TÜRK ANAYASA HUKUKU HUK107 KISA ÖZET DİKKAT…Burada ilk 4 sahife gösterilmektedir. Özetin tamamı için sipariş veriniz… www.kolayaof.com 1 1.ÜNİTE Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri GİRİŞ Anayasacılık, devlet iktidarını hukukla ve yazılı bir anayasayla sınırlamak yoluyla birey özgürlüklerini güvence altına alma amacı güden modern bir düşüncedir. Batı’da, feodal düzenin çöküşüyle ekonomik üstünlüğü ele geçiren burjuvazinin, devlet iktidarını da ele geçirme çabalarının sonucu olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir. 1215’te İngiltere’de, Kralla baronlar arasında imzalanan Büyük Özgürlük Fermanı’na (Magna Carta Libertatum) kadar geriye götürebileceğimiz anayasacılık hareketlerinin, Batı’da 18. yüzyıldan itibaren etkili olmaya başladığını görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise padişahın iktidarının sınırlanmasına yönelik çabalar Batı’dan çok daha sonra, 19. yüzyılda başlamıştır. Bu çabalar, Batı’da burjuva sınıfının girişimiyle ortaya çıkmış ve yürütülmüştür. Oysa Osmanlı İmparatorluğu’nda iktidarın sınır-anması düşüncesi, halktan gelen bir talep olmaktan çok, üst düzey devlet memurlarının çökmekte olan devleti kurtarmak için Batı’dan ithal ettiği çarelerden ibarettir. Osmanlı İmparatorluğu’nun padişahın iktidarını sınırlamaya yönelik ilk önemli anayasal belgeleri, 1808 Sened-i İttifak, 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve 1856 Islahat Fermanı ile 1876 Kanun-u Esasi’dir. Ardından Kurtuluş Savaşı’nın yaşandığı olağanüstü koşullar altında Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen 1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) ile Cumhuriyet döneminde 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları yapılmıştır. Anayasacılık: Anayasacılık, devlet iktidarını hukukla ve yazılı bir anayasayla sınırlamak yoluyla birey özgürlüklerini güvence altına alma amacı güden modern bir düşüncedir. OSMANLI DÖNEMİ ANAYASAL GELİŞMELERİ 1808 Sened-i İttifak Sened-i İttifak, 1808 yılında Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’nın girişimiyle, Padişah II. Mahmut ile âyanlar arasında imzalanmış, yedi madde ve bir ekten oluşan bir belgedir. Dolayısıyla bu belge, âyanlarına dayatması sonucu değil, merkez adına hareket eden üst düzey görevlilerin girişimiyle kaleme alınmıştır. Sened-i İttifak ile âyan; padişaha sadakat, padişaha karsı ayaklananları cezalandırma, padişahın vergi toplama emirlerinin yerine getirilmesi, İstanbul’da asker ocaklarının ayaklanması durumunda bunu bastırma, kendi yönetimindeki yerlerin asayişine ve vergilerin ezici olmamasına dikkat etme sözü vermiştir. 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu Mustafa Reşit Pasa tarafından kaleme alınan Gülhane Hatt-ı Hümayunu, 3 Kasım 1839’da, Sarayın bahçesinde, yabancı devlet temsilcileriyle halkın önünde okunarak ilan olunmuş-tur. Gülhane Hatt-ı Hümayunu aynı zamanda Tanzimat Fermanı olarak da bilinir. Bu Ferman, Padişahın tek taraflı iradesiyle yapılmış ve O’nun ağzından kaleme alınmıştır. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği en önemli yeniliklerden birisi, Ferman’da yer alan haklardan din, ayrımı olmaksızın, bütün Osmanlı uyruklarının yararlanmasıdır. Böylece eşitlik ilkesi ilk kez bu Ferman’da benimsenmiştir. Gülhane Hatt-ı Hümayununun açıklanması için çıkarılan ek ferman da “vezirden çobana kadar herkes eşittir” diyerek bu ilkeyi bir kez daha vurgulanmıştır. 1856 Islahat Fermanı Islahat Fermanı’nın esasları Hariciye Nazırı Ali Pasa ile İngiltere, Fransa ve Avusturya elçileri arasında kararlaştırılmış ve ferman, Sultan Abdülmecid tarafından ilan edilmiştir. Başka deyişle, Ferman dış baskı ürünüdür. Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki 2 Kırım Savaşı’nda İngiltere, Fransa ve Avusturya, Osmanlı Devleti’nin tarafında yer almıştır. Bunun karşılığında da Sultan Abdülmecid, Paris’te yapılacak barış görüşmelerinden önce Islahat Fermanı’nı yayımlamıştır. Nitekim bu Ferman, daha sonra imzalanan Paris Antlaşması’na 9. maddesinde de yer almıştır. Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’nda tanınan her din ve mezhepten herkese can, mal, ırz dokunulmazlıkları ile Müslüman olmayan cemaatlerin öteden beri sahip olduğu ruhani ayrıcalıkları ve bağışıklıkları güvenceye almıştır. İşkence ve eziyet yasaklanmış; vergilendirmede düzeltime gidilmesi öngörülmüştür. Bütün din ve mezheplerin eşit olduğu bu Ferman’da da vurgulanmıştır. 1876 Kanun-u Esasi Meşrutiyetçi akım, Tanzimat’ın ekonomik ve sosyal başarısızlıklarına, sonu alınamayan iç karışıklık ve dış müdahalelere ve 1871’den sonra iyice koyulaşan baskıcı rejime karsı yeni bir arayışın ifadesidir. Bu siyasi ve iktisadi bunalım döneminde reformist yöneticilerden Mithat Pasa, Serasker Avni Pasa ve Süleyman Paşa’nın basını çektiği bir grup 1876’da hükümet darbesi yaparak Abdülaziz’i tahttan indirmiş, yerine tahta çıkarılan V. Murat ancak birkaç ay padişah kalabilmiştir. Kardeşi Abdülhamit, Kanun-u Esasi’yi ilan etme sözü vererek V. Murat’ın yerine tahta çıkmıştır. Kanun-u Esasi, hukuki açıdan padişahın tek yanlı işleminden doğmuş, kendi isteğiyle kendi iktidarını sınırladığı bir ferman anayasa örneğidir. Kanun-u Esasi’nin ilgili düzenlemeleri birlikte ele alındığında, padişahın yürütme organının bası, hatta kendisi olduğu görülür. Bugünkü Bakanlar Kurulunun karşılığı olarak kullanılabilecek Meclis-i Vükelayı oluşturan sadrazam, şeyhülislam ve vekiller (bakanlar) padişah tarafından atanır ve görevden alınır. Kanun-u Esasi’nin ilanından sonra, hemen Heyet-i Mebussan seçimleri yapılmıştır. Bu seçimlerin sonucunda oluşan Meclis-i Umumî ilk kez 1877’nin Mart ayında toplanmıştır. Ancak, Meclis’in sürmekte olan Osmanlı-Rus Savası ve ülkede süre giden haksızlar nedeniyle hükümeti ağır biçimde eleştirmesi üzerine, 13 Şubat 1878’de padişah, Meclis-i Umumî’yi süresiz olarak kapatmıştır. Böylece, 1876 Anayasası resmen yürürlükte olmakla birlikte ülke, otuz yıl boyunca II. Abdülhamit’in baskıcı rejimiyle yönetilmiştir. Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması, aynı zamanda I. Meşrutiyet döneminin de sonunu getirmiştir. 1909 Kanun-u Esasi Değişiklikleri 1908’de Rumeli’de çıkan meşrutiyet yanlısı ayaklanmanın padişah güçleri tarafından bastırılamaması sonucunda, II. Abdülhamit’in 23 Temmuz 1908’de Meclis-i Mebusan’ı toplantıya çağırmasıyla II. Meşrutiyet Dönemi başladı. Meclis-i Mebusan seçimlerinin yapılmasından sonra Aralık 1908’de Meclis-i Umumî ilk toplantısını yaptı. Bu arada, Meşrutiyet rejimine karsı olan II. Abdülhamit yandaşlarının ayaklanması, Mahmut Şevket Pasa komutasındaki Hareket Ordusu’nun Rumeli’den İstanbul’a gelmesiyle bastırıldı. Tarihe “31 Mart Olayı” olarak geçen bu ayaklanmanın bastırılmasının ardından Meclis, bu ayaklanmaya hoşgörülü yaklaşan II. Abdülhamit’i tahttan indirerek yerine Mehmet Reşat’ı getirmiştir. Anayasa değişiklikleri, kişi hak ve özgürlüklerini genişletici yeni düzenlemeler de getirmiştir. Örneğin, yalnızca cezalara ilişkin olarak değil, aynı zamanda tutuklama bakımından da yasaya uygunluk koşulu getirilerek kişi özgürlüğü; postanelere verilen evrak ve mektupların sorgu yargıcı ya da mahkeme kararı olmaksızın açılamayacağına ilişkin düzenlemeyle haberleşme özgürlüğü; basının öndenetime tabi tutulamayacağına ilişkin hüküm eklenerek basın özgürlüğü güçlendirilmiştir. MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİ GELİŞMELERİ VE CUMHURIYET’İN İLÂNI 1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) 3 Kurtuluş Savası koşullarında yeni bir devlet ve iktidar düzeni oluşmaya başlamış ve bu yeni düzenin kurallarını belirleyecek yeni bir anayasa ihtiyacı belirginleşmiştir. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920’de Heyet-i Temsiliye adına yayınladığı bildiride “olağanüstü yetkilere sahip bir Melis’i Ankara da toplantıya çağırmıştır. Dolayısıyla, oluşturulacak meclis “kurucu meclis’’ niteliğinde olacaktır. 1921 Anayasası, adi (alelade) kanunlar için öngörülen normal usullerle görüşülmüş ve kabul edilmiş olduğundan, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi içindeki tek yumuşak (esnek) anayasadır ve kendi de değiştirilişine ilişkin bir düzenleme getirmemiştir. 1921 Anayasası, parlamenter sistem yerine güçler birliği ilkesine dayanan meclis hükümeti sistemini benimsemiştir. Konvansiyonel sistem adı da verilen meclis hükümeti sisteminde yasama ve yürütme, hatta bazen yargı yetkileri parlamentoda toplanır. Bu sistemin ilk örneği, 1789 Devrimi sonrası dönemde (1792-1795) Fransa’da görülür. 24 maddelik Anayasa’nın yarıdan fazlasını yerinden yönetim ve yerel yönetime ilişkin düzenlemeler oluşturmaktadır. Anayasa’ya göre Türkiye, coğrafi durumu ve iktisadi ilişkileri açısından vilayetlerden (il), kazalardan (ilçe) ve nahiyelerden (bucak) oluşmaktadır. Anayasa’ya göre vilayetler ve nahiyeler tüzel kişiliğe ve özerkliğe sahiptir. Her il, o il halkınca seçilen “vilayet şurası”; her bucak da yöre halkı tarafından seçimle işbasına getirilen “nahiye şurası” tarafından yönetilir. 1921 Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından ve kendi üyeleri arasından seçilir. Bir seçim dönemi için seçilen bir kişinin cumhurbaşkanı olarak yeniden seçilmesi mümkündür. CUMHURIYET DÖNEMİ ANAYASAL GELİŞMELERİ 1924 Anayasası 1921 Anayasası, ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak için mücadele edilen olağanüstü dönemde ve bu dönemin gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapılmıştı. Bu Anayasa hem çok kısa olması, hem yargı organı ve temel hak ve özgürlükler gibi bazı temel konuları düzenlememesi nedeniyle yeni kurulan devletin gereksinimlerine yanıt vermiyordu. 1924 Anayasası, iste bu amaçla yapılmıştır. Anayasa’nın kabulünden kısa süre önce, 3 Mart 1924’te halifelik kaldırılmıştır. 1924 Anayasasını hazırlayan II. TBMM yeni bir anayasa yapmak amacıyla seçilmiş ve toplanmış bir kurucu meclis değildir. Anayasa, TBMM Ana-yasa Komisyonu (Kanun-u Esasi Encümeni) tarafından hazırlanmış; 20 Nisan 1924’te kabul edilmiş; 23 Nisan 1924 de yürürlüğe girmiştir. 1924 Anayasası’nın getirdiği hükümet sistemi, “güçler birliği ve görevler ayrılığı” olarak da adlandırılan karma bir sistem olarak tanımlanır. 1924 Anayasası’nın 1789 Fransız Devrimi dönemindeki klasik özgürlük anlayışından etkilendiği görülmektedir. Anayasa’nın 68. maddesine göre, özgürlük başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilme hakkıdır. Özgürlüğün herkes için sınırı, başkalarının özgürlüğüdür. Anayasa, klasik hak ve özgürlükleri kısaca saymak yoluyla tanımıştır. Yasa önünde eşitlik, kişi dokunulmazlığı, düşünce, din, vicdan, sözleşme, çalışma, mülkiyet, toplanma, dernek kurma, basın, seyahat can, mal ve konut dokunulmazlığı, işkence ve angarya yasağı, haberleşmenin gizliliği, Anayasa’nın tanıdığı hak ve özgürlüklere örnek olarak verilebilir. 1924 Anayasası toplam beş kez değiştirildi. 1928’de, İslam’ın resmî din olduğuna ilişkin düzenleme kaldırılmıştır. 1934’te kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmış ve seçmen yası on sekizden yirmi ikiye çıkarılmıştır. 1937’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) altı oku (cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, devletçilik, inkılapçılık, laiklik) devletin temel nitelikleri olarak Anayasa’ya eklenmiştir. 1945’teki ve 1952’deki Anayasa değişiklikleri 4 ise biçimseldir. 1945’te Anayasa’nın içeriğine dokunulmadan dili Türkçeleştirilmiştir. 1952’de yapılan değişiklikle ise eski metne geri dönülmüştür. 1961 Anayasası 1924 Anayasası dönemi, 27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti (DP) iktidarının askerî darbeyle devrilmesiyle sona ermiştir. Silahlı Kuvvetler adına ülkeyi yönetimini üstlenen Millî Birlik Komitesi (MBK) 13 Aralık 1960’ta kabul ettiği 157 sayılı Yasa’yla yeni anayasanın bir kurucu meclis tarafından yapılmasını kabul etmiştir. Kurucu Meclisin esas görevi, yeni Anayasa ile yeni seçim yasasını en kısa zamanda hazırlamaktı. 157 sayılı Yasa’ya göre, Kurucu Mecliste kabul edilecek olan anayasa halkoylamamsa sunulacaktı. Anayasanın öngörülen sürede bitirilememesi ya da halkoylamamda reddedilmesi durumunda ise yeni bir Temsilciler Meclisi oluşturmak üzere seçimlere gidilecektir. Bu Kurucu Meclisin kabul edeceği anayasa ise halkoylamamsa sunulmadan yürürlüğe girecekti. 1961 Anayasası’na göre “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan millî, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” 1961 Anayasası, siyasal partilere özel bir yer ve önem vererek bunları anayasal güvenceye kavuşturmuştur. Anayasaya göre, “siyasal partiler ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurudurlar”. Bu düzenleme, özellikle muhalefetteki partilere anayasal meşruluk kazandırması açısından önem taşır. Siyasal partilerin kapatılması ve mali denetimi de Anayasa Mahkemesi’ne verilmiştir. 2.ÜNİTE Anayasaların Yapılması ve 1982 Anayasası ASLİ KURUCU İKTİDARIN BİÇİMLERİ: ANAYASA YAPIM YÖNTEMLERİ GİRİŞ Anayasaların yapılması, kurma ya da kuruculuk işlevi olarak ifade edilir. Devleti hukuki ve siyasi bir kurum olarak kuran iktidara da kurucu iktidar denir. Kurucu iktidarın hukuki statülerini ve yetkilerini anayasa ile düzenlediği devlet organları (yasama/yürütme/yargı) ise kurulu ya da kurulmuş iktidar biçiminde tanımlanır. Anayasaların yapılması, kurma ya da kuruculuk işlevi olarak ifade edilmekte; devleti hukuki ve siyasi bir kurum olarak kuran iktidara da kurucu iktidar denmektedir. Asli Kurucu İktidar Asli kurucu iktidar, devleti kurarak ona hukuki ve siyasi statüsünü veren ve anayasayı ilk kez ya da yeniden yapan iktidar olarak tanımlanabilir. Asli kurucu iktidar, anayasayı yaparken o ülkede yürürlükte bulunan hiçbir hukuk kuralıyla bağlı ya da sınırlı değildir. Asli kurucu iktidar farklı durumlarda ortaya çıkabilir. Asli kurucu iktidarın ortaya çıktığı durumlar söyle sıralanabilir; • Yeni bir devletin kurulusu (1831 Belçika, 1918 Çekoslovakya Anayasaları) • Bir sömürge toprağının bağımsızlığını kazanması ile yeni bir devletin kurulusu (1787 ABD, 1810 Arjantin, 1821 Meksika, 1950 Hindistan Anayasaları) • Bir savaş ya da iç savaş sonucu devletin yeniden ortaya çıkması ya da inşa edilmesi (1946 Fransa, 1947 İtalya ve 1949 Federal Almanya Anayasaları) • İşgalci güçlerle yürütülen Kurtuluş Savası sonucunda bu güçlerin ülkeden kovularak devletin kurulusunun yenilenmesi (Teşkilat-ı Esasiye) • Var olan anayasalı düzenin bir devrim ya da darbe sonucu ortadan kalkması (1848 Fransa, 1917 Rusya, 1976 Portekiz, 1961 ve 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları) Aslında demokratik olmayan yöntemlerle bir anayasayı yapanlar dahi toplumsal dinamiklerden az çok etkilenir. Toplumda yerleşik siyasal inanç ve tutumlar ve toplumsal güç 5 dengeleri anayasa yapıcının yetkisini bir ölçüde sınırlar. Ayrıca uluslararası ortam ve ülken in taraf olduğu ya da olmayı düşündüğü uluslararası örgütler de asli kurucu iktidarı, anayasa konusunda tutum belirlemede sınırlayabilir. Monokratik Asli Kurucu İktidar Kaynağını tek kişinin iradesinden alan iktidara monokratik asli kurucu iktidar denir. Bu iktidar, anayasayı ya ferman ya da misak (pakt) biçiminde yapar. Ferman anayasalar hükümdarın tek yanlı iradesinin ürünüdür. Örneğin 1814 Fransız, 1834 İspanyol, 1848 İtalyan, 1869 Rus, 1974 Tayland Anayasaları ile 1876 Kanun-u Esasi ferman biçiminde yapılmıştır. Tarihte ferman anayasalara mutlak monarşilerden sınırlı monarşilere geçiş döneminde rastlanmıştır. Ferman anayasalar, hükümdarın tek taraflı işlemiyle ortaya çıktığına göre, bu anayasalar, hükümdar tarafından her zaman geri alınabilir ya da değiştirilebilir. Ferman anayasalar hükümdarın tek yanlı iradesinin ürünüdür. Misak anayasa ise hükümdarın iradesinin yanına ona kendini kabul ettirebilen, monarkla birlikte onun iradesine eklemlenmiş temsili bir organ ya da meclisin yaptığı anayasadır. Plebisit Kurucu İktidar Plebisit kurucu iktidar, iktidarı belli bir dönemde elinde bulunduranların, hazırladıkları anayasa taslağını özgür bir tartışma ortamı yaratmadan halkoylamasına sunmalarını ifade eder. Halkoylaması, anayasanın “evet” ya da “hayır” biçiminde oylanmasından ibarettir. Demokratik Asli Kurucu İktidar Demokratik asli kurucu iktidar, kaynağını bir kişinin iradesinden değil, ulusun ya da hal-kın iradesinden alan kurucu iktidardır. Bu nedenle demokratik asli kurucu iktidar, halkın iradesini yansıtan bir yöntemle anayasa yapar. Demokratik asli kuruculukta halkın anayasa yapımına katılımı farklı biçimlerde olabilir. Birinci yol, halkın anayasayı yapması amacıyla seçtiği özel bir meclisin anayasayı ha-zırlayıp kabul etmesidir. Yalnızca anayasayı hazırlamak ve kabul etmek amacıyla oluşturulan meclislere “kurucu meclis” ya da “konvansiyon” denir. Kurucu meclisler geçicidir. Anayasanın hazırlanması ve kabulüyle bunların yetkileri sona erer. Örneğin 1791, 1848 ve 1875 Fransız, 1947 İtalyan, 1991 Kolombiya ve 2008 Ekvator Anayasaları bu yöntemle yapılmıştır. Günümüzde kabul gören demokratik anayasa anlayışı, yalnızca metnin içeriğinin değil, aynı zamanda yapım yönteminin de demokratik ve katılımcı biçimde yapılmasını gerektirir. 1970’lere kadar anayasanın yazılması, siyasal parti liderleriyle konunun uzmanlarına bırakılmaktaydı. Anayasa yapım süreci, halkı anayasanın ne olduğu konusunda eğitmeye, siyasal aktörleri bilgilendirmeye, ayrıca halkın somut öneriler getirmesine ve çetrefil meselelerde temel siyasal aktörler arasında bir oydaşıma sağlamaya olanak vermelidir. Anayasanın çok hızlı yapıldığı örneklerde kamuoyunun ve sivil toplumun harekete geçirilmesi için yeterli zaman olmadığı, çok yavaş yapıldığı örneklerde ise kamuoyunun yeni anayasa yapımına ilgisinin canlı tutulamadığı görülmektedir. 1982 ANAYASASI’NIN YAPILIŞI 12 Eylül 1980 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta heyeti, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in önderliğinde yönetime el koydu. Kendisine “Millî Güvenlik Konseyi’’ adını veren bu heyet, aynı gün yayınladığı 1 sayılı Bildiri ile bütün yurtta sıkıyönetim ilan etti. TBMM’yi ve hükümeti dağıtarak TBMM üyelerinin dokunulmazlığını kaldırdı. Genelkurmay başkanı Orgeneral Kenan Evren, aynı gün yaptığı radyo-televizyon konuşmasında yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar, geçici olarak yasama ve yürütme yetkilerinin Millî Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacağını duyurdu. 6