'hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız. Bedreddin Hilmi Yavuz Üzerine Şiirler İÇİNDEKİLER Önsöz ve Teşekkür 7 Önsöz 19 Agâh Özgüç "Sinema Erdemdir" Söyleşi: Ali Karadoğan 23 Zeki Ökten S i n e m a s ı ve 6 0 ' l a r d a n G ü n ü m ü z e T ü r k Sineması D e ğ e r l e n d i r m e s i : N e r e d e n Nereye? Yağmur Nazik Yönetmenin Hüznü Hilmi Maktav 59 91 Geleneksel T ü r k S i n e m a s ı n a Yönetmen: Zeki Ökten Kurtuluş Kayalı Sosyal İçeriği Yediren Z a m a n ı n ı n R u h u n u Yakalamış B i r F i l m : Yoksul Rukiye Karadoğan 127 137 Zeki Ökten S i n e m a s ı n d a M e l o d r a m Kipi: M e l o d r a m ı n 'Politik' Seyri 155 Hasan Akbulut Çinliler mi Geliyor Yoksa Geleneksel Değerler ve T o p l u m s a l D a y a n ı ş m a mı Yitiyor? Zeki Ökten Neye Karşı D u r u y o r ? Mutlu Binark 5 197 Düşman K a d ı n l a r Barış Kılıçbay 205 K i m d i r Bu Zeki Ökten F i l m l e r i n d e k i l e r ? 221 Savaş Arslan Alçak Sesli Filmlerin Yönetmeni Cumhur Canbazoğlu 229 Dürüst ve Duyarlı Alican Sekmeç 233 Ses Ver Zeki Ökten 239 Rıza Kıraç Filmografı 247 Ödüller 279 6 ONSOZ ve TEŞEKKÜR Bugünün "orta kuşak" sinemacıları arasında önemli bir yeri olan Zeki Okten, bir dönem Türkiye'de sinemanın sanat olma sürecine yeni bir ivme katmış ve "yeni sinema" ya da "genç si­ nema" olarak adlandırılmış bir sinemacılar kuşağının da en dikkate değer isimleri arasında yer alarak, Türkiye sinemasının farklı bir mecrada akmasına önayak olmuş önemli bir yönet­ mendir. Mütevazı kişiliğinin izlerini yapıtlarında, etkilerini ise çevre­ sindeki insanlarda fazlasıyla görebileceğimiz "özel bir insan ve özel bir sanatçı" olan Zeki Okten için sinema yazınında hak ettiği oranda çalışmanın üretilmemiş olmasında şüphesiz bu alanda çalışan herkesin payı bulunmaktadır. Birkaç yüksek lisans tezi ile gazete ve dergi sayfalarında kalmış, çoğunluğunu film tanıtımlarının oluşturduğu bir grup yazı ne yazık ki Türki­ ye sinemasının tartışmasız en önemli yönetmenlerinden biri olan Okten'in değerini anlatmakta son derece yetersiz kalmak­ tadır. Hele Ökten gibi konuşmayı -özellikle de yapıtları üstüne konuşmayı- sevmeyen bir yönetmenin, ülkenin ve sinemanın en zorlu dönemlerinde bile bildiği doğruları filmlerinde sakin ama vurucu bir dille seslendirmekten geri durmamış bir sine­ ma emekçisinin, anlaşılabilmesini, değerinin teslim edilmesini sağlayacak çalışmaların yapılamamış olması Türkiye sineması üzerine yapılacak değerlendirmeler ve çalışmalar için de bü­ yük bir eksiklik yaratmaktadır. "Herkesin kendini fazlasıyla önemsediği bir çağda", hala "görünmezliği ve sessizliği" erdem sayan bir sanatçının yaptık­ larının ve söylediklerinin, hayata ve dünyaya dair koparılan pek çok gürültüden daha anlamlı ve değerli olabileceğini gös­ termesi anlamında, Ökten'in, bu kitaba katkı yapan yazarların da paylaştığı pek çok övgüyü fazlasıyla hak eden niteliklerinin altının tekrar tekrar çizilmesinin (yönetmeni ne kadar 'mah­ cup' etse de) "başka türlü bir dünya ve başka türlü bir insanlık" arzulayan herkes için büyük değer ifade edeceğini düşünüyo­ ruz. Bu nedenle elinizdeki derlemenin ortaya çıkmasını sağla­ yan hareket noktalarından biri; bilinmeze gömülü gibi duran bir yönetmenin sesini duyma isteğimizse, ikincisi de çok değer­ li olduğunu düşündüğümüz sahiciliğin erdemini asla yitirmemiş bir sanatçıya fazlasıyla hak ettiği saygımızı bir ölçüde de olsa sunabilmekti. Ökten'in ister onaylansın isterse de eleştiril­ sin yaptığı her şeyde ve söylediği her sözde en çok dikkati çe­ ken ve övgüyü hak eden tutumu, ne olursa olsun vazgeçmediği "sahiciliğidir". Bu kitaptaki yazılar da, Okten sinemasının özünde yer alan "sahiciliğinin" yönetmeni en ayrıksı kılan özel­ lik olduğu noktasında ortaklaşmaktadır. Zeki Ökten'in "konuşmayı sevmeyen" bir yönetmen olduğu­ na ilişkin "söylentiler" bu çalışmaya başladığımızda karşılaştı­ ğımız ilk ve görünüşte en aşılmaz engeldi. Zeki Ökten'i tanıyan sinema yazarlarıyla, yönetmenlerle ve oyuncularla proje fikrini paylaştığımızda en çok duyduğumuz sözler: "Zeki Ökten'le ko­ nuşamazsınız", "bugüne kadar hiç röportaj vermedi", "kimsey­ le konuşmadı", "zaten konuşmayı da sevmez" türünden istek köreltici yorumlardı. Bütün bu yorumlara rağmen Ökten'le görüşme olanaklarını inatçı bir kararlılıkla zorladık. Başlangıç­ ta kitabı görüşme yapamasak da hazırlama karanndaydık, an­ cak elimizdeki az sayıda söyleşide yönetmene dair o kadar az (ve görüşmeyi gerçekleştirdiğimizde fark ettiğimiz kadarıyla yanlış ya da eksik) bilgi bulunuyordu ki kitap için yeni ve geniş bir söyleşi kendiliğinden olmazsa olmaz bir zorunluluğa dö­ nüştü. Böylelikle Ökten'le görüşme arzumuz da hem "görüşe­ mezsiniz" yargılarına karşı hem de görüşme zorunluluğundan kaynaklanan bir "tutku" haline geldi. Kendi tutkumuzun peşine düşerken Zeki Ökten'in "tutku"sunun sınırlarını da kısmen aş­ mış olduk. 8 Ökten'le ilk iletişimi kurduğumuz andan itibaren yönetme­ ne ilişkin genel efsaneye karşılık hiç de "aksi" olmayan, alabil­ diğine nazik ve mütevazı bir insanla karşı karşıya olduğumuzu gördük. Ökten, söylemek istediklerini filmlerinde olduğu gibi açık ve berrak, sade ama etkileyici bir üslupla anlattı. "Sinema erdemdir" derken sinemaya bir yandan "ahlaki" bir bakışla -ki onun ilk filminden son filmine kadar tüm sinema macerasının belirleyicisi olmuştur- diğer yandan da sade bir felsefeyle bağlı olduğunun ipucunu veren yönetmen, "sinema bize yoksulluk­ tan kaldı" derken de sinemasının gerçekçiliğini besleyen kökle­ rin nerelere uzandığını, filmlerindeki, kimi zaman bir dervişin dünya halini çile olarak algılayışına denk düşen derin hüznü­ nün kaynağını, her anı hayatın deneyiminden süzülüp gelmiş sahiciliğinin köklerini daha iyi anlamamızı sağladı. Eminim ki daha üstüne ne kadar çalışma yapılırsa yapılsın bu gerçek hiç­ bir zaman Okten'in birkaç cümleyle ifade ettiği kadar yalın ve etkili ifade edilemeyecektir. Görüşme süreci boyunca ortaya çıkan bir diğer gerçek de yönetmenin konuşmaktan kaçınmasının asıl nedeninin yaptığı işe ve başkalarının yaptığı işe duyduğu saygıdan kaynaklandı­ ğını görmek oldu. Yönetmenin bu susma kararma ben de saygı duydum ve kendisine bu söyleşinin istemediği takdirde yapılmayabileceğini, konuşmaları kaydetmeyeceğimi ve tüm ko­ nuşmamızın sadece meraklı bir sinema araştırmacısının, sev­ diği bir yönetmenle yaptığı "sohbet" olarak kalabileceğini söy­ ledim. Küçük bir tereddüt geçirdikten sonra bana; "aç kayıt cihazını hocam" dedi. Dürüst olmak gerekirse kendisine veril­ miş oyuncağı her an elinden geri alınacağını düşünen bir ço­ cuğun tedirginlik duygusuyla kayıt cihazının düğmesine bas­ tım. İlk soruları nasıl sorduğumu anımsamıyorum bile, ama sonrası benim için çok önemli bir sinema dersi ve olağanüstü bir "sohbet" oldu. Elbette ki kitaptaki söyleşiye girmeyen pek çok şey var ve bütün bunlar Zeki Okten'in herkese karşı gös­ termiş olduğu olağanüstü duyarlı kişiliğinin bir sonucu olarak dışarıda kaldı. Kendi adıma olağanüstü bir şans saydığım bu söyleşi olanağını bana tanıdığı için ve bütün bu süreçte yap­ mamız gereken şeyi yapmak konusunda bize göstermiş olduğu anlayış ve şefkatten dolayı Zeki Okten'e her şeyden ve herkes- ten önce teşekkür etmek isterim. "Ben yapacağınız işe çok say­ gılıyım. Gidip bir okulda bir şey söyleyemem ama siz bir şey yapıyorsanız çok önemli. Buna elimden gelen katkıyı yaparım" diyerek belki de bunca yıllık sinema hayatında hiç kimseye vermediği kadar bilgiyi bizimle paylaştığı için bu kitapta yer alacak olan söyleşinin en azından benim için büyük bir değeri olduğunu söylemek isterim. Okuyacaklarınız belki yönetmenin filmlerine ilişkin çok fazla bilgi içermiyor, ancak Zeki Ökten'i sinemacı yapan şeyin ne olduğu, sinemasının temelini oluştu­ ran bilgilerin, bakış açısının, dünya görüşünün hangi kaynak­ lardan beslendiğini göstermesi açısından bu söyleşinin gecik­ miş de olsa yerine getirilmiş -hala eksik olmakla birlikte- bir görev olduğunu düşünüyorum. Bütün bu süreç aslında kitabın adını da kendiliğinden orta­ ya çıkardı. Telefonda "Zeki Bey, kitabın adını 'Yoksul: Zeki Ök­ ten' olarak düşünüyoruz ne dersiniz" diye sorduğumda, "galiba yoksulluktan çok bahsettik konuşurken" dedi. Oysa yoksulluk­ tan çok bahsetmemişti Zeki Ökten, sadece onu çok etkili an­ latmıştı; tıpkı filmlerinde olduğu gibi. "Sinema bize yoksulluk­ tan geliyor", bu yüzden Yoksul filminde insanları 'yoksul, yok­ sul" diye bağırttım derken, demek istediği şeyin, kitabın ismin­ de yeniden vücut bulacağını düşünüyorum, tıpkı Zeki Ökten filmlerindeki hüznün trajik bir yan kazanması gibi. Aynı dönemin ve ekolün yönetmenleri olarak sürekli bir arada değerlendirilen Zeki Ökten ve Şerif Gören'in yönetmen­ liklerine ilişkin genel bir çerçeve çizmeden Ökten'in özel sine­ macı kişiliğinin yeterince anlaşılamayacağmı düşünüyorum. Bu nedenle iki yönetmenin de kimi kez kader ortaklığına dö­ nüşen ortak özelliklerinin ve farklılıklarının genel bir belirle­ mesini yapmak Ökten'in yönetmen kişiliğinin anlaşılması süre­ cinde önemli ipuçları taşıması anlamında özel bir önem ka­ zandığını vurgulamak isterim. Türkiye sineması ele alındığında Zeki Ökten, Şerif Görenle birlikte Yılmaz Güney'in "izinden gidenler" olarak adlandırılan yönetmenler arasında sayılır. Ancak bu "izinden gitme" hem Zeki Ökten'in hem de Şerif Gören'in sinemalarının gerçek ka­ rakterinin ortaya çıkmasının önünde büyük bir engel oluştur10 muştur. Bu izi sürmek isteyenler bu iki yönetmenin de kişisel üsluplarını göz ardı etmiş "yetkin" olanı "Güney etkisi" hatta onun "yönlendirmesi" olarak görmüşlerdir. Bu etkiyi yok sa­ yanlar ise filmlerinin taşıdığı politik ve toplumsal içeriği bu iki yönetmenin dünya görüşlerinin bir parçası olduğunu dikkate almadan değerlendirme yoluna gitmişlerdir. Bu da her iki yö­ netmeni gerçek nitelikleriyle anlamayı zorlaştırmıştır. Elbette ki iki yönetmenin de Yılmaz Güney'in senaryo yazarlığının do­ ruk noktası olan iki yapıtını filme çekmiş ve bununla büyük başarı kazanmış olmaları, söz konusu değerlendirmelere önemli bir veri sağlamıştır. Kuşkusuz ki bu yönetmenlerle "us­ taları" arasında benzerlikler ve etkileşimler söz konusudur. Ancak her iki yönetmen de kişisel üsluplarını ve kendilerine has sinema dilini geliştirmiş, kendi dünya görüşlerine uygun tematik ve anlatısal kalıpları filmlerinde, zaman zaman gele­ neksel Türk sinemasında olduğu gibi zaman zaman da ondan farklılaştırarak kullanmış yetkin sinemacılar olduklarını defa­ larca göstermişlerdir. Bu nitelikleriyle bir yandan geleneksel sinemayla bağlarını belirli düzeylerde korumuş ama öte yan­ dan ise geleneksel sinemayı aşarak ondan kopmuşlardır. Bu anlamda da Türkiye sineması içerisinde fazlasıyla hak edilmiş "özel" bir yer edinmişlerdir. Okten ve Gören arasında benzerliklerin yanı sıra belirgin farklar da bulunmaktadır. Yönetmenler arasında ki benzerlik­ ler de kopuşlar da her zaman için Türkiye sinemasının temel iki film türü üzerinden gerçekleşmiştir. Melodramın Zeki Ökten sinemasındaki ayrıksı yerine bakarak bunu rahatlıkla söy­ lemek mümkündür. Ökten'in Türkiye sinemasında melodram türünü tam da içinden kırarak bambaşka bir şeye dönüştürdü­ ğünü belirtmek gerekir. Melodramın bu farklı kullanımına iliş­ kin belirlemeler kitaptaki yazılarda rahatlıkla görülecektir. Ok­ ten de, Gören de melodramı geleneksel kalıplarıyla kullanma­ mışlar, onu farklılaştırmışlardır. Fakat Ökten, melodramın sis­ temi onaylayan dilini "karşı bir dile" çevirme noktasında özel bir yetenek göstermiştir. İki yönetmeni ilişkilendirmek nokta­ sında film türleri üzerinden gitmeyi sürdürürsek; güldürülerin iki yönetmenin de özel başarı gösterdiği bir tür olduğunu özel­ likle belirtmemiz gerekir. Özellikle Kemal Sunal'ın klasik ve 11 güçlü yıldız imgesinin kırılması Şerif Gören güldürülerinde de, Zeki Ökten güldürülerinde de ortak noktadır. Şerif Gören Polizei ve Abuk Sabuk Bir Filmde, Zeki Ökten ise Kapıcılar Kralı, Çöpçüler Kralı, Yoksul ve Düttürü Dünya gibi filmlerde yepyeni bir mizah anlayışı içinde Kemal Sunal'a yeni bir yıldız kimliği kazandırmışlardır. Ancak Kemal Sunal'm yer almadığı güldürülerde' bu farklılık yerini geleneksel güldürüyle benzer­ liklere bırakmıştır. Bu anlamıyla iki yönetmen arasındaki fark­ lılık daha çok melodramlarda ortaya çıkarken benzerlikler güldürülerde yoğunluk kazanmaktadır. Kemal Sunal'm yer almadığı Ökten güldürülerinde Kurtuluş Kayalının kitaptaki yazısında belirttiği gibi, toplumsal olanla mizah arasında bir denge kurulmuştur. Bu filmlerin gücü de buradan gelmektedir. Mizahın toplumsal olanla birleştiği noktada Zeki Ökten sine­ ması Şerif Gören sinemasından daha güçlü bir nitelik kazan­ maktadır. Zeki Ökten'in Türkiye sinemasındaki diğer birçok yönet­ menden en belirgin farklılığı, yönetmenin filmlerine konu ettiği olaylara, insanlara, topluluklara ve tarihsel dönemlere sosyolo­ jik, kimi zaman da antropolojik bir bakış açısıyla yaklaşabilmesinden kaynaklanmaktadır. Ökten, özellikle bazı filmlerinde sinemayı, yaşadığı ülkenin, toplumun ve dönemin bütününün ya da bir bölümünün tarihsel\toplumsal ya da ekonomik bir modelini kurmanın aracı olarak kullanır. Adeta iyi tanıdığı top­ lumu daha iyi anlamak ve anlatmak için film yapan Ökten'in beyazperdede kurduğu dünyalar mutlaka bir yönüyle gerçek ve doğal dünyanın birebir uzantısına dönüşür. Çoğu filminde bir sanatçı sezgisinin ötesinde neredeyse bir bilim adamı duyarlılı­ ğıyla tarihsel, toplumsal tezler ileri süren Ökten, döneminin "temel çelişkilerini" çok iyi kavrayan ve bunlardan yola çıkarak kendi önermelerini olabildiğince sessiz, sakin ve mütevazı bir anlatımla sinemaya taşıyan bir dil kullanır. Yönetmen, filmle­ rinde sinemanın teknik olanaklarına fazla yaslanmadan "salt" Şerif Gören'in İstasyon, Evlidir Ne Yapsa Yeridir, Âdem ile Havva; Zeki Ökten'in Bitirim Kardeşler, Bitirimler Sosyetede ve Kaynanalar gibi film­ leri b u n a örnek olarak verilebilir. Ancak Hanzo gibi Kemal Sunal'm rol aldığı bazı filmleri de bu kategoride değerlendirmek m ü m k ü n d ü r . 12 bir kayıt cihazına dönüştürdüğü kamera aracılığıyla kurulmuş bir öyküyü değil, hayatın içinden gerçek bir parçayı aktarırcasına sinemanın kurgusunu gerçeğe yaklaştırır. Kimi zaman da belirli bir tarihsel döneme damgasını vuracak "değer yargıları­ nı", "yaşam biçimlerini" önceden görür, tıpkı Kapıcılar Kra­ lında ve Faize Hücumda olduğu gibi. Bu öngörme kabiliyeti yönetmene sinemasını da filmlerini de farklı bir biçimde, farklı anlatısal kalıplarla kurma olanağı verir. "Var olanı" değil de var olmak üzere olanı, henüz yeni filizleneni görmek Ökten sinemasının kalıcı olmasının da temel nedenidir. Ökten sine­ masının en güçlü yanı yönetmenin bu özelliğidir. İnsanın insanla, yaşadığı mekânla ve içinde bulunduğu ta­ rihsel dönemle ilişkisini her tür çelişkisiyle birlikte olabildiğin­ ce doğal bir anlatımla beyazperdeye taşıyan Ökten, bazı filmle­ rinde bu yaklaşımı daha da ileri götürerek neredeyse söz konu­ su dönemin bir modelini laboratuar ortamına dönüştürdüğü beyazperdede yeniden inşa eder. Kapıcılar Kralı, Yoksul ve Düttürü Dünya gibi filmlerin her biri belirli yaşam alanlarına ilişkin birer deney alanı gibidir. Kapıcılar Kralında neredeyse toplumun küçük bir modeli olan apartman, Yoksulda, toplum­ sal ve bireysel ilişkilerin ekonomi ekseninde adeta bilimsel bir yöntemle sergilendiği işhanı, Düttüri'ı Dünyada Dütdütun ça­ lıştığı pavyonda simgelenen kentin "karanlık yüzü", bütünüyle toplumsal ilişkilerin ve insan ilişkilerinin incelendiği laboratuar ortamı olarak kurulmuş gibidir. Ancak bu mekânlar ve mekân­ larda sürdürülen ilişkiler bozulmaya başlamış bir toplumun izlerini taşımalanyla karakterize olmuşlardır. Ökten'in bu film­ lerinde giderek "anomik" bir hal almaya başlayan toplumsal değişimlerin izini sürmek mümkündür. Ökten'in işlediği öykü­ leri özellikle karakterlerin üretim ilişkileri içerisindeki konum­ larını dikkate alarak kurması ve üretim alanında bu ilişkilerin nasıl değiştiğini özellikle vurgulaması, değişimin temel neden­ lerini sorunsallaştırmasımn ve topluma, toplumsal olana bakı­ şının altında yatan asıl önermenin mantığını da açık etmekte­ dir. 13