’da yükseltilebilmiştir.
Tablo 4.3: Dış Ticaretin Gelişimi (1923–1929) (Milyon Dolar ve %)
Yıl
İhracat İthalat
(1)
(2)
Açık
D.Tic.Hacmi
İhr./İth.
İhr./
İth./
(1–2)
(1+2)
(1/2)
GSMH
GSMH
D.Tic.Hacmi
/GSMH
1923
51
87
-36
138
58,5
8,9
15,2
24,1
1924
82
100
-18
183
82,1
11,4
13,9
25,3
1925
103
129
-26
232
79,6
11,2
14,1
25,3
1926
96
122
-25
218
79,4
9,8
12,3
22,1
1927
81
108
-27
189
74,9
9,2
12,3
21,5
1928
88
114
-26
202
77,6
10,7
13,8
24,5
1929
75
124
-49
199
60,6
7,2
11,8
19,0
1923–1929
82
112
-30
195
73,2
9,8
13,4
23,1
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012: ss. 477 ve 480.
Tablo 4.3’de, 1923–1929 dönemi dış ticaret gelişmeleri görülmektedir.
Tabloda görüldüğü gibi, ihracat artışı 1926’dan sonra yerini gerilemeye bırakmış, ithalat benzer bir seyir izlese de ihracattan fazla olduğu için bu dönemde sürekli dış ticaret açığı (ortalama 30 milyon dolar) verilmiştir. Bu dönemde GSMH’na oranla %25’i bulan dış ticaret hacmi de, dışa açıklığın yüksek olduğunu göstermektedir. İhracatın ithalatı karşılama oranı, bu dönemde
(1929 hariç) yükselmiş ve ortalama %73’e ulaşmıştır. Gümrük tarifelerinin
186
Tokgöz, a.g.e., ss. 35-36 ve 79.
92 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
1929’dan sonra yükseleceğini bilen ithalatçılar stokçuluğa başvurunca
1929’da dış ticaret açığı yaklaşık iki katına çıkmıştır.
Türkiye, bu dönemde dünyada birçok ülkede görülmeyen biçimde liberal
dış ticaret politikası izlemiş, dışa açık ve bağımlı bir hammadde ekonomisi
olarak dünya sistemine eklemlenmiştir. Bu dönemde ihracatta tarım ürünlerinin payı %86,3, sanayi ürünlerinin payı %8,6 olmuştur. İthal ürünler içinde
187
%50’yi aşan payla tüketim malları ağırlık taşımıştır . İhraç edilen ürünlerin
1927’ye kadar, ithal edilen ürünlerin ise 1929’a kadar fiyatları yükselmiş,
olumlu iklim koşulları altında artan tarım üretimi yanında olumlu dış konjonktür ihracat gelirlerinin artmasına yol açmıştır. 1929 sonrası hem ihraç hem de
ithal ürünlerin fiyatları gerileme göstermiştir.
Türkiye’nin ihracat ve ithalatında 1923–1929 döneminde, TÜİK verilerine göre, ilk sırayı ortalama %18 payla İtalya almış, bu ülkeyi İngiltere, Almanya, ABD ve Fransa izlemiştir. İtalya’nın payının yüksek olmasında, Osmanlı dış ticaretinde söz sahibi olan Rum azınlığın İtalya’ya yerleşerek, Türkiye dış ticaretini yönlendirmesi etkili olmuştur.
Bu dönemde borçlanma açısından en önemli gelişme, Lozan Barış görüşmelerinde uzun süre tartışılan Osmanlı Borçları sorunudur. Görüşmeler
süresince DUİ ve kapitülasyonlardan kurtulan Türkiye, gümrük tarifelerinin 5
188
yıl eski düzeyde kalmasına razı olmuştur . 1928’de yapılan Paris Anlaşması ile Osmanlı borç bakiyesi 161,3 milyon TL olarak belirlenirken borcun en
büyük payını (84,6 milyon TL) Türkiye’nin ödemesi kararlaştırılmıştır. Dış
borçlarda en büyük alacaklı %53 payla Fransa olmuş, bu ülkeyi Almanya
(%21) ve İngiltere (%14) izlemiştir. Osmanlı borçlarının ilk taksiti 1929’da
ödenmiş, ancak 1929 Bunalımının etkisiyle diğer taksitlerde sıkıntı oluşunca
1933’de yapılan yeni anlaşma ile geri ödeme taksitleri yeniden düzenlenmiş
ve tüm borçların 50 yıl içinde tasfiye edilmesi kararı alınmıştır. Osmanlı Borç189
ları, 1954’de ilk borçtan 100 sene sonra tamamen tasfiye edilmiştir .
2.4. Para ve Maliye Politikası Gelişmeleri
1923–1929 döneminde ekonomide sıkı para politikası izlenmiştir. Bu
tercihte I. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkan enflasyonist eğilimin tekrarlanmaması isteği etkili olmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarında para basmadan
uzak durulmuş, bu sayede enflasyon sorunu yaşanmamıştır. Osmanlı Bankasının merkez bankası gibi kâğıt para basımını kontrol ettiği 1923–1929
döneminde kâğıt para arzı neredeyse değişmemiş, böylece enflasyon oranı
çok düşük düzeylerde kalmıştır. Enflasyon, 1925 yılında %13,6 gibi bir seviyeye yükselse bile 1923–1929 döneminde ortalama %9 civarında gerçek190
leşmiştir .
187
188
189
190
Alkin, a.g.e., ss. 5-6.
Nevzat Yosmaoğlu, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İmaj Yayınevi, Ankara: 2002, ss. 22-23.
S. Rıdvan Karluk, Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm, 10.Baskı, Beta
Basım A.Ş., Yayın No: 1295, İstanbul: 2005, ss. 160-161.
Şahin, a.g.e., ss. 49-50.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 93
Bu dönemde maliye politikaları açısından da denk bütçe ilkesine uyulmuştur. 1923–1929 döneminde hükümet bütçe açıklarından kaçınmaya çalışmış, topladığı gelir kadar harcama yapmaya özen göstermiş, 1923 ve
1925 yıllarında verilen düşük miktardaki bütçe açıklarına karşılık, diğer yıllarda az da olsa bütçe fazlası verilmiştir. Klasik liberal ekonomi ilkelerine
bağlı bir yaklaşımla denk bütçe ilkesine uyumda sağlanan bu başarı, 1929
Bunalımının etkisinin çabuk atlatılmasına ve paranın dış değerinde istikrar
sağlanması millileştirme ve Osmanlıdan kalan borçların ödenmesini kolaylaştırmıştır.
3. “DEVLETÇİ” SANAYİLEŞME DÖNEMİ: 1930–1938
3.1. Ekonomi Politikasında Dönüşüm
Türkiye’de 1923–1929 döneminde özel girişime dayanan liberal ekonomi politikaları yetersiz kalmış, devletin ekonomik faaliyetlere katılımı görece
sınırlı olunca bu dönemde sanayileşmede beklenen başarı sağlanamamıştır.
Bu durum, genel olarak, iç sorunlar olarak nitelenebilen ülkedeki fiziki-beşeri
sermaye yetersizliği ile milli burjuvazinin oluşmamasına bağlanmakta,
ABD’de başlayıp dünyaya yayılan 1929 Buhranının olumsuz etkileri de diğer
191
nedenler arasında sayılmaktadır . Nitekim 1929 Buhranının olumsuz etkileri, bir yandan izlenen liberal ekonomi politikalarının sanayileşme ve kalkınma
192
açısından uygun olup olmadığının tartışılmasına yol açmış , diğer yandan,
kapitalist ülkelerde büyük sarsıntıya yol açan büyük buhranın olumsuz etkilerinin merkezi plan uygulayan SSCB’de hissedilmemesi liberal sistemin iflas
ettiği düşüncesini güçlendirmiş ve Keynesyen makro ekonomik yaklaşımları
193
doğurmuştur . Bütün bu düşünceler ve gelişmeler, ekonomide devlet müdahaleciliğinin gerekli olduğu yönünde birçok ülkeyi etkisi altına almıştır. Bu
etkileşimle birlikte Türkiye’de içinde bulunulan koşullar ve dünya konjonktürü
dikkate alınarak liberal politikalardan vazgeçilmiş ve “devletçilik” ilkesi çerçevesinde devletçi sanayileşme fikri benimsenmiştir
Bununla birlikte 1929 Buhranıyla iki katına çıkan dış açık sorunu karşısında öncelikle acil çözüm aranmış, bu çerçevede 1929’da İktisat Vekili Şakir
Kesebir’in adıyla anılan “Şakir Kesebir Planı” kabul edilmiştir. Bu planla, ülke
içinde üretilen malların ithalatını önlemek için gümrüklerin kapatılması, ihracatın artırılması olanaklarının araştırılması ve içeride üretilebilecek malların
saptanması amaçlanmıştır. Bu planın ilginç özelliği devletin herhangi bir
işletme kurmaması ve planda öncülüğü tamamen özel kesime bırakmış ol194
masıdır
Öte yandan büyük buhranın ortaya çıkardığı olumsuzluk ve iç
koşullar karşısında, uygulamaya ilişkin yasalar çıkarılırken ortaya çıkabilecek
olası meclis muhalefetini ve özel kesim muhalefetini azaltmak amacıyla özel
191
192
193
194
Ali H. Bayar, “The Developmental State and Economic Policy in Turkey”, Third World Quarterly, Vol. 17, No. 4, 1996,
pp. 773–785.
İlker Parasız, Türkiye Ekonomisi: 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kit., Bursa:1998, s. 29.
Osman Demir, Ekonomide Devlet, SPK Yayınları, Yayın No: 71, Ankara: 1997, s. 51.
Kuyucuklu, a.g.e., s. 184.
94 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
teşebbüse ılımlı bakan Türkiye İş Bankası Umum Müdürü Celal Bayar, İktisat
Vekilliğine getirilmiştir.
Benimsenen devletçi sanayileşme politikası ülke ihtiyaçlarından doğmuş, pragmatik bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, merkezi planlı SSCB ve diğer
bazı ülkelerde o yıllarda başlayan devlet müdahaleciliğine doktriner açıdan
benzememektedir. Merkezi planlı ekonomiye geçişin bir aşaması da değildir.
Cumhuriyetin lider kadrosu, bu yaklaşımı “mutedil devletçilik” olarak adlandırmaktadır. Nitekim dönemin başvekili İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930’da
Sivas-Kayseri demiryolunun açılış konuşmasında, “Liberalizm nazariyatı bu
memleketin güç anlayacağı bir şeydir. Biz iktisadiyatta hakikaten mutedil
devletçiyiz. Bizi bu istikamete sevk eden bu memleketin ihtiyacı ve bu mille195
tin fikri temayülüdür” demiştir .
Mutedil/ılımlı devletçilik anlayışı çerçevesinde piyasa ekonomisi koşullarının esas olması, özel kesimin dışlanmaması, özel ve kamu girişimlerinin
birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısı olmaları düşünülmüştür. Devletçi sanayileşme politikası bağlamında, imalat ve madencilik sanayi alanında devletin
girişimci olması kararlaştırılmış ve planlama konusunda SSCB’den finansal
ve teknik destek alınmıştır Sovyet uzmanlardan oluşan bir heyet, Türkiye
koşullarında kurulabilecek işletmelere ilişkin bir rapor hazırlamıştır. Hükümet
tarafından benimsenen rapor çerçevesinde 17 Nisan 1934’de kabul edilen
ve 1934–1938 yılları arasında uygulanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
196
(BBYSP) yürürlüğe girmiştir.
Devletçi sanayileşme politikası, BBYSP ile somutlaşmıştır. Bununla birlikte BBYSP, tüm ekonomiyi kapsayan bir plan değil, 5 yıl içinde sanayi sektöründe hangi alt sektörlerde kuruluşlar kurulacağını belirten bir program
olarak düşünülmüştür. Nitekim BBYSP’nın bir program/proje listesi olduğu,
devletin sanayi sektöründeki tüm faaliyetlerini içermediği (şeker sanayi, maden havzaları işletimi, enerji ve savunma sanayi plana dâhil değildir), milli
gelire etkilerinin, gerekli yatırım tutarı ve finansmanının belirlenmediği ve iç
197
tutarlılıktan yoksun olduğu belirtilmektedir . BBYSP’nın bu özellikleri nedeniyle 1963’den itibaren hazırlanan, ekonominin tümünü kapsayan ve birbirine
bağlı hedef ve stratejiler bütünü olarak makro ekonomik tutarlılığa sahip beş
yıllık kalkınma planlarından farklılaştığı kolayca söylenebilir.
Türkiye’nin ilk sanayileşme hamlesi olan BBSYP’da belirlenen esas
strateji temel ihtiyaç maddelerinin ülkede üretimine öncelik veren ithal ika198
meci sanayileşmedir. Böylece döviz tasarrufu sağlanarak, dış açığın azaltılması amaçlanmıştır. BBYSP’daki tercihlere bakıldığında, kurulacak işletmelerin hammaddelerinin ülke içinde bulunmasına öncelik verilmesi, zorunlu
195
196
197
198
Tokgöz, a.g.e., s. 54.
Nusret Ekin, ‘Some Aspects of The Turkish Economic and Social Development’, Problems of Turkey’s Economic
Development, Vol: 2, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakultesi, Yayın No: 2548, s. 25.
Karluk, a.g.e., s. 215.
O yıllarda, halkı yerli malına özendirme ve tasarrufa yönlendirmek amacıyla 13 Aralık 1929’da Milli İktisat ve Tasarruf
Cemiyeti kurulmuş, 12–18 Aralık arası “Tasarruf ve Yerli Malı Haftası” olarak belirlenmiştir. Tokgöz, a.g.e., s. 49.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 95
olmadıkça hammadde ithal edilmemesi, ülkede üretilen ve dünyada fiyatları
düşen hammaddelerin düşük fiyattan ihracının önlenmesi ve sınai bütünleşmeden yararlanmak amacı güdülmüştür. Ayrıca, kurulacak işletmelerin
hammadde ve işgücü kaynaklarına yakın olması, işletmelerin ticari esaslara
göre çalışması, yatırımlarını kendilerinin finanse etmeleri, işletmelerin mümkün olduğunca ülkeye dengeli dağıtılması, tüketim malları endüstrilerine
ağırlık verilmesi ve tesislerde dönemin ileri teknolojilerinin kullanılması fikri
benimsenmiştir.
BBYSP’da planlanan 23 sınaî kuruluştan 19 tanesi kurulmuş, bu bağlamda önemli bir sınaî gelişme sağlanmıştır. BBYSP ile planlanan kuruluşlar
199
aşağıdaki gibi beş grupta toplanmaktadır;
a) Dokuma Sanayi: Bursa, Yünlü Kumaş Fabrikası (1938), Kastamonu,
Kendir Fabrikası (1954).
b) Maden ve demir-çelik sanayi: Kükürt (Keçiborlu–1934), Semikok
(Zonguldak–1935), Demir-Çelik (Karabük–1938) ve Bakır İzole (Ergani–1939).
c) Kâğıt ve selüloz sanayi: İzmit, Kâğıt Fabrikası (1936), İzmit, Selüloz
Fabrikası II. Dünya Savaşı yıllarında tamamlanabilmiştir. Bu iki fabrika kısaca SEKA adıyla bilinmektedir.
d) Toprak ve seramik sanayi: İstanbul-Paşabahçe, Şişe-cam fabrikası
(1935), Kütahya porselen fabrikasına başlanamamıştır.
e ) Kimya sanayi: Sülfürik asit ve süper fosfat fabrikaları (Karabük) ile
klor alkali fabrikasına (İzmit) plan döneminde başlanamamış, ancak II. Dünya Savaşı yıllarında faaliyete geçirilmiştir.
200
Planın uygulanma sorumluluğu 1933’de kurulan Sümerbank’a
verilmiştir. Bu banka yanında İş Bankası ve sınırlı ölçüde Ziraat Bankası planın
finansmanına katkı sağlamışlardır. İş Bankası, İstanbul’daki şişe-cam tesislerinin kurulması ve işletilmesinden sorumlu olmuş, kükürt, gülyağı ve sünger
fabrikalarının kurulmasına katkı sağlamıştır. Madencilik alanında 1935’de
Etibank ve ülkenin maden envanterini tespit için Maden Tetkik ve Arama
Enstitüsü (MTA) kurulmuştur. Bu çerçevede, planda öngörülen tesislerin
büyük kısmı kısa sürede bitirilerek üretime geçmiş, kalanlar savaş sırasında
tamamlanmıştır. Bununla birlikte plan için tahmin edilenin (44 milyon TL)
üzerinde bir harcama (100 milyon TL) yapılmıştır. Harcamaların finansmanda genelde bütçe ödenekleri kullanılmış, bununla birlikte dokuma sanayi
199
200
Bu beş grup dışında faaliyete geçen iki kuruluş bulunmaktadır. Bunlar; sünger işleme tesisi (Bodrum–1934) ve gülyağı
fabrikasıdır (Isparta–1935).
1925’de kurulan Sanayi ve Maadin Bankası yönetimi, özel kesime devredilmesi düşünülen Osmanlı’dan kalma 4 sanayi
tesisini (Beykoz-Deri Kundura, Bakırköy-pamuklu dokuma, İstanbul Feshane-yünlü dokuma ve Hereke-ipekli ve yünlü
dokuma) özelleştirmede başarılı olamamış, üstelik tüm kaynaklarını bu kuruluşlara harcadığı için sanayi ve madencilik
kuruluşlarına kredi açamamıştır. Bu nedenle 1932’de kapatılmış, bankanın sanayi işletmeciliği ile ilgili görevlerini yapması için Devlet Sanayi Ofisi, sanayiye kredi verme fonksiyonunu yerine getirmesi için Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kurulmuş, daha sonra bu iki kuruluş aktif ve pasifleriyle 1933’de Sümerbank’a devredilmiştir. Tokgöz, a.g.e., ss. 59–60.
96 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
yatırımları için SSCB’den 14 milyon TL, demir çelik alanında Karabük demir
201
çelik fabrikası için 18 milyon TL tutarında İngiltere’den kredi sağlanmıştır .
Devletçi sanayileşme dönemindeki gelişmeler, BBYSP’da yer alan sınaî
kuruluşlarının faaliyetlerinden ibaret değildir. Devlet bu dönemde, başka
sınaî faaliyetlerde de bulunmuştur. Bunlar arasında, Türkiye İş Bankasının
finansal katkı sağladığı Zonguldak Maden İşletmeleri, Eskişehir (1933) ve
Turhal (1934) şeker fabrikaları ilk akla gelenlerdir. Bu katkılar devletin sanayileşme alanındaki etkisinin daha da büyük olduğunu göstermektedir.
Devletin bu dönem sınaî girişimlerine karşılık özel kesimin bu dönemde
sanayileşme alanında katkısı olmamış, özel kesim Teşvik-i Sanayi Kanunu
kapsamındaki teşviklerden yararlanmaya devam etmiş, 1929 sonrası yükseltilen gümrükler sayesinde iç piyasada kolay karlar elde etmiştir. Devlet, sınai
işletmeler kurarken piyasa koşullarında karlılık esasına göre çalışma prensibini getirmiş, ancak, üretiminde özel kesimle açıktan rekabet etmemiştir.
Özel kesime tanınan teşvikler özel kesim girişimlerinin karlarının artmasına
ve çalışanlarının yüksek gelirler elde etmesine yol açmıştır. Bu durum bürokraside kıskançlık yaratmış, hatta, bürokraside verilen teşviklerin kısıtlanması
gerektiği düşüncesi oluşmuştur. Bu çerçevede teşviklerde denetim artırılmış,
formalitelerin artması ve piyasa kontrollerinin getirilmesi nedeniyle özel kesim 1936 sonrası eskisi gibi cömert teşviklerden yararlanamamış, ancak dışa
karşı koruma ve iç piyasadaki yüksek fiyatlar kârlarının ve sermaye birikiminin devamını sağlamıştır.
BBYSP döneminde, önemli sabit sermaye yatırımları gerçekleştirilmiştir.
Bu dönemde, toplam 1051 milyon TL’yi bulan sabit sermaye yatırımlarının
yaklaşık %50’si (528 milyon TL) devlet eliyle yapılmıştır. Devletin 1933–1940
döneminde yaptığı yatırımların %29’u sanayi, %28’i demiryolları, %24’ü karayolları ve diğer altyapı ve %18’i mahalli idare yatırımları biçiminde gerçekleşmiştir. Özel kesim ise daha çabuk kâr getiren kısa vadeli yatırım alanlarına yönelmiş, konut yatırımları (%46) özel kesimin yatırımda bulunduğu en
önemli alan olmuştur. Özel kesim yatırımlarında ticaret (%23) ikinci sırayı
almıştır. Özel kesimin tarım (%20) ve sanayi (%11) sektörlerinde yatırımlarının toplamı ancak %30’u bulmuştur. Devlet ve özel kesimce yapılan toplam
sanayi yatırımları, sabit sermaye yatırımları toplamının %20’sine (212 milyon
202
TL) ulaşmıştır . Bu veriler, özel kesimin gücünün yetmediği alanlarda devlet eliyle ikame edildiği izlenimini vermekte, yatırımların dağılımı dengesiz bir
gelişme politikasının izlendiğini göstermektedir.
BBYSP döneminde ekonomide ithal ikameci sanayileşme açısından
önemli gelişme sağlanmış, kamu işletmeciliği yapılırken piyasa koşullarında
özel girişimler gibi kârlılık ilkesine uygun davranılması, bu başarıda etkili
olmuştur. Bu başarı üzerine ilk sanayi planında yer almayan enerji, madencilik, liman yapımı gibi alt yapı alanları ve kimya, gıda, makine ve deniz ulaşımı gibi alanlarda 100’den fazla fabrika kurulmasını öngören ikinci plan
201
202
Şahin, a.g.e., s. 63.
Karluk, a.g.e., s. 216.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 97
(İBYSP) hazırlığına, İktisat Vekili Celal Bayar başkanlığında 1936’da başlanmıştır. Bu yeni plan 1938’de dört yıl olacak biçimde revize edilmiş, ancak,
203
II. Dünya Savaşı koşulları yeni planın uygulanmasını önlemiştir .
Bu dönemde devletçi sanayileşme ve gelişme politikasına rağmen Atatürk’ün sanayileşme ve milli burjuvazi yaratma konusundaki liberal kişisel
eğilimleri 1937’den itibaren tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Atatürk’ün
hissedarı olduğu İş Bankası çevresiyle birlikte hükümet işlerine sık sık müdahalesi de, Başvekil İnönü ve Recep Peker gibi Hükümet içindeki devletçi
yaklaşımdan yana olanları rahatsız etmiştir. Atatürk ile Hükümet arasında bu
anlaşmazlıklar sürerken bir sağlık sorunu bahane edilerek İnönü yerine başvekil olarak Celal Bayar getirilmiştir. Atatürk’ün ölümü sonrası, Cumhurbaşkanı olarak İnönü seçilmiş, bir müddet daha başvekillik görevi yapan Celal
204
Bayar’ın yerine Dr. Refik Saydam başvekil olarak atanmıştır .
3.2. Ekonomide Nicel Gelişmeler
Devletçi sanayileşme politikaları dönemi uygulamasının ekonomiye
yansıyan nicel gelişmelerine bakıldığında, Tablo 4.4’de görüldüğü gibi,
1930–1938 döneminde ülke GSMH düzeyi yaklaşık %60 artarak, dönem
başında yaklaşık 5,4 milyar TL iken 8,5 milyar TL’yi aşmıştır. Kişi başına
gelir, dönem başında 371 TL iken yaklaşık %35 artarak sabit fiyatlarla dönem sonunda 502 TL’ye ulaşmıştır. Dolar cinsinden kişi başına gelir 1929’da
74 dolar iken buhranın etkisiyle 1932’de 39 dolara kadar gerilese bile dönem
sonunda 88 dolara yükselmiştir.
Tarım sektörü milli gelir içinde ortalama %44 payla sektörler arasında ilk
sırayı almıştır. Bununla birlikte tarımsal hasıla büyük dalgalanma göstermiş,
dönem başında yaklaşık 2,5 milyar TL iken 1938’de 3,8 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bu veriler ilk bakışta, tarımsal hâsılanın artarak çiftçinin zenginleştiği
gibi bir algılamaya yol açsa da yanıltıcıdır. Çünkü, tarımsal hasıla bu dönemde düzenli şekilde artmamış, 1930–1935 döneminde 2,5 milyar TL düzeyinde kalmıştır. Hatta, 1930, 1932, 1935 ve 1937 yıllarında küçülen tarımsal hâsıla nedeniyle çiftçinin yoksullaştığı bile söylenebilir.
203
204
Tokgöz, a.g.e., s. 67.
Sunay, a.g.e, s. 112.
98 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi
Tablo 4.4: GSMH, Sektörler ve Kişi Başına GSMH: 1930–1938 (1948 Fiyatları, Milyon TL)
Yıl
1930
1931
1932
1933
1934
1935
1936
1937
1938
1930- 1938
1923–1938
GSMH
5394
5866
5235
6064
6430
6234
7680
7798
8538
-
Tarım
Değer Pay (%)
2525
46,8
2887
49,2
2055
39,3
2510
41,4
2578
40,1
2421
38,8
3731
48,6
3600
46,2
3794
44,4
43,9
44,5
Sektörler
Sanayi
Değer Pay (%)
539
10,0
616
10,5
725
13,8
863
14,2
982
15,3
981
15,7
947
12,3
1045
13,4
1209
14,2
13,3
11,7
Hizmetler
Değer Pay (%)
2330
43,2
2363
40,3
2455
46,9
2692
44,4
2870
44,6
2833
45,4
3002
39,1
3154
40,4
3535
41,4
42,9
43,8
Kişi Başına
GSMH
TL
$
371
55
395
48
345
39
391
45
406
47
386
49
467
62
466
65
502
88
-
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693, 730 ve 733.
1930–1938 döneminde ortalama %43 payla ikinci sırayı alan hizmetler
sektörü hasılası dönem başında yaklaşık 2,3 milyar TL iken1938’de 3,5 milyar TL’yi aşmıştır. Bu sektörde görülen gelişme, tarımın aksine 1935’deki
düşük oranlı küçülme dışında istikrarlı bir seyir izlemiştir. Devletçi sanayileşme politikası sayesinde bu dönemde sektörler içinde en önemli gelişme
sanayide gerçekleşmiştir. Sanayide üretilen katma değer 1930’da 539 milyon
TL iken 1938’de 1,2 milyar TL’yi aşmıştır. Bu gelişme nedeniyle sanayinin
GSMH payı bu dönemde yükselerek 1935’de %15,7 oranına kadar ulaşmış
ve dönem içinde ortalama %13,3 olmuştur.
Tablo 4.5: 1930–1938 Dönemi Büyüme Oranları (%)
Yıl
GSMH
1930
1931
1932
1933
1934
1935
1936
1937
1938
1930–1938
1924–1938
2,2
8,7
-10,7
15,8
6,0
-3,0
23,2
1,5
9,5
5,9
7,9
Kişi Başına
GSMH
0,0
6,7
-12,8
13,5
3,8
-5,1
21,1
-0,2
7,7
3,9
5,8
Sektörlerin Büyüme Oranları
Tarım Sanayi Hizmetler
-3,9
12,7
7,2
14,3
14,2
1,4
-28,8
17,8
3,9
22,1
19,0
9,6
2,7
13,8
6,6
-6,1
-0,1
-1,3
54,1
-3,4
6,0
-3,5
10,3
5,1
5,4
15,7
12,1
6,3
11,1
5,6
10,1
9,9
6,7
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, s. 693,730.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 99
Devletçi sanayileşme döneminin büyüme performansının yer aldığı Tablo 4.5’de görüldüğü gibi, bu dönemde ortalama olarak GSMH %5,9 ve kişi
başına GSMH %3,9 oranında artmıştır. Ortalama olarak sanayi sektörü %11,
tarım sektörü %6,3, hizmetler sektörü %5,6 oranında büyümüştür. Bununla
birlikte tarım sektörünün bir önceki döneme göre büyüme performansının
azaldığı ve hizmetler sektörü büyüme oranının GSMH artışının gerisinde
kaldığı dikkate alınırsa, bu dönem büyümeyi sanayi sektörünün sürüklediği
rahatlıkla söylenebilir.
Atatürk dönemi (1923–1938), milli gelir ve sektörel gelişmeler açısından
bir bütün olarak değerlendirildiğinde, 1923’den 1938’e sabit fiyatlarla GSMH
yaklaşık 3 milyar TL’den 8,5 milyar TL’ye; tarımsal üretim 1,2 milyar TL’den
3,8 milyar TL’ye, hizmetler üretimi 1,3 milyar TL’den 3,5 milyar TL’ye, sanayi
üretim değeri 309 milyon TL’den 1,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. 1923’den
1938’e kişi başına gelir sabit fiyatlarla 233 TL’den 502 TL’ye ve cari fiyatlarla
45 dolardan 88 dolara yükselmiştir. Sektörlerin GSMH payları ortalama olarak tarım ve hizmetlerde birbirine yakın (%44) olmuş, 1930 sonrası sanayinin
payı ortalama %12’ye yükselmiştir. Atatürk döneminde on beş yılda ortalama
olarak GSMH yaklaşık %8, kişi başına GSMH %5,8 oranında artmıştır. Osmanlının son döneminde kişi başına gelirin %1 arttığı hatırlandığında Cumhuriyetin ilk on beş yılında önemli bir gelişme sağlanmıştır.
Bu dönemde sektörlere bakıldığında, nüfus ve istihdamın %80’den fazlasını oluşturan tarımda önemli bir gelişme olmadığı, sınaî gelişmeye önem
verilmesi sonucu tarımın ihmal edildiği söylenebilir. Milli gelirin yaklaşık
%45’ni oluşturan tarım, bu dönemde toplam yatırımların sadece %10’nu
205
çekebilmiş ve 1929 Buhranından en fazla etkilenen sektör olmuştur . Dünyada tarımsal ürün fiyatlarında görülen büyük düşmeler, dış ticaret hadlerinin
kötüleşmesine yol açmış, iç fiyat makası tarım aleyhine gelişmiş, çiftçi yoksullaşmış, tarım kesimi bunalımın etkilerinden 1936’da çıkabilmiştir.
Devlet, tarım sektörüne acil durumlarda müdahale etmek zorunda kalmıştır. Örneğin, tarımsal hâsılanın yaklaşık %29 küçüldüğü 1932’de çiftçiyi
korumak amacıyla, 1932’de Ziraat Bankasına bağlı kurulan ve 1938’de KİT
haline gelen Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) aracılığı ile buğday fiyatında
düşüşü önlemek için destekleme alımları başlamıştır. Buğdaydaki bu uygulama, destekleme alımları ve taban fiyatlarının başlangıcı olmuş, sonraki
tarihlerde kapsamı genişlemiştir. Devlet tarımda toprak mülkiyetine ilişkin bu
dönemde köklü değişiklikler yapmamış, 1934’te göçmenleri iskân amacıyla
Toprak İskân Kanunu çıkarılmıştır. Tarımsal işletmelerin durumuna bakıldığında, işletmelerin optimaldan küçük olduğu için uygun teknoloji kullanımına
elverişli olmadığı söylenebilir. Tarımsal kredilerin bu dönemde bir önceki
döneme göre azaldığı, ekilen arazilerde genişlemenin etkisiyle tarımsal üre206
timin arttığı, ancak verimliliğin değişmediği de belirtilebilir .
205
206
Cem Emrence, “Turkey in Economic Crisis (1927–1930): A Panaromic Vision”, Middle Eastern Studies, Vol: 39, No: 4,
2003, p. 68.
Şahin, a.g.e., s. 70.
100 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i
Devletçi sanayileşme döneminde asıl gelişme, sanayide görülmüş, özel
kesimin yukarıda sözü edilen tercihlerine karşılık ithal ikameci sanayileşme
alanında önemli mesafe alınmış, kurulan KİT’ler sayesinde birçok malın iç
207
talebi yerli üretimle karşılanır hale gelmiştir . Kurulan 19 tesis sayesinde,
1940 yılı itibarıyla bazı ürünlerde neredeyse iç talebin tamamı yerli üretimle
karşılanır hale gelmiş (yünlü dokuma %98, çimento %97, cam ürünleri %91
ve pamuklu dokuma %84); kâğıt (%39) ve demir çelik (%32) gibi bazı ürünlerde yerli üretimin payı önemli ölçüde yükselmiştir. Bu veriler, Türkiye’nin
1930’ların sonunda tüketim mallarında ithal ikamesini büyük oranda sağladığını, ara mallarında ise önemli gelişme kat ettiğini göstermektedir.
3.3. Dış Ticaret Gelişmeleri ve Borçlanma
1929 Dünya Buhranın neden olduğu ekonomik durgunluktan korunmak
ve ithal ikameci sanayileşmeyi sağlamak için Türkiye’de 1930–1938 döneminin başında dış ticarette korumacı, içe dönük, devletçi bir ekonomi politikasına yönelme olmuştur. Dış ticaret alanında politika değişimi, Lozan Antlaşması hükümlerinin sona erdiği 1929’da yeni gümrük kanununun çıkarılmasıyla
başlamış ve gümrük tarifeleri ortalama %15’lerden %45 düzeyine yükseltil208
miştir . Ardından, 1930–1933 yılları arasında çıkarılan yasal düzenlemelerle, koruyucu dış ticaret rejimi ve buna uygun kambiyo rejimi güçlendirilmiştir.
Bu politika değişimi çerçevesinde yeni dönemde izlenen dış ticaret politikasının temel ilkeleri; Türkiye’den mal alan ülkelerden mal satın alınması, yurt
içinde üretilen malların ithalinin yasaklanması, diğer malların ticaret anlaşmaları çerçevesinde ithali, ihraç mallarının kalitesinin yükseltilmesi ve dış
ticaret fazlası elde edilmesi olarak belirlenmiştir.
1930–1938 dönemi dış ticaret gelişmeleri de Tablo 4.6’da görülmektedir. Tablo incelendiğinde, amaçlanan dış ticaret fazlasının sağlandığı, ancak,
dış ticaret fazlasının ithalatın kısılması ile gerçekleştirildiği dikkati çekmektedir. Nitekim tablonun 1923–1929 dönemi ile 1930–1938 ortalamalarının yer
aldığı satırlar karşılaştırıldığında görülebileceği gibi, bu dönemde ihracat
ortalama olarak bir önceki dönem ortalamasının gerisinde kalmış, ancak
ithalattaki daralma çok daha fazla olduğu için yılda ortalama 7 milyon dolarlık
dış ticaret fazlası elde edilmiştir.
Öte yandan 1929 Bunalımı, ülkelerin mal talebini, özellikle tarım ve gıda
malları talebini, azaltmış ve bu çerçevede tarım ürünlerinin fiyatları hızla
düşmüştür. Ülkeler, bunalım karşısında koruyucu ticaret politikaları uygulamıştır. Bu ortamda, Türkiye’nin tarım ürünlerine bağlı ihracatı hızla azalmış,
1925’de 103 milyon dolarlık ihracat yapan Türkiye, 1932’de 48 milyon dolar
ihracat yapabilmiştir. 1932’den itibaren artmaya başlayan ihracat 1937’de
100 milyon doları aşmıştır. Buna karşılık ithalat 1930’dan itibaren hızla azalmış, 1929’da 124 milyon dolarken 1930’da 70 milyon dolara, 1932’de 41
milyon dolara gerilemiştir. 1932 yılı cumhuriyet döneminde ihracat ve ithala207
208
Y. S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923–1950), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 1994, ss.259-260.
H. Avni Özcan, “Dünden Bugüne Dış Ticaretimizdeki Gelişmeler”, Dış Ticaret Dergisi, Yıl: 3, Ekim 1998, s. 66.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 101
tın birlikte en az olduğu yıl olmuştur. Bu dönemde dış ticaret hacmi/GSMH
oranı bir önceki döneme göre azalmış, dönemin tümünde ortalama %17
olmuş, ihracatın ithalatı karşılama oranı da ortalama %111,7 olmuştur.
Tablo 4.6: Dış Ticaretin Gelişimi (1930–1938) (Milyon $ ve %)
Yıl
İhracat İthalat
(1)
(2)
Açık
(1-2)
D.Tic.
İhr./İth İhr./
Hacmi (1+2) (1/2) GSMH
İth./
GSMH
D.Tic. Hacmi/GSMH
1930
71
70
1
141
102,6
9,0
8,8
17,8
1931
60
60
0
120
100,5
8,6
8,6
17,2
1932
48
41
7
89
117,1
8,1
6,9
15,0
1933
58
45
13
103
128,9
8,4
6,5
14,9
1934
73
69
4
142
105,8
10,0
9,4
19,4
1935
76
71
5
147
107,0
9,7
9,0
18,7
1936
94
74
20
168
127,0
9,2
7,2
16,4
1937
109
91
18
200
119,8
10,0
8,3
18,3
1938
115
119
-4
234
96,6
7,7
8,0
15,7
1923–1929
82
112
-30
195
73,2
9,8
13,4
23,1
1930–1938
78
71
7
149
111,7
9,0
8,1
17,0
1923–1938
80
89
-9
169
94,9
9,3
10,4
19,7
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012: ss. 477 ve 480.
İthalattaki hızlı gerilemede, yeni dış ticaret rejimi çerçevesinde ithalata
getirilen sıkı kontroller ve miktar kısıtlamaları, içeride üretilen malların ithal
ikamesini sağlamak için bu malların ithalatının engellenmesi ve devletin ihracat geliri kadar ithalata izin vermesi etkili olmuştur. İthalat 1937’den itibaren
tekrar 100 milyona yaklaşmış, 1937’de ithalat ve ihracatta Almanya’ya bağımlı olmamak, bu ülkenin dış ticaretteki payını azaltmak amacıyla diğer
Avrupa ülkelerinden yapılan ithalatı (özellikle İngiltere) kolaylaştıran liberasyon uygulamasına başlanmış, ancak 1938’de dış ticaret açığı verilince liberasyon uygulamasından vazgeçilmiştir.
Atatürk dönemi (1923–1938) dış ticaret gelişmelerine bir bütün olarak
bakılırsa, ihracat ortalama 80, ithalat 89 milyon dolar olmuş, dolayısıyla yılda
ortalama 9 milyon dolarlık açık verilmiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranı
ortalama %95 düzeyinde gerçekleşmiş ve dış ticaret hacminin GSMH’ya
oranı (dışa açıklık) ortalama %20 civarına yaklaşmıştır.
Öte yandan 1930–1938 döneminde ihracatın bileşiminde önemli bir değişim olmamış, ihracat büyük ölçüde tarımsal ürünlere dayanmış ve az sayıda üründen oluşmuştur. İhracatta tarımsal ürünlerin payı %80, sanayi ürünleri payı %10 civarında olmuştur. İhracatın organize edilebilmesi için 1930
sonrasında ihracatçı birlikleri kurulmuş, ihracat; kliring sistemi, kontenjanlı
102 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i
209
listeler, takas ve prim usulü ile desteklenmiştir . İkili antlaşmalar ve kotaya
dayalı dış ticaret politikası, Türkiye’nin ithalat yapısını sanayileşme politikasına uyumlu hale getirmiş, ayrıca, tüketim malları ithalatına bağımlı olmamayı ve zorunlu gıda mallarının içeride üretilmesini amaçlayan bu politikalar
sayesinde ithalatın bileşiminde nihai tüketim mallarının payı süratle azalmış,
yatırım mallarının payları yükselmiştir. Örneğin tekstil ve gıda maddeleri
ithalatının toplam ithalattaki payı sırasıyla dönem başında %44 ve %17 iken;
dönem sonunda sırasıyla %27 ve %4,3 düzeyine gerilemiş, buna karşılık
sermaye malları ve ara malları toplamının ithalattaki payı %14,5’den %37’e
210
ulaşmıştır .
Dış ticaret yapılan ülkelere bakıldığında, ihracatta, Almanya’nın payı
artmış, (1930’da %13,1 iken 1935’te %41), dış ticaret 1940 öncesi neredeyse Almanya’nın kontrolüne girmiştir. Bu ülke, Türkiye’nin ihraç ürünlerini
yüksek fiyattan satın almış, ikili ticaret anlaşmaları bu ülkeden mal alma
zorunluluğu oluşturduğu için kendi mallarını yüksek fiyattan Türkiye’ye satmıştır.
Türkiye, bu dönemde, daha önce bahsedildiği gibi, elde ettiği dış ticaret
fazlaları ile Osmanlı borçlarının taksitlerini ödemiş, millileştirme harcamalarını ödemek ve BBYSP çerçevesinde kurulan bazı sınaî işletmeler için sınırlı
ölçüde borçlanmıştır. Dış borç konusunda bir önceki dönemden kalan yaklaşım devam ettirilmiştir. Bu dönemde millileştirmeler olmasına karşın yabancı
sermayeye karşı açık olunmuş, ancak gelen yabancı sermaye miktarı az
olmuş, gelen yabancı sermaye daha çok 1926–1933 döneminde yatırımlarda
bulunmuştur.
3.4. Para ve Maliye Politikası Gelişmeleri
Hükümetler, bu dönemde, sıkı para ve maliye politikaları izlemeye devam etmiş, sağlam para ve denk bütçe ilkesine uyulmuştur. Enflasyonist
baskıların ortaya çıkmaması için emisyonu artırıcı politikalardan kaçınılmış,
ekonomiye milli gelir artışına yakın artış oranında likidite verilmesine dikkat
edilmiştir.
Bu dönemde para politikası alanındaki en önemli gelişme, 1930’da Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının (TCMB) kurulması olmuştur. Bu bağlamda 20 Şubat 1930’da 1567 sayılı yasa “Türk Parasının Kıymetini Koruma
Kanunu” (TPKK) çıkarılmış, ardından 30 Haziran 1930’da 1715 sayılı yasa
ile “T.C Merkez Bankası Kanunu” yürürlüğe girmiştir. 3 Ekim 1931’de TCMB
faaliyete geçmiş, Hazinenin %15 payla ortak olduğu TCMB’nin kuruluş sermayesinin bir bölümü için American Turkish Investment Corporation (ATIC)
adlı kuruluştan 10 milyon dolar kredi sağlanmış, bu kuruluşun her yıl Türkiye’ye 1,75 milyon dolar ödemede bulunması anlaşması yapılmıştır. Bu kredi
ve ödemeleri karşılığında ATIC’e 1930–1955 arasında 25 yıl geçerli olmak
209
210
Tokgöz, a.g.e., s. 84.
Şahin, a.g.e., ss. 48 ve 72.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 103
üzere kibrit, çakmak ve benzeri tutuşturucuların üretim, ithal, ihraç ve satış
hakları konusunda tekel imtiyazı verilmiştir.
Bu kanunla Osmanlı Bankasından emisyon yetkisi alınarak TCMB’ne
verilmiş, emisyonun ayarlanması, Hazine ve bankaların emisyon ihtiyacının
ekonominin içinde bulunduğu koşullara göre karşılanması, TL’nin iç ve dış
değerinin korunması önemli bir gelişme olmuştur. Bununla birlikte 1937’ye
kadar Osmanlı kâğıt paraları tedavülde bulunmuş, bu tarihten sonra ilk kâğıt
paralar merkez bankası tarafından Latin harfleriyle basılmaya başlanmıştır.
İnönü cumhurbaşkanı olunca 1939–1950 dönemindeki paralarda İnönü’nün
resmi de yer almış, 1950’de Demokrat Parti (DP) iktidara gelince paraların
üzerinde sadece Atatürk’ün resminin olması sağlanmıştır. Öte yandan TL’nin
değerinin 1930–1938 döneminde korunmasına azami dikkat gösterilmiştir.
Bu dönemde Sterlin ve Dolar karşısında TL değer kazanmış, 1931’de 1 sterlin 10,32 TL iken 1938’de 6,16 TL düzeyine gerilemiş, dolar 1930’da 2,12 TL
211
iken 1938’de 1,26 TL değerine gerilemiştir .
Bu dönemde bütçe denkliğine özen gösterilmiş, Dünya Buhranının
olumsuz etkilerine karşın bütçe dengesinden ödün verilmemiştir. BBSYP’nın
finansmanında bütçe gelirlerine dayanılmış, ortaya çıkacak harcamaların
finansmanı için para basma yerine genellikle vergi ve tekel gelirlerini artırma
tercih edilmiş, ayrıca iç borçlanmaya gidilmiştir. Bu dönemde bütçe gelirlerini
artırmak amacıyla yeni vergiler ihdas edilmiş, örneğin 1931’de Buhran Vergi212
si, 1932’de Muvazene Vergisi çıkarılmıştır .
1930–1938 dönemi enflasyon gelişmelerine bakıldığında; 1929 Buhranının etkisiyle dönemin ilk yarısında fiyatlarda hızlı bir düşme yaşanmış,
1934’e kadar devam eden bu eğilim bu yıldan sonra tersine dönmüş, fakat
213
fiyatlardaki yükselme ılımlı bir artış biçiminde kendini göstermiştir .
II. Dünya Savaşı öncesi, özetle, Türkiye’de ithal ikameci sanayileşme
yoluyla sermaye birikimini sağlamak amaçlanmış ve bunda büyük ölçüde
başarılı olunmuştur. Fiziki sermaye birikimi yanısıra beşeri sermaye birikimini
sağlamak için harf devrimi yanında eğitime büyük önem verilmiş, tarımda
teknoloji kullanımı sınırlı olsa bile sanayide dönemin ileri teknolojilerinin kullanılması noktasında büyük çaba gösterilmiştir.
4. SAVAŞ YILLARINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ: 1939–1945
4.1. İktisadi Savunma Planı Ve Genel Gelişmeler
II. Dünya Savaşı, Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Savaşın Türkiye sınırlarına yaklaşmasıyla birlikte İBYSP’dan vazgeçilmiş, 5
Nisan 1939’da “İktisadi Savunma Planı” yürürlüğe girmiştir. Bu plan çerçevesinde, ekonomi dahil tüm alanlarda her türlü öncelik yeniden düzenlenmiştir.
Bununla birlikte, plan daha çok ordunun savaşa hazırlık çabasına dönüş211
212
213
Tokgöz, a.g.e., ss. 58 ve 87.
Şahin, a.g.e., s. 76.
Ekrem Pakdemirli, Ekonomimizin Sayısal Görünümü 1923’ten Günümüze, Milliyet Yay., İstanbul: 1995, s.104.
104 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i
müştür. Ayrıca bir ekonomik plan hazırlanmamış, BBYSP döneminde bitirilemiyen bazı sınai kuruluşlar faaliyete geçirilmiştir. Türkiye, İngiltere ve Fransa ile 11 Eylül 1939’da ittifak anlaşması yapmasına rağmen tarafsızlık politikası izlemiş, savaş ekonomisi koşullarında sayısı bir milyona yaklaşan ordunun giderleri, savunma harcamalarını artırmıştır. Kamu harcamalarının
%60’ına ulaşan savunma harcamaları nedeniyle, yatırım harcamaları azaltılmak zorunda kalınmıştır. Çalışma çağındaki nüfusun önemli bir kısmının
üretimden çekildiği için, tarımsal üretim ve gıda malları arzı azalmış, buna
214
karşılık tüketim malları talebi hızla artmıştır .
Savaşa giren Avrupa ülkeleri ile dış ticaret büyük ölçüde aksayınca ihtiyaç duyulan yatırım malları ithali daralmış, bu durumdan sınai üretim olumsuz etkilenmiştir. Savaş ortamında ülkede, daha önceleri takip edilen fiyat
istikrarı, bütçe denkliği gibi politikaları sürdürmek zorlaşmıştır. Mevcut vergiler ve borçlanma, savaş nedeniyle artan kamu harcamalarını finanse etmede
yeterli olmamış, bu nedenle emisyona başvurulunca enflasyon hızla yükselmiştir. Arz yetersizliği nedeniyle mal darlığı çekilen bu ortamda, karaborsa ve
istifçilik artınca, bir çok temel ihtiyaç maddesi karneye bağlanmıştır. Bu ortamda gıda malları arzı darlığını gidermek, fiyat artışlarını kontrol etmek ve
üretim ve tüketimi düzenlemek amacıyla Dr. Refik Saydam’ın başbakanlığı
döneminde 1940 yılı Ocak ayında “Milli Korunma Kanunu” çıkarılmıştır. Ekonominin savaş yıllarında yönlendirilmesini amaçlayan bu kanunla devletin
ekonomi üzerindeki bürokratik kontrolü ve yasaklamaları oldukça artmıştır.
Bu kanun ile getirilen ve hükümete çok geniş yetkiler veren düzenlemeler
215
arasında aşağıdaki hususlar bulunmaktadır ;
i Özel kişilere ait sanayi tesisleri ve madenlerde hangi malların ne
miktarda üretiminin yapılacağının devlet tarafından belirlenmesi,
i Vatandaşa madenler ve yol yapımında zorunlu çalışma yükümlülüğü
getirilmesi,
i Gerekli görülen kuruluşlara tazminat ödeyerek el koyabilme,
i Tarımda ne ekileceğine devletin karar verebilmesi ve 500 hektarın
üzerindeki tarım arazisine devletin tazminatını ödeyerek el koyup
bizzat işletebilmesi,
i Özel şahıslara ait taşıtların devletçe belirlenen fiyatlarla istenen yerde çalıştırılabilmesi veya gerekirse devletçe satın alınabilmesi,
i Özel kesimin yatırımları için devletten izin alınması, atıl tutulduğu belirlenen işletmelere devletin el koyabilmesi veya işletmeleri çalışmaya zorlayabilmesi,
i Çalışanlara ücretli iş yükümlülüğü, çalışmaya zorlama ve çalışma
süresinin uzatılması,
214
215
Tokgöz, a.g.e., s. 68.
Şahin, a.g.e., ss. 84-85.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 105
i Devletin iç ve dış ticarette fiyat kontrolü yapabilmesi, piyasaya alıcı
olarak girebilmesi, bizzat ithalat yapabilmesi, ihtiyaç duyulan mallara
el koyarak bunları dağıtabilmesi, ithalat ve iç ticarete maksimum fiyat, ihracata ise minimum fiyat belirleyebilmesi.
Hükümete geniş yetkiler veren bu kanun genelde dikkatli biçimde uygulanmış, tarım ve sanayi alanında sınırlı maddelerde el koyma kararları alınmıştır. Uygulanan zorunlu tedbirler beklenen sonuçları vermemiş, çoğunlukla
bürokrasi engeline takılmıştır. Başbakan Dr. Refik Saydam’ın 1942’de ölümünden sonra kurulan Şükrü Saraçoğlu hükümeti, bu uygulamaları gevşeterek piyasa mekanizmasına daha fazla yer vermiş, ticaretin serbestleşmesi
yönünde adımlar atmıştır.
Öte yandan 11 Kasım 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu da
önemli bir diğer tartışma konusu olmuştur. Tüccarlardan bir defalık servet
vergisi alınmasına ilişkin kanunun görünürdeki amacının, savaş yıllarında
elde edilen olağanüstü ticari kazançların vergilendirilmesi olduğu, ancak
kanunun ardında yatan asıl amacın ticarette etkin gayri müslim azınlıkların
tasfiye edilerek yerine Türk-Müslüman burjuvaziyi yerleştirmek olduğu belir216
tilmektedir ki, verginin uygulama biçimi de bu tezi doğrulamıştır . Nitekim
savaş koşullarında artan kamu harcamalarının karşılamak için diğer ülkelerde de uygulanan ve savaş yıllarında oluşan fiyat artışlarından elde edilen
yüksek kazançlar ve istifçilik, karaborsacılıktan haksız gelir elde eden kesimlerin servetlerinden bir defa alınacak Varlık Vergisi, uygulamada yapılan
yanlışlarla amacından sapmış, örneğin bir ortaklıkta verginin muhatabı Türk
ve Müslüman ortağa farklı, gayri müslim ortağa farklı vergi uygulamaları
217
hoşnutsuzluklara neden olmuştur . Varlık Vergisi tahsilatı 1943 yılı kamu
harcamalarının %38’ni karşılamış, ancak, verginin matrahı ve oranının belirli
olmaması keyfiliğe yol açmış, ayrıca tahakkuk ettirilen verginin yaklaşık 2/3’ü
tahsil edilebilmiştir. Verginin objektiflikten uzak olması ve uygulama aksaklıkları nedeniyle kanun 1944’de yürürlükten kaldırılmış, vergiden beklenen gelir
ile elde edilen tahsilât karşılaştırıldığında çıkarılan gürültüye değmemiştir.
Bu bağlamda, savaş ortamında kamu gelirlerini artırabilmek için getirilen Varlık Vergisi ve Milli Korunma Kanunu gibi düzenlemelerin muhatapları
(sanayici ve tüccarlar) tedirgin oldu. Devletin ekonomiye müdahalesi ve bürokratik engellerin artması, 1939–1945 dönemindeki devletçilik uygulamalarının müteşebbis dostu (güleryüzlü) devletçilik olarak değil, bu çevrelerde
218
zorba devletçilik olarak nitelendirilmesine yol açmıştır .
Tüccar ve sanayicinin hoşnutsuzluğu, 1945’de çıkarılan 4753 sayılı
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na muhalif yerli eşraf ve toprak ağalarının
tepkileriyle birleşince, 1923’de başlayıp savaş yıllarına kadar devam eden
yönetici, bürokrasi, ticaret-sanayi burjuvazisi ile yerel eşraf arasındaki koalis216
217
218
Bu tezi örneğin Y. S. Tezel ileri sürmektedir. Geniş bilgi için bkz; Mehmet Şahin ve Çiğdem Özenç, “Varlık Vergisi
ve Toplumsal Etkileri”, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Yıl: 45, Sayı: 516, Şubat 2008, s. 91.
Şahin ve Özenç., a.g.m., s. 91.
Altay, a.g.m., ss. 52-53.
106 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i
yon dağıldı. Bu kesimler Demokrat Parti (DP), çatısı altında toplanmaya
başladı.
4.2. Ekonomide Nicel Gelişmeler
Bu alt döneme ilişkin nicel gelişmelerin gösterildiği Tablo 4.7’ye göre,
dönem içinde 1939 ve 1942 hariç GSMH sürekli azalmış ve sabit fiyatlarla
1939’da 9,1 milyar TL olan GSMH, 1945’de 5,96 milyar TL’ye gerilemiştir.
Tarımsal üretim 1942’de %20 civarında arttığı için sadece 1942’de pozitif
büyüme sağlanabilmiştir.
GSMH’da görülen eğilimin benzeri, 1942 hariç tarımda, 1944 hariç hizmetlerde ortaya çıkmış, özellikle tarımsal hâsıla dönem başı değerin yarısına
inmiştir. Artan fiyatlara rağmen tarımsal hâsılanın azalmasında, çalışma
çağındaki işgücünün silâh altına alınmasından kaynaklanan işgücü yetersizliği yanında, araç-gereç ve kredi yetersizliği ile kötü giden hava koşulları etkili
olmuştur. Toprak Mahsulleri Vergisi de çiftçiyi olumsuz etkilemiştir. Hükümetin sanayileşme programını durdurması sonucu 1939 sonrası her yıl sınai
katmadeğer azalmış, 1945’de 1 milyar TL’nin altına inmiştir. Sanayi kesiminin üretiminin azalmasının bir nedeni de tarımsal hammadde kullanan sanayilerin bu hammaddeleri gerek ülke içinden gerekse ithalatın tıkanması nedeniyle dışarıdan alamaması olmuştur.
Bu dönemde kişi başına gelir sabit fiyatlarla 521 TL’den 317 TL’ye gerilemiştir. Buna karşılık TL’nin yabancı paralar karşısında bu dönemde değerli
olması nedeniyle cari fiyatlarla kişi başına gelir 91 dolardan 1943’de 386
dolara kadar çıkmış, ancak 1945’de 224 dolara gerilemiştir.
Tablo 4.7: GSMH, Sektörler ve Kişi Başına GSMH: 1939–1945 (1948 Fiyatları, Milyon TL)
Yıl
GSMH
1939
1940
1941
1942
1943
1944
1945
1939–1945
9128
8678
7780
8217
7413
7038
5960
-
1923-1945
-
Sektörler
Kişi Başına
GSMH
Tarım
Sanayi
Hizmetler
Değer Pay (%) Değer Pay (%) Değer Pay (%) TL
$
3939
43,2
1411
15,5
3778
41,4 521
91
3891
44,8
1267
14,6
3520
40,6 487
104
3249
41,8
1238
15,9
3294
42,3 432
128
3881
47,2
1206
14,7
3130
38,1 451
262
3395
45,8
1189
16,0
2828
38,1 403
386
3032
43,1
1117
15,9
2890
41,1 379
277
2322
39,0
932
15,6
2707
45,4 317
224
43,5
15,5
41,0
-
44,3
-
13,0
-
42,8
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693, 730 ve 733.
-
-
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 107
Sektörlerin GSMH payları bu dönemde, ortalama olarak tarımda %43,5,
sanayide %15,5 ve %41 olmuştur. Bu dönemde tarımda daha fazla dalgalanma ve diğer sektörlere göre daha fazla gerileme olmuştur. Nitekim Tablo
4.8’de görülebileceği gibi, bu dönemde ortalama olarak GSMH %4,7 küçülürken tarım daha büyük oranda (%5,9) küçülmüştür. Oysa ortalama olarak
hizmetler %3,6 ve sanayi %3,2 oranında küçülmüş, dolayısıyla tarımın
GSMH içindeki oransal payı gerileyerek 1945’de %39 düzeyine inmiştir.
Tablo 4.8: 1939–1945 Dönemi Büyüme Oranları (%)
Yıl
GSMH
Kişi Başına
GSMH
1939
6,9
4,2
Sektörel Büyüme Oranları
Tarım Sanayi
Hizmetler
3,8
16,7
6,9
1940
-4,9
-6,8
-1,2
-10,2
-6,8
1941
-10,3
-11,6
-16,5
-2,4
-6,4
1942
5,6
4,6
19,4
-2,5
-5,0
1943
-9,8
-10,8
-12,5
-1,4
-9,6
1944
-5,1
-5,9
-10,7
-6,1
2,2
1945
-15,3
-16,1
-23,4
-16,6
-6,3
1939–1945
-4,7
-6,1
-5,9
-3,2
-3,6
1924–1945
3,9
2,0
5,0
5,7
3,4
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012,
ss. 693 ve 730.
Büyüme açısından bu dönemde, GSMH’da en fazla küçülme 1945’de (%15,3) yaşanmıştır. 1945 tüm sektörler için kötü bir yıl olmuş, kişi başına
gelir de büyük oranda azalmıştır.
4.3. Dış Ticaret Gelişmeleri ve Borçlanma
Dış ticaret bu dönemde ülkedeki ekonomik gelişmelerden daha çok dış
koşullar tarafından şekillendirilmiş, Tablo 4. 9’da görüldüğü gibi, bu dönemde
yılda ortalama 36 milyon dolarlık dış ticaret fazlası verilmiştir. Bu dönemde
dış ticaret fazlası verilmesinde, ihracat artışından daha çok ithalatın baskı
altında tutulması etkili olmuştur. İkinci Dünya Savaşı koşulları bu durumu
kolaylaştırmış, ayrıca Milli Korunma Kanunu dış ticaret rejimindeki mevcut
katı kontroller yanında ek bir denetim aracı olmuştur.
Türkiye, bu dönemde, siyasi nedenlerle 1937’de İngiltere ve Fransa ile
yakınlaşmış, Almanya’ya ihracatı ve bu ülkeye bağımlılığı azalmıştır. Almanya ile yapılan ticaret savaş öncesine göre hızla azalarak dörtte bir düzeyine
inmiştir. 1939’dan itibaren giderek azalan ihracat, 1942’den itibaren artmaya
başlamış, 1943’de 200 milyon dolara yaklaşmıştır. Bu dönemde ihracat ortalama 134 milyon dolar olmuştur.
108 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i
Sıkı dış ticaret rejimiyle baskı altında tutulan ithalat 1942’de hükümetin
ticareti serbestleştirici çabaları sonrası artmaya başlamış, ancak bu artış
ihracata göre sınırlı olmuş, ithalat bu dönemde ortalama 98 milyon $ olmuştur. Bir bütün olarak 1930–1946 dönemi (1938 hariç) cumhuriyet döneminde
dış ticaret fazlasının verildiği tek dönemdir. Dış ticaret fazlalarının sağlandığı
bu dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı hızla yükselmiş, 1945’de
%173’e ulaşmış, ortalama %141 olmuştur. Bu dış ticaret fazlasına rağmen,
dışa açıklık oranı 1943 yılına kadar azalma eğilimi göstermiş, bu yıldan sonra yavaşça artmaya başlamış, ancak dönem başında %12,1 olan dışa açıklık
oranı dönem sonunda bunun yaklaşık yarısına ulaşabilmiştir.
Tablo 4.9: 1939–1945 Dönemi Dış Ticaretin Gelişimi (Milyon $, %)
İhracat
(1)
İthalat
(2)
Açık
(1-2)
1939
100
93
7
1940
81
50
1941
91
1942
1943
D.Tic.
Hacmi
(1+2)
İhr./İth
(1/2)
İhr./
GSMH
İth./
GSMH
193
107,5
6,3
5,8
12,1
31
131
162,0
4,4
2,7
7,1
55
36
146
165,5
4,0
2,4
6,4
126
113
13
239
111,5
2,7
2,4
5,1
197
155
42
352
127,1
2,8
2,2
5,0
1944
178
126
52
304
141,3
3,5
2,5
6,0
Yıl
D.Tic. Hacmi/
GSMH
1945
168
97
71
265
173,2
4,0
2,3
6,3
1939–1945
134
98
36
233
141,2
4,0
2,9
6,9
1930–1945
103
83
20
186
124,6
6,8
5,8
12,6
1923–1945
97
92
5
189
109,0
7,7
8,1
15,8
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012: ss. 477 ve 480.
Bu dönemde ihracatın ve ithalatın bileşiminde bir önceki döneme benzer bir yapı devam etmiştir. 1942–1944 arasında, savaş öncesi gibi Almanya
en önemli ticaret ortağı olmuş, 1945 sonrası bu ülkenin yerini ABD (%43
pay) ve İngiltere almıştır. Türkiye’nin ihraç ürünleri fiyatları bu dönemde 6
kattan fazla yükselmiş, ancak ihracat yeterince artırılamadığı için gelirler bu
düzeyde artmamıştır. Almanya ile dış ticaretteki bağımlılık yanında bu dönemde TL’nin değerli olması ve 1941’de ihracatın üzerine vergi konması bu
durumun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İthalat fiyatlarında da bu dönemde 2,5 kata varan artış olmuş, değerli TL ithalatı kolaylaştırmıştır. İthal mallar
enflasyonist ortamda karaborsada yüksek fiyatlardan satılmış, bu ortamda
elde edilen yüksek kazançlar Varlık Vergisinin konulma gerekçelerinden
birini oluşturmuştur.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 109
219
Türkiye’nin elde ettiği dış ticaret fazlası, TÜİK verilerine
göre 1930–
1946 döneminde 411 milyon dolara ulaşmış ve ülkede önemli bir döviz birikimi sağlanmıştır. Ancak, döviz ve altın birikimi için bu dönemde elde edilen
dış ticaret fazlaları yanında sermaye hesabında aynı dönemde verilen açıklar ve bu döneme ait dış borç ödemeleri gibi birikimi azaltıcı faktörleri dikkate
almak gerekir. Bu nedenlerle, bu konuda farklı veriler sunulmaktadır. Örneğin Hale, 262 milyon dolar, Singer, 1946 yılı sonunda 307 milyon dolar, Tezel ise 250 milyon dolar civarında bir döviz ve altın birikimi olduğunu ileri
220
sürer .
Türkiye, savaş yıllarında hibe ve kredi biçiminde daha fazla dış kaynak
kullanabilmiştir. Bu durum Türkiye’nin, tarafsızlık politikası sayesinde savaşan her iki taraftan da borçlanabilmesi ile mümkün olmuş, bu bağlamda,
1938–1945 döneminde 127 milyon doları iktisadi, 187 milyon dolarlık askeri
221
kredi ve hibe olmak üzere 314 milyon doları bulan kredi kullanılmıştır .
4.4. Para ve Maliye Politikası Gelişmeleri
Bu dönemde maliye politikası, savunma harcamalarının artmasıyla oluşan kamu gelir gider dengesizliğinin ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu bağlamda, bütçe açıklarını kapatmak amacıyla mevcut bazı vergilerin oranları
(örneğin gümrük vergileri) artırılmış, tekel ürünlerine zam yapılmış ve bazı
yeni vergiler konulmuştur. Bu dönemde çıkarılan yeni vergi uygulamaları
arasında en meşhuru, yukarıda sözü edilen Varlık Vergisi olmuş, ayrıca
1944–1946 arasında Toprak Mahsulleri Vergisi uygulanmıştır.
Bu düzenlemelere rağmen savaşın ilk yıllarında açıklar devam edince
ve oluşan enflasyona bağlı artan gelirleri vergilendirecek artan oranlı bir gelir
vergisi pratiğinin de bulunmaması nedeniyle, hükümet borçlanma yoluna
gitmiş, daha çok merkez bankasından alınan borçlar 1939–1941 döneminde
hızla yükselerek bütçe gelirlerinin %40’na yaklaşmıştır. Bunun üzerine hükümet 1942’den sonra borçlanma konusunda daha muhafazakâr davranarak, bu oranın tekrar düşmesini sağlamıştır.
Savaş yıllarında maliye politikasındaki sıkıntının benzeri para politikasında da yaşanmıştır. O döneme kadar sıkı para ve maliye politikası, denk
bütçe ve sağlam para ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan yönetim, bütün bu çabalara rağmen kamu gelirlerini kamu harcamalarını finanse edecek düzeye
getiremeyince emisyona başvurmak zorunda kalmış, 1938–1945 döneminde
emisyon beş kata varan oranda artmış, bu artış ülkede fiyatlar genel seviyesinin benzer oranlarda yükselmesine neden olmuştur. Zaten savaş koşullarında arz ve talep arasındaki dengesizliğin oluşturduğu mal darlıklarından
kaynaklanan enflasyon, emisyon artışı ile birlikte hızla yükselmiş ve o zamana kadar görülmeyen fiyat artışları yaşanmıştır.
219
220
221
TÜİK, İstatistik Göstergeler 1923-2011, Ankara: Aralık 2012, s. 480.
Şahin, a.g.e, s. 97.
Karluk, a.g.e., s. 163.
110 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i
Enflasyonun bu şekilde yükselmesi istifçilik ve karaborsayı artırmıştır.
Bu bağlamda, bu dönemde ortaya çıkan enflasyon, TUİK’in hazırladığı TEFE
endeksi (1938=100) ve GSMH Deflatörü (1987=100) aracılığı ile incelenebilir. Tablo 4. 10’da görüldüğü gibi, bu dönemde enflasyon/TEFE endeksi değeri 1939 sonrası hızla yükselerek 1943’de 590’a ulaşmış, daha sonra gerileyerek 1945’de 445 olmuştur.
Tablo 4.10: Enflasyonist Gelişmeler: 1938–1945
Yıl
TEFE
Yıllık
GSMH Deflâtörü
Yıllık
1938=100
Değişme, %
1987=100
Değişme, %
1938
100
-
0,03
-
1939
101
1,3
0,03
1,8
1940
127
25,0
0,04
22,5
1941
175
38,5
0,05
38,9
1942
340
93,7
0,10
96,0
1943
590
73,8
0,17
65,2
1944
459
-22,2
0,13
-23,7
1945
445
-3,2
0,12
-3,4
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, s. 602.
Bu verilere göre, fiyatlar bu dönemde 4,5 kat (kümülatif %445) artmıştır.
Yıllık artışlara bakıldığında, enflasyon 1939’da %1,3 gibi oldukça düşük bir
düzeyde iken, 1940’da %25’e, 1941’de %38,5’e yükselmiş, ancak bu dönem
en yüksek fiyat artışları 1942 ve 1943’de yaşanmış, bu yıllarda enflasyon
sırasıyla %93,7 ve %73,8 gibi yüksek düzeylere fırlamıştır. Buna karşılık,
1944 ve 1945’de enflasyon belirgin biçimde gerilemiş, bu yıllarda fiyat azalışları (sırasıyla -%22,2 ve -%3,2) yaşanmıştır. GSMH deflatöründeki kümülatif
gelişme ve yıllık değişmeler de bu verilere oldukça yakın olmuştur.
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
1923–1945 dönemini genel olarak değerlendirdiğimizde, hemen belirtelim ki, Cumhuriyet yönetimi, Kurtuluş Savaşı ve diğer savaşlarda fiziki ve
beşeri kaynakları tükenmiş, yetişkin insan gücü azalmış bir ekonomi ve tarıma dayalı bir üretim ve yüksek miktarda bir dış borç miras almıştır. Milli burjuvazisi olmayan, dışa bağımlı ekonominin kalkındırılması için yöneticiler
sanayileşmenin elzem olduğu fikrinde mutabık kalmışlar, cumhuriyetin ilk
yıllarıyla birlikte, sanayileşme çabalarına ve devlet desteğiyle bir girişimci
sınıf yaratma çabasına girilmiştir.
Bu amaçlar çerçevesinde ekonomik politikalar yönlendirilmek istenmiş,
İzmir İktisat Kongresi sonrası sanayileşme ve kalkınmanın özel girişim eliyle
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 111
sağlanması fikri benimsenmiştir. Liberal politikaların izlendiği 1923-1929 alt
döneminde getirilen bütün teşviklere rağmen özel girişimin sanayileşmede
yetersiz olması, 1929 Buhranının olumsuz etkileri ve komşu ülke SSCB’nin
bu krizden olumsuz etkilenmesini önleyen planlı sistem, 1930’dan itibaren
karma ekonomi modeli çerçevesinde devletçi, ithal ikameci sanayileşme
tercihinin BBYSP ile somutlaşmasını sağlamıştır.
Devletçi sanayileşme düşüncesi uygulamada BBSYP ile başarılı olmuş,
bunun üzerine İBSYP hazırlanmış, ancak savaş koşulları bu planın uygulanmasını olanaksız hale getirmiştir. Bununla birlikte, 1930–1938 döneminde
uygulanan ithal ikameci sanayileşme politikaları sayesinde ekonomide özellikle sanayileşme alanında önemli gelişmeler sağlanmış, cumhuriyet öncesi
iğneden ipliğe birçok tüketim malını ithal eden dışa bağımlı Türkiye, tüketim
mallarında ithal ikamesini büyük ölçüde sağlayan bir yapıya kavuşmuştur.
Cumhuriyetin ilk on beş yılında sağlanan bu gelişmeler, Osmanlının son
dönemindeki ekonomik yapı ile karşılaştırıldığında önemli bir ilerleme kaydedildiği gözlenmiştir. Bu dönemde, Türk Lirasının değerini koruyan sağlam
para, denk bütçe ilkesinin oluşturduğu sıkı para ve maliye politikaları, genç
sanayiyi koruyucu dış ticaret politikası, kıt ülke kaynaklarının etkin kullanımını sağlayan planlı kalkınma anlayışı sayesinde ülke göreceli olarak yoksulluktan kurtulmuştur. Türkiye un, şeker ve basmayı ithal eden ülke halinden
tüketim mallarında kendine yeterli ülke haline gelmiş, elde edilen dış ticaret
fazlaları ile Osmanlı borçları ödenmiş, yabancı tekeller millileştirilmiş, özellikle ulaştırma alanında millileştirmeler ve yeni demiryolu hatları yapılmıştır.
Bu dönemde sanayide görülen bu gelişmelere karşı, tarım ve hizmetler
sektöründe önemli bir gelişme ortaya çıkmamış, özellikle tarımdaki eski teknolojik yapı ve üretimdeki verim düşüklüğü nedeniyle ülkenin nüfusu ve istihdamında önemli yer tutan çiftçi 1930’lu yılların ilk yarısında belirgin biçimde
yoksullaşmıştır. Ülkede sanayi alandaki gelişmeye karşın tarımdaki bu gerilik, W. Thornburg’un benzetmesi ile jet uçağının Türkiye’si ile kağnı arabasının Türkiye’sinin bir arada bulunduğu bir yapı göstermiştir.
Uygulamada BBSYP’nın başarısı üzerine yöneticilerin cesareti artmış,
hatta uçak sanayi gibi sanayilerin temelini atacak İBSYP hazırlanmış, ancak
savaş koşulları bu planın uygulanmasını olanaksız hale getirmiştir. Savaş
koşullarında olağanüstü koruma tedbirleri altında dış ticaret fazlaları verilmesine ve önemli miktarda döviz ve altın biriktirilmesine rağmen bu dönemde
yaşanan yüksek enflasyon ve sanayileşmede görülen gerileme, birçok başka
nedenle oluşan muhalefetin ekonomik alanda da mevziler kazanmasına yol
açmış, savaş yıllarında yaşanan yokluklar ve temel ihtiyaç mallarında arz
kıtlığı nedeniyle yapılan karne uygulamaları gibi politikalar, muhalefetin yoksul kesimlerden daha fazla destek almasına yol açmıştır.
Savaş sonrası dünya ekonomisi ile bütünleşme eğiliminin arttığı yıllarda, ABD’den kaynaklanan liberal ekonomik dalga Türkiye’nin ekonomi politikaları üzerinde belirleyici olmuş, liberal ve çok partili bir düzene geçilmiş ve
devletçiliğin yeri geri plana atılmıştır Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmese de
112 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i
savaştan büyük ölçüde etkilenmiş, savaş sonrası Marshall Planı kapsamındaki yardımlardan yararlanabilmek için devletin sanayileşme konusunda
öncülük etmesinden vazgeçilmiş, DP’nin 1950’de iktidara gelmesiyle birlikte,
ilk alt dönemde olduğu gibi, tekrar özel sektörün daha fazla teşviki benimsenmiştir.
Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 113
KAYNAKÇA
ALKİN, Erdoğan (1983), Turkey’s International Economic Relations, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Yayını,
Yayın No: 492, Güryay Matbaası, İstanbul.
ALTAY, N. O. (2000), “Türkiye’de İktisadi Dönüşümlerin Sosyo Ekonomik Sonuçları Üzerine Bir Deneme”, Dokuz
Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, ss. 49–68.
BAYAR, Ali H.(1996), “The Developmental State and Economic Policy in Turkey”, Third World Quarterly, Vol. 17,
No. 4, pp. 773–785.
BORATAV, Korkut (1982), Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınları, Ankara.
DEMİR, Osman (1997), Ekonomide Devlet, SPK Yayınları, Yayın No: 71, Ankara.
ELDEM, Vedat (1970), Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul.
EMRENCE, C. (2003), “Turkey in Economic Crisis (1927–1930): A Panaromic Vision”, Middle Eastern Studies, Vol:
39, No: 4, pp. 67–80.
EKİN Nusret (t.y), ‘Some Aspects of The Turkish Economic and Social Development’, Problems of Turkey’s Economic Development, Vol: 2, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakultesi, Institute of Economic Development Publications, Yayın No: 2548, ss. 21–42.
GÜVEN, Tarık Celal (1998), “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Dış Ticaretimizin Geçmişi ve Bugünü”, Dış Ticaret
Dergisi, Özel Sayı, Yıl: 3, Ekim 1998, ss. 26–40.
HİÇ, Süreyya (1990), Türkiye Ekonomisi 2, Menteş Kitabevi, İstanbul.
KEPENEK Y. ve N. Yentürk (1994), Türkiye Ekonomisi, 6.b., Remzi Kitabevi Yayını, İstanbul.
KARLUK, S. Rıdvan (2005), Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm,
10.Baskı, Beta Basım A.Ş., Yayın No: 1295, İstanbul.
KAZGAN, Gülten (1988), Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
KAZGAN, Gülten (2004), Tanzimat’tan 21.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul.
KUYUCUKLU, Nazif (1986), Türkiye İktisadı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Yayın No: 68, İktisat Dizisi: 5,
İstanbul.
ÖZCAN, H. Avni (1998), “Dünden Bugüne Dış Ticaretimizdeki Gelişmeler”, Dış Ticaret Dergisi, Özel Sayı, Yıl: 3,
Ekim 1998, ss. 41–76.
PAKDEMİRLİ, Ekrem (1995), Ekonomimizin Sayısal Görünümü 1923’ten Günümüze, Milliyet Yayınları, İstanbul.
PAMUK, Şevket (2007), “Dünyada ve Türkiye’de İktisadi Büyüme (1820–2005)”, Uluslararası Ekonomi ve Dış
Ticaret Politikaları, DTM Yayını, Yıl: 1, Sayı: 2, ss. 3–26.
PAMUK, Şevket, (1995), 19 Yüzyılda Osmanlı Dış Ticareti, DİE Yayını, Tarihi İstatistikler Dizisi, Cilt 1, Ankara.
PARASIZ, İlker (1998), Türkiye Ekonomisi, 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi
Yayınları, Bursa.
SEYİDOĞLU, Halil (1982), Türkiye’de Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikası, Turhan Kitabevi Yayınları, Ekonomik
ve Sosyal Araştırmalar Dizisi, No: 2, Ankara.
SUNAY, Cengiz (2007), “Tek Partili Yılların Ekonomi Politiği”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 91, Güz 2007, ss. 103–118.
ŞAHİN, Hüseyin (2007), Türkiye Ekonomisi (Tarihsel Gelişimi - Bugünkü Durumu), Yenilenmiş 9.Baskı, Ezgi
Kitabevi Yayınları, Bursa.
ŞAHİN Mehmet ve Çiğdem ÖZENÇ (2008), “Varlık Vergisi ve Toplumsal Etkileri”, Finans Politik ve Ekonomik
Yorumlar, Yıl: 45, Sayı: 516, Şubat 2008, ss. 87–98.
TEZEL, Y. S. (1994), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923–1950), Genişletilmiş 3. Edisyon, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul.
TOKGÖZ, Erdinç (1997), Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914–1997), İmaj Yayınevi, Ankara.
TÜİK (2012), İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara.
YOSMAOĞLU, Nevzat (2002), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İmaj Yayınevi, Ankara.
Download