Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 83 IV. BÖLÜM TÜRKİYE’DE ULUSAL EKONOMİNİN İNŞASI: 1923–1945 DÖNEMİ Âdem ÜZÜMCÜ GİRİŞ Türkiye’de ulusal ekonominin inşa edilmeye çalışıldığı 1923–1945 döneminde ortaya çıkan ekonomik gelişmeler, farklı açılardan değerlendirilebilir. Bu çalışmada, bu dönem analiz edilirken dönemi betimleyen genel ekonomik gelişmeler, ekonominin nicel büyüklüğünde (GSMH ve sektörlerde) görülen gelişmeler, dış ticaret ve borçlanma konuları ile maliye ve para politikalarına değinilecektir. Bu dönemdeki ekonomik gelişmelere bakıldığında, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar ve dış konjonktür gibi faktörlerin etkisiyle dönemin tümünde ekonomi politika ve uygulamalarının süreklilik göstermediği dikkati çekmektedir. Bu yüzden 1923–1945 dönemindeki gelişmeleri, konuyla ilgili literatürde olduğu gibi, alt dönemler biçiminde ele almaya çalışacağız. Bu bağlamda, 1923–1945 dönemi; 1923–1929 liberal ekonomi politikaları, 1930–1938 devletçi sanayileşme politikaları ve 1939–1945 savaş yılları alt dönemleri olarak incelenecektir. Bununla birlikte, bu alt dönemlerdeki ekonomik gelişmeleri daha iyi değerlendirebilmek amacıyla Osmanlı Devletinin son dönemindeki ekonomik gelişmeler üzerinde kısaca durulacaktır. 1. OSMANLI DEVLETİNDEN KALAN EKONOMİK MİRAS Bilindiği gibi, askeri alanda gerileme sürecine giren Osmanlı Devletinin 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da gerçekleşen sanayi devrimine ayak uyduramaması, İngiltere ile 1838’de imzalanan Balta Limanı Serbest Ticaret Anlaşması başta olmak üzere sanayileşen Avrupa ülkeleri ile imzalanan serbest ticaret antlaşmalarının ülkeyi açık pazar haline getirmesi ve bu ülkelere karşı verilen dış ticaret açıklarına, bütçe açıklarının eklenmesi sonucu ülke ekonomisindeki gelir-gider dengesizliği giderek büyümüştür. Bu ortamda, 1853 Kırım Savaşı askeri harcamalarının finansmanı amacıyla dış borçlanmaya Doç. Dr., Kafkas Üniversitesi, İktisat Bölümü, e-posta: [email protected] 84 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi gidilmiş, 1854’den itibaren alınmaya başlanan dış borçlar faizleriyle birlikte çığ gibi büyümüştür. Osmanlı Devleti 1881’de borçlarını ödeyemez hale gelince dış borçları yeniden yapılandıran ve bu borçlara karşı bazı kamu gelirlerine el konulmasını düzenleyen “Muharrem Kararnamesi” ile Duyun-u 167 Umumiye İdaresi (DUİ) kurulmuştur . 168 Osmanlı Devleti’nde tarım sektörü, ülkenin üretimi, milli geliri ve dış ticaretinde önemli yere sahiptir. Tarım sektörü ihracatın %80’ni oluşturmakta ve nüfusun %80’ni barındırmaktadır. Bununla birlikte, Osmanlı Devletinde tarıma dayalı ekonomide kişi başına gelir artışı yeterli olmadığı gibi, sanayi169 nin gelişimi de yetersiz kalmıştır . Osmanlı Devletinin son yüzyılında, 170 1820–1913 döneminde kişi başına geliri yıllık yaklaşık %0,6 artmıştır . Bu yetersiz gelişme, Tanzimat sonrası yapılan reformlar ve tarıma dayalı ekonomiyi dış ticarete açan yapılanma sayesinde gerçekleşmiştir. Nitekim hükümet ve DUİ’nin desteklediği sınaî bitkiler (pamuk, fındık ve tütün gibi) üretim ve veriminde artış, ekonomisi tarıma dayalı ülkede tarımda düalist yapıyı oluşturmuş ve uluslararası kapitalist sisteme eklemlenmenin bir sonucu olmuştur. Tarım ürünleri ihracı ve sınaî ürünlerin ithalatı konusunda kapitalist ülkelerin çabaları, başta Ege Bölgesi olmak üzere sınai bitkilerin üretildiği yerleşim yerlerinde demiryolu ulaşımının gelişmesine yol açmıştır. Bu çerçevede, önceleri dış borçlar biçiminde gelen yabancı sermaye daha sonra demiryolu yapımına yönelmiş, demiryolu yatırımları yabancı sermayenin cazip bulduğu alan olmuştur. Yabancı sermaye demiryolunun yanısıra, finansbankacılık ve ticaret alanlarında da yoğunlaşmıştır. Yabancı sermaye yatırımlarında Fransa, demiryolu yatırımlarında Almanya, finans ve bankacılık 171 alanında İngiltere önemli ülkeler olmuştur . Osmanlı Devletinde bankacılık alanında yabancı sermayenin ağırlığı belirgindir. Milli sermayeli ilk banka Mithat Paşa’nın 1863’de kurduğu Tarım Kredi Kooperatiflerinden dönüşen Ziraat Bankası olmuştur. Fransız-İngiliz ortaklığı ile 1863’de kurulan Osmanlı Bankası,1875’de verilen imtiyazla merkez bankası gibi emisyon yetkisini kullanmıştır. Osmanlı Bankası, DUİ yanısıra, bu idarenin tütün üretimini kontrol eden ‘Tütün Reji’sinin kurulmasında da yer almıştır. İkinci Meşrutiyet sonrası İngiliz ve Fransız bankalarının Osmanlı Devletindeki ağırlığı azalırken Alman ve İtalyan bankalarının faaliyetleri artmış ve ülkede milli sermaye ile kurulan bankalar da ortaya çıkmıştır. İstanbul’da 11 ve Anadolu’da 13 milli banka olmak üzere toplam 24 banka 167 168 169 170 171 Gülten Kazgan, Tanzimat’tan 21.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul: 2004, ss.26-31. Osmanlı Devletinin 1914’te ülke milli geliri cari fiyatlarla 241 milyon lira olmuş, milli gelirin %54’ü tarım, %12’si sanayi ve %34’ü ulaştırma, bankacılık ve ticaretten elde edilmiş, 1890–1914 döneminde milli gelir yılda ortalama %2, kişi başına gelir yılda yaklaşık %1 artmıştır. Geniş bilgi için bkz: Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 1970, s. 302. Erdoğan Alkin, Turkey’s International Economic Relations, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Yayını, No: 492, Güryay Matbaası, İstanbul: 1983, s. 2. Şevket Pamuk, “Dünyada ve Türkiye’de İktisadi Büyüme (1820–2005)”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, DTM Yayını, Yıl: 1, Sayı: 2, 2007, ss. 3–26. Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi, 9.Baskı, Ezgi Kitabevi, Bursa: 2007: ss. 5-9 ve 20-22. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 85 kurulmuş, bunlardan 1917’de faaliyete geçen Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası milli sermaye ile kurulan ilk banka olmuştur. Bu banka daha sonra Türkiye İş 172 Bankası ile 1924’de birleşmiştir . Osmanlı Devletinde genellikle ithalat ihracattan daha fazla desteklenmiş, ihracattan alınan vergiler ithalat vergilerini aşmıştır. İthalattan alınan %5’lik vergi, 1862’de %8’e (ihracattan alınan vergi aynı yıl %12’den %8’e 173 düşürülmüş), 1915’te %30’a yükseltilmiştir . Dış ticaret açıkları 1855 sonrası yükselirken ihracatın ithalatı karşılama oranı %55’e gerilemiştir. Dış ticaret hadleri, genel olarak Osmanlı aleyhine gelişmiştir. Bu dönemde dış ticarette İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan’ın payları azalırken Almanya ve İtalya’nın payı artmıştır. 1878–1913 döneminde dışa açıklık oranı (dış ticaretin GSMH’daki payı) %25’in üzerinde olmuştur. İttihat ve Terakki döneminde sanayileşmeyi sağlamak amacıyla 1913’te Teşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkat çıkarılmış, 15 yıl geçerli olacak bu kanunun uygulaması savaş nedeniyle istenen ölçüde gerçekleşmemiştir. Kanuna göre, bir kuruluşun Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamına girmesi durumunda; fabrika kurulması için 5 dönüme kadar bedava arazi verilmesi, kurulan fabrikaların arazi ve tesisatının emlak ve temettü vergisi, belediye resim ve harçlarından muaf sayılması, fabrika tesis ve tevsii için gerekli malzemenin ülkede üretilmesine kadar geçen sürede ithalatı durumunda ve hammadde ithalatında gümrük resminden muaf tutulması, fabrikalarda üretilen ürünlerin ihracatından gümrük resminin alınmaması ve hükümet alımlarında mümkün olduğunca yerli mamulleri tercih etmesi gibi teşvik ve muafiyetler sağlanmış174 tır . Teşvik-i Sanayi Kanunu, o zamana kadar ihmal edilen sanayi açısından önemli bir açılım olmuş, ancak hem teşvikler için finansman kolaylığı içeren kredi politikasının olmaması, hem de kurulacak sanayilerin dış rekabete karşı korunamaması önemli eksikler olmuştur. Ayrıca, teşviklerden daha çok gayri-müslim azınlıklar yararlanmıştır. Teşvik verilecek sanayi kuruluşlarının tespiti için 1913 ve 1915 yıllarında yapılan anketler ile İstanbul ve Batı Anadolu’da bulunan kuruluşlar belirlenmiştir. Anketlere göre belirlenen mevcut 282 sanayi tesisinin 22 tanesi büyük ölçeklidir. Bu tesisler Devlete aittir ve Ordu-Sarayın ihtiyaçlarını üretmektedirler. Özel kesime ait kuruluşlar genelde küçük ölçeklidir ve tüketim malları üretiminde yoğunlaşmıştır. Tesisler daha çok İstanbul (148 tesis %55 pay) ve İzmir’de (62 tesis %22 pay) yoğunlaşmıştır. Ayrıca gıda ve tekstil alanındaki sanayi tesisleri, toplam işyerlerinin yaklaşık %55’ini oluşturmakta ve özel sektör üretiminin yaklaşık %82’sini üretmektedir. Tesislerde yabancı sermayenin payı çok düşüktür. Özel sektör tesislerinde enerji kullanımı (çevirici güç) yetersiz ve teknolojisi oldukça geridir. Ayrıca 1915 sayımına göre gerçek kişilere ait sınai tesislerin yaklaşık %20’si Türk-İslam unsurlarının 172 173 174 Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914–1997), İmaj Yayınevi, Ankara: 1997: ss. 17-18. Tarık Celal Güven, “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Dış Ticaretimizin Geçmişi ve Bugünü”, Dış Ticaret Dergisi, Özel Sayı, Yıl: 3, Ekim 1998, ss. 26–40. Tokgöz, a.g.e., s. 7. 86 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi 175 mülkiyetinde, geri kalan kuruluşlar, gayri müslim ve azınlıkların elindedir . Öte yandan sanayici diyebileceğimiz azınlık/gayri müslimlerin zenginleştikçe Osmanlı Devleti ile bağları zayıflamış, Batı kapitalizminin Anadoludaki temsilcileri olmuşlar ve elde ettikleri sermaye birikimini ülkenin sanayileşmesi yerine kısa vadeli büyük kazanç sağlayan ticaret alanında kullanmışlardır. Osmanlı Devleti, bu ortamda I.Dünya Savaşına girmiş, savaş koşulları altında kapitülasyonları tek taraflı kaldırmış ve DUİ’ni tasfiye etmiştir. I. Dünya Savaşının ardından Kurtuluş Savaşına girilmiştir. Bu savaşlarda sadece fiziki kaynaklar tükenmemiş, yetişkin insan gücü de önemli ölçüde azalmıştır. Osmanlı Devletinden tarıma dayalı bir üretim, yüksek miktarda dış borcu olan bir ekonomi miras alınmıştır. Ayrıca, ülkede kökü eskiye uzanan etnik esasa dayalı sosyal işbölümü çerçevesinde Türkler çiftçi, memur ve asker olmuş; sanayi, ticaret ve hizmet faaliyeti azınlıkların elinde olmuştur. Bu nedenle, cumhuriyetin ilk yılları, devlet desteğiyle bir milli burjuvazi-girişimci 176 sınıfı yaratma çabasını içeren bir dönem olmuştur . 2. LİBERAL POLİTİKA DENEMESİ (1923–1929) 2.1. Ekonomi Politikası Arayışları Osmanlı Devletinden devralınan olumsuzluklara rağmen Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmış ve Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başlamıştır. Lozan Barış görüşmelerinin anlaşmazlık nedeniyle askıya alındığı ortamda, İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un girişimi ve Atatürk’ün desteğiyle 17 Şubat 1923’de İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. Kazım Karabekir Paşa'nın başkanlığını yaptığı kongreye tüm illerden tüccar, sanayici, esnaf, çiftçi ve işçi gibi değişik meslek gruplarından 1135 temsilci katılmıştır. 177 Kongrede dört başlık altındaki amaçların gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir ; a) Kurulacak devletin izleyeceği iktisat politikalarına ve iktisadi sisteme ışık tutmak, b) İstanbul ve İzmir’deki sermaye çevrelerinin Ankara ile yakınlaşmasını sağlamak, c) Milli mücadeleyi yöneten askeri ve siyasi kadroların toplumdaki tüm kesimlerin ekonomik alanda tam desteğine sahip olduğunun Lozan Barış görüşmesi taraflarına ve dünyaya göstermek, d) Batılı ülkelere, liberal düzenden komünist düzene geçilmeyeceği güvencesini vermek. Kongrede belirlenen hedefler büyük önem taşıyordu. Örneğin, amaçlanan ilk hedef, kurulacak devletin ekonomik sistemine yön vermekti. Çünkü o 175 176 177 Şahin, a.g.e., ss. 17-19. N. O. Altay,“Türkiye’de İktisadi Dönüşümlerin Sosyo Ekonomik Sonuçları Üzerine Bir Deneme”, Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, 2000, ss. 49–68. Tokgöz, a.g.e., s. 32. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 87 dönemde Türkiye’de iktisadi sistemle ilgili farklı üç görüş bulunuyordu. Bu görüşler; Maliye Nazırı Cavit Bey tarafından savunulan “Liberal Düşünce”, İaşe Nazırı Kemal Bey ve yardımcısı Memduh Şevket Esendal tarafından savunulan müslüman esnaf ve tüccarı geleneksel kurumlar içinde örgütlemeyi amaçlayan “Meslekçi Görüş” ile Ziya Gökalp ve taraftarlarınca savunulan “Milli İktisat” görüşleridir. Bu görüşlerin ortak yönü, milli burjuvazi yarat178 mak, sanayileşme ve kalkınmayı sağlamaktır . İkinci ve üçüncü amaçla, dünyaya ekonomik alanda ülke olarak birlik olduğumuz mesajı verilmekte, son amaçla da, Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyet Rusya yakınlaşması çerçevesinde alınan yardımlar ile aynı yıllarda kurulan sosyalist partilerin (Halk İştirakiyun, Yeşil Ordu v.b) iç siyasette etkinliğinin artmasının batılı devletler179 de oluşturduğu tereddütler silinmek istenmiştir . 4 Mart 1923’e kadar süren kongrede alınan kararlar iki başlık altında 180 toplanabilir : a) İktisadi misakla ilgili kararlar, b) Kongreye katılan grupların teklifleri doğrultusunda alınmış kararlar. İktisadi misakla (bağımsızlıkla) ilgili kararlar ise kendi içerisinde üç başlık altında belirtilebilir; a) Yerli üretimin teşviki ve lüks ithalattan kaçınılması, b) Girişim ve çalışma özgürlüğünün esas olması, ancak, tekelciliğe izin verilmemesi, c) Kalkınmamıza katkı ve kanunlara uymak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilmesi. Bu kararlar analiz edildiğinde, ilk karar mümkün olduğunca ithalatın azaltılması ve ithalatın yerli üretimle ikame edilmek istendiğini göstermektedir. Bununla birlikte, ikinci ve üçüncü karar, liberal bir düşünce ile iktisadi sistemin şekillendirilmek istendiğinin ipuçlarını vermektedir. İkinci karar, ayrıca, tüccar ve sanayici grubunun isteklerini yansıtmakta, bu çerçevede ülkede tekelciliğe (özellikle tütün rejisi gibi tekellere) izin verilmemesi isteğini göstermektedir. Üçüncü kararla da kapitalist ülkelerle bağın koparılmak istenmediği mesajı dünyaya verilmektedir. Bu bağlamda, İzmir İktisat Kongresi kararları, 1923–1929 döneminde takip edilecek kalkınma politikasının temel ilkelerini belirlemiştir . Ülke kalkınmasının sanayileşmeden geçtiği kabul edilmiş ve kongre sonrası eğilim, sanayileşmenin özel kesim eliyle sağlanması olmuştur. Devlet ilke olarak, özel girişim aracılığı ile serbest piyasa koşullarında sanayileşme politikası ve milli burjuvazinin ekonominin kontrolünü ele almasını sağlayacak ılımlı bir koruma politikası izlemiştir. Devletin özel girişimi desteklemesi ve özel girişimin gücünün yetmediği veya karlı bulmadığı alanlarda bu açığı kapatması düşünülmüştür. 178 179 180 Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Yayın No: 68, İktisat Dizisi: 5, İstanbul: 1986, s.152. Cengiz Sunay, “Tek Partili Yılların Ekonomi Politiği”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 91, Güz 2007, s. 109. Şahin, a.g.e., s. 34. 88 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi 1923–1929 döneminde bu kararlar çerçevesinde ekonomik gelişmeler ve bir kısım yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir; aşar vergisi ve Tütün Rejisi 1925’de kaldırılmıştır. Tütünde devlet tekeli oluşturulmuştur. 19271929’da kamu arazilerinin bir kısmı topraksız köylüye dağıtılmış, ekilen arazi genişlemiş ve tarımsal üretim artmıştır. Demiryolları millileştirilmiş, deniz ticaret ve taşımacılığındaki kabotaj hakkı ülke sakinlerine tanınarak, yabancı sermayenin bu alana girişi yasaklanmıştır. Tüccar ve sanayiciye kredi sağlamak amacıyla yarı resmi özel sermayeli Türkiye İş Bankası, 1924’de kurulmuştur. Hükümet özellikle tüketim mallarında dışa bağımlı olmamak amacıyla özel sektörün tekstil ve şeker alanında üretim yapmasını özendirmek istemiş, 1925’de şeker fabrikaların kurulmasını sağlayacak kanunu çıkarmış, bu kanunla yerli şeker üretimi teşvik edilirken dış rekabete karşı şeker ithalatı zorlaştırılmıştır. Türkiye İş Bankası ile 1925’de kurulan Sanayi ve Maadin Bankası kredileri sayesinde ilk özel sektör şeker fabrikaları 1926’da Alpullu (Kırklareli-Babaeski) ve Uşak’da üretime başlamıştır. Ekonomide tarım sektörünün ağırlığına karşın kalkınmanın sanayileşmeden geçtiği bilindiği için sanayinin desteklenmesi amacıyla 1924’de ihracata yönelik sanayilerin kullandığı ithal hammaddelerin gümrük vergisinden muaf olması sağlanmıştır. Ayrıca, 1928’de süresi dolacak Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamı genişletilerek 1927’de tekrar yürürlüğe konmuştur. Devlet İstatistik Umum Müdürlüğü (DİE), 1926’da kurulmuş, bu kuruluş aracılığı ile nüfus, tarım ve sanayi sa181 yımları 1927’de yapılmıştır . Teşvik-i Sanayi Kanunu ile getirilen yeni teşviklere rağmen, bu dönemde özellikle İstanbul’da ticaret yapan ve milli burjuvazi olarak nitelendirebilecek çevreler, yabancı sermayenin İstanbul’da komisyonculuğunu yaparak zenginleşmiş gayri-müslim azınlıkların nüfus mübadelesi anlaşması çerçevesinde boşalttıkları yerlere gözlerini dikmişler, kısa vadeli ve risksiz yüksek kazançları büyük sanayi yatırımlarına tercih etmişlerdir. Bu çevrelere, Türkiye İş Bankası aracılığı ile bazı bürokrat ve siyasetçiler de katılmıştır ki, bu tür 182 zenginleşme tercihinde bulunan bütün çevreler, bazı yazarlarca “aferistler” olarak nitelendirilmektedir. 2.2. Ekonomide Nicel Gelişmeler 1923–1929 liberal ekonomi politikaları uygulamasının nicel gelişmelerini değerlendirmek istediğimizde Türkiye’nin bu dönem Gayri Safi Milli Hâsıla (GSMH) gelişmelerine, sektörlerin GSMH içindeki paylarına ve kişi başına GSMH değerlerine bakılabilir. 181 182 Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, 6.b., Remzi Kitabevi Yayını, İstanbul: 1994, ss.35-38. Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınları, Ankara, 1982. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 89 Tablo 4.1: 1923–1929 Dönemi GSMH, Sektörel Hâsıla ve KBD GSMH (1948 Yılı Fiyatları, Milyon TL) Sektörler Yıl GSMH Tarım Değer Pay (%) Kişibaşı Sanayi Değer Pay (%) Hizmetler Değer GSMH Pay (%) TL $ 1923 2929 1264 43,1 309 10,6 1356 46,3 233 45 1924 3364 1607 47,8 287 8,5 1470 43,7 262 56 1925 3793 1697 44,7 338 8,9 1758 46,4 290 70 1926 4484 2237 49,9 388 8,7 1859 41,5 335 74 1927 3910 1546 39,5 464 11,9 1900 48,6 287 65 1928 4341 1842 42,4 461 10,6 2038 46,9 311 59 1929 5278 2627 49,8 479 9,1 2173 41,2 370 74 45,3 - 9,7 44,9 - - 1923–1929 - - - Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693, 730 ve 733. Bu amaçla hazırlanan Tablo 4.1’e bakıldığında; 1923–1929 döneminde ülke GSMH’nın (1948 fiyatları ile) dönem başında 2,9 milyar lira iken 5,2 milyar liraya ulaştığı görülmektedir. Sektörel paylara bakıldığında; iklim koşullarına bağlı büyük dalgalanmalar görülen tarım sektörünün ortalama %45’i aşan payla ilk sırayı aldığı, görece daha az dalgalanan hizmetler sektörünün ortalama %45’e yaklaşan payla ikinci olduğu, sanayinin payının ortalama %10 olduğu görülmektedir. Kişi başına GSMH sabit fiyatlarla dönem başında 233 TL iken dönem sonu 370 TL’ye ulaşmış, kişi başına gelir dolar cinsinden cari fiyatla 45 dolardan 74 dolara çıkmıştır. 1924–1929 döneminde ekonomik büyüme açısından sağlanan gelişmelere yer verilen Tablo 4.2’de görüldüğü gibi, bu dönemde ortalama olarak 183 GSMH %11, kişi başına GSMH %8,7 oranında artmıştır . Tarımsal hâsılanın sadece 1927’de küçüldüğü bu dönemde, tarım ortalama %16’ya yaklaşan büyüme performansı ile bu dönem ekonomik büyümenin lokomotifi olmuştur. Tarımdaki yüksek performansa karşın, diğer iki sektör ortalama %8 civarında büyümüş, hizmetler üretimi dönem boyunca artmış, buna karşılık sınaî hâsıla dönem içinde iki kez küçülmüştür. Nüfus ve istihdam içinde %80’i bulan paya sahip tarım sektöründe görülen olumlu gelişmenin ardında, bu dönemde iklim koşullarının iyi gitmesi, topraksız çiftçiye toprak dağıtılma183 Bu dönem büyüme hızının yüksekliği başlangıç yılı seçimi ile de ilgilidir. Ekonominin önemli ölçüde küçüldüğü yıl veya bir dönem sonrası (örneğin 1923) başlangıç seçilirse, bu durumda hesaplanan büyüme oldukça yüksek çıkabilir. Eğer Osmanlı Dönemindeki 1912 seçilirse, 1912–1922 döneminde ekonomide ortaya çıkan %40’ı bulan kayıp hesaplamaya dâhil olacağı için gerek kişi başına gelir gerekse GSMH büyüme oranları daha düşük hesaplanacaktır. Bu bağlamda Türkiye’de kişi başına gelir, 1913’deki düzeyine ancak 1929’da ulaşabilmiştir. 90 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi sı ve bir kısım mera alanının tarlaya çevrilmesi sonucu ekilen arazinin artması ve Ziraat Bankası aracılığı ile dağıtılan tarımsal kredilerin 17 milyon 184 TL’den 35,7 milyon TL’ye çıkmasının etkisinin olduğu söylenebilir. Tablo 4.2: 1924–1929 Dönemi Büyüme Oranları (%) Yıl GSMH 1924 14,9 1925 Sektörler Kişi Başına GSMH (TL) Tarım Sanayi Hizmetler 12,5 27,2 -7,1 8,4 12,9 10,5 5,6 17,9 19,7 1926 18,2 15,8 31,8 14,8 5,7 1927 -12,8 -14,6 -30,9 19,4 2,2 1928 11,0 8,7 19,2 -0,6 7,3 1929 21,6 19,2 42,6 3,8 6,6 1924–1929 11.0 8,7 15,9 8,0 8,3 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693 ve 730. Bu dönemde genel olarak sanayiye öncelik veren bir kalkınma düşüncesi olduğu için tarıma imkânlar ölçüsünde destek verilmiştir. Ancak, sanayide beklenen gelişme ortaya çıkmamıştır. Bunun nedenleri arasında, alt yapı, fiziki sermaye, teknoloji, teknik eleman ve girişimci yetersizliği yanında sınaî yatırım alanındaki risklere karşılık iç ve dış ticaretin karlı olması sayılabilir. Sanayi envanterini tespit için 1927’de yapılan sayımda 65 bin civarında sınaî nitelikte işyeri olduğu görülmüştür. Sayım sonuçları 1915 sayımından 185 çok farklıdır. Bunun nedeni sayım yöntemi ve kapsamın farklı olmasıdır . Kapsamı geniş tutulan bu sayımda, belirlenen işyerlerinde 256855 kişinin çalıştığı ve işyerlerinden sadece 155 tanesinde 10 kişiden fazla işçinin çalıştığı görülmüştür. Bu veriler işyerlerinin genel olarak küçük ölçekli olduğunu göstermektedir. Sanayide en büyük paya sahip, imalat sanayi çalışanlarının yaklaşık dörtte biri İstanbul ve İzmir’de bulunmaktadır. Sınaî işletmelerin %43,6’ı gıda ve tütün, %23,8’i dokuma, %22,6’ı maden, metal, makine ve toprak ve %10’u ağaç sanayinde faaliyet göstermektedir. Bu dönemde işletmelerin daha çok tüketim malları üretiminde yoğunlaştıkları, ancak iç talebi karşılayacak düzeyde üretim yapamadıkları görülmektedir. Hazır iç talebi olan tüketim mallarının içeride üretimi karlı olsa bile, yerli tüketimin bazı ürünlerde ancak %15’i (şeker) bazılarında ise %60’ı (dokuma ve giyim) içeride üretilmekte, kalan kısım ithal edilmektedir. 184 185 Şahin, a.g.e., ss. 42-43. Kepenek ve Yentürk, a.g.e., s. 38. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 91 Öte yandan bu dönemde, devlet sınaî yatırımda bulunarak özel kesime destek olmak istemiş, ancak gerek kaynak yetersizliği gerekse demiryollarının millileştirilmesi için yapılan harcamalar bu isteği engellemiştir. Demiryolu yapımı ve işletiminin devlet eliyle yapılmayacağı konusunda ileri sürülen aksi düşüncelere rağmen 1924’te çıkarılan millileştirme yasası ile yaklaşık 1900 km tutan demiryolu millileştirilmiş, cumhuriyetin ilk on yılında 2200 km yeni 186 hat işletmeye açılmıştır Demiryolu yapımı iç piyasaların genişlemesi ve böylece yerli sermaye birikiminin sağlanması açısından da etkili olmuştur. 2.3. Dış Ticaret Gelişmeleri ve Borçlanma Dış ticaret gelişmeleri açısından 1923–1929 dönemine bakılırsa, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı Devletinden kalan düşük gümrük tarifelerinin Lozan Antlaşması hükümlerine göre artırılamaması ve İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar çerçevesinde liberal bir politika izlenmiş, gümrük tarifeleri 1929’da yükseltilebilmiştir. Tablo 4.3: Dış Ticaretin Gelişimi (1923–1929) (Milyon Dolar ve %) Yıl İhracat İthalat (1) (2) Açık D.Tic.Hacmi İhr./İth. İhr./ İth./ (1–2) (1+2) (1/2) GSMH GSMH D.Tic.Hacmi /GSMH 1923 51 87 -36 138 58,5 8,9 15,2 24,1 1924 82 100 -18 183 82,1 11,4 13,9 25,3 1925 103 129 -26 232 79,6 11,2 14,1 25,3 1926 96 122 -25 218 79,4 9,8 12,3 22,1 1927 81 108 -27 189 74,9 9,2 12,3 21,5 1928 88 114 -26 202 77,6 10,7 13,8 24,5 1929 75 124 -49 199 60,6 7,2 11,8 19,0 1923–1929 82 112 -30 195 73,2 9,8 13,4 23,1 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012: ss. 477 ve 480. Tablo 4.3’de, 1923–1929 dönemi dış ticaret gelişmeleri görülmektedir. Tabloda görüldüğü gibi, ihracat artışı 1926’dan sonra yerini gerilemeye bırakmış, ithalat benzer bir seyir izlese de ihracattan fazla olduğu için bu dönemde sürekli dış ticaret açığı (ortalama 30 milyon dolar) verilmiştir. Bu dönemde GSMH’na oranla %25’i bulan dış ticaret hacmi de, dışa açıklığın yüksek olduğunu göstermektedir. İhracatın ithalatı karşılama oranı, bu dönemde (1929 hariç) yükselmiş ve ortalama %73’e ulaşmıştır. Gümrük tarifelerinin 186 Tokgöz, a.g.e., ss. 35-36 ve 79. 92 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi 1929’dan sonra yükseleceğini bilen ithalatçılar stokçuluğa başvurunca 1929’da dış ticaret açığı yaklaşık iki katına çıkmıştır. Türkiye, bu dönemde dünyada birçok ülkede görülmeyen biçimde liberal dış ticaret politikası izlemiş, dışa açık ve bağımlı bir hammadde ekonomisi olarak dünya sistemine eklemlenmiştir. Bu dönemde ihracatta tarım ürünlerinin payı %86,3, sanayi ürünlerinin payı %8,6 olmuştur. İthal ürünler içinde 187 %50’yi aşan payla tüketim malları ağırlık taşımıştır . İhraç edilen ürünlerin 1927’ye kadar, ithal edilen ürünlerin ise 1929’a kadar fiyatları yükselmiş, olumlu iklim koşulları altında artan tarım üretimi yanında olumlu dış konjonktür ihracat gelirlerinin artmasına yol açmıştır. 1929 sonrası hem ihraç hem de ithal ürünlerin fiyatları gerileme göstermiştir. Türkiye’nin ihracat ve ithalatında 1923–1929 döneminde, TÜİK verilerine göre, ilk sırayı ortalama %18 payla İtalya almış, bu ülkeyi İngiltere, Almanya, ABD ve Fransa izlemiştir. İtalya’nın payının yüksek olmasında, Osmanlı dış ticaretinde söz sahibi olan Rum azınlığın İtalya’ya yerleşerek, Türkiye dış ticaretini yönlendirmesi etkili olmuştur. Bu dönemde borçlanma açısından en önemli gelişme, Lozan Barış görüşmelerinde uzun süre tartışılan Osmanlı Borçları sorunudur. Görüşmeler süresince DUİ ve kapitülasyonlardan kurtulan Türkiye, gümrük tarifelerinin 5 188 yıl eski düzeyde kalmasına razı olmuştur . 1928’de yapılan Paris Anlaşması ile Osmanlı borç bakiyesi 161,3 milyon TL olarak belirlenirken borcun en büyük payını (84,6 milyon TL) Türkiye’nin ödemesi kararlaştırılmıştır. Dış borçlarda en büyük alacaklı %53 payla Fransa olmuş, bu ülkeyi Almanya (%21) ve İngiltere (%14) izlemiştir. Osmanlı borçlarının ilk taksiti 1929’da ödenmiş, ancak 1929 Bunalımının etkisiyle diğer taksitlerde sıkıntı oluşunca 1933’de yapılan yeni anlaşma ile geri ödeme taksitleri yeniden düzenlenmiş ve tüm borçların 50 yıl içinde tasfiye edilmesi kararı alınmıştır. Osmanlı Borç189 ları, 1954’de ilk borçtan 100 sene sonra tamamen tasfiye edilmiştir . 2.4. Para ve Maliye Politikası Gelişmeleri 1923–1929 döneminde ekonomide sıkı para politikası izlenmiştir. Bu tercihte I. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkan enflasyonist eğilimin tekrarlanmaması isteği etkili olmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarında para basmadan uzak durulmuş, bu sayede enflasyon sorunu yaşanmamıştır. Osmanlı Bankasının merkez bankası gibi kâğıt para basımını kontrol ettiği 1923–1929 döneminde kâğıt para arzı neredeyse değişmemiş, böylece enflasyon oranı çok düşük düzeylerde kalmıştır. Enflasyon, 1925 yılında %13,6 gibi bir seviyeye yükselse bile 1923–1929 döneminde ortalama %9 civarında gerçek190 leşmiştir . 187 188 189 190 Alkin, a.g.e., ss. 5-6. Nevzat Yosmaoğlu, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İmaj Yayınevi, Ankara: 2002, ss. 22-23. S. Rıdvan Karluk, Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm, 10.Baskı, Beta Basım A.Ş., Yayın No: 1295, İstanbul: 2005, ss. 160-161. Şahin, a.g.e., ss. 49-50. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 93 Bu dönemde maliye politikaları açısından da denk bütçe ilkesine uyulmuştur. 1923–1929 döneminde hükümet bütçe açıklarından kaçınmaya çalışmış, topladığı gelir kadar harcama yapmaya özen göstermiş, 1923 ve 1925 yıllarında verilen düşük miktardaki bütçe açıklarına karşılık, diğer yıllarda az da olsa bütçe fazlası verilmiştir. Klasik liberal ekonomi ilkelerine bağlı bir yaklaşımla denk bütçe ilkesine uyumda sağlanan bu başarı, 1929 Bunalımının etkisinin çabuk atlatılmasına ve paranın dış değerinde istikrar sağlanması millileştirme ve Osmanlıdan kalan borçların ödenmesini kolaylaştırmıştır. 3. “DEVLETÇİ” SANAYİLEŞME DÖNEMİ: 1930–1938 3.1. Ekonomi Politikasında Dönüşüm Türkiye’de 1923–1929 döneminde özel girişime dayanan liberal ekonomi politikaları yetersiz kalmış, devletin ekonomik faaliyetlere katılımı görece sınırlı olunca bu dönemde sanayileşmede beklenen başarı sağlanamamıştır. Bu durum, genel olarak, iç sorunlar olarak nitelenebilen ülkedeki fiziki-beşeri sermaye yetersizliği ile milli burjuvazinin oluşmamasına bağlanmakta, ABD’de başlayıp dünyaya yayılan 1929 Buhranının olumsuz etkileri de diğer 191 nedenler arasında sayılmaktadır . Nitekim 1929 Buhranının olumsuz etkileri, bir yandan izlenen liberal ekonomi politikalarının sanayileşme ve kalkınma 192 açısından uygun olup olmadığının tartışılmasına yol açmış , diğer yandan, kapitalist ülkelerde büyük sarsıntıya yol açan büyük buhranın olumsuz etkilerinin merkezi plan uygulayan SSCB’de hissedilmemesi liberal sistemin iflas ettiği düşüncesini güçlendirmiş ve Keynesyen makro ekonomik yaklaşımları 193 doğurmuştur . Bütün bu düşünceler ve gelişmeler, ekonomide devlet müdahaleciliğinin gerekli olduğu yönünde birçok ülkeyi etkisi altına almıştır. Bu etkileşimle birlikte Türkiye’de içinde bulunulan koşullar ve dünya konjonktürü dikkate alınarak liberal politikalardan vazgeçilmiş ve “devletçilik” ilkesi çerçevesinde devletçi sanayileşme fikri benimsenmiştir Bununla birlikte 1929 Buhranıyla iki katına çıkan dış açık sorunu karşısında öncelikle acil çözüm aranmış, bu çerçevede 1929’da İktisat Vekili Şakir Kesebir’in adıyla anılan “Şakir Kesebir Planı” kabul edilmiştir. Bu planla, ülke içinde üretilen malların ithalatını önlemek için gümrüklerin kapatılması, ihracatın artırılması olanaklarının araştırılması ve içeride üretilebilecek malların saptanması amaçlanmıştır. Bu planın ilginç özelliği devletin herhangi bir işletme kurmaması ve planda öncülüğü tamamen özel kesime bırakmış ol194 masıdır Öte yandan büyük buhranın ortaya çıkardığı olumsuzluk ve iç koşullar karşısında, uygulamaya ilişkin yasalar çıkarılırken ortaya çıkabilecek olası meclis muhalefetini ve özel kesim muhalefetini azaltmak amacıyla özel 191 192 193 194 Ali H. Bayar, “The Developmental State and Economic Policy in Turkey”, Third World Quarterly, Vol. 17, No. 4, 1996, pp. 773–785. İlker Parasız, Türkiye Ekonomisi: 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kit., Bursa:1998, s. 29. Osman Demir, Ekonomide Devlet, SPK Yayınları, Yayın No: 71, Ankara: 1997, s. 51. Kuyucuklu, a.g.e., s. 184. 94 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi teşebbüse ılımlı bakan Türkiye İş Bankası Umum Müdürü Celal Bayar, İktisat Vekilliğine getirilmiştir. Benimsenen devletçi sanayileşme politikası ülke ihtiyaçlarından doğmuş, pragmatik bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, merkezi planlı SSCB ve diğer bazı ülkelerde o yıllarda başlayan devlet müdahaleciliğine doktriner açıdan benzememektedir. Merkezi planlı ekonomiye geçişin bir aşaması da değildir. Cumhuriyetin lider kadrosu, bu yaklaşımı “mutedil devletçilik” olarak adlandırmaktadır. Nitekim dönemin başvekili İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930’da Sivas-Kayseri demiryolunun açılış konuşmasında, “Liberalizm nazariyatı bu memleketin güç anlayacağı bir şeydir. Biz iktisadiyatta hakikaten mutedil devletçiyiz. Bizi bu istikamete sevk eden bu memleketin ihtiyacı ve bu mille195 tin fikri temayülüdür” demiştir . Mutedil/ılımlı devletçilik anlayışı çerçevesinde piyasa ekonomisi koşullarının esas olması, özel kesimin dışlanmaması, özel ve kamu girişimlerinin birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısı olmaları düşünülmüştür. Devletçi sanayileşme politikası bağlamında, imalat ve madencilik sanayi alanında devletin girişimci olması kararlaştırılmış ve planlama konusunda SSCB’den finansal ve teknik destek alınmıştır Sovyet uzmanlardan oluşan bir heyet, Türkiye koşullarında kurulabilecek işletmelere ilişkin bir rapor hazırlamıştır. Hükümet tarafından benimsenen rapor çerçevesinde 17 Nisan 1934’de kabul edilen ve 1934–1938 yılları arasında uygulanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 196 (BBYSP) yürürlüğe girmiştir. Devletçi sanayileşme politikası, BBYSP ile somutlaşmıştır. Bununla birlikte BBYSP, tüm ekonomiyi kapsayan bir plan değil, 5 yıl içinde sanayi sektöründe hangi alt sektörlerde kuruluşlar kurulacağını belirten bir program olarak düşünülmüştür. Nitekim BBYSP’nın bir program/proje listesi olduğu, devletin sanayi sektöründeki tüm faaliyetlerini içermediği (şeker sanayi, maden havzaları işletimi, enerji ve savunma sanayi plana dâhil değildir), milli gelire etkilerinin, gerekli yatırım tutarı ve finansmanının belirlenmediği ve iç 197 tutarlılıktan yoksun olduğu belirtilmektedir . BBYSP’nın bu özellikleri nedeniyle 1963’den itibaren hazırlanan, ekonominin tümünü kapsayan ve birbirine bağlı hedef ve stratejiler bütünü olarak makro ekonomik tutarlılığa sahip beş yıllık kalkınma planlarından farklılaştığı kolayca söylenebilir. Türkiye’nin ilk sanayileşme hamlesi olan BBSYP’da belirlenen esas strateji temel ihtiyaç maddelerinin ülkede üretimine öncelik veren ithal ika198 meci sanayileşmedir. Böylece döviz tasarrufu sağlanarak, dış açığın azaltılması amaçlanmıştır. BBYSP’daki tercihlere bakıldığında, kurulacak işletmelerin hammaddelerinin ülke içinde bulunmasına öncelik verilmesi, zorunlu 195 196 197 198 Tokgöz, a.g.e., s. 54. Nusret Ekin, ‘Some Aspects of The Turkish Economic and Social Development’, Problems of Turkey’s Economic Development, Vol: 2, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakultesi, Yayın No: 2548, s. 25. Karluk, a.g.e., s. 215. O yıllarda, halkı yerli malına özendirme ve tasarrufa yönlendirmek amacıyla 13 Aralık 1929’da Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulmuş, 12–18 Aralık arası “Tasarruf ve Yerli Malı Haftası” olarak belirlenmiştir. Tokgöz, a.g.e., s. 49. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 95 olmadıkça hammadde ithal edilmemesi, ülkede üretilen ve dünyada fiyatları düşen hammaddelerin düşük fiyattan ihracının önlenmesi ve sınai bütünleşmeden yararlanmak amacı güdülmüştür. Ayrıca, kurulacak işletmelerin hammadde ve işgücü kaynaklarına yakın olması, işletmelerin ticari esaslara göre çalışması, yatırımlarını kendilerinin finanse etmeleri, işletmelerin mümkün olduğunca ülkeye dengeli dağıtılması, tüketim malları endüstrilerine ağırlık verilmesi ve tesislerde dönemin ileri teknolojilerinin kullanılması fikri benimsenmiştir. BBYSP’da planlanan 23 sınaî kuruluştan 19 tanesi kurulmuş, bu bağlamda önemli bir sınaî gelişme sağlanmıştır. BBYSP ile planlanan kuruluşlar 199 aşağıdaki gibi beş grupta toplanmaktadır; a) Dokuma Sanayi: Bursa, Yünlü Kumaş Fabrikası (1938), Kastamonu, Kendir Fabrikası (1954). b) Maden ve demir-çelik sanayi: Kükürt (Keçiborlu–1934), Semikok (Zonguldak–1935), Demir-Çelik (Karabük–1938) ve Bakır İzole (Ergani–1939). c) Kâğıt ve selüloz sanayi: İzmit, Kâğıt Fabrikası (1936), İzmit, Selüloz Fabrikası II. Dünya Savaşı yıllarında tamamlanabilmiştir. Bu iki fabrika kısaca SEKA adıyla bilinmektedir. d) Toprak ve seramik sanayi: İstanbul-Paşabahçe, Şişe-cam fabrikası (1935), Kütahya porselen fabrikasına başlanamamıştır. e ) Kimya sanayi: Sülfürik asit ve süper fosfat fabrikaları (Karabük) ile klor alkali fabrikasına (İzmit) plan döneminde başlanamamış, ancak II. Dünya Savaşı yıllarında faaliyete geçirilmiştir. 200 Planın uygulanma sorumluluğu 1933’de kurulan Sümerbank’a verilmiştir. Bu banka yanında İş Bankası ve sınırlı ölçüde Ziraat Bankası planın finansmanına katkı sağlamışlardır. İş Bankası, İstanbul’daki şişe-cam tesislerinin kurulması ve işletilmesinden sorumlu olmuş, kükürt, gülyağı ve sünger fabrikalarının kurulmasına katkı sağlamıştır. Madencilik alanında 1935’de Etibank ve ülkenin maden envanterini tespit için Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) kurulmuştur. Bu çerçevede, planda öngörülen tesislerin büyük kısmı kısa sürede bitirilerek üretime geçmiş, kalanlar savaş sırasında tamamlanmıştır. Bununla birlikte plan için tahmin edilenin (44 milyon TL) üzerinde bir harcama (100 milyon TL) yapılmıştır. Harcamaların finansmanda genelde bütçe ödenekleri kullanılmış, bununla birlikte dokuma sanayi 199 200 Bu beş grup dışında faaliyete geçen iki kuruluş bulunmaktadır. Bunlar; sünger işleme tesisi (Bodrum–1934) ve gülyağı fabrikasıdır (Isparta–1935). 1925’de kurulan Sanayi ve Maadin Bankası yönetimi, özel kesime devredilmesi düşünülen Osmanlı’dan kalma 4 sanayi tesisini (Beykoz-Deri Kundura, Bakırköy-pamuklu dokuma, İstanbul Feshane-yünlü dokuma ve Hereke-ipekli ve yünlü dokuma) özelleştirmede başarılı olamamış, üstelik tüm kaynaklarını bu kuruluşlara harcadığı için sanayi ve madencilik kuruluşlarına kredi açamamıştır. Bu nedenle 1932’de kapatılmış, bankanın sanayi işletmeciliği ile ilgili görevlerini yapması için Devlet Sanayi Ofisi, sanayiye kredi verme fonksiyonunu yerine getirmesi için Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kurulmuş, daha sonra bu iki kuruluş aktif ve pasifleriyle 1933’de Sümerbank’a devredilmiştir. Tokgöz, a.g.e., ss. 59–60. 96 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi yatırımları için SSCB’den 14 milyon TL, demir çelik alanında Karabük demir 201 çelik fabrikası için 18 milyon TL tutarında İngiltere’den kredi sağlanmıştır . Devletçi sanayileşme dönemindeki gelişmeler, BBYSP’da yer alan sınaî kuruluşlarının faaliyetlerinden ibaret değildir. Devlet bu dönemde, başka sınaî faaliyetlerde de bulunmuştur. Bunlar arasında, Türkiye İş Bankasının finansal katkı sağladığı Zonguldak Maden İşletmeleri, Eskişehir (1933) ve Turhal (1934) şeker fabrikaları ilk akla gelenlerdir. Bu katkılar devletin sanayileşme alanındaki etkisinin daha da büyük olduğunu göstermektedir. Devletin bu dönem sınaî girişimlerine karşılık özel kesimin bu dönemde sanayileşme alanında katkısı olmamış, özel kesim Teşvik-i Sanayi Kanunu kapsamındaki teşviklerden yararlanmaya devam etmiş, 1929 sonrası yükseltilen gümrükler sayesinde iç piyasada kolay karlar elde etmiştir. Devlet, sınai işletmeler kurarken piyasa koşullarında karlılık esasına göre çalışma prensibini getirmiş, ancak, üretiminde özel kesimle açıktan rekabet etmemiştir. Özel kesime tanınan teşvikler özel kesim girişimlerinin karlarının artmasına ve çalışanlarının yüksek gelirler elde etmesine yol açmıştır. Bu durum bürokraside kıskançlık yaratmış, hatta, bürokraside verilen teşviklerin kısıtlanması gerektiği düşüncesi oluşmuştur. Bu çerçevede teşviklerde denetim artırılmış, formalitelerin artması ve piyasa kontrollerinin getirilmesi nedeniyle özel kesim 1936 sonrası eskisi gibi cömert teşviklerden yararlanamamış, ancak dışa karşı koruma ve iç piyasadaki yüksek fiyatlar kârlarının ve sermaye birikiminin devamını sağlamıştır. BBYSP döneminde, önemli sabit sermaye yatırımları gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde, toplam 1051 milyon TL’yi bulan sabit sermaye yatırımlarının yaklaşık %50’si (528 milyon TL) devlet eliyle yapılmıştır. Devletin 1933–1940 döneminde yaptığı yatırımların %29’u sanayi, %28’i demiryolları, %24’ü karayolları ve diğer altyapı ve %18’i mahalli idare yatırımları biçiminde gerçekleşmiştir. Özel kesim ise daha çabuk kâr getiren kısa vadeli yatırım alanlarına yönelmiş, konut yatırımları (%46) özel kesimin yatırımda bulunduğu en önemli alan olmuştur. Özel kesim yatırımlarında ticaret (%23) ikinci sırayı almıştır. Özel kesimin tarım (%20) ve sanayi (%11) sektörlerinde yatırımlarının toplamı ancak %30’u bulmuştur. Devlet ve özel kesimce yapılan toplam sanayi yatırımları, sabit sermaye yatırımları toplamının %20’sine (212 milyon 202 TL) ulaşmıştır . Bu veriler, özel kesimin gücünün yetmediği alanlarda devlet eliyle ikame edildiği izlenimini vermekte, yatırımların dağılımı dengesiz bir gelişme politikasının izlendiğini göstermektedir. BBYSP döneminde ekonomide ithal ikameci sanayileşme açısından önemli gelişme sağlanmış, kamu işletmeciliği yapılırken piyasa koşullarında özel girişimler gibi kârlılık ilkesine uygun davranılması, bu başarıda etkili olmuştur. Bu başarı üzerine ilk sanayi planında yer almayan enerji, madencilik, liman yapımı gibi alt yapı alanları ve kimya, gıda, makine ve deniz ulaşımı gibi alanlarda 100’den fazla fabrika kurulmasını öngören ikinci plan 201 202 Şahin, a.g.e., s. 63. Karluk, a.g.e., s. 216. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 97 (İBYSP) hazırlığına, İktisat Vekili Celal Bayar başkanlığında 1936’da başlanmıştır. Bu yeni plan 1938’de dört yıl olacak biçimde revize edilmiş, ancak, 203 II. Dünya Savaşı koşulları yeni planın uygulanmasını önlemiştir . Bu dönemde devletçi sanayileşme ve gelişme politikasına rağmen Atatürk’ün sanayileşme ve milli burjuvazi yaratma konusundaki liberal kişisel eğilimleri 1937’den itibaren tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Atatürk’ün hissedarı olduğu İş Bankası çevresiyle birlikte hükümet işlerine sık sık müdahalesi de, Başvekil İnönü ve Recep Peker gibi Hükümet içindeki devletçi yaklaşımdan yana olanları rahatsız etmiştir. Atatürk ile Hükümet arasında bu anlaşmazlıklar sürerken bir sağlık sorunu bahane edilerek İnönü yerine başvekil olarak Celal Bayar getirilmiştir. Atatürk’ün ölümü sonrası, Cumhurbaşkanı olarak İnönü seçilmiş, bir müddet daha başvekillik görevi yapan Celal 204 Bayar’ın yerine Dr. Refik Saydam başvekil olarak atanmıştır . 3.2. Ekonomide Nicel Gelişmeler Devletçi sanayileşme politikaları dönemi uygulamasının ekonomiye yansıyan nicel gelişmelerine bakıldığında, Tablo 4.4’de görüldüğü gibi, 1930–1938 döneminde ülke GSMH düzeyi yaklaşık %60 artarak, dönem başında yaklaşık 5,4 milyar TL iken 8,5 milyar TL’yi aşmıştır. Kişi başına gelir, dönem başında 371 TL iken yaklaşık %35 artarak sabit fiyatlarla dönem sonunda 502 TL’ye ulaşmıştır. Dolar cinsinden kişi başına gelir 1929’da 74 dolar iken buhranın etkisiyle 1932’de 39 dolara kadar gerilese bile dönem sonunda 88 dolara yükselmiştir. Tarım sektörü milli gelir içinde ortalama %44 payla sektörler arasında ilk sırayı almıştır. Bununla birlikte tarımsal hasıla büyük dalgalanma göstermiş, dönem başında yaklaşık 2,5 milyar TL iken 1938’de 3,8 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bu veriler ilk bakışta, tarımsal hâsılanın artarak çiftçinin zenginleştiği gibi bir algılamaya yol açsa da yanıltıcıdır. Çünkü, tarımsal hasıla bu dönemde düzenli şekilde artmamış, 1930–1935 döneminde 2,5 milyar TL düzeyinde kalmıştır. Hatta, 1930, 1932, 1935 ve 1937 yıllarında küçülen tarımsal hâsıla nedeniyle çiftçinin yoksullaştığı bile söylenebilir. 203 204 Tokgöz, a.g.e., s. 67. Sunay, a.g.e, s. 112. 98 | Tü rk iy e’ni n Ekon o mi k Tari hi Tablo 4.4: GSMH, Sektörler ve Kişi Başına GSMH: 1930–1938 (1948 Fiyatları, Milyon TL) Yıl 1930 1931 1932 1933 1934 1935 1936 1937 1938 1930- 1938 1923–1938 GSMH 5394 5866 5235 6064 6430 6234 7680 7798 8538 - Tarım Değer Pay (%) 2525 46,8 2887 49,2 2055 39,3 2510 41,4 2578 40,1 2421 38,8 3731 48,6 3600 46,2 3794 44,4 43,9 44,5 Sektörler Sanayi Değer Pay (%) 539 10,0 616 10,5 725 13,8 863 14,2 982 15,3 981 15,7 947 12,3 1045 13,4 1209 14,2 13,3 11,7 Hizmetler Değer Pay (%) 2330 43,2 2363 40,3 2455 46,9 2692 44,4 2870 44,6 2833 45,4 3002 39,1 3154 40,4 3535 41,4 42,9 43,8 Kişi Başına GSMH TL $ 371 55 395 48 345 39 391 45 406 47 386 49 467 62 466 65 502 88 - Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693, 730 ve 733. 1930–1938 döneminde ortalama %43 payla ikinci sırayı alan hizmetler sektörü hasılası dönem başında yaklaşık 2,3 milyar TL iken1938’de 3,5 milyar TL’yi aşmıştır. Bu sektörde görülen gelişme, tarımın aksine 1935’deki düşük oranlı küçülme dışında istikrarlı bir seyir izlemiştir. Devletçi sanayileşme politikası sayesinde bu dönemde sektörler içinde en önemli gelişme sanayide gerçekleşmiştir. Sanayide üretilen katma değer 1930’da 539 milyon TL iken 1938’de 1,2 milyar TL’yi aşmıştır. Bu gelişme nedeniyle sanayinin GSMH payı bu dönemde yükselerek 1935’de %15,7 oranına kadar ulaşmış ve dönem içinde ortalama %13,3 olmuştur. Tablo 4.5: 1930–1938 Dönemi Büyüme Oranları (%) Yıl GSMH 1930 1931 1932 1933 1934 1935 1936 1937 1938 1930–1938 1924–1938 2,2 8,7 -10,7 15,8 6,0 -3,0 23,2 1,5 9,5 5,9 7,9 Kişi Başına GSMH 0,0 6,7 -12,8 13,5 3,8 -5,1 21,1 -0,2 7,7 3,9 5,8 Sektörlerin Büyüme Oranları Tarım Sanayi Hizmetler -3,9 12,7 7,2 14,3 14,2 1,4 -28,8 17,8 3,9 22,1 19,0 9,6 2,7 13,8 6,6 -6,1 -0,1 -1,3 54,1 -3,4 6,0 -3,5 10,3 5,1 5,4 15,7 12,1 6,3 11,1 5,6 10,1 9,9 6,7 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, s. 693,730. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 99 Devletçi sanayileşme döneminin büyüme performansının yer aldığı Tablo 4.5’de görüldüğü gibi, bu dönemde ortalama olarak GSMH %5,9 ve kişi başına GSMH %3,9 oranında artmıştır. Ortalama olarak sanayi sektörü %11, tarım sektörü %6,3, hizmetler sektörü %5,6 oranında büyümüştür. Bununla birlikte tarım sektörünün bir önceki döneme göre büyüme performansının azaldığı ve hizmetler sektörü büyüme oranının GSMH artışının gerisinde kaldığı dikkate alınırsa, bu dönem büyümeyi sanayi sektörünün sürüklediği rahatlıkla söylenebilir. Atatürk dönemi (1923–1938), milli gelir ve sektörel gelişmeler açısından bir bütün olarak değerlendirildiğinde, 1923’den 1938’e sabit fiyatlarla GSMH yaklaşık 3 milyar TL’den 8,5 milyar TL’ye; tarımsal üretim 1,2 milyar TL’den 3,8 milyar TL’ye, hizmetler üretimi 1,3 milyar TL’den 3,5 milyar TL’ye, sanayi üretim değeri 309 milyon TL’den 1,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. 1923’den 1938’e kişi başına gelir sabit fiyatlarla 233 TL’den 502 TL’ye ve cari fiyatlarla 45 dolardan 88 dolara yükselmiştir. Sektörlerin GSMH payları ortalama olarak tarım ve hizmetlerde birbirine yakın (%44) olmuş, 1930 sonrası sanayinin payı ortalama %12’ye yükselmiştir. Atatürk döneminde on beş yılda ortalama olarak GSMH yaklaşık %8, kişi başına GSMH %5,8 oranında artmıştır. Osmanlının son döneminde kişi başına gelirin %1 arttığı hatırlandığında Cumhuriyetin ilk on beş yılında önemli bir gelişme sağlanmıştır. Bu dönemde sektörlere bakıldığında, nüfus ve istihdamın %80’den fazlasını oluşturan tarımda önemli bir gelişme olmadığı, sınaî gelişmeye önem verilmesi sonucu tarımın ihmal edildiği söylenebilir. Milli gelirin yaklaşık %45’ni oluşturan tarım, bu dönemde toplam yatırımların sadece %10’nu 205 çekebilmiş ve 1929 Buhranından en fazla etkilenen sektör olmuştur . Dünyada tarımsal ürün fiyatlarında görülen büyük düşmeler, dış ticaret hadlerinin kötüleşmesine yol açmış, iç fiyat makası tarım aleyhine gelişmiş, çiftçi yoksullaşmış, tarım kesimi bunalımın etkilerinden 1936’da çıkabilmiştir. Devlet, tarım sektörüne acil durumlarda müdahale etmek zorunda kalmıştır. Örneğin, tarımsal hâsılanın yaklaşık %29 küçüldüğü 1932’de çiftçiyi korumak amacıyla, 1932’de Ziraat Bankasına bağlı kurulan ve 1938’de KİT haline gelen Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) aracılığı ile buğday fiyatında düşüşü önlemek için destekleme alımları başlamıştır. Buğdaydaki bu uygulama, destekleme alımları ve taban fiyatlarının başlangıcı olmuş, sonraki tarihlerde kapsamı genişlemiştir. Devlet tarımda toprak mülkiyetine ilişkin bu dönemde köklü değişiklikler yapmamış, 1934’te göçmenleri iskân amacıyla Toprak İskân Kanunu çıkarılmıştır. Tarımsal işletmelerin durumuna bakıldığında, işletmelerin optimaldan küçük olduğu için uygun teknoloji kullanımına elverişli olmadığı söylenebilir. Tarımsal kredilerin bu dönemde bir önceki döneme göre azaldığı, ekilen arazilerde genişlemenin etkisiyle tarımsal üre206 timin arttığı, ancak verimliliğin değişmediği de belirtilebilir . 205 206 Cem Emrence, “Turkey in Economic Crisis (1927–1930): A Panaromic Vision”, Middle Eastern Studies, Vol: 39, No: 4, 2003, p. 68. Şahin, a.g.e., s. 70. 100 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i Devletçi sanayileşme döneminde asıl gelişme, sanayide görülmüş, özel kesimin yukarıda sözü edilen tercihlerine karşılık ithal ikameci sanayileşme alanında önemli mesafe alınmış, kurulan KİT’ler sayesinde birçok malın iç 207 talebi yerli üretimle karşılanır hale gelmiştir . Kurulan 19 tesis sayesinde, 1940 yılı itibarıyla bazı ürünlerde neredeyse iç talebin tamamı yerli üretimle karşılanır hale gelmiş (yünlü dokuma %98, çimento %97, cam ürünleri %91 ve pamuklu dokuma %84); kâğıt (%39) ve demir çelik (%32) gibi bazı ürünlerde yerli üretimin payı önemli ölçüde yükselmiştir. Bu veriler, Türkiye’nin 1930’ların sonunda tüketim mallarında ithal ikamesini büyük oranda sağladığını, ara mallarında ise önemli gelişme kat ettiğini göstermektedir. 3.3. Dış Ticaret Gelişmeleri ve Borçlanma 1929 Dünya Buhranın neden olduğu ekonomik durgunluktan korunmak ve ithal ikameci sanayileşmeyi sağlamak için Türkiye’de 1930–1938 döneminin başında dış ticarette korumacı, içe dönük, devletçi bir ekonomi politikasına yönelme olmuştur. Dış ticaret alanında politika değişimi, Lozan Antlaşması hükümlerinin sona erdiği 1929’da yeni gümrük kanununun çıkarılmasıyla başlamış ve gümrük tarifeleri ortalama %15’lerden %45 düzeyine yükseltil208 miştir . Ardından, 1930–1933 yılları arasında çıkarılan yasal düzenlemelerle, koruyucu dış ticaret rejimi ve buna uygun kambiyo rejimi güçlendirilmiştir. Bu politika değişimi çerçevesinde yeni dönemde izlenen dış ticaret politikasının temel ilkeleri; Türkiye’den mal alan ülkelerden mal satın alınması, yurt içinde üretilen malların ithalinin yasaklanması, diğer malların ticaret anlaşmaları çerçevesinde ithali, ihraç mallarının kalitesinin yükseltilmesi ve dış ticaret fazlası elde edilmesi olarak belirlenmiştir. 1930–1938 dönemi dış ticaret gelişmeleri de Tablo 4.6’da görülmektedir. Tablo incelendiğinde, amaçlanan dış ticaret fazlasının sağlandığı, ancak, dış ticaret fazlasının ithalatın kısılması ile gerçekleştirildiği dikkati çekmektedir. Nitekim tablonun 1923–1929 dönemi ile 1930–1938 ortalamalarının yer aldığı satırlar karşılaştırıldığında görülebileceği gibi, bu dönemde ihracat ortalama olarak bir önceki dönem ortalamasının gerisinde kalmış, ancak ithalattaki daralma çok daha fazla olduğu için yılda ortalama 7 milyon dolarlık dış ticaret fazlası elde edilmiştir. Öte yandan 1929 Bunalımı, ülkelerin mal talebini, özellikle tarım ve gıda malları talebini, azaltmış ve bu çerçevede tarım ürünlerinin fiyatları hızla düşmüştür. Ülkeler, bunalım karşısında koruyucu ticaret politikaları uygulamıştır. Bu ortamda, Türkiye’nin tarım ürünlerine bağlı ihracatı hızla azalmış, 1925’de 103 milyon dolarlık ihracat yapan Türkiye, 1932’de 48 milyon dolar ihracat yapabilmiştir. 1932’den itibaren artmaya başlayan ihracat 1937’de 100 milyon doları aşmıştır. Buna karşılık ithalat 1930’dan itibaren hızla azalmış, 1929’da 124 milyon dolarken 1930’da 70 milyon dolara, 1932’de 41 milyon dolara gerilemiştir. 1932 yılı cumhuriyet döneminde ihracat ve ithala207 208 Y. S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923–1950), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 1994, ss.259-260. H. Avni Özcan, “Dünden Bugüne Dış Ticaretimizdeki Gelişmeler”, Dış Ticaret Dergisi, Yıl: 3, Ekim 1998, s. 66. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 101 tın birlikte en az olduğu yıl olmuştur. Bu dönemde dış ticaret hacmi/GSMH oranı bir önceki döneme göre azalmış, dönemin tümünde ortalama %17 olmuş, ihracatın ithalatı karşılama oranı da ortalama %111,7 olmuştur. Tablo 4.6: Dış Ticaretin Gelişimi (1930–1938) (Milyon $ ve %) Yıl İhracat İthalat (1) (2) Açık (1-2) D.Tic. İhr./İth İhr./ Hacmi (1+2) (1/2) GSMH İth./ GSMH D.Tic. Hacmi/GSMH 1930 71 70 1 141 102,6 9,0 8,8 17,8 1931 60 60 0 120 100,5 8,6 8,6 17,2 1932 48 41 7 89 117,1 8,1 6,9 15,0 1933 58 45 13 103 128,9 8,4 6,5 14,9 1934 73 69 4 142 105,8 10,0 9,4 19,4 1935 76 71 5 147 107,0 9,7 9,0 18,7 1936 94 74 20 168 127,0 9,2 7,2 16,4 1937 109 91 18 200 119,8 10,0 8,3 18,3 1938 115 119 -4 234 96,6 7,7 8,0 15,7 1923–1929 82 112 -30 195 73,2 9,8 13,4 23,1 1930–1938 78 71 7 149 111,7 9,0 8,1 17,0 1923–1938 80 89 -9 169 94,9 9,3 10,4 19,7 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012: ss. 477 ve 480. İthalattaki hızlı gerilemede, yeni dış ticaret rejimi çerçevesinde ithalata getirilen sıkı kontroller ve miktar kısıtlamaları, içeride üretilen malların ithal ikamesini sağlamak için bu malların ithalatının engellenmesi ve devletin ihracat geliri kadar ithalata izin vermesi etkili olmuştur. İthalat 1937’den itibaren tekrar 100 milyona yaklaşmış, 1937’de ithalat ve ihracatta Almanya’ya bağımlı olmamak, bu ülkenin dış ticaretteki payını azaltmak amacıyla diğer Avrupa ülkelerinden yapılan ithalatı (özellikle İngiltere) kolaylaştıran liberasyon uygulamasına başlanmış, ancak 1938’de dış ticaret açığı verilince liberasyon uygulamasından vazgeçilmiştir. Atatürk dönemi (1923–1938) dış ticaret gelişmelerine bir bütün olarak bakılırsa, ihracat ortalama 80, ithalat 89 milyon dolar olmuş, dolayısıyla yılda ortalama 9 milyon dolarlık açık verilmiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranı ortalama %95 düzeyinde gerçekleşmiş ve dış ticaret hacminin GSMH’ya oranı (dışa açıklık) ortalama %20 civarına yaklaşmıştır. Öte yandan 1930–1938 döneminde ihracatın bileşiminde önemli bir değişim olmamış, ihracat büyük ölçüde tarımsal ürünlere dayanmış ve az sayıda üründen oluşmuştur. İhracatta tarımsal ürünlerin payı %80, sanayi ürünleri payı %10 civarında olmuştur. İhracatın organize edilebilmesi için 1930 sonrasında ihracatçı birlikleri kurulmuş, ihracat; kliring sistemi, kontenjanlı 102 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i 209 listeler, takas ve prim usulü ile desteklenmiştir . İkili antlaşmalar ve kotaya dayalı dış ticaret politikası, Türkiye’nin ithalat yapısını sanayileşme politikasına uyumlu hale getirmiş, ayrıca, tüketim malları ithalatına bağımlı olmamayı ve zorunlu gıda mallarının içeride üretilmesini amaçlayan bu politikalar sayesinde ithalatın bileşiminde nihai tüketim mallarının payı süratle azalmış, yatırım mallarının payları yükselmiştir. Örneğin tekstil ve gıda maddeleri ithalatının toplam ithalattaki payı sırasıyla dönem başında %44 ve %17 iken; dönem sonunda sırasıyla %27 ve %4,3 düzeyine gerilemiş, buna karşılık sermaye malları ve ara malları toplamının ithalattaki payı %14,5’den %37’e 210 ulaşmıştır . Dış ticaret yapılan ülkelere bakıldığında, ihracatta, Almanya’nın payı artmış, (1930’da %13,1 iken 1935’te %41), dış ticaret 1940 öncesi neredeyse Almanya’nın kontrolüne girmiştir. Bu ülke, Türkiye’nin ihraç ürünlerini yüksek fiyattan satın almış, ikili ticaret anlaşmaları bu ülkeden mal alma zorunluluğu oluşturduğu için kendi mallarını yüksek fiyattan Türkiye’ye satmıştır. Türkiye, bu dönemde, daha önce bahsedildiği gibi, elde ettiği dış ticaret fazlaları ile Osmanlı borçlarının taksitlerini ödemiş, millileştirme harcamalarını ödemek ve BBYSP çerçevesinde kurulan bazı sınaî işletmeler için sınırlı ölçüde borçlanmıştır. Dış borç konusunda bir önceki dönemden kalan yaklaşım devam ettirilmiştir. Bu dönemde millileştirmeler olmasına karşın yabancı sermayeye karşı açık olunmuş, ancak gelen yabancı sermaye miktarı az olmuş, gelen yabancı sermaye daha çok 1926–1933 döneminde yatırımlarda bulunmuştur. 3.4. Para ve Maliye Politikası Gelişmeleri Hükümetler, bu dönemde, sıkı para ve maliye politikaları izlemeye devam etmiş, sağlam para ve denk bütçe ilkesine uyulmuştur. Enflasyonist baskıların ortaya çıkmaması için emisyonu artırıcı politikalardan kaçınılmış, ekonomiye milli gelir artışına yakın artış oranında likidite verilmesine dikkat edilmiştir. Bu dönemde para politikası alanındaki en önemli gelişme, 1930’da Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının (TCMB) kurulması olmuştur. Bu bağlamda 20 Şubat 1930’da 1567 sayılı yasa “Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu” (TPKK) çıkarılmış, ardından 30 Haziran 1930’da 1715 sayılı yasa ile “T.C Merkez Bankası Kanunu” yürürlüğe girmiştir. 3 Ekim 1931’de TCMB faaliyete geçmiş, Hazinenin %15 payla ortak olduğu TCMB’nin kuruluş sermayesinin bir bölümü için American Turkish Investment Corporation (ATIC) adlı kuruluştan 10 milyon dolar kredi sağlanmış, bu kuruluşun her yıl Türkiye’ye 1,75 milyon dolar ödemede bulunması anlaşması yapılmıştır. Bu kredi ve ödemeleri karşılığında ATIC’e 1930–1955 arasında 25 yıl geçerli olmak 209 210 Tokgöz, a.g.e., s. 84. Şahin, a.g.e., ss. 48 ve 72. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 103 üzere kibrit, çakmak ve benzeri tutuşturucuların üretim, ithal, ihraç ve satış hakları konusunda tekel imtiyazı verilmiştir. Bu kanunla Osmanlı Bankasından emisyon yetkisi alınarak TCMB’ne verilmiş, emisyonun ayarlanması, Hazine ve bankaların emisyon ihtiyacının ekonominin içinde bulunduğu koşullara göre karşılanması, TL’nin iç ve dış değerinin korunması önemli bir gelişme olmuştur. Bununla birlikte 1937’ye kadar Osmanlı kâğıt paraları tedavülde bulunmuş, bu tarihten sonra ilk kâğıt paralar merkez bankası tarafından Latin harfleriyle basılmaya başlanmıştır. İnönü cumhurbaşkanı olunca 1939–1950 dönemindeki paralarda İnönü’nün resmi de yer almış, 1950’de Demokrat Parti (DP) iktidara gelince paraların üzerinde sadece Atatürk’ün resminin olması sağlanmıştır. Öte yandan TL’nin değerinin 1930–1938 döneminde korunmasına azami dikkat gösterilmiştir. Bu dönemde Sterlin ve Dolar karşısında TL değer kazanmış, 1931’de 1 sterlin 10,32 TL iken 1938’de 6,16 TL düzeyine gerilemiş, dolar 1930’da 2,12 TL 211 iken 1938’de 1,26 TL değerine gerilemiştir . Bu dönemde bütçe denkliğine özen gösterilmiş, Dünya Buhranının olumsuz etkilerine karşın bütçe dengesinden ödün verilmemiştir. BBSYP’nın finansmanında bütçe gelirlerine dayanılmış, ortaya çıkacak harcamaların finansmanı için para basma yerine genellikle vergi ve tekel gelirlerini artırma tercih edilmiş, ayrıca iç borçlanmaya gidilmiştir. Bu dönemde bütçe gelirlerini artırmak amacıyla yeni vergiler ihdas edilmiş, örneğin 1931’de Buhran Vergi212 si, 1932’de Muvazene Vergisi çıkarılmıştır . 1930–1938 dönemi enflasyon gelişmelerine bakıldığında; 1929 Buhranının etkisiyle dönemin ilk yarısında fiyatlarda hızlı bir düşme yaşanmış, 1934’e kadar devam eden bu eğilim bu yıldan sonra tersine dönmüş, fakat 213 fiyatlardaki yükselme ılımlı bir artış biçiminde kendini göstermiştir . II. Dünya Savaşı öncesi, özetle, Türkiye’de ithal ikameci sanayileşme yoluyla sermaye birikimini sağlamak amaçlanmış ve bunda büyük ölçüde başarılı olunmuştur. Fiziki sermaye birikimi yanısıra beşeri sermaye birikimini sağlamak için harf devrimi yanında eğitime büyük önem verilmiş, tarımda teknoloji kullanımı sınırlı olsa bile sanayide dönemin ileri teknolojilerinin kullanılması noktasında büyük çaba gösterilmiştir. 4. SAVAŞ YILLARINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ: 1939–1945 4.1. İktisadi Savunma Planı Ve Genel Gelişmeler II. Dünya Savaşı, Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Savaşın Türkiye sınırlarına yaklaşmasıyla birlikte İBYSP’dan vazgeçilmiş, 5 Nisan 1939’da “İktisadi Savunma Planı” yürürlüğe girmiştir. Bu plan çerçevesinde, ekonomi dahil tüm alanlarda her türlü öncelik yeniden düzenlenmiştir. Bununla birlikte, plan daha çok ordunun savaşa hazırlık çabasına dönüş211 212 213 Tokgöz, a.g.e., ss. 58 ve 87. Şahin, a.g.e., s. 76. Ekrem Pakdemirli, Ekonomimizin Sayısal Görünümü 1923’ten Günümüze, Milliyet Yay., İstanbul: 1995, s.104. 104 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i müştür. Ayrıca bir ekonomik plan hazırlanmamış, BBYSP döneminde bitirilemiyen bazı sınai kuruluşlar faaliyete geçirilmiştir. Türkiye, İngiltere ve Fransa ile 11 Eylül 1939’da ittifak anlaşması yapmasına rağmen tarafsızlık politikası izlemiş, savaş ekonomisi koşullarında sayısı bir milyona yaklaşan ordunun giderleri, savunma harcamalarını artırmıştır. Kamu harcamalarının %60’ına ulaşan savunma harcamaları nedeniyle, yatırım harcamaları azaltılmak zorunda kalınmıştır. Çalışma çağındaki nüfusun önemli bir kısmının üretimden çekildiği için, tarımsal üretim ve gıda malları arzı azalmış, buna 214 karşılık tüketim malları talebi hızla artmıştır . Savaşa giren Avrupa ülkeleri ile dış ticaret büyük ölçüde aksayınca ihtiyaç duyulan yatırım malları ithali daralmış, bu durumdan sınai üretim olumsuz etkilenmiştir. Savaş ortamında ülkede, daha önceleri takip edilen fiyat istikrarı, bütçe denkliği gibi politikaları sürdürmek zorlaşmıştır. Mevcut vergiler ve borçlanma, savaş nedeniyle artan kamu harcamalarını finanse etmede yeterli olmamış, bu nedenle emisyona başvurulunca enflasyon hızla yükselmiştir. Arz yetersizliği nedeniyle mal darlığı çekilen bu ortamda, karaborsa ve istifçilik artınca, bir çok temel ihtiyaç maddesi karneye bağlanmıştır. Bu ortamda gıda malları arzı darlığını gidermek, fiyat artışlarını kontrol etmek ve üretim ve tüketimi düzenlemek amacıyla Dr. Refik Saydam’ın başbakanlığı döneminde 1940 yılı Ocak ayında “Milli Korunma Kanunu” çıkarılmıştır. Ekonominin savaş yıllarında yönlendirilmesini amaçlayan bu kanunla devletin ekonomi üzerindeki bürokratik kontrolü ve yasaklamaları oldukça artmıştır. Bu kanun ile getirilen ve hükümete çok geniş yetkiler veren düzenlemeler 215 arasında aşağıdaki hususlar bulunmaktadır ; i Özel kişilere ait sanayi tesisleri ve madenlerde hangi malların ne miktarda üretiminin yapılacağının devlet tarafından belirlenmesi, i Vatandaşa madenler ve yol yapımında zorunlu çalışma yükümlülüğü getirilmesi, i Gerekli görülen kuruluşlara tazminat ödeyerek el koyabilme, i Tarımda ne ekileceğine devletin karar verebilmesi ve 500 hektarın üzerindeki tarım arazisine devletin tazminatını ödeyerek el koyup bizzat işletebilmesi, i Özel şahıslara ait taşıtların devletçe belirlenen fiyatlarla istenen yerde çalıştırılabilmesi veya gerekirse devletçe satın alınabilmesi, i Özel kesimin yatırımları için devletten izin alınması, atıl tutulduğu belirlenen işletmelere devletin el koyabilmesi veya işletmeleri çalışmaya zorlayabilmesi, i Çalışanlara ücretli iş yükümlülüğü, çalışmaya zorlama ve çalışma süresinin uzatılması, 214 215 Tokgöz, a.g.e., s. 68. Şahin, a.g.e., ss. 84-85. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 105 i Devletin iç ve dış ticarette fiyat kontrolü yapabilmesi, piyasaya alıcı olarak girebilmesi, bizzat ithalat yapabilmesi, ihtiyaç duyulan mallara el koyarak bunları dağıtabilmesi, ithalat ve iç ticarete maksimum fiyat, ihracata ise minimum fiyat belirleyebilmesi. Hükümete geniş yetkiler veren bu kanun genelde dikkatli biçimde uygulanmış, tarım ve sanayi alanında sınırlı maddelerde el koyma kararları alınmıştır. Uygulanan zorunlu tedbirler beklenen sonuçları vermemiş, çoğunlukla bürokrasi engeline takılmıştır. Başbakan Dr. Refik Saydam’ın 1942’de ölümünden sonra kurulan Şükrü Saraçoğlu hükümeti, bu uygulamaları gevşeterek piyasa mekanizmasına daha fazla yer vermiş, ticaretin serbestleşmesi yönünde adımlar atmıştır. Öte yandan 11 Kasım 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu da önemli bir diğer tartışma konusu olmuştur. Tüccarlardan bir defalık servet vergisi alınmasına ilişkin kanunun görünürdeki amacının, savaş yıllarında elde edilen olağanüstü ticari kazançların vergilendirilmesi olduğu, ancak kanunun ardında yatan asıl amacın ticarette etkin gayri müslim azınlıkların tasfiye edilerek yerine Türk-Müslüman burjuvaziyi yerleştirmek olduğu belir216 tilmektedir ki, verginin uygulama biçimi de bu tezi doğrulamıştır . Nitekim savaş koşullarında artan kamu harcamalarının karşılamak için diğer ülkelerde de uygulanan ve savaş yıllarında oluşan fiyat artışlarından elde edilen yüksek kazançlar ve istifçilik, karaborsacılıktan haksız gelir elde eden kesimlerin servetlerinden bir defa alınacak Varlık Vergisi, uygulamada yapılan yanlışlarla amacından sapmış, örneğin bir ortaklıkta verginin muhatabı Türk ve Müslüman ortağa farklı, gayri müslim ortağa farklı vergi uygulamaları 217 hoşnutsuzluklara neden olmuştur . Varlık Vergisi tahsilatı 1943 yılı kamu harcamalarının %38’ni karşılamış, ancak, verginin matrahı ve oranının belirli olmaması keyfiliğe yol açmış, ayrıca tahakkuk ettirilen verginin yaklaşık 2/3’ü tahsil edilebilmiştir. Verginin objektiflikten uzak olması ve uygulama aksaklıkları nedeniyle kanun 1944’de yürürlükten kaldırılmış, vergiden beklenen gelir ile elde edilen tahsilât karşılaştırıldığında çıkarılan gürültüye değmemiştir. Bu bağlamda, savaş ortamında kamu gelirlerini artırabilmek için getirilen Varlık Vergisi ve Milli Korunma Kanunu gibi düzenlemelerin muhatapları (sanayici ve tüccarlar) tedirgin oldu. Devletin ekonomiye müdahalesi ve bürokratik engellerin artması, 1939–1945 dönemindeki devletçilik uygulamalarının müteşebbis dostu (güleryüzlü) devletçilik olarak değil, bu çevrelerde 218 zorba devletçilik olarak nitelendirilmesine yol açmıştır . Tüccar ve sanayicinin hoşnutsuzluğu, 1945’de çıkarılan 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na muhalif yerli eşraf ve toprak ağalarının tepkileriyle birleşince, 1923’de başlayıp savaş yıllarına kadar devam eden yönetici, bürokrasi, ticaret-sanayi burjuvazisi ile yerel eşraf arasındaki koalis216 217 218 Bu tezi örneğin Y. S. Tezel ileri sürmektedir. Geniş bilgi için bkz; Mehmet Şahin ve Çiğdem Özenç, “Varlık Vergisi ve Toplumsal Etkileri”, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Yıl: 45, Sayı: 516, Şubat 2008, s. 91. Şahin ve Özenç., a.g.m., s. 91. Altay, a.g.m., ss. 52-53. 106 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i yon dağıldı. Bu kesimler Demokrat Parti (DP), çatısı altında toplanmaya başladı. 4.2. Ekonomide Nicel Gelişmeler Bu alt döneme ilişkin nicel gelişmelerin gösterildiği Tablo 4.7’ye göre, dönem içinde 1939 ve 1942 hariç GSMH sürekli azalmış ve sabit fiyatlarla 1939’da 9,1 milyar TL olan GSMH, 1945’de 5,96 milyar TL’ye gerilemiştir. Tarımsal üretim 1942’de %20 civarında arttığı için sadece 1942’de pozitif büyüme sağlanabilmiştir. GSMH’da görülen eğilimin benzeri, 1942 hariç tarımda, 1944 hariç hizmetlerde ortaya çıkmış, özellikle tarımsal hâsıla dönem başı değerin yarısına inmiştir. Artan fiyatlara rağmen tarımsal hâsılanın azalmasında, çalışma çağındaki işgücünün silâh altına alınmasından kaynaklanan işgücü yetersizliği yanında, araç-gereç ve kredi yetersizliği ile kötü giden hava koşulları etkili olmuştur. Toprak Mahsulleri Vergisi de çiftçiyi olumsuz etkilemiştir. Hükümetin sanayileşme programını durdurması sonucu 1939 sonrası her yıl sınai katmadeğer azalmış, 1945’de 1 milyar TL’nin altına inmiştir. Sanayi kesiminin üretiminin azalmasının bir nedeni de tarımsal hammadde kullanan sanayilerin bu hammaddeleri gerek ülke içinden gerekse ithalatın tıkanması nedeniyle dışarıdan alamaması olmuştur. Bu dönemde kişi başına gelir sabit fiyatlarla 521 TL’den 317 TL’ye gerilemiştir. Buna karşılık TL’nin yabancı paralar karşısında bu dönemde değerli olması nedeniyle cari fiyatlarla kişi başına gelir 91 dolardan 1943’de 386 dolara kadar çıkmış, ancak 1945’de 224 dolara gerilemiştir. Tablo 4.7: GSMH, Sektörler ve Kişi Başına GSMH: 1939–1945 (1948 Fiyatları, Milyon TL) Yıl GSMH 1939 1940 1941 1942 1943 1944 1945 1939–1945 9128 8678 7780 8217 7413 7038 5960 - 1923-1945 - Sektörler Kişi Başına GSMH Tarım Sanayi Hizmetler Değer Pay (%) Değer Pay (%) Değer Pay (%) TL $ 3939 43,2 1411 15,5 3778 41,4 521 91 3891 44,8 1267 14,6 3520 40,6 487 104 3249 41,8 1238 15,9 3294 42,3 432 128 3881 47,2 1206 14,7 3130 38,1 451 262 3395 45,8 1189 16,0 2828 38,1 403 386 3032 43,1 1117 15,9 2890 41,1 379 277 2322 39,0 932 15,6 2707 45,4 317 224 43,5 15,5 41,0 - 44,3 - 13,0 - 42,8 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693, 730 ve 733. - - Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 107 Sektörlerin GSMH payları bu dönemde, ortalama olarak tarımda %43,5, sanayide %15,5 ve %41 olmuştur. Bu dönemde tarımda daha fazla dalgalanma ve diğer sektörlere göre daha fazla gerileme olmuştur. Nitekim Tablo 4.8’de görülebileceği gibi, bu dönemde ortalama olarak GSMH %4,7 küçülürken tarım daha büyük oranda (%5,9) küçülmüştür. Oysa ortalama olarak hizmetler %3,6 ve sanayi %3,2 oranında küçülmüş, dolayısıyla tarımın GSMH içindeki oransal payı gerileyerek 1945’de %39 düzeyine inmiştir. Tablo 4.8: 1939–1945 Dönemi Büyüme Oranları (%) Yıl GSMH Kişi Başına GSMH 1939 6,9 4,2 Sektörel Büyüme Oranları Tarım Sanayi Hizmetler 3,8 16,7 6,9 1940 -4,9 -6,8 -1,2 -10,2 -6,8 1941 -10,3 -11,6 -16,5 -2,4 -6,4 1942 5,6 4,6 19,4 -2,5 -5,0 1943 -9,8 -10,8 -12,5 -1,4 -9,6 1944 -5,1 -5,9 -10,7 -6,1 2,2 1945 -15,3 -16,1 -23,4 -16,6 -6,3 1939–1945 -4,7 -6,1 -5,9 -3,2 -3,6 1924–1945 3,9 2,0 5,0 5,7 3,4 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, ss. 693 ve 730. Büyüme açısından bu dönemde, GSMH’da en fazla küçülme 1945’de (%15,3) yaşanmıştır. 1945 tüm sektörler için kötü bir yıl olmuş, kişi başına gelir de büyük oranda azalmıştır. 4.3. Dış Ticaret Gelişmeleri ve Borçlanma Dış ticaret bu dönemde ülkedeki ekonomik gelişmelerden daha çok dış koşullar tarafından şekillendirilmiş, Tablo 4. 9’da görüldüğü gibi, bu dönemde yılda ortalama 36 milyon dolarlık dış ticaret fazlası verilmiştir. Bu dönemde dış ticaret fazlası verilmesinde, ihracat artışından daha çok ithalatın baskı altında tutulması etkili olmuştur. İkinci Dünya Savaşı koşulları bu durumu kolaylaştırmış, ayrıca Milli Korunma Kanunu dış ticaret rejimindeki mevcut katı kontroller yanında ek bir denetim aracı olmuştur. Türkiye, bu dönemde, siyasi nedenlerle 1937’de İngiltere ve Fransa ile yakınlaşmış, Almanya’ya ihracatı ve bu ülkeye bağımlılığı azalmıştır. Almanya ile yapılan ticaret savaş öncesine göre hızla azalarak dörtte bir düzeyine inmiştir. 1939’dan itibaren giderek azalan ihracat, 1942’den itibaren artmaya başlamış, 1943’de 200 milyon dolara yaklaşmıştır. Bu dönemde ihracat ortalama 134 milyon dolar olmuştur. 108 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i Sıkı dış ticaret rejimiyle baskı altında tutulan ithalat 1942’de hükümetin ticareti serbestleştirici çabaları sonrası artmaya başlamış, ancak bu artış ihracata göre sınırlı olmuş, ithalat bu dönemde ortalama 98 milyon $ olmuştur. Bir bütün olarak 1930–1946 dönemi (1938 hariç) cumhuriyet döneminde dış ticaret fazlasının verildiği tek dönemdir. Dış ticaret fazlalarının sağlandığı bu dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı hızla yükselmiş, 1945’de %173’e ulaşmış, ortalama %141 olmuştur. Bu dış ticaret fazlasına rağmen, dışa açıklık oranı 1943 yılına kadar azalma eğilimi göstermiş, bu yıldan sonra yavaşça artmaya başlamış, ancak dönem başında %12,1 olan dışa açıklık oranı dönem sonunda bunun yaklaşık yarısına ulaşabilmiştir. Tablo 4.9: 1939–1945 Dönemi Dış Ticaretin Gelişimi (Milyon $, %) İhracat (1) İthalat (2) Açık (1-2) 1939 100 93 7 1940 81 50 1941 91 1942 1943 D.Tic. Hacmi (1+2) İhr./İth (1/2) İhr./ GSMH İth./ GSMH 193 107,5 6,3 5,8 12,1 31 131 162,0 4,4 2,7 7,1 55 36 146 165,5 4,0 2,4 6,4 126 113 13 239 111,5 2,7 2,4 5,1 197 155 42 352 127,1 2,8 2,2 5,0 1944 178 126 52 304 141,3 3,5 2,5 6,0 Yıl D.Tic. Hacmi/ GSMH 1945 168 97 71 265 173,2 4,0 2,3 6,3 1939–1945 134 98 36 233 141,2 4,0 2,9 6,9 1930–1945 103 83 20 186 124,6 6,8 5,8 12,6 1923–1945 97 92 5 189 109,0 7,7 8,1 15,8 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012: ss. 477 ve 480. Bu dönemde ihracatın ve ithalatın bileşiminde bir önceki döneme benzer bir yapı devam etmiştir. 1942–1944 arasında, savaş öncesi gibi Almanya en önemli ticaret ortağı olmuş, 1945 sonrası bu ülkenin yerini ABD (%43 pay) ve İngiltere almıştır. Türkiye’nin ihraç ürünleri fiyatları bu dönemde 6 kattan fazla yükselmiş, ancak ihracat yeterince artırılamadığı için gelirler bu düzeyde artmamıştır. Almanya ile dış ticaretteki bağımlılık yanında bu dönemde TL’nin değerli olması ve 1941’de ihracatın üzerine vergi konması bu durumun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İthalat fiyatlarında da bu dönemde 2,5 kata varan artış olmuş, değerli TL ithalatı kolaylaştırmıştır. İthal mallar enflasyonist ortamda karaborsada yüksek fiyatlardan satılmış, bu ortamda elde edilen yüksek kazançlar Varlık Vergisinin konulma gerekçelerinden birini oluşturmuştur. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 109 219 Türkiye’nin elde ettiği dış ticaret fazlası, TÜİK verilerine göre 1930– 1946 döneminde 411 milyon dolara ulaşmış ve ülkede önemli bir döviz birikimi sağlanmıştır. Ancak, döviz ve altın birikimi için bu dönemde elde edilen dış ticaret fazlaları yanında sermaye hesabında aynı dönemde verilen açıklar ve bu döneme ait dış borç ödemeleri gibi birikimi azaltıcı faktörleri dikkate almak gerekir. Bu nedenlerle, bu konuda farklı veriler sunulmaktadır. Örneğin Hale, 262 milyon dolar, Singer, 1946 yılı sonunda 307 milyon dolar, Tezel ise 250 milyon dolar civarında bir döviz ve altın birikimi olduğunu ileri 220 sürer . Türkiye, savaş yıllarında hibe ve kredi biçiminde daha fazla dış kaynak kullanabilmiştir. Bu durum Türkiye’nin, tarafsızlık politikası sayesinde savaşan her iki taraftan da borçlanabilmesi ile mümkün olmuş, bu bağlamda, 1938–1945 döneminde 127 milyon doları iktisadi, 187 milyon dolarlık askeri 221 kredi ve hibe olmak üzere 314 milyon doları bulan kredi kullanılmıştır . 4.4. Para ve Maliye Politikası Gelişmeleri Bu dönemde maliye politikası, savunma harcamalarının artmasıyla oluşan kamu gelir gider dengesizliğinin ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu bağlamda, bütçe açıklarını kapatmak amacıyla mevcut bazı vergilerin oranları (örneğin gümrük vergileri) artırılmış, tekel ürünlerine zam yapılmış ve bazı yeni vergiler konulmuştur. Bu dönemde çıkarılan yeni vergi uygulamaları arasında en meşhuru, yukarıda sözü edilen Varlık Vergisi olmuş, ayrıca 1944–1946 arasında Toprak Mahsulleri Vergisi uygulanmıştır. Bu düzenlemelere rağmen savaşın ilk yıllarında açıklar devam edince ve oluşan enflasyona bağlı artan gelirleri vergilendirecek artan oranlı bir gelir vergisi pratiğinin de bulunmaması nedeniyle, hükümet borçlanma yoluna gitmiş, daha çok merkez bankasından alınan borçlar 1939–1941 döneminde hızla yükselerek bütçe gelirlerinin %40’na yaklaşmıştır. Bunun üzerine hükümet 1942’den sonra borçlanma konusunda daha muhafazakâr davranarak, bu oranın tekrar düşmesini sağlamıştır. Savaş yıllarında maliye politikasındaki sıkıntının benzeri para politikasında da yaşanmıştır. O döneme kadar sıkı para ve maliye politikası, denk bütçe ve sağlam para ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan yönetim, bütün bu çabalara rağmen kamu gelirlerini kamu harcamalarını finanse edecek düzeye getiremeyince emisyona başvurmak zorunda kalmış, 1938–1945 döneminde emisyon beş kata varan oranda artmış, bu artış ülkede fiyatlar genel seviyesinin benzer oranlarda yükselmesine neden olmuştur. Zaten savaş koşullarında arz ve talep arasındaki dengesizliğin oluşturduğu mal darlıklarından kaynaklanan enflasyon, emisyon artışı ile birlikte hızla yükselmiş ve o zamana kadar görülmeyen fiyat artışları yaşanmıştır. 219 220 221 TÜİK, İstatistik Göstergeler 1923-2011, Ankara: Aralık 2012, s. 480. Şahin, a.g.e, s. 97. Karluk, a.g.e., s. 163. 110 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i Enflasyonun bu şekilde yükselmesi istifçilik ve karaborsayı artırmıştır. Bu bağlamda, bu dönemde ortaya çıkan enflasyon, TUİK’in hazırladığı TEFE endeksi (1938=100) ve GSMH Deflatörü (1987=100) aracılığı ile incelenebilir. Tablo 4. 10’da görüldüğü gibi, bu dönemde enflasyon/TEFE endeksi değeri 1939 sonrası hızla yükselerek 1943’de 590’a ulaşmış, daha sonra gerileyerek 1945’de 445 olmuştur. Tablo 4.10: Enflasyonist Gelişmeler: 1938–1945 Yıl TEFE Yıllık GSMH Deflâtörü Yıllık 1938=100 Değişme, % 1987=100 Değişme, % 1938 100 - 0,03 - 1939 101 1,3 0,03 1,8 1940 127 25,0 0,04 22,5 1941 175 38,5 0,05 38,9 1942 340 93,7 0,10 96,0 1943 590 73,8 0,17 65,2 1944 459 -22,2 0,13 -23,7 1945 445 -3,2 0,12 -3,4 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara: Aralık 2012, s. 602. Bu verilere göre, fiyatlar bu dönemde 4,5 kat (kümülatif %445) artmıştır. Yıllık artışlara bakıldığında, enflasyon 1939’da %1,3 gibi oldukça düşük bir düzeyde iken, 1940’da %25’e, 1941’de %38,5’e yükselmiş, ancak bu dönem en yüksek fiyat artışları 1942 ve 1943’de yaşanmış, bu yıllarda enflasyon sırasıyla %93,7 ve %73,8 gibi yüksek düzeylere fırlamıştır. Buna karşılık, 1944 ve 1945’de enflasyon belirgin biçimde gerilemiş, bu yıllarda fiyat azalışları (sırasıyla -%22,2 ve -%3,2) yaşanmıştır. GSMH deflatöründeki kümülatif gelişme ve yıllık değişmeler de bu verilere oldukça yakın olmuştur. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ 1923–1945 dönemini genel olarak değerlendirdiğimizde, hemen belirtelim ki, Cumhuriyet yönetimi, Kurtuluş Savaşı ve diğer savaşlarda fiziki ve beşeri kaynakları tükenmiş, yetişkin insan gücü azalmış bir ekonomi ve tarıma dayalı bir üretim ve yüksek miktarda bir dış borç miras almıştır. Milli burjuvazisi olmayan, dışa bağımlı ekonominin kalkındırılması için yöneticiler sanayileşmenin elzem olduğu fikrinde mutabık kalmışlar, cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte, sanayileşme çabalarına ve devlet desteğiyle bir girişimci sınıf yaratma çabasına girilmiştir. Bu amaçlar çerçevesinde ekonomik politikalar yönlendirilmek istenmiş, İzmir İktisat Kongresi sonrası sanayileşme ve kalkınmanın özel girişim eliyle Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 111 sağlanması fikri benimsenmiştir. Liberal politikaların izlendiği 1923-1929 alt döneminde getirilen bütün teşviklere rağmen özel girişimin sanayileşmede yetersiz olması, 1929 Buhranının olumsuz etkileri ve komşu ülke SSCB’nin bu krizden olumsuz etkilenmesini önleyen planlı sistem, 1930’dan itibaren karma ekonomi modeli çerçevesinde devletçi, ithal ikameci sanayileşme tercihinin BBYSP ile somutlaşmasını sağlamıştır. Devletçi sanayileşme düşüncesi uygulamada BBSYP ile başarılı olmuş, bunun üzerine İBSYP hazırlanmış, ancak savaş koşulları bu planın uygulanmasını olanaksız hale getirmiştir. Bununla birlikte, 1930–1938 döneminde uygulanan ithal ikameci sanayileşme politikaları sayesinde ekonomide özellikle sanayileşme alanında önemli gelişmeler sağlanmış, cumhuriyet öncesi iğneden ipliğe birçok tüketim malını ithal eden dışa bağımlı Türkiye, tüketim mallarında ithal ikamesini büyük ölçüde sağlayan bir yapıya kavuşmuştur. Cumhuriyetin ilk on beş yılında sağlanan bu gelişmeler, Osmanlının son dönemindeki ekonomik yapı ile karşılaştırıldığında önemli bir ilerleme kaydedildiği gözlenmiştir. Bu dönemde, Türk Lirasının değerini koruyan sağlam para, denk bütçe ilkesinin oluşturduğu sıkı para ve maliye politikaları, genç sanayiyi koruyucu dış ticaret politikası, kıt ülke kaynaklarının etkin kullanımını sağlayan planlı kalkınma anlayışı sayesinde ülke göreceli olarak yoksulluktan kurtulmuştur. Türkiye un, şeker ve basmayı ithal eden ülke halinden tüketim mallarında kendine yeterli ülke haline gelmiş, elde edilen dış ticaret fazlaları ile Osmanlı borçları ödenmiş, yabancı tekeller millileştirilmiş, özellikle ulaştırma alanında millileştirmeler ve yeni demiryolu hatları yapılmıştır. Bu dönemde sanayide görülen bu gelişmelere karşı, tarım ve hizmetler sektöründe önemli bir gelişme ortaya çıkmamış, özellikle tarımdaki eski teknolojik yapı ve üretimdeki verim düşüklüğü nedeniyle ülkenin nüfusu ve istihdamında önemli yer tutan çiftçi 1930’lu yılların ilk yarısında belirgin biçimde yoksullaşmıştır. Ülkede sanayi alandaki gelişmeye karşın tarımdaki bu gerilik, W. Thornburg’un benzetmesi ile jet uçağının Türkiye’si ile kağnı arabasının Türkiye’sinin bir arada bulunduğu bir yapı göstermiştir. Uygulamada BBSYP’nın başarısı üzerine yöneticilerin cesareti artmış, hatta uçak sanayi gibi sanayilerin temelini atacak İBSYP hazırlanmış, ancak savaş koşulları bu planın uygulanmasını olanaksız hale getirmiştir. Savaş koşullarında olağanüstü koruma tedbirleri altında dış ticaret fazlaları verilmesine ve önemli miktarda döviz ve altın biriktirilmesine rağmen bu dönemde yaşanan yüksek enflasyon ve sanayileşmede görülen gerileme, birçok başka nedenle oluşan muhalefetin ekonomik alanda da mevziler kazanmasına yol açmış, savaş yıllarında yaşanan yokluklar ve temel ihtiyaç mallarında arz kıtlığı nedeniyle yapılan karne uygulamaları gibi politikalar, muhalefetin yoksul kesimlerden daha fazla destek almasına yol açmıştır. Savaş sonrası dünya ekonomisi ile bütünleşme eğiliminin arttığı yıllarda, ABD’den kaynaklanan liberal ekonomik dalga Türkiye’nin ekonomi politikaları üzerinde belirleyici olmuş, liberal ve çok partili bir düzene geçilmiş ve devletçiliğin yeri geri plana atılmıştır Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmese de 112 | Tü r kiy e’n in E k on o mi k Tar ih i savaştan büyük ölçüde etkilenmiş, savaş sonrası Marshall Planı kapsamındaki yardımlardan yararlanabilmek için devletin sanayileşme konusunda öncülük etmesinden vazgeçilmiş, DP’nin 1950’de iktidara gelmesiyle birlikte, ilk alt dönemde olduğu gibi, tekrar özel sektörün daha fazla teşviki benimsenmiştir. Tü r kiy e’d e Ul u sal E kon o min in İn şa sı : 19 23 - 19 4 5 Dön e mi | 113 KAYNAKÇA ALKİN, Erdoğan (1983), Turkey’s International Economic Relations, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Yayını, Yayın No: 492, Güryay Matbaası, İstanbul. ALTAY, N. O. (2000), “Türkiye’de İktisadi Dönüşümlerin Sosyo Ekonomik Sonuçları Üzerine Bir Deneme”, Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, ss. 49–68. BAYAR, Ali H.(1996), “The Developmental State and Economic Policy in Turkey”, Third World Quarterly, Vol. 17, No. 4, pp. 773–785. BORATAV, Korkut (1982), Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınları, Ankara. DEMİR, Osman (1997), Ekonomide Devlet, SPK Yayınları, Yayın No: 71, Ankara. ELDEM, Vedat (1970), Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul. EMRENCE, C. (2003), “Turkey in Economic Crisis (1927–1930): A Panaromic Vision”, Middle Eastern Studies, Vol: 39, No: 4, pp. 67–80. EKİN Nusret (t.y), ‘Some Aspects of The Turkish Economic and Social Development’, Problems of Turkey’s Economic Development, Vol: 2, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakultesi, Institute of Economic Development Publications, Yayın No: 2548, ss. 21–42. GÜVEN, Tarık Celal (1998), “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Dış Ticaretimizin Geçmişi ve Bugünü”, Dış Ticaret Dergisi, Özel Sayı, Yıl: 3, Ekim 1998, ss. 26–40. HİÇ, Süreyya (1990), Türkiye Ekonomisi 2, Menteş Kitabevi, İstanbul. KEPENEK Y. ve N. Yentürk (1994), Türkiye Ekonomisi, 6.b., Remzi Kitabevi Yayını, İstanbul. KARLUK, S. Rıdvan (2005), Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm, 10.Baskı, Beta Basım A.Ş., Yayın No: 1295, İstanbul. KAZGAN, Gülten (1988), Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul. KAZGAN, Gülten (2004), Tanzimat’tan 21.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul. KUYUCUKLU, Nazif (1986), Türkiye İktisadı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Yayın No: 68, İktisat Dizisi: 5, İstanbul. ÖZCAN, H. Avni (1998), “Dünden Bugüne Dış Ticaretimizdeki Gelişmeler”, Dış Ticaret Dergisi, Özel Sayı, Yıl: 3, Ekim 1998, ss. 41–76. PAKDEMİRLİ, Ekrem (1995), Ekonomimizin Sayısal Görünümü 1923’ten Günümüze, Milliyet Yayınları, İstanbul. PAMUK, Şevket (2007), “Dünyada ve Türkiye’de İktisadi Büyüme (1820–2005)”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, DTM Yayını, Yıl: 1, Sayı: 2, ss. 3–26. PAMUK, Şevket, (1995), 19 Yüzyılda Osmanlı Dış Ticareti, DİE Yayını, Tarihi İstatistikler Dizisi, Cilt 1, Ankara. PARASIZ, İlker (1998), Türkiye Ekonomisi, 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa. SEYİDOĞLU, Halil (1982), Türkiye’de Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikası, Turhan Kitabevi Yayınları, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dizisi, No: 2, Ankara. SUNAY, Cengiz (2007), “Tek Partili Yılların Ekonomi Politiği”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 91, Güz 2007, ss. 103–118. ŞAHİN, Hüseyin (2007), Türkiye Ekonomisi (Tarihsel Gelişimi - Bugünkü Durumu), Yenilenmiş 9.Baskı, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa. ŞAHİN Mehmet ve Çiğdem ÖZENÇ (2008), “Varlık Vergisi ve Toplumsal Etkileri”, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Yıl: 45, Sayı: 516, Şubat 2008, ss. 87–98. TEZEL, Y. S. (1994), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923–1950), Genişletilmiş 3. Edisyon, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul. TOKGÖZ, Erdinç (1997), Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914–1997), İmaj Yayınevi, Ankara. TÜİK (2012), İstatistik Göstergeler, 1923–2011, Ankara. YOSMAOĞLU, Nevzat (2002), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İmaj Yayınevi, Ankara.